Zıplanacak içerik

mavi olmayan gökyüzü

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey

  1. Başım gözüm üstüne geldin Valla merak etmeye başlamıştım. Ama sensiz de pek tadı olmuyoooo buraların.
  2. Yol yakınken birkez düşündüm Önce pencereyi açtım Derin derin bir kez daha düşündüm Sonra aklıma derin devlet geldi; Susmayı yeğledi düşünceler... Yol yakınken birkez daha düşündüm Doğmamış çoçuğa bir mektup da ben yazayım dedim; Kelimeler ürkekleşti;dil yine korkaklaştı.... Sonra; Sonra mı?Son defa ama son defa; Birkez daha düşündüm... Gece yarısı verilen muhtıralar, öfkeli alnlar, demokrasi oyunlar, açlık,sefalet, sokaklara emanet çoçuklar... Ama durun; Kral bunu duymasın; KRAL ÇIPLAK sorun terzide mi? yoksa kralda mı? ya da suç kral çıplak diyende mi? yahut alkış tutanda mı? herneyse önemli değil kimin ne yaptığı gerçek olan birşey var evet kral çıplak ve sanırım ben, bunu söyleyen o çocuk değilim ama; alkışlamaktan da yoruldu ellerim.
  3. Evet hemşerim;maalesef orada da sorunlar yaşanmaya başlamış.Madem birbirimizi anlamay çalışacağız;insan noktasında buluşmak bile bunu o kadar kolaylaştıracaktır ki...sSıra arkadaşımız Kürt,Türk...sıra arkadaşımız bizimle aynı kaderi paylaşan;onca farklılığa rağmen aynı havayı solduğumuz insanlarımız...Tabi ki aramızda sorunlar olmamalı.Bunlar hepimiz için öncelikli halledilmesi gereken sorunlar olmalı...Kültürümüzü yasaklayan oldu mu?Buna hayır diye cevap vermek isterdim.Bakın yasaklar hiçbir zaman çözüm değildir diye haykırarak bir şeyler anlatmaya çalışıyorsak;bunun tek gerekçesi benim için herşeyi ile bütün olan bir ülkenin ne kadar da güzel bir yarına gebelik yapacağı düşüncesine olan inancımdır.Kendi aramızda bu konuları konuştuğumuz zaman;ama bu neden yasak diye hemen verilen cevaplar insanların yasaklara olan tepkisini çok iyi gösteriyor.O zaman kendi doğrularınız bile anlamını yitiriyor.Kültürün temel yapısı dildir. Dil yasaklandı;insanların birbirini anladıkları,duygularını en açık dillendirdiği o araç bir topluma yasaklandı.Böyle bir yasak yok demeği bile o kadar basitleştiriyor ki...Ve eğer bu bölgede yaşamışsak orada var olan yoksullğu,çaresizliği görmemezlikten gelmek olur mu? Diyebilirsiniz ki sadece orada bmı var bunlar?Tabi ki hayır! Ama bu yanlışlar,bu olaylar da bunun en önemli nedeni değil mi?Bilmelisiniz ki ateş sadece düştüğü yeri yakmaz;bi bakarsınız tüm coğrafyayı ele geçirmiştir.Her tarafta soğuk bir külün yakıcılığı sarar. Evet hemşlerim;nifakın olduğu yerde acı vardır,öfke vardır.Nifakın olduğu yerde nifakın verdiği o dayanılmaz yıkımlar vardır.Ve kendim için değil yarın için buı nifakları aramıza sokanlara fırsat vermemliyiz.Bırakalım siyaset adına yerle bir edilen kavgaları;HERKESİN SÖZ HAKKINA SAHİP OLDUĞU,HERKESİN İNSANA YARAŞIR BİR ŞEKİLDE YAŞADIĞI bir ülke dileyelim.Ve eğer gerçektende(ki ben sözlerinizde bunları inanarak söylediğinizi anladım)bu kadar özel insanlar varsa hayatınıda onların acılarına da kulak verin.Tek dertleri kendi olma olan insanlarımıza bunu verebilirsek;yanlış temeller üzerine değilde doğrulardan sarsılmaz bir temel oluşturabilsek aramızda inanın ki herşey daha güzel olcak.
