Yayamaz Kayımca tarafından postalanan herşey
-
Yabancıların Ders Kitaplarında " Türkler ve Türkiye"
MAKEDONYA İlköğretim Tarih Kitaplarında; Yeniçeri ordusu 15 nci yüzyılda kurulmuştur. Başlangıçta bu ordu esir alınmış genç ve sağlam kişilerden oluşuyordu. Daha geç dönemlerde bu ordunun safları “kan vergisi (haracı)” olarak alınan Hristiyan çocuklarıyla dolduruldu. Reaya adıyla anılan esaret altına alınmış Hristiyan kitleler esas iş gücünü teşkil etmektedir. Bütün köylüler bağımlıdır ve reaya hiçbir imtiyaz hakkına sahip değildir. Sadece ağır yükümlülükleri vardır. Devlete karşı ana vergiler; haraç, hayvan vergisi, askerlik vergisi vs. şeklindeydi. En ağır vergi: “kan vergisi” yani devşirmedir. Hristiyanlar, yeniçeri askeri birliklerinin doldurulması için küçük ve sağlam çocuklarını vermeye mecbur tutuyorlardı. Kan vergisine karşı direniş çok büyüktür. Hristiyan halk bu şekilde çocuklarını Türkleştirmekten / Müslümanlaştırmaktan kurtarmak için değişik yöntemler kullanmışlardır. Osmanlı İmparatorluğundaki Hristiyan ahalinin durumu dayanılmazdı. Zulüm ve terör sıkça görünen vakalardır. İnsanların namusu ve onuruna el uzatılıyordu, kadınlar ve kızlar kaçırılıyordu. Doğu krizi döneminde Bosna-Hersek ve Makedonya’da ayaklanmalar meydana geldiğinde ve Sırbistan-Türkiye savaşı başladığında, 1876 yılında; Bulgaristan’da Türklere karşı güçlü bir ayaklanma başladı. Bu ayaklanma “Nisan Ayaklanması” olarak bilinmektedir. Türkler ayaklanmayı bastırmış ve 15 bin masum insanı öldürmüştür. Ejderhanın (Türklerin) öldürülmesi altyazısı olan Yunan kaynaklı bir karikatürde; Balkan İttifakı olarak: Sırp, Yunan, Karadağlı ve Bulgar, başında kavuğu olan bir ejderhayı öldürürken görülmektedir. Neguş ayaklanması sonunda; Neguş Kasabası Osmanlı askeri ve başıbozuklar tarafından ele geçirildi ve beş gün acımasız teröre, işkencelere ve yağmalamalara maruz kaldı. Bu esnada 1300 erkek öldürüldü ve çok sayıda köy yakıldı ve viran bırakıldı. Meriç Savaşı’ndan sonra Osmanlılar Makedonya topraklarına kuzeydoğudan ve güneyden saldırmaya başladılar. Makedonya toprakları birçok derebey, küçük devletlere ve knezliklere bölündü. Hükümdarlar arasındaki geçimsizliklerden yararlanan Sultan 1nci Murat büyük bir direnme görmeden birçok Makedon kentini işgal etti. Çok sayıda Makedon askeri esir edilmiş, köle pazarlarında satıldı. Osmanlılar işgal ettikleri topraklarda genç ve sağlıklı çocukları topluyor, bunlara İslam dinini kabul ettirdikten sonra özel askeri eğitimden geçiriyorlarmış. Yeniçeri adlı piyade olarak savaşa katıyorlarmış. Yeniçeri askeri; kan vergisi yoluyla ele geçirilen ve sonradan İslamlaştırılan Hristiyan çocuklarından oluşan askerdir. Osmanlı işkencecilerine karşı en etkili silahlı halk direnmesi olarak, haydutluk hareketi; 19 ncu yüzyılda da gelişme kaydetmiştir. Nyeguş ayaklanması merhametsizce bastırıldı. Bunun sonucu olarak, asker ve başıbozuklar beş gün boyunca şehri harabeye çevirdiler. Soygunculukla ellerine geçenleri alıp, cinayetler işlediler. 15 yaşından 65 yaşına kadar 1300 erkek katledildi. Otuz genç Nyeguşlu gelin çocuklarıyla birlikte Osmanlının eline düşmemek için; Nyeguş kentinden geçen Ara***a Irmağının şelalesine atlayarak intihar etti. Birçok köy yakılıp coğrafya haritasından silindi. ROMANYA İlköğretim Tarih Kitaplarında; Çok ciddi bir şekilde geri kalan Güneydoğu Avrupa acımasız bir devlet olan Osmanlı İmparatorluğu tarafından yönetilmekteydi. Osmanlı İmparatorluğu değişik hakimiyet şekilleriyle birçok halkın hakimi idi: Romenler, Sırplar, Yunanlılar, Bulgarlar. Bağımsızlık için Osmanlıya ayaklanan Yunanistan, elde ettikleri başarıları acılarla ödedi. Türkler tarafından köle olarak satıldılar, patrik ve papazlar öldürüldü. Bu zulümler Avrupa kamuoyu tarafından eleştirildi ve Osmanlıya karşı savaşın başlamasına neden oldu. (Türkler) Hunlardan Tatarlara kadar, yaptıkları yıkıcı baskınlarla, Roma ve Hristiyan Avrupa için, Hristiyanların günahlarına karşı tanrının gönderdiği cezanın sembolü oldular. Madde 2: “Yüksek Kapı” Valahia’ya iyi niyetle gitmeyen hiçbir Türk’ü affetmeyecektir. Madde 10: Hiçbir Osmanlı, cinsiyeti ne olursa olsun, Valahia’da doğmuş olan hiçbir kimseyi köle olarak almayacak, Romen topraklarına Müslüman camisi yapılmayacaktır. SIRBİSTAN İlköğretim Tarih Kitaplarında; Osmanlılar'ın işgalinden bahsedilmekte, Türklerin Hristiyanlar'dan kafir olarak bahsettikleri ve eşit muamele yapmadıkları, Sırpları sömürdükleri, baskı altında tuttukları, mallarına el koydukları, birçok vergiler uyguladıkları; başlangıçta Osmanlıların çok güçlü olmasından dolayı Sırp halkının karşı koyamadığı, Osmanlının işgal ettiği, yağmaladığı; 16 ncı yüzyılın sonunda Osmanlının ekonomik yapısının bozulmasından sonra, şiddet ve yağmacılığın daha da arttığı, idari yapıda bozukluklar meydana geldiği; işgal altındaki Sırp halkının ancak hayatını devam ettirebildiği; sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmenin durduğu; bazı Hristiyanların Müslümanlığı kabul ettiği, bunların çoğunlukla göçebe olan Güney Slavlar olduğu ve Bosna-Hersek’te bulundukları, Müslüman olduktan sonra bazı adetlerini ve dillerini korudukları fakat dini bağlarla sıkı sıkıya bağlandıkları Osmanlıları destekleyerek kendi ırklarına karşı düşman oldukları ifade edilmektedir. Türkler, paralı piyade (yeniçerileri) oluşturmuşlardır. Yeniçeriler, Osmanlılara yenilen milletlerden alınan çocukların, askerlik sanatını öğretmeleri ve Müslüman yapılmalarıyla oluşan bir yapılanmaya sahipti. Yeniçerilik, Sultanlar tarafından Hristiyanlara yüklenmiş olan Kan Vergisiydi. Türkler, bu iki Sırp'ı keserken orada olan İlija KOLARAC şöyle anlatmıştır: "Cellat, Prens Sima'yi keserken boynunu bir vuruşta kesemedi, birkaç defa vurdu. Prens, yiğitçe “Kes! Allah aşkına...” Kılıcı bekleyen ve bağlanmış olan Yüzbaşı DRAGİÇ bağırdı... O anda başka bir Türk koşup gelmiş ve DRAGİÇ'in kafasını uçurmuştur...." Vergiler iki katına çıkarılmış, Dayılar, yükselttikleri bütün Sultan gelirlerine (haraç, vergi, çubuk, gümrük) el atmışlardır. Haraç, iki ve üç katına çıkarılıp vergi, 15'ten 25-35 grosa yükseltilmiştir.Diğer vergiler de yükseltilmiştir. Bundan başka dayılar, subaşıları kendi isteklerine göre yargılamış; halkı dövmüş, öldürmüş, aşırı vergi almış, atları, silah ve hoşlandıklarını yağma etmişlerdir. Kanunsuzluk ve acımasızlıkla dolu olan bu yönetim, Belgrad Paşalığında halk ve Türk yöneticileri arasında çarpışmalara sebep olmuştur. Halkta telaş ve ayaklanma hazırlıkları hisseden Dayılar, ayaklanmayı bütün önemli milli önderleri öldürmekle önlemeye karar vermişlerdir. İlk yakalananlar arasında Prens ALEKSA, İlija BİRCANİN ve Milovan GRBOVİÇ idiler. Foçalı Mehmet Ağa'nın emriyle, Prens ALEKSA ve İlija BİRCANİN, 23 Ocak 1804 tarihinde, Valjevo şehrinde, halkın gözlerinin önünde kesilmişlerdir. ERMENİSTAN İlköğretim Tarih Kitaplarında; Birinci Dünya Savaşı Kafkas Cephesinde, Başlangıçta; Türkler büyük başarılar elde ettiler. Orada yaşayan Ermenileri, Yunanlıları, Asurluları katlettiler... İlk olarak Osmanlı Ordusundaki Ermenilerin ellerinden silahlarını aldılar ve onları yok ettiler. Ermenilere yolların inşası, barikatların kurulması ve yüklerin taşınması gibi en ağır işleri veriyorlardı. Sonra da askerler ya da polis onları ellişerli-yüzerli gruplar halinde götürüp katlediyordu. İkinci adım; önde gelen Ermenileri (doktor, öğretmen, din adamı, parti üyeleri vs) hapsedip yok etmekti. Ermenileri düşünen beyinlerden mahrum bırakıyorlardı. Ekseriyetle 18-45 yaş arasındaki genç Ermeni erkekleri sürgüne gönderiliyor ve yok ediliyordu. Kadınlar, çocuklar ve yaşlılar ise mecburi göçe ve katliama maruz kalıyordu. Ermeni halkının göç ettirilmesi ve katliamı 1914 sonu ile 1915 ilkbaharı ile başlar. Türk Devleti Ermeni ahalisini Ortadoğu’nun çöllerine sürgün ediyordu. Sürgün süresince Ermenilerin neleri varsa talan ediliyordu. Güzel kadınlar ve kızlar Müslümanların haremine götürülüyordu. Kürtlerin, çetelerin, polis ve askerlerin saldırılarına maruz kalıyorlardı. Yola devam edemeyenler öldürülüyordu. Sürgün yerine, sürgün edilenlerin %10’u ulaşıyordu; örneğin Trabzon’dan kovulmuş 3000 Ermeniden Halep’e 35 kişi ulaştı. Kalanı öldürüldü, ya da açlıktan, susuzluktan ve çeşitli hastalıklardan öldü. Güney şehirleri köle pazarlarına dönüşmüştü. Buralarda Ermeniler çok ucuza satılıyordu. Katliamlardan kurtulmak için çok sayıda Ermeni yurtlarını kendileri terketti. Kasım 1914’ten 1916’ya dek çoğunluğu kadın ve çocuk yüzbinlerce Ermeni, Rusya’ya, Doğu Ermenistan’a göçtüler. Katliamlar ve sürgün nedeniyle Batı Ermenistan, asıl sahibinden yani Ermeniler’den mahrum kaldı. (İstanbul ve İzmir’de yaşayan Ermeniler’in tamamı sürgün edilmedi.) 1915-1918 yılları arsında Jön Türklerin siyaseti soykırım olarak adlandırılmalıdır. Çünkü onların amacı Ermeni Milletinin kökünü kazımaktı. Osmanlı Türkiye’sinde yaşayan 2,5 milyon Ermeniden 1,5 milyonu öldürüldü ya da açlıktan, çeşitli hastalıklar yüzünden öldü. 200 bin Ermeni zorla Türkleştirildi. Vahşiler, imparatorluğun 66 şehir ve 2500 köyünün Ermeni ve Hristiyan halkını yok ettiler. 2350 kilise ve manastır, 1500 okul talan edildi ve yıkıldı. Osmanlılar; bankalardaki paralarına, onlara ait topraklara, çiftliklere, menkul ve gayrimenkullere el koydu. Türkiye tarafından, Ermeni sorununun çözümlenmesi amacıyla 1915-1923 yıllarında yapılan Ermeni soykırımının tanınması Ermeni milleti için prensip anlam taşımakladır. Soykırım olayının tanınmasıyla; Ermeni milletinin toprak taleplerinin ve uğratılan zarar tazminatının tanınması konuları ortaya çıkmaktadır. GÜRCİSTAN İlköğretim Tarih Kitaplarında; Transkafkas sınırında Türklerin egemenliği olduğu sürece Gürcistan’da barış garanti değildi. Davit, Ağmaşenebeli komşu, kardeş ülkeleri (Ermenistan ve Şarvan’ı) Türklerden kurtarma mücadelesinde teşvik etti. Şarvan için uzun süren savaş 1124 yılında Gürcülerin zaferiyle sonuçlanmıştır. 1124 yılında Ermenilerin başkenti Anisi’nin ileri gelenleri gelip Kral Davit’ten şehirlerini Türklerden kurtarmak üzere yardım istediler. Üç gün süren savaşta Gürcü ve Ermeniler birlikte Anisi’nin Müslümanlarını yendiler. 15 nci yüzyılın sonunda parçlanmış Gürcistan zor durumdaydı. Batıda Gürcistan’ın komşusu çok güçlü ve agresif Osmanlı Devleti oldu. Osmanlılar uzun savaşlar sonrası Gürcistan’ın eski komşusu Bizans’ı feth ettiler. 1453 yılında Konstantinepol’ü ele geçirdiler. Kuzey ve güney Karadeniz sahillerini de feth ederek Gürcistan sınırlarına dayandılar. Böylece Gürcistan’ın batı ile olan bağları tamamıyla kopmuş, Barbar Osmanlı Devleti ile komşu olunmuştur. Osmanlıların teşviki ile Batı Gürcistan’da esir ticareti (yerel nüfusun yurtdışı pazarlarında, özellikle Osmanlı İmparatorluğunda, köle olarak satımı) gelişmekteydi. SURİYE İlköğretim Coğrafya Kitabında; Toroslar’ın güneyinde yer alan Türkiye toprakları (Mersin ve Hatay) Suriye toprakları olarak gösterilmektedir. Osmanlı İşgali yaklaşık 400 yıl sürmüştür. Araplar, ülkelerinin hürriyetini çok sayıda şehit vererek sağlamışlardır. İngiliz ve Fransız işgalleri ise Suriye’nin kuzey bölgelerinin ve İskenderun sancağının zorla koparılmasına yardım etmiştir. Suriye ovalarının en genişi olan bu ova, Toros Dağları eteklerinden başlar ve Fırat Vadisi’ne kadar uzanır. 105 nci sayfada "Suriye Nehirler Haritası"nda; Hatay, Suriye'ye dahil olarak gösterilmekte, Toros dağlarının güneyinde kalan bölge zorla koparılmış bölge olarak belirtilmektedir. 107 nci sayfada; "Asi Nehri" iç sular arasında sayılmaktadır. Fırat ve Dicle Nehirleri için "Ermeni yükseltilerinden doğmaktadır." açıklaması bulunmaktadır. İlköğretim Tarih Kitabında; Türkiye, nüfus çoğunluğunun Türklerden oluştuğu bahanesiyle İskenderun Sancağı’nı istiyordu. Fransa'da İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye'nin İtilaf Devletleri safında yer almasını sağlamak maksadıyla bu konuda Türkiye'yi cesaretlendiriyordu. Sorun Milletler Cemiyeti’ne götürüldü. Cemiyet, nüfusun bu konudaki arzusunu belirlemek maksadıyla uluslararası bir komisyon gönderdi ve İskenderun Sancağı’nın Suriye'den ayrılarak, kendi egemenliğine sahip bir devlet olmasına, ancak dış ilişkilerde Suriye'ye bağlı kalmasına, Arapça ve Türkçenin resmi dil olarak kabul edilmesine karar verildi. Bu karar sancakta bulunan Arapların karşı koyması ve protestosu ile karşılandı ve her türlü takdire layık bir Arap mukavemeti oluştu. Fransa'nın sorunun Arapların lehine çözülmesine yardımı gerekirken, 23 Haziran 1939'da birliklerini İskenderun sancağından çekti ve Fransız birliklerinin yerini Türkler aldı. Vilayeti Türk Devletinin bir parçası haline getiren bu harekete muhalefete rağmen, İskenderun Sancağı Türk Devleti tarafından işgal edildi. İlköğretim Coğrafya Kitabında; “Tabiat Özellikleri” bölümünde “Başlıca orta seviyede yükseltiler; doğuda Ermeni yükseltileri, batıda Anadolu yükseltileridir.” 137 nci sayfada aynı konuda “Ülkede başlıca iki sıradağ uzanmaktadır: Bunlar kuzeyde Pontus Dağları, güneyde Toros Dağları’dır.” Açıklamaları yer almaktadır. İlköğretim Tarih Kitabında; Osmanlı Devleti ilim ve irfan devleti değil, bir savaşlar devleti olmuştur. Aynı zamanda yenilikçi ve planlı bir devlet olmamış, hareketsiz ve karışık bir devlet olmuştur. Bu ve benzeri bir çok sebeple Araplar Osmanlı işgali döneminde iktisadi olarak gerilemiştir. ÜRDÜN İlköğretim Coğrafya Kitabında; Şematik olarak Arap dünyasının yağmur dağılımının gösterildiği bir haritada, Hatay’dan İskenderun ili olarak bahsedilmekte ve Suriye sınırları içinde gösterilmektedir. İlköğretim Tarih Kitabında; ...İttihatçılar Şam'da bulunan Türk Ordu Komutanı olan Zeki HALEPİ Paşayı görevinden aldılar, bunun nedeni Zeki Paşanın Arap asıllı olmasıydı , onun yerine ittihatçı olan Cemal Paşayı göreve koydular, Cemal Paşa Araplara karşı çok yanlış politikalar uyguladı, Cemal Paşa aşırı güç ve şiddet kullandı, milletin mahsullerine el koydu, yeni vergiler uyguladı. Cemal Paşa bütün bunları Osmanlı Ordularının takviyesi için yaptı, çok sayıda Arap ailesini Anadolu'ya sürgün olarak gönderdi. Osmanlı Ordusunda hizmet veren Arap birliklerini tenha cephelere yolladı , bununla yetinmeyip Ağustos 1915 ve Mayıs 1916 tarihlerinde çok sayıda milliyetçi Arap’ı Şam ve Beyrut'ta astı. İlköğretim Coğrafya Kitabında; Türkiye'nin Fırat Nehri üzerine dünyanın en büyük barajını yapması, Suriye ve Irak'a Fırat Nehri’nden giden suyun miktarını azaltmıştır. Türkiye bununda ötesine giderek suyun bazen petrolden daha pahalı olabileceğini açıklamıştır. İlköğretim Tarih Kitabında; Bölgede çıkartılan Arap isyanlarının nedenlerinin, Osmanlı askerlerinin ve yönetiminin halka kötü davranması, özellikle kadınları çalıştırması ve onlara kötü muamele yapması, aşiret şeyhlerine verilen paraların verilmemesi ve vergilerin artırılması olduğu yer almaktadır. UKRAYNA İlköğretim Tarih Kitaplarında; Sırbistan ve Bulgaristan ile savaşan Bizans İmparatorluğu, bazen Osmanlılardan yardım istemekteydi. Türkler, boğazdan geçerek Balkan yarımadasına yağmacı akınları düzenlemeye başlamışlardır. Tarihçiler akınları şöyle değerlendirmektedirler: "Hırıstiyanlardan bazıları katledilmiş, bazıları da esarete alınmış, kalanlar ise açlık nedeniyle kitlesel olarak ölmekteydi." Türklerin askeri kuvvetleri, Avrupa ülkelerinin ordularından sayısal olarak fazlaydı. Sultan ordusunun ana unsuru olan müteaddit süvari birikleri, sultandan hizmetleri karşılığında toprak alan askerlerden oluşmaktaydı. sultanın emrinde daimi piyade gücü de vardı: Yeniçeriler. Türkler, fethettikleri ülkelerde en güçlü erkek çocukları esarete alıp kendilerine Müslümanlığı kabul ettirmekte ve Hrıstiyanlara karşı kinle yetiştirmekteydi. Bu çocuklar, sultandan cömert maaş almakta ve hükümdarlarına sadakat göstermekteydi. 1453 yılında Bizans İmparatorluğunun varlığına son verilmiştir. Sultan, yağmalanmak üzere şehri üç günlük süre için askerlere devretmiştir. Muhafızların büyük kısmı katledilmiş, yaklaşık 60 bin insan köleliğe satılmıştır. Sultan büyük bir törenle şehre girmiştir. Kendisi Aya Sofya Kilisesi’ni ziyaret ederek bunun cami haline getirilmesini emretmiştir. Türkler tarafından İstanbul olarak adlandırılan Constantinopol, Osmanlı Devletinin başkenti olmuştur. Osmanlı İmparatorluğunun halkları, fatihlerin sert zulmüne maruz kalmışlardır. Müslüman olmayan her erkek, yaşından bağımsız olarak hazineye kişi başına belirli bir vergiyi ödemek zorundaydı. Bunun dışında Müslüman olmayanlar, kale, yol, köPage Rankü ve camilerin inşaatında ücretsiz olarak çalışmak zorundaydılar. Kendilerine at sürmek, silah taşımak veya Türklerden daha yüksek evleri yapmak yasaklanmıştır. Vergi ödemekle yükümlü nüfus, Osmanlı derebeyleri tarafından ********** şekilde "raya" (sürü) olarak adlandırılmıştır. Sultan tarafından askerlerine hizmetleri karşılığında verilen topraklarda, yerel köylülerin toprak sahibi lehine de bazı çalışma yükümlülükleri mevcuttu. Fatihlerin sert zulmüne rağmen Slav halkları, kültürünü, adetlerini ve dillerini muhafaza edebilmişlerdir. 1535 yılında l nci Fransisk; Hristiyanların en korkunç düşmanı olan l nci Süleyman ile anlaşma yapmıştır. Fransa için elverişli ticaret anlaşmaları imzalanmış: Fransızlar, Osmanlı Imparatorluğuyla yapılan ticaret alanında bazı kolaylıklar elde etmiş, tüccar mülkiyetinin dokunmazlığı vaad edilmiş, Fransız gemilerinin tutuklanmaları ve denizcilerinin köle olarak satılması yasaklanmıştır. Müteakip yıl Fransa, Gabsburg'lara karşı müşterek hareketler konusunda Osmanlı Imparatorluğuyla mutabakat sağlamıştır. V nci Carl'ın l nci Fransisk'ı "dinsiz köpekle" (Osmanlı ile) ittifak kurmakla suçladığı zaman Kral şu şekilde cevap vermiştir: "Sürümün kurt dişlerine düşmesini önlemek üzere köpeğin yardımından yararlandım".
