Canraşit tarafından postalanan herşey
-
Absürt mü, Apsürt mü?
Efendim, bu sözcük İngilizce'den değil, Fransızca'dan dilimize geçmiştir. Dolayısıyla, İngilizce okunuşu nedeniyle değil, Fransızca okunuşu nedeniyle '' Ü '' harfi vardır.
-
Laik-Sekuler Farki Uzerine
Bu dediklerinizin sağlıklı uygulanabilmesi için alt yapı gerekir. Malümunuz üst yapıyı alt yapı belirler. İşte Diyanet bu alt yapıyı hazırlamak için oluşturulmuş, devrimin getirdiği bir kurumdur. Devrimin tamamlanmadığını, sekteye uğradığını, karşı yöne çevrildiğini, kuruluştan sonrasındaki yozlaşmaları bir an için unutarak dediklerimi objektif olarak düşünürseniz kuruluş gerekçesini anlayabilirsiniz.
-
ALLAH VAR MIDIR, NE YAPMIŞTIR?
Evet, o halde zamana bağlı olmadan harekete hemen örnek alalım, buyurun verin. Efendim, doğada zaman tabiî ki var. Mevsimler dönmüyor mu ? Hayat akmıyor mu ? Biyolojik saat yok mu ? Yaşlanmıyor muyuz ? Hem ‘’ zamansal öncelik ‘’ten nasıl söz edebiliyorsunuz o zaman ? Karıştırdığınız mevzu, insanın ‘’ zamanın ölçüsü ‘’nü üretmesi ile ‘’ zaman ‘’ ın kavramlar dünyasında kendiliğinden var olması. İnsan zamanı akıl ile keşfediyor aslında ve bir ölçü üretmek zorunda kalıyor. Sorun büyük efendim. Siz, bilim alanından çıkıp felsefe alanında at koşturup, gözlenebilen kısım dışındaki ile ilgili inancınıza bağlı yorum yapıp, bu yoldan teoriyi yanlışlama yoluna gidiyorsunuz ? Bir diğer deyişle, soyutla somutu çürütmeye kalkıyorsunuz bir anlamda. Ben ise, bilim alanında kalıp, bilimin bana söylediğinin dışına çıkmıyor, gözlenebilen kısım dışındaki ile ilgili herhangi bir şey söyleyemiyorum. Efendim, o cevabım ‘’ Bilimsel olarak elbette gözlemleyebildiğimiz, ölçebildiğimiz kadarı ’’ var ‘’dır. Siz görmediğinize var diyebilir misiniz ? ‘’ soruma verdiğiniz karşılıkla alakalı idi. Gözlenebilen kısım dışındaki ile ilgili yorum yapıp, bu yoldan teoriyi yanlışlama yoluna gittiğiniz için, bu yaptığınızın epistomolojik açından inançtan pek farkı kalmadığını söylemek istemiştim. Diğer taraftan, fizikte bir teorinin bir tabana dayanması demek, mantıksal olabilirliğinin var olması demek matematik demektir. Gözlem vermeyen hakkında akılla bir yere varmaktan kastettiğim inanç veya felsefe idi. Big Bang Teorisi, ‘’ Evrenin Genişlemesi ‘’ olgusunu açıklarken, felsefe ile değil, matematik denklemler kullanıyor. Dolayısıyla, evrenin şimdiki durumuna gelme sürecini lineer bir süreç kabul ederek mantıksal olabilirliğini bu yolla gerçekleştiriyor, atmasyonla değil. Yine doğru anlaşılmamışım. Efendim, onu örneğinizin yanlışlığını belirtmek için söylemiştim. Bakarsanız itirazınız, verdiğim metindeki ‘’ widely ‘’ üzerine idi. Lamarck’ın varsayımı tümüyle geçersizdir. Burada ‘’ widely ‘’ nin anlamı, bazı sosyalist bilim adamlarının ideolojik gerekçelerle Lamarck’ın varsayımını, Darwin’in kapitalizmi çağrıştıran varsayımına tercih etmesi ile ilgili. Kusura bakmayın ama çok karıştırıyorsunuz. Varsayım ( Hipotez ) ile Teori aynı şey değildir. 1- Olgulara gözlem ve deney ile erişilir. 2- Olguları açıklamak için varsayımlar ortaya atılır. 2- Varsayımları doğrulamak için gözlemler, deneyler gerçekleştirilir. 3- Doğrulanan bu varsayımlarla bir teori ( kuram ) kurulur. 3- Bu teori yeni gözlem/bulgu/deney doğrulaması ile geçerliliğini sürdürür. Hayır efendim, ‘’ BEN ‘’ evrenin bilinen kısmının ebatının bilinen bir genişlemeye uğradığının bir olgu olduğunu soyluyorum. ‘’ SİZ ‘’in gibi, bilimsel olmayan/inançsal fikirler üzerinden hareket etmenin tam tersi. Öncelikle cümlenizi doğru kavramlarla düzelterek ne demek istediğinizi tam olarak anlayalım : Anlaşıldığı kadarıyla, özetle gözlem yok deniyor. Bu bir bilgi eksikliği,olabilir. Hemen bu eksikliği giderelim : '' Gözlemsel kanıtlar Sonradan iki kesin gözlemsel kanıt Big Bang modellerine tümüyle hak verdi: Evren tarihinin sıcak devrinin kalıntısı denilebilecek enerji ışıması (mikrodalga sahası) olan "kozmik mikrodalga arkaplan ışıması"ın keşfi ve hafif elementlerin salınmasının ölçülmesi, yani ilk sıcak evre sırasında oluşmuş hidrojen, helyum, lityumun farklı izotoplarının bırakılmasının ölçülmesi. Bu iki gözlem, 20. yy.’ın ikici yarısının başlarında gerçekleşti ve Big Bang’ı kozmolojide, kesin biçimde, gözlemlenebilir evreni tanımlayan model olarak yerleştirdi. Bu modelin kozmolojik gözlemlerle hemem hemen mükemmel biçimde örtüşmesinin yanı sıra, modeli doğrulayan başka kanıtlar da ortaya koyulmaya başlandı: Galaktik kümelerin gözlemi ve "kozmik arkaplan soğuması"nın ölçülmesi (birkaç milyar yıl öncesiyle günümüzdeki ısı farkının ölçülebilmesi). ( tr.wikipedia ) Observational evidence The earliest and most direct kinds of observational evidence are the Hubble-type expansion seen in the redshifts of galaxies, the detailed measurements of the cosmic microwave background, the relative abundances of light elements produced by Big Bang nucleosynthesis, and today also the large scale distribution and apparent evolution of galaxies[64] predicted to occur due to gravitational growth of structure in the standard theory. These are sometimes called "the four pillars of the Big Bang theory". ( en.wikipedia ) ''
-