  4. mavi olmayan gökyüzü şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Türbanlı giremez silahlı girer AYŞE KİLİMCİ* / Sağcı kim peki bu son olayda, söylemi ne? Solcunun da öyle. Sağcının yanında yer alan solcu kim? Yan yana düştüklerinin farkında mı? Türbanlının geçemediği üniversite kapısından provokatör nasıl geçebildi? Üstelik her yanından akıyor olay çıkartacağı. Sağcı ne söylüyor? İktidar yanlısı ya da aidiyetiyle öğünenler de değil başı çeken, olmadıklarını kendileri söylüyor zaten ve “Partimizle ilgisi yoktur” dese de, il örgütünü görevden alma gereği duyuyor, demek gölgesi düşsün istemiyorlar, o denli dışlıyorlar kendilerinden bu olayı. Peki, o çıktı bu çıktı, bu oyunda kim ebe kaldı? Ben ebe olmam diye mızıkladı herkes demek ki, sonunda iş kız kavgasına, söz atmaya geldi dayandı. Hadi canım... Akdeniz Üniversitesi’ndeki karşıt görüşlü (son tırışka bulguya göre, kız kaynaklı kavga) öğrencilerin taşla sopayla birbirine girdiği haberinde önce karşıt görüşlülerin sağcı mı solcu mu olduğu, herhangi bir dernek ya da örgüt üyesi olup olmadığı, slogan, pankart ve hedef sahibi olup olmadığı aklımı kurcaladı. Bu olayda karşıt görüşlü var mı, sağcı kim solcu kim? Karşıt görüş ne demek? Kırmızı severlerle yeşili severler mi kapışmış? Hangi karşıt görüş altında toplanmış bu gençler? Sağcı solcu mu var, bence yok. Bu kimler arasındaki bir karşıt görüş kavgası, saflar bunca karışmışken... 68 kuşağı karşıt görüşlü kavgasından aklımızda kalan ve olması gereken bu, yani kavganın bile bir ciddiyet gerektirdiği... Biz bu filmi daha önce görmüştük bayat bir söylem ama ne yazık ki öyle. Karşıt görüş ne demek, bu olayda ve bugünlerde? Bu filmde solcular var mı, varsa kim? Solun temsilcisi olarak ne söylüyor ve ne yapıyor? Solun temsilcisi kimler? Olayın esas oğlanı kim, yazılı görsel basına bakılırsa, Rektör Akaydın, o da “Bu silah bana doğrultuldu, kasıt bana”dan gayrısını söylemiyor. Bu arada saklanma gereği duymadan, hatta iyice fark edilsin diye alnında kılıç dövmesi, çember sakalı ve silahıyla bir ortalık karıştırıcı zuhur ediyor, gözümüze baka baka rolünü oynuyor. Ne provokatör ne rektör, ben gene yurttan ayrılmak zorunda kalan öğrencilere yandım, bir de olayın sağ-sol kavgası, pardon kız kavgası diye sunulup aklı karıştırılan kamuoyuna... Anı kitap ‘Ah benim akortsuz kalbim’ çıkalı altı ay olsa da hâlâ yazıyorum sanki, şimdinin kötü senaryosunu film çekimi olarak yaşadığımız darbe öncesi günler hiç gitmiyor aklımdan. Hâlâ aynı yakıcılıkta. Üstelik Mayıs yaklaşıyor, olası tezgâhlar içimi ürpertiyor. Hatırla Sevgili’de anlatılanlar, işin yunmuş yıkanmış hali, bir de aslını bilse şimdiki gençler... Sağcı kim peki bu son olayda, söylemi ne? Solcunun da öyle. Sağcının yanında yer alan solcu kim? Yanyana düştüklerinin farkında mı? Türbanlının geçemediği üniversite kapısından provokatör nasıl geçebildi? Üstelik her yanından akıyor olay çıkartacağı. Sağcı ne söylüyor? İktidar yanlısı ya da aidiyetiyle öğünenler de değil başı çeken, olmadıklarını kendileri söylüyor zaten ve “Partimizle ilgisi yoktur” dese de, il örgütünü görevden alma gereği duyuyor, demek gölgesi düşsün istemiyorlar, o denli dışlıyorlar kendilerinden bu olayı. Peki, o çıktı bu çıktı, bu oyunda kim ebe kaldı? Ben ebe olmam diye mızıkladı herkes demek ki, sonunda iş kız kavgasına, söz atmaya geldi dayandı. Hadi canım... Bu filmin sonu nasıl bitecek dersiniz? Film kopacak mı, ışıkçı yuhalanacak mı, seyirciler susacak mı yoksa filmin devamını onlar mı çevirecek, ne olacak? Ben o çantasını sürüyerek yurttan ayrılan kız öğrencinin yerindeyim, üstelik o eşyasını kitabını alıp da çıkmış, bizim her şeyimiz yurtta kalmıştı, muştalı faşigelerden dayak yiyenlerimiz de vardı, karlı bir Ankara sabaha karşısıydı, hiç unutmuyorum, karda kan izleri vardı. Yedinci katın camından minik çalışma rahlemizi kafamıza atmışlardı, onu da bana Vecihi Timuroğlu yaptırmıştı, daktilomu koyuyordum, mimarlık öğrencileri üstünde çizim yapıyordu, odada çalışmak için. Hiçbir şeysiz ama elimizde o masacıkla bir yerlere sığınmıştık. Demek kürsü ya da masa başımıza geçmeden görüp söylemek ve davranmak zorundayız, hepimiz... Yoksa, sonrası karda kan izleri. Ya da mayısta açamayan, vurulan çiçekler. Aslında bu ülkenin Mayıs’ları milat ilan edilmeli. Tekrarı istenmeyen milatlar. Darbeli Mayıs’tan mitralyözlü Mayıs’a kadar... Her ikisini de hatırlıyorum, içim cız ederek. Arada bir de buçuk Mayıs var, Aydemir kalkışımı. İki buçuğunu da anımsıyorum, ilkinde beş yaşındaydım, halk partiye ‘rey’ veren annemin gözyaşlarını, sonra da ordu için alyans verme kampanyasına yüzüğünü vermeyişini ve idamların ardından üzüldüğünü. Gözyaşlarının demokrasiye olduğunu bugün anlıyorum. İkincisi, Aydemir kalkışımına ağabeyimin karıştığını, sonuncusunda da otuz yedi insanımızın canına kastedildiğini... Mayıs denince içimin ürpermesi bundan... Her yere, suya, toprağa, havaya cemreler düşerken, bizim üstümüze bu tarihte neden hep kurşun, darbe, mesnetsiz işler yağıyor? Biz ne zaman oh diyeceğiz, demokrasi kör dövüşünde? Yoksa hiç diyemeyecek miyiz, yoksa film yeni mi başlıyor? Bence, ‘şiddetlen ey darlık, açılırsın’ meselini yaşamaya yeni başladık ve herkesin doğru düşünüp doğru safta durması asıl şimdi gerekiyor * Yazar / [email protected] 11-04-2008 Taraf Gazetesi