-
Yabancıların Ders Kitaplarında " Türkler ve Türkiye"
DANİMARKA İlköğretim Coğrafya Kitabında; Sayıları 25 milyona ulaşan Kürtler (13-14 milyonu Türkiye’de), dünyadaki anavatansız halktır. Burada bulunan ve Türk olarak adlandırılan halkın çoğu aslında Kürttür. Türk Devleti Kürt halkının varlığını reddetmektedir. Kürtlerin demokratik hakları kısıtlanmaktadır. Parlementoya seçilmiş bile olunsa Türkiye’de Kürtçe konuşmak hapis nedenidir. Türk polisi ve askerinin yargısız tutuklamaları, köyleri harap etmeleri Kürtleri sürekli tedirginlik içinde yaşamaya itmektedir. Bölgedeki iç savaşta 37.000 kişi ölmüştür. Ayrıca 2.500 Kürt köyü yıkılarak boşaltılmıştır. Yapılan baskılar nedeniyle Batı Avrupa’ya gelen yabancıların büyük kısmını Kürtler oluşturmaktadır. FRANSA İlköğretim Tarih – Coğrafya Kitabında; Fotoğrafın altında “1918'den sonra Osmanlı İmparatorluğunda Ermeni yetim ve öksüzleri" ibaresi bulunmaktadır. Fotoğrafta yerlerde çok kötü durumda, yarı çıplak küçük yaşlarda kız ve erkek çocuklar görülmektedir. Eğitim sistemi itibarıyla ezberden çok, tartışma ve yorum yönteminin uygulandığı bu ülkede, tartışma ve yorum yapmaya müsait bu resimle Osmanlı İmparatorluğu ilişkilendirilerek, sözde Ermeni soykırımı; Ermeniler kimdir? Bu çocuklar neden öksüz kalmışlardır? Osmanlı İmparatorluğu içerisinde ne kadar Ermeni yaşıyordu? Bunlara ne oldu? gibi sorularla işlenmektedir. Savaşta Avrupa'da en az 8 milyon insan ölmüş, milyonlarcası yaralanmış veya sakat kalmıştır ve üstelik savaş 1 milyondan fazla Ermeninin göç ettirilmesi ve katledilmesiyle 20 nci yüzyılın ilk soykırımı sonucunu doğurmuştur. Fotoğrafta, bir bina önünde üç Ermeni din adamı ve önlerinde yerde yatan öldürülmüş insanlar (Kitaba göre Ermeniler) görülmektedir. Fotoğrafın altında "Ermeni katliamı (1919)" yazısı ile "1915'te Türk Hükümetinin aşırı uçtaki kanadınca alınan önlemler, İmparatorluktaki Ermenilerin büyük bir bölümünün yok edilmesine yol açtı. (en az 600 bin ölü)" açıklaması bulunmaktadır. "Cephede Savaş Dehşeti" isimli konu alt başlığında "Bu savaş esnasında 20 nci yüzyıl, ilk soykırım ile tanışmış oldu. Büyük çoğunluğu Müslüman olan Osmanlı İmparatorluğunda Hıristiyan Ermeniler, Rus saldırılarına destek vermekle suçlandılar. 1,5 milyon Ermeni kadın, çocuk, erkek 1915'te sürgüne gönderildi ve Türk hükümetinin emri ile katledildi" ifadesi yer almaktadır. Fotoğrafın altında "1915'te Ermeni Katliamı" yazısı ile "Ermenilerin tutuklanma ve sürgüne gönderme kararını kim aldı?" sorusu bulunmaktadır. Söz konusu fotoğrafta ise elleri tüfekli, fesli ve bıyıklı, asker elbisesi giymiş iki kişi ile, kafatasları görülmektedir. İlköğretim Tarih Kitabında; Altında Ermeni katliamı yazısı bulunan resimde temsili olarak Ermenilerin kadın, erkek, çocuk, bıçakla ve tüfekle katledilmesi gösterilmektedir. Sayfanın sağ üst köşesindeki haritada Türkiye'nin kuzeydoğusu “Ermenistan” olarak gösterilmiştir. Resimde Sırpları katleden Türkler gösterilmekte ve altında: "Zorbalıklar başlıyor, Sırp köylülerin Türk çetelerince öldürülmesi" yazısı yer almaktadır. Kitabın insan hakları ihlallerinin kronolojik olarak gösterildiği sayfasında, 1915 Yılı için "Ermenilerin Türkler tarafından katledilmesi 20 nci Yüzyılın ilk soykırımıdır." ibaresi yer almaktadır. "Lise 2 nci sınıfta Ermeni sorunu nasıl kavrattırılır?" sorusu yer almakta ve altında "Neden bu seçim?" sorusuna üç maddelik yanıt verilmiş: -09 Aralık 1948 Soykırım Suçlarının Cezalandırılması Sözleşmesi ile tanımlanan ve 16 Nisan 1984 Yılında halkların sürekli mahkemesi tarafından 20 nci Yüzyılın ilk soykırımı olarak kabul edilen soykırıma karşı borç olduğu için, -Milliyetçilik ilkesinin değişime ve büyük güçlerin çıkarlarına karşı daha hafif kaldığını göstermek için, -Soykırım ve savaş suçlarının kabul edilmesindeki güçlüğü göstermek için. İlköğretim Sosyal Bilgiler Kitabında; Kitap, ***/KONGRA-GEL terör örgütünü, Abdullah ÖCALAN’ı, meşru ve masum bir bağımsızlık mücadelesi yapıyor olarak göstermektedir. Bir ortaokul öğrencisinin anlayacağı şekilde basit bir dille yazılmış olan kitabın 36 ncı sayfasında "Türk Hükümeti modern ve liberal olarak görünmek istemektedir. Türkiye, AB’ne aday olmak üzere başvurmuştur. Kanunlarla yönetilen barış içinde bir devlet imajı vermeye çalışmaktadır. Ancak ***/KONGRA-GEL üyelerini ve Kürt milliyetçilerini öldürmek veya yakalamak için kuvvete başvurmaktadır." denilmektedir. lköğretim Coğrafya Kitabında; "Dünyanın Bugünkü Jeopolitiği" adlı konu verilirken bir dünya haritası çizilmiş ve üzerinde çatışma bölgeleri gösterilmiştir. Haritada Türkiye'nin güneydoğusu da çatışma bölgesi olarak gösterilmektedir. Ortadoğu haritası üzerinde, Türkiye'nin güneydoğusu, Kuzey Irak ve İran'ın batısı ile Suriye'nin bazı bölümleri Kürt bölgesi olarak gösterilmiştir. Ayrıca Şırnak kenti de yüksek çatışma bölgesi olarak belirtilmiştir. GÜNEY KIBRIS RUM YÖNETİMİ İlköğretim Okuma Kitabında; “Harap Bir Köy” adlı okuma parçasında, köyün 1974 yılında Türkler tarafından harabeye çevrildiği anlatılmaktadır. Parçada köy halkının her şeyi bırakarak köyü terk ettiği dramatize edilerek resimli bir şekilde anlatılıyor. Kuzey Kıbrıs Yunanlıları Türk Ordusu tarafında evlerini terk etmek ve adanın özgür bölgelerine göç etmek zorunda bırakıldılar. Parçada; kuzeyde bıraktığı evi ziyarete giden ailenin büyük kızı dönüşte iki salyangoz getirir. Evin küçük kızı salyangozları görünce gözleri dolar: “Evlerini sırtlarında taşıyorlar, keşke ben de aynısını yapabilseydim.” “Göç” başlıklı yazıda, Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında yaşanan nüfus mübadelesinde Yunanlıların evlerini, topraklarını satıp göç ettikleri konusu trajik bir şekilde anlatılmaktadır. Yazıda, Mihalis KASİALOS adlı bir halk sanatçısının (ressam) 1973’te Paşaköy’de inşa ettirdiği ve duvarlarını dillere destan bir şekilde kendi elleri ile resmettiği kilise anlatılmaktadır. Yazının devamında 1974 ağustosunda Türk Askerlerinin köye girip birçok masum kişi ile birlikte yaşlı KASİALOS’u da öldürerek etrafa zarar verdiklerinden bahsedilmektedir. Sonunda ise yaşlı KASİALOS ölmüş olsa bile resimlerinin ölümsüz bir şekilde orada kalacağından söz edilmektedir. 1821 ayaklanmasını anlatan yazıda; Sakız Adası’nın Türkler tarafından yerle bir edildiği, köy ve şehirlerin yakıldığı; kadın, çocuk ve ihtiyarların boğazlandığı, genç kızların ise yine Türkler tarafından köle pazarında satıldığı anlatılmaktadır. İzmir’in Türklerin eline geçmesi ve devamında yaşanan nüfus mübadelesinin trajik bir şekilde anlatıldığı yazı; İzmir’in alevler içinde kaldığı, Yunanlı nüfusun canlarını kurtarmak için küçük sandallara dolup denize açıldığı görüntüsü yaratılan bir resimle desteklenmiştir. Hikayede EOKA’cı Grivas’ın da lakap olarak aldığı efsanevi Diğenis AKRİTAS’ın Beşparmaklar ile öyküsü anlatılmaktadır. Beşparmaklar’ın ilk çağlardan beri Helenlere ait olduğunu vurgulanmaktadır. Öykü ilk çağ dönemine ait olmasına rağmen konu Türklere getirilmekte ve Eflaklı bir Yunan çocuğun nöbet yerine giderken Türk-Arap korsanların Kıbrısa saldırdıkları ve adanın yeşil kıyılarının kızıl kana bulandığı anlatılmaktadır. Nöbetçi çocuğun, arkadaşlarına, kardeşlerine kılıçlarını kuşanıp Türkler ve Araplara karşı savaşmaya çağırdığı bir kahramanlık öyküsü olarak anlatılmaktadır. “Türk İşgali” adlı şiirde Barış Harekatı dramatize edilerek anlatılmaktadır. İlköğretim Din Bilgisi Kitabında; “Ben Hristiyan doğdum, Hristiyanım, Hristiyan öleceğim.” Bu sözlerden sonra Türkler onu zindana attılar ve birkaç gün sonra yaşamı tüyler ürpertici bir şekilde sona erdi.. İlköğretim Tarih Kitabında; Seni ilk oğluna ağlamak zorunda bıraktığım için ağlama, umutsuzlanma anneciğim. Eğer bunca anneler ağlıyorsa bunun suçlusu Türklerdir. Bana süt içirip büyüttüğün kulübemize bir Türkün efendi olmasına kalbim dayanamıyor, tahammül edemiyorum. Bunu sen de biliyorsun anne. Bu kitabın tamamı Türk düşmanlığı içermektedir. İlköğretim Okuma Kitabında; “Kıbrıs’da”, “Kıbrıslı Çocuk”, “Vatan” ve “Bölünmüş Vatanımız Hakkında Küçük Çocuğun Merakı” adlı şiirlerde ilkokul ************************************************** ******************** Kıbrıs’ın bölünmüş olduğu ve yeniden birleşmesi için dileklerde bulundukları, geride (kuzeyde) bıraktıkları yerlere ve evlerine dönmek istedikleri, Türklerin Güzelyurt ve Maraş’ı harabeye çevirdiği gibi konular işlenmektedir. Eftihia Teyze, Erenköy’ün Yalusa Köyü’nde ailesiyle birlikte mutlu bir hayat sürüyordu. İnsanlar ister Yunan olsun isterse Türk olsun herkese yardım ediyordu. Fakat 1974 yazında kötü olay ansızın gelişti. Oğlu Aleksandros, onun karısı Avgi ve çocukları ile birlikte esir oldu. Aleksandros Kıbrıslı Türkler tarafından bir soruşturma için tutuklandı. O günden beri hiç kimse kendisini görmedi, kayıp. İlköğretim Coğrafya Kitabında; “Türkler 1974 Temmuzunda Kıbrıs’a askeri çıkarma yaptılar. 200 bin Rum zorla evlerinden atıldı ve kendi vatanlarında göçmen oldu. Birçoğu Türkiye’deki hapishanelere götürüldü. Bu kişilerden 1619’u halen kayıptır. Bu kişilerin aileleri, yakınlarının akibetlerinin belirlenmesi için o zamandan itibaren süregelen bir mücadele başlatmışlardır. Türk işgali altında bulunan topraklarda, 1974’te 20 bin mahsur insan kalmıştır. Türkler bu kişileri, yavaş yavaş oradan gitmeye mecbur etmişlerdir. Bu kişilerin sayıları devamlı azalmaktadır. 1994’te bu kişilerin sayısı 900’ü geçmiyordu.” Parçanın sonunda, parça içerisinde geçen rakamlarla ilgili sorular sorulmaktadır. Örneğin: “Kıbrıs’a Türk işgali ...... Temmuz’unda yapılmıştır.” İlköğretim Din Bilgisi Kitabında; Türk döneminde Kıbrıs Kilisesinin varoluş mücadelesi verdiğinden bahsederek Türklere “barbarlar” diye hitap etmektedir. Kıbrıs Kilisesini Nuh’un Gemisi’ne benzetmektedir. 1821’de Türklerin Rum papazları katlettiği, 1974 Yılında Kıbrıs’ı işgal ettikleri belirtilmektedir. İlköğretim Sosyal Ahlak Dersi Kitabında; Karikatürize edilmiş haritada, Kıbrıs; üzerinden kan damlayan dikenli tellerle ikiye bölünmüş ve kuzey tarafının üzerinde Türk bayrağı bulunan bir asker botu ile ezilmekte. Altındaki açıklamada: “Kıbrıs devletinin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı 1974’teki Türk işgali ile açık bir şekilde ihlal edilmiştir. Haritada Kuzey ve Güney sınırları gösteriliyor. Haritanın üstüne “ Unutmuyoruz” diye büyük bir başlık atılmış, altındaki açıklamada ise: “İşgal Bölgesi %36.4, 3 bin ölü, 1619 kayıp ve 824 esir.” İlköğretim Din Bilgisi Kitabında; Türk döneminde sürekli despotluk olduğu, Türklerin Ortodoks kiliselerini camilere çevirdiği, kiliseye acımasız vergiler uyguladıkları, papazların sürgüne gönderildiği ve Türklerin kiliseleri yağma ederek kiliselere saygısızlıkta bulunduklarından bahsedilmektedir. Türklerin Hristiyanlığa düşman olduğu izlenimi yaratılmaktadır. x_m.e.e 14-12-2006, 18:37 İNGİLTERE Müzenin “Crime Against Humanity” bölümünde “Armenia 1915” başlığı altında Türklerin 1915 yılında Ermenileri nasıl katlettiklerini anlatan bir bölüm vardır. Bu bölümde sözde Ermeni soykırımının nasıl başladığı anlatılmaktadır. Müzenin “Crime Against Humanity” bölümünde “The continuing Plight of the Kurts” başlığı altında Kürtlerin kim olduğu ve Kürtlere karşı yapılanlar yıllara göre ayrı ayrı anlatılmaktadır. İSVEÇ İlköğretim Coğrafya Kitabında; Haritada Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin bir kısmı “kürdistan” olarak gösterilmiştir. Atlasın Kültür ansiklopedisi bölümünde, çeşitli milletlerin tanıtıldığı kısımda, Kürtlerin hayvancılıkla uğraşan, Türkiye, İran ve Irak’ta yaşayan, baskı altında yaşadıkları iddia edilen Müslüman halk oldukları ifade edilmektedir. İTALYA İlköğretim Coğrafya Kitabında; Türkiye nüfusunun çoğunluğu Türk halkından ve azınlık Kürt halkından oluşmaktadır. Kürt halkı, sistematik olarak politik bir baskı rejimi uygulanması nedeniyle göçe itilmektedir. Kürt halkı, politik açıdan birden çok ülkeye ait olan Kürdistan bölgesinde yaşamaktadır ve sürekli olarak politik baskı altında tutulduklarından dolayı dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış durumdadırlar. Birinci Dünya Savaşı sonunda büyük devletler tarafından Kürt halkına toprak verilmesi sözü tutulmamış ve bunun sonucu olarak Kürt halkı, Türkiye, Suriye, Irak ve İran topraklarına yayılmışlardır. Şu anda, Türkiye’de yaşayan Kürt halkının nüfusu 15 milyon civarındadır. Türk Devleti, Kürt halkına karşı işgal, yerleşim bölgelerini yok etme, halkı göçe zorlama şeklinde askeri baskı altında tutmaktadır. Kürt kimliğini yok etmeye çalışarak, Kürtleri, “Dağ Türkleri” olarak çağrılmaya zorlamaktadır. Kürtçe konuşulması yasak olup, Kürt çocuklarının eğitimleri yalnızca Türk öğretmenler tarafından yapılmaktadır. Kürt sorunu, Abdullah ÖCALAN’ın (Kürt halkının özgürlüğü ve hakları için askeri ve politik metotlar kullanarak savaşan ***/KONGRA-GEL partisi başkanı) yakalanmasından sonra uluslararası bazda gündeme gelmiştir. Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası teşkilatlar birçok kez Türkiye’yi ve Kürt halkının yaşadığı diğer ülkeleri, Kürt halkına karşı uygulanan baskı rejimlerinden dolayı suçlamıştır. Türkiye’nin radikal İslam’a karşı aldığı pozisyondan dolayı ve bulunduğu bölgede denge unsuru olması gibi stratejik konumu vardır. Bu nedenler, Kürt halkına uyguladığı baskıların, uluslararası platformda yeterince sert bir tepki almasını engellemiştir. MACARİSTAN Macaristan Kültür Bakanlığı İnternet Sitesinde; 1456 Yılında Osmanlı Ordularının Macaristan istikametine yönelmesi üzerine Papa III ncü CALİXTUS Hıristiyan dünyasını Haçlı seferine davet etti ve Hıristiyanlardan savaşın kazanılması için kiliseye giderek dua etmeleri ve kiliselerde günde üç kez çan çalınmasını emretti. Bu duyuru beklenilenden daha etkili oldu. 22 Temmuz 1456’da Macar Komutanı Janos HUNYADİ komutasındaki birlikler Belgrad’da Osmanlı Ordusuna ağır kayıplar verdirdiler. Bir çok kişi yapılan duaların bu başarının kazanılmasında etkili olduğunu düşündü. Papa bu zaferi 06 Ağustos’ta öğrendi ve Hıristiyan Dünyasında zafer günü olarak kutlanmasını buyurdu. Papa VI’ncı ALEXANDER, 09 Ağustos 1500’de bütün Hıristiyan dünyasında kiliselerde öğle vakti çanların çalmasını buyurdu. Bu nedenle her gün saat 1200’de kiliselerde çalan çanların anlamı Türklerin 1456’da Belgrad’da yenilgiye uğratılmasını kutlamaktır. İlköğretim Tarih Kitabında; Kitabın, Ermeni ve Kürt sorunu bölümlerinde, ATATÜRK’ün görüşlerine de yer vererek tamamen İngiliz görüşü yansıtılmaktadır. Kitapta Türkler aleyhinde ağır eleştiriler bulunmaktadır. Sözde Ermeni Soykırımını Ermeni trajedisi olarak ifade eden yazar, kitabında ATATÜRK’ün Ermenilerin güneye göç ettirilmesi esnasında katliama uğradığı ve sorumluların cezalandırılmasını talep eden görüşlerine yer vermektedir. Tehcir kanunu nedeniyle Ermenilerin yalnız doğu Anadolu’da değil, Trakya’da dahil olmak üzere bütün bölgelerden göç ettirildiği ve göç esnasında Kürt aşiretler tarafından katliama tabii tutulduğu ifade edilmektedir. Binlerce Ermeni’nin de Alman subaylar ve Alman Protestan din adamları tarafından kurtarıldığı ifade edilmektedir. Yazar ayrıca, AB Parlamentosunun 1987 tarihli kararına gönderme yaparak, 1948 tarihli BM Anlaşması gereğince 1915-1917 tarihlerinde meydana gelen olayları soykırım olarak kabul etmesi gerektiğini belirtmektedir. Kürt İsyanı bölümünde ise, 1925 ve 1937 isyanlarının bastırılmasında uygulanan yöntem ve taktikler nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti ve TSK eleştirilmektedir. Olayları İngiltere’nin Trabzon Konsolos yardımcısının görüşlerinden alıntılar yaparak tek taraflı olarak anlatmakta ve sözde Ermeni soykırımı ile benzerlikler kurmaktadır. ARNAVUTLUK İlköğretim Tarih Kitaplarında; Yabancı işgalcinin (Osmanlı İmparatorluğu) nefret uyandıran bayrağı ne kadar daha Kruya'nın surlarında dalgalanacak? Türkler, Arnavutluk'u ele geçirip ateşe verdi. 500 sene boyunca el ve ayaklarımıza kelepçe vuruldu. Köleliğin elbisesini çıkart ve cesaretin silahlarını giy. "Arkadaşlar, Türk itine vurun!" dedi ve düşman saflarına daldı. Osmanlıları ölüm bitirsin! Yeteri kadar ezdiler bizi. Türkler senin nerede olduğunu öğrendiği zaman seni köle yapar, annenin ırzına geçer. Arberia bölgesini işgal ettikten sonra Osmanlılar çaldılar, yaktılar ve ne buldularsa her şeyi mahvettiler. İtalya'da ve diğer ülkelerde hümanizm kültürü yerleştirildiği zaman Arnavut vatanına Osmanlı işgali yerleşti. Osmanlı ordusu şehirlerle beraber kültürü de bozdu. Osmanlı işgali boyunca Arnavut kültürü mahvoldu. 17 nci yüzyıl başında Osmanlı İmparatorluğu bütün Arnavut topraklarını işgal etti. Osmanlılar politik ve ekonomik baskıyı arttırmak için bir çok bölgeyi parçalayarak yeni bir düzen kurdu. Osmanlı işgalinden Arnavut şehirleri savaş boyunca çok ağır etkilendi. İnsanların öldürülmesi ve ekonominin mahvedilmesi dışında toplumun bir parçası yurt dışına göç etmiştir. Osmanlı işgali uzun sürdüğü için eğitimi de çok etkiledi. Halkın çoğu okuma-yazma bilmiyordu. 19 ncu yüzyılda Saray, Arnavut dilinin öğretimine ve okullarının açılmasına izin vermiyordu. Arnavut eğitimi ve kültürünün gelişimini engellemek için Türkler bir çok şey kullandılar. Bunlardan birisi: Arnavutça dilinin Türk ve Arap alfabeleriyle yazılması propagandasıydı. Bu tür şeyleri Osmanlılar, Arnavutça dilinin gelişimini engellemek için ve Müslümanlar ile Hıristiyanlar arası çatışmaların oluşması için yapıyorlardı. BOSNA – HERSEK İlköğretim Tarih Kitaplarında; Düzenli Türk Birlikleri geldiğinde, isyancıların cesur savunma mücadelelerine rağmen ayaklanma kanlı şekilde bastırılmıştır. Türk Ordusu birçok Sırp Köyünü soymuş ve yakmıştır. Türkler itaatkar Hristiyan nüfustan çıkan ve Yeniçeri olarak adlandırılan, paralı piyadelerden oluşan yeni bir asker sınıfını ordu sistemine sokmuştur. İşgalciler haracı/vergiyi Hristiyanların kanına empoze etmişlerdir. Zaman zaman çocuklarını almışlar, onları götürüp asker adayı olarak okutmuşlar ve Türk Ordusunun elit birliği olan Yeniçeri sınıfı için hazırlamışlardır. Hristiyan ailelerin çocukları asker adayı olarak okutulmalarının yanı sıra Osmanlı ruhuyla eğitilmişlerdir. Onların profesyonel asker olarak evlenme hakları yoktu. Osmanlılar itaatkar halkları barbarca ezmiş; çok sayıda harç ve vergi ödemek zorunda tutmuştur. Osmanlılarda yolsuzluk, şiddet, soygunlar ve asalaklık idarenin temel unsurlarıydı. Bu durum, çoğunlukla hayatta kalma mücadelesi veren iteatkar nüfusun ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimini imkansız hale getirmiştir. Ortadokslar dini vecibelerini yerine getirmekte büyük zorluklarla karşılaşmıştır. Türkler tembel oldukları için esir ticareti yapıyorlardı. Esir Hristiyanlara katı tutum sergilendiği için ve bazıları esaretten çabuk kurtulacaklarını düşündükleri için Türkleşmişlerdir. Türk Akıncıları hiçbir direnişle karşılaşmadan, Slovenya ve Hırvatistan topraklarını yağmaladılar. Split rahibi Roma’da: “Türkler, annelerin elinden bebeklerini alıyorlar, kadınlara kocalarının önünde tecavüz ediyorlar, genç kızları ailelerinden koparıyorlar; yaşlıları çocuklarının önünde öldürüyorlar. Bunları kendi gözlerimle gördüm.” Farklı kaynaklara göre Türkler 200 şehri işgal ettiler; 100 bin insanı köle, 30 bin genci de yeniçeri yaptılar. 1524’te Türkler Konjic’teki tüm Fransiskan keşişlerini öldürdüler, cesetlerini Neretva Nehri’ne attılar ve manastırları, binaları, çevrelerindeki kiliseleri tahrip ettiler BULGARİSTAN İlköğretim Tarih Kitaplarında; Yeniçerilerin Bulgaristan topraklarında büyük kötülük yaptıkları, gaddar askerler olarak hatırlandıkları, Sultanın kan vergisi adı altında yeniçeri toplama usulünün gaddarca olduğu, Birkaç yıllık sürelerle kuşatılan topraklarda sultanın adamlarının çok çocuklu Hristiyan ailelerden birer çocuk aldıklarını, Korkutulan bu ************************************************** ******************** muhafızlar vasıtasıyla uzun süren yaya yolculuklar ile İstanbul’a götürerek Türkleştirdiklerini, Bu çocuklara sultanın kölesi gibi davrandıklarını, toplu olarak yaşadıkları yerden çıkmalarına izin vermediklerini, Ordunun yeni sefer ilan ettiğinde ve sefer yerine giderken geçtikleri bölgelerde hırsızlık ve akla sığmayacak her türlü deliliği yaptıklarını anlatmaktadır. Osmanlıdaki kölelikten bahsederken; Türklerin aydınlatılabileceğini ancak bunun boş bir çaba olacağını, Türklerin cehaletle beslendiklerini, fanatikliğin ufuklarını daralttığı ifade edilmektedir. 1350 yılında Osmanlıların Bulgar topraklarına girdiğinde toplu katliamlar yaptıkları, dini binaları yaktıkları, kadın ve çocukları esir alıp sattıkları anlatılmaktadır. Sultan Beyazıt döneminde, Türk Bölge İdarecisinin, ileri gelen Hristiyan din adamlarını müşterek konuları görüşmek üzere çağırarak, genç-yaşlı demeden kilisenin ortasında boğazlarını kestiği, 110 ileri gelen Hıristiyanın öldürüldüğü anlatılmaktadır. Hristiyanların çoğunun korkudan, bazılarının güzel vaadlere kanarak, bir kısmının da maddi çıkar sağlamak için İslamiyeti kabul ettikleri; Seçkin sınıflardan bazılarının orduda çalışmaya başlayarak (Hristiyan sipahiler) hemen olmasa da zamanla İslamlaşıp Türkleştiklerini, böylelikle: Balkanlarda birçok aristokrat ailenin yok olduğu, bunun en çok Vidin, Niğbolu, Sofya ve Köstendil Sancaklarında gerçekleştiği belirtilmektedir. Diktatör tarzda reformcu tarifinin en çok Mustafa Kemal ATATÜRK’e yakıştığı, ATATÜRK’ün Osmanlı İmparatorluğunun kalıntılarından yeni Türkiye’yi kurduğu, yaratıcı milliyetçilik fikrine dayanarak cumhuriyeti ilan ettiği, ATATÜRK’ün ölümüyle birlikte cumhurbaşkanlığına ve Cumhuriyet Halk Partisi Başkanlığına İsmet İNÖNÜ’nün seçildiği, bundan sonra reformların ve demokratikleşmenin durduğu ifade edilmektedir. Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye’nin 1913 ve 1918 yıllarında kaybettiği savaşlarda, Avrupa’da 23 bin km2’lik toprak kaybı ile Doğu Trakya ve İzmir’i geri verdiğinden (ancak Haziran 1913’te Türk Ordusunun Doğu Trakya’yı istila ettiği ve burada yaklaşık 100 bin Bulgarı kestikleri ve 400 bin Bulgarı topraklarından sürgün ettiğinden) bahsedilmektedir. Devlete adil vergi hakkına sadece Müslüman olanların sahip olduğuna, diğerlerinin haklarının sadece belirlenen ek vergileri ödedikleri taktirde korunduğu, Müslümanların; kendilerinin Hıristiyanlara göre daha üst bir sınıf olduklarına, Hristiyanların kendilerine daha iyi hayat şartları sunmak için varolduğuna inandıkları belirtilmektedir. Bağımsızlık savaşındaki yenilgiden sonra, Türk çiftçilerinin Bulgar köylüleri üzerindeki baskılarının arttığına, vergilerin rüşvet sistemi şeklinde toplanmasına devam edildiğine, Bulgar halkının hiçbir politik ve sosyal haklarının olmadığına, yerel Bulgar aydınlarının takip edildiğine, baskı ve belalarla baş başa olduklarına değinilmektedir. KOSOVA İlköğretim Tarih Kitaplarında; Kosova Savaşı’ndan sonra, Osmanlılar Arnavut topraklarını işgal ettiler. Evleri yakıp hayvanları ve diğer değer eşyaları yağmaladılar. Onlar Arnavut prensliklerini ellerinde tutmak için çocuklarını rehin aldılar. Bunların arasında Cerc Kastriot’da (İskender Bey) bulunuyordu. Osmanlı Türkleri 9 yaşındaki Cerc Kastriot'i rehin aldılar. 60 yıl içinde Osmanlılar tüm Arnavut topraklarını işgal ettiler. Savaşın sonunda halk öldürüldü ve katledildi; Durs, İşkodra, Berat, Kruva ve Lej gibi büyük kentler köylere döndü. Osmanlı askeri kale, kilise, köPage Rankü ve diğer kültürel eserleri yıktılar. Bunlarla beraber çok sayıda değerli evrak da yok edildi. Osmanlı işgalinden önce Arnavutlar Hıristiyandı. Arnavutluk’un kuzeyinde Katolik mezhebi güneyinde ise Ortodoks mezhebi yaygın idi. Osmanlı işgalinden sonra İslam dini yayıldı. Bu dini Osmanlı işgalcileri zorla yaydılar, İslam dinini kabul etmeyen Arnavutlar büyük vergiler ödemeye zorlandı. 200 yıl içinde İslam dinini nüfusun yarısı kabul etti. Arnavutlar üç farklı dine sahip olmalarına rağmen her zaman birlik içindeydiler. Onların en büyük düşmanı Osmanlı işgalcilerdi. Arnavutlar her zaman bilim ve eğitimden yana olmalarına rağmen Osmanlı yönetimi Arnavut dilinde eğitimin gelişmesini engelliyordu. Tüm baskılara rağmen Arnavutça eğitim veren okullar açıldı ve Arnavutça eserler yazıldı. “Yeniden Doğanlar” Arnavut dilinde eğitim yapan okullar açılmasına büyük önem verdi. Osmanlı işgalcileri eğitimin Arnavutça ile yapılmasına izin vermedi. Arnavut vatanseverleri büyük çabalardan sonra Osmanlı Hükümetinden Arnavutça eğitim veren okulların açılması iznini almayı başardılar. Arnavutça eğitim veren okulların açılması halkı memnun etti. Arnavutça eğitim, Arnavutluğun düşmanlarını korkuttu. Sultan, Arnavut okullarının kapatılmasını emretti. Askerler ve hainler eylemlere başladı. Okul müdürü ve öğretmenleri zehirlediler. Bazı öğretmenleri tutukladılar. Arnavut alfabesine sahip olanları ise ağır cezalara çarptırdılar. Arbria'nın işgali esnasında; Osmanlı askerleri önlerine gelen her şeyi yağmalayıp, yakıp yok ettiler, işgal edilen yerlerde Arnavut toprakları, sultan tarafından Osmanlı derebeylerine ve onlara hizmet için hazır olan yerlilere verildi. Bunlar, Osmanlı Devletinin yürüttüğü tüm savaşlara asker göndermekle görevlendirildiler. Osmanlılar tarafından işgal edilen topraklarda halkın durumu ağırlaştı. Arnavutlar iki vergi vermeye mecbur oldular; birini yerel derebeylere diğerini ise Osmanlı Devletine. Bu ağır şartlardan kurtulmak için binlerce Arnavut kırsal alandaki köylerini terk etti. Onlar, işgalci rejimin bulunmadığı serbest bölgelere, dağlara yerleşti. Osmanlı işgaline karşı ilk olarak Mati ve Debre hükümdarı olan Gjon Kastrioti ayaklandı. İtalya ve diğer Avrupa devletlerinde Hümanizm ve Rönesans devam ederken Arnavut toprakları Osmanlı işgalinde bulunuyordu. Durs, Şkodka, Tıvar, Prizren, Berat ve Leja gibi çok sayıda büyük Arnavut kentleri köye döndü. Drişti, Deya, Şurlahu ve Spinarica gibi kentler hiçbir zaman ayağa kalkamadı. Kentlerde az sayıda Arnavut kaldı. Bu kentlerde Osmanlı askeri kışlaları kuruldu. Osmanlı askerleri kentlerle beraber kaleleri, kiliseleri, manastırları ve yüzyıllar boyunca kültür mirası sayılan çok sayıda güzel binaları yıktılar. Çok sayıda tablo ve heykeller yok edildi veya kayboldu. Bunlardan çok az bir kısmı kurtuldu. 1481-1506 yılları arasında Osmanlı işgali sırasında; binlerce Arnavut ailesi vatanlarını terk ettiler. Bunların büyük bir kısmı Güney İtalya'ya yerleşti. Onların büyük bir kısmı evlerine dönecekler diye dillerini ve adetlerini unutmadılar. 26 Ağustos 1830'da Manastır'da, önceki suçlarının affedileceği ve hediye dağıtılacağı vaadiyle bir araya getirilen 500 Arnavut derebeyi öldürüldü. Olaylar Yunan askerlerinin düşündükleri gibi gelişmedi. Gerçekleştirdikleri devlet darbesi Türkiye'nin askeri müdahalesine yol açtı. Türkler, Kıbrıs'ın kuzey kısmını işgal edip bir Müslüman hükümet kurdu ve o dönemden sonra ada ikiye bölündü. 1478’de 150 bin kişilik Osmanlı Ordusu yeniden Kruva ve İşkodra'yı işgal etme girişiminde bulundular. II nci Mehmet komutasındaki Osmanlı askerleri iki yıl süren kuşatmanın ardından cephanesiz yiyeceksiz ve içeceksiz kalan Kruva'daki askerleri kaleyi teslim etmeye mecbur ettiler. Sultan teslim olmalarına karşılık kaleyi savunanlara özgürlük ve komşu ülkelere gidebilecekleri vaadinde bulundu ama sözünde durmadı. 16 Haziran’da kaleye giren Osmanlılar tüm erkekleri öldürerek kadın ve kızları köle olarak aldılar. Osmanlı işgalcileri, Arnavutların milli haklarını ihlal eden bir polis devleti rejimi uyguladılar. Vatansever öğretmenleri tutukladılar, okulları kapattılar, kitap ve gazetelerin basılmasını yasakladılar.
