mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey
-
"Göstericiye kurşun sıkalım"
Değerli arkadaşım yazılanları bir daha okudumibir daha okuyacağım.Anlamaya çalışıyorum bazı şeyleri görmemezlikten gelmek için çırpınanları.Düşünüyorum;belki de farklıdır yaşadıklarımız ondan bu kadar yabancıyız birbirimize.Düşünüyorumda da tüm bunları yine de insan olan vicadnım soruyor tekrar bana;şiddeti,ölümü kutsamak ve daima suçlamak da düşüncenin neresinden bakmaktır insana?
-
Hrant DİNK öldürüldü...
Hrant Dink davasında arta kalan tek şey aydınlatılmamış,aydınlatılmayacak bir cinayet.Ogün Samast,Yasin Hayal,Erhan Tuncel ...Sürekli birbirini suçlayan üstelik sorulara alaylı karşılık verebilecek kadar keyifli ''asabi çocuklar'' Hrant Dink kimdir kim değildir sorusunun yanıtı değildir bu Hrant Dink kavgası.Sokak ortasında kurşun sıkılan bir düşüncenin bize verdiği en büyük vicdanı azaptır.Onu sevmek veya sevmemek de değildir;bu topraklarda yaşayan birine yapılan haksızlığın hesabıdır. Ben artık geçtim doğrudan,adaletten?Eline verilmiş silahlarla had bildiren ''birkaç asabi çocuğun'' işi değil mi?Başka ne olabilir ki?
-
Ahmet Kaya ve sonrası....
Nazım Hikmet benim gibi düşünmeyen,Aziz Nesin benim gibi inanmayan biri olunca ne değişir onun sanatında.Teker teker yazayım.Öncelikle onlar iyi olmayanlardır,sanatı değil düşünceyi malzame yapanlardır.Sonra bu vatana hainlik yapanlardır.Dilleri şiddettir,tek amaçları başkalrına hizmettir. Osmanlı Döneminde yazılan divan edebiyatı eserlerini mutlaka herkes hayatının bir karesinde okuma fırsatını bulmuştur.Dikkat ettiniz mi hiç?O kadar çok padişaha,düzene methiyeler düzülür ki!Hiçbir sorunu yoktur bu imparatorluğun Bu dönemde bir nebze olsun eleştirme ve sorgulama hakkını kendinde bulanlar sürgünlere gönderilmiştir.Onlar yine anlaşılmayan,hiçbir işe yaramayan vatan hainleri oluvermiştir.Bu gelenek meşrutiyette de devam etti,bugünde devam ediyor.Ve hala sanatın adı konulmayan insanlar yazdıklarından dolayı yasaklanabilior,yargılanıyor ve yok sayılıyor.Ya uyup düzene pembe sayfalar düzelecek ya da ...! Ahmet Kaya o gecenin öncesi ya da sonrası ile değil sadece o gece ile vatan hainliği ile anılır oldu.Ve beni de sadece o gece ilgilendiriyor(Acemi avukatımız burada yoksun ama yüreğinin sıcaklığı hala iletilerinde.Allah'a emanet ol asker ocağında)
-
İçindeki nakaratı yaz...
.....kirvem bu yıl bu dağlarda.... ......can içinde can içinde .....can erir zaman içinde.......Kızılırmaktan İlkayın o güzel sesinden içimden değil onunla söyleyerek!
-
tanrı herkezı esıt sartlardamı dunyaya getırıyo
Aslında bu zamanında benim de aklımı fena karıştırmıştı.Doğru ya insan olmak,bu noktada buluşmak!Sevgili arkadaşlar bakın bunun cevabını bende bekliyorum.
-
tanrı herkezı esıt sartlardamı dunyaya getırıyo
Arkadaşım benim bildiğim insanlar eğer o doğruları yaşayacak,düşünecek ortamı bulamazlarsa bundan sorumlu olmazlar.Tanrının adalet anlayışının insanlara göre çok daha iyi olduğu da kuşku götürmez en büyük gerçek.
