Zıplanacak içerik

Yayamaz Kayımca

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Yayamaz Kayımca tarafından postalanan herşey

  1. Denizin dalgalarının kudurmasını sagnak yagışı ve o sahilde sırılsıklam olana dek ıslanmayı.....................
  2. Yazı veya yorumları ile yayaması
  3. Onur Akın..............memleket isterim.............
  4. resim kalemi ve büyük bir resim defteyine
  5. Her zamanki gibi ben ve kitap ve yatak
  6. damam peki.....oyun!!!! TUTTU................ gönül almasını da biliyorsun
  7. Yayamaz Kayımca şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Forum Oyunları
    Yorgunnnn...............ve çok sinirliyim............
  8. Yaşamayı ösledim......
  9. Hımmmmm dipnot zamanı geldi çattı sanıyorum.....kişileri tanıma adına küçük takıntılaya degilde yazdıklarına,paylaştıklarına,yorumlarına baksanız!!!!ben oyunlara girmem aslında sadece degişik ifadeleyi yakalma adına kişileri tanıma adına geliyorum........sanıyorum buda bazı arkadaşları rahatsıs etmeye başladı diyede düşünmeden edemedim.........TUTUMU ACABA????
  10. biliyorum ama boyumu aşan yere gidemiyorum....fobi........ resim çiziyorsun.................
  11. bence yaniiiii oku..... efet haklısın 149 kg ile masaj aleti gerekli........ sodalı ayrana.....
  12. Hayır degil tutmadı benim havuzun dibi yeşil renkli plastik kitap okumayı sefiyorsun.....
  13. aman sende ondan daha çok vay çünkü yemek yedirenlerin hep alleyi sakar yedirirken döküyorlar sakın bez deme ondanda dolaplar dolusu vay ben ısrarlıyım deliliğe övgü adlı kitaba......
  14. yok onu aldılay........ Delilige övgü adlı kitaba..............
  15. Tutmadı......çok iii biliyim:) Kitap okumıyı sefmiyorsun.....
  16. Çıkssss tutmadı msn nede ç.içi olmam ben Msn neden çıkamıyorsun.....
  17. Hımmmmm pizza,ayran,küçük acı biber yanında(süs) ve efsane konulu cd ............
  18. Çıksss tutmadı............yamuk yumuk gidiyolar...... forumda yazı yazmıyorsun......
  19. Kumpir yedim soda içecegim
  20. Yargıtay'dan TÜRBAN UYARISI Yargıtay türbanın serbest olmasına yönelik Erdoğan 'ın açıklamalarına cevap verdi. LAİKLİĞE AYKIRI.. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, "Cumhuriyet’in temel ilkelerini, 85 yıllık kazanımlarını yok saymak, özgürlüğü çağdaşlaşma yerine dini esaslar çerçevesinde ele alarak etnik gruplara, mezheplere, ırkçılara haklar vermek olarak görmenin ve tartışmanın ülkeye yarar getirmeyeceği halkı önce bilinçlendirmeye, ayrıştırmaya sonra da çatışmaya götüreceği açıktır" dedi. Yalçınkaya, "Basın Bildirisi" başlığıyla yaptığı açıklamada, şunları kaydetti: "Siyasi partilerin; Cumhuriyetin laiklik niteliğinin değiştirilmesi amacını güdemeyecekleri gibi bu amaca yönelik faaliyetlerde, beyanlarda bulunamayacakları, bu kuralı göz ardı etmenin laiklik ilkesinin korunmasını imkansız kılacağını keyfiliğe yol açacağını, Devletin sosyal veya ekonomik veya siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla dini veya dini hissiyatı veya dince kutsal tanınan hususları alet ederek propaganda konusu yapamayacakları, istismar edemeyecekleri kötüye kullanamayacakları, aksine faaliyet ve beyanların din ve dince kutsal sayılan şeylerin istismarı sayılacağını, Türkiye Cumhuriyeti Ülkesi üzerinde milli veya dini kültür veya mezhep veya ırk veya dil farklılığına dayanan azınlıklar bulunduğunu ileri süremeyecekleri, Türk Dilinden veya Kültüründen başka dil ve kültürleri korumak geliştirmek veya yaymak yoluyla ülke üzerinde azınlıklar yaratarak millet bütünlüğünün bozulması amacını, bölünmez bir