-
İçerik Sayısı
1.105 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
95
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
''biji tirkiye'' tarafından postalanan herşey
-
Güçlü Ordu Fakir Türkiye
''biji tirkiye'' şurada cevap verdi: ''biji tirkiye'' başlık Güncel Konular
ilker01 Bu konuya yorum yazarken neredeyse vatan hainliğiyle suçlayacaksınız beni,zaten buda sizin ne kadar yapıcı olduğunuzu göstermesi açısından bişeydir. Bizim bu kadar bilim adamımız var biz kendimiz üretmedikçe başkalarına boyun eğmek zorunda kalırız ve ben inanıyorumki ülkemizdeki bu bilim adamlarına yeterli imkanlar sağlanırsa biz kendi üretim silahlarımızı kullanırız, bunların geliştirilmesi ve ilerletilmeside bizim insiyatifimizde olur, Amerika kendi sattığı her silahı aşacak bir sistem geliştiriyor bundan hiç şüpheniz olmasın. Ayrıca bize silah satarken neden iran'dan gelebilecek saldırılara karşı tabiri özellikle kullanılıyor? Bunuda sanırım bir düşünmek gerekiyor. -
Gizlenen tarih ve Bediüzzaman
''biji tirkiye'' şurada cevap verdi: ''biji tirkiye'' başlık Güncel Konular
DÖRT KARDEŞ DİLDEN, SON ÇAĞRI VE SON VASİYET Nursi sorunun tarafları olan Kürtlere, Türklere ve tüm akıl ve insaf dünyasına sesleniyor. Geçmiş asırların ihtişamlı ve adil birlikteliği ile gelecek yüzyılların uygar ve özgür nesilleri önünde, mahcubiyetimizi resmediyor adeta: “Ey Türkler ve Kürtler! Acaba şimdi bir miting yapsam, sizin iki bin sene önceki ecdadınızı ve iki asır sonraki evladınızı şu gürültühane olan asr-ı hazır meclisine davet etsem, acaba eski ecdadınız demeyecekler mi ki “ Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz mi siniz? Bizi akim bir kıyas ettiniz ve bizi kısır bıraktınız. Hem sol tarafınızda duran, istikbal medeniyetinden gelen evladınız sağdakileri tasdik ederek demeyecekler mi ki: “ Ey tembel pederler! Siz misiniz hayatımızın suğra ve kübrası? Siz misiniz şu şanlı ecdadımızla bizi rabt eden haddi evsati? Ne aldatıcı bir kıyas oldunuz. İşte Ey Kürtler ve Ey Türkler! Manzara-i hayal üstünde gördünüz ki, şu büyük mitingde, iki taraf da sizi protesto ettiler.”[18] Dersim(Tunceli) katliamı harekatının yapıldığı ve kendisine karşı baskı ve tecritin imha ve zehirleme derecesine vardırıldığı 1938-40 lı yıllarda, halka yapılan bu zülümlere karşı“çok biçare ehli imana ettikleri zalimane ve dinsizcesine tecavüzler” den bahisle yazdıklarının ve çabasının gerekçesini şöyle ifade eder: “İstikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için, yazılmıştır. Yani, "Tuh o asrın gayretsiz adamlarına!" denildiği zaman yüzümüze tükürükleri gelmemek için veyahut silmek için yazılmıştır. Avrupa’nın insaniyetperver maskesi altında vahşi reislerinin sağır kulakları çınlasın! Ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden o insafsız zalimlerin görmeyen gözlerine sokulsun! Ve bu asırda, yüz bin cihette "Yaşasın Cehennem" dedirten mim’siz medeniyetperestlerin başlarına vurulmak için yazılmış bir arzuhâldir”.[19]- 5 cevap
-
- 2
-
-
Gizlenen tarih ve Bediüzzaman
''biji tirkiye'' şurada cevap verdi: ''biji tirkiye'' başlık Güncel Konular
2-Sulh-u Umumi, Afv-ı Umumi, Ref-i İmtiyaz Üstad Nursi Osmanlı’da İttihat ve Terakki nin Meşrutiyet devrinde ihtilaller, ayaklanmalar, cinayetler, idamların olduğu karmaşayı yaşamış. Ülke de birlik ve huzurun temini için önemle şu esasların üzerinde duruyor: “Herkesin bir fikri var. Ben de hürüm. Selameti millet için bir fikrim var: İşte genel barış, genel af, ayrıcalıkların kaldırılması gerek. Ta ki her biri,bir imtiyaz ile bakasına haşerat nazarıyla bakmak ila nifak çıkmasın. Fahr olmasın, derim ki: biz ki Kürd’üz aldanırız fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz.”[9] Fertlerin, milletlerin ve devletlerin hatalarıyla yüzleşmeleri, yanlışlarını görmeleri büyüklük olduğunu belirtir. O bu konuda şöyle der. “En büyük hata, insanın kendisini hatasız zannetmesidir. Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal.”[10] 3-Şiddetin ve “Öteki”ye Düşmanlığın Reddi B. Said Nursi Kürtlerin, kendi milli kimliklerine, tarih, dil ve edebiyatlarına sahip çıkmalarını, ulusal kurumlarını oluşturmalarını önemle vurgular. Kürtlere zarar vermeyecek ve onları tehlikeye atmayacak barışçıl ama etkin bir yaklaşım gösterir. Aynı zamanda kardeşleri ve komşuları olan Türk, Arap, Fars ve Ermenilere zarar vermeyen, şiddet ve düşmanlık doğurmayan bir anlayışı önemle savunur. Bu konuda Kürtlere şöyle seslenir: “ Ey Aslan Kürtler! Beşyüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa sahra-i vahşette vahşet ve gaflet sizi yağmalayacaktır. Hem milliyet denilen Rüstem-i Zal ve Selahaddin-i Eyyubi gibi Kürt dahi kahramanlarıyla bir çadırda oturan her biriniz milliyet fikriyle umum milletin bir somut örneği olunuz. Kavimlerin mutluluk sebebi olan hürriyet, sizi meclis-i imtihana davet ediyor ki: rüştünüzü ve vesayete ihtiyacınızın olmadığını görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Varlığınızı birliğinizle gösteriniz. Milli gayret duygusu ile fikir ve şahsi vicdanınızı, milletin kalp ve ortak aklı gibi gösteriniz. Yoksa sıfır çekecek, hürriyet diplomasını elinize vermeyecektir. Milli namus emrediyor ki kuvveti aklın yardımına, hissi fikrin arkasına gönderiniz. Ta ki aklın medeni cesaret meydanında, namusu milli payimal olmasın. Kılıcınızı fen ve sanat cevherinden yapmalı. Hem anadil denilen milli duyguların aynası, ihmalinizle gayet müşevveş olan lisanınız, tuba ağacı kabiliyetinde iken böyle kurumuş ve perişan olmuş ve medeniyet lisanı olan edebiyattan geri kalmış olduğundan, diliniz teessüfle sizi milli onurunuza şikayet ediyor.”[11] Şiddet ve düşmanlığı hiçbir şekilde meşru görmez. Hükümet veTürklerin yaptıklarından serzenişte bulunan Kürt ileri gelenlerine:“Ey Kürtler! Kendinizden şikayetçi olunuz. Her kabahati Türklere atmakla çok aldanırsınız. Görüyorm ki bizde pınar yoktur. Onun için uzaktan gelen kokuşmuş bir suyu içiyoruz. Öyleyse gayret ediniz, çalışınız. Milliyet fikrini kazıcı yapınız. Eğitim ve erdemi eline veriniz. Şu yerlerde de bir küngan(sondaj, boru) atınız. Ta bir kemalat pınarı bizde de çıksın. Yoksa daima dilenci olacaksınız. Ya da susuzluktan öleceksiniz. Hem de dilencilik para etmez. İnsan dilenci olursa nefsine olsun. Bence merhamet dilencileri ya haksız ve ya tembeldir. Eğer siz insan olsanız, Türkler nasıl olursa olsunlar size fenalıkları dokunmaz. Fakat iyilikleri gelir.”[12] Yine “Ermeniler bize düşmanlık ile hile ve hıyanet ediyorlar.”diye soran Kürtler’e; insanlık, iman ve feraset dolu şu sözleri söylüyor: “ Düşmanlığın nedeni olan istibdad öldü. Baskının bitmesiyle dostluk hayat bulacak. Size bunu katiyen söylüyorum ki şu memleketin saadeti ve selameti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya bağlıdır. Fakat zelilane dost olmak değil, milli izzeti muhafaza ile sulh elini uzatmaktır. Hem de onlar uyanmışlar. Siz uykudasınız. Rüya görüyorsunuz. Hem de milliyet fikri ile müttefik ve güçlüdürler. Siz ihtilafla şimdilik boşsunuz. Hem de galebe etmek istiyorsanız, onlar sizi mağlup ettiği silah ile yani akıl ile, milliyet fikriyle, ilerleme meyliyle, adalet eğilimiyle mağlup edebilirsiniz. Bence şimdi kılıç vuran, o kılıcın aksi döner yetimlerine dokunur. Şimdi galebe kılıç ile değildir. Kılıç olmalı, lakin aklın elinde. Hem de dostluğun sebebi vardır. Zira komşudurlar. Komşuluk dostluğun komşusudur. Hem de onlar uyandılar. Dünyaya yayıldılar. İlerleme tohumlarını topladılar. Vatanımızda ekecekler. Bizi medeniyete mecbur, gelişmeye teşvik ile bizdeki milliyet fikrini uyandırıyorlar. İşte şu noktalara binaen onlarla ittifak etmek lazımdır. Hem de bizim düşmanımız ve bizi mahf eden, cehalet ağa , oğlu fakirlik efendi, ve torunu husumet beydir. Ermeniler bize düşmanlık etmişlerse şu üç müfsidin kumandası altında yapmışlar.”[13] 4- Özgür Birliktelik: Cemahir-i Müttefika-i İslamiye Bediüzzaman, Ortadoğu için ideal hedef olarak öngördüğü yapı “Birleşik Cumhuriyetler ve ya Birleşik Devletler sistemi”[14]dir. Ortadoğu da coğrafi birliği bulunan her milleti mesela Araplar, Türkler, Farslar, Kürtler vs. her birini, kendi Cumhuriyeti içinde, birleşik bir yapının doğal unsuru olarak görür. Nursi ,özellikle Kürtlerin bu yapının onurlu bir ferdi olmaları için iki yönlü bir çaba içindedir; Biri, kendi tabiriyle “milyonlarla fertleri bulunan, binler seneden beri yaşayan, milliyetini ve lisanını unutmayan, Arapçayı ve Türkçeyi tambilmeyen ve mürşitleri ve alimleri perişan olan değerli ve sahipsiz bir kavim olan Kürtler”[15]e, Türk, Arap, Fars vs. kardeşlerinin sahip çıması, yardım etmesini sağlama. Bünün için şöyle seslenir:“ Ey Türkler ve Araplar! Sizde olan hakkımızı dava ediyoruz. Yani Kürt gibi küçük taifelerin menfaati ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük muazzam taife olan Arap ve Türk gibi hakim üstadlara bağlıdır. Ben İslam toplumlarını çok çark ve dolapları bulunan bir fabrikaya suretinde tasavvur ediyorum. O fabrikanın bir çarkı geri kalsa veya bir arkadaşı olan başka bir çarka tecavüz etse, makinenin mihanikiyeti bozulur. Birbirinizin şahsi kusurlarına bakmamak gerektir”[16] İkincisi: Kürtlerin bu meşru haklarına kavuşması için yaptığı projeler, girişimler, çalışmalar. Kürtlere şöyle seslenir: “Ayrı ayrı su damlaları gibi zayi olan hamiyet ve kuvvetinizi fikri milliyetle birleştirip milli bir çekim gücü teşkil ile Kürt gibi büyük bir kütleyi küre gibi döndürüp büyük İslam güneşi sisteminde, bir aydınlık gezegen gibi umumi ahengi oluşturunuz. ”[17]- 5 cevap
-
- 2
-
-
Gizlenen tarih ve Bediüzzaman
''biji tirkiye'' şurada cevap verdi: ''biji tirkiye'' başlık Güncel Konular
2-Etkiye Karşı Tepki: Türkçülüğe Karşı Kürtçülük Üstad Bediüzzamaman büyük bir öngörü ile tam bir asır önce, 1907 de, dönemin padişahı II. Abdülhamit’e ‘Kürtler Yine Muhtaçtır’ başlıklı bir dilekçe ile müracaat eder. Sorun henüz tam ortaya çıkmadan, önlem ve önerilerden oluşan, bir birlik ve kardeşlik projesi sunar. Ancak, hükümet dilekçenin konusu olan üniversite projesinin önemini kavrayamadı. Bu proje Sultan Reşat tarafından taktir edilip uygulama aşamasında iken 1. Dunya harbi çıkar. Bediüzzaman şunu haykırır: “Şu medeni dünyada ve bu ilerleme ve müsabaka çağında, diğer kardeşleri gibi ilerlemeye ayak uydurmaları için hükümetin gayretleriyle Kürdistan’ın kasaba ve köylerinde mektepler tesis ve inşa buyurulması aynı şükranla meşhut ise de, Türk dilini bilmeyen cocuklar yalnız medrese ilmini ilerleme kaynağı bilmeleri ve okul öğretmenlerinin yerel dili bilmemelerinden dolayı, eğitimden mahrum kalmaktadırlar. Bu ise vahşeti, keşmekeşi; dolayısıyla garbın şematetini(Batının oyunlarını) davet ediyor. Eskiden beri her yönden Kürtlerin gerisinde bulunanlar, bugün onların duraklama halinden istifade ediliyor. Bu ise ehli hamiyeti düşündürüyor. Ve bu üç nokta, Kürtler için müstakbelde bir müthiş darbe hazırlıyor gibi ehli basireti (öngürü sahiplerini) dağdar etmiştir”[3] ‘ Bediüzzaman memleketin kurtuluşuna yaptığı hizmetlerden dolayı başta Meclis Başkanı M.Kemal olmak üzere milletvekillerince T.B.M.M’ye davet edilir. 11 maddelik hitabede bulunur ve daha önce II. Abdulhamid’e sunduğu Türk-Kürt kardeşliği projesini burada da sunar: “…… Ben Van’da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: "Türkler İslâmiyet’e çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?" dedim. Dedi: "Ben Müslüman bir Türkü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü tam imana hizmet ediyorlar. Bir zaman geçti, (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul’da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksülâmel(etki-tepki)ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: "Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa bir Kürdü salih bir Türke tercih ediyorum." Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki, Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur…”[4] Nursi, daha sonra Demokrat parti döneminde, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’e de bu konuda çok önemli mektuplar gönderir. Sorunun neden ve çözümüne dair girişimlerini ömrünün sonuna kadar sürdürür. İşte “Reis-i Cumhur ve Başvekile” isimli mektubundan birkaç bölüm:Bir İslâm üniversitesi Asya’da lâzımdır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık ifsat etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile “mü’minler kardeştir” Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar olsun…”[5] Başbakan A. Menderesi de aynı konuda uyarır: “Frenk illeti tâbir ettiğimiz ırkçılık, unsurculuk fikriyle Avrupa, âlem-i İslâm’ı parçalamak için içimize bu freng illetini aşılamış. Şimdiki terbiye-i İslâmiyet’in za’fiyetiyle ve terbiye-i medeniyenin galebesiyle ekseriyet kazanarak başına geçerse, ekseriyet teşkil etmeyen ve ancak yüzde otuzu hakikî Türk olan ve yüzde yetmişi başka unsurlardan olanlar, hakikî Türklerin aleyhine cephe almaya mecbur olacaklar. Mâdem hakikat budur, ey dindar ve dine hürmetkâr Demokratlar. Yoksa, sizin yapmadığınız eskiden beri cinayetleri nasıl eski partiye yüklüyorlarsa, size de yükleyip, Halkçılar ırkçılığı elde edip tam sizi mağlûp etmeye bir ihtimal-i kavî ile hissettim. Ve İslâmiyet namına telâş ediyorum. Tâ, bu yaraya bir merhem vurmalı. O vakit âlem-i İslâm’ın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zâlimane kabahati de onlara yüklenmez fikrindeyim. Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zatların hatırları için, otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete bir iki gün baktım ve bunu yazdım.” [6] Bu mektubun içeriği hala ne kadar güncel! Mektubun muhatabı olan dönemin Başbakanı ve hükümetinin durumu ile, günümüz iktidar ve hükümetin konumu ne kadar da paralellik arz ediyor değil mi? Bize düşen ise, o gün fazla kavranmayan veya kavranmasına fırsat verilmeyen ama bir asırdır haykırılan aynı gerçekleri erbabına hatırlatmaktır. Çünkü gerçek eskimez. Hak eninde sonunda yerini bulur. Evet Nursi’nin tabiriyle ” ana-babanın terbiye etmediği kişiyi, zaman terbiye eder.”[7]- NURSİ’YE GÖRE SORUNUN ÇÖZÜMÜ 1- Medeni Tahammül ve Tolerans: Kürt Kimliğinin Tanınması Bediüzzaman, her milletin kendi milli kimliğini, kültürünü ve dilini özgürce ifade etme sini, temel insani bir hak olarak görür. Bunları anayasal güvence altına alan hükümet tarzını benimser. Bunu, medeni ilerlemeyi ve pozitif rekabet duygusunu sağlayan güç olarak değerlendirir. Hatta “adem-i merkeziyet/yerinden yönetim”i, ileri medeni seviyenin bir gereği olarak taktir eder. O, bu görüşlerini, büyük bir devlet adamı ve aydın olan II. Abdulhamid’in yeğeninin ‘adem-i merkeziyet’i savunan makalesini cevaplarken dile getirir. Medyanın tahrikleriyle hain ilan edilip, yurdu terk etmesine neden olan makaleyi, “Prens Sabahattin Bey’in Sui telakki Olunan Güzel Fikrine Cevap” ismiyle değerlendirir. Genel olarak “güzel fikir” diyerek taktir eder:“ hükümet, her milletin milli kimliğini teşkil eden dili ve kültürü ve düşünce seviyelerine münasip teşebüse başlamalı. Ta ki makine-i terakkiyat-i medeniyetin buharı hükmünde olan müsabakayı intac edecek bir hissi rekabet peyda olsun.”der. Şu mahzurunu da belirtir.:“milletlerin birbirini kabullenme, karşılıklı hoşgörü ve medeni seviye oluşmadan, irfan seviyeleri bir olan medeni Alman devleti gibi olmadan, ademi merkeziyetin uygulanması, güçlü olan millet, ilkel hislerin sonucu olan istila güdüsüyle, zaifi ilhak edip keşmekeşi doğurur. Ya da bölünme ve parçalanmaya götürür. O; tevili güzel, fikren taakkul edebiliriz. Amma istidadımızla amelen tatbik edemeyiz. Tatbikine çok zaman lazım.”[8]der.- 5 cevap
-
- 2
-
-