-
Neden Baba
Bende buna dayanarak babama bir soru sorabilir miyim?Baba biz daha neden ne olduğumuza karar veremedik?
-
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
-
Hukukun Dışına Çıkamayan Paşaları Hukuk İçine Aldı.
12 Eylül döneminden arta kalan darbe ortamı oluşturma düşüncesi ile ortada olan iddiaları böylesine teoriden ibaet kılmak da pek sağlam bir yaklaşım olmamalı. 12 Eylül dönemi dediğiniz kanın eksik olmadığı yıllardı.Birbirine düşen halk,bozulan ekonomi.Bunlar belki de o zaman darbeleri geçerli ve haklı kılan etkenlerdir,en azından buna dönüşmüştür.Öylesi bir tarih ki,başbakanı bile idamları yaşamıştır.Zaten bazı insanlara bakarsanız;özellikle o dönemi yaşayanlar darbeyi olması gereken olarak görür.Sonrası mı?Gözaltılar,idamlar,faili meçhuller,10 yıl bilemediniz geldiği yere tepe taslak dönen bir Cumhuriyet.bu arada şunu da belitmek de yarar var;darbeler sadece darbeleri yapanlarla açıklnmayacak kadar çerçeftli bir yapı arzeder ve kesinlikle günahı darbeleri yapanların değil;o darbeyi hazırlayan siyasi atmosferden tutun da bu zemini daha da sağlamlaştıran herkes sorumludur. AKP türban yasası ile uğraşırken iş arkadaşlarımdan biri ''ya artık darbe zamanı'' gibi oldukça tuhaf bir kelime sarfetmişti.Oldukça şaırmıştım.Darbe!Çok basit olmamalıydı;ve geldik günümüze...AKP iktidarı öncesi döneme baktığımızda tamamen kendi çıkmazları içerisinde boğulan bir ülke siyaseti karşınıza çıkar.Sonra bir AKP efsanesi başladı.AKP iktidar olduğu dönemden itibaren şeriat çanları çalındı.Sürekli bu parti siyasi olmayan darbelerin gölgesi ile tanıtıldı.Kimse kalkıp da muhalefet yeteneğinden yoksun olanları eleştirmeyi akıl edinemedi.Cumhurbaşkanını seçemeyen bir parti halk nezdinde sahiplendi ve 22 Temmuzda küçümsenmeyecek kadar büyük bir seçmen kitlesi ile meclisteki yerini aldı.Şimdi neden bunlar yazıldı diye merak edeceksiniz;Çünkü bu süreç aynı zamanda gece yarısı muhtıraların gelenekselleştiği,her türlü hukuksuzluğun meşru kılındığı,daima darbe olacak mı korkusuyla yaşanan bir süreçti.Düşünün her 23 Nisan alır başımızı bir korkular silsilesi;acaba şu gelecek mi ...Darbe olmaz diyorsunuz,şartalar oluşmalı diyorsunuz da bence buna bile gerek yok.O şartlar oluşmuştu ve bu darbe de illah kafaya kurşun sıkmakla ilgili değildir. Derin devlet bizim gerçeğimiz.Uyuşturucudan,slaha kadar herşeyi meşru sayan bu derinlik eğer otoriteyi kendisinden bir aşağı görüp de yok sayarsa işte o zaman siz o zaman ne hukuktan nede anayasalardan dem vurabilirsiniz.Bu aşağı yukarı tüm devletlerin uğraştığı bir ilettir.Ama galiba biz daha bu derin devletin darbe çığırtkanlığını ya da başka tehlikelerini bile kakıp sadece şu-bu kavgasına dönüştürmesini yadırgayamıyoruz;üsteil de yok sayıyoruz.
-
Kürtlere artık sadece vaad yetmiyor...
