Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

SOCRAT

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    18
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Profil Bilgileri

  • Cinsiyet
    Erkek
  • Yer
    İstanbul
  • İlgi Alanları
    Hayata dair her şey

SOCRAT - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Doğmadan, gericilikten, din tacirlerinden, din kavgalarından, din savaşlarından, emperyalist savaşlardan, emparyalist sömürülerden, uzak ve barışatan, adaletten, özgürlükten, sevgiden, kardeşlikten, ahlaktan, bilgiden, insansevrelikten, saygıdan, özveriden, paylaşımdan, insanlar kadar hayvanlar kadar güzel bir dünya özleminden yana olan herşeye... Yaşamda herşey dini inanç değildir ve olamaz/olmamalı/olmlayacakta...
  2. Teşekkür ediyor sevgi ve saygılarımı sunuyorum sevgili Tengeriin boşig... Gerçekten herşeyi ile tartışılabilir bir konu olmasından ve performansınızı da takdire şayan buluyorum.. Konu ile ilgili son olarak şunları söyleyebiliriz belkide... Maalasef ahlak değerlerinin bozulup dağılmaya yüz tuttuğu ya da bozulup dağılma sürecine çoktan girmiş olduğu toplumlarda ahlakdışı amaçlarda bir araya gelen insanlar çok tehlikeli çıkar toplulukları oluştururmaktadırlar... Ve Türkiye de ki zemin son dönemlerde buna çok uygun yapıdadır.. Konuya gösterdiğiniz emek ve performans harika... Öğritirken öğrenen olmak ise işin en güzel tarafı... Sevgiyle kalın..
  3. Cumhuriyetiin nesi ağır geliyor size.. Ve onu yıkmak istemenizdeki sinsi emelin nedeni ne... Cumhuriyet yerine, Hümmetiyet mi getireceksiniz... Ben de size şunu söyleyeyim... Hadi getirin bakalım nasıl getireceksiniz.... İnanın bende merakla bekliyorum...
  4. Sanıyorum bana sordunuz... Çok iyi biliyorum ki.. Din dipsiz bir kuyudur.. Ve Şunuda çok iyi biliyorum ki dini politikaya alet edenler çıkarları uğruna ve dinin daha da radikalleşmeye gebe olduğudur... Dolayısıyla şeriat asla ülkemize gelmemeli.. Gelme tehlikesi karısında ki bugün o tehlikeyi az da olsa görüyorum... Hiç tasvip etmesemde... Kesinlikle Ordu'dur...
  5. Bunlar kimlerdir?.. Bunlar eşlerine başörtüsü yerine türban taktıranlardır... Bunlar Müslümanlığa yürekleriyle değil, mideleriyle bağlı olanlardır... Bunlar Evangelist Bush takımına biat ederek iktidar koltuğuna oturanlardır... Cumhuriyet tarihinde bunlar kadar üçkâğıtçı iktidar görülmedi!.. Allah Türkiye Cumhuriyeti'ni bu üçkâğıtçı sahte Müslümanlardan kurtarsın... Amin!..
  6. Ülkeyi cehaliye dönemine çevirme değilde nedir.... Bu ülkenin çapsız politikacılarından kurutulunmadıkça hiç biz zaman çağdaş, uygar ve modern toplum olma yolunu yakalayamayacaktır...
  7. AKP'nin kodaman takımı ne diyordu?.. "Hani bu düzen bozuktu... Bunun yerine hak bir düzen getirilecekti... Adalet, huzur, güven, haysiyet olacaktı... Heyhat heyhat heyhat... Böyle diyenlerin bir kısmı ellerine fırsat geçer geçmez bozuk dedikleri düzenin kemiklerine, menfaatlarına, rantlarına *****ler gibi saldırdılar. Gençliklerinde 'Bu düzen bozuktur' diye küçük dilleri görünecek şekilde avaz avaz bağıran nice ****** şimdi mücahitliği bıraktı, müteahhitlik yapıyor. Rant rant rant... Onların aklı fikri ranttadır. Dinleri paradır, kıbleleri karıdır o hâbislerin. Ya Rabbi, şu saf Müslümanlar ne korkunç tuzaklara, ne dipsiz uçurumlara düştüler. ................................ Meskenin en iyisi ve lüksü.. Yazlığın en iyisi ve lüksü... Giysilerin en iyisi... Yemeklerin en iyisi... Allah Allah!.. Peygamber bize böyle mi öğüt veriyor? ................................. Hani mensubu olmakla övündüğümüz İslam dini ve şeriatı haram yemeyi yasak etmişti? Şu sahtekârlar bunca serveti sâmânı malı mülkü nereden ve nasıl kazanmışlar? Kimi devleti soymuş, kimi eyidelebleri talan etmiş, kimisi de saf ve akılsız Müslümanları... Çatlayıncaya, patlayıncaya, tıksırıncaya kadar yemişler, şişmişler... .................................. Dinimiz haram yemeyi yasak kılmıştır... Dinimiz şüpheli şeylerden kaçınmayı öğütlemektedir... Dinimiz 'Helalin hesabı, haramın azabı vardır' demektedir... ******lar dilleriyle bunları söylerler, uygulamada ise tam tersini yaparlar..." Yukarıda italikle dizilmiş bölüm Mehmed Şevket Eygi 'nin dün Milli Gazete'de yayımlanan yazısından aktarılmıştır...
  8. Cevap nasıl ve ne yöntemlerle verileceğini bilemem ama... Bildiğim tek şey var... Bugün Ülkemizde bu iktidarın yapmaya çalıştığının çok iyi farkındayız... Yıpalan taktik, tamamıyle Humeyninin taktiğidir ve hedef te ayni hedeftir, Bu dersin alındığı yer de demokrasiyi kullanarak Humeyni zihniyetidir... Sonuç olarakparamparça bölünen, İnanılmaz çıkarların rol oynadığı Nurcu tarikatlarının zengin cemaat öncüleri, Maalesef ordu karşıtı rezilane planlarıyla da Türkiye’de İran benzeri bir molla cumhuriyeti kurmak istemektedir. Ülkemizin canı ve kalbi, Laik Cumhuriyet’in yılmaz ve son bekçisi TSK’nin, bu oyunlardan etkilenmemesi, yıpranmaması, hırpalanmaması için çok uyanık davranması gerekiyor... Yoksa çanların kimin için çaldığı bugünden görünmekte ve bu oyunu halk bilinci ve Atasına olan bağlılığı ile net cevabını verecektir...
  9. Eksiklik Bilinciyle Başlar Ahlak Çağımız insanı kendini hep alacaklı gibi görüyor, dolayısıyla hayattan devamlı şikâyet ediyor. Sanki hayat onun süt annesiymiş gibi, içinde bulunduğu hayat şartları ona sürekli bir şeyler vermek zorundaymış gibi. Bu yüzden onları almadığı zaman ne kadar şanssız, ne kadar kötü durumda bulunduğunu, bunların hepsine sahip komşusundan ise ne eksikliği olduğunu devamlı sorup duruyor. "Benim ne eksiğim vardı da ona verdin, bana vermedin" muhasebesini yapmaya çalışıyor da, haddini büyük ölçüde aşıyor. Oradadır işte ahlakın başladığı temel nokta: Kendi çaresizliğini anlamak. Fuzuli'nin bir mısraı son zamanlarda beni çok etkiliyor: "şinâ, râz-ı nihânın âşinâdan saklamaz". Sırra aşina olan, gizli sırrını aşinadan saklamaz. Sır, bu yazının bağlamı içinde, çaresizliğimiz, çare arayan çaresizliğimizdir. Şaşırtıcı bir saptamayla, çareli çaresizliğimiz, çaresiz çareliliğimizdir. "şinâ"lar arasında sırra aşinalık vardır. Çünkü gönülden gönüle o sır köprüsü her zaman kurulabilen bir şey. İşte, mana yaşamak budur. Çağımız insanı mânâ yaşayamıyor. Çıkarları yaşıyor, çağımız insanı imajları, görüntüleri yaşıyor. Hep yüzeyde, hep makyajlı, bir maskeyi, bir örtüyü yaşıyor sürekli olarak... Görünüşün altındaki derinlikleri anlamaktan yoksun. Anlamak özgür insanların bir başarısı. Peki nedir özgürlük? Özgürlük, başıboşluk demek değildir. Bağlanma, çok temel bir insan ihtiyacıdır. İnsan bağlanarak, itimat ederek, güvenerek, bir topluluğa ait olarak özgür olur. Bir başına özgür olamaz. Onun için de bir başına ahlaklı olamaz. İnsanın kendisi kendisine yetmez. İnsan, birçok düşünürün de felsefede söylediği gibi, eksiklikler varlığıdır. İnsan nakıstır, noksandır, eksiktir, âcizdir. İnsan yavrusunun ne kadar büyük zorluklarla yetiştiğini bir düşünün. Birçok şeyi bilmek istiyoruz, aklımız ermiyor. Bildikçe bilinecek şeyler ortaya çıkıyor. O bakımdan, gerçekten eksiğiz. Ama en büyük eksikliğimiz nedir? Eksikliğimizi bilmemektir. İşte, ahlak buradan başlıyor. Eksikliğini ve aczini bilemeyen birinin ahlaklı olma şansı baştan kayboluyor, çünkü kendini bir şey zannediyor, çünkü her şeye gücü yetebileceğini düşünüyor ve dünyayı ele geçirmeye çalışıyor, zulmetmeye başlıyor. Çağımızda bunun örneklerini gördük. Onun için, bir mürşide bağlanmak, özgürlüğümüzü elimizden almaz. Özgürlük, bağlanmadan geçer. Mürşit, irşat eden, yol gösterendir. Bilim mürşidimizdir. Bilge insanlar arasından kendisinden öğrenmeye değer