Zıplanacak içerik

Yayamaz Kayımca

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Yayamaz Kayımca tarafından postalanan herşey

  1. Geri Don Ayrilik... Yeni bir hayata adimi attigim ayrilik... Ayrilik karari verdigimde ne kadar uzuntuluydum bilemezsin. Ayrilmam gerektigini dusunuyordum. Oyleydi de... Yurumuyordu. Daha fazla bir birimizi uzmemizin, bitmis bir aski yasatmak ugruna aramizdaki sayginin da kaybolmasina neden olmanin bir anlami yoktu. Ayrildik... Seni seve seve ayrildim. Bu ayrilik benim icin yeni bir baslangic degil, deli divane olacagim gunlerin baslangiciydi. Bunun farkindaydim. Tek umudum bir cok yaranin ilaci olan zamandi. Alisirim zannetmistim yokluguna. O buyulu sicagindan vazgecmek mumkun olmadi. “Geri Don” demek. Utanmasam, zavalli hissetmesem kendimi, korkmasam reddedilecegimden, arkasina saklanmasam gururumun, agzindan cikacak ilk soz olacak. Yalvararak belki, diz cokup onune “Geri Don” demek geliyor icimden... Ozledigim gibi seni, sen de beni ozluyor musun? Senin de hatirladiginda beni, bugulaniyor mu gozlerin? Bugulu gozlerle, hasretle yolumu gozluyor musun? Ah olur da bir gun sen de ozlersen, olur da bir gun sen de gozlerimle bulusmayi istersen... Geri don, ne olur geri don. Hic ummadigim bir anda birden karsimda bitiver, uzanip tutuver elimi... Bekleme benden utanir diyemem, ne olur geri don... Unutmak... Seni unutmak mumkun degil. Denedim unutmayi. Unutarak gonlumu avutmayi. Seni unutmak istedikce her sey bana seni hatirlatiyor. Tam unuttum derken, ortak bir dostumuz senden soz ediyor... Unutuyorum derken, birlikte soyledigimiz sarkilardan birisi kulagimda zonkluyor... Artik unuttum diyecekken seni goruyorum ruyamda; sarilirim, isitirsin soguk gecelerimi, suslersin hayallerimi... Unutamamak... Her zaman aklimda olup, yanimda olmaman ve bir daha olmayacak olman. Gelmeyecegini, donmeyecegini bile bile seni kalbimden sokup atamamak. Kahreder beni. Aglarim hungur hungur saatlerce. Icin icin gunlerce... Utanir oldum, otobuste, yolda, sokakta dinledigim sarkilarda aglamaktan. Utanir oldum... Ben unutmak istedikce her sey seni hatirlatir yeniden... Dinledigim bir sarki, elinde bir demet gul ile basimda duran cicekci kiz, yurudugumuz yollar, oturdugumuz park; her sey seni hatirlatiyor her an. Unutamadim seni, sen de unutmadiysan, sen de ozlediysen... Geri don, ne olur geri don. Hic ummadigim bir anda birden karsimda bitiver, uzanip tutuver elimi... Bekleme benden utanir diyemem, ne olur geri don...
  2. Yayamaz Kayımca şurada bir başlık gönderdi: Şiir Forumu
    Bunca zaman bana anlatmaya calistigini,kendimi buldugumda anladim. Herkesin mutlu olmak icin baska bir yolu varmis, Kendi yolumu cizdigimde anladim.. Bir tek yasanarak ogrenilirmis hayat, okuyarak,dinleyerek degil.. Bildiklerini bana neden anlatmadigini, anladim.. Yureginde ask olmadan gecen her gun kayipmis, Ask pesinden neden yalinayak kostugunu anladim.. Aci doruga ulastiginda gozyasi gelmezmis gozlerden, Neden hic aglamadigini anladim.. Aglayani guldurebilmek,aglayanla aglamaktan daha degerliymis, Gozyasimi kahkahaya cevirdiginde anladim.. Bir insani herhangi biri kirabilir,ama bir tek en cok sevdigi, acitabilirmis, Cok acittiginda anladim.. Fakat,hak edermis sevilen onun icin dokulen her damla gozyasini, Gozyaslariyla birlikte sevincler terk ettiginde anladim.. Yalan soylememek degil, gercegi gizlememekmis marifet, Yuregini elime koydugunda anladim.. ''Sana ihtiyacim var, gel ! '' diyebilmekmis guclu olmak, Sana ''git'' dedigimde anladim.. Biri sana ''git'' dediginde, ''kalmak istiyorum'' diyebilmekmis sevmek, Git dediklerinde gittigimde anladim.. Sana sevgim simarik bir cocukmus,her dustugunde ziril ziril aglayan, Buyuyup bana simsIki sarildiginda anladim.. Ozur dilemek degil, ''affet beni'' diye haykirmak istemekmis pisman olmak, Gercekten pisman oldugumda anladim.. Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymis, Sevgi dolu yureklerin gururu olmazmis, Yuregimde sevgi buldugumda anladim.. Olurcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermis bir gun affedilmeyi, Beni af etmeni olurcesine istedigimde anladim.. Sevgi emekmis, Emek ise vazgecmeyecek kadar, ama ozgur birakacak kadar sevmekmis... ANLADIM.!!!
  3. İSTEMİMİZ Dil kursu öğrencileri de öğrenci hastalık sigortası olanağından yararlanmalıdır. Bunun için yasa ve yönetmeliklerde gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. c) Mali Durum ve Geçim Gerek lise öğrenimlerini Türkiye'de bitirip Almanya'ya yükseköğrenim amacıyla gelen, gerekse Almanya'da liseyi bitirerek öğrenime başlayan Türk öğrencilerin başlıca gelir kaynakları bir yan işte çalışma, anne ve babanın maddi desteği, bir bölümü geri ödemeli Alman Devlet Bursu (BAFöG) ve çeşitli burslardır. Sayılanlardan birincisi, özellikle Almanya dışından gelenler için en önemli gelir kaynağıdır. Duvarın yıkılmasıyla Doğu Berlin'lilerin öğrencilerin yaptığı birçok işi çok daha ucuza yapmaya başlamaları ve kimi çevrelerin milliyetçi duygularla yabancıları dışlamayı arttırmaları, yabancı öğrencileri zor durumda bırakmıştır. Alman Devlet Bursu, anne ve babası belirli süredir burada olan ve çalışmış olanlara verilmekte olup, anne ya da babası Almanya'da hiç çalışmamış olanlar bu burstan yararlanamamaktadır. Bu öğrenciler başka kuruluşlarca (Studentenwerk, Evangelische ve Katholische Studentengemeinde) desteklenebilmektedir. Ancak, bu kuruluşlarca yapılan yardımlarda son yıllarda büyük kısıntılar yapılmıştır. Alman Devlet Bursu, Almanya dışında, örneğin Türkiye'de bir üniversiteyi bitirmiş, ama anne ve babası Almanya'da olan ve diğer koşulları yerine getirenlere verilmemektedir. Bunun nedeni, bir yüksekokulun bitirilmiş olmasıdır. Ikinci bir yükseköğrenim için bu bursu alma olanağı yasada son yapılan değişiklikle olanaksız hale getirilmiştir. Oysa, Türkiye'de üniversiteyi bitiren bir öğrencinin eğitimi buradaki üniversitelerde kabul edilmemekte ve öğrenci burada fark dersleri alarak daha bir süre okumak zorunda bırakılmaktadır. İSTEMLERİMİZ Ayrımcılığı önleyen bir yasa (Anti-Diskriminierungsgesetz) çıkarılmalıdır. Öğrencilere iş olanağı sağlayan kuruluşlar, yabancıları dışlayan işverenlerle ilişkilerini kesmelidir. Gerek devlet, gerekse özel kuruluşların yabancı öğrencilere verdikleri çeşitli yardımlarda herhangi bir kısıtlamaya gidilmemeli, yardımlar arttırılmalı ve bürokrasi azaltılmalıdır. Devlet Bursu öğrencilere ailenin gelirinden bağımsız olarak ayda 1.000 DM olarak ve karşılıksız verilmelidir. Almanya dışında üniversite bitirerek gelenlerden (Türkiye'deki üniversite öğreniminin tamamı burada kabul edilmemiş ise) diğer koşulları da yerine getirenlere Devlet Bursu verilmesi sağlanmalıdır. Bunun için gerekli yasal düzenleme yapılmalıdır. Türkiye ile AB arasındaki Ortaklık Sözleşmesine dayanarak, Almanya dışında öğrenim gören Türklerin de burs hakkından yararlanmaları sağlanmalıdır. B. TÜRKİYE'DEN KAYNAKLANAN SORUNLAR a) Öğrenciliğin Tanınması İşlemleri Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yürütülen işlemler sırasında bürokrasi çok fazladır ve birkaç ay sürmektedir. Bu, öğrenime başlamanın gecikmesine, hatta Almanya'daki kayıt süreleri dikkate alındığında öğrenim hakkının kaybedilmesine dahi yol açabilmektedir. İSTEMLERİMİZ Bakanlıkça yürütülen öğrenciliğin tanınması işlemlerinin süresi en aza indirilmelidir. Yurtdışındaki üniversitenin ya da dil okulunun kabul belgesi öğrenciliğin tanınması için yeterli olmalıdır. Öğrenciliğin tanınması işlemleri MEB İl Müdürlüklerinde de yapılabilmelidir. Eğitim Ataşeliklerinin Öğrencilere Bakışı Eğitim Ataşelikleri gerek Türkiye'den gelen, gerekse Almanya'da lise öğrenimlerini bitirerek öğrenime başlayan öğrenciler üstünde otoriter tavır içindedir. Vatandaşın "devlet için var olduğu" görüşü daha hakimdir. Oysa, bunun tersi olmalıdır. Bu konuda son yıllarda bir gelişmenin olduğu söylenebilir. İSTEMİMİZ Başta Eğitim Ataşelikleri olmak üzere, yurtdışındaki Türk resmi kurumlarının öğrencilere ve vatandaşlara bakış açıları değişmeli, şeffaflaşmalı ve demokratikleşmelidir. c) Konut Fonu Öğrenciliğin tanınması işlemlerini gidilen ülkede de yapmak olasıdır. Ancak, yurtdışına çıkarken üniversite ya da dil okulu kabul belgesi ve çoğu kez gidilen ülkenin öğrenim için verdiği vize olmasına karşın, öğrenciler konut fonu ödemek zorunda kalmaktadırlar. İSTEMİMİZ Dil okulu belgesi ya da üniversite ön kayıt belgesi ve ilgili ülkenin vizesini gösterenlerden konut fonu alınmamalıdır. d) "Schein" Getirme Zorunluluğu Yurtdışındaki Eğitim Ataşelikleri, öğrenim gören öğrencilerin pasaportlarını uzatmak için o ana kadar okudukları derslerle ilgili "Schein" getirmelerini istemektedir. Türkiye'den gelen öğrencilerin statüleri zaten onların Almanya'da sürekli kalabilmelerine olanak vermemektedir. Eğitimlerinin süresi uzayan öğrencilerin oturma onayları Yabancılar Dairesince iptal edilebildiğinden, bu denetimin bir de Eğitim Ataşeliklerince yapılmasının hiçbir anlamı yoktur. İSTEMİMİZ "Schein" getirme zorunluluğu kaldırılmalıdır. e) Bölüm Değiştirme Sorunu Alman yasalarına göre, Türkiye'de herhangi bir yüksek öğrenim kurumundan mezun olan bir öğrenci, Almanya'da istediği bölümü okuyabilmektedir. Ancak bu, Türk makamları açısından olanaksızdır. Zira, Türkiye'deki anlayışa göre, Türkiye'de bir üniversite bitiren bir öğrenci ancak kendi dalında master yapmak amacıyla yurtdışına gidebilir. Bu durumda, Alman makamlarınca verilen bir olanak, Türk makamlarınca geri alınmaktadır. Zaten Türkiye'de bir bölümü bitiren öğrenci, Almanya'ya geldiğinde okuduğu daldaki derslerinin tümünü kabul ettirememekte, uzunca bir süre daha Almanya'da okumak zorunda kalmaktadır. İSTEMİMİZ Öğrenciler Alman yasalarınca okuyabilecekleri istedikleri bölüme gidebilmelidirler. Bu konuda Türk makamlarınca konan kısıtlamalar kaldırılmalıdır. f) Pasaport Sürelerinin Uzatılması Erkek öğrencilerin pasaportları birer yıllık sürelerle uzatılmaktadır. Gerekçe olarak askerlik ertelemelerinin birer yıl arayla yapılması gösterilmektedir. Bu durumda öğrenciler her yıl mahalle polisine gidip pasaportlarının uzatıldığını göstermeleri gerekmektedir. Üstelik kadın öğrencilerin pasaportları daha uzun aralıklarla uzatılmaktadır. İSTEMİMİZ Erkek öğrencilerin de pasaportlarının süreleri daha uzun aralıklarla uzatılmalıdır. g) Bedelli Askerlik Almanya`da master bölümlerinin 90`lı yılların sonlarından bu yana bulunmaktadır. Bundan önce yükseköğrenim için bu ülkeye gelen öğrenciler, öğrenimlerini bitirmelerine yakınken askere çağırılmakta ve birçoğu da bu durumdan dolayı asker kaçaği durumuna düşmektedir. Almanya`da yüksek öğrenimin ortalama 7 yıl (1 yıl Almanca ön eğitimi için olmak üzere) sürdüğü düşünülürse, örnek olarak Türkiye`de yüksek öğrenimini 22 yaşında tamamlayıp, burada yüksek lisans öğrenimini de bitiren bir öğrenci, belki de tam verimli olabileceği 29 yaşında, şu anda 15 ay süren askerlik görevini yerine getirmek durumundadır. Bugüne kadar yürürlükte olan bu uygulama vakit geçirilmeden durdurulmalıdır. Çünkü: Bu kişiler 15 aylık askerlik görevi sırasında, büyük bir hızla gelişen teknolojiyi takip edememekte ve sonuç olarak bilgi boşluğuna düşmektedirler Özellikle Türkiye`de yükseköğrenimlerini tamamlayanlar zaten Türkiye Cumhuriyeti devletine yeterince pahalıya mal olmaktadır. Bu nedenden dolayı Türkiye`deki öğrenimlerinin üzerine yurtdışında yüksek lisans veya doktora yapan kişilerin vakit kaybetmeden bilgilerini aktarabilecekleri gerek kamu gerekse özel sektörde çalışmalarına izin verilmeli, bu kişilerin bilgi ve tecrübelerinden yararlanılmalıdır. Bu statüdeki birçok öğrenci askerlik görevi nedeniyle öğrenimlerini uzatmayı yeğlemektedirler. Ayrıca öğrenim sırası veya sonrası Almanya`da evliliği tercih edip, işçi pasaportu alarak, bedelli askerlik hakkından yaralanma düşüncesinde olanlar da vardır. Mezun olduktan sonra, tam çalışma yaşında olan akademisyenler, askerlik görevleri nedeniyle geleceklerini planlayamamaktadırlar. Federal Almanya yasalarına göre yüksek öğrenimini bitirmiş bir akademisyenin öğrenim sonrası 2 sene boyunca mesleği üzerine yine Federal Almanya'da staj yapma hakkı vardır. Fakat örneğin 33 yaşına gelmiş bir akademisyen (askerlik en fazla 33 yaşına kadar ertelenebildiğinden) vatani görevini yerine getirmek zorunda olması nedeniyle Türkiye'ye geri dönmesi gerekmektedir. Böylelikle Federal Almanya yasalarından doğan bir hak kullanılamamaktadır. Sayılan bütün bu nedenlerden dolayı akademisyenler amaçlı olmasa bile yurt dışında kalmaya zorlanmakta ve bu da Türkiye`nin bu tip yetişmiş beyin gücünü kaybetmesine neden olmaktadır. Halen yürülükte olan ve bedelli askerlik hakkından işçi pasaportu sahiplerinin yararlanabileceklerini öngören kanuna, eklenebilecek bir paragraf ile bu sorun vakit kaybetmeden çözümlenmelidir. Fakat unutulmamalıdır ki Federal Almanya`da yaşayan Türk toplumununda akademisyenlere ihtiyacı vardır. Her ne kadar burada yaşamını sürdürmeye karar veren akademisyenler Türkiye için bir beyin kaybı olarak görülse de Almanya'daki Türk toplumu için büyük bir kazançtır. Burada çözüm bu duruma düşen öğrencilerin pasaportlarını işçi pasaportuna değiştirmeleri ve askerliklerini işçi statüsünde erteleyebilmeleridir. Işci statüsüne geçmek için ilgili kişilerin Almanya`da çalişma ya da oturma iznine sahip olmalari gerekmektedir. Öğrencilerin oturma süreleri bilindiği üzere öğrenimlerine bağımlı olarak verilmektedir. Fakat öğrenciler yilda 90 tam ya da 180 yarım gün, çalışma izninden muaf tutularak çalışabilmektedirler. Ayrıca öğrenimleri süresince üniversitelerinde yardımcı asistan olarakta (Wissenschaftliher Hilfskraft-HIWI) ayda 40 saat izne tabi olmadan (Arbeitserlaubnisfreie Beschäftigung) çalışabilmektedirler. Neticede öğrencilerin yukarıda belirlenen çerçevede çalışma izinlerine ihtiyaçları yoktur. Kendilerinin bu çerçevede calıştıklarını gösteren, örneğin çalıştıkları üniversitelerinden aldıklaıi bir belgeyle bağlı bulundukları başkonsolosluklara başvurmaları gerekmektedir. Üniversitelerinde yardımcı asistan olarak çalışan öğrencilerin ayrıca ayda 35 saatin üzerinde çalışmaları tavsiye edilmektedir. Bu durumda vergiye tabi çalışılmaktadır. Bununda ileride ARB 1/80`e dayanarak Avrupa Birliği Adalet Divanı`nin vermiş olduğu kararlardan yararlanılarak öğrencinin oturum almasında faydalı olabilecektir. Yurtdışında özel öğrenci statüsünde olan kişilerin bedelli askerlikten nasıl yararlanabilecekleri Milli Savunma Bakanlığı Asker Alma Dairesi Başkanlığı`ndan alınan bilgiler ışığında şöyle düzenlenmiştir. ********************************************** Yüksek lisans ve doktora öğrenimi yapmak üzere yabancı ülkeye gidenlerden, (resmî öğrenciler hariç) öğrenciliğinden bağımsız olarak oturma veya çaıişma izni alarak işçi, işveren veya bir meslek ya da sanat mensubu sıfatını kazananlar ile oturma veya çalışma izinleri öğrenciliklerine bağlı olarak verilmiş olsa dahi, üniversite veya diğer yüksek öğrenim kurumlarinda gelir vergisine tâbi ücret veya maaş karşılığı öğretim ve araştırma görevlisi olarak bulunanlar da dövizle askerlik hizmetinden yararlanabilirler. Kaynak: http://www.asal.msb.gov.tr/er_islemleri/yu...islemleri_1.htm İSTEMİMİZ Yurtdışına öğrenim amacıyla gitmiş olan öğrenciler de bedelli askerlik konusuyla ilgili yönetmelik birçok konsolosluk memuru tarafından bilinmemektedir. Dolayısıyla bu öğrencilere de aktarılmamaktadır. Ayrıca konuyla ilgili farklı yorumlamalara rastlanmaktadır. İlgili yönetmelik tüm ilgili memurlar tarafindan gerektiği gibi uygulanmalıdır. h) Diploma Denklik Işlemleri Almanya'da öğrenimini bitiren öğrencilerin denklik işlemleri Türkiye'de YÖK tarafından yapılmaktadır. İSTEMİMİZ Denklik işlemleri Berlin'deki Eğitim Müşavirliği'nde de yapılabilmelidir. i) Genel Hizmetler Eğitim Ataşeliklerinde yeterince danışma hizmeti sunulamamaktadır. Bunda kadroların hızlı bir biçimde değişmesinin yanı sıra, çalışanlar arasında Almanca bilen görevlilerin sayısının son derece sınırlı olmasının etkisi vardır. İSTEMLERİMİZ Türkiye'den gelen ataşelerin kesinlikle Almancayı bilmesi ve görev sürelerinin en az 5 yıl olması sağlanmalıdır. Diğer tüm personel Almanya'da yetişen ve burada eğitim görmüş insanlarımız arasından alınmalıdır. Varolan öğrenci kuruluşlarıyla resmi, düzenli ve sağlıklı bir ilişki kurulmalı, onların deneyimlerinden yararlanılmalıdır. III) ÜNİVERSİTEYİ BİTİRENLERİN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Üniversiteyi Almanya'da bitiren öğrencilerden Türkiye'den gelenler, geri dönmek zorundadırlar. Gerçi Avrupa Adalet Divanı'nın Eroğlu Kararı ile belirli koşulların yerine gelmesi durumunda, Türkiye'den salt öğrenim amacıyla gelinmiş olunsa bile, Almanya'da iş bulma koşuluyla kalınabilmektedir. Gerek Türkiye'den gelenler, gerekse buradan üniversiteye girerek okuyanların, öğrenimleri sonunda işyeri bulabilmeleri kolay olmamaktadır. 