Sayın Politika; Ben sizin yazdıklarınızı okurken haklılık payınızı düşünmedim değil;ki bu konuda pek bilgim yok.Bugün arkadaşlarımızla bunu konuştuk.Ben Şeyh Sait'e destek vermeyen bir Saidi Nursi demiştim.Ama bunun bir Kürt Devleti isteyip istememekten çok silahlı bir mücadele ve kanla olmasına karşı olmakla ilgili olduğunu öğrendim.Şimdi geleyim bildiklerime...Osmanlı Devleti en zor döneminden geçerken Saidi Nursi federal bir devletb önerisi ile kendilerine gitmiş;ancak bu önerisi reddedilmişti.Bunu yanısıra devlet erkanına yazdığı mektuplarda bölgesel alkınmanın önemini belirtmiş ve orada yaşanalara tanıklık ederken kendine düşeni yapmış;ve merhamet demiş.Milli Mücadele dönemi tüm kavgaların ortak noktası vatan iken daha sonra ki dönemlerde herkes kendi doğrusundan taleplerle siyaset içerisinde yer almıştır.Saidi Nursi bu dönemde ilk önce,kısa bir süre,siyasetle kendini anlatmaya çalışmış,daha sonra tamamen siyasetten çekilmiştir.Kürt Devleti yada şeriat;kimbilir belki de istemiştir bunu.Ayrıca dediğiniz dergi ve gazeteleri takip etmediğim için bir yorumda bulunmayacağım;ama bence kitleleri ardında sürükleyen,Saidi Nursi yada Saidi Kürdi'yi küçümsemek pek doğru değil!
-
YAYAMAZ KAYIMCA NIN YERI!
Evren'i bugün görmedim, şimdi gelir msn.Sölerim ama komisyonda alırım.Asi kızın burda ama sen yine yoksun beni yalnız bırakmasın değil mi?Acemi avkatta iii nöbetler bırak gel sen Diyarbakır'a senle gidip Mardine çiğ köfte yeriz kocamannnnnnnnnnnnnnnnnnnnnn öptüm
-
GODZİLLA ve RUA Ortak Anı Defteri
Aldım çok güzeldi.Zaten bizim amacımız zehirlemekti öldürmek değil Godzilla kendine sanmış kahveyi utanarak söylüyorum bunlar benle Yayamazımın iiiiki ölmedin,ama ben korktum fare zehirinden sonra
-
Darbe Günlükleri
Sayın Politika Nokta dergisinde yayınlanan bu günlükler birer hayal ürünü değil,Ergenekonda değil emin olun.Eğer bu darbe günlükleri yalan olsaydı kesinlikle nokta dergisi berat olmazdı.Buna izin verirler miydi?Taraf ve Nokta ile ispatlanmış bir tezim yok.Taraf okumam onun yazdıklarını koşulsuz kabul etmem demek değildir.Kaldı ki şu an sadece şaşırıyorum.Düşünmüyorum.Gerçekten anlamıyorum.Tüm yaşananlar tanıdık kadar ürkütücü olma yönüylede şaşırtıyor beni.Tanıdık diyorum;hukuksuzluğun en alasını yaşayan bir ülke,darbelerin,idamların art arda yaşandığı bir ülke.Ürkütücü diyorum;bu kadar da kan emicilerle aydınlık bir ülkenin hayali ne kadar da ütopyik oluyor.Şimdi kalkıp da size Ergenekon üzerinde teoriler üretmeyeceğim.Yargı sürecinde;suçlu ve masum aranmaz.Benim sorunum da o yargılanlar değil zaten.Ne Ulusulcular,ne sağcılar ne de solcular ve düşünceleri beni ilgilendiriyor.Ama sürekli birilerin kalkıp kendince insanlar üzerinde yaptığı hesaplarla çok ciddi sorunum var.Doktora da gittim ama(!) Ve ölümler...Hiçbir insan ölümü hakedecek kadar suçlu değildir.Kaç gündür hayatını kaybeden işadamımızın eşinin acısını görüyoruz medyada.Dediğim gibi,kim olursa olsun cezaevi koşulları eğer ölümlere sebebiyet verecek kadar kötü ise bunun yanında burada ihmal varsa herkes bunun bedelini ödemek zorunda.Hastalık derecesi ilerlemiş birinin gözaltı koşullarında bulundurulma durumunu bir insan olarak doğru bulmuyorum.
