Canraşit tarafından postalanan herşey
-
SİYASAL İSLAM ve DEMOKRASİ (Evrensel bağlamdan Türkiye Özeline)...
Efendim, '' öğrenemedik '' değil de '' işimize gelmedi '' daha doğru bir ifade olur sanırım. Bakın : Doğru mu değil mi diye de aramaya zahmet buyurmayın, bu da ayrıntısı : ''AK Parti Grup Başkanvekilleri, CHP Grup Başkanvekilleri Kemal Anadol, Muharrem İnce ve Akif Hamzaçebi ile 45 dakika görüştü. Görüşmenin ardından Anadol, AK Parti Grup Başkanvekillerinin, parti temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurularak, türban sorununun, parlamentoda çözülmesi yönünde önerilerini ilettiğini belirtti. Kemal Anadol, bu komisyona üye vermeyeceklerini kaydetti. Anadol, AK Parti'nin bu konuda samimi olmadığını, yıllardır şikayet ettiği YÖK eline geçtikten sonra bu şikayetlerini unuttuğunu ifade etti. Türbanın, üniversitelerde öğretim özgürlüğü kapsamında çözümlenmesinin önerilebileceğini, tartışılabileceğini, CHP'nin olumsuz bir tavrının olmadığını vurgulayan Anadol, "Ama tek başına değil. YÖK, dokunulmazlık ve seçim barajının düşürülmesiyle ilgili bir paketin içerisinde, parlamentoda grubu bulunan partilerle görüşülebilir, çözülebilir" dedi. Anadol, Türkiye'yi karartma operasyonuna ortak olamayacaklarını, izin veremeyeceklerini ifade etti. Sorunun çözümü konusunda CHP'nin önerisinin sorulması üzerine Anadol, bunu iktidara gelince çözeceklerini söyledi. "Türban sorununun, üniversitelerde öğretim özgürlüğü kapsamında çözümlenmesine karşı değiliz ama ilköğretime, ortaöğretime, kamusal alana girmesine karşıyız" diyen Anadol, "Anlaşmamız mümkün olmadı. Komisyona üye vermediğimiz gibi, bu gizli gündemi bir daha saptadık. Bu konunun, Türkiye'yi karartma operasyonunun bir parçası olarak AK Parti tarafından ele alındığını tespit ettik" şeklinde konuştu. CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce de "Başörtüsü konusunun üniversiteyle sınırlı olması güvencesini istedik. Bu güvenceyi bize veremeyeceklerini, 'on yıl sonra bakarız' gibi yuvarlak laflarla gerçek niyetlerini ortaya koydular" dedi.'' Görüldüğü gibi, AKP'in tam olarak böyle yapmaya kalkıştığını da CHP'lilerden öğrenmiştik. Normalde, o dönemki söylemlerinin bugünkü Hepar'ınkinden veya Kılıçdaroğlu CHP'sininkinden farkı yoktu. Ama siz olabilir bile dememişsiniz. Ve sizin Türban yasağını Türban yasağına dayanak olan Yönetmeliği değiştirebilecek tek kurul olan YÖK Genel Kurulu'nu bünyesinde bulunduran YÖK'ün yönetmeliğine dayandırarak savunan ifadeleriniz ( Kıyafetler kurumların yönetmeliklerince düzenlenir. Başı kapalı üniversiteye girmeyi engelleyen de yönetmeliklerdir.), YÖK'ün, Türban yasağına dayanak olan Yönetmeliği değiştirebilecek tek kurul olan YÖK Genel Kurulunu AKP ele geçirmeden önce söylenmiş ifadelerdir. AKP eline geçirince de bugün '' AKP öncesi veya sonrası, YÖK'e karşıyım, üniversiteler tam özerk olmalı. ''ya dönüşüyor. Ve bu çelişki gösterilince de '' üniversiteler için üniversite senatolarını kastettim yemin billah '' oluyor. Yani, çifte standarta dayanan çelişki hem AKP için hem de YÖK için devam ediyor. Efenim, elbette, Pamukoğlu'nun diyaneti nasıl çalıştıracağına dair açıklama yapması dini siyasete alet etme değildir. Ama '' Dinin devamlı olarak bir korku, titreme, şikayet ve dilenme olarak algılanması '' şeklinde diyaneti çalıştırmasının varacağı zorunlu sonucu işaret etmesi dini siyasete alet etmektir. Onun için, Pamukoğlu'na muhalefet etmeniz, eleştirmeniz gerekir. Hayır, kendiniz söylediniz, alet ederse eleştiririm, muhalefet ederim falan feşmekan diye, o bakımdan... E, işte alet etmiş, buyrun eleştirin, muhalefet edin. Buyrun, buyrun, Allaşkına siz önden buyrun ! Çelişki gırla ! Hepsi çelişki ! Hatta çelişkiden bol bir şey yok ! Daha zora da gerek yok ama madem ısrar ettiniz buyrun : Önce; Osman Pamukoğlu'nun '' Üniversitede Türban serbest olur '' görüşünü gösterdikten sonra ; Saygılar sunarım.
-
Kediler hakkında doğru bilinen yanlışlar
Efendim, kedi vahşidir bu doğru. Çünkü, kedi köpekten daha geç evcilleştirilmiştir, bu nedenle daha vahşidir, hatta ona '' nankör '' denilmesi de bu vahşi doğasının anlaşılmamasından kaynaklanan bencil subjektif bir yargıdır. Fakat, doğaya saygıdan bahsedip, '' kedi şehir hayvanıdır, yaşam yolunu bulur '' diyerek işin içinden sıyrılmaya kalkmak yanlış olur. Çünkü, daha önce dediğim gibi '' şehir asla doğa değildir ''. Ve '' Doğal güdü '' dediğiniz yaşama dürtüsü bile, insan yapımı tehlikelerle dolu şehir ortamında kedinin gerçek doğadaki gibi davranmasına izin vermez. En basiti bir kuş avlamaya kalktığında, pusuya yatarken, oradan geçen bir araba veya insan, avının kolayca kaçmasına neden olur. Şehirdeki lağım fareleri ise, bir ormandaki veya ovadaki tarla faresine hiç mi hiç benzemez. Yani, çöplükler de olmasa yaşamaları imkansıza yakındır. Hatta, çöpleri kapalı ve kilitli olduğundan ortalıkta hiç kedinin yaşamadığı kent veya semt isimleri de verebilirim. Sizin yaklaşımınız herhangi bir kedi ile duygusal bağ kurmadan adeta bir doğa gözlemcisi veya doğa belgeseli kameramanı gibi doğaya müdahale etmeden tespit yapmaya benziyor fakat yeterince gözlem yapmamış olduğunuz da yazdıklarınızdan çok net anlaşılıyor. Şehir ortamında normalde 14-15 sene yaşayabilen amiyane tabirle en baba kedinin yani genetik açıdan yaşamaya en elverişli olan kedinin bile azami ömrünün 2-3 sene olduğunu dahi bilmemek gibi... Ayrıca, hiç kedi besleme deneyiminizin de olmadığı yada bundan sonra da olamayacağı bakış açınızdan belli. Çünkü, normalde, bir kedi beslemeye başlarsanız aranızda mutlaka duygusal bir bağ oluşur ve onu insanlaştırmaya, ölmemesi için gayret göstermeye, çeşitli iç ve dış parazitlerden arındırmaya çalışırsınız ister istemez. Elbette, beslediğimiz kediyi eve tıkalım demiş ve diyor değilim ve bunu nereden çıkardığınızı da anlamadım ? Fakat, bununla birlikte dünyada en çok beslenen evcil hayvan olan kedinin o müthiş uyum yeteneği ile eve de gayet mükemmel uyum sağladığı ve gayet mutlu olduğu da bilinen bir olgudur. Daha önce de dediğim gibi, eğer bolca yavru kedi ölüsü görmek hoşumuza gitmiyorsa, beslediğimiz kediyi yarım kısırlaştırmak onun doğasına saygısızlık falan gibi natüralist kılıf olarak soyut sebepler uydurmak yerine gerçekçi ve insani bir çözümdür. Ve yine daha önce de dediğim gibi '' bir kedinin yavrularını yetiştirmesini izlemek büyülü bir şey '' deyip te aynı zamanda '' onu kısırlaştırmayı kendi zevkiniz için düşünmüşsünüz '' demek, hem çelişkili bir düşünceyi hem de bu sözlerin altında yatan bencil, kaba, yüzeysel, sorumsuz ve kolaycı bakış açısını açığa vuran bir yaklaşımdır. O nedenle, size kolay gelsin de demeyeceğim beyefendi, çünkü anladığım kadarıyla zaten gayet kolay geldiği anlaşılıyor. Saygılar sunarım.
-
NÜKLEERE HAYIR... Nükleer santral istemiyoruz...
Neden acaba ? Onu da ben söyleyeyim efendim : Batılı Ülkeler, eskimiş zararlı kirli teknolojilerin yenilenme ve atıklarının bertaraf maliyetlerini, 3.Dünya Ülkelerine ödetmeye çalışıyorlar. Yani; İtalyan'ların Mersin Akkuyu'daki '' kesinlikle girilemez '' olan bir araziye Nükleer Atık gömdükleri söyleniyor. Boğazlardan geçerek Nükleer Atık bırakan Batılı ülke bandıralı gemiler olduğu, Karadeniz'de Sinop civarında bulunan varillerle de ispatlanmıştır. Almanya’dan getirilen 1500 tonluk tehlikeli radyoaktif atığın, Isparta ve Konya’daki fabrikalarda yakılmak suretiyle imha( ! ) edildiği de biliniyor. Türkiye ise, AB mevzuatına uygun olarak çıkardığı ÇED yönetmeliğini bir takım kısa vadeli siyasi ve ekonomik menfaatler nedeniyle UYGULAMIYOR !!! Oysa, AB, Türkiye'yi üye olarak almama gerekçesi olarak, kabul edilmiş MEVZUATLARI UYGULAMAMASINI gösteriyor fakat aslında bu durum işlerine geldiği için ATIKLAR KONUSUNDA herhangi bir baskı yapmıyor. Taa ki, 3.Dünya Ülkelerine yolladıkları eskimiş zararlı kirli teknolojileri ve atıklarla, kendi eskimiş zararlı kirli teknolojilerin yenilenme ve atıklarının bertaraf maliyetleri sıfırlanmış olana kadar. İşte, Türkiye'yi, AB'ye almamalarının asıl sebebi de bu ! Bu durumdan kurtulmanın ve AB'ye koz bırakmamanın tek yolu ise; Diğer AB uyumlu Mevzuatlar gibi ÇED YÖNETMELİĞİNİ DE TAVİZSİZ UYGULATMAK ! UYGULANMASI İÇİN HÜKÜMETE, İLGİLİ SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINA ÜYE OLARAK DESTEK OLUP DAHA FAZLA BASKI YAPILMASINI SAĞLAMAK ! Saygılar sunarım.
-
Aleviler...
'' Bulanık mantığın uygulama alanları çok geniştir. Sağladığı en büyük fayda ise insana özgü tecrübe ile öğrenme olayının kolayca modellenebilmesi ve belirsiz kavramların bile matematiksel olarak ifade edilebilmesine olanak tanımasıdır. Bu nedenle lineer olmayan sistemlere yaklaşım yapabilmek için özellikle uygundur. Bulanık mantık konusunda yapılan araştırmalar Japonya'da oldukça fazladır. Özellikle fuzzy process controller olarak isimlendirilen özel amaçlı bulanık mantık mikroişlemci çipi nin üretilmesine çalışılmaktadır. Bu teknoloji fotoğraf makineleri, çamaşır makineleri, klimalar ve otomatik iletim hatları gibi uygulamalarda kullanılmaktadır. Bundan başka uzay araştırmaları ve havacılık endüstrisinde de kullanılmaktadır. TAI de araştırma gelişme kısmında bulanık mantık konusunda çalışmalar yapılmaktadır. Yine bir başka uygulama olarak otomatik civatalamaların değerlendirilmesinde bulanık mantık kullanılmaktadır. Bulanık mantık yardımıyla civatalama kalitesi belirlenmekte, civatalama tekniği alanında bilgili olmayan kişiler açısından konu şeffaf hale getirilmektedir. Burada bir uzmanın değerlendirme sınırlarına erişilmekte ve hatta geçilmektedir. '' Kaynak : -http://www.yapay-zeka.org/modules/icontent/index.php?page=33- '' Kaos kelimesinin bir bilimsel makalede ilk defa kullanması 1975’te oluyor. (Daha önce Poincare, Laplace’ın determinist yaklaşımına karşı, başlangıçtaki küçük ayrıntıların büyüyüp ileride büyük farklılıklara yol açabileceğine dair şeyler söylemiş ancak söylediklerini kaos kelimesiyle örtüştürmemiş.) Böylece kaos kelimesi ilk defa bilim konjonktürünü delmiş oluyor ve bu çalışma bazı fizikçilerin hemen dikkatini çekiyor, çünkü makalede bahsi geçen modelde ortaya çıkan kaos çok basit bir denklemin sonucu olarak oluşuyor. Oysa, o zamana kadar insanlar “bir sistem ancak çok karışıksa” kaosun ortaya çıkacağını düşünüyorlardı. '' Kaynak : İstanbul Üniversitesi Fizik Bölümü Başkanı Prof. Gediz Akdeniz ile yapılan bir söyleşi ; -http://www.davetsizmisafir.org/index.php/2005/01/09/prof-gediz-akdeniz-ile-soylesi-bilimle-postmodern-hesaplasmalar/- Saygılar sunarım.
-
Aleviler...
Efendim, bana bunlarla gelmeyin demiştim ! '' Metafizik de fizik ilkeleri ile açıklanamayan olgular içerdiği için indeterminist iddialar '' asla içermez. Çünkü, İndeterminizm, doğanın gerçeğinin hesaplanamazlık ( dolayısıyla üç ilkenin hepsinin ihlali ) olduğunu savunur ama bunu söylerken Metafizik gibi her olgunun somut nedenleri olduğunu reddetmez. Yani, '' Objektif bir Determizm''i savunur fakat '' Subjektif bir Determinizm''in mümkün olmadığını savlar. '' Burada öne sürdüğümüz şey, en derinlerde de olasılık bulunduğu, fiziğin temel yasalarında beklenmeyen şeyler olduğudur. '' Kaynak : R.Feynman, Fİzik Yasaları Üzerine, TÜBİTAK yay, s: 172 '' Bilim felsefesi 20. yüzyılda bilimin niteliği üzerine önemli tartışmalar kaydetmiştir ve bilinen anlamda nedensellik ilkesinin eleştirisi yaygın bir eğilim olarak şekillenmiştir.Bilim kuramcıları ve bilim felsefecileri kaos, olumsallık, belirsizlik, belirlenimsizlik, olasılık, raslantı gibi kavram ve kategoriler aracılığıyla bilimsel nedensellik fikrini karşılaştırmakta, farklı yollar aramaktadırlar. '' '' Kaynak : WİKİPEDİ Saygılar sunarım.
-
EVRİMCİLER BURAYA!
Önce; Sonra; Efendim, görüldüğü gibi söylem oldukça değişmiş. Ayrıca, '' Tüm canlıların birbirinden türediği bir '' biyoloji yasası '' ''nın da olamayacağını üzülerek söylemek zorundayım. Olsa olsa bu bir '' ilke '' olabilir. Saygılar sunarım.
-
Aleviler...
Efendim, ya bendeki sabıra ne demeli, Tanrı sabrı mı ? İndeterminizm asla metafizik savlar öne sürmeyen bir akımdır diyorum. Bu kadar açık yani. Yok, eğer aksi iddia ediliyorsa gösterilir. Ama Metafizik'ten örnekler göstermek bunun yolu değildir diyorum. Bana artık bunlarla gelmeyin diyorum efendim, aaa ! Yani, amipler duygularından, içgüdülerinden arınmış vaziyette varlık yokluk üzerine sistematik biçimde düşünerek diğer bakterilere saldırıyorlar öyle mi ? Peki. Determinist '' savlamalarınıza '' destek verdiğim iddiası yanlıştır. Daha doğrusu, bu tartışmada ben, ne indeterminist savlara destek veriyorum ne de indeterminist savlara. Öyle çok üst düzey bir tartışmada da değiliz. Yalnızca temel kavramların doğrusunu ve bu kavramlar üzerinden doğru yorum yapmayı gösterdiğim iddiasındayım. Bkz. : Heisenberg, Feynman... Saygılar sunarım.
-
Tatlıses'e Suikasti TAK ÜSTLENDİ
Efendim, ona öyle demeyelim de, '' Emperyalizmle UYUMLU, ÇAKMA Siyasal İslam '' diyelim daha doğru olur kanaatindeyim. Zira, sayın demirefe, Ilımlı İslam'ı kelime manası ile alıp, Yaşar Nuri Öztürk gibi Kuran'ın çağdaş yorumlarını yapan insanları '' Ilımlı İslam ''cı zannetmekte. Saygılar sunarım.
-
Tatlıses'e Suikasti TAK ÜSTLENDİ
Evet, o kadar demokrasi nutuklarının ardından yazılan bu cümlelere bakın. Ezcümle; müslümanlar AKP'yi seçmiş, sözde '' darbeciler '', '' laikçi azınlık ''lar inançsızmış, müslüman değilmiş. Yani, Siyasal İslamcılığı İslamla, Müslümanlıkla eşitleme çabası çok bariz sırıtıyor. Tabi, biz demokrasi denen şeyin, K.Irak'taki gibi her inanç grubuna ait bir partinin mecliste temsil edilmesi anlamına geldiğini bilmiyorduk. Öğrenmiş olduk. Saygılar sunarım.
-
NÜKLEERE HAYIR... Nükleer santral istemiyoruz...
Saygılar sunarım.
-
NÜKLEERE HAYIR... Nükleer santral istemiyoruz...
Sayın y.yılmaz, İran ve Rusya ile yapılan Doğalgaz anlaşmalarına göre, Türkiye'nin kota usulü yani ne kadar doğalgaz kullanırsa kullansın belli bir eşiği geçmediği takdirde aynı ücreti ödediğini ve yazın doğalgaz kullanımımız azaldığı halde faturalarımızın kış mevsimindeki gibi aynı birim fiyattan hesaplanmasının nedeninin bu olduğunu hatırlatmak isterim. '' Her şey millet için '' ya, o bakımdan... Saygılar sunarım.
-
SİYASAL İSLAM ve DEMOKRASİ (Evrensel bağlamdan Türkiye Özeline)...
Olur, olur, hem de bal gibi, buz gibi olur. Aynı söylemi AKP kullanınca olmaz, HEPAR diyince olur, olabilir diye desteklemek... Çelişkiye devam, mobille hayırlı yolculuklar efendim ! Saygılar sunarım.
-
SİYASAL İSLAM ve DEMOKRASİ (Evrensel bağlamdan Türkiye Özeline)...
YÖK AKP'nin eline geçmeden, yasağın kaynağını YÖK'ün yönetmeliğine dayandırıp '' Kıyafetler kurumların yönetmeliklerince düzenlenir. Başı kapalı üniversiteye girmeyi engelleyen de yönetmeliklerdir. '' deyip, Türban yasağını savunurken, YÖK AKP'nin eline geçince, bu kez YÖK karşıtlığına başlayıp, yasağın sürüp sürmemesi kararının '' Üniversite senatoları karar merciidir... Bunların kararları da danıştay ve anayasa mahkemesi denetimine açıktır.'' diyerek YÖK'ün elinden alınmasını savunmaya başlaması çifte standartlı düşünceyi belli eden bir çelişkidir. Saygılar sunarım.
-
SİYASAL İSLAM ve DEMOKRASİ (Evrensel bağlamdan Türkiye Özeline)...
Ama efendim, Osman Pamukoğlu, şu şekilde algılanmamalı diye bir ölçüt koyuyor ortaya, yani, dini siyasete alet ediyor. Onun için, Pamukoğlu'na muhalefet etmeniz, eleştirmeniz gerekir. Hayır, kendiniz söylediniz, alet ederse eleştiririm, muhalefet ederim diye, o bakımdan... E, işte alet etmiş, buyrun eleştirin, muhalefet edin. Buyrun, buyrun, lütfen siz önden buyrun ! Saygılar sunarım.
-
SİYASAL İSLAM ve DEMOKRASİ (Evrensel bağlamdan Türkiye Özeline)...
Çok doğru efendim, bir insan hem Müslüman hem de demokrat ve laik olabilir, ancak, Siyasal İslamı savunan bir insan asla demokrat ve laik olamaz. Eşyanın tabiatına aykırıdır. Oluyorsa da o çakma Siyasal İslamcı olur. Saygılar sunarım.
-
Aile İmamlığı
Efendim, öncelikle, Türkiye'de tek bir millet olduğunu onun da Türk Milleti olduğunu baştan söyleyeyim. Türklük siyasi anlamda Ulusal bir kimliktir. Bu kelimeyi antropolojik yani etnik anlamıyla alıp da Türk milleti, Çerkez milleti gibi ayrımlar yapmak bölücülüktür. Öte yandan, yukarıdaki gericilikle ilgili gördüğüm cümlelere binaen, ümmetçiliğin eleştirisi ancak ve ancak, onları Ulus Birliğini kabul etmemekle suçlayarak olur demiştim, ümmetçileri, ırkı kabul etmemekle suçlamak, insanlığın sosyolojik tarihsel gelişimini inkar manasına gelir ve onların gerici değil aksine daha ileri bir pozisyonda olduklarını söylemek demek anlamına geleceğini söylemiştim. Bunda anlaşılmayacak bir şey olduğunu sanmıyorum. Efendim, görüldüğü gibi, neden millet olunamadığının hesabını, millet kavramını hala özümseyememiş olduğu halde Atatürk'ü savunanların, hep başkasına sormak yerine, biraz da bizzat kendilerine sorma zamanı gelmiş de geçiyor artık. Saygılar sunarım.
-
Aleviler...
Efendim, böyle bir ayrım yapmak yanlış olur ve zaten literatürde de böyle bir ayrım yoktur. İndeterminizm ve Deteminizm Bilim Felsefesine dahil akımlarıdır. İndeterminizm, doğanın gerçeğinin hesaplanamazlık olduğunu savunur ama bunu söylerken Metafizik gibi her olgunun somut nedenleri olduğunu reddetmez. Yani, felsefe kolları arasındaki Metafizik bile indeterminist bir yaklaşım olarak değerlendirilemez. Hatta bu açıdan bakıldığında, tüm felsefe okularının determinist olduğu söylenebilir. Metafizik dahil, her felsefe akımının bir olguyu açıklarken sunduğu nedeni veya nedenleri beğenmeyebiliriz fakat bu felsefe akımlarının Determinist olduğu gerçeğini değiştirmez. En basit düşünce ile usa vurma yöntemlerini kullanan yani neden ve sonuçlar üzerinde akıl yoluyla çıkarım yapan bir disiplinin çok açık biçimde Determinist olduğu görülebilir. Felsefe dahil herşeyin gerçekliğini, mutlaklığını reddeden Nihilizm ise, İndeterminizm'den ziyade olsa olsa Sofistlere yakın bulunabilir. Saygılar sunarım.
-
Aleviler...
Efendim, ilkel inançların duygulardan bağımsız bir düşünme faaliyeti sonucu mu yoksa duygusal durumlar yani korku, ölüm gerçeğinden kaçış gibi duyguların tetiklediği düşüncelerden mi kaynaklandığı sorusu önemli bir sorudur. Bu ayrımı, yani dinin doğuş nedenleri ile felsefenin doğuş nedenleri arasındaki farkı ortaya koymak bilimsel değerlendirme yapmak açısından çok önemlidir. Saygılar sunarım.
-
Aleviler...
Efendim, bir başka başlıkta felsefeyi halk arasında kullanıldığı gibi yani Mustafa Topaloğlu'nun '' Felsefe Yapma ! ''şarkısındaki düzeyde ele almamak gerektiğini, her düşünme faaliyetinin felsefe olmadığını, felsefeyi felsefe yapanın, belli bir sistematik içinde, belli temel sorulara usa vurma yöntemleri ile yanıt arayan bir disiplin olması olduğunu söylemiştim. Bu şekilde düşünülmez ise, pekala bir '' Amip ''in de felsefe yaptığı iddia edilebilir. Felsefe'nin hangi tarihte başladığı da, bu disiplinin özellikleri göz ününe alınarak tespit edilmiştir. Her '' ben felsefe yapıyorum '' diyenin felsefe yaptığının kabul edilmemesi gibi... Saygılar sunarım.
-
Aleviler...
Bilim her şeyi belirleyemiyor, felsefe bu konularda birbiri ile çelişik öneriler sunuyor ise, yani, Kaotik durumlar belirlenimi zorlamakta ise, Kesin belirlenim olamadığı için indeterminist savlar her zaman olacak ve determinizmi zorlayacak ise, felsefenin sunduğu bu konularda birbiri ile çelişik öneriler indeterminist savlar olmuyor mu ? P ise Q ve R ise T, ve P=R ise Q=T olur. Saygılar sunarım.
-
Aleviler...
Saygılar sunarım.
-
Aile İmamlığı
'' Arkadaşım '' ne kadar mantıksız bir cümle yazdığınızın farkında değilsiniz. Diyanet kurulduğunda, Osmanlıdan kalan Şeriye ve Evkaf vekaleti yokmuş gibi, şeriat yokmuş gibi, sizce '' saçma '' olan dine, Diyanet kurulduğunda inanan insanlar yokmuş gibi, dine inandırmak için diyanetin kurulduğunu söylüyorsunuz. Bu durum bilgisizlikten mi kaynaklanıyor, mantıksızlıktan mı bilemiyorum ama en azından bu forumda yazı yazan birisi lise mezunudur diye tahmin ediyorum ve dolayısıyla bu yazdığım bilginin ilkokulda bile öğretildiğini biliyoruz. Öte yandan, diyanetin kurulmasının, devletin insanlara sünni anlayışın doğru olduğunu aşılaması olduğu fikri de mantıksız ve yanlıştır. Yukarda dediğim gibi o tarihte insanlar zaten sünni anlayışın doğru olduğuna inanmaktaydılar, zaten dini siyasete sokmaya alışıktılar. Bunu önlemenin tek yolu, yani dini siyasete sokmalarını önlemenin yolu, diyanet vasıtasıyla camilerden siyaseti uzak tutmak olacaktı. Devletin istihbarat örgütü siyasi iradeye bağlıdır. Oysa, diyanet özerk bir kurum-du. Seçilmiş siyasi iradelerin ne olduğunu da zaten biliyoruz. Bu siyasi iradeleri çeşitli manipülasyonlarla ''seçtiren '' o bahsettiğiniz ama başka bir başlıkta '' belgelerle ispatlayamadığınız '' '' derin dünya devleti '' değil, '' DERİN AMERİKAN DEVLETİ '' dir. Çünkü, herşeyin bir nedeni vardır. Öyle, '' nedense, nedenini bilimiyorum ama, kıçının keyfinden '' türü açıklamalar mantıklı bir insan için geçersizdir. Mantıklı bir insan, olayların altındaki nedenleri '' arar ''. Yani, öyle basit değildir bu işler nedenlerin örüntüsü karmaşıktır. Almanya örneğini ele alırsak, Seküler bir devlet olan Almanya dinleri serbest bırakmış ama kilise vergisini, isteyen vatandaşlardan toplamakta ve kiliseye aktarmaktadır. Fakat, Almanya'da yaygın din anlayışı olan Protestanlığın devlet üzerinde bir yönetim iddiası olmadığı için devlet dini kontrol altına ama gereği duymamıştır ve duymamaktadır. Buna karşın, azınlıkta olan dinlerin yıkıcı faaliyetlerini önlemede de yetersiz kaldığını '' Cemallettin Kaplan''ın kurduğu İslam Federe Devleti örneğinden görmek gerekir. Alman istihbaratında bir tane bile müslüman olmamasına rağmen bu faaliyetlerin önüne zamanında geçilememiştir. Şimdi, varın ülkemizin halini düşünün, AKP'ye yada diğer iktidar olan sağ partilere bağlı bir istihbarat mı önleyecekti, yanlış '' bişiyler '' yapıldığında tespit edecekti ? Bu bakımdan, Diyanet'in özerk olması, aydın din adamlarının görev yaptığı bir kurum olması çok önemli idi fakat o da fiilen AKP'ye bağlandı artık. Saygılar sunarım.
-
Aile İmamlığı
Tabii ki efendim, memnuniyetle. Fakat, mesele Türklüğün bir ırk olduğunu kabul etme-etmeme meselesi değil. Antropolojik anlamda elbette Türklük bir ırkdır. Bunu inkar etmek bilimi inkar etmek demektir. Ancak, ümmeti ve ümmetçiliği esas alan dincilerin, Türk ırkını kabul etmedikleri üzerinden gerici oldukları eleştirisi temelsizdir. Şöyle ki; tarihe bakarsak, ırka dayalı birlik oluşturulmasının ilk olarak avcılık ve toplayıcılıkla geçinen ilkel kabilelerde, aşiretlerde, ilkel klanlarda olduğunu görürüz. İnsanlar tarım toplulukları oluşturdukları zaman ise dine dayalı birlik oluşturmanın öne geçtiğini görürüz taa ki Fransız İhtilainden sonra yapılan devrimle ön plana çıkan '' Ulus Birliği Oluşturma '' aşamasına varılana dek. Ümmetçilik tarım toplumuna ait bir sosyolojik birlik oluşturma aracıdır. Irkçılık ise, ilkel kabileler, aşitretlere özgü bir sosyolojik birlik oluşturma aracıdır. Dolayısıyla, ümmetçileri, ırkı kabul etmemekle suçlamak, bu tarihsel gelişimi inkar manasına gelir. Onların gerici değil aksine daha ileri bir pozisyonda olduklarını söylemek demektir. Ümmetçiliğin eleştirisi ancak ve ancak, onları Ulus Birliğini kabul etmemekle suçlayarak olur. Ülkemizde ABD'nin AKP eliyle yaptığı ''Sivil Darbe '' sürecinde, yine ABD emperyalizminin siyasi veya fiili işgallerini meşru göstermek için tüm dünyada yükselen trend olarak lanse ettiği içleri boşaltılmış / altı doldurulmamış '' demokrasi '' , '' özgürlük '', '' Anti-Rasisim '' sloganlarının kullanıldığını biliyoruz. Yine bu süreçte, yandaş medya tarafından Kemalizm'in '' antidemokratik '', '' özgürlük düşmanı '', '' ırkçı '' olarak lanse edilerek tasfiye edilmek istendiğini de biliyoruz. E, tüm bunları bilmemize rağmen, Sivil Darbe aracı olarak kullanılan '' Ergenekon '' davasının sanıklarının Türk ırkından oldukları için içerde olduklarını iddia etmenin, Ulusalcılığı, Kemalizmi savunanların yalnızca Türk ırkından oldukları iddia etmenin, gerçek Ulusalcılıkla, gerçek Kemalizmle, Gerçek Atatürk Milliyetçiliği ile bir ilgisi olmadığı gibi bu Sivil Darbe'ye karşı doğru bir savunma da olmaz. Ulusalcılığı, Kemalizmi savunanların Türk ırkı üzerinden savunma yapmaları, AKP'nin ve yandaş medyasının Kemalizmi, Ulusalcılığı '' ırkçı '' gösterme gayretlerini doğrulamakta, adeta ekmeklerine yağ sürmekle eşdeğer anlama gelmektedir. Atatürk'ün hedef olarak gösterdiği çağdaş uygarlık seviyesine, çağdaş değerleri yanlış anlayan, bilmeyen, bilerek çarpıtan, anlamayan dincilerin karşısına, bu değerleri anlayarak, bilerek, özümseyerek çıkmak yerine onların bu oyununa gelip, aynı düzeyde yanıt vererek ulaşmak yalnızca hayal olur. Bu değerleri savunanlar olarak, bizim, bu değerleri gerçekten özümseyebilmemiz gerekir ki, bu değerlere saldıranlar karşısında sağlam durabilelim. İşte bu sorumluluğun ağırlığını kendi adıma omuzlarımda hissettiğim için, bu oyuna gelmememiz gerektiğini bir an evvel anlatmak için, sizin yazınızı '' konu mankeni '' olarak kullanmak belki hatalı idi. Bu açıdan sizi üzdüysem özür dilerim fakat hepimiz bu sorumluluğu duymamız gerekir diye düşündüğüm için neden böyle yaptığımı da anlayacağınızı umuyorum. Saygılar sunarım.
-
"DEVLET LAİK OLUR, BİREY LAİK OLMAZ" SAFSATASI
Saygılar sunarım.
-
Atatürk’ü Peygamber Yerine Koyan Laikler
Tebrikler ! Bundan daha iyi ifade edilemezdi gerçekten, mantık ve ironi iç içe ! Saygılar sunarım.