bulduklarımız mürşidimizdir. Onların gösterdiği yolda, kendi özerk, özgür çabalarımızla yürümeye çalışırız. Bu yolculuk çetindir, nice zorluklarla doludur. Bu yoldaki gelişmemiz, bilgi olarak, ahlak olarak aşama aşamadır, insanı kâmil aşaması bir çırpıda varılacak bir aşama değildir. Biliyorsunuz, bizim geleneğimizde, örneğin tasavvufta, önce nefsi emmâre, emir veren, buyuran nefs yenilmeli, ardından ulaşılan, levm eden kınayan, aşağılayan nefsi, nefs-i levvâmeyi aşmak gerekiyor; onun da ardından nefs-i mülhime, esin veren nefsi izleyerek, nefs-i mutmain'e, gönül huzuruna erişmiş nefse ulaşırız, bu aşamaları aştıkça özgürlük kapısı önümüzde açılır. Bilgi ve insan olarak gelişme çabamızda kılavuzluğa ihtiyacımız vardır. Bir kılavuza bağlanmak, kılavuzu anlayarak, zamanı geldikçe onu eleştirmek, ondan farklı düşünüyor olmak, ona isyan etmek de insan olma çabalarından biri olabilir. Birtakım ilkelere bağlanmak, geleneğimize sahip çıkmak, hiçbir zaman özgürlük kaybı değildir. Özgür olmak çileyle, özgür olmak emekle, özgür olmak çok çalışmakla elde edilen bir şeydir. Örneğin, evi terk ederek gönlündeki prensi bilinçsizce arayan bir genç kız özgür olduğunu sanabilir ama, biliyorsunuz davulcu ve zurnacı onu beklemektedir. Özgürlük bu kadar kolay bir iş değildir. Müthiş bir bilgi, donanım, emek ister insandan. Ahlaklı olmak da öyle.
  10. Şeriat mı gelsin, ordu mu? Mahalli bir spor kulübünün, kendilerini üç büyüklerden birine hazırlayan yöneticileri olduklarını tahmin ediyorum. Öğlen rakısı içiyorlardı Boğaz'da. Alçakgönüllü, küçük bir Anadolu yakası meyhanesinde. Rakı bitmişti de güveçte helvalarını ekmekle sıyıra sıyıra yiyorlardı. Hava güneşliydi. Deniz kıyısına atılmış masalardan birindeydiler. Velhasıl keyifleri yerindeydi yani. En azından öyle olması beklenirdi. Ve fakat seçimler yaklaşıyordu ve Türkiye o öğlen de "kritik bir süreçten" geçiyordu. Bu sebeple "siyaset" konuşuyorlardı. Olayları "ortaya koyuyor", süreci "tahlil" ediyorlardı. CHP'ye yakın oldukları da belliydi. Masanın en ateşli iki kahramanı arasındaki muhabbet aynen şöyleydi: - Ben, şimdi sorsalar "Ordu mu, şeriat mı?" diye, nerden baksan orduyu tercih ederim yani. - Kardeşim bu memlekete şeriat gelmez ki. Gelebilemez. - Nerden biliyorsun? - Yahu bu memlekette Ermeni kültürü var, Rum kültürü var, Batı kültürü var. Gelmez şeriat. - Yüzeysel bakıyorsun olaya. - Arkadaş, bu memleket Osmanlı'da bile şeriatla yönetilmemiş, şimdi mi yönetilecek! - Yüzeyselsin. Geliyorlar işte. Ordu da geliyor ama. - Yahu arkadaş, sen nasıl orduyu istersin? - İstiyoruz demedik ki, birini seçmek zorunda kalsak ben ordu gelsin isterim. - Gelmez diyorum ben sana şeriat, o kadar işte. Demokrasi bir 'kokteyl' midir? Bu, son derece "derin" tahliller masası muhtemelen bugünlerde birçok yerde kuruluyor. Muhtemelen aynı derinlikte, ikiden seçmeli memleket vizyonları ortaya koyuluyor. Üçüncü bir seçenek yokmuş gibi, olamazmış gibi net ve kesin bir inançla insanlar helvalarını sıyıra sıyıra yiyor. Neden böyle peki? Üçüncü ve en doğru seçenek elbette laik, sosyal adalete dayanan bir demokrasi. Ve fakat demokrasi denen icat bizim memlekette halk masalarında istenebilecek kadar "avam" değil, daha "elit" bir durum. Tarihsel nedenleri var muhakkak. Ama bir nedeni de bugün demokrasinin algılanma biçimi. Demokrasi, Türkiye'nin