bütün olan ülkede, bölgecilik veya ırkçılık maksadını, Türkiye Cumhuriyetinin dayandığı devletin tekliği ilkesini değiştirmek amacını, güdemeyecekleri bu yolda faaliyetlerde bulunamayacakları, bu kuralları görmezlikten gelmenin azınlık yaratılmasını ve devletin tekliği ilkelerini zayıflatacağı, Dil, ırk, din ve mezhep ayrımı yaratmak bu kavram ve görüşlere dayanan bir devlet düzeni kurmak amacını güdemeyecekleri, bölge, ırk, belli kişi, aile, zümre veya cemaat, din, mezhep veya tarikat esaslarına dayanamayacakları, diğer halde demokratik devlet düzeninin korunmasının olanaksız olacağı, Anayasa’da yer alan hak ve hürriyetlerin devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamayacağı, Anayasa ve yasalarda hüküm altına alınmış, ayrıca yaptırımları gösterilmiştir." CUMHURİYETİN TEMEL İLKELERİ Millet iradesiyle kurulan yasa koyucunun, ülke ile millet bütünlüğünün bozulmasını önlemek amacıyla toplumun huzuru, milli dayanışma için, her türlü kuşkudan uzak düzenli bir yaşam ortamını sağlamak maksadıyla bu hükümleri ve yaptırımları saptadığına işaret eden Yalçınkaya, şöyle devam etti: "Bağımsız ve egemen olan her devletin, partiler üstü olan bir devlet politikası vardır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin devlet politikası, işgal güçlerinin yurttan çıkarılıp, Lozan Anlaşması sonucu ülke sınırlarının yeniden belirlenmesi ve kurucu devlet ve kurucu meclis tarafından yapılan 1924 Anayasası ile belirlenmiştir. 1982 Anayasası ile de anılan devlet politikası değiştirilemez hükümleri de konulmak suretiyle koruma altına alınarak başlangıç hükümleri ve ilk dört madde açıklanmıştır. Cumhuriyet yönetiminin ilkesi olan halkın egemenliği kuralı gereği de halk oyu ile kabul edilmiştir. Cumhuriyetin temel ilkelerini, 85 yıllık kazanımlarını yok saymak, özgürlüğü çağdaşlaşma yerine dini esaslar çerçevesinde ele alarak etnik gruplara, mezheplere, ırkçılara haklar vermek olarak görmenin ve tartışmanın ülkeye yarar getirmeyeceği halkı önce bilinçlendirmeye, ayrıştırmaya sonra da çatışmaya götüreceği açıktır. Eğitim ve öğretim kurumlarında bazı giysilerin kullanılmasının özgürlük sayılıp, özgürlükler içine alınmasının mezheplerin, cemaatlerin ırkçı örgütlerin ayrılıkçı güçlerin sembollerini rahatça kullanacakları, yayacakları, eğitim görenleri örgütleyerek huzursuzluğa, saflara ayıracağı, eğitim ve öğretim kurumlarının yukarıda sayılan etkin örgütlerin alanı haline getireceği, laik ve üniter yapıya aykırı bir faaliyet alanına dönüştüreceği Yüce milletimiz ve ülke ile milletin koruyucusu olan yasalar önünde sorumluluğun anayasa ve yasalar gereği bu yönde beyan ve faaliyetlerde bulunan siyasi partilere ait olacağı gözden kaçırılmamalıdır. Siyasi partiler; mevzuatın veya yasal ve anayasal yapının değiştirilmesi konusunda girişimde bulunurken önerilen kuralların ve buna ulaşmadaki faaliyetlerin her bakımdan yasal ve demokratik olmasına dikkat etmelidir. Önerilecek değişikliğin kendisi temel demokratik prensiplerle anayasada belirtilen insan hakları ile, Atatürk Milliyetçiliği ile laik ve sosyal hukuk devleti ile bağdaşmalıdır. Demokrasinin bir veya birçok kuralına uymayan veya cumhuriyetin temel ilkelerinden olan laik ve üniter yapıyı, demokrasiyi yok etmeyi amaçlayan ve de demokrasinin tanıdığı hak ve özgürlükleri yasa dışı yorumlarla tarif ederek oluşturulan siyasi projeleri öne süremeyecekleri, bu nitelikteki beyan ve eylemlerin gerek iç hukuk gerekse de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi korumasından yararlanamayacağı gözetilmelidir."
