Yayamaz Kayımca tarafından postalanan herşey
-
Bilgisayar doğru bir şekilde nasıl kullanılır?
Başkent Üniversitesi (BÜ) İletişim Fakültesi'nin, Ankara'daki internet kafelerde yaptığı, ''Ankara Mikroölçeğinde İnternet Kafeler Kullanım Biçimleri'' başlıklı araştırma, dünyada da giderek artan bilgisayar bağımlılığı tehlikesinin, Türkiye'nin de kapısına dayandığını ortaya koydu. Araştırma sonuçlarına göre, 15 yaşından küçükler günde 1-5 saat, 16-19 yaş grubu 1-7 saat, 20-24 yaş grubu 1-10 saat, 24 yaşından büyük olanlar ise 30 dakika ile 15 saat arasında bilgisayar karşısında zaman geçiriyor. İnternet kafelerin, tüm yaş gruplarında oyun ve sohbet amaçlı kullanıldığını gösteren alan araştırması, Türkiye'de internet kafelerin erkek egemen alanlar olduğunu ortaya çıkardı. BÜ İletişim Fakültesi öğretim üyeleri Doç. Dr. Mutlu Binark ve Günseli Bayraktutan Sütçü tarafından hazırlanan ve TÜBİTAK tarafından da desteklenen araştırma, Ankara'daki 38 internet kafede, 10 yaşından başlayarak 24 yaş ve üstüne kadar toplam 206 kişiyle odak grup görüşme tekniği kullanılarak yapıldı. Araştırma sonuçlarından derlenen bilgilere göre, kentteki internet kafelerde bilgisayar karşısında geçirilen toplam süre, 16-24 yaş grubu için 1-10 saat arasında değişiyor. Araştırmaya göre, 15 yaşından küçükler için özellikle ebeveyn denetimi nedeniyle bilgisayar başında geçirilen süre, görece daha da azalıyor. 24 yaş ve üstü yaş gruplarında ise internet kafede harcanacak boş zamanın sınırlı olması nedeniyle bilgisayar başında daha az zaman geçiriliyor. Alan araştırmasına göre, 15 yaşından küçükler günde 1-5 saat, 16-19 yaş grubu 1-7 saat, 20-24 yaş arasındakiler 1-10 saat, 24 yaşından büyük olanlar ise 30 dakika-15 saat arasında bilgisayar karşısında zaman geçiriyor. Arama motorları çok kullanılıyor İnternet kafelerde bilgisayar, 10-15 yaş grubu arasında sohbet, oyun ve ödev amaçlı; 16-19 yaş grubu arasında sohbet ve oyun amaçlı; 20-24 yaş grubu arasında ve 24 yaşın üzerinde e-posta, oyun, sohbet amaçlı kullanılıyor. Araştırmaya göre, özellikle çocuklar internet kafelerde, çoğunlukla dijital oyunları oynamak için bulunuyor. İnternet kafe kullanıcıları en çok, ''google.com'', ''yonja.com'', ''msn.com'', ''youtube.com'', ''hotmail.com'', ''ogame.com'', ''pcoyun.com'' gibi siteleri ziyaret ediyor.
-
AŞIRI CİNSEL İSTEK BİR HASTALIK.......
Kadından kadına koşan, sürekli sevgili değiştiren erkeklerin yani moda deyimle playboyların, gerçekte, kökleri çocukluğa kadar inen büyük sorunlar yaşadığı belirtildi. Uzmanlar, aşırı seks düşkünlüğünün aslında bir hastalık olduğunu, erkeklerde bu hastalığa, 'satiriasis' kadınlarda ise 'nenfomani' adı verildiğini ifade ediyor. Cinsel Tıp Enstitüsü Başkanı Cinsel Terapist Dr. Cem Keçe, halk arasında 'azgınlık' olarak tanımlanan aşırı seks düşkünlüğünün mutlaka tedavi edilmesi gerektiğini savunuyor. Keçe, kadınlarda sosyo-ekonomik gücü olanların, erkeklerde ise sosyo-ekonomik gücü olmayanların cinsel isteklerinin fazla olduğunu vurguladı. Dr. Keçe, tek bir eşle yetinemeyen, normalin üzerinde cinsel ilişki kuran ve seçici olamayan erkeklerin genellikle sürekli bir ilişkiye sahip olmadıklarını vurgulayarak, "Farklı eşlerle yineleyici cinsel etkinliklere girme dürtüsünü yenemedikleri için bu hastalık bir çeşit bağımlılıktır. Hiperseksüel erkek kendi sosyal konumuna, saygınlığına, bulunduğu ortama uygun olmayan cinsel ilişkilere sık girer. Hayatı boyunca beraber olmayacağı insanlarla birtakım cinsel ilişkiler yaşar ve zamanla bundan suçluluk duymaya başlar. Ve seks bağımlılığı kişiyi intihar düşüncelerine kadar götürünce bir hekime başvurur" diye konuştu. Seks bağımlılığının alkol ve uyuşturucu bağımlılığı gibi kişinin itibarını, prestijini yok ettiğine dikkati çeken Keçe, hiperseksüalitenin 25-50 yaş grubu arasında görüldüğünü kaydetti. Hiperseksüel erkeklerin kişilik yapıları incelendiğinde, narsistik yapı, kendine hayran olma, kendini büyük görme ve bağımlı bir kişilik yapısı ile karşılaşıldığını anlatan Dr. Keçe, şunları söyledi: "Çabuk demoralize olan, sıkıntıya gelemeyen ve sıkıntısını giderme adına sürekli arayışlar içinde olan insanlardır. Karşısındaki insanı 15 dakikada göklere yükseltip ardından on gün sonra da yerin dibine geçirebilirler. Hayata bakış açıları genellikle karamsardır ve kendini acındırma gibi bir ruh hali içindedirler. Hemcinsleriyle araları çok kötüdür. İlgilendikleri tek konu pornografidir. Seksüel eylem ön plandadır. Erkek için o kadının güzelliği, çekiciliği önemli değildir. Mühim olan eylemdir. Erkek cinselliği bilinmeyenlerle doludur. Sevişmeden büyük zevk alan her erkek, 'tek bir çiçekle hayat geçmez' diyerek sürekli sevgili değiştiren ya da partnerini aldatan diğer erkeklerin ruh hali de satiriasis veya seks düşkünü olarak görülmemeli fakat bu tür davranışlar da cinsel yaşamın normal ölçülerinin aşılmış olduğu şeklinde değerlendirilmelidir. Aşırı seks düşkünlüğü erkekteki cinsellik dışı tüm duyguları baskılar, iradeyi, aklı ve ahlaki değerleri ayaklar altına alıp, kişiyi yalnızca kadınların peşinde koşan bir hale getirir. Orgazmla birlikte gelmesi gereken rahatlama ve gevşeme olmaz ve cinsel gerilim hali sürer. Orgazm anında normal insanlar kadar büyük bir coşku da duymazlar ve doruk noktaları çok yüksek olmadığı gibi ardından gelen rahatlama da çok yetersizdir". "PARTNERİM HİPERSEKSÜALİTE Mİ?" ENDİŞESİ TAŞIYANLAR İÇİN TEST Cinsel terapist Dr. Keçe, çocukluğun sevgisiz ve güvensiz bir ortamda yaşanmış olması, ruhsal bozukluklar, genetik faktörler, organik beyin hastalıkları, Kleine-Levin Sendromu, iç salgı bezleri düzensizliklerinin 'Satiriasis' nedenleri arasında yer aldığını ifade etti. Çocukluğunda sevgisiz ve güvensiz bir ortamda yaşamış hiperseksüel erkeklerin çocuklukta bulamadıkları ruhsal ve bedensel sıcaklığı sürekli değişen eşlerde aradığını vurgulayan Keçe, "Bu nedenle gerçek doyumu bulamazlar. Çocukluktan gelen bu güvensizliğin şaşmaz belirtilerinden biri olarak sürekli kendilerini kanıtlamak ve yeni kadınlar fethetmek gereksinimi duyar. Bu nedenle bu bağımlılık kötü bir çocukluk geçirmiş, parçalanmış aile ortamında büyüyen insanlarda daha çok görülür" şeklinde konuştu. Keçe, erkeklerde yaş dönümü yılları, hormonal dengesizliklerin yarattığı ruhsal bozukluklar ve bunalımlar, şizofreni, mani gibi dürtü kontrolünün kaybolduğu psikotik durumlar, borderline kişilik bozuklukları, kokain gibi ilaçlar ve uyuşturucular, kafa travmalarından sonra özellikle frontal lob hasarları gibi durumlarda da hiperseksüalite davranışları görülebildiğini belirterek, bu davranışların 'Satiriasis' sayılmadığını söyledi. Dr. Keçe, "Partnerim bir satiriasis mi?" endişesi taşıyanlar için şu testi önerdi: - Cinsel ilişki sıklığı ve içeriği onu tatmin etmiyor mu veya daha fazlasını istiyor mu? - Cinsel isteklerine "hayır" denildiğinde çok öfkelenir mi? - Sizinle seks yapmak konusunda bazen aşırı istekli bazen de isteksiz mi? - Cinsel konularda görüş ayrılığınızın olduğu tartışmalarınız sık mıdır? - Kendini ifade etmede ve duygusal açıdan yakın olmakla ilgili bir sorunu var mıdır? - Cinsel ilişkiniz sırasında kendinizi yalnız hisseder misimiz? - Pornografik içerikli yazılı veya görsel yayınlardan oluşmuş bir kolleksiyonu var mı? - Partnerinizin iş haricinde çok boş zamanı mı var? - Evdeki ruh hali seks yapıp yapmamasına göre değişir mi? - Mizacı her an değişebilecek bir yapıda mı? - Kendine hayran olma veya kendini büyük görme eğilimi var mı? - Çocukluğunda duygusal, fiziksel veya cinsel anlamda bir istismara uğramış mı? - Bazı günler kendini öfkeli, yalnız ve yorgun hissediyor mu? - Çabuk demoralize olur mu?"
-
İDRAR KAÇIRMA KADINLARIN SORUNU......
Kadınlar için önemli bir sağlık sorunu olan idrar kaçırma her beş kadından birinin derdi. Jinemed Sağlık Merkezleri Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Teksen Çamlıbe, okurlar için yazdı. Oysa kadının iş, sosyal ve özel yaşantısında ciddi sorunlara yol açan idrar kaçırmanın tedavisi, modern tıp yöntemleri yanı sıra basit egzersiz ve eğitimlerle mümkün olabiliyor. Aşırı ve zor doğum yapmış, daha önce cerrahi işlem görmüş, menopoz döneminde omurilik sorunları yaşayan her 10 kadından 8'inde görülen “İdrar Kaçırması”, cerrahi operasyonlarla tedavi edilebildiği gibi bazı basit egzersizlerle ve mesane eğitimleriyle de tedavi edilebiliyor. Gülerken, aksırırken öksürürken, yürürken, egzersiz yaparken, otururken meydana gelebilen sorun günlük işler sırasında istemsiz olarak idrar kaçırma olarak tanımlanıyor. Kegel Egzersizleri denilen egzersizlerle bu rahatsızlığın büyük ölçüde engelleniyor ve cerrahi operasyona gerek kalmıyor. Egzersizlerde önemli olan doğru kasları çalıştırabilmektir. Bu kaslar idrar yaparken idrar akımını kesen veya gaz çıkarılmasını engelleyen kaslardır. Her yerde yapılabilen ve yapılması oldukça kolay olan bu egzersizler kasların sanki idrarı kesmek istercesine belli bir süre kasılmasını ve sonra gevşetilmesini sağlar. 10 ile 20 kere tekrarlanan bu egzersizlerde dikkat edilmesi gereken en önemli konunun pelvis kasları kasılırken karın ve bacak kaslarının gevşek olmasıdır. Ayrıca pelvis taban kasları güçlendikçe, egzersiz sırasında çeşitli vajinal ağırlıkları da kullanılabilir. Acil idrar hissi geldiğinde Kegel egzersizleri yardımıyla mesanenin kasıcı kasları gevşetilerek idrar hissinin ortadan kalkması mümkündür. Mesane kapasitesi göz önüne alınarak aşama aşama idrar tutma süresi uzatılır. Ancak egzersiz sürelerini ve ağarlıklarını doktorlar belirlemelidir. İdrar kaçırma sorurundan kurtulma için yaşam tarzında yapılan değişiklerinde yardımcı rol oynar. Sigarayı bırakmak, kilo vermek, kafeinli içecekleri ve alkolü azaltmak, bazı besinlerden uzak durmak idrar kaçırma sorunundan kurtulmada yardımcı rol oynar. Ayrıca alınan sıvıların belli durumlarda veya gece kısıtlanması, sıvı alımının belirli saatlerde bir plan çerçevesinde ayarlanması da gerekebilir. Bunların tümü diğer tedavi yöntemlerine yardımcı olur. Bu sistemi uygulamak için daha önce çeşitli testlerle saptanan mesane hacmini göz önüne alınması gerekiyor. Doktorun belirlediği saatlerde idrar kesesini boşaltarak ani idrar hissinin gelmesini engellemek için yapılan bir yöntemdir. Böylece idrarı yetiştirememe riski azaltılmış olur. Diğer tedavi şekilleri neler? Biofeedback: Bu teknikte pelvik taban kaslarının doğru şekilde kasılabilmesi için bilgisayardan yararlanılır. Vajena veya makata yerleştirilen bir cihaz yardımıyla, kasılma esnasındaki sinyaller bilgisayar monitöründe görülür. Hasta doğru veya yanlış kasılmaları izleyerek öğrenir. Elektrikli Uyarma: Vajena yerleştirilen cihazlar yardımıyla zayıflamış olan pelvik taban kaslarına zayıf elektrik akımı gönderilerek bu kasların güçlenmesi sağlanır. Ağrısız ve kolay bir tedavidir. Temiz Aralıklı Kateterizasyon: Mesane felçlerinde uygulanan, idrar torbasını belirli aralıklarla bir tüp yardımıyla boşaltma yöntemidir. İdrar torbasını tam boşaltamayan hastalarda kronik enfeksiyonlardan korunmak amacıyla da başvurulur. İlaç Tedavisi: Çeşitli ilaçlar yardımıyla mesane kasları gevşetilerek, mesane kasılmaları ortadan kaldırılır ve mesane kapasitesi arttırılır. Böylece acil idrar hissi ve yetiştirememe tarzındaki idrar kaçırma önlenmeye çalışılır. Bu ilaçlar: Diğer bir grup ilaçlar yardımıyla da üretra ve mesane boynundaki kaslar kasılmak suretiyle güçlendirilir ve stresle ( öksürme hapşırma vs.) idrar kaçırma ortadan kaldırılmaya çalışılır. Ayrıca topikal veya sistemik östrojenlerle de idrar borusu, mesane ve vajenin adale tonusu artırılarak idrar kaçırma azaltılabilir. Bütün bu ilaçların etkileri kişiden kişiye değiştiği için doz ayarlanması gerekmektedir. Ayrıca kullanan hastalarda farklı yan etkiler oluşabildiği için bu ilaçları doktor kontrolünde kullanmak ve etkilerinin görülebilmesi için sabırlı olmak gerekmektedir. Cerrahi Tedavi: Diğer tedavi seçeneklerinin etkisiz kaldığı stresle idrar kaçırma (öksürme, hapşırma, gülme, aktivitede bulunma vb.) durumlarında uygulanan en etkin yöntemdir. Başarı şansı kişiye ve seçilen yönteme göre % 75 ile % 95 arasındadır. Ameliyattan önce genellikle ürodinami testi yapılarak hastaya uygulanacak yöntem kararlaştırılır. Aspirin ve diğer kanı sulandırıcılar 3–4 gün önceden kesilir. Sigara içmemesi tavsiye edilir. Ameliyat ya karın açılarak veya vajinal yoldan yapılır. Bazen her iki yoldan yapmak gerekebilir. Ameliyat sırasında idrar torbasının boynuna ve idrar borusuna destek sağlanarak, bu organlar orijinal yerlerine yerleştirilirler. Böylece idrar borusu stres halinde kapalı kalır. Bazen idrar borusu sfinkterine baskı sağlayacak bir ek doku koymak gerekebilir. Son yıllarda geliştirilen TVT (tension-free vajinal tape ) yöntemiyle % 95 e varan başarılar elde edilmiştir. Nispeten basit bir teknik olan TVT de idrar borunun ortasına stres anında kapalı kalmasını sağlayacak bir band yerleştirilir. Hasta aynı gün veya ertesi gün sondasız olarak eve gönderilir. Gerekirse lokal anestezi ile de yapılabilecek bu yöntemden 3–4 gün sonra hastalar normal yaşantılarına dönerler. Ameliyatın başarısını arttırmak için hastalara sigarayı bırakması, kilo vermesi, kabız olmaması, çok yoğun öksürmemesi ve bir süre ağır kaldırmaması önerilir. Ameliyatın kanama, enfeksiyon gibi nadir görülen minör komplikasyonları olabilir. Üretra (İdrar Borusu) Çevresine Enjeksiyonlar: Ameliyattan yarar göremeyen veya ameliyat olamayacak hastalara uygulanan bu yöntemde idrar borusun çevresine lokal anestezi altında üretrayı şişirerek, kapalı tutacak çeşitli maddeler enjekte edilir. Bunlar kollagen, polytef veya makroplasti adını alan farklı protein veya kimyasal yapıda maddelerdir. Birkaç kez uygulama yapmak gerekebilir. Başarı şansı % 50 –70 arasındadır. Botoks Enjeksiyonları: Çok yeni olan bu yöntemde mesane adalesine botulinum toksini enjekte edilerek mesanenin kasıcı kaslarında geçici gevşeme sağlanır, böylece acil idrar hissi ve yetiştirememe tarzındaki idrar kaçırma tedavi edilmeye çalışılır. Henüz araştırma amacıyla kullanılan bu yöntem ilerisi için umut vaat etmektedir. İdrar kaçırmanın çeşitleri nelerdir? Stres inkontinans ( stresle idrar kaçırma ): Öksürmek, hapşırmak, ağır kaldırmak gibi durumlar karın içi basıncını arttırarak, mesaneye basınç yüklerler. Eğer pelvik taban kasları ve üretra sfinkteri yeterli güçte değilse üretra kapalı kalamaz ve artan basınç mesane boynunun açılmasına yol açar ve idrar kaçar. İdrarı tutan bu kasları zayıflatan durumlar: - Gebelik veya normal doğum - Hormon yapısındaki değişiklikler (örn: menapoz) - Histerektomi (rahimin çıkarılması) veya diğer pelvis cerrahileri - Aşırı kilolu olma Urge inkontinans ( acil idrar kaçırma ): Mesanede çok az idrar olsa bile bazen beyine acil idrar yapma ihtiyacı sinyalleri gider. Mesane içi basınç yükselerek mesane kasılır. Üretra sfinkteri ve pelvik taban kasları kasılı kalmasına rağmen mesane kasılmaya devam ederek idrarın kaçmasına yol açar. Yetişememe tarzındaki acil idrar kaçırma nedenleri: - Mesane enfeksiyonları - Mesanenin sinir veya kas hastalıkları - Beyin rahatsızlıkları (örn: felç) - Bazı ilaçlar Taşma inkontinası: Eğer sinirler zarar görmüşse veya mesane kasları çok zayıflamışsa idrar yapma sinyali beyine hiç ulaşmayabilir. Mesane dolu kalır. Artan idrarın oluşturduğu basınç, mesane boynunun damlatma tarzında idrar kaçırmasına neden olur. Bu durumun nedenleri: - Felçler - Diabet veya parkinson gibi hastalıklar - Bazı ilaçlar - Radyoterapi
-
CİNSELLİKTE NORMALLİK VE ANORMALLİK...
