Zıplanacak içerik

bekir

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

bekir tarafından postalanan herşey

  1. Dinin yapısını oluşturan Allah'ın emridir. Dinin kendisi odur. Müslümanlık araplardan doğmamıştır. Yanlış bilgiyle yapılan yorumlar yorumunda yanlışlığını sonuçlar. Din belli bir zümreye, ırka, soya inmemiştir. Dinin kaynağı beşeri değil.. Konu araplar ya da arap olmayanlar değil. Konu: Ben yukarda yazdım, işinizi kolaylaştırmayacağım, kusura bakmayınız. Dinin yapısının temelsiz kurulması ise amiyane tabirle sui-kuruntunuz veya suizannınızdır. Yukarda ayrıca belirttim. Din güzel olanı belirtmiş ve karşığılında cennet veya cehennem ateşinin olacağını işaret etmiştir. İslam kendi varlıklarına bir öz olarak yerleşmeyen insanlar şekle olarak islama bağlı kalarak her türlü ahlaksızlığı yapmışlardır. Pekiyi onlar Allah'ı kandırdıklarını mı sanıyorlar. Allah herşeyden hakkıyla haberdardır. Dine gerçekten inanan insan kendisini Allah'a yaklaştıran şeylerin peşinde koşacaktır. Hiçbir din kötülüğü emretmez. la boleme, dini dinsizden öğrenemeyeceğiniz gibi sadece araplara bakarak da islamın kötülüğüne hükmedemezsiniz. Peygamberin tebliğ ettiği dini esas alan çok sayıda müslüman var Allah'a şükürler olsun, birgün inşallah yolunuz onlarla birleşir. Belli mi olur bir Abdulhakim Arvasi de sizinle görüşür bir gün... Ne de olsa Allah kerimdir...vesselam..
  2. Dipnot, istersen yukardaki yazıma bir daha bak. Sonra bir daha bak. Tüm güzellikleri, yardımı müslümanlara mal eden yok. Dediğim, müslümanlığın bunları gerektirdiği. Hülya güzeldir dediğimde bu Müzeyyen'in veya Safinaz'ın çirkin olduğu anlamına gelmez. Şu adam iyidir dediğimde diğerleri kötü anlamına gelmez. Pekala şöyle şeyler de söyleyebilirdiniz: İslam bu kadar iyiliği emretmiş ama çok kötü,fesat, çıkarcı Müslümanlar da var. Böyle bir yaklaşıma evet haklısınız ama onların müslümanlığı sorunludur derdim. Çalıştığım işyerinde ateis olmakla beraber çok güzel (iyiliksever anlamında) insanlar mevcut. Demek istediğim; Dindar olduğunu söyleyen insanların inandıkları dinin gereklerine riayet etmeleri gerekir. Bu dinin gereklerini de yukarda söyledim. Müslüman ülkeler tabiri de hoş olmamış. Din insanlara inmiştir devlete değil. Dolayısıyla müslüman ülke değil müslüman insan veya kısaca müslümanlar olabilir. Eğer kastınız islam devleti ise; "iki ayağı bir pabuçta olmak görgüsüzlük alamedir, telaşa gerek yok" demekle iktifa etsem iyi olur. Onlar rüyalarında hep batıya gidip de uyandıklarında kendilerini yataklarında bulan insanlardır. * Yani onların islam devleti olmak vasıfları yoktur. Tarihte gerçekten islam devleti (islamı bir öz olarak kabul edip uygulayan) vasfını kazabilmiş çok az yönetim vardır...Birileri kendine o adı verdi diye o adın içini dolduruyor değildir. Kendinize iyi bakın...Dediklerimi de lütfen dikkatle okuyun... *Murat Menteş’in yanılmıyorsam Aynalı Barikatler adlı kitabından iki söz
  3. Aslan34 kardeş, değerli katkın dolayı çok çok teşekkürler. Müslümanlar olarak sahih dinin islam olduğunu biliyoruz hiç şüphesiz. Ancak bu kez sahih dinin özelliği nedir sorusu karşımıza çıkıyor. Birçoğumuz burada yanıldığımız için iş girift bir hal alıyor. Şirk dediğimiz şey o kadar geniş ki, insanlar buna dikkat etmiyorlar. Konu Kur'an olduğunda onu yüceltmemek mümkün değil ancak işte bugün asıl mesele dini kolaylaştırmak uğruna dinin herşeyinden vazgeçmeye yönelmek haline geldi. şehadet kelimesini söylediğinizde müslüman olursunuz veya müslümanlığa girersiniz. Ancak bu başlangıçtır. İslam pasif bir din değildir, onu kabul ettiğinizde sizden başka şeyleri de ister. Ben hem müslüman olayım hem de bunları yapmayım diyemezsiniz. İşte ya o ya bu dediğimiz nokta burasıdır. Ya bu dine mensup olup onun isteklerini yerine getirmeye çabalırsınız veya bu dinle aranızdaki ünsiyet gitgide kaybolur. Kimseyi aforoz falan etmenin derdinde değilim, sadece Kur'an i bir hükmün bu devirde bu da olurmu, bu yanlış, ben böyle geri kafalı şeyleri yapmam sözleriyle geçiştirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Bu insan dinden çıktığının farkına varmıyor. Kendisini hüküm koyanla aynı kategoride görüp hükmü beğenmiyor ve şirke düşüyor. Yanlış anlamayın, bunlar genel şeyler şahsınıza hitabi olarak yazılmış değil. Ben sadece müslümanların bugünkü hallerine anlam vermeye çalışıyor ve haddim olmayarak onlara doğru yolu göstermeye çalışıyorum. Sizinle benim aramda düşünsel bir ayrılık olduğunu da düşünmüyorum. İkimizde aynı şeyi söylüyoruz. Allah'ın selamı ve hidayeti üzerimize olsun...
  4. İslam kardeşliği, komşuluğu, birbirine yardımı esas alan bir dindir. Bu dine müntesip olanların kendileri için istedikleri bir şeyi başkaları için de istemelerini şart koşar. Dünyayı zevk alanı değil imtihan alanı olarak betimler. Dünyanın imtihan alanı olduğunu sürekli olarak hatırda tutar ve ebedi hayatın dünyadaki iyilikler ve güzel ameller neticesinde güzel olacağını bildirir. Öyleyse müslümanın başkalarını sömürmesi mümkün değildir. Müslümanın kendi şahsi çıkarları için hile yapması caiz değildir... Konumuz: Müslüman sadece kendisini düşünebilir mi?Konuya ayet ve hadislerle devam edeceğiz inşaAllah...
  5. Blogumdan bu yazıyı buldum. 2003 yılında bunları yazmışım. "Yaşasın halkların kardeşliği" Bizi birbirimize düşürüyorlar, şeriatçi, orducu, pkk'lı, faşist, kemalist, komünist...Dertlerimiz bunlar değil. Derdimiz yaşadığımız toprağın Türkiye olduğunu bilmemek. Derdimiz bu devlet üzerinde yaşadığımızı burasının vatanımız olduğunu, buradan başka gidilecek daha güzel bir yer olmadığını bilmemek, derdimiz kardeş olduğumuzu ve geleceği ancak bir arada bulunarak inşaa edeceğimizi bilmemek, derdimiz bizi birbirimize düşman olmaya yönlendiriyorlar bunu bilmemek... Arkadaşlardan biri şeriat mi gelsin ordu mu diye soruyor ve ikisinden birini tercih ediyor. Eğer geleceğimiz kardeşlik paralelinde sağlanacaksa "fark yapmaz"ama tarih bunu söylemiyor. O, bu, şu akımlarla işimiz yok. İşimiz biz bir arada nasıl yaşarız, niye yaşamalıyız, birbirimize saygıyı nasıl öğreneceğiz... Geleceğimize ipoteği ancak ve ancak biz koyabiliriz. Kimseyi göreve çağırmanın anlamı yok, hepimiz kendi görevimizi bilelim yeter... Selamün aleyküm, selamlar, merhaba, hay, tünaydın...vesselam..
  6. bekir şurada cevap verdi: sardunyam başlık Dini Konular - Din - Dinler
    Konuyla birebir alakalı olmamakla beraber buradaki insan mıydı yoksa beşer miydi...Nihat Nasır'ın bu konuda güzel bir yazısı olacaktı. Tercümenin insan değilde beşer olması gerektiği hakkında. Onun seviyesine yükselmeye çalışmayan insanların onu kendi seviyelerine çekmeye çalışmalarıyla alakalı bir yazıydı. Bakalım bulabilecekmiyim...Ve buldum...Büyük şans...Bu yazıyı okuyacak olanlar için... "gercekhayat.com/bolum.php?action=yazidetay&yaziid=274&sayi=336" yazının kaynağı burası... selamlar ile...
  7. Suheda, Değerli katkılarından dolayı çok teşekkürler. Konunun aklıma gelmeyen bazı yönlerini cevabınla hatırlamış oldum. Buna ayrıca değineceğim inşaAllah... Laik bir devlette yaşıyoruz. İslam dini belli bir yönetim şekli öngörmemekle beraber devletin islam diniyle hareket etmesini esas alır. Dediğimiz gibi laik bir devlette yaşıyoruz bu sebeple İslam dininin ahkam ayetleri bu devlette uygulama alanı bulamaz. Yani İslamın miras hukuku, ceza hukukunu Türkiye Cumhuriyeti Devletinde uygulamanız mümkün değildir. Zaten bu konuda bir sorunum/uz yok. Devletin dini olmayınca dini hükümlerin de devlet işinde yeri yoktur. Mesele ahkam (hüküm) meselesi değildir, iman ve amel. İman bellidir, ibadetin nasıl yapılacağı bellidir. Bunlar içerisinde imana halel getirmeyecek bazı anlayış ve uygulayış farklılıkları olabilir. Ancak, horozdan kurban olabileceği, Haccın günümüzde farz olmadığı gibi fetvaların verildiğine şahit olduk. Şehitliğin müslaman olmadan olunamayacak bir kurum olmasına binaen basın şehitlerini duyduk, örtünmenin dinde yerinin olmadığını, filörtün helal olduğunu vs. İnsanlarımızın kafa karışıklığına neden olan vakıalardan bir tanesi Dini dindar değil, akademik kariyeri olanlardan öğrenmesi belki de. Ya da televizyon kanallarından din öğrenilmeye çalışılınması. Din başlı başına koskoca bir alan. Hayatınızı şekillendiren bir alan. Ona vakit ayırmayıp da kesik kesik, şurdan burdan din öğrenmeye çalışmak yarım bir anlayışa sürüklüyor maalesef. Fetvalarla ilgili meseleye gelecek olursak;takvadan haberi olmayan insanların fetvaları insanların dinine halel getiriyor bazen. Burada o halde din kimden öğrenilecektir cemaatlerden mi diye bir soru sorulabilir. Hayır. Söylediği ile yaptığı farklı olmayan dini bilen ve dindar olan takva sahibi kişilerden öğreneceksiniz. Bunu nasıl bulacağız diye soranlar olabilir, ben bulduğumda söyleyeceğim. Cümleler kesik kesik oldu, birbiriyle tam bir anlam bütünlüğünü şu anda yakalayamadık ama daha sonra inşaAllah bu eksikliği gidereceğiz. Ben biraz da örnekler üzerinde duruyorum ki, daha anlaşılır olsun. Konu ilgi çekici olduğu kadar trajikomik de. Üzülmemek elde değil.