  21. "Güneydoğu Anadolu Bölgesi Enerji Forumu 2007" TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası Gaziantep Şubesi ve Gaziantep Üniversitesi işbirliği ile 28-29 Mayıs 2007 tarihinde Gaziantep‘te gerçekleştirildi. Forum yürütme kurulu ve danışma kurullarının, sunulan bildirilerin, sunumların ardından yapılan tartışmaların, katılımcıların katkılarının ve forum sonunda düzenlene panelde elde edilen sonuçların ve değerlendirmelerin geniş bir özetini, "Forum Sonuç Bildirgesi" olarak kamuoyunun ve ilgililerin bilgisine sunuyoruz. Güneydoğu Anadolu Bölgesi batıda Gaziantep‘ten başlayarak Diyarbakır, Urfa, Mardin gibi önemli ileri içine alan geniş bir alanı kapsamaktadır. Bölgenin batıdan doğuya uzanan yapısında bölge içinde yer alan kentler batıya yakınlıklarıyla orantılı olarak değişik refah düzeylerini yakalayabilmişlerdir. Bu açıdan yapılacak genel ve ortalama bölge yorumu tüm kentlerin ortak özelliklerini taşımamak tehlikesini de içerecektir. Bu nedenle forumda özellikle ele alınan konuları Diyarbakır ve doğusu, Urfa ve Gaziantep olarak üç ayrı şekilde incelemek gerekmektedir. Ancak bu değerlendirme bir noktada ülke sorunları ortalamasını da içerecektir. Bölgeye Gaziantep, Adıyaman ve Urfa kentleri arasında sınır oluşturarak giren önemli akarsularımızdan Fırat nehri üzerinde GAP kapsamında oluşturulan önemli barajlar kurulmuştur. GAP kapsamında Dicle nehri üzerinde kurulmuş olan barajlarda göz önüne alındığında, Güneydoğu Anadolu Bölgesi ülke hidroelektrik enerji üretiminin neredeyse yüzde 40‘ını karşılamaktadır. Ülkemizde üretilen petrolün tamamına yakını Güneydoğu Anadolu Bölgesi‘nin doğusundan elde edilmektedir. Özellikle seracılık için çok uygun olan jeotermal kaynaklar, fosil yakıtların (özellikle linyit) yanında henüz çok basit yöntemlerle sadece sıcak su elde edilmek amacıyla kullanılan güneş enerjisi potansiyeli de düşünüldüğünde bölge kendine yetecek miktardan çok daha fazlasını üretme kapasitesine sahiptir. Sanayi yatırımlarının bölgeye gelmemiş olması üretilen enerjinin bölgede değil daha batıda kullanılmasına yol açmaktadır. Enerji iletiminin maliyetleri ve kayıplar düşünüldüğünde enerji yoğun sanayi kollarının Gaziantep‘in daha doğusunda kurulmuş olması hem sosyal hem ekonomik anlamda daha doğru olacaktı. Güneydoğu Anadolu Bölgesinin özellikle Fırat‘ın doğusundaki kentleri Enerji üretimindeki büyük potansiyellerine rağmen elektrik enerjisi kullanımında tüketiciler açısından Türkiye‘nin en ciddi problemlerinin yaşandığı bölgedir. Bölge, ulusal üretimden de hak ettiği payı alamamaktadır. Ulusal gelire yaptığı katkı oranında yatırım alması Bölgenin gelişmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Gaziantep‘te gerçekleştirilen Forum‘a elektrik enerjisi üretimi, iletimi, dağıtımı ve tüketimi ile ilgili taraflar, enerji politikalarını tartışmak üzere siyasi parti temsilcileri, Elektrik Mühendisleri Odası yöneticileri, tüketici dernekleri, sanayiciler katılarak görüşlerini ortaya koymuşlardır. Bu görüşlerin ortak paydasında, elektrik enerjisinin sürekliliği, kalitesi, fiyatı ve bölge ve ülke içinde eşit dağıtımı gibi görüşler bulunmaktadır. Özellikle üretim, iletim ve dağıtım işlerini yürüten kurum temsilcileri enerjideki sıkıntıları rakamlarla ortaya koymuşlardır. Bölgedeki birçok kent ne yazık ki, elektrik enerjisi satışından elde ettikleri karın (?) çok az bir kısmını bölgelerine yatırım olarak geri alabilmektedirler. Bölgenin elektrik enerji sisteminde kullanılan teçhizatın önemli bir bölümü ekonomik ömrünü tamamlamıştır. Dağıtım hatlarının yetersiz ve eski olması, taşınan enerjinin hat kapasitelerine göre yüksek olması, hat teknik kayıplarının ülke ortalamasının üzerine çıkartmaktadır. Bu eksikliklerin giderilmesi sadece bölgeye yeterli yatırımın yapılmasıyla çözülebilir. Mardin, Siirt gibi, Şırnak gibi illerde elektrik kesintileri asgari yaşam şartlarını dahi sıkıntıya sokacak düzeydedir. Diyarbakır, Urfa, Mardin, ve kısmen Gaziantep elektrik altyapısı bitme noktasına gelmiştir. Eski sistem sadece elektrik mühendislerinin ve teknisyenlerinin, kurumda çalışan teknokratların özverili çalışmalarıyla ayakta