Zıplanacak içerik

''biji tirkiye''

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

''biji tirkiye'' tarafından postalanan herşey

  1. Geçenlerde bir general söylemişti dün de Genelkurmay sözcüsü kelime kelime aynen tekrarladı: “Son terörist ölene kadar...” Tam “ölene” kadar demiyorlar da sanırım askerî terminolojiye daha uygun olarak “etkisiz kalana kadar” diyorlar. Bu savaş dün başlamadı. Bu savaş yirmi beş yıl önce başladı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’un bizzat açıkladığına göre yirmi beş yılda “kırk bin” PKK’lı öldürülmüş. Bugün dağda beş bin PKK gerillası var. Daha önce kırk bin kişi öldürüldüğüne göre demek ki bugüne dek “sekiz kez” beş bin kişilik PKK kadrosu “etkisiz hale” getirilmiş. Ne olmuş peki? Savaş bitmiş mi? Sekiz defa “beş bin kişilik” PKK’lıyı öldürmek bir sonuca ulaşmış mı? Ulaşmamış. Ölmekle öldürmekle bitecek bir sorun değil bu. Siz öldürüyorsunuz yeni gençler dağa gidiyor. Bundan bir sonuç çıkartamıyor musunuz? Kürtler “ölümü göze almalarına” yol açacak bir hayat sürdükleri sürece savaş bir işe yaramaz. Kürtlerin “yaşamaya değer” bir hayatı olması gerekiyor bu savaşın bitmesi için. Ezilerek, aşağılanarak, ikinci sınıf insan muamelesi görerek yaşamaya razı değiller. Türklere aynı muamele yapılsaydı Türkler de dağa çıkardı. Resmî dili Kürtçe olan, eğitimi Kürtçe olan, herkesin Kürt sayıldığı bir Kürdiye Cumhuriyeti’nde yaşamaya razı kaç Türk var bu ülkede? Fikri bile çıldırtmaya yeter Türkleri. Türklerin kabul etmeyeceğini Kürtler neden kabul etsin? Onlar da kabul etmiyor. Silahla savaşla da kabul ettiremezsiniz. Yirmi beş yıldan beri bu yöntemi deniyoruz, bir sonuca ulaşmıyor işte. Bunu anlamamak için Devlet Bahçeli ya da Deniz Baykal olmak gerekir. Bu savaş dağda sürüyor ama dağda bitirilemez. Dağda kimsenin kimseyi yenemeyeceği anlaşıldı artık. Şimdi sorunun çözümü için “silahlıların” biraz geri çekilmesi gerekiyor. PKK, ordu birliklerini kışkırtmak zorunda değil. Ordu da, tam bir “anlaşma” sürecinde yeni operasyonlarla gençlerin ölümüne yol açmak zorunda değil. Bir süreçten geçiyoruz. Barışa giden bir süreç bu. Biraz sakin durmak, hem barışa bir şans tanınmasını sağlar, hem de çocukların muhtemel bir barıştan önce gereksiz yere ölmesini önler. Hükümet, arkasına toplumun önemli bir kesiminin desteğini alarak barış için yola çıktı, Kürt sorununun çözümü için geriye dönemeyeceği şekilde bir niyet beyanında bulundu. Gizli açık çeşitli temaslar sürdürüyor. Ciddi ve kararlı olduğu anlaşılıyor. Abdullah Öcalan, “federasyon istemediğini, konfederasyon istemediğini, bağımsız devlet istemediğini sadece demokrasi istediğini” söylüyor. “Operasyonların durması halinde PKK çatışmaya girmeyecek” diyor. DTP Başkanı Ahmet Türk, “operasyonlar dursun” diyor. Şimdi operasyon yapmanın anlamı ne? Ordu, “benim görevim dağdaki silahlı güçleri yok etmek” diyebilir, bu görüşüne hukuki bir destek de bulabilir, tamam, hiçbir devlet dağda silahlı adamların dolaşmasına izin vermez. Ama “özel” bir süreçten geçiyoruz. Yirmi beş yıldır dağdan “silah zoruyla” indirilmeyen insanların şimdi “barış” yoluyla inmeleri söz konusu. Buna bir şans tanımanın nesi kötü? Daha önce de operasyonların durduğu zamanlar oldu, şimdi bir süreliğine ara verilse ne olur? Eğer ordunun amacı barışın sağlanması, dağlarda silahlı insanların dolaşmaması ise şimdi bu mümkün gözüküyor. Sadece bu amaç silahla değil “sözle” sağlanacak. Ahmet Türk’ün, geçen gün Hasan Cemal’le Cengiz Çandar’a da söylediği gibi “operasyonlar dursun, PKK da elini tetikten çeksin.” Barışa bir fırsat verilsin. Bu ülke bunu istiyor. Şehit babaları bile “artık yeter” diye feryat ediyorsa durup bir düşünmek gerek. Bir ordu her zaman savaşarak hizmet etmez ülkesine, bazen de barışarak hizmet eder. Bir süre dursun şu silah sesleri, bir süre kimse öldürülmesin. Bu kez de barışa bir şans tanıyın, elbirliğiyle bitirilsin bu savaş.
  2. Kürt isyanları bir kimlik isyanıdır,yani kurulmasında emek sahibi oldukları ülkenin anayasasında var olmak.Size bugün şex said'i mezardan kaldırsam inadınız ile onuda yalanlarsınız bundan eminim. Abdulmelik Fırat: Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışından sonra galip devletler başta İngiliz İmparatorluğu olmak üzere Ortadoğu'da birçok devletler kurmuşlardır. Fakat Kürtlerin Avrupa'da okuyanları, Askeri ve Mülkiyede okuyan Aydınları, Şeyh, Ağa ve Beylerinin yüzde doksanı Türklerle beraber bir devlet kurma taraftarı olmuşlardır. Osmanlı Askeri ve Sivil bürokratlarıyla anlaşmışlardır. Padişahın yaveri hası ve Cumhuriyetin kurucusu olan M. Kemal'in AMASYA Beyannamesinde, bu husus apaçık ifade edilmiştir. Daha sonra Lozan Konferansı'nda Murahhas Aza olan İsmet Paşa’nın, "Türkler ve Kürtler beraber Devlet kuracaklardır. Bende Kürt kökenli yim" diye ifadeleri vardı. Birinci meclis fesh olunduktan sonra kurulan ikinci mecliste, Lozan Anlaşması onaylanmıştır. Sonra M. Kemal ve arkadaşları tarafından hazırlanan 1924 Anayasası'nda Kürtler hayat sahnesinden silinmiş ve inkar edilmiştir. İşte bu inkar, aldatma karşısında bütün Kürtler şaşkın ve şoke olmuşlardır. Kürtlerin Siyaset Adamları, Siyasi Partiler, Cemiyetler ve Kanaat Önderleri bir araya gelip bu durumu değerlendirmek istemişlerdir. 1924'te Miralay Halit Bey ile Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey Kolhisar'a gelerek, Şeyh Said'e bu hareketin başında bulunmasını teklif etmişlerdir. Şeyh Said tarafından bu teklif kabul olunmuştur. Kürt ileri gelenleriyle bir araya gelip, meseleyi müzakere etmeye fırsat verilmeden, Yusuf Ziya Beyi Ankara'da, Miralay Halit Beyi Erzurum'da tutuklayıp, Bitlis'e götürmüşlerdir. Aynı anda Şeyh Said'i tutuklamaya gelen müfrezeye Şeyh Said teslim olmamış, Çapakçur’a (Bingöl) doğru hareket etmiş, bu meyanda Kürtlerin ileri gelenlerine mektupla bilahare yeri belli olacak bir yerde toplanmalarını bildirmiştir. 1925 Kürt Başkaldırısının başlangıç noktası;