Bediüzzaman Said Nursi, bu memleketin yetiştirdiği dünya çapında ve milletinin fedaisi bir düşünce adamımızdır. Maalesef bir çok aydınımız dünyanın öbür ucundaki bize yabancı, alakasız kişilerin fikirlerini çare diye sunarken, içimizden çıkmış ve bizim için büyük bedeller vermiş kahramanlarımızdan ve harika çözüm sunan eserlerinden bihaberdirler Bediüzzaman Said Nursi yakın tarihimize yaptığı katkı, arkasında bıraktığı ve 46 dile çevrilen 130 parça eseri ile milyonların gönlünde taht kurmuş bir kişilik. Onun, özellikle sosyal sorunlarımıza dair oldukça hayati, çözüm önerileri yeterince bilinmiyor maalesef... Hele belli odaklarca yükseltilen menfi/ilkel milliyetçilik, toplumumuzda gittikçe Türk ve Kürt ayrışımı doğurduğu bu zamanda,. ortak değerlerimizi temsil eden böyle bir şahsiyetin çözüm modeli daha bir önem kazanıyor. Aydın şahsiyet ve yazarların da, referans gösterdikleri Nursi’nin somut tespit ve çözüm önerilerini kamuoyu ve yetkililerle paylaşmak istiyorum. Bu, gecikmiş de olsa, milli bir sorumluluk ve Nursi’ye karşı bir vefa borcudur aynı zamanda. ‘Ben, cemiyetin iç hayatını, manevî varlığını, vicdan ve imanını terennüm ediyorum. Hakkın hatırı alidir. Hiçbir hatıra feda edilmez.’ diyor. Ve uyanmış insanlığı, bir arada tutacak “hak” tan başka, hiçbir ortak değer yoktur. Nursi tarihimize mal olmuş ve Kürt-Türk iki kesimin de ortak güvenini kazanmış nadir şahsiyetlerden biridir.. Ortak payda ve insafın sesi olan böyle insanlara çok muhtacız ve anlaşılan o ki gelecekte de çok ihtiyaç duyacağız “Reis-i Cumhur ve Başvekil’e” “ Madem elli beş sene bu meseleye bütün hayatını sarfetmiş ve bütün dekaik ve neticeleriyle tetkik etmiş bir adamın, bu meselede reyini almak ve fikrini sormak lazım gelirken; Amerika’da, Avrupa’da bu meseleye dair istişareye kendinizi mecbur bildiğinizden, elbette benim de bu meselede söz söylemeye hakkım var. Hamiyetkar olan bütün bir millet namına sizden bekliyoruz…” (Celal Bayer ve Adnan Menderes’e mektup. EmirdağLahikası:448) Said Nursi “Bu kitap siyaset tabiplerine teşhis-i illete(sorunun sebep ve çözümüne)dair hizmetle müvazzaftır” Münazarat Said Nursi NURSİ’YE GÖRE KÜRT SORUNUN TEMEL KAYNAĞI 1- Menfi Milliyetçilik: Kürt Kimliğinin İnkarı En az bin yıldır beraber yaşayan Türkler, Kürtler ve diğer milletler, tarih boyunca ırkçılık anlamında sorun yaşamadılar. Tam tersine birbirlerinin milli kimliğini kabul temelinde yardımlaştılar. Tarihe şöyle bir göz attığımızda şu gerçek hemen görülür. Örneğin ilk başta Arap olan Emevi ve Abbasiler liderliğinde, Türkler, Kürtler ve Farslar birbirlerinin milli kimliklerini kabul ile, beraber parlak dönemler yaşadılar. Ardından Selçuklu Türkleri önderliğinde aynı kabullenme ve dayanışmayı görüyoruz. Sonra Eyyubi Kürtleri Öncülüğünde o birlik ve başarı kendini tekrar gösteriyor. En son örneği, Osmanlı Türkleri hakimiyeti herkesin malumudur. Osmanlı’da da Kürtler kendi ulusal kimlikleri ve coğrafi bölgeleri olan Kürdistan ismiyle kabul gördüğünü bilmem söylememe gerek var mı? İşte daha sonra batıdan kaynaklı milliyetçi akımların etkisiyle kürt kimliğinin inkarı, çatışmalara kaynaklık ederken, kapitalist Batı Devletlerinin müdahale edebileceği bir zemini de oluşturdu. Bediuzzaman Said Nursi menfi(negatif, ilkel) milliyetçilik diye tanımladığı ve ‘başka ırkları inkar ve yutmaya dayanan ırkçılık fikri, kapitalist Avrupa’nın bir nevi fırenk illeti’dir der. Bunu, dışarıdan içimize girmiş bir hastalık olarak görür.: “ Günümüz medeniyeti, Cemâatlerin râbıtâsını, «Unsuriyet, menfî milliyeti» tutar. Unsuriyetin şe'ni, başkasını yutmakla beslenmek olduğundan, «Tecavüzdür»...İşte bu hikmettendir ki: Beşerin saadeti selb olmuştur.”[1] Yine şöyle der: “Şu âyet-i kerime; kat'î bir surette menfî bir milliyeti ve fikr-i unsuriyeti kabul etmiyor. Yani: ‘Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım; tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz. Yoksa sizi kabile kabile yaptım ki; yekdiğerinize karşı inkâr ile yabani bakasınız, husumet ve adâvet edesiniz değildir!’ şu âyetin ilân ettiği gibi, tearüf içindir, teavün içindir.. tenakür için değil, tahasum için değildir!.. Fikr-i milliyet iki kısımdır; Bir kısmı menfîdir, şeametlidir, zararlıdır; başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adâvetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise, muhasamet ve keşmekeşe sebebdir. İkincisi: Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dâhilîsinden ileri geliyor; teavüne, tesanüde sebebdir; menfaatli bir kuvvet temin eder; uhuvvet-i İslâmiyeyi daha ziyade teyid edecek bir vasıta olur. Evet menfî milliyetin, tarihçe pek çok zararları görülmüş. Ezcümle: Emevîler bir parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâm’ı küstürdüler, hem kendileri de çok felâketler çektiler. Hem Avrupa milletleri, şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Alman'ın çok şeametli ebedî adâvetlerinden başka; Harb-i Umumî'deki hâdisat-ı müdhişe dahi, menfî milliyetin nev'-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebi tahakkümü altında ezilen anasır ve kabail-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyetle birbirine yabani bakmak ve birbirini düşman telakki etmek, öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez. Büyük ejderhalar hükmünde olan Avrupa'nın doymak bilmez hırslarını, pençelerini açtıkları bir zamanda, onlara ehemmiyet vermeyip belki manen onlara yardım edip, menfî unsuriyet fikriyle şark vilayetlerindeki vatandaşlara adâvet besleyip onlara karşı cephe almak, çok zararları ve mehâliki olur …”[2]
- 5 cevap
-
- 2
-
-
Ülkenin böşünmezliği konusunda size katılabilirim,ancak Kürt halkının ve diğer etnik grupların türkleştirilme çabalarını inkar etmeniz konusunda size katılmam söz konusu olamaz. Başta Kürtler olmak üzere, diğer Türk olmayanlar, tekçilik ve Türkçülük adına asimile edilmek suretiyle türkleştirilmeye çalışılmıştır. Bunun bir işretini de soyadlarına kavuşturulmalarına ilişkin uygulamada görürüz. Çoğu zaman komik, traji-komik; aşağılanmış, onur kırıcı ve edep sınırlarını aşan soyadları reva görüldüğü için soyadı uygulaması Türk olmayanları zor durumlara sokarak mahcup kalmalarına neden olunmuştur. İttihad-Teraki Selanik kongresi buyurrur ki: (Bir kürt olan ve ilk kez “Kürt Aşiretleri Üzerine Sosyolojik Tetkikler” adlı çalışması ile Kürtlerin sosyal yapısını inceleyen ve daha sonraları ise GÖKALP soyadını alarak bu kez de “Türkçülüğün Esasları” adlı Türkçü-Turancı bir eser yazmış olan ZİYA GÖKALP, bu kongreye delege olarak katılmıştır.) “Alevilerin islam dinine dayandıkları benimsetilecek ve islama entegre edilmeleri sağlanacak, Kürtler asimile edilerek Türkleşmelerine çalışılacak, müstakbel Türkler olarak yorumlanacak, Rumlar geldikleri yerlere geri gönderilecek, Ermeniler yok edilecek, kaçmaya, ülkeyi terk etmeye zorlanacak” ve bunun gibi ciddi kararlar alındıktan sonradır ki Jön Türkler bu projeleri hayata geçirmek uğruna yoğun bir çalışma içine girdiler. Daha sonraları ise Genç Cumhuriyetin müessisleri de bu zatlar olunca, Selanik kongre kararlarının uygulaması 60 lı yıllara dek sürdü. Kürler 1920 den 1960 lara dek zorlu bir yaşamdan geçtiler. Bilindiği gibi soyadı kanunu ile de Kürtler kayıt altına alınarak Türk sayıldılar ve Türklüğe ilk adım olarak da yılın ilk günü doğdukları imajı verildi. Yani yeniden doğuş.. Türk olarak yeniden yaradılış.. Bu yüzden Kürtlerin önceki yaşamları insani ve sosyal olmayan bir geçmiş olarak belletildi. Kürtlere kendi soylarından gelmeyen Soyadları verilip nüfusa kaydilmeleri bir milad kabul edildi.Bu yüzden 1 Ocak noel bayramı aynı zamanda milyonlarca Kürdün doğum günüdür de.. Tek parti döneminde de, milli eğitim, milli dil, milli gurur, milli ve manevi çıkarlar önde tutularak Türkleştirme politikalarına devam edildi. Kürtler üzerinde özenle duruldu. Kuşkusuz diğer dinsel ve ulusal etnisiteler de bu deformasyon uygulamalarından nasiblerini aldılar. Ama Kürtlere uygulanan yöntem çok farklıydı. 1925’teki Şeyh Sait hareketinden sonra Devletin Kürt Politikası değişerek şiddete dayalı yöntemleri de gündemine almıştır. Bu dönemden başlayarak Müstakbel Türkler yaratma opersayonu ve Türkleştirme çabalarına hız verildi. Öncelikle de Dil ve eğitim alanı seçildi.Bir çok aracı kurum oluşturuldu. Bunların başında ise, sırasıyle Türk Ocakları, Olgunlaştırma Enstitüleri, Yetiştirma Yurtları, Yatılı Bölge Okulları, Devlet Parasız Yatılı Bölge Okulları ve Yurtları, Halkevleri ve Köy Enstitüleri gelmektedir.. Unutmamak gerekir ki Umumi Müffettişlikler ve Genel Kurmay da adı geçen konularda başkaca da önemli alan çalışmaları yapmışlardır. Türkleştirme çalışmalarında bu kurumların hazırladığı raporlar çok etkili olmuştur. Kürtleri “etkisiz” hale getirmek için onları eğitim yoluyla Türkleştirmek gerektiğine vurgu yapılan bu konudaki ilk Genelkurmay raporu, 1925 te yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu raporda şöyle denilmektedir :, “Aslen Türk olan fakat Kürtlüğe asimile olmak üzere bulunan bölgeler ile Siirt, Mardin ve Savur gibi halkı Arapça konuşan bölgelerde Türk Ocakları ve okullar açılması ve özellikle kız okulları açılması özendirilmelidr” Diğer etkili bir yol ise, o yıllarda, Türk illerinde Kürtçe konuşmanın yasaklanmasıdır. Vatandaş Türkçe Konuş kampanyalarıdır. Bir diğer uygulama askerlik alanı ile ilgilidir. Uzunca yıllar bilindiği gibi Kürt gençleri askerlik yapmak üzere batı illerine sevk edilirlerdi.. Buarda adına “Ali Okulu” denilen pedegojik yöntemlerden yoksun bir şekilde Türkçeye ve okuma yazmaya alıştırılırlardı. (Bu gün ise Kürdü Kürt öldürsün diye Kürt gençler artık kendi coğrafyalarında askerlik için konuşlandırılıyorlar.) Üst düzey Subayların Kürt olmamaları, pilotların Kürtlerden seçilmemesi gibi ilkeler özenle korunuyordu.Çünkü Kürtler güve nilmez, ınanılmaz insanlar olarak bellenmiştir. Keza Tevhidi Tedrisat Kanunu çıkarılmak sureti ile Kürt eğitim öğretim okulaları yani medreseleri kapatıldı. Aynı süreçte dil ve harf devrimi yapılarak Kürtlerin ana dilde öğretim yapma olanakları yok edildi. Yeni süreç yani latin harflerine geçiş Kürtlerin kolay kabul edebilecekleri bir tarz değildi. Lakın Kürtler orada kendilerini uzunca süre göremeyeceklerdi.Özcesi tüm bunlar Kürtlerin ’Cahil’ kalmasına yaradı. Doğal olarak da eşkiya, yol kesen, arlanmaz, vahşi ve medeniyetsiz gibi yakıştırmalar o günlerden beri Kürtlerin yakasından düşmedi. Öte yandan adı geçen kurumların konuya ilişkin raporlarında önemle şöyle denilmektedir. “Fırat’ın batısındaki illerin bazılarında dağınık olarak bulunan Kürtlerin Kürtçe konuşmalrı mutlak surette önlenmeli ve kız okullarına önem verilerek özellikle kadınların Türkçe konuşmalrı sağlanmalıdır.” Özellikle kız okulları ve annelik olgusu önemsenmiştir. Burada kadınların Türkçe öğrenmesine önem verilmesinin nedeni anadil sorunudur. Çocuğun dili anasının dilidir gerçeğinden hareketle kadınlar yani anneler özellikle hedef alınmıştır. Türkçe bilen kadınlar (anneler), çocuklarına Türkçeyi daha iyi bir şekilde öğretebilirler.Bu bağlamda Örgün ve Yagın Eğitim adı altında yıllarca kürt yerleşim birimlerinde, özelliklede Köylerde Gece Okulları açmak sureti ile köylü kadınlara da türkçe dersler verilmiştir. Ülke çapında Kürtçe konuşulması yasaklanmıştır. Güneş Dil Teorisi Kürt dilini ve Kürtçeyi deforme etme aşağı görme aracı olarak devreye sokulmuştur. Kıro ve Lawuk gibi sözcükler birer aşağılanma hitabı olarak Türk diline yerleşmiştir. Elazığ Kız Enstitüsü müdürlerinden Sıdıka Avar oraya Yani Elazığa misyoner olarak olarak gönderildiğini iddia etmektedir. Sıdıka Hanım şöyle diyor: “Atatürk, bu dağ köylerinde bütün yoksunlukların Türkçe bilmemekten ileri geldiğini söylemiş, bunu isyan sebeplerinden biri olarak görmüştü. Onun için Türkçe’nin bu köylere “ana” ile sokulmasını arzu etmişti. Bu en köklü öğretimdi. Tarihte örneği vardı. Rumeli vilayetlerinden ilk Kız Sultanisinin açıldığı bir ilden pek çok siyaset adamı yetişmişti. “Buraya da Türkçeyi ana ile sokmalıyız” Kürtlerin dil ve kültür bakımından Türkleştirilmelerine yönelik dikkat çekici bir belge de, yani “Türkleştirme Çabalarının”bir diğer belgesi de Umum Müfetişlik tarafından 1944 yılında hazırlanmış olan rapordur. Bu raporda şu görüşlere yer verilmektedir. “Bütün tezahürlerde zaten öteden beri de malum olan Kürtlük meselesini artık milli bir dava halinde ele almak için acele etmemizi ve tedbir almamızı gerektirir” denilerek devamla da, “Kürtlerin Türkleştirilmesi için doğudan batıya, batıdan doğuya göçü özendirme” den söz edilmektedir. “Köy Enstitüleri’nden mezun olacak Kürt çocuklarına batı illerinde görev verilmeli ve bu çocukların batıda evlenip orada iskanları sağlanmalıdır. Ayrıca doğudan göçmüş olan Kürt çocuklarının okutulmasını hususi bir teşkilatın takibetmesi şarttır” Bu raporlardan da anlaşılıyor ki resmi ideolojinin Kürt politikaları iç çelişkilerle doludur. Bir taraftan resmi görüş Kürtlerin Türk olduklarını iddia etmiş; diğer taraftan ise Kürtler Türk olmadıkları için asla kendilerine güvenilmemiştir. Kürtler de kendilerini bu yüzden TC ye ait hıssetmediler. Ülkeleri rızaları dışında bölünmüş ve dörde ayrılmıştı.Üstelik onları köleleştirien zihniyete biat etmeleri, iteat etmeleri kendilerinden istenmişti. Nasıl ki bir Türk kendini kölleştirmek isteyen düşünceye saygılı olamayacaksa, aynı şekilde bir Kürdün de böyle davranması en doğal reflekstir.Kemalizm TC nin resmi ideolojisidir ve bu ideoloji Kürtlerin köleleştirilmesini öngörmüştür. (“Bu ülkede Türk olmayanların bir tek hakkı vardır : Kölelik.” İşte Kemalizmin bu konudaki en açık söylemi budur.) Devlet Parasız Yatılı Bölge Okullarının tümü yıllardır ki 8 yıllık eğitim sürdürmekteydiler. Devlet öteki okullarda bu uygulamaya daha yeni başladı. Neden acaba? Elbette en önemli neden henüz 6- 7 yaşlarında çocukları annelerinden koparıp 8 yıl boyunca ancak yılda bir iki kez görüşme olanağının olacağı bir koparılmanın önemle gereğidir. Bu okulların üçte ikisinden fazlası Kürt illerinde geriye kalanlar da Kürtlerin yoğun oldukları varsayılan batı illerinde kurulmuştur.. Bu okullar tümü ile Kürtlükten ve Kürdi değerlerden soyutlamanın yapılıdığı, tabiri caiz ise körpecik beyinlerin yıkandığı yerlerdir. Bu okullardan mezun olanlar Köy Enstitülerine tercihen nakledilirlerdi. Bu okullar kendine yabancılaşmış kişilerin yetiştirildiği okullardı. Taktik gayet iyi seçilmiştir. Birer asimilasyon ocağı olan bu okullar devlet ve resmi ideoloji tarafından çok önemsenmiştir. Buradan mezun olanların çok az bir kısmı Kendi ulusal değerlerinden izale edilmeden kurtulabilmiştir. Ama bu okullar özellikle de Köy Enstitüleri adeta kutsanmıştır. Rahmetli Can Yücelin babası ilk Milli Eğitim bakanı Hasan Ali Yucel’in “Aliliği ve Yüceliği” belki biraz da bu okuların inşası konusundaki özel çabaları sonucu elde edilmiştir. Kuşkusuz kimi istisnaları da gözardı etmemek gerekir. Bu okulardan mezun olmuş kimi aydınlar düşünülenin tersine son derece yararlı birer aydın olarak da toplumsal mücadeleye omuz vermişlerdir, (Örneğin, bunlardan biri de sayın Kemal Burkaydır. Sayın Burkay otuz yılı aşkındır ki siyasal düşüncelerinden ötürü firarda ülkesinden uzak yaşamaktadır. O uzunca bir süre de Kürdistan Sosyalist Partisi genel sekreterliğini yapmıştır. Buna benzer başkaca da örnekler vardır kuşkusuz.) Ama istisnalar kaideyi bozmaz. Öte yandan bu gün Türkiyede 1932 yılından beri tüm okullarda “ANDIMIZ” adlı bir metin (Reşit Galip tarafından yazılmıştır) her sabah bir dua gibi topluca öğrencilere yani ilk okula giden çocuklara okutulmaktadır. Türk olan olmayan, müslüman ya da gayri müslüm bu ülkenin tüm çocukları her sabah böylesine şöven cümlelerle dolu bir metni ezbere okurlar. Ne Mutlu Türküm Diyene, Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun gibi ırkçı ve şöven bir cümle ile son bulur “Andımız” dünyanın hiç bir yerinde böylesine saçma bir resmi belge yoktur. Keza Türkçe dersi not itibari ile “İYİ” olmayanların sınıf atlamasına olanak yoktu. Sınıf geçmek için Türkçenin mutlaka İYİ olması mecburiyeti vardı. Not: Global Market adlı bir araştırma kurumunun, 36 ülkede 26.000 kişi ile yaptığı bir ankete göre Halk, Yönetim ve Kültür politikaları bakımından dünyanın en kötü ülkesi İsrail olarak tespit edildi. İkinci sırada ise kim var dersiniz. TC... Keşke böyle olmasaydı...