-
AZ SONRA...........
Günlerdir okunmayı bekleyen kitabıma döneceğim sonra yarın yine çoooooooooooooook yorulacağım işime birazcık olsun zinde gidebilmek için uyuyacağım sonra rüyamda bi sürüüüüüü evrak göreceğim sonra gecenin bir yarısı babamı arayıp ''baba ben istifa edeyim mi?''diye acayip bir soru sorcam.Efendim sonra...Sıkmayayım sonra sı yarına
-
AHMET KAYA!
Ağlama Bebeğim Ağlama bebek, ağlama sende Umut sende yarın sende. Yağmur gibi gözlerinden akan yaş niye, Bu suskunluk, bu durgunluk, sıkıntın niye. Çok uzakta öyle bir yer var O yerlerde mutluluklar Paylaşılmaya hazır Bir hayat var. Ağlama bebeğim ağlama sende Acı sende hasret sende. Dalıp dalıp derinlere düşünmen niye, Bu küskünlük, bu dargınlık, kızgınlık niye Mensucat işçisi bir baba, çocuklarını yetiştirmekle yükümlü bir anne ve diğer dört kardeşle birlikte geçen çocukluk... Babası, neredeyse onun boyu kadar olan bir bağlama ile eve geldiğinde mutluluğun bu olduğunu düşünür. Dokuz yaşındadır daha. 24 Temmuz İşçi Bayramı'nda sahneye çıkarırlar onu, bir daha unutmaz bunu... Yaz tatillerinde, ya plakçıda ya da tanıdıkların minibüsünde çalışır. Başar ağabeyi tutuklanınca Ahmet, küçük bağlaması ile ilk bestesini yapar: "Bir Volkswagen alacağım, Adını 'Başar' koyacağım" der... Ruhi Su'nun plaklarını satın alan Ahmet Kaya, bol paçalı pantolonlar giyen uzun saçlı 68'lilerden etkilenen bir gençtir artık... Mensucat fabrikasından emekli olan babası, daha iyi bir yaşam için İstanbul'a göç eder. İstanbul/Kocamustafapaşa'ya yerleşirler. Ahmet Kaya'nın ilk izlenimi 'korku'dur. Bu devasa kentin içinde tutunup-tutunamayacağı korkusudur bu. Ahmet Kaya, ortaöğrenimini tamamlamaya çalışırken yetmişli yılların toplumsal akışının içinde bulur kendini ve kendisi gibi olanlarla buluşur. Ora'dan, gelmiş olmanın, 'öteki' olmanın farklılığını, bu yeni kültür ve yaşam biçimi ile iç içe yaşar. Türküler, devrimci marşlar, Ruhi Su dinlemeye başlar. Daha sonraki yıllarda da bu müzikal yapıdan etkilendiğini inkar etmez, ama kendisini ve kendi sesini arama çabası hiç bitmez. Bütün boş zamanlarda bağlama çalıp şarkılar söyler. İlk bestelerini tam da bugünlerde yapar. Boğaziçi Üniversitesi'nde bir panelde Ruhi Su'yla karşılaşır. Ustayı çok sevse de yetmeyen birşeyler vardır Ahmet Kaya için, bunu ifade etmeye çalışır Ruhi Su'ya ve onun talebi üzerine de, 'Mahsus Mahal' türküsünü kendince yorumlar. Bağlamanın sapını tutan Ruhi Su, "Böyle bağlama çalınmaz! Böyle döver gibi çalınmaz" der. Oysa Ahmet Kaya'daki sadece 'kendisi' olma çabasıdır. Farklı arayışlar içersindedir ve o yıllarda yaptığı müziği bile 'Arayış Müziği' diye ifade eder. Ondaki yapısal muhalefet, yıllar sonra verdiği ilk resitalde, 'Bağlama Böyle De Çalınır' başlığıyla konser afişlerine yansır. Bir yandan müzikal