durabilmektedir. Enerjide özelleştirme politikaları derhal durdurulmalı, enerjinin üretilmesi, iletilmesi ve dağıtılması işi yine tek elden ve kamuca sağlanmalıdır. Enerji sorununa ekonomik değil, sosyal çözümler aranmalıdır. Enerji kullanım yoğunluğun batıdan doğuya kaydırılması ancak elektrik enerjisi girdisi yüksek (çimento, metal sanayi gibi) sanayi faaliyetlerinin özellikle yabancı sermaye yatırımı kapsamında çiçeklerle karşılanması uygulamasına son verilmelidir. Bölgeye nitelikli personeli getirilmesi çok önemlidir. Fırat‘ın doğusu, Urfa, Mardin, Şırnak, Diyarbakır gibi kentler çalışanlar açısında cazip hale getirilmelidir. Özelleştirme kapsamında erken emekliliklerle içi ve hafızası boşaltılan dağıtım kuruluşlarının günümüz teknolojilerini de kullanması sağlanarak yeniden eski gücüne kavuşması sağlanmalıdır. Tüketici açısından elektrik enerjisinde kalite oldukça önemli bir kavramdır. Gaziantep‘te sanayi kullanımı önemli ölçüde Organize sanayinin kontrolüne bırakılmıştır. Bu da kayıp ve kaçak oranlarında önemli düşüşlere sebep olmuştur. Gaziantep‘in hızlı ve plansız büyüyen yeni yapılaşma alanlarına aynı hzla elektrik yatırımları yapılamamaktadır. Temel sebebi ödenek eksizliği olan yatırım yapamama durumu Urfa, Diyarbakır, Mardin gibi kentlerde daha da kötü şartların oluşmasına yol açmaktadır. Kışın elektrik sobalarının, yazın soğutucuların ve klimaların yoğun kullanımı yetersiz altyapı zorlamakta ve sık sık elektrik kesintilerine yol açarak hem cihazların bozulması hem yaşamın kalitesizleşmesi anlamında sıkıntıya sebep olmaktadır. Aşırı yüklenme ve elektrik kesintileri kent içine serpilmiş orta ölçekli sanayicileri de zor durumda bırakmaktadır. Son yıllardaki ulusal enerji politikaları ne yazık ki gelecek için pek ümit vaat etmemektedir. Tüm politikalar üç temel noktada toplanmıştır: Özelleştirme, Kaçak Elektrik kullanımının engellenmesi ve enerji açığının dış kaynaklardan (doğal gaz) karşılanması. Kayıp, kaçak sorunu birlikte kullanılarak sistemin sorunları ve eksiklikleri de tüketicinin üzerine yüklenmektedir. Özellikle sulama zamanlarında Urfa‘da artış gösteren kaçak elektrik kullanımının ekonomik nedenleri göz ardı edilmektedir. Özellikle pamuk üretim girdi maliyetlerinin yüksek oluşu ve verilen taban fiyatlar üreticiyi elektrik enerjisine ödeme yapmama yoluna itmektedir. Sulama amaçlı kullanılan elektrik enerjisi ücreti girdi maliyetleri ve oluşan taban fiyatlar göz önüne alınarak belirlenmelidir. Daha az enerji maliyeti gerektiren sulama yöntemleri bölge çiftçisine öğretilmelidir. Kaçak elektrik kullanım istatistikleri yayımlanarak bölge şehirlerinin şehirlerindeki kaçak miktarları yüzde 60, 70‘ler civarında açıklanmakta, ve bölgede yaşayan insanlar potansiyel suçlu olarak tüm ülkeye ilan edilmektedirler. Oransal büyüklüğün ülke tüketimi içindeki payı çok küçüktür. Kaçak elektrik kullanımının ekonomik ve sosyal boyutu dikkate alınarak nedenleri araştırılmalı, bilimsel sonuçları üzerinden çözüm yoluna gidilmelidir. Elektrik Enerjisinin tasarruflu kullanılması ile ilgili öğretici çalışmalar Elektrik dağıtım işini yapan kuruluşlar tarafından yapılmalıdır. Elektrik Mühendisleri Odasının, Üniversitelerin bu anlamda yapmış olduğu çalışmalar desteklenmelidir. Sağlıkta kısman uygulanmakta olan "Yeşil Kart", elektrik üretiminde de "Yeşil Sayaç" şeklinde uygulanmalıdır. Ülkenin doğal kaynaklarında elde edilen elektrik enerjisi yine ülke insanına kar amacı güdülmeksizin dağıtılmalıdır. Yoksul aileler insanca yaşam için gereken miktarda elektrik enerjisini bedelsiz kullanabilmelidir. Güneş enerjisinden faydalanma özendirilmeli, ilk yatırımlarda devlet desteği sağlanmalıdır. Benzer şekilde özellikle daha az enerji tüketen aydınlanma araçlarının görece pahalı olan ilk yatırımları devlet tarafından karşılanmalıdır. Güneydoğu Anadolu Projesi bir an önce tamamlamalı ancak gerçekleştirilen projelerin yaşam sürelerinin uzatılması için gereken önlemler de alınmalıdır (barajların etraflarının ağaçlandırılması). Foruma katılan oto prodüktör sahibi sanayiciler bu aşamada bu santrallere büyük yatırımlar yapmış olmalarına rağmen özellikle petrol fiyatlarındaki aşırı yükseliş