CETAD toplantısında cinsellikte normal ve anormal kavramlarına dikkat çekildi. Prof. Dr. Mehmet Sungur, “Sevişirken partnerinin ince topuklu ayakkabı giymesini istemek klinisyenler için anormal olabilir ama iki taraf da memnun ise normaldir”dedi. Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği (CETAD)’ın ‘Yaşam Boyu Cinsel Sağlık, Sizin de Hakkınız” projesi kapsamında altıncı dosyasını erkek cinselliği üzerine hazırladı. Erkeklerde en sık görülen fonksiyon bozukluğunun erken boşalma, en sık hekime başvuru nedeninin ise ereksiyon problemi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Mehmet Sungur cinsellikte çok konuşulan normal ve anormal kavramlarının değişkenlik gösterdiğini söyleyerek sınırları, cinselliği paylaşan bireylerin çizdiğine ve normal ve anormal kavramlarının sürekli değiştiğine vurgu yaptı. Cinsel normların değişkenliğini çan eğrisine benzeten Kognitif ve Davranış Terapileri Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Sungur, nelerin çanın ortasına, nelerin uçlara düştüğünü, cinselliği yaşayan bireylerin belirlediğinin altını çiziyor. Prof. Sungur, bir cinsel aktivitenin ne zaman normal, ne zaman anormal olduğu sorusuna ise örneklerle cevap veriyor. “Mesela erkek kadına, ‘Sevişirken çıplak olmanı ve uzun ince topuklu ayakkabı giymeni istiyorum’ diyor ve kadın bunun mahsuru olmadığını düşünüyor. Klinisyen gözüyle baktığımızda, ‘Acaba bu adam fetişist mi?’ gibi sorular aklımıza gelebilir ama burada bizim ne tanı koyduğumuzun hiçbir değeri yok. Çünkü eşler buna olur veriyorsa hiçbir sorun yok demektir. Kadın ince topuklu sivri ayakkabıyı giyiyor ve cinsellik yaşanıyor.” ERKEĞİ KADIN DEĞİL AYAKKABI UYARIYORSA ANORMALDİR Prof. Sungur, böyle bir durumun anormal boyuta geçmesini ise şöyle açıklıyor.”Yüksek topuklu, sivri burunlu ayakkabıyla yaşanan cinsellik uzun süre devam ediyor, yani erkek memnun, kadın memnun. Böyle baktığımız zaman son derece normal, hiçbir anormallik yok. Çünkü bu her iki partnerin onayladığı ve kimseye zarar vermeyen bir davranış. Ancak aradan aylar geçiyor ve aylar sonra kadın ayakkabıyı giymeden cinsellik yaşamak istiyor ama bu sefer erkekte ereksiyon olmuyor. O zaman kadın, erkeği uyaran şeyin kendisi değil, ayakkabı olduğunu anlıyor ya da öyle düşünüyor ki işte o zaman normal olan davranış, anormal olmaya başlıyor. Kadın, ayakkabısının kendisinden daha çekici olduğunu anladıktan sonra, bu partnerle cinsellik yaşamak istemiyor. İKİ TARAF DA MEMNUNSA NORMALDİR “Burada bir zamanlar normal olan bir durumun, bir süre sonra nasıl anormal olduğunu görüyoruz” diyen Sungur, “bizim açımızdan bakarsanız ayakkabı ile uyarılan birisi ilk bakışta fetişist gibi gözüküyor ama siz adını ne koyarsanız koyun, her iki partner de memnun ise onların cinselliği belirli bir noktaya gelinceye kadar normal devam eder” şeklinde konuşuyor. HAYAL VE FANTEZİLER PAYLAŞILMALI MI? Cinsellikte hayal ve fantezilerin paylaşımı ile ilgili olarak “İnsanların fantezileri vardır ve bunlar cinsellik anında kullanılabilir. Ama çiftler bazen birbirlerinin fantezilerine bile sahip çıkıyor ve onların anormal olduğunu düşünebiliyor” diyen Prof. Sungur’a göre bu durum, çiftler arasında dengenin bozulmasına neden oluyor ve hayal etmeyi de suç gibi algılatıyor. “Eğer kişi hayalini paylaşıyorsa partnerinden bir tepki beklemediği, doğal karşılayacağını bildiği ya da hesapladığı için paylaşıyordur. Mesela ilişki esnasında bir başka kadının ya da erkeğin adının geçmesinin sorun olup olmaması yine bireylere kalmış bir durumdur.” EN ÇOK DANIŞILAN KONU GRUP İLİŞKİLERİ Cinsel normların zaman içinde değiştiğine vurgu yapan Prof. Sungur, “En çok başvuru nedeni olan konular neler” sorusuna ise şu cevabı veriyor. “Bize en çok danışılan konulardan biri iki çiftin bir arada olduğu cinsel ilişki, yani iki çiftli grup. Kişi eşine, ‘Seninle hep aynı cinselliği yaşamaktan bıktım ve cinsel hayatıma bir renk katmak istiyorum, bu rengi katabilmek için de bir önerim var, aksi taktirde seninle olmayacak ve evliliğimiz riske girecek. Ve ben biliyorum ki x çifti de birlikte seks yapmayı gayet normal buluyor, bunlarla seks yapmaya ne dersin? diyor. NORMAL OLAN BİR SÜRE SONRA ANORMALE DÖNÜYOR “Son derece şaşırtıcı ve rahatsız edici bir teklif olmasına rağmen eşini kaybetmek istemeyen bir kadın, ‘Kocam bunu teklif edebiliyorsa, başka insanlar da bunu yapıyorsa ve kocamı da kaybetmek istemiyorsam o zaman belki de bu olabilecek bir şeydir ve belki de çok anormal değildir’ diyebiliyor. Ancak başlangıçta normal gelen bu durum eşlerden biri ya da her ikisi, ya da her iki çift için de kendi değerlerine çok ters düştüğü için zamanla suçluluk, pişmanlık, öfke ve kızgınlık yaratabiliyor.” İKİ TARAF DA ÖDÜL ALIYORSA SORUN ÇIKMIYOR Ahlaki değerlerin eşler için standart olduğunu kabul ederek, normal gibi gözüken ve gerçeğe dökülen fantezilerin de bir süre sonra anormale dönüşebildiğini bu şekilde örnekleyen Prof. Sungur, “Normal ve anormal arasındaki geçişler sürekli mevcut. Bu durum, her iki eşin yapılan aktiviteden ne kadar ödül aldığı, her iki tarafın da ne kadar tatmin olduğu ile ilgilidir. Ancak sadece bir tarafın tatmin olduğu durumlarda, normal bir davranış bir süre sonra ödül almayan eş tarafından anormale dönüşebiliyor. Yani bunun normal olup olmadığını bizler söylemiyoruz, eşlerden biri ya da her ikisi bunların normal olduğuna inanıyor ya da inanmak istiyor.”
-
301 hakkında görüşleriniz nedir ?
301. madde karşıtlığı: AB Faşizmi 301 tartışmasının kaynağı Kamuoyunda yapay bir şekilde 301. madde tartışması canlı tutuluyor. ?Türklüğü, Cumhuriyeti, Devletin kurum ve organlarını aşağılama? eylemini cezalandıran 301. madde artık fiilen işletilemez durumdadır. Bu suçu en aleni şekilde işleyen, ?Türklerin damarlarındaki pis kandan?, ?Türklerin Ermeni ve Kürtleri katleden cani geçmişinden? bahsedenler bile ABD, AB ve iktidar baskısı sayesinde cezalandırılmaktan kurtuluyorlar. Oysa bu ifadeler en aşağılık türünden ırkçılığı içeren, insanlık suçu niteliği taşıyan, sadece 301 değil TCK?nın pek çok maddesinden yargılanmayı gerektirmektedir. Ama Batının faşist elitleri için Anayasal düzen ve yasalar tamamen delinmiş ve mutlak bir dokunulmazlık zırhı yaratılmıştır. Malum isimleri yargılamayı bırakın, hazırlık soruşturması için mahkemeye getirmek bile neredeyse Türk devletine karşı savaş nedeni sayılmaktadır. Peki, 301?i zaten fiilen işlemez hale getiren faşist ?aydınların? isteği nedir? Niçin sürekli TCK?nın değiştirilmesi gündeme getiriliyor? Oysa AKP, ABD ve AB?nin istekleri doğrultusunda TCK?yı daha yeni değiştirmişti. Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül bir çırpıda yapamayacakları değişikleri bu tür bir sürekli faşist baskı ortamında gerçekleştirmeye çalışıyor. Avrupa Parlamehtosu?nun son Türkiye raporu ise 301 tartışmasının sürekli sıcak tutulmasının temel nedenini ortaya açıkça seriyor. 301. maddenin kaldırılması atılacak adımların ilki. TCK?nın, Türk Devletinin egemenliğini ve Anayasal düzeni koruyan tüm maddeleri kaldırılmak isteniyor. Tantananın esas nedeni bundan ibarettir. AB ve yandaşları Anayasal düzeni yıkmayı amaçlıyor En son yayınlanan AP Raporu AB?ciler tarafından bile kötünün kötüsü olarak nitelendirildi. Raporda ilk defa, sözde Ermeni Soykırımı?nın ötesinde sözde Süryani ve Rum Pontus Soykırımlarını da Türkiye?nin gerçekleştirdiği ve AB?ye giriş yolunda bu iddiaları Türkiye?nin kabul etmesi gerektiği yer alıyor. Kıbrıs?ta tam teslimiyet, limanların Rumlara açılması, Ermenistan?la sınırların açılması, ?seçim barajının kaldırılarak Kürt partilerinin (PKK olarak okuyabilirsiniz) Meclis?e girmesinin sağlanması?, Alevilerin azınlık olarak tanınması, Şemdinli?de soruşturmanın en üst düzey askeri yetkililere dayandırılması gibi kabul edilmez istekler raporda yer buldu. Ayrıca ilk defa türban yasağıyla ilgili olarak AKP?nin istediği tarzda ?demokrasi ve uzlaşı? çağrısı yapıldı. Anayasa?da belirtilen ve değiştirilmesi bile mümkün olmayan devletin temel ilkelerini korumak görevi TCK?nındır. Eğer bu ilkeler aleyhindeki eylemler cezasız kalırsa kimse Anayasal düzenin ayakta kaldığını iddia edemez. Böyle bir durumda Anayasa basit bir duaya veya temenniye indirgenir. Böylelikle Anayasa?ya karşı suçlar demokrasi adına meşrulaştığı gibi Anayasa?yı savunanlar üzerinde faşizan bir baskı ortamının da zemini sağlanmış olur. Rapora karşı AKP iktidarının tepkisi neredeyse sıfırdı. Hatta raporun en önemli talebi olan TCK?daki değişiklik istekleri hemen Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül?ün olumlu mesajlarıyla desteklendi. Kamuoyu bu değişiklik dayatmasının sadece 301. maddeyle ilgili olduğu yalanıyla uyutulmaya çalışılıyor. AKP iktidarı da 301?e odaklanarak atılacak adımları gizliyor. ?301 başımızı ağrıtmasın artık? gibi komik söylemlerle iş geçiştirilmeye çalışılıyor. Oysa AB?nin ve Türkiye?deki faşist yandaşlarının Türkiye?den istediği sadece 301. maddenin kaldırılması değil. AP raporu da bu konuda çok açık. TCK?nın iptal edilmesini istedikleri maddeleri şimdilik sırasıyla 216, 277, 285, 285, 301, 305 ve 318. maddeler. 301. madde etrafında koparılan fırtınanın esas nedeni Anayasal düzeni sarsacak böylesine köklü bir darbeyi gizlemek. Birinci AB darbesi 3. Meşrutiyet düzenini kurmuştu. AB temsilcileri ?Kemalizmin yıkılmasının kaçınılmazlığından? bahsederken bu ikinci darbeyi kastediyorlardı. Artık Atatürk Cumhuriyetinin temel ilkelerinden geride kalanlar hedef noktasındadır. 301 bunun maskesidir. Bu maddeler kalkarsa ne olur? Anayasa?da belirtilen ve değiştirilmesi bile mümkün olmayan devletin temel ilkelerini korumak görevi TCK?nındır. Eğer bu ilkeler aleyhindeki eylemler cezasız kalırsa kimse Anayasal düzenin ayakta kaldığını iddia edemez. Böyle bir durumda Anayasa basit bir duaya veya temenniye indirgenir. Böylelikle Anayasa?ya karşı suçlar demokrasi adına meşrulaştığı gibi Anayasa?yı savunanlar üzerinde faşizan bir baskı ortamının da zemini sağlanmış olur. AB?nın kaldırılmasını istediği maddeler tek tek ele alındığında AB, ABD ve AKP?nin nasıl bir Türkiye istediği çok açık ortaya çıkacaktır. Sırayla bakalım. TCK 216. madde: ?Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama.? Bu madde kaldırılarak Türkiye Cumhuriyeti?nin bölünmez bütünlüğüne yönelik her türlü etnik ve mezhepsel çatışma kışkırtmaları serbest bırakılacaktır. TCK 277. madde: ?Yargı görevini yapanı engelleme,? TCK 285. madde: ?Soruşturmanın gizliliğin ihlali,? TCK 288. madde: ?Adil yargılamaya etkilemeye teşebbüs.? Bu maddeler kaldırılarak iktidarın ve medya tekellerinin yargı organlarına tehdit ve baskıyla müdahalelerinin yolu tamamen açılmış olacak. Batının işbirlikçisi faşist elit tabakanın herhangi bir maddeden yargılanma yolu tamamen kapatılacak. Hukuk devletinin en temel ilkesi olan yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılacak. Sömürge hukuku ve sömürge müfettişlerinin buyrukları Türk mahkemelerinin yerini alacak. Türk Ordusu mensuplarına ve Atatürkçülere yönelik yargısız infazların önü açılacak. Şemdinli provokasyonunda ve Danıştay saldırısında Atatürkçülere yönelik uygulanmak istenen linç süreklilik kazanacak. TCK 301. madde: ?Türklüğü, Cumhuriyeti, Devletin kurum ve organlarını aşağılama.? Bu madde etrafında bugün dönen tartışmalar maddenin iptal istemindeki temel hedefi zaten açıkça gösteriyor. Türkiye?ye soykırım iddiaları kabul ettirilecek. Sırasıyla Ermeni, Rum, Süryani ve Kürtlere Sevr?de verilen hakların ve toprakların geri verilmesi istenecek. Lozan tasfiye edilecek. Devletin kendini ve Anayasa?yı koruma iradesi ortadan kaldırılacak. TCK 305. madde: ?Temel milli yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama.? Bu madde kaldırılırsa, fiili savaş sırasında düşmana hizmet, para karşılığı yabancı devletlere ajanlık faaliyeti, Türkiye?nin bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve Anayasal düzenine karşı planlı eylemleri içeren yoruma açık olmaksızın vatan hainliği olarak değerlendirilebilecek eylemler suç olmaktan çıkacak. Devlete isyan ve düşmanla işbirliği meşrulaşacak. TCK 318. madde: ?Halkı askerlikten soğutma.? Bu maddeyi kaldırmak ile amaçlanan Türk Ordusu?nu Sevr?den kalma tasfiye etme planını tekrar yürürlüğe sokmaktır. Vicdani ret kampanyası adı altında yürütülen eylemlerin temel amacı da budur. Anayasa?nın en temel hak ve yükümlülüklerinden biri askerlik görevdir. Türk Ordusu Avrupa tipi aristokratik bir profesyonel ordu değildir. Bir halk ordusudur. Halkın her kesiminin silahlı vatan savunmasına katılma hakkı Anayasal olarak vardır. Bu aynı zamanda temel bir yükümlülüktür. Bu maddeyle Türk Silahlı Kuvvetleri hedef alınmaktadır. Bu maddelerin hepsi değil sadece bir kısmı hatta bir tanesi bile kaldırılırsa Anayasal düzen işlemez hâle gelecektir. Anayasanın değişmez ilkeleri dayanaksız ve korunmasız bir hâle gelecektir. Anayasa ayaksız kalacaktır. Türkiye Cumhuriyeti ekonomik ve siyasi sömürgeleşme sürecini tamamlayıp sömürge hukukuna en büyük adımı atacaktır. Ki bu kısa süre içinde Türk devletinin ve vatanının parçalanmasıyla sonuçlanacaktır. Geçmişte yaşananlar geleceğin işaretçisi Yukarıdaki maddelerin iptal edilmesinin demokrasiyle de uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. En şekilsel ve yozlaşmış anlamda bile hiçbir demokrasi talebi yargı bağımsızlığını hedef almaz. Böylelikle 301 karşıtlarının sahte demokrat maskeleri tamamen düşmüş oluyor. Dünyanın neresine giderseniz gidin bu maddelerin kaldırılmasını istemek en hafif deyimle faşist diktatörlüğün taraftarlığı olarak adlandırılır. Türk devletini kuran Türk milletine yönelik ırkçı eylem ve söylemlerin cezasız bırakılması, bunun da ötesinde yargının her türlü iç ve dış müdahaleye açık hale getirilmesi sadece Türk Anayasası?nın değil, genel hukuk devleti ilkelerinin de toptan ortadan kaldırılmasına teşebbüs olduğu açıktır. Utanmadan bunu demokratlık olarak gösterenlerin amacı açıktır. Hrant Dink ?Bu maddeler de yetmez diğer gerekli olan maddeler de kaldırılsın? diyor. Açıkça Anayasa hedef alınıyor. Bu yolu açan rejimi ve ismi hatırlayalım. 