1. Bireysel Nedenler a) Piyasaya Uygun Bir Meslek Seçmek Genelde ailenin baskısı/yönlendirmesiyle ya da yeterince bilgi toplamaksızın seçilen bölümler daha sonra sorun yaratmaktadır. Öğrencilerin bir bölümü, ekonominin gelişimini yeterince izlemediğinden yalnızca belli başlı dalları okumakta ve daha sonra ilgisiz alanlarda çalışmak zorunda kalmaktadır. İSTEMİMİZ Lise sonunda üniversitelerde okumak isteyenlere yönelik danışma hizmetleri arttırılmalı, bu alanda çalışma yapan kuruluşlar mali açıdan desteklenmelidir. Öğrenim Sırasında Piyasa ile İlişki Kurmak Birçok öğrenci, öğrenimleri sırasında firmalarla herhangi bir ilişki kurmamaktadır. Bunun nedeni, Türkiye'den gelenler için dil olabileceği gibi, derslerin yoğunluğu ve geçimin sağlanması amacıyla çalışmak zorunda kalınmasıdır. İSTEMLERİMİZ Üniversitelerde yardımcı asistan olarak çalışma olanakları genişletilmelidir. Üniversiteler staj konusunda yardımcı olmalı, böylece öğrencilerin piyasa ile ilişki kurmaları sağlamalıdır. İşletmelerde tatillerde "Werkstudent" olarak çalışma olanakları yaratılmalıdır. "Studien- ve Diplomarbeit"ların firmalarda yapılması, böylece önceden ilişki kurulmasının sağlanması için üniversiteler girişim yapmalı ve öğrencilere yardım etmelidir. c) Teknik Zorluklar Bunların başında dil zorluğu gelmektedir. Ayrıca bir başvurunun nasıl yapılacağı konusunda özellikle yabancı öğrenciler çok az bilgi ve yazım tekniğine sahiptir. İSTEMİMİZ Başvuruların nasıl yapılacağı konusunda üniversiteler öğrenci dernekleriyle ortaklaşa çalışarak kurslar düzenlemeli ve bu konuda danışmanlık hizmeti sunmalıdır. 2. Toplumsal Nedenler Türkiye'den gelenlerin iş bulma konusundaki dil zorlukları belirtilmişti. Ancak, burada yetişen gençler de, iş bulmada zorlanmaktadırlar. Aynı bilgi düzeyinde ve yetenekte olunsa bile, işyerleri genelde Almanları tercih etmektedir. Bu konuda çok fazla genelleme yapmak güç olsa bile, büyük zorlukların olduğu da bir gerçektir. Serbest piyasada buna karşı bir şeyler yapmak kolay değildir. Belki işyerleri yabancı kökenliler hakkında daha fazla bilgilendirilebilir. Ancak devlet dairelerinde çalışabilmek için birtakım öneriler getirilebilir. Devlet kademelerindeki yabancı kökenlilerin sayısı kendi nüfuslarına oranla çok azdır. İş ilanlarında yabancı kökenlilerin de başvurmalarını sağlamaya yönelik girişimler yapılabilir. İSTEMİMİZ Devlet dairelerinin vereceği iş ilanlarında "yabancı kökenlilerin de başvuru yapması isteniyor" gibi bir ibarenin yer alması ilgili makamlarca sağlanmalıdır. 3. Türkiye`nin Almanya`da yüksekögrenim gören Türk ve Türk kökenli Alman öğrencilere yönelik Politikası Türkiye`nin Almanya`da yükseköğrenim gören Türk ve Türk kökenli Alman öğrencilere yönelik Politikası yoktur. İSTEMİMİZ Avrupa Birliği`ne girme sürecinde özellikle Avrupa'da yükseköğrenim görmüş, her iki ülkenin sosyo kültürel ve ekonomik yaşantısını bilen kişilere ihtiyaç vardır. Türkiye`nin elinde böyle bir hazine varken, bu kesime yönelik bir strateji eksikligi vahimdir. Türkiye çok geçmeden AB uyum süreci ve sonrası dönemi için Avrupa'daki yetişmiş insan gücünden faydalanabilmek için politikalar üretmeli ve bunları hayata geçirmelidir. Başlangıcta personel seçimlerinde Avrupa'da yetişen kişilerin alımına özen gösterilmelidir. BTS üzerine 1962 yılında, Münih‘te, 9 ayrı öğrenci derneklerinin birleşerek kurduğu, Türk Öğrenci Federasyonu`nun, 1977 yılında iç nedenlerden dolayı faaliyetine son vermesinden bu yana, Almanya`da yaşayan ve şu andaki sayılari 30.000 civarında olan Türk ve Türk kökenli öğrencilerinin haklarını savunan bir kurum yoktu. BTS yaptığı çalışmalarla bu alandaki boşluğu doldurmayı amaçlamaktadır. Bunu yaparken gerektiğinde Alman ve Türk hükümetleri nezdinde; ilgili makamlar ile temasa geçerek, öğrenci sorunlarını dile getirip, bu sorunlara eğitim, üniversite çerçevesinde çözüm önerileri sunan partilerüstü bir sivil toplum örgütüdür. Özellikle Türkiye’den Federal Almanya’ya öğrenim amacı ile gelen arkadaşlarımızın bu alanda büyük bir bilgi eksikliği var. Türkiye‘deki makamların da tam olarak bu açıgı kapatmış oldukları söylenemez. BTS`nin çeşitli kaynaklardan derlediği Almanya‘ da yükseköğrenimi ayrıntılarıyla ele alan „Almanya’da Yükseköğrenim" (http://www.btsonline.de) adlı kitapcığı ücretsiz olarak BTS-Web sayfalarından öğrencilerin hizmetine sunulmaktadır. Ayrıca seminer, toplantı ve yaz akademisi gibi faaliyetler de gerçekleştirilmekte ve bu da öğrencilerin hizmetine sunulmaktadır. Burada en önemli nokta, bu tür faaliyetlerin öğrenciler tarafindan öğrenciler için düzenleniyor olmasıdır. BTS 1998`de üye derneklerin haberleşmesini kolaylaştırmak için Almanya genelinde çalışan bir haberleşme listesi kurdu. Liste zamanla gelişerek bir tartışma platformu halini aldi. Listede halen öğrenci, akademisyen, sivil toplum örgütü temsilcileri, milletvekilleri, basın mensupları vs. olmak üzere 1000 den fazla kişinin adresleri bulunmakta. Amaç sayıları 30 000 civarinda olan Almanya’daki tüm Türk ve Türk kökenli Alman öğrencileri listeye almaktır. Bu da toplumu ilgilendiren aktuel olaylarda etkin haberleşme aracılığıyla aksiyon/reaksion mekanizmasını hızlandıracaktır. Listeye üye olmak isteyenler [email protected] `ye E-mail adreslerini gönderebilirler. BTS üyesi dernekler: Berlin Türk Bilim ve Teknoloji Merkezi (BTBTM) Karlsruhe Türkiyeli Öğrenciler Derneği (KATÖD) Türk Öğrenci Birliği Hamburg (TÖ Bremen Türkiyeli Öğrenci Birliği (BSV) Braunschweig Türk Öğrenci Birliği (BTÖ Bonn Avrasya Öğrenci Derneği Kiel Üniversitesi Türk Öğrenciler Birliği (TÖ Leipzig Türk Öğrenci Dernegi Rüsselsheim Akademisyenler Derneği Kaiserslautern Türk Öğrenci Çevresi(OKTüS) Mannheim Türk Öğrenciler Derneği (MATÖD) TürkUNID, Köln EVET BENCEDE ÖNCELİKLE ÇOK YOGUN OLAN BU SORUNLARINI,İŞSİSLİGİ VE ÖZELİKLE EGİTİM SOYUNLARININ ÜSTESİNDEN GELMELERİ GEREKİYOR....NE BOŞ BİR MİDE İLE NEDE BOŞ BİR KAFA İLE SİYASET YAPILMAZ DİYORUM..
  4. İSTEMİMİZ Uygulama yönetmeliğindeki anayasaya aykırı bu durum düzeltilmelidir. g) ARB 1/80`den doğan haklar (Örnek: Eroğlu Kararı) 5 Ekim 1994 tarihinde Avrupa Adalet Divanının Türkiye-Avrupa Birliği (AB) Sözleşmesine dayanarak aldığı Eroğlu Kararından sonra, Almanya'ya yalnızca öğrenim amacıyla gelenler bile, kimi koşulları yerine getirdikleri takdirde Almanya'da sürekli oturum izni alma hakkına sahip olmuşlardır. Koşullar, Almanya'da yükseköğrenimi tamamlamak, anne ya da babadan birisinin herhangi bir zamanda en az 3 yıl Almanya'da sigortalı olarak çalışmış olmasıdır. Bu kişiler bitirdikleri bölüm dışındaki bir alanda iş bulduklarında da oturum izni alabileceklerdir. Daha önce de çeşitli defalar Avrupa Adalet Divanı, Türkiye-AB Ortaklık Sözleşmesine dayanarak Almanya aleyhinde kararlar aldı. Ama, Almanya bu kararları hep özel kararlar olarak algılamak istemiştir. Şimdi de bu eğilim vardır. Ayrica Stuttgart Üniversitesinde ögrenim gören bir Türk bayan öğrenci, oturma hakkı almak için açtığı davayı 8 Nisan 2003 tarihinde kazandı. Buna göre ilgili öğrenci ilk vize istemini Almanya`da öğrenimi için 13.09.1988 de yapıyor. 4 Mayıs 2001 yılı´na değin öğrenim vizesi (Aufhenthaltsbewilligung) uzatılıyor. Öğrenci bundan sonraki uzatmada avukatı aracılığıyla, ARB 1/80`den dogan haklarına dayanarak oturma hakkı için başvuruyor. 1991`den 2001`e değin kesintili olarak Stuttgart Üniversitesi`nin çeşitli enstitülerinde ve üniversiteyle ilgili kurumlarda çalışan öğrenci, 1995-2001 yılları arasında Frauenhofer Enstitüsünde, ayda 60-80 saat çalışıp, ortalama 1000 DM maaş alıyor. Bu koşullar altında, oturma hakkı almak için, avukatı aracılığıyla yaptığı girişim sonunda haklı bulunuyor. Oturma hakkının verilmesine dayanak olarak ARB 1/80 EWG, ART. 6 Abs. 1 4. (vgl. § 113 Abs. 5 S. 1 VwGO) gösteriliyor. Özet olarak Türkiye'den okumak için gelen öğrenciler yabancılar dairesinin izni doğrultusunda haftada 10-12 saat çalıştıkları süreyi dört yıla tamamladıkları takdirde ARB 1/80 kararnamesi 6. maddesine göre Federal Almanya oturma hakkına sahip olabiliyorlar. Federal İçişleri Bakanlığı `nın 2 Mayıs 2002 tarihinde yayinladıgı genelgede de Türk öğrencilerin durumu açıkça belirtilmiştir. Bu genelge ARB 1/80 dolayı Almanya`daki Türk vatandaşlarınının elde ettiği hakları kapsamaktadır. (Allgemeine Anwendungshinweise des Bundesministeriums des Innern zum Beschluss Nr. 1/80 des Assoziationsrats EWG/Türkei- "AAH - ARB 1/80"). İlgili genelge Almanya Türk Öğrenci Dernekleri`nin Web Portalı üzerinden okunabilir. Bu karar Federal Almanya`da aynı konumda olan öğrencilere referans olarak yardımcı olabilir. Öğrencileri öğrenimleri süresince üniversitelerinde çalışmalarını tavsiye etti. İSTEMLERİMİZ Almanya, artık Türkiye ile AB arasındaki anlaşmalardan doğan haklarımızı kabul etmelidir. Bu hakları kısıtlamaya yönelik herhangi bir adım atmamalıdır. Öğrencilerin ARB 1/80 den doğan haklarını herşeyden önce bilmeleri gerekmektedir Avrupa Türkleri AB ile yapilan anlasşmalardan doğan haklarını bilmelidirler. Haklarımıza kavuşmanın yolu, ilk önce hangi haklara sahip olduğumuzu bilmekten geçer. Bu alanda Türkiye`de ilgili bakanlıklar hem Avrupa`da yaşayan hem de Avrupa`ya herhangi bir amaçla gelmek isteyen Türklere, sahip oldukları hakları öğrenebilecekleri kaynaklar göstermelidir. h) Alman Vatandaşlığına Geçiş ve Çifte Vatandaşlık Alman vatandaşlığına geçiş Yabancılar Yasasının 85-91. maddelerinde ve Alman Vatandaşlık Yasası'nda düzenlenmiştir. Buna göre, Türkiye'den öğrenim amacıyla gelen bir öğrencinin öğrenim süresi ne olursa olsun, oturma onayı olduğu sürece Alman vatandaşlığını alması olanaklı değildir. Alman vatandaşlığına ancak burada yetişen gençler geçebilmektedir. Adı geçen yasalar çifte vatandaşlığı resmen tanımadığı için Alman vatandaşlığını alanların sayısı oldukça azdır. Kimi meslekleri yapabilmek için Alman vatandaşlığı ön koşuldur. İSTEMİMİZ Alman vatandaşlığına geçiş kolaylaştırılmalı ve Çifte Vatandaşlık bir hak olarak verilmelidir. 2. Yüksekokul Yasalarından ve Üniversitelerden Kaynaklanan Sorunlar a) "Yardımcı Ders" Programları Yardımcı Ders Programları (Fachmentorenprogramme) özellikle yabancı öğrencilerin dil zorlukları nedeniyle sunulmaktadır. Bu yardımcı derslerin saatleri tasarruf nedeniyle azaltılmaktadır. Bu derslerin yabancı öğrenciler için önemi çok büyüktür, çünkü normal ders saatleri içinde dil zorluğu nedeniyle sorulamayan sorular burada daha ayrıntılı biçimde ele alınabilmektedir. İSTEMİMİZ Zorunlu dersler için özellikle ön lisans döneminde yabancı öğrenciler için hazırlanmış ve daha çok teknik bölümlerdeki "Fachmentor" Programlarının sayısı artırılmalı, en azından varolanlar korunmalıdır. Ek Dersler (Tutorium) İçin Asistan Yardımcısı (Tutor) Kadroları Yabancı öğrencilerin yaşadığı sorunları ve sıkıntıları en iyi yabancı öğrenci anlayacağı için, bu kadrolara daha çok yabancı alınmasına çaba harcanmalıdır. İSTEMLERİMİZ Asistan yardımcısı kadrolarına alınacak öğrencilerin içindeki yabancı öğrencilerin başvuruları özellikle dikkate alınmalıdır. Bu kadrolar için yapılan ilanlara "yabancı öğrencilerin başvuruları özellikle istenmektedir" ibaresi konulmalıdır. c) Üniversite Yabancılar Görevlisi Üniversitelerde yabancı öğrencilerle ilgili kurumlar Yabancılar Dairesi (Akademisches Auslandsamt) ve Yabancı Öğrenciler Temsilciliğidir (Ausländerreferat). Her iki kurumun da görevleri ayrıdır. Yabancılar Dairesi daha çok kayıt ve sosyal konularla ilgilenmekte; Yabancı Öğrenciler Temsilciliği ise üniversitenin yönetsel kurumlarının dışında temsilcilik yapmaktadır. Gerek derslerde yabancı öğrencilerin karşılaştığı yabancı düşmanı tutumlarda, gerekse personel politikalarında ve de yabancı öğrencilerle ilgili kararlarda anılan kurumlar yetersiz kalmaktadır. Üniversitenin içinde, yetkileri olan, "Üniversite Kadınlar Görevlisi" gibi özerk olarak çalışabilecek bir "Yabancılar Görevlisi"ne gereksinme vardır. İSTEMİMİZ Üniversite Yabancılar Görevlisi kurumu en kısa zamanda oluşturulmalı ve bu göreve yabancı kökenli ve yabancı öğrencilerin sorunlarını bilen birisi atanmalıdır. d) Dil Sorunu Yabancı öğrencilerin en önemli sorunu dildir. Teknik bölümler dışındaki bölümlerde bu sorun özellikle kendini ifade edememe olarak ortaya çıkmaktadır. Üniversitenin Almanca kurslarının kapasitesi sınırlı olduğu için, kurslara giriş sınavla olmaktadır. Her geçen yıl kurs sayıları tasarruf nedeniyle azaltılmakta olduğundan, sınavlar daha da zorlaştırılmaktadır. Ayrıca, sürekli sınav baskısı altında kalan öğrenci psikolojik sorunlarla da karşı karşıya kalmaktadır. İSTEMLERİMİZ Üniversitenin Almanca kurslarına giriş sınavsız olmalıdır. Üniversite eğitimi öncesi Almanca kurs sayıları ve saatleri arttırılmalıdır. Yabancılara sınavlarda verilen notlar, Almancaları çok düzgün olmadığı için düşürülmemeli, onların ders bağlamındaki bilgileri (Fachwissen) göz önüne alınmalıdır. e) Hazırlık Sınıfları (Studienkolleg) Hazırlık sınıfları, öğrencileri yüksek öğrenime hazırlayan kurslardır. Bu hazırlık kursları özellikle Türkiye`den farklı eğitim düzeyinden gelen öğrenciler için olumlu bir girişimdir. Kurslar, gençleri üniversite öğretimine hazırlamakta, eksikliklerini gidermektedir. Ancak bu kurslara girebilmek için bir eleme sınavı yapılmaktadır. Zaten üniversiteye girene kadar türlü sınavlardan geçmek zorunda olan öğrenciler yeniden bir sınavla karşı karşıya kalmaktadırlar. İSTEMİMİZ Hazırlık sınıflarında okuma hakkı herkese sınavsız bir şekilde sağlanmalıdır. f) Staj Bir yabancı öğrenci için Almanya'da staj yeri bulmak oldukça güçtür. Üniversitenin staj yapma zorunluluğu getirdiği bölümlerde (örneğin inşaat mühendisliği bölümünde) bu sorun daha da fazladır. Yabancı