nedeniyle bu sistemleri kullanamadıklarını belirtmektedirler. Yenilenebilir kaynakların başında gelen hidroelektrik üretimde bölgede kantarın topuzu kaçmıştır. Her şeye rağmen elektrik sloganı bölgeye zarar vermeye başlamıştır. Munzur ve Zap nehirleri üzerinde yapılması planlanan barajlarla da doğa harikası vadiler yok olacaktır. Doğa ve kültür varlıklarının insanlığın ortak mirası olduğu gerçeğinden hareketle orta yol bulunmalı ve ortak miras korunmalıdır. Ilısu barajı ile sadece bölgenin değil, insanlığın en önemli tarihi değerlerinden antik Hasankeyf kenti sular altında kalacaktır. Ayrıca, gelişmiş ülkelerin çimento (Gaziantep‘te Narlı‘da 2 adet), demir-çelik gibi yüksek enerji gerektiren ve çevreyi kirleten sektörlerini, gelişmekte olan ve az gelişmiş olan ülkelere kaydırdıkları gözlenmektedir. Bu durum ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkeler için yabancı sermayenin yatırımı gibi görünürken, aslında ülkenin enerji kaynaklarını kullanmada ve çevrenin korunmasında büyük olumsuzluklara neden olmaktadır. Ülkemizin ileri teknoloji barındıran, sektörlerde sürdürülebilir bir kalkınma politikası ile gelişmesine yönelik planlama anlayışı geliştirilmeli, bilim ve mühendisliğin kamu yararı eksenli çalışmaları değerlendirilmelidir. Zaman zaman gündeme getirilen "Nükleer enerji santralleri" yerine yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasına yönelik projeksiyonlara yönelinmelidir. Enerji sektörünün özellikle kamu kesiminde çalışan personelin siyasi baskılardan korunması, kamu personelinin işini bürokrat değil teknik insan mantığı ile gerçekleştirmesini sağlamak için gereken ortamı yaratmak önemlidir. Politikacıların kamu çalışanları üzerindeki baskısı önlenmeli, teşhir edilmeli ve ayıplanmalıdır. Aynı şekilde politik baskılara açık davranan kamu personeli de teşhir edilmelidir. Elektrik enerjisi fiyatının diğer ülkelere göre yüksek olması sanayi üretim girdilerinin düşürülmesi ve tüketicinin yaşam düzeyinin yükseltilmesi önünde önemli bir engel olarak durmaktadır. Girdi maliyetlerinin artması istihdamı da olumsuz etkilemektedir. Katılımcılar ve Elektrik Mühendisleri Odası temsilcileri enerji politikalarının oluşturulmasında görüşlerinin dikkate alınması gerektiğini, bu yaklaşımın herkesin işini kolaylaştıracağını, karar vericilerin verdikleri yanlış kararlardan sonra adli soruşturmalara uğramaktan kurtulacaklarını belirtmişler, bilgilerini uluslar arası tekellerin, küçük çıkar ilişkilerinin, basit siyasi ve ekonomik çıkarların yanında değil, toplum yararına kullanacaklarını vurgulamışlardır.
  22. İLERİYE DÖNÜK NE HAYALİM OLABİLİR Kİ? Bireylerin kişiliklerinin yaşadıkları yerlerin coğrafi koşullarından etkilendiklerine inananlardanım. Yaşadıkları coğrafi koşullarda ki zorluklar ile mücadele eden insanın, bu zorluklar karşısında vermiş olduğu mücadeleyi bize yansıyan kişiliklerinden ve bedenlerinden okuyabiliriz. Coğrafya derslerinde ülkemizin fiziki özellikleri anlatılırken ülkemizde dağların batıdan doğuya doğru paralel olarak uzandığını söylerdi hocamız ve bunu yanında sınıfa getirdiği ülkemizin fiziki haritası üzerinde de gösterirdi. Hocamızın anlattıklarına ve bizlerin harita üzerinde okuduklarımıza göre ülkemizin doğusuna gidildikçe düz olan yerlerin azaldığı, dağların daha fazla yer kapladığını öğreniyorduk. Yaşımızın ve bilgi altyapımızın eksikliğinden kaynaklı olarak öğrenmiş olduğumuz bu bilgilerin gerçek yaşamdaki karşılıklarını tam olarak bilmiyorduk. Bildiğimiz birkaç şey vardı. Oda bu coğrafi şartlarda bazı bitkilerin yetişemeyeceği, dağların geniş yer kaplaması nedeni ile insanların geçim kaynaklarının hayvancılık olduğu ve kış turizminin bölge halkı için büyük bir ekonomik girdisi sağlayabileceği… Coğrafi koşullar değiştikçe yaşamın rengi değişiyordu. Bu değişimden en büyük payı alacak olan ve yaşamın rengini tüm tonları ile yaşayan insanda değişimden nasibi alıyordu. Ülkemizde batıdan doğuya gittikçe insanların derilerinin kalınlaştığını fark ederiz. Doğudaki insanların derilerinin batıdaki insanınkine göre kalın olmasının sebebi doğudaki yükseltiden kaynaklı olarak havanın soğuk olmasıdır. Karasal