- 75 cevap
-
- 2
-
-
ABD’den alınması planlanan füzesavar sistemi IMF’den gelecek kredinin yarısına mâlolacak. Amerikan Patriot sistemlerinin 12 milyar liralık maliyeti, Türkiye’nin 2010 bütçesinin yüzde 4’üne, savunma bütçesinin ise yüzde 60’ına eşit. IMF’den 15 milyar dolar kredi bekleyen Ankara, bu kredinin yarısını Patriot’lara harcamaya hazırlanıyor Hükümetlerarası silah satışının en büyüklerinden biri olarak kayıtlara geçecek olan Türkiye’nin ABD’den satın alması gündeme gelen hava savunma ve füzesavar sistemlerinin ekonomik maliyeti, dudak uçuklatacak cinsten. Uzun menzilli hava savunma ve füzesavar sistemleri satmak için Kongre’den onay isteyen Amerikan Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon), Türkiye’ye göndermeyi planladığı askerî malzeme, “13 ateşleme bataryası, 72 PAC-3 füzesi, çeşitli başka füze türleri ve ek malzemeleri” olarak açıklandı. Bu alım gerçekleşirse, bir süredir ABD’nin en fazla silah alan ülkeler listesinde gerilere düşen Türkiye, eski konumuna geri dönmüş olacak. Satışı için onay istenen bütün ünitelerin alınması durumunda, programın Türkiye’ye maliyeti 7.8 milyar doları (yaklaşık 11.7 milyar lira) buluyor. Türkiye’nin, PAC-3 füze sistemini, bölgesel tehditlere karşı almak istediğini belirten Pentagon’a bağlı Savunma Güvenlik İşbirliği Ajansı, “Türkiye, bölgede, barış ve denge unsuru olarak ABD’nin ortağıdır. NATO’nun müttefikinin etkili bir savunma kapasitesine ulaşmasına ve bölgede kabul edilebilir bir askerî denge oluşturmasına yardımcı olmak, ABD’nin ulusal çıkarıdır” açıklamasını yaptı. Başka bir ifadeyle bu devasa alışverişin siyasal tabanı Atlantik’in ötesinde çoktan oluşmuş durumda. Türkiye açısından ise, Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın, 2007 martında açtığı 12 adet hava savunma füzesi satın alınmasını öngören ve henüz sonuçlanmayan ihale, ordunun halihazırda böyle bir ihtiyaç tanımladığını ortaya koyuyor. Pentagon’un Kongre’ye yaptığı izin başvurusunun da bu ihaleyle bağlantılı olma olasılığı yüksek. Manzara, iki tarafın bu alışveriş için oldukça istekli olduğunu gösteriyor. IMF’den istenen paranın yarısı Türkiye için halen en ucuz kredi kurumu özelliğini koruyan IMF ile 2008 mayısında sona eren stand-by anlaşmasının ardından, iki yıla yakın süredir yeni anlaşma görüşmeleri sürüyor. Uluslararası piyasalardan yaklaşık yüzde 7 oranında faizle borçlanan Türkiye, IMF’den yüzde 2.3 oranında bir maliyetle kredi kullanabiliyor. Geçen yılın sonlarında IMF’den talep edilen para 25 milyar dolar olarak telaffuz edilirken, uzmanlar mevcut koşullarda rakamın 15 milyar dolar civarına gerilediğini belirtiyor. IMF’den gelecek kaynağın 15 milyar dolar olduğu kabul edilirse, füze sistemlerine ödenecek para da bunun yaklaşık yarısına denk geliyor. Türkiye’nin ABD’den savunma füze sistemleri alma kararını Taraf’a değerlendiren ekonomistler, harcamaların askerî savunmalara değil ülkenin büyümesi için altyapıya yapılmasını istedi. Füzeden önce, sele önlem alın Bu yılki 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarında dillendirilen, “Güçlü ordu güçlü Türkiye” sloganını hatırlatan gazeteci yazar Prof. Dr. Mehmet Altan “Japonya ve Almanya, Türkiye’den daha güçlü, ama orduları yok. Orduya ve savunmalara giden paralar halkın, toplumun zenginliğine gitse daha güçlü olmaz mıyız?“ diye sordu. “Silahlanacağımıza, bu kadar füze alacağımıza, şiddetli yağmurla 33 insanımızın ölümünü engellemeye çalışsak daha iyi olmaz mı?” diye konuşan Altan, şöyle devam etti: “Askerî tehlikeye göre silah alımları oluyor. Bunu kim neye göre tahlil ediyor? Bu silah satışlarından kimler komisyon alıyor? Bu silah alınmalarında kimler nasıl karar veriyor? Bu alımlardan sonra kimler zengin olacak? Bu soruların cevaplarını bilmiyoruz. Bunlar kamuoyu ile paylaşılmıyor. Bunların bilinmesi gerekiyor. Bu silahlar ödediğimiz vergilerle alınıyor. Ancak biz bunun hesabını soramıyoruz. Bunlar tartışılmadan bu tür harcamalar yapılıyor. Yoksulluğu işsizliği bu kadar fazla olan bir ülkenin ne kadar güvenliğe ihtiyacı var.” Silah harcaması kısıtlanmalı Füze sistemlerinin doğrudan IMF’den gelecek kaynakla ilişkilendirilmemesi gerektiğini belirten Bahçeşehir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Seyfettin Gürsel ise, Türkiye’nin savunma harcamalarından tasarruf yapması gerektiğini söyledi. Gürsel, “Türkiye’de işsizlik artıyor. Büyümeye ihtiyaç var. Savunma, kamu harcamaları ve hatta sosyal harcamaların büyük bir bölümü, büyümeyi destekleyecek yatırımlara yapılmalı. Mesele füze meselesi değil. Türkiye Kürt meselesini, Kıbrıs meselesini çözsün. Altyapıya yatırım yapsın. Zaten büyüme olur” dedi. Füzelerin maliyeti savunma bütçesinin yüzde 58’ine denk Maliye Bakanlığı’nın verilerine göre Türkiye’nin 2010 ve 2011 yıllarına ait toplam tahmini bütçeleri sırasıyla, 297.4 milyar TL ve 330.3 milyar TL düzeylerinde bulunuyor. Aynı yıllarda Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Savunma Sanayi Müsteşarlığı’na dağıtılmış toplam savunma bütçeleri, 2010 için 20.3 milyar TL, 2011 için 22.5 milyar TL olarak görülüyor. Söz konusu savunma sistemleri için harcanacak para 2010 yılı tüm savunma harcamasının yüzde 58’ine tekabül ediyor.
-
AKILALMAZ İŞKENCELER... FALAKA: En yaygın ve devamlı uygulanan bir işkence yön¬temidir. Ayak tabanı, ellerin içi gibi vücudun kaslı bölümlerine kalas, cop, zincir, saz sapı, pik demir çubuk, v.b. vurularak gerçekleştirilir. Bu yöntem, ayak tabanlarını, el ayalarını patlatır, kaba yerleri ezer, morartır, tırnakları söker. El-ayak gibi herhangi bir yeri kırar, sakat eder. KÖPEK SALDIRIMA: Tutuklu çırılçıplak soyulur, kurt köpeği üzerine saldırtır. Köpeğin ilk kaptığı yer bacak arasıdır. ZİNCİR: 20-25 metre uzunluğundaki zincirin uçları iki tutuklunun boynuna bağlanır. Tutuklular sırt sırta verdirilerek ters yönde hızla koşuşturulur. Zincir tam gerilince, her iki tutuklu da sırtüstü yere düşer. AYAKTAN ASMA: Tutuklunun tek ayağına zincir bağlanır. Bu zincir yüksek bir yere asılır. Tutuklu bayılıncaya kadar askıda kalır. GERME: Tutuklunun bir bacağı merdiven tırabzanına bağlanır, diğer bacağı da açık bırakılan koğuşun gözetleme deliğine bağlanır. Kapı kapatılır. Tutuklunun bacakları koğuş kapısının eni kadar gerilir ve öylece kalır. TEPE: 50-60 kişi havalandırmaya alınır. Gardiyan 'tepe ol' komutu vererek, tüm tutuklular üst üste binerler. Bir tutuklu da üst üste yatan tutukluların üstüne çıkar, istiklal Marşı'nın 10 kıtası okutulur. KULE: Havalandırmaya çıkan tutuklular 6 kişilik daire oluştururlar. Bunların üzerine 3-4 kat olacak biçiminde tutuklular çıkarılır. Gardiyanın 'yıkıl' komutuyla kule oluşturan tutuklular kendini yere bırakır. Tutukluların değişik yerlerinde kırılma, incinme, çıkık olur. . KANTAR: Tutuklular havalandırmada çırılçıplak soyundurulup tek sıra halinde dizilirler, sıranın ön tarafında duran tutuklu sırt üstü yatırılır. İkinci tutuklu, yatan tutuklunun testis ve erkeklik organlarından tutarak yukarı kaldırır. Tutuklunun kaç kilo geldiğini söylemesi istenir. Tüm tutuklular birbirini tartana kadar bu işlem devam eder. KERVAN: Havalandırmada, tutuklular tek sıra dizilir. Her tutuklu önündeki tutuklunun sırtına bindirilir; bacakları, al¬tındaki tutuklunun boynundan aşağıya sarkıtılır ve kulaklarından tutması istenir. Gardiyanın komutuyla tutuklular yürümeye başlarlar. Bu işleme tutuklular ayakta duramayacak duruma geldiğinde son verilir. COP SOKMA: Gardiyanlar copu zeytinyağına batırır ve yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokar. ÇEK-ÇEK: Tutuklu çırılçıplak soyundurulur ve erkeklik organına bir ip takılır. Gardiyan ipin açıkta kalan ucunu alıp hızla koşar. Tutuklu da zorunlu olarak gardiyanın peşinden koşar. LAĞIM SUYUNA SOKMA: Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluşturulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilir. ÖL DEDİĞİMDE: Tutuklu havalandırmanın orta yerine çıkarılır, hazır ol durumuna geçirilir. Gardiyanın 'öl' komutuyla tutuklu kaskatı, eklemlerini kırmadan yere düşürülür. Bu işlem gardiyanın keyfine göre tekrarlanır. . LOKOMOTİF: Tutuklular havalandırmaya çıkarılır. İki kişi çırılçıplak soyundurulur. Bunlardan birisi domalıp iki eliyle diz kapaklarını tutar, diğeri de arkadan bunu kucaklar. Gardiyanın 'uygun adım marş' demesiyle her iki tutuklu havalandırmada dolaşırlar. Diğer tutuklular da bunları izlemek zorundadırlar. PİSLİK YEDİRME: Her havalandırmanın ortasında bir lağım çukuru vardır. Lağım suları ve insan pislikleri burada toplanır. Bu çukurdan avuç avuç pislik alıp yemeleri istenir. İŞEME: Havalandırmada bir tutuklunun yere yatması istenir. Diğer tutuklularda, yerde yatan tutuklunun yüzüne işetilir. TECAVÜZ: Cezaevinde görev yapan gardiyanlar, genç tutuklulara merdiven altlarında zorla tecavüz ederler. Ayrıca iki tutuklu çırılçıplak soyundurularak birbirlerine tecavüz et¬meleri için zorlanırlar. Havalandırma dönüşü en az 20 – 30 zayiat verirdik bayılanlar ayak ve kolu kırılanlar bunları sırtlayarak koğuşa getirirken çıkıştaki gibi yine aynı işkencelere maruz kalırdık koğuşa geliş bittikten sonra sayım durumuna geçerdik gardiyanlar toplu olarak koğuşa gelir sayım yapar sayım bahanesi ile yine dayak atar ve koğuşu cezalandırırlardı bu cezalar gün ve zamana göre değişirdi eğer sabah havalandırmaya çıkmazsak öğle yemeği vermeme cezası verilirdi öğleden sorma çıkmazsak akşam yemeği vermeme cezası bazen su içmeme ve sigara içmeme cezası bazen de hiç mola vermeden akşama kadar yerinde sayarak marş söyleme cezası bazen betonda sırt üstü yatma cezası bazen ranza altı cezası bazen de tuvalete çıkmama cezası gibi uygulamalar yapılırdı bu uygulamalara sürekli yenileri eklenirdi tüm bu işkencelerden sonra koğuş olarak rahatlardık çünkü bugün de ölmemiştik ve yaşıyorduk ve o gün havalandırmaya çık korkusu kalmamıştı hayat devam ediyordu kan şiş kırık çıkık o kadar önemli sayılmazdı sonra herkes elini yüzünü yıkar …….işlere devam ederdi Kış geceleri ayrı bir işkence uygulanıyordu kaloriferler zaten hiçbir zaman yakılmadı koğuşlar zaten çok soğuktu hele 1983’ün kışı bir felaketti o soğuk kış günlerinde 30-40 bidon su koğuşa dökülür ve soyunmamız emredilirdi hepimiz soyunurduk sadece kilot üstümüzde kalıyordu ve koğuşa bir emir veriliyordu ‘’koğuş yere yat ve kaybol ranza altı ol’’ saatlerce bazen sabaha kadar kımıldamadan o suyun içinde bekletiliyorduk vücudumuzdan buhar çıkıyordu bazen de günlerce yatak yasaklanıyordu beton üstünde yatmamız emredilirdi bazen meşhur co köpeği koğuşa bırakılıyordu.sabaha kadar co havlıyordu hiç birimiz bu havlama sesinden yatamazdık bazı geceler operasyon düzenleniyor bu operasyonların başında genellikle minik asteğmen oluyordu rasgele döverlerdi bazen de yaz kış demeden battaniyenin altına gir ne başınız ne de ayaklarınız görünecek kışın insan yine dayana biliyor fakat yazın çok kötü oluyordu fakat yazın çok kötü oluyordu baygınlık geçiren hastalanan çok oluyordu geceler ayrı bir kabustu bitmiyordu gündüzün yorgunluğu marşlar,işkenceler,gece uykusuzluğu bizleri bir deri bir kemik yapmıştı uygulamalar Nazi subaylarını aratmıyordu.bu uygulamalar sadece bir günlük uygulamalardı.ve bizim koguşta olanlardı diğer koğuşta olanları göremiyorduk.sadece dayak sesleri bağırma ve marş sesleri duyuyurduk.son dönemlerde Diyarbakır cezaevinin yıkılıp yerine okul yapılacağı söyleniyor.bu cezaevi yıkılmamalı.Müslüm Üzülmez hocanın dediği gibi müze olmalı ve 12 Eylül cuntacıları yargılanmalıdır. İsa Tekin
-
Adını son olarak üç yıl önce, Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler kitabıyla duyurmuştu. İsmi belki gölgede kalmıştı ama görevli olduğu kurumların perde arkasından yönettiği gizli operasyonlar, katliam ve işkence merkezleri Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vurmuştu. Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın gazetelere verdiği başsağlığı ilanıyla önceki gün vefat ettiği duyurulan emekli Orgeneral Kemal Yamak, 1967-1971’de Özel Harp Dairesi’nde kurmay başkanı ve 1971-1974’te başkan olarak görev yaptı. Kıbrıs harekâtı öncesi ve sonrası gizli operasyonları yönetti. 12 Eylül’de Diyarbakır’da Sıkıyönetim ve 7. Kolordu Komutanı olarak görev yaptı. Yamak, 1989’da Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan emekli olduktan sonra Turgut Özal’ın ölümüne kadar Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterlik makamında oturdu. Soğuk Savaş başlayınca yıldızı parladı Türkiye’nin son yarım asrına damgasını vuran kurumlarda, etkin konumlarda görev alan Kemal Yamak’ın babası İstiklal Madalyalı namı diğer “Arpacı Ahmet Ağa”. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda askerken Ruslara esir düşmüş, Kazım Karabekir’in Doğu Harekâtı sırasında kaçıp kurtulmuş. Çiftçi ve zahire tüccarı olarak çevrede ün yapan baba Ahmet Ağa, oğluna Mustafa Kemal’in adından esinlenerek Kemal ismini vermiş. Askerî liseye gitmesine karşı çıksa da Kemal Yamak babasını ikna etmeyi başarmış. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Harp Okulu öğrencisi olan Yamak’ın hayatındaki en önemli dönemeç belki de Soğuk Savaş döneminin başlaması oldu. NATO üyesi ülkelerde Sovyetler Birliği’ne karşı gizli ordular kuruldu. İtalya’da kurulan gizli ordunun adı GLADİO idi. NATO’nun koordine ettiği bu orduların ortak adı ise “Gölge ordular”dı. 1952’de Türkiye’de de özel bir kararnameyle “Seferberlik Tetkik Kurulu” adıyla kuruldu. 1960’lı yıllarda Özel Harp Dairesi adını aldı ve Amerikan Yardım Kurulu (Jusmat) ile aynı binada iç içe faaliyet gösterdi. Kemal Yamak, kitabında, Özel Harp Dairesi’ni, “Özellikle Amerikalıların da verdiği destekle NATO’nun ‘örtülü harekât konseptine’ dayanarak kurulmuş bir harekât ünitesiydi. Memleketimizin bulunduğu coğrafi mevki ve stratejik konum, böyle bir teşkilatı çok lüzumlu ve faydalı hale getiriyordu” sözleriyle anlatıyordu. ABD subaylarıyla çalıştı Yamak’ın, Türk ordusunun İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda, Soğuk Savaş dönemine göre, Amerika tarafından yeniden yapılandırıldığı merkezde göreve başlaması, onun kariyer basamaklarını hızla tırmanmasını da sağladı. 1957’de Malatya 59’uncu Er Eğitim Alayı, ordunun, Amerikan subaylarının gözetiminde NATO ve ABD ordusu standartlarına göre yeniden yapılandırıldığı bir merkezdi. Yamak, burada Yüzbaşı rütbesiyle, Servis Bölük Komutanlığı yapıyordu. Örtülü baskınların mimarı Kemal Yamak, Özel Harp Dairesi adını alan Türk Gladio’sunda 1967’den itibaren Kurmay Başkanı olarak çalışmaya başladı. 