öğrencilerin ırkçı ve önyargılı işverenlerle karşılaştıkları sorunlar bilinmektedir. Birçok öğrenci yaz tatillerinde para kazanmak amacıyla kimi zaman kendi okudukları bölümlere yakın işlerde çalışmaktadırlar ("Werkstudent"). Bu öğrencilerin daha sonra bir de staj yapmalarına zaman kalmamaktadır. İSTEMLERİMİZ Staj yapılması zorunlu olan bölümlerde, üniversite staj yeri bulmada yardımcı olmalıdır. "Werkstudent" olarak yapılan işlerin staj olarak kabul edilmesi sağlanmalıdır. Almanya dışında yapılan stajlar belirli koşullar çerçevesinde kabul edilmelidir. g) Denklik İşlemleri Türkiye'de ya da başka ülkelerde okuduktan sonra Almanya'ya gelen öğrencilerin kendi ülkelerinde okudukları dersler üniversiteler tarafından farklı şekilde değerlendirilmektedir. Türkiye'de üniversiteyi bitirip gelenlerden kimilerinin birçok dersi kabul edilirken, kimilerinin ise hiçbir dersi kabul edilmemektedir. Türkiye`de üniversiteyi bitirip gelenler burada doğrudan doktora yapamamaktadır. Bu ise, öğrencinin eğitiminin uzamasına ve daha önce gördüğü dersleri tekrarlamasına yol açmaktadır. Buna ek olarak Türkiye AB Egitim ve Gençlik Programlarina 2004`te katılıyor. Bu programlar eğitim kalitesini yükseltmeyi ve ülkeler arasında bu alanda işbirliğini güçlendirmeyi hedefliyor. Programın temel faaliyetleri arasinda karşılıklı eğitici ve öğrenci değişimi, eğitim kurumları arasında işbirliği ile bilgi ve görü alışverişi sayılabilir. Tüm faaliyetler üç genel program altında toplanıyor. Genel Eğitim Programı (SOCRATES) örgün ve yaygın eğitimi kapsarken, Mesleki Eğitim Programı (LEONARDO da VINCI), bu alandaki projeleri ve faaliyetleri, Gençlik (YOUTH) programı ise gençliğe yönelik projeleri içeriyor ve destekliyor. Neticede 2004`ten itibaren denklik işlemlerinde de bir kolaylaşma beklenebilir. İSTEMİMİZ Denklik işlemleri üniversiteler ve eyaletler genelinde belirli bir ölçüte bağlanmalı ve yönetmeliklerle güvence altına alınmalıdır. h) Üniversitede Bölüm Değiştirme Bölüm değiştirmek Türkiye'den gelen öğrenciler için ancak büyük zorluklarla olanaklıdır. Türk öğrenciler Almanya'da, ancak Türkiye'de kazandıkları ya da ona çok yakın bir bölümde okuyabilmektedirler. Bu nedenle, Yabancılar Yasası açısından bölüm değiştirmek olanaklı olsa bile, Yüksekokul Yasaları açısından olanaksızdır. İSTEMİMİZ En azından hazırlık sınıfını bitirmiş olanlara istedikleri bölümü seçme hakkı verilmelidir. i) Danışma Hizmetleri Her ne kadar üniversiteler ve meslek danışma büroları (örneğin Berufsinformationszentrum) yabancı öğrencilere yönelik danışma hizmeti sunuyorlarsa da, Türkiye'den gelen öğrenciler genelde arkadaş, dost ve Türk dernekleri üzerinden bilgi almaktadırlar. Burada yetişenlerin dil zorlukları olmadığı için, onlar her yere gidebilmektedirler. Ancak, dil sorunları olmamasına rağmen, burada yetişen öğrenciler de genelde kendi kültür çevresinden bilgi almak istemektedir. Yabancı öğrencilere yönelik ve öğrenim gördükleri süreyi kapsayan bir psikolojik danışmanlık hizmeti yoktur. Öğrenim sürerken karşılaşılan psikolojik sorunlara yardımcı olabilecek bir üniversite içi örgütlenmenin eksikliği ortadadır. İSTEMLERİMİZ Üniversitelerdeki danışma hizmetleri kamuoyuna daha çok duyurulmalı, buralara yabancı kökenli elemanlar alınmalıdır. Özellikle yabancı öğrenciler için psikolojik danışmanlıklar oluşturulmalıdır. Danışma hizmeti sunan öğrenci derneklerine ayrılan finansmanlar arttırılmalıdır. Meslek Danışma Büroları, öğrenci dernekleriyle işbirliği yapmalı, buralardaki potansiyelden yararlanmalıdır. Bu bürolara yabancı kökenli danışmanlar alınmalıdır. 3. Sosyal ve Kültürel Alanlardaki Sorunlar a) Konut Sorunu Öğrencilerin en önemli sorunlarından birisi kalacağı yerdir. Hochschulinformationssystem GmbH (HIS) verilerine göre, Alman öğrencilerin % 10'u bir öğrenci yurdunda otururken, bu oran yabancı öğrencilerde % 44 civarındadır. Yabancı öğrencilerin % 30'u kendi evinde, % 11'i ailesinin yanında, geri kalanı da arkadaşlarıyla birlikte ya da başka birisinin yanında kalmaktadır. Alman öğrencilerin % 39'unun kendi evi vardır. Yabancı öğrenciler de kendilerine ait bir evde oturmak istemektedirler. Ancak konut pazarı, özellikle iki Almanya'nın birleşmesinden sonra daha da küçülmüş ve ucuz konut bulmak artık hayal olmuştur. Pahalı konutlarda oturmak zorunda kalan öğrenciler kirayı ödeyebilmek için daha çok çalışmak zorunda kaldıklarından, üniversitede zorluklarla karşılaşmakta ve öğrenimleri daha uzun sürmektedir. İSTEMLERİMİZ Daha fazla öğrenci yurdu yapılmalıdır. Almanya dışından gelen öğrenciler de kira yardımından (Mietzuschuß) yararlanabilmelidir. Hastalık Sigortası Öğrencilerin öğrenci hastalık sigortası yaptırabilmeleri için üniversiteye kayıtlı olma koşulu aranmaktadır. Ancak yabancı öğrencilerin üniversite öncesinde dil kurslarına gittikleri için, ortaya sigorta yaptıramama sorunu çıkmaktadır. Her ne kadar son zamanlarda kimi sigorta şirketleri bu durumdaki öğrenciler için özel sigorta yapmaya başlamışlarsa da, şu anda ucuz olan sigorta miktarlarının artıp artmayacağı bilinmemektedir.
  5. ALMANYA DAKİ TÜRK LERİN SORUN VE ÖNERİLERİ 0. GİRİŞ I. LİSEYİ BİTİRMEKTE OLANLARIN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ 1. Almancada Zorluk 2. Ders Ortamı ve Öğretmenlerin Etkisi 3. Aile ile İlgili Sorunlar II. ÜNİVERSİTEYE BAŞLAYACAK VE OKUMAKTA OLANLARIN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ A) Almanya'dan Kaynaklanan Sorunlar 1. Yabancılar Yasasından Kaynaklanan Sorunlar a) Almanya'ya Geliş (Vize) Oturma Onayı (Aufenthaltsbewilligung) c) Çalışma Izni d) Üniversitede Bölüm Değiştirme (Studienfachwechsel) e) Doktora Çalışması f) Aile Birleşimi g) "Eroğlu Kararı" h) Alman Vatandaşlığına Geçiş ve Çifte Vatandaşlık 2. Yüksekokul Yasalarından ve Üniversitelerden Kaynaklanan Sorunlar a) "Yardımcı Ders" Programları Ek Dersler (Tutorium) İçin Asistan yardımcısı (Tutor) Kadroları c) Üniversite Yabancılar Görevlisi d) Dil Sorunu e) Hazırlık Sınıfları (Studienkolleg) f) Staj g) Denklik İşlemleri h) Üniversitede Bölüm Değiştirme i) Danışma Hizmetleri 3. Sosyal ve Kültürel Alanlardaki Sorunlar a) Konut Sorunu Hastalık Sigortası c) Mali Durum ve Geçim Türkiye'den Kaynaklanan Sorunlar a) Öğrenciliğin Tanınması İşlemleri Eğitim Ataşeliklerinin Öğrencilere Bakışı c) Konut Fonu d) "Schein" Getirme Zorunluluğu e) Bölüm Değiştirme Sorunu f) Pasaport Sürelerinin Uzatılması g) Bedelli Askerlik h) Diploma Denklik Işlemleri i) Genel Hizmetler III. ÜNİVERSİTEYİ BİTIRENLERİN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ 1. Bireysel Nedenler a) Piyasaya Uygun Bir Meslek Seçmek Öğrenim Sırasında Piyasa ile Ilişki Kurmak c) Teknik Zorluklar 2. Toplumsal Nedenler 3. Türkiye`nin Almanya`da yüksekögrenim gören Türk ve Türk kökenli Alman öğrencilere yönelik Politikası BTS üzerine BTS üyesi dernekler I) LİSEYİ BİTİRMEKTE OLANLARIN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Almanya'da lise bitirme sınavlarına (Abitur) girebilmek için, öğrencinin bir yıllık Giriş Devresini (Einführungsphase) başarması ve daha sonra iki yıllık Kurs Devresinden (Kursphase) geçmesi gereklidir. Bu devreler içerisinde iki Ana Derse (Profil-, Leistungsfächer) ağırlık verilmektedir. Bu ana dersler lise sonrası meslek seçimi açısından önemlidir. Bu nedenle tercihlerin gelecek düşünülerek yapılmasında yarar vardır. Türk öğrencilerin % 25'i lise diplomalarını Birleşik Okullardan (Gesamtschule mit gymnasialer Oberstufe) alıyorlar. Liseyi başaran Türk öğrencilerin oranı bir diploma alarak okullardan ayrılanlar içinde % 8,2'dir. Bu oran 1980 yılına oranla artmış olmasına karşın, yine de düşüktür. Almanya genelinde her 10 Türk öğrencisinden biri Abitur yaparken, bu oran Alman öğrencilerde %30`dur. Okuldan herhangi bir diploma almadan ayrılanların oranı Türkler arasında %30, Almanlarda %10 civarındadır. 10. sınıfı bitirip Giriş Devresine adım atan Türk gençleri derslerin birdenbire zorlaşması ve yoğunlaşmasıyla karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu dönemde notların birden düşmesi söz konusu olmaktadır. Bunun sonucu olarak birçok Türk öğrenci bu devreyi başarıyla tamamlayamamakta ve okulu terk etmek zorunda kalmaktadır. Ilk ve orta öğrenimde alınan temel bilgilerdeki açıklar bu devrede daha belirgin bir biçimde ortaya çıkmaktadır. 1. Almancada Zorluk Okuldaki açıklardan en önemlisi gencin Almancaya yeterince ve beklendiği kadar hakim olamamasıdır. Gençler günlük yaşamda iyi derecede Almanca konuşabilmelerine karşın, yazılı dilde çok büyük zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Ders programlarına göre, Giriş Devresine gelmiş olan öğrencinin Almancayı tüm kurallarıyla bilmesi beklenmektedir. Bu arada Türk gençlerinin yazılı Almancayı hala yeterince kavrayamamış olması göz önüne alınmamaktadır. Lisenin bu aşamasında önem kazanan ve geliştirilmesi gereken teknik terimlere de birçok Türk öğrenci hakim olamamakta ve bildiklerini yeterince ifade edememektedir. Bundan dolayı özellikle doğal bilimlerle ilgili derslerde bilimsel açıklama yapmakta zorlanmaktadırlar. Kurs Devresindeki yazılı sınavlarda 100 sözcük içinde üçten fazla yanlış bulunursa, notta bir (en fazla iki) puan kırılmaktadır. Bundan dolayı herhangi bir derste bilgi düzeyi Alman öğrenci ile aynı olan Türk öğrenci daha kötü not alabilmektedir. Notların bu şekilde kırılması, Türk gençlerinin liseyi bitirmelerinde karşılarına önemli bir engel olarak çıkmaktadır. Kötü bir not ortalamasıyla okulu bitirenler daha sonra üniversiteye başlamak istediklerinde dezavantajlı durumda kalmaktadırlar. İSTEMLERİMİZ Almanca ders programı, yabancı öğrencilerin Almancadaki açıklarını göz önüne alarak geliştirilmelidir. İlk ve orta öğrenimde okul içi teşvik dersleri (Förderunterricht) daha yoğunlaştırılmalıdır. Okul dışı ek ders yardım projeleri geliştirilmeli, var olanların çerçevesi genişletilmelidir. 2. Ders Ortamı ve Öğretmenlerin Etkisi Öğrencinin okuldaki başarısı dersteki ortama ve aynı ölçüde de öğretmenleriyle olan ilişkisine bağlıdır. Yabancı kökenli olmanın getirdiği çekingenlik Türk öğrencinin dersteki sözlü katılımını etkilemektedir. Derse katılımın yetersiz olması, öğrencinin bilgi düzeyinden değil, yanlış anlaşılmaktan dolayı düşebileceği durumdan çekinmesinden kaynaklanmaktadır. Bunun sonucu olarak dersteki notu düşmektedir. Ayrıca kimi öğretmenlerin Türk öğrencilere yönelik önyargılı tutumları, farklı bir kültür çevresinden gelen öğrencilerin içinde bulundukları sorunları yeterince bilmemeleri ya da anlayamamaları ve duyarsızlıkları da görülmektedir. Öğrenci ve öğretmen arasındaki iletişim eksikliği varolan sorunların artmasına yol açmaktadır. Kimi okullarda Türk ve Alman öğrenciler arasında ortaya çıkan kutuplaşmalar da sağlıklı bir iletişimi ve ders ortamını engellemektedir. İSTEMLERİMİZ Öğretmen eğitiminde Alman kökenli olmayanların kültürleri ve sorunları daha kapsamlı olarak işlenmelidir. Yabancı kökenli öğrencilerin anadillerini bilen sosyal danışmanların sayıları arttırılmalıdır. Ders içerikleri bu toplumdaki çeşitli kültürlerden insanların varlığını da göz önüne almalı ve kültürlerarası eğitim Berlin okullarında uygulanmalıdır. 3. Aile ile İlgili Sorunlar Türkiye'den gelen birçok ailenin gerek Almancayı bilmemelerinden gerekse buradaki okul sistemini tanımamalarından dolayı, okula giden çocuklarına yeterli biçimde yardımcı olamadıkları bilinmektedir. Bu durumda öğrenciler kendi sorunlarıyla başbaşa kalmaktadırlar. Gençlerin okuldaki performansları, yalnızca okulda karşılaştıkları sorunlardan değil, aynı zamanda evdeki ve aile içindeki sorunlardan da etkilenmektedir. Çoğu zaman öğrencinin evde ders çalışabileceği bir ortamın yaratılamadığı bir gerçektir. Birçok aile hala evdeki nüfusa uygun ev bulmakta zorluk çekmektedir. İSTEMLERİMİZ Veliler lise Giriş ve Kurs Devreleri hakkında anadillerinde daha fazla bilgilendirilmelidir. Ailelere, çocuklarının eğitimi konusunda kimlerden destek ve yardım alabilecekleri kurumlar hakkında bilgi aktarılmalıdır. II) ÜNİVERSİTEYE BAŞLAYACAK VE OKUMAKTA OLANLARIN SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ A) ALMANYA'DAN KAYNAKLANAN SORUNLAR 1. Yabancılar Yasasından Kaynaklanan Hukuksal Sorunlar a) Almanya'ya Geliş (Vize) 1.1.1991 tarihinde yürürlüğe giren Alman Yabancılar Yasasının 28. maddesinin 4. paragrafı uyarınca, vizeler çeşitli amaçlara göre verilmektedir. >> Dil Vizesi (Sprachvisum), adından da anlaşılacağı üzere, Almanya'da dil öğrenme amacıyla verilmekte ve en fazla 18 aylık bir süreyi kapsamaktadır. Bu vize ile daha sonra Almanya'daki üniversitelere öğrenim için yapılan başvurular kabul edilmemektedir. >> Öğrenci Vizesi (Studentenvisum), Almanya'da yükseköğrenim görmek ya da yüksek lisans yapmak isteyenlere verilmektedir. >> Turist Vizesi (Besuchsvisum) ziyaret amacıyla Almanya'ya gelmek isteyenlere uygulanmakta, Dil Vizesinde olduğu gibi öğrenim vizesine çevrilememektedir. Dil vizesiyle Almanya'ya gelen bir öğrenci, Almanca kursunun ardından, yükseköğrenim için tüm koşulları yerine getirse bile, bu vize öğrenci vizesine çevrilemediğinden, öğrenci Almanya dışına çıkıp, öğrenci vizesi alıp yeniden gelmek zorunda kalmaktadır. Alman Yabancılar Yasasının 28. maddesinin 3. paragrafına göre, oturma onayı (Aufenthalts-bewilligung) yükseköğrenim göreceklere verilmekte olup, yalnızca alınmış olduğu amaç için geçerlidir. Bu çerçeve dışında uzatılma olanağı yoktur. Dil vizesi ile Almanya'ya gelmiş olanlardan üniversite öğrenimine geçmek isteyenler, ancak Almanya'daki ikamet süreleri 1 yıldan az ise, Almanya dışına çıkmadan vizelerini değiştirebilirler. Genelde bir öğrencinin Almanca öğrenip, tüm sınavları başarması ve üniversiteye başvurusu 1 yılı aştığından, bu olanaktan hemen hemen hiç yararlanılamamaktadır. Türkiye'den öğrenci vizesi almak üzere başvuran öğrenci adaylarından istenen belgeler çeşitli Alman Konsolosluklarında farklılıklar göstermektedir. Işlem süreleri çok uzundur. Kimi zaman vize nedeniyle 1 sömestir ve daha fazla süre kaybedilmektedir. Bu ise, eldeki belgelerin geçerliliklerinin kaybolmasına yol açabilmekte, Almanya'ya geldikten sonra Türkiye'den yeniden belge istenmesini zorunlu kılabilmektedir. Almanya Dışişleri Bakanlığının yayımladığı genelgelerde "Öğrenci Adayı Vizesi"nden de (Bewerbervisum) söz edilmektedir. Bu vize tipi, doğrudan Almanya'ya gelmeyi olanaklı kılmaktadır, ancak konsolosluklarca, tüm uyarılara karşın uygulanmamaktadır. İSTEMLERİMİZ Dil Vizesi alarak gelen öğrencilerin daha sonra yükseköğrenime geçmek istemeleri oturma amacında bir değişiklik olarak algılanmamalı ve onlara sorun çıkarmadan oturma onayı verilmelidir. Öğrenci vizesi alırken ortaya çıkan bürokrasi azaltılmalı ve vize işlemleri en fazla 1 ay içinde bitirilmelidir. Öğrenci adayı vizesi derhal uygulamaya konmalıdır. Oturma Onayı (Aufenthaltsbewilligung) Oturma onayı, yurtdışından öğrenim amacıyla gelenlere, Almanya'daki öğrenimleri süresince ve genellikle 2 yılda bir uzatılmak koşuluyla alınabilmektedir. Değinilen öğrenim kavramının içine üniversite öncesi dil kursu, hazırlık sınıfı (Studienkolleg) ve staj girmektedir. Oturma onayı ile oturum izni arasındaki fark, oturma onayının geçici bir statü olduğunun vurgulanmak istenmesidir. Ancak, oturma onayı olan bir öğrenci Almanya'da oturum izni (Aufenthaltserlaubnis ya da Aufenthaltsberechtigung) olan birisiyle evlenecek olursa, başka koşulların da yerine gelmesiyle Almanya'da oturum izni alabilir. Öğrenimleri biten öğrenciler, Almanya'yı en kısa zamanda terk etmek zorundadırlar. Öğrenciler teoride öğrendiklerini pratikte uygulamadan geri dönmek istememektedirler. c) Çalışma izni >> Üniversite dışındaki özel Almanca kurslarına gidenlerin çalışma izinleri yoktur. >> Üniversitenin Almanca kursuna gidenler ancak sömestir tatillerinde çalışabilmektedirler. >> Üniversiteye kesin kayıt yaptırarak öğrenime başlamış olan öğrenciler ise yılda toplam 6 ay çalışabilmektedirler. Bu 6 ayın 3 ayını çalışma izni gerekmeksizin, geri kalan 3 ayını da Iş ve Işçi Kurumundan (Arbeitsamt) izin alarak tamamlamak olanaklıdır. Ancak farklı eyaletlerde farklı uygulamalar yapılmaktadır. Almanya'ya öğrenim görmek için gelenlerin, geçimleri öğrenim boyunca her ne kadar 3. kişilerce sağlanmış olarak görülse bile, sosyal gerçekler farklıdır. Geçim belgesi formalite olarak verilmekte ve öğrenci kendi geçimini kendisi sağlamaktadır. 