-
Yabancıların Ders Kitaplarında " Türkler ve Türkiye"
A.B.D. Öğretmen Eğitimi Tarih – Sosyal Bilimler Kitabında; 1894-1896 yılları arasında Sultan Abdülhamit 100 binden fazla Ermeniyi katletti. Ermeniler Türklerin yayılmacı Pantürkizm planının önünde engeldi. Bu nedenle Türk yöneticiler onlardan kurtulmaya karar verdiler. Ermeni Soykırımı Nasıl Gerçekleştirildi? -Türk Ordusundaki Ermeni askerlerin silahları alındı, zor işler verildi ve daha sonra öldürüldü. Ermenilerin eğitim, siyaset, din ve kültür liderleri tutuklandı ve öldürüldü. -İmparatorluk dahilinde yerel yetkililere, Ermeni nüfusa karşı nefret uyandırmalarını emreden talimatlar gönderildi. -Kadın, çocuk ve yaşlılar tehcir bahanesiyle çöle ölüm yürüyüşüne gönderildi. Ermeni nüfusun bütün mallarına ve zenginliklerine Türkler el koydu. -Bazı durumlarda, eğer Ermeniler Hristiyanlığı reddedip İslamı kabul eder ve Türk olduklarını söylerlerse hayatlarını kurtarabiliyorlardı. Ermeni soykırımının amacı Osmanlı İmparatorluğunun içindeki Ermenileri yok etmekti. -Ermeni soykırımı Yahudi soykırımının öncüsüdür. -1909 yılında Kilikya bölgesinde 30 bin Ermeni katledildi. 1915-1922 yılları arasında 1.5 milyon Ermeni öldürüldü; 500 bini de sürgüne gönderildi. -Tehcir sırasında savunmasız kadınlar ve çocuklar Suriye Çöllerinde haftalarca yürümeye zorlandı; tecavüz ve işkenceye maruz kaldı. Binlercesi zorla Türk ve Kürt evlerinde ve haremlerinde alıkonuldu. Aşağıdaki bilgilerin ışığında diğer soykırım örneklerini tanımlayınız. -Osmanlı İmparatorluğu liderleri tarafından Ermenilere -SSCB’de Stalin tarafından köylülere, memurlara ve askerlere -Kamboçya’da Pol Pot yönetimi tarafından halka -Ruanda’da Hutular tarafından Tutsi azınlığa RUSYA FEDERASYONU İlköğretim Tarih Kitaplarında; 1875’in yazında Bosna-Hersek’te çıkan ayaklanma şiddetle bastırıldı. 1876’da Bulgaristan’da Osmanlı boyunduruğuna karşı bir ayaklanma çıktı ve Sırbistan ve Karadağ Osmanlıya savaş açarak Bulgar halkına yardıma koştular. Ancak az sayıdaki eğitimsiz ordu bozguna uğradı. Türk idaresinin yaptığı kanlı katliamlar Rus toplumunda infial yarattı. Kamuoyunda Yugoslav halklarının korunması fikri yayılmaya başladı. Yönetimin resmi yasaklarına karşı çoğunluğu subay olan binlerce gönüllü Sırp Ordusuna katıldı. Haritanın lejandında dört numaralı madde Kilikya Ermeni Devletini göstermektedir. Bölünmüş Bulgaristan, Sultan’ın düzenli ordusu için kolay lokma oldu. Daha sonra Sultan I nci Murat ordularını Sırbistan’a sürdü. 1389’da, LAZAR komutasındaki sayıca çok üstün Sırp Ordusu, Kosova Ovası’nda, kahramanca savaşıp düşmanı kıstırdılar. Fakat Prensin en yakın adamlarından biri Murat ile haince anlaşarak savaşın en önemli anında 12 bin askerini savaş alanından çekince, sarsılan Sırp Ordusu geri çekilmek durumunda kaldı. Prens LAZAR’ın akrabası Miloş OBİLİÇ kasten esir düşerek Sultan’a götürülmeyi talep etti. Kahraman Sırp, Hükümdar ile karşılaştığı anda hançer ile Murat’ı vurdu. OBİLİÇ’İ hemen orada parçaladılar. Komutayı alan yeni Sultan öç almak üzere tüm esirlerin ve Prens LAZAR’ın katledilmesi emrini verdi. Fatih, 200 bin kişilik ordu, 125 parçalık donanma ve yarım tonluk gülle atan devasa toplarla taarruza geçip şehri fethetti. İmparator 11 nci Konstantin elinde kılıcıyla öldü. Sultan; şehrin, surların, binaların kendisine ait olduğunu söyleyerek bunların dışındaki herşeyi yağma için askerlerine bıraktı. Üç gün süren yağmadan sonra ganimet ve kölelerden zengin olmamış bir tek asker kalmadı. Bizans Ordusu yok olmuş, ahalinin çoğu ölmüştü. Şehir İstanbul olarak adlandırılıp başkent oldu. Türkler tarafından bir çok Ortadoks kilisesi yıkıldı. Ayasofya ise camiye çevrildi. Kemal, iktidarda güçlenince diktatörlüğünü kurdu. Demokratik ve kominist organizasyonları dağıtıp reformlara girişti. Türkiye’de Cumhuriyeti ilan edildi, ruhani dünya sekülarize edildi. Güçlükler ekonomi ile sınırlı değildi. Çözümsüz bir çok sorun arasında Kürt sorununa dikkat etmek gerekmektedir. Lozan Antlaşması’na göre Kürtlerin yaşadıkları yerler Türkiye, İran, Irak ve Suriye sınırları dahilinde bölünmüştü. 60’lı yıllarda kurulmuş olan Kürdistan İşçi Partisi 1984 yılında Kürtlerin yaşadıkları bu dört ülkedeki topraklarda bir Kürdistan devleti kurmak amacıyla silahlı mücadeleye girişti. Ülkenin Güneydoğu Bölgesi’nde *** savaşçıları ile Türk Ordusu arasında silahlı faaliyet başladı. Askeri faaliyetler Türkiye’ye yıllık olarak 10 milyar dolara malolmuştur. Kürt sorununa çözüm halen bulunamamıştır. Türkiye Miğfer Devletler’in kaçınılmaz mağlubiyetlerine kanaat getirince Almanya ve Japonya’ya savaş açtı. Bu açık sembolik hareket Türkiye’ye BM’nin kurucuları arasında yer alma olanağı sağladı. Fakat uluslararası prestijini büyük oranda kaybetti. Özellikle SSCB ile ilişkileri kötüleşti. ALMANYA İlköğretim Yardımcı Yayını Coğrafya Atlasında; -Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi “Armanisches Hochland” (Ermeni Dağlık Alanı) olarak gösterilmiş, -Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin bir kısmı “kürdistan” olarak gösterilmiş, -Haritanın Kıbrıs’ı gösteren kısmında “Türkiye tarafından işgal edilmiştir.” yazmaktadır. İlköğretim Coğrafya Kitabında; Bir halk milliyeti için savaşıyor (Kürtler). 5000 yıldır yaşadıkları bölgede Osmanlı ve Perslerin değirmen taşları arasında kalmışlardır. Onların bölgesi Birinci Dünya Savaşı’nda birçok ülkeye paylaştırıldı. O ülkelerden hiçbiri Kürtlere bağımsızlık ya da dil özgürlüğü vermedi. Bölgede petrol olması durumu gerginleştiriyor. Kürtlerin bağımsızlığı hedefleyen tüm girişimleri Türkiye ve Irak tarafından çoğunlukla kanlı bir şekilde bastırılmıştır. İlköğretim Coğrafya-Çevre Bilgisi Kitabında; (Kürtler)16-20 milyonluk bir topluluktur. Türkler bölgeye gelmeden önce de burada yaşıyorlardı. Toplam beş bölge ülkesinde yaşayan Kürtler devlet kurma arzusundadırlar. Türkiye ve Irak’ta, askerler ve Kürtler arasında silahlı çatışma olmaktadır. Türk Askerleri aileleri bölmekte, işkence yapmaktadır. İlköğretim Tarih-Coğrafya Kitabında; -Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Bölgesindeki bazı iller “kürdistan”, -Karadeniz Bölgesi’ndeki Canik Dağları “Pontus Gebirge” (Pontus Dağları) olarak gösterilmiştir. İlköğretim Coğrafya Kitabında; -Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi “Armanisches Hochland” (Ermeni Dağlık Alanı), -Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin bir kısmı “kürdistan” olarak gösterilmiştir. -Kıbrıs’ı gösteren kısmında “Türkiye tarafından işgal edilmiştir.” yazmaktadır. İlköğretim Coğrafya – Atlas Yardımcı Yayınında; Haritada Türkiye-İran sınırı kürdistan olarak gösterilmiştir. İlköğretim Tarih – Coğrafya Kitabında; Ermenilerin Rus ordusunu desteklemesinden korkan Osmanlı İmparatorluğu onları göç ettirmeye başladı. Gerçekten de ulusal bağımsızlığı için mücadele eden Ermeniler vardı. Göç oldukça kanlıydı; yüz binlerce Ermeni göç yolunda açlık ve yorgunluktan, kervanları soyan göçebelerin baskınlarından hayatlarını kaybettiler. Bu halkın ölüme terk edilmesi Talat Paşa Hükümetinin saf Türk ya da saf Müslüman Anadolu oluşturma hedefinin bir işaretiydi. İlköğretim Tarih – Coğrafya Kitabında; Ermenilerle ilgili: Türkler tarafından 1914-1918 yılları arasında soykırım yapılmıştır. Sevr’de garanti edilen bağımsız Ermenistan oluşturulamamıştır. Ermenilerin topraklarının büyük kısmı Türkiye’de kalmıştır. İlköğretim Tarih Kitabında; Kürtlerle İlgili: Türkiye’de resmi olarak Kürt yoktur, bunun yerine “Dağlı Türkler” vardır. Kürdistan Kürtlerin yaşadığı bölgedir. Burası Türkiye, İran, Irak tarafından paylaşılmıştır. İlköğretim Hayat Bilgisi Kitabında; Türkiye ile İlgili: Konuşulan resmi dil Türkçe ve Kürtçe’dir. Yönetim şekli 1982’den bu yana cumhuriyettir. İlköğretim Tarih – Coğrafya Kitabında; Kürtler, Türkiye ve Irak yönetimiyle çatışma içinde ve birçok insanlarını kaybetmiş durumdadırlar. Su sorunu çözülmeden bölgedeki Kürt probleminin de çözülmeyeceği ortadadır. Irak rejiminden kaçan Kürtlerden 6700 kişi Türk sınırında, kirli su ve buna bağlı hastalıklardan dolayı öldü. Haritada: Halen Kürtlerin yaşadıkları bölgeler, Planlanmış kürdistan (Sevr’e göre), Bağımsız kürdistan cumhuriyeti (1946-1947) olarak gösterilmiştir. İlköğretim Sosyal Bilgiler Kitabında; Türkiye Cumhuriyeti milliyetçilik temelinde kurulmuştur. Ülkede yaşayan herkes kendini Türk hissetmeli ve Türkçe konuşmak zorundadır. Fakat özellikle Doğu Anadolu’da çeşitli halk grupları geleneksel yapılarını koruyarak yaşamaktadır ve Türk Devleti’ni yabancı görmektedirler. Birinci Dünya Savaşı galipleri Kürtlere kendi devletlerini kurma sözü vermişti. 80’li yıllarda Kürdistan İşçi Partisi’nin bağımsızlık savaşı şiddetlendi. İki cephe arasında kalan Doğu Anadolu halkı bunun acısını çekti. *** savaşçıları kadınları, çocukları öldürdü. Türk Ordusu iki binin üzerinde köyü tahrip etti. Türk Ordusu işkencecidir. İlköğretim Coğrafya Kitabında; Türkiye, bölgede yürüttüğü proje kapsamında (GAP) 21 baraj, 17 santralle her iki nehrin suyunu kendi ülkesine kullanacak. Birçok insan bu proje kapsamında yurtlarını terk edecek, iklim değişimi hastalıklara yol açacaktır. Kürtler Türk Hükümetinin baskısı altındadır, uzun zamandır bağımsızlık istekleri vardır. İmla Klavuzunda; Eşanlamı Karşılığı türken = Vortäuschhen Sahtecilik yapmak, aldatmak. Sözlükte; Eşanlamı Karşılığı Türk = Manöver,Propaganda Manevra, abartma. Werbung türken = Vortäuschhen Sahtecilik yapma, aldatma. Türken Bauen = Vortäuschhen Sahtecilik yapmak. İlköğretim Coğrafya Kitabında; İtalyanlar, Türkler ve Yunanlılar olmasaydı bizim ülkemiz ne yapardı? Kim bizim çöpümüzü toplar, caddelerimizi süpürür; büroları, hastaneleri, devlet dairelerini temizlerdi. İlköğretim Sosyal Bilgiler Kitabında; -İstiklal Marşı sırasında gülmek yasaktır. -Sınıflar kalabalık ve öğrencilere temizlik kontrolü (tırnak, mendil) yapılmaktadır. -Öğretmeler öğrencileri dövüyor. -Okullarda ezberci eğitim yapılmaktadır. -Sultan yerine gelen general tek eşli; eskiden erkekler dört kadınla evlenebiliyorlardı. İlköğretim Tarih Kitabında; Tarih dersi müfredatının “Savaş-Teknik-Sivil Halk” bölümünde, kapsanması mecburi olan konular içerisinde “İnsanlıktan Uzaklaşma” başlığı altında verilen “Savaşlardaki Dejenarasyon, Etnik Ayrımcılık, Toplu Katliam ve Soykırım” konusuna, sözde Küçük Asya’da (Anadolu’da) Ermeni nüfusuna yapılanlar soykırıma örnek olarak gösterilmiştir. Görsel öğrenme metodları olarak da mezarlıklar ve soykırım anıtlarının kullanılabileceği belirtilmiştir. AVUSTURYA Avusturya tarihi, Avusturya vatandaşlarının belleklerine belli başlı olaylarla kazınmıştır. Bunlar Ortaçağ koyu Katolik baskısı, büyük yangınlar, savaşlar ve 1529 ile 1683 yıllarında yaşanan Türk kuşatmalarıdır. Türkler; merkezi ve Doğu Avrupa milletlerinde çoğunlukla çocuklarını kaçırıp yeniçeri ocağı için devşiren, eşlerini ve kızlarını kaçırıp hareme hapseden, akınlarla batı istikametine hem karadan, hem deniz ve Tuna Nehri’nden gelip soyup, öldürüp, çalan ve giden insanlar olarak nitelendirilirken, bu ülkelerde anneler pek yakın zamana kadar (ve belki de halen) çocuklarını ‘’Uyumazsan Türkler gelir, seni götürür’’ diye korkutup uyutmaya çalışırken, Avusturya bunlara ek olarak tarihini, Avrupa’yı ve Hristiyanlığı Türklerden kurtaran bir millet olma çerçevesine oturtmuş bir millettir İki Türk kuşatmasının izlerini Avusturya’da her şehir ve kasabada izlemek mümkündür. Bunlara ilişkin sayısız kitap yazılmış ve sanat eseri (efsane, şiir, şarkı, roman, heykel, resim, tiyatro, film) yaratılmıştır. En ücra kasaba, köy kilisesinde dahi bir tabela üzerinde ‘’Türkler …. yılında buraya gelmiş ve soymuş, katletmiş, yakmış ve yıkmıştır’’ yazısı görülebilir. Viyana’da pek çok cadde ve meydanın ismi Türklerin adı kullanılarak türetilmiştir. Pek çok bina duvarlarında yarı gömülü (çoğu suni olsa da) yuvarlak taş bilyalar Türk gülleleri olarak turist çekmektedir. Şehir merkezindeki pek çoğu heykelde zafer kazanmış Avusturyalı komutan ayağı altında sarıklı bir Türk başı, yerde sürünen bir yeniçeri ve sancak gibi şeyler görülmektedir. Pek çok sanat eserinde olduğu gibi askeri tarih müzesinde de Türklerle olan geçmiş yaşatılmaktadır. Burada Türklerden ele geçirilen ganimetlerin yanı sıra, temsili pek çok resme de rastlanmaktadır. Bu resimlerde Türkler sürekli zulmeden kişiler ve düşman modeli olarak hep çok çirkin, uzun bıyıklı, salyalı, iri gözlü olarak resmedilmişlerdir. Tarihinde pek çok milletle savaşmış olan Avusturya için diğer savaştıkları milletler bu kadar söz konusu değilken, Türklere dair geçmişi sürekli canlı tutmak, koyu Katolik olan Avusturya halkının milli benliğine ve dinine bağlılığının bir göstergesi olmuştur. Alman Orient Enstitüsü Başkanı emekli yarbay Udo STEİNBACH, Avusturya medyasını Türkler alehinde etkilemektedir. Ona göre: “Asıl sorun Atatürk tarafından yaratılan bu uyduruk Türk milletindedir. Uyduruk bir dil ve kültür. Önce Ermenileri sonra Rumları katlederek uyduruk bir cumhuriyet kurdular. Kürtleri neden tamamen kesmediler, merak ediyorum.” (1998) Adı geçen kişi halen içinde Türk kelimesi geçen her faaliyette Avusturya ve Almanya başta olmak üzere pek çok ülkede konuk konuşmacı olarak, üstelik Türkler ya da Türk sempatizanı olarak kendini gösterenlerce (örneğin Avusturya-Türk Bilim Derneği) görevlendirilmektedir.
-
Tarihten Alacağımız Dersler Vardır.
Çağdaşlaşma Yolunda l930'lu yılların Türkiyesi'nin Urla gibi bir Ege şehrinde dahi açlıktan insanların öldüğünü... Ortalama bir memurun aylık maaşının 50 lira olduğu bu dönemde, çağdaşlaşma yolunda(!) 75 000 lira gibi büyük paranlar ödeyerek heykel yaptırdığımızı (1) Kendinizi Türklere Emanet Edin 16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin gelişme yolu üzerinde direnmiş ve Türk orduları ile savaşa tutuşmuş olmasından dolay Katolik Avrupa tarafından kendisine "Hıristiyanlığın şövalyesi" ünvanı verilen Boğdan Beyi Büyük Stefan'ın ölüm döşeğin de, evlatlarına gayet ibretli bir şekilde: "Belki de yakında himayeye muhtaç olacaksınız Asla Rus'a yanaşmayın. Haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi Türklere emanet edin. Adil ve merhametlidirler" diyerek nasihat ettiğini …(2) Talan Edilen Mirasımız Şanlı Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazinin mübarek anası Hayme Hatunun Domaniç’teki türbesini ulu hakan Abdülhamid Han'ın, ecdadına hürmetinin ifadesi olarak büyük bir itina ile tamir ettirip pencerelerini atlas perdelerle kaplattırdığını ve zeminini de Hereke dokuması muhteşem bir halı ile, döşettiğini . . . Daha sonraları iş başına gelen Halk Partisi döneminde ise o muhteşem halının türbeden gasp edilerek, partinin İnegöl ilçe yöneticilerinin kapılarına paspas yapıldığını ve atlas perdelerinin de kaymakamlık binasında kullanıldığını... (3) Ecdadımızın Silinmez İzleri 1976 yılında Suudi Arabistan’ın Cidde şehrinde, deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışından sonra meslektaşları ile sohbete girişen dönemin Türkiye Büyükelçisi Necdet Özmen'in bir ara söze: "Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisidir" diye başlaması üzerine Fransız Büyükelçisinin hayretler içinde kalarak:"No... Sör... Bu Suudi Arabistan'ın ilk tuzdan arıtma tesisi değildir. İlki Osmanlılar'ın 1800.lü yılların sonunda yaptığıdır" diyerek ecdadımızın eşsiz mirasından habersiz yaşayan elçimizi mahcup ettiğini ,,(4) Bitmeyen Osmanlı Sevgisi Balkanlar'dan Orta Doğu'ya kadar büyük bir coğrafyanın 1. Cihan Savaşından sonra elimizden çıkmasına rağmen, o topraklarda yaşayan halkın hala büyük bir hasretle "Osmanlı, Osmanlı " diye sayıkladığını .. Budapeşte'den gelen bir yazarımıza bir Boşnak,ın'. "Madem ki İstanbul'a gidiyorsun Allah aşkına o şehrin toprağını benim için öp Allah benim canımı İstanbul'u görmeden . alması!" dediğini Trablusgarp'daki ihtiyar Cezayirlilerin , boyunlarına muska diye Osmanlı parası taktıklarını…(5) Biliyor muydunuz. Avrupa'da Akıncı Korkusu 1534 yılında Viyana'daki St. Stephen Katedrali'nde. Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak haber vermekle vazifeli bir memuriyetin ihdas edildiğini ve bu memuriyetin ancak 1956 yılında, Viyana Belediye Meclisince. Artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığından, bu vazifenin lüzumu yoktur" diye bir karar alınarak iptal edildiğini...(6) Cennette Yer Osmanlı Devleti'nin zirvelerde şahlandığı, akıncılarının Avrupa içlerinde at oynattığı bir dönemde. kilisede bir papazın vaaz verirken"Dünya hakimiyetinin Türklere fakat Cennet'in de kendilerine ait olduğunu... " söylemesi üzerine. bu taksime aklı yatmayan cemaatten bazılarının büyük bir ümitsizlik içinde: "Dünyada bizi yurtlarımızdan çıkaran Türkler hiç Cennet'te yer bırakırlar mı?" dediklerini...(7) Batışın Remzi Yükseliş dönemimizin ruhunu yansıtan mütevazı Topkapı Sarayına karşılık, yıkılışımızı remzeden Varsay taklidi Dolmabahçe Sarayının Avrupa'dan borç alınan para ile, 9 ton altın ve 41 ton gümüş kullanılarak inşa edildiğini... (8) Şefzade'nin Dolmabahçe Sefası İsmet İnönü'nün Cumhurbaşkanlığı yaptığı dönemde, oğlu Ömer İnönü nün gerek talebelik gerekse daha sonraki yıllarda koskoca Dolmabahçe Sarayını ikametgah olarak kullanıp, yattığı bir oda için bütün sarayın kaloriferlerini yaktırdığın ve ayrıca bu şefzadenin sarayda kadınlı kızlı gece alemleri düzenlediğini... Bütün bu olanların dönemin Millet Meclisinde ciddi tartışmalara yol açtığını ve o gün mecliste bulunan baba İnönü nün kulaklığı takılı olduğu halde müzakereleri işitmemezlikten geldiğini (9) Ağaca Asılan Zekat Parası Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslümanın. günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadığını Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu'ndaki bir ağaca asıp, üzerine de: "Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım. Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al" diye yazdığını.. Ve bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığını (10) Nebiler Sultanı nın Güzellikleri Aşk bahçesinin yanık bülbülü Hazreti Mevlana'nın, Peygamberimiz'in (sav) üstün vasıflarıyla alakalı olarak: Nebiler Sultanı'nın (sav) vasıflarının şerhini. eğer ben devamlı, durmadan söylesem, yüzlerce kıyamet geçer de o yine bitmez. " dediğini... Sahabi efendilerimizden Amr bin As'ın (ra): "Benim gözümde Resulullah'dan (sav)daha sevgili, benim gözümde Ondan daha büyük bir kimse yoktur. Ne var ki, Ona olan tazimimden gözüm doya doya Ona bakamıyordu " dediğini. . . İmam Kurtubi'nin de "Nebiler Nebisi'nin (sav) güzellikleri bize tamamıyla gösterilmemiştir. Gösterilmiş olsaydı, gözlerimiz Ona bakmaya takat getiremezdi " diyerek İki Cihan Saadet Güneş’inin güzelliklerini bir nebzecik olsun anlatmaya çalıştıklarını..(11)Biliyor muydunuz? Osmanlı Arması Merhum Necip Fazıl Kısakürek in 1954 lü yıllarda çıkardığı Büyük Doğu mecmuasının bir sayısının kapağında, Osmanlı arması işlemeli sanat eseri bir kumaş resmini yayınlayınca, "padişahlık propagandası yapmak " gibi saçma bir gerekçe ile derginin o sayısının toplatıldığını ve kendisinin de suçlanarak mahkemeye sevkedildiğini Necip Fazıl'ın mahkemede kendisini suçlayan savcıya gayet ibretli bir şekilde: İçinde adalet işlerine bakılan bu binanın tepesinde aynı Osmanlı arması var Siz de mi padişahlık propagandası yapıyorsunuz?" diye haykırdığını (12) Biliyor muydunuz? Pasaport Farkı Şanlı Osmanlı Devleti'nin yıkılmasından sonra, son derece üzgün ihtiyar bir Ürdünlünün, elindeki yeni Ürdün pasaportuyla İsviçre sefaretine giderek: "Herkes bu pasaportla alay ediyor Eskiden Osmanlı pasaportum varken selam dururlardı. Ben Osmanlı teb'asıyım ne olur bunu değiştirin" diye sefaret yetkililerine yalvardığını… (13) Türk Köşesi Devlet i Aliye yi Osmaniye'nin üç kıtada at oynatıp buyruk yürüttüğü ihtişamlı dönemlerinde, Avrupa'da Türk hayat tarzı ve modasının çok tesirli hale geldiğini Evlerinde Türk köşesi bulundurmayan sosyete mensuplarının ayıplandığını (14) Reformun Böylesi 0 zamana kadar sadece batılıların kendi aralarında düzenledikleri balolara, yanlış batılılaşma hareketinin bir parçası olarak Türk devlet adamları da katılınca 11829), baloda bulunan bir Fransız kadının oldukça doğru bir teşhiste bulunarak Türkler reforma, bitirmeleri gereken yerden başladılar dediğini ...(15) Birinci Dünya Savaşının Vahşet Yılları Birinci Dünya savaşı sıralarında Musul'da halkın açlıktan perişan durumlara düşüp hergün sokaklarda kadın-erkek çocuk-ihtiyar birçok insanın inleye inleye ölüme gittiklerini ve buna bir çare bulunamadığını… Açlıktan ölen bu zavallı çocukların etlerini kasap dükkanlarında koyun ve kuzu eti diye satan veya aşçı dükkanlarında pişirip halka yedirme vahşetini gösteren on-oniki kişinin idam edildiğini . (16) Amerikan Yardımı (!) Truman doktrini çerçevesinde Amerika Birleşik Devletleri'nden aldığımız 69 milyon dolar askeri yardım ile elde edilen askeri techizatın bakımı için ABD'ye her yıl 400 milyon dolarlık bakım ve ithalat parası harcaması yaparak ne kadar karlı bir anlaşma (!) yaptığımızı (17) Hayal Müessesesi Teb'asını "Emanetullah" olarak gören Osmanlı Devleti'nde, akıl hastalarına bimarhanelerde son derece şefkatle muamele edilip ceviz karyolalarda, ipekli çamaşır ve çarşaflarda yatırılıp musiki ile tedavi edildiğini. Aynı dönemde Avrupa'da ise, akıl hastalarının ruhuna şeytan girmiş denilerek diri diri yakıldığını. . (18/a) İstanbul'daki bimarhaneleri giren Mongeri Pere'nin: "Burası Avrupa'nın asırlar sonra tahayyül edeceği bir hayal müessesidir dediğini ve Osmanlı'nın uyguladığı bu musiki ile tedavi metodunun ABD'de ancak 1956 yılında uygulamaya geçebildiğini (18/b Üçüncü Dünyanın Kobayları Batıda ilaç üretmekle ilgili yönetmeliklerin son derece ağır olup, bir ilacın piyasaya çıkarılmadan önce kobaylar üzerinde yeterince deneme yapılması gerektiğini ve bunun ise uzun ve pahalı bir süreç olduğunu . Buna çare bulan batılı hümanistlerin(!), yeni geliştirdikleri denenmemiş ilaçları üçüncü dünya ülkelerine pazarlayarak hem para kazanıp, hem de milyonlarca gönüllü kobay üzerin de ilaçlarını denediklerini İlaç iyi çıktığı takdirde mallarını batıda pazarladıklarını, kötü çıktığında ise foyası çıkana kadar üçüncü dünya ülkelerine satmaya devam ettiklerini . . (19)
-
Çok genel bir tanımla psikoz.....