"Laiklik" yerine "Siyasi tarafsızlık" geliyor
Efendim, hem soru soruyorsunuz, cevap verince neyi anlatmaya çalışıyorsun diye sorunuzu unutarak cevap veriyorsunuz. 1923 Dünyasındaki B.Krallık’ın en ileri, çağdaş olduğunu, Atatürk’ün en ileri, çağdaşı örnek almadığını öne süren sizsiniz. Ben de o dönemin B. Krallık' ında etnik hakların, kadın haklarının olmadığını gösterdim. Bir siyasi partiyi solcu/sağcu yapan onun laiklik taraftarı/karşıtı olması değildir. Bugünün Türkiye’sinin çarpık siyasi kavramlarıyla geçmişi değerlendiremezsiniz. Bir siyasi partiyi solcu/sağcu yapan onun piyasa düzeni yanlısı/karşıtı olmasıdır, sosyal devlet yanlısı/karşı olmasıdır, işçiden yana/patrondan yana olmasıdır, insan haklarından yana/karşıtı olmasıdır. Normal bir burjuva demokrasinde tüm partiler laiklikten yanadır, feodal zihniyetli laiklik karşıtı bir partiden söz edilmesi bile tuhaftır, normal değildir. Sizin İngiltere’de bir siyasi partiyi solcu/sağcı yapan onun laiklik taraftarı/karşıtı olması mı ? Misak-ı Milli’nin Padişah için istenen bir ülke sınırı olduğunu kim söyledi ? O dönem ( sakın hangi dönem demeyin ) Osmanlı Meşrutiyetle yönetiliyordu. Dolayısıyla savaş ile ilgili kararlar alan bir hükümeti ve parlementosu ( Osmanlı Mebusan Meclisi ) vardı. Birleşik krallık gibi ‘’ Müreffeh ‘’ olmasıydı. Bana göre diye bir şey yok. Bunlar her yerde yazan şeyler. İşçi sınıfı nicelik olarak azdı ama bilinçli oldukları için nitelik olarak devrime öncülük ederek etkin oldular. Aydınlar, İşçiler nitelik olarak, Askerler, Köylüler nicelik olarak devrime destek vermişlerdir. Bir şeyin az olması onun yok olduğu anlamına mı gelir ? Efendim, bilhassa mı yapıyorsunuz bu gibi demagojileri yoksa farkında mı değilsiniz anlayamadım ‘’ farkın farkında ‘’ biri olarak. Pardon ? Sorunuz ya da yorumunuz nedir anlaşılır değil. Buna, Yansıtma ve Rasyonalizasyon denir. Ne, ne zaman ? Rusların, İngilizlerin Kürtleri kışkırtma girişim ve çalışmaları, Kürdistan Teali Cemiyeti’ni açın okuyun efendim. Çünkü Denizlerin döneminde Kürtler emperyalizmin safında değil, doğru saftaydı. Ayrıca, Atatürk Türkçülüğe ‘’ yönelmedi ‘’. Devrim, devirmedir. Ama her devirme devrim değildir. Darbeler de bir devirmedir ama devrim değildir. Devrim ileri doğru olur, ilericilik taşır. Karşı devrim geriye doğru olur, gericilik taşır. Kabileden İmparatorluk kurmak elbette devrimdir. Monarşi’den Meşruti Monarşi’ye geçiş albatte devrimdir. Meşruti Monarşi’den Cumhuriyet’e geçiş elbette devrimdir. Devrimi yapanlar toplumu bir nicelik olarak değil; nitelik olarak değerlendirmese hem de toplumun kritik bir niceliği neden o devrimin peşinden gittiğinin nitelik olarak bilincinde ve farkında olmasa devrim hiç yapılamaz zaten. Bugün devrimin kazanımlarını savunanların ataları devrime destek vermiş olmasalardı, bilinçlenmiş olmasalardı karşı devrim süreci daha yakın zamanda tamamlanırdı. Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik sloganını anlamak çok mu zor ? Serfler, feodallerden kurtulmak istememişler miydi sizce ? Bu bir bilinç değil mi? İlla ki kuramları yutmalarını bekleyemezsiniz insanlardan. Efendim, cevabı kendiniz vermişsiniz işte. Demek ki, devrimin yapılmasında yalnızca önderlik edenlerin değil, kitlelerin de çıkarı vardı ve onlar bunun bilincindeydi. "Yetmez ama evet"çileri bir tarafa koyarsak, oy kullanan nicelik halinden gayet memnun ve gayet bilinçli. Karşı devrim kazanımlarını kaybetmek istemezler. Çünkü, yıllardır çok güzel propaganda yapılıyor. Olmazlar, çünkü devrimin oturması için gereken süreç geçmiştir artık. Aradan en azından 200 sene geçmiş. Hatta, Fransa yeniden İmparatorluğa bile dönmüş bu süreç içerisinde, Paris Komünü deneyini de görmüştür. Biriken çelişkiler patlamayı gerektirir. Patlama sonrası yeniden çelişkiler birikir. Bu çelişkiler yeni bir patlamaya yol açabileceği gibi, geri de tepebilir. [Efendim, evrim kendi ic dinamigi ile olan değildir. Evrim evirme demektir. Sizin dediğiniz ‘’ evirilme ‘’. Devirme-Devirilme farkı gibi. Evolution’un tam karşılığı Evrilimdir. Bu çok normal, İnsanlar genellikle ideallerle harekete geçmezler, homoeconomicus davranışı sergilerler. İşler öyle yürümüyor. Size kalsa insanlık Ortaçağ’dan bir adım ileri gidemezdi. Ama SSCB ateist bir devletti ve dine ve dindarlara ‘’ karıştı ‘’. Ve ateist olmanın Sosyalizmle alakası olmadığı gibi, SSCB’nin ateist propaganda yapması da kitleleri bilinçlendirmek değildir. Dolayısıyla, Rusların dine dönmesini bilinçlenmemelerine bağlayamayız. Çeklerin çoğu da ateisttir üstelik. O dediğiniz Yakın Çağ’dır ve halen devam ediyor. İnternetiniz var, açın bakın efendim. O zaman, yine başa döneceğiz : Anlaşılmamış. Amacım bir çelişkiyi ortaya koymaktı.. Konu sizin SSCB’nin ateist propaganda yapmasını bilinçlendirmek olarak görmeniz idi. ‘’ Dine dönmeleri ‘’ni, bilinçlendirilmemelerine bağlamıştınız. Zor olan / Kolay olan nedir diye sormuştunuz. ‘’ Kolay olan çoğunluk olanı kitlelerin geri bilinç düzeyine boyun eğmektir. Zor olan kitlelerin geri bilinç düzeyini yukarı çekmeye çalışmaktır. dedim. ‘’ Buraya da Atatürk’ten geldik ve ben zor olanı seçti diyorum.
-
ALLAH VAR MIDIR, NE YAPMIŞTIR?