1.1.2003 ten itibaren eski kanunla çalışma izni olmadan 90 gün olarak belirlenen toplam çalışma süresi aynen tutulmuş, sadece bu toplam sürenin 180 güne yayılabilmesine olanak sağlanmıştır. Eski kanuna göre öğrenci günde kaç saat çalışırsa çalışsın bir günlük iznini kullanmış sayılıyordu. Bu nedenle öğrenciler bu 90 tam günlük süreyi çeşitli metodlarla tam kullanmanın yollarını aramak zorunda kalıyorlardı. Yeni uygulamanin getirmiş olduğu en büyük yarar bu noktadadır. Bu uygulama çalışma süresinin öğrenci tarafından 180 yarım güne yayılmasına olanak sağlamıştır. Pratik anlamda bir öğrenci günde 4 saatten toplam 6 ay çalışma müsaadesi olmadan çalışabilme hakkına sahiptir. İSTEMİMİZ Üniversite dışındaki özel Almanca kurslarına giden öğrenciler en azından sömestir tatillerinde, üniversitenin Almanca kursuna gidenler de, üniversiteye kesin kayıt yaptırmış olanlar gibi toplam 6 ay çalışma hakkına kavuşmalıdırlar. Bu uygulama Almanya`nın tüm eyaletlerinde geçerli hale getirilmelidir. d) Üniversitede Bölüm Değiştirme (Studienfachwechsel) Bölüm değiştirme konusu bu raporun diğer bölümlerinde de yer almıştır. Bu nedenle, bütünü ele alınarak değerlendirilmelidir. Yabancılar Yasasının ilgili maddelerinde bölüm değiştirme konusu açık olarak yer almamaktadır. Ancak halen kullanılan uygulama yönetmeliğinde bu konuya yer verilmiştir. Buna göre, bölüm değiştirme işlemi ancak ilk üç sömestir içinde söz konusu olabilmektedir. Daha sonra değiştirilirse, eski bölümden en az 3 sömestirin yeni bölümde kabul edilmesi zorunluluğu getirilmiştir. Geçmişe göre daha olumlu olan bu düzenleme, pratikte sorunu çözmemektedir. Zira, bir öğrenci Almanya'da ancak Türkiye'de kazandığı ya da ona bir yakın bölümde okuyabildiğinden farklı bir dala geçmek, Yüksekokul Yasaları açısından olanaksızdır. Geçiş ancak yakın bir bölüme yapılabilmektedir. İSTEMİMİZ Bölüm değiştirme konusunda karar verme yetkisi Yabancılar Dairesinde (Ausländerbehörde) olmamalı, karar öğrenci ve üniversite arasında bilimsel ölçütler çerçevesinde çözümlenmelidir. e) Doktora Çalışması Normal öğrenim bittikten sonra doktora ya da bir başka biçimde master anlamında öğrenimlerini sürdürmek isteyen öğrencilere olanak verilmemektedir. Bu özellikle, tıp okuyup daha sonra ihtisas yapmak isteyenler için (Facharztausbildung) çok büyük bir sorundur. Öğrenimin bitmesiyle oturma onayının amacının sona erdiği varsayılmakta, master ya da doktora yeni bir amaç olarak kabul edilmektedir. Amacın değişmesiyle Almanya'yı terk etmek gündeme gelmektedir. Konuyla ilgili olarak yasada kısıtlayıcı bir hüküm olmadığı halde, uygulama yönetmeliğinde bir kısıtlama getirilmiştir. İSTEMİMİZ Doktora ya da master çalışmalarının yapılmak istenmesi, oturma onayının amacının değişmesi olarak değerlendirilmemelidir. f) Aile Birleşimi Yabancılar Yasasının 29. maddesi eşlerin oturma onaylarını düzenlemektedir. Buna göre, eşinin de geçimini sağlamak söz konusu ise ve yeterli konut varsa, eşler de Almanya'ya gelebilmektedir. Ancak, yine uygulama yönetmeliğinde gerek yabancılar yasasına, gerekse anayasaya aykırı olarak "gelişmekte olan ülkelerden gelmeyen öğrencilerin" eşlerini yanlarına getirebilecekleri yazılıdır Türkiye, "gelişmekte olan bir ülke" statüsünde sayıldığı için, Türk öğrenci eşini yanına getirememektedir.
  6. Sıkmabaş, özgürlüğün simgesi mi? "ÜLKEMİZ için hayırlı olsun" diyelim ama hazırlanan AKP Anayasası daha şimdiden, sert eleştirileri de beraberinde getirdi. Türkiye’nin yapısını değiştirecek olan anayasa taslağı üst düzeyde tartışılıyor, fakat halkın bununla ilgilendiği bile yok... Anayasa-babayasa kimsenin umurunda değil! İktidar partisi yandaşlarının şımarıklığı artıyor... Maçlarda şakşakçılık yapan amigolar gibi bunlar da gürültü edip duruyor. Gerçek dertler, sorunlar ve bunlara getirilmesi gereken çözüm yolları konuşulmuyor hiç... Başbakan’ın talimatıyla bir anayasa taslağı hazırlanıyor. Aklı başında hukukçular "Anayasalar böyle yapılmaz. Anayasaları, yalnız bu iş için seçilmiş kurucu meclisler yapar. Bugün hazırlanan anayasa taslağına, sonradan yapılacak halk oylaması da meşruiyet kazandırmaz" diyor ama dinleyen kim? Ülkeyi oligarşik (bir ekipten olanların hükümet gücünü elinde tuttuğu) bir yapıya döndürme çabaları artıyor. * * * Türkiye, çağdaş eğitimi, kız çocuklarının okula gönderilmesini değil, "sıkmabaş türbanı" tartışıyor, bunun "kıyafet serbestliği" adı altında anayasaya sokulmasına çalışılıyor. Başbakan’a, Milli Eğitim Bakanı’na ve gazetelere gönderdikleri binlerce mesajla "İmdat" diyerek yardım isteyen 180 bin işsiz öğretmenin çığlığına aldırış eden yok. Varsa yoksa, özgürlüğün simgesi olarak gösterilen "sıkmabaş". İktidar, seçim galibiyetinin yarattığı güven duygusu içinde, kendi ideolojisine uyan bir yapılanma çabası içinde... Kişilikleri, görüşleri ve özlemleri belli olan "profesör" unvanlı altı kişilik bir heyete yeni anayasayı hazırlama görevi verildi. Türkiye’de başka hukukçu mu yok? Hayır, bu heyetin, AKP’nin milli görüşüne uygun şekilde bir taslak hazırladığı anlaşılıyor! AKP Anayasası’nın "birey özgürlüğü" adı altında gericiliği serbest bırakıp, Türkiye’yi karanlık bir ortaçağ ülkesi haline getirmesinden kuşku duyanlar artıyor. Bu kuşkuları gidermek için hiçbir şey yapılmaması da ayrı bir kuşku yaratıyor. * * * "Sıkmabaş" anayasaya sokulmaya çalışılırken, önemli sorunlar rafa kaldırılmış gibi... İç ve dış borç yükü hızla artıyor. Cari açık (döviz açığı) her geçen gün büyüyor. (İlk 7 ayda 21,8 milyar dolar.) Bütçemiz açık veriyor. (İlk 8 ayda 8,4 milyar dolar.) Dünya piyasalarındaki çalkalanma, Türk ekonomisini de ciddi şekilde tehdit ediyor. Toplum, kaderine razı olmuş, boynunu kasap bıçağına sessizce uzatan kurbanlıklar gibi... Yoksulluk sınırı olarak nitelendirilen, dört kişilik ailenin gıda, barınma, giyim, ulaşım gibi, bir aylık zorunlu harcamalarının tutarı 2000 YTL düzeyine gelmiş... Yani, dört kişilik bir ailenin aylık geliri 2000 YTL’den az ise o aile yoksul sayılıyor. Türkiye’de 17 milyon aile var. 12 milyona yakın ailenin aylık gelirinin 2000 YTL’nin altında olduğu belirtiliyor... Bu hesaba göre ülkenin yaklaşık yüzde 70’i yoksul! Bu durumla ilgilenilmiyor, Türkiye’nin en büyük sorunu olarak "sıkmabaş türban" gösteriliyor. Bu uğurda anayasa bile değiştiriliyor. Ne yapalım? Helal olsun, ülke türbanla dolsun! * * * Bu da günümüzü hicveden anonim bir dörtlük: Hocamız var, hacımız var, Sıkmabaşlı bacımız var, Biz çok yiğit bir milletiz, Uçan kuşa borcumuz var.
  7. "Kitap okumayan bir kimsenin, okuma bilmeyene karşı bir üstünlüğü yoktur." Mark Twain
  8. 12 Eylül 1980 askeri darbesini izleyen yıllarda dinci yazar ve düşünür kardeşlerimiz, açık oturumlarda, panellerde, köşe yazılarında hep bir gerçeği dile getiriyorlardı: "Biz iktidara gelince kadınların başlarını örtmesi için yasa çıkartmayacağız, halkın baskısı kadınların başlarını örttürecek." *** "Halk" dedikleri, tabii erkekler, babalar, ağabeyler, kocalar. Tam bir erkek egemenliği. Tam bir feodal baskı. *** Sorun sadece feodalite olsa, pazar ekonomisinin gelişmesiyle aşılır . Sorun sadece köylülük olsa, tarımın makineleşmesiyle çözülür . Sorun sadece gecekondu kültürü olsa, kentlileşmeyle o da halledilir . Hatta sorun sadece din ve mezhep olsa, çağdaşlaşmayla onun bile üstesinden gelinir . Ama sorun siyasal ! Yukarıdaki bütün öğeler, gelenek, görenek, inanç ve din adıyla, siyaset şemsiyesi altında bütünleştiriliyor . Bu nedenle de aşılamıyor. Annelerimizin, anneanne ve babaannelerimizin başörtüsü, türbana, sıkmabaşa, tesettüre dönüştürülüp siyaset sofrasında meze yapılınca sorun çözülemiyor. *** "Türban, sıkmabaş, tesettür inancımdır" diyenlere sormak gerek: "Dünyada milyonlarca başı açık Müslüman kadın yaşıyor, onlar dinsiz mi, inançsız mı?" Türbanı, sıkmabaşı, tesettürü, din adına, inanç uğruna savunanlar bu sorunun yanıtını veremiyorlar . Çünkü bu bir inanç sorunu değil, bir siyasal simge sorunu . *** Sıkmabaşı, özgürlük uğruna savunanlara sormak gerek: "Kendisini inançlı bir Müslüman olarak tanımlayan kadınların başları açık gezme özgürlüğü yok mu?" Buna da yanıt veremiyorlar, çünkü temelde biliyorlar ki, sorun bir özgürlük ya da inanç sorunu değil, siyasal bir sorun . *** Sıkmabaşı, türbanı siyasal bir simge olarak kullanan, inançları siyaseten istismar eden görüş, laikliğin korunması için sıkmabaşın kamu alanında yasaklanması gündeme gelince, dışarıda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 'ne, içeride Danıştay 'a, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 'ın ağzından "Efendi bu senin işin değil, konuyu ulemaya (din bilginlerine) sor" diye eleştiri yöneltiyor. *** Türbanı, sıkmabaşı bir siyasal simge olarak kullanan, inançları siyasal alanda istismar eden bu siyasal görüşün lideri olan Recep Tayyip Erdoğan 'ın veya işaret edeceği bir kişinin Çankaya'ya çıkması, Türkiye Cumhuriyeti'nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olma niteliğini zedeleyecektir. *** Çankaya'ya böyle bir kişinin çıkması, anayasa açısından bir sivil darbe değil de nedir? Birde böyle baksak soruna..
  9. Bir defa adını doğru koyalım.. Türban değil.. Çünkü türban başka bir şey ve yüz yıllardır var.. Nedir türban?.. Bir Hint dini inanışı Sih (Sikh) erkeklerinin baş bağlama şekli.. Dikkat buyurun erkeklerinin. Kadınlarının değil. Sih kadınları, bizim sıkmabaşı andıran çift örtü ile kaparlar başlarını.. İçte saçlarını saran sıkı örtü, dışta, bizim Anadolu usulü bağlanmış ikinci örtü. Boyna dolanmış, sıkılmış değil, boyunda gevşek düğümlenmiş.. Yüzyılın başlarında, o zaman dünya modasını yöneten Paris, Sih erkeklerinin serpuşunu stilize ederek bir kadın başlığı yaptı, adına da "Tulip/ Lale"den türeyen Türban dediler. Paris sosyetesi türbanlandı. Türkiye o zamanlar, Fransa'yı yakından izliyordu. Türban İstanbul sosyetesine de geldi. Ankara da sevdi. Üst düzey yönetici ve bürokrat hanımları kullanmaya başladılar. Türban Köşk'e de çıktı. Mevhibe Hanımı zarif türbanı ile hatırlıyorum. Köşk davetlerine katılan türbanlı hanımları da.. O Paris modası türbanın herhangi bir dinle uzaktan yakından ilgisi yoktu. Bir kadın başı olarak, Sih de değildi çünkü.. Bizde, yakında Köşk'e çıkması beklenen ve kim ne derse desin ülkeyi karıştıran siyasal İslam simgesi örtünün adı, sıkmabaş.. Mucidi Şule Yüksel Şenler adlı ünlü kadın yazar.. Çıkış noktası, Ege adalarındaki Ortodoks Yunan kadınlarının başlarından esinlenen, Lübnan kökenli küçük bir İslam tarikatının baş örtüsü.. Şule Yüksel görüşleriyle birlikte başlığını da yaydı. Giderek belirli bir tarikatın simgesi oldu. Siyasete girdi. Erbakan'ın Milli Görüşçü kadınlarının üniformasına dönüştü.. Sıkmabaş üzerine giydikleri yere kadar uzanan mantolar, ya da cübbeler, siz adını ne koyarsanız koyun, renkleri ile tarikat, cemaat farklarını belirlediler.. Yeşil, gri, pembe ve saire.. Sıkmabaş yayılırken, manto ve cübbeler önce kısalmaya, sonra tümden yok olmaya başladılar.. Çünkü artık sebep dini tarikat ve cemaat mensubiyeti değildi. Sıkmabaşlıların yaş ortalaması düştü.. İyice gençleştiler.. Ve günün birinde sıkmabaş genç kızlar arasında, bir dini inancın ötesinde, bir moda, tam tersine, bir dikkat çekme, kendine baktırma yöntemi olarak kullanılmaya başlandı. Bakınız, dini örtünmenin sebebi belli.. Erkeğin dikkatini çekmemek, onu tahrikten kaçınmak, kadınlığını mümkün olduğu kadar saklamak için örtüneceksin.. Kadın saçı bile cinsel öge kabul edildiğinden, onun da örtülmesi gerek.. Şimdi soruyorum.. Ayakta Gucci papuçlar, elde Ralph Loren çanta, daracık belde markası 40 metreden okunan Dona Caran kemerli bir genç kızın kafasındaki parlak, ışıltılı Hermes eşarp nasıl bir örtünme, dikkatten kaçma olur söyler misiniz?.. Buna bir de yüzdeki pahalı ve abartılı makyajı, alttaki daracık pantolon ve üstündeki rengârenk bluz veya ceketi ekleyin.. Hemen her gün Ortaköy'de Ertekin'de oturuyoruz.. Önümüzden yüzlerce, hele tatil günüyse binlerce insan geçiyor.. Minilisi var.. Beli bir karış çıplak olanı var. Pantolon diye tayt giymiş, nerdeyse çıplak havasında dolaşanı var.. Ama millet bunlara alıştı. Bakmıyor bile.. En çok dikkat çekenler, bu üzerinde her parlak rengi taşıyan Hermes eşarplı teenagerlar.. Yani lise üniversite çağındaki kızlar.. Onlara bakılıyor, onlar yanlardakine işaret ediliyor.. Neden?.. Çünkü bugün için onlar farklı ve yeni!.. Moda da bu değil mi zaten.. Farklı ve yeni olarak dikkati çekmek.. Okuyoruz.. Hayrünnisa Hanım'ın başlıklarını modacı Atıl Kutoğlu hazırlayacakmış. Sebep dinsel inançsa, modacı elinin ne işi var, First Lady'nin başında?.. Çünkü, kadın ve moda at başı gitmiş, tarih boyu.. Amacı fark yaratmak ve dikkat çekmek olan bir genç kızın, kadının dini sebeplerle örtündüğüne inanabilir misiniz?.. Bugün Hermes eşarplarını takıp, Bağdat Caddesi, Ortaköy, Bebek, Nişantaşı'nda piyasaya koşan genç kızların durumu bu..Peki ya, eşler?.. Üst düzey siyasetçiler, yöneticiler ve bürokrat eşleri neden sıkmabaşlı?.. Çünkü gerçek.. Eşi sıkmabaşlı olmak, günümüzde yükselmenin önemli sebeplerinden biri.. Meclis'e girmenin de hatta.. AKP'de en önemli tercih sebebi, kimse inkâr etmesin. Abdullah Gül, Cumhurbaşkanlığı'nı eşinin sıkmabaşına borçlu.. Köksal Toptan Meclis Başkanı olunca, "Artık Köşk'e de sıkmabaşlı çıksın" denmedi mi?.. Söyleyin denmedi mi?.. Peki ama "Sıkmabaş bir siyasal simgedir. Gamalı haç gibidir. Sorun örtünmekse bin yıllık Anadolu kadını gibi baş örtüsü kullansana" kıyametlerine rağmen, Emine ve Hayrünnisa hanımlardan da işte bu teenagerlara kadar niye ısrarla Hermes markalı sıkmabaşta direniliyor?. İşte en önemli noktaya geldik.. Çünkü klasik baş örtüsü, köylü kadınların, kenar mahallelilerin, eve ve işe gelen hizmetçi sınıfının başlığı kabul ediliyor... Onlardan ayrılmak, farklı olmak gerek ki, gören karıştırmasın.. Hele de markalı sıkmabaş, kentli, üst sosyal sınıf, sosyetik kadın başlığı.. Farkı hemen ortaya koyuyor ve "Ben kent soylu, okumuş ve ekonomik üst sınıftanım. Beni köylüler, kenar mahalleliler ve domestiklerle karıştırmayın" anlamına geliyor. Yani sıkmabaş, baş örtülülerle sınıf farkının simgesi aslında, Siyasal İslamın sembolü olmanın da ötesinde.. Anlatabildim mi?.. diyor sayın HINCAL ULAŞ.....