  5. (Türkiye’de) Sanat ve Muhalefet SADIK YALSIZUÇANLAR / Türkiye’de ağır bedeller ödeyen birkaç gerçek muhalif sanatçı/aydın vardır. Bunun dışındakiler, Cumhuriyet’i kuran elitlerin ve onların ideolojisinin bağlısı ‘muhalif’lerdir ki, bu Türk usulü muhalefet, örneğin Derrida’da rastladığımız türden bir ‘merkezsiz’likten, bir muhaliflikten, bir yersiz-yurtsuzluktan tümüyle farklıdır. Bizim her şeyimiz gibi, muhalefetimiz de bize özgüdür. Türkiye’de özellikle sinema, tiyatro ve mizah alanında ‘üreten’ sanatçıların (egemen sistemin nosyonlarına karşı) muhalif olduklarına ilişkin birtakım klişeler dillerde dolaşıp durur. Diğer alanlarda da bu geçerlidir ama özellikle bu alanlarda çaba gösterenlerin ‘muhalif’liği, ‘özel koşulları olan Türk(iy)e’e özgü bir muhalefet’ anlayışıdır. Örneğin geçenlerde ömrünü tiyatro ve sinemaya vakfetmiş bir sanatçı şöyle diyordu: “Siyasiler, argo kullanıyor, dikkatsiz ve özensiz biçimde konuşuyor, her şeyi, herkesi, bütün kurumları eleştiriyorlar. Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi, Rektörler, herkes nasibini alıyor eleştirilerinden, ama kendileri eleştirilince rahatsız oluyorlar...” Siyasilerin, örneğin tiyatrocularca eleştirilmelerinden rahatsız olmaları ve bunu yapanları cezalandırmalarını yanlış bulurum. Bu, demokratik olgunluktan uzak oluşlarını gösterir. Sanat, insanın özgürleştiği bir alandır. Kişisel ve özgür bir dilin içinden konuşması gereken sanatçılar, toplumun da özgürleşmesine katkıda bulunurlar. Fakat durum Türkiye açısından bakıldığında böyle işlemiyor. Zaten söz ettiğim sanatçının konuşmasında da, örtük biçimde kimi kurumların eleştirilmesinin hoş karşılanmadığı görülmektedir ki, bu, sanatın muhalif doğasıyla pek uyuşmaz. Türkiye’de sanatçıların çoğu, kalemini, sözünü, enstrümanını ve fırçasını örneğin asker, yargı veya rektör söz konusu olduğunda özgür kullanmaz. Aksine, örneğin askere yaslanarak sivil topluma efelenen ‘muhalif sanatçı’larımız mebzul miktardadır. Bu, bizim modern zamanlardaki siyasi geleneğimizin yapısından kaynaklanan patolojik bir durumdur. Haydi yaygın ve beylik deyişiyle, Osmanlının kültürel elitleri ‘kapıkulu’ idi. Peki Cumhuriyet’in elitleri? Ben muhalifim diyen sanatçılar, örneğin asker ya da Yargıtay söz konusu olduğunda nasıl konuşur veya davranırlar? Cumhuriyet’in ilk yıllarında, “Deniz kızı Eftalya değilim” diyerek Cumhurreisi’nin davetini geri çeviren Nâzım Hikmet’in başına neler geldiğini bu ‘muhalif’ler bilmiyor mu? Askere sırtını dayayarak ‘muhalif’ oldukları siyasal partiye dört koldan saldıran veya hukuk dışı ve militarist bir saldırıya maruz kalan bir siyasal parti düşünce bir tekme de kendisi vuran ‘sanatçı’nın neresi muhaliftir Allah aşkına? Türkiye’de ağır bedeller ödeyen birkaç gerçek muhalif sanatçı/aydın vardır. Bunun dışındakiler, Cumhuriyet’i kuran elitlerin ve onların ideolojisinin bağlısı ‘muhalif’lerdir ki, bu Türk usulü muhalefet, örneğin Derrida’da rastladığımız türden bir ‘merkezsiz’likten, bir muhaliflikten, bir yersiz-yurtsuzluktan tümüyle farklıdır. Bizim her şeyimiz gibi, muhalefetimiz de bize özgüdür. Sorun büyük oranda teolojik bir nitelik ve kurumsallık kazanmış resmî ideoloji bağlılığıyla ilgilidir. Türkiye’de bilinçaltımızda ‘Ermeni dölü’ imgesi uçuşup durur, kimi kurumlar kutsanır, ‘devlet’in yüce şahsiyetine saygı duyulur, bürokrasinin dokunulmazlığı vardır, ama siyasetçilere her türlü laf edilebilir, ‘fikriyatı’nı beğenmediğimiz bazı siyasal gelenek ve örgütlere ise belden aşağı vurulup durulur. Ve bunun adı, ‘muhaliflik’, eleştiri filan olur. Bu muhalefet, dediğim gibi Türk usulü bir ikiyüzlülük, bir şaklabanlıktır. Varlık nedeni kendisine aidat ödeyen işçinin haklarını korumak olan bir sendikanın televizyon kurup oradan ‘sivil toplum’a saldırmasını kimse sorgulamaz. Esnafın mali kaynaklarını istismar eden, bunu Atatürk heykelleri ve büstleriyle kamufle eden bir esnaf örgütünün bu yasa ve ahlakdışı tutumu yeterince tartışılmaz. Gazetecilerin sırtını bürokratik elitlere dayayıp siyasi örgütlere saldırdığı bir ülkede ‘muhalif’likten söz etmek gülünçtür. Foucault’nun ‘muhalefet iktidarın parçasıdır’ öngörüsü, belki de en çok bizim ülkemizin sözde ‘muhalif’leri için geçerlidir. Son soruşturma da gösterdi ki, Türkiye’de bir zamanlar ‘devlet’in gazabına en çok uğradığı sanılan pek çok sözde muhalif okuryazar, meğer ‘derin iktidar’ın sözcüsü imiş. Hem darbeci/cuntacı olup veya darbeciliği tescillenmiş kimi ‘kurum’lara dokunulmazlık atfedip veya sırtını dayayıp hem de ‘muhalif’ olmak bizim ülkemizin okuryazarlarına özgü bir durum. Tevekkeli ‘ülkemizin özel koşulları var’ lafı boşuna dillerde gezinmiyor.