Doğru anlaşılmadığım kanısındayım. Zamanı kavram olarak ortaya çıkaran anlamlı kılan devinimdir diyorum efendim. Devinim varsa zaman vardır, yoksa zaman da yoktur. Ama tersi geçerli değil. Bakınız, Big Bang’in tüm evren mekanını başlattığı iddiası yanlış olur ve benim iddiam da zaten bu değil. Teoride geçen gözlenen parçacıkların doğuşu. Bu sonsuz bir boşlukta mı oldu, sınırlı bir boşlukta mı oldu ya da sonsuz veya değil bu boşluk da Big Bang ile mi oluştu, bununla ilgili bir şey diyemem. Söyleyebildiğim yalnızca gözlenebilen kısım ile ilgili, ötesi hakkında bir şey bilinmediği için bu spekülasyon olur. O halde gözlem vermeyen hakkında akılla bir yere varmanın epistomolojik açından inançtan pek farkı kalmıyor. Lamarck’ın varsayımı evrimin mekanizması üzerine olduğu için yaygın ölçüde reddedilen bu açıklama.Yoksa, bu varsayımın reddeilmesi evrimin de reddedildiği anlamına gelmiyor örneğinize benzer olarak. Efendim bana hala Big Bang için olgudur demişim gibi cevap vermeyin. Birkaç kez vurguladım. Olgu olan '' evrenin genişlemesi ''dir. Teoriler geçerlilik kazandığında olgu olmaz. Tam tersi : Olguları açıklamak için teoriler kurulur.
-
"Laiklik" yerine "Siyasi tarafsızlık" geliyor
Efendim, konuştuğumuz hangi dönemdi? Galce’nin ilköğretimden başlayarak tedricen okullarda serbest olması 1960’lardan sonradır. Başka bir örnek : Kadınlara seçme ve seçilme hakkı İngiltere’de 1928’de verilmiştir. Sorunun konu ile ilgisini de açıklasaydınız. Şimdi nereden başlayacağımı bilemedim. Sizce fark nedir, aklınıza takılan nedir tahmin edemedim açıkçası. Bunun Misak_ı Milli yi yanlışlayan yanı nedir anlayamadım. Kapitalizmin nihai amaç olup olmaması önemsiz mi ? Sanayi gelişmediğinden niceliksel bir işçi sınıfından söz edemeyiz. Buna rağmen var olan işçi sınıfı hem 1905’de hem Şubat İhtilal’inde hem de Ekim İhtilal’inde öncü rol oynamıştır. Olaylar hep grevler ve işçi talepleriyle başlamıştır. 1917 Ekim devrimi ile iktidarı ele alan Bolşevik partinin %70 işçi konseyi temsilcilerinden oluşuyordu. 1924’den sonra bu oranın eski burjuva ve aristokratların lehine Stalin tarafından çok düşürüldüğünü söylemiştim. Lenin veya Stalin’in işçi kökeninden gelmesi gerekmez. Önemli olan işçi sınıfından yana ilerici aydın zihniyeti taşıyıp taşımadıklarıdır. ‘’ Karşı devrim ‘’ den sonra böyle bir zihniyeti göremiyoruz. İşci ya da bilincinin olmadığını söylemiştim. Atatürk burjuva devrimini olmayan burjuva sınıfına dayanarak değil, asker ve aydınlarla birlikte kurtuluş hareketine destek veren feodal, köylü, kentli küçük burjuva, eşraf ‘a dayanarak yapmaya çalıştı. Köylü için toprak reformu öngördü ve kısmen gerçekleştirebildi. 2. Dünya savaşı sırasında ağır vergilerle, yoksullukla savaşan köylü bürokratlar ve feodalitenin hakim olduğu bölgelerde feodaller tarafından ezilmiştir. Köy enstitülerinin amacı köylüyü yerinde bilinçlendirmek, aydınlanmayı bu yolla sağlamaktır. Feodallerin baskısı, sağ kesimin olumsuz propagandaları neticesinde önce niteliği değiştirilmek zorunda kalındı, 1950’den sonra ise resmen kapatıldı. Efendim sizin de Türkçülüğü savunuyormuşum gibi bunu bana anlatmanız yersiz. Ayrıca, karşılaştırmanız yanlış. Emperyalistler, Osmanlı’ya karşı Türkçülüğü desteklemedirler. Ama hem Osmanlı’ya karşı hem de Türkiye’ye karşı Kürtçülüğü desteklediler. Atatürk’ün perspektifi emperyalizme karşı her iki halkın omuz omuza mücadelesi idi. Deniz Gezmiş de ‘’ yaşasın ‘’ Türk ve Kürt halklarının kardeşliği ‘’ derken aynı zihniyeti taşıyordu. Efendim, Romanoflar devrimle mi gelmiş de, Osmanlılar devrimle mi gelmiş de onlara karşı ayaklanma karşı devrim olsun ? Devrime destek veren yığınlar Kapital’i mi okumuş olmalılar yada İnsanlar arasındaki Eşitsizliğin kaynağı kitabı gibi kitapları ? Fransa’da Köylüler, burjuvalar çıkarının bilincinde değil miydi 1789’da ? Rusya’da işçiler, köylüler çıkarının bilincinde değil miydi 1917’de Yığınların hiç mi çıkarı yok yada bir düzeni devirdiklerinde daha iyi yaşama ulaşma konusunda bilinçleri, umutları yok ? İhtilalleri gerçekleştirenleri tamamen bilinçsiz kitleler olarak değerlendirmeniz, bu çok elitist bir yaklaşım. Efendim,o zaman dediğiniz Devrim değil Evrim olur zaten. ‘’ Rus toplumunun dine dönmesi ‘’ üzerinden bir çıkarım yapmak doğru olmaz. Aynı şekilde Çek toplumunun dine uzak oluşu üzerinden de. Ayrıca, hem Sosyalizm de hem de Liberalizm de din öznel bir alandır. Devlet aygıtında feodal bir iddiası olmadıkça din vicdanidir, devlet karışamaz. Tarihsel Çağlar arasında Yeni Çağ diye bir şey yoktur. O bizim sağcı tarihçilerin uydurma sıdır. 1923 geldiğimiz çağdaşlık düzeyinin gerisindeydi diyebiliriz ama bulunduğu çağdaşlık düzeyinin gerisinde diyebilmemiz için kriterimiz nedir. B.Krallık demeyin sakın. Kolay olan çoğunluk olanın/kitlelerin geri bilinç düzeyine boyun eğmektir. Zor olan kitlelerin geri bilinç düzeyini yukarı çekmeye çalışmaktır. Dindarlığı ve dini geri görüp, dindar’ı kucaklamayabilir veya yok sayabilir veya aşağılayabilir diyorsunuz ama...
-
Laik-Sekuler Farki Uzerine
Bilakis, konu siyasettir. Bu sizin ifadeniz : Kurumsallaşmış tek mezhebi laik devlete tehlike oluşturmayacak biçimde ıslah ve kontrol altına almak demek, ayrımcılık ve üstün kılmak değildir. Daha önce dediğim gibi bugün geldiğimiz noktadan geçmişe bakıp, diyanetin bugün almış olduğu yapıyı ve uygulamaları referans alıp kuruluş aşamasını etüd etmeden, bilgi sahibi olmadan kestirmeden değerlendirme yapmak yanlıştır.