  10. Cevap yazmak bile verdiğimiz önemi gösterir yasaklı..... Ukala olmak kötü değildir..bilen adam ukala olur..Bende böyle bir meziyet yok.. ******* Sizde beni yanlış anlamayın yazdıklarımdan anlam kaymasına uğramış sözcüklerim olabilir.. ................................................................................ ..................... Evet katılıyorum birçok kişiye ters gelsede ben ükelalıgı zeki kişilere yakıştırıyoyum......ama ************* karıştıranları degil.... neden bilmiyorum ama ükelalık şık duymuş üserinizde yok yanlış anlamadım tam tersi hoşuma gitti....
  11. veled ul iblis.....kendimde hoşuma giden en güsel yan birisinin karekterini veya birilerinin diyeyim anlamanın en iyi yolunun onu sürekli yanıltarak sorular soran veya yorumlar yapmasını, kendisini ifade etmesini saglamak diye düşünüyorum....hımm bide sadece siz yorumlarımı yorumladınız!!!!ukala zekiler başka oluyo ya (yorumda ciddiyim lütfen yanlış anlamayın..)
  12. Sağolasın.....keşke bu hayırı herkes bir diyebilse!!!
  13. Süryani'ye de zorunlu din dersi Mardin Anadolu Lisesi'nde Süryani olduğu için Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine girmeyen bir öğrenci yoklamalarda "yok" yazıldı. Milli Eğitim Bakanlığının kararına rağmen öğrenciyi derse girmeye mecbur tutan okul yöneticileri hakkında inceleme başlatıldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Alevi öğrencilerin din derslerinden muaf tutulması gerektiği yönündeki kararının ardından Mardin'de Süryani bir öğrenci Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine girmeyince "yok" yazıldı. Velisinin verdiği dilekçe doğrultusunda, mevzuat ve yasalara göre Core Alkan'ın dersten muaf tutulması gerekiyordu. Mardin Anadolu Lisesi yönetiminin 15 yaşındaki öğrenciyi din dersinden sorumlu tutması tepkilere neden oldu. Alkan okulların açıldığı ilk iki hafta okul yönetiminin isteği üzerine Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersine girmek zorunda kaldı. Milli Eğitim Bakanlığı'nın 9 Temmuz 1990 tarihli kararı doğrultusunda Hıristiyanlık dinine mensup olduğu için derse girmeyen Core Alkan bu kez yoklamalarda eksik gösterilmeye başlandı. Mardin Darulzaferan Manastırı yetkililerinin devreye girmesi üzerine Mardin Milli Eğitim Müdürlüğü inceleme başlattı. Darulzaferan Manastırı Genel Sekreteri Yusuf Bektaş ise Mardin ve ilçelerinde çok sayıda Süryani öğrencinin okula gittiğini, ancak ilk kez böyle bir durumla karşılaştıklarını söyledi. Mardin Anadolu Lisesi Müdür Vekili Halil Güven ise öğrenci velisinden gelen bir talep olmadığı için Alkan'ın derse devam etmesinin zorunlu olduğunu idda etti.
  14. MSN nenizi aldım bende ANSİKLOPEDİ VAR AMA SANIYORUM ONLARDA İŞE YARAR....KOLAY GELSİN..
  15. Tartışılan Süleymaniye Eski devlet bakanlarından Yusuf Bozkurt Özal’ın ölümü sonrası, Süleymaniye Camii haziresinin (cami bünyesindeki mezarlık) özel konumu yeniden gündeme geldi Kanuni Sultan Süleyman, Mimar Sinan ve Hürrem Sultan’ın türbelerinin bulunduğu, 1980 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Nakşibendi tarikatı şeyhi Bursalı Mehmed Zait Kotku’nun, 1988 yılında ise Sekizinci Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın annesi Hafize Özal’ın defnedildiği Süleymaniye Camii mezarlığı, eski devlet bakanlarından Yusuf Bozkurt Özal’ın ölümü ve onun da aynı yere gömülme kararı ile yeniden gündeme geldi. Süleymaniye Camii bahçesinde bulunan mezarlık ve türbelerin tarihi önemi neydi? Özal ailesi bireyleri neden bu mezarlığa defnedilmeyi vasiyet ediyordu? Süleymaniye Camii Süleymaniye Camii’nin temeli, Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Mimar Sinan tarafından 13 Haziran 1550 yılında atıldı. Yaklaşık 3500 metrekarelik alana sahip olan cami, üç bin 523 ustayla, yedi yıl gibi bu tip bir yapı için çok kısa bir sürede tamamlandı. 7 Haziran 1557’de Mimar Sinan tarafından açılarak hizmet vermeye başladı. Kanuni Sultan Süleyman yapının kusursuz olması için 59 milyon 760 bin 180 akçe harcadı. İç avlusu Birinci Dünya Savaşı’nda saraçhane olarak kullanılan ve ardından bir yangın atlatan cami, son olarak 1956 yılında başta minareleri, kubbe ve kemerleri olmak üzere onarıldı. Caminin kendi haşmetine uygun tarzda yapılan dört minaresi ve on şerefesi bulunmaktadır. Minarenin ikisi üçer, diğer ikisi ise ikişer şerefelidir. "Cami minareleri" ve "Harem Minareleri" diye adlandırılan minareler, Kanuni Sultan Süleyman’ın, İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah; on şerefe de, Osmanlı İmparatorluğu’nun 10. padişahı olduğunu işaret etmektedir. Yerli ve yabancı ziyaretçilerin akınına uğrayan Süleymaniye Camii’nin Türk turizmi için önemi büyüktür. Hanedan türbeleri Mihrabın önündeki türbe, kendi parasıyla cami inşaa ettiren Kanuni Sultan Süleyman’a, yanındaki türbe de karısı Hürrem Sultan’a aittir. Mimar Sinan ise, cami bahçesinin dışında İstanbul Müftülüğü’nün yanında bulunan türbede yatmakta, türbenin üzerinde ise Osmanlıca bir kitabe bulunmaktadır. Statü itibariyle camiden sonra gelen Kanuni Türbesi’nde ortada Kanuni’ninki olmak üzere yedi sanduka vardır. Solundaki sandukalarda Sultan II. Süleyman, II. Ahmed’in hasekisi Rabia Sultan, sağdakilerde ise Mihriman Sultan, Sultan II. Süleyman’ın annesi Saliha Dilaşub Sultan ve Sultan II. Ahmed’in kızı Asiye Sultan yatmaktadır. Sekizgen plandaki kubbe ile örtülü Hürrem Sultan Türbesi’nde, Hürrem Sultan’ın, Sultan II. Selim’in oğlu Şehzade Mehmed’in ve Sultan II. Ahmed’in bir kızının sandukaları vardır. Kanuni Türbesi’nin yanında hanedana ait mezarların bulunduğu bir kabristan da vardır. Hafize Özal da tarikat mensubuydu Kotku’dan sonra Bakanlar Kurulu kararıyla Süleymaniye Camii mezarlığına defnedilen ikinci kişi 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın annesi Hafize Özal oldu. Büyük tartışma yaratan bu definden sonra, SHP Diyarbakır Milletvekili Fuat Atalay, Hafize Özal’ın hangi sıfat ve gerekçeyle bu mezarlığa gömüldüğüne ilişkin TBMM’ye soru önergesi verdi. SHP Denizli Milletvekili Adnan Keskin, Bakanlar Kurulu kararnamesinin iptali için Danıştay’a başvurdu. Dava usul yönünden reddedildi. ANAP’lı Eyüp Aşık, Hafize Özal’ın Nakşibendi tarikatına mensup olduğunu, bu nedenle daha önce o mezarlığa defnedilen şeyhi Kotku’nun yanına defnedilmeyi vasiyet ettiğini açıkladı. Mehmed Zahit Kotku kimdir? KANSERDEN vefat eden Nakşibendi tarikatı şeyhi Bursalı Mehmed Zahit Kotku, 1980 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla Osmanlı Hanedanı’nın yattığı mezara defnedilen ilk kişi ünvanını almıştır. 1897 yılında Bursa’da doğan Mehmed Zahit Kotku, Bursa Sanat Mektebi’nde okurken, Birinci Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine askere alınır. Ordunun Suriye Cephesi’ni terketmesinden sonra İstanbul’a gelen Mehmed Zahit Efendi, ardından Gümüşhaneli Tekkesi’ne giderek Şeyh Ömer Ziyaeddin’e bağlanır. Tekirdağlı Mustafa Feyzi Efendi’nin yanında manevi tahsilini tamamlar ve icazet alır. Bir müddet Fatih ve Ayasofya camilerinde derslere devam ettikten sonra Bursa’ya döner. Tekkeler kapatıldıktan sonra, İzvat köyü imamlığını devralan Mehmed Zahit Efendi, 16 yıl bu görevde kaldıktan sonra Üftade Camii’ne nakledilir ve tekrar Bursa’ya yerleşir. 1952’de İstanbul’a gelir ve İskender Paşa Camii’nde göreve başlar. 13 Kasım 1980’de vefat eden Kotku, Süleymaniye’de, hocalarının yanında yatmaktadır.
  16. Hımmm zaten kaval peşinden giden koyunları nedense çok yogun çevyemizde görmüyormuyus?? ben kendi dogrularımın peşindeyim....sana kolay gelsin..
  17. ATATÜRKÇÜLÜK Atatürk'ün dünya görüşünün temelinde "muasır medeniyet" dediği Batı Medeniyeti ana fikri yatmaktadır. Atatürk de aslında Doğulu ve İslami bir toplum olan Türk Toplumu için, Tanzimattan beri yenilenme ve kurtuluş yolu olduğuna inanılan Batıya yönelme hareketine inanmıştır. Fakat onun Batıcılığı Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerinin Batıcılığı gibi tavizci değil mutak ve radikaldir. Bu sebeple bütüncü ve samimidir. Atatürk 10 Ekim 1923 de Fransız yazarı Maurice Pernot ya verdiği bir demeçte şöyle söylemiştir: "Türklerin asırlardan beri takip ettiği hareket devamlı bir istikamet muhafaza etti. Biz daima şarktan Garba doğru yürüdük... Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye'de asri binaenaleyh garbi bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edipte garba yönelmemiş olan millet hangisidir ?" diyordu. Atatürk'ün Batıcılığı radikaldi. Gerçekten Atatürk Tanzimat'dan beri gelen Batıcılığın yarattığı ikiliği mesela okulun yanında medrese, adliye mahkemeleri yanında şeriye mahkemeleri, şalvarın yanında pantolon ikiliğini reddetmiştir. Batı medeniyetini bölünmez bir bütün olarak almış, yalnız teknikte, bilim ve felsefede değil edebiyatta, güzel sanatlarda, hukukta duyuş, düşünüş ve yaşayışda da Batılı olmak gerektiğine inanmıştır. Atatürk'ün dünya görüşünün radikal olması ve bu sebeple kültürle medeniyeti birbirinden ayırmaya imkan vermez görünmesi onun gerçeğini tam yansıtmaz. Atatürk'ün kültürle yapmak istediği batılılaşma yönündeki devrimi sadece Batının metodunu, kalıplarını, ve özellikle batılı düşünüş tarzını getirmektir. Çünkü Türk toplumunun geri kalmasındaki en büyük sebebin kültür ikiliği olduğuna inanmakta, tanzimat batıcılığının ister istemez meydana getirdiği bu ikiliğe son vermek, Batılı zihniyette ve şekiller altında milli bir kültür yaratmak istiyor, aydınla halkın bu kültürle kaynaşmasını istiyordu. Milletine "Ne mutlu Türküm diyene!" haykırısı ile seslenen bir insanın başka türlü düşünmesine imkan yoktur. 1934 de şöyle söylüyordu: "Bir artık grabliyiz. Eski dünyaya hakim eski medeniyetimizle sadece övünerek değil, bütün zincirleri kırarak, son asır medeniyetinin gittiği yollardan yürüyerek, bu seviyenin de üstüne çıkmağa çalışacağız" diyordu. Cumhuriyetin 10. yıldönümü münasebetiyle söylediği tarihi nutuk onun Batı uygarcılığının en içten gelen, en azimli ifadesidir. Atatürk yeni devrimlerin korunması ve sürdürülmesi için aydınlara güvenmiştir. "Millet iradesi ile milleti temsil edenler münevverler olacaktır. Bunlar yaptığımız veya yapacağımız kanunlarla inkilaplarımızı gerçekleştirecek ve muasır medeniyet seviyesine ulaştıracaklardır." diyordu. Böylece her zaman ve her toplumda geçerli olan bir gerçeği, yani toplumlarda aydınların daima yol gösterici rolünü oynamak durumunda bulundukları gerçeğini açıklıyordu. Yine 10. yıl nutkunda Cumhuriyeti gençliğe emanet ederken Türk gençliğine olan güvenini ortaya koyan Atatürk devrimlerin bekçiliğinde de Türk gençliğine güvenmiştir. Bu nedenle her yurtsever ve gerçek aydın Türk Atatürkçülük önce kendini yetiştirirek batı medeniyeti seviyesine ulaşmaktır. Bu ilk görev olan devrimlerin bekçiliği için vazgeçilmez şarttır. Bu itibarla Atatürk'ün dünya görüşü medeniyet değiştirme yönünden daha ziyade mutlak, kültür değişmesi yönünden ise daha ziyade nisbidir. Çünkü medeniyet daha ziyade milletlerarası maddi ve manevi değerler manzumesi olduğu halde kültür, milletlerarası etkilere kapalı olmamakla birlikte, daha ziyade milli değerler bütünüdür. Milli dava, kişiliğinin devamıdır. Atatürk'ün tarih tezi, dilde sadeleşme istemesi ve kültür alanındaki bilinen diğer devrimci reformları Batı potası içinde Batı etkisine açık bir milli kültür yaratmak içindir. Netice olarak, Atatürk'ün dünya görüşünün büyük niteliği bir doğma olmaması, realist ve prağmatik olmasıdır. Bu sebeple Atatürkçülük, faşizm ve Komünizm gibi doğmatik ideolojileri red eder, onların maskesi ve kalkanı olarak kullanılamaz. Atatürk'ün dünya görüşünün realist ve pragmatik, yani faydaya ve eyleme dönük bir dünya görüşü olması onun esnek bir dünya görüşü olmasını, başka bir deyimle, yeni şartlara uymayı kabul etmesini gerektirir. Fakat onun canlılığını ve devamlılığını sağlayan bu realist ve pragmatik olma niteliğinin, yani esnekliğinin bir sınırı vardır. Bu sınır ise Batı medeniyetini meydana getiren duyuş, düşünüş ve yaşayış tarzını, onun hukuki, siyasi ve ahlaki temel ilkelerini kesinlikle ret eden komünist ve fasist ideolojilerdir. Zira bu ideolojiler aslında Batının insanlığa kazandırdığı her çeşit vasıtadan faydalanmakla beraber, ona ters düşen, hatta onu spıtiralist ve hüriyetçi düsünce sistemi ve insan kavramı yönünden inkar eden ideolojilerdir.
  18. Doç. Dr. Anıl Çeçen: "... Atatürkçülük, emperyalizm gerçeği karşısında az gelişmiş ülkelerin kurtuluş ve gelişme sürecinin ortaya çıkardığı bileşik yapılı bir eylemdir." ( Anıl Çeçen, Atatürk ve İdeoloji, Türk Dili, TDK Yayını, Sayı 359, Kasım 1981, S. 299 ) Ataol Behramoğlu: "... Atatürkçülük donmuş bir kalıplar dizgesi değil, araştıran, kendini pratikte sınayan bir uygulamanın adıdır." Attilâ İlhan: "... Atatürkçülük, "mazlum milletler"in "Hristiyan, beyaz ve Batılı" emperyalistlere ilk başkaldırış hareketidir."[ a ] "... Mustafa Kemal sosyalist değildi ama, solcu bir devrimciydi."[ b ] ( [ a ] Attilâ İlhan, Üç Atatürkçülük!, Milliyet, 22.06.1982 / [ b ] Attilâ İlhan, Faşizmin Ayak Sesleri, S. 254 ) Aziz Nesin: "... Bana göre Atatürkçülük şudur: Atatürk'ün yaşadığı dönemde, içinde bulunan koşullara en akılcı yoldan çözümler getiren uygulamalar toplamıdır." ( Şahap Balcıoğlu'nun Aziz Nesin İle Söyleşisi, Yazko Somut, Yıl: 3, Sayı: 50/24, 15.07.1983, S. 2 ) Azra Erhat: "... Atatürk'ün belli bir öğretisi yoktur. O, düşünceyi eylemden ayırmayan, düşünceyi eylemle gerçekleştirmek, eylemi de düşüncenin kaynağından getirmek sürecini uygulamış, böylece varlığın akış ilkesine günü ve geleceği için uymuş bir devrimdir." ( Azra Erhat, Atam Seni Niçin Seviyorum? Cumhuriyet 81, Cumhuriyet Gazetesi Yayını, S. 165 ) Prof. Dr. Bedia Akarsu: "... Atatürk Devrimi bir sınıf devrimi değil, gerçek anlamıyla bir halk devrimidir. Ulusun bütün kesimleriyle, askeri ve memuru ile, köylüsü ve kentlisi ile, işçisi ve esnafı ile kadını erkeği ile emperyalizme karşı ayaklanması: bağımsızlığı için egemen güçlere karşı tüm halkın Atatürk'ün önderliğinde baş kaldırmasıdır." ( Bedia Akarsu, Atatürk'ün Özgün Görüşleri, Cumhuriyet, 10.11.1982 ) Em. Gen. Celâl Erikan: "... Atatürkçülük, Kemalizm, ancak çalışmakla hak sahibi olabilecek bireyleri ve toplulukları birbirine sömürtmeyen; siyasal kuvvetlerine kendileri sahip ve herbiri akraba olmuş ulusların içte ve dışta barış içinde yaşadıkları cumhuriyetçi, laik, yenilikçi, demokratik ve sosyal bir düzendir." ( Celâl Erikan, Atatürkçülük ( Kemalizm ), S. 134 ) Ceyhun Atuf Kansu: "... Kemalizm, Türk toplumunu uygarlık değişimiyle, düzen değişimiyle çağdaş, ileri, bağımsız, bir toplum yapmak isteyen devrim öğretisinin adıdır. " ( C. Atuf Kansu, Kemalist Bir Öğreti Var mıdır?, Yeni Ufuklar, Sayı 232, Ocak 1973, S. 23 - 25 ) Doğan Avcıoğlu: "... Kemalizm, bir ulusal kurtuluş devrimidir. Bir ulusal kurtuluş devriminin amacı, yalnızca siyasal bağımsızlığı gerçekleştirmek değildir. Tam bağımsızlığa ulaşabilmek için, sömürge düzeninin ülkedeki bütün dayanaklarının tasfiyesi ve sağlam bir sanayi temelinin kurulması zorunludur." [ a ] "... Kemalist hareket, kurulu düzene karşı devrimci, yani solcu bir hareket olduğu halde, solculuk en büyük küfür haline gelmiştir." [ b ] ( [ a ] Doğan Avcıoğlu, Devrim ve "Demokrasi" Üzerine, S. 365 / [ b ] Doğan Avcıoğlu, Türkiye'nin Düzeni, I. Kitap, S. 563 ) Emin Özdemir: "... Atatürkçülük bir öğreti değildir. ( ... ) gerçeği ararştırma tavrıdır." ( Emin Özdemir, Atatürkçülük Sınavı, Varlık, Sayı 806, Kasım 1974, S. 9 ) Prof. Dr. Emre Kongar: "... Kemalist ideoloji, "tam bağımsızlık" ve "batılılık" ilkeleri çerçevesinde "karşı - emperyalizm" ve "altı ok" ile belirlenir. Ne yazık ki, Türkiye'deki "resmi ideoloji" , Kemalizmi önce yalnızca "altı ok" a indirgemiş, daha sonra da bu altı ilkeyi genel anlamından tümüyle saptıracak yorumlara konu yapmıştır." ( Emre Kongar, Atatürk ve Devrim Kuramları, S. 429 - 430 ) Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal: "... Türk Devrim Tarihi, dünyanın büyü devrimleri arasına geçmiştir. Orijinaldir. 20 nci yüzyılın en büyük hareketidir. Bu devrimden Atatürkçülük doktrini veya isterseniz şimdiki gibi söyleyelim. Atatürk ilkeleri çıkmıştır. Yani, ilkin ilkeler ortaya konmuş, sonra devrim yapılmış değildir. İlkin devrim yapılmış, ondan ilkeler çıkarılmıştır. Bu, Türk devriminin bir özelliğidir. Başka devrimlerde bunun tersini görürüz. İlkin ilkeler, sonra devrim. ( ... ) Atatürk ilkelerine batıda "Kemalizm" adı verilmektedir. Kemalizm terimi batı çıkışlı bir terimdir. Niye Kemalizm denmiştir? Bakmışlardır, sosyalizme benzemiyor, Faşizme benzemiyor. Hitlerizme benzemiyor. Demokrasi denilen ve çok eskiden beri gelen bir meslek - i siyasete de benzemiyor, buna ayrı bir isim vermek zorunluluğu duyulmuştur ve Kemalizm denilmiştir. " ( Enver Ziya Karal, Atatürk ve Devrim ( Konferanslar ve Makaleler ), TTK Basımevi, S. 148 ) Falih Rıfkı Atay: "... Atatürkçülük demek, akıl ve vicdan hürriyetleri yolu ile Türk Milleti'ni batı medeniyet toplumları arasına katmak demektir." ( F. Rıfkı Atay, Atatürkçülük Nedir? S.45 ) Prof. Dr. Hamza Eroğlu: "... Atatürkçülük ölmeyen bir hedef, yükselen bir şereftir." ( Hamza Eroğlu, Gerçek Yönüyle Atatürkçülük, S. 39 - 40, 212, 176 ) Hasan Âli Yücel: "... Kemalizm denilen doktrin, sıralanmış birtakım kuru, içi boş laflar değildir. Anayasanın benliğine girmiş bu prensiplerde Türk Milleti'nin hâli ve istikbali gizlidir." ( Yaşar Nabi, Atatürkçülük Nedir? S. 34 ) Hasan Pulur: "... Atatürk ve Atatürkçülük ışıl ışıldır, kapkara değil..." ( Hasan Pulur, Atatürk Yas Karası Değildir, Milliyet, 10.11.1975 ) Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu: "... Atatürk bizlere miras olarak bir de "Atatürkçülük İlkesi"ni bıraktı. Atatürkçülük, ülkemiz bakımından, kalıplaşmış ve donmuş reformlar toplamından ibaret olmayıp, "Çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne yükselmek", hiç değilse o düzeye ulaşmak ya da yakınlaşmak için her zaman canlı duran ve canlı kalacak olan bir devrimcilik ruhu, bir devrimcilik felsefesidir." ( Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Atatürk Sevgisi ve Atatürk Korkusu, Türk Dili, TDK Yayını, Sayı 254, Kasım 1972, S. 153 ) Prof. Dr. Hüseyin Naili Kubalı: "... Atatürk'ün düşünce sistemi bir doktrin değildir, bir ideoloji hiç değildir. ( ... ) Atatürk'ün düşünce sistemi ise açık ve kavrayıcı niteliği ile bir dünya görüşüdür." ( H. Nail Kubalı, 12 Eylül Atatürkçü Rönesansa Geçiş Dönemidir, Milliyet, 08.06.1981 ) Prof. Dr. İbrahim Karaca: "... Kemalizm, akılcı, deneyimci ve bilimci bir ideolojidir." ( İbrahim Karaca, Atayol Dergisi, Sayı 4. İzmir 1982, S. 4 ) İlhan Selçuk: "... Atatürkçülük demek, bilime inanmak demektir. Bilime inanmak, sosyal olaylarda da bilime inanmaktır. ( ... ) Ümmetçiliğe karşı milliyetçilik, şeriata karşı laiklik, uyduculuğa karşı istiklalcilik, padişahlığa karşı cumhuriyetçilik, imtiyazlı yönetime karşı halkçılık, tutuculuğa karşı devrimcilik, her şey köleliğe karşı hürriyetçilik, emperyalizme karşı antiemperyalizm, sömürüye karşı toplumculuk, bağımlaşmaya karşı bağımsızlık mesleğini benimsemek Atatürkçülüktür." ( İlhan Selçuk, Bir Anı'dan Bir Anıt'a, S. 51 ) İskender Özturanlı: "... Atatürkçülük demek özgürlükle otorite arasında bir uyum, bir armoni kurmak demektir." ( İskender Özturanlı, Acı Deneylerle, Cumhuriyet, 23.10.1980 ) Prof. Dr. İsmet Giritli: "... En kısa tanımı ile Atatürkçülük veya Kemalizm; modern Türk Devleti'nin kuruluşunda temel olan fikir ve ilkelerin bütünüdür. Kemalizm; gerçekçi, rasyonalist ( akılcı ) ve radikal bir sistemdir. ( ... ) Atatürk rejimine otoriter rejim denilebilirse de "keyfi ve diktatörlük rejimi olmuştur" denilemez." ( İsmet Giritli, Tek Birleştirici Akım; Kemalizm, Yeni İstanbul, 29.01.1969 ) Mehmet Deligönül: "... Atatürkçülük, dar sınırlar içinde dondurulmuş, katı, devinim yeteneğinden yoksun bir doktrin olarak düşünülemez. Geleceğe dönük, usun buyruğunda devingen, çağdaş gelişmelere açık bir dünya görüşü, bir yaşam dizgesidir. Özgürlüğün özdeşi olan bağımsızlıkla mayalanmıştır." ( Mehmet Deligönül, Atatürk Devrimler ve Ulusal Eğitim, Türk Dili, TDK Yayını, Sayı 353, Mayıs 1981, S. 733 ) Melih Cevdet Anday: "... Atatürk devrimi dediğimiz, iki bin beş yüz yıllık bir süre içinde oluşan batı uygarlığının Türk toplumuna mal edilmesi çabasıdır. Atatürkçüler ve Atatürkçü olmayanlar işte bu olay karşısındaki durumlarına göre tanımlanabilirler. ( Yaşar Nabi, Atatürkçülük Nedir?, S. 156 ) Prof. Dr. Muammer Aksoy: "... Atatürk'ün daha 1920'lerden beri amaç edindiği ve adım adım kurmaya ve gerçekleştirmeye çalıştığı rejim, bugünkü anlamda çağdaş bir demokratik toplumculuk, sosyal demokrasi, ya da bütün dünyanın kullandığı geniş anlamda ( Marksist olmayan ), ılımlı ve ulusal nitelikte demokratik bir sosyalizmdi. "Demokratik sol bir düzen" di." ( Muammer Aksoy, Sosyalist Enternasyonal ve CHP, S. 207 ) Prof. Dr. Mümtaz Soysal: "... Atatürk, "En hakiki mürşit, ilimdir" diyen adamdır. Kemalizmin özü de buna indirgenebilir: Olguları akılcı bir tutumla inceleyip öğrenmek ve bu öğrenişten olumlu sonuçlar çıkarmak. Bu yöntemde, bilim dışı unsurların, putların, totemlerin, velveleye ve yaygaraya boğulmuş sahtekârlıkların yeri yoktur." ( Mümtaz Soysal, Bez Resimler, Milliyet, 10.11.1979 ) Nadir Nadi: "... Atatürkçülük, medeniyetçiliğin, müspet bilimciliğin, şuurlu milliyetçiliğin ve ileri bireyciliğin ta kendisidir." ( Nadir Nadi, Atatürk İlkeleri Işığında Uyarılar, S. 156 ) Necati Zincirkıran: "Kemalizm: Bir diriliş hareketidir. Kısaca bu hareketi bir "ihtilal" olarak da tarif edebiliriz." ( Necati Zincirkıran, İzm'ler Nedir?, S. 78 ) Em. Org. Necdet Öztorun: "... Atatürkçülük Türk Milleti'nin istikbale gidiş hareketinde, ümitlerini besleyen, elle tutacağı eserleri ihtiva eden canlı bir cereyandır." ( Necdet Öztorun, Atatürkçülükte Devletin Dinamik İdeali, Atatürkçülük, Gnkur. basımevi, S. 368 ) Prof. Dr. Niyazi Berkes: "... Gerçek şudur ki Kemalizm bir ideoloji değil, tarihsel bir olay ve o olay hakkında bir görüştür. İki yüz yıldanberi başlayan modernleşme akımının doğru yolunu bulması ve ona yönelmesidir. ( ... ) Kemalizm devrimi, Mustafa Kemal'in arkasındaki bir avuç ilericilerle, gene bu savaş içinde bulunan muazzam bir gericiler kütlesi arasında didişile didişile santim santim koparılmış bir devrimdi." ( Niyazi Berkes, İkiyüz Yıldır Neden Bocalıyoruz?, S. 94, 84 - 85 ) Oktay Akbal: "... Atatürkçülük durmaksızın, Atatürk, Atatürk, demek değildir. Ben Atatürkçüyüm, diye söylevler çekmek de değildir. Herşeyi yerli yerine koymalı, gerçek anlamını vermeli... Ne demişti Atatürk "Beni sevmek benim yüzüme bakmak değildir" düşüncelerini uygulamak, benimsemek, bilim yolunda ilerlemek, uygarlığın gerektirdiği işleri başarmaktır Atatürkçülük." ( Oktay Akbal, Atatürk Bir Gün Gelecek, S. 81 ) Peyami Safa: "... Kemalizm iki büyük milli zaruretten doğdu: Biri Türk yurdunu ve Türk birliğini içeride bozgundan ve dışarıda salgından kurtaran millî savaş; öteki de bu yurdu ve bu birliği kurtardıktan sonra Türk toprağını ve kafasını betonla inşa. Burada bina ve kafa aynı istihaleyi ( başkalaşmayı ) geçiyor. Kemalizm ahşap binaların ve ahşap kafaların yıkılması ve betonlaşmasıdır." ( Atatürk Devri Fikir Hayatı, Kültür Bakanlığı Yayınları, S. 289 ) Recep Peker: "... Türk inkılâbı, yalnız siyasal veya ekonomik bir rejim değiştiren bir hareket değildir. O, ulusal, sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel yaşayışın bütün derinliklerinde aynı zamanda tesirler yapmış olan inkılâptır." ( Recep Peker, İnkılâp Dersleri, S. 19 ) Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak: "... Atatürk bir doktrin adamı değildir. Atatürkçülük doktriner bir tez de değildir. Atatürkçülük bir elektik sistemdir. Ekstermlerden kaçmaya uğraşan, sağ duyuyu bulmaya çalışan bir sistem olarak mütalaa edilmelidir. Atatürkçülük donmuş bir sistem de değildir."[ a ] "( ... ) Rahatlıkla söylenebilir ki, Kemalizm, bütün insanlık tarihinin en büyük atılımlarından birisidir. Bu hareket, kapitalizmin, liberalizmin, muhafazakârlığın ve sosyalizmlerin ötesinde bir girişimdir."[ b ] ( [ a ] Abdi İpekçi'nin Sadi Irmak ile Yaptığı Sohbet, Milliyet, 12.11.1973 / [ b ]Sadi Irmak, Atatürk Yılının Eşiğinde Türkiye Ne Yapıyor?, Milliyet, 18.036.1980 ) Sami Selçuk: "... Atatürkçülük, aklın ve bilimin yaşama uygulanmasıdır." ( Atatürk'e ve Atatürkçülük'e Yaklaşım, Cumhuriyet, 10.11. 1981 ) Prof. Dr. Suat Sinanoğlu: "... Atatürk öğretisinin genel niteliği insancı - akılcı bir düşüncenin ürünü olmasıdır. Öğretisinin temelinde yatan ilkelerin tek ve tükenmez kaynağı engin bir insan sevgisidir. Bu sevgi kendi milletinden hareketle bütün insanlığı kucaklamaya kadar varır. Davranışları, düşünceleri, kurduğu kurumlar, getirdiği düzen hep bu sevgiden esinlenir." ( Suat Sinanoğlu, Atatürk Öğretisi, VII. Türk Tarih Kongresi ( Ankara, 25 - 29.09.1970 ) 2. Cilt, Kongrede Sunulan Bildiriler, TTK Basımevi, S. 148 ) Prof. Dr. Suna Kili: "... Atatürk devrim modelinin, Atatürkçü ideolojinin en belirgin özelliği ulusal oluşu, toplumun tarihsel, ekinsel, toplumsal ve ekonomik koşullarına, yapısına göre oluşturulmuş bulunmasıdır. Marksist kalkınma modelinde de, Batı tipi gelişme yönteminden de yararlanıldığı doğrudur. Fakat bu model Batı'nın da, Sovyet Rusya örneğinin de kopyası değildir. Ülke ve toplum gerçeklerini dikkate alarak yararcı ( pragmatist ) bir yaklaşımla yeni yöntemler geliştirmiştir. Dogmacı değildir. ( ... ) Atatürkçü düşünce Batı'nın elkoyucu güçlerine karşı verilen Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı'ndan doğmuştur, ama amaçladığı toplum ve devlet yapısı Batı'nın us'a, olgul ( pozitif ) bilime dayalı çoğulcu, özgürlükçü demokrasi anlayışıdır. Bu, çağdaş uygarlık, çağdaş düşünce olarak tanımlanmıştır." ( Prof. Dr. Suna Kili, Atatürk Devrimi ( Bir Çağdaşlaşma Modeli ), S. 39 - 41, 112, 189, 190, 223, 247 ) Ord. Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu: "... Kemalizm deyimi ile de ifade olunan Atatürk ilkeleri ve devrimleri Türkiye ve dünya çapında bir fikir - kuvvetin, özgürlük fikir - kuvvetinin tezahürü, politik, sosyal, ekonomik, düşünsel sonuçlarıyla ulusal hayata ve tarihe mal oluşu, uygulanışıdır." Şevket Süreyya Aydemir: "... Atatürkçülük bir ilim ve heyecan sistemi olmaktan ziyade, bir ruh ve zihniyettir. Bu ruh ve zihniyetin yapısı ise, his ve heyecandan ziyade, çağın akışına dayanır. ( ... ) halk işlerinde, yaşayışta, üretimde, eğitimde, sanatta, fikirde ve duyguda, asrın medenî ve sosyal icaplarına yöneliş! Atatürkçülük budur..." ( Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam Mustafa Kemal, 3. Cilt, S. 535 - 537 ) Talat Halman. "... "Yeni" Cumhuriyetimizin kutsal görevi, gerçek bir demokraside eşitlik, adalet, hak ve hürriyet, refah ve umut sağlamaktır. Atatürkçülük budur." ( Talat Halman, "Yeni" Cumhuriyet, Milliyet, 24.10.1983 ) Talip Apaydın. "... Gerçek Atatürkçülük Türk yurduna, Türk Ulusu'na Atatürk gibi bakmaktır. Tüm ulusu Atatürk gibi sevmektir." Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya: "... Atatürkçülük tarihsel bir oluşun, Türk Milleti'nin için için başlayan gelişmesi boyunca, ideolojik ihtilâller çağında, varmış olduğu bir aşamanın fikir ve eylem programıdır, kısaca ideolojisidir. Bir sentezidir." ( Tarık Zafer Tunaya, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük, S. 6, 99 ) Prof. Dr. Toktamış Ateş: "... "Kemalizm" adını Türkiye Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın Başkumandanı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu Mustafa Kemal'den alan bir ideoloji ve doktrindir. ( ... ) Kemalizm özde "halka rağmen halkçı; yarı totaliter" bir rejim ortaya çıkartır. Daha sonraları Orta Doğu ve Afrika'da kimi zaman "Nasırizm" adıyla ortaya çıkan "ilerici askeri yönetimler" aslında Kemalizmin derin izlerini taşırlar. ( ... ) Kemalizm her şeyden önce Tanrısal kökenli "monarşik iktidara" karşı, halk egemenliği kökenine dayanan ya da en azından bunu savunan "temsili" bir iktidardır. ( Toktamış Ateş, Kemalizmin Özü, S. 7 ) Em. Gen. Turhan Olcaytu: "... Atatürk bir sentez adamıdır. Yaptığı devrimin tümünde eskiyi ve eski görüşü "Tez" ve yeni düşünceleri ve uygulamaları da "Antitez" olarak kabul etmiştir. Tez ile antitezi karşılaştırıp kendi deha süzgecinden geçirerek neticede "Sentez"e ulaşmıştır. Atatürk'ün, devrimlerinin her birisi için uyguladığı bu sistem ( Tez x Antitez = Sentez )dir. Daima daha güzele daha iyiye ve ulusal gerçeklere en uygun olanına ulaşma adımlarını bu sentezler teşkil etmiştir. Bu metodla Atatürk kendi ilkelerini milletine kabul ettirerek yükselmeyi sağlamıştır. İşte "Kemalizm" dediğimiz prensipler, bu "Sentezler" âbidesidir." ( Turhan Olcaytu, Dinimiz Neyi Emrediyor, Atatürk Ne Yaptı, S. 16, 175, 200 ) Uğur Mumcu: "... Atatürkçülük ne demektir? Atatürkçülük, kısaca ulusal bağımsızlık ve ulusal onur demektir. Atatürkçülük, özetle antiemperyalist bir Kurtuluş Savaşını başlatan ve sürdüren bir eylem ve öğretidir." ( Uğur Mumcu, Unutturulan Atatürk, Cumhuriyet, 06.01.1981 ) Prof. Dr. Utkan Kocatürk: "... Atatürkçü görüşte, Atatürk ilkeleri, Atatürk inkılâplarına temel teşkil eden, onlara ruh veren fikir ve düşüncelerdir. Zira Atatürk inkılâparı, Atatürk ilkelerinin eser haline dönüşmüş şekilleridir." ( Utkan Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, S. XIII - XIV ) Vedat Nedim Tör: "... Kemalizm, azgelişmiş bir memleketin, en kısa zamanda, hiç vakit, enerji, sermaye kaybetmeden kalkınması için milletçe el, iş ve gönül birliği yaparak plânlı ve sistemli bir savaş idealizmidir." ( V. Nedim Tör, Kemalizmin Dramı, S. 14 - 18 ) Yaşar Nabi: "... Atatürkçülük nedir? Kısaca, Atatürk'ün sözleri ve devrimleriyle getirdiği yeni düşünce sistemi ve önümüzde açtığı yeni yoldur." ( Yaşar Nabi, Tek Yol Atatürk Yolu, S. 14 )
  19. GENÇLİK "Türk milleti dindar olmalıdır yani, bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum... Din şuura muhalif, ilerlemeye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor." "Bizim dinimiz en tabi ve makul dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dine tabii olmasi için akla, fenne, ilme ve mantığa uygun olması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur." "Ey Arkadaslar! Tanrı birdir, büyüktür- Adalet-i ilahiye, O’nun tecellilerine bakarak diyebiliriz ki, insanlar iki sınıfta, iki devrede mütalaa olunabilir, ilk devir insanlığın çocukluk ve gençlik devridir. Ikinci devir, insanligin kemal (olgunluk ) devridir." "Ey millet! Allah birdir, sani, büyüktür. Allah’iın selameti, atifeti ve hayrı üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dini hakikatleri tebliğe memur ve resul olmuştur. Koyduğu esas kanunlar cümlemizce malumdur ki Kur’ani azimüssandaki husustur. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir, temel dindir. Çünkü dinimiz akla mantığa hakikate tamamen uyuyor. Eğer akli mantığa, hakikate uymamış olsaydı bununla diğer ilahi ve tabi kanunlar arasında aykırılıklar olmalı gerekirdi. Çünkü bütün kanunları yapan Cenab-ı Haktır." "Din vardır ve lazımdır. Temeli çok sağlam bir dinimiz var malzemesi iyi. Fakat bina uzun asırlardır ihmale uğramış. Harçlar döküldükçe yeni harç yapıp binayi takviye etmek lüzumu hissedilmemiş. Aksine olarak birçok yabancı unsur (tefsirler, hurafeler gibi) binayı fazla hırpalamış. Bugün bu binaya dokunulamaz, tamir de edilemez. Ancak zamanla çatlaklar derinleşerek ve sağlam temeller üzerinde yeni bir bina kurmak lüzumu hasıl olacaktır." "Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanın emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünce ve tefekküre karşı degiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyoruz, kasde ve fiile dayanan bağnaz hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere fırsat vermiyecegiz." "Efendiler.... Camiler itaat ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak lazım geldiğini düşünmek danışmak için yapılmıştır. Millet işlerinde her kişinin zihninin başlı başına çalışması lazımdır. İşte biz de burada din ve dünya için gelecegimiz ve istiklalimiz için ve en çok milli egemenliğimiz için neler düşündüğümüzü meydana koyalım. Ben yalnız kendi düşüncelerimi söylemek istemiyorum. Hepinizin düşündüklerini anlatmak istiyorum. Milli ülküler milli irade yalnız şahsın düşmesinden değil tüm millet fertlerinin ülkülerinin toplamıyla yaratılır..." "Milletimiz dil ve din gibi kuvvetli iki hazineye sahiptir. Bu faziletleri hiç bir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamıyacaktır ve alamaz." "Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şeyi, kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleridir. Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ve nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olma zorundadır. İslam ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki bugün kendimizi bir türlü kayıtları bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar ilim, kültür ve diğer hususlarda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileriye gitmişlerdir. "Minberlerin halkın anlıyacağı bir dille ruh ve dimağa hitab olunmakla İslam ehlinin vücudu canlanır, iman kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. Fakat buna nazaran hatiplerin haiz olmaları lazım gelen özellik yetenek ve dünyanın gidişini bilmeleri çok önemlidir." "Bu başarının, kutsal topraklarımızı düşman istilasından büsbütün kurtaracak olan kesin zaferin hayırlı bir başlangıcı olmasını Tanrının lütfundan dilerim." "Biz ne Bolşevikiz, ne de Komünist: Ne biri, ne diğeri olamayız. Türkler milliyetperver ve dinlerine hürmetkar bir millettir. Bizim hükümet şeklimiz tam bir Demokrat Hükümetidir." "Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, her şeyden evvel Türkiye'nin istiklaline, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir." "Sizler, yani yeni nesil Türkiye'nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni takip edecekseniz. Dinlenmemek üzere yürümeye karar verenler, asla ve asla yorulmazlar. Türk gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir." "Gençler, siz almakta oldugunuz terbiye ve irfan ile, insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli sembolü olacaksınız." "Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun ilk önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gerektiği ögretilmelidir." "Ey yüksek yeni nesil! İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz tesis ettik, onu ila ve idame edecek sizsiniz." "Herşeye rağmen muhakkak bir nura dogru yürümekteyiz. Bende bu imanı yaşatan kuvvet, yalnız aziz memleket ve milletim hakkındaki payansız muhabbetim değil; bugünün karanlıkları, ahlaksızlıkları, şarlatanlıkları içinde sırf vatan ve hakikat aşkıyla ziya serpmeğe ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir."
  20. EY BÜYÜK ATA! Varlığımızın en mukaddes temeli olan,Türk istiklalinin ve Türk Cumhuriyetinin ebedi bekçileriyiz. Bu karar,sarsılmaz irademizin değişmez ifadesidir. İstikbalde, hiçbir kuvvet yolumuzdan döndüremeyecektir. Bizler, bütün hızımızı senden, milli tarihimizden ve ruhumuzdaki sönmez insan ateşinden alıyoruz.Senin kurduğun temeller üzerinde attığımız her adım sağlam, yaptığımız her hamle şuurludur. En kıymetli emanetin olan Türk istiklal ve Cumhuriyeti,mevcudiyetimizin esası olarak,eğilmez başların,bükülmez kolların,yenilmez Türk evlatlarının elinde ilelebet yaşayacak ve nesilden nesile devredilecek. Bu mukaddes emanete yönelen dahili ve harici bütün tecavüzler,iman dolu göğsümüze çarparak parcalanacaktır. İstiklal ve Cumhuriyetimize kastedecek düşmanlar en modern silahlarla mücehhez olarak,en kuvvetli ordularla üzerimize saldırsalar dahi,milli şuurumuzu ve yenilmez Türk gücünün zerresini bile sarsamayacaklardır. Çünkü; İstiklal ve Cumhuriyetimize kastedenler,karşılarında beş bin yıllık şerefli Türk tarihinin yılmaz evlatlarını,cumhuriyeti ve inkılaplarının feyizli ve imanlı gençlerini bulacaklardır. EY TÜRK'ÜN BÜYÜK ATASI ! İstikbal ve Cumhuriyeti korumak mecburiyeti hasıl olursa içinde bulunacağımız ahval ve şerait ne olursa olsun,kudret ve cesaretimizi damarlarımızdaki asil kandan alarak, bütün engelleri aşıp,her güçlüğü yenmek azmindeyiz.
  21. Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Mustafa Kemal Atatürk´ün olağanüstü yaşamı boyunca başından son derece ilginç ve gizemli olayların geçtiği biliniyor. Bu sayfamızda da bunların bir kısmına yer vermeye çalışacağız. Zaman içinde bunlara bulduğumuz yenileri de ilave olacak. Hepsini yanyana getirdiğimizde Atatürk´ün üstün şahsiyetinin yanısıra birde olağanüstü ve bilinmeyen bir yanının da olduğu gözler önüne serilmiş olacak. İLK BAŞ KALDIRIŞI : Atatürk, oldu olası Arapça derslerinden, yere bağdaş kurarak oturmaktan ve dizleri üstünde durarak yazı yazmaktan hiç memnun değildi.Yine dizlerinin üstünde durmaktan dizlerinin ağrıdığı bir gün ayağa kalkarak dersi ayakta dinlemeye başladı.Fakat bu seferde hocası bundan memnun olmamıştı ve Atatürk´e yerine oturmasını söyledi.Atatürk ise dizlerinin ağrıdığını ve oturamayacağını söyledi. Bunun üzerine hocası sinirlenip, deliler gibi haykırarak ; "Neee bana karşımı geliyorsun " dedi. Atatürk bunun üzerine ; "Evet karşı geliyorum" dedi. Tam bu anda diğer bütün çocuklarda ayağa kalkıp ; "Evet karşı geliyoruz" diyerek aynı sözleri tekrarlayınca,hoca ne yapacağını şaşırarak onlarla uzlaşmak zorunda kalmıştı. Bu onun ilk baş kaldırışıydı. Liderlik vasfının ve kitleleri peşinden sürükleyen karizmasının ilk ortaya çıkışıydı. 15 YIL HÜKÜM SÜRECEKSıN... Atatürk hakkında yapılmış birçok kehanet vardır.Bunların en ilginci onun el falına bakan bedevinin söyledikleridir. Mustafa Kemal arkadaşları ile Bingazi´ye, Trablusgarp savaşına katılmaya gidiyordu.Yolda bie bedevi´ye rastladılar.Bedevi el falına çok iyi baktığını ve genç subaylara da isterlerse bakabileceğini söyledi.Hepsi ellerini açarak bedevinin söylediklerini dinlemeye başladı.Sıra Mustafa Kemal´e gelince, o önce baktırmak istemedi ama arkadaşlarının ısrarı karşısında, sonunda o da elini bedevi´ye açtı.Bedevi ele bakar bakmaz yerinden sıçradı ve heyecan içinde ; "Sen padişah olacaksın" dedi ve ilave etti "15 yıl hüküm süreceksin." Genç subaylar gülüştüler ve yollarına devam ettiler. Aradan yıllar geçti, Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti´nin Cumhurbaşkanı oldu.Cumhuriyetin 14.yılında hastalandı.Karaciğeri kötüye gittiğinde çevresindekiler ona "Artık içme Paşam" dediler. Atatürk onlara birzamanlar yolda rastladıkları falcı bedevi´yi hatırlattı ve gülerek ; "Arap vaktiyle söylemişti, Bizim padişahlık nasıl olsa 15 yıl sürecek...Hesapça bu son senemizdir..." Yıl 1938 ´di... SECCADE ÜZERıNDEKı KEHANET Bilindiği gibi Hint halkı Atatürk´ü ve Türk halkını yanlız bırakmamıştı.Kurtuluş savaşından yıllar sonra ,1929 yılında Bir hintli Mihrace Atatürk´ü Pera Palas´taki 101 No´lu odasında ziyarete gelmişti.Mihrace´nin Atatürk´ü hangi nedenle ziyaret ettiği ve adı ve ziyaret sebebi hala bilinmiyor.Mihrace´nin ziyaretindeki bir sır da getirdiği hediyede yatmaktadır.Bu hediye altın sırmalı, hint işi ipek bir seccadedir. Seccadenin üzerinde bir şamdanın asılı olduğu düz bir kemeri,her iki yanında birer güvercin bulunan beş kubbeli bir diğer kemerin çevrelediği görülmektedir.Bordür de fillerden oluşmaktadır. En ilginç yer ise her iki kemerin arasında orta kısımda dal kıvrımları ve güllerin çevrimi ile oluşan boşlukta romen rakkamlı bir saatin bulunmasıdır ve saat ; 09.08´ i göstermektedir. Atatürk Mihracenin ziyaretinden 9 sene sonra saat 09.05 ´te vefat etmişti. Seccade halen Pera Palas´ ta bulunmaktadır. ATATÜRK´ÜN GELECEĞı GÖRDÜĞÜ OLAYLAR : Atatürk 1931 yılında,2.Dünya savaşı´nın patlamasının yakın olduğunu söylemiş ve bu konudaki düşüncelerini General McArthur´a şöyle anlatmıştı. "Versay antlaşması,1.dünya savaşı´na yol açan nedenlerden hiçbirini ortadan kaldırmadı.Tersine rakipler arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirdi.Şimdi içinde yaşadığımız barış dönemi,sadece bir ateşkesten ibarettir.Avrupa´nın geleceği Almanya´nın alacağı tavra bağlıdır." General McArthur´a göre,savaşın 1940-1945 yılları arasında çıkacağını söyleyen Atatürk,Almanya´nın ancak Amerika´nın savaşa katılması ile yenileceğini ifade etmiştir. Atatürk hayatının sonlarına doğruda şöyle diyordu ; "Bir dünya savaşı yakındır.Bu savaş sonucunda, dünyanın durumu ve dengesi baştanbaşa değişecektir." ATATÜRK, Mussolini hakkında da şu görüşlerini açıklamıştı ; Mussolini bir maceraperesttir.Milletini bir uçuruma sürüklemektedir.Her tarafa saldırıyor.Bu adam yüzünden,çok şımarmış olan bu millete dersini vermeyi çok isterdim.,lakin yakında bir küçük millet onlara layık olduğu dersi verecektir.Ve şunuda hatırlatırım ki,bir gün gelecek,Mussolini´yi kendi milleti linç edecektir." Bu görüşleri aynen gerçekleşmiştir. ATATÜRK´ÜN RÜYASI : Atatürk´ün bir rüyasını da Dr.Reşit Galip Bey´den öğrenmekteyiz, "Mustafa Kemal ,Ankara´ya geldikten bir süre sonra ilginç bir rüya görmüştü.Ertesi gün bana şöyle anlattı. ; "Reşit Bey,rüyamda bana ´Paşam ,ınönü´den ne haber?´diye sordunuz.Bende ´vaziyet kritiktir´ cevabı verdim.´Kritik nedir? Anlamadım ki!´dediniz.Bende ´Bunun cevabını 15 dakikaya kadar veririm´ diyerek odama çekildim." Mustafa Kemal bana bu rüyasını anlattığında düşman henüz ızmir´e çıkmamıştı,ınönü mevkii de henüz bir önem taşımıyordu.Aradan yıllar geçti 2.ınönü savaşı´nın kritik günlerinden biriydi.Mustafa Kemal´in arabası Millet Meclisinin önünde durdu.Hemen yanına koşarak,telaş ve endişe içinde, "Paşam ,ınönü´den ne haber?" diye sordum. Aynen şu cevabı verdi ; "vaziyet kritiktir" O zaman ben ; "Kritik nedir? Anlamadım ki!" dedim. O da ; "Sana bunun cevabını 15 dakikaya kadar veririm" dedikten sonra gülümsedi ve ; "Hani Ankara´ya geldikten sonra bir rüya görmüşdüm,hatırladın mı?" Hafızamı yoklayarak, rüyasını anlattım.Gülerek ; "işte, rüya ayniyle vakidir.Ben ısmet´i tanırım,göreceksin 15 dakikaya kadar kendisinden muzafferiyet haberi alacağız." Gerçekten de 5 dakika geçmeden bir telgraf gelmiş ve 2.