  8. bekir şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Devletimize göre tehlikeli olmayan şey ne acaba...Tehlikeli olmayan düşünce, hayat, insan, yaşantı hangisidir aceba...Şahsen ben, hangi hareketim neticesinde koğuşturmaya uğrayacağım hakkında bir malumat sahibi değilim ve her an başıma bir devlet işi veya kuşu (bu kuşu bir şahin olarak anlayın) konup konmayacağını bilmiyorum. Aynı dönem içerisinde komünistide, islamcıyı da sürgünde gezdiren, hapishanelerde dolaştıran bu devlet. Biz ikisinden de değiliz diyip de kurtulacağınızı pek düşünmeyin, ikisinden olmadığınızı siz değil onlar tespit edecekler daha önce olduğu gibi. İkisinden olmak da suçluluk için nasıl bir neden oluyorsa bu da ayrıca tartışılır... Kendi adıma korkmuyorum desem yalan olur herhalde... Geçmişte bu alıntıyı yapmış ve devletin halkına bakış açısını irdelemiştim. Bugün, halkın bakış açısında sorunlar olduğu ortaya çıktı. Bazı Türkler Kürtleri, ateistler müslümanları, müslümanlar ateistleri, her zaman olduğu gibi solcu sağcıyı, sağcı solcuyu düşman bellemenin ve dert bellemenin hikayesini yazıyor. En fazla bir arada bulunmamız gereken zamanlarda tehlike tehlike denmesi beni ürpertmiyor değil, zira tarihte iktidarların tehlike odağı olduğu varsayımından hareketle darbelere maruz kaldığımız zamanlar vaki. Tabii ki birbirimizi (halkı kastediyorum) uyaracağız, bilinçlenmemize vesile olacak davranışlarda bulunacağız. Ancak toplum dışı müdahalelere zemin hazırlayacak, onları alkışlayacak hiçbir şeye de taraftar olmamalıyız. Şeriat tehlikesinden korkanlar neden ordu tehlikesinden korkmazlar buna da bir anlam veremiyorum. Ordumuzun ileri gelenlerinden bazıları bu tipten sözleri fazlaca okuduklarında kendilerine iktidarı ele geçirme görevini biçiyorlar bazen, bunlara dikkat etmek gerikiyor. Ordudan kastımın darbeciler olduğunu ayrıca belirtsem iyi olacak, ne olur ne olmaz ordu düşmanı bellenebiliriz ki bu belleyenler için büyük bir hata olur... selamlar ile...
  9. Durum bu kadar vahim olduğuna göre, anti-demokrasinin dibini bulalım bari... Ordu yönetime el koyarak şeriat devletini kursun... Ne o ne bu hem o hem bu oldu hem de harika oldu, kimseyi dışarda bırakmadık. Şakayla karışık bu yönetim demokrasiye daha mı uygundur nedir? Yani bizim demokrasimize...
  10. 1.si arkadaşlardan bazıları hatırlamış olabilirler, başlığımız Ali Şeriati’nin bir kitabının adıdır. 2.cisi ne diyenler olabilir, bulduğumda söylerim. İsmet ÖZEL, bir dönem Türkiye islamla tanıştı mı diye bir makale yazmıştı, ben o kadar abartamayacağım. İslamla tanışmış insanlar var deyip ne diyeceksem onu diyeceğim. Devletin islami olduğu bir dönemin asla olmadığını belirterek burayı es geçeceğim. Son birkaç yüzyıllık tarihimiz batının örneklenmesiyle geçti. Muasır Medeniyet seviyesi olarak kodladığımız seviye ne yazıkki daha çok din ve dine dayalı kurumlar bazında gerçekleştirilmeye çalışıldı. Bu sebeple önce Batının dinine ne oldu sorusuna bakalım. Hemen hepimizin bildiği üzere Orta Çağ Avrupasında skolastik denilen bir felsefe egemendi. Bu felsefe, rahiplerinin Hristiyanlık Dinini yorumlamasından ibaretti. Bunun dışına çıkılamazdı. Ruhban sınıfı (rahipler) dediğimiz sınıf kralın yanında ve hatta üstünde en önemli güçtü. Tarih içerisinde krallarla rahiplerin, ilim adamlarıyla rahiplerin arası açıldı (bu kavganın sebeplerini yazmayacağım uzun hikayedir) ve teknolojide ilerleyen, yönetim sistemi alanında ilerleyen batı kendilerine engel olan, ellerindeki gücü sınırlayan kilisenin gücünü sınırlamaya koyuldular. Dinde reform hareketleri ivme kazandı. Tecdid değildi bu birçok şeyi kaldırıp atma idi. Dini yeni bir din haline getirmek. Böylece Hristiyanlık kuşa çevrildi. Muasır Medeniyet hedefindeki hristiyan tebaa (bu kelimeden olarak halkı anladığınızı biliyorum ama siz tüm batıyı anlayın) muasır medeniyetin önündeki engellerden belki de en önemlisini kaldırdı. -Hristiyanlıkta ruhbanlar sınıfı mevcuttu ve bu sınıf hem siyasi hem de ekonomik nüfuz sahibiydi. -Kralın otoritesi, kralın rahiplerin otoritesini tanımasıyla mümkün oluyordu -Hristiyanlık dininin dışında ve onun öğretisinin aksinin iddia edilmesi cehennem ateşinin dünya üzerindeki yolunu açıyordu -Hristiyanlık dini halihazırda devlet yönetimini belli nasslara bağlamış değildi, daha çok ahirete yatırım yapan bir dindi Yukarda hiç şüphesiz bazı bilgiler eksik ancak konumu açıklamam için de yeterli. Çeşitli sorular sorulabilir. Bunlardan bir tanesi toplumu dizayn ederken önce siyasi kurumlarımı almalıyız yoksa endüstriyi mi, ya da toplumun yerleşik dinini yavaş yavaş çözerek elde edilecek güzel bir sonuç var mıdır, veya eknik yapılardan müteşekkil bir topluluğu bir arada tutmanın yolu; harcı kaldırıp atmak mıdır gibi. Ancak konumuz bunlar değil. Süleyman Demirel cumhurbaşkanlığı döneminde Kur’an ın ahkam ayetlerini kaldıralım böylece islamın devlet anlayışını ortadan kaldırabiliriz gibi bir cümle etmişti. Meselemiz Kur’an ın ahkam ayetleri veya devlet düzeninde dinin yeri/boyutu değil. Konumuz Müslümanlık iddiasında olan insanların bu dinin isteklerine ne kadar uydukları, uymadıkları noktada dini kendi hayatlarına uydurma yolunu niye seçtikleri. Ortada ya imani bir sorun var veya ameli bir sorun var. Veya denklem ya o ya bu değil birinden dolayı öbürü. Yaşadığımız hayatın, müntesip olduğumuz dinin, yerine getirdiğimiz amellerin peygamberin tebliğ ettiği din olup olmadığı MESELESİ. olmadığına göre nasıl uyacağız, buna yeltenmeyenlerin ve hala dindar olduklarını söyleyenlerin inandıkların dinin İslam olmadığını bilmediklerin emin olsak iyi olur. 5 vakit namazı kılmayan halk (tan bir kısım) 5 vakit türbe ziyareti yapıyor. Oruç tutmayıp, zekat vermeyip, kurbana da canilikle bakan biri çıkıp rahatlıkla adak adayabiliyor, içkinin haramlığından dem vuran nice insan zinayla haşır neşir olabiliyor, günün belli zamanında Kur’an okuyan, 5 vakit namazını kılan bir adam faiz yiyebiliyor, şans topu, sayısal loto, iddia, at yarışını caiz görüyor da küfür (sövme diyelim) etmeyi cehennem ateşinde yanma vesilesi sayıyor, devletin malını evine aşırmayı (onlar kullanmak üzere götürme diyor) mübah sayarken top oynamanın haramlığına vurgu yapanlar var! rüşvete, zimmete helal gözüyle bakıp da oruç tutmayanı cehennemliK olarak görenler var. 2.yi şimdi yazıyoruz. Böyle bir din anlayışın müsebbibi laiklik midir? Veya dinsizleştirme politikası mıdır yahut muasır medeniyet dinden uzak bir medeniyet midir, bu gerekli midir? Son olarak biz muasır medeniyet miyiz? Şimdilik bunları da geçiyoruz. Sondan sonra en son: Tek bir ayete muhalif olmak dahi bizi dinden çıkardığına göre şu anda hangi dinde olduğu belli değil birçoğumuzun. SORU: Dini kendimize uydurmaya devam mı edeceğiz yoksa Dine mi uyacağız. (düzgün cevap verin ucunda cehennem var.)
  11. bekir şurada cevap verdi: sardunyam başlık Dini Konular - Din - Dinler
    Eğer kaynak olarak bahsi geçen katakuta kardeşten alıntılamış olduğunuz mal varlığıyla ilgili kısım ise; koynağın büyük bir kısmı yorumdan ibaret. Ogün bakmıştım, bugün tekrar baktım ve yorum olduğu hakkındaki düşüncemde herhangi bir değişiklik olmadı. Bir ayet yazılmış hemen ardından yorum, bir hadis yazılmış hemen ardından tekrar yorum. Peygamber öldüğünde kendisinden kalan mallara ait listenin ise hangi kaynaktan alındığı belli değil. Hangi tarihçi, hangi fıkıhçı, tefsirci, kim bu mal varlığının listesini vermiş...Bu soru havada kalıyor o kaynağa bakınca. Ben de bu yüzden Diyaneti verdim ki en azından kaynak diyanettir diyebiliyorum ben... İnsanın mutluluğu tapınmak konularına girmeyelim isterseniz. Haram olgusunun neden getirildiği meselesi ise zannımca açıklamaya muhtaç kalmış. Ahlak dayatmalarını falan bir kenara bırakalım ve Haram olgusunun, çıkarcı kesimin haksız edindiği mal ve üretim araçlarına dokunulmazlık için getirilmiş bir kavram olup olmadığını sarahate kavuşturmaya bakalım. Lakin eğer mümkünse bu konuyu komünizmin bireysel mülkiyeti yok sayan anlayışının dışında inceleyelim. Eğer komünizmin anlayışıyla din kıyaslaması yapılırsa bir şeyler eksik kalır ve yanlı bir bakış açısına düçar oluruz. Evet haram ve dinin çıkarcı kesimi korumasını esas alalım. Tabii olarak sardunya'dan izin istemek zorundayım zira konuyu biraz dağıttım. Konuları asıl güzergahından çıkartmayı pek sevmem ama genelde bazı şeylere takılıyorum ve o aslında konunun teferruatı oluyor. Konunun teferruatı ise konuya sonradan dahil olanları pek ilgilendirmiyor. Selamlar ile..