  3. Dikkat edin 37'nin 28'i Cumhuriyet kurulduktan sonra ve ilk başlangıç az evvel değiniğim dünyada milliyetçilik akımının yükseldiği ve osmanlının Türkçülüğü ön plana çıkarmaya başladığı 1800'lü yılların başında başlıyor... Tarihte bu güne kadarki kürt isyanları !!! Büyüklü küçüklü yüzlerce kürt isyanı arasında en önemlileri bunlardır: 1- 1806, Baban Aşireti, Abdurrahman Paşa İsyanı 2- 1833-1837, Mir Muhammed (Soran) İsyanı 3- 1843, Bedir Han İsyanı 4- 1855, Yazhan Şer İsyanı 5- 1878-1881, Şeyh Ubeydullah Nehri İsyanı ----------------------------------------------------------------------------- 6- 1919-22, Simko (Ismail Ağa) İsyanı 7- 11 Mayıs 1919, Ali Batı İsyanı 8- 21 Mayıs 1919, Mahmut Berzenci İsyanı 9- 6 Mart 1921, Koçgiri İsyanı 10- 4 Eylül 1924, Beytüşşebab İsyanı 11- 13 Şubat 1925, Şeyh Sait İsyanı 12- 10 Haziran 1925, Nehri İsyanı 13- 7 Ağustos 1925, Reşkotan-Raman İsyanı 14- Kasım 1925, 1. Sason İsyanı 15- 16 Mayıs 1926, 1. Ağrı İsyanı 16- 21 Ocak 1926, Hazro İsyanı 17- 7 Ekim 1926, Koçuşağı İsyanı 18- 26 Mayıs 1927, Mutki İsyanı 19- 13 Eylül 1927, 2. Ağrı İsyanı 20- 7 Ekim 1927, Bıcar İsyanı 21- 6 Temmuz 1929, İt Resul İsyanı 22- 20 Eylül 1929, Tendürek İsyanı 23- 26 Mayıs 1930, Savur İsyanı 24- 20 Haziran 1930, Zilan İsyanı 25- 21 Temmuz 1930, Oramar İsyanı 26- 7 Eylül 1930, 3. Ağrı İsyanı 27- 24 Ekim 1930, Pülümür İsyanı 28- Eylül 1930, 2. Mahmut Berzenci İsyanı 29- Kasım 1931, Şeyh Ahmed Barzani İsyanı ( Barzaninin dedesi ) 30- Ocak 1937, 2. Sason İsyanı 31- 21 Mart 1937, Dersim İsyanı ---------------------------------------------------------------------------------- 32- 1950, Kürt siyasal hereketi yönünde ilk girişimler başlar. 33- 1961, Silopi'de "Kürdistan Demokrat Partisi" siyasi birimi oluşturulur. 34- 1964, Kürt Devrimci Demokratik Kültür Derneği (KDDKD) kurulur. 35- 1974, Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi (TKSP) kurulur. 36- 1974-1976; Kawa, Denge Kawa, KUK, Rizgari, Ala Rizgari, Tekoşin adlı kürt örgütleri kurulur. 37- 1978, Lice'nin Fis köyünde PKK kuruldu.. ve halen eylemlerine devam ediyor ...
  4. Aynı şeyleri belki 10.000 defa yazdık ama yine yazıcam Kürt hareketi 1800 yıllarda bütün dünyada ortaya çıkan milliyetçi akımın etkisinde kalan ve Türk milliyetçiliğine başlayan osmalı imparatorluğu döneminde özgürlük amaçlı olarak başlamıştır,bu dönemde yunanistan sırbistan osmanlıdan ayrılmışlardır,Kürt hareketi o dönemlerde bağımsızlık amaçlı çalışmalar başlatmıştı 1900'lü yıllara gelindiğinde osmanlı devleti artık tarih olma safhasına gelmişti ancak çevredeki savaşlar ve tehlikeler osmanlının eyaleti durumundaki KÜRDİSTAN'ın bağımsızlığına uygun değildi bu sıralarda M.Kemal'de yeni bir cumhuriyet kurmak,Ülkeyi düşman işgalinden kurtarmak amaçlı çalışmalara başlamıştı ancak bunu tek başına yapması mümkün değildi ve kürt önderleriyle bir araya gelerek düşman işgalindeki anadoluyu ancak birlikte hareket ederek kurtarabileceğimizi söyleyerek destek istedi,daha sonra kurulacak ortak ülkede KARDEŞÇE PAYLAŞMAYA HAZIRIZ dedi....
  5. Çok güzel bir kurgu tebrik ederim... Yaşanan olaylar ancak bu kadar çarpıtılabilir,zaten sizin savunduğunuz yapının hiçbir kabahati yok insanlar herşeyleri eşitken hadi gelin biz fransızlardan aldığımız destekle bi ayaklanıverelim dediler...
  6. Taraf gazetesinin yayın hayatına başlaması tarihe önemli bir not olarak düşülecektir.Halkına;savaş zamanı şehit olması,barış zamanı koyun gütmesi-çiftcilik yapması görevi biçen bir anlayış onlarca yıldır idarede. Bu anlayış,kendisini ülkenin gerçek sahibi gibi görmekte,idareyi halka ve halkın temsilcilerine bırakmamakta..Bu uğurda,binlerce insanın hayatını kaybetmesini dahi umursamadı bu oligarklar.Taraf sayesinde,suça karışmış pek çok kişinin maskesi düştü.Bir kurum içindeki bazı çürükleri eleştirmek,kurumu yıpratmak demek değildir.O kurum,çürüğü ayıklarsa sorun kalmaz.Ama o kurum, çürüğüne sahip çıkıyorsa,kendisi de çürümüş demekdir. Ne 600'lü yıllar,ne de 1940'lı yıllar.Çağa ayak uydurmalı, çağın gereğini yapmalıyız.Sloganlarla değil, mantıkla,evrensel doğrularla konuşmamız lazım,ama şu kronikleşmiş devlet hata yapmaz,yapsada biz görmemeliyiz fikrinden vazgeçmeniz lazım bunun için....
  7. Almanyadaki,Bulgaristandaki Türk elbetteki Türk'tür,Kendini Türk gören herkesin Türklüğüne sonsuz saygımız vardır,ancak ben Türk değilim diyenede saygı beklemek gerekmektedir.Siz atasözü söyleyince aklıma geldi bu açılıma karşı çıkanları görünce benimde aklıma .. ulur kervan yürür atasözümüz gelmektedir...
  8. Türklük etnik bir kavramdır, dil ve kültürü ifade eder, tarih içinde şekillenmiştir. Türk milleti Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından oluşmaz; diğer milletler gibi tarih içinde oluşmuş, dil ve kültür birliğine sahip bir toplumdur. Yani Türk'ün de binlerce yıllık tarihi, ortak dili ve kültürü, bir toplumsal yapısı vardır. Aynı şey Kürd'ün de vardır, başka milletlerin de!.. Eğer sadece Türkiye cumhuriyetine vatandaşlık bağıyla bağlı olanlar Türkse, o zaman Türkiye cumhuriyeti dışındaki Türkler ne olacak? Onlar Türk değiller mi? Yunanistan'daki, Bulgaristan'daki Türk azınlıklar, Avrupa ve Asya'daki 'Türki dünya' Türk değil mi? Bilimsel gerçek böyledir. Ancak katı ideolojik kabulleri aşarak bu bilimsel gerçeği kabul etme gücünü ve cesaretini gösteren bir yönetim Türkiye'nin sorunlarını çözebilir. Toplum dört gözle böyle bir yönetim aramakta ve beklemektedir.