1971’de Özel Harp Dairesi’nin başkanı olan Yamak, Kıbrıs Harekâtı öncesinde ve sonrasında gizli operasyonlara imzasını attı. Öyle ki, örtülü, ansızın yapılan baskınların adını aldığı “Bir gece ansızın gelebiliriz” sloganının yaratıcısı da Kemal Yamak. Kıbrıs’lı Rumlara karşı nasıl uygulandığını kitabında Yamak, şöyle anlatmıştı: “1974 Barış Harekâtı’nda ve hemen öncesinde çok faydalı çalışmalar yapılmıştı. Çok basit ve etkili bir örnek vermek gerekirse, Rum radyo ve televizyonlarının Türklere senelerce dinlettiği ve toplumun hep üzüntülerini dile getirerek şikâyetçi olduğu ‘Bekledim de gelmedin’ şarkısına karşılık, önce ‘Bir gece ansızın gelebilirim’i, harekâttan hemen sonra da ‘Kendim ettim kendim buldum” şarkısını dinleterek, Rumlara verilen karşılık yerini bulmuştur.” Siyasetçiler, Özel Harp Dairesi’nin varlığından, 1974’te ABD’nin her yıl düzenli ödediği 1 milyon doları kesmesi üzerine haberdar oldular. O güne kadar, daireden sadece Genelkurmay Başkanı ve ikinci Başkanlar haberdar. Siyasi otoritenin örtülü ödenekten para aktarması için dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e brifing veriliyor. Bu sırada kurumun başında Kemal Yamak bulunuyor. Ecevit daha sonra, kamuoyuna Türkiye’deki Özel Harp Dairesi’nin varlığını şaşkınlıkla öğrendiğini, bir siyasi parti ilçe başkanının, MHP üyesinin bu daireye üye olduğunu açıkladı. Yamak ise kitabında Ecevit’e şu yanıtı vermişti: “Sadece MHP’den değil, CHP içinde ve TBMM’deki değişik partilerden birçok milletvekili, Özel Harp Dairesi’ne çalışıyor.” 12 Eylül’de Diyarbakır’da ün yaptı 12 Eylül Darbesi’nin ardından Diyarbakır Sıkıyönetim ve 7. Kolordu Komutanı olarak görev yapan Kemal Yamak, üzerinden 30 yıl geçmesine karşın hâlâ mahkûmlara uygulanan işkencelerle akıllarda kalan Diyarbakır Cezaevi’nden de sorumludur. Kemal Yamak’ın Kıbrıs’ta birlikte görev yaptığı Binbaşı Esat Oktay Yıldıran, cezaevinin sorumlu komutanıdır. Cezaevindeki işkenceler emir komuta zincirine bağlı olarak uygulanmaktadır. Esat Oktay Yıldıran’ın cezaevindeki mahkûmlarla ilk tanışmasını bir mahkum Aktüel dergisine şu sözlerle anlatmış: “Esat Oktay Yıldıran’ın 24 Şubat 1981 günü 35. Koğuş’ta direnişçi mahkûmların konulduğu hücrelerde yaptığı ilk konuşmasının giriş bölümünü çok iyi hatırlıyorum. Şöyle demişti: ‘Beni dinle! Ben direkmen Genelkurmay’ın emriyle buraya atandım. Benim adım Esat Oktay Yıldıran’dır. Ben Kıbrıs’ta Rum çocuğunu bıçakla kesmiş, babasının gözlerinin önünde kanını şarap niyetine içmiş adamım.” Kemal Yamak, yıllar sonra yazdığı kitabında Diyarbakır’da mahkûmlara uygulanan işkencelerden haberdar olmadığını yazmakla yetinmişti. Özal’ın ölümünden sonra geriye çekildi Kemal Yamak, öldürüldüğü iddiaları bugüne kadar gündemden düşmeyen Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Genel Sekreterliği’ni yaptı. Özal’ın GATA’ya sevki ve cenaze hazırlıklarından sonra istifasını veren Yamak, sessizliğini 2006’da yayınladığı Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler kitabını yazana dek korudu. O günden bu yana yine “gölge”de kalmayı tercih etti. Özel Harp Dairesi’nden Köşk’e Orgeneral Kemal Yamak, 1924 yılında Amasya’nın Merzifon ilçesinde doğdu. 1943 yılında Bursa Işıklar Askerî Lisesi’nden, 1945 yılında Kara Harp Okulu’ndan, 1947 yılında Topçu Sınıf Okulu’ndan, 1958 yılında Harp Akademisi’nden mezun oldu. 1971 yılında tuğgeneralliğe terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile Genelkurmay Özel Harp Dairesi başkanlığı, 4. Zırhlı Tugay komutanlığı yaptı. 1975’de tümgeneralliğe terfi etti. Tümgeneral rütbesi ile 28. Piyade Tümen Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığı, Doğu Yurtiçi Bölge Komutanlığı yaptı. 1979’da Korgeneralliğe terfi etti. Korgeneral rütbesi ile Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı, 7. Kolordu Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı görevlerinde bulundu. 1984’da Orgeneralliğe terfi etti. Orgeneral rütbesi ile Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı ve Ege Ordusu Komutanlığı yaptı. 24 Temmuz 1987 tarihinde atandığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan, 1 Eylül 1989 tarihinde yaş haddi nedeniyle emekli oldu. Aynı tarihte Başbakanlık Başdanışmanlığı’na atandı. Başbakan Turgut Özal’ın Kasım 1989’da Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesinin ardından Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevine getirildi. 17 Nisan 1993’te ise görevinden istifa etti taraf gazetesinden alınmıştır.Kıbrısta Esat Oktay Yıldıran ile birlikte çalışmıştır.Esat Oktay Yıldıran her zaman şunu söylerdi.ben Kıbrıs savaşında bir rum çocuğunun kafasını kestim kanını babasının gözleri önünde içtim.der ve bununla övünürdü.bu bir insanın yapacağı şeyler olamaz ancak bir vampir bunu yapabilirdi bu vampirde Esat Oktay dan başkası olamaz Suat Ilhan 7. Kolordu Adli Müsvirleri Hakim binbasi Ahmet beyazit Yüzbasi Turgut Adli Müsavir Yardimcisi Hakim ve savcilar Binbasi Emrullaha Kaya. Kayserili Basri Özgemnc, Ask savci, Menemenli Bülent Cahit Aydogan, Ask savci, Samsunlu Turgay Çaglar. Hakim yüzbasi Oktay Yüksel, hakim yüzbasi Mardinli Niyazi Erdogan, Sivil hakim Kemal Kavi, mahkeme baskani binbasi Nihat Beyhan Özyurt Celalettin Celik, yüzbasi Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran: 1.75 boyunda, zayıf kumral, 40 yaşlarında ama yüz kırışıkları fazla, gözlerinin altındaki halkalar morarmış, daima komando elbiseleriyle ve Co isimli köpeği ile dolaşır. Diyarbakır zindanındaki işkencelerin mimarı dır. Katillerin başı, soğukkanlı, acımasız, güzel vaadler verip çirkin uygulamalar yapan, burnu havada, kendini Nemrud sanan biriydi. 1974 Kıbrıs isgalinde görev yaptığı için, orada ki zindanlarda yapılan işkencelerle deneyim sahibi olmus, 7. Kolordu Komutanı Kontragerilla Şefi Kemal Yamak'ın verdiği yetkiyle donanmış tam olarak bir işkence ve cinayet makinasıydı. 24 Şubat 1981 tarinden Eylül 1992 sonuna kadar Diyarbakır zindanında işkenceci başı olarak görev yaptı. Eylül ayında sonuçlanan, M. Hayri Durmuş; Kemal Pir ve arkadaşlarının yaşamlarını yitirdikleri ölüm orucundan sonra İstanbul`a tayini çıktı. Burada rütbesı yükseltilerek binbaşı oldu. 22 Ekim 1988 tarinde İstanbul Kısıklı'da bir otobüsün içinde bir Kürt militan tarafinda silahla başına sıkılan üç kurşunla öldürüldü. Şimdi bu vampir ve kan içicinin Diyarbakır Cezaevindeki bazı uygulamalarını bizim kaldığımız 32. koğuştaki işkencelerinin bir gününü sizlerle paylaşmak istiyorum 32. koğuşun bir günü Sabah saat 04.45’te koğuş nöbetçilerinin koğuş kalk komutu ile uyandırıldık koğuşun 3-5 nöbetini tutan nöbetçiler saat 04.45’te koğuşu uyandırmakla görevliydiler saat tam 04.45 olunca nöbetçiler yüksek sesle bağırarak koğuş kalk komutunu vermek zorundaydılar bu komuttan birkaç dakika sonra koğuş kapısının mazgalı açılır nöbetçi gardiyan komutan nöbetçileri çağırırdı nöbetçi onbaşı kapıya doğru koşar yanındaki nöbetçide on başının yanına geçer ikisi birden ayaklarını sertçe yere vurarak esas duruşa geçer başta nöbetçi on başı kısa künyesini okumaya başlar İsa tekin Diyarbakır emret komutanım 32.koğuş nöbetçi onbaşısıyım 32.koğuş 106 mevcudu ile vukuatsız olarak emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım der sonra yanındaki nöbetçiye gelir nöbetçide aynı künyeyi tekrarlardı nöbetçi gardiyan nöbetçilere sorardı vukuatınız var mı lan nöbetçi onbaşı yoktur komutanım der nöbetçi gardiyan komutana sorar koğuş herkes uyandı mı uyuyan var mı derdi koğuş nöbetçi on başı yoktur komutanım derdi kalkar kalkmaz ilk işimiz yatağımızı yapmak zorundaydık çünkü yatağı bozuk yapanlar dayak yerdiler koğuş gardiyanımız Kayseri’li kara bela kontrolde kimin yatağını bozuk görse dayak ile cezalandırırdı ve yatağın düzgün güzel yapıldığının testini şöyle yapardı yatağın üzerine 25 kuruş demir para atardı eğer para yatağın üzerinde zıplıyorsa demek ki yatak düzgün ve güzel yapılmıştır eğer para zıplamıyorsa yatak düzgün yapılmamış yani iyi çekilmemiş demektir öyleyse dayak hak edilmiştir ben ve Mehmet Kansu aynı yatakta yattığımız için kalkar kalkmaz nevresimin dört kenarından bağlar sıkıca döşeğin üzerine geçirirdik bunu her sabah tekrarladığımız için bu işlem en fazla bir dakikamızı alırdı çünkü zaman ve dakikalar bu dönemde çok önemliydi yatak işi bittikten sonra tuvalete ihtiyacı olanlar için sıraya girmek gerekiyordu tuvalet işi b,ittikten sonra sıra günlük traşa gelecekti toplam dört lavabo taşı olduğu için lavaboda traş olmak yasaktı plastik bardağa biraz su alırdık o su ile traş olmaya çalışırdık her arkadaş samimi olduğu arkadaşla birbirini traş ederdi traş jiletlerimiz permatikti idare bu permatikleri sayılı olarak verirdi ve tekrar sayılı olarak alırdı jiletlerin karışmaması için kartondan bir kutu yapmıştık ve numaralandırmıştık kaç numaralı jilet kime aitse belliydi jiletlerin dağıtılması çok seri şekilde yapılırdı ve Mehmet’le birbirimizi karşılıklı tıraş ederdik böylece ayna sorununu da çözmüş oluyorduk sonra birbirimizin yüzüne pamuk sürüyorduk eğer pamuk yüze yapışıyorsa traş iyi olmamış pamuğun yapıştığı yerleri yeniden traş ediyorduk çünkü sabah komutan traş kontrolünde aynı şeyi deneyecekti kimin yüzüne pamuk yapışmışsa demek ki güzel ve düzgün traş olmamıştır onunda suçu çok ağır oluyordu 5’e 10 kalasla dayak atıyorlardı bu jiletleri her hafta pazardan pazara kullanıyorduk son iki gün kalınca jiletler köreldiği için yüzümü parçalıyordu bazı arkadaşların sakalı sert olduğu için jilet kesmediği için yüzlerini kesiyorlardı yüzleri cildi kan içinde kalıyordu Pazar günleri öğleden sonra koltuk altı ve etek altı traşlarında bu jiletleri kullandıktan sonra değiştiriyorlardı aynı gün saçlarımızda sıfır numara ile kesiliyordu bazen saçlarımız makineye sıkışıyor kesen yeni berberimiz kesmesini bilmediği için adeta saçlarımızı yoluyordu buda ayrı bir işkence türüydü evet acele ediyoruz daha gün yeni başlayacak koğuş gardiyanı koğuş mazgalını açıyor nöbetçi koşup tekmil veriyor gardiyan komutan emir veriyor karavana çıkar sabah kahvaltısı için üç karavanayı nöbetçi koşar adım kapının önüne çıkarıyor var gücü ile kısa künye yapıyor İsa tekin Diyarbakır emret komutanım koğuş gardiyanı emrediyor karavanayı bırak içeri gir nöbetçi tekrar kısa künyesini yüksek sesle tekrarlayıp koğuşa dönüyor gardiyan kapıyı kapatıyor kapının mazgalını açıyor lan sorumlu mahkemeye gidecekler hazırlansın koğuşta bu gece vukuat var mıydı? Koğuş sorumlu emredersin komutanım der ve kısa künyesini yapardı hatip çelik Mardin emret komutanım koğuş vukuatı yoktur komutanım derdi veya koğuşta o gece bir hasta olmuşsa veya ayakta gezerken başka bir nöbetçi gardiyana yakalanmışsa bunlar çok büyük vukuatlar demekti cezası da tabi ki ağır olurdu yoksa gardiyan mazgalı kapatır karavanaları yanında gelen çömez askere taşıtırdı böylece çömez asker geleceğin büyük komutanlığına hazırlanırdı koğuş sorumlusu koğuşa döner eğer gardiyan mahkemeye gidenlerin listesini vermişse o listeyi yüksek sele okur ve hemen hazırlanmasını isterdi liste verilmişse o gün mahkemesinin olduğunu bilenler kendilerinin mahkemelerinin olduğunu söyler ve hazır bir şekilde beklerdi aradan 10 -15 dakika sonra karavana kapıyı gelir ve kapıya bırakırdı karavananın yere bırakıldığının sesini hepimiz duyardık ondan sonra kapı mazgalı açılır komutan karavana al ve kapıyı açardı kapı açılana kadar üç kişi kapının önünde hazır olur her üçü de hızlı şekilde kısa künye yapar bina karavanalarını koşar adım içeri alırlardı hep karavanaların dolu gelmesini beklerdik bazen bu üç karavanada bir tanesinin altında toplam 10 tas kadar çorba olurdu buda en başta mahkemesi olanlara verilir koğuşa sonra dağıtılırdı bu kadar az kahvaltı ve yemeği eşit dağıtmak bayağı çaba gerektiriyordu dağıtan arkadaşlar adil olmak için çok çalışıyordu Ondan dolayı yemek dağıtıcılar belliydi sürekli aynı arkadaşlar bu görevleri yapıyorlardı elleri bu işe alışmış ve bayağı pratik dağıtıyorlardı yemekleri servis kaplarından yiyorduk çatal kaşık cam bardak yasaktı sadece tahta kaşık veriyorlardı onlarda zamanla çatlıyordu ve de koku yapıyordu su bardaklarımız plastik bardaklardı çorba ve yemekler çok az veriliyordu bazı günlerde kişi başı üç kaşığa düştüğü de oluyordu kahvaltı işi de çok acele yapılıyordu bazen kahvaltı bitmeden mahkemeye gideceklerin çıkması için gardiyan kapı mazgalını açıp mahkemeye gidenler çıksın diye emir veriyordu mahkemeye gidenler acil bir şekilde 1234 diye sayarak dışarı alındıktan sonra koğuş kahvaltısına devam ediyordu kahvaltı bittikten sonra eğer koğuş cezalı değilse birer sigara içebiliyorduk sigara yasaksa koğuş sorumlusu bizi sayıma kaldırıyordu sabah sayımı çok önemliydi dayakların büyük bir kısmı sabah sayımında atılıyordu bizlerde sayınları daha az zayiatla atlatmak için her sabah koğuş sorumlusu nezaretinde ön sayım yapıyorduk Türkçe bilmeyenleri yaşlıları ve hastaları arkamıza alıyorduk sağlam gür seslileri öne diziyorduk sayım ikişerli şekilde sayılıyordu öndeki ve Arkadaki şekilde dolayısıyla öndeki iki yanındaki dört diye devam ediyordu bu ikişerli sayımı 45 saniye en fazla 50 saniyede bitirmek zorundaydık bu seriyi yakalamak için bugün iki diyen arkadaş yarında aynı yerde oluyordu onun görevi ne olursa olsun sayım anında iki diyecek veya otuzuncu sıradaki kişi otuz diyecek yani böylelikle biri karıştırsa bile yanındaki sabit olduğu için sayım karışmayacaktı bu sayım işi bazen saat 9 a kadar devam ediyordu koğuş sorumlusu hatip çelik her sayım öncesi hep prova yaptırıyordu koğuş sıra halinde dizilir hatip çelik bağırır ve şöyle derdi herkes çok iyi dinlesin kimse numarasını unutmasın çok seri şekilde okusun ve bağırsın kendisi en başta sayımı başlatırdı ve şöyle derdi dikkat hatip çelik Mardin emret komutanım 32.koğuş 106 mevcudu ile emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım iki dört altı sekiz… diğer arkadaşlar hatip çelik’i takip ederdi hatip çelik bu provayı idare sayımı gelene kadar yüzlerce kez tekrar ederdi eğer koğuşa yeni gelenler olursa kurallara uymalarını ve bizim gibi yaptığımız gibi yapmaları gerektiği yönünde ikazlarda bulunurdu bu yeni gelenler muhabbeti hap devam ederdi taki idarenin ast üst subayları çavuşları ve gardiyanları sayıma gelene kadar aniden kapı mazgalı açılır kara bela komutan yüksek sesle bağırır 32.koğuş sayıma hazır olur ve koğuş kapısı açılırdı koğuş sorumlusu hatip çelik var gücü ile bağırır dikkat hatip çelik Mardin 32.koğuş 106 mevcudu ile sabah sayımında emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım der ve devam ederdi iki dört ……gardiyanlar bağırarak sayan her arkadasın göğsüne cop kalas vurarak sayımı takip etmeye çalışırlardı biz öndeki arkadaşlar ne olursa olsun bu cop ve kalası yemek zorunda kalırdık bazen bu cop ve kalasları göğsümüze öyle sert vuruyorlardı ki nefesimiz kesiliyordu ve bağıramıyorduk bazı arkadaşlar ayakta duramıyordu tabi bu cehennem zebanileri için bir mazeret teşkil ediyordu dayak atmanın mazeretiydi sayıma eğer yüzbaşı Esat Oktay yıldıran veya minik asteğmen gelmiş ve yanında kalabalık asker varsa o sabah büyük işkence var demektir yüzbaşı Esat Oktay yıldıran koğuşu baştan aşağı inceler koğuş sorumlusuna sorular sormaya başlar sorularıda yataklar iyi düzeltilmemiş yemekler nasıl şikayetiniz var mı koğuş sorumlusu hatip çelik kısa künyesini bağırarak yapar sizin sayenizde hiçbir ihtiyacımız yoktur komutanım der Yüz başı Esat Oktay konuşmasını sürdürürken co komutan (co köpeği) tutukluların apuç aralarını koklar veya kapardı diğer subaylar ve askerler bizlere bakar dayak atmak için şöyle sorarlardı u lan ibne neden karşı duvara bakmıyorsun bana bakıyorsun veya niye güldün esas duruşun niye bozuk niye kaşındın gibi mazeretler Esat Oktay yıldıranın yanında bizleri döverlerdi Esat Oktay konuşmasına devam ederdi devlet size şefkatli ana kucağını açmıştır devlet sizi yedirip içiriyor kıymetini bilin koğuşunuzda bölücülük ve komünistlik yapmayın yapan varsa aranızda barındırmayın bana bildirin gerekli mükafatı alacaksınız Esat Oktay konuşmasını uzunca sürdürür tehditlerini savurur çıkıp giderdi sayım faslı biter koğuş beş on dakika su ve ihtiyaç molası verir dayak yiyenler kanlarını yıkar kanlı üstünü değiştirir koğuş gardiyanı9nın emirlerini beklerdi eğer Esat Oktay yıldıran ceza var demişse koğuş gardiyanı mazgalı açar yüksek sesle koğuş sorumlusu hatip çelik’i çağırır koğuşun cezalı olduğunu herkesin ranza altı olmasını emir ederdi eğer o gün normal bir gün ise sorumluya koğuşun Atatürk ilke ve inkılaplarını okumasını isterdi bu kitap okuma işi tam bir işkenceydi şöyle ki sorumlu kitap okutmak için birini görevlendirir o kitabı açar başlar yüksek sesle okumaya Atatürk 1881 yılında Selanik’te 2 katlı pembe bir evde doğdu ve devam ederdi bizde hep tekrarlardık bu kitabı sil baştan binlerce kez bizlere okuttular bu kitap okuma faslı 1 saat devam eder koğuş sorumlusu bir saat sonra 10 dakika ihtiyaç molası verir sonra tekrar devam ederdik saat 12 ye çeyrek kala kapı mazgalı açılır koğuş gardiyanı karavanları ister karavanalar kapıya bırakılır 15 dakika yemek gelene kadar ihtiyaç molası veya sigara içmek serbest komutu verilirdi Koğuş yemek düzenine geçer herkes sıraya girer yemek almaya çalışır 15-20 dakika sonra mahkemeye gidenler gelir eğer davada savunma yapılmışsa eğer cezaevi ile ilgili mahkemede konuşulmuşsa mahkemeden gelenler toplu dayaktan geçirilir çok işkence görürlerdi bir gün Suruç grubundan arkadaşlar mahkemeye gidip gelmişlerdi o gün karar günüydü hepimiz hepimiz çok merak ediyorduk arkadaşlar geldi koğuş sorumlusu sordu ne oldu diye arkadaşların biri şu cevabı verdi önemli değil hele önce ben bir tuvalete gideyim yemekte ne var dört kez idam verdiler dedi baskı ve işkence öyle bir boyuttaydı ki tuvalete gitme ve yemekte ne var dört idamdan daha değerliydi bunu gırgır ve espri konusu yapmıştık önemli değil dört kez idam kuru fasulye kadar değerli değil yeter ki kuru bol kepçe olsun hele arkasında büyük su bidonu içinde sıcak çay gelmişse ve plastik bardakta içiliyorsa en büyük keyif bu olsa gerek dört idamın ne önemi var canım yemek faslı bittikten sonra üzerine bir sigara çok güzel oluyordu mahkemeye gidenler tekrar hazır şekilde kapı önünde bekleyerek komutan gelip onları götürecek ve komutunu verecek lan sorumlu koğuşa marş söylet Saat 12 de karavan kapıya gelir kapı mazgalı açılır yine aynı ses karavana al üç kişi koşarak karavana üç arkadaş koşarak kıza künye yaptıktan sonra hızlı ve seri bir şekilde karavanaları içeriye alırdı sabah verilen kahvaltıda kinse doymadığı için umudumuz öğle karavanının dolu gelmesiydi ama umutlarımız hep boşa çıkıyordu karavanalar çok az geliyordu ortalama 20 kişilik yemek 100 kişiye veriliyordu gelen yemeklerin içinde tükürükten tutunda böcek kadar her türlü haşere olurdu bazen tıraş oldukları saçlarını bile yemeklerin içine atıyorlardı iki üç günde bir isal yaptıran haplarda yemeğe katılıyordu insanlar açtı ne olsa yemek zorundaydık onu bile yeteri kadar vermiyorlardı 10 kişiye bir ekmek veriyorlardı hepimizin gözleri içine girmiş kemiklerimiz sayıla bilirdi yüzümüzde renk kalmamış sapsarı olmuştu hayallerimiz de annelerimizin dışarıda yaptığı o güzel lezzetli yemekler vardı sohbetler yemek çeşitleri üzerinde yapılırdı bazı arkadaşların koku alma duyusu çok gelişmişti kokuya göre karavanada hangi yemeklerin çıktığını çok iyi tahmin ediyorlardı bazı arkadaşlar cezaevinden çıktıktan sonra lokanta açacaklarını söylüyorlardı karavanada yemekler az geldiği gibi birde koğuş sorumlusu yardımcı ve ispiyoncusu maruf şahin vardı yemek gelir gelmez ilk maruf şahin kalite kontrol yapardı eğer yemekte iki üç tane et parçası çıkarsa maruf şahin elleri ile yemeğin içine dalar kısmetimde bugünde et çıktı hele bir tadına bakayım derdi hepimiz deri kemik kalmışken bazı arkadaşlar marut şahin’in kalçalarını göstererek bu ibne karı gibi kalça büyütüyor diye alay ederdi ama bunu kimse maruf şahin’in yüzüne söyleyemezdi çünkü maruf şahin idarenin koğuştaki anteni ve temsilcisiydi kimi kafaya taksa idareye gammazlardı doğal olarak etler maruf şahin’in hakkıydı tabi idarenin adamı maruf şahin yalnız değildi 106 kişilik koğuşta 5 kişi tespit etmiştik kantinden eşya siparişi verilirken bu ortaklarımızı da rüşvet olarak da bizi gammazlamamaları için hepimiz bir şeyler almak zorundaydık Vedat aydın’la bazen yan yana geldiğimizde maruf şahin ve ekibine bakarak şöyle derdi hale İsa hele şu şerefsize bak bu ****** güneşin düşmanı ayın düşmanı insanlığın düşmanı ve bu ****** umudun düşmanı diye künye sayardı bir defasında maruf şahin Vedat aydın’a sordu neye gülüyorsun Vedat kalçan zayıflamış ona gülüyorum dedi aradan iki gün geçtikten sonra soğuk bir kış günüydü koğuş gardiyanı Vedat aydın’ı çağırdı önce dayak attı sonra yemekhane kısmına 40 bidon su döktürüp Vedat arkadaşı saatlerce sırt üstü yüz üstü süründürdü bunu ispiyoncu maruf şahin’in yaptığını biliyorduk ama gücümüz o günün koşullarında maruf şahine yetmiyordu yemekler doğal olarak maruf şahin’in malıydı o da yedikçe malını büyütüyordu bizlerde maruftan geriye kalan artıklar kalıyordu onu da arkadaşlar elinden geldikçe adaletli bir şekilde dağıtmaya çalışıyorlardı ayda yılda yanmış küf tutmuş bulgur pilavı nohut veya kuru fasulye’yi bol veriyorlardı biz bazı arkadaşlar fazla yemeye korkuyorduk çünkü yemekler bozuk olduğu için ve mide az yemeğe alışık olduğu için hep aynı yemeğe tercih ediyorduk bazı arkadaşlarımız yemeğe dayanmadıkları için çok yiyorlardı buda bozuk olan mideleri rahatsız ediyordu saatlerce ayakta 6o tene ırkçı ve şoven marşı söylerdik arada koğuş gardiyanı kapı mazgalını acar lan sorumlu koğuş niye bu kadar cansız marş söylüyor diye azarlardı koğuş sorumlusu hatip çelik emredersin komutanım dedikten sonra 32,koğuş daha yüksek sesle yürüyüş kararı sayılacak say biz yerimizde var gücümüzle yere vurarak bir iki üç dört diye sayarak hatip’in komutlarını tekrarlardık sonrasında sırayla askeri marşları söylemeye devam ederdik bazı günlerde ise genellikle yaz ise çok sıcak olduğu zamanlarda havalandırmaya çıkardık havalandırma hava almak için değil işkence görmek için çıkardık Havalandırma için hazırlan dediğinde ayaklarımızda spor ayakkabıları olmak zorundaydı herkes ayakkabılarının bağlarını kontrol eder ve çok sık bağlardı süründürme dayak atma anında ayaktan çıkmasın diye sıkı bağlardı üstümüz çıplak alt kısımda eşofman altı giymek zorunluydu tabi hazırlığını bitiren hemen tuvalete koşardı bir anda tuvalete büyük kuyruklar oluşurdu bunun iki nedeni vardı birincisi havalandırmaya çok uzun süre kalmak ve dayak yerken altına kaçırmamak için ikinci nedeni ise ben babamdan öğrenmiştim babam diyordu ki oğlum eğer biri ile arkadaşlık yapıyorsan onunla bir eyleme katılacak isen eğer yanında arkadaşın sık sık küçük su dökme ihtiyaç duyuyorsa onunla o işe eyleme gitme bu korkunun işaretidir bunu arkadaşım Mehmet de anlatmıştım onun için havalandırmaya çık sözünden sonra hemen tuvalete koşanlara gülüyorduk onları takip ediyorduk hep aynı şahıslardı bunlar sıra havalandırmaya çık komutu ve koğuş kapısı acılıyor 3, katta olduğu için 3,katın havalandırma kapısına kadar tüm merdiven başlarında sağlı sollu ellerinde kalaslar gardiyanlar vardı kapıdan çıkan her arkadaş yüksek sesle sayarak çıkmak zorundaydı ve merdivenlerden koşar adım inmek zorundaydı 3, kattan havalandırmaya kadar önünden koştuğumuz her asker gardiyan elindeki kalaslarla vücudumuzun neresine rast gelirse oraya vuruyorlardı zaten koğuşun hepsi havalandırmaya çıkana kadar kafası gözü yüzü çenesi sırtı kan revan içinde kalıyordu havalandırmaya çıkan arkadaş içeride provasını yaptığımız şekilde yerine geçiyordu bu sıra uzun boydan kısa boylulara doğru bir sıraydı yani boyu uzun olanlar en önde dörtlü şekilde bekliyordu herkes önündeki ve yanındakini çok iyi tanıyordu ne olursa olsun herkes önündekinin arkasında durmak zorundaydı yanlışıkla biri senin yerine geçerse onu geriye itmek zorundasın yoksa sen yerini kaybedersin o zaman dayak yiyen sen olursun koğuşun sıraya geçmesi 1 dakikalık bir süreydi sonra istiklal marşı okunur yürüyüş yapmaya başlatılır yürüyüşler marş eşliğinde yapılırdı bazen bir marşın yarısı okutulmadan koğuş gardiyanı bağırır 32.koğuş neden ses çıkmıyor lan ibneler yürüyüş niye canlı değil diyerek havalandırmadaki işkenceler başlardı işkenceler
-
12 Eylül ve Diyarbakır Cezaevi Uygulamaları Evet yine bir 12 Eylül geldi 1980 darbesinden bu yana tam 29 yıl geçti fakat 12 Eylül darbesini yapanlar Türkiye de halen yargılanamadılar, kendi ürettikleri anayasa tarafından yönetiliyoruz. Ülkemizde 12 Eylül vahşetini yaşayan binlerce insan adli sicillerinde halen o darbenin ve ana yasasının kurallarına göre ceza alanların cezaları silinmemiştir gerek bu cezalar kâğıt üzerinde silinse de yüreklerinde ve beyinlerinde ölene dek silinmeyecektir. Bende bir 12 Eylül mağduru olarak o süreci asla unutmadım ve de unutmayacağım unutulmaması için önüme gelen her insana o insanlık dışı vahşeti anlatmaya devam edeceğim. Beni dinleyen insan çıkmazsa dağa taşa ağaca kuşa haykırarak anlatmaya devam edeceğim. Şimdi kısaca dönemin vahşetini cehaletini insanlık dışı tüm pisliklerini anlatmaya çalışacağım; 12 Eylül cuntacıları General ve darbecileri Milli güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral KENAN EVREN Orgeneral NURETTİN ERSİN Orgeneral TAHSİN ŞAHİNKAYA Orgeneral NEJAT TÜMER Orgeneral SEDAT CELASUN 12 Eylül 1980 tarihinde tüm Türkiye’de sıkıyönetim ilan edip sokağa çıkma yasağı koyarak günün Türkiye’sinde siyah beyaz olan TRT Televizyon ve Radyolarında yönetime el koyduklarını ve TBMM(Türkiye Büyük Millet Meclisi) i fethettiklerini tüm parti sendika ve derneklerin faaliyetlerine son verdiklerini MGK’lı 1 no lu 2 no lu 3 no lu bildirileri yayınlayarak MGK lı başkanı KENAN EVREN’in Onun içindirki netekim::::::: diyerek Türk demokrasisini askıya aldıklarını böbürlenerek anlatıyordu. 1982 de yeni düzenlediği anayasaların Adalet bakanlığı 12 Eylül ile ilgili yayınladıkları verilere bakılacak olursak 650 bin kişiyi gözaltına aldılar 650bin kişiye en ağır işkenceleri yaptılar 650bin kişinin iradesini kırmaya kimliksizleştirmeye ve kişiliksizleştirmeye ihanete zorlamaya dönük işkence baskı ve yaptırım politikalarını askeri ceza evlerinde 10 yıldan fazla devam etti. Emir komuta ilişkilerine dayalı bir adalet anlayışıyla 98.404 kişiyi askeri mahkemelerde yargıladılar işkence ürünü sahte delillere dayalı hükümlerle 21.764kişiye milyonlarca yıl ceza verdiler.7000 kişi hakkında idam istediler 517 kişiye idam cezası verdiler 124 kişinin idam cezası askeri Yargıtay tarafından onaylandı 50 kişiyi idam sehpalarında astılar. 29bin kişiyi vatandaşlıktan çıkardılar 388bin kişiye pasaport vermediler 1milyon 863bin kişiyi fişlediler sadece fişlenenlerin değil çocuklarının da geleceğini ipotek altına aldılar. Bu süre zarfında 14 kişiyi ceza evlerindeki açlık grevlerinde 16 kişiyi kaçarken 17 kişiyi de çatışmalarda öldürdüler 1974-1980 döneminde 5000 kişinin öldüğünü binlerce kişinin yaralandığını yüz binlerce kişinin ata topraklarından göçmek zorunda bırakıldığını tüm bu rakamlarının 78 kuşağının verdiği kaybın ödediği bedelin yaşadığı linçin boyutları hakkında her halde kaba bir fikir edinmiş olursunuz 12 Eylül askeri faşist darbe Türkiye’yi toz duman etmiştir ülkenin her tarafı yeniden işgal edilmiş tüm dernek sendika dernek ve tüm sivil toplum örgütünün faaliyetlerine son verilmiş başkan ve yöneticileri ya tutuklanmış ya firar etmiş veya yurt dışına kaçmışlardı: kahraman basın: bu faşist generallerin borazanlığı için adeta yarışır hale gelmişlerdi sol basın ve sol susturulmuştur adeta bedenlerinin üzerinden panzerler geçmiştir. Türkiye baştanbaşa susturulmuş adeta ülke cezaevine dönüştürülmüştür yazan çizen okuyan aydın yazar öğrenci öğretmen işçi çiftçi hepsi bu cehennemden beter olan ceza evlerine konmuştur. Tüm bu insanlık dışı vahşet: vatan millet Sakarya: adı altında yapılıyordu MAMAK METRİS BUCA ERZURUM ELAZIĞ ve DİYARBAKIR 5nolu cezaevleri dolup taşmaktaydı bir yatakta 4kişi yatıyordu bu insanlık dışı ceza evlerinde her türlü baskı işkence ve kişiliksizleştirme çalışmaları emir komuta zinciri içerisinde yapılıyordu bende bu süreçte DİYARBAKIR 5nolu ceza evinde uzun süre yattım yattığım süre içerisinde yaşadıklarımı gördüklerimi ve duyduklarımı sizlerle paylaşmaya çalışacağım DİYARBAKIR cezaevinde insan haysiyeti ve kişiliğiyle oynandığı kadar dünyanın hiçbir yerinde bu kadar insan haysiyeti ve kişiliği ile oynanmamıştır O yüzden cehennem tanımlaması da yetmez çünkü cehennem insan imajının yarattığı en kötü yer olarak tanımlanır DİYARBAKIR 5nolu cehennemi o imajında ötesinde insan havsalasının bile yetmediği bir olgu üstelik cehennem imajında verilen ceza neyse infazı yapılırmış insanları 24 saat şiddet altında tutan insani olan her refleksini uyurken bile esas duruşunu bozmak büyük bir suçtu her duygunun her istemin birer işkence bahanesi haline getirildiği ve bu işkencenin yıllarca sürdüğü dünyanın başka hiçbir yerinde görülmemiştir uygulanan şiddet insan aklını mantığını ve her türlü bilimin sınırlarını aşan boyuttaydı. Dünyanın hiçbir yerinde insanlara COP sokularak ********* yedirilerek insanlardan milliyetlerini ve dinlerini değiştirmeleri istenmemiştir. Kürde araba türke zor ile bütün ırkçı ve faşist ve askeri marş zor ile öğretilmiş ve gün boyu yerinde saydırılarak okutulmuştur DİYARBAKIR ceza evinde uygulanan bu program Dünyada uygulanan ırkçı programların tümünden daha farklı vahşettir. Şimdi Diyarbakır cezaevindeki resmi işkencecilerdir.... MGK Or. Kenan Evren Or. Nurettin Ersin Or. Tahsin Sahinkaya Or. Nejat Tümer Or. Sedat Celasu MGK'ya bagli Generaller Necdet Ürug Bedrettin Demirel Selahattin Demircioglu Süreyya Yüksel Nejat sevim Sikiyönetim komutanlari Hüsnü Celenkler Recep O. Ergun Nevzat bölüggiray Kemal Yamak Tevfik Alpaslan Selahattin Yirmibesoglu 7. Kolordu Komutanlari (Diyarbakir) M. Cemalletin Altinok M. Kemal Yamak 1971-1974’te Özel Harp Dairesi Başkanlığı yapan, Kıbrıs harekâtının gizli planlarını yürüten emekli general Kemal Yamak vefat etti. Yamak’ın hatıratında yer alan “Meclis’te CHP dahil her partiden Özel Harpçi milletvekili var. Bu vekiller genç yaşta örgüte girerler” sözleri çok tartışılmıştı
-
Gelin Adelete Teslim olun ve Güvenin Diyenlere ordan biri çıkıp bu örneği gösterse ve hangi adalete diye sorsa ne cevap verilecek acaba........ 'Kolu kırılan' çocuğa kötü muameleye takipsizlik Hakkari'de 22 Mart 2008 Newroz olaylarında kameralar önünde kolu bükülen ve daha sonra cezaevine atılan 12 yaşındaki Cüneyt Ertuş'un avukatlarının yapmış olduğu suç duyurusu 16 ay sonra takipsizlikle sonuçlandı. Hakkari'de geçen yıl 22 Mart tarihinde DTP tarafından yapılmak istenen Newroz kutlamasına izin verilmemesi üzerine çıkan olaylar sırasında polisin kameralar önünde kolunu büktüğü Cüneyt Ertuş'un olaydan sonra tutuklanarak gönderildiği Hakkari Cezaevi´nde gördüğü baskı ve keyfi uygulamalarla ilgili olarak avukatının yapmış olduğu suç duyurusu sonuçlandı. Ertuş'un cezaevine götürüldükten sonra kötü muameleye maruz kaldığını belirten avukatlar, cezaevi müdürü, cezaevi askeri personeli ve cezaevi doktorunun görevlerini kötüye kullandıkları gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştu. Yapılan suç duyurusunun üzerinde 19 ay geçtikten sonra savcılık görevliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vererek, takipsizlik kararı verdi. Yaşanan olayın ardından mağdur olan Cüneyt Ertuş hakkında dava açıldığını ve aylarca cezaevinde kaldığını belirten avukatı Fahri Timur, Cüneyt´e kamera önünde işkence yapanların da ödüllendirdiğini söyledi. Adana'da çocuklara yine ceza Adli tatilin bitmesiyle yargılamalara devam eden Adana Ağır Ceza Mahkemesi'nce 5 çocuğa 'Örgüt adına suç işlemek' ve 'Örgüt propagandası yapmak' suçlarından toplam 42 yıl 4 ay hapis cezası verildi. Adana'nı Dağlıoğlu ve Gülbahçe mahallerinde 16 Mart tarihinde yapılan gösterilere katıldıkları, yasadışı slogan ve polise taş attıkları gerekçesiyle tutuklanarak Pozantı Cezaevi'ne konulan M. S (16), V.S (16), E.B (17), M.Ç (15) ve İ. A (14) adlı çocukların davası karara bağlandı. 2008 yılının Haziran ayında yapılan ilk duruşmasında tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan çocuklar hakkında 'Örgüt adına suç işlemek' ve 'Örgüt propagandası yapmak' yapmak iddiasıyla Adana 7. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen dava dün sonuçlandı. Yaklaşık bir yıl 6 aydır yargılamaları devam eden 5 çocuğun karar duruşmasına yargılanan 5 çocuk katılmazken, çocukların avukatı Vedat Özkan hazır bulundu. Aynı eyleme iki ayrı ceza Mahkeme heyeti, 5 çocuğa TCK'nin 314/3 ve 220/6 yollamasıyla, TCK'nın 314/2 maddesi gereğince ayrı ayrı 5 yıl hapis cezası verdi. Çocuklara verilen 5'er yıllık hapis cezası 3713 sayılı yasanın 5. maddesi gereğince yarı oranında arttırılarak 7 yıl 6'şar aya çıkarıldı. Hapis cezası, çocukların yaşları 18 yaş altı olması sebebiyle TCK'nın 31/3 maddesi uyarında 1/3 oranında indirilerek 4 yıl 2'şer aya indirildi. Mahkeme heyeti ayrıca, çocuklar hakkında aynı eylemden dolayı TMK'nın 7/2 maddesinden örgüt propagandasından da ayrı ayrı 1'er yıl hapis cezası verdi. Heyet, çocuklardan İ.A'ya veridiği 1 yıl propaganda cezasını ise, yaşının 15'in altında olması sebebiyle TCK'nın 52. maddesi dikkate alınarak 3 bin TL para cezasına çevirdi. 'Cezalar Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne aykırı' Çocukların avukatı Vedat Özkan ise çocuklara verilen bu cezanın akıl tutulmasından başka bir şey olmadığını belirterek, 'Adana'da çocuklara bu kadar ağır cezaların verilmesini kaygı verici. Üstelik çocukların yargılamalarının tümünün 'Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne ve uluslar arası sözleşmelere aykırı olduğunu devalarca vurguladık. Ancak mahkeme bunları hiçbir şekilde dikkate almadı' dedi.
- 20 cevap
-
- 2
-
-
Benim şehit babasının serzenişini göstermesi açısından,barışa ve kardeşliğe olan ihtiyacımızı açıklaması açısından şehit ailesinin bu tepkisini yayınlamamı,şehit cenazelerinde partilerinin işaretlerini yapanlar ve halkı kışkırtacak sloganlar atarak halklar arasına düşmanlık sokmak suretiyle bölücülük yaparak oy avcılığı yapanlarla karşılaştırmanız doğru değil,bu sorunun silahla çözülemeyeceği yaklaşık 30 yıllık deneyimizile anlaşılmıştır.Ben görüşlerimi açıklarken asla bir tarafı savunmuyorum Dtp'nin bu sorunun çözümünde ısrarla imralıyı adres göstermesinin yanlış olduğunu defalarca yazdım,eğer Dtp çözüm istiyorsa Türkiye'deki değer yargıları ve halkın tepkisini gözönünde bulundurmak zorundadır,kendisi seçilmiş bir parti olduğundan muhatap alınabilir ancak imralı yada pkk'nin muhatap alınmasını beklemek çözümsüzlük istemektir...
-
Siirt’in Eruh ilçesi kırsalındaki çatışmalarda şehit olan Komando Er Yusuf Ulaş, Muş’un Malazgirt ilçesine bağlı Aynalıhoca köyünde defnedildi. 7 kardeşi bulunan ve 10 aylık asker olduğu bildirilen Yusuf Ulaş’ın cenazesi helikoplerle köye getirildi. Köy okulunda düzenlenen resmi cenaze töreninde anne Taliha Ulaş ile kardeşi Zeynep Ulaş fenalık geçirdi. Törene Vali Erdoğan Bektaş, 34. Motorize Tugay Komutanı Tuğgeneral Burhaneddin Akdı, Jandarma Alay Komutanı Albay Bektaş Aslan, Emniyet Müdürü Süleyman İlhan Acarır ve Milli Eğitim Müdürü İlhami Bayraktar ile diğer yetkililer katıldı. "BAHÇELİ SUSSUN, O EVLAT ACISI NEDİR BİLMEZ" Askerin babası Mehmet Nasir Ulaş, yaptığı konuşmada Kürt açılımının bir an önce tamamlanması gerektiğini belirterek, açılıma sert tavır gösteren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli için, "Devlet Bahçeli’nin çocuğu yok. O evlat acısı nedir bilmez. O yüzden hiç konuşmasın, sussun. Bu konuda hiç tepki göstermesin. Bu sorun çözülsün evlatlarımız artık ölmesin." dedi. 34. Motorize Tugay Komutanı Tuğgeneral Burhaneddin Akdı da şehidin babasının yanına giderek teselli etti. Akdı, "Çocuğu önce siz yetiştirip büyüttünüz, emek verdiniz. Sonra kınalı kuzu gibi bize teslim ettiniz. Bizim emanetimiz oldu. Şu andan itibaren bu çocuk bütün milletin çocuğudur. Buna bütün millet sahip çıkacak. Şehitlik mertebesi herkese nasip olmaz. Benim bir çok arkadaşım şehit oldu ama bana nasip olmadı. O yüzden oğlunuzla gurur duymanız gerekiyor." diye konuştu. BAŞKALARININ ÇOCUĞU ÖLMESİN Anne Taliha Ulaş ise iki gün önce oğlu ile telefonla görüştüğünü anlatarak, "Oğlum bana, yerinin çok iyi olduğunu söyledi. (Herhangi bir sıkıntım yok. Eğer ben ölürsem sakın ağlamayın) dedi. Benim oğlum öldü. Canı veren de Allah alan da Allah. Benim çocuğum şehit oldu, başkalarının çocuğu ölmesin. Bu Kürt sorunu bir an önce çözülsün. Hiç kimsenin annesi ağlamasın. İki tarafın da annesi var. İki tarafta da yürekler yanıyor, anneler ağlıyor. Artık bu süreç hızlansın ve sorun bitsin." şeklinde konuştu. Yapılan konuşmalardan sonra asker, köy mezarlığında toprağa verildi. Askerin toprağa verilmeden önce annesi, babası ve kardeşi tarafından öpülmesi cenazeye katılanları ağlattı. Askerin ailesini Vali Erdoğan Bektaş başta olmak üzere komutanlar teselli etti.
-
İlker01 konuyu başka tarafa çektiğim yok sadece şehit olan askerlerimizden nemalanmak isteyenlerin oyununu anlatmaya çalışıyorum,Şimdi şehit olan askerlerimizin cenaze törenlerine bir bakın lütfen orada hangi partiler kendi propagandalarını yapmaya kalkışacak,ozaman o partilerin neye niçin karşı çıktıklarını daha iyi anlayacaksınız....
-
Öncelikle hayatlarını kaybeden kardeşlerimize ALLAH'tan rahmet yakınlarına ve ülkemize başsağlığı diliyorum. Bu çatışmaların savaşın devamını isteyenlerin çabası sonucu devam ettiği aşikardır,hiçkimse verdiği mücadeleden ortada somut bir adım yokken vazgeçip silahlarını gömmez ancak geçici olarak susturur,Pkk'de bunu yapmaktadır.Savaş yanlılarının kimler olduğu ve neler yapmaya kalkıştıklarının anlaşılabilmesi açısından bu yazıyıda paylaşmak istiyorum... Iğdır’da açılımı sabote etmek için Kürt işadamlarına suikast planladıkları iddiasıyla Veli Küçük bağlantılı eski Ülkü Ocakları yöneticisi Turan Çevik tutuklandı. Ergenekon kapsamında ocak ayında gözaltına alınan ve Veli Küçük’e yakın olan Zafer Ağrıdağ’a yönelik teknik takibini sürdüren Iğdır Emniyeti, çok önemli bilgilere ulaştı. Ağrıdağ’ın kentte bir ölüm timi kurduğu belirlendi. Gözaltına alınan Melekli beldesi eski Ülkü Ocakları Başkanı Çevik tutuklandı. Oğlu Kamil Çevik ve Ülkü Ocakları Başkanı Mücahit Yalçın bırakıldı. Baskında suikast listesi ele geçti Iğdır’da biri eski iki ülkü ocağı başkanına ait evleri basan polis, siyasetçilere yönelik suikast planı yapan bir ‘ölüm timi’ni yakaladı. Evlerde ölüm listesiyle birlikte bir de Kalaşnikof marka tüfek ele geçirildi. Olayla ilgili gözaltına alınan Melekli Beldesi Ülkü Ocakları eski Başkanı Turan Çevik tutuklanırken, Iğdır Ülkü Ocakları Başkanı Mücahit Yalçın ile Turan Çevik’in oğlu Kamil Çevik serbest bırakıldı. Şüphelilerden Zafer Ağrıdağ ise aranıyor. Iğdır Ülkü Ocakları Başkanı Mücahit Yalçın ile Melekli Beldesi Ülkü Ocakları eski Başkanı Turan Çevik’in evlerine önceki gece operasyon düzenlendi. Evlerde yapılan aramada ele geçirilen belgelerde zanlıların hükümetin başlattığı Kürt açılımı çalışmalarını sabote etmek için plan yaptıkları anlaşıldı. Belgeler arasında bulunan ve Kürt işadamları ile bazı siyasetçilerin adlarının yazılı olduğu kağıtların bir “ölüm listesi” olduğu anlaşıldı. Zanlıların hükümetin başlattığı Kürt açılımı çalışmalarını sabote etmek için suikast hazırlığı yaptıkları iddia edildi. Operasyonun, 2000’de emekli Tuğgeneral Veli Küçük’ün yanında askerlik yapan, 31 Ocak 2009’da da Ergenekon soruşturması kapsamında Iğdır polisi tarafından gözaltına alınan ve daha sonra serbest bırakılan Zafer Ağrıdağ’ın teknik takibi sonucu düzenlendiği belirtildi. Melekli Beldesi eski Ülkü Ocakları Başkanı Turan Çevik’in evinde yapılan aramalarda bir adet Kalaşnikof marka tüfek ve çok sayıda mermi bulundu. İsim listeleri ise Mücahit Yalçın’ın evindeki belgeler arasında ele geçirildi. Zafer Ağrıdağ ile Turan Çevik’in uzun süredir teknik takipte olduğu, şahısların birbirleriyle şüpheli konuşmaları üzerine polisin harekete geçtiği öğrenildi. Gözaltına alınan Turan Çevik tutuklanıp Iğdır Kapalı Cezaevi’ne gönderilirken, Mücahit Yalçın ve Turan Çevik’in oğlu Kamil Çevik sorgularının ardından serbest bırakıldı. Zafer Ağrıdağ hâlâ aranıyor. Veli Küçük’ün askeri Ağrıdağ 2000 yılında, Ergenekon tutuklusu Veli Küçük’ün yanında askerlik yaptı. Ağrıdağ’ın evi 31 Ocak 2009’da polis tarafından Ergenekon soruşturması kapsamında basılmıştı. Yapılan aramalarda Ağrıdağ’ın Veli Küçük’ü övdüğü günlüklerine el konmuş, Ağrıdağ da gözaltına alınıp serbest bırakılmıştı. Daha önce Hrant Dink suikastı sonrası atılan ‘Hepimiz Ermeniyiz’ sloganını protesto etmek amacıyla, arkadaşı İsfandiyar Ekinci ile birlikte 2007 yılında İstanbul’a giden Ağrıdağ, Lapseki-Gelibolu seferini yapan gemiyi kaçırma planı yaparken yakalanmıştı. Astsubayın dehşet itirafları “Yakalanan PKK’lıyı helikopterden attılar... Özel harekâtçı polis PKK’lı bir kadının ölüsüne tecavüz etti...” Eski Astsubay Çakan isim, tarih ve yer vererek bunları kitabında yazdı ama, dava ona açıldı Eski Astsubay Kasım Çakan, Doğu ve Güneydoğu’da görev yaptığı sırada şahit olduğu faili meçhul cinayetleri bir kitapta topladı. Çakan’ın kitabının ihbar kabul edilmesini isteyen yayıncısı Mehdi Tanrıkulu, cinayetlerde adı geçen asker ve polislerin yargılanması için suç duyurusunda bulundu. Ancak Çakan ve yayıncısı Tanrıkulu hakkında dava açıldı. ASTSUBAYKEN ER OLMAK • Doğu ve Güneydoğu’da astsubay olarak görev yapan Kasım Çakan, ordudan ihraç edildikten kısa bir süre sonra başına gelen olayları ‘Astsubayken Er Olmak’ adlı kitabında topladı. Çakan kitabında anlattığı olayların ihbar kabul edilerek soruşturmasını isterken İstanbul Başsavcılığı, Çakan ve yayıncısı hakkında ‘terör progpagandası yapmak’ suçundan soruşturma başlattı. Çakan ve Tevn Yayınları’nın sahibi Mehdi Tanrıkulu’nun bu suçtan yargılanmasına devam ediliyor. SUÇ DUYURUSU • Yayıncı Mehdi Tanrıkulu, kitapta yazılanlar hakkında suç duyurusunda bulundu. Tanrıkulu, soruşturma başlatılması halinde çok sayıda faili meçhul cinayetin de aydınlatılabileceği gerekçesiyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurdu. Tanrıkulu’nun başvurusunda, Çakan’ın kitabında yer şu iddialara yer verdi: HELİKOPTERDEN ATTILAR • 1992’nin temmuz ayında, Kars-Kağızman’daki 7. Mekanize Tugayı 1. Mekanize Taburu 1. Mekanize Bölüğü’nde yeni görevime başladım. 04.04.1993 günü öğle saatlerinde iki Ağrı Dağı arasında, PKK militanları ile tabura ait askerler arasında çıkan çatışmada yaralı olarak ele geçen aslen Malatyalı, İnönü Üniversitesi 2. sınıftan terk, Doğan isimli militan, Erzurum’a götürülmek üzere çatışmanın ertesi günü bir helikopterle askeri yetkililer tarafından alındı. Fakat hem sivil hem askeri kaynaklardan öğrendim; Doğan çözülmediği için Tendürek Dağı’nda helikopterden atılmış, ölmüştü. CESEDE TECAVÜZ • 7. Mekanize Tugayı 1. Mekanize Taburu’nda görevliydik. 27 mayıs 1994 günü sabah saat 09.20 civarı askeri yol devriyesine PKK tarafından pusu atıldı. Sekiz asker ve bir astsubay hayatını kaybetti. Bir kadın ve bir erkek PKK’lı da hayatını kaybetmiş ve cesetleri de vadide kalmıştı. Ertesi gün çatışma bölgesine özel harekat birlikleri girdi. Arkasından da bizim askeri birlikler. Yanlarına geldiğimizde, özel harekât polisleri iki ölünün başındaydılar. Erkeğin vücudu isabet eden mermilerle parçalanmış; kadınsa kafasından vurulmuştu. Benim tim yanlarına gittiği zaman büyükçe bir taşın arkasında Adanalı polis Ramazan duruyordu. Bizim Bölük Komutanı Yüzbaşı Mehmet Özpolat sordu; ‘ne yapıyorsun’ diye. Polis Ramazan bağırdı; ‘Gelme Ben ölen teröristi hallediyorum’. Yüzbaşı, “Ne demek, aptal olma, ölüye yapılır mı’ dedi. Yüzbaşı, ‘Olamaz, sizler kafayı yemişsiniz, bu kadar aptallık olmaz’ dedi. Kendimi kaybettim. Ramazan’a küfrettim. Ramazan tabancasını çekerek yüzbaşıya hücum etti. Tam o sırada ben tüfeğin emniyetini açarak havaya doğru iki el ateş ettim. ER HÜSEYİN’İN ÖLÜMÜ • Demirköy 3. Hudut Taburu’nda 18.09.1989 tarihinde göreve başladım. Bu birimde Bölük Komutanı Tuncay Baydur’du. Bölükteki askerlerle futbol oynarken Ağrı Doğubeyazıtlı Hüseyin isimli asker maç esnasında Baydur tarafından dövüldü. Aynı gece Hüseyin firar etti, üç gün sonra da cesedi bulundu. “Şırnak’taki görev yerime ise 1993 yılının Nisan ayı başında ulaştım. 7 temmuz 1993 tarihinde sabah saat 10.00 civarı Kayseri Komando Birliği görevden üs alanına döndü. Yanlarında elleri kelepçeli dört köylü vardı. Üs bölgesindeki yer altı sığınaklarında sabaha kadar tutulmuşlardı. 8 temmuz 1993 tarihinde Kayseri Komando Birliği dört köylüyü yanlarına alıp göreve gittiler. 9 temmuzda döndüklerinde genç köylülerden biri yoktu. Diğer üç köylü, bir komando çavuş, iki er, bir asteğmen, hem dövüyor hem getiriyorlardı. Gençlerden birine, diğerinin nerede olduğunu sordum. ‘O teröristlerin yerini söyle’ diye ona yüklendiler. O da ‘bilmiyorum’ dedi. Komando Yüzbaşı Mustafa, ‘açın elini kaçsın’ dedi. ‘O kaçmayınca yirmi mermi sıktılar. Babasının yanında oğlunu kurşuna dizdiler’ dedi. Ertesi sabah geriye kalan diğer üç köylüyü alıp götürdüler ve bir daha geri getirmediler. Mehdi Tanrıkulu, suç duyurusunda, kitapta isimleri verilen asker ve polislerin ‘birden fazla nitelikli adam öldürme, görevi ihmal, işkence, ölünün maneviyatına hakaret, ordu içerisinde yasadışı silahlı çete kurmak’ suçlarından yargılanma-sını istedi. Tanrıkulu, yapılacak soruşturma ile birçok olayın da aydınlatılabileceğine işaret etti.
