Dogrucudavut tarafından postalanan herşey
-
ORDU'NUN "HACI" VALISININ ILGINC UYGULAMASI
Taraftara selam slogana devam. Hala anlamamazlıktan gelmenin anlamı nedir acaba ? Ben de Vali ikisini de yapamaz diyorum zaten. İki görüşün de bağlayacağı insanların olması doğaldır. Herkes dinsiz olmak zorunda değildir. Laiklik dinsizlik değildir. Kişinin kendisini ilgilendirmeyen konularda fikir belirtmesi de abesle iştigaldir.
-
"UYGUR KATLİAMI" YALANI
Ufuk efe arkadaşımızın alıntıladığı röportajı aratıp okumuş olsaydın, ilk bölümününde Gudrun Wacker'ın, olayların güney Çin Kanton'undaki bir fabrikada 2 Uygur'un öldürülmesi ile başladığını söylediğini de görürdün. Uygurlar'ın Çin'de baskı altında olduğu ve yoğun asimilasyona tabii tutulduğu gerçeğini, bu olayın doğru dürüst çarpıtılmadan yayınlanması değiştiremez. Bu haberin çarpıtılmasının hiçbir faydası olmadığı gibi hem Uygur'lara hem de Çin'lilere hem de Türkiye'ye zararı büyük olur.
-
ORDU'NUN "HACI" VALISININ ILGINC UYGULAMASI
Ben de hayret ediyorum ki Türkçe yazılanları anlayamayanlar kendi kafalarından hayallerle garip tavırlar alabiliyorlar. Ben Mülki amirler böyle kararlar almalıdır, iyidir demişmiyim bir. Camiye ait tuvaletin laik bir alan olduğunu iddia etmek de komik olmuş iki. Turist gelecek diye şadırvanları da kaldıralım o zaman. Ayrıca, pisuvarın dine aykırı olduğu görüşü hurafedir, yobazlıktır, yorum falan değildir. Galeyana gelip slogan atmanın yeri burası değildir. Tartışmak demek karşı fikir savunanları suçlamak, atışmak demek değildir. Söylenilen şeyi çürütebilen çürütür. Çürütemeyen susar oturur.
-
İslamda kölelik ve cariyelik
Ben de birinci ve ikinci olarak, tek tek ayet yorumlarından bahsetmiyorum zaten. Yazdığımı ön yargı ile değil de doğru anlarsan, Kuranın o güne ait hükümlerinin genelleştirilemeyeceğini o çağı bağladığını anlatıyorum. Bunu genelleştirenlerin Emeviler olduğunu söylüyorum ve bununla ilgili yorumları kastediyorum.
-
İslamda kölelik ve cariyelik
Kuran’daki, tarihi bir takım anlatımları hüküm kabul edip, genelleştirerek tüm zamanlara yayma modası Emevi’lerle başlamış, İslam dini, bir Arap emperyalizmi biçimine dönmüştür. Bu nedenle, Farabi, İbn-i Sina gibi Müslüman bilginlerin aklı öne çıkaran dönemi, Kuran’ı motomot anlama ve hüküm çıkartmalar yüzünden sona ermiştir.Bu anlayışa bakıp da İslam’ı eleştirmek yanlıştır. Kuranı özüne uygun olarak yorumlayanlar da vardır. Tarihte, Kur’anın yanlış yorumlanmasından dolayı bir Arap emperyalizmi ve yayılmacılığı dönemi olmuştur.Ancak, buna tepki olarak Haçlı seferlerinden itibaren, Hristiyan batının, Müslüman ülkelere karşı sistemli bir hareketi de gerçektir. Bunların uzantıları da günümüze kadar gelmiştir. Papa’nın açıklamaları da bu nefretin devam ettiğini gösterir. BOP,ılımlı İslam, Medeniyetler İttifakı, Papa’nın ziyareti hep bu bağlamda düşünülmelidir. BOP projesi, Ilımlı İslam, uluslararası şirketler kapitalizminin güdümündeki batı emperyalizminin, kökünde şiddeti barındırdığını ve teşvik ettiğini düşündüğü İslam dinini ehlileştirmek ve kontrol altına almak çabasıdır. Bu bağlamda hem katı Hristiyanların hem de emperyalistlerin çıkarı örtüşür. İkincil bir proje de, insan haklarından haberi olan, eğitimli Müslümanların, Mezhepçi yorumlardaki çelişkiler ile köşeye sıkıştırılıp İslam’ın tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Bu propaganda ile diğer Müslüman ülkelerdeki gelişebilecek muhalefetin önü alınarak, Irak işgalinin, Filistin işgalinin sorumlusu olarak Müslümanlar ve İslam dini gösterilmek istenmektedir. Amaç, '' Müslümanlık zaten budur '', '' İnsan layık olduğu biçimde yaşar, pis Müslümanlar bunu hak ediyor zaten '' görüşünü yaymaktır. Bu da, temelde, Ortadoğu halklarının ırklarını dinsel kimlikle yapışık gören, kültürel ve ırksal anlamda kendilerini üstün gören batı ırkçılığının söylemi ile aynıdır. Çözüm, Müslümanların skolastik düşünceden kurtulmaları, Kuranın özüne dönmeleri ve emperyalizm gerçeğini görmeleri ile olacaktır. Yani, Radikal Mezhepçi İslama da, Ilımlı İslama da karşı çıkmaları, Kuran’ın özüne dönmeleri gerekmektedir.