  9. Ne denebilirki bu kadar anlatmamıza rağmen hala önyargılar karşımızda duruyor zaten önyargıları yenemeyeceğinizi biliyorum ama ben ısrarla söylüyorum EVET BİZ KÜRDÜZ,BU VATAN EDİRNE'DEN ARDAHAN'A BİZİM VATANIMIZ EVET BÖLMEK İSTEEN BİR KESİM VAR AMA ONLARIN BU EMELLERİ İÇİN DEVLETİN EKSİKLERİNİ HATALARINI KULLANDIKLARIDA ÇOK AÇIK ve diyoruzki DEVLETİMİZ ARTIK GEÇMİŞTEKİ HATALARDAN DÖNSÜN....
  10. PKK sorun değil sorunun sonucu olarak ortaya çıkan bir yapıdır. Kürt'lerinde Tür'lerle değil sistemle problemleri vardır. Barışı ve kardeşliği yani çözümü isteyenler 30 yıldır sürdürülen silahlı mücadelenin bu sorunu çözemediğini görüp farklı çözümler arayanlardır. Sanırım yeterince açık....
  11. Başbakan Erdoğan’ının Kürt açılımı konusunda yaptığı konuşmaları hayranlık ve minnetle izliyorum. MHP’nin “dağa çıkarız” zirzopluklarına, CHP’nin “hiçbir şey değişmesin hep böyle sürsün” zırvalarına, DTP’nin kendi tribünlerinden alkış almaya yönelik gösterişçiliğe kendini sık sık kaptırmasına, ordunun “sınırlarıma sığmam taşarım” diyen engelleyiciliğine rağmen “biz bu yoldan dönmeyeceğiz” diyor. Cumhuriyet tarihinin en büyük sorunlarından birini çözmek için tarihî bir açılımın öncülüğünü sırtlıyor. Bu politikasını bir sonuca ulaştırıp barışı getirdiğinde adının bu ülkenin tarihine övgülerle yazılacağı çok açık. Türk ve Kürt halkının büyük desteğini arkasına aldığı da kesin. Halkın barışı desteklediğini hissediyor ve “barışın başbakanı” olarak yoluna devam ediyor. Bu mücadelesinde ona “yol arkadaşlığı” yapacak olanların Erdoğan’la birlikte tarihe geçeceğine, minnetle anılacağına, karşı çıkanların da “lanetliler” arasına karışıp unutulacağına eminim. Onun, “Birileri her hafta üç beş şehit verelim ne olur diyor, bunlar mühimmat mı ki veriyoruz, onlar bizim evladımız,” sözlerine vicdan sahibi insanların katılmaması mümkün değil. Bugün Erdoğan, tam da bir başbakanın olması gerektiği gibi anneler, babalar, gençler adına konuşuyor. Ve, onun bu yolda başarılı olmasını bütün yüreğimle diliyorum. Aslında insan, barış konusunda vicdanın sesi olan başbakanla her konuda aynı fikirde olabilmek istiyor. İstiyor ki barışı böylesine arzulayan başbakan, her konuda insan haklarından, demokrasiden, haktan, hukuktan yana tavır koysun. Her konuda ona güvenebilelim. Ama ne yazık ki öyle olmuyor. Barış için yaptıklarını alkışladığınız insanın yönetimi, bir bakıyorsunuz “işkencecilere” sahip çıkmış. Bilmem hatırlar mısınız, Bircan Altıntaş 1991 yılında gözaltında işkenceyle öldürülmüştü. İşkenceyi yapan polisler de belirlenmişti. 1991’de bir genci işkenceyle öldüren polisler tam yedi yıl hâkim karşısına çıkarılmamıştı, “devlet” işkencecilerini korumuştu. Polisler bir türlü bulunamamıştı. Türk devletinin işkencecileri korumak için gösterdiği çaba “uluslararası” tepkilere de neden olmuştu. Sonunda polisler “işkenceyle adam öldürme” suçundan sekiz yıl on ay hapse mahkûm oldular. Önceki gün Radikal gazetesinde Mesut Hasan Benli’nin bir haberi çıktı. Benli, Adalet Bakanlığı’nın “işkencecilerin 35 ay değil 21 ay yatması” için Yargıtay’a başvuru yaptığını ortaya çıkarmıştı. Benli’nin haberine göre Yargıtay bu başvuruyu reddetmişti. “İşkenceyle adam öldürdükleri” sabit olan bu suçluları korumaya çalışan Adalet Bakanlığı, “barış” yolunda tavizsizce yürüyeceğini söyleyen Başbakan Erdoğan’ın atadığı bir bakan tarafından yönetiliyor. İnsan ister istemez kendine soruyor, “hangisi bu iktidarın gerçek yüzü, barışı isteyen yanı mı, işkencecileri koruyan yanı mı?” Barışı böylesine savunan bir başbakanın hükümeti, işkencecilere nasıl sahip çıkar? Biz haberin biraz daha üstüne gittik, geçmişi biraz karıştırdık ve başka gerçekler de bulduk. İşkenceci polislerden biri şu anda İçişleri Bakanlığı müsteşar yardımcısı olan bir yüksek bürokratın kayınpederiydi. Garip bir tesadüf, “damat” müsteşar yardımcısı olduktan bir ay sonra başvuruyu yapmıştı Adalet Bakanlığı. Damat İçişleri Bakanlığı’nda, başvuruyu yapan Adalet Bakanlığı. İnsanın aklına ister istemez bir “bürokratlar dayanışması” da gelmiyor değil. Şimdi sormak gerek. Bu hükümet, “işkenceyle adam öldürdüğü sabit olan” birilerini neden korumaya çalışıyor? Bu “işkencecileri” hâlâ “kendi adamı” olarak mı görüyor? Devlet “işkenceciye” sahip çıkabilir mi? Hani bu hükümet söz vermişti, “işkenceye sıfır tolerans” gösterilecekti? Adalet Bakanlığı, işkencecilere böylesine sahip çıkarken “sıfır tolerans” lafına kim inanır? Ölen çocuk “solcu”, öldüren polis MHP’li diye mi sahip çıkıyorsunuz? Bir yandan “çocuklar ölmesin, barış olsun” derken, bir yandan da “çocukları işkenceyle öldürenlere” sahip çıkmak başbakanların da, iktidarların da inandırıcılığını zedeler. Bunu yapmayın, işkencecilere sahip çıkmayın. Barışı getirin, bütün çocuklar için getirin, insanlar bu ülkede güvenle yaşasın, türbanlının hakkını türbansızın hakkıyla, solcunun hakkını sağcının hakkıyla, Kürdün hakkını Türkün hakkıyla, dindarın hakkını dinsizin hakkıyla birlikte koruyun. Koruyun ki bu ülke bütünüyle size güvensin, barış bütün ülkeye gelsin.