iklimin yoğun olarak yaşandığı ülkemizin doğu(özelliklede kuzeydoğu) kısmı uzun süren kış ayları yaşamaktadır. Çetin kış şartlarına adaptasyon sağlamak zorunda olan deri kalınlaşmıştır. Doğanın bir kanunudur bu. Yalnızca derilerdeki kalınlaşma ile kalmaz coğrafi şartların insan üzerindeki etkisi. Örneğin soğuk bölgelerde yaşayan insanlar birbirlerine daha yakın otururlar. Soğuğun insan üzerindeki olumlu etkilerinden biridir bu. Birbirlerine yakın oturan bu insanlar sıcakkanlı olarak adlandırılan insanlardandırlar. Çetin ve uzun geçen kış mevsiminde uzun gecelerin dolu dolu geçmesini sağlamanın tek yolu odayı ısıtan sobanın etrafında koyulaşan sohbettir. Soba ateşinde pişen çay yudumlanırken, bir yandan da sohbetin en koyu olduğu an yaşanıyordur. Etrafı dağlar ile çevrili olan ve beş yüz metre sonrasını göremeyen insanların hayallerinin görebildikleri bu beş yüz metre ile sınırlı olduklarını iddi etmek ne kadar doğru bilemiyorum. Öğrencilerimden ileriye dönük hayallerini yazıya dökmelerini istiyorum. İleriye dönük hayallerimiz… Öğretmenlerin ezberini bozuyorum, öğrencilerimin bunu sözle değil de defterlerine yazmalarını istiyorum. Söz olup uçmasın diye. Unuttuklarında onlara bu hayallerini somut olarak hatırlatmak için. Ülkemin doğusunda rakımın 2000’ler ile ölçüldüğü, yüzünü değil de sırtını güneşe dönen ve dört bir tarafını dağların çevirdiği küçük bir köyde öğrencilerimin ileriye dönük hayallerini soruyorum. Ne kadar doğru bu yaptığım tam olarak bende bilmiyorum ama yinede soruyorum. İstediğim sadece ilerde olmak istedikleri meslekleri yazmaları değil, tüm bir yaşamı yazmaları, yaşamak istedikleri yaşamı. İleride köyde mi kalmak istiyorlar yoksa anne ve babalarının yapmadıklarını onlar mı yapıp terk edecekler köylerini. Kalmayı düşünürlerse eğer nasıl bir yaşam düşlediklerini. Köylerini daha bir yaşanılır kılmak için neler yapabileceklerini yazmalarını istiyorum. Sorular yaşlarına ve almış oldukları eğitime göre çok zor gelebilir diye düşünüyorum. Ama yinede merak ediyorum ve yaratıcılıklarını görmek istiyorum. Ne yazarlarsa yazsınlar, isterlerse boş kâğıt versinler… Defterler önce bomboş, hiçbir şey yazmamışlar. Çoğunun gözünden okuyabiliyorum, söylediklerimin çoğundan bir şey anlamadılar. İlerde olmak istediğiniz meslek nedir diye sorsaydım bir çırpıda cevap verirlerdi ama ben onlardan ilerideki tüm yaşamlarından bahsetmelerini istedim… Benim bu izlenimlerin fazla uzun sürmeden öğrencilerim defterlerinin üzerine kapanıyorlar, ileriye dönük hayallerinin diğer öğrenci arkadaşları tarafından çalınmasını istemiyorlar. Defterin beyaz yaprağı bir anda dolmaya başlıyor. Defterin beyaz sayfası üzerindeki çizgiler arasında yazılanlar yalnızca bir alfabenin harflerinden oluşan harf kümeleri değil. O yazılanlar, yani beyaz kâğıdın artık tertemiz olmamasını sağlayanlar küçük yaşlarına ve zayıf bedenlerine rağmen öğrencilerimin ileriye dönük olan hayalleri. İstediği kadar kirlensin defterin sayfası, o kirlendikçe öğrencilerimin ileriye dönük ne kadar çok hayallerinin olduklarını öğreniyorum. Onlar öğretmen ben öğrenci oluyorum. Zaman mekândır, ama aynı zamanda mekân zamanda saklıdır. Öğrencilerimden ders bitimine yakın yazdıklarını okumalarını istiyorum. Ve dikkatlice dinliyorum… Sinem’in yazdıkları, içerisinde bulunduğu koşullarda, o yaşta ki bir kız çocuğundan beklenen bir cevap değildi. “İleriye dönük ne hayalim olabilir ki?” demiş yazdıklarında. “Beşinci sınıfı bitirdikten sonra okuma hayatım bitecek bende köyümde ki diğer kızlar gibi yaşamımı devam ettireceğim.” Hayallerin bir sınırı var mıdır? Sinem bir başka mekânda olsa idi yine aynı cevabı yazar mıydı? Etrafı dağlar ile çevrili olan köyünde değil de, dağları yalnızca okuduğu kitaplarda bilseydi? Sinem’in bu cevabı vermesi yalnızca bir nedene bağlanamaz. Yani yalnızca yaşadığı coğrafya ile sınırlandırılamaz bu cevabı. Sinem’in sahip olduğu ve çoğu kez erkek tarafından yönlendirilen bir cinsiyeti var. Egemenliğin erkekte olduğu bir sistemde kadının toplumda üstlenebileceği sorumluluk onun yaşının büyük ya da küçük olmasına, evli ya da bekar olmasına bağlı değildir. Cinsiyeti kadın olduktan sonra ve onun