Çok genel bir tanımla psikoz,gerçeklikten kopuş ve ızdıraplı iç yaşantıyı kapsayan davranış bozukluğudur.En önemlisi şizofreni olup dış dünyadan kopukluğun iç dünyada ise parçalanmanın bulunduğu bütün ağır ruhsal bozuklukları anlatan bir terimdir.Diğer psikozlar arasında mani,melankoli,yaşlılık bunaması ve paranoya başlıcalarıdır.Konu oldukça geniş kapsamlıdır.Bir belirti kesinlikle ruhsal hastalık olmayabilir.Veya belirli bir ruhsal hastalık mutlaka aynı ve birbirine benzer özellikler göstermeyebilir.Onun için bu tip konular genel çerçeveler içinde yorumlanmalıdır. * Şizofreni genellikle ilk kez ergenlik çağında ortaya çıkar.Tutarsız düşünce,duygusal tepki yoksunluğu,hezeyanlar ve sanrılar en çok rastlanan belirtilerdir.Ayrıca kopuk,aralıklı düşünce ve uygun olmayan duygusal tepkiler de sayılabilir.Birtakım masum davranışları, kötü amaçlı davranış belirtilerinin işaretleri gibi algılamadan dolayı hezeyan eğilimleri belirir.Şizofrenide düşünce süreçleri karışıktır,konuşmalar tutarsız ve mantık dışı olur.Hasta heyecanlı haberleri herhangi bir duygusal tepki göstermeden karşılayabilir.Bazen kendisine trajik bir olay anlatıldığında veya üzücü bir olayla karşılaştığında gülümseyebilir veya ilgisiz kalabilir.Elbette yolda giderken kendi kendine gülümseyen birisi mutlaka şizofren değildir.Cep telefonlarının yaygınlaştığı ve teknolojinin gün be gün değişik şekillerde uygulandığı yakın zaman önce birisinin yolda yürürken kahkahalarla güldüğünü görmüştüm.Kendi kendime bu kişinin mutlaka bir ruh hastası olduğuna karar vermiştim.Kısa bir süre sonra cep telefonlarındaki kulaklık durumunu öğrenince gerçeği anlamıştım. * Hezeyanlar,normal bir insana çok garip gelen davranışlardır.Hastanın herhangibir konu karşısında varmış olduğu yargı akla uygun değildir.Üstelik yanlış olan bu yargıların inanca dayalı temeli vardır.Örneğin lokantaya giden bir şizofrene garson tarafından siparişi alınırken içki içip içmeyeceği sorulunca,bunun öteki müşterilere kendisinin bir cani olduğunu açıklamak için verilen mesaj olduğunu sanabilir.Şizofrenlerde, olmadığı halde birtakım sesler duyma şeklindeki sanrılara sıkça rastlanır.Bu gibi durumların nedeni oldukça tartışmalıdır.Zaman zaman ikizler üzerinde araştırmalar yapılmıştır.Alınan sonuçlara göre kalıtımın önemli bir paya sahip olduğu gözlenmiştir.Ancak tek başına bir neden olmadığı da anlaşılmıştır.Aile içindeki pekçok sorunlardan kaynaklanan duygusal gerilimler,ağır sonuçlar veren ateşli hastalıklar veya şiddetli fiziksel acılar şizofreniye yatkın olan kişilerde tetikleyici unsurlardır. * Paranoya,hezeyan geçiren kişinin herkese karşı güven duymadığı bir durumdur.İlgisiz ve içe dönüktür.Garip davranışlarda bulunan hastaların bir kısmı katatoni denilen belirtiler de gösterirler.Kaslar katı hale gelir.Kendisine bakamayacak hatta beslenemeyecek durumda olabilir.Çevresinde olan olayların farkına varamaz.Uzun zaman öylece oturabilir.Bütün bunlar şizofrenin çeşitli davranış örnekleridir.Bu belirtiler tek tek olabileceği gibi bunların birden fazlasının karışımı şeklinde de belirebilir. Paranoya,genel tarifi olarak bir kişinin sürekli ve sağlam olarak hezeyanlar geçirmesidir.Bazı ruhsal bozukluklarda biraz daha az olmakla beraber düşünce,davranış ve isteklerde belirli bir düzene rastlanabilir. Ayrıca paranoya belirtileri ile başlayan,aradan bir müddet geçtikten sonra şizofrenin en belirgin özellikleri olan zihinsel ve duygusal kopukluk niteliklerini göstererek biten örnekler de vardır.Ama daha fazla rastlanan biçimiyle paranoyalar,kendilerinden kaynaklanan kuşkularını ve güvensizliklerini başka kişilere yönelten insanlardır.Yapacağımız basit bir araştırma ile onların yalnız ve aşırı utangaç kişiler olduğunu anlayabiliriz. * Manik-çöküntü bir diğer psikoz çeşididir.Bu terim karma bir tanımı içerir.Aşırı heyecan,normallin bir hayli üzerinde olan canlı davranışlar,normal bir insanın hayal gücünü aşan geleceğe ait tasarılar,çok sık görülen fikir değişikliklerinin yanısıra depresyon denilen çöküntü.Bu belirtilerin herhangi biri tek başına ele alındığında mutlaka hastalık olduğu anlamına gelmez.Ama ciddi bir ipucudur.Bunların yanısıra uykusuzluk,iştahsızlıkla birlikte oluşan zayıflama ve güçten düşme ruh doktorlarının hemen ilgisini çeker.Hele suçluluk duygusu veya intihar eğilimi sezilmişse bu durum bir çöküntünün ifadesidir. Hastalığa eğilimli kişilerde depresif dediğimiz,örneğin sevdikleri birisinin ölüm haberini aldığı zaman,veya sevgilisi kendisini terk edince oluşan durumlar tepkisel çöküntüye giden etkenlerdir.Ancak çok az sayılabilecek bir kışkırtma,hatta belirgin bir uyarı olmaksızın oluşan ruhsal bozukluklar da vardır.İşte bu durumda kalıtım veya psikoza eğilim gibi özellikler söz konusudur ve bu olaya içsel çöküntü adı verilir.Hastalık aşırı şekilde gelişmiş ise kişinin davranışları belirgin şekilde ağırdır.Veya son derecede heyecanlıdır.Bu durumda olan bir diğer kişi sürekli suçluluk duygusu içindedir.Kendisine neden böyle davrandığı sorulduğunda ,korkunç bir suç işlemiş olduğunu veya günahlarının cezasını çektiğini söyler.Sık sık duyduğumuz veya bizzat şahit olduğumuz olaylardan birisi de çöküntülü hastaların başkalarına yük oldukları inançlarıdır.Bu kişiler adeta kendi kendilerinden koptukları ve gene kendi kendilerine yabancı hale geldikleri gibi hem kendilerini hem de tanıdık ve yakınlarını rahatlatmak için intihar etmeye son derecede yatkındırlar.Daha ileri vakalarda çöküntünün şiddeti de artar.Hasta hiç kimsesinin olmadığını,hatta kendisinin bile varolmadığını söyleyebilir. * Bunama,beyin bozukluğudur ve birtakım ruhsal belirtileri ortaya çıkarır.Herşeyden önce hem zihinsel hem de duygusal gerileme vardır.Beyin fizyolojik olarak dumura uğramıştır,hücreleri artık normal işlevlerini yapamamaktadır.Bu durumda oluşan psikoz çeşitli şekillerdedir.Faaliyetlerin bir amacı yoktur.Duygular körelmiştir.Mantıklı bir denetim olmadığı için çok geniş davranış bozukluğu listesi oluşur.Kendini çok büyük görme ve çok fazla konuşma sıkça rastlanan olaylardır.Alınganlık,isterik belirtiler,hasta olma şüphesi gibi benzer unsurlar iç içe geçer. KAYNAK: The Joy of Knowledge Encyclopaedia
-
Şizofrenlik nedir?
Hayatımı geliştirmek için başka neler yapabilirim? Konuşma terapileri Psikoterapi, psikolojik danışmanlık ve konitiv davranış terapisi (CBT) gibi, konuşma terapileri de, şizofren kişilere, kendi sorunlarını tanımada yardımcı olmak, sonuçlarla başa çıkmak, başa çıkma stratejileri geliştirmek ve kriz durumlarını engellemeyi öğrenmek gibi konularda, şizofren olarak hayatı kolaylaştımada yardımcı olur. Onlara belirtilerin önemlerini anlamada ve onları yenmelerinde yardımcı olur. Tek olarak veya ailece terapiye gitmek için, doktorunuza danışın. Eğer, ücretini ödeyemezseniz konuşma terapilerine katılmak zor olabilir. Yerel Mind birliği de dahil, bazı yerel gönüllü kuruluşlar ücretsiz servis imkanı sağlarlar. Kendi-kendine yardım Kendi-kendine yardım gurupları, bireyler ve aileler için, hayatla başa çıkmadaki deneyimlerini paylaşmada, daha iyi servis imkanları için propogandada, veya sadece birbirlerini desteklemede önemli imkanlar sağlarlar. İş Özellikle gergin bulduğunuz durumlardan uzak durmaya gayret gösterebilirsiniz. Eğer, bir işiniz varsa, daha az saat çalışabilir veya gerginliği azaltacak şekilde size daha uygun saatlerde çalışabilirsiniz. 1995 Özürlüler ve Ayrımcılık Kanunları altında, 20’den fazla çalışanı olan işverenler, özürlü kişilerin, akıl ve ruh sağlığı da dahil olmak üzere, durumlarını kolaylaştıracakk önlemler almak zorundadır. Alternatif terapiler Şizofren olarak teşhis edilmiş bazı kişilerde, tamamlayıcı terapiler, onların sorunlarla başa çıkmasında faydalı olur. Bunlara homopati ve şiir ve güzel sanatlara dayalı, yaratıcı terapiler girer. T’ai chi, yoga ve gevşeme teknikleride, yararlı olabilir, ancak daha önceden bunları eğitimli bir öğretmenle tartışmak faydalı olur. Diyet Son zamanlarda yapılan araştırmalar, şizofren olanların, beslenmelerindeki olası yararları üstünde durmuştur. Bazı çalışmalar, sardalyada, ateş balığı ve takviyeleri gibi, balık yağlarının faydaları olduğunu savunmuştur. Eşler, arkadaşlar ve aileler yardım etmek için ne yapabilirler? Size yakın olan birisinin şizofren belirtileri göstermesi, sizde şok etkisi yapabilir. Ne yapmanız gerektiği konusunda tereddüte düşebilirsiniz. Şizofrenlik hakkındaki gerçekleri öğrenmek size yardımcı olabilir. Bu gerçeklere, eş, arkadaş veya akrabanızı da denemesi için ikna etmeniz gereken, farklı başa çıkma yolları öğrenmek, dahildir. Belirtileri gösteren kişi için, kendini ne zaman iyi hissettiğini, sizden ne beklediğini, ve krizde olup olmadığını , sizinle tartışmak faydalı olabilir. Aynı zamanda neyle başa çıkıp, neyle başa çıkamayacağınızı açıkça belirlemek de faydalı olabilir. Şizofren belirtileri gösteren birisi de, sizin istediğiniz şeyleri ister; birisinin onu düşündüğünü hissetmek, yalnız olmamak ve duygularını ve imkanlarını konuşabilecekleri birisini. Belirtileri gösteren kişiyi suçlamamak ve ona kendini toparlamasını söylememek çok önemlidir. Bakımla başa çıkmak Sizin kendi duygularınızı, ki buna, kızgınlık, suçluluk, korku ve hüsran da dahil olabilir, anlamada da, destek görmek çok önemlidir. Bakıcılar için destek sağlayan bir dizi gönüllü kuruluş vardır, Aynı zamanda, sosyal servisler de, eğer bakmakta olduğunuz kişi, toplum bakım değerlendirmesine maruzsa, duygusal ve günlük hayattaki gereksinimlerinizi değerlendirmeye zorunludur (aşağıdaki yararlı kuruluşlar listesine bakınız). Hayal görme konusuna nasıl yanıt verilir Arkadaşınız veya akrabanız sizin görmediğiniz veya inanmadığınız birşey gördüğünde nasıl davranacağınızı ayarlamak zor olabilir. Onların bu deneyimlerini onaylamak veya yalanlamak yerine, ”Böyle sesler duymanı veya hayal görmeni kabul ediyorum ama ben bunları göremiyorum veya duyamıyorum” gibi bir yanıt vermek faydalı olabilir. Genelde, kişinin nasıl hissettiği üstünde yoğunlaşmak daha yapıcıdır ve bu sizin iletişiminize de yapıcı bir şekilde katkıda bulunacaktır. Bağımsız temsilcilik Burada, günlük hayat hakkında kanıtlar sunmanız gerekebilir. Eğer, birisi adına konuşuyorsanız, olayı üstlenmek yerine, kişiye danışmak önemlidir. Aynı zamanda, onların adına konuşacak olan bağımsız bir temsilci bulmak da mümkün olabilir. Yerel Mind birliği de dahil, bazı yerel akıl ve ruh sağlığı ile uğraşan kuruluşlar bu konuda yardımcı olabilirler. Zorunlu olarak hastaneye kabul edilmek Eğer, kişiye ciddi bir şekilde zarar gelebileceğini veya onun başkalarına zarar verebileceğini düşünüyorsanız, son çare olarak, zorunlu olarak hastaneye yatırılması gerekli olabilir. 1983 Akıl ve Ruh Sağlığı Kanununda belirtildiği üzere en yakın akraba, tedavi fırsatlarını anlamak ve kişinin hastaneye kapatılıp kapatılmaması gerektiğine karar vermek için, onaylanmış bir sosyal görevliden bir değerlendirme talep edebilir. Mind 219830 numarayla kayıtlı bir hayır kurumudur. Faydalı kuruluşlar Arbours Association 6 Church Lane, London N8 7BU tel. 020 8340 7646, faks, 020 8342 5822 kriz merkezi: 020 8340 8125 email:coordinator arboursassociation.org web: www.arboursassociation.org Akıl ve ruh sağlığı hastanelerinin geleneksel tedavi yöntemlerine, yoğun psikoterapi ve evlere servisler şeklinde alternatif sunar. CareersUK 20-25 Glasshouse Yard, London EC1A 4JT tel. 020 7490 8818, bakıcılar hattı: 0808 808 7777 faks, 020 7490 8824, minikom. 020 7251 8969 email;ınfo ukcareers.org web; www.careersonline.uk Bakımla ilgili bütün konularda bilgi ve danışmanlık Hearing Voices Network 91 Oldham Street. Manchester M4 1LM tel/faks; 0161 834 5768, yardım hattı; 0161 834 3033 email: hearingvoices care4free.net web: www.hearing-voices.org Kullanılan webağı. Starteji vedestek grupları hakkında bilgiler. Rethink Severe Mental Ilness (daha önceki adı Ulusal Şizofreni Dostlukları) 28 Castle street, kıngston-upon-Thames, Surrey KT1 1SS tel: 0845 456 0455, danışma hattı: 020 8974 6814 email: advice rethink.org web: www.rethink.org Bütün akıl ve ruh sağlığı bozukluklarından etkilenenlere, daha iyi hayat koşulları sağlamak için çalışmalar. United Kingdom Council for Psychotherapy 167-169 Great Portland Stree, London W1W 5PF tel: 020 7436 3002, faks: 020 7436 3013 email: ukcp psychotherapy.org.uk web: www.psychoterapy.org.uk
-
Şizofrenlik nedir?
Ne gibi yardımlar mevcuttur? Dokrorunuza giderseniz, doktorunuz size, bazı ilaçlar yazabilir ve size konuşma terapisi tavsiye edebilir. Gereksinim duyarsanız, daha fazla değerlendirme, tedavi ve bakım için sizi, bir psikiatriste ve toplum sağlık görevlisine, gönderebilir. Şizofren kişilerin çoğu, toplum içinde yaşar, ancak, belirtileriniz, çok aniden ortaya çıkabilirse ve çok ağırsa, hastaneye gitmeniz gerekebilir. İlaçlar Aynı zamanda uyuşturucu ve nöroleptik olarak da bilinen, antifizyotikler, genelde olumlu belirtileri kontrol altında tutmak için yazılırlar. Bunların, özellikle de yüksek dozda alındıklarında hoş olmayan yan etkileri olabilir. Bu ilaçların yan etkileriyle baş etmeyi ve konuşma tedavilerini zorlaştıran, uyuşturucu etkileri de vardır. Başka şeylerin yanısıra, bu yan etkilerin arasında, nürokassal etkiler (titreyen eller, kasların tutulması) ve antimuskarinik etkiler (görüşün bulanması, kalp çarpıntısı, kabızlık ve baş dönmesi) vardır. Eski antifizyotikler, klorplamazin (piyasa adı Largactil) ve haloperidol (Serenace ve Haldol) gibi ilaçlar, ağır ve uzun süreli yan etkiler çağırıştırırlar, buna, tardive dyskinesia olarak bilinen, ana sinir merkezine kalıcı zarar da, dahildir. Şimdiki tavsiyeler, antifizyotiklerin, sadece mümkün en düşük dozda alınması gerektiği yolundadır. Mümkün olduğu sürece, risperidon, olanzapin, ketiapin, amisulpirit ve zotepin gibi, daha yeni tipik olmayan antifizyotiklerle başlamalıdırlar. Bunlar, nürokassal yan etkileri azaltmak amacıyla geliştirilmişlerdir. Bunlar sadece daha güvenli değil, aynı zamanda olumsuz belirtileri de geliştiricidirler. Antifizyotikler, hap, şurup veya şırınga edilebilir şekilde gelirler ve her gün, haftada veya iki haftada bir veya ayda bir alınabilirler. İlaçlar şizofreninin yeniden nüksetmesini önleyemezler, ama sıklıklarını ve ağırlıklarını azalttıkları yolunda kanıtlar vardır. Belirtilerle başa çıkmanın ve yan etkileri azaltmanın en iyi yolu, ilaçları düşük dozda almaktır. Eğer, bu ilaçları alıyorsanız, dozajı en düşük ayarda tutmak amacıyla, sürekli aldığınız miktarı gözden geçirtmelisiniz. Herkes ilaçlara farklı tepki gösterdiği için, en iyi gelecek ilacı bulmak deneme yanılma yoluyla olacaktır. Bazı kişiler, bir ilacın belirtilerine çok iyi geldiğini düşünürler, bazıları ise hiç faydalı bulmayabilirler, başkaları ise, yan etkilerinden dolayı almaktan vazgeçerler, kimileri ise hiç gereksinim duymazlar. Toplum bakımı İngiltere’de psikiatrik servise sevk edilen herkesin gereksinimleri değerlendirilmeli ve Bakım Programı Yaklaşımı (BPY) (Care Programme Approach (CPA)) dahilinde, bakımları planlanmalıdır, Bu, sizin toplumsal ve sağlık gereksinimlerinizin detaylı bir şekilde değerlendirilmesini, bir bakım planı ve durumunuzun sürekli yeniden gözden geçirilmesini sağlar. Sizin dosyanıza bir bakım koordinatörü bakmalıdır. Gereksinimlerinizin ne olduğunu söylemeye ve bir temsilci bulundurmaya hakkınız vardır. Bu değerlendirme aynı zamanda, akraba ve bakıcıları da kapsar. (Aynı sistem Galler’de de geçerlidir.) Bakım değerlendirmesini, genelde, Toplum Akıl ve Ruh Sağlığı Ekibi yapar. Onların amacı, sizin bağımsız bir şekilde hayatınızı sürdürmenizdir. Ev ve devlet yardımları, veya başka servisler gibi pratik konularda yardımcı olabilirler. Aynı zamanda bir toplum psikiatri hemşiresinin (CPN) sizi evinizde ziyaret etmesini temin edebilirler. CPN iler, size iğne yapabilir veya daha başka pratik konularda yardımcı olabilirler. Size yapmak istediğiniz aktiviteleri yapmanız için gerekli olan yetenekleri kazandırabilecek, bir meslek terapistleri gibi, ulaşabileceğiniz daha farklı kaynaklar da vardır. BPY’nin bir uzantısı veya ayrı olarak, sosyal servislerin, sizin, toplum bakım servisleriniz konusunda bir değerlendirme yapmasını isteyebilirsiniz. Bu günlük bakım servislerinden, ev sorununuza kadar, kendi evinizde bir servise ulaşmak veya evlerde destek sağlama amacı taşıyan herşeyi kapsar. Bir bakıcıya gereksinim duyabilirsiniz, bu günlerde birçok kuruluş bu servis için ücret talep ettiğinden, bu masraflar da değerlendirmenize dahil edilmelidir. Bakım gereksiniminiz tesbit edildikten sonra, kendi bakıcınızı işe alabilmek için, Direk Ödeme talebinde bulunabilir veya sosyal servislerin sağladığı bakımdan faydalanmak yerine, birgünlük bakım servisini seçebilirsiniz. Aile doktorunuzdan, sosyal servislerden, yerel Akıl Birliğinden (Mind Association), toplum akıl ve ruh sağlığı ekibinden, toplum sağlık kurumundan veya gönüllü servislerle çalışan kurumlardan, yakınınızdaki akıl ve ruh sağlığı ile ilgilenen merkezler hakkında bilgi alabilirsiniz. Bu konuda ayrıntılar, telefon rehberinde bulunmalıdır. Hastaneye Kabul Eğer, özellikle çok stresliyseniz, güvenli ve sizden bişeyler beklenmeyen bir yere gitmek isteyebilirsiniz. Bu zamanlarda, bu genelde hastane anlamına gelir. Hastanede, diğer stresli kişilerle beraber olmak, tek başına kalamamak ve destek azlığı gibi şeyler de size sıkıntı verebilir. Ancak, servisi kullananlar veya hastanedeki hastalar, çok yardımcı ve destekleyici olabilirler. Hastaneden ayrılmadan önce, sizin bağımsız yaşamanızı sağlayacak gereksinmelerinizin değerlendirilmesi gerekir. Eğer hastaneye gitmeye gönüllü değilseniz, 1983 Akıl ve Ruh Sağlığı kanunu altında, zorla hataneye yatırılabilirisniz. Bu konuda bilgi için Mind’ın yasal bölümüne danışın. Acil Servisler Bazı alanlarda, hastanelere alternatif olarak, acil servisler geliştirilmiştir. Bunlardan bazıları, acil durumlarda ev sağlar, bazıları ise kişileri kendi evlerinde destekler. Birçoğu, hastaneye yatma gereksinimini azaltmayı amaçlar. Bu servisler daha az ilaç kullanımına dayanırlar ve daha çok resmi olmayan bir şekilde konuşma yoluyla destek sağlamaya çalışırllar. Temsilcilik Temsilciler, görevleri, kişilere, istek ve gereksinimlerini anlatmada yardımcı olmak, tarafsız bilgilere ulaşmalarını sağlamak ve fikirlerini diğer insanlara anlatmak için uğraşan, eğitimli ve deneyimli kimselerdir. Hastanenizde, yerel akıl ve ruh sağlığı guruplarında, buna Mind da dahildir, bulunan, temsilciler, size, ilaç ve tedavilerle başa çıkmak, bunlara alternatif tedavilere ulaşmak, konularında destek ve danışmanlık sağlayabilirler. Aynı zamanda toplum bakım servislerine de ulaşmanızı sağlayabilirler. Destekli ev Destekli ev, gereksinim duyulduğunda, hem diğer kiracılardan, hem de görevlilerden yardım almak üzere düzenlenmiş ev anlamındadır. Bu desteğin seviyeleri, evden eve değişebilir, ancak, bütün destekli ev görevlilerinin görevi, sizin mümkün olduğunca bağımsız bir hayat sağlamanızı temin etmektir. Destekli evler, sosyal servisler ve bazı yerel Mind birlikleri de, dahil olmak üzere, akıl ve ruh sağlığı projeleri, tarafından yerel olarak sunulur. Sosyal ve mesleki eğitim Eğitim kişilerin, iş bulmasına, parayı idare edebilmelerine, toplu ulaşım araçlarını kullanmalarına, problem çözmelerine ve toplumsal olaylarla başa çıkmalarında yardımcı olabilir. Bu konuda bilgi almak için bakım koordinatörünüze danışın
-
Şizofrenlik nedir?