  6. AKP’ye kapatma dersleri... Tamam, bu ülkede hukuka pek aldırmayan bir ordu-yargı işbirliği var. Biz bunu, 12 Eylül’de Anayasayı ortadan kaldıran darbecileri kutlamaya giden Anayasa Mahkemesi üyelerinde gördük, 28 Şubat’ta Genelkurmay salonlarını dolduran yüksek yargıçlarda gördük, 27 Nisan’da gördük, Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararında gördük, Danıştay Başsavcısı’nın “darbeleri öven” konuşmasında gördük. Gördük bunları. Bu iki gücün ülkeye gerçek bir demokrasinin gelmesine direndiklerini de biliyoruz. Bu da kimse için bir sır değil. Ama sistemin temellerini oluşturan bu iki güç bile daha sekiz ay önce halkın yarısının oylarını almış bir partiyi kapatmaya öyle kolay kolay karar veremez. Peki, nasıl oldu da Yargıtay Başsavcısı böyle bir kapatma isteğiyle ortaya çıktı? Bunu anlamak için biraz da AKP’ye bakmak lazım bence. Halkın yarısının oyunu almış bir parti neden böyle itilip kakılıyor? Çünkü AKP’nin bu güçleri cesaretlendiren “titrek” bir yanı var. Bastığı yere sağlam basmıyor. Yaptığı her şey “yarım” neredeyse. Avrupa Birliği’ne üye olmak istiyor ama bunun gereklerini bütünüyle yerine getirmek konusunda isteksiz. Fırsat bulduğunda hemen savsaklıyor. “Hukuk” diyor ama Şemdinli’nin üstünü örtüyor... Hrant’ın katillerini araştırmıyor. “Özgürlük” diyor ama “türbanı” özgürleştirirken üniversiteyi bütünüyle özgürleştirmek fikrinden uzak duruyor. “Eşitlik” diyor ama DTP’nin kapatılmasına karşı ciddi bir mücadeleye girmiyor, sadece kendini kurtarmaya çabalıyor. “Demokrasi” diyor ama 301. maddeyi kaldırma işini erteledikçe erteliyor. “Halkı kucaklıyorum” diyor ama kadrolara hep kendine benzer insanları yerleştiriyor. Net, açık, aydınlık bir görüntüsü yok AKP’nin, bu belirsizlik yüzünden kendini toplumda “saygıdeğer” bir konuma yerleştiremiyor, güvensizlik uyandıran bir kuşku bulutuyla dolaşıyor hep. Ne zaman Avrupa Birliği yolunda attığı adımlar gibi demokratça davranacak, ne zaman Şemdinli’de olduğu gibi hukuku da bir kenara iterek “sistem”le bir ittifak arayacak, kimse bilemiyor. Çok akıllıca bulduğu bu “belirsizlik” yöntemi sanırım AKP’nin en güçsüz yanı. Zaten darbeyi de hep aynı yerden alıyor. “Avrupa Birliği’ne gireceğim” diyerek “Kemalist baskıyı” sürdürmek isteyenleri tedirgin ederken, o baskıcı güçleri zaptı rapta alacak gerçek bir demokrasi ve hukuk sistemini oluşturmayınca, hukuksuz bir ortamda kendisini devirmek isteyen güçlerle yüz yüze geliyor. Avrupa Birliği üyeliği, demokrasi, evrensel hukuk... Bütün bunlar, buranın gizli egemenlerini çıldırtıyor. Siz hem bunları hedef diye söyler hem de gereğini yerine getirmezseniz, elinizde sizi koruyacak hiçbir alet olmadan vahşi ve öfkeli aslanlarla dolu bir arenanın ortasında çırılçıplak kalırsınız. Arkasındaki bütün oy desteğine rağmen AKP’nin yaşadığı da bu zaten. Sağlam bir demokrasi ve evrensel hukuk kuralları olmazsa, AKP kendini hukuksuzluktan beslenen bir büyük güce karşı nasıl savunacak? Ne kadar denerse denesin, onlarla anlaşamaz. Hukuksuz bir ortamda, ne kadar oy alırsa alsın onlar kadar güçlü olamaz. Dünya standartlarında bir demokrasiyle hukuk dışında, AKP’yi saldırılardan koruyacak hiçbir zırh yok. AKP ise kendi zırhını kendi deliyor bu kararsız, belirsiz, titrek duruşuyla. Bütün bu muhtıralar, “darbe övgüleri”, iddianameler, zırhın o yırtık yerinden mızraklıyor bu partiyi. Üstelik güven yaratmayan bu kaygan duruş, AKP’li olmadığı halde bu partiyi korumaya koşacak milyonlarca demokrat insanı da bu kavgadan uzak tutuyor. AKP’nin yanında