12 Eylül faşist rejiminin başbakanlığa oturttuğu Amerikancı ve gerici Özal, Türkiye?yi bu uğursuz mecraya sokmuştu. Özal ?Anayasa bir kez delinse bir şey olmaz? demişti. 163. madde kaldırılarak laik Cumhuriyet?e karşı irticai eylemler suç olmaktan çıkarılmıştı. Zaten tüm dünyada yıkılmış olan komünizme yönelik 141. ve 142. maddeler ise, 163. maddeyi kaldırmanın kamuflajı olmuştu. Şimdi önerilen maddeler kalkarsa ne olur, yaşanmış örneklerle ortadadır. 163. madde kalktıktan sonra daha 20 yıl geçmeden Türk devletinin temellerini yıkmaya kasteden gericilik, yerel iktidarlardan her aşamada tüm merkezi iktidara kadar devleti ele geçirmiş durumdadır. Kürt-İslamcı güçler Türkiye Cumhuriyeti?nin tüm temel ilkelerini bizzat devletin tepesinden yok etmeye başladılar. Anayasasın laiklik ilkesi fiilen işlemez hâle gelmiştir. Yine ABD ve AB dayatmasıyla, sadece terörist başı Apo?yu kurtarmak için DSP-MHP-ANAP iktidarı tarafından idam cezasının kaldırılmasının sonuçları, 4 yıl gibi kısa bir sürede ortaya çıkmıştır. Düşmanla işbirliği ve devlete isyanın artık cezasız kalacağı ortaya çıkmıştır. Azgınlaşan terörün en büyük nedenlerinden biri, teröristlerin en tepedeki hainin hep cezasız kalacağına yönelik inançlarıdır. Bu yüzden ?301. madde kalksın, bu aydınları yargılarsak onları daha da ünlü ederiz, Türkiye?yi rezil ederiz? türden ?Atatürkçü? gibi gösterilmeye çalışılan saçma sapan yorumlarla kimse 163. maddenin kaldırılmasındaki ve Apo?nun cezasız bırakılmasındaki ihanetin tekrar edilmesini savunamaz. Gerçekten de ?Türkiye rezil? edilmek istenmektedir. Ama bunun yegâne yolu yukarıdaki maddeleri tamamen ortadan kaldırmaktan geçer. O zaman zaten Türkiye sadece ABD ve AB emperyalizminin ve Cumhuriyet yıkıcıların elinde rezil olmakla kalmaz, kesinlikle yok olma noktasına kadar sürüklenir. Maddeler muğlak değil, ama suçlar muğlaklaştırılacak Bu maddelere yönelik en saçma suçlama ise maddelerin muğlak olduğu ve yoruma açık olduğudur. Aslında bu düşünceler bile Anayasa ve TCK karşıtlarının en temel hukuk bilgisinden mahrum olduklarını göstermektedir. Hukukta suçun nitelikleri ve karşılığı olan cezada muğlaklık mümkün değildir. Zaten yüksek yargı organlarına verilen Anayasa Mahkemesi?ne başvuru hakkı Yasama organının yapacağı bu tür hatalara karşı önemli bir mekanizmadır. Bu hak Meclis üyeleri ve Cumhurbaşkanına da verilmiştir. TCK?yı defalarca değiştiren AKP iktidarı bazı maddelerdeki muğlaklıktan bahsediyor. Ama kimsenin aklına bu maddeleri Anayasa Mahkemesi?ne götürmek gelmiyor. Çünkü tam tersine bu maddeler belki de TCK?nın en somut ve muğlaklıktan uzak maddeleri. Yapılan bir eylemin suç olup olmayacağına zaten mahkemeler karar verir. Herhangi bir eylemin suç niteliği taşıyıp taşımadığı tartışmalıysa karar mercii bağımsız yargıdır. Yapılmak istenen suç oluşturan eylemi suç olmaktan çıkarmaktır. Bunu yapamadıkları durumlarda ise TCK?nın 277, 285 ve 288. maddelerini kaldırdıktan sonra her istedikleri davaya müdahale ederek var olan suçlara yönelik cezaları da işlemez hâle getirmektir. Bu yol daha önce de denendi. Türkiye?de ne zaman irticadan bahsedilse, Tayyip Erdoğan veya başka bir AKP yetkilisi çıkıp hep aynı açıklamayı yapar: ?İrtica nedir? Laikliğin tanımını yapın. Bunlar muğlak ifadeler.? Gerçekten de Özal?dan itibaren Türkiye?de laikliği korumak için geride kalan yasaları bile uygulamak imkânsız hale gelmiştir. Gericiliğin en önde giden temsilcilerinin iktidara el koyduğu şartlarda laikliğin ?muğlaklaşması? çok doğaldır. Şimdi ise aynı söylem bölücülük, vatana ihanet, Türklüğü aşağılamak konularında geliştiriliyor. ?Bölücülük ve vatana ihanet muğlak kavramlardır, tanımlayın? diyorlar. Bu, tek bir şeyin işaretidir. Artık Türkiye?de bölücülük ve vatan hainliği de iktidar düzeyinde kabul görmüş ve güç kazanmıştır. Bu eylemler de suç olmaktan çıkmakta, iktidar olmanın bir numaralı gereği haline gelmektedir. TCK?nın maddeleri açıktır. Ama bu maddelerin ele aldığı suçları kabul etmeyenlerin kafasında bazı kavramlar asla var olmadığı için bunlara bu suç tanımları ?muğlak? gibi gelmektedir. Bu kavramların başında bölücülük ve vatana ihanet gelmektedir. Anayasal düzene ve Türk milletine yönelik linç girişimi engellenmeli Artık demokrasi mızrağı çuvala sığmıyor. Meclis?te CHP bile ilk defa açıkça AB sürecine tepki gösterdi. Baykal ?artık AB için AKP tarafından Meclis?e getirilen düzenlemeleri gözü kapalı desteklemeyeceklerini? açıkladı. Azınlık vakıfları için Sevr?den kalma düzenlemeler getiren yasaya karşı çıkan Baykal, 301. madde konusunda da AKP iktidarını desteklemeyeceklerini açıkladı. Bu açıklamanın iki anlamı vardır. Birincisi CHP lideri geçmişte Türkiye Cumhuriyeti?nin temellerini sarsan AB uyum paketlerini ?gözü kapalı? desteklediklerini kabul etmektedir. İkinci olarak bu açıklama, en azından artık bazı kesimler bu gaflet uykusundan uyanmaya başladığını göstermektedir. CHP?nin muhalefeti dahi AKP?yi Meclis?te frenlemeye yetmiştir. Çünkü Türk milletinin ezici bir çoğunluğu bu düzenlemelere karşıdır. Kurulmak istenen faşizan sömürge rejimine Türk halkının isyan edeceği açıktır. Zaten AB?ciler bile AKP?ye seçimleri beklemesini, bu düzenlemeleri halkın seçim tepkisini aştıktan sonra gerçekleştirmesini öğütlüyorlar. ABD ve AB?nin faşist ?aydın?ları ise bir baskı düzeni kurarak halkı sindirmek istiyorlar. En son Elif Şafak davasında bu açıkça yaşandı. TCK?nın yargı bağımsızlığına yönelik tüm maddeleri, hem iktidar hem de büyük medya tarafından açıkça çiğnendiği gibi, mahkeme binasında fiili durum yaratılarak gerçek bir linç girişimi tezgahlandı. Türk milletinin her türlü muhalefetini ve tepkisini linççilikle suçlayan çevreler gerçek faşizan yöntemlerin esas ehilleri olduğunu gösterdiler. Beyoğlu Adliyesinin tüm koridorlarını ve bahçesini işgal eden Elif Şafak taraftarları, mahkeme salonuna suç duyurusunda bulunan ve davanın müdahili olan Avukat Kemal Kerinçsiz?i bile sokmadılar. Tüm yabancı basının ve AB temsilcilerinin doluştuğu mahkeme salonuna Türk avukatları giremedi. Mahkeme heyeti usulsüz bir şekilde Kerinçsiz?in davaya müdahil olmasını engellediği gibi, tek celsede Elif Şafak?ı beraat ettirdi. En son olaylar Türk yargı tarihinde görülmemiş düzeyde yargıya müdahalelerin arttığını yeniden gösterdi. Bu sayede çıkan yıldırım kararın hemen ertesinde Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan memnuniyetlerini belirttiler. Mahkeme dışında ise Kemal Kerinçsiz?e ve gelişmeleri protesto eden Türk vatandaşlarına fiili linç girişiminde bulunuldu. Türkiye?deki gerçek linç tehlikesinin ne olduğu Beyoğlu Adliyesinde yeniden gözler önüne serildi. Batı yıllarca PKK?yı kullanarak Türk milletine karşı insanlık suçları işledi. Artık Türk milleti kendi vatanında sistemli bir soykırıma ve linç düzenine tabi tutulmak isteniyor. Çok geç olmadan Türk milleti ve sorumlu kurumları bu sürece dur demelidir. Eğer ceza kanunları suçluları korumak, devleti ve halkı ezmek için sürekli değiştirilirse farklı bir yol tutulması mecburi olacaktır. Anayasal düzenin yıkıldığı koşullarda, tıpkı 1919?da olduğu gibi Türk milletinin yeniden devletleşecek ve kendini egemen kılacak alternatif bir sürece girmesi kaçınılmazlaşacaktır.
-
301 hakkında görüşleriniz nedir ?
Sevgili POLİTİKA ve GELİNCİK yorumlarınız için sağolun....hemen birşeyi öncelikle izah ediyim ben çok çok ender kendi düşüncelerimi ortaya koyarım üstekide benim düşüncem degil ...neden belirtmem?ozaman açlıan konular sadece herkesin kendi düşüncelerini oytaya koyması ile bir süre sonra tıkanır ben genelde çok farklı düşünceleri alır eklerim ki kişilerin tepkileri konunun çok farklı yönleyden ele alınması adına.....ve işte sizde buna yazılan yazıya tepkisis kalmadınız kendi düşünceleriniz dogrultusunda:).....Şunada inanıyorum ki en azından açtıgım konulardan yapım belirlenmiştir!!!!! sağolun kolay gelsin......
-
Olacak sey degil demeyin,okuyun ve tanidiklariniza da anlatin. / YER iSTANBUL
Teşekkürler KAPLAN duyarlılıgınızdan dolayı.....ama bana çokda aaaaaaaaaa gelmedi insanlar açlık,yoksuluk,işsizlik sorunlarının had safhaya ulaştıgı hırsızlıkların 5 6 yaşlara düştügü fuhuşun savaş geçirmiş bir ülke gibi 12 13 yaşa düştügü bir ülkede hertürlü yolu denemeye kalkar......bizlere nekadar akılcı ve dogyu gelmesede!!!!
-
Ayağa Kalk Ey Halkım!..
Ben yorum yapan tüm arkadaşlara teşekküy ederim......özelikle DİPNOT size çünkü ben nedense resim basamıyorum siz konuyu o resmi ekliyerek daha anlamlı,daha anlaşılabilir ve görselik kazandırdınıs......
-
Ayağa Kalk Ey Halkım!..
Çok doğru ama yetersiz!.. Kadınıyla, erkeğiyle Cumhuriyetin aydınlık yurttaşlarının kol kola girmesi, ayağa kalkması, karanlığı ezmesi şart!.. Tabloyu bıçakladılar!.. Mersin Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü'nün beş öğretim üyesi ile öğrencilerin eserlerinin sergilendiği bir Yeni Yıl Karma Sergisi açıldı. Sergilenen onlarca tablo içinde yer alan bir "nü" resim, kimliği belirsiz kişiler tarafından bıçakla delik deşik edildi... - Buraya kadar normal!.. Normal, çünkü biz bu ülkede heykellerin kırılmasına, resimlerin paramparça edilmesine, aşağılanmasına alışkınız... Diktatörün emriyle çıplak kadın tablosunun sergiden kaldırıldığını da gördük... Sanatın içine tükürdüğünü göğsünü gere gere söyleyen belediye başkanı ise hem de bu ülkenin başkentinde beyliğini paşalar gibi sürdürüyor!.. Yani, demem o ki; olayın kendisi gayet sıradan, tamamıyla bu ülkede yaşanabilecek cinsten... Normal olmayan, insanın içini acıtan, bu alçakça eylem karşısında gösterilen tepki!.. Siz bakmayın benim "tepki" dediğime, aslında ortada tepki filan da yok... - Korku var!.. Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Berika İpekbayrak, bıçaklanan tablonun sahibi olan öğretim görevlisinin adını bile açıklamaktan kaçınmış. Niçin? Öğretim üyesi "nü tablo" yaparak yüz kızartıcı bir suç mu işlemiş?.. Dekan bununla da kalmamış, şu acınılası açıklamayı yapmış: "Tahrip edilen eser, pornografik öğeler içermiyor..." Türkçesi şöyle oluyor: "vallahi de billahi de düşündüğünüz anlamda açık saçık değil... " Vah ki vah!.. Zaten bıçaklanan tablo apar topar göz önünden kaldırılmış... Sayın dekan, bu konunun basında çok tartışılmasını istemediklerini de söylemiş!. Bir bilim insanının neredeyse elle tutulur ürkmüşlüğüne bakar mısınız?.. Ne bir kınama, ne bir sanatı korumaya, yüceltmeye yönelik çıkış... - İşte teslimiyet budur!.. *** İstanbul'da da insanlık değerleri paramparça edildi!.. İstanbul Beylikdüzü Fatih Sultan Mehmet Camii İmamı Hasan Hakyemez , cuma namazının ardından verdiği vaazda, cemaatin gözünün içine baka baka aynen şunları söyledi: "Çalışan kadın kocasını aldatır, nefsine hâkim olamaz. Ey cemaat, eşlerinizi çalıştırmayın..." İmam efendinin hesabına göre, çalışan, evinin bütçesine katkıda bulunan milyonlarca kadın "potansiyel o..." sınıfına dahil oluveriyor... Peki sonra ne oluyor?.. Bu yaratık birkaç kişinin tepkisiyle karşılaşıyor, tınmıyor... Ne zaman ki, ancak hastalıklı bir yaratığın sarf edebileceği bu ********* sözler bir yerel gazetede yer alıyor, Büyükçekmece Müftüsü de harekete geçiyor. İmam efendiden yazılı savunma istiyor... Herhalde ayıp olmasın diye bir de vaaz yasağı koyuyor, işlem tamam!.. O imam, o camide, o cemaate namaz kıldırmaya devam ediyor!.. - Bu da gayet normal!.. Daha üç gün önce bu imamın bağlı olduğu İstanbul Müftülüğü yılbaşı kutlamalarının, piyango bileti almanın günah olduğunu söylemedi mi?. Diyanet İşleri Başkanı tepkiler karşısında " yılbaşının, İsa'nın doğumu demek olan noel ile hiçbir ilgisi olmadığını, evrensel bir kutlama olduğunu" açıklamak zorunda kalmadı mı?.. Biz şu son beş yıl içinde buna benzer bir yığın kepazelik yaşamadık mı?.. İlahiyat profesörü sıfatını kazanmış karanlık kafanın "Kızınızı dokuz yaşında evlendirebilirsiniz" fetvasını yaşamadık mı?.. Dört yaşındaki kız çocuklarının sıkmabaşa sokulduğuna tanık olmadık mı?.. Normal olmayan, bu bilinçli, bu yaşam tarzımızı hoyratça elimizden almaya yönelik karanlık gidişe dur dememek, tepki göstermemek... Sevgili Mustafa Balbay, dün Radyo Tatlıses'te yaptığımız "Sesli Gazete" programında bu ülkenin aydınlık insanlarını şöyle uyardı: "Öyle bir zamandayız ki, yalnızca yaşam tarzını korumak için çabalamak bile, karanlığa karşı direnmek anlamına geliyor..." Çok doğru ama yetersiz!.. Kadınıyla, erkeğiyle Cumhuriyetin aydınlık yurttaşlarının kol kola girmesi, ayağa kalkması, karanlığı ezmesi şart!.. 2008 bu savaşımın yılı olmalı... - Çok geç olmadan ayağa kalk ey halkım!..