-
"Laiklik" yerine "Siyasi tarafsızlık" geliyor
Öyle mi efendim ? Şu halde, o dönemin Galler’inde okullarda Galce’nin B.K.tarafından yasaklanmasını da çağdaşlık olarak görüyorsunuz demektir. Mesela 71, 80 ve 98 darbelerinin yapıldığı iktidarlarda. Osmanlı Mebusan Meclisi. Misak-ı Milli, olası 1. Dünya savaşı barış anlaşması için pazarlığa konu olacak, şart olacak asgari sınırlardır. Mümkün olsa elbette tüm Osmanlı toprakları için de masaya oturulabilirdi. Ne yapacaklardı, buyurun hepsini alın mı diyeceklerdi ? Lenin’in o sözlerini bilmiyorum. Nerede ve ne zaman söylemişse alıntı ile metnin tamamını verirseniz iyi olur. Ama tahminen şunları söyleyebilirim: Bilindiği gibi, Rus İhtilali, Marks’ın öngördüğü şekilde burjuvazisi gelişmiş, sanayileşmiş, işçi sınıfının oluştuğu modern kapitalist ülkelerde değil, aksine burjuvazisi gelişmemiş sanayileşmemiş işçi sınıfının oluşmadığı, aristokrasinin egemen olduğu, tarım üretim ağırlıklı, köylü sınıfının yaygın olduğu feodal bir ülkede yapıldı. Burada gerçekten işçi sınıfının etkin ve söz sahibi olduğu bir proleter devlet yapısı oluşturmak için sanayi hamleleri ve köylü sınıfını dönüştürmek gerekliydi. Fakat 1. Dünya savaşı ve ardından süren iç savaştan sonra yoksul düşmüş ülke için tarımsal üretim bir çıkış noktasıydı. Lenin, eğitim, sağlık, tarım ve gıda için birikim sağlamak üzere, toprak özel mülkiyetini tamamen kaldırmak ve köylü sınıfının desteğini kaybetmek yerine, özellikle tarımda kollektif mülkiyeti ikna yolu ile teşvik etmek suretiyle bir süreliğine kısıtlı bir piyasa düzenini gerekli gördü. Sonrasında köylü sınıfının bilinçlenmesiyle kendiliğinden işçi sınıfının tam iktidarını hedeflemişti. Lenin’in ölümünden sonra Stalin, ve uluslar arası tehditler ve rekabet adına, silahlanmaya harcanmak üzere sermaye birimini artırmak için bu programa son vererek, Bolşevik partide işçi sınıfı temsilcilerini tasfiye ederek karar mekanizmalarından uzaklaştırıp, eski burjuvazi ve aristokrasi artıkları ile işbirliği yaparak onları bürokrasi sınıfına dönüştürüp, köylüleri ağır sanayi fabrikalarına tıkıp işçi yaparak, devleti adeta tekelci bir kapitalist şirkete dönüştürdü. Bu bir anlamda karşı devrimdi. Atatürk de benzer şekilde, savaşlardan yoksullaşmış ülkede, kurtuluş hareketine destek veren feodallerin ve köylülerin burjuva ve işçi sınıfına zamanla dönüşmesi için gerekli emini oluşturmaya çalıştı. Sonrasında 2. Dünya savaşı sırasında silahlanmaya ve gıdaya harcanmak üzere vergilerin ağırlından köylü sınıfı ezilirken, kaynak yetersizliğinden eğitim ve sanayi girişimleri de sekteye uğradı, feodal değerler en sonunda feodallerin temsilcisi partiyi iktidar getirdi. Bu da bir anlamda karşı devrimdi. Nietzche’nin Nihilim’i kitleselleştirdiğini söylemiştiniz ya, o bakımdan belirtme gereği duydum. O halde neden Kürt Milliyetçiliğini Ziya Gökalp üzerinden haklı göstermeye çalıştınız ? Tam tersine her iki devrim de nitelik üzerinedir, nicelik üzerine yapılanlar ise karşı devrimler olmuştur. Daha iyi anlamanız için şu soruyu sorayım; Mısır’daki, Libya’daki ‘’ devrim ‘’ler, Ö.S.O’nun Suriye’de yapmaya çalıştığı ‘’ devrim ‘’ nitelik üzerine midir ? Türkiye neden onlardan farklı bunun üzerinde de düşünmek gerekir. 300 sene bekleyelim nasıl olsa su yolunu bulur, arada iç savaşlar olur, ölen ölür kalan kalır, en sonunda nitelik kazanır diyorsanız bu da bir fikir, olabilir. Efendim, hayatın gerçeklerini nasıl yok sayabilir siniz ? Burada kriterimiz yapılmak istenen hamlenin ilerici mi, yoksa gerici mi olduğudur. Başka bir deyişle kolay olan mı, yoksa zor olan mı tercih edilmiştir. Önemli olan bu. Yoksa AKP’nin AB vizyonuna inanmış mıydınız ?
-
Laik-Sekuler Farki Uzerine
Kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı' nın, bugün getirildiği yapıya bakarak çıkarımlarda bulunmak yanlıştır. Diyanet siyasetten bağımsız özerk bir kurum olarak kurulmuştur. Anayasa 136. maddesi; "Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir."
-
ALLAH VAR MIDIR, NE YAPMIŞTIR?
Efendim, zaman ve mekan birbirinden bağımsız değişkenler değildir. Mekanda devinim olmazsa zaman da akmaz. Teoriye göre, Big-Bang öncesi devinimi sağlayacak temel kuvvetlerin olmadığı, yada şöyle söyleyeyim; 4 temel kuvvetin birleşik olduğu bir denge ( Spontaneous Symmetry Breaking ) olduğu biliniyor. Dolayısıyla, hareket olmadığı için zaman akışı da yok. Bilimsel olarak elbette gözlemleyebildiğimiz, ölçebildiğimiz kadarı ’’ var ‘’dır. Siz görmediğinize var diyebilir misiniz ? İşte evrenin genişlemesi olgusunun konusu da bu evrende geçiyor. Teori bununla ilgili. Felsefi bir teori değil. Somut, ölçüm ve gözlemlere dayalı bir teori. Evet bu ‘’ parça ‘’ nın dışı felsefi spekülasyona açıktır elbette. Fakat ne yazık ki, sizin kavramları nasıl algıladığınız, duyumsadığınız bilimi ilgilendirmiyor. Tam tersine ilgi var ama geçerli değil. Sözlüklerde yazmaz tabii ki. Bu teori daha doğrusu hipotez, sizin anlayacağınız, tutarlı ve geçerli olmadığı için doğru değildir çünkü deneylerle doğrulanmamıştır. The basic concept of inheritance of acquired characters was finally widely rejected in the early 20th century. en.wikipedia.org Epigenetik kalıtımdan bahsediyorsanız aynı varsayım değil ve araştırmalar devam ediyor. Konuya dönersek; Lamarck'ın teorisi de Canlıların türleşmesi ( Evrim )'i kendince açıklayan bir teori idi. Ama onun genetik bilgiler ile geçersiz hale gelmesi, evrimi gözlenen bir olgu ( gerçek ) olmaktan çıkarmadı. Canlıların türleşmesi ( Evrim ) bir olgudur. Bunu açıklayan geçerli teori Evrim Teorisi ( Modern Evrimsel sentez )dir. Bir cismin yere düşmesi bir olgudur. Bunu açıklayan geçerli teori Klasik Mekanik Teoridir. Işığın ortama bağlı olarak belli bir hızla yol aldığı bir olgudur. Bunu açıklayan geçerli teori Elektromagnetik Teoridir. Evrenin genişlemesi gözlemlenen bir olgudur. Big Bang bu olguyu açıklayan geçerli teoridir
-
ALLAH VAR MIDIR, NE YAPMIŞTIR?