yer almayan insanların hepsinin “Kemalist” olduğunu, “darbe istediğini” sanmak ciddi bir yanılgı olur bence. Onlar AKP’ye güvenmedikleri için bu kavgaya karışmıyorlar. Demokrasi isteseler de “AKP’yi demokrasinin temsilcisi” olarak görmedikleri için seslerini gerektiği kadar yükseltmiyorlar. AKP’ye bu titrekliği nedeniyle saygı duymuyorlar. Sanırım, AKP yöneticileri demokrasiyi ve evrensel hukuku kendileri açısından bir “tercih” olarak değerlendiriyor. Bu, ne onlar için ne de bu ülke için bir “tercih”, bu bir “mecburiyet”. Avrupa Birliği üyeliğine atılan adımla birlikte bu ülke aslanlarla dolu bir arenaya girdi. Ne oradan geri dönebilir ne de çıplak elleriyle aslanlarla başa çıkabilir. O aslanları kafeslerine sokabilmek için eldeki tek silah, demokrasi ve hukuk. Onları sağlam bir şekilde tutmazsanız... Ne kadar oy alırsanız alın kendinizi darbelerin, pençelerin, dişlerin açacağı yaralardan kurtaramazsanız. Sonunda birileri o aslanları kafeslerine sokar ama... O arada herkes de bitap düşer. 20.03.2008 AHMET ALTAN-TARAF
  7. İKİNCİ GÜLHANE FERMANI 170 yıllık bir olimpiyat koşusu bu. Bundan yaklaşık 170 yıl önce, Mustafa Reşit Paşa’nın okuduğu Gülhane Hattı Hümayunu ile burada, Gülhane Parkı’nda yakıldı Hürriyet Olimpiyatı Meşalemiz. Meşalenin geçtiği yerlerde Padişahlar tebaalarına; adalet, eşitlik, hukukun üstünlüğü vaat etti. 170 yıl bu vaatlerle geldi geçti. 170 yıl sonra yeniden aynı yerdeyiz. Hürriyet meşalesinin ilk yakıldığı yerde. Hürriyet meşalesinin sönmüş ateşini yeniden yakmak için. Uzun uzun yolları aşıp geldik, başımıza gelmeyen kalmadı. 1876’da anayasa ilan edildi. Tamam, şimdi adalet, eşitlik, özgürlük gelecek sandık, yanıldık, koyu bir istibdat rejimi ile karşılaştık. 1908 Devrimi oldu; Türkler, Ermeniler, Kürtler hep birlikte sokaklara çıktık, o günü Hürriyet Bayramı ilan ettik, kutladık. Çok partili hayata geçildi, sosyalist partiler kuruldu, feminist dergiler yayınlandı, grevler oldu, Meclis’te demokratik tartışmalar yaşandı. Ama hürriyet meşalesinin ateşi kısa ömürlü oldu. İktidar ateşiyle yanıp tutuşanlar, bizi ateşten savaşlara soktular. Sonra meşaleyi Ankara’da Birinci Meclis’e kadar getirmeyi başardık. Top sesleri altında siyasi meşruiyetten taviz vermeyen vekillerin içinde yanıyordu hürriyet ateşi Cumhuriyeti ilan ettik, padişahları kovaladık zannettik. Belki sürekli yanıp sönen hürriyet meşalesine İstanbul’un havası dokunuyorduk dedik, Ankara’ya taşındık. Ama o da fayda etmedi, tek parti rejimiyle padişahlar yeniden geri döndü. Bu kez her şey halk için de ama halka rağmendi. İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleydik. Aksini iddia edenler yatılı okullara gönderildi, hürriyet meşalesi sınır dışı edildi. 1945’te savaş bitti, batılı demokrasiler kazandı. Kazananların tarafında olmak için yeniden harlandı hürriyet meşalesinin ateşi. 1950’de Demokrat Parti adalet, özgürlük vaatleriyle iktidara geldi. Yeter artık söz milletindi. Ama hürriyet meşalesinin ateşine ne darbeciler katlanabildi ne de Demokrat Parti’nin hassas bünyesi. Bu kez darbeciler hürriyet, adalet, eşitlik derken meşaleyi ateşe verdiler, o ateşinin içine de ülkenin başbakanını attılar. Artık sapı da tutuşmuş hürriyet meşalesi ordu-millet elele diye bağıran üniversite öğrencilerinin elindeydi. 68 rüzgârları esti, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen gençler çıkageldi, meşale yeniden yandı. Ellerinde bir meşale vardı ama onunla ne yapacaklarını tam olarak bilmiyorlardı. Kafaları karışıktı ama iyi niyetliydiler. Bir kısmı cici demokrasiye inanmadı, meşale yandıkça söndürmekle görevli itfaiyecilere katıldı. Bir kısmı ellerindeki meşalelerle devrim ateşini yakmaya kalktı. Yangın çıktı. Yangını söndürmek için birileri yine itfaiyeyi aradı, itfaiye de ateş silahlarıyla, benzin bidonlarıyla çıkageldi. Ormanları yaktı nice fidanlarla ve özgürlük meşalesiyle birlikte. Yangınlar sürüp gitti. Maraş’ta, Sivas’ta, Diyarbakır’da, Şemdinli’de, Kızıltepe’de, Agos gazetesinin önünde. Hürriyet meşalesinden cılız bir alev çıkmaya görsün “ yangın var” diye bağıranlar hemen itfaiyeyi aradılar. Varlığını yangınlara borçlu olan itfaiyede her yerde benzin bidonları ve ateş silahlarıyla belirdi. Bugün yine aynı korsan itfaiye yangın çıkarıyor, nefes aldıran ormanlar, özenle, binbir zorlukla yetiştirdiğimiz ağaçlar tutuşturuluyor. Birileri de yine bu yangına körükle gidiyor. Bu yangını yangın yönüne doğru esen rüzgârlara rağmen kontrol altına alamazsak, tüm birikimlerimiz yine kül olacak Bugün buraya Türkiye hürriyet meşalesinin olimpos dağına bu yüzden geldik. Hem yangını söndürmek için ne yapacağımız konuşmaya hem de uzun süredir sönmüş hürriyet meşalesinin ateşini yeniden yakmaya. GENÇ SİVİLLER Mavişim demokrasiden laf açılmışken;ekleyiver dedin ekledim! Nedense tüm yazılanlar tekrar aynı kısırdöngüye takılıyor! Şimdi sevdiğin bu kentten sana o güzel yüreklerden derilmiş bir buket sunacağım;10 Nisanda ise hayırlı bir ömür. Utandım dedin ya;o güzel kelimeler beni senden daha çok utandırdı. Keşke senin gibi bir insan olsaydım.Ha Polyannacılık yine işe yaramadı...Ağlamak istiyorum mavişim. İkinci bir yolun var mı canım kardeşim... Bir aydan beri iş arıyorum;meteliksiz Ne üstte var ne de başta; onu sevmeseydim, Belki de Beklemezdim İNSANLAR İÇİN öleceğim günü...kendine iyi bak mavişim...(Bak işte böyle açık yazarım seni;artık böyle,özel yok!)
  8. Filmimizin devamını çooooooooooook merak ettim.Ama kahretsin;reklam arasını bekleyemem;yaz tatilinde görüşelim...
  9. Edebiyat bazen düşünmeyenlere sigara kadar zaralıdır mı diyelim Ne zamandan beri gerçekler edebiyat adı altında bu kadar kolaycaaaaaa görmemezlikten geliniyor; Varsa resmi tarih alayım. %47 almak da ne demek nasıl oluyorda %90 oranını görmeyi frenlememiş hayret! Ben biriiii geçtim mi; Ha nerde kalmıştık? Demokrasiden kelimeler yürüteyim biraz... Ne kadar güzel değil mi şu demokrasi? Herkesi görebilmek;herkese hakkını verebilmek... Pardon ama; Siz bunların ne demek olduğunu hiççç anlayamadınız ki! Yrgı ve hukuk bile derken;kendiniz olmayan hukuksuzluklara da göz kapayanlar siz değil misiniz? Şimdi size söylenecek tek sözüm var; Demokraside bile çoban diye halkı yok sayan sevgili zihniyet; O halk ki tarihi kanla yazılmış; Emeği ve namısu ereği olmuş; Ve o halk ki en güzel cevabı size SANDIKTA vermiş. Size ısrarla öneririm;günde 5 vakit...
  10. AKP kapatılmamalı, çünkü; Kendinden başkasına demokrat olan partiler denilince;aklıma demokrasi diye birşey var mı sorusu geliyor... Toplumda ikilik dün de vardı;bugünde var, galiba yarında olacak.. Güven mi;söylenecek herşey anlamını yitirir diye cesaret edemiyorum... İlke anlayışınız;toplumu bütünleştirme yerine ayrıştıran siyasi partilerimizle yerle bir... Sokak baskınlarda mıyız hala? Kadrolaşmayan tek bir parti ismi verin bana... Oyunlar,oyunlar,oyunlar... İhtiraslar alimallah;bakınız CHP demokratlığına.. Hassasiyetlerim çoktan yitirlmiş ama... Öfke küpüne zarar! %47 oy oranıyla iktidar olan AKP kapatılmamalı;verilecek hesap varsa eğer sandıkta halk vermeli...
  11. Evet Ssize hiç düşünme gereği bile hissetmden katılıyorum Bindik bir alamete,gidoyoz kıyamete...Bunun teorilerde karşılığı var mı? Neyse biz yine ********* yazmaya devam edelim
  12. Bakın o zaman hemşeri sayılırız;çünkü bende o taraflardayım;yani 17 yıl yaşadığım bu kültürü ve olan bitenlerden benim de haberim var! Benim sıra arkadaşlarım da azeriydi;zaten bizim birbirimizle hiç sorunumuz olmadı. Konumuz eğer Türk,Kürt,Azeri halkları arsında ki kader ortaklığı ise Sayın Kpalan-200 bana göre de hiçkimse aramıza nifak koyamaz;hele buluştuğumuz değerler aynı ise...Ama eğer konu yasaklar ise;yasaklar vardı ve hiçbir çözüm getirmedi! Sanki biz çok mu seviniyoruz;yıllardır önümüze ısıta ısıta getirilen ölümlerden,sorunlardan...Farkında değil miyiz başka gidecek yerimiz olmadığından...Farkındayız;hemde bebeklerle oynamadan;silahlar altında geçirilen bir çoçuklukla...Onun için yazıyoruz tüm bunları;gelin kabul edelim yanlışları çünkü hastalığı teşhiş etmeden sunalacak hiçbir çözüm akıllıca olmaz. Bakın bende sonuna kadar güzel ve aydınlık bir gelecek için size şunları yazayım; TCK da olduğu ngibi yaşansın herşey ve yoksa ööle yasaklar o zaman gelin beraber sorun ve yasak üreten zihnityetlere dur diyelim!
  13. Kutlarım sizi bakıyorum çözmüşsünüz olayı ee hadi bakalım;tek yoksul olan hainler;hadi ordan(Ya keşke bir kürsü olsada tüm benliğimle yaşaaaaaaaa Yarasa desem;ama gel gör ki...) Ah şu siyasi söylemler;bazen ne kadar ezberci oluyor!Ezberi mi bozsak medyadan...
  14. Tam bir fiyaskoya dönüştürülmek istenen demokrasi çabaları Bir parti; dağda ki çobanının oyuylada olsa %47 gibi bir oranla iktidar; Yoksa bunların tamamı mı çoban? Her ne önmei var;almış ya siz ona bakın! Dolandırmayalım lafı; Başkalarına hadi ordan;kendine demokrat bir AKP, Ve kapatmaaaaaaaaa! Kimse algılayamıyor olan biteni; Ve başlıyoruz tekrar; Nerdeeeeeeeee demokrasi; Nasıl yok sayarsın iradeyi! İyi de yeni değil ki bu manevralar! Tamam daha demokratiğiz ama; Öyleyse neden var hala Erganakonlar? Evet Genç Siviller! Sivil bir ANAYASA! Aydınlık bir Türkiye için; Yaşasın Demokrasiiiiii...
  15. Oldukça makul gerekçeler;daha ne isteyelim Allah'tan. Ama keşke önce sokaktaki çoçukları tüketseydik.Eline sağlık...
  16. Evet TCK da böyle bir ibare yoktur.Ama; Financial Times gazetesinin 28 Eylül 2001 tarihli İnternet sayfasında, yukarıdaki başlık altında yeralan Justin Trugger imzalı yorumun çevirisi şöyledir: >1991 yılına kadar Kürtçe konuşmak bile yasaktı ve kısa bir süre öncesine kadar Kürtçe'nin, Türkçe'nin bir lehçesi olduğunu iddia ediliyor; böyle bir dilin varlığını dahi kabul etmiyordu ve bu dili konuşanlar çeşitli yaptırımlarla karşılaşıyordu. hasan cemal'ın "kürtler" kitabının 373 sayfasında bakınız ne yazıyor: >"1925 yılında çıkan ve kürtçeyi yasaklayan şark ıslahat planı'nın 41. maddesinde doğu ve gündeydoğu illeri tek tek sayıldıktan sonra şöyle denmiş: >"hükümet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda ÇARŞI VE PAZARDA!!!!! (tekrar yazıyorum çarşı ve pazarda !!!) türkçeden başka dil kullananlar, hükümet ve belediyenin emirlerine aykırı davranmakla suçlanacak ve cezalandırılacaktır." Sayın Kaplan-200 Kürtçe yasak oldu mu doğuda;olduysa karşılaşmadığınızı söylüyorsunuz.Merak ettim;nereli olduğunuzu...Kürtçe,Türkçe,İbranice...ne olursa olsun bir insana yapılacak en büyük zulüm ona dilini yasaklamadır.Bu şovenist tavırlar sadece insanları nefrete,öfkeye götürür.Berivan isminin yasaklı olması neyi önledi.Evet kamu kurumlarında tek bir dil olmalıdır;zaten maddelerle harf inkilabındaki amacı belirtmişsiniz.Yalnız arada ki ince çizgiye farkedebilmek çok önemli...Mesela ben Kürtçe kasedin yasaklı olduğu yılları yada Kürtçe şarkısına klip öçekmek isteyen bir sanatçıya verilen tepkiyi de hatırlıyorum. Ama illah Aysun Kayacı gibi benimde söz hakkım var diyerek;gerçeklere bu kadar uzak olmayı tercih ediyorsanız...Saygılar!
  17. Affedersiniz ama burada Kürt veya Türk diye bir ayırım yapıldı mı?Farklılığı o şekilde anlamışsanız;kastım insan olma noktasında ona sunulan farklılıklardır.Yani dil,din,ırk,düşünce vs.Neden anlamıyorum ama yazdığım her ileti böööle tek konuya indirgeniyor.Şunu açık açık yazayım ki ben bu dediğiniz olumsuzxlukları devlete indirgeyen biri değilim;hata zihniyette başlar ve devlete bulaşır ban göre tüm kokuşmuşluklar...Sloganlarla hareketb etmek değil zaten amacım;nefret derim hatta bundan.Tabi ki medyamızın eleştirelecek o kadar çok yönü var ki...İktidar neredeyse o ordadır.Oyunlara gelmemek dileğiyle...
  18. Sayın Jön bizim anlatmaya çalıştığımızı örneklerle ne kadar da güzel anlatmışsınız. Ekmeği elinde alınmış insanlar öfkelidir,çaresizdir.Eğer daha güzel bir gelecek ise amacımız önce insanımızdan başlamak gerek.Ben de doğuda büyüyen biriyim.Köylerin yakıldığını duydum,insanların işkenceden geçirildiğini duydum ama yaşayanlara Diyarbakırda rastladım.Burada çoçuklar sokaklarda;aç,perişan.Kimi köyü yakılmış,kimi koruyucudan kaçmış.O anlattığınız olaylara o kadar çok şey ekleyebilirim ki? Bugün Diyarbakırın bir ilçesi olan Bismil'deydim.Orada tanışığım küçük bir çoçuk kapkaççılık yaptığını söyledikten sonra şunu ekledi;ama abla ben bayanların çantasını valla çalmam.Ne kadar garip biii durum oysa.Yine bir yardım kuruluşunda çalışırken gelen tüm ihtiyaç mektupların böyle öykülerle bezendiğine tanık olurken;aslında ne kadar da yanlış arenalarda mücadeleler verildiğini anladım.Evet bugün bu tür yasadışı faaliyetlerde genelde doğuluların ismi zikrediliyor.Ama bu insanlar bu ülkenin evladı ise onlara sahip çıkılmalı.Geleceğe sahip çıkılmalı.Saygılar...
  19. İnsanlar çoğu şeyi bildiklerini düşünürler;şunun farkında olmaları gerekirken:Aslında bildiğin sadece kendi pencerende gördüklerindir. Taraf gazetesi deyince hemen bir yalanlama haberi ile bana yanıt verdiniz.Ben Taraf'ı okurum.Ama Cumhuriyet'i de okurum.Bilirim ki benim doğrularım başkasının doğrularıyla anlam kazanır.Kanal Türk'ü izlerim ama bunun yanında kumandanın tek tuşunda kilitli kalmam. Bu ülke üzerinde;insanları üzerinde oynanan en büyük oyun;farklılıktır.Anadolu halkı doğru ve yanlışlarıyla aynı kaderi paylaşır.Aynı kaderi paylaşmak;açlığı,zenginliği,bayramı,kederi...Bu değerleriyle bütünleşince karşınıza öyle bir bütün çıkar ki sizde şaşakalırsınız.Bunları neden mi yazdım;sloganlarla verilen yanıtınıza aslında sloganların insan olma noktasında kendisine verilen paylarla köşede duruşunu ne kadar anlamlı olduğunu anlamlandırmak ve size, kendi olan yaşama alanızla başka insanlara müdahale etma hakkını vermediğim için.Ben sizin yerinizde olsam başka gazetelerde,başka kanallarda takip ederim ve kitap okurum.Kimbilir belki o zaman başka hayatlara biraz daha sıcak bakarsınız!
  20. mavi olmayan gökyüzü şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    AKPliler çetemi kimse dur diyemiyor/çetelere neden kimse dur diyemiyor/bir hukuk ülkesinde çeteler nasıl bu kadar sağlam adımlarla ilerleyebiliyor/bu çetecilik ne işe yarıyor....Ama durun;ben bii hukuk devletinde yaşıyorum da bu çeteler hukukun hangi sayfasında yer alıyor?
  21. Değerli arkadaşlarım bana çok acil Tanzimat Döneminden Cumhuriyet dönemine kadar olan süreçte,Türk Edebiyatında Nevruz hakkında bilgi lazım.Lütfen bu konuda önerebileceğiniz edebi siteler veya...Yardımcı olursanız sevinirim.
  22. Bende nerede Evren abim düşünmeye başlamıştım ki;yüreğine sağlı abim!İnsan ise bizi buluşturan ne önemi var kim olduğumuzun.Saygılar...
  23. Şimdi size bir soru;karaçarşaflıların provakatör olduğunu da nerden çıkardınız? Maalesef öyle bii medyamız var ki;kim nerede ve niçin diye sorgulamay gerek bile yok. Ulusalcılar veya adı ne olursa olsun herhangi bir kavram üzerinden tartışmaya bile gerek yok böölesi bi ortamda.Tuncay Özkan/kanaltürk neden AKP ile bu kadar çok sorun yaşadı.Bunu da sorgulayın isterseniz.Akp dediğim gibi oy vermediğim ve vermeyeceğim bir parti.Ama sürekli kendini tekrarlayan MHP ve kendi içindeki ayrılıkları ile DTP, bi türlü demokrasi anlayışını çözemediğim bir CHP ve diğerlerine rağmen AKP.Yani siz halka giderken bir çıkış yolu sunamazsın halk kendi tercihini yapar.Eğer bu gün gerçek anlamda bir muhalefet olsaydı;inanıyorum ki AKP daha güzel şeyler yapardı.Siz alanlarda LAİKLİK ELDEN GİDİYOR derken şunu da diyebilmeliydiniz ki;halk size güvenebilsin;HERKESİN EŞİT ŞARTLARDA KENDİ OLABİLDİĞİ BİR TÜRKİYE!Ş un aralar Türk basınından takip ettiğim tek gazete olan Taraf'ın olduğu gibi kalması dileğiyle...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.