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Kadının toplumsal yaşamda yer alması, birey olarak var olması, ayaklarının üzerinde durmayı başarması/becermesi; ne yazık ki Cumhuriyet’in tüm kazanımlarına karşın gerçekleştirilememiştir. Bununla birlikte kadınlar Cumhuriyet döneminde "eş durumundan" titr-makam-mevki-mertebe edinmişlerdir; "Taş mı attım ki kolum yoruldu" kolayca yöntemiyle, bir erkeğe eş-kadın-karı olma sonucunda...Gerçi bu yöntemle bir şeyler olduğu sanısına kapılan kadınların varlığı; belki de yalnızca ülkemize özgü bir olgudur... Ve de "birisinin karısı" olarak kamusal alanda var olmak (gerçekteyse var olduğunu sanmak) durumu belki de Osmanlı geçmişimizin bir kalıtıdır... Kuşkusuz "eş durumundan" titr-makam,mevki-mertebe edinme durumu; salt kadının çabasından, istekliliğinden değil, genelde eşine-kocasına "yalakalık-dalkavukluk" yoluyla yaranmak ve de çıkarlarına ulaşmak isteyenlerce oluşturulan bir kültürün ürünüdür. Çoğumuz bu tür kadınlarla yaşamlarımızın belirli dönemlerinde karşılaşmışızdır, örneğin askerde; "albayın karısı", devlet memurluğunda; "müdürün karısı", "kaymakamın karısı", "valinin karısı" gibi... Örneğin ben; 20 yıllık devlet memurluğum süresinde "müdürün karısı" örneklerini çok gördüm, yetkeleri kendinden menkul o buyurgan tutum ve davranışlarıyla...Ama yeri geldi; bu davranışların olumsuz dışsallığı olarak, bu kadınların "müdür" eşleri/kocaları müfettişler karşısında sorgulanmak durumunda kaldı, demokratik kişiliği gelişmiş çalışanların yakınmaları/eleştirileri sonucunda... Kamu sektöründen daha geniş bir alanı; kamusal alanı ilgilendiren "eş durumundan" yetke edinmenin en uç örneğine de bu ülke TÖ’nün sekreteriyken, eşi olma mertebesine ulaşan Saygıdeğer Hanımefendi, ilk "first lady" özentisi Semra ÖZAL’la tanık oldu, bu deneyimi ilk kez onunla yaşadı (anımsayınız; atamalara bile karar verirdi )...Ve onun "Lale Devri" özlemleriyle dal budak saldı, padişah efendimizin zevcelerinin elini-eteğini öpme alışkanlığı, yavşaklığı, yapışkanlığı; Cumhuriyet Türkiyesi’nde... Ki artık Türk Siyasal Yaşamı’na; "Osmanlı’nın Padişah Eşleri/Sultanları/Karıları" gibi, "Başbakanın Karısı" ya da "Cumhurbaşkanının Karısı" kavramları yerleşti... Ve son yıllarda da "başbakanın karısı" üzerine üç-beş söz söylenecek, eleştiriler, yargılar yapılacakken; "Eğitim düzeyi nedir?...Yaşam deneyimi/birikimi/üretkenliği nedir ?... Nerelerden gelmiştir ?..." diye sorgulamalar başlayacakken ya da bizler onu içimize sindirmeye çalışırken, birden bire karşımıza "dindar cumhurbaşkanının muterem zevceleri" çıktı, ilgi alanımıza bir girdi, pir girdi... Ki o; 15’inde kocaya varmış... O türbanlı bir yarmış... Üstelik "türban" için; Devlet’in kafasını yarmış... Sonradan vaz geçmiş taş atmaktan, birazcık çekinmiş; Devlet’i AHİM’e satmaktan... İşte bu kadın kişi; toplumsal alanda gerçek anlamda tek başına var olmamış bu dişi, ansızın girdi ilgi alanımıza, başındaki türbanıyla... Oysa ne dert, ne gam, ne tasa...O evdeki bir kadıncağız, bir ana... Eğer olabilseydi toplumda ( Atatürk İlke ve Devrimleri’nin yönlendirdiği gibi ) tek başına ayakta durabilen bir kişi; değil bakan, kimin olursa olsun eşi/hanımı/karısı, geri dönmezdi AHİM’deki kavgasından "haklı ya da haksız" olduğuna ilişkin kesin sonuç almadan... Eğer birey olarak var olabilseydi, bu bilinçle tek başına ayakta kalabilseydi (" Onaylamasam da AHİM’e gitmeyi" yine de bırakmamalı kavgasını; birey olan gerçek kişi)...Çünkü Türk Yurttaşlık Hukuku’na göre; bireyler kendinden sorumludur...Ama birey olmayı beceremeyenler ne yazık ki yalnızca "kocasının karısı"dır, bir bakıma kocasının vesayeti altındadır... Yalnızca "kocasının karısı" olan kadınlar; toplumsal yaşamda, müdürün karısı, albayın karısı, kaymakamın karısı, valinin karısı, bakanın karısı, başbakanın karısı ve cumhurbaşkanının karısı kimliğiyle boy gösterirler, "eş/koca durumundan" dolayı toplumdan saygı/alkış/ilgi/övgü beklerler... İşte bizler de son günlerde "eş durumundan" yetkeli, titr-makam-mevki-mertebe edinmiş kimliklere odaklandık toplumca, demoratik-laik-sosyal hukuk devletinin kurallarına göre seçimle iş başına gelenler sanki onlarmışçasına... Sonuç olarak onlar; "kocasının karısı", evinin kadını, çocuklarının anası...Bizlere mi düştü tasası?... İster örter, ister açar...Devlet değildir na’çar... Üstelik yemin de verdiler; ATATÜRK İLKE VE DEVRİMLERİ’ne uyacağız diye...Onlar "yalacı" mı ki, "takiyyyeci" mi ki bu kaygı da niye ?... Serin durun, isterseniz sizler de başınıza bir türban sarın ( Hülya Avşar gibi); ister yalakalık olsun, ister Güneş yakmasın diye... Ama bu kadar da Araplaşma sevdasına düşmeden önce; anınsayın Ürdün Kraliçesi Rania’yı...Karıştırıp durmayın Anya ile Konya’yı... Dediğim gibi bir kez Arap kızı Rania’ya bakın; ondan sonra da model model türban takın... Ola ki "şeriatın gereği" deyip, kırıp da dizinizi oturacaksanız kocanızın karısı olarak evinizde... Yer almayacaksanız; Kemal ATATÜRK’ün ülkesini temsilen bir gezide...Başınıza ne sardığınız olamaz kimseye sorun... Herkesten önce ben derim; karışmayın evindeki kadının türbanına, çok ileri gitmeyin orada durun !... Ama siz ille de boy göstermek isterseniz; "cumhurbaşkanının karısı" olarak türbanla, işte o koşullarda bizim açımızdan artar sorun... Kuşkusuz "kılıfına uydurmak için, çaldıkları minareyi" Prof.Dr. Mete TUNCAY başkanlığında bekliyor enderun... *"karı" sözcüğü; Yurtaşlar Yasası’ndaki son değişikliğe göre kullanılmamaktadır, yasada "eş" sözcüğü yer almaktadır... Ama "türban" yoluna, kurban olan kadınlar; doğal olarak Kemal ATATÜRK’ün erkeğine eşit görmek istediği çağdaş bir "eş" değil, ancak "kocasının karısı" olmaktan öteye gidemediklerinden, bu kullanım yazının içeriğine uygun görülmüştür. SelmaErdal
-
301 hakkında görüşleriniz nedir ?
301 kalırssa ne olacak bence yazılış biçimiyle Türkiye'nin başını çok ağrıtacaktır. Yazarlarımız, aydınlarımız inandıkları gerçekleri dile getirmekten korkacaklar, toplumsal gelişme ve bilim duraklayacak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde düşünceyi açıklama özgürlüğünü ihlal açısından rekorlar kıran Türkiye bunlara yenilerini ekleyecek, dünyadaki saygınlığını yitirecek, AB'nin dışında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. "
-
301 hakkında görüşleriniz nedir ?
301 böyle değişmeli' Onursal Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, 301 için yeni metin önerdi Türk Ceza Yasası'nın (TCY) 301. maddesinin benzeri çoğu ülkelerde var. Sözgelimi, Fransa'da yakınmaya bağlanmış ve suç araçları ayrıntılı biçimde sayılmıştır (1881 Basın Yasası, madde 23, 30). İspanya'da genel mahkemelere ve yasama organına ağır biçimde (1996 İspanya Ceza Yasası, madde 496) ve Almanya'da anayasal organlara (Alman Ceza Yasası, pr. 90/B) hakaretten; 1889 kaynak İtalyan Ceza Yasası'nda anayasal kuruluşları ve yasama organını (madde 123 ve 126) ve 1930 İtalyan Ceza Yasası'nda cumhuriyeti, anayasal kurumları, silahlı kuvvetleri (madde 290, 291) aşağılamadan söz edilmiştir. 159'un kaynağı 1889 İtalyan Ceza Yasası'ndan değiştirilerek alınan 159. maddedeki suçların öğeleri ile korunan değerler ve kurumlar altı kez değiştirilmiş ve 2004/5237 sayılı TCY ile yeniden kaleme alınmıştır (madde 301). 'Türklük' ve 'cumhuriyet' değerleri ile anayasal ('yasama, yürütme ve yargı organları') ve kimi devletsel ('askerî ve güvenlik([ğe ilişkin] örgütler') kurumları aşağılamak suç sayılmıştır. Bu suç, olan ülkelerde sürgit eleştirilmiş, sık sık değişikliklere uğramış, kimileyin anayasa mahkemelerinin önüne taşınmıştır. Ancak, ne yapılırsa yapılsın, suç tipinin kaleme alınışı ve uygulama hiçbir dönemde başarılı olamamıştır. Maddenin yazımı İlkin, maddede kullanılan sözcükler, 'suçların belirginliği ve açıklığı kuralı'nı gerçekleştirememiş; 'suç tiplerinin yasallığı ilkesi' dolanılmıştır. İkincisi, tutarlı bir yorum paradigması yaratamayan uygulamada sık sık çelişkilere düşülmüş, bu nedenlerle kararların büyük çoğunluğu oyçokluğuyla verilmiştir. Kaynak yasanın uygulanması ile Türk uygulaması arasında uçurumlar oluşmuştur. Bütün bu nedenlerle madde sık sık değiştirilmiş ve kamuoyunda şiddetli tartışmalar yaşanmıştır. Kanımca Türk Ceza Yasası'nda suç hukukunun temel ilkelerini zorlayan bu ve benzeri maddeler mutlaka önyargısız olarak gözden geçirilmelidir. Zira insan, denediği gömleği tam uymuyor ya da beğenmiyorsa değiştirip değiştirmemekte seçim hakkına sahiptir. Ancak hak ve özgürlüklerle ilgili konular, kimilerini feda etme pahasına, deneme konusu yapılamazlar ve ertelenemezler. Düzenleme, sonuçları beklenmeksizin gözden geçirilir. Bu, onur değil, bilim sorunudur. Öneriler Türk Ceza Yasası'nın 301. maddesi konusunda iki tür çözüm düşünülebilir: I- Maddenin kaldırılmasını öneren köktenci çözüm: Tanımlamadaki güçlük ve bilimsel açıdan uygulamada görülen süreğen/bezdirici, zaman zaman katlanılamaz aksaklıklar, bu çözümü haklı kılmaktadırlar. II- Maddenin değiştirilmesini öneren ara çözüm: Kimi değerlerle anayasal ve devletsel kurumları koruma zorunluluğuna yaslanan bu çözüme göre madde değiştirilmelidir. Kamuoyu bu son görüşte birleşmiş görünüyor. Yapılacak değişiklikte, yukarıdaki saptamaların ışığında, kanımca şu noktalar dikkate alınmalıdır: 1- Daha çok sosyo-kültürel, tarihsel yaklaşımlara yatkın ve sınırları belirsiz bulunan, ayrıcalıkçı suç hukuku anlayışını çağrıştıran 'Türklük' kavramı yerine, devletin öğelerinden biri, hukuksal yaklaşıma daha elverişli ve somut olan, 'yurttaşlık bağı ile devlete bağlı topluluğu' anlatan 'Türk ulusu' deyişi geçmelidir. Böylelikle suç, 'egemenlik'ten söz eden üçüncü bölümün başlığı, 'yasalar önünde herkesin eşitliği' ilkesi (Anayasa, madde 10 ve TCY, madde 3/2) ve özgürlükçü suç hukuku anlayışıyla uyumlu kılınacaktır. 2- Yönetim biçimi olan 'cumhuriyet' kavramı yerine 'Türkiye Cumhuriyeti Devleti' deyişi geçmelidir. Böylece, 'ulus/millet' kavramının geçtiği dördüncü kısmın başlığıyla uyum sağlanacak ve daha belirgin/somut bir deyişe ulaşılacaktır. 3- 'TBMM, TC hükümeti, devletin yargı organları' yerine daha kavrayıcı/kapsayıcı ve belirgin/somut olan 'yasama, yürütme, yargı organları' deyişleri geçirilerek özgürlükçü demokrasinin temel erklerinin vazgeçilmezliği vurgulanmalıdır. 4- 'Askerî ve emniyet teşkilatı' deyişleri yerine, 'askerî, kolluk ve korumaya ilişkin güçler/kuvvetler' denilerek, yine daha kapsayıcı/kavrayıcı, belirgin/somut deyişlere yer verilmelidir. Böylece anlatımdaki sıfat ve ad tamlamasındaki dilbilgisi bozukluğu (askerî ve emniyet[e ilişkin] teşkilat[ı]) da giderilmiş olacaktır. 5- Suç, soyut tehlike suçu olmaktan çıkarılmalıdır. Bunun için maddeye 'kamuoyunun güven ve saygınlığını örseler/sarsar biçimde' sözcükleri eklenerek 'değer biçici' (normatif) bir öğe eklenmelidir. Böylelikle gelecek (örseleyecek/sarsacak) değil, geniş (örseler/sarsar) zaman kullanılarak eylem somut tehlike suçunun da ötesinde bir zarar suçuna dönüştürülmüş olacaktır. Özellikle 'örseleme: nuissance/nocumento' sözcüğünün daha çok maddi nitelikte olan 'zarar: dommage/danno' kavramına oranla genişliği, korumanın daha kapsamlı ve anlatımın daha belirgin olmasını sağlayacaktır. Eleştiri hakkı 6- 'Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz' fıkrası (4) korunmalıdır. Ancak, bu fıkrayı öneren gerekçede, Anayasa ile güvence altına alınan ve nesnel (objektif) nitelikteki hukuka uygunluk nedeni olan 'eleştiri hakkı', eski yasadan alınan ve öznel (sübjektif) nitelikteki hukuka uygunluk nedeni bulunan 'eleştiri amacı' ile karıştırılmıştır. Gerçekten maddenin ihlali söz konusu olduğunda, yargıç, ilkin eylemin bir hakkın kullanılması kapsamında kalan nesnel nitelikteki 'eleştiri hakkı'na (Anayasa, madde 26 ve TCY, madde 26/1) girip girmediğini araştıracak, girdiğini saptadığı takdirde 'manevi öğe'nin varlığını araştırmadan aklanma kararı verecektir. 'Eleştiri hakkı'nın ötesine geçilmişse yargıç, bu kez suçun manevi öğesinin varlığını, bu öğe var olduğu takdirde 'eleştiri amacı'nı araştıracak, bu amaç varsa öznel hukuka uygunluk nedeniyle aklanma, yoksa hükümlülük kararı verecektir. Uygulamada doğacak duraksamaları gidermek için, madde metnine 'nesnel eleştiri hakkı sınırlarını aşar' deyişleri eklenebilir. Eklenmediği takdirde gerekçe, kavram kargaşasına yol açmamak için, hukuk bilimine uygun biçimde kaleme alınmalıdır. 7- Üçüncü fıkradaki artırıcı neden kaldırılmalıdır. Zira suçun yabancı ülkede bir Türk yurttaşı tarafından işlenmesi durumunda, içeriden bakıldığında daha ağır görünen eylem, özgürlükçü rejimi benimsemiş demokratik bir ülkeden bakıldığında çoğu zaman suç olarak değerlendirilmeyebilir. Bu da Türkiye'nin saygınlığını örseler. Kaş yapayım derken göz çıkarılmış olur. 8- Bu tür suçlar, çokluk 'siyasal suç'un örnekleri arasında yer alırlar. O nedenle kovuşturma başlatılması, 'siyasal/kamusal yarar' açısından değerlendirmeyi ve 'izin sistemi'ni zorunlu kılmaktadır. Bu yetki, bir bakana değil, partiler üstü ve yansız bir kişiye, yani cumhurbaşkanına verilmelidir. Çünkü, bir bakana verilirse, iktidara yönelik eleştiri sahiplerini ezmek için öznel ve ideolojik karar verildiği ve yetkinin kötüye kullanıldığı izlenimi doğabilir. Böyle bir izlenim ve görüntü ise yürütme ve yargıyı yıpratır. 'İzin' kurumunun bugüne değin uygulamada yanlış algılanıp yorumlandığı, zaman zaman yargının yorum tekelinin aşıldığı ve yargıya müdahale edildiği de gözetilerek, değerlendirmenin kapsamı belirtilmelidir. Madde metni Bunların ışığında önerim şöyle: "Madde 301-(ı) Türk ulusuna, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne, yasama, yürütme ve yargı organlarına, askerî ve kolluk ile korumaya ilişkin güçlere, (nesnel eleştiri sınırlarını aşar ve) kamu güvenini ve saygınlığını örseler/sarsar biçimde alenen hakaret edenler, altı aydan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılırlar. (2)Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmazlar. (3)Yukarıdaki suçlar hakkında kovuşturma yapılması, konuyu kamusal yarar açıdan değerlendiren cumhurbaşkanının iznine bağlıdır." Bu suç tipi, bugünkü yazılış biçimiyle Türkiye'nin başını çok ağrıtacaktır. Yazarlarımız, aydınlarımız inandıkları gerçekleri dile getirmekten korkacaklar, toplumsal gelişme ve bilim duraklayacak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde düşünceyi açıklama özgürlüğünü ihlal açısından rekorlar kıran Türkiye bunlara yenilerini ekleyecek, dünyadaki saygınlığını yitirecek, AB'nin dışında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Lütfen elimizi çabuk tutalım. Doç. Dr. Sami Selçuk: Onursal Yargıtay Başkanı, Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi DEGİŞİK BİR DÜŞÜNCE!!!!!!!
-
301 hakkında görüşleriniz nedir ?
diğer ülkelerdeki benzer yasalar Almanya: Orjinal: Volksverhetzung ist in der Bundesrepublik Deutschland eine strafbare Handlung. Ihre Tatbestandsmerkmale definiert § 130 Absatz 1 des Strafgesetzbuchs: Wer in einer Weise, die geeignet ist, den öffentlichen Frieden zu stören, 1. zum Hass gegen Teile der Bevölkerung aufstachelt oder zu Gewalt- oder Willkürmaßnahmen gegen sie auffordert oder 2. die Menschenwürde anderer dadurch angreift, dass er Teile der Bevölkerung beschimpft, böswillig verächtlich macht oder verleumdet, wird mit Freiheitsstrafe von drei Monaten bis zu fünf Jahren bestraft. Cevirisi: Halki kiskirtma Almanya da cezaya tabi bir uygulamadir. Ayrintilari ceza kanununun 130. maddesi 1. fikrasinda belirtilistir: Kim uygun bir sekilde toplumsal barisi rahatsiz asagidaki sekilde rahatsiz ederse, 1. Halkin kisimlarina karsi nefret uyandirmak yada onlara karsi siddet veya gayri kanuni önlemler isterse 2. Baskalarinin Insan onurunu, halkin kisimlarini suclayarak, kötü niyetli asagilayarak veya ...(oder verleumnet kismini anlamadim...) 3 aydan 5 yila kadar hapisle cezalandirilir. Avusturya: Orjinal: Die österreichische Gesetzgebung definiert in § 283 des Strafgesetzbuches (StGB) Verhetzung: (1) Wer öffentlich auf eine Weise, die geeignet ist, die öffentliche Ordnung zu gefährden, zu einer feindseligen Handlung gegen eine im Inland bestehende Kirche oder Religionsgesellschaft oder gegen eine durch ihre Zugehörigkeit zu einer solchen Kirche oder Religionsgesellschaft, zu einer Rasse, zu einem Volk, einem Volksstamm oder einem Staat bestimmte Gruppe auffordert oder aufreizt, ist mit Freiheitsstrafe bis zu einem Jahr zu bestrafen. (2) Ebenso ist zu bestrafen, wer öffentlich gegen eine der im Abs. 1 bezeichneten Gruppen hetzt oder sie in einer die Menschenwürde verletzenden Weise beschimpft oder verächtlich zu machen sucht. Cevirisi: Avusturya kanunu ceza kanununun 283. maddesinde kiskirtma fiilini tanimlar: 1. Kim uygun bir sekilde, toplum düzenini tehlikeye sokarsa, insanlari ülkede olan bir kilise veya dini topluluk veya böyle bir kiliseye veya topluluga ait olma, bir irka, halka veya halk gurubuna ait olma veya bir baska devlet vatandaslarina karsi düsmanca bir tavir takinmaya davet eder veya kiskirtirsa bir yila kadar hapisle cezalandirilir. 2. Birinci maddede belirtilen azinliklara karsi, nefret uyandirma veya insan onurunu yaralayici bir bicimde suclayanlar, asagilamaya calisanlar da cezalandirilir
-
301 hakkında görüşleriniz nedir ?
İstanbul Bağımsız Milletvekili Zülfü Livaneli’nin yasa teklifi uzmanlar tarafından tartışılıyor AKP yönetimi ve hükümet 301. madde değişikliği konusunda nihai kararını önümüzdeki hafta alacak. Hrant Dink cinayetinden sonra sivil toplum kuruluşlarından gelen Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinin, eski kanunun 159. maddesine dönüştürülmesi önerisine sıcak bakmayan AKP nihai karar için İstanbul Bağımsız Milletvekili Zülfü Livaneli’nin yasa teklifini mercek altına aldı. TEKLİFİ 2005’TE YAPMIŞTI Livaneli, 30 Kasım 2005’de TCK’nın 301. maddesinin 1. ve 3. fıkralarının değiştirilmesi için teklif vermişti. O dönem Livaneli’nin görüştüğü Adalet Bakanı Cemil Çiçek ile CHP’nin “sıcak baktığı” ancak daha sonra üzerinde görüşülmeyerek askıya alınan teklifte “Türklüğü” ifadesi yerine “Türk ulusu” ifadesinin getirilmesini öngörülüyor. Teklifin gerekçesinde, “Türklük” kavramından kastedilenin “Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasınlar Türklere has müşterek kültürün ortaya çıkardığı ortak varlık olduğu” belirtilerek bunun bir ırkı ve etnisiteyi esas aldığı izlenimi yarattığına dikkat çekiliyor. Livaneli, teklifinde bu ifade yerine Anayasa’nın 66. maddesindeki vatandaşlık bağını esas alan “Türk ulusu” kavramının kullanılmasının daha doğru olacağını belirtiyor. Gerekçesinde ise şöyle deniyor: Değişiklik olumsuz bir sonuç yaratmayacaktır, çünkü eski TCK’daki 312. maddenin karşılığı olan 216. maddedeki “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” düzenlemesine göre bir ırk olarak Türkleri aşağılayanlar zaten ceza alabilecektir. Bu suç tipinin ifade özgürlüğü ile yakından ilgisinin bulunması ve AİHM’in içtihatları göz önünde tutulduğunda, suçun koruduğu hukuki yararın sınırlarının oldukça net bir biçimde ve ihlal etmeyecek şekilde çizilmesi gerekmektedir. MADDE ŞÖYLE DİYOR: Madde 301- (1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya TBMM’ni alenen aşağılayan kişi, 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır. ÖNERİ İSE ŞÖYLE Livaneli’nin önerisi kabul edilirse maddenin 2 ve 4. fıkraları aynı kalacak, ancak 1. ve 3. fıkraları şöyle değişecek: Madde 301 - (1) Türk ulusunu, Cumhuriyeti veya TBMM’ni alenen aşağılayan kişi, 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Türk Ulusunu aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır. STK’LARIN ÖNERİSİ NEYDİ? Sivil toplum örgütlerinin önerdiği yeni 301, eski TCK’da bu suçun karşılığı olan 159. maddenin neredeyse aynısı. Sivil toplum kuruluşlarının önerisindeki en radikal unsur 1. maddedeki “aşağılama” ifadesi yerine “tahkir (hakaret) ve tezyif (küçümseme, alaya alma)” ifadesinin konulması oldu. Hrant Dink davasında eski TCK’nın 159. maddesi ile yeni TCK’nın 301. maddesi birlikte değerlendirilmişti. Vatan
-
301 hakkında görüşleriniz nedir ?
301. maddeyi kaldırın ya da değiştirin ama önce ne olduğunu öğrensek.... Nedir bu 301. Madde 301 (1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini, Devletin yargı organlarını, askerî veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır. (4) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.” Esasen dikkatlice incelendiğinde 301. madde Türkiye Cumhuriyeti’nin olmazsa olmaz kurumlarını alenen aşağılanmasına müsaade etmediğini, ama eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarına ise müsaade ettiğini görüyoruz. Yani mevcut haliyle madde, alenen aşağılamadığı müddetçe ifade özgürlüğüne engel teşkil etmemektedir. Avrupa ülkelerinin, de durum nasıldır? "Örneğin İtalyan ceza kanununda, ’Her kim Cumhuriyeti, parlamentoyu veya ikisinden birini veya hükümeti veya Anayasa Mahkemesini veya yargı gücünü alenen aşağılarsa 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası öngörülür’ diyor. Polonya’da ’her kim Polonya halkını, Polonya cumhuriyetini alenen aşağılarsa 1 yıldan 3 yıla kadar’ diyor. Geçiyoruz İspanya’ya... İspanya ceza kanunu madde 543... ’İspanyayı, özerk bölgelerini veya simge ve amblemlerini sözle ya da yazıyla veya eylemle alenen aşağılar, küçük düşürürse ona 2 aya kadar hapis cezası’ öngörüyor. Geçiyoruz Almanya’ya, ’her kim aleni olarak bir toplantıda Almanya Federal Cumhuriyetini, eyaletlerden birini, onun anayasal düzenini söverse, milli marşını, bayrağını, armasını ve kötü niyetli olarak küçük düşürecek olursa 1 yıldan 3 yıla kadar’... Geçiyorsunuz Danimarka’ya, Danimarka da da aynı şey var, hatta Danimarka ceza kanununda diyor ki milletleri, toptan almışlar yani ’AB ülkelerinin tamamını ya da milletlerini ya da Avrupa Parlamentosu’nu alenen aşağılarsa 2 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılıyor’ diyor. Sizce nedir,nedegildir,yanlışmıdır,dodrumuduy,kalmalımı kaldırılmalımı?????
-
bence zor bı soru
YAŞAM...................bir cümle ile veya bazen satırlarca yazı ile daha anlaşılır bir hale gitirilebilen bir anlaşıştır bence ve bence çok güsel anlatılmış bir hikaye............umarım begeniysiniz..........begendim ve yaşama daha çok sarıldım!!!!! Gökyüzünde dünyayı yaşarken sonsuz özgürlüğümle birlikte, yaşamı arıyordum ne olduğunu bilemeden...Bir su damlasıydım, güneşin ışıklarında renklerle oynayan, karanlıklar da yıldızlarla konuşan...Mutluydum rüzgarla birlikte maviliğe savrulurken, mutluydum kuşlarla kanat çırparken, mutluydum gökkuşaği olup renkleri saçarken.... Takılmışken bir bulutun peşine, görürdüm yaşayanları yeryüzünde... Hepsi zamanla koşar gibi, hep birşeylerin peşinde.... Bazen bir kuşun kanadına karışır, uçardım onunla rüzgara karşı, çıglıklarla birlikte... Yaşamı sorardım kuşlara, nedir diye? Özgürlük derlerdi bana... Göklerde özgürce kanat çırpabilmek, rüzgara baş kaldırmak...Ama yağmur yağdığında özgürlükleri elinden alınır, ağırlaşan kanatları daha fazla çırpınamazdı damlalar karşısında... Sığınırken bir kaya kovuğuna, özgürlüklerini teslim ederlerdi yağmura, sessizce... Karıştım bir gün yağmur damlalarının arasına, gücü hissedebilmek için. Toprağa karışmak istedim, çogalmak istedim, azgın bir nehir olup akmak istedim, deniz olmak istedim, yaşamı bulmak istedim, yaşam olmak istedim...Terkettim gökyüzünü güneşe veda edemeden... Altımda gittikçe büyüyen yeryüzü beni kendine doğru hızla çekerken daha da büyüdüm, çoğaldım..Koşmaya başladım bir an önce toprağa kavuşabilmek için... Yaşamı hissedebilmek için.. Yaşam olabilmek için.. Toprağa ilk dokunuş, ilk sarılış... Sıcaktı toprak, gökyüzünün olamadığı kadar.. Beni sarmaladı şefkatle, beni içine aldı sevgiyle... Sevdim onu... Seviyorum dedim yaşamayı seninle birlikte..Toprağın derinliklerinde, karanlık sıcaklıklarda güveni hissettim.. Zaman geçtikçe büyüdüm, çoğaldım... Yerimde duramaz hale geldim.. Güneşi özledim... Yıldiızlara merhaba demek istedim.... Terkettim toprağı... Sıcaklığını, şefkatini....Bir sabah çiçekler açarken gökyüzünü gördüm yeniden...Öylesine mavi, öylesine sınırsız, öylesine özgür...Aktım gittikçe büyüyerek..Beni sarmalayan toprağa dokunarak aktım.. Nereye gittiğimi bilemeden... Sadece yaşamı öğrenebilmek için aktım.. Benimle çiçekler açtı agaçlarda, topraktan otlar fışkırdı delicesine... Ben onlara yaşamı sunarken, cevap veremediler bana yaşam nedir diye sorduğumda...Büyümek istedim.. Daha hızlı akmak, denize kavuşmak istedim.. Aktım gökyüzünün görünmediği ıssız ormanların arasından, yıllardır kımıldamaktan korkan taşları peşimde sürükleyerek ,başkaldırırcasına Başakların rüzgarla dans ettiği ovalara geldiğimde duruldum.. Onları seyredebilmek için yavaşladım...Sordum uçuşan kelebeklere yaşamı...Rüzgarla dans mı diye?..Cevap vermediler bana...Denizi aradım uzaklarda, görebilmek için köpürdüm,taştım ona bir önce dokunabilmek için....Sonra bir sabah, daha güneş ışıklarını serpmeye başlamamışken dünyaya, uzaklarda maviliği gördüm... Gördüm orada canlılığı, başkaldırmışlığı, hasreti.. Kavuşmak istedim bir an önce, sarılmak istedim.. Koynuna girmek istedim bir sevgili gibi.. Sevişmek istedim onunla... Yaşamı istedim ondan.. Dokunduğumda denize, balıklar kaçtı benden, suyum karıştı denize...Bir oldum onunla.. Ufacık bir damlaydım, bulut oldum, toprak oldum, deniz oldum, okyanus oldum.. Kapladım dünyayı canlılığımla... Dalgalarla oynarken derinliklere karıştım.. Derinliğin sessizliğinde güzellikleri buldum... Yaşam gizlenmiş güzelliklermidir diye sordum denize...Cevap alamadım... İnsan olmak istedim..Yaşamın ne olduğunu öğrenirim diye.. Döl oldum genç bir erkeğin ateşli vücudunda..Yıldızlı bir gecede can oldum bir dişiyle... Büyümeye başladım içinde olduğum insana farkettirmeden..Büyüdüm, büyüdüm... Aynı toprak gibi sicak ve karanlık bu yer bana güven verdi, huzur verdi... Zaman geçtikçe, yerime sığamaz hale geldim...Güneşe sarılmak istedim... Yıldızları görmek, denizle konuşmak istedim.. Yaşamı insanlara sormak istedim.. Işıkla tekrar kavuştuğumda özgürlüğümü hissettim yeniden.. Küçük bir su damlasıyken gezdiğim gökyüzünü yeniden görebilmek mutluluk verdi.. Büyüdüm zamanla...Diğer insanlarla birlikte, zamanla birlikte.. Sordum insanlara yaşam nedir diye?..Cevap veremediler.. Bir gün aşık oldum birisine, neden diye sormadan kendime... Bir kuş gibi özgürce, bir nehir gibi delicesine akarak, bir deniz gibi sınırsızca sevdim birisini... O zaman anladim ki, yaşam sevgidir.. Sadece sevgi S E V İ Y O R U M . . . . .