  12. bekir şurada bir başlık gönderdi: Dini Konular - Din - Dinler
    Gam değildir, gide dünya kala din Gam odur kim, kala dünya gide din İlk olarak bu forumda dikkatimi çekmişti. Ondan sonra, etrafıma daha bir başka bakar oldum. Durum sandığımdan daha ağırmış. Toplumun hayli önemli sayıdaki kesimi bu halde. Dine uy/a/mayanlar Dini kendilerine uydurmaya çaba sarf ettiler. Dinden kopmadıkları gibi dindar olmayı da bir türlü başaramayan bu insanlar ARAF'ta kaldılar sanki. Tarihin akışı içerisinde bu dönüşümü yaşamak zorunda kalan bir Din daha vardı.: Hristiyanlık. Katolikliği aşırı bulanlar onu budayarak yeni bir anlayış ortaya koydular. Protestanlık. Reformların getirisi Dinden daha uzak birçok ahlaksızlığa meyyal bir toplumun yolunu böyle açtılar. İslam ülkelerinin birçok yerinde Hristiyanlık’ın Protestan versiyonunu inşa etme derdindekiler bunu tam anlamıyla başaramasalar da (Devlet bu halde ve hatta daha ileride, halk nazarında ise tam olarak bu sağlanamadı) en azından yaptıklarının doğruluğunu “vehmeden” bir kitle türetmeyi başardılar. Özellikle Türkiye'de durum daha bir çıkmaza büründü. Benim aneminde başı örtülü. Biz de müslümanız ama bu aşırı. Dinin devlet işlerinde ne işi var, Bunlar şeriatçi biz müslümanız, Peygamber Efendimiz de bazı şeyleri çok abartmış, ileri gitmiş, bu kadar da iman bazen fazla geliyor, içkimi de içerim orucumu da tutarım, Bu benimle Allah arasında vs. vs. Anneyin başının örtülü olması güzel bir şey ama, anneyin başındaki örtü onu kurtarmaya yetmiyor, seni zaten kurtarmaz beni ise enterese bile etmiyor. Bu zamana kadar dine en büyük zarar ateistlerden gelmemiştir. Onlar ancak cürümleri kadar yeri yaktılar. Bu dine en büyük zarar Müslüman olduğunu söyleyenlerden geldi. Kur’an hiç şüphesiz Allah tarafından korunacaktır. Müslümanın ise o kadar şanslı olduğunu söyleyemiyoruz. O halde biz kendimizi kurtarmanın derdine bakacağız. Meşhur hikayeyi buraya aktaralım.: Ebrehetüleşrem, devasa bir kilise yapıp Arapları da artık “Kabe yerine burayı tavaf edeceksiniz” diye mecbur tutunca bir Bedevi, kiliseye fiili hakarette bulunmuş, o da intikam için Kabe’yi yıkmaya karar vermişti. Ebrehe, Mekke’ye hakim bir tepede karargah kurup Kabe’ye saldırı için hazırlanırken, Mekke’nin ulu kişisi olarak Peygamberimizin dedesi, Abdulmuttalip geldi. Görünüşü, oturup kalkması ile konuşması ile asaleti belli olduğundan Ebrehe ona pek hürmet etti, sonra da sordu “Benden bir dileğin var mı?” diye… Abdulmuttalip, cevaben “Ordun buraya gelirken benim yirmi devemi yağmaladı onları isterim” dedi. Ebrehe bir anda patladı, “Ben de seni adam sanmıştım, senin Allah’ın evi dediğin yeri yıkmak üzereyim, hala develerinin derdindesin.” Abdulmuttalib’in yanıtına bakın, “Ben develerin sahibiyim ve onlar için kaygılanırım, sen Kabe’yi yıkmaya kalkışırsan muhakkak ki onun bir sahibi vardır ve seni durdurmaya yetecek güç bende olmadığı için onunla hesaplaşırsın.” Kabenin Rabbi onu koruyacaktır. Kur'an'ın rabbi onu koruyacaktır. Müslümanların Rabbi müslümanlığı koruma görevini Müslümanlara bırakmıştır. Nereden başlayalım. İslam nedir ne değildir, İslam uydurulmaz, islama uyulur, müslüman teslim olmuş olandır. Allah'a teslim olmuş. Onun indirdiklerinde aşırılık yoktur ve Allah'a hesap sorulmaz. Buralardan başlayalım. Eklemelerimi ve olgunlaştırmaları Allah nasip ederse Pazartesi gününden itibaren yapacağım. Şimdilik konunun girizgâh kısmı bu... Selamlar ile...(Tatil olanlara iyi tatilller)
  13. ‘Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz efendimiz hazretleri Cenab-ı Hak tarafından hakaikı insanlara tebliğe memur Resul olmuştur. Kanun-ı Esasi (Anayasa) cümlenizce malumdur ki Kur’an-ı azimüşşandaki nusustur. İnsanlara feyz-i ruhi vermiş olan dinimiz son dindir, ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate tamamen tevafuk ve tetabuk ediyor. Eğer akıl, mantık ve hakikate tevafuk etmemiş olsaydı, bununla diğer kavanin-i tabiiye-i ilahiye beyninde tezat olması icab ederdi. Çünkü bilcümle kavanin-i kevniyeyi yapan Cenab-ı Hak’tır. Arkadaşlar, Cenab-ı Peyamber mesaisinde iki dara, iki haneye malik bulunuyordu. Biri kendi hanesi, diğeri Allah’ın evi idi. Millet işlerini Allah’ın evinde yapardı. Hz. Peygamber’in eser-i mübareklerine iktidaen bu dakikada milletimize, milletimizin hal ve istikbaline ait hususatı görüşmek maksadıyla bu dâr-ı kutside, Allah’ın huzurunda bulunuyoruz. Beni buna mazhar eden Balıkesir’in dindar ve kahraman insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Efendiler, camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler taat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek, yani meşveret için yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak lazımdır. İşte biz de burada din ve dünya için, istikbal ve istiklâlimiz için, bilhassa hâkimiyetimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerini anlamak istiyorum. Âmâl-i milliye, irade-i milliye bir şahsın düşünmesinden değil, bilumum efrad-ı milletin arzularının emellerinin muhassalasından ibarettir. Binaenaleyh benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe sormanızı rica ederim.’ ANLAMAK ZOR AMA UĞRAŞMAK İYİDİR. KONU BAŞLIĞINA GÖRE AKTARDIM. KİMSEYE VERİLMİŞ BİR CEVAP DEĞİLDİR
  14. bekir şurada cevap verdi: sardunyam başlık Dini Konular - Din - Dinler
    Lakin sırf ateizmi savunan bir sitede bu bilgiler geçiyor diye yok sayacak değiliz. İncelemekte fayda var. Tam olarak böyle demişim. Yazdıklarımı bir daha okumanızı rica ediyorum. Ben ateistlerin her dediği yalandır demiyorum. Kopyalanarak yapıştırılan yazıların ve sadece o forumdan alan yazıların objektifliği sorunlu dedim ama kaldırıp hemen atmanın da anlamı yok. Belgede verilen kaynaklar ve hadislerin mal varlığıyla ilgili kısmı ise; Ben öldüğünde neleri olduğunu sordum. Bir kişi öldükten sonra söz söyleyebilir mi, hayır. O halde Peygamber öldükten sonra onun mal varlığıyla ilgili hadis bulunması pek kolay görünmüyor ayet bulunabilir mi o da zor. Kardeşim sen ateist değilsin bu arada. Biraz evvel müslüman oldun. Allah'ın hidayeti devam ederek artsın inşaAllah. Ben ateistlerin her dediği yalandır deseydim zaten tartışmazdım. Yalanla tartışılmaz...Yalanla yanlış bilme arasında ufak bir fark var. Ben, tartışırken yanılmayı esas alıyorum. Kimseyi hasım bellediğim yok. Arkadaşlarımız yanılmış olabilirler bildiğimiz ölçüde düzeltelim diyorum. Selamün Aleyküm. Düzeltme yaptım yazımda ve bir önceki yazımdan yaptığım alıntıyı renklendirdim.