yaşamını şekillendirecek olan erkek olduktan sonra yaşın hiçbir önemi kalmıyor bu tür toplumlarda. “İleriye Dönük Ne Hayalim Olabilir ki?” Erkek öğrencilerimin yazdıklarında böyle bir çıkarım göremedim. Onlar erkek olmanın kendilerine vermiş olduğu büyük bir artı ile yazıyorlar ileriye dönük hayallerini. Gerçekleşsin ya da gerçekleşmesin, onların hayalleri Sinem’in ki gibi beşinci sınıfı bitirmeleri ile bitmiyor. Tam aksine hayalleri beşinci sınıfı bitirdikten sonra başlıyor. Kimi köyden ayrılıp kendisine yeni bir yaşam alanı oluşturacağını yazıyor. Kimisi ise okuyup ileride köyüne geri dönerek bir şeyleri değiştireceğinin hayallerini kuruyor, bir başka erkek öğrencim ise içerisinde bulunduğu koşulların çok uzağında ileride doğacak olan çocukları için nasıl bir hayatı gerçekleştireceğinin hayallerini yazmış kâğıdına. Sinem’in yazdıkları ülkemizin birçok yerinde aynı yaşam şartlarını paylaşan kızların ortak cevabıdır. Belki bu kızların çoğu Sinem’in dillendirdiği gibi dile getiremezlerdi. Sinem, hepsinin dili oluveriyor bir anda. Sinem ve onunla yaşıt olsun ya da olmasın tüm kızların hayallerine konulan bu sınırı kaldırmalarının ülkemizin içersinde bulunduğu şartlar içersinde tek bir çıkış yolu var, oda beşinci sınıftan sonra okumalarını sağlamak. Buda büyük bir eğitim atılımı ile gerçekleşebilecektir. Eğitim alanında son yıllarda bazı sivil toplum kuruluşlarının başlattığı ve devlet organlarınca da desteklenen kampanyalar ile birçok kız çocuğu hem eğitimlerine ara hem de ileriye dönük hayallerine bir sınır getirilmesine izin vermediler. “Haydi Kızlar Okula” ve benzeri kampanyalardan nasibini alan kızların hayallerinin içerisinde bulundukları sınırları çoktan aştığını biliyoruz. Bu kampanyadan nasibini alamayanların hayalleri ise Sinem’in hayallerinden pekte farklı değil. Eğitim alanındaki bu tür kampanyalar hayallerin coğrafi şartlar içerisine hapsedemeyeceğimizi gösteriyor bizlere. Ülkemizde bulunan kız çocuklarının hayallerine sınırlar koymalarını engellemek için elimizi çabuk tutmalıyız. Aksi takdirde yaşadıkları coğrafi şartlarla beraber erkek egemen topluma bağlı olarak yaşamaya devam edecekler. Üzeyir ERGÜL
  23. Bu yazımda da askerlik görevimi yaptığım bu kış döneminde kazandığım tecrübeleri ve elde ettiğim izlenimleri aktarmaya çalışacağım. Evet! Ben askerden yeni geldim ve vatani görevimi doğuda yaptım. Söylenenlerden çok daha fazlası var orada. Aslında bitmiş gibi gözüküyor. Umut yok, çaresizlik var, yaşam şartları alabildiğine kötü ve kötüleşmeye devam ediyor. İnsanlarda güven yok. İnanç kalmamış gibi bakıyorlar. Biz fazla dışarı çıkamıyorduk malum tehlikelerden dolayı ama çıktığım zaman ki tespitlerde gördüm ki asıl tehlike çocukların kafasındaki düşüncede. Büyüyünce ne olacaksın diye sorduğumda hiçbiri bilmiyor. Yada aklındakini bana söylemekten kaçınıyordu kötü bakan gözlerle. - çocuklar sonraları alıştılar gerçi şubenin yanına yanmış kömürleri toplamaya geldiklerinde konuşurduk - Ve çoğu aslında okula gitmek istemiyor. Aileleri tarafından bir sürü yanlış fikirle büyütülüyorlar. Sonucunda maalesef askere düşman olan devletini sevmeyen insanlar yetişiyor oralarda. Çünkü onlara bulundukları çaresiz durum için hep devleti suçlamak öğretiliyor. Belki bir çok duyarsızlığa karşı haklı oldukları yönlerinin olduğunu varsayıyorum ama gördüğüm suç hiçbir zaman tek taraflı değil. Birazda tembeller herşeyi devletten bekler olmuşlar. Orada güdülen yanlış politikalar durumu iyice içinden çıkılmaz hale getirmiş. Çocuk yardımı adı altında çocuklara ödenen parayı gelir bilerek devamlı çocuk yapan insanlar, elektriği kaçak kullanarak milyonlarca liralık külfete neden olanlar ve en önemlisi ülkesinin bütünlüğünü tanımayan insanlar. Orda bunlar var! fakat tamamından bahsetmiyorum öyle insanlarda tanıdım ki vatanına milletine bağlı ayrımı sevmeyen ayrım istemeyen ülkesini memleketini seven insanlar. Fakat azınlıktalar. bu insanlar arasında tanıdığım Ahmet abi hem ilçenin elektrik işlerine bakıyor, hemde yerel muhabirliğini yapıyordu. Anlattığı sorunlardan artık bıkmış gibiydi. Yanlışlıklara karşı yaptığı itirazın haddi hesabı yoktu. Önüne geçmeye çalışanlarda