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Kültür olarak birbirine çok benzeyen ve 1000 yıldır birlikte yaşamış iki halk!!nedir paylaşılamıyan? Sorun::Türkiye'yi yöneten derin devletin kürtlere karşı uyguladıgı ***** uygulamalar ve baskılar! Boyalı medyanın(vergi borçları iptal edildiği için ve büyük maddi çıkarları söz konusu oldugu için) gerçekleri herzaman göz ardı etmesi ve aksine kültürümüzü içten yıkan,garip garip yarışmaları,programları bize sunması..... Kürtler ve Türkler arasındaki iletişimi koparmak için medya çok güsel kulanılıyor!!Artık medya Türkler'i o hale getirmiş ki nezaman nerde kürt kelimesi geçse insanların aklına 'terörist,******,medeniyetten uzak'geliyor!! Kürt'ler,biz bu degiliz,hemde hiç!!!! Bizler aynıyız! gözlerinizi bir nebze olsun açıp bakarsanız farkına varırsınız birbirimize çok benzedigimizi!! Biz Kürt ve Türk gençlerinin yapması gereken bir önce birbirimize iletişim kurup bu ülkenin bizim oldugunu anlamamızdır!! Ülkemizin üstüne çullanan bu ....................... leri yurdumuzdan atmalıyız ve demokrasimizi iyileştirmeliyiz!!!! Cumhuriyet rejimini daha demokratik hale getirmeliyiz!aksi takdirde herşey daha kötüye gider,şuanki demokrasi ile.. Bu kutsal topraklar bizlerin,İsrail'in ve Amerika'nın hiç değil,aptalık edip BİRBİRİMİZLE SAVAŞMAMALIYIZ!!! Türkler'inde birönce kürtler'i düşman degilde,kardeşleri oldugunu anlamaları lazım!Gerçekten birer kardeş gibi görmeleri lazım! UYANIN ARTIK UYKUNUZDAN! BU ÜLKE İÇİN SADECE TÜRKLER SAVAŞMADI. KÜRTLER VE BİRÇOK ANADOLU HALKI SAVAŞTI! BU ÜLKE HEPİMİZİN! AÇIN GÖZLERİNİZİ, AÇIN,....
-
MAALESEF; Atatürk’ün çocukları her geçen gün bu ülkede kendilerini daha yalnız, daha sahipsiz daha öksüz, daha yabancı hissediyorlar...
Fazıl'ın isyanı Dünyaca ünlü piyanistimiz Fazıl Say, Almanya'da yayımlanan Süddeutsche Zeitung gazetesine, "Türkiye rüyalarımız kısmen öldü. Tüm bakan eşleri türban takıyor. Azınlıkta kaldık. İleride Türkiye'den ayrılabilirim" diye konuşmuş. İslamcı yükseliş karşısında cumhuriyetçi kuşaklardaki "kaybetmişlik" duygusunun ifadesi Fazıl'ın sözleri. 22 Temmuz seçimlerinde iki kişiden birinin AKP'ye oy vermesi ve son günlerde 12-13 yaşındaki kız çocukları üzerinden yaygınlaştırılmak istenen "örtünme" siyaseti karşısında toplumun geniş bir kesiminin düş kırıklığı yaşamakta olduğu bir gerçek. Say, "Türkiye rüyalarımız kısmen öldü" derken, çağdaş Türkiye idealiyle yetişen birkaç kuşağın isyanını dile getiriyor. Duygusaldır sanatçılar. Yaşadıkları ortamdan etkilenirler. Baskıya, sansüre karşı koyarlar. Cezaevine düşerler. Eziyet görürler. Çile çekerler. Memleket hasretiyle ölürler. Türkiye'de sanatın ve sanatçının kaderidir, özgürce üretmeyi düşünürken soluksuz bırakılmak. Linç kültürünün hedefi olmak. "Nâzım'ın çilesi" bu değil miydi? 1930-40'lı yılların aydınları, "komünizm" tehdidinin kurbanı olmuşlar. Soğuk Savaş'ın yaşandığı 1960'lara kadar sürmüş bu paranoya. Şimdilerde televizyonlara "Yeşilçam melodram"ı tadında dizi olan 68 kuşağının harcanması da aynı sürecin parçasıydı. 12 Eylül askeri döneminde binlerce insan ülkesini terk etmek zorunda kaldı. İslamcı yükselişin başladığı 1993'te Sivas'ta 37 aydın, ateşe verilen Madımak Oteli'nde katledildi. Güneydoğu'daki çatışmalı dönemde Kürt aydınlar faili meçhul cinayetlerin kurbanı oldular. Gazeteci, yazarlar öldürüldü. 2010'lara doğru artık siyasal nedenlerle insanların yaşamlarından olmayacaklarını, ülkelerini terk etmeyeceklerini düşünmeye başlamışken, Hrant Dink cinayeti işlendi. Nobel kazanan Orhan Pamuk, kendisini güvende hissetmeyip ABD'ye gitti. Neyseki Fazıl Say'ın "İleride Türkiye'den ayrılabilirim" açıklamasının gerekçesi yaşamsal bir "tehdit"e dayanmıyor. Humeyni'den sonra İranlı aydınların yaşadığına benzer bir tutumu çağrıştırıyor Say'ın tepkisi! Madem ülke İslama kayıyor, kalkıp gidelim! Sonra ne olacak? Birileri mücadele eder, ülkede işler yoluna girer, eh o zaman döneriz! Fazıl'ın sözleri, "Aç kaldım, susuz kaldım, terk etmedi sevdan beni" diyen şairlere hiç benzemiyor. İşler bu denli kötüyse kal ve piyanonun başına geç. Bir daha çal Fazıl. En güzel besteler böyle zamanlarda yapılır. MİLLİYET / Derya SAZAK Siyaset Günlüğü YÜREKTEN KATILIYORUM.......................
-
MAALESEF; Atatürk’ün çocukları her geçen gün bu ülkede kendilerini daha yalnız, daha sahipsiz daha öksüz, daha yabancı hissediyorlar...
AKP'li Özdalga: "Fazıl Say'ın Sözleri Abes" AKP Ankara Milletvekili Haluk Özdalga, Piyanist Fazıl Say'ın Türkiye'nin karanlığa sürüklendiği ve "Ortaçağ karanlığı, bütün aydınlarımız gibi beni de kaygılandırıyor" sözlerini "üzücü ve abes olduğu kadar ülkenin gerçeklerinden uzak" şeklinde değerlendirdi. AKP Ankara Milletvekili Özdalga yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye'nin bugün daha önce hiç sahip olmadığı kadar güçlü bir demokrasiye, ge... AKP Ankara Milletvekili Haluk Özdalga, Piyanist Fazıl Say'ın Türkiye'nin karanlığa sürüklendiği ve "Ortaçağ karanlığı, bütün aydınlarımız gibi beni de kaygılandırıyor" sözlerini "üzücü ve abes olduğu kadar ülkenin gerçeklerinden uzak" şeklinde değerlendirdi. AKP Ankara Milletvekili Özdalga yaptığı yazılı açıklamada, Türkiye'nin bugün daha önce hiç sahip olmadığı kadar güçlü bir demokrasiye, geniş bir düşünce özgürlüğüne, insan haklarına ve kadın haklarına sahip olduğunu kaydederek, "Her şeyden önce Fazıl Day'ın bütün aydınlar adına konuşma yetkisini kendinde görmesi ne kadar ölçüsüz olabileceğinin bir göstergesi" dedi. Say gibi bir sanatçının ülkesini terk etmesinin üzücü olduğunu belirten Özdalga "Ancak Say, öyle bir karar aldıysa bunu, Türkiye'ye zarar vermeden, Avrupa'daki ırkçı ve Türkiye düşmanı çevrelere malzeme olmadan yapması her şekilde daha doğru olur" dedi... Say'ın gitmeyi planladığı ülke olarak İsviçre'yi açıklamasına da değininen Özdalga, şu ifadelere yer verdi: "Bunu bir kez daha düşünmesi gerekir. Çünkü İsviçre yabancı düşmanlığının, ırkçılığın en güçlü olduğu ülkelerden biridir. Kısa bir süre önce yapılan seçimlerde yabancıları açıkça 'kara koyun' ilan eden ve tekmeyle sınır dışına atılmasını tasvir eden yarı ırkçı Halk Partisi, İsviçrelilerin yaklaşık yüzde 30'unun oyunu aldı ve ülkenin en büyük partisi oldu. O nedenle Say eğer İsviçre'yi seçecekse, kendisinin veya kızının o ülkede kara koyun durumuna düşmeyeceğine kimse güvence veremeyecektir." Fazıl Say Hakkında Değişik Bilgiler Fazıl Say'ın eski defterleri açılıyor.. İşte Erdoğan ve Eşini övdüğü cümleler, ABD'nin Afganistan'da öldürdüğü kızlarla ilgili yorumu ve annesinin kendisi hakkındaki sözleri. Ünlü piyanist Fazıl Say, geçtiğimiz günlerde Alman Süddeutsche Zeitung gazetesinden keman sanatçısı Renaud Capuçon'a verdiği röportajın ardından, iktidar aleyhindeki sözlerini sertleştirdi. "Türkiye'nin ortaçağ karanlığına kaymasına karşıyım. Çünkü ben, çağdaş uygarlık düzeyini amaçlayan bir kültürün insanıyım... En çok da gelecek kuşaklar için kaygılanıyoruz. Eğer, günün birinde karanlık güçler Cumhuriyetimize ve ulusal değerlere hayat hakkı tanımazsa, onlara teslim olacak değiliz.'' görüşüyle AK Parti'yi hedef alan Say'ın bundan 9 ay önce, tam tersi görüşleri savunduğu anlaşıldı. Bugünlerde, 4 yıl öncesini konu ederek, 'Metin Altıok Ağıtı' adını verdiği oratoryosunu iktidarın kültür bakanının engellediğini iddia eden piyanist, 23 Mart 2007 tarihli Sabah gazetesinde Balçiçek Pamir'e verdiği röportajda, ortaçağ karanlığının mimarı saydığı Başbakan'ı şöyle anlatıyor: "Başbakan'ı da, eşini de tanıyorum. Gayet makul insanlar. Emine Erdoğan, parlayan gözlere sahip. Sevgi saçan bir insan." Fazıl Say'ın şikâyet ettiği konu 4 yıl öncesine aitken, Başbakan'ı ve eşini övdüğü röportajın sadece 9 ay öncesine dayanması ciddi bir tutarsızlık noktası oluşturuyor. Zeitung'a verdiği röportajda, "Bizim Türkiye rüyalarımız biraz öldü. Tüm bakan eşleri türban takıyor. İslamcılar zaten kazandı, biz yüzde 30, onlar ise yüzde 70. Başka yere taşınmayı düşünüyorum." cümlelerini kuran Fazıl Say'ın, 10 Mart 2002'de Zaman'da Nuriye Akman'la yaptığı söyleşi, 'vatan' kavramına da ışık tutuyor. Akman'ın, "Amerika'da yaşıyorsun. Vatan özlemi çekiyor musun? Yoksa vatan, piyanonun olduğu, müziğini rahatça yapabildiğin yer mi?" sorusuna, dünyaca ünlü piyanistin verdiği cevap şöyle: "Türkiye benim vatanım, özlüyorum, burada mutlu oluyorum. Ama piyanonun benim içsel hayatımdaki vatanım olduğu da bir başka gerçek. Türkiye'de olmak, piyanosuz olmaktan daha iyi değil." ANNESİ: O ACIMASIZ Annesi Gürgün Say'ın yazdığı 'Müziğin Doruğuna Fazıl Say Yolculuğu' adlı kitapta, kendisi hakkında, "Bir tek kişiyle güzel ilişki kuramaz... Çekingen, içine kapanık, karamsar, müzik dışında hiçbir sorunu çözmek için uğraşmaz, annesine acımasız" gibi yorumlarda bulunuyor. "ABD ÜÇ BEŞ AFGANLI KIZI ÖLDÜRDÜ AMA.." Say'ın geçtiğimiz yıllarda ABD'nin Afganistan işgaliyle ilgili sözleri büyük tepki toplamıştı. ABD'nin işgalini "Amerika yanlışlıkla 3-5 tane kız çocuğunu öldürdü belki. Ama milyonlarca kız çocuğunu diriltti." şeklinde savunmuştu. Say bombası Say ne demİştİ?Say, Paris'te, Almanya'da yayımlanan sol - liberal eğilimli Süddeutsche Zeitung gazetesinin sorularını yanıtlarken, "Türkiye rüyalarımız kısmen öldü. Tüm bakan eşleri türban takıyor. İslamcılar zaten kazandı. Biz yüzde 30, onlar yüzde 70. Başka yere taşınmayı düşünüyorum. Hemen değil, ama ileride Türkiye'den ayrılmayı düşünüyorum. Biz artık azınlıkta kaldık, dışlanıyoruz. Çankaya'daki davete bile beni çağırmadılar. Böyle giderse, bir kızım var, onu da alır yurtdışına giderim" demişti. Say, Avrupa Komisyonu tarafından 2008 kültürler arası diyalog elçisi olarak görevlendirilmişti. Köşk: Fazıl Say'ı davet ettik Cumhurbaşkanlığı Basın Merkezi'nden, sanatçı Say'ın Çankaya Köşkü'ndeki resepsiyona çağrılmadığı yönündeki haberlerin gerçeği yansıtmadığı belirtildi. Konuya ilişkin dün yapılan yazılı açıklamada, "Bugünkü (dünkü) bazı gazetelerde yer alan, değerli sanatçı Fazıl Say'ın Cumhurbaşkanlığı'ndaki resepsiyona çağrılmadığı yönündeki haberler gerçeği yansıtmamaktadır. Sayın Fazıl Say'ın Ankara adresine davetiye gönderilmiş, adrese ulaşılamadığına dair bir geri bildirimde alınmamıştır" denildi. Fırat: Çok da üzülmem AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, şunları söyledi: "Bu ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olmayı zül addedenler, bu ülkeden gitme hakkına sahiptirler. Buna saygı duymak lazım. Diledikleri ülkelerin vatandaşı olabilirler, yaşayabilirler. Say da bu özgürlüğe sahiptir. Buna saygı duyarız. Çok da üzüleceğimi söyleyemem. Nihayetinde kendi de mutlu olmuş olur, bir şekilde. Say, beş Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına eşittir diye bir şey yok. Eşi başörtülü olan da bireydir, açık olan da, bekâr olan da bireydir." Günay: Öfkeyle söylenmiş bir söz Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "Tüm bakan eşleri türban takıyor. Türkiye'de İslamcılar güç kazandı. Türkiye'den ayrılmayı düşünüyorum" diyen ünlü besteci ve piyanist Fazıl Say'a, "Öfkeyle söylenmiş bir söz. Daha büyük düşünmesi gerekir. İnsanları kılık kıyafeti ile değil, kafalarının içiyle değerlendirmek gerekir" dedi. "Rüyalarım öldü, azınlıkta kaldık" diyerek Türkiye'yi ileride terk edeceğini açıklayan Say'a yanıt veren Günay, "Çok değerli bir sanatçımız. Türkiye'nin geleceği ile ilgili olarak daha umutlu olmasını temenni ederim" diye konuştu. Türkiye'de Say'ın kaygı duymasını gerektirecek bir olay olmadığını söyleyen Günay, şunları söyledi: "Türkiye her alanda iyiye gidiyor. Ekonomik, toplumsal olarak önemli gelişmelere imza atıyor. Bu imzalar arasında Say'ın da imzası var. Keşke birbirimize karşı biraz daha çoğulcu, hoşgörülü, anlayışla bakabilsek." 'Azınlık hissine üzüldüm' "Kendimi azınlıkta hissediyorum" diyen Say'a "Kendi toplumu ile ilgili yabancılaşma hissetmesini üzüntü ile karşıladım" karşılığını veren, Say'ın Anadolu'da da her gittiği yerde coşkuyla karşılandığını kaydeden Günay, "Nasıl kendini yalnız hisseder?" diye sordu. Günay, AA'ya yaptığı açıklamada da şunları söyledi: "Vatan, öyle yöneticiye kızıp da terk edilecek bir toprak değildir, vatan çok bambaşka bir kavramdır. Nazım Hikmet keyfe keder çıkıp gitmemiştir, çok baskıcı koşullardan yılarak kaçıp gitmiştir." Sanatçılar ne dedi? Kültür Sanat Servisi Güher-Süher Pekinel: Demokrasinin korunması, seçim sonuçlarına saygıyı da gerektirir. Herkesin, bu arada Fazıl Say'ın, hayatını kişisel tercihlerine göre yeniden yönlendirmek istemesini de saygıyla karşılamak gerektiği düşüncesindeyiz. Birey ve insan haklarına olan saygı, anayasal çerçeveye tüm şeffaflığı ile oturtulduğu zaman, toplum dengelerinin değişen hükümetlerle sarsılamayacak bir ortama kavuşacağına inanıyoruz. Serra Yılmaz: Bugüne kadar hiç Türkiye'yi terk etmeyi düşünmedim. Düşünseydim, herkesten çok imkânım vardı, İtalya'ya yerleşebilirdim. Benim Türkiye ile ilgili olarak gördüğüm endişe verici şeyler şu andaki iktidarla ilgili değil, genel devlet anlayışımızla ilgili endişeler. İslamcılardan daha endişe verici olan demokrasinin gerilemesi ve milliyetçiliğin yükselmesi. Zülfü Livaneli: Fazıl Say gibi uluslararası bir sanatçımız Türkiye'yi terk etmeyi düşünüyorsa, onun bu açıklamasını Türkiye'ye bir uyarı olarak değerlendiriyorum. Onun "onlar kazandı" duygusuna kapılması çok önemlidir. Milyonlarca yurtsever ve üzgün insan bu duyguyu çok iyi biliyor. Yelda Reynaud: Olaylara her zaman pozitif bakıyorum. Bu ülkenin gerçeği buymuş ve ortaya çıktığına seviniyorum. Kendimize, "Biz çok aydınız, cumhuriyet var" diye daha ne kadar yalan atacaktık ki? Herkesin bir arada yaşamasından yanayım. Ülkeyi terk etmeye kalkmak, haklarımızı devretmek anlamına gelecek. Komet: Şimdiye kadar Türkiye'yi terk etmeyi düşünmedim. 1979-1984 yılları arasında gelmedim Türkiye'ye. Sonrasında yaşanan siyasi gelişmeler de bana ülkeyi terk etmeyi düşündürtmedi. İnsan baskıyla karşılaşırsa çeşitli durumlarda tavır alabilir tabii. Fazıl Say'ın ülkesini çok sevdiğini de biliyorum. Elif Şafak: Bir memleketi sevmek onun insanlarını gönlüne alabilmeyi gerektirir. Esas mesele farklılıklara küsmek değil, farklılıklarımızla beraber yaşamayı öğrenmek. Bedri Baykam: Açıklamasını okurken ister istemez şunları düşündüm: Siz siyasetle uğraşmazsanız, bir gün gelir siyaset sizinle uğraşır. Bir kısım insan geç de olsa uyandıysa, bugün burada mücadeleye başlamayı ve geçmiş pasifliklerini topluma unutturmalarını göze almalarını bekliyorum. İlgisizlikleriyle bu hale gelmesinde sorumluluk payı aldıkları bir ortamı terk edip gitmek çare değil.