  15. bekir şurada cevap verdi: sardunyam başlık Dini Konular - Din - Dinler
    Karşılıklı alıntıların yanlışlığından ziyade objektifliğinden bahsettim galiba. Bu konuda aslında tarafsız olacak herhangi bir kurum da mevcut değil sanırım, bu sebeple onun mal varlığı hakkında verilen bilgilerin doğruluğunu tescil etmemiz zor görünüyor. Ancak Diyanet, bu konuda bana kalırsa en azından biraz da olsa kaynak olabileceği için Diyanetten alıntı yaptım. Zira Diyanet kurumunun mesnedi olmayan bir bilgiyi sunması biraz zordu. Hz. Peygamber, islam dinini ilan ettiğinde Kabe'den ve putlardan gelir elde edenler ilk olarak ona karşı çıktılar. Dönemin kapitalistleri onlardı ve İslam onların gelirlerine sekte vuruyordu. Din çıkar kesimine hitap etmez, hele de islam asla. Böyle kesin bir cümle kurduğuma göre bu konularda nass var mıdır bunları bilmem gerekir. Nassları ve peygamber hadislerini, sahabe sözlerini buraya yazarsak konu çok fazla teferruatlanır. Ama bunları tartışacaksak farklı bir konu da açabiliriz. Orada tartışabiliriz. Din (islam) emperyalizme zemin mi hazırlar yoksa karşı mı çıkar bunu orada tartışabiliriz. Bu teferruatlı bir mesele hiç şüphesiz. Ne kadar oldu hatırlamıyorum bugün bir daha elime aldım ve tekrar inceliyordum. İslamiyat Dergisinin "İslamın Sol Yorumu" adlı Nisan-Haziran 2002 sayısından bahsediyorum. Konu ile alakalı olduğu için belirtme gereği hissettim. Dergide islam sol mudur (bunu sorarken sol düşüncenin tarihsel bağlamı dışında idealleri esas alınarak sorulduğunu belirteyim) son yüzyıl içerisindeki direnişler ve öncülerinin düşünceleri vb. konular işleniyordu. İctihad, icma konuları tarihsellik ve güne uygunluk da burada yer edinmişti. Emperyalizm ve üretim araçlarının asıl sahibi, çalışan ve üreten kesim gibi kavramlar solun jargonudur. Sol ise; fakirlerin, ezilenlerin ve sömürülenlerin hakkını savunan eşitlik, adalet, özgürlük gibi söylemleri olan bir düşünce-akım-ütopyadır. İslam geldiği çağ içerisinde bu söylemlerden bazılarını seslendirmiştir. Ebu Zerr'in biyografisine bakmalısın. Şii kardeşlerimiz biraz abartmaktadırlar orası da ayrı hikaye. Konuyu dağıtıyorum galiba. İslam, sol, emperyalizm, peygamber, din, kelimeleri bana göre bir arada anılacak kelimeler değil. Tarihte adamın birisi Din afyondur demiştir ve doğru söylemiştir. Ancak kasttettiği Din Hristiyanlık ve onun uygulanış biçimidir. İslam hakkında bu zamana kadar emperyalizme yol açmak ve hatta ona zemin hazırlamak gibi bir söylem ancak bugünlerde vuku bulmaktadır. Çağlar boyunca insanları bir birlik halinde tutan ve yenilmez bir güç haline getiren islamdır. İslam coğrafyasında emperyalizme karşı dirilişi yine islam ayaklandırmaktadır. Bugün Hamas, İhvan-ı Müslim, Hizbullah direnişlerini görüyoruz. Bunlar emperyalistlere karşı direnen müslüman insanlardır. Emperyalizme zemin hazırlayanlar değil. Muhammed Abduh, Cemaletten Afgani, Seyyit Kutup'un, Ali Şeriati'nin hayatları iyi incelenmeledir. Söyleyeni şimdi hatırlamıyorum. Ya Ahmet Bin Hanbeldi ya da Ebu Hanife idi. "Bizim dediğimiz doğrudur ancak yanlış da olabilir, onların söyledikleri ise yanlıştır ancak doğru da olabilir" diyordu sanırım. Ben de bu mantıkla hareket etmeye çabalıyorum. Ve Tarihte Din kullanılarak insanların sömürüldükleri yalandır demiyorum bu yüzden. Yukarda da belirttiğim gibi bu olmuştur ama genelde Hristiyanlıkta bu vakıa vardır İslam içerisinde de bazı dönemler böyle kötü davranışlar olmuştur. Olmamıştır dersek yalan söylemiş oluruz ki bu Dinimizce de haramdır bilindiği üzere. Saydığınız sahte iki peygambere bir şey diyemiyorum. İtikadımızca son peygamber bellidir. Gerisi laf-ü güzaftır. Darısı senin başına dediğiniz kısma değinmeyi unutacağımı sanmayınız. Ben de Allah'ın hidayeti üzerinize olsun diyorum.
  16. Yüceltmeci tavırlardan haz almadığım muhakkak. Suheda hakkında söyleyeceklerim de bundan ari değil. Ancak onun hakkında ne söylersem de bana göre eksik kalacak. Kelamın has'ı kısa olansa; inanmış bir insanın yüreğiyle ve cesaretiyle ortada bulunan Suheda'ya olsun bu çiçekte..."Başı dumanlı(melekli) kız", tekrarla iyi ki varsın ve senin varlığından çok şükür ki haberim var. Aradığım çiçeği bir türlü bulamadım. İsminin "kardelen" olduğunu söyleyim bari. Nedendir bilinmez!? bana seni çağrıştırıyor...
  17. bekir şurada cevap verdi: sardunyam başlık Dini Konular - Din - Dinler
    Bilimselciciğim, Katakuta kardeş, ateist bir sitenin müdavimi bilindiği üzere. Bu forumda tartışmaya ve bu foruma eklemeye çalıştığı yazı ve bilgilerin hemen tamamı oradaki bilgilerin bir kısmından ibaret. Dolayısıyla bu bilgilerin objektifliği konusunda ortada büyük bir sorun var. Zaten Suheda'da alıntıyı yaptığın yerin hemen altında belirtmiş, bu yazının noktası virgülüne dokunulmadan kopyalanmış olduğunu. Lakin sırf ateizmi savunan bir sitede bu bilgiler geçiyor diye yok sayacak değiliz. İncelemekte fayda var. Yukarda geçen bilgiler tam olarak doğru olmadığını belirten başka islami kaynaklar mevcut olmakla birlikte ben, DİYANET'in resmi sitesinde geçen bilgileri buraya aktarıyorum. Siz de biliyorsunuz ki, daha önce bu forumda Peygamberin eşleri konusu defalarca tartışıldı. Onu, şehvetinin esiri olan, gözü bundan başka birşey görmeyen biri olarak betimleyenler oldu. Şimdi biz kendimizi bir tartalım. 25 yaşındayız. Gençlik yıllarının ilerleyen aşamasında yani. Ama gidip 14 yaşında bir kız (çocuğuyla) değilde 40 yaşında bir kadınla evleniyoruz. Bu nasıl şehvet. Hz. Peygambere ilk inanan kadın Hz. Hatice, ona peygamberlik 40 yaşında geldi ve Hz. Hatice hayattayken ikinci bir evlilik yapmadı. Kaynaklar onun ikinci evliliğinin 53 yaşındayken olduğunu söylüyorlar. Kendimizi tekrar tartıyoruz. 53 yaşında ne kadar şehvetimiz kalır. Azgınlık durdu durdu ve 53 yaşında ortaya çıktı. Hz. Hatice hayattayken Peygamberin evlenmesine yasal bir engel yoktu bildiğim kadarıyla. Bir alıntı daha eklemek zorunda kaldım. Kusura bakma...Zira tek tek kaynağı ben yazmaya çabalasaydım uzun sürecekti. Hz. Peygamber miras bırakmaz ve ona sadaka yoktur derken bu bilgilerle hareket ediyordum. Peygamberlerin mirası ilimdir. Her ne ise; Peygamberliğin nimetleri ve cazipliğinden ziyade Peygamberliğin getirdiği yükümlülük ve zorluklara dikkat etmek gerikiyor. Yerleşik olduğunuz yurttan horlanıyor, işkence görüyor ve en sonunda öldürülmeye çalışılıyorsunuz. O zaman ben peygamberim demek şimdiki kadar kolay değil maalesef. Bu yürek istiyor. Sadece yürek de yetmiyor, kesin bir iman istiyor. Tek başına çıktığı bir dava. Allah ne güzel bir dost ve ne güzel bir yardımcıdır. İsa'nın başına gelenleri biliyor. Horlanacağını, kendisine sövüleceğini, kendi insanlarınca alaya alınacağını biliyor ama yine de doğru bildiğini yapıyor. Ünvanmış. Sizce bu kadar şey ünvan için yapılır mı? Muhammed'ül emin olan o değil mi? İstese Mekke'nin en zengini olamazmıydı? Niye hicret etti. Niye savaş yaptı. Savaş diyoruz. Ölüm kalım mücadelesi. Sadece kadın ve isim peşinde olsaydı Mekkelilerin verecekleriyle yetinirdi kendi sayılarının çok üzerinde olan düşmana karşı savaşmaya kalkmazdı. Ya bu savaşı kaybedip de ölseydi. Siz kendi adınıza bu soruya cevap verin. Amerikaya karşı savaş açtınız ve Amerika gerçekten size gel bu savaştan vazgeç ve sana 5 milyar dolar para vereyim dedi. Gücünüz Amerikanın gücüne denk değil, derdiniz mal, mülk, kadın ve isim meselesi. Bu parayla bunların hepsi gerçekleşir. Siz kafayı sıyırmış bir adam olarak bir elime güneşi bir elime ayı da koysanız bu davadan vazgeçmem dediniz. O halde siz ya bir mecnunsunuzdur veya gerçekten hak bir davayı savunan doğru sözlü ve cesur bir adamsınızdır. Mecnun olmadığınız garanti olduğuna göre... Vesselam...