  12. ''biji tirkiye'' şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Osmanlılarda milliyetçilik değil ümmetçilik vardı,ancak 1800'lü yılların başlarından itibaren bütün dünyada ırk temeline dayalı politikalar yürümeye ve her ırk kendini diğer ırklardan üstün görmeye başladı, bu dönemde osmanlı devleti ciddi kargaşalar yaşadı ve bu akımlar sonucunda 1830'lara gelindiğinde osmanlı parçalanma sürecine girdi osmanlı devleti dünyadaki milleyetçilik akımlarına daha fazla uzak kalamadı ve Türkçülük yapmaya başladı bu osmanlının sonunu dahada hızlandırd,çünkü osmanlı birden çok milletin yaşadığı bir devletti...
  13. ''biji tirkiye'' şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    forumdaki herkesin bayramını kutlar sağlık ve mutluluklar dilerim... cejnê ramazanê li hewa hemure pîroz bê...
  14. Taş atan çocuklar... Saklambaç oynadınız mı hiç, çelik çomak, birdirbir, sek sek, beştaş... Ne zaman en son? Çocukluğunuzdaysa eğer, en kısa zamanda yine oynayın derim ben. Göreceksiniz ki, bazen komşu camını kırsalar da, taş atmak çocukların oyunu değildir. Çocuklar oyun oynar... Çocuklar okula gider... Çocuklar kitap okur... Eğer bir yerlerde çocuklar taş atıyorsa orada yolunda gitmeyen ciddi şeyler vardır. Eğer bir yerlerde çocuklara taş attığı için onlarca yıl ceza isteniyorsa, orada yolunda gitmeyen bayağı ciddi şeyler vardır. Çocuklara vur emri çıkarılmışsa eğer, orada son dal kırılmaktadır artık. Tutunacak bir dal bırakmayacaklar size. Bu çocukları ben önce Filistin'de gördüm. İsrail tanklarına, askerlerine taş atıyorlardı o incecik kollarıyla. Taş atılası bir esaret. Tanka karşı, mermiye karşı taş... Bir özgürlük düşü. Çocuksu bir cesaret... Bir ülkede çocuklar taş atıyorsa, o ülke lanetlidir. Kafanızı kaldırın ve bakın. Güneşi artık pusludur bu toprakların; avuçlayın suyunu, görün nasıl kirlenmiş. Kuş sesi duyuyor musunuz hiç? Ne zaman bizleri terk ettiler? Bilen var mı içimizde? Isırın ekmeği, hiç tat alıyor musunuz? Sorun o güneşli topraklara, üzüm veriyor muymuş bağlar? İçtiğiniz sigara da eski tadında değil artık. Soluduğunuz hava, ekşi ekşi yakıyor ciğerlerinizi. Geniş bulvarlarda gezerken bile, kıstırılmış gibi bakıyorsunuz etrafa. Kitaplar, o sihirli dünyalar, sıkıcı geliyor artık değil mi? Anlamsızlaşmış sanki her şey. Ah o neşeli türküler? Dinleyebiliyor musunuz? Ne çalınsa bir hüzün çöküyor içime benim. Rüyalarınız nasıl kabuslara döndü bir anda. Düşündünüz mü? Oturup bazen hayaller kurardınız ya, en son ne zamandı? Aşk tanrısı da küstü bize. Ne zamandır, aşık olamıyorsunuz değil mi? Çocuk doğurmaya da korkuyorsunuz artık. O küçücük gözleriyle suçlayacak diye sizi. Tüm tanrılar lanetler çocukların taş attığı yerleri çünkü. Sokağımdaki çocuklar, suçluymuşum gibi yüzüme bakıyor geçerken yanlarından. Neden? Belli ki bir kabahatim var, bu kesin. Çünkü çocuklar yalan söylemez. Ve öyle bakmaz çocuk gözleri. Adımlarımı hızlandırıyorum böyle zamanlarda. Kaçıyorum çocuklardan düpedüz. Kızım, büyüdü taş atmadan diye, içten içe sevinirken yakalıyorum kendimi bazen. Sonra utanıyorum kendimden. Bir kaçma isteği bu yerlerden. Korkulası bir kaçma isteği. Yok, yolculuklar da heyecan vermez oldu. Bir dört duvar içine girdiğimde bir tek, içimdeki o sıkıntıyla diner gibi oluyorum. Böyle anlarda aldatırım kendimi de, aynı çocuk kaderini paylaşır gibi olur sanki yüreğim. Önümüz bahar. İnanmayacaksınız ama, yeşillenmeyecek bu yıl ağaçlar. Kuru kuru açacak çiçekler, kokusuz. Çünkü, Filistin'de gördüm ben taş atan çocukları. Biliyorum tüm bunları. Çünkü İsrailliydim. Biliyorum bir yerde taş atıyorsa çocuklar, bütün tanrılar terk etmiştir orayı. Dilsiz şeytanlar doldurur böyle yerleri. Dilsiz şeytanlar doldurmuştu İsraili. Sonra Diyarbakır'da gördüm taş atan çocukları. Sapanları, cılız kolları, kara gözleriyle. Türkiyeliydim. Göğe baktım, puslanmıştı güneş, dokundum toprağa çatlamıştı damar damar. Güz güz değildi ki, gelmeyecek bu yıl bahar. Adım gibi biliyorum yeşillenmeyecek yapraklar. Kuşlar dönmeyecek geri. Ekmeğin tadı saman, kırmızı şarap acıdı artık, aşık olamayacağım uzun zaman. Neşeli gelmeyecek hiçbir türkü, biliyorum. Kabusa dönen rüyalarım da geri gelmeyecek. Geçerken yanlarından, mahallenin çocukları suçlayarak bakacaklar bana. İnanın ki gelmeyecek bu yıl bahar... Gözlerimin önünde cılız kollarıyla, hep o taş atan çocuklar...
  15. Başbakanın söylediği gerçekten doğru, büyük bir ahlaki ve kültürel kayba uğradık Cumhuriyetin ilk dönemlerinden beri bizi avrupalılara benzetmek için uğraşanlar sonunda sanırım emellerine ulaştılar.Artık sokak ortasında herkes herşeyi rahatça yapıyor ve söylüyor...
  16. Ayrıca yıllardır batıda yaşamaktayım hiç bir zaman Kürtçeye bilmeyen arkadaşlarımın yanında Kürtçe konuşmuyorum biliyorsunuzki böyle bir yaklaşım yanlış anlaşılmaya sebep olabilir yoksa bu Kürtçe bilmemek değildir evimde annemle, babamla,kardeşlerimle dışarda kürt asıllı arkadaşlarımla Kürtçe konuşurum. Bizim savunduğumuzda tamda bu işte ortak dilimiz Türkçe ve bunu öğrenmek zorundayız yoksa ortak noktamız kalmaz,ancak isteyen bunun yanında kendi anadilinide öğrenmeli yaşatabilmeli,Bir dilin yaşayabilmeside güncel hayatta ne kadar kullanıldığına bağlıdır....