-
"UYGUR KATLİAMI" YALANI
Medya’nın bu çarpıtmasındaki amaç, etnik milliyetçilik veya dini hassasiyetler üzerinden raiting artırmaktır yani para kazanmaktır. Etnik milliyetçilik ve din, emperyalizmin kullandığı araçlar olmaya ne kadar müsaitse, raiting için de o kadar müsaittir. Çünkü, ikisinin de ortak paydası veya çıktığı kapı, maddi menfaattir.
-
İşçimiz Avrupalı İşçiden Yüzde 50 Fazla Çalışıyor
Ters düştüğümüz konuda cevap vermiştim zaten : Konuyu CHP’ye getiren ben değilim. Cümleme; cevabını veren sizsiniz. Bakın yine CHP’yi bu başlıkta tartışmaya devam ediyorsunuz. Hem bana hak verip; diyorsunuz, hem de ısrarla tartışmayı burada sürdürüyorsunuz. Oysa, ben bu konuyu tartışmak için size adres gösterdim. Şimdi neden ısrarla ne söyleyecekseniz orada söylemiyorsunuz ? Hem kendi açtığınız başlığa link te verdim size tartışmayı orada yapalım diye, hem de bu konuyu takip eden varsa o linke gidip tartışmanın devamını da takip edebilsin diye… Atatürk’ün dedikleri bellidir, yaptıkları ortadadır. Bunların ortadan kaldırılmasına karşı çıkmak '' Atatürk'ü kendisine kalkan yapmak '' değildir. Siz de Atatürk’ün yaptıklarını onaylıyor ve doğru görüyorsanız, onun yaptıklarını, eserlerini, getirdiği sistemi yıkmaya çalışanlara karşı koymanız '' Atatürk'ü kendinize kalkan yapmanız '' anlamına gelmez. Bir de, CHP’nin tutmayan dünkü ve bugünkü söylemlerine bir örnek rica edeyim. Ezber cümleler yerine daha somut şeyler ortaya koymalısınız sağlıklı bir tartışma için. Başında bundan bahsetmeye çalıştım ama siz konuyu önce CHP’ye sonra da Kürtlere getirdiniz. Konu dağıldı. Evet CHP üyesi yani CHP’li değilim. Ama CHP’ye oy verdim ve eleştirdiğim yönleri de olsa siyasi duruşunu doğru buluyorum ve doğru bulduğum için doğal olarak savunurum. Bunun size garip gelmesi garip yani.
-
ŞU BEYAZ TÜRKLER
Neden Cumhuriyet Senatosundan bahsediyorum daha iyi anlaşılsın diye buraya bir alıntı yapıyorum : Demokrat partinin izlemiş olduğu ekonomik siyaset 1957 seçimlerine doğru otoritesinin iyice sarsılmasına neden olmuştur. Bu arada kurulan tahkikat komisyonu meclis üzerinde bir varlık olarak belirince DP asker ve üniversite örgenci arasında hem gücünü hem de sansını kaybetmeye başlamıştır. Nitekim 28 Nisan 1960 tarihinde çıkan örgenci olayları da tahkikat komisyonu kanunu pretosto etmek maksadıyla ortaya çıkmıştır. Bu olayları ötekilerin takip etmesi sonucu Türk Silahlı Kuvvetleri harekete geçmiş ve 27 Mayıs 1960 sabahı kansız bir ihtilal sonucu demokrat parti iktidarına son vermiştir. Ayrıca parti kurucuları yöneticiler ve bakanlar gözaltına alınmıştır. Demokrat partinin ileri gelenleri anayasa dışı çalıştıkları gerekçesiyle mahkûm edilmişler ve Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan ise idam edilmiştir. 27 Mayıs ihtilali ile ülke yönetimine el koyan askerî güç, yeni bir anayasa yapmak için "Kurucu Meclis" oluşturdu. Bir yıl içinde hazırlanan yeni anayasa, 9 Temmuz 1961'de halkoyuna sunuldu. Seçmenlerin yüzde 81'inin katıldığı oylamada, yeni anayasa yüzde 61,5 "Evet" oyu ile kabul edildi. Böylece Türk tarihinde, ilk kez bir kurucu meclis anayasa hazırlamış ve bu anayasa halkoyu ile kabul edilmişti.1961 Anayasası uzun ve ayrıntılı bir metindi. Önemli yenilikler getiriyordu. Millet egemenliğinin "yetkili organlar eliyle kullanılacağı" hükmü ile ılımlı bir kuvvetler ayrılığı prensibi yer aldı. Yasama ve denetim yetkisi TBMM; yürütme Meclisin içinden çıkmakla birlikte ayrı bir organ olarak Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu; yargı yetkisi ise bağımsız mahkemelerce yerine getirilecekti. Önemli değişikliklerden biri de, TBMM'nin "Millet Meclisi" ve "Cumhuriyet Senatosu"ndan oluşan "çift meclisli" bir yapıdan kurulması idi. Ayrıca, yasaların Anayasaya aykırı olup olmadığını tespit etmek üzere "Anayasa Mahkemesi" kurularak, yargısal denetime ağırlık verildi. Temel hak ve özgürlükler, o güne kadar hiç bir Türk anayasasında görülmemiş biçimde ayrıntılı olarak düzenleniyordu. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmalarına da sınırlar konuluyordu. Anayasa ayrıca Devlete pek çok sosyal ödevler yüklüyordu. 1961 Anayasası, 1971 yılındaki değişiklikleriyle birlikte 1980'de yapılan ikinci bir askerî darbeye kadar yürürlükte kaldı.
-
"UYGUR KATLİAMI" YALANI
Sayın Yakışıklı, ilgilenin diye yazmadım zaten. ABD planı temsilciliğinin tüm medyaya genelleştirilemeyeceğini göstermek için bir örnek verdim sadece. Evet bunu da unutmamak gerekir ki, bu hem Uygurları Çin içerisinde zor durumda bırakabilecek hem de Çinlilerin dış ülkelerde zor durumlarda kalmasına neden olabilecek bir yaklaşım.
-
SEHIT ANNELERIM-BARIS ANNELERIM
- "UYGUR KATLİAMI" YALANI
Bu olay için evet hepsi aynı şekilde konuya yaklaşıyor. Ama Cryano'nun gösterdiği gibi Doğu Perinçek ve bir kaç marjinal kanal bunu yapmıyor. Etnik çatışma yaratmak, bu yolla Çin'in soğuk savaş sonrası ABD desteğiyle büyüttüğü ekonomisini frenlemek hem de Türkiye ile yakınlaşıp yeni ticari anlaşmalar yapacağı bir dönemde bunu engellemek. Üstelik netice itibariyle, ÇİN bu olayları bahane edip, Uygurlar üzerindeki baskısını artıracaktır.- "UYGUR KATLİAMI" YALANI
Yani çok ta bu şekilde genellemek de yanlış olur sayın Yakışıklı, ama buradaki bana göre esas tuhaflık, ABD planının Türkiye temsilcisi yandaş medya yerine bu görevi ona karşı olan Kanal D'nin üstlenmiş olması bu olay için. Benim anlamadığım olay budur.- "UYGUR KATLİAMI" YALANI
Şimdi bu tartışmada, kimse Uygurlara yıllardır yapılan baskı ve asimilasyonu haklı göstermek için bir yorum yapmamış ya da baskı ve asimilasyon yapılmadığını söylememiş. Benim anladığım Cyrano'nun bu başlığı açmış olmasındaki amaç ve üstünde durduğu nokta, bu spesifik olayın, lanse edildiğinin aksine bir durum içerdiği ve bunun ABD planı olduğu. Ve bizim medyanın da ABD'nin kendi çıkarları için yaptığı bu manüpülasyona uyanamamaları ve bu plana alet olmaları... Yani, Uygur kardeşlerimizin baskıya uğramasına karşı olmak başka bir şeydir, çarpıtılmış yalan haberlerle ABD'nin çıkarlarına uygun olarak hatta Türkiye'nin ve Uygur'ların çıkarlarına aykırı şekilde galeyana gelip davranmak başka bir şeydir.- "İmam hatipler kapatılmalı"
Dostum aynı şey felsefe bölümleri için de geçerli değil mi? Felsefe bilim mi sence ? Yani ben İlahiyat bilimdir dememiştim zaten. Felsefede de ön kabul vardır dinde de. Evet, hem genel olarak felsefede hem de din felsefesinde yeni bir görüş/tez getirmek için yöntem anlamında akıl yürütmenin, mantığın kullanılması, araştırma yöntemi olarak tarihi belgelerin değerlendirilmesinin kullanılması, o görüşün/tezin akademik değeri olması bakımından akademik bir ünvanı gerektirir. Bu o dalda yapılan çalışmanın düzeyi ile ilgilidir. Yapılan çalışmanın deneye veya bulgulara dayanıp dayanması yada ön kabulün yapılıp yapılmaması ya da matematiğin kullanılıp kulanılmaması değil ölçüt bu ünvanın verilmesi için.- Kenan Evren Yoğun Bakımda
Derin Devlet, ülke çıkarlarını savunmak için olabilir. Ama bizdeki '' Derin Devlet '', Nato'nun ABD çıkarlarını savunmak için oluşturduğu bir yapı olan Gladyo/Kontrgerilladır. O nedenle bizdekinin adı Derin Devlet '' olamaz ''.- İşçimiz Avrupalı İşçiden Yüzde 50 Fazla Çalışıyor
Cevapsız kalan sorularımı görmek için önce o linke tıklamalısınız. dedikten sonra CHP'yi linkini verdiğim kendi açtığınız başlıkta tartışmaya karar verdiğinizi zannetmiştim. Buyurun orada tartışalım, o başlıkta sorularıma cevap vererek tartışmamızı sürdürebilirsiniz, eğer hala tartışmak istiyorsanız tabii.- İşçimiz Avrupalı İşçiden Yüzde 50 Fazla Çalışıyor
O paragrafta söylediklerime karşı görüş belirtmediğinize göre söylediklerimi doğru bulduğunuzu kabul ediyorum.- ORDU'NUN "HACI" VALISININ ILGINC UYGULAMASI
Camilerde dini düzenlemelerin laikliğe aykırılığı olamaz. Çünkü, orası Müslüman mabedidir, elbette dini düzenlemeler olacaktır. Bunun tuhaflığı sadece ayakta iş görmenin dine aykırı olduğu hurafesinin baz alınmasındadır. Hatta, bunu da Protat büyümesinin sebebi olarak gösterip bilimsel temele oturtmak isteyen aklı evveller de vardır.- ORDU'NUN "HACI" VALISININ ILGINC UYGULAMASI
Pisuvarların kaldırılmsının '' temizlik '' ile alakası yoktur. Pisuvarın itikadımıza tersliğinin bulunmadığı gibi. Vali'ye gelirsek, Vali'nin hacca gitmesinde sorun yoktur. Ama görevi sırasında, astlarının ve üstlerinin bilgisi dahilinde olmadan hacca gitmesinde sorun '' vardır ''. Çünkü, laik devlette, dini vecibelere göre mesai saati değiştirilemez.- "İmam hatipler kapatılmalı"
Dostum bu doğru belirlemelere bir kaç ekleme yapmak istiyorum, mesela Yaşar Nuri Öztürk, Trabzon İmam Hatip'e girdiği 60'lı yılların imam hatibinin bugünün ilahiyat fakültelerinden bile ileri olduğunu söylemiş : "Ama bozdular. 1970'te Erbakan geldi ve dedi ki, 'Bilgili olmanız hüner değil, bilgi şeytanda da vardı. Önemli olan dava adamı olmaktır'. Hepsini piyon haline getirdi ve yozlaşma böyle başladı. Din kahvehanelere düştü. Tarih boyunca kutsallığın sembolü olan 'Allahüekber', siyasi rakiplere küfür için kullanılır oldu. Eğer siyasi islamın eli musallat olmasaydı, o imam hatip okulları ülkenin ufkunu aydınlatacaktı. Bugün çektiğimiz acıların hiçbirini yaşamayacaktık. İmam Hatipleri mahveden Erbakan'ın zihniyetidir." Bunu da şöyle yazsak sanırım daha doğru olur. Bir fizikçi eğer elindeki argümanlar bunu gösteriyorsa "Herşeyi yoktan var olmuştur" '' der ''. Ama "Herşey yoktan Allah var etmiştir" '' diyemez ''.Derse bu sadece kişisel inancı olur. Bilimi bağlamaz. Ülkemizde İlahiyat yada Teoloji'nin yanlış olarak dilimize '' Din Bilimi '' olarak çevrilmesinden kaynaklanan bir yanlış algılama var. Teoloji aslında Din felsefesidir. Din felsefesi, Felsefenin bir dalıdır. Nasıl ki, herhangi bir felsefe dalında akademik ünvan olabiliyorsa, İlahiyat fakültesi öğretim üyelerinin da bu ünvanları alabilmesinde sıkıntı yoktur. Bu bütün dünyada böyledir. Bunlara '' Bilim İnsanı '' değil, '' felsefeci '' denmesi gerekir.- Kenan Evren Yoğun Bakımda
Evren'e darbe imkani veren ABD'dir. Çünkü, o kaos ortamını yaratan NATO'nun kurdurduğu Gladyo/Kontrgerilladır. O dönemde her yerde sıkı yönetim vardı zaten. Neden bitmedi olaylar ? Oysa, 12 Eylül sabahı herşey bıçak gibi kesilmiş, ortalık durulmuştu.'' Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz '' diyen Demirel'i, Gladyo tarafından kulanılan Ülkücüleri sokağa salan Alparslan Türkeş'i, '' kadayıfın altının kızarmasını '' bekleyen Erbakan'ı tabii ki eleştirdik, eleştiriyoruz. Geçmişte, Nato’ya girişimizden itibaren, derin devleti oluşturan Gladyo yada Kontrgerilla denen yapının, Türkiye’de içi boşaltılmış bir Atatürkçülük adı altında, Sovyetlerin yayılmacılığı ve Komünizm tehlikesi bahane edilerek, soğuk savaş döneminde, hükümetlerin ABD çıkarlarına aykırı politikalar geliştirmesine mani olacak şekilde karışıklıklar çıkardığı ve bu yolla darbelere zemin hazırladığı biliniyor. Gladyo denen bu yapı, soğuk savaş sonrasında yani Komünizm tehlikesi bittikten sonra da, yine hükümetlerin ABD çıkarlarına aykırı politikalar geliştirmesine mani olacak şekilde etkisini sürdürmüştür. Ülkemizde, eğitimsizlikten dolayı kolayca kışkırtılıp galeyana getirilebilecek vatandaşlarımızın olması, soğuk savaş sırasında ülkücü-komünist, sonrasında ise, dindar-laik, Sünni Alevi, Kürt-Türk gibi çatışmaların, kutuplaşmaların manipüle edilmesini kolaylaştırmıştır. Yani, tıpkı, Çorum, Maraş katliamları gibi, Sivas ve Başbağlar olayları da bu bağlamda ele alınabilir. Bu noktada, tüm bu katliamların sonrasındaki siyasi gelişmeleri incelersek, 1978 genel şeçimlerinde % 41.4'lük oy oranıyla iktidara gelen CHP’nin, Çorum ve Maraş olaylarından sonra 1979 ara seçimlerinde % 29.1'e düştüğünü görürüz. Aynı şekilde, 1989 yerel seçimlerinde % 28,67 oy oranını tutturan ve 1991 genel seçimlerinde % 20,75 oy oranı ile 3.parti olup, DYP ile koalisyon hükümeti kuran SHP’nin oy oranı, 93’deki Sivas olaylarıyla birlikte düşüşe geçip, 1994 yerel seçimlerinde % 13,53’e düşmüştü. 1974 Kıbrıs çıkarması ve yürüttüğü sol siyaset ile gördüğü toplumsal desteğe karşın ABD ambargosu ile karşılaşan CHP hükümetinin, 1978’de yükselen sol muhalefeti ve ABD karşıtlığı, 1990’ların başında hükümet ortağı SHP’nin hazırladığı Kürt raporu ve Nato’ya mesafeli siyaseti bu olayların çıkartılmasının ana sebebidir. Bugün de Türkiye’de büyük oyunlar oynamakta ve Gladyo’nun geçmişte tertiplediği olaylar ve Sivas katliamı, Hırant Din cinayeti, Malatya, Trabzon cinayetleri gibi katliam ve cinayetler, Ergenekon denilen bir örgütün üzerine yıkılmaya çalışılmakta ve böylece ABD tarafından bir dönüşüm amaçlanmaktadır. ABD’nin değişen Ortadoğu politikası nedeniyle, Türkiye’de amaçladığı bu dönüşümde, AKP, savcıları ve yandaş medyası, ABD emperyalizminin örtüşen çıkarları gereği kolayca kullanabildiği araçlardır. Yani, geçmişteki, Gladyo’nun yerini bugün Fethullahçı Gladyo tabir edilen birimler almıştır. Bu dönüşümü daha iyi anlamak için Ergenekon dava sürecini incelemek gerekir. Bu davanın iddianamesinin konusu '' AKP hükümetini demokratik olmayan yollarla düşürülmesine zemin hazırlamak '' iken, yani önce bir kısım marjinal düşünen unsurlardan ibaret olduğu düşünülerek varlığı iddia edilen bir örgütün, sonrasında faili mechuller ile JİTEM’le ilişkilendirilip Jandarmaya genişletilmesi, sonraki dalgalarda ise, Genel Kurmay başkanlarını da gündeme getirerek tüm orduya yayılmak istenmesi söz konusudur. Yandaş medyanın alt yapısını hazırlaması akabinde gerçekleşen tutuklamalar amacı net ortaya koymaktadır. Yine, yandaş medya bir sonraki adımın sinyalllerini, Ergenekon’u ve Ordu’yu CHP ile ilişkilendiren yazılar ile vermeye başlamıştır. Oluştulmaya çalışılan düşünce, CHP’nin, Cumhuriyetin kuruluşundan beri Ergenekon yapısı ile ilişkide olduğu ve bu tip katliamları darbeleri meşrulaştırmak için kullandığıdır. Bu propogandanın nedeni de, Gladyo’nun yeniden yapılanmasıdır.- Cami ve minarelerde hoparlörlerin kullanılması
Türkçe Ezan-Dr.Seçil Akgün Konuştuğunu, duyduğunu, okuduğunu anlayabilmek, insanoğlunun en doğal ihtiyacı olmuştur. Bunların yanısıra, duasının da anlayabileceği dilde, kendi dilinde olmasını ister. Tapınma, herne kadar kişisel bie işlemse de, memleketimizde büyük bir çoğunluğun Müslüman olması nedeniyle, İslam dini gereği olan beş vakit namaza çağrı, yüksek sesle, cami hoparlörlerinden yapılmaktadır. Türkçemizin öz benliğine kavuşması için sürekli çabaların gösterildiği bu dönemde camilerden gelen ezan sesinin Türkçe olmayıp Arapça olması, dikkat çekici bir sorundur. Kaldı ki, toplumumuz bu çağrının Türkçe olarak yapıldığı bir dönemde geçirmiştir. ”Arapça” dilinin ”din dili” olarak nitelenmesi ve bu dilde dindaşlara seslenilmesinin sakıncaları pek çoktur. En başta da insanın söylediğini ve duyduğunu anlamaması gelir. Türkiye’de bu yolda geçirilen aşamaları incelemek istersek, buna ezan kelimesinin tanımını yaparak başlayabiliriz: ”Ezan” ”duyuru” demektir. Müslümanların beş vakit kılmakla yükümlü oldukları namaza çağrıdır. Müslümanlara namaz vaktini duyurmanın şeklini bir karara bağlamak isteyen Hazreti Muhammet, çevresi ile görüştükten sonra, Abdullah bin Zeyd’in görüşünü uyguladı. Bu da çağrıyı, cami damından Müslümanlara yüksek sesle seslenerek yapmaktı. Ancak, Ezan için belirli bir makam, o zaman da saptanamamıştı. Sadece yüksek sesle okunması kararlaştırılmıştı. Bu devirden başlamak üzere, tüm Müslümanlarca ezan, dua Arapça yapılageldi. Selçuk Türkleri de İslamlığı onaylayan başkaları gibi, Arapça ezan okurlardı. Osmanlı devletinin başlangıç devirlerinde bile, Türkçenin resmi dil olmasına rağmen, ibadet, Arapçaydı. Başka diller, dua dilleri bakımından incelendiğinde, birçoğunun ergeç bir dönüşüm yaparak dualarını milli dillerinde yaptıkları görülür. İnsanların en doğal hakları, konuştuklarını ve dinlediklerini anlayabilmektir. Bu konuşılanların ”dua” olması, hiç bir şey değiştirmez. Anlaşılmamasını gerektirmez. Bizde Ezanın Türkçeleştirilme çabaları, ilk olarak yeni Osmanlılardan Ali Suavi’de görülür. 1867′lerin batılılaşma akımı öncülerinden olan Suavi, türklere batı kültürünü tanıtmayı amaçlıyordu. Hatta İslam fıkhını bile batıcı gözle eleştirmişti. Teokratik yönetime karşı özgürlüğü savunmak uğrunda can veren bu büyük adam, her zaman ”Osmanlıcaya” karşı ”Türkçeci” olmuş bunu ibadette de yansıtmak istemiştir. II.Abdülhamit tarafından Galatasaray Mektebi Sultanisi Müdürlüğüne getirilen Ali Suavi, daha o zamanlar Ayasofya ve Beyazıt camiilerinin kürsülerinden, halkla, halk dilinde ve halkı uyandıracak hutbeler yapmıştır. Suavi, sürekli olarak Türk dilinin özgürlüğünü savunurdur. Hatta yayımlamakta olduğu, ”Ulum” gazetesinde, Müslümanlara göre en mükemmel dil sayılan Arapçayı eleştirmişti. Kuran lehçesinin karışıklığına da değinmişti. Dil davasında kesinlikle hutbelerle namaz surelerinin Türkçeleştirilebileceği ve Türkçe namaz kılınabileceği fikrini savunuyordu. Hatta İmamı Azam Ebu Hanife’nin her milletin Kuran’ı kendi diline çevirebileceğine dair fetvası olduğunu bildirmişti. Yani Suavi’ye göre, ”hutbede Türkçe kullanılması zaruret, namazda Türkçe de cevazdı”. Ali Suavi’nin bu görüşleri II nci Meşrutiyetle ortaya çıkan ”Türkçülük” akımıyla da desteklendi. Devrin yazarları Türkçe’nin özleştirilmesinin gerekliliği ve önemini ortaya çıkarmaya çalışıyorlardı. Bu ara Ziya Gökalp, ”Vatan” adlı şiiriyle halkın camiilerde okunan ezanı anlayamadığını belirtti. Bir başka deyimle, ibadetin milli dille yapılmasına olan özlem ve gerği de dile getirdi: ”Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur.. Köylü anlar manasını namazdaki duanın… Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kuran okunur, Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda’nın… Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın.” Kurtuluş Savaşı dönemine gelince, bu dönemde amaçlanan Türklerin kendi toprakları üzerinde bağımsızlıklarını elde etmeleri ve özgürlüklerine kavuşmalarının yanısıra, sosyal yaşantılarında da çağdaş uygarlık seviyesine erişip her bakımdan Arap etkisinden arınıp ”Türk” olmalarıydı. Zaferi izleyen devrimlerde, sosyal yaşantıya büyük ölçüde önem verildiği bilinmektedir. Çağdaş bir sosyal düzene kavuşabilmede büyük bir etken olan dil, son derece önemsenmekteydi. Türkçemizi Arap etkisinden kurtarmak, özleştirmek için çabalanıyordu. Bu ara, dua dilinin de Türkçe olmasının gerekliliği üzerinde duruluyordu. Hatta 23 Nisan 1923′de TBMM’nin açılışında okunan duanın da Türkçe olmasına dikkat edildi. Kurtuluş Savaşı sonrası, 3 Mart 1922′de, Büyük Millet Meclisi’nin üçüncü toplanma yılını açış konuşmasında, Mustafa Kemal, sözü camilere getirdi. Cami kürsülerinin halkı aydınlatıcı ve yol gösterici yerler olmaları gerektiğini söyledi. Bu amacı yerine getirebilmek için herşeyden önce okunan duaları halk anlayabilmeliydi. Bu da ancak Türkçe Ezan ve Kaematle gerçekleşebilirdi. Aynı yıl, İstanbul Darilfünun müderrislerinden Ubeydullah Efendi, bir yazısıyla Muhammed’in Müslümanlara sadece ”inanma”nın yeterli olmayıp ”bilmek” de gerektiği fikrini ele almıştı. Burada da türkçe Kuran fikri ve yararı öne sürülüyordu. Artık Türkçe Kuran okuma ve dua etme kavramı yavaş yavaş yayılıyordu. Bu konuda çalışmalar da başlamıştı. İlk Türkçe hutbe, Abdülmecit Efendi’nin halife seçilmesi dolayısıyle okundu. Fatih Camii avlusunda 22 Kasım 1922 günü, bu hutbe, Ankara’dan yeni halifeyi tebrike giden heyetten Kırşehir mebusu Müfid Efendi tarafından okundu. 7 Şubat 1923 tarihinde Mustafa Kemal, Balıkesir’de Paşa Camii minberinde bir konuşma yaptı. Aslında, bu konuşma, bir hutbe niteliğindeydi. Herkesin anlayacağı dille konuşup Türkçe ezanın gerekliliğini belirten Mustafa kemal, daha önce İslam dinini ve Peygamberi anlatmıştı. Camilerin ”meşveret” yani dünya sorunlarını görüşmek için de oldupunu söylemişti. Bundan sonra, ”hutbe”nin herkesin anlayacağı dille söz söylemek anlamına geldiğine değinmişti. Konularının da askeri, idari, mali, siyasi, sosyal konuları kapsamına albileceğini açıklamıştı. ”100, 200 hatta bin sene önceki hutbeleri okumak insanları gaflet içinde bırakmıştır” demiştir. Cami kürsülerinde söylenenlerin halkın anlamayacağı dilde söylenmesinin dinleyenleri okuyanlara köle kıldığını belirtmiştir. 1924 yılında Cumhuriyetin en büyük laik aşaması yapıldı: Halifelik kaldırıldı. Bundan sonra Şeriye ve Evkaf Vekaletlerine de gerek kalmıyordu. 3 Mart 1924 tarihli kanunun I. Maddesi, Türküye Cumhuriyeti’nde halkla ilgili bütün işlemlerin yürütülmesini kesinlikle TBMM ve hükümete bırakıyordu. Ancak dinsel sorunlar süregelmekteydi. Bunlar için, Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Reisliği kuruldu. Camiler, medreseler, tekke ve zaviyelerin idaresi, imam, hatip, vaiz, şeyh, müezzin vr kayyımların atanmaları, il ve ilçelerdeki müftülük örgütleri de bu kuruluşa bağlandı. Diyanet İşleri Reisliği’nin bir de danışma Kurulu vardı. Amacı Cumhuriyet ve laikliğe hizmetti. Bu kurul, ezan ve salatın Türkçeleştirilmesi, hutbelerin Türkçe okunmasını ele aldı. Ayrıca, hutbelerin konularının siyasi, sosyal, askeri, mali içtimai ve iktisadi sorunları kapsamlarının da üzerinde duruldu. Bütün bu işlemlere girişilmesine rağmen, 1926 yılı Nisan ayında Erenköy camiinde bir müezzinin Türkçe ezan okuması, birçok karşı koymalara önayak oldu. Daha da garibi, bu hoca, Diyanet İşleri Reisliği’ne şikayet edilmiş ve geçici bir süre için görevinden alınmıştı. O zaman Kars Milletvekili olan Ahmet Ağaoğlu, 11 Nisan 1926 tarihli Milliyet Gazetsinde bir yazı yayınladı. Bu yazısında deletin resmi dili Türkçe olan Türkiye’de ezanın Türkçe okunmasının gayet olağan olduğunu söylemişti. Duanın Türkçeleştirme çalışmaları süregelirken halk tarafından anlaşılan bir ibadetin gerekliliğini kavrayanlar hergün çoğalıyordu. Üniversite öğretim üyelerinin çoğu da bu görüşteydiler. 1931 yılı Ramazanını izleyen gecelerin birinde, Atatürk Dolmabahçe’de arasıda hafızlarında bulunduğu konuklarının yanında Hafız Saadettin Kaynak’a bir Türkçe hutbe okuttu. Aynı yıl, yine Dolmabahçe’de Türkiye’nin en tanınmış müezzinlerini bir araya toplayan Atatürk, ezan ve Kuran’ın Türkçeleştirilmesi isteğinde bulundu. İlk olarak, Tekbir’in Türkçeleştirilmesi ele alındı. Bunu kararlaştırmak için dokuz kişilik hafızlar meclisi kuruldu. Başkanı Hasan Cemal Bey’di. Dolmabahçe’de bir araya gelen hafızlar, camilerde Türkçe ezan okuyacak kimselerin hen Arapça, hem Trkçe bilmeleri, hem de müzikten anlamaları gereğinde görüş birliğindeydiler. Toplanan hafızlardan Hafız Kemal ”Allahu ekber”i ”Allah Uludur” diye çevirmek istiyordu. Ali Rıza Sağman ise ”Tanrı Uludur” şeklini sundu. Rıza Bey anılarında, sonuç olarak Mustafa Kemal’in fikrini sormayı kararlaştıdıklarını yazmaktadır. Hatta, Atatürk’ün oturmakta lduğu üst kattaki salona, yüksek sesle Türkçe tekbir getirerek çıkmayı teklif ettiğini, bundan da Atatürk’ün son derece memnun kaldığını söyler. Ancak her iki şekli de birkaç kere dinleyen Atatürk, ”Eskisi unutulsun” diyerek Rıza Bey’in ”Tanrı Uludur” şeklini onaylamıştı. Atatürk, Kuran’ın tercümesinin de aslı gibi makamla okunması istiyordu. Çevirinin nesir olması ise bunu engellemekteydi. Kadir gecesi, Ayasofya’da Türkçe hutbe okunduğunda Hafız Saadettin Kaynak kendi kısmına düşem ”Müzemmil” kısmını, hitabet şeklinde okudu. İlk olaral o gece radyo ile dünyaya duyurulan bu okumayı, Atatürk çok beğendi. Aynı gece Atatürk, Finlandiya Müslümanlarından teşekkür telgrafları aldı. 1932 yılı Ramazan Bayramı’nda camide Türkçe ezan okunmasına karar verildi. Atatürk, bu görevi yerine getirmek için yine Sadettin Kaynak’ı seçti. Kaynak’ın hatıralarında İstanbul halkı arasında ötedenberi Ramazanın son Cuma namazını Süleymaniye’de kılanların tüm günahlarından arınacağı inancının yaygın olduğu, bu nedenle debu camiin özellikle bu belirli günde dolup taştığını yazmaktadır. Atatürk’ün de bu durumdan yararlanarak, bu camii seçtiği anlaşılır. 3 Şubat 1932 tarihinde okunan Türkçe hutbenin konusunu bizzat Atatürk seçmilştir. Kıyafete gelince, Atatürk sarık katiyyen istemiyordu. Günlük kıyafet, açık baş ve soğuk dolayısıyle de palto giyilebileceğini söyledi. Böylece 6 Şubat 1932 tarihli Milliyet Gazetesinde Sadettin Kaynak’ın bu kıyafetle ezan okurken resmi yayınlandı. Hutbenin okunmasını imamın namaz kıldırması izledi. O günkü olağanüstü kalabalık içinde bir Arap’ın duayı protesto için olay çıkarmak istemesi de dikkate bile alınmadı. Bundan sonra, bütün camilerde Türkçe ezan okunmaya başlandı. Atatürk, kesinlikle laik bir düzen amaçlıyordu. Bu sebeple, Türkçe dua ve ezan işini devletin dine karışması olaral yorumlanabileceğinden resmiyete dökmedi. 1933 yılı Şubat ayında Atatürk bir yurt gezisine çıkmıştı. İzmir’de iken, Bursa’da Türkçe Kuran okunması yüzünden çıkan bir gericilik olayını duydu. Olay şöyleydi: Bursa’da Ulucamide 1 Şubat 1933 tarihinde Türkçe okunan dua üzerine 30 kadar gerici, Evkaf Müdürlüğüne bir güruh halinde giderek Kuran’ın Arapça okunmasını istemişti. Evkaf Müdürlüğünden sonra valiliğe giden bu gericiler, polis tarafından dağıtıldı. Olayın bastırılmış olması, Atatürk’ü derhal Bursa’ya gitmekten alıkoymadı. 6 Şubat 1933 tarihinde Bursa’da incelemeler yapan Atatürk, o gün Anadolu Ajansına olayın pek önemli olmayıp suçluların cezalandırılacağını söylemişti. Ayrıca asıl sorunun din değil, dil olduğunu belirtmiş ”Türk milletinin milli dili ve benliği bütün hayatına hakim esas kalacaktır” demişti. Bu bildiri ertesi gün Hakimiyeti Milliye ve diğer gazetelerde de yer aldı. Bursa hadisesinden bir ay sonra, Diyanet İşleri Başkanlığı bir tamim hazırlayarak üç ayrı ”Türkçe” şekilde hazırlanan salatın Türkçe okunması için bildiri göndermiştir: ”Diyanet İşleri 6.3.1933 tarihli Tamimi: Öz dilimizde her tarafta Türkçe ezan okunduğu bir zamanda minarelerde Arapça salat ve selam okumak ahenksiz düşeceği gibi hükümeti celilenin takip buyurduğu maksadı milliyeye de uygun gelediğine binaen, İstanbul’daki erbabı ihtisasla biluhabere yukarıda yazılan 3 suret ile Türkçe tekbir gönderilmiştir. Her hangisi arzu olunursa icabında alakadarların ondan okumaları tamimen beyan olunur.” Bu tamimle Atatürk’ün ölümü arasında geçen sürede ezan, hutbe va salatlar Türkçe okunmuştur. Yalnız bu işlem, hiçbir zaman kanunla saptanmadığından Atatürk’ün ölümünü izleyen yıllarda Türkçe okumalar kısıtlanmıştır. Yine de 26 haziran 1941 tarih ve 4055 sayılı kanuna göre, Arapça okuyanların cezalandırılacağı öngörülmüştür. Ancak bu önlem bile ”Arapça dua”nın yeniden filizlenmesini önleyemedi. 1948 yılında kurulan Millet Partisi’nin parti programı, her ferdin istediği dilde tapınabilmesi prensibini kapsıyordu. Hatta parti başkanı Hikmet bayur Bey, devletin bu esasa karışmasını laiklik prensibine karşı bir eylem olarak niteliyordu. Bu arada zaten oldukça tavsamış olan Türkçe ezan hakkındaki kanun 1950 yılında, Türk Ceza Kanununun 526′ncı maddesinden kaldırıldı (16 Haziran 1950 tarih ve 5665 sayılı kanun) ve böylece, Arapça ezana dönüşüm gerçekleşti.- TERÖRİSTBAŞI 10 ŞART BUYURDU
Bu cümlede ifade hatası olmuş. Doğrusu : Yani, kendi görüşünüzde olanlara yapılsa faşistlik diye eleştireceğiniz bir saldırıyı, sizin tarafınızda olmayana yapıldığında normal görmeniz, PKK’nın affedilip JİTEM’cilerin zindanlarda çürütülmesini de normal görmenizi açıklar. şeklindedir.- Forumun en en yeni yüzü de süper...
Dostum sanırım bu sorun internet browserının versiyonunu yükseltince ortadan kalkıyor.- Frankfurt Emniyet Müdürlüğü tarafından hazırlanan Deniz Feneri dosyasında?
'' Türkiye’de, Deniz Feneri davasıyla ilgili olarak bir gizlilik kararı alınmıştı. Acaba bu kararın arkasında, Sayın Başbakan’ın adının bu dosyada yer alması yatıyor mu? '' Önemli bir soru. - "UYGUR KATLİAMI" YALANI
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.