  18. Hayrettin Karaman Kimdir Erzurumlu bir ailenin çocuğu olarak 1934 yılında Çorum'da doğdu. İlkokulu burada bitirdikten sonra özel olarak Arapça ve İslâmî ilimler tahsil etti. İlk İmam Hatip okullarından biri olan Konya İmam Hatip Okulu'na girdi ve ikinci dönem mezunları arasında yer aldı (1959). Yeni açılan İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'nde okudu ve ilk mezunlarından biri olarak 1963'te mezun oldu. İki yıl İstanbul İmam Hatip Okulu'nda meslek dersleri öğretmeni olarak çalıştıktan sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'ne fıkıh asistanı oldu. "Başlangıçtan Dördüncü Asra Kadar İslam Hukukunda İctihad" konulu tezi ile fıkıh öğretim üyesi oldu (1971). Aynı yıl İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'ne tayin edildi. 1975'te tekrar İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'ne döndü. Yüksek İslam Enstitülerinin İlahiyat Fakülteleri'ne dönüşmesinin ardından akademik çalışmalarını tamamlayarak sırasıyla doktor, doçent ve profesör ünvanlarını aldı. Eylül 1976-Eylül 1980 yılları arasında yayımlanan Nesil dergisini çıkaranlar arasında bulundu. Yarım asra yaklaşan fikir ve meslek hayatı boyunca, yurtiçi ve yurtdışında binlerce konferans, seminer, panel, vaaz, hutbe, kurs, yazılı ve görsel medya programı, eğitim programında yer alarak eğitim, öğretim, tebliğ ve irşad faaliyetini sürdürdü. Aralarında bugünün tanınmış bilim ve fikir adamları olan binlerce öğrenci yetiştirdi. 2001 yılında, özgürlüğün şart olduğu üniversite ortamında hüküm süren baskılara karşı çıkarak Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesindeki görevinden ayrıldı. Halen, Avrupa Uluslararası İslam Üniversitesinde (Hollanda) misafir öğretim üyeliğini sürdürmekte ve bireysel ilmi çalışmalarına devam etmektedir. Arapça, Farsça ve Fransızca bilen Hayreddin Karaman'ın periyodik yazıları, Yeni Şafak Gazetesi, Gerçek Hayat Dergisi ve Eğitim-Bilim Dergisinde yayınlanmaktadır. Karaman, 1956 yılından beri evli olup, üç çocuğa (Latife, M.Lutfullah, M.İhsan); yedi toruna (U.Murat, Zeynep, Selva, M.Tahir, Bilal, Enes, Salih) ve bir torun çocuğuna (Mustafa) sahiptir. Eserleri: * Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali (Meal, Heyet'le birlikte) * Arapça-Türkçe Yeni Kâmus (Sözlük, B.Topaloğlu ile birlikte) * İlmihal (Heyet'le birlikte) * Kur'an Yolu (Beş ciltlik tefsir, Heyet'le birlikte) Telif Eserleri: * Mukayeseli İslam Hukuku (Üç cilt) * İslam Hukuk Tarihi * İslam Hukukunda İctihad * İslam'ın Işığında Günün Meseleleri (Üç cilt) * Günlük Hayatımızda Helaller Haramlar * İslam'da İşçi-İşveren Münasebetleri * Anahatlarıyla İslam Hukuku (Üç cilt) * İslam'da Kadın ve Aile * İslamlaşma ve Önündeki Engeller * İmam-Hatip Şuuru * İnsan Hakları * Gerçek İslam'da Birlik * Laik Düzende Dini Yaşamak (Üç cilt) * Türkiye ve İslam * Her Şeye Rağmen (Röportajlar) * Hayatımızdaki İslam * Hayatımızdaki İslam-2 *YENİ KİTAP* * Dert Söyletir (Şiirler) Çeviri Eserleri: * Yolların Ayrılış Noktasında İslam * İslam'a Göre Banka ve Sigorta * İmam-ı Rabbani ve İslam Tasavvufu * Yeni Gelişmeler Karşısında İslâm Hukuku * Rasul-i Ekrem'in Örnek Ahlakı * Altın Nesil * Dört Risale * Kelile ve Dimne (B.Topaloğlu ile birlikte) Ders Kitapları: * Arapça Sarf-Nahiv (Dilbilgisi, B.Topaloğlu ile birlikte) * Arapça Metinler (B.Topaloğlu ile birlikte) * Fıkıh Usûlü * Hadis Usûlü İlim, kendi başınıza öğrenebileceğiniz kadar basit olsaydı hiç birimizin üniversiteye gitmesine gerek kalmazdı. Hoca dediğim zat Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Profesördü. Siz sanıyorum ki bu bilgiyi dahi incelemeden cevap verdiniz. Adem ve Havva sorunuz islam perspektifinde sorulmuş bir soruydu ve konunun muhatabı müslümanlardı. Biz de bu konuda islam alimlerinden birinin cevabını vererek kendi adımıza cevap verdiğimizi belirttik. Tartışmanın burada bitmesi gerekiyordu, ancak siz devam ettirmek lüzumunu hissettiniz anlaşılan bari ben keseyim. Bu arada ahlakla ilgili söylenmiş olan sözler hocanın değil benim sözlerimdi. Bu sebeple mümkünse eğer ahlakla ilgili cümlelerimi hasımane değil de doğruluk ihtimali var mı diye bir kez daha incelersen gerçekten memnun olacağım. -Sanırım yeter. Ebu Zehra "Bu kadar söz anlayacak olana da anlamayacak olana da yeter" diyordu. Selamlar ile...
  19. bekir şurada cevap verdi: sardunyam başlık Dini Konular - Din - Dinler
    Kapitalist mantık budur sanırım. Her ahval ve şerait içerisinde cebi düşünmek. Ancak ortada birtakım sorunlar var. Rant'ı tanımlayalım mı yoksa herkes manasını biliyor mu? Bildiğini varsayalım. Rantı fazla geniş bir yoruma tabii tutmadan; bir kişinin peygamberlik iddia etmesi rant kavgasına mesnettir diyebilmemiz için Ya peygamberlik iddiasından önceki haliyle bu iddiayı seslendirdikten sonraki dönem arasında artı yönde mal varlığında bir artış olacak veya olmasa da kişinin bu yönde bir mal isteği olacak. Yani, Ben peygamberim benim mal varlığımı artırın... Peygamber Efendimiz, peygamberliğini açıklamadan evvel maddi yönden iyi bir durumdaydı. Peygamberliğinden sonra ise hicret ettiğini, Medine de yaşadığı hayatı ve öldüğü zamanki mal varlığını hesaba kattığımızda bu yönde bir artış göze çarpmıyor. Hatta, bilinen o ki, Mekke'nin ileri gelenleri Peygamberimizi altınlara boğacaklarını yeterki peygamberlik iddiasından vazgeçmesini söylüyorlar. Tarihi cevap herkesin hafızasında yerini koruyor mu bilmem ama hatırlatayım. Bir elime güneşi öteki elime ayı da verseniz ben bu davamdan vazgeçmem diyor. Gerçekten ortada bir rant meselesi olsaydı ona bu kadar inanan olmazdı bu bir, ikincisi Mekkenin ileri gelenlerinin teklifini kabul ederdi, üçüncüsü bütün mal varlığını mekkelilere bırakıp medineye hicret etmezdi. Bunlar gösteriyor ki, Peygamber Efendimiz bir rant kavgası peşinde değildi. O kendisine Allah tarafından verilen görevi yerine getirmenin peşindeydi ve bu sebeple biz bugün onun izindeyiz... Sahte peygamberlerin izinden gidenler de Din hakkında bilgisi zayıf olanlar maalesef...İslam Dini hakkındaki bilgilerinden bahsediyorum. Kopya meselesine gelince 1000'lerle ifade edilen peygamberden bahsediyoruz. Herhalde bunlar arasında bir çok benzerlik olacak. Birine dağda gelir, birine bayırda, birine kapalı bir mekanda gelir, birine başka bir yerde. Eğer her peygambere vahiy farklı bir yerde gelmez zorunda olsaydı ve her peygamber kendisine gelen vahyi farklı bir şeyin üzerine yazmak zorunda olsaydı inanın bu en son peygamberin durumunu inanılmaz güçleştirecekti. Yanlış hatırlamıyorsam 124'binden fazla peygamberin sonuncusundan bahsediyoruz. NOT:Peygamberler ve ehl-i beyti sadaka kabul edemezler, Peygamberlerin mirasları yoktur.
  20. Sayın boşig bakış açınız getirdiğiniz yorumlara saygı duymamak mümkün değil, en azından akla-mantığa yatkın tahminler üzerinde duruyorsunuz.Ben de şunu ısrarla ve çok ciddi olarak iddia ediyorum ki;kuran eğer [b]muhammedin ******* değilse ve gerçekten manevi bir kaynağı varsa baştan sona her cümlesiyle her kelimesiyle MECAZ dır,eğer mecaz değilse yazılanlar doğrudan anlaşıldığı gibiyse insanoğlunun en büyük hatalarından biridir[/b] tüm bu din olgusu.Teşekkürler. Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar. (Al-i İmran 7) Sanırım, ayet açıklama gereğinden beni kurtarıyor. Dinler var olan Ahlaki yapıyı "Şekillendirmişlerdir" ancak bunun gelişmesini, yapısını ve devamlılığını sağlayan şey yine "Toplumun Kabulleri" yani "Toplumun Kendisi" olmuştur. Bana kalırsa ahlaki yapıyı bizzat din kendisi oluşturmuştur. TDK:AHLAK:İyi nitelikler, güzel huylar:Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, aktöre, sağtöre: Güzel ve çirkin davranış problematiğini es geçeceğiz kendinde güzel veya kendinde çirkini. Gül kendinden güzeldir ancak ahlakla alakası yoktur. Bu sebeple toplumsal vakıalarda kendinde güzellik veya çirkinlik olgusu bir norma göre belirlenmelidir, kendiliğinden değil. Birine küfür ettiniz ancak bunun kötü veya olduğunu neye göre değerlendireceksiniz, örf-adet-norma göre. Dolayısıyla toplumun örfüne adedine uygun bir yaşantı sürmek, ahlaklı olmak bakımından bizi doğru yolda yürütmektedir. Toplum şarap içiyorsa bizim de içmemiz ahlaksızlık olarak telakki edilemez, böylesi bir durum ancak şarap içilmesinin yasaklandığı bir toplumda .....sızlık olarak telakki edilebilir. Veya zina islam toplumunda .....sızca hayat sürmeye eşdeğerdir. Ancak zina batı toplumunun telakkisinde ahlaksızlıkla alakalı bir veri değildir. Kırılma noktası veya Yusuf Kaplan'ın deyimiyle yakıcı mesele işte burada ortaya çıkıyor. Zinayıda, şarapı da İslam ahlaksızlık sembollerinden biri haline getirmiştir. İslam öncesi Arap toplumunda bu davranışlar yasak, haram, ahlaksızca değildi. İslam bunları yasaklayınca bu davranışlar kendisini .....sızlık içerisinde buldu. Ne oldu, Din topluma ahlaki bir yön verdi. Toplumun ahlak anlayışını değiştirdi. Pekiyi, birşey soralım. İslam öğretisine göre dinsiz bir zaman bulunmuş mu? Hayır her çağda bozulmuş olsa da bir din bulunmuş. İlk insanların dini dahi mevcut. Onlara ahlak anlayışını neden din vermemiş olsun. Tabiki bu bahsi diğer bir mevzuu... Kutsal olanla ahlak arasında kurulan kolerasyon ise sanırım tam yerine oturmamış. Bayrak, Millet, Vatan,Din...Konuyla birebir alaka göremedim. Her ne ise, konu aslında Ahlak da değil ancak sadece konunun bir tarafı. LUCAS kardeş, sanırım yukarda Hayrettin Karaman Hoca'nın verdiği cevap yeterli. Forumda ise belki 100'lerce kez evrim teorisi tartışıldı. Bunların haricinde eğer Ahlak'ı tartışmak istiyorsan ayrı bir başlık açman bu konudan daha fazla fayda sağlayacaktır. İstersen seküler ahlak olur mu? Dinsiz ahlak olur mu? Ahlakın esas kaynağı din midir, yoksa insanın bizzat kendisi midir diye bir başlık açabilirsin? Haddim olmayarak bunları belirtme gereği duydum