batısında, büyük şehirlerde aydınların gittiği kokteyllerde konuşulan, o aydın bildirilerine ezberden okunan bir dua ismi gibi giren bir "şey". Demokrasi denince bugün Türkiye "ifade özgürlüğünü" anlıyor sadece. İnsan hakları denince de sadece ifade özgürlüğü anlaşılıyor. Oysa insan hakları dediniz mi ekonomik ve sosyal haklar da var. Aç kalmama hakkı, sağlık ve eğitim hakkı yani... Açların demokrasisi Aydınlar nicedir "eski solcu" durumuna düşmemek için bu sosyal ve ekonomik haklardan söz etmiyor. Düz söylersek, açlıktan, yoksulluktan söz edilmiyor insan hakları ve demokrasi çerçevesinde. Böyle olunca da demokrasi ve insan hakları sadece "tokların" ilgileneceği haklar haline geliyor. Memleketin Doğu'sunda ise demokrasi ve insan hakları geniş kitlelerce Kürt meselesinin gündeme taşınması için bir "araç" olarak görülüyor. Üstelik, en yoksul bölge olarak ekonomik ve sosyal haklar meselesi en çok orada gündeme gelmesi gerekirken. Ordu 'teminat' oldu mu? Kaldı ki o masalara ezberlettirilen ders gereği "ordu laikliğin teminatı", şeriat tehlikesine karşı tek güçlü kale. Oysa öyle mi diye kimse durup düşünmüyor. Zorunlu din derslerinin bu ülkeye darbeyle birlikte geldiğini bilmek, hatırlamak bile yeterliyken nasılsa bu "teminat ezberi" bir türlü bozulamıyor. Yapılacak bir tek şey var: Demokrasinin en çok yoksullara gereken bir şey olduğunu anlatmaya başlamak. İnsan hakları denen şeyin yoksul çocukların, zengin çocukları gibi yiyebilmesini, okuyabilmesini sağlamak için icat edilmiş bir şey olduğunu söylemek. Böylece bu memleketin yoksullarının, İslamcı örgütlenmelerin yardımlarıyla "kullaştırılmaktan" kurtulmaları, şeriat korkusuyla "darbe sevici" olmaları engellenebilir. Kaynak: http://www.milliyet.com.tr/2007/04/06/yazar/temelkuran.html
  11. Mesaj, çaba ve emek için... :clover:
  12. SOCRAT

    Tarikatçı AKP Hükümeti ...!

    Paylaşım için teşekkürler sevgili Seyrekler... Biliyorduk fakat bu kadar hayrıntılı değil... Sevgiler...
  13. Hayrıca bu mükemel bir film için şu bilgiler de verilebilir... Kesinlikle Paris’te aşk her yerdedir: Barlarda, kafelerde, Eyfel Kulesi’nin altında, metroda hep aşk vardır denir ve bu doğrudur… Film olarak “Paris, Seni Seviyorum” Paris’i, dünyanın en çok alkışlanan film yönetmenlerinin gözüyle perdeye yansıtmış bulunmaktadır... Ve bu kökklu, tarihsel ve mistik yaşamı bugün bizlerin önüne bağımsız, özgü, ve yaratıcı bir şekliyle sunanlara ve filmde emeği gecenlere yürekten teşekkürler... Hayrıca Film için çok sayıda uluslararası yönetmenden Paris’te geçen romantik bir hikaye anlatmaları istenmiş. Bu projeye katılan tüm yönetmenler Paris’in zengin sinematografik tarihine rağmen geriye bakmaktansa, Paris’i bugünkü haliyle, beyaz perdeye hiç taşınmamış yönleriyle aktarmayı yeğlemişler. Kısacası ve herşeyi ile “Paris, Seni Seviyorum” farklı sosyal sınıflar, kuşaklar, kültürler ve atmosferlerin karışımı. Her yönetmenin kentin çeşitli yerlerinde geçen farklı yaşam kesitleri sunduğu, sevinç, ayrılık, beklenmedik garip rastlantılar ve her şeyden çok aşka dair hikayelerden oluşan bir film.
  14. Lütfen yanlış anlaşılmasın sevgili naturals... Aynı düşüncelere yürekten katıldığımı ve bu bilince bu forumda aç kaldığımızı ifade etmeye çalıştım.. Saygılarımla..
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.