Understanding Schizophrenia Şizofrenliğin psikiatrik teşhisi hakkında çok fazla anlaşmazlık vardır. Bu kitapcık, şizofrenliğin teşhisi, nedenleri ve tedavisi hakkındaki faklı teoriler hakkında bilgi verecektir. Aynı zamanda, böyle bir sorunu olan bir kişiye, ailesine ve arkadaşlarına da bir takım tavsiyeler verecektir. Şizofren terimi akıl ve ruh sağlığı alanında sıkça kullanılan bir terimdir. Pisikologlar şizofrenliği bir psikoz olarak sınıflandırırlar. Bunun anlamı, psikologlara göre, bir kişinin kendi yoğun düşünce, fikir, tanım ve hayallerini gerçeklerden (toplumdaki, o kültüre ait, gerçek olarak kabul edilmiş, diğer kişilerin paylaştığı tanımlar, fikir kalıpları, ve değer yargıları anlamında) ayıramamasıdır. Başka belirtiler arasında, kişinin sesler duyması, ve hatta başkalarının, onların düşüncelerini okuyup, onları kontrol edebildiğine inanması da gelir. Birçok psikolog, bu gibi belirtileri bir psikiatrik bozukluk olarak görür. Tedavisi için de, genelde, kuvvetli sakinleştiriciler verirler. Ancak, bu psikolojik vakada herkes, bu görüşü paylaşmaz. Bu konuda farklı bir görüş, bunun, hayatın kötü olaylarına karşı akılcı veya doğal bir tepki, başka bir deyişle, stresin çok aşırı bir şekli olduğudur. Birçok kişi şizofenliğe, ”holistik” açıdan bakmayı tercih eder. Bu kişiler, kişiye ait özel deneyimleri ve bu deneyimlerin kişiler için ne ifade ettiğini anlama üstüne yoğunlaşırlar. Örneğin; sesler duymak, farklı kültürlerde ve inanışlarda farklı anlamlar taşır. Psikologlar nasıl teşhis koyar? Bu tip sorunlar genelde, karışıklık, veya davranışların çok fazla değişmesi ile başlar. Burada, bu tip davranışların başka farklı sebepleri de olabileceğini unutmamak gerekir. Bu belirtiler, bipolar bozukluklar ve şizoefektif bozukluklar gibi, farklı akıl veya ruh sağlığı bozukluklarının veya daha başka psikolojik sorunların, belirtisi olabilirler. Psikologlar, şizofreni teşhisi koyarken, birçok, ’olumlu’ ve ’olumsuz’ belirtileri göz önüne alırlar. ’Olumlu’ belirtiler; düşünce bozukluğu konuşmalar ve farklı sesler duyma gibi, halisünasyon hayal görmedir. ’Olumsuz’ belirtiler; ilgisiz veya duygusal açıdan yanıtsız olma konsantre olamama insanlardan kaçma korunma gereksinimi duymaktır. Düşünce bozukluğu Bir kişi, eğer, mantıklı bir düşünce dizisini takip edemiyorsa, fikirleri karışık görünüyor ve başkalarına bir anlam ifade etmiyorsa, düşünce bozukluğu olabilir. Bu durum, onlarla konuşmayı zorlaştırıp, bu kişilerin, yalnızlık duygularını ve izole edilmiş oldukları hislerini daha da fazlalaştırabilir. Halisünasyonlar Bazı kişiler, çevredeki diğer insanların duymadıkları konuşma sesleri duyarlar. Bu sesler, tanıdık, dostça veya eleştirel olabilir. Bu sesler, duyanın, düşünce ve davranışlarını tartışabilir veya onlara ne yapmaları gerektiğini söyleyebilirler. Konuşma sesi duymak, kesin şizofreni oldunuz anlamına gelmez.. Araştırmalara göre, nüfusun yüzde dördü konuşma sesleri duyar ve birçoğu için de bu bir sorun teşkil etmez. Ancak, şizofreni tanımı konmuş kişiler genelde, eleştiren, düşmanca sesler duyarlar. Belki de, bu kişiler, bütün hayatları boyunca konuşma sesleri duydular, ancak hayatta geçirdikleri kötü bir tecrübe, bu sesleri daha da arttırmış ve dayanılamaz hale getirmiş olabilir. Bazan, konuşma sesleri yerine farklı sesler de duyulabilir. Hayal Görme Hayal görme başkaları tarafından paylaşılmayan deneyim ve inanışlar olarak tanımlanır. Bazı kişiler, örneğin; gizli ajanların onları takip ettiğine veya dış güçler tarafından kontrol edildiklerine, bazı düşüncelerin onların kafalarına yerleştirildiğine inanabililer. Olumsuz belirtiler Toplumdan uzaklaşma, ilgisizlik, ve konsantrasyon bozukluğu gibi başka belirtiler, ’olumludan’ çok ’olumsuz’ olarak tanımlanırlar, çünkü daha az kesinlikle teşhis konabilir. Bu belirtilerle, kişinin, şizofren mi olduğu, yoksa daha başka korkutucu ve stresli durumlara karşı tepki mi gösterdiğini anlamak zordur. Örneğin, nasıl bir tecrübeye maruz kaldıklarına bağlı olarak, kişiler, ya saatlerce çok sessiz olup hareket etmeden durabilir veya durmadan yer değiştirip, sürekli hareket halinde olabilirler. Bu belirtiler başkalarının onlara davranışlarına tepki olabilir. Çoğunlukla, akıl veya ruh sağlığı yerinde olmayan birisi, başkaları tarafından ilgi görmez ve farklı davranılırlar, bu da onların kendilerini daha yalnız, daha depresyonlu ve daha umutsuz hissetmelerine yol açar. Bazı kişilerin diğerlerinden daha fazla şizofren olarak teşhis edilme ihtimali var mıdır? Nerdeyse her yüz kişiden birisi, genellikle de gençlik yıllarında, hayatının bir döneminde şizofren olarak teşhis edilir. Bu sayı genelde her iki cinsiyet için de aynıdır, ancak, erkeklerin teşhis konduğunda genelde daha genç olma eğilimleri vardır. Eğer, ailenizden birisi daha önce şizofren olarak tanımlandıysa, sizin de tanımlanmanız diğer insanlara göre daha fazla olasıdır. Tahminlere göre, şizofren olarak tanımlanan kişilerin üçte biri, hayatlarında sadece bir kere şizofreni tecrübesi yaşarlar. Diğer üçte biri, arada sırada şizofreni tecrübesi atlatırlar, son üçte birinin de, şizofrenlik hayatlarında süerkli bir sorun teşkil eder. Bir psikololog, hastalarına göre çok farklı bir kültür, din ve toplumdan geldiği zaman, yanlış teşhis riski vardır. Örneğin, Britanya’da yaşayan birçok genç Afrika-Karayibli erkeğe bu teşhisin konması, birçok uzmanın, şizofrenlikle ilgili tüm teorilerin ırkçılığa dayanıp dayanmadığı konusunda şüphelenmesine yol açmıştır. Bazı kişiler, psikiatrik uzmanların, şizofrenliğin tanımı, nedenleri, ve uygun tedavileri konusundaki anlaşmazlıklarının, bu konuda bir teşhis kategorisi olarak kullanılmaması gerektiğini savunurlar, Şizofreni teşhisi konmuş kişiler tehlikeli midir? Şizofrenlik basında en çok yanlış tanımlanmış psikiatrik teşhislerden biridir. En popüler inanışlardan birisi şizofrenliğin ’birden fazla kişilik’ taşıdığıdır, ve şizofren birinin çok sakin olamaktan kontrol edilemez bir kişiliğe dönüşebileceğidir. Genelde basında, sakinleştirici altında veya kapalı enstitülerde tutulmadığı sürece çok tehlikeli olacak ’şizofrenler’ hakkında haberler vardır. Aslında, akıl hastalarının Britanya’da işlediği cinayetler son on yılda aynı kalırken, işlenen tüm cinayet sayısında bir artış olmuştur. Şizofren olarak teşhis edilmiş kişiler vahşi suçlar işlemediği gibi, vahşi suçlar da şizofrenler tarafından işlenmemektedir. Araştırmalra göre, uyuşturucu ve içki kullananlar, şizofren olan birisinin iki katı kadar, daha fazla vahşi suç işlemeye meyillidirler. Şizofrenlik ve önemli suçlar arasındaki ilişkiyi kanıtlayan kanıtlar o kadar azdır ki, şizofreniler ve şiddet hakkında tahminlerde bulunmak nerdeyse imkansızdır. İnsanlar genelde konuşma sesi duyanlardan korkarlar. Sesler duyan kişilerin, bu seslerin söylediğini yapıp yapmamakta, diğer insanların kendilerine birşey söylendiğinde yapıp yapmamak gibi, bir seçim yapma hakları olduğunu hatırlamak önemlidir. Bu konuşma seslerinin başkalarına zarar vermekten çok, kişilere, kendilerini öldürmelerini söyledikleri daha yaygındır. Birçok kişi, bu seslere rağmen hergün hayatta kalma kararı verirler. Şizofrenliğin sebepleri nelerdir? Şizofrenliğe sebep olan noktalar konusunda çok farklı fikirler olduğu için, şizofrenliğe neyin sebep oldğunu tanımlamak çok zordur, ancak, bu konuda farklı birtakım fikirler vardır. Kalıtım Belli bir ’şizofren geni’ araştıranlar, böyle bir gen bulamamışlardır. Ancak, bazı genlerin, bazı kişileri, (bu bu kişiler şizofren olacak demek değildir) daha savunmasız bıraktığı düşünülmektedir. Kişilerin, büyüdükleri çevre, fiziksel gelişmeleri ve nasıl yetiştirildiklerinin bu konuda, psikolojik faktörler kadar etkisi vardır. Vücut kimyası Biyokimyasal araştırmalar, beyinde mesaj taşıyan kimyasallardan biri olan, nörotaşıyıcı, dopamin üstünde yoğunlaşmıştır. Teoriye göre, bu duruma sebep, biraz daha fazla dopamin salgılanması olabilir, ancak, bunun şizofren olmada bir rolü olup olmadığı henüz açık değildir. Bununla beraber, kuvvetli sakinleştiriciler dopamin sistemi üzerinde etki göstermektedir. Ailedeki deneyimler Belli aile tiplerinin, şizofrenliğe sebep olup olmadığı hakkında bazı teoriler ortaya atılmış, ancak bu kanıtlanamamıştır. Bu teoriler de, aile hayatının ilk dönemlerinin kişilik gelişmesinde önemli rol oynamasından kaynaklanmıştır. Stersli hayat şartları ve olayları Araştırmalar ve kişisel deneyimler, stresli olayların şizofrenliğe sebep olabileceğini göstermiştir. Bu olaylara, çok yakın birisini kaybetmek veya iş değiştirmek zorunda kalmanın sıkıntısı gibi, hayatı değiştiren olaylar dahil olabilir. Evsizlik, fakirlik, cinsel veya ırksal taciz gibi, sürekli baskılar da, buna katkıda bulunabilir. Bir araştırmaya göre, konuşma sesi duyanların yarısı, sorunlarını cinsel veya fiziksel tacize bağlamıştır. Araştırmadakilerin, nerdeyse çeyreği, ise, suçluluk duygusunun bu olumsuz sesleri duymalarında etken olduğunu söylemiştir. Uyuşturucu bağımlılığı Hiçkimse uyuşturucu bağımlılığının şizofrenliğe sebep olduğunu kanıtlayamamıştır. Birçok araştırmacı böyle bir bağ olduğuna inanmaz, ama, söylentiye göre böyle bir bağ vardır. Şizofren olarak tanımlanmış kişilerin, bazı uyuşturucu maddelere kötü reaksyon göstermesi mümkündür. Genelde, birçok uzman, şizofrenliğin, birçok faktörün biraraya gelmesiyle oluştuğunu düşünmektedirler; kişinin genetik yapısı kişiyi şizofrenliğe daha hassas yapabilir, ancak, stresli durumlar veya belli bazı aile veya hayat tecrübeleri, belirtilerde tetiği çeken etken olabilir.
-
PSİKOLOJİNİN KONUSU....
Psikoloji insan davranışlarını inceleyen bilim dalıdır. İnsan merak eden, öğrenme ihtiyacında olan bir varlıktır. Hem kendini hem de kendi dışındaki dünyayı anlamak ister. Elde ettiği bilgiler de onun çevresine uyumunu kolaylaştırır. İnsan yalnızca çevresini, dış dünyayı değil, kendisi ile ilgili olayları da merak eder. İnsan nedir? sorusuna cevap arar. Bu sorunun cevabını aslında bildiğini zanneder. Oysa insan hakkında bilgimiz düşündüğümüzden de azdır. İnsan, felsefenin, dinlerin, antropoloji, etnoloji, biyoloji, sosyoloji gibi çeşitli alanların konusu olmuştur. İnsanı inceleyen alanlardan biri de psikolojidir. Psikoloji, insanın neden, niçin ve nasıl davrandığını araştırır. PSİKOLOJİNİN TANIMI Psikoloji psyche (Nefes, ruh, zihin) ve logos (düzenli söz, bilgi) kelimesinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Kelime anlamı ruh bilgisidir ancak değişik tanımlar verilmesine rağmen o, en genel anlamında organizmanın davranışlarını inceleyen pozitif bir bilimdir. Tanımda geçen kavramları kısaca açılayalım: Organizma: Geniş anlamıyla her türlü canlıdır. Psikolojinin organizma teriminden anladığı hayvan ve insandır. Psikolojinin asıl amacı insanı incelemektir. Bazı nedenlerle (deney aracı olarak, insan davranışlarıyla karşılaştırmak amacıyla) hayvanlar da psikolojinin konusu olmuştur. Davranış: Organizmanın doğrudan veya dolaylı olarak gözlenebilen tüm etkinlikleridir. Yürümek, koşmak, ağlamak gülmek, yemek, içmek, bisiklete binmek, saz çalmak, konuşmak gibi eylemler birer davranıştır. Bu davranışlar doğrudan doğruya gözlenebilir. Rüya görmek, öğrenmek, hayal kurmak, düşünmek, duygulanmak gibi bazı davranışlar da dolaylı olarak gözlenebilir; rüyanın anlatılması, düşüncenin konuşmayla açıklanması gibi. İşte “bu davranıştır” dediğimiz; insanların yapıp etmeleri, davranışın gözlenebilir yanıdır. Davranışın ortaya çıkması için insanın zihninden birşeylerin (düşünme, problem çözme, duygulanma anlama algılama vb.) geçmesi gerekir. İşte bu işlemlere zihinsel oluşumlar adı verilir. Bilim: Belirli bir alanda bilimsel yöntemlerle yapılan çalışmalar sonucu elde edilen organize bilgiler kümesi düzenli bilgiler elde etmek sürecidir. Tanımda belirtildiği gibi bilim sadece olmuş bitmiş bilgiler yığını değil, aynı zamanda devam eden çalışmaları da içerir. Belirli alanda elde edilen her bilgi bilim değildir. Bilgilerin bilim olabilmeleri için bazı koşullara uygun olması gerekir. * Her bilimin kendine has konusu vardır. * Her bilim bilimsel yöntemlerle araştırmasını gerçekleştirir. * Bilim objektiftir. Elde edilen bilgiler başka araştırmacılar tarafından test edildiğinde de aynı sonuçlara varılır. * Bilim genellemelere varmayı amaçlar. Bu genellemeler bilimsel yasa veye bilimsel teori olarak ifade edilirler. Fizik, kimya, biyoloji, psikoloji, sosyoloji gibi olguları deneysel yöntemlerle açıklayan bilimlere pozitif bilim denir. 2. PSİKOLOJİNİN AMAÇLARI * Her bilim dalının bir amacı vardır. Örneğin fiziğin amacı farklı olayları en genel yollarla matematik ifadelerle açıklayan doğa yasalarını yada temel ilkelerini ortaya çıkarmaktır. Psikolojinin de amacı organizmanın özellikle insanın davranışlarını inceleyerek genel yasalara varmaktır. * Her bilim dalının belirli çalışma alanı vardır. Psikolojinin çalışma alanı insan davranışlarıdır. İnsan davranışlarının ne olduğunu, nasıl olduğunu, niçin olduğunu araştırmak, araştırma sonuçlarından hipotez, yasa, teorilere varmak psikolojinin görevidir. * İnsan bir canlı olarak çevresine uyum sağlamak ister. Psikoloji de elde ettiği yasaları yine insana uygulayarak onun davranışlarını açıklayabilir, önceden kestirebilir, kontrol edebilir. Böylece, insana çevresine uyum sağlamasında yardımcı olabilir. * Günümüzde psikolojinin bulgularından, çok değişik alanlarda yaralanılır. Eğitim, tıp, endüstri, ekonomi gibi olaylarda psikolojik bilgiler, insanların daha başarılı olmasını sağlamaktadır. Büyüme, gelişme, yetenekler, ilgi, zeka, heyacan, bellek, düşünme, öğrenme konularında elde edilen psikolojik bilgilerin eğitim alanında kullanılması ile bu alanda başarı yükselmiş, daha sağlıklı, daha modern bir eğitim anlayışı gelişmiştir. 3. PSİKOLOJİDE EKOLLER VE YAKLAŞIMLAR 1879’da Alman psikolog WILHEIM WUNDT tarafından Leipzig’de kurulan psikoloji laboratuvarı ile psikoloji, deneysel bilim dalı olma ünvanını kazanmıştır. İlk psikoloji deneyleri burada yapılmıştır. Psişik olaylar fizik olayları gibi incelenmeye çalışılmıştır. Daha sonra Avrupa`nın değişik yerlerinde ve Amerika` da da bir çok psikoloji laboratuvarı açılmıştır. Psikoloji felsefeden ayrılıp bağımsız bir bilim haline geldikten sonra -kısmen de olsa- bazı filozofların düşünce biçimlerinin etkisinde kalmıştır. Sistem ve ekol halinde gelişen psikoloji akımları ortaya çıkmıştır. Ekoller genellikle tek yanlı görüşlerdir. İncelemek istedikleri konuyu temel ögeler açısından ele alırlar. Determinist anlayıştadırlar. Psikolojinin belli başlı ekolleri Strukturalizm (yapısalcılık zihin yapısı ile ilgili), Fonksiyonalizm (İşlevselcilik -zihin göreviyle ilgili psikoloji), Behaviorizm (davranış psikolojisi), Psikanalitik Psikoloji,Gestalt psikolojisidir. 20. yy. psikolojisi zihinsel süreçleri açıklamak için iç gözlem yöntemini kullanan yapısalcılıkla başladı, daha sonra psikanalitik psikoloji gelişti. Yapısalcılığa karşı olan davranışçılık ve Gestalt psikolojisi gibi akımlar ortaya çıktı. Daha önceki okulların tek yanlı determinist (belirleyici) görüşlerine tepki olarak da hümanistik (insancıl) psikoloji doğdu. 2. Dünya Savaşı sırasında ise ekoller önemini kaybederek, görüşler yavaş yavaş birbirine yaklaştı. Teorisyenler ve araştırmacıların aynı miktarda katkıda bulunduğu çoğulcu anlayış, ekollerin tek yanlı anlayışı yerine geçti. Psikolojinin günümüzdeki durumunu daha iyi anlamamız için ekol ve yaklaşımcıları kısaca gözden geçirelim: STRUKTURALİZİM (YAPISALCILIK ): 1879 da Wilhelm Wundt’un psikoloji laboratuvarını kurması ile deneysel psikolojinin temelleri atılmıştır. Wundt ilk çalışmalarında duyum ve imgeleri araştırdı. O ve izleyenler karmaşık zihinsel yaşantıların yapısını incelemeye çalışmıştır. Bu nedenle bu ekole yapısalcılık denir. Örnek aldıkları bilim dalı kimyadır. Kimyada, nasıl birleşik maddelerin yalın elementlerden oluştuğu çözümleme ile anlaşılıyorsa karmaşık bilinç olaylarının yapısal açıdan çözümlenmesi ile de psişik olayların daha iyi anlaşılıp açıklanabileceğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre psikolojinin amacı, bilincin karmaşık yapısını çözümlemek zihnin en yalın öğelerini araştırmak ve bunlar arasındaki ilişkileri bulup yasalar halinde formüle etmektir. Artık duyumlar, algılar, anılar laboratuvarda incelenmeye başlanmıştır. Yapısalcıların araştırmalarında kullandıkarı yöntem iç gözlem ve deneydir. Temsilcileri Wundt ve Titcher’dir. FONKSİYONALİZİM (İŞLEVSELCİLİK): William James, James B. Angell ve John Dewey gibi Amerikan filozoflarının ve eğitimcilerinin oluşturduğu ekoldür. Fonksiyonalistler, yapısalcıların görüşlerine karşı çıktılar; onlara göre bilincin ne olduğundan çok, ne için olduğunu bilmek önemlidir. Yani bilincin amacı ve işlevini bilmek asıl amaç olmalıdır. Bunlara göre insan davranışlarını anlamak için sadece bilinç olaylarını çözümlemek yoluyla incelemek yeterli değildir. Bilinç incelenmelidir ama bunun yanında insanın çevresine uyumunda yardımcı olacak, öğrenme gibi duyum davranışları da incelenmelidir. İşlevselcilik davranışı, çevreye uyum süreci olarak tanımlamıştır. Bu ekolün amacı algılama, düşünme, duygulanma gibi içsel eylemlerin, hayatta karşılaşılan çeşitli problemlerin çözümlenmesine nasıl yardım ettiğini açıklamaktır. İşlevselciler eyleme ve yararcılığa dönüktür. Fonksiyoncular, yöntem olarak içgözlem ve gözlemi kullanmışlardır. Davranışları özel olarak da öğrenmeyi açıklamaya çalışmışlardır. BEHAVİORİSİM (DAVRANIŞÇILIK): Birinci Dünya Savaşı sıralarında behaviorist denilen bir grup Amerikan psikoloğu, yapısalcılığa ve işlevselciliğe karşı çıkmışlardır. Bilincin iç gözlem yöntemi ile incelenmesine kuşku ile bakmışlardır. Bilinç hallerinin değil, ama davranışların, gözlenebilir durumların incelenmesi gereklidir. Psikolojinin bilim haline gelebilmesi için gözlenebilir, ölçülebilir fenomenlerin doğa bilimlerinde kullanılan objektif ve bilimsel yöntemlerle incelenmesi gerekir. Gerek yapısalcıların, gerekse işlevselcilerin kullandıkları iç gözlem yönteminin kullanılması bilime aykırıdır. Davranışçıların önde gelen temsilcileri Watson, Pavlov ve Dashil’dir. Bunlar bilinç kavramını bir yana bırakıp davranışları incelemişlerdir. Davranışçılara uyaran (stimulus) -tepki (response) psikologları da denir. Davranışçılara göre objektif tekniklerle gözlenebilen sadece çevresel uyarıcılara, insanların bu uyaranlara karşılık gösterdikleri tepkilerdir. Davranışçılar gözlem ve deney yöntemini kullanırlar. Davranışçılar, organizma ve çevre ilişkilerinin insan ve hayvanlarda birbirinin aynı olduğu kanısındadırlar. Bu nedenle hayvanlar üzerinde psikolojik araştırmalar yapmışlardır. Örneğin Pavlov koşullu öğrenme deneylerini köpekler üzerinde yapmıştır. PSİKODİNAMİK YAKLAŞIM (PSİKOANALİTİK PSİKOLOJİ): 19. yy sonunda S. Freud öncülüğü ile bir grup hekim akıl ve ruh hastalıklarını psikolojik açıdan incelemeye çalışmışlardır. Zira bu hastalıklardan bir çoğunun fiziksel veya organik kaynakları bulunamıyordu. Hastalıkların kaynaklarının bulunmasında önce hipnoza başvurulmuştur, daha sonraları da psikanaliz yöntemi geliştirilmiştir. Freud akıl hastalıklarının psikolojik nedenlerini incelerken “Bilinçaltı” nı keşfetmiştir. Freud ve arkadaşları psikoz ve nevrozların coğunun, kişinin çocukluktan itibaren tatmin edilmemiş olan arzu ve ihtiyaçlarının baskı altına alınmasından, bilinç dışına itilmesinden meydana geldiğini öne sürmüşlerdir. Kliniklerde yaptıkları deneylerde bunu kanıtlamaya çalışmışlardır Freud’a göre içsel yaşantılar bilinçlilik bakımından birbirinden farklı üç düzeyde bulunurlar. Bunlardan tam bilinç düzeyinde kişi, anılar, düşünceler, duygular gibi içsel yaşantıların farkındadır. Bilinç tam olarak aydınlıktır. İkinci düzey bilinç öncesidir, burası bilince yakın olan anıların, arzuların bir deposu gibidir. Kişi bunların farkında değildir, ama istediği anda bilinç alanına çıkabilir. Üçüncü düzey ise bilinçaltıdır. Burada kişinin istediği zaman bilinç alanına çıkaramadığı varlıklarından bile haberdar olmadığı duyguları, düşünceleri, anıları, dürtüleri bulunur. Bilinçaltında bulunan bu düşünceler yok olmazlar. Kişiyi rahatsız eder, davranışlarını şu yada bu şekilde etkilerler. Bilinçaltı düşünceleri rüya ve hayallerde ortaya çıkar. Freud’a göre anormal davranışlar, aslında insanların ruhsal çatışmalarından kurtulabilmek için başvurdukları çabalardır. Bu nedenle bu davranışlar asla anlaşılmayacak olan davranışlar değildir. Normal davranışlarla aralarında yanlızca bir derece fark vardır. Freud ayrıca kişilik konusunda da yeni bir görüş getirmiştir. İnsanın id-ego-süper ego denilen üç yanını ve bunların etkileşimini incelemiştir. Özet olarak şunu söyleyebiliriz: Psikanalitik psikologlar (Freud, Adler ve Jung) akıl hastalıklarını ve bilinçaltını klinik yöntemlere ve gözleme başvurarak incelemişlerdir. Psikolojinin bulgularını hekimlik alanında kullanmışlardır. GESTALTÇI YAKLAŞIM (BÜTÜNLÜK PSİKOLOJİSİ): Max Wertheimer, Kurt Kofka, Kurt Lewin gibi Alman psikologlarından oluşan psikoloji ekolüdür. Algı ve bellek konusunda inceleme yapmışlardır. İç gözlem, gözlem ve deney yöntemlerinden yararlanmışlardır. Görüşleri özellikle eğitim alanında kullanılmıştır. Gestalt psikolojisinin temsilcileri davranışların bir bütün olduğunu, bunun parçalara ayrılamayacağını savunmuşlardır. Gestalt psikolojisine göre parçaların bir bütünlük içinde anlam kazanması önemlidir. Örneğin bir tablo, tuval, boya ve renklerin toplamından çok daha farklı bir şeydir. Tek tek anlamı olmayan parçalar bütünlük halinde anlam kazanır. HÜMANİST (iNSANCI ) YAKLAŞIM: Çağdaş bir psikoloji akımıdır. Kurucuları Gestaltçılardan etkilenmiştir. Varoluşçu felsefe akımının görüşlerini benimsemişlerdir. Bu yaklaşımın öncü ve temsilcileri Rogers, Maslow, Sartre, Charolette Bühler, Frankl, Binswagner’dir. Davranışçı ve psikanalitik yaklaşımlara karşı görüşleri vardır. Özellikle insanı ele alışları açısından öteki ekollerden ayrılırlar. Bu yaklaşıma göre insan kendine göre bir değerdir, belli bir toplum düzeninin yada iş örgütüdür, aracı haline getirilmemelidir. İnsan kendisinden, davranışlarından, oluşturacağı kimliğinden kendisi sorumludur. Hayatı kendisi için yaşamaya değer, anlamlı bir hale getirmek kişinin kendisine düşer. Ölümlü olan insanın hiçbir yaşantısı tekrar etmeyecektir. Geçmiş yada gelecek değil, içinde yaşanılan an önemlidir. İnsan için bilim amaç değil, ancak araç olabilir. İnsanı tanırken dogmatik görüşlerden kaçınmak gerekir. İnsan davranışlarını denetim altına almak yerine, daha çok özgürlüğe yer verilmelidir. İnsanı anlamak için onun iç yapısını bilmek gerekir. Bunun için içgözleme baş vurmak zorunludur. İnsan cansız bir nesne olmadığından, dıştan bakılarak davranışları yordanamaz. Bu akım insanı inceleme yöntemini getirmiştir. Psikolojiyi bir bakıma yeniden felsefeye yaklaştırmıştır. Psikolojinin amaçlarından biri insan davranışlarını kontrol etmektir. Oysa Hümanistik yaklaşımda olanlar, psikolojik kontrolün insanlığın zararına kullanılabileceği inancındadırlar. Örneğin, iyi insan yetiştirmek doğru amaç gibi gelebilir. Ancak bu konuda çok çeşitli görüşler ortaya atılabilir. BİLİŞSEL (COGNİTİVE) YAKLAŞIM: Bilim ve biliş (cognition) olguları hep insanın ilgisini çekmiş, değişik yaklaşımların konusu olmuştur. Bilgi edinme ve bilinçli duruma gelme sürecinin öğrenme, davranış üzerindeki etkileri psikolojinin konusunu oluşturur. Çağdaş biliş anlayışında iki yaklaşım göze çarpar. Bunlardan biri Bilgi işlemi yaklaşımdır. Bunda düşünceyi ve usavurma (akıl yürütme) süreçlerini açıklamak amaçtır. Bu yaklaşım insan zihnini çeşitli programlara göre bilgi edinmek, bilgiyi işlemek, depolamak ve kullanmak üzere tasarlanmış gelişkin bir bilgisayar sistemi olarak ele alır. Diğer yaklaşım Jean Piaget’nin çalışmalarına dayanan yaklaşımdır. Gelişme psikolojisi alanındaki çalışmaları ile tanınan Piaget, çocuğun yetişkinliğe değin bir dizi zihinsel gelişim evrelerinden geçtiğini savunmuştur. Piaget, çocukta dört gelişim evresi saptamıştır. Piaget’nin gelişme ile ilgili görüşleri eğitim anlayışında değişiklikler getirmiştir. Belli kavramların özümlenebilmesi için zihinsel gelişmede belli aşamaların tamamlanmış olmasının gereği anlaşılmıştır. Öğretmenin görevi çocuğa yanlızca bilgi aktarmak değil, ona dünyayı keşvetmesinde rehberlik etmektir. ABD’li psikolog ve eğitimci Jerame S. Bruner, küçük çocuklarda algı, öğrenme, bellek gibi biliş biçimleri konularındaki çalışmaları ile eğitim anlayışında etkili olmuştur. Çalışmaları, ders proğramlarının yeniden düzenlenmesini sağlamıştır. Bruner’e göre; bütün çocuklarda doğal bir merak ve değişik konulara ilgi vardır. Hangi gelişim amacında olursa olsun her çocuğa uygun biçimde verilmesi koşuluyla her konuyu öğretmek mümkündür. BİYOLOJİK YAKLAŞIM: Buna psikobiyolojik yaklaşımda denilebilir. ABD’li psikiyatr Adolf Meyer`in öncülüğünü yaptığı Psikiyatri Okulu`nun yaklaşımıdır. Meyer, insanı bütünselliği olan biyolojik bir birim olarak kabul eder. İnsan davranışını anlayabilmek için psikoloji ve sosyolojiden yararlanmak gerekir. Meyer’e göre zihinsel bozukluklar organik ve kalıtsal etkenlerin karmaşıklaştırdığı gerçekçi olmayan beklentiler ve yanlış alışkanlıkların sonucunda ortaya çıkar. 4. ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİDE UZMANLIK ALANLARI Çağdaş psikolojide uzmanlık alanlarını “Deneysel Alanlar” ve “Uygulamalı Alanlar” olarak sınıflandırabiliriz. Deneysel alanlar daha çok akademik araştırmalar içerir. Uygulamalı alanlar da akademik çalışmalarla elde edilen bilgiler pratik hayata uygulanır. Bu uygulamalardan çeşitli psikoloji alanları doğmuştur. a) Deneysel Alanlar: Deneysel alanlarda psikolojinin amacı daha çok teoriktir. Bilmek için araştırmak, bilimsel amaç esastır. Buna Akademik Psikoloji de denilmektedir. Bunlar: Genel Psikoloji: Psikoloji ile ilgili prensipler ve davranışın temellerini araştıran, psikolojinin temel kavramlarına anlam kazandıran psikoloji dalıdır. Genetik Psikoloji: Davranışların ortaya çıkmasından itibaren gelişmesini, gelişme dönemlerini araştıran psikolojidir. Deneysel Psikoloji: Laboratuvar deneylerinin yapıldığı, hipotezlerin gerçekleşmesi ile ilgili deneysel araştırmaların sürdürüldüğü ve davranışların açıklandığı psikoloji dalıdır. Sosyal Psikoloji:Bireyin toplumla ilişkilerini ve toplumun bireyi etkilemesi ile ilgili olaylar üzerinde araştırmalarını sürdüren psikolojidir. Çocukluk, Gençlik, Yetişkinlik Psikolojisi: Çocukluk psikolojisi, bebeklikten ergenlik dönemine kadar olan davranışlarda, gençlik psikolojisi 12-20 yaşları arasındaki davranışlarda, yetişkinlik psikolojisi 20 yaştan itibaren meydana gelen davranış değişmelerini ve gelişmelerini araştıran psikoloji alanıdır. Fizyolojik Psikoloji: İnsanın anatomik yapısı, sinir sistemi, salgı bezleri v.b fizyolojik olayların davranışlarla ilişkisini araştıran psikoloji dalıdır. Karşılaştırmalı Psikoloji: Farklı cinslerde görülen davranışların karşılaştırılmasını ve farklılıklarını inceleyen psikoloji dalıdır. Ayrıca insan davranışlarını inceleyen “insan psikolojisi”, hayvan davranışlarını inceleyen “hayvan psikolojisi” başlıca uzmanlık alanları olarak sıralanabilir. Uygulamalı Alanlar: Uygulamalı psikoloji ise deneysel alanlarda elde edilen bulguların günlük yaşamda karşılaşılan sorunların tanısını, belirlenmesini kolaylaştırmak amacıyla kullandığı alanlardır. Başlıcaları Eğitim psikolojisi, Kimlik psikolojisi, Endüstriyel psikolojisi v.b dir. Eğitim Psikolojisi: Psikolojinin algılama, öğrenme, düşünme, motivasyon, heyacan, zeka ve kişilik çevre-insan etkileşimini araştıran, alanlarındaki bulguların eğitime uygulanması ile gelişmiş bir alandır. Eğitim ve öğretim alanındaki birçok problemin çözümünde bu teorik (kurumsal) bilgilerden yararlandırılmıştır. Gerek öğrenci, gerek öğretmen, gerek öğretim teknikleri ile ilgili yenilikler ve gelişmeler, bu çalışmaların sonucudur. Ayrıca okul hayatının fizik koşullarını düzenlemesi, daha uygun ortamlarda eğitim ve öğretim yapılmasının gereği bu araştırmaların ışığında belirlenmiştir. Klinik Psikolojisi: İnsanların zeka, kişilik, ruh hastalıkları gibi çeşitli konulardaki problemlerinin teşhis edilmeleri ile ilgili olarak geliştirilen çeşitli teknikler üzerinde çalışılan uygulamalı psikoloji dalıdır. Kliniklerde çeşitli ruh hastalıkları teşhis edilir. Psikologlar, özellikle klinik psikolojide psikiyatristlerin yardımcısı olarak çalışırlar. İhtiyaç duyulduğunda testlerin uygulanması, değerlendirilmesi psikoloğun görevidir. Endüstri Psikolojisi: Psikolojinin verilerinden yararlanarak endüstriyel işe göre elaman seçme, üretilen araç ve gereçleri insan yapısına uygun olarak düzenleme, çalışanların psikolojik problemlerini çözme amacıyla araştırma yapan bir daldır. Günümüzde işyerlerinin insan sağlığına uygun düzenlenmesi işin en az enerji harcanarak en uygun biçimde yapılması, kişinin fiziyolojik yapısına ve yeteneklerine uygun bir işte çalışması gibi konular endüstri psikolojisini ilgilendirir. Üretilen malların pazarlanmasında satıcı- alıcı etkileşimi malların tanıtılması amacıyla yapılan reklamlar psikolojik verilere dayanmaktadır. Kişinin hiç ihtiyacı olmadığı halde satın aldığı eşyalar göz önüne getirildiğinde reklamın üzerimizdeki etkisi açıkca görülür. Hukuk Psikolojisi: Hukukta psikolojinin teorik bilgilerinden yararlanan psikoloji dalıdır. Sanık ve tanığın psikolojik durumları, sorgulanması, yargılanması ve yasalar karşısında insanların tutum ve tavırlarını araştıran alanlardan biridir. Sanık ve tanığın tanımlanması, suçlu insana karşı gösterilen tavır değişmeleri, cezaevi şartlarında yapılan düzenlemeler, bu çalışmaların bir sonucudur. 5. PSİKOLOJİDE ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ Bilimlerin amacı, olaylar hakkında kanıtlanabilir bilgiler elde etmektir. Bu amaca erişmek için izledikleri sistemli yola, her türlü araştırma tekniğine yöntem denir. Değişik bilim dallarında birçok yöntem kullanılır. Psikoloji de diğer bilimlerin kullandığı yöntemlerin çoğunu kendi konusuna göre kullanır. Bunların başlıcaları betimleyici ve tanımlayıcı yöntemler, korelasyonel yöntemler, deneysel yöntemlerdir. a) Betimleyici ve Tanımlayıcı Yöntemler: Betimleme ve tanımlama amacıyla tarama yöntemi, doğal gözlem, görüşme ve vaka incelemesi yöntemlerinden yararlanılır. 1. Tarama Yöntemi: Belirli sorunlarla ilgili olarak geniş kitlelerin görüşlerinin alınmasıdır. Test: İnsanların zekalarını, ilgilerini, yeteneklerini, tutumlarını, kişiliğini v.b. ölçmek amacıyla kullanılır. Anket: Bilgi verecek kişinin doğrudan kendisinin okuyarak cevaplandıracağı sorulardan oluşmuş soru kayıtları kullanarak yazılı cevaplar aracılığı ile gözlemde bulunma işidir. 2. Doğal Gözlem : Olayların doğal durumda izlenmesidir. 3. Görüşme :Görüşme, karşılıklı konuşmadır.Bu konuşma bir kişiyle olabileceği gibi bir gurup insanla da olabilir. 4. Vaka: Bazı durumlarda insan davranışını tanımlamak pek kolay olmaz. Olayın derinliğine inmek gerekir. İnsanın geçmiş yaşantıları ve çevresi davranışlarına önemli etkiler yapar. İnsan davranışını tanımak için bu geçmiş yaşantıların, önemli olayların ve ilişki kurduğu insanların ona nasıl bir etkide bulunduğunu öğrenmek gerekir. Bunun için psikolog incelediği kimsenin ailesi, arkadaşları ve diğer ilgililerle konuşur. Elde ettiği bilgileri nesnel olarak kaydeder. Davranışların nedenlerini ortaya çıkarırkan bu bilgilerden yararlanır. Korelasyonel Yöntemler : Korelasyonel: Birlikte değişme gösteren olaylar arasında çeşitli anlamlılık düzeylerinde belirlenen ve nedensellik bağları kurmanın başlangıç noktası olan ilişki. c) Deneysel Yöntemler: Doğal gözlem, varsayım (Hipotez) ve deneyleme aşamasından geçer. 1. Doğal Gözlem: Olayların akışına gözlemcinin karışmadığı gözlem biçimidir. 2. Varsayım: Olaylar ve olgular arasında neden- sonuç ilişkisi kuran ve gözlem yolu ile test edilecek olan öngörü. 3. Gözlem: Olayın başndan sonuna kadar izlenerek görülenlerin kaydedilmesidir. Deneysel yöntemde, bu aşamada kastedilen, doğal olmayan gözlemdir. Güdümlü Gözlem: Olayların yeri, zamanı ve koşullarının gözlemci tarafından hazırlandığı gözlem biçimidir. Nelerin, nasıl gözlenebileceği, nasıl kaydedileceği önceden kararlaştırılır. Aktif gözlem ya da deneyleme de denilebilir. Deney: Bir değişkenin etkilerini gözlemek üzere koşulları hazırlanmış gözlem yada deneyleme sürecinin ürünüdür. Diğer bilimlerde olduğu gibi deney yöntemi, psikolojide de araştırmaların temelidir. 6. PSİKOLOJİNİN DİĞER BİLİMLERLE İLİŞKİSİ Psikolojinin felsefeden ayrılıp bağımsız bir bilim olması, onun diğer bilimlerle ilişkisinin olmadığı anlamına gelmez. Her bilim dalının diğerleri ile ilişkisi vardır. Ancak birbirlerine yakın olan bilim dallarının ilişkisi diğerlerinden daha yoğundur. Örneğin insanı konu olarak ele alan antropoloji, etnoloji, sosyoloji, psikoloji daha yakın ilişki içindedir. Psikoloji- Antropoloji: Antropoloji, insanı inceleyen bilim dalıdır. İnsanın gelişim sürecini, ırkları inceler. Elde ettiği sonuçlar günümüz psikolojisine ışık tutar. Psikoloji- Etnoloji: Etnoloji, insan toplumlarının günümüzde yada tarih öncesi dönemlerde yaşayan ilkel toplulukların kültürlerini inceler. İnsanın, kişiliği, algıları, kanıları üzerinde içinde yaşadığı kültürün etkisi oldukca çoktur. Bu nedenle Etnoloji çalışmaları psikolojiye yardımcı olur. Psikoloji- Sosyoloji: Sosyoloji toplum bilimidir. Toplumun yapısını, toplumsal sistemleri inceler. Toplum tek tek kişilerden oluştuğuna göre sosyoloji ile psikoloji oldukça yakından ilişkili bilim dalıdır. Her iki bilim dalının ortak ürünü olarak sosyal psikoloji dalı doğmuştur. Ancak bununla birlikte sosyoloji ve psikolojiyi tek bir bilim dalı olarak görmek yanlıştır. Çünkü iki bilim dalının oldukca farklı yanları ve çalışma alanları vardır. Örneğin, sosyoloji yanlızca insan toplumlarını incelemesine karşın psikoloji bazı nedenlerle hayvanları da inceler.
-
Psikoloji Nedir?
PSİKOLOJİNİN FARKLI BİR TANIMI Kelime anlamı Yunanca’da psycho (ruh ve zihin ) ve logos (söylemek , konuşmak )’tan gelen psikoloji kelimesi gerçek tanımı vermemektedir. Eski çağlarda yunan filozofların görüşleriyle şekillenmeye başlayan psikoloji bilimi ilk olarak filozoflar ruh incelemesi olarak almışlar. Fakat bu tanım konusunda yani ruh üzerinde tam bir açıklama getirememişler değişik ruh tanımları yapmışlardır. Modern psikolojinin şekillenmesiyle ruh kavramı yerine insanların zihinsel ve gösterdikleri davranışlar olarak belirginleşmeye başlamıştır. Yine de modern psikoloji belirginleşse de bazı görüşler ve yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Psikolojinin tanımı bu yaklaşımlarla daha belirgin hale gelmeye başlamıştır. Bu yaklaşımlardan nörobiyolojik yaklaşım psikolojinin ilgi alanının beynin ve sinir sisteminin incelenmesi olarak ele almıştır. Zihinsel olayların altında yatan nörobiyolojik süreçleri belirgin kılmak istemişlerdir. Davranışçı yaklaşımda bir insanın gözlenebilen davranışlarını ele almıştır. Bilişsel yaklaşım beyin aldığı bilgileri işlemekte ve yeni kategorilere dönüştürmektedir. Bilişi ve zihinsel süreçleri bilimsel olarak incelemek olarak almıştır. Psikoanalitik analitik yaklaşım davranışlarımızın önemli bir bölümü bilinç dışı süreçlerden kaynaklandığını savunur. Fenomonolojik yaklaşım kişinin dünyayı kişisel görüşleriyle olayları yorumlamakta ona göre davranış göstermektedir demektedir. Yukarıda açıklamalarını yaptığımız yaklaşımlar modern psikolojinin tanımına ve araştırma alanına bir açıklık getirmeye çalışmıştır. Psikoloji doğrudan yada dolaylı olarak gözlenebilen insan ve hayvan davranışlarını bilimsel yöntem ve tekniklerle inceleyen bilim dalı olarak ortaya çıkmaktadır. Psikolojinin tanımı ve uğraş alanını yukarıda açıklaması yapılan yaklaşımların toplamı olarak da ele alabiliriz. Psikoloji bilim olarak da Wundt (1879)’da ilk psikoloji laboratuarı açmasıyla bir bilim dalı olarak karşımıza çıkmaktadır.
-
Psikoloji Nedir?
Psikolojinin organizma teriminden anladığı hayvan ve insandır. Psikolojinin asıl amacı insanı incelemektir. Bazı nedenlerle (deney aracı olarak, insan davranışlarıyla karşılaştırmak amacıyla) hayvanlar da psikolojinin konusu olmuştur. Davranış: Organizmanın doğrudan veya dolaylı olarak gözlenebilen tüm etkinlikleridir. Yürümek, koşmak, ağlamak gülmek, yemek, içmek, bisiklete binmek, saz çalmak, konuşmak gibi eylemler birer davranıştır. Bu davranışlar doğrudan doğruya gözlenebilir. Rüya görmek, öğrenmek, hayal kurmak, düşünmek, duygulanmak gibi bazı davranışlar da dolaylı olarak gözlenebilir; rüyanın anlatılması, düşüncenin konuşmayla açıklanması gibi. İşte “bu davranıştır” dediğimiz; insanların yapıp etmeleri, davranışın gözlenebilir yanıdır. Davranışın ortaya çıkması için insanın zihninden birşeylerin (düşünme, problem çözme, duygulanma anlama algılama vb.) geçmesi gerekir. İşte bu işlemlere zihinsel oluşumlar adı verilir. Bilim: Belirli bir alanda bilimsel yöntemlerle yapılan çalışmalar sonucu elde edilen organize bilgiler kümesi düzenli bilgiler elde etmek sürecidir. Tanımda belirtildiği gibi bilim sadece olmuş bitmiş bilgiler yığını değil, aynı zamanda devam eden çalışmaları da içerir. Belirli alanda elde edilen her bilgi bilim değildir. Bilgilerin bilim olabilmeleri için bazı koşullara uygun olması gerekir. * Her bilimin kendine has konusu vardır. * Her bilim bilimsel yöntemlerle araştırmasını gerçekleştirir. * Bilim objektiftir. Elde edilen bilgiler başka araştırmacılar tarafından test edildiğinde de aynı sonuçlara varılır. * Bilim genellemelere varmayı amaçlar. Bu genellemeler bilimsel yasa veye bilimsel teori olarak ifade edilirler. Fizik, kimya, biyoloji, psikoloji, sosyoloji gibi olguları deneysel yöntemlerle açıklayan bilimlere pozitif bilim
-
Psikoloji Nedir?
Psikoloji insan ve hayvanların akıl ve davranışlarını inceleyen, aklın nasıl işlediğini anlamaya çalışan, bu bulguları da çok çeşitli uygulama alanlarında kullanmayı amaçlayan bir bilim dalıdır. Psikoloji lisans eğitimi aslında psikoloji biliminin tüm bulgularını ‘öğretmek’ amacını gütmez. Asıl amaç bu bilimin nasıl yapılacağını, sorulması gereken soruların neler olabileceğini, bunlara cevap ararken nelere dikkat edilmesi gerektiğini göstermektir. Dahası ‘bir psikolog gibi düşünebilmeyi’ sağlamaktır. Bunu yaparken psikoloji biliminin çeşitli alt alanlarında elde edilen bulgulardan belli başlı örnekler verilir. Bu şekilde insan ve hayvan akıl ve davranışlarıyla ilgili önemli bir bilgi altyapısı da oluşur. Bu alt alanlar şunlardır: Beyin ve davranış: akıl ve davranışların beynin yapısı ve işleyişiyle ilgisi. Bilişsel Psikoloji: algı, öğrenme, bellek (hafıza), dikkat gibi işlevlerimiz sayesinde bilgilerimizi nasıl elde ettiğimiz ve bu bilgileri nasıl kullandığımız, nasıl düşündüğümüz, kısacası nasıl ‘bildiğimiz’ sorusunu araştıran psikolojinin en büyük alanı. Sosyal Psikoloji: insanların bir topluluk içinde (aile, arkadaşlar, sokaktaki insanlar, iş yerindeki meslekdaşlar, vs.) nasıl düşündükleri ve davrandıklarını çalışan alt alan. Gelişim Psikolojisi: doğum öncesinden hayatın sonuna dek insanın hangi gelişim evrelerinden geçtiği ve bu evrelerin hangilerinde ne gibi beceri ve özellikleri nasıl kazandıklarını araştıran alan. Kişilik ve Bireysel Farklılıklar Psikolojisi: Bireylerin birbirlerinden farklı olan zeka ve kişilık özelliklerinin ne olduğu, bunları ne şekilde kazandıkları, genetik özelliklerin ve çevrenin etkisini araştıran alan.
-
Psikoloji Nedir?
İnsan ve hayvan davranışlarıyla ve bilişsel süreçleriyle ilgilenen psikoloji biliminin 125 yıllık bir tarihi vardır. Bu genç yaşına rağmen psikoloji, biyolojiden sosyolojiye kadar uzanan oldukça geniş kapsamlı bir alandır. Psikoloji insan ve hayvan davranışlarını ve bu davranışlarla ilintili psikolojik, sosyal ve biyolojik süreçleri inceleyen bir alandır. Bir meslek olarak ise psikoloji, psikoloji bilgilerinin insan sorunlarını çözmek için kullanılmasıdır. Bu bilginin kullanılması psikolojinin alt alanlarına göre değişmekle birlikte dili iyi kullanma, araştırma, istatistiksel analiz ve empati gibi bazı özel beceri ve yetenekleri gerektirir. Psikologlar iki önemli ilişki üzerinde çalışırlar: ilki, beyin ve davranış, ikincisi ise çevre ve davranış ilişkisidir. Psikologlar hem araştırmacı olarak gözlem, deney ve analiz gibi bilimsel yöntemleri izlemek hem de bilimsel bulguları uygulamak için yaratıcı olmak durumundadırlar. Psikologlar araştırma yaparak geliştirdikleri kuramları sınarlar ve araştırmalar sonucu ortaya çıkan yeni bilgileri uygulama alanında çalışanların kullanımına sunarlar. Ayrıca, bireylerin ve toplumların değişen gereksinimlerini karşılamak amacıyla yeni yaklaşımlar geliştirirler. Psikoloji oldukça geniş bir alandır. Psikologlar temel ve uygulamalı alanlarda araştırma yaparlar, toplumdaki örgütlere ve diğer kurumlara danışmanlık hizmeti verirler, bireylere tanı koyar ve tedavi ederler, lise ve üniversitelerde psikoloji öğretirler, çeşitli testler kullanarak zekayı ve kişiliği ölçerler, davranışları ve bilişsel işlevleri değerlendirip gerekli durumlarda yardımcı olurlar. Bireylerin hem birbirleri ile hem de makineler ile nasıl ilişki içine girdiklerini araştırıp, bu ilişkileri iyileştirmeye çalışırlar. Psikologlar bazı işlerde bağımsız olarak çalışırken diğerlerinde doktor, hukukçu, okul personeli, bilgisayar uzmanı, mühendis, yasa koyucu, polis, asker ve yöneticiler ile takım halinde çalışarak toplumun her alanına katkıda bulunurlar. Bu yüzden psikologları, laboratuvarlarda, hastanelerde, adliyede, okullarda, üniversitelerde halk sağlığı merkezlerinde, kitle iletişiminde, hapishanelerde ve pek çok başka işyerinde görebilirsiniz. Örneğin stresi yenip performansı artırmaya yönelik programlarda yönetici veya sporcularla birlikte çalışırlar. Adli kararlar için hukukçulara gerekli bilgi ve önerileri sağlarlar. Okul reformunda eğitimcilerle, psikiyatri kliniklerinde psikiyatrist ve sosyal çalışmacılarla, pediatri, onkoloji ve nöroloji gibi kliniklerde de uzman doktorlarla birlikte çalışırlar. Uçak kazası ya da bombalama gibi bir felaketin hemen ardından ortaya çıkan şok sürecinde kaza kurbanlarına yardımcı olurlar. Hukuk ve halk sağlığı alanlarında çalışanlarla birlikte takım halinde çalışarak bu tür olayların nedenlerini analiz ederler ve tekrarlanmasını önlemek için yollar bulmaya çalışırlar Psikolojide çalışma alanlarının hem sayısı hem de etkinliği gün geçtikçe artmaktadır. ABD’de yapılan bir öngörüye göre psikoloji, 2005 yılına kadar en hızlı gelişen üçüncü alan olacak ve bir kaç 10 yıl içinde de bu gelişme sürecektir. Toplumdaki sorunların çoğunluğunun insan davranışıyla ilişkili olduğu düşünülürse psikolojinin çok fazla sayıda çalışma alanı olduğunu görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Örneğin uyuşturucu kullanımı, kişisel ilişkilerdeki güçlükler, sokakta ve evde şiddet, kendi sağlığımıza ve çevremize zarar veren davranışlarımız gibi bireysel ve toplumsal sorunlar, psikologların ilgilendikleri sorunlar arasındadır. Psikologlar, bilimsel yöntemle bilgi toplama, bilgiyi analiz etme, önleme ve müdahale stratejileri geliştirme gibi yollarla sorunların çözümüne katkıda bulunurlar. Örneğin, psikologlar, yaşlıların sayısının hızla arttığı dünyamızda evleri ve işyerlerini bu grup için daha uygun hale getirmek üzere araştırma ve uygulama yapmaktadırlar. Elektronik alanında yaşanan devrim, kullanıcı dostu teknoloji ve eğitim gerektirmekte ve psikologlar bu konuda mühendislerle birlikte çalışmaktadırlar. Günümüzde sayıları gittikçe artan çalışan kadınlar işverenden aile gereksinimlerine uygun bir işyeri yapılanması talep etmekte ve psikologlar da gereksinim duyulan değişmeler konusunda işverenlere yardımcı olmaktadırlar. Büyük toplumsal değişimlerin yaşandığı ve farklı kültürleri içeren ülkelerde toplumsal değişimin birey üzerindeki etkilerini ve kültürel farklılıkları anlamada kullanılacak önemli bilgi ve becerileri ortaya koymaktadırlar. Bunların yanı sıra öğrenme ve bellek konularındaki araştırmalarda kaydedilen gelişmeler ile beden ve ruh sağlığının içiçeliği Psikoloji bilimini her zamankinden daha ilginç bir hale getirmektedir. Örneğin, hatırlamanın pasif bir süreç olmadığı, bireylerin belleklerindeki geçmiş bir olaya ait bölük-pörçük bilgileri, kendi yorumlarıyla birleştirip aktif olarak yeniden yapılandırdıkları dolayısıyla da tanık ifadelerine tam olarak güvenmenin doğru olmadığı anlaşılmıştır. Beden ve ruh sağlığının içiçeliğine en iyi örnek ise, aşırı yarışmacı, sabırsız, telaşlı, aynı anda birden fazla işi yapmaya çalışan ve diğer insanlara karşı olumsuz inanç ve davranış içinde olan “A tipi” kişilik özelliğinin, ani kalp krizlerinin en önemli yordayıcısı olmasıdır. Psikologların çoğu işlerini severler; çünkü, sağlık ocaklarında doktorlarla birlikte çalışmaktan bilgisayar kullanmaya kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde çalışıyor olmak heyecan vericidir. Bunun da ötesinde psikologlar kendilerini bireylerin günlük yaşamlarındaki iniş-çıkışlarla başedebilmelerine yardımcı olmaya adamışlardır.Psikolojiyi öğrenmek ve bilmek pek çok diğer meslek dalları için de önemli bir avantajdır. Örneğin, işverenlerin çoğu psikoloji derslerinin kazandırdığı bilgi toplama , analiz etme, yorumlama, istatistik ve deneysel desen kurma gibi becerilere ilgi duymaktadırlar
-
Öpüşme....