-
MAALESEF; Atatürk’ün çocukları her geçen gün bu ülkede kendilerini daha yalnız, daha sahipsiz daha öksüz, daha yabancı hissediyorlar...
Fazıl Say'ın sözleri için kim ne dedi? Türkiye, ünlü piyanist Fazıl Say'ın Alman gazetesine verdiği röportajda sarfettiği sözleri tartışıyor. 'Biz artık azınlıkta kaldık, dışlanıyoruz.' düşüncesi için bakın ne yorumlar yapıldı: Ünlü Piyanist Fazıl Say'ın Alman Süddeutsche Zeitung Gazetesi'yle yaptığı söyleşide söylediği sözler düne damgasını vurmuştu. "Biz artık azınlıkta kaldık, dışlanıyoruz. Çankaya’daki davete bile beni çağırmadılar. Böyle giderse, bir kızım var onu da alır yurt dışına giderim." diyen Say'ı eleştirenlerde oldu, destekleyenlerde... İlk cevap Kültür Bakanı Ertuğrul Günay'dan geldi. Günay, "Kaygıları yerinde değil. Türkiye'nin geleceği ile ilgili kaygıları olmasını anlamıyorum" dedi. Say'ın söyleşisinde Çankaya resepsiyonuna davet edilmediği yönündeki beyanı üzerine, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'den de cevap gecikmedi. Gül, Kazakistan ziyareti sırasında, Say’ın sözleri ile ilgili soru üzerine, "Olur mu öyle şey. Sayın Say, dünyaca ünlü bir piyanistimiz" derken, Cumhurbaşkanlığı Basın Başdanışmanı Ahmet Sever de, "Fazıl Say, Köşkü’ün davetliler listesindeydi, neden gelemedi bilemiyorum" açıklamasını yaptı. Hürriyet’e bilgi veren Köşk Protokol Müdürlüğü de, Gül’ün 7 Eylül’de verdiği ikinci resepsiyona davet edilen Say’ın ne kendisinin ne de davetiye iadesinin Köşk’e gelmediğini açıkladı. DÜNYACA ünlü piyanist Fazıl Say’ın, sözleri, dün Meclis’te de günün konusu oldu. Meclis’teki Say’a ilişkin değerlendirmeler özetle şöyle: Dengir Mir Mehmet Fırat (AKP Gn. Bşk. Yrd.) Sayın Say da bu özgürlüğe sahiptir, saygı duyar ve çok da fazla üzüntü duymam. Kemal Kılıçdaroğlu (CHP Gr. Bşk. Vek.): Kaçmak çözüm değil. Ülkede kalarak aydınlık için savaşmak gerekir. Mehmet Ekici (MHP Gn. Bşk. Yrd.): Bazı insanlar Türkiye’nin yaşanabilir ülke olmaktan çıktığı kanaatindeyse hükümetin alması gereken dersler vardır. Gültan Kışanak (DTP): Benim böyle bir kaygım yok. Başörtüsü gibi simgesel bir konudan yola çıkıp bu tür yorumlar yapılması doğru değil. Fazıl Say'ın açıklamarı Sanat dünyasında da yankı buldu. Sanatçı - Yazar Zülfü Livaneli Say'ın açıklamalarıyla ilgili: "Fazıl Say'ın bu sözleri nedeniyle yargılanmamalı; yargılamak kolay ama ne oldu da Fazıl Say bunları söyleyecek duruma geldi. Önemli olan bunu sorgulamak" diye konuştu. Tiyatro sanatçısı Semih Sergen'se: "Fazıl Say'ın ülkedeki siyasi tablo hakkındaki düşüncelerini paylaştığını ancak "Türkiye'yi terk edeceğim" ifadesinin "katı" olduğunu" söyledi Türkiye'nin ve dünyanın en önemli orkestra şeflerinden Cem Mansur, Fazıl Say'ın gibi Türkiye'ye terk etmeyi düşünmediğini açıkladı. 1993 yılında Süleyman Demirel'in Cumhurbaşkanı olduğu, Matild Manukyan'ın vergi rekortmeni olduğu bir ülkede yaşayamam diyerek Türkiye'yi terkeden Yalçın Küçük, odatv'ye yaptığı açıklamada türban yüzünden ülkeyi terkedeceğini söyleyen Fazıl Say'a tavsiyeler de bulundu.Ben Fransa'ya giderek korkaklık yapmışım diyen Yalçın Küçük sözlerine; "Fazıl Say'ın bundan rahatsızlığını dile getirmesi çok sevindiricidir. Paris'e gönülül sürgün olarak gittim ama bu yaptığım korkaklıktır. Benim dağa çıkmam lazım. Fazıl gençtir, Lozan'a gitmek yerine dağa çıksın. Babası benim arkadaşımdı, ateşli solcuydu Fazil'ın yaşlarında, O da yardım eder silah verir" diye devam etti. Küçük sözlerini, "Fazıl benim sözlerimi ciddiye alır mı bilmem ama demek ki başka bir aşamadayız" diye bitirdi. Kürşat Başar: "Sanatçı çeşitli durumlardan etkilenebilir. İstese istediği ülkeye yerleşebilir Fazıl. Mesele o değil. Benim de demokrasiyle ilgili kaygılarım var. Bu yeni bir şey değil. Demokrasiyle ilgili sorunlarımız hep oldu." derken, oyuncu Ayten Gökçer "Fazıl Say gibi bir değerin Çankaya'ya çağrılmayacağını asla düşünmem. Onlar türban takıyor diye Türkiye'yi mi terk edeceğiz. Herkesin inançları kendine. Yeter ki siyasi maksatla kullanmasınlar. Say'ı ya birileri dolduruşa getirdi. Asla böyle bir şey yapmasın. Ben ülkemi hiç bir koşulda terk etmem. Mücadelemi yaparım." şeklinde konuşuyor. Yazar Buket Uzuner, Say'ın tespitlerine katıldığını belirtiyor ve "Say gerçekte Türkiye Cumhuriyeti rüyasının bittiğini söylüyor aslında. Ben de aynı görüşü paylaşıyorum. Cumhuriyetin ilkelerinden uzaklaşıldığı, sapmalar olduğu ortada. Bunun hayal kırıklığını hepimiz yaşıyoruz. Türkiye'de şu anda 'Ilımlı İslam' rüyası yaşanıyor."şeklinde konuşuyor. Müzisyen Kerem Görsev Fazıl Say'ı "olgunluğa" davet ediyor: "BEN asla ülkemi terk etmem. Demokrasiler var. Say herhalde duygusal bir açıklama yaptı. Yani kendini bağlar açıklaması. Bana kalsa biz hepimiz bu ülkenin vatandaşlarıyız. Biz iktidar olursak öteki taraftaki insanların da biraz serzenişleri olacaktır ama alışacaklardır. Daha olgun bakmak lazım." Sinema sanatçısı Tarık Akan da Say'ın tespitlerine katılanlar arasında, ama ülkeyi terketme fikrine katılmıyor: "Acı ve gerçeklik payı olan bir olay. Çünkü ülke bu politikalarla gittiği müddetçe 5-10 yıl içerisinde artık bu ülkede yaşanmayacağını söylüyor Fazıl. İran'da nasıl aydın insanlar ülkelerini terk ettiler. Bir korku var ülkede. Ama ülke terk edilmemeli." Fazıl Say'a en sert sözler ise Ara Güler'den : "Say kendini bir b.. zannediyor. Bu Fazıl kim ki? Cumhurbaşkanı'nın kabul ettiği adamlar, ilk kültür bakanımız Talat Sait Halman ve büyük tarihçimiz Halil İnalcık'tır, bu Fazıl Say kendini onlara eş mi görüyor!" Yazar Pınar Kür,: "Ben de endişeli olduğumu söyleyebilirim. Benim de aklımdan geçmedi değil. Azınlıkta kaldığımı hissediyorum. Beni Çankaya Köşkü'ne çağırdılar ama ben gitmedim o başka konu. Başı bağlı bir ev sahibesine gitmem." Oktay Ekşi (HÜRRİYET): "...Sadece Fazıl Say’ın değil, ülkemizin giderek daha koyu bir ortaçağ zihniyeti karanlığına yuvarlandığını gören her insanımızın endişesini yansıtıyor...(AKP) Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat gibi de bakıp, Fazıl Say’larıyla iftihar eden uygar bir ülke olmaktan çıkar, dünyaya sığır çobanı kafasıyla bakan insanların ülkesi olursunuz. Tufan Türenç (HÜRRİYET) : "...Laik demokratik cumhuriyet ilkelerine, çağdaşlığa ters düşen gelişmeler insanların ruhlarında çöküntülere neden oluyor...Sanatçılar ise bundan çok daha fazla etkileniyorlar. Ülkedeki tersine gidiş Fazıl Say’ı bu noktaya getirdi. Türkiye talihsiz bir dönemden geçiyor. Toplumun günlük yaşam özgürlüğü ciddi şekilde tehlikede. Laik, demokrat, çağdaş kafalı insanları içine alan cendere giderek daralıyor. Ertuğrul Özkök (HÜRRİYET) : "..."Ülkemi terk edebilirim" diyen Fazıl Say’ı anlamaya mı çalışacağız... Yoksa "Türkiye demokratikleşirken, Fazıl Say neden maraza çıkarıyor" deyip onu yerden yere mi vuracağız? Ben kendi tavrımı şimdiden açıklıyorum. Fazıl Say’ı anlamaya çalışacağım. Fazıl Say’ın AKP hükümeti ile ilgili eleştirilerine katılıyor muyum? Bir ölçüde evet. Fazıl Say’ın AKP hükümeti ile ilgili eleştirilerine katılıyor muyum? Bir ölçüde evet. Ama bütün bunlar var diye Türkiye’yi terk etmek gerekir mi sorusuna da "Evet" cevabı veremiyorum. Hayır, Türkiye kesinlikle böyle bir noktada değil. Olacağını da sanmıyorum. Dahası ne Cumhurbaşkanı’nın, ne de Başbakan’ın böyle bir Türkiye istediğine de inanmıyorum. Hepimiz böyle bir turnusol sınavından geçiyoruz. Çünkü korkular artık, hepimizin en kuvvetli ideolojisi olan "hayat tarzına" dayanmıştır. Yalçın Bayer (HÜRRİYET): ...Say, tam da bir ’AB elçisi’ tavrıyla konuşuyor...Benim kendisine önerim, ABD’ye, Orhan Pamuk’un yanına gitmesidir...Tatlı su aydınlarının ulusal duyarlılıklarının olmadığı; vatan, millet, egemenlik, bağımsızlık, cumhuriyet, laiklik ve benzeri konularda söyledikleri her şeyin de aslında ’ben-merkezli’ ve çıkar eksenli olduğunun açık kanıtıdır Fazıl Say’ın tavrı... Cengiz Semercioğlu (SABAH): "...Şimdi herkesin ağzında, yurtdışına kaçmak moda oldu. Kimse kalıp da bu ülkenin daha iyi olması için kafa yormayacak anlaşılan. "Ya sev ya terk et" gerçek mi oluyor yoksa? Ülkenin bu halini sevmeyenler, terk etme türküsü çığırmaya başladı bile... Emre Aköz (SABAH): "...Bence Fazıl Say'ın bir yere gideceği yok. Reklamını yapıyor. Ama bu durum yukarıda yazdıklarımı değiştirmiyor." Ergun Babahan (SABAH): "...Eğer bir sanatçı, kendini içinden çıktığı topluma yabancı hisseder hale gelmiş, ülkeyi terk etmeyi bile düşünecek bir yalnızlığa itilmişse, bunun üzerinde durmak gerekir...Eğer bazı insanlar yaşam biçimleri konusunda bir endişeye kapılmışsa, öncelikle yıllardır aynı nedenle sıkıntı çekenlere de bir empati göstermek, onları anlamak durumunda olmalıdır...Bu ruh halini anlamak ve çözüm yolları bulmak iktidarın acilen çözmesi gereken bir sorundur. Özlem Albayrak (YENİŞAFAK): "...endişe etmemeli Fazıl Say; bu toplumun yüzde 99'u daha önce Mecusi'ydi de, AK Parti gelince İslam'ı seçmedi. Hiç merakı olmasın, o yüzde 30 zaten meydanı kimselere bırakacak gibi durmuyor." Ahmet Turan Alkan (ZAMAN): Diyorsun ki, "Biz artık azınlıkta kaldık, dışlanıyoruz. Çankaya'daki davete bile beni çağırmadılar..." İyi de, güzel Fâzıl aabim benim, Çankaya'daki davete sen davet edilmedin de, biz % 70 olaraktan kırmızı mumlu davetiyle ile çağrılmış değiliz ki; her camiânın kendine göre bir "creme de la creme" tabakası var! Anlayacağın biz de çağrılmadık ama bu kadar eften-püften şeyleri mesele yapıp "bırakın, gideceğimm" diye huysuzlanmadık. Zaten senin gibi horozlansak da gidecek bir yerimiz yok bizim: Orta Asya çok uzak, İran-Suudi Arabistan ayağımızı sıkar; Avrupa'yı dersen bastırmıyorlar bile. Ee?.. Derya Sazak (MİLLİYET): "...İslamcı yükseliş karşısında cumhuriyetçi kuşaklardaki "kaybetmişlik" duygusunun ifadesi Fazıl'ın sözleri... Neyseki Fazıl Say'ın "İleride Türkiye'den ayrılabilirim" açıklamasının gerekçesi yaşamsal bir "tehdit"e dayanmıyor. Humeyni'den sonra İranlı aydınların yaşadığına benzer bir tutumu çağrıştırıyor Say'ın tepkisi! Madem ülke İslama kayıyor, kalkıp gidelim! Sonra ne olacak? Birileri mücadele eder, ülkede işler yoluna girer, eh o zaman döneriz! Mustafa Mutlu (VATAN): "Ben olmazsam ne değişir?" deme sakın... Aydınları, lokomotifleridir toplumların. Bu yüzden senin dünkü gazetelere yansıyan sözlerinin bile başlı başına talihsizlik olduğunu düşünüyorum. Çık ve hemen yalanla o sözleri Fazıl: "Buradayım" de..."Bir yere gitmiyorum" de... "Sonuna kadar çağdaş, laik değerlerin savunucusuyum" de... De ki; yılgın, umutsuz, biçare yüreklere su serp!" Engin Ardıç (AKŞAM): "..Bazı kişiler ne çok seviyorlar, ne çok özlüyorlar yahu Çankaya’ya çağırılmayı...Bildiğimiz kadarıyla İsviçre Konfederasyonu dönem başkanı Bayan Micheline Calmy-Rey’in de Bern davetlerine piyanist çağırmak gibi bir alışkanlığı yok, Fazıl üzülecek...Gidip de oralarda “Jöntürkçülük” oynayacak adam değilim. Burada doğdum, burada öleceğim. Ben buralıyım. Ben Türkiyeli Türk’üm. Üstelik de fena halde İstanbullu. “Bir Fransız köyünde doğmadığıma bin pişman” olduğumu söyleyenlere saygısızlıklarımla arz ederim..