çabasıydı. Diğer bahsetmek istediğim kişi ise Tevfik abimdi eskiden bulunduğu görev icabı – açıklamasam sevinir – ülkesine daha bir duyarlı. Evet kürt ama ayrım, hiçbir zaman aklına gelmiyor hep bana dediği “biz bir bütünüz ayrım yapanlar bu vatanın parçalanmasını isteyenler, Türk,Kürt ayrılamaz kardeş” ve O da hak verirdi benim bir kürtün bu kadar milliyetçi olduğunu gördüğüme şaşırmama. işte böyle insanları tanıdıkça diyorum benim hala umudum var. Eğitimin en önemli olduğu o yörelerde ise gelen öğretmenler hep yeni mezun olmuş. Ve tanıdığım kadarıyla istekli gelmemiş zorunlu hizmetten oradalar. İnsan yinede orada onları görünce biraz olsun umutlanıyor. Ama çaresizlikte onların peşini bırakmıyor. Yolda giderken tanıştığım Kürşat da bu öğretmenlerden biriydi. Gittiğim ilçenin bir köyüne öğretmen olarak verilmiş. karlı kış günlerinden birinde karşılaştığımda okulun çatısının fırtınadan uçtuğunu – köyde tek öğretmen – ne yapacağını bilmediğini, onarmak için elinde imkanda olmadığını ve ciddi ciddi gitmeyi düşündüğünü söylemişti. Bir daha göremedim. Ama gitmediğinin haberini aldım. Belkide o da orada kalmanın önemini anladı ve kendi adına birşeyler yapmak için elinden geleni yapmak istedi. Çünkü insan orada o çaresizliği görünce boşver diyemiyor, bağlanıyor. Elimden ne gelir diye düşünmeye başlıyor. Belki de bu Türk Toplumunun özelliklerinden birisi. Tüm bu sorunların yanında kışın hava şartlarının oldukça sert geçmesi başka bir faktör. – 35 leri bulan soğuk, suların donması, yolların kapanması. Çoğu zaman zaten hayatın durmasını sağlayan faktörler. bulunduğum şube de suyu getirmek için 2 hafta uğraştığımız günler oldu. Zira boruya gelen su donuyordu. yeni çektiğimiz hat muslukları az açık bıraktık diye yine donmuştu. hortumla su getirmeye kalksak oda donuyordu. bunlarla da bitmiyor. Elektrik kesintileri jeneratör arızaları ve en önemlisi o soğukta ısınma problemi hergün uğraştığımız sorunlar arasındaydı. Ama biz askerdik her türlü probleme hazırlıklı olacak şekilde telkinlerle oraya gittik. Zaten o şartlara alıştığınız zaman sinir bozucu gibi görülen bu olaylara gülüyorsunuz. Güvenlik problemini saymıyorum zaten o bizim asli görevimizdi. Öyle sorunlar yaşıyor ki insan orada batıya geldiğinde herşeyin değerini dibine kadar anlıyor. fakat acı olan bunu yaşarak anlamak. sıkıntıyı görmeyen elindekinin kıymetini bilmiyor. Belki de bu yüzden toplumsal sorumluluklarımızın farkına varmıyoruz. Ülkemize dair sorumluluklarımızı yerine getirmiyoruz. Birlik olamadığımız için kalkınamıyoruz, sonucunda doğuda yaşanan sıkıntıların bir parçası bize ait. Peki biz ne zaman böyle olduk ? ne zaman doğu batı diye ayrıldık ? aslında bu soruların cevabı kolay. Bizi tabanı olmayan düşüncelerle birbirimize düşürdükleri zamanla ayrıma neden olan kürt sorunu, doğu sorunu - adına her ne koyarsanız – çıkış zamanı aynı zamana denk gelmektedir. Biz gereksiz kavgalarla birbirimizi yemeye başladığımız vakit gelişme adına hiçbirşey yapamadık. O günlerden sonra zaten hiç toparlanamadık sorunlar gün geçtikçe yapısallaştı bu konu gibi içinden çıkılmaz haller oldu. O zamanın ideolojik düşüncelere sahip gençlerinin yerini şimdi ise duyarsız,habersiz, boşvermiş gençler aldı. Şimdi bu gençler temel değerleri, örfü adetleri bir yana bırakıp modanın peşinde kendilerini helak etmenin yollarında. Tabiki hep birşeyler yapmak için çabalayan gençler de vardı. Ama maalesef hep azınlıkta kaldı. Yazdıklarım çoğumuzun bildiği, bazılarımızın bizzat yaşadığı sorunlardır. Amacım sadece bu kanayan yaranın unutulmamasını sağlamak gündeme taşımaya çalışmaktır. Bu büyük tehlikenin -suni gündemlerle- üstü örtülmeye çalışılmaktadır. Türkiye’de ne zaman bir olayın üzerinde çok fazla durulsa hep gördük ki başka olaylara bakmamız için yapılmıştır. Biz Türk gençliğiyiz. Yakın tarihimize bakarsak, bunun ne kadar değerli olduğu daha çabuk anlarız. Bize yakışan duyarlılığı hepimizin göstermesi dileğiyle. Günay Caymaz (bunlar benim degilde orada yaşıyan o havayı soluyan,o acıları hisseden birinin yazısı ifadeleri!!!!)
  24. Hımmm muzurluk...................

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.