ınönü savaşı´nın da zaferle sonuçlandığını öğrenmişlerdi... ATATÜRK´ÜN 1907´DE ÇıZDıĞı T.C. HARıTASI : Atatürk, Kurtuluş savaşından çok önce, ittihatçıların Trakya´da 1907´de yaptıkları bir toplantı sırasında, bir Türkiye haritası çizmişti.Orada bulunanların anlattıklarına göre,o günkü Osmanlı devleti sınırlarıyla hiçbir ilgisi olmayan ve o zaman hiçbir anlam veremedikleri bu harita, gelecekte, yine Atatürk´ün kuracağı Türkiye Cumhuriyeti´nin haritası olacaktı.Haritada bugünkü sınırlarımıza uymayan tek bir fark vardı ;Atatürk, bizden ayrılmasına gönlünün bir türlü razı olmadığı Kerkük´ü de Türkiye topraklarına katmıştı. DENEME UÇUŞU : Uçakların ilk deneme ve gelişme dönemleriydi.Fransa´da yapılan bir uçak gösterisine katılan, birçok ulusun temsilcileri arasında, Osmanlı ateşesi olarak Mustafa Kemal´de katılmıştı.Gösteriyi izleyenler, sırasıyla uçağa bindirilerek gezdiriliyorlardı.Sıra Mustafa Kemal´e geldiğinde, gösteride bulunan ve genç ateşenin komutanı olan şahıs,birden bir rahatsızlık duyarak Mustafa Kemal´in uçağa binmesine engel oldu.Öteki temsilcilerle havalanan uçak kısa bir süre sonra düştü ve içindekilerden sağ kurtulan olmadı. ATATÜRK VE "9" VE "19" Rakkamları : Atatürk´ün hayatında "9" rakkamının kendine özgü önemli bir yeri olmuştur.Örneğin Atatürk´ün doğum yılı olan 1881 rakkamı, "9" rakkamı ile birçok ilşkiler göstermektedir. 1+8=9 8+1=9 18=2x9 81=9x9 18+81=99 19x99=1881 Atatürk´ün harb okuluna girdiği tarih : 1899 Vatanı kurtarmak için Samsun´a ayak bastı : 19/05/1919 Bandırma vapurunda yolcu sayısı 19 ´dur. ıttihat ve Terakki´nin yıllık toplantısına Trablusgarp delegesi olarak katıldı : 22/09/1909 Sivas kongresinde Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesini kurdu : 04/09/1919 Erzurum Mebus adaylığını kabul etti : 19/10/1919 TBMM tarafından kendisine gazi ünvanı verildi ve Mareşalliğe terfi ettirildi : 19/09/1921 Atatürk 19.yüzyılda 19 yıl yaşamıştır. Atatürk 19.yüzyılın bitmesine 19 yıl kala doğmuştur. Atatürk´ün ilk askeri görevi, 19.Kolordu Komutanlığıdır. Mustafa Kemal Atatürk : 19 harften oluşmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk´ün nüfus cüzdanının numarası da 993814-B idi. Bu sayı dizisindeki 938 rakkamı öldüğü yılı hatırlatmakta geriye kalan 9 ve 14 rakkamı da ölüm saatinin yakın bir benzeridir. "Ne mutlu Türküm diyene" =19 "ıstikbal göklerdedir" =19 ATATÜRK´ÜN ÖNSEZıLERı : "Bunlar bir gün olacaktır...Görürsünüz,işitisiniz..." Prof.Dr.Afet ınan "Atatürk hakkında hatıra ve belgeler" adlı kitabında ilginç bir hatırasını naklediyor. Atatürk 09 ocak 1936 Perşembe günü, dil ve tarih coğrafya fakültesi´nin açılış dersinde okuması için afet ınan´a : "tarih belgelerinin ilerideki keşifleri buna dayanacaktır.Her tarihi kişinin söylediği sözler toplanabilecek ve böylece biz onları kendi seslerinden ve sözlerinden dinleyebileceğiz." diyerek yazıyı verir. Buna karşılık Afet ınan : "Bu çok uzak bir gelecekte belki olabilecek keşfin benim ifadem olarak verilmesine cesaret edemiyeceğimi" kendisine söylediğim zaman canı sıkıldı ve şöyle dedi : "Bunlar bir gün olacaktır...Görürsünüz,işitirsiniz..." 30 yıl sonra : Atatürk tarafından bu yazının verilmesinden 30 yıl sonra yine aynı ay ve günlere tesadüf eden,01 ocak 1966´ da şöyle bir haber yayımlandı : "Venedik´in Saint Georges Adası´ndaki Benedictis Manastırı Labratuvarları´nda, manastır rahiplerinden Pellegrio´ nun yönetiminde,seslerin ayırımı esasına dayanan çok dikkate değer araştırmalar yapılmaktadır.ıtalya ıçişleri Bakanlığı,1962 ´de başlayan bu çalışmaları kontrol etmektedir.Fakat elde edilen sonuçlar halen açıklanmamıştır.Saint Georges Adası´ndaki bilim kurulunun geçmişe ait sesleri toplayacak,elektronik araçlar üretmeye çalışmakjtadırlar.Bilim adamları özellikle Demosten,Pitagor ve Jul Sezar´ın söylevlerinden kendi sesleri ile parçalar elde etmeye uğraşmaktadırlar." Haberin sonunda ise daha açıklayıcı bilgilerin şu anda verilemeyeceğinden bahsediliyordu. ATATÜRK´ÜN GÖRDÜĞÜ SON RÜYA : 26 Eylül 1938 tarihinde Atatürk, rahatsızlığı ile ilgili olarak ilk defa hafif bir koma atlatmıştı.Prof.Dr.Afet ınan,olayı şöyle anlatıyor : "O geceyi rahatsız geçirdi,ilk hafif komayı o zaman atlatmıştı.Ertesi sabahki açıklamasında" : "Demek ölüm böyle olacak" diyerek "uzun bir rüya gördüğünü" söyledi ve "Salih´e söyle ,ikimizde bir kuyuya düştük,fakat o kurtuldu" dedi. Atatürk´ün,burada "kuyuya düşme" sembolü ile gördüğü rüya vizyonu,kendisininde söylediği gibi ölümün habercisiydi. Salih Bozol´un kuyudan kurtulması ise bilindiği gibi,Atatürk´ün vefat ettiği gün ,buna çok üzülen Salih Bozok´un da intihar etmesi ve sonunda onun kurtarılmasını simgeliyordu. ışte bu ATATÜRK´ün son rüyası idi...
  22. Felsefe, koşulsuz sorgulamadır. Felsefe, düşüncenin mikroskopudur. Felsefe, bildiklerimizi sıfırlayabilme(nötralize edebilme) çabasıdır. Felsefe, yöntem arayışlarıdır. Felsefe, yöntem üzerine yöntem aramaktır. Felsefe, bütünü görme çabasıdır. Felsefe, sürekli soru sormayı gerektirir. Felsefe, soru sorma(/sorgulama) ve sorun oluşturabilme sanatıdır. Felsefe, alternatifli düşünm(/c)e sanatıdır. Felsefe, alternatifli düşünm(/c)e sürecidir. Felsefe, sürekli yolda olmayı gerektirir. Felsefe, yanıt değil, soru alanıdır. Felsefe, son derece teknik bir disiplindir. Felsefe, edebiyat biçiminde olmamalıdır. Felsefe, resmi olmalıdır. Felsefe, yanıtların öğrenilmesi ile değil, soruların sorulması ile sağlanır. Felsefe, kavram matematiğidir. Felsefe, sohbet değildir. Felsefe, anlam verme işi, ideoloji yaptırım işidir. Felsefe, varlıkbilim ve bilgi bilim ile başlayıp, etik ve politik ile devam ettirilir. Felsefe, asgari °°°°fizik talep eder. Felsefenin felsefeleşmiş hali °°°°fiziktir. Felsefe, komuta durumundadır. Felsefe, varolan esasından hareket etmektedir. Felsefe sağaltıcıdır. Felsefe, düşünceleri kağıda döküp, düşünülenlerin/düşündüklerinin(/o yazılanların/yazdıklarının) üzerine düşünmektir. Felsefe, kanaatlerimi sarsmaya da yönelik olmalıdır. Felsefe, düşünülmüş olanı düşünmektir. Felsefe, en basit(yalın), en göz önünde olanı düşünmektir. Felsefe, herkesin bildiğini zannettiği şeye dair soru sormaktır. Felsefe, kızım sana söylüyorum, gelinim sen anladır. Felsefe, hiçbir etkinliğin kendine özel alanıyla uğraşmaz. Felsefe, bilginin bilgisiyle uğraşır. Felsefe, katlanmalı bir uğraştır. Felsefe, bütünlüklü soyutlamaya gider. Felsefe, görelilikleri aşıp ortak noktaları bulma çabasıdır. Varlık''ın ne olduğunu bilmek bilimdir. Varlık''ın ne olduğunu anlamak felsefedir. Varlık ile Varolan'a ilişkin her tutum(bilmek) ve davranış(eylemek) felsefe'dir. Felsefede çok yavaş gidilmelidir. Felsefede referanslar çok açık olmalıdır. Felsefenin kaynağı düşüncedir/kavramdır. Felsefenin felsefeleşmiş hali °°°°fiziktir. Felsefe çalışanlar, fen bilimi çalışmalıdır. İnsan hangi konuda eğilim gösterirse felsefeye girmiş olur. Tarih okumak insanları bilge, şiir esprili, matematik zeki, felsefe derin düşünceli, ahlâk ciddi yapar. Mantık ve belagat(dil uzluğu) da tartışma niteliği sağlar.
  23. Aslında çoğu kişi kelimelerin kökeni ve sözlükteki anlamları üzerinde fazla durmadan felsefenin genel bir tanımını yapmaya çalışır.Örneğin konuya başlarken şöyle bir açıklama yapabiliriz:Felsefe,insan düşünce ve bilgisinin incelenmesidir.Felsefeyi konu edinen kişiye filozof denir. * İnsanlar felsefe ile uğraşmaya başlamalarından itibaren bilgiyi sadece teknik yönü ile ele almadılar.Akıllıca hareket etmeye,davranışlarında aşırılığa kaçmamaya ve kendilerini kontrol etmeye önem verdiler.Filozoflar bir taraftan yaşamın anlamını arıyorlar bir taraftan da çabalarına uygun şekilde davranmaya çalışıyorlardı.Daha doğrusu bir filozofun böyle olması gerektiği kabul ediliyordu.Böylece felsefenin amacı da sadece bilgi ile sınırlı kalmadı.Doğru davranışta bulunmanın ve ahlaklı yaşamanın yollarını öğrenmek te felsefe konuları arasına girdi. Felsefenin en önemli özelliği,uğraştığı konuların mutlak olarak bir sonuca ulaşmamasıdır.Böyle olan konular zaten felsefenin değil,bilimlerin konusudur.Bu nedenle filozoflar kesin bilgiler veya mutlak gerçeklere ulaştıklarını iddia etmezler.Aslında iddia etmeleri mümkün değildir.Zira inceledikleri konular bilimin sonuçlandırmadığı bölümleri kapsamaktadır. * Filozoflar kesin bilgiler veya mutlak gerçeklere ulaşma çabasında olan,ama onları kesinlikle bulduğunu ileri sürmeyen kişiler oldukları halde hiçbir şeyin bilinemeyeceğini düşünen kişiler de değillerdir.Bir filozof sahip olduğu bilgileri yetersiz bulur,eleştiriler yapar ve araştırmalarına hiç ara vermez.Felsefi düşünce sürekli sorgulayıcı olduğu için peşin hükümlere yer yoktur.Filozof,çevresindeki kişilerin sabit fikirlerinden,tutkulardan,duygusallıktan ve belirli alışkanlıklardan uzak durur. Bununla beraber geçmiş dönemlerde kurulan farklı felsefe sistemlerinden bazısı mutlak gerçek olarak kabul edilmiştir.Ama hiçbiri sürekliliğini koruyamamıştır.Felsefe gene asıl amacını sürdürmeye devam etmiştir
  24. Yayamaz Kayımca şurada bir başlık gönderdi: Felsefe
    Yunanca seviyorum, peşinden koşuyorum, arıyorum’ anlamına gelen phileo ve ‘bilgi, bilgelik’ anlamına gelen sophia sözcüklerinden türeyen terimin işaret ettiği entelektüel faaliyet ve disiplin. Buna göre, felsefe Yunanlılar için, ‘bilgelik sevgisi’ ya da ‘hikmet arayışı’ anlamına gelmiştir. Başlangıçtaki bu özgün anlama göre, her türden bilimsel araştırmacıya filozof adı verilmiştir. Başlangıçtaki söz konusu anlamına rağmen, felsefenin bir tanımını vermek oldukça zordur. Bunun en önemli nedeni, hemen bütün felsefe tanımlarının tartışmalı olmasıdır. Bu ise büyük ölçüde felsefe denen faaliyet ya da disiplini anlamının, veya felsefe anlayışlarının tarihin akışı içinde çağdan çağa, hatta filozoftan filozofa kökten bir biçimde değişmesidir. Örneğin, Platon ve Platoncular için felsefe, empirik gerçekliği değil de, idealar alemini, soyut kendilikler dünyasını betimleyen ve bütün doğruları nihai ilkelerden çıkarsamak suretiyle temellendiren a priori bir disiplindir. Oysa Aristoteles’te felsefe, gerçekliğin daha genel yönlerini betimlediği için, bilimlerin bir devamı olmak durumundadır. Felsefe bilimlerin ya kraliçesi, ya da onların önündeki engelleri ortadan kaldırdığı için, ağır işçisidir. Ortaçağda dini inançları temellendirmek için, teolojinin hizmetkarı olma görevini üstlenen, başta ilahi gerçeklik ve onun dünya ile olan ilişkisi olmak üzere, yine gerçekliği betimleyen felsefe, empiristlerin, ama özellikle de J. S. Mill ve W. O. Quine gibi radikal empiristlerin gözünde de, diğer bütün disiplinler gibi, gerçekliği betimleyen bir etkinlik olmak durumundadır. Felsefenin anlamı ve göreviyle ilgili bu mutabakatı bozan filozof, ünlü Kopernik devrimiyle Kant olmuştur. Zira ona göre, felsefenin nesnelerden ziyade, nesneleri bilme tarzımızla meşgul olması gerekir. Başka bir deyişle, Kant, bilimin gerçekliği betimlediği yerde, felsefenin şu ya da bu türden nesnelerle, Platon ‘un varoluşunu öne sürdüğü cinsten kendiliklerle uğraşmadığını savunmuştur. Felsefe, bunun yerine dış dünyadaki nesneleri deneyimleyebilmemizin veya bilebilmemizin zorunlu önkoşullarını araştırır.Bir de bunları bir şekilde tamamlayan, bilimin kendine özgü bir teknolojik, kültürel mana kazandığı 19. yüzyılın felsefe konsepsiyonlarından, bilime, bilimlere dayanan bilimsel felsefeyle dünyayı ve insanın dünyadaki yerine ilişkin genel bir görüş, bir dünya görüşü olarak felsefe anlayışından söz edildiğinde, herhalde felsefenin özü itibariyle rasyonel bir eleştirel düşünce, dünyanın genel doğasıyla (°°°°fizik ya da varlık teorisi), dünya ile ilgili inançların mahiyeti ve haklılandırılması (epistemoloji) ve dünyamızdaki eylem tarzımız üzerine sorgulayıcı ve de refleksif bir düşünce etkinliği olduğu söylenebilir. Buna göre, felsefenin konusu ‘nihai ve en yüksek şeyler’, genel olarak varlık, bir bütün olarak evrenin kendisini ya da insanın eylemlerini, yaşamını ve yazgısını en temelli bir biçimde etkileyen şeylerdir. Varlığı bir yönüyle ya da belli bir bakımdan ele alan bilimlerden farklı olarak, felsefe, varlığı bir bütün olarak ele aldığı, varlığı varlık olmak bakımından incelediği, olanı betimleyen bilimlerden farklı olarak olması gerekene yöneldiği için, konularına uygun düşen yöntem ya da yöntemleri kullanır. Buna göre, felsefenin konuları arasında yer alan şeyler, duyuların ya da duyusal kavrayışın çok ötesinde kaldığı için, felsefe du*yuları kullanmaktan özenle kaçınır. Felsefe saf düşünceye, refleksiyona dayanır ve a priori bir araştırmadır. Buna göre, felsefe bir kavram analizinden oluşur ya da kavramsal analiz temeli üzerinde yükselir. Öte yandan, felsefe ulaştığı sonuçları kanıtlamak için, belirli ve kesin birtakım işlem ya da yöntemler kullanmaz. Felsefe bilimle kıyaslandığında, bilimin dünyada yer alan şeyleri betimlerken, felsefenin onları sınıfladığını söylemek gerekir. Bilim bilgi verirken, felsefe bilginin ne olduğunu, neyi ve nasıl bilebileceğimizi araştırır. Öyleyse, felsefe varolan şeylerle ilgili olarak akla dayalı bir açıklama sağlar; bilimlerin ayrı ayrı ele aldığı olgu sınıflarının tümünü birden açıklayacak en genel ilkelere ulaşmaya çalışır. Bu anlamda felsefe, varlığın ilk ilkelerinin bilimidir. Özel bilimlerden kazanılan tüm bilgilerin eleştirisini ve sistematizasyonunu gerçekleştiren en genel bilim, bilimlerin bilimidir. Ve nihayet, felsefe insanın yaşamını, değerlerini ve amaçlarını sorgulayan, bu alanda insan yaşamının ve eylemlerinin kendilerine dayanacağı genel ilkelerin bilgisidir. Felsefe bir faaliyet, bir düşünce faaliyetidir. İnsanın soru sorabilme yeteneğine dayanır ve bu bağlamda, o belirli türden sorular hakkında belirli bir türden düşünme faaliyetidir. Felsefeyi tüm diğer disiplinlerden ayıran en önemli özelliği, felsefenin bu türden sorular üzerinde düşünürken, mantıksal argüman ya da akıl yürütmeye dayanmasıdır. Buna göre, filozoflar, bu mantıksal akıl yürütmeleri ya kendileri yaratırlar ya da başkalarının akıl yürütmelerini eleştirirler. Filozoflar, aynı zamanda bu akıl yürütmelerin temelinde bulunan kavramları analiz eder ve açıklığa kavuştururlar. Filozoflar, insan yaşamını ilgilendiren her şey hakkında akıl yürütebilir, her şeyi felsefi bir problem konusu yapabilirler. Filozoflar, örneğin bizim apaçık ve doğru olduklarına inandığımız inançlarımızı sorguya çekerler. Yaşamın anlamını meydana getirdiğini söylediğimiz temel sorular üzerinde dururlar. Dinle, Tanrı’nın varoluşuyla, doğru ve yanlışla, dış dünyanın varoluşuyla, bilginin kaynağı ve sınırlarıyla, bilimle, sanatla ve daha birçok konuyla ilgili sorular üzerinde akıl yürütüp, bu sorulara genel geçer ve nesnel yanıtlar getirmeye çalışırlar.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.