  21. Selamlar.. Bugünlerde buraya biraz fazla takılacağım, yeni bir konunun izlerini sürüyorum. Dolayısıyla buraya da bir cevap versem sanırım pek de kötü olmaz dedim. (Bu açıklamayı uzun zamandır foruma tartışmak için katılmıyordum bunu belirtmek için yaptım) Meseleye darwinin evrim teorisinden yaklaşmak islama aykırı bu belli. Ancak meseleye Ahlak/sızlık ve islam paralelinde yaklaşmakta da bir takım gariplikler yok değil. İnsanlara ahlak anlayışı dinler tarafından verilmiştir. Dinin asıl kaynağı yaratıcı olduğuna göre aslan34 kardeşimizin yaklaşımı önem arzeder. Ancak, insanlar için değişen ahlak yasaları Allah için de değişmiş midir? Allah Teala daha sonra yasaklayacağı şeye başlangıçta izin verir mi? Allah'ın ahlak anlayışı değişir mi? Bu meselenin can alıcı "yakıcı" taraflarından biridir. Bundan 1,5 yıl kadar evvel islamın evrime, yaratılmaya, var olmaya ilişkin bir söylemi var mı bunun araştırması içindeydim. Derken internette Mehmet Bayraktar'ın bu konuda kitapları olduğunu gördüm. En son birkaç gün önce Hayrettin Karaman Hocanın bu konuda birkaç tane makalesine ulaştım. Bu arada İbn'i Tufeyl'in bu konuya hasredilmiş bir kitabı vardı bu da aklımdaki yerini muhafaza ediyor. Hayrettin Hoca'nın bu konudaki cevabı bana daha tutarlı geldi. Bir evrimden bahsedeceğiz ama Yaratıcının varlığını askıya alan değil, bizzat onun dilemesiyle olan bir evrimden. Türlerin birbiri arasındaki geçişi esas alan değil ama belki aynı tür içerisinde bazı evrimlerden... Makale aşağıda... Evrim teorisi (2) Allah'a inanmayan maddeci filozoflar yaratmaya inanmaz, varlıkların nasıl vücuda geldiği konusunda hiçbir mantıki tutarlığı olmayan "tesadüf"ten (kendi kendine, rastgele oluştan) başka bir açıklama yapamazlar. Kendiliğinden var olan cansız maddeden canlı varlıkların ve bunlar içinde de en gelişmişi olan insanın nasıl var olduğu konusunda tutundukları düşünce evrim teorisidir. Bu teorinin eski Yunan düşünürlerine kadar uzanan kökleri bulunmakla beraber sistematik evrim teorisi Lamarck ve Darwin'e aittir. Lamarck 1809'da neşrettiği Zoolojik Felsefe isimli kitabında, Darwin de 1859 da yayımladığı Türlerin Menşei isimli kitabında evrim teorisini ileri sürmüşlerdir. Lamarck evrimin, türlerin tabiatında var olan evrimleşme özelliğinden kaynaklandığına inanırken Darwin evrimleşmenin böyle bir özellikten değil, tamamen dış şartlardan kaynaklandığını ve tabîî seleksiyonla oluştuğunu iddia eder. İlmî gelişmeleri uzaktan/geriden izleyen ve bilimi ideolojiye alet eden geri kalmış ülke bilimcileri evrim teorisini bilimin ispat ettiği bir gerçek gibi ileri sürmüş ve buna dayanarak, bazan bilim adına sahtekârlıklar da yaparak (örnekler için bak.M. Bayraktar, İslam'da Evrimci Yaratılış Teorisi, İst. 1987, s.196 vd.) yaratılış inancına karşı çıkmışlardır. Konuya tarafsız ve bilim açısından yaklaşanlara göre evrim teorisi adı üstünde bir teoridir; bilimin ispat ettiği, benimsediği bir gerçek değildir. Darwin gibi evrim teorisini oluşturanların samimi itirafları ve tereddütleri vardır, Darwin'den sonra da biyolojide ve paleontolojide çeşitli/farklı görüşler ve tespitler olmuştur (Örnekler için bak. Y. Sezen, Maddeci Felsefenin Çıkmazları, İst. 1996, s. 144 vd.). İslam düşüncesinde üç ekol bulunduğunu biliyoruz: Kelam, felsefe ve tasavvuf. Kelamcılar da sünnî olan ve olmayan şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Sünnî olmayan kelam mezheplerinden Mutezile'ye mensup Nezzam (öl. 835 veya 845 m.), Câhız (öl. 869 m.) gibi bazı alimler ile zühd döneminden sonra yetişen bazı mutasavvıflar "evrimci yaratılış teorisi" diye isimlendirilmesi mümkün olan bir teori ileri sürmüşlerdir. Hemen zikretmeliyiz ki bu teori, İslam inancı ile bağdaştırılması mümkün olmayan materyalist ve ateist varlık ve evrim düşüncelerine karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıkmıştır ve ortak unsur yaratılış inancıdır; yani her şeyin yok iken Allah tarafından yaratıldığına inanmaktır. Her şeyi yok iken yaratan Allah, evrimci yaratılış teorisini ileri süren İslam düşünürlerine göre türleri ayrı ayrı ve birden yaratmamış, birinin diğerinden evrimleşme yoluyla oluşmasını sağlamıştır. Bu "birinin diğerinden oluşması" da, ilk yarattığı maddenin, aslın, çekirdeğin, kendinden sonra meydana gelecek bütün türleri bilkuvve (onda gizlenmiş olarak) içermesi sebebiyle olmakta, bu özelliğe dayanmaktadır. Bu konuda değerli bir çalışma yapmış bulunan M. Bayraktar'a göre İslam düşünürlerinin evrimci yaratılış teorileri bilim bakımından darwinizm ve lamarckizmden daha sağlam temellere oturmaktadır (ag.esr. s. 195 vd.). Ehl-i sünnet kelamcılarına (sahih İslam inancını açıklayan ve farklı inançlara karşı savunan alimlere) göre Allah Teâlâ bütün türleri birden ve ayrı ayrı yaratmıştır. Türler arasında evrimleşme yoluyla geçişler yoktur, evrim türlerin kendi içinde olabilmektedir. Bu inanç ve düşüncenin dayandığı naslar (insanın yaratılışı ile ilgili olanları) ve kısaca açıklamaları şöyledir: İnsan suresinin 1. âyetine göre "İnsanın (varoluş tarihinde) adının sanının bulunmadığı bir zaman parçası şüphesiz gelip geçmiştir". Bu âyet, insan yok iken yani bir varlık değilken kesinlikle üzerinden bir zaman geçtiğini, yaratılışı tamamlanıp mükemmel bir insan haline gelinceye kadar varlıklar arasında bulunmadığını ifade eder. Çünkü insan yaratılışı tamamlanmadan önce yeryüzünde toprak, sonra babasının sulbünde bir sperm ve anasında bir yumurtadır. Daha sonra ana rahminde bir embriyo haline gelmektedir. Nitekim Yüce Allah 2. âyette insanı "katışık bir nutfe"den yani ana rahminde döllenmiş bir yumurtadan yarattığını ifade buyurmuştur. Kendisine görme, işitme gibi organlar da lütfedilen bu varlık artık yükümlülüklere muhatap ve imtihana tabi tutulabilecek bir kıvama gelmiş olmaktadır (insanın yaratılış aşamaları hakkında bilgi için bk. Hac 22/5; Mü'minûn 23/12-15; Kıyamet 75/37). Konuya devam edeceğiz. 20 Ocak 2006 Cuma Evrim Teorisi (3) Ehl-i Sünnet kelamcılarının insanın yaratılışı ile ilgili inançlarını ve dayandıkları delilleri veriyorduk. İnsanın yaratılışını anlatan bir başka âyetin meali de şöyledir: "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinize itaatsizlikten sakının" (Nisâ:4/1). Kur'an'da nefis (en-nefs) ve çoğulu enfüs, "insan, insanın veya başka bir şeyin kendisi, insanın hayatta iken insan olmasını sağlayan (insanın onun sayesinde, ona sahip olduğu için insan olduğu), ölünce de ebedî varlığını devam ettiren unsuru" mânalarında kullanılmıştır. Bazı âlimler, filozoflar ve sûfîler ruh ile nefsi aynı varlığın iki adı olarak açıklamışlar (Gazzâlî, İhyâ, II, 2 vd.), bazıları ise nefs ile ruhu farklı mahiyetler olarak tanımlamışlardır. İkinci tanımlamaya göre Allah Teâlâ her bir insan için tıpkı bedeni gibi bir de nefis yaratır, Şah Veliyyullah'ın "neseme" adını verdiği bu nefis, insanın hayatı boyunca yapıp ettiklerine göre mânevî bir yapı ve kişilere göre farklı özellikler kazanır. Ruh ise şahsî değil, umumidir; tek bir enerji merkezinden gelip ampülleri aydınlatan elektrik gibidir ve ilâhîdir, Allah'a aittir, halk âlemine değil, emir âlemine dahildir, nefis için Allah'ın rızasına götüren yolu aydınlatır veya onu bu yola çeker. İnsanın tabiatında ve yapısında Allah'ın rızasına aykırı yola çeken güçler de (heyecanlar, güdüler, ihtiyaçlar) vardır, ayrıca şeytanın da işi, insanı Allah yolundan saptırmaya çalışmaktır. İnsan (nefis), aldığı eğitim ve iradesi sayesinde bu iki çekim merkezi arasında mücadele ve imtihan vererek dünya hayatında kulluğunu ve tekâmülünü gerçekleştirmeye; emmâre (kötüye çeken, kötüyü emreden) nefis olmaktan kurtularak, levvâme (kendini tenkit eden, kınayan), mülheme (ilâhî ilhama mazhar olan), mutmainne (şüphelerden ve geçici zevk bağımlılığından kurtularak huzura eren), râdıye (Allah'ın takdirine razı olan), merdıyye (Allah'ın rızasına mazhar olan) nefis basamaklarına veya derecelerine tırmanmaya çalışır (Şah Veliyyullah, et-Tefhîmâtü'l-ilâhiyye, Haydarâbâd, 1967, I, 222; II, 216 vd.; Hüccetullâhi'l-bâliğa, I, 38-40, 58-61). "İlk insan ve onun eşi aynı özden yaratıldıktan sonra ilk üreme ve onu takip eden nesillerin oluşması nasıl gerçekleşmiştir" sorusuna cevap arayan alimlerin bir kısmı, "Havva'nın ikiz doğurması ve aynı batında doğmayanların (bir sonrakinde doğanların) öncekilerle evlendikler gibi" akıl ve nakil yönünden kabul edilmesi mümkün olmayan formüller ileri sürmüşlerse de bize göre böyle bir tasavvur zaruri değildir; çünkü Allah Teâlâ'nın insanı nasıl yarattığını açıklayan âyetlerde topraktan, çamurdan, nefisten ve Allah'ın ruhundan üflemesinden kayıtları ve şekilleri vardır. Son şekil Hz. Îsâ'nın yaratılması ile ilgilidir. Meryem, bir erkekle beraber olmadan Allah'ın ruhundan üflemesi (Enbiyâm 21/91; Tahrîm 66/12) ve bunun açıklaması mahiyetinde olan "ruhun insan şekline bürünüp Meryem'e görünmesi" (Meryem 19/17) ile hamile kalmış ve Allah'ın ona ulaştırdığı bir kelimesi (Nisâ 4/171) olarak Hz. Îsâ'yı doğurmuştur. Kezâ Hz. Zekeriyyâ bir zürriyet vermesi için Rabbine dua etmiş, Rabbinin de duasını kabul ederek Yahyâ'yı ona vereceğini müjdelemesi üzerine "kendisinin yaşlandığını, eşinin de çocuktan kesildiğini ifade ederek" bunun nasıl olacağını sormuştu, Rabbin ona cevabı şöyle olmuştur: "İşte böyledir, Allah dilediğini yapar" (Âl-i İmrân 3/40), "...bu benim için kolaydır, sen hiçbir şey değilken seni de yarattım" (Meryem 19/9). Hz. Âdem'in yaratılmasında ana da yoktur baba da, Hz. Îsâ'nın yaratılmasında yalnızca ana vardır, Hz.Yahyâ'nın yaratılmasında ana ve baba vardır, fakat çocuk yapma/doğurma kabiliyetleri mevcut değildir. Kur'ân-ı Kerîm'de ve sağlam rivayetlerde "kardeşlerin birbiri ile evlendikleri" bilgisi verilmediğine göre ilk yaratılan erkek ile kadından birçok erkek ve kadının türetilmesinin nasıl olduğunun bilinmediğini, yukarıda zikredilen şekillerden birisine göre veya bir başka şekilde yaratma ve çoğaltmanın olabileceğini ifade etmek bize daha uygun görünmektedir.