Efendim, bilakis zamanın mutlaklığı inancından yola çıkan sizsiniz. '' Big Bang'den öncesi '' diye mutlak çizgisel-zamansal bir kavramın dayanağı nedir ? Big-Bang'in olgu olduğunu kim söyledi ? Olgu dediğim '' Evrenin genişlemesi ''. Bu tabii sizin anladığınız/sizin tanımınız olan Evren değil. Bilimin kastettiği Somut Evren. Big- Bang geçerli ve tutarlı, henüz yanlışlanmamış bir teoridir. Big-Bang teorisi yanlışlanabilir elbette ama birgün yanlışlandığında, geçerliliğini kaybettiğinde '' evrenin genişlemesi '' OLGUSU da otomatikman yanlışlanmayacaktır. Çünkü, bilimsel teoriler, olguları nasıl olabildiğiyle/mekanizmasıyla bilimsel olarak açıklamak için vardır. Efendim, hiç olur mu öyle şey ? Lamarck Teorisi nasıl geçerli hala ?
-
Laik-Sekuler Farki Uzerine
'' Diyanet olduğu için Türkiye tam laik bir ülke değildir '' Aslında, diyanetin olması, tam da laik bir ülkede olması gereken bir uygulama olmasına rağmen, insanımız laikliği ABD'den öğrendiği için, maalesef bu anlayış yerleşti. Din ve devletin tamamen ayrı tutulduğu Seküler devletlerle, dinin devlet üzerinde denetiminin olduğu Laik ülkeler arasındaki dine toplumsal bakışın temel farklılıklarının bilinmemesinden kaynaklanan, Protestan insanların çoğunluğunu oluşturduğu bir ülke olan ABD'nin Laik değil '' Seküler '' bir devlet olduğunu bilmemekten ve Katolik insanların çoğunluğunu oluşturduğu Laik bir ülke olan Fransa'da, yakın zamana kadar, devletin kiliseyi kontrol altına aldığının bilinmemesinden kaynaklı bir yanlış anlayış. Çünkü, Protestanlık'ta, devlet için din hakimiyetini zorunlu gören bir toplumsal bakış yoktur. Oysa, Katoliklik'te devlet için din hakimiyetini zorunlu gören bir toplumsal bakış vardır. Sünni İslam anlayışına bağlı insanların çoğunluğunu oluşturduğu Türkiye gibi bir ülkede de, Diyanet benzeri kurumların olmasının Laik bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti'nde zorunlu olmasının da, Seküler Devlet ile Laik Devlet arasındaki temel ayrımın da kaynağı budur. Bu nedenle, Laikliğin tamı, yarımı, ılımlısı, serti, ortaya karışığı, pilav üstü azı falan olmaz. Laiklik ya vardır, ya da yoktur. Batı'da, Laiklik fikrinin kaynağı olan, aklı ön plana alan, rasyonalist ve amprist düşüncenin geliştiği Aydınlanma Çağı' nın genel anlayışı Kant gibi filozoflar, aydınlar tarafından geliştirilmiş, Laiklik düşüncesi, Fransızlar gibi Katolik toplumlarda burjuvazinin gelişmesine engel olan Ortaçağ' ın Skolastik anlayışından sıyrılmak için hem devlet için hem de birey için bir çözüm önermişti. Oysa, yine Batı'da, Sekülerlik fikrinin kaynağı, Laikliğin tam tersi olarak, çıkış noktası Katoliklik'te reform arayışları ile, Papa'lık kurumuna, Kiliseye isyan olan, Luther gibi din adamları tarafından geliştirilmiş Sekülerlik düşüncesi, Aydınlanma Çağı' ndan önceki dönemde Kutsal Roma İmparatorluğuna bağlı Alman Prenslerin seçimiyle belirginleşen, Almanlar gibi mezhep ayrılıkları ile ayrışan Protestan toplumlarda önce birey için, daha sonra genişletilerek devlet için önerilen bir çözüm olmuştu. ------ O nedenle, bir kişinin Laik olması için, Emre Kongar'ın dediği gibi, devlet için geliştirilen Laiklik ilkesini kabul etmesi gerek ve yeter şarttır. Yani; bir kişinin Laik olması için, devlet için geliştirilen Laiklik ilkesinin birey için felsefi yorumunu veya Seküler olmayı illaki kabul etmesi gerekli olmadığı gibi, Laik bir devletin varlığı için de Laiklik ilkesinin felsefi yorumunu veya Seküler olmayı kabul eden insanların çoğunlukta olması da illa ki gerekli değildir. Çünkü, Laik bir devletin varlığı, Ulus bilincinin çoğunluk tarafından benimsenmesi ile mümkündür. Kişinin devlet için geliştirilen Laiklik ilkesini kabul etmesi için gerek ve yeter şart da budur. Zira, Laiklik, yine aynı Aydınlanma Çağı aydın ve filozoflarının paralel olarak geliştirdiği Milliyetçilik ( Ulusçuluk ) ideolojisinin toplumları soktuğu Uluslaşma süreci içerisinde anlam kazanmıştır. Çünkü; farklı Hristiyan mezheplerinden olanlar 30 yıl boyunca kıran kırana savaşmıştır Avrupa'da( bkz. 30 yıl savaşları ). Katolik Fransa'nın, İtalya ve İspanya'nın başını çektiği Katolik cenaha destek vermeyip, Protestan cenahta savaşa dahil olmasıyla anlaşılmıştır ki, '' artık savaşlar dini sebeplerle değil, devletlerin çıkarları gözetilerek yapılmakta ''. Ve işte bu gerçeğin görülmesi, ülke içinde laikliğin gerekliliğinin ve dış politikada ise modern uluslararası ilişkiler mantığının geliştirilmesinin sebebi olmuştur. ------ Bu bağlamda, kişinin, devlet için dini hükümlerin geçerli olması gerektiği dogması da dahil, dogmalardan sıyrılması şart değildir. Hatta Ümmet fikrinin kendisinin de bir dogma olmasına rağmen, yeter ki o kişide Ulus Bilinci gelişmiş olsun ve Din ortaklığına bağlı olan Ümmet birliği yerine Ulus yani Millet birliğini kabul etsin ve doğal olarak devlet için geliştirilen Laiklik ilkesini de kabul etsin, o kişi laiktir ki, öyle ya da böyle Laik insanlar belli bir kritik değerin üstünde oldukça Laik devlet hep var olacaktır. Ve tüm bu anlattıklarımdan dolayı, yaygın bilinenin tam tersine, Atatürk'ün Diyanet gibi özerk olan bir kurumu kurması da, Laiklik'e aykırı olmadığı gibi, kuruluş döneminde Diyanet bünyesinde, Osmanlı dönemindeki hakim anlayış olarak dogmayı öne alan itikadi Eşarilik yaklaşımı yerine, aklı öne alan Maturidilik yaklaşımının getirilmesi ve bu şekilde Kuran'ın çağdaş yorumlarının yapılabilmesine zemin oluşturulması, Seküler düşüncenin geliştirilmesi yönünden, en az çağdaş eğitim kurumları ile rasyonalist düşüncenin öğretilmesi, benimsetilmesi kadar devrimci bir adımdır.
-
Aile İmamlığı
Efendim, başka bir başlıkta yaptığım düzeltmeyi bu başlıkta da yapma durumundayım. Mahmut Esat Bozkurt'un 18 Eylül 1930'da Ödemiş Yaylasında yaptığı konuşmanın tam metni şudur : " Düne kadar vapurlarda, şimendiferlerde (trenlerde) memleketimizin bütün ticari ve mali müesseselerinde kimler çalışıyordu ve bunlar kimlerin elinde bulunuyordu? Türk olmayanların değil mi? Bugün kimin elindedir? Türklerin! Bütün bunlar CHF'nin siyasetinin mahsulüdür. Bağlar, bahçeler, hatta dağlar, ovalar, mal mülk memleketin iktisadiyatı Türk olmayanların elinde değil miydi? Bugün bütün bunlar Türklerin eline geçti. Düne kadar yabancıların yanında amelelik yapan binlerce Türk'ün bağ, bahçe, mülk sahibi olduğunu görüyoruz. CHF'denim. Çünkü bu fırka bugüne kadar yaptıkları ile esasen efendi olan Türk milletine mevkiini iade etti. Benim fikrim, kanaatim şudur ki, dost da düşman da dinlesin ki bu memleketin efendisi Türk'tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır. " Şimdi bu sözleri, Mahmut Esad Bozkurt'un 1927 yılında Lahey Adalet Divanı'nda Fransa'ya verilmiş olan Kapitülasyonların fiilen kaldırılmasını sağladığı bilgisi ve '' Öz '' kelimesinin kullanım anlamının 30'lar Türkiye'sinde bugün anladığımızdan farklı olarak '' kendisi '' anlamına geldiği bilgisi ile birlikte değerlendirecek olursak ırkçılık içermediğini söyleyebiliriz. Milli marşımızdaki '' kahraman ırkıma...'' ifadesinin bugün kullandığımız biyolojik manası ile alakası olmadığı örneğini de düşünürsek bu da bununla aynıdır. Ayrıca bir yanlış bilgiyi daha özür dileyerek düzelteyim : Mahmut Esad Bozkurt, Adliye Vekilliği'nden ( şimdinin Adalet Bakanlığı ) İnönü tarafından uzaklaştırılmamış, kendisi istifa etmiştir ve istifa ettikten sonra da milletvekilliği devam etmiştir.
-
Türkiye'nin ETNİK HARİTASI
Efendim, burada bir tekzip yapma durumundayım. Mahmut Esat Bozkurt'un 18 Eylül 1930'da Ödemiş Yaylasında yaptığı konuşmanın tam metni şudur : " Düne kadar vapurlarda, şimendiferlerde (trenlerde) memleketimizin bütün ticari ve mali müesseselerinde kimler çalışıyordu ve bunlar kimlerin elinde bulunuyordu? Türk olmayanların değil mi? Bugün kimin elindedir? Türklerin! Bütün bunlar CHF'nin siyasetinin mahsulüdür. Bağlar, bahçeler, hatta dağlar, ovalar, mal mülk memleketin iktisadiyatı Türk olmayanların elinde değil miydi? Bugün bütün bunlar Türklerin eline geçti. Düne kadar yabancıların yanında amelelik yapan binlerce Türk'ün bağ, bahçe, mülk sahibi olduğunu görüyoruz. CHF'denim. Çünkü bu fırka bugüne kadar yaptıkları ile esasen efendi olan Türk milletine mevkiini iade etti. Benim fikrim, kanaatim şudur ki, dost da düşman da dinlesin ki bu memleketin efendisi Türk'tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır. " Şimdi bu sözleri, Mahmut Esad Bozkurt'un 1927 yılında Lahey Adalet Divanı'nda Fransa'ya verilmiş olan Kapitülasyonların fiilen kaldırılmasını sağladığı bilgisi ve '' Öz '' kelimesinin kullanım anlamının 30'lar Türkiye'sinde bugün anladığımızdan farklı olarak '' kendisi '' anlamına geldiği bilgisi ile birlikte değerlendirecek olursak ırkçılık içermediğini söyleyebiliriz. Milli marşımızdaki '' kahraman ırkıma...'' ifadesinin bugün kullandığımız biyolojik manası ile alakası olmadığı örneğini de düşünürsek bu da bununla aynıdır. Ayrıca bir yanlış bilgiyi daha özür dileyerek düzelteyim : Mahmut Esad Bozkurt'un bu konuşması Adliye Vekilliği'nden ( şimdinin Adalet Bakanlığı ) istifa ettikten 3 sene sonrasına değil, istifa etmesinden yaklaşık 2 ay öncesine aittir ve istifa ettikten sonra da milletvekilliği devam etmiştir.
-
"Laiklik" yerine "Siyasi tarafsızlık" geliyor
Efendim, Birleşik Krallık’ı baz alamayız. Gerek Uluslaşması, gerek kapitalistleşmesi gerekse burjuva demokrasisinin kuruluşu Kıta Avrupası’ndan çok farklı süreçlerden geçmiştir. İskoçya, Galler, İrlanda başından beri bağımsız devletlerdi. Tamam işte, sayın Evrensel İnsan, ben de seküler düşüncenin gelişmesi için atılmış adımlardan söz etmiştim. Bir yandan laik ve çağdaş eğitim diğer yandan deyim yerindeyse Ortodoks İslam’ın denetimi ve yine deyim yerindeyse Protestanlaştırılması ( teokratik devleti arzulayanların denetimi ve azaltılması ). Elbette bu bir süreçtir. 1950’de bu süreç tamamlanamadan iç ve dış konjonktür nedeni ile ‘’ demokrasi ‘’ye geçilmek zorunda kalındı. Açıkçası, bence 2. Dünya Savaşı yaşanmamış olsaydı, durum çok başka olabilirdi. Ayrıca, efendim o tarihten sonra devlet NATO politikalarına uyumlu olabilen asker eliyle sağ iktidar politikalarına hizmet eden bir araç haline geldi. Dediğinizin tersine her iktidarda değil. Misak-ı Milli bir ülkenin işgal öncesi halihazırdaki sahip olduğu ‘’ kendi ‘’ topraklarıdır. Bakınız bunu bir iki ileti önce açıklamıştım : Sorunuz her ne kadar anlaşılması güç olsa da, anladığım kadarıyla yanıtlamaya çalışayım efendim. Türkiye’de uygulanan Devlet Kapitalizmi geçici bir süreyi öngörmüş ve yerli burjuva sınıfının doğmasını ve gelişmesini amaçlamıştır. Yap – İşlet - Devret formülü ile, devletin halkın ihtiyaçları olan ve ihracata yönelik ürünleri teknokratların kararı ile tespit edip özel sermayenin giremediği sektörlerde üretimde devletin öncülük etmesini ve zamanı geldiğinde kurumların özel sermayeye devredilmesini amaçlamıştır. SSCB’de uygulanan Devlet Kapitalizmi ise, yine devletin halkın ihtiyaçları olan ve ihracata yönelik ürünleri teknokratların kararı ile tespit edip üretime yönelik faaliyetlerde bulunmuştur. Farkı SSCB burjuva sınıfını mülksüzleştirmeyi amaçlamış ve yapmışken, Türkiye tam tersine burjuva sınıfını oluşturmak istemiştir. En büyük fark ise, bilindiği gibi artı değerin paylaştırılması noktasındadır. Ama aslında Nietzche nihilist olmamıştır. Diğer sonunuzu da özetle söyle cevaplayayım : Yugoslavya örneğinde olduğu gibi etnik milliyetçilikleri ve sahip olma güdüsünü körükleyen Kapitalist Batı’nın faaliyetleri bir yana, SSCB’de sosyalizm dairesinde bile farklı fikirlere tahammül, demokrasi olamamıştır. Evet, siz de Ziya Gökalp gibi etnik veya kültürel milliyetçiliği doğru görüyorsanız bir fark olmaz elbette. Laik ve çağdaş eğitim hamleleri bilinçsizlik için miydi efendim yapmayın ? İç ve dış dinamiklerin etkisini göz ardı ederek yorum yaptığınızın farkında mısınız ?