  17. Hayır arkadaşım ben Türk değil Kürd'üm ve bununla gurur duyuyorum çünkü benim babamda onun babasıda ve onun babasıda kürd'tüler.Türkiyede Atatürk'ün kurmak istediği Türk'lük dediğiniz gibi ırk değil ırkların birleşmesi ile oluşturulacak bir ulus millettir,ancak Atatürk'ün bu maksadını Kürt'ler ''Bizim üzerimize kendi isimlerini koyup dilimizi ve kültürümüzü kaybetmemizi sağlamaya çalışıyorlar'' şeklinde yorumlamışlardır,bu yorumun ne kadar gerçekçi olduğu cumhuriyetin henüz ilk yılında gerçekleştirilen reformlar ve daha sonrasında bölgede gerçekleştirilen zorla göç ettirme politikaları şex said,dersim gibi isyanları getirmiş bu her iki isyandada 100.000 civarında insanın öldürüldüğü söylenmektedir.Ama artık bugün gelinen noktada inkarcıların kaçacak noktası kalmadığından ııııı Kürt'ler vardırlar ancak ııııı Türk bir isimdir Türkiye'de demeye başlamışlardır,yok arkadaş yok bizim karnımız tok aldatılmaya bu halk bu filmi geçen yüzyılda çok izledi bir iki rütuşla tekrar gösterime sokulmasına izin vermeyiz bunun adı bölücülük değildir,asıl bölücülük resmi bir kesimden Kürt kelimesini duyunca kıyameti kopararak kandan nemalananların yaptıklarıdır,şehit cenazelerinden rant elde etme maksadında olanların yaptıklarıdır....
  18. Türk kelimesi isim olarak kullanılmış olsa dahi aynı zamanda bir ırkın ismi olduğundan dolayı kabul göremez.Ayrıca Türk ismi eğer isim olarak kullanıldıysa ve bu ülkede ırk değil millet anlayışına göre bir sistem üzerineyse neden okullarda bizlere ergenekon destanı falan öğretildi? Neden türki cumhuriyetler soydaş olarak gösteriliyor her fırsatta? Elbette bir ortak dilimiz olmalı ve bu dilde şu anki konjektürde Türkçeden başkası olamaz,ancak her isteğen bunun yanında kendi anadilinde eğitim ve öğretim hakkına sahip olabilmeli,hiç kimsenin tarihi ve dili yok olmaya bırakılmamalı herkesin bu değerleri anayasal güvence altına alınmalıdır....
  19. bU SÖYLEDİKLERİNİZLE dtp'ye oy veren yaklaşık 3 milyon kişiyide PKK'li ilan ettiğinizin farkındamısınız acaba? Örneğin Diyarbakır'da Osman Baydemir yüzde 70 oyla belediye başkanı seçilmiş ama Osman Baydemire sanki düşmenmış gibi davranılıyor bu sizin söylediğiniz mantığa göre diyarbakırın yüzde 70'i hakkarinin yüzde 80'i şırnak'ın yüzde 53'ü siirt'in yüzde 49'u Batman'ın yüzde 59'u vatan haini öylemi? yoksa benmi yanlış anlıyorum. YARDIMLAR İŞE YARAMADI Seçimde yapılan beyaz eşya yardımıyla büyük tartışmalara yol açan Tunceli'de sonuç değişmedi. AKP oy oranını yüzde 13 artırsa da seçimin galibi DTP oldu. Kentte Songül Abdil'in ardından yine bir kadın Edibe Şahin başkanlık koltuğuna oturdu. DTP'nin kentteki oy kaybı yüzde 6 oldu. BAYDEMİR'E OY YAĞDI Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, 2004 yerel seçimlerde aldığı yüzde 40'lık oyu yüzde 66'ya çıkararak oy patlaması yaptı. Başbakan Erdoğan'ın, seçim öncesi yatırım yaptığı ve alınmasını istediği şehirler arasında olan Diyarbakır'da, DTP yine zaferini ilan etti. AKP adayı Kudbettin Arzu, seçimler öncesi yüzde 50'nin üzerinde oy beklediklerini söylerken, bu oranın yüzde 30'larda kaldığı görüldü. Başbakan Erdoğan'ın Arzu için 'atom karınca' diyerek ve oy istemişti. DOĞU'DA BİRİNCİ 2004 yerel seçimlerinde AKP'nin zafer kazandığı Doğu Anadolu illerinden Siirt, Iğdır ve Van'da, bu kez ibre DTP'ye döndü. Iğdır'da DTP adayı Mehmet Nuri Güneş, oyların yaklaşık yüzde 36.5'ini alırken, AKP adayı Nurettin Aras'ın oy oranı yüzde 32'de kaldı. REKOR KIRDILAR Hakkari'de DTP'li Mehmet Selim Ertaş yüzde yüzde 79 gibi rekor bir oy oranına ulaştı. DTP'nin Ağrı adayı Halil Aksoy yüzde 32.4 oy aldı. BAŞBAKAN VEKİL SEÇİLDİĞİ İLİ KAYBETTİ AKP'lİ Mervan Gül'ün Belediye Başkanı olduğu Siirt'te DTP'li Selim Sadak seçim yarışını kazandı. Geçen dönem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan milletvekili seçildiği Siirt'te, DTP adayı eski milletvekili Selim Sadak tam bir sürpriz yaptı. İlk açılan sandıklarda DTP'nin oyu, yüzde 50.22 oranında görünüyor. Aynı zamanda Başbakan Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın memleketi olan Siirt'te, Mervan Gül'ün izlediği politikaların AKP'ye ciddi oy kaybettirdiği görülüyor. Yaklaşık 10 yıl cezaevinde kalan Selim Sadak'ın Belediye Başkanlığını aldığı şehir, AKP'nin iddialı olduğu yerlerdendi. VAN'DA YÜZDE 11 ARTIRDI DTP, Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'in seçim bölgesi olan Van'da, 2004 yerel seçimlerinde AKP yenilgisinin rövanşını aldı. Van'ın AKP'li Belediye Başkanı Burhan Yenigün, DTP adayı Bekir Kaya karşısında yenilgiye uğradı. Bekir Kaya Van'da oyların yüzde 52'sini aldı. ADANA 9,0 ADIYAMAN 5,6 AFYON 0,0 AĞRI 32,4 AKSARAY 0,0 AMASYA 0,0 ANKARA 0,3 ANTALYA 3,4 ARDAHAN 13,0 ARTVİN 0,0 AYDIN 0,0 BALIKESİR 0,0 BARTIN 0,0 BATMAN DTP bu ilde 1. parti 59,7 BAYBURT 0,0 BİLECİK 0,0 BİNGÖL 33,8 BİTLİS 34,4 BOLU 0,0 BURDUR 0,0 BURSA 0,1 ÇANAKKALE 0,7 ÇANKIRI 0,0 ÇORUM 0,0 DENİZLİ 1,9 DİYARBAKIR DTP bu ilde 1. parti 65,6 DÜZCE 0,0 EDİRNE 0,8 ELAZIĞ 2,5 ERZİNCAN 0,5 ERZURUM 1,2 ESKİŞEHİR 0,0 GAZİANTEP 5,5 GİRESUN 0,0 GÜMÜŞHANE 0,0 HAKKARİ DTP bu ilde 1. parti 80,2 HATAY 0,0 IĞDIR DTP bu ilde 1. parti 39,6 ISPARTA 0,7 İSTANBUL 4,6 İZMİR 0,6 KAHRAMANMARAŞ 0,4 KARABÜK 0,0 KARAMAN 0,0 KARS 14,7 KASTAMONU 0,0 KAYSERİ 0,0 KIRIKKALE 0,0 KIRKLARELİ 0,0 KIRŞEHİR 2,0 KİLİS 0,0 KOCAELİ 1,7 KONYA 0,9 KÜTAHYA 0,0 MALATYA 0,1 MANİSA 4,9 MARDİN 36,3 MERSİN 17,5 MUĞLA 1,0 MUŞ 37,2 NEVŞEHİR 0,0 NİĞDE 0,0 ORDU 0,0 OSMANİYE 2,2 RİZE 0,0 SAKARYA 0,0 SAMSUN 0,0 SİİRT DTP bu ilde 1. parti 49,4 SİNOP 0,0 SİVAS 0,0 ŞANLIURFA 10,5 ŞIRNAK DTP bu ilde 1. parti 53,7 TEKİRDAĞ 0,8 TOKAT 0,0 TRABZON 0,0 TUNCELİ DTP bu ilde 1. parti 30,0 UŞAK 0,0 VAN DTP bu ilde 1. parti 53,5 YALOVA 3,6 YOZGAT 0,0 ZONGULDAK 0,0
  20. Almanyada yaşayan herkesin seçme ve seçilme hakkı var HEMDE ASLINI İNKAR ETME,BELİRTME,SÖYLEMESİ engellenmiyor. Kendi dillerinde 24 saat yayın yapan tv ve radyolar,gazeteler,dergiler kurabiliyorlar kendi dillerinde eğitim ve öğretim hakkına sahipler bu size bişeyler çağrıştırıyomu bilmem ama eminimki şimdi bana seçme ve seçilme hakkınız var diyeceksiniz,ben Dtp'yi ve görüşlerini savunmuyorum ancak aldıkları 3 milyona yakın oya rağmen onlara büyük ayrımlar yapılmakta ''EGEMENLİK KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR'' diyorsak eğer neden protokollerde birileri bunlardan kaçıyor ellerini sıkmıyor?