Çoğu insana göre iki tür öpücük vardır, yanaktan ve dudak dudağa... Profesör Willam Cane'e göre ise öpüşmenin tam 25 çeşidi var.Öpüşme çeşitleri üzerine yıllar süren bir araştırma yapan ve araştırma sonuçlarını ''The Art of Kissing-Öpüşme Sanatı'' isimli kitabında toplayan Prof. Cane'in öpüşme çeşitlerine ilgisi yeni yetme çağlarında başlamış. Kolejli sevgilisi, öpüşürken gözlerini açık tutmasından şikayet edince, Cane hemen kütüphanenin yolunu tutmuş ve öpüşmenin nasıl yapılması gerektiğini anlatan bir kitap aramaya başlamış. Böyle bir kitap bulamayınca da kafayı bu konuya takmış ve yıllar boyunca öpüşme hakkında her türlü bilgiyi toplayıp derlemeye başlamış. Bugün 44 yaşında ve halen bekar olan (öpüşme stilini eleştiren ilk aşkını asla af etmemiş) Prof. Cane, ulusal öpüşme uzmanı olarak o üniversite senin, bu üniversite benim dolaşıp duruyor ve bu üniversitelerde öpüşme konulu konferanslar veriyor. ''Öpüşme konusunda öğrendiğim ilk şey, insanların üçte ikisinin öpüşme sırasında gözlerin açık tutulmasını doğru bulmadıkları oldu'', diyor Cane, ''İlk aşkım çok da haksız değilmiş''... Cane'in araştırması cinsiyetler arasında da çeşitli farklılıklar olduğunu ortaya çıkartmış. Örneğin kadınlar, boyun ve kulaktan öpülmekten erkeklere göre on kat fazla haz alıyorlarmış. Erkeklerin en fazla hoşlandıkları öpüşme şekli ise ''Fransız usulü''ymüş. ''Erkekler daha ilk buluşmada bile dillerini kullanmaktan çekinmiyorlar'', diyor Cane, ''Kadınların yarısı ise bu tür öpüşmeyi itici buluyorlar''. Cane'e göre kadınlar, kocaları ya da sevgilileri tarafından daha uzun sürelerce öpülmekten hoşlanıyorlar. Profesör William Cane'in kitabında ayrıntılarıyla anlatılan 25 çeşit öpüşme stili arasında tatlı öpücük, kelebek öpüşü gibi ilginç isimler geçiyor. Cane'in favori öpüş stili ise bir öğrencisitarafından kendisine anlatılan ''lip-o-suction'' metodu. Özellikle ABD'li gençler arasında moda olan bu stilde çiftlerden biri diğerinin alt dudağını emerken, diğeri onun üst dudağını emiyor. Öpücüğünüzü seçin Vakum öpüşmesi: Partnerin akciğerlerindeki ve ağzındaki havaya emmeye çalışarak gerçekleştiriliyor. Saçma bulduğunuzu söylüyorsanız, insanların yüzde ellisinin bu öpüş stilini en az bir kere denemiş olduğunu da bilin. Elektrikli öpüşme: 1930 ve 1940'lı yıllarda popüler olan bu öpüşme şeklinde, öpüşecek çift ayaklarını uzun süre halıya sürterek vücutlarına statik elektrik yüklüyorlar. Dudaklar birleşirken de vücutlardaki elektrik birbirlerine boşalıyor. Arkadaşlarınıza hava basmak için karanlıkta deneyin. Baştan çıkartma öpücüğü: Hiçbir şey yapmadan oturan eşinizi üç dakika boyunca istediğiniz gibi öpüyorsunuz. Sonra sıra onda... Tepetaklak öpüşme: Kadın yatıyor ya da oturuyor, erkek ayakta duruyor. Öpmek için üzerine doğru eğildiğinde her zamankinden farklı görünüyor (belki de daha yakışıklı)... Prof. Cane'e göre farklı bir stilmiş. Göz öpüşü: Tam softilere göre... Partnerinizin gözlerini hafif bir dokunuşla kapatın, dudaklarından başlayıp gözlerine doğru öpmeye başlayın. Şeker öpücük: Ağzınızdaki şeker ya da çukulatayı sevgilinizin ağzına geçirin. Çeşitli içkiler de kullanabilirsiniz ama üstünüzü başınızı berbat etmemeye dikkat... Şapırtılı öpüşme: En gürültülü öpüş şekli. Öpüşmenin ardından dudakların şapırdayarak ayrılması prensibine dayanıyor. Öpüşenler için tutkulu, seyirciler için ********* olabilir. Kayan öpüş: Küçük öpücüklerle yüzünde ve vücudunda dolaşın. Gizli zevk noktalarının keşfi için ideal. Sualtı öpüşmesi: Duşta, yüzme havuzunda veya denizde deneyin. Gözlerinizi kapatmayı unutmayın. Konuşan öpücükler: Bir yandan konuşurken bir yandan öpüşün. En iyi sonuç tatlı fısıltılarla alınıyor.
-
Öpüşme....
'Öp beni, tanıyayım seni' Sevgilinizi yakından tanımak ister misiniz? Öyleyse onu, sizi öpüş şeklinden tanıyabilirsiniz. Çünkü yanaklarınıza ya da dudaklarınıza kondurduğu bir öpücük, onun tüm kişilik özelliklerini gözler önüne seriyor. Sırnaşık öpücük İstekleri bitmez ve sırnaşık bir şekilde öpüşür. Bonkör, ama yine de belli bir amaç doğrultusunda. İstediği her şeyi elde eder! Zaman önemli değildir! Severek öpüşme Severek ve yorulmak bilmeden öpüşür. Ayrıca sırnaşık ya da karşısındakinden çok fazla istekte bulunan birisi değildir. Nazik ve baştan çıkartıcıdır. Her zaman ne istediğini ve neyi nasıl elde edeceğini bilir. Öpücük hastası Dünyada öpüşmekten daha çok sevdiği bir şey yoktur. Saatlerce öpüşebilir. Kesinlikle güvenilebilir bir insandır. Ama onunla birlikteyken sürpriz beklememelisiniz. Entel öpücük Konuşmak mı öpüşmek mi? Entelektüel adamımız, her ikisine de vakıftır. Her konuda ve her yerde konuşur. Belki de bu kadar çok konuşmasının nedeni bilmediklerini saklamaktır. Duygusallık ona göre değildir. O daha çok bilgisayar ve rakamlarla ilgilidir. İşkolik öpücük Onun için hiç şüphesiz en önemli unsur başarıdır! Öpüşmeyi sever, tabii çok uzun ve sık öpüşür. Ama gereğinden fazla hareketlidir. Her zaman nesneldir. Oldukça başarılıdır. Beklentileri fazladır. Sonuç: Her zaman kontrolü elinde tutmak isteyen ve zor aşık olan bir insan.
-
Öpüşme....
Öpüşmek. Sevmenin en eğlenceli biçimi. Çeşit çeşit öpücük var (prezervatif gibi). Belki birçok alternatifi deneyerek eğlenceyi maksimuma getiriyorsunuz ya da klasik bir öpücüğün hazzıyla yetiniyorsunuz. Yine de biz, uygulanabilecek öpüşme biçimlerinden birkaçını buraya sığdırdık. Denemek, yaratıcılığınızı kullanarak yeni alternatifler üretmek elinizde. Kolay gelsin! SOĞUK ÖPÜCÜK Sıcak bir yaz akşamında serinletici bir etkiye ne dersiniz? Ağzınıza bir parça buz alın ve ağzınızın içi soğuyana kadar birkaç saniye bekleyin. Buzu çıkarın ve serin öpücüklerinizi erkek arkadaşınızla paylaşın! KIVILCIM ATEŞİ En eksantrik ve popüler dergilerin sayfalarında sıkça adını duyduğunuz öpüşme biçimi. Hatta yurt dışında bu tarz partiler bile veriliyor, tabii söyleyenlerin yalancısıyız. Şimdi efendim, bu işin temelinde ilkokulda fen dersinde gördüğümüz statik elektriklenme yatıyor. Halının üzerine geçiyor ve iyice elektriklenene kadar ayaklarınızı sürtüyorsunuz. Çorap giymeniz sizin yararınıza. Sonra ışıkları kapatıp, dudaklarınızı birbirinize yaklaştırıyorsunuz. İşte eğlence başlıyor! Deneyin görün! BÜYÜK ÖDÜL Vazgeçeceği her kötü davranış için partnerinize öpücük sözü verin. Mesela, içmediği her sigara için, tuvaletten sonra sifonu çektiği için, sizinleyken her telefon aramasını geri çevirdiği için (en zoru bu olsa gerek!)... AYAK ÖPÜCÜĞÜ Yoğun bir günün ardından kendini kanepenin rahatlığına bırakmış partnerinizin ayaklarına güzelce mesaj yapıyor, hatta yıkıyor sonra da kurulayıp pembeleşen parmak uçlarına tatlı öpücüklerinizi konduruyorsunuz. Çok mu ilkel? Evet, ama tahrik ediciliği su götürmez. Hem aynı şeyi o da yapmak zorunda! YAĞMUR ALTINDA ÖPÜŞME Yağmurlu bir günde partnerinizin şemsiyesi altında öpüşüyorsunuz. Hatta şemsiyeyi atıyor ve yağmurun sizi ıslatmasına aldırmadan öpüşmeye devam ediyorsunuz. Yağmur bulamıyorsanız, duş ne güne duruyor. MAKİNELİ TÜFEK Mümkün olabildiğince hızlı, bir düzine öpücük konduruyorsunuz sevgilinizin dudaklarına. Yetmezse bir düzine daha. Sonra bir düzine... (Neyse en iyisi ben sayı vermeyeyim!) ÖPÜCÜK AÇLIĞI Gözlerinizi, hiç neden yokken, sanki onlarsız yaşayamayacakmış gibi arkadaşınızın dudaklarına dikin. Er geç "n'oluyor, hayrola?" diye soracaktır. Siz de en tahrik edici biçimde "Onları istiyorum. Dudaklarını içmek, hissetmek istiyorum" diyin ve eyleme geçin! Dudaklarını çekiştirin, ısırın (fazla acıtmadan) ve açlığınızı onlarla giderin! HOŞÇA KAL ÖPÜCÜĞÜ Partnerinizle ayrılık vakti geldiğinde ona kısa ve net bir öpücük verin. Tam kapıdan çıkmak üzereyken onu yoldan geri çevirin ve içinizde biriken tüm tutkuyu ateşli bir öpücükle noktalayın. TEHLİKELİ ÖPÜCÜK Bir gece sahilde dolaşırken ya da merdivenlerden inerken beklenmedik bir anda onu öpmeye başlayın. Görülme ve yakalanma riski sizi daha da tahrik edecek, inanın! ÖPÜCÜK DİLENCİSİ Dizlerinin önüne çökün ve ellerinizi kavuşturarak sizi öpmesi için yalvarın. O da önce istemez görünüp sonradan acırmış gibi yaparak istediğinizin karşılığını vermeli! GÖZ ÖPÜCÜĞÜ Öpüşme sırasında erkek arkadaşınızın gözlerini kapamasını bekleyin ve göz kapaklarına birer öpücük kondurun hafifçe. KULAK ÖPÜCÜĞÜ Partnerinizin kulağına onun sizin için ne kadar özel olduğunu fısıldayın ve mesajı, kulağına öpücükler kondurarak sonsuza kadar mühürleyin. KALORİ-FREE ÖPÜCÜK Yemeğin ardından partnerinize kalorisiz bir tatlı sunun. O da bunun tadını çıkarsın. ÇİKOLATA ÖPÜCÜK İkiniz de ağzınıza bir parça çikolata alıyor ve çikolata ağzınızda erirken öpüşmeye, dilinizi yalamaya başlıyorsunuz. Hmmmmm. Şimdiden acıktım!
-
Öpüşme....
Öpüşmek bir sanat gibi olmalı mesela ressamın fırçayla tuvalin üzerine attığı etkileyici, akılda kalan izler gibi olmalı… öpüşme cinselliğin en önemli ve en etkileyici kısımlardan biri yani her şeyin nasıl başlayacağına ve biteceğine karar verilen aşamadır. Tutkulu bir öpüşme, karşımızdaki kişinin aklına kazınıp unutulmamamızı sağlar. Tedirgin, isteksiz, utangaç soğuk bir öpüşme kafa karıştırıcı ve itici olabilir. Onun için bu aşama öyle es geçilecek bir aşama değildir. Ağız içi son derece duyarlıdır. bu yüzden hararetli bir öpüşme büyük bir erotik etki uyandırır(o minicik tutkulu öpüşler bizi doruklara ulaştırır.) ve bazı insanlarda bu durum o kadar güçlüdür ki, sadece öpüşmeyle orgazma ulaşıla bilir. İşte öpüşme konusunda kendimce hazırlanmış birkaç tüyo tabi amaç hem karşımızdakine unutamayacağı bir öpüşme yaratmak hemde kendimiz için zafer kazanmış olmak. 1) O yatağa uzanmışken yavaşça ona doğru yaklaşıp dudaklarınızı sevgilinizin dudağına sürtmek ve hafifçe üfleyerek onun dudaklarının nemini almak. 2) Başınızı hafifçe yukarı doğru uzatın tam sevgilinizin üst dudağını dudaklarınızın arasına alın sonra aynısını sizin alt dudağınıza yapmasını söyleyin, önce hafif dokunuşlar ,sonra ateşli sonra yine hafif öpüşün bu tür değişimler sevgilinizi heyecanlandıracaktır. Bir inanca göre üst dudak ve klitoris arasında bir sinir yolu vardır. 3) Sıcak ve soğuk arasındaki farktan hepimiz etkileniriz, sevgilinizle öpüşürken bardağın içindeki buzu alıp dudaklarınızla ona uzatın yada bu buz olmaya bilir tercihe göre değişir yani isteyen dondurmada kullana bilir. Buzu onun dudaklarında gezdirin ve yavaşça onun dudaklarına bırakın kanında hareketlenmeler başlayacaktır. Ardından sıcak bir şeyle bu kahve çay olabilir içtikten sonra küçük öpücükler kondurun ve dilinizin içerde hareket etmesiyle sevgilinizdeki değişimleri yüzünden izleye bilirsiniz. 4) Ağzını keşfetmeye çalışın, farklı bir şey beklemeyin, dilinizi damağından başlayarak ağzının tam arkalarına kadar geçirin, sakin yavaş yavaş. Ardından dilinizle dişlerinin arka duvarlarını süpürün aynı işlemi tekrardan alt dişlere uygulayın ve en sonunda dilinizi tamamen onun kine dolayın. 5) Biraz duraklayın yavaşça boynuna geçin sesiniz sevgilinizin teninde acayip bir titreşim yaratır. Boynuna seveceği türden bir şeyler fısıldayın hatta susun sadece nefes alıp verişleriniz onu çıldırtsın. 6) Parmaklarınızla onun dudaklarını tutun özellikle alt dudağını bir çocuğun dudağını çekermişçesine kendinize doğru çekin(aman biraz yavaş acıtmayın sakın) ve emmeye başlayın. Parmaklarınızın sert hareketi ardından dudaklarınızın yumuşaklığıyla birleşince sevgilinizde debdebeli duygular uyandıracaktır. 7) Acemi ve hızlı öpüşmelerde sık rastlanan dişlerin birbirine çarpması komik ve eğlenceli olur böyle durumlarda sızlanmak yerine gülümseyin ona olan samimiyetiniz belli olur. Ve onu öperken heyecandan ne yapacağınızı bilemediğinizi ona gülümseyerek söyleyin bu sevgilinizin daha bir tutkuyla kaldığı yerden devam etmesini sağlayacaktır. 8)Sessiz ve sakin bir ortamda sevgilinize dokunarak öpüşmenin ikinizin de heyecan kat sayılarını artıracak ve etkileyecektir. 9) Kötü kokan nefes, kirli dişler, temposuz korkak dudaklar ve haddinden hızlı hazırlıksız devreye sokulan bir dil aman öpüşmenizi kabusa çevirmesin dikkat… 10) Öpüşmekteki bir şikayet gözlerimizin kapalı yada açık tutulmasıdır. şikayet konusunda birçok hikayeler duydum(hikayesi olur mu demeyin vara ama daha sonra anlatırım.) bana göre etkili öpüşmek istiyorsan gözleri kapatacaksın genelde kadınların tercihi gözleri kapatmak, Erkeklerse kocaman açarlar nedense… yani diyeceğim içinizden ne geliyorsa onu yapın. 11) Ve son olarak susmayın öpüşürken arada sevgilinizle konuşun günlük işlerinden yada ona olan derin hislerinizden bahsedin.(çünkü o şuanda meşgul) Hatta saçmalayın çünkü bir zaman sonra ne dediğinizin bir önemi olmayacak… şimdi bunları okuduktan sonra derin bir nefes alın öpüşme hakkında pek duymadığınız benimde yeni duyduğum birkaç garip bilgiyi size söyleyeceğim. 1) Erkeklerin çoğu ilk öpücük heyecanını 13 ve 24 yaşında yaşarlar. 2) En uzun süren ve guiness dünya rekorlar kitabına bulunan öpüşme 17 gün 10 saat ve 30 dk sürmüştür. 3) Bir insanın ağzında 278 cins zararsız mikrop bulunur. İki insan öpüştüğünde bu mikroplar ağızdan ağza akar.sonuç olarak iki kişinin bedenleri tüm diğer bakterilere karşı direnişlidir. 4) Erkek ve kadınların çoğu ıslak dudaklı öpüşmeyi tercih etmiyor. 5) Öpüşme doğada da görülen bir davranış. Hayvanlar bile öpüşüyormuş. Şempanzeler öpüşür, deniz aslanları ağızlarını birbirine sürterek öpüşür. Yunuslar ise birbirlerinin yüzlerini içine alarak öpüşürler. 6) Soğuk algınlığı, grip, kızamık, kabakulak, su çiçeği gibi çocuk hastalıkları, infeksiiyöz mononükleoz(öpücük hastalığı) tüberküloz ve her pes (uçuk) öpüşme ile bulaşabilecek hastalıklardır. 7) Öpüşme anti depresan etkisi içeren doğal bir sakinleştiricidir. Ayrıca bir saat boyunca öpüşen biri tam 500 kalori yakar bu da diyet yapıyorsanız size çok yardımcı olacaktır. 8) Son olarak öpüşmenin kısaca tarihçesi; mart 1562’de öpüşmenin cezası ölüm 5 nisan 1910 da Fransa demiryolları, rötarlara sebep oluyor diye çiftlerin öpüşmesini yasaklıyor.25 aralık 1513 te New York da bir çift umumi bir yerde öpüştükleri için para cezasına çarptırılıp hapse giriyorlar. 10 ocak 1995 de direksiyon başında öpüşmek yasaklanıyor.
-
Öpüşme....
ÖpÜcÜk Nedİr Kİ? İyi öpüşebilmenin en önemli unsuru dudaklarınızı kullanabilmenizdir. Dudaklarınızın rahat ve yumuşak olabilmesine özen gösterin. Uzun bir süre dudak dudağa temas (dilinizi kullanmadan) çok etkili bir uyarıcıdır. Dudaklarınızı partnerizin yanaklarında ve boynunda dolaştırmayı da ihmal etmeyin. Nefenizi kullanın. Boynunda ve kulağında sizin hafifçe nefesinizi hissetmesi çok hoşuna gidecektir. Nefesinizin partnerizin erojen bölgelerinde de etkisi çok yüksektir. Öpüşmek cinsel ilişkiden önceki oynaşma döneminde ikinizin de cinsel ilişkiye girme arzunuzu daha da kuvvetlendirecektir. Partnerizin oynaşma esnasında öpüşmeye ne kadar duyarlı olması kendisinin genel açıdan sekse ne denli duyarlı olduğunu da açıkça ortaya koyacaktır. Dilinizi Kullanmak Öpüşmenin ilerleyen safhalarında kullanılmalıdır. İlk etapta partnerinizin dudaklarını yumuşakça yalamaya başlayın. Partnerizi öpmeden dudaklarını nemlendirin. Öpüşmeye başladığınızda kendi dudaklarınızı da nemlendirmeyi unutmayın; kuru dudaklar yumuşak hissini vermez! Dilinizi partneriniz boynundan kulağına, geçtiğiniz bölgeleri hafifçe yalayarak götürün. Kulak memesini de emebilirsiniz. Kulağını ağzınızla kapatıp derin nefes alın. Nefes verirken dikkatli olun! Hızlı nefes vermeniz partnerinizi rahatsız edebilir. "Fransız" Öpücüğü İnsanların yapabileceği en kötü şey bu durumda ağızlarını tamamen açmaktır. Ağzınızı bir lokma açın. Dilinizin ucunu partnerinizin kabul etmesini sağlayın; siz de onunkini. Bu oynaşmadan sonra partnerinizin dilini hafifçe emmeye başlayın. Partnerinizin dudaklarını hafifçe emin ve yallayın. Herkesin dudak dokusu, yumuşaklığı ve tadı farklıdır. Bunu anlamaya çalışın. Öpüşen kişi olarak yaratıcı olun. Bu arada dişlerinize dikkat! Çenesini hafifçe ısırmanız hoş olsa da "fransız öpücüğünde" dişlerin fazla ön planda olması zevki kaçırabilir. En Önemlisi! Nasıl öpülmek istiyorsanız, partnerinizi öyle öpün. Bir düşünün! En çok kiminle öpüşmek hoşunuza gitmişti? Neden? Onun sizi öpmesinde ne gibi fark vardı? Bu metodları siz de başkalarının üzerinde uygulayın. Gözler İnsanlar genelde öpüşürken gözlerini kapatırlar. Bu düşünmeden, otomatikman yaptığımız bir şeydir. Bundan vazgeçmeye çalışın. Öpüşürken gözlerinizin açık olması sizi değişik boyutlara taşıyacaktır. Buna izin verin. Hassas Bölgeler Partnerizin vücudundaki hassas bölgeleri ona sormadan bulmaya çalışın. Dudaklarınızla onun vücudunu keşfedin ve partnerizin verdiği sinyallere dikkat edin. Size daha sıkı sarılmaya başlıyor mu? Nefes alışının hızında bir değişiklik var mı? Genelde hassas olarak adlandırılan bölgeleri şöyle sıralayabiliriz; uylukların iç kısmı, dizlerin arkası, meme başları, kolların altı, göbek çukuru. Hayal gücünüzü kullanmayı unutmayın.
-
Öpüşme....
Öpüşme deyip geçmeyin. Cinselliğin en önemli ve belki de en etkileyici kısmı... Bunun için size özel bir rehber hazırladık; işte tutkulu öpüşme kılavuzu... SEKSİ BİR NEFES İlk önce çok hafif bir dokunuşla dudaklarınızla dudaklarına dokunun, sonra başınızı eğip ona sokulun. Dudaklarınızla dudaklarını ısıttıktan sonra, sıra onları dilinizin ucuyla yalamaya geldi. En son, hafifçe üfleyerek, dudaklarını serinletin. "Dudaklarınızı dudaklarına hafifçe sürterseniz, sevgilinizin heyecanlandığını göreceksiniz" diyor "The Kissing Book" (Öpüşme Kitabı) adlı kitabında yazar Tomima Edmark. "Sonra hava vererek dudaklarının nemini alırsanız, hisleri gerçekten doruğa ulaşacaktır" diye ekliyor. 27 yaşındaki E., eşinin öpüşünü bakın nasıl anlatıyor: "Hiçbir zaman öpüşmeyi aceleye getirmez. Islak dudaklarını ve dilini dudaklarımda gezdirir. Bu, onu daha fazla arzulamamı sağlıyor." VAKUM ÖPÜCÜĞÜ Bu cesur hareket sevgilinize patronun kim olduğunu gösterecek. Parmağınızla dudaklarının çevresini çizin (üst dudaktan başlayarak alt dudakta bitirin). Alt dudağına indiğinizde, onu baş parmak ve işaret parmağınızın arasında toplayın (çocukların küsme hareketi gibi). Sonra, başını daha yakına çekerek, daha önce parmaklarınızla tuttuğunuz dudağını şimdi dudaklarınızla kavrayın. "Parmaklarınızın dokunuşu dudaklarınızınkinden daha serttir ve sevgilinizde fırtınalı duygular uyandırır" diyor William Cane, "The Art Of Kissing" (Öpüşme Sanatı) adlı kitabında. SENKRONİZE NEFES Bu hareket, onu nefessiz bırakacak. Dudaklarınızı sevgilinizin dudaklarıyla birleştirin ve derin nefes alın. Hareketi yavaş tutun ki, aranızdaki nefes alışverişi sert olup, akciğerlerindeki havayı vakum gibi çekmesin! Bu hareket sırasında onun katılımına da ihtiyaç duyacaksınız, o yüzden başlamadan önce ne yapmak istediğinizi ona anlatın. Ağzındaki havayı yavaşça çektikten sonra, nefes verip, bu kez kendi nefesinizi ona verin. "Bu hareketin başarısı senkronize olmanıza bağlı." diyor Cane. VAMP KADIN Onun boynuna doğru eğilirken, etini dişlerinizin arasına alıp bırakın. Unutmayın, erkeklerin yüzde 80'i acılı seksi sever. Uyarılınca, vücudunuz endorfin salgılar ve bu hormon acıyı hissetmenizi bloke eder. 26 yaşındaki S: "Boşalmaya yakınken, daha sert hareketlere ihtiyacım var. 'Benimsin' dercesine dişlerini etlerime geçirirken, aklım başımdan gidiyor" diyor. EMMENİN GÜCÜ Bu öpüşme stili erkeğiniz için son derece uyarıcı. Başınızı hafifçe arkaya kaldırın.Üst dudağını dudaklarınızın arasında kavrayın, sonra başınızın yerini değiştirerek, ondan sizin alt dudağınıza aynı şeyi yapmasını isteyin. Önce hafif dokunarak, sonra daha ateşli, sonra yine hafif öpüşün ki, bu hız değişimleri onu daha fazla heyecanlandırsın. Başınızı bir yandan diğer yana çevirerek, alt dudaklarınızdan, üst dudaklarınıza geçirin. Eski Hint inancına göre, üst dudağı klitorise bağlayan bir sinir yolu vardır. DONDURMA HAYALİ Romantik bir yemek sonrasında bir dondurma ve bir kahve ikram edin. Ağzınızı kahveyle ısıtıp, ona sıcak bir öpüşme sürprizi yapın.Ağzını ısıttıktan sonra, kendi ağzınıza bir kaşık dondurma alın ve bu sefer ağzını buzlu dilinizle soğutun. "Sıcak soğuk değişimi sinir uçlarını harekete geçirir. Bu, orgazma benzeyen bir histir" diyor Cane. 29 yaşındaki M., bu hissi ilk defa yaşadığında neler hissettiğini itiraf etti: "Bu öpüşmeyi şans eseri bir barda keşfettik. Ben buzlu bir kola, o ise sıcak çikolata. Sıcak dudaklarıyla buz gibi dilime dokunurken, kalbimin daha hızlı atmaya başladığını hissettim." HAZİNE AVCISI Bu tekniği erojen bölgelerini keşfederken kullanabilirsiniz. Boyun ve köPage Rankücük kemiği arasındaki yerle başlayın. Dilinizle ufak daireler çizerek, vücudunun diğer yerlerine de geçin. Reaksiyonlarına dikkat edin. Hangi bölgesine dokunurken daha çok heyecanlandığını görün ve dilinizle bütün vücudunu gezdikten sonra, dönüş yolunda oralara daha fazla ilgi gösterin. "Erojen noktalar sadece erkekten erkeğe değişmez, aynı zamanda günden güne de değişebilir" diyor Cane. Öpücüklerle bu gizli yerleri kolayca keşfedebilirsiniz. Her defasında gizli bir hazine bulma şansınız var. İÇTEN ÖPÜŞME Bir dahaki sefere onu öptüğünüzde dilinizi, damağından başlayıp, ağzının ta arkalarına kadar geçirin. Sonra, dilinizi yumuşak tutarak dişlerinin arka duvarlarını süpürün. Aynı hareketi alt dişleri için tekrarlayın. Son olarak dilinizi tamamen onunkine dolayın. "Bu hareketin sihirli bir gücü var, çünkü ağzının her santimini dilinizle geziyorsunuz. Sıradan bir öpüşmede ağzın birçok tarafı keşfedilmezken, bu öpüşme sırasında yeni zevk noktaları keşfedebilirsiniz" diyor Cane. ELEKTRİK ŞOKU Boynuna dokunurken hafifçe mırıldanırsanız, zevkten uçtuğunuzu belirtmek için yeterli olacaktır. "Sesiniz teninde hissedebildiği bir titreşim oluşturur" diyor Edmark. Ağzınızı, çenesinin başladığı yere yerleştirin ve boynuna dokunurken çeşitli sesler çıkarın. Çıkardığınız sesleri çeşitlendirmeniz vücudunda ateşli hisler uyandıracaktır. EROTİK İTİŞME Sevişme sırasında erkeğinizin yaptığı her itme hareketiyle heyecanı daha çok artar. Aynı çarpıcı sonuçları bu hareketin dudak dudağa versiyonundan elde edebilirsiniz. Kapalı dudaklarınızı dilinizle aşın, sonra, aynı sevişme sırasındaki gibi, dilinizle içeri-dışarı hareketine başlayın.
-
Anne sütü zekayı olumlu etkiliyor
Anne sütünün bazı durumlarda sağılarak bebeğe verilmesi gerekebilir. Özellikle sütü olduğu halde bebeğinden ayrı kalması gereken anneler, çalışan anneler ya da herhangi bir nedenle sütünü bebeğine veremeyen annelerin desteklenmesi ve bilgilendirilmesi gerekir. Süt sağılması şu durumlarda yararlıdır: Tıkanık (şiş) memeyi rahatlatmak, Kanal tıkanıklığını ya da süt birikmesini tedavi etmek, Çökük bir meme başından emmeyi öğrenene kadar bebeği beslemek, Emmeyi düzenlemede zorluk çeken bir bebeği besleme, Memeyi istemeyen bir bebeği emmekten hoşlanmayı öğreninceye kadar beslemek, Düşük doğum ağırlıklı ve ememeyen bir bebeği beslemek, Yeterli ememeyen bir hasta bebeği beslemek, Anne ya da bebek hasta ise sütün kalanını saklamak, Annesi işe gittiğinde bebeği için süt bırakacağı zaman, Anne bebeğinden uzakta iken süt akmasını önlemek, Bebeğin çok dolu bir memeyi almasını kolaylaştırmak, Sütü doğrudan bebeğin ağzına sağmak, Meme ucu ve meme çevresindeki kahverengi bölgeyi kurutmak ve yara olmaktan korumak. Sütün sağılması, annenin emzirmeye başlamasına ya da bunu sürdürmesine yardım gereken pek çok durumda yararlıdır. Bütün emziren annelerin süt sağmayı öğrenmesi gereklidir. Böylece gereksinim duyduklarında anneler ne yapacaklarını bilecekler ve gerek işe gittiklerinde gerekse bebeklerinden ayrı kalmaları gerektiğinde ve yukarıdaki gibi pek çok nedenle karşı karşıya kaldıklarında sütlerini sağarak, süt oluşumunun ve emzirmenin sürekliliğini sağlayacaklardır. Elle sağma, sütü sağmak için en iyi yoldur. Herhangi bir alet gerektirmez ve anne her yerde, her zaman yapabilir. Süt sağılmadan önce ellerin iyice yıkanması çok önemlidir. Temel nokta her kadının sütünü kendisinin sağmasıdır. Çünkü başka birisi denerse ağrıyabilir. Sağılan anne sütü, iyice yıkanmış ve kaynatılmış suda bekletilen temiz bir geniş ağızlı fincan ya da bardağa sağılabilir. Sütü sağmak için "elle sağma" dışında birkaç yöntem daha vardır. Bunlardan şırınga pompası ile sağma da yine annelere gösterebileceğiniz ve kolayca uygulanabilecek bir yöntemdir. Şırınga pompası lastik hazneli pompadan daha kullanışlıdır, temizlenmesi ve sterilize edilmesi de daha kolaydır. Elektrikli pompalar ise genellikle hastanelerde yeğlenir. Enjektör Pompa İle Süt Sağma Ağız kısmındaki lastiğin iyice bükülebilir durumda olduğundan emin olun, Huni kısmını meme ucunun üstüne yerleştirin, Hava sızıntısı olmayacak şekilde tüm çevre derisine sıkıca temas ettiğinden emin olun, Dış silindir aşağıya çekin, meme ucu huninin içine doğru çekilecektir, Dış silindiri bırakıp sonra yeniden aşağıya çekin, 1-2 dakika sonra süt akmaya başlar ve dış silindirde birikir, Süt akması durunca, lastiği gevşetin, sütü boşaltın ve olayı yineleyin. Bir anne ne sıklıkla sütünü boşaltmalı? Sütün sağılma nedenine bağlıdır ama genellikle çocuk emmek istedikçe yapılmalıdır. Anne sütünün oluşumunu ve devamını sağlayarak düşük doğum ağırlıklı ya da yeni doğmuş bir bebeği beslemek için, Süt ilk günde, olanaklı ise doğumdan ilk altı saat içinde sağılmaya başlanmalı, Süt, bebek istedikçe verebilecek miktarda sağılmalı, Hasta bir bebeğe yeterli sütü sağlamak için en az her üç saatte bir sağma yapılmalı, Süt bir iki hafta sonra azılıyor gibi ise süt üretimini arttırmak için süt bir iki gün sık (her yarım saatte bir ya da saatte, geceleri ise en az her üç saatte bir) sağılmalı, Anne işe gittiğinde bebeğine süt bırakmak istiyorsa, işe gitmeden önce olduğunca çok memeyi boşaltmalı, ayrıca işte de sağmalı, İş yerinde süt akması ya da tıkanık meme oluşumunu önlemek için gerektiği kadar boşaltmalı. Sağılmış Sütün Saklanması Sağılmış süt bardağının ya da kabının üstünü kapatılır. Evin en soğuk yerine konulur. Süt bebeğe verilmeden önce kaynatılmaz ya da ısıtılmaz. Isı sütteki birçok anti-mikrobik etmenleri yok eder. Sağılmış anne sütü dışarıda inek sütünden daha uzun dayanabilir, çünkü içinde antimikrobik etmenler vardır. Sıcak iklimde ve buzdolabı dışında bile mikroplar sağılmış anne sütünde en azından 8 saat üremezler. Bebeğe bir iş günü boyunca verilebilir. Buzdolabında ise 24 saat bozulmadan anne sütü saklanabilir.
-
CocukLarda Depresyon.
Depresyonun sadece yetişkinlerde görüldüğünü düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Çocukların da depresyona girebileceğini unutmamalısınız. Memorial Hastanesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları uzmanı Dr. Ayten Erdoğan çocukların yaklaşık yüzde 5'inin, ergenlerin ise yüzde 5-10'unun depresyona maruz kaldığını belirtiyor. Stres altında bulunan, kayıp yaşayan dikkat, öğrenme, davranış veya anksiyete bozukluğu olan çocukların depresyona yakalanma riski daha fazla. Ayrıca ailesel yatkınlıkta çocukta depresyon gelişmesinde çok etkili. İntihar riski artar Eskiden kendisini eğlendiren şeyler depresyon geçiren çocuk için artık daha az eğlendiricidir. Depresyondaki çocuk veya ergenler ölmek isteyebilir veya intihardan bahsedebilir. Depresyondaki ergenler kendilerini daha iyi hissetmek için sigara, alkol veya başka uyuşturuculardan medet umabilirler. Küçük çocuklar her zaman çok üzüntülü görünmeyeceği için anne-babalar ve öğretmenler sorunlu davranışların depresyon belirtisi olduğunu anlamayabilir. Aşırı hareketlilik hırçınlık, sık ağlama küçük çocuklarda depresyonun belirtisi olabilir. Bedensel yakınma görülür Küçük çocuklarda ve ergenlik dönemindeki kız çocuklarında depresyonun belirtisi sıklıkla karın ağrısı, baş ağrısı vücut ağrısı gibi bedensel yakınmalarla kendini gösterebilir. Sabah okula giderken karın ağrısı, baş ağrısı gibi belirtiler yoğunlaşabilir. Depresyon geçiren çocuklarda erken teşhis ve tedavi çok önemlidir. Depresyon profesyonel yardım gerektiren bir hastalıktır. Kapsamlı bir tedavi genellikle hem bireye, hem de aileye terapi uygulanmasını içerir.
-
Prematüre Bebeğin Bakımı ..
Prematüre Bebeğin Bakımı - II Prematüre doğan bebeklerde en sık rastlanan sorunlar nelerdir ? Erken doğan bebeklerin akciğerlerinde sürfaktan denen bir maddenin yeteri kadar yapılamamasına bağlı olarak, doğumundan sonraki saatlerde inleme, solunum sıkıntısı gelişebilir. Bu hastalığa respiratuar distres sendromu denir. Bu bebekler, eksik olan maddenin solunum yolu ile verilmesiyle tedavi edilebilebilmektedirler. Erken doğan bebeklerin beyinlerindeki solunum merkezinin yeteri kadar olgunlaşmamasına bağlı olarak solunumları zaman zaman duraksayabilir. Bu 20 saniyeyi aşan solunum duraksamasına apne denir. Bebek büyüdükçe kendilinden düzelir ancak bebek yoğun bakım ünitesinde izlenirken çok sık apne gelişirse önce ilaç tedavisine başlanır. İlaç etkili olmazsa solunum makinesine bağlamak gerekebilir. Prematüre bebeklerin sindirim sistemi yeteri kadar olgunlaşmadan doğdukları için beslenmeye başlandıktan kısa süre sonra nekrotizan entrokolit denen barsak hastalığı gelişebilir. Bu hastalık besin intoleransı, safralı kusma veya safralı mide içeriği, karnında şişme şeklinde başlar, bebeğin hayatını tehlikeye sokabilir. Bu durumda hemen beslenme kesilerek bebek damar yoluyla beslenmeye başlanır. Bu aşamada tespit edilen bebeklerin çoğu iyileşir. Bazen de cerrahi girişim gerekebilir, hayatın daha sonraki döneminde başka barsak sorunları da ortaya çıkabilir. Sarılık yenidoğanların çoğunda görülen fizyolojik bir durumdur. Bebeklerin kırmızı kan hücrelerinin bir kısmının parçalanmasına bağlıdır. Bu sarılık bazen fizyolojik sınırları aşabilir, fototerapi (ışın tedavisi), kan değişimi gerekebilir. Prematüre retinopatisi prematüre doğan bebeklerin göz damarlarında gelişen, körlüğe yol açabilen bir sorundur. Yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde izlenen çok erken doğan bebekler prematüre retinopatisi açısından yakından izlenirler. Anne karnındaki bebeklerin akciğerleri işlevsizdir. Bunun için sağ kalpten akciğerlere gönderilen kan duktus arteriozus denen bir bağlantı ile ana atar damara geçer. Bu kanalın doğumdan sonra hemen kapanması gerekir. Çok küçük prematürlerde bu kapanma gerçekleşmeyebilir. Bu durum bebeğin kalbini yorduğu için ilaçla kapatılmaya çalışılır. Kapanma gerçekleşmezse cerrahi girişimle kapatılır. Prematüre bebek ne zaman beslenir ? Prematüre bebekler bir takım sorunları nedeniyle ağız yoluyla veya sonda ile bir süre beslenemeyebilirler. Bu süre boyunca anne sütü salgısının devam etmesi için süt sağma pompalarından faydalanılabilir. Sağılan süt daha sonra verilmek üzere dondurularak saklanabilir. Sağılan anne sütü daha sonra bebeğin durumuna göre ağızdan veya burundan yerleştirilen bir sonda aracılığı ile bebeğe verilebilir. Prematüre bebek ne ile beslenmeli ? Prematüre bebekler için en uygun besin kendi annelerinin sütüdür. Prematüre doğum yapan annelerin sütleri zamanında doğum yapan annelerin sütlerine göre daha fazla protein içerir. Bebeklerin büyüme ve gelişmeleri yakından takip edilerek yeteri kadar beslenip beslenmediği anlaşılabilir. Bu bebeklerin kemik gelişimlerinin normal olması için D vitamini , kansızlık gelişmesini önlemek için de demir almaları gerekmektedir. D vitaminini yeteri kadar almazlarsa prematüre bebeklerde kolayca raşitizm gelişebilir. Bebek ne zaman evde bakılabilecek duruma gelir ? Kuvözde izlenirken belli ağırlığa ulaşan, annesini emen veya biberonla beslenen bebekler bir süre kuvöz dışında izlenmeye başlanırlar. Vücut ısısını dış ortamda koruyabilen, solunumları düzenli olan, oksijen tedavisine ihtiyaç göstermeyen bu bebeklerin yavaş yavaş eve gitme zamanı geliyor demektir. Prematüre bebeklerin aşıları ne zaman başlanır ? Prematüre doğan bebekler tıpkı zamanında doğan bebekler gibi iki aylık olunca aşılarına başlanmalı ve düzenli olarak yapılmalıdır. Prematüre doğan bebek akranlarının boy ve kilosuna ne zaman ulaşır ? Birçok erken doğan bebek iki ya da üç yaşında boy ve kilo olarak yaşıtlarını yakalarlar. Bazıları ise daha yavaş büyür ve küçük yapılı erişkinler olarak kalırlar. Prematüre bebeğin evde bakımında nelere dikkat edilmeli ? Bu bebekler yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin hareketli, sesli, ışıklı ortamına alışkın olduklarından bir süre evlerini yadırgayabilir, huzursuz olabilirler. Ama kısa sürede evlerine alışırlar. Kaldıkları oda sıcak olmalıdır. Giysileri de yaşadıkları ortama uygun olmalıdır. Bu bebekler enfeksiyonlara çok yatkındırlar. Onun için odasına fazla ziyaretçi kabulü uygun değildir. Özellikle kış aylarında kalabalık, hele hele sigara içilen ortamlardan uzak tutulmalıdır. Çok kolaylıkla üst veya alt solunum yolu enfeksiyonu gelişebilir. Bebeklerde ateş, beslenme azlığı, aktivitesinde azalma, çok sık dışkılama gibi normalden farklı bir durum gözlendiğinde hemen doktorunun aranması bilgi verilmesi uygun olur.
-
Prematüre Bebeğin Bakımı ..
Prematüre bebek, zamansız gelen misafir ! İnsan yavrularının , büyümesi ve organlarının dış ortama uyum sağlayacak şekilde gelişmesi için belli bir süreyi anne karnında geçirme zorunluluğu vardır. Bu süreden önce, yani 37. haftasını tamamlamadan önce doğan bebeklere prematüre bebek denir. Prematüre bebeklerin yaşayabilme şansları bilim ve teknolojideki ilerlemelerle artmıştır. Anne adayının prematüre bir bebek doğurma riski varsa, doğumun yenidoğan yoğun bakımı verebilecek bir merkezde gerçekleşmesi bebeğin yaşama ve yaşamını sağlıklı devam ettirme şansını artıracaktır. Hasta bebeklerin , prematüre bebeklerin yoğun bakımının ve tedavisinin yapıldığı ünitelere yenidoğan yoğun bakım ünitesi denir. Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde neler vardır ? Küvözler (inkübatörler) bu ünitelerin temel unsurlarıdır. Burada bebekler tıpkı anne karnında olduğu gibi ısıtılır, nemli bir ortamda tutulur, enfeksiyonlardan korunur. Yine bu ünitelerde bulunan ventilatörler, solunumu yetersiz olan bebeklerin solunumuna yardım eden, gelişmiş teknoloji ürünleridirler. Böylece akciğerleri olgunlaşmadan doğan bebekler yaşam şansı kazanırlar. Küvözlere yerleştirilen minik bebeklerin solunum, kalp atışları ve vücut ısıları gibi hayati fonksiyonlarını takip etmek için bebeklerin vücutlarının çeşitli yerlerine problar bağlanır. Bu bağlantılar sayesinde bebekler daha güvenli bir şekilde izlenebilecek, sık sık dokunularak rahatsız edilmeleri önlenecektir. Annelerin, babaların bebeklerine dokunmaları bebekler ve ebeveynler açısından son derece önemlidir. Böylece bebek ile anne ve baba arasında duygusal bir bağ oluşacak, bebeğin yaşam şansı daha da artacak. Yoğun bakım personeli annelerin uygun şekilde giyinip üniteye girmeleri için cesaretlendirmeli, hatta bebeklerinin bakımına katılabilmelidir. Bu katılım annenin stresini azaltacak, bebeğine bağlanacak, evdeki bakımı daha da kolaylaşacaktır. Neonatolog ne demektir ? Yenidoğan bebeklerin bakımı ve tedavisi ile ilgilenen uzman doktorlara neonatolog denmektedir. Yine bu ünitelerde çalışan hemşireler de konularıyla ilgili özel eğitim almışlardır. Yenidoğan ünitelerinde prematüre bebeği yatan ebeveynler ve yakınları öncelikle bebeğim yaşayacak mı ? endişesini taşırlar ve stres altındadırlar. Özellikle anne ve babaların stresleri ile baş edebilmeleri için oluşmuş sosyal destek grupları onlara yardımcı olmaktadırlar.
-
Erkekçe Sözlük!
Erkeklerin söyledikleriyle söylemek istedikleri ne yazık ki birbirinden çok farklı. Onlar bazı kelimelere farklı anlamlar yüklüyorlar ve kendi aralarında oluşturdukları erkek sözlüğünü kullanıyorlar. Siz de erkekçe sözlüğe bir göz atarsanız onları çok daha kolay anlarsınız... Birbirimizi görüyoruz: Erkeklerin sözlüğünde, birbirimizi görmeye başladık demek birkaç geceyi birlikte geçirdik ve bunlardan en az biri zevkli dakikalarla son buldu anlamına gelir Bu kelimeyi kullanmaları onların başka kızları da görmelerini engellemez. Flört ediyoruz: Bu cümle, birbirimizi görüyoruz durumundan biraz daha ileri boyutta olduklarını anlatır. Diğer kızlarla görüşmesini engellemeseniz bile, onlara oranla ilerisi için daha şanslı olduğunuz belli olur. Çıkıyoruz: "Sizi kız arkadaşımla tanıştırayım" diyen bir erkek aslında çok şeyi ortaya koyar. Sadece görüşmenin dışında duygusal bir şeyler paylaştığınızı ve sizinle mutlu olduğunu anlatmaya çalışır. Diğer kızlarla aranızda fark vardır. Birkaç tane: "Birkaç tane bira içtim ya da birkaç kaçamağım oldu" diyen bir erkeğin göründüğü kadar masum olmadığını bilmelisiniz. Birkaç tane demek elbette birden çok ama, kesinlikle 50'den az demek de olabilir. Sessiz bir gece istiyorum: Demek ki geceyi evde geçirmek istiyor. Ama bu sessizlik kavramı görecelidir. Kimilerine göre evde romantik dakikalar geçirmek anlamına gelirken, kimilerine göre de televizyon seyretmek anlamına gelebilir. Ama her iki durumda da seks kaçınılmazdır. Şirin: "Bu kadın çok şirin." Bu masum iltifat aslında gizli anlamlar saklar. "Bu kadın çok az makyaj yapıyor, yine de çok güzel, göğüsleri çok çekici ve ne kadar güzel ki, hep gülüyor. Hemen muhabbet kurabilirim..." Pek de şirin değil... Müthiş: "Aman allahım şu kadın ne kadar müthiş. "Erkeklerin en sık kullandığı cümle. Asıl anlamı çok bakımlı, kendine çok iyi bakıyor ve gerçekten çok güzel". Onlara göre kendine bakan her kadın güzeldir... Çekici: Bir kadını çekici bulan bir erkek aslında kendisi için de bazı şeyleri itiraf eder. Karşısındaki kadının çok güzel olmadığını itiraf ederken, belirsiz bir cazibenin kendisini etkilemesini engelleyemediğini de açıklar. Doğal: "Dün geceki parti çok doğaldı" diye karşınıza çıkan erkek arkadaşınızdan şüphelenmenize hiç gerek yok. T-shirt'ü ve jean'ini giyerek gittiği doğal bir arkadaş toplantısı olduğunu anlarsınız. Yani hiçbir kaçamak yapılmamıştır. Temizlik: "Evimi çok güzel temizledim, görmek ister misin?" Teklif çok ilginç ama karşınıza süper temiz bir ev çıkacağını beklemeyin. Erkeklerin temizlik anlayışına göre bütün dağınıklık dolaba sıkıştırılmış, tozlar halının altına doğru atılmış anlamına gelir. Orgazm: "Daha fazla orgazm olmak istiyorum!" Yani; "Daha fazla oral seks istiyorum!" Seçim size kalmış artık. Aşığım... Erkeklerin sıkça kullanmadığı ama kadınların duymak istediği en önemli kelime. Bunun birçok anlamı olabilir. Birincisi, "Yataktaki olağandışı tutumu beni gerçekten çok etkiliyor." İkincisi ve en güzel olanı da; "Beni gerçekten çok mutlu ediyor. Onunla zaman geçirmeyi çok seviyorum."
-
Erkekler Ve Duygusallik!
Kadınların çoğu yaşadıkları erkeklerin hayattan nasıl zevk aldığını anlamakta zorluk çeker. Daha fazla duyguya ihtiyaçları yok mudur? Hayatlarında seks dışında eğlenceye arzu duymazlar mı? Aileleriyle, arkadaşlarıyla daha yakın ilşkilerde olmak istemezler mi? Bu tarz sorular kadınların zaman zaman erkekler konusunda merak ettikleri hususlardır. Esasında erkekleri "duygusal deve" olarak düşünmemiz, merak ettiğimiz bu konulara cevap bulmamıza yardımcı olacaktır. Neden "duygusal deve?" Develer nasıl suya uzun zaman ihtiyaç duymazlarsa, erkekler de duygusallığa ve yakınlığa o derece ihtiyaç duymazlar. Erkeklerin çoğunun arzu ettiği yaşam tarzı esasında duygusallığın dengede olmasıdır. Bunu demekle birlikle erkeklerin duygulardan nefret ettiğini söylemiyoruz. Çoğu erkek deprezyondan, mutsuzluktan ve sinirli olmaktan hoşlanmaz. Bu tarz duyguların bir an önce bitip, o duygu dengesi düzeyde yaşamayı devam ettirmesini bekler. Olumsuz duygularda olduğu gibi olumlu duygularda da bu böyledir. Bu bahsettiğimiz husus bazı kadınlar için de geçerlidir ama genelde kadınlar çeşitli duyguları yaşamayı severler ve bu duyguları da uzun süre üzerlerinden atamazlar. Bu durumda erkekleri çileden çıkarır, özellikle kadının duyguları olumsuz dugulardan bir tanesi ise. Kadının bu durunda olması erkeğin duygu dengesinde yaşaması tehdit ettiği için problem ortaya çıkabilir. Erkekler yakınlık ve duygusallıktan uzun süre ayrı kalarak rahatça yaşayabilirler ama seks için aynı şey söylenemez. Erkekler mastürbasyon yaparak bu ihtiyaçlarını giderirler ve buna epey bir süre rahatlıkla dayanabilirler. Kadınlar ise, mastürbasyon yapmaktan zevk almalarına rağmen, başka bir kişiyle yakınlığa ihtiyaç duyarlar. Çoğu zaman erkeklerin mastürbasyon yapma tercihi, mastürbasyonun başkalarıyla girdikleri ilişkilere nazaran "duygu stresinden" yoksun olmasından kaynaklanmaktadır. Erkeklerin çoğu romantik davranışlardan pek fazla etkilenmezler. Onlar için bunlar ne heyecan verir ne de önemlidirler. Bu konulara eğilim göstermelerinin tek sebebi kadınların bunlardan hoşlandıklarını bilmeleridir. Bu tarz davranışları da tabiki bu yüzden ilişkinin en başlarında gösterirler. Bu dönemden sonra en çabuk unuttukları davranıştır. Bütün bunların sonucunda erkeklerin duysallıktan yoksun olduğu mu çıkıyor? Hayır, sadece erkeklerin duygusallıklarını farklı yaşadıkları. Erkeklerin duygu alanlarının kadınkilerden daha farklı olduğunu, örneğin spor ve araba kullanmak gibi. Bunları bilmek kadınlara nasıl yardımcı olabilir? İlk etapta, kadının istediği ve önem verdiği şeylere (romantik olmak, duygusal seks yaşantısı gibi) erkeklerin heyecanla yaklaşmamasının farklı bir sebebi olduğunu ortaya çıkartması. Erkeklerin kendisinden sıkılmadığı sadece ve sadece kendilerinin bu durumlarda sıkıldığını bilmek önemlidir. Kadının vermesi gereken en önemli karar (verebilirse) erkekten onun istediği gibi duygu duymasını ve davranmasını beklememektir. Bunu istemek kolay ama yapmak o kadar da kolay değil. Eğer bir kadın bunu başarabilirse o zaman o da bu ilişki içerisinde "erkekleşmiş" olmayacak mıdır? O mutsuz olmayacak mıdır? Her şeyde olduğu gibi bu konuda da mı kadın değişirse ilişkide mutlu olma olasılığı artacaktır (erkek için tabii ki)?" Bunu yapabilirse partnerinin ilk düşündüğü şey ne olacaktır; "Acaba başka biri mi var?"