  22. Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat En müstesna doğuşa hamiledir kainat Yıllardır bozu bulanık suları yudumladım Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Hasretin alev alev içime bir an düştü Değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla Evlerin arasına dikilir yesil bayrak Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim Yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü Düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü Bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına Yayılır o en büyük mustu, pazartesinden Beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar Mutluluk nağmeleri işitirler Hiradan Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri Paramparça, ateşler sahinin hayalleri Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım O mücella çehreni izleseydim ebedi Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü Katil sinekler deldi hicabın perdesini İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında Tablosunu yapardim yıkılan her kulenin Ebedi aşka giden esrarlı yollarında Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü On asırlık ocağın savururdum külünü Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü Badiye yaylasında koklasaydım izini Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar Seninle yıkasaydım acılar dehlizini Ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Haritanın en beyaz noktasına kan düştü Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi Hakların temeline sanki bir volkan düştü Firakınla kavrulur çölde kum taneleri Ahuların içinde sevdan akkor gibidir Erdemin, bereketin doldurur haneleri Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir Şemsiyesi altında yürürsün bulutların Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların Devlerin esrarını aynalara sorsaydım Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü Güvenilen dağlara kar yağdi birer birer Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından Madeni arzuların ardında seyre daldım Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini Senin için görülen bir düş de ben olsaydim Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali Hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur Sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır Sesini duymayanlar girdabında boğulur Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin Saatlerin ardında hep kendimi aradim Bir melal zincirine takıldı parmaklarım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü Sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin Mekanın fırçasında solmayan resim senin Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü İniltiler geliyor doğudan ve batıdan Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü Islaklığı sanadır ahımın, efgahımın İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın Nazarın ok misali karanlıkları deler Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü Nefsinle yeniden çizilecek desenler Çehreler yepyeni bir degişim geçirecek Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler Anneler çocuklara hep seni içirecek Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım Kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü Şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım BUGÜN, YIPRANMIŞ, EZİLMİŞ, KAHROLMUŞ, KAVRULMUŞ YÜREKLERİN EFENDİSİYLE BULUŞTUĞU GÜNDÜR...
  23. Tartışma konumuz bu değil...Bu konuyu formun her tarafında bulabilirsin, yok illaki ben bunu seninle tartışmak istiyorum diyorsan uzun zamandır tartışmadan uzak durdum bugünlerde bir iki cevap yazdım diye tartışmaya katıldığım sanılmasın... Kuran'daki matematik hatası Ben aynı cümleyi istemiştim, Zira mümkün değildir. Bu cümleye dikkat edin.Hayrettin Karaman böyle bir cümle söylediğinde cehennemin VİP kapısından giriş yapabilir. Kur'anda hata yoktur. Hoca, bu din üzere ise belirttiğiniz anlama gelecek bir cümle dahi kuramaz. Zira artık müslüman olarak kalamaz. Kaldı ki Hocanın cümlelerinden, zorladığınız anlam zorlayarak dahi çıkmamaktadır. Her ne ise; Taksimdeki yol ve yöntem bellidir. Siz payları ortak bir kata çıkarmış ve 27 alacak ancak 24 bölüm var demişsiniz. bölüm sayısını 27'nin ve 24'ün katı olarak ayarladığınızda herkes hakkını almış olacaktır. Ben aynı cümleyi istemiştim, Zira mümkün değildir. Ancak, madem amaç için yanlış araçlarla hücum ediyorsun... tamam yazın. 6-9-22-31-36-40- Ne kadar ödül vereceğini şu an bilemediğim için sana sayısal'ı kazandırmayı düşündüm. vergi hesaplasıyla falan uğraşmak istemedim. Hadi hayırlı olsun. Tartışmadan uzak duruyordum bu bir iki gündür bu konuya dahil oldum, arkadaşlardan tekrar özür diliyorum, sadece kalplerde müslümanlar aleyhine doğabilecek eğrilikleri gidermek için dahil oldum ve kesiyorum. Bu cihetten sorular üretilmeye daha çooookkk devam edilecek. Müslümanların bilmesi gereken Kur'an da ve Peygamber Efendimizde hata olmadığıdır. Yüzeysel yaklaşımlar aşılarak derinlemesine incelendiğinde doğru görülecektir. Gönlünüzü ferah tutun.... Selamlar ile...
  24. Kuran'daki matematik hatası İslam'ın ilk yıllarından farkedildi ve çözüm oluşturuldu Bu cümleyi Hayrettin Karaman hocanın cümlelerinin içerisinde bulana sayısal lotonun bu hafta vereceği ödül kadar ödül vermeyi vaat ediyorum. Hatta durun üstüne ölmüş olmasına rağmen Anna Nicole Smith vereyim bir de... Kur'an-ı Kerimin belirttiği oranların hangisinde payda eşitlenmez demiş veya pay eşitlenmez demiş. Çıkan oran kadar mirası paya böldüğünüzde sonuç elde ediliyor mu? Gündemde tutma değil bulma manasına geliyor. Aklı evvelin biri yeni bir şey bulmuş gibi oturup bu oranları hesaplamış ve bakmış ki kendisine göre bir hata var. Yalnız, hatanın kendisinin illaki Kur'anda bir yanlışlık bulmak için yaptığı faaliyetin neticesi olduğunu kavrayamamış ve bu hatasını Kur'an a mal etmeye yönlenmesine sebep olmuştur. Hayrettin Hoca, inkarcı insan senin bu bahsini ettiğin miras taksimine ait mesele İslamın ilk zamanlarından beridir biliniyor yani sen yeni bir şey söylemiyorsun. Sen sadece kendi kıt görüşünle bunun yanlış olduğunu söylüyorsun diyor. Keşfin yeni değil boşa sevinme diyor.... Aynı cümle içerisindeki iki kelimeyi renklendirmiş ancak ortada bulunan "maksat anlaşılmış" kelimesini es geçmişsiniz. Hükmün amacı nedir kısmını. 27 pay çıktı...Yani böyle belirtilen bir hadise yaşandı ve payları topladığımızda 27 pay çıktı. Pekiyi günün sorusunu soralım. Mirasın 24 parçadan fazlaya bölünemeyeceğine dair bir nass var mı? Böyle bir durum ortaya çıktığında mal (örneğin 108 dönümlük tarla) 27'ye bölünecek ve herkese payı oranında taksim yapılacaktır. özür diliyorum, şu an bir işim çıktı kesmek zorunda kalıyorum..selamlar ile...
  25. SORU 1: Kur'ân Allah'tan gelseydi onda çelişkiler bulunmazdı, halbuki böyle değil, çelişkiler var. Başta Fâtiha sûresi olmak üzere birçok sûre ve âyette konuşan Allah değil, Peygamber veya başkalarıdır. Meselâ Fâtiha'da "Yalnız sana kulluk eder ve ancak senden yardım dileriz" deniyor, bunu Allah demeyeceğine göre Kur'ân da onun sözü değildir... SORU 2: Kur'ân'daki sayısal hatâlar: Kur'ân'da bol miktarda sayısal hatâlar da bulunmaktadır. Allah (varsa eğer), basit aritmetik işlemlerde bile hatâ yapamayacağına göre (Ne de olsa kâinatı yarattığına inanılıyor, yani bilgisi her konuda yüksek olmalı...), bu hatâları Kur'ân'ın yazarı olan ve hesap yapma kâbiliyeti olmayan Muhammed'in yaptığı anlaşılmaktadır: Cennet ve dünyayı yaratmak kaç gün aldı? A'raf/7:54. "Şüphesiz ki Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!" Yunus/10:3. "Şüphesiz ki Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istivâ eden Allah'tır. O'nun izni olmadan hiç kimse şefâatçi olamaz. İşte O Rabbiniz Allah'tır. O halde O'na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz!" Evet, yukarıdaki âyetlerin tümünde, yerin ve göğün altı günde yaratıldığı söyleniyor. Halbuki aşağıdaki âyetlerdeyse yer ve göğün sekiz günde yaratıldığı anlaşılıyor ki, bu âyetlerle yukarıdaki âyetler bir çelişki içindedir. Fussılet/41:9. "De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir." Fussılet/41:10. "O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti." Fussılet/41:12. "Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah'ın takdiridir." Hesap edelim: 2 gün (yer) + 4 (gıdaların oluşumu)+ 2 (gökler)= 8 gün (6 değil!) SORU 3: Muhammed'in ya hesabı zayıftı, ya da Kur'ân'ı yazdırırken daha önce ne söylediğini unutuyor ve böylece çelişkili âyetler oluşturuyordu. Kur'ân'daki miras hukukunda sayısal hatâlar: Kadınların cenaze namazı kılıp kılmaması konusunda bile büyük eksikliklere sahip olan Kur'ân'da, miras konularına nedense büyük yer ayrılmış ve bu konuda çok detaylı âyetlere yer