- 19 cevap
-
- 1
-
-
Ahmet Altan Kürt Meselesi ve Esitsizlik Sorunu ! aynı ülkenin vatandaşıyız aynı toprklarda yaşıyoruz peki,hépimiz é$itmiyiz?? Hadi daha net soralım TürkLerle Kürtler eşit mi ?? hiç duraksamadan ' tabi ki eşitiz ' diyenler olacaktır ne kadar eşitiz biz kürtlerle ? türkler türkçe konuşuyor kürtler kürtçe.. Dewletin resmi dili ne ? Türkçe... Demek dilde eşit değiliz, ülkede yaşayan bir qrubun dili 'dewletin resmi' dili, diqer büyük qrubun dili ' resmi ' deqil.. Ülkede eqitim hanqi dilde yapılıyor?? Türkçe... Kürtçe eqitim yapan okul war mı? Yok... Kürtçe eqitim yapan üniversite war mı? Yok... inqilizce,fransızca bile eqitim yapılabilir Ama kürtçe yapılamaz. Demek eqitimde de eşit deqiliz Anayasaya qöre bu ülkenin vatandaşlarına ne deniliyor?? Türk.. Kürtlere ne deniliyor peki?? Onlarada Türk deniliyor Kürtler Türk mü? Deqil... Niye onlarada Türk diyoruz öyleyse? Çünkü anayasa öyle emrediyor. Anayasaya qöre,bu ülkenin ' Kürt ' watandaş kürt olabilir mi? Olamaz.. Demek anayasaya qöre de eşit deqiliz Dilde eşit deqiliz, eqitimde eşit deqiliz anayasada eşit deqiliz.. Peki,nerede eşitiz?? Askere qiderken eşitiz, Kürt Türk ayrımı yapmadan herkesi askere alıyorlar Werqi werirken eşitiz, Kürt türk ayrımı yapmadan herkesten werqi alıyorlar Demek ki dewlete karşı ' sorumluluklarımızda ' eşitiz Ama dewletten aldıklarımızda eşit deqiliz Sizce bu hakkaniyete uyqun mu ?? Adamı askere qötür werqisini al ama ana dilini, eqitimini,anayasal eşitliqini kabul etme Sonrada sorun ne diye sor ' sen niye mesele çıkartıyorsun' diye kız Adamları öldürüp kuyulara at sokaklarda wur,hapishanelerde işkence yap Bu tabloya baktıqınızda sizce kürt sorununun temeli ne ?? Bence bu sorunun bir tek nedeni war EŞİTSİZLİK... Bir halkın diqerini esir qibi qörmesi '' Benim ırkımı,benim dilimi benim üstünlüqümü kabul edeceksin '' demesi. Biz niye kürtlerle eşit deqiliz peki? '' eşit olursak aynı hakları werirsek ülkemiz bölünecek '' diyorlar Kimin ülkesi bölünecek ? bizim ülkemiz.. Biz kimiz? Türkler.. Kürtler kim peki? Burası onlarında ülkesi deqilmi? Cewap hazır ''elbette onlarında ülkesi'' Peki,burası hepimizin ülkesi de Neden ülkeyle ilqili korkularımız '' eşit '' deqil? Biz bölünürüz diye korkuyoruz da Kürtler neden bölünürüz diye korkmuyorlar? Aynı ülkenin ''ortak sahiplerinin '' o ülkeyle ilqili ortak korkuları olması qerekmez mi? Biz korkuyoruz çünkü Kürtlere ''eşit''dawranmadıqımızı onları esir qibi qördüqümüzü we onların buna bir son wermek isteyebileceqini düşünüyoruz Bir ülkedeki iki büyük halktan biri Diqerine hakimiyetini zorla kabul ettirmeye kalkarsa sürekli olarak ''bölünmekten'' korkar. Sonunda da bölünür zaten. Kürtlerin dili de resmi dillerden biri olsa Onlar da Kürtçe eqitim yapsa, Anayasa onlara zorla ''Türk'' demese Türkiye'de Kürt sorunu olur mu? Olmaz... Öyleyse sorunun çözümü belli, Üstelik kolay we basit. Eşit oluruz,sorun biter. Niye sorunu bitirmiyoruz? Çünkü ''eşit ''olmak istemiyoruz Peki,biz neden Kürtlerle eşit olmak istemiyoruz? Türkleri Kürtlerden daha üstün kılan ne? Daha kalabalık olmak we bir orduya sahip bulunmak mı? Silah mı yani? Siz silahı baştan ortaya koyarsanı, Daqlarda silah patlamasına niye şaşırıyorsunuz??? Siz silahı ortadan kaldırın Zorla ''efendilik'' taslamayın Daqda silah falan kalmaz Sorun da kalmaz Ama önce Tanrı'nın we kulun önünde eşit olmayı kabul edin...!!! Kürt Meselesi ve Esitsizlik Sorunu ! Ahmet Altan Taraf Gazetesi !
- 20 cevap
-
- 2
-
-
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken mücadelede ortak olan kürt halkına ortak vatan ve eşit şartlar vaadedilmişti ancak savaş sonrası ne olduysa Türklük üzerine bir ülke kurma fikri Atatürk ve arkadaşlarında belirdi buna itiraz edenlerin çıkardıkları isyanlar sonucunda 10 binlerce insan öldürüldü ve göçe zorlandı süreç sürekli Türkiyede yaşayan diğer halkları Türkleştirmek şeklinde ilerledi,bugün gelinen noktada Türkiyede yaşayan çeşitli etnik gruplar özlliklerini kaybetmiş ve Türkleşmişlerdir,Etnikel özelliklerini enfazla koruyan kürtlerdir ve onlarda etnik kimliklerini kaybetmemek için çok büyük kayıplar vermiştir. Bugün baktığınız zaman gelinen noktada 4 ülkede yaşayan kürtler K.ırak diye tabir ettiğiniz bölgedeki gelişmeler sonrası bir takım hak elde edebilmişlerdir.Kaypaklık dediğiniz şey Orada yaşananlarsa Türkiyenin İncirliğini ve askerlerinin kafasına çuval geçiren Amerikanın enyakın müttefiki olma çabasınıda görmezden gelemezsiniz...
- 75 cevap
-
- 1
-
-
"Öcalan'ı göz ardı edemeyiz"
''biji tirkiye'' şurada cevap verdi: Efendi Türkler başlık Güncel Konular
Bu yazıyı okurken lütfen önyargılarınızı bir kenara bırakın ve gerçekten bunların size yaşatıldığını düşünün ve daha sonra yorumunuzu yapın. Kürdiye’de Türklere Kürtlük ve Atakürtçülük Dayatılsaydı, Türkçe Konuşmak, Türkçe Yayın ve Eğitim Yasak, Kürtçe Eğitim Zorunlu Olsaydı Kürtlere yönelik, inkâra, asimilasyona dayalı büyük zulmü bir türlü anlamayanlara ya da anlamak istemeyenlere, daha kolay anlamaları için aynı konuyu farazi bir örnekle bir daha ve tersinden anlatmaya çalışalım. 1 - Ülkenin ismi Türkiye değil de Kürdiye olsaydı ve bu ülkede Atatürkçü resmi ideoloji yerine Atakürtçü resmi ideoloji dayatılsaydı, resmi dil ve eğitim dili Kürtçe olsa ve Türkçe konuşmak, yayın yapmak, eğitim yapmak yasak olsaydı. 2 - Kürdiye’de eğitim, “tevhidi tedrisat” dayatmasıyla tek tip Apoist-Atakürtçü nesiller yetiştirmek için ideolojik ve dogmatik zorbalıkla tam bir beyin yıkama ve öğütüm aracı haline getirilseydi. Devlet ve kurumları hep Atakürtçü-Apoist resmi ideolojiyi bir din gibi dayatsa, Türk çocukları bu Kürtçü ulusalcı ideoloji için ölmek zorunda bırakılsaydı. Başta ordu ve yargı olmak üzere, devlet kadrolarında bulunan çoğunluk bu Atakürtçü resmi ideolojinin bağnaz tarafgirleri olsa ve adaleti, hakları, özgürlükleri bu Kürtçü ideoloji için yok etmeyi görev bilseler, askıya alsalardı. 3 – Kürdiye’nin okullarında Türk çocukları her sabah “Kürt” olduğunu haykırmaya, “varlığını Kürt varlığına armağan etmeye” ve “ulu önder Atakürt Apo’nun açtığı yolda, kurduğu ülküde, gösterdiği amaçta yürüyeceğine” and içmeye zorlansalardı. 4 – Türklerin yoğunlukla yaşadığı bölgenin dağlarına, taşlarına “ne mutlu Kürd’üm diyene” yazılsaydı. Kürdiye’nin Başbakanları, bakanları, generalleri, Kürtlüğü kalpten benimsemeyenlerin ve Kürtçe bilmeyenlerin, Kürtlerin sahip olduğu herhangi bir hakka sahip olamayacağını, fakirlere dağıtılan yardımlardan bile pay alamayacağını, “Kürdiye’de Kürt olmayanın tek hakkının Kürtlere köle ve hizmetçi olmak” olduğunu, “ne mutlu Kürdüm diyene” sözünü kalpten söylemeyenlerin devletin düşmanı olduklarını açıklayıp hedef gösterselerdi. 5 – Bu haksızlık ve zulümlere karşı İslami ve Türk kimliklerini koruyarak insanca yaşamak istediklerini açıklayan ve bu haklarını elde etmek için kitlesel çağrılar yaparak haklarını kabul ettirmek üzere harekete geçen Müslüman Türklere karşı aşırı güç kullanımıyla katliamlar gerçekleştirilseydi. Ve o günün gazeteleri “isyancı” Türklere karşı girişilen ve kadın çocuk ayırmadan binlerce masum insanın da öldürüldüğü bu katliamlar hakkında Kürdiye Silahlı Güçler komutanlarının “… eşkiyaya yardım eden köyler halkının imha olunduğunu…” beyan ettikleri, “S. Paşanın tatbik ettiği imha planı” uyarınca “eşkıya”nın “çekirge mücadele usulüyle tepelendiği” şeklinde haberler yapsaydı. 6 – Bu büyük zulme itiraz eden ve insanca yaşamak haklarını talep eden Türkler ideolojik Atakürtçü yargı tarafından baskı altına alınsa, ideolojik keyfi kararlarla ceza evlerine doldurulsalardı. Üstelik cezaevlerinde Atakürtçü kadrolarca, özgürlük ve hak talep eden Türklere ağır işkenceler yapılsaydı. Yargının resmi ideolojinin kırbacı gibi kullanılmasından kaynaklanan adaletsizlikler, siyasi, ideolojik keyfi yargı kararlarıyla on binlerce insana yapılan zulümler, haksızlıklar Türk halkını kuşatsaydı. Kimi asker ve yargı bürokratlarının koruması altında gerçekleştirilen ve binlerce insanı katleden faili meçhuller, yoğun hukuksuzluklar, çatışmalar, gözaltında kayıplar, ev baskınları, yargısız infazlar, pislik yedirmeler, köy yakmalar ve boşaltmalar, taş atan Türk çocuklarını bile terörle mücadele kanunu kapsamına alarak onlarca yıllık cezalara muhatap kılan ideolojik uygulamalar, göç ve bundan doğan sorunlar Tür halkını ezseydi. 7 – Hak ve özgürlük talepli itiraz ve tepkiler sebebiyle Türk bölgesi farklı bir hukukla, OHAL uygulamasıyla on yıllarca kuşatılıp ezilseydi. Bu Baskılara ve zulümlere itiraz eden Türklere yönelik ilave baskılar, keyfi ideolojik uygulamalar reva görülseydi. Susurluk, Şemdinli, Yüksekova ve Ergenekon gibi adlarla ortaya çıkan devletin silahlı bürokratlarının öncülüğünde oluşturulmuş çetelerin benzerleri Kürdiye’de korunup Türk halkına musallat edilseydi ve en üst kademelerden korunup “iyi çocuklar” olarak kollansaydı. İşte bu Kürdiye devleti çeteleri, 17 bin civarında insanı faili meçhullerle, yargısız infazlarla katletseler, asit kuyularına atsalardı. 8 - Türk halkından küçümsenmeyecek önemde bir kısım, Kürdiye devleti ve TİT (Türkçü İntikam Tugayı) nın oluşturduğu yoğun şiddetin altında bırakılmış, bir kısmı göçe zorlanırken, bir kısmı da güvenlik ihtiyacıyla köyden şehre çaresizlik içinde göç etmek zorunda kalmış olsaydı. Bu da uzun yıllar kapanmayacak sosyal yaraların oluşmasına neden olsaydı. Türkler yaşam alanlarından kopartılarak, herhangi bir yer gösterilmeksizin sahipsiz bir biçimde bölgedeki ve bölge dışındaki kent merkezlerine göç etmek zorunda bırakılsaydı. Geçim kaynakları, toprakları ellerinden alınan bu Türkler yoksulluk sınırı altında yaşamaya mahkûm edilselerdi. Kendi topraklarında barınma, iş, sağlık, eğitim gibi temel hizmetlerden mahrum bırakılsalardı. Aileleri parçalansa ve göçtükleri birçok yerde Türk kimliklerinden dolayı saldırıya uğrasalar, dışlanıp aşağılansalardı. Göç eden insanlar, çevre uyumsuzluğu, dil ve kültür farklılığı, potansiyel suçlu görülme sorunlarıyla, sağlık, beslenme, barınma, düzenli iş bulamama-işsizlik, eğitim ile ilgili sorunlarla karşılaşsalardı. Türk köylüler arası güç dengesini bozan koruculuk sistemi Türk’ü Türk’e kırdırma mekanizması olarak işletilmiş, koruculuk zırhına bürünmüş suç şebekeleri üretilmiş olsaydı. Koruculuk, Köylüler üzerinde baskılar kuran, adam öldüren, kadın kaçıran, düşman gördüğünü TİT’li yaftası vurup ortadan kaldıran, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı, taciz, tecavüz, soygun, haraç alma ve sair suçlar işleyen, zaten devletten potansiyel suçlu muamelesi gören köylülerin müşteki olmaya bile korktukları, denetlenmeyen devasa bir suç makinesi olsaydı. Bir başka suç makinesi olan JİTEM’e destek veren ve ondan destek alan koruculuk, savaş ortamının hukuksuzluğu içerisinde her türlü kötülüğün ve zulmün başı olsa ve JİTEM-Korucu çetesi Türk halkına kan kustursaydı. 9 - Fakirlik, yoksunluk, işsizlik, eğitimsizlik de Türk bölgesinin en belirgin özelliği haline gelseydi. Egemen Kürt oligarşisi, Türklerin yoğun yaşadıkları bölgeleri bilinçli olarak geri bıraksaydı. Kürdiye’deki Türk bölgesi insanlarının, bir gün ayrılıkçı fikirlerle ortaya çıkabilecekleri endişeleriyle, ekonomik yönden geri ve eğitimsiz bırakılması ulusal politika olarak tercih edilseydi. Türk bölgesinin milli gelir dağılımı içindeki komik denecek kadar küçük olan payı bakımından, yoksulluk, işsizlik, alt yapı ve sanayi yatırımları açısından diğer bölgelerle mukayese bile edilemeyecek kadar gerilerde bırakıldığı, bizzat devlet istatistikleri ile ortaya konsaydı. Binlerce Türk köyünün yakılması ve 3 binin üzerinde köyün boşaltılmasıyla 3 milyondan fazla Türk insanı yurtlarından ayrılmak zorunda bırakılsaydı. Üretimden kopan bu insanlar ekonomik sıkıntılarla baş başa, açlık, sefalet içinde, çöplüklerden ekmek toplayacak duruma düşmelerine yol açacak derecede insanlık dışı uygulamalara maruz kalsaydı. Tavrınız yine aynımı olurdu?- 31 cevap
-
- 1
-
-
"Öcalan'ı göz ardı edemeyiz"
''biji tirkiye'' şurada cevap verdi: Efendi Türkler başlık Güncel Konular
Eğer Pkkyı hemen şimdi silahsızlandırmak istiyosak Ahmet TÜRK'ün bu yaklaşımı doğrudur,Ancak Kürt sorununda silahlı mücadele kısmını kenarda bırakıp diğer yönlerine yönelerek çözmeye çalışacaksak Öcalan'ın muhattaplığına gerek yoktur.Unutulmaması gereken bir nokta vardırki Kürt hareketi Abdullah Öcalan'la başlamadı ve onunla bitecek diye birşeyde yoktur,bu yaklaşım sadece öcalan'ın kendini terazinin bir yanına yerleştirmek suretiyle kurtulabilirmyim çırpınışıdır.Kürt sorununda asıl muhatap Dtp Olmalıdır ama Dtp'de Türk halkının değerlerini ve kırmızı çizgilerini anlamalı ve taleplerini,hareket tarzını bu konjektüre uygun yapmalıdır...- 31 cevap