-
"Laiklik" yerine "Siyasi tarafsızlık" geliyor
Efendim, o çağda hangi Avrupa ülkesinde etnik hakların olduğunu yazarsanız dediğiniz doğru olur. Ve bu etnik haklar hangi yılda verilmiş onu da eklerseniz. Örneğin Almanya, Fransa'nın ulus tanımı, etnik haklar konusundaki açılımlarının tarihleri gibi...Bugünün değer ve kavramları ile geçmiş yargılanamaz demiştim. Bu konuyu bu başlıkta ve linkini verdiğim diğer başlıkta geniş olarak açıklamıştım. Laikliğin beşiği Fransa neden Kiliseyi kontrol altına aldıysa ve reforma zorladıysa Diyanet'in kurulma nedeni de o olmasın sakın. Efendim, böyle bir emperyalizm tanımı yok. Ülkesini savunanlara emperyalist denilmez. Anti emperyalist olmak konjonktüreldir demiştim. Evet, bu anti emperyalist bir savaştı. Sonradan başka ülkeye saldırırsa bu kez emperyalist denilebilir, fakat böyle bir durum söz konusu olmamış. Burada muktedirlik bir ölçü değil. Bu etiketler somut fotoğrafların analizi üzerinden yapıştırılır ve geçicidir. Mutlak, sabit ve değişmez karakterlerin olması doğaya aykırı. Ezilen bir ulus başka bir konjonktürde ezen bir ulus haline gelebilir. Ama her zaman belirli somut bir olayda ezen ve ezilen, emperyalist-anti emperyalist olacaktır. Tüm ülkelerde Sosyalizm olmadıkça bu dediğiniz türden idealistik durum söz konusu olamayacaktır ne yazık ki. Diğer taraftan işçi sınıfı yoktu demişsiniz. Doğal olarak Sosyalizmin zemininin olmadığını söylemiş oluyorsunuz. Burjuvaziyi geliştirmek için yapılan Devlet Kapitalizmini ise Sosyalist ekonomilerdeki Devlet Kapitalizmi ile karıştırıyorsunuz. İhtilal sonrası ittifak yapılanların tasfiyesi ve devrim süreci kısmını daha önce açıklamıştım. Bolşevikler neden Menşevikleri tasfiye ettiğini de bilmeniz gerekir. Devrimler böyledir. Bir önceki yazınızda nihilizmi Nietzche'nin ortaya attığını söylemiştiniz bir daha bakınız. Sosyalizm hedefini koysaydı, başarır mıydı ? Lenin başarmış mıdır ? Yoksa yeniden imparatorluğa mı çevirselerdi ülkelerini ?
-
ALLAH VAR MIDIR, NE YAPMIŞTIR?
Fakat beyefendi, bilimi ilgilendiren somut olay ve olgulardır. Dolayısıyla bu tür bir evren tanımı bilimsel değil ahkam kesmektir. Mutlak zaman algısı ve Big Bang öncesinden bahsetmek de. Ben şu andan değil, Lamarck'ın zamanından bahsediyordum. Hani Darwin'in çağdaşı olan.
-
"Laiklik" yerine "Siyasi tarafsızlık" geliyor
Atatürk dönemini ve Atatürk'ü tartıştığımızı sanıyordum. Atatürk bugün yaşamadığına göre tartıştığınız bugün değil. Yaptığınız bugünün değerleri ile geçmişi yargılamak. Neden Sosyalizm'i uygun bulmadığını bir beyanında açıklıyor. Fikir yürütmek yerine o beyan üzerine tartışalım. Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Daha önce de açıkladım. Feodaliteden burjuvaziyi atlayıp sosyalizme geçilmez. Ayrıca, ters mantıkla düşünüyorsunuz. Bir işin başarılamaması, çıkış noktasının ve amacın sonradan istemeden gelinen/getirilen nokta olduğu anlamına gelmez. Burada eğitim kurumlarının yapısının geriye götürülmesinin payı çok. Neticede bir mücadele söz konusu. Devrimi isteyenler olduğu gibi istemeyenler de vardı. Nihilizmi ortaya atanın Nietzche olduğunu söylemediniz ve ayrıca ortaya atan o değildir. Halka bilinç eğitimle verilir. Yalnızca gardrop devrimi söz konusu değil. Bir bütünsellik var. Ama başarılamamış. Nedenlerini tartışmak yerine sonuca bakarak karar veriyorsunuz. İnönü'ye bağlamadınız ve kapatan da o değil zaten. Tartıştığımız Atatürk idi. Topluma yönelik pragmatizmin kullukla, kölelikle, mallıkla vs. irtibatını kuramadım. Daha açık yazarsanız daha kolay anlaşılırsınız bence.
-
ALLAH VAR MIDIR, NE YAPMIŞTIR?
Efendim, kabinin içindeki parçaların kendisi gözlemlenebilinen evren yani evrenin kendisi olarak değerlendiriliyor. Somut olan bilimsel tanım bu. Dolayısıyle genişlemesinden söz edilen de bu. Kabin olması ve/veya kabinin sonsuz olması yalnızca kurgu/varsayım. Yani kabine evren denilmiyor. Ölçüm ve gözlem imkanları geliştikçe büyüyen ve bir sınırı olmadığını düşündüren evren yine somut parçalardan oluşan bir kavram. Evrenin genişlemesi gözlemlenen bir olgudur. Big Bang bu olguyu açıklayan geçerli teoridir. Bir cismin yere düşmesi bir olgudur. Bunu açıklayan geçerli teori Klasik Mekanik Teoridir. Işığın ortama bağlı olarak belli bir hızla yol aldığı bir olgudur. Bunu açıklayan geçerli teori Elektromagnetik Teoridir. Canlıların türleşmesi ( Evrim ) bir olgudur. Bunu açıklayan geçerli teori Evrim Teorisidir. Lamarck'ın teorisi de Canlıların türleşmesi ( Evrim )'i kendince açıklayan bir teori idi. Ama onun genetik bilgileri ile geçersiz hale gelmesi, evrimi gözlenen bir olgu ( gerçek ) olmaktan çıkarmadı.