verilmiştir. Aşağıdaki âyetler, "miras" hukuku ile ilgilidir. Bu âyetlere göre hesap yapıldığında, mirasçılarda, "sona kalan dona kalmakta"dır; çünkü mirasın payları toplandığında, toplam, mirastan "fazla" olmaktadır! Önce âyetlere bakalım... Nisâ/4:11, 12, 176... Varsayalım ki, bir adam öldü ve geride üç kız evlât, bir ana, bir baba ve eşini bıraktı. Yukarıdaki âyetlere göre miras paylaşımı şöyle olacaktır: Üç kız evlâda mirasın 2/3'ü, ana ve babanın her birine 1/6, karısına 1/8 kalacaktır. Bu durumda matematik yapalım: (2/3)+(1/6)+ (1/6)+ (1/8) = 1.125 bulunur! (1.0 olması gerekirdi!..) Yani miras paylaşıldığı zaman her bir mirasçının aldığının toplamı, mirastan fazla çıkmaktadır!.. Allah miras paylaşımında böyle büyük bir hesap hatâsı yapamayacağına göre, âyet Allah'a ait olamaz, Muhammed'e aittir... Hesap bilmeyen Muhammed'e... Bir diğer örnek verelim: Bir adam ölür ve geride anası, karısı ve iki kızkardeş kalır. Kur'ân'ın yukarıda verilen ilgili miras âyetlerine göre; anaya mirasın 1/3'ü, karısına mirasın 1/4'ü, iki kızkardeşe de toplam 2/3'ü kalacaktır. Hesap yapalım: (1/3)+(1/4)+(2/3) = 15/12 = 1.25!.. Burada da, miras paylaşılıyor, paylar toplanınca, mirastan daha büyük, %25 daha büyük çıkıyor!.. Allah -varsa eğer- bu kadar hesap bilmez olabilir mi? Bu yanlış paylaşım oranları ile dolu âyeti Allah gönderemeyeceğine göre, Muhammed kendisi yazmış olmaktadır... SORU 4: Allah'ın 1 günü 1000 yıl mı, 50.000 yıl mı? Kur'ân'daki bazı âyetlerde Allah'ın bir gününün kaç dünya yılına eşdeğer olduğu konusunda da çelişkiler bulunmaktadır: Hacc/22:47. "(Resûlüm!) Onlar senden azabın çabuk gelmesini istiyorlar. Allah va'dinden asla dönmez. Muhakkak ki, Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir." Secde/32:5. "Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar." Yukarıdaki âyetlerde Allah'ın bir gününün dünyanın 1000 yılına denk olduğu söyleniyor. Halbuki aşağıdaki âyette ise, Allah'ın bir gününün dünyanın 50.000 yılına denk olduğu ifade ediliyor: Meâric/70:4. "Melekler ve Rûh (Cebrail), oraya, miktarı (dünya senesi ile) elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar." Peki, bunlardan hangisi doğru? Bu birbiriyle çelişen âyetlere göre, Allah'ın bir günü, dünyanın 1000 yılına mı, 50.000 yılına mı eşdeğer? Bu hatâyı Allah yapmış olabilir mi, yoksa, Kur'ân'ı Muhammed mi yazdı? SORU 5: Kur'ân'daki çelişkilerden biri de, "cennet" sayısıdır. Bir tane mi cennet var, yoksa, birden çok mu cennet var? Muhammed Kur'ân'ı yazdırırken bu konuya pek dikkât etmemiş... Bazen tekil, bazen çoğul ifade kullanmış... Bu da, Kur'ân'ın, Allah'ın kelâmı değil, fakat Muhammed'in kelâmı olduğunu gösteriyor. Âyetlere bakalım: Zümer/39:73. "Rablerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler... Fussılet/41:30-32, Hadîd/57:21, Nâziât 79:40-41. Yukarıdaki âyetlerde "cennet" tekil olarak yazılmış... Yani bir "adet" cennet anlamında... Halbuki aşağıdaki âyetlerdeyse tam tersi yazılmış: Cennet değil, ama "cennetler"den sözedeliyor: Kehf/18:30-31. "İyi hareket edenin ecrini zâyî etmeyiz. Doğrusu, inanıp yararlı iş yapanlara, işte onlara, içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bilezikler takınırlar, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyerek tahtları üzerinde otururlar. Ne güzel bir mükâfat ve ne güzel yaslanacak yer!" Ayrıca bak. Hacc/22:23; Fâtır/35:33; Nebe'/78:31-34. Hangisine inanacaksınız? Kur'ân, Allah'ın -varsa eğer- kelâmı olsa idi, böyle yanlışlar yapar mıydı? Ama Muhammed'in kelâmı olunca, bu tip yanlışları yapmış Muhammed. SORU 6: Kur'ân'a göre dağlar depremleri önlemek için(miş)... Tüm dünyada zaman zaman depremler oluyor. Müslüman olmayan topraklar, Müslüman olan topraklar demeden, dünyanın belirli bölgelerinde depremler oluyor. 1999 yılının 17 Ağustos ve 12 Kasım günlerinde de Türkiye'de olan depremlerde onbinlerce kişi öldü, milyarlarca dolar maddî kayıp oluştu. Peki, niye deprem oldu? Muhammed'in Kur'ân'ında, deprem olmasın, insanlar sallanmasın diye, Allah'ın dağları yarattığı yazmıyor mu? Bu bilimsel (!) gerçeğe rağmen, niye deprem oluyor? Enbiyâ/21:31. "Yeryüzüne, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yerleştirdik; rahat gidebilsinler diye aralarında geniş yollar var ettik." Nahl/16:15-16. "Yeryüzünde, sarsılmayasınız diye, sabit dağlar, nehirler ve belki yolunuzu bulursunuz diye yollar ve işaretler meydana getirmiştir. Onlar yıldızlarla da yollarını bulurlar." Lokman/31:10. "Allah gökleri gördüğünüz gibi direksiz yaratmış, sizi sallar diye yeryüzüne sabit dağlar koymuş; orada her türlü canlıyı yaymıştır. Gökten su indirip orada her hoş çiftten yetiştirmişizdir." İrdeleyelim: 1) Allah, yarattığı dağlarda imalât hatâsı yapmıştır. Dağlar, yeterince ağır olmamıştır, onun için yerin sallanmasını önleyemiyor... Allah kendisine verilen işi iyi yapmıyor... (Tevbe, tevbe... Estağfirullah...) 2) Muhammed, palavra atmıştır... Her konuyu bilen (!), tüm zamanlara (!) hitabeden Kur'ân'ın Muhammed'in kelâmı olduğu bir kez daha anlaşılıyor... SORU 7: Yıldızlar neden yaratıldı? Kur'ân'a göre yıldızların neden yaratıldığı da, her zamanki "bilimsellik" (!) ile açıklanıyor. 1500 yıl öncesinin Bedevî'si belki kanardı ama 1998 yılının insanı için bir masaldan ibaret: Mülk/67:5; Sâffât/37/6; 37/7; 37/8-9. SORU 8: Hristiyanlar cennete gidebilir mi? Kur'ân'daki âyetlerden Bakara/2:62 ve Mâide/5:69'a göre "evet", gidebilirler. Ama yine Kur'ân âyetlerinden Mâide/5:72 ve Âl-i İmrân/3:85'e göre ise "hayır", gidemezler. Demek ki, bu konuda da Kur'ân'da çelişki vardır. SORU 9: Nuh'un ailesine "Tufan"da ne oldu? Nuh'un ailesinin tufanda başına gelenler, Kur'ân'ın ayrı âyetlerinde ayrı şekilde hikâye edilmektedir. Kur'ân'ın Enbiyâ/21:76 âyetine göre, Nuh'un ailesi kurtulur. Sâffât/37:77, soyunun devam ettiğini söyler. Halbuki âyet Hud/11: 42-43 ise Nuh'un oğlunun tufanda boğulduğunu söyler. Hangisine inanacaksınız? SORU 10: İnsan "ne"den yaratıldı? İnsan, "yaratıldı" ise, "ne"den yaratıldı? Önemli bir soru... İslâmcılar ile bilimciler farklı görüşteler... Bakalım, Kur'ân'da bu konuda neler yazıyor? Okuyunca aklınız karışacak, çünkü Kur'ân bu konuda farklı şeyler söylüyor. Diğer bazı konularda olduğu gibi, bunda da çelişkili ifadeler var. Ne kadar çok çeşitli maddeden yaratıldığını söylüyor insanın, Kur'ân... Bu kadar değişik ve akıl karıştıran ifadelerin, Allah'ın -varsa eğer- kelâmı olması mümkün mü? Yoksa Muhammed'in kelâmı mıdır? "Kan pıhtısı"ndan (96:1-2), "su"dan (21:30, 24:45; 25:54), "toprak"tan (15:26, 3:59, 30:20, 35:11), "hiç"ten (19:67, 52:35), "nutfe"den (16:4) ve de "meni"den (75:37). Vay canına ne çok çelişki varmış...Her ne ise, benim yüzümden hiçbir arkadaşın dinle arasına fesat girmesini istemem. Bu yüzden Hayrettin Karaman'ın yukardaki mirasla ilgili arkadaşın sorduğu soruya verdiği cevabı buraya alıntılayım ve çekileyim, dileyen arkadaşlar googledan hayrettin karaman'ın adını yazarak sitesine ulaşabilirler... inkârcıya göre miras âyetlerinde belirtilen paylar hesapsız belirtilmiştir, bu yüzden uygulamada miras paylardan az olabiliyor ve bir kısım (sona kalan) mirasçılar pay alamıyor; bunu da Allah yapmayacağına göre... Bu Amerika'yı yeniden keşfettiğini zanneden bilgisiz inkârcıya hemen bildireyim ki, ortaya koyduğu mesele İslâm'ın ilk devrinden beri bilinmektedir; maksat anlaşılmış, çözüm oluşturulmuş, buna göre uygulama yapılmış ve hiçbir mirasçı mahrûm bırakılmamıştır. "Payların mirastan fazla geldiği" ifade ve düşüncesi bilgisiz inkârcıya aittir, doğrusu ise payların, mirastan değil, hesap gereği olarak paydalar eşitlenince paydadan fazla olabildiğidir. Böyle bir "mirasçılar tablosu" karşımıza çıktığında çözüm, paylar toplamının payda olarak alınmasından ibarettir, çok eski zamanlardan beri bilinen bu hesaplama usûlüne "avl" denmektedir. Verilen birinci örneğe göre uygulama şöyle olacaktır: Paylar toplamı 27 olduğuna göre payda da 27'ye çıkarılacak, miras 24'e değil, 27'ye bölünecek ve her bir mirasçı, Kur'ân'da belirtilen payını, 27'de 16, 4, 4, 3 olarak (bu oranlarda) alacaktır. Belki sonradan aklına gelir veya birilerinin kitabında okur diye hemen söyleyelim: Bazen de payda, paylar toplamından fazla olabilir, bu duruma "reddiyye" denir, çözümü de artan payın, karı ve koca dışındaki mirasçılara yine âyetlerde bildirilen oranlarda paylaştırılması şeklindedir. Bu çözümler kısmen hadîslere, kısmen de ictihada dayanmaktadır. İslâm'ın kaynağı da yalnızca Kur'ân değil, aynı zamanda -ona aykırı olmayan, onun maksadını ve delâletini esas alan- sünnet ve ictihaddır. Yukardaki soruların cevapları da aynı yerde mevcut, hatırlatıyım dedim... ALINTI OLDUĞUNU DA AYRICA BELİRTEYİM. SANKİ BİLMİYORDUK DİYENLERE DE SELAM OLSUN..

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.