-
Dine siyaset karıştı!
Bayramın ikinci gününde geleneksel hale gelen 'siyasi partilerin bayramlaşmasında bir ilk yaşandı. Siyasetin ön plana çıktığı bayramlaşmada Demokratik Toplum Partisi'ne (DTP) Saadet Partisi (SP) ve Sosyaldemokrat Halk Partisi (SHP) dışındaki partiler ziyaret etmedi. Meclis'te bir arada bulunan AKP, MHP ve CHP heyetleri DTP'yi ziyaret etmedi. DTP'nin konuklar sadece Saadet Partisi ve SHP'ydi. DTP heyeti konuyla ilgili sorulara bayramların dargınların barıştığı günler olduğunu hatırlatarak yanıt verdi. DTP PM üyesi Ahmet Aday, bayramlaşmak için kimseye talepte bulunmadıklarını, onlardan da davet gelmediğini bu nedenle bütün bayramlaşma programını iptal ettiklerini anlattı. MYK üyesi Gülay Calap ise Türkiye genelinde parti teşkilatlarındaki bayram programlarının da sınırötesi operasyon nedeniyle iptal edildiğini söyledi. Diğer partilerde ise geleneksel bayramlaşma görüntüleri vardı. AKP Genel Merkezi'ndeki sohbetler evlerdeki bayram sohbetinden farksızdı. Ancak CHP, MHP ve DTP'de siyaset ağır bastı. AKP heyeti CHP'ye çiçek ve çikolata ile geldi. Kısa sürede siyaset tartışmaları ağır bastı. Cevdet Selvi, ekonominin 2008 bütçesini eleştirdi, AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli verilerin iyiye gittiğini söyledi. İktidar ve anamuhalefet bu konuda uzlaşamadı. MHP'nin CHP'yi ziyaretinde ise gündemdeki konu bu kez sınırötesi harekattı. MHP Genel Başkan Yardımcısı Murat Şefkatli "Orada 4 -5 bin terörist olduğu söyleniyordu telaffuz edilen rakamın çok küçük olması düşündürücüdür. Keşke bu konuda daha iyi bir sonuç alınsaydı" dedi. MHP'deki kabullerde de ana gündem maddesi aynıydı. Konya Milletvekili Faruk Bal, operasyonların sonuçları ile ilgili somut bilgilerin bulunmamasının karamsarlığa yol açtığını söyledi. AKP heyeti eleştirileri kabul etmedi. 'LÜKÜS HAYAT' TARTIŞMASI Bayramlaşmada önceki gün Balâ'da meydana gelen deprim de konuşuldu. Bir diğer ilginç sohbet ise AKP heyeti ile DSP heyeti arasında yaşandı. DSP'lilerin, AKP'nin yeni genel merkez binasının hayırlı olmasını dilemeleri üzerine AKP Genel Başkan Yardımcısı Haluk İpek, "Darısı başınıza. Rahmetli Ecevit böyle bir bina düşünür müydü?" dedi. İzmir Milletvekili Recai Birgün, "Siyasi partiler için büyük bir binaya gerek olmadığına inanırdı" dedi. Daha çok şeyler görecegiz ........................
-
AKP NEREYE KOŞUYOR!
'Açılım'ın finansörü kim? Temmuz seçimlerinin ardından, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanları arasında bulunan Alevi kökenli milletvekili Reha Çamuroğlu'nun organize ettiği "Alevilerin iftar yemeği"ne Başbakan Erdoğan ve bakanların katılacak olmasına yönelik tepkiler artıyor. Yeni yılın ilk günlerinde Bilkent Otel'de düzenlenecek yemeğe bazı Alevi örgütlerin katılacak olmasına rağmen, eleştiriler "AKP siyasi şov yapıyor" görüşünde birleşiyor. İftar yemeğine Erdoğan ve bakanların yanı sıra bin kadar davetlinin katılması bekleniyor. Yemeğe Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de katılması bekleniyordu ancak Cumhurbaşkanlığı'ndan yapılan açıklamada Gül'ün Alevilerin iftar yemeğine katılmayacağı açıklandı. Muharrem İftarının organizasyonunda Cemevleri Birliği Federasyonu da yer alıyor. Bilkent Otel'de düzenlenecek yemeğe karşı çıkan Alevi Araştırmaları Merkezi Başkanı Ali Yıldırım, iftar yemeğinin "Alevileri kırmızı çizgilerinden vazgeçirmeyi" hedeflediğini belirterek "Tümüyle Alevileri cumhuriyetçi, laiklik demokrasi çizgilerinden geri döndürmeye yönelik bir komplo" olarak değerlendirdi ve yemeğe katılmayacaklarını bildirdi. 'KATILACAK KURULUŞLAR AÇIKLANSIN' 11 Ocak'ta yapılacak yemeğe ilişkin tartışmalar devam ederken, Alevi örgütleri arasında da "yemeği kim finanse ediyor?" tartışması yaşanmaya başlandı. Kulislerde yemeğin toplam 25 bin avro-ya mal olacağı ve bunun da Alevilere yönelik yayın yapan bir televizyon kanalını destekleyen Alevi kökenli bir işadamı tarafından karşılanacağı iddiaları konuşuluyor. Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu ise Muharrem iftarını 200 Alevi kuruluşunun desteklendiğinin belirtildiğini hatırlatarak bu kuruluşların henüz açıklanamadığına dikkat çekti. Konfederasyon, hem yemeğin finansörünün hem de katılacak kuruluşların açıklanmasını istedi.
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
'Türkler baba, Kürtler ise onun kızı gibidir' KYB'nin internet sitesinin girişine slogan olarak "Ah türkler, kürtlerinizi sevin, koruyun ve onlara güvenin" sözü slogan olarak yazıldı... Altındaki yazıda ise "Kürtler Türklersiz, Türkler de kürtlersiz olamaz.Türkler baba, Kürtler ise onun kızı gibidir. Baba, artık kızını sevmeli" ifadeleri yer aldı... KYB'nin internet sitesinin girişine slogan olarak "Ah türkler, kürtlerinizi sevin, koruyun ve onlara güvenin" sözü slogan olarak yazıldı... Altındaki yazıda ise "Kürtler Türklersiz, Türkler de kürtlersiz olamaz.Türkler baba, Kürtler ise onun kızı gibidir. Baba, artık kızını sevmeli" ifadeleri yer aldı... İşte bu ilginç yazıdan satırbaşları: > Türk devleti, trajikomik kıskançlığı ve güven kaygısı ise kızına zor yıllar geçiren bir despot babaya benziyor. Evdeki kız dışarı çıkamıyor, okula gidemiyor, gerektiği gibi bakılmıyor. Sonunda birileri (PKK) gel bize katıl isyan et diyor, ya da bir başkası (Kürt yönetimi) gizlice evini terk et yanımıza kaç diye telkin ediyor. > Despot baba yıllardır kızıyla barışık olmadığı için endişe ediyor. Onu zaman zaman korkutuyor, dövüyor. Bazen de onu teşvik edenleri dövüp korkutuyor. > Aslında ne olması beklenir? Bu babanın kızıyla sürekli konuşması, onun ihtiyaçlarını anlayıp karşılaması, sevip güvenini kazanması... İşte o zaman baba ile kızı hiç kimse ayıramazdı... > Peki ya kız, yani Kürtler? Onlar babalarına güvenebildiler mi? Hayır... Hep üçüncü sınıf vatandaş oldular. Kürtler şimdi yorgun ve umutsuz. PKK'ya olan inançları da azaldı. Artık yeni açılımlar istiyorlar. Türkiye, Kürtleriyle artık barış yapmalı. Onları sevmeli, korumalı... > Doğuda, güneydoğuda, Marmara'da, İzmir'de, Akdeniz'de, Anadolu'da yüzyıllarır Kürtler ve Kürtler bir arada yaşadılar. Evlendiler. Türkler Kürtsüz, Kürtler de Türklersiz olamaz...
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
Ben değil türban ,ilkögretimde özellikle ilkokul çağındaki çocukların din kültürü dersini almalarını asla doğru bulmuyorum.çünkü her platformda ısrarla gözümüzün içine sokulan laik devlet imajını kökünden sarsan bir gerçekliktir zorunlu din dersleri. laik devlette olmaması gereken bu yanlış nedense hala birileri tarafından karşı çıkanlara karşı dini bütünlük olarak ele alınıyor. tamamen zorbalık ve dayatma olarak gördüğüm zorunlu din derslerinin kaldırılmasından yanayım ben. geçen günlerde bu konu ile ilgili avrupa insan hakları mahkemesine başvuran Alevi bir baba davayı kazanmıştı.mahkeme kararının bağlayıcılığı belki yok ama bizler bunun üstünden bu yanlış uygulamanın kaldırılmasına yönelik tavrımızı net bi şekilde ortaya koymalıyız.
-
TÜRBAN SORUNU - KONUSU - ANA BAŞLIK
İlköğretim Ders Kitabında Türban Propagandası İlköğretim 8. sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitabında türban propagandası yapılıyor. Kitapta yer alan “ İslam Düşüncesinde Yorumlar “ adlı ünitenin yorum farklılıklarının nedenlerinin işlendiği “ Toplumsal Değişim “ başlığı altında 77.sayfada “ …Müslüman toplumlarda örtünme dini bir gereklilik olarak kabul edilmiştir. Ancak bu örtünmenin şekli açık bir biçimde belirtilmemiştir…” ifadesi yer almaktadır. Buradaki “örtünme”den kastın bir insanın günlük yaşamdaki giyim kuşamı olmadığı açıktır. Çünkü tüm toplumlarda giyinme olgusu zaten mevcuttur. Müslüman toplumlarda örtünme ifadesi ve ardından Kuran’a yapılan gönderme ile siyasal İslam’ın simgesi haline gelen türbana işaret edilmektedir. Oysa Kur’an’daki söz konusu ayetlerin yorumu noktasında tefsir bilginleri farklı görüşler ortaya koymaktadırlar. Örtünme ile kastedilenin, cariye kadınların göğüslerinin örtülmesi olduğu yönünde görüşler de mevcuttur. Zira o dönemde Arap toplumunda cariye kadınların göğüsler açık bir biçimde dolaştıkları bilinmektedir. Başa örtü alma olayı ise zaten Kur’an’dan önce bile mevcuttu. Dolayısıyla başı örtmek dinsel bir gereklilik değil tümüyle geleneksel bir uygulama idi. Bu geleneğin sıcak iklimden kaynaklandığı bilinmektedir. Nitekim sadece kadınlar değil erkekler de başlarını örtmekteydiler. Arap toplumlarında sıcak iklim nedeniyle bugün bile bırakın kadınları erkekler bile başlarını örtmektedirler. Başı örtmenin dinsel bir gereklilik olmadığı ortadayken ilköğretim çağındaki öğrencilerin zihnine ve bilinçaltına bu inanışı yerleştirmeye çalışmak hem pedegojik açıdan hem de eğitimin laik olması özelliği bakımından son derece sakıncalıdır. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenlerinin pedegojik formasyonları ve ideolojik duruşları hesaba katıldığında konunun vahameti daha da netleşmektedir. Bir kültür ve öğretim dersi olan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin öğretmenlerin tutumları nedeniyle nasıl bir eğitim ve telkin dersine dönüştüğü düşünülecek olursa kitaptaki bu ifadelerin türban propagandası için istismar zemini oluşturacağı da kolaylıkla görülebilir. Tesettürle ilgili ayetleri kitaptaki cümleden hareketle sınıfta okuyacak olan öğretmen rahatlıkla türban propagandası yapabilir. Türbanı meşrulaştırma operasyonlarının ilköğretim çağına kadar indiğinin somut göstergesi olan bu ifadeler son derece endişe vericidir. Reşit olan kişinin örtünmeyi tercih etmesine müdahale etmek elbetteki doğru değildir. Ancak henüz ilköğretim çağında bulunan ve reşit olmayan öğrencileri bu şekilde yönlendirmek laik eğitimin temellerine dinamit koymakla eş değerdedir Bu ifadeler derhal kitaptan çıkarılmalıdır. Geçen yıl ki 11. sınıf ders kitaplarında abdest suyunun faydaları ile ilgili bölüme kamuoyundan gelen tepkiler üzerine bakanlığın bir resmi yazı ile ilgili bölümün derslere işlenmemesini istemesi örneğinde olduğu gibi benzer bir yola bu ifadelerin derslerde ele alınması engellenmelidir. MUSTAFA CEMİL KILIÇ İLAHİYATÇI / SOSYOLOG EĞİTİM İŞ SENDİKASI FATİH İLÇE BAŞKANI DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ ÖĞRETMENİ ................................................................................ ................................................................................. . 'DİNİ GEREKLİLİK' DENİYOR İlköğretimde 'örtünme' telkini CUMHURİYET - ZEYNEP ŞAHİN ANKARA - İlköğretim 8. sınıf Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi ders kitabında, "örtünme vurgusu" yapıldı. Kitapta, "Müslüman toplumlarda örtünme dini bir gereklilik olarak kabul edilmiştir" denirken, ifadenin derslerde "türban propagandası" yapılmasına zemin hazırlayacağı vurgulandı. Eğitim-İş Fatih Şubesi Başkanı Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni Mustafa Cemil Kılıç , "Türbanı meşrulaştırma operasyonlarının ilköğretim çağına kadar indiğinin somut göstergesi olan bu ifadeler endişe verici. Öğrencileri bu şekilde yönlendirmek laik eğitimin temellerine dinamit koymakla eşdeğer" derken, ifadelerin kitaptan çıkarılmasını istedi. Milli Eğitim Bakanlığı'nın (MEB), İslam dininin - özellikle Sünni mezhebinin - öğretilerini aşılamaya dönük olduğu için eleştirilen Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi kitaplarında bu kez "örtünme telkini" ortaya çıktı. İlköğretim 8. sınıftaki "İslam Düşüncesinde Yorumlar" ünitesinin "Toplumsal Değişim" konusu işlenirken, "türban propagandası" yapılmasına zemin hazırlandığına işaret edildi. Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabının 77. sayfasında, "Müslüman toplumlarda örtünme dini bir gereklilik olarak kabul edilmiştir. Ancak bu örtünmenin şekli açık bir biçimde belirtilmemiştir" ifadeleri yer alıyor. Eğitim-İş İstanbul Fatih Şubesi Başkanı Din Kültürü Öğretmeni Mustafa Cemil Kılıç, "Buradaki örtünmeden kastın bir insanın günlük yaşamdaki giyim kuşamı olmadığı açık. Çünkü tüm toplumlarda giyinme olgusu zaten mevcuttur. Müslüman toplumlarda örtünme ifadesi ve ardından Kuran'a yapılan gönderme ile siyasal İslam'ın simgesi haline gelen türbana işaret ediliyor" dedi. Kılıç, şunları kaydetti: "Oysa Kuran'daki söz konusu ayetlerin yorumu noktasında tefsir bilginleri farklı görüşler ortaya koyuyor. Örtünme ile kastedilenin, cariye kadınların göğüslerinin örtülmesi olduğu yönünde görüşler de mevcut. Zira o dönemde Arap toplumunda cariye kadınların, göğüsleri açık bir biçimde dolaştıkları biliniyor. Başa örtü alma olayı ise zaten Kuran'dan önce bile mevcuttu. Dolayısıyla başı örtmek dinsel bir gereklilik değil tümüyle geleneksel bir uygulamaydı. Bu geleneğin sıcak iklimden kaynaklandığı biliniyor. Nitekim sadece kadınlar değil, erkekler de başlarını örtüyorlardı. Arap toplumlarında sıcak iklim nedeniyle bugün de bırakın kadınları, erkekler bile başlarını örtüyorlar. Başı örtmenin dinsel bir gereklilik olmadığı ortadayken, ilköğretim çağındaki öğrencilerin zihnine ve bilinçaltına bu inanışı yerleştirmeye çalışmak hem pedagojik açıdan hem de eğitimin laik olması özelliği bakımından son derece sakıncalı." 'İşlenmemeli' Kılıç, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin kültür ve ahlaktan çok, bu dalın öğretmenlerinin tutumları nedeniyle "eğitim ve telkin" dersine dönüştürüldüğüne dikkat çekerek, kitaptaki ifadelerin türban propagandası için istismar zemini oluşturacağının kolaylıkla görüleceğini vurguladı. "Tesettürle ilgili ayetleri kitaptaki cümleden hareketle sınıfta okuyacak olan öğretmen, rahatlıkla türban propagandası yapabilir" diyen Kılıç, bakanlığın okullardan bu bölümün işlenmemesini istemesi, gelecek yıl için de kitaptan çıkarması gerektiğini ifade etti.