-
Başka söz ve yoruma gerek yok...
Efendim, bölgesinde dil öğretimi yerine tüm bölgelerde bu hakkın sağlanması daha doğru olur kanaatindeyim. Zira bu şekilde hem insanlar eşitliğe aykırı şekilde bir bölgeye mahkum edilmemiş olur hem de farklı etnik kökenden insanlar da kendisinden farklı etnik kökenlere ait dilleri öğrenme şansı bulur.
-
Kim/Kimdir T.C. Ikdidar Tarihi
Efendim, cümlem gayet açıktı. Atatürk çizgisine uzak olması, Menderes'in CHP'den ayrılmasının bizatihi nedenidir. O sebeple bahsettiğiniz çizgide kategorik olarak Atatürk yer alamayacağından, çıkarımınız yanlış olmuş.
-
"Laiklik" yerine "Siyasi tarafsızlık" geliyor
Efendim, dünyanın geldiği düzey ile geçmişi yargılamak yanlış olur. Olayları kendi zamanına göre değerlendirmek gerekir. Atatürk’ün gerek söylemlerinden, gerek faaliyetlerinden benim çıkarımım ise, tüm fikirlerin temsil edilebildiği bir burjuva demokrasisi öngördüğü yönünde. Onda, bu burjuva demokrasisinde devletin fonksiyonunun, müdahil oluşunun asgari düzeyde olacağı, birey bilinci gelişmiş vatandaşlar eliyle aklı ve bilimin hakim olacağı şeklinde bir yapıya kavuşacağı ereği var bence. Üst yapıyı alt yapı belirler netice itibariyle. Ancak, Fransız ihtilali ile aradaki farkı kapatmak adına üst yapı için bir takım devrimci adımların atılması bu amaca ters görünmüyor. Diğer taraftan, bireyci olmak için de nihilizm şart değil. Köy enstitüleri kapatılma süreci ayrı ele alınabilecek bir konu olmakla beraber, Atatürk’ün bunda ne gibi bir sorumluluğu olduğunu ve buradan nasıl bir çıkarımla birey bilincinin yokluğuna bağladığınızı biraz daha açmanız gerekir.
-
ALLAH VAR MIDIR, NE YAPMIŞTIR?
Efendim, zamanın geçtiği değişen nesneler gözlemlenerek anlaşılır. Zamanı birimlere ayırma ihtiyacı başka bir şeydir. Ama saat çalışmaz ise zamanın geçtiğini başka bir gözlem şansımız yok ise anlayamayız. Güneş doğup batmasa, yaşlanmazsak, hiç hareket etmezsek zaman geçti diyemeyiz. Evrim'e gelince, dünya var oldukça evrim var olacaktır da diyemeyiz. Bu aşırı deterministik bir yaklaşım olur. Olmuştur denilir ama gelecekte olup olmayacağı bilinemez. Çünkü evrimi oluşturan çok etken var ve bu nedenle evrim tersinir bir süreç değil.
-
ALLAH VAR MIDIR, NE YAPMIŞTIR?
Efendim, ‘’ teoriler test edilirse olguya dönüşür ‘’ diyorsunuz . Bunu öne sürmek konuyu tamamen tersinden yanlış ele almak demek olur. Zira, evrenin genişlemesi gözlemlenen, objektif, tarafsız bir olgudur ( İngilizcesini hatırlarsak ‘’ the fact ‘’, ) Bunu bir çok kaynakta bulabilirsiniz. Evrenin genişlemesi bir teori değildir. Bu arada bir şeyin teori olması da onu değersizleştirmez, doğrudan geçersizleştirmez. Geçerli teoriler vardır, geçersiz teoriler vardır. Bir teoriyi geçerli kılan, ilgili olguyu açıklarken, ‘’ nasıl öyle olduğunun mekenizması ‘’nın bilimsel yasalarla tutarlı biçimde ortaya konulabilmiş olması, gözlemlerle, deneylerle desteklenebilmiş olması ve daha da önemlisi henüz yanlışlığını ortaya koyabilecek bir gözleme rastlanmamış olmasıdır. Yeni bir gözlemle yanlışlandığı andan itibaren o teori geçersiz olur. Buna göre, Big Bang teorisi gözlemle yanlışlanmadığı sürece bilimsel olarak geçerlidir. Evrenin genişlemesi olgusunu bilimsel yasalarla tutarlı biçimde açıklayabilmiş bir modeldir. ( Bildiğim kadarı ile yakın zamanda Cern’de bir takım gözlemler de yapıldı. ) Evet, Evrim sözcüğü hem bir olgu için hem de geçerli bir teori için kullanılıyor. Evrim olgusu teori geçerli olduğu için olgu niteliğini kazanmadı. Canlıların evrimi deney, gözlem ve bulguların sonucu ulaşılan bir gerçektir, olgudur ( the fact ). Bu olguyu açıklayabilen yegane ( tek ) geçerli teori ise Evrim Teorisidir. Geçerliliği ise yukarıda anlattığım kriterlere uygunluğundandır ve yeni bir gözlem/bulgu ile yanlışlanana kadardır. Evrim’i, Big Bang ile paralelliği nedeniyle konuyu kavratabilmek için bu bağlamda kattığımın aşikar olması gerekir. Pozitif bilimlerden bahsediyorsak, bütün bilimsel teoriler zaten zamansaldır. Çünkü, süreçlerle ilgilidir. Bilimin konusu bizatihi maddedeki değişimleri açıklamak üzerinedir ki zaman kavramı maddenin değişimine bağlı ortaya çıkar. Buna göre, Big Bang teorisinin zamansal olması pek doğaldır. Zira, zamansal olmayan bilimsel teori yoktur. Ve teoriye göre, ‘’zaman ‘’, Big Bang ile ortaya çıkan bir kavram olduğu için, '' Big Bang öncesi '' ifadesi anlamını yitirmektedir. Elbette ki hiç içeriği ile ilgilenmeyip, ‘’ Evrenin Genişlemesi ‘’ ifadesinin kelime anlamları üzerinden felsefi çıkarımlara gidilebilir. Fakat, biz teoride kastedilen kavram üzerinden düşünürsek daha doğru olur. Burada kastedilenin gözlemlenebilen evren olduğu çok açık. Yoksa ‘’ sonsuzluğun genişlemesi ‘’ gibi bir anlam çıkar ki bu da gayet anlamsız olur. Hem boşluğun sonsuz olup olmadığını da bilemiyoruz. Bu tamamen kanıtlanmamış bir varsayım.
-
Forum En Son Teknoloji İçeren Sürümüyle Güncellenmiştir...
Tamamdır. Teşekkür ederim efendim, iyi sabahlar.