-
- 2
-
-
'Toplumsal Ötenazi' 12 Eylül'dü, Devlet Bey! Devlet Bey, faşizmin ceberrut yüzünü olanca çıplaklığı ile sergilemeyi sürdürüyor. O'nu dinlerken, kendimi 12 Eylül öncesinin kanlı ve karanlık günlerine dönmüş gibi hissettim. Tüylerim diken diken oldu. Mirasını devraldığı Türkeş de, ne zaman böyle bağırmaya başlasa adeta işaret fişeği atılmış gibi hemen ardından cinayetler, katliamlar gelirdi. Şimdi de adıyla mütenasip Devlet Bey buyuruyor: 'Ülkücülük ve milliyetçilik marjinal bir anlayış ve sokak hareketi değildir, sokakta bulunmamıştır. Sokakta kaybedilmeyecektir. Ama bozguncuların da bilmesini istediğim şudur; yeri gelirse can feda olsun, Anadolu yeniden fethedilir.' O gösterdiğiniz sopa beni korkuttu Devlet Bey, başardınız. Hem de gerçekten çok korktum. Çünkü bizler, özellikle 78 kuşağı Devletin o sopayı nasıl kullandığını iyi biliriz. Ama kimseyi yanıltmayınız, siz hep devletin başında oldunuz. Selefinizin söylediği gibi, bu memleketi zaten sizin zihniyetiniz yönetti. O zihniyet nedeniyle bu memleket yıllardır ölü gömücülüğü ile övündü. O zihniyet nedeniyle bu memlekette her gün onlarca genç öldü. O zihniyet nedeniyle 100 binlerce kişi yargılandı. Milyonlarca kişi fişlendi. Yüzlerce kişi yaşamını yitirdi. O zihniyet nedeniyle Güneydoğu'da on binlerce kişi şu ya da bu biçimde kaybedildi. 'Türk milletinin hürriyet ve bağımsızlığı uğruna ölüm karşısında sınav vermiş vefakar' Bozkurtlarınıza gerçekleri anlatın lütfen. 12 Eylül öncesi de tıpkı bugün sizin yaptığınız gibi 'Vatan Millet' diye nasıl kırdırıldıklarını anlatın. Uğruna can verdikleri 'ülkü'nün, işleri biter bitmez kendilerini idam sehpalarına, hücrelere, işkencelere gönderecek paşaları iktidar yapmaktan başka hedefi olmadığını anlatın. Koruduklarını sandıkları vatanın, çoktan ABD'ye bizzat sermaye ve asker tarafından ihale edildiğini anlatın. 'Vatan hainleri'ne karşı savaştıklarını zannederken, ABD'nin ekonomik politikalarını rahatça hayata geçirmesini sağladıklarını anlatın. Onlar memleketi kurtardıklarını sanarken, Müsteşar Özal'ın ABD ile Türkiye arasında mekik dokuyarak, 12 Eylül sonrasına nasıl hazırlandığını anlatın. Onlara, 24 Ocak kararlarına ve ABD icazetli darbeye direnebilecek kesimleri yok etme görevini nasıl 'ülkü' diye yutturduklarını anlatın. Onları 'Ülkücüler, milletinin kendilerine ihtiyaç duydukları anlarda ortaya çıkarak millet ve vatan sevgisinin sınavını ölüm ve mahkûmiyet karşısında verebilmişlerdir' sözleriyle gaza getirirken, bu bedelin bugünkü karşılığının da içinde bulundukları fakirlik, yoksulluk, işsizlik olduğunu da anlatın. 'Şayet bugün sessiz duruyorsak unuttuğumuz için değil, acılarını, mücadelelerini ve aziz hatıralarını yüreklerimizde taşıdığımız içindir' demişsiniz. Biz de unutmadık Devlet Bey. Ne Kahramanmaraş katliamını unuttuk, ne Çorum'u. Ne Bahçelievler'i unuttuk, ne 16 Mart'ı! Bizim de tek tek sayamamamızın nedeni unuttuğumuzdan değil, onca katliamı onca cinayeti sığdıracak yer bulamayışımızdandır. Ve tıpkı o günlerdeki gibi, tuttuğunuz 'vatan hainleri' çetelesindekileri sıralayıp işaret fişeğini de yakmışsınız; 'Karar vakti gelmiştir' diye. 'Sizlerden isteğim odur ki; Bu kutlu bir yolcuktur. Durmayınız, dönmeyiniz, düşmeyiniz, yorulmayınız. Aldığınız sancağı hedefe taşıyınız. Şehitlerim, yiğitlerim, analarım, bacılarım haklarını helal etsin. Gönlünüzden ülkü, yüreğinizden sevgi, kalbinizden inanç eksilmesin. Nice asırlara doğru, yolunuz, bahtınız ve alnınız açık olsun. Ne mutlu Türküm diyene.' Helalleşmişsiniz ama 'Gazanız mübarek olsun' demeyi ihmal etmişsiniz. Mesaj alınmıştır, eminim Devlet Bey. Ama sizin de aldığınız mesajlar olduğuna eminim. Anlaşılan bu paniğiniz, bu öfkeniz tarihin karanlık çöplüğüne gömülmek üzere olan zihniyetinize son bir nefes vermek için. Sözleriniz beni çok korkuttu. Pek çok kişiyi de! Açıkça ilan ettiğiniz bu savaşın bedeli elbette ağır olur Devlet Bey. Ama şunu bilesiniz ki; ödeteceğiniz hiçbir bedel sizi hakim kılmaya yetmeyecek. İnci HEKİMOĞLU
-
Bütün yazılanların Tutarlılıklarına baktım ancak yazıların hiçbirinde önyargısız bir yaklaşım göremedim.Kürt kökenli halk bu ülkede kurucu unsurlardan biridir,düğer alt kimlik sahipleri kendilerini Türk olarak nitelendirebiliyorlarsa bu onların tercihidir,kimsenin Kürt halkına ''bak onlar kabulleniyor,sende kabulleneceksin'' demeye hakkı olamaz,zaten Kürt halkıda böyle birşeyi asla kabul etmez.Etmeyeceğinide geçmişte göstermiştir defalarca Ayrıca yapılan yorumlarda dikkatimi çeken Kürtlere ait hakların verilmesi konularından bahsederken herkes sanki Kürtlere bir lütufta bulunulacakmış gibi bir eda da yapıyor yorumunu,oysa bu bir lütuf değil zorunluluktur.Kimse unutmamalıdırki hiç bir halk benliğini kaybetmek istemez ve hiçbir halkın benlik mücadelesi asla bölücülük olarak adlandırılamaz. SAYGILARIMLA....
- 20 cevap
-
- 1
-
-
Sevgili kardeşim bu ülkede kürtler etnik kimliklerini korumak ve onu yaşatmak istiyorlar ve bunun mücadelesi içindeler diğer etnik kökenli vatandaşlarımızda keni dil ve kültürlerini yaşatmak için mücadele edebilirler ve eğer etmiyorlarsa bu benim değil onların üzülmesi gereken bir konudur.Ayrıca kürt hareketi sayesinde bugün diğer kültürlerde bazı haklara sahip olmaya başladılar,bakarsanız hiçbir kanunda kürt kökenli vatandaşlar için ibaresi yoktur,Buda demektirki bu mücadele sonucu kazanılan haklar sadece kürtler için değildir.Ayrıca bir arkadaşımız Eruh Çırav Kültür Sanat Fesivali için bazı söylemlerde bulunmuş,Ofestivalin Eruh'ta yapılmasının Türkiye açısından çok büyük bir manası vardır ilk baskının yapıldığı yerdir Eruh yani yangının ilk çıkış yeri bu yangının sönmesi için Yangının ilk başladığı yerde ve başladığı tarihte barış çağrılarının yapılması bence gocunulacak değil sevinilecek bir durumdur. SAYGILARIMLA....
-
Sevgili Tengeriin boşig kimse devlet bizim dilimizi geliştirsin yada bize dilimizi öğretsin demiyor Kürtlerin demesi şu ki ''bizim kültürel kimliğimizi anayasal güvence altına alın'' bunu dile getirdikçe devlet içinde bunu nüfus cüzdanı olarak anlayanlar oldu kürtler içindede bunu gerçekten bu şekilde isteyenler oldu elbette ama bugün gelinen noktada kürt halkı ve onun dinamikleri ayrı bir devlet düşüncesinden uzaklaşmış ve Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında hakkının verilmesini istemektedir bu kürtlere bir lütuf olarak değil hak olarak verilecektir daha sonrasında kürtlerin kendi dil ve kültürlerini yaşama ve yaşatma sorumluluğu elbette kürtlere aittir.Türkiye Cumhuriyetinin lozanda belirlenen anayasal yapısı nedeniyle kürt halkı ile sürekli olarak sistem arasında problemler yaşanmıştır ancak asla kürt halkının türk halkıyla problemi olmamıştır ancak bugün gelinen noktada kürt sorununun çözülmesi durumunda şehit cenazelerinden mahrum kalacağını düşünen kesimler esip gürlemektedirler ellerinden oyuncaklarının alınmasını istemiyorlar çünkü bu halkı bu şekilde kendilerine oy vermeye yönlendirebiliyorlar benim şahsi temennim bu sorunun biran evvel çözülmesidir o bölgede yaşananları o bölgede doğup büyüyenler kadar hiçkimsenin anlamasının mümkün olmadığını düşünüyorum. SAYGILARIMLA........
-
KÜRT SORUNU...FEODALİZM...OSMANLI DEVLETİ!
''biji tirkiye'' şurada cevap verdi: mavi olmayan gökyüzü başlık Politika Bilimi
Kürt analarıyla Türk analarının buluşmasından bahsederken, meselenin daha karmaşık bir boyutu var. 25 yıldır Türk ordusunda şehit düşmekte olanlar sadece Türk evlatları değil. Kardeşleri veya yakınları dağa çıkmış Kürtler de orduda yakınlarına karşı savaşırken şehit oldu, olmakta. Türklerle Kürtlerin Çanakkale’de birlikte savaşmaları evet kıymetli bir bilgi. Hatta bu konuda Emine Uçak’ın Çanakkale’de savaşmış Kürtler üzerine Kürt Cıvanlar adlı anılardan, tanıklıklardan oluşan çok önemli bir araştırma kitabı da var. Yani yalnızca birlikte Çanakkale’de kan dökmüş değiller. Birbirine karşı 25 yıldır savaşırlarken dahi yine birlikte savaşmaktalar. Eğer birlikte kan dökmek ironik bir biçimde barışa hizmet edecek bir veriyse, birlikte yaraları sarmak ve kanı durdurmak da aynı şekilde, hatta daha fazla barışa hizmet edecektir. * “Evlatlarımızı vuranların anneleriyle barışmayız, demokratik açılım istemeyiz” diyen kimi şehit yakınlarının feryadını duyunca onlara “bari başka evlatlar ölmesin” demekten öte bir şeyler söyleyebilmeliyiz o halde. 25 yıl boyunca onları “vatan sağolsun” kıvamında tutmak ve evlatlarının onurlu bir savaş verdiklerine ikna etmek için, hangi güçler ellerini haksız yere kana bulamıştı? Devletin içindeki oluşumlar bu savaşı sürdürmek için hangi faili meçhulleri ve yargısız infazları gerçekleştirdi? Halkın cebinden çıkan kaç milyon dolarlarla bu savaşın devam etmesi sağlandı? PKK’nın yıllar içerisinde şiddeti daha da kutsar hale gelmesinin ve bu kadar kan boşuna dökülmedi diyerek şiddeti meşrulaştırmasının vahim yansımaları kadar bu soruların yanıtı da önemli. * Acılı şehit ailelerinin yıllarca kanırttığınız yaralarını ancak bu tür gerçekleri ortaya çıkarıp adalet sağlayarak sarabilirsiniz. Ancak o zaman, intikam ve kin paydasında değil, acı ve yas paydasında hep birlikte kabullenebiliriz gerçekleri. * E muhtıra dönemi ve Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde şehit cenazelerinde provokasyon çıkaranların uzantılarının bugün Ergenekon sanıklarıyla bağlantılı olduğu biliniyor. Tabii çok daha vahim sonuçlar doğurmuş başka bağlantılar da var. Bu bilgilerin ışığında, “neden açılımlar için bu kadar beklendi” şeklindeki eleştirilerin yanıtını vermek biraz daha mümkün. * Savaşın bitirilmemesinden kendilerine derin rantlar sağlayan devlet içindeki oluşumlar, gerek gördükleri dönemlerde, şehit yakınlarının acısını bile bir siyasi çıkar ve hırs meselesi için kullanmaktan çekinmiyordu. Dolayısıyla Kürt açılımı bugün birbirine demokrat, ulusalcı veya başka bir şey diyenlerin egolarını çatıştırmasına alet edilecek bir mesele değil. Kan hâlâ akarken, ne kastedildiği belirsiz bir tedbircilik söylemiyle, anlaşılmaz ve muğlâk samimiyet sorgulamalarıyla oyalanacak bir de mesele değil. Kimin tavsiye makamında, kimin sınav kâğıdını doldurma makamında olduğunu tartışmaktan da ibaret değil tabii. Yine, bu süreçte, “her şeyi tartışalım” diyenlerden bazıları, Kürtlerin kolektif talepleri olduğuna kilitlenerek, bunu tek mutlak veri olarak algılıyorlar. Ve bunu neredeyse bölücülük olarak yorumladıkları için, samimi gayretleri değerlendirmekte de doğal olarak zorlanıyorlar. * Kürt açılımı derinleştikçe, onunla birlikte demokratikleşmemizin önündeki diğer engeller de gündeme gelmeye ve tartışılmaya başlıyor. Bu kaçınılmaz gerçekle ne kadar çabuk yüzleşebilirsek yeni bir sivil anayasa yapabilmek o kadar elzem hale gelecek. * Barışı savunan Ajda Pekkanlara, Sezen Aksulara, tıpkı Ahmet Kayalara, Şivan Perverlere yapıldığı gibi halkın nezdinde nefret söylemi geliştirenleri teşhis etmeli ve bu tür kışkırtmalar yüzünden bugüne dek ne çok gencin kullanıldığını ve şiddete bulaştığını durmaksızın tekrar etmeliyiz. Tabii nefret suçuyla mücadele ederken, bu söylemi kibarca çoğaltanlar, zarifçe ima edenler arasında saygın profesör veya merkez medya yazarı ayrımı yapmamak kaydıyla. Leyla İPEKÇİ TARAF GAZETESİ- 115 cevap
-
- Kürt Sorunu
- Feodalizm
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
İşte yine Başladık ben öyle bişey idda etmedim ülkemizdeki kürtlerden bahsediyorum örneğin yunanistanda yada bulgaristanda bir Türk Milletvekili seçilince bir sevinç havası alıyor ortalığı türkler seçti deniyor ne kadarda güzel bişey ama türkiyedeki kürtler birilerini seçip meclise yolladığında ve bu insanlar Kendilerini seçen milyonlarca insanın görüşlerini ortaya koyunca kıyamet kopuyor yalanmı? Almanyada isteyen Türkçe eğitim alabiliyor ve hatta bazı resmi kurumlarda Türkçe Hizmet verilmeside gündeme geldi (gerçekleştimi bilmiyorum)bu haber günlerce manşetlerden inmedi sevindirici bir durum olduğu söylendi ama aynı şeyleri Türkiyede Kürtler talep edince bunun adı bölücülük oluyor benim demek istediğim buydu lütfen çarpıtmayın... saygılarımla...