arayışlarını sürdüren Ahmet Kaya, diğer yandan da, inanmanın, sıra dışı olmanın, hayatı değiştirme idealizminin ve gençliğinin dinamizmiyle toplumsal muhalefet içersindeki yerini de belirler. ¤¤¤¤enli yıllar onun hayatını da kalın çizgilerle belirleyecektir. ¤¤¤¤enli yılların başı talihsizliklerle geçer. Evliliği biter, bebeği ondan ayrı büyüyecektir ve bu yeni duyguyu yenmek çok zordur. Bu dönem, bestelerinin de giderek olgunlaştığı dönemlerdir. Sadece müzikle kendini ifade eden Ahmet Kaya, 1985 yılına geldiğinde kararını verir. "Zamanıdır" deyip, koltuğunun altına şarkılarını alıp, Unkapanı'nın yolunu tutar. Dinleyenlerin hiçbir kategoriye koyamadığı bu müziğe kimse başlangıçta yüz vermez. Sonraki günlerde arkadaş yardımları ve kendi olanakları ile ilk albümünü yapar. Ama albüm o yılların tahammülsüzlüğü ile hemen toplatılır. Yapılan itiraz sonuç verir. Olay gazetelere yansır, Ahmet Kaya'nın 'Ağlama Bebeğim' adlı ilk albümü Danıştay kararıyla 'serbestir' artık! Bu arada Üniversite öğrencileri, dar gelirliler, 12 Eylül darbesinden nasibini almış-çeşitli kesimlerden tutuklu yakınları, Türkiye'de demokrasiyi yeniden inşa etmeye kararlı kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşları yavaş yavaş Ahmet Kaya'nın dinleyici profilini oluşturmaya başlar. Kısa bir süre sonra ikinci albümü 'Acılara Tutunmak'ı yapar Ahmet Kaya. Onu sarsan bütün toplumsal-siyasal duyarlılığını üretimine yansıtmakta, bütün insani birikimini şarkılarına taşımaktadır artık. Ahmed Arif, Enver Gökçe, Hasan Hüseyin Korkmazgil gibi, aynı duyarlılığın şiirdeki taşıyıcılarıyla buluşmakta ve şiir bestelemektedir. Bu albümün repertuar çalışması sırasında, sürecin ortak acılarından nasibini almış ve yüreği onunla aynı yerde kesişen Gülten Hayaloğlu ile tanışır. Stüdyo kayıtlarında birliktedirler artık. Üçüncü albümde Gülten, o sıralar tutuklu olan ve idamla yargılanan Nevzat Çelik'in 'Şafak Türküsü' isimli şiirini getirir ve "bunun mutlaka bestelenip, en geniş kesimlere dinletilmesi gerektiğini" söyleyerek Ahmet Kaya'nın önüne koyar. Başlangıçta bu 'serbest' şiirin bestelenmesinin zorluğundan söz etse de, bu şiiri kısmen besteler ve albüme de aynı adı verir, 'Şafak Türküsü'! Gülten'le birlikte 'içerden' esen bu rüzgarı almış, Ülkenin gündemindeki idam cezaları ve hapishanelerde bulunan binlerce insanın ve onların ailelerinin içinde bulunduğu durumu şarkılaştırmıştır... 12 Eylül yılları, kendi anayasası ve bütün karanlığı ile hüküm sürmektedir hayat üzerinde. Ahmet Kaya'nın sesi ve şarkıları, örgütsüz ve dağınık muhalefetin sesiyle buluşmakta ve neredeyse ve giderek bir 'İtiraz Müziği' şekillenmektedir artık. 