  21. Kendi ülkesinde yaşayan halkın ismini resmi olarak kullanmaktan korkan bir devlet bu halkın nasıl olurda kendisine bağlı olmasını bekler? Bugün dünya üzerinde en fazla Kürd'ün yaşadığı ülke Türkiye'dir,ama Kürd kelimesinin kullanımından en çok kaçınan ülkede ne yazık ki yine Türkiye'dir... Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bedii Omay, yaptığı yazılı açıklamada, Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü ya da anabilim dalı adı altında lisans programı açılmasına ilişkin taleplerine olumlu bir karşılık verilmediğini, buna gerekçe olarak da öğretim üyelerinin bulunmamasının gösterildiğini belirtti. Mardin Artuklu Üniversitesi Kürdoloji Enstitüsü taleplerinin ��Türkiye�de Yaşayan Diller Enstitüsü�� adıyla değiştirildiğini anlatan Omay, bu enstitüde Arapça, Farsça ve Süryanicenin yanı sıra Kürtçe üzerinde de akademik çalışmaların yapılabileceğinin belirtildiğini belirtti. Omay, açıklamasında şunları kaydetti: �Mardin Artuklu Üniversitesi Kürt dili ve edebiyatı alanında lisans ve lisans üstü eğitimini vermeye hazırdır. Kaldı ki lisans üstü eğitimini verecek olan hocalarımız, lisans eğitimini daha kolay verebileceklerdir. �Türkiye�de Yaşayan Diller Enstitüsü� bünyesinde yer alması planlanan Arapça ve Farsça dilleri halen üniversitelerimizde Doğu Dilleri kapsamında okutulmaktadır. Dolayısıyla geriye sadece Kürtçe kalmaktadır. Durum bu iken bir bilim olarak kuruluşu 1787 yılına kadar giden ve halen dünyadaki 30 kadar üniversitede enstitü, bölüm, kürsü gibi birimler bünyesinde ele alınmakta olan Kürdolojinin, ülkemizde de aynı isimle anılmamış olmasının izahı zordur.�
  22. ilker01 Bu konuya yorum yazarken neredeyse vatan hainliğiyle suçlayacaksınız beni,zaten buda sizin ne kadar yapıcı olduğunuzu göstermesi açısından bişeydir. Bizim bu kadar bilim adamımız var biz kendimiz üretmedikçe başkalarına boyun eğmek zorunda kalırız ve ben inanıyorumki ülkemizdeki bu bilim adamlarına yeterli imkanlar sağlanırsa biz kendi üretim silahlarımızı kullanırız, bunların geliştirilmesi ve ilerletilmeside bizim insiyatifimizde olur, Amerika kendi sattığı her silahı aşacak bir sistem geliştiriyor bundan hiç şüpheniz olmasın. Ayrıca bize silah satarken neden iran'dan gelebilecek saldırılara karşı tabiri özellikle kullanılıyor? Bunuda sanırım bir düşünmek gerekiyor.
  23. DÖRT KARDEŞ DİLDEN, SON ÇAĞRI VE SON VASİYET Nursi sorunun tarafları olan Kürtlere, Türklere ve tüm akıl ve insaf dünyasına sesleniyor. Geçmiş asırların ihtişamlı ve adil birlikteliği ile gelecek yüzyılların uygar ve özgür nesilleri önünde, mahcubiyetimizi resmediyor adeta: “Ey Türkler ve Kürtler! Acaba şimdi bir miting yapsam, sizin iki bin sene önceki ecdadınızı ve iki asır sonraki evladınızı şu gürültühane olan asr-ı hazır meclisine davet etsem, acaba eski ecdadınız demeyecekler mi ki “ Hey mirasyedi yaramaz çocuklar! Netice-i hayatımız siz mi siniz? Bizi akim bir kıyas ettiniz ve bizi kısır bıraktınız. Hem sol tarafınızda duran, istikbal medeniyetinden gelen evladınız sağdakileri tasdik ederek demeyecekler mi ki: “ Ey tembel pederler! Siz misiniz hayatımızın suğra ve kübrası? Siz misiniz şu şanlı ecdadımızla bizi rabt eden haddi evsati? Ne aldatıcı bir kıyas oldunuz. İşte Ey Kürtler ve Ey Türkler! Manzara-i hayal üstünde gördünüz ki, şu büyük mitingde, iki taraf da sizi protesto ettiler.”[18] Dersim(Tunceli) katliamı harekatının yapıldığı ve kendisine karşı baskı ve tecritin imha ve zehirleme derecesine vardırıldığı 1938-40 lı yıllarda, halka yapılan bu zülümlere karşı“çok biçare ehli imana ettikleri zalimane ve dinsizcesine tecavüzler” den bahisle yazdıklarının ve çabasının gerekçesini şöyle ifade eder: “İstikbalde gelecek nefret ve tahkirden sakınmak için, yazılmıştır. Yani, "Tuh o asrın gayretsiz adamlarına!" denildiği zaman yüzümüze tükürükleri gelmemek için veyahut silmek için yazılmıştır. Avrupa’nın insaniyetperver maskesi altında vahşi reislerinin sağır kulakları çınlasın! Ve bu vicdansız gaddarları bize musallat eden o insafsız zalimlerin görmeyen gözlerine sokulsun! Ve bu asırda, yüz bin cihette "Yaşasın Cehennem" dedirten mim’siz medeniyetperestlerin başlarına vurulmak için yazılmış bir arzuhâldir”.[19]
  24. 2-Sulh-u Umumi, Afv-ı Umumi, Ref-i İmtiyaz Üstad Nursi Osmanlı’da İttihat ve Terakki nin Meşrutiyet devrinde ihtilaller, ayaklanmalar, cinayetler, idamların olduğu karmaşayı yaşamış. Ülke de birlik ve huzurun temini için önemle şu esasların üzerinde duruyor: “Herkesin bir fikri var. Ben de hürüm. Selameti millet için bir fikrim var: İşte genel barış, genel af, ayrıcalıkların kaldırılması gerek. Ta ki her biri,bir imtiyaz ile bakasına haşerat nazarıyla bakmak ila nifak çıkmasın. Fahr olmasın, derim ki: biz ki Kürd’üz aldanırız fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz.”[9] Fertlerin, milletlerin ve devletlerin hatalarıyla yüzleşmeleri, yanlışlarını görmeleri büyüklük olduğunu belirtir. O bu konuda şöyle der. “En büyük hata, insanın kendisini hatasız zannetmesidir. Eski hal muhal ya yeni hal ya izmihlal.”[10] 3-Şiddetin ve “Öteki”ye Düşmanlığın Reddi B. Said Nursi Kürtlerin, kendi milli kimliklerine, tarih, dil ve edebiyatlarına sahip çıkmalarını, ulusal kurumlarını oluşturmalarını önemle vurgular. Kürtlere zarar vermeyecek ve onları tehlikeye atmayacak barışçıl ama etkin bir yaklaşım gösterir. Aynı zamanda kardeşleri ve komşuları olan Türk, Arap, Fars ve Ermenilere zarar vermeyen, şiddet ve düşmanlık doğurmayan bir anlayışı önemle savunur. Bu konuda Kürtlere şöyle seslenir: “ Ey Aslan Kürtler! Beşyüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. Yoksa sahra-i vahşette vahşet ve gaflet sizi yağmalayacaktır. Hem milliyet denilen Rüstem-i Zal ve Selahaddin-i Eyyubi gibi Kürt dahi kahramanlarıyla bir çadırda oturan her biriniz milliyet fikriyle umum milletin bir somut örneği olunuz. Kavimlerin mutluluk sebebi olan hürriyet, sizi meclis-i imtihana davet ediyor ki: rüştünüzü ve vesayete ihtiyacınızın olmadığını görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Varlığınızı birliğinizle gösteriniz. Milli gayret duygusu ile fikir ve şahsi vicdanınızı, milletin kalp ve ortak aklı gibi gösteriniz. Yoksa sıfır çekecek, hürriyet diplomasını elinize vermeyecektir. Milli namus emrediyor ki kuvveti aklın yardımına, hissi fikrin arkasına gönderiniz. Ta ki aklın medeni cesaret meydanında, namusu milli payimal olmasın. Kılıcınızı fen ve sanat cevherinden yapmalı. Hem anadil denilen milli duyguların aynası, ihmalinizle gayet müşevveş olan lisanınız, tuba ağacı kabiliyetinde iken böyle kurumuş ve perişan olmuş ve medeniyet lisanı olan edebiyattan geri kalmış olduğundan, diliniz teessüfle sizi milli onurunuza şikayet ediyor.”[11] Şiddet ve düşmanlığı hiçbir şekilde meşru görmez. Hükümet veTürklerin yaptıklarından serzenişte bulunan Kürt ileri gelenlerine:“Ey Kürtler! Kendinizden şikayetçi olunuz. Her kabahati Türklere atmakla çok aldanırsınız. Görüyorm ki bizde pınar yoktur. Onun için uzaktan gelen kokuşmuş bir suyu içiyoruz. Öyleyse gayret ediniz, çalışınız. Milliyet fikrini kazıcı yapınız. Eğitim ve erdemi eline veriniz. Şu yerlerde de bir küngan(sondaj, boru) atınız. Ta bir kemalat pınarı bizde de çıksın. Yoksa daima dilenci olacaksınız. Ya da susuzluktan öleceksiniz. Hem de dilencilik para etmez. İnsan dilenci olursa nefsine olsun. Bence merhamet dilencileri ya haksız ve ya tembeldir. Eğer siz insan olsanız, Türkler nasıl olursa olsunlar size fenalıkları dokunmaz. Fakat iyilikleri gelir.”[12] Yine “Ermeniler bize düşmanlık ile hile ve hıyanet ediyorlar.”diye soran Kürtler’e; insanlık, iman ve feraset dolu şu sözleri söylüyor: “ Düşmanlığın nedeni olan istibdad öldü. Baskının bitmesiyle dostluk hayat bulacak. Size bunu katiyen söylüyorum ki şu memleketin saadeti ve selameti Ermenilerle ittifak ve dost olmaya bağlıdır. Fakat zelilane dost olmak değil, milli izzeti muhafaza ile sulh elini uzatmaktır. Hem de onlar uyanmışlar. Siz uykudasınız. Rüya görüyorsunuz. Hem de milliyet fikri ile müttefik ve güçlüdürler. Siz ihtilafla şimdilik boşsunuz. Hem de galebe etmek istiyorsanız, onlar sizi mağlup ettiği silah ile yani akıl ile, milliyet fikriyle, ilerleme meyliyle, adalet eğilimiyle mağlup edebilirsiniz. Bence şimdi kılıç vuran, o kılıcın aksi döner yetimlerine dokunur. Şimdi galebe kılıç ile değildir. Kılıç olmalı, lakin aklın elinde. Hem de dostluğun sebebi vardır. Zira komşudurlar. Komşuluk dostluğun komşusudur. Hem de onlar uyandılar. Dünyaya yayıldılar. İlerleme tohumlarını topladılar. Vatanımızda ekecekler. Bizi medeniyete mecbur, gelişmeye teşvik ile bizdeki milliyet fikrini uyandırıyorlar. İşte şu noktalara binaen onlarla ittifak etmek lazımdır. Hem de bizim düşmanımız ve bizi mahf eden, cehalet ağa , oğlu fakirlik efendi, ve torunu husumet beydir. Ermeniler bize düşmanlık etmişlerse şu üç müfsidin kumandası altında yapmışlar.”[13] 4- Özgür Birliktelik: Cemahir-i Müttefika-i İslamiye Bediüzzaman, Ortadoğu için ideal hedef olarak öngördüğü yapı “Birleşik Cumhuriyetler ve ya Birleşik Devletler sistemi”[14]dir. Ortadoğu da coğrafi birliği bulunan her milleti mesela Araplar, Türkler, Farslar, Kürtler vs. her birini, kendi Cumhuriyeti içinde, birleşik bir yapının doğal unsuru olarak görür. Nursi ,özellikle Kürtlerin bu yapının onurlu bir ferdi olmaları için iki yönlü bir çaba içindedir; Biri, kendi tabiriyle “milyonlarla fertleri bulunan, binler seneden beri yaşayan, milliyetini ve lisanını unutmayan, Arapçayı ve Türkçeyi tambilmeyen ve mürşitleri ve alimleri perişan olan değerli ve sahipsiz bir kavim olan Kürtler”[15]e, Türk, Arap, Fars vs. kardeşlerinin sahip çıması, yardım etmesini sağlama. Bünün için şöyle seslenir:“ Ey Türkler ve Araplar! Sizde olan hakkımızı dava ediyoruz. Yani Kürt gibi küçük taifelerin menfaati ve saadet-i dünyeviyeleri ve uhreviyeleri, sizin gibi büyük muazzam taife olan Arap ve Türk gibi hakim üstadlara bağlıdır. Ben İslam toplumlarını çok çark ve dolapları bulunan bir fabrikaya suretinde tasavvur ediyorum. O fabrikanın bir çarkı geri kalsa veya bir arkadaşı olan başka bir çarka tecavüz etse, makinenin mihanikiyeti bozulur. Birbirinizin şahsi kusurlarına bakmamak gerektir”[16] İkincisi: Kürtlerin bu meşru haklarına kavuşması için yaptığı projeler, girişimler, çalışmalar. Kürtlere şöyle seslenir: “Ayrı ayrı su damlaları gibi zayi olan hamiyet ve kuvvetinizi fikri milliyetle birleştirip milli bir çekim gücü teşkil ile Kürt gibi büyük bir kütleyi küre gibi döndürüp büyük İslam güneşi sisteminde, bir aydınlık gezegen gibi umumi ahengi oluşturunuz. ”[17]
  25. 2-Etkiye Karşı Tepki: Türkçülüğe Karşı Kürtçülük Üstad Bediüzzamaman büyük bir öngörü ile tam bir asır önce, 1907 de, dönemin padişahı II. Abdülhamit’e ‘Kürtler Yine Muhtaçtır’ başlıklı bir dilekçe ile müracaat eder. Sorun henüz tam ortaya çıkmadan, önlem ve önerilerden oluşan, bir birlik ve kardeşlik projesi sunar. Ancak, hükümet dilekçenin konusu olan üniversite projesinin önemini kavrayamadı. Bu proje Sultan Reşat tarafından taktir edilip uygulama aşamasında iken 1. Dunya harbi çıkar. Bediüzzaman şunu haykırır: “Şu medeni dünyada ve bu ilerleme ve müsabaka çağında, diğer kardeşleri gibi ilerlemeye ayak uydurmaları için hükümetin gayretleriyle Kürdistan’ın kasaba ve köylerinde mektepler tesis ve inşa buyurulması aynı şükranla meşhut ise de, Türk dilini bilmeyen cocuklar yalnız medrese ilmini ilerleme kaynağı bilmeleri ve okul öğretmenlerinin yerel dili bilmemelerinden dolayı, eğitimden mahrum kalmaktadırlar. Bu ise vahşeti, keşmekeşi; dolayısıyla garbın şematetini(Batının oyunlarını) davet ediyor. Eskiden beri her yönden Kürtlerin gerisinde bulunanlar, bugün onların duraklama halinden istifade ediliyor. Bu ise ehli hamiyeti düşündürüyor. Ve bu üç nokta, Kürtler için müstakbelde bir müthiş darbe hazırlıyor gibi ehli basireti (öngürü sahiplerini) dağdar etmiştir”[3] ‘ Bediüzzaman memleketin kurtuluşuna yaptığı hizmetlerden dolayı başta Meclis Başkanı M.Kemal olmak üzere milletvekillerince T.B.M.M’ye davet edilir. 11 maddelik hitabede bulunur ve daha önce II. Abdulhamid’e sunduğu Türk-Kürt kardeşliği projesini burada da sunar: “…… Ben Van’da iken, hamiyetli Kürt bir talebeme dedim ki: "Türkler İslâmiyet’e çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?" dedim. Dedi: "Ben Müslüman bir Türkü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü tam imana hizmet ediyorlar. Bir zaman geçti, (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul’da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksülâmel(etki-tepki)ile o da Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: "Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa bir Kürdü salih bir Türke tercih ediyorum." Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaati geldi ki, Türkler bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur…”[4] Nursi, daha sonra Demokrat parti döneminde, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’e de bu konuda çok önemli mektuplar gönderir. Sorunun neden ve çözümüne dair girişimlerini ömrünün sonuna kadar sürdürür. İşte “Reis-i Cumhur ve Başvekile” isimli mektubundan birkaç bölüm:Bir İslâm üniversitesi Asya’da lâzımdır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık ifsat etmesin. Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet milliyeti ile “mü’minler kardeştir” Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına mazhar olsun…”[5] Başbakan A. Menderesi de aynı konuda uyarır: “Frenk illeti tâbir ettiğimiz ırkçılık, unsurculuk fikriyle Avrupa, âlem-i İslâm’ı parçalamak için içimize bu freng illetini aşılamış. Şimdiki terbiye-i İslâmiyet’in za’fiyetiyle ve terbiye-i medeniyenin galebesiyle ekseriyet kazanarak başına geçerse, ekseriyet teşkil etmeyen ve ancak yüzde otuzu hakikî Türk olan ve yüzde yetmişi başka unsurlardan olanlar, hakikî Türklerin aleyhine cephe almaya mecbur olacaklar. Mâdem hakikat budur, ey dindar ve dine hürmetkâr Demokratlar. Yoksa, sizin yapmadığınız eskiden beri cinayetleri nasıl eski partiye yüklüyorlarsa, size de yükleyip, Halkçılar ırkçılığı elde edip tam sizi mağlûp etmeye bir ihtimal-i kavî ile hissettim. Ve İslâmiyet namına telâş ediyorum. Tâ, bu yaraya bir merhem vurmalı. O vakit âlem-i İslâm’ın teveccühünü kazandıkları gibi, başkalarının zâlimane kabahati de onlara yüklenmez fikrindeyim. Dindar Demokratlar, hususan Adnan Menderes gibi zatların hatırları için, otuz beş seneden beri terk ettiğim siyasete bir iki gün baktım ve bunu yazdım.” [6] Bu mektubun içeriği hala ne kadar güncel! Mektubun muhatabı olan dönemin Başbakanı ve hükümetinin durumu ile, günümüz iktidar ve hükümetin konumu ne kadar da paralellik arz ediyor değil mi? Bize düşen ise, o gün fazla kavranmayan veya kavranmasına fırsat verilmeyen ama bir asırdır haykırılan aynı gerçekleri erbabına hatırlatmaktır. Çünkü gerçek eskimez. Hak eninde sonunda yerini bulur. Evet Nursi’nin tabiriyle ” ana-babanın terbiye etmediği kişiyi, zaman terbiye eder.”[7]- NURSİ’YE GÖRE SORUNUN ÇÖZÜMÜ 1- Medeni Tahammül ve Tolerans: Kürt Kimliğinin Tanınması Bediüzzaman, her milletin kendi milli kimliğini, kültürünü ve dilini özgürce ifade etme sini, temel insani bir hak olarak görür. Bunları anayasal güvence altına alan hükümet tarzını benimser. Bunu, medeni ilerlemeyi ve pozitif rekabet duygusunu sağlayan güç olarak değerlendirir. Hatta “adem-i merkeziyet/yerinden yönetim”i, ileri medeni seviyenin bir gereği olarak taktir eder. O, bu görüşlerini, büyük bir devlet adamı ve aydın olan II. Abdulhamid’in yeğeninin ‘adem-i merkeziyet’i savunan makalesini cevaplarken dile getirir. Medyanın tahrikleriyle hain ilan edilip, yurdu terk etmesine neden olan makaleyi, “Prens Sabahattin Bey’in Sui telakki Olunan Güzel Fikrine Cevap” ismiyle değerlendirir. Genel olarak “güzel fikir” diyerek taktir eder:“ hükümet, her milletin milli kimliğini teşkil eden dili ve kültürü ve düşünce seviyelerine münasip teşebüse başlamalı. Ta ki makine-i terakkiyat-i medeniyetin buharı hükmünde olan müsabakayı intac edecek bir hissi rekabet peyda olsun.”der. Şu mahzurunu da belirtir.:“milletlerin birbirini kabullenme, karşılıklı hoşgörü ve medeni seviye oluşmadan, irfan seviyeleri bir olan medeni Alman devleti gibi olmadan, ademi merkeziyetin uygulanması, güçlü olan millet, ilkel hislerin sonucu olan istila güdüsüyle, zaifi ilhak edip keşmekeşi doğurur. Ya da bölünme ve parçalanmaya götürür. O; tevili güzel, fikren taakkul edebiliriz. Amma istidadımızla amelen tatbik edemeyiz. Tatbikine çok zaman lazım.”[8]der.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.