'An Gelir' isimli dördüncü albümünde Attila İlhan, Hasan Hüseyin Korkmazgil ve Ülkü Tamer'in şiirlerini besteleyen Ahmet Kaya, yeni arayışlar içerisine girmiş, besteciliği ile ilgili kendisini epeyce geliştirmiştir. İlk üç albümde aranjör olarak kendi çabalarının yanı sıra Sezer Bağcan, Oğuz Abadan gibi isimlerle çalışan Ahmet Kaya, dördüncü albümde Osman İşmen ile çalışmaya başlar ve bu beraberlik uzun yıllar sürer. Beşinci albüm, 'Yorgun Demokrat'ta, ünlü şairlerin yanı sıra yeni bir isimle, Yusuf Hayaloğlu'yla çalışmaya başlar. Bu doğru buluşma, aynı kültürün çocuklarının buluşmasıdır. Gülten, uzun yıllardır şiir yazan ağabeyi ile eşini tanıştırmış ve ikisinin baskısı sonucunda Hayaloğlu şarkı sözleri yazmaya başlamıştır. 'Yorgun Demokrat'la başlayan bu üretim ortaklığı, Ahmet Kaya müziğinde Yusuf Hayaloğlu ile sonuna kadar sürecek uzun ve verimli bir çalışmanın başlangıcını oluşturur. 'Yorgun Demokrat' isimli bu albüm, gerek dönemi gerekse içeriği bakımından yine Türkiye’nin toplumsal gidişatına denk düşmüş ve 12 Eylül döneminin etkisini üzerinden atmaya çalışan milyonlarca demokratın durumunu dile getirmiştir. Albüm çalışmalarına paralel olarak halk konserleri de yapar Ahmet Kaya. Gösterilen ilgi, katılım ve çoşkuya rağmen, ülkenin birçok yerinde 'sakıncalı' bir şarkıcıdır artık O. Dinleyicisiyle buluşamamak onu üzmektedir.. Altıncı albümünde 'Başkaldırıyorum' der. Yeni bir Yusuf Hayaloğlu-Ahmet Kaya çalışmasıdır bu ve dönemle çok örtüşür. Ülke çok yavaşta olsa Eylül karanlığından çıkma çabası içersindedir. Çok ağır seyreden bu 'sivilleşme' sürecine, 'içerden' yeni yeni çıkanlar katılmakta ve bu şarkılar, sesi susturulmaya çalışılmış kalabalıklara bütün heyecanıyla ulaşmaktadır. Konserlere binlerce insan gelmekte ve bu geçiş sürecini Ahmet Kaya ile birlikte yaşamaktadırlar. Bu arada yeniden baba olur ve sevgili kuşu Melis dünyaya gözlerini açar. Kısa bir süre sonra, 'Resitaller 1' ismiyle, canlı konser kayıtlarının da olduğu albüm ulaşmıştır dinleyiciye. Ahmet Kaya bütün üretkenliği ve bütün dinamizmi ile bir yandan yeni şarkılar yaparken, diğer yandan da soluklanmaya çalışmaktadır. Yaşadığı topraklardaki hiçbir acıya kayıtsız kalmayan ve bu acıların tamamına şarkılarıyla deva olmaya çalışan Ahmet Kaya, ülkesinin bir bölgesinde başlamış olan ve nasıl süreceğine ilişkin ipuçlarını da içinde barındıran süreci 'İyimser Bir Gül'le, diğer adıyla 'Kod Adı Bahtiyar'la karşılar. Resitaller 1 adlı albümden sonra, bu onun 8. albümüdür ve 90'lı yılları böyle karşılar Ahmet Kaya. Yasaklanmayan konserlerinde okuduğu türkülerin bir çoğuyla 'Resitaller 2' isimli albümü yapar. Halk müziğine olan tutkusu ve türküleri yorumlayış biçimi ve geleneksel müzikteki performansını da bu albümle sunmuştur. Onun müziğini besleyen asıl kaynak halk müziğidir ve türkülerden en çok kendisi etkilenmektedir. Artık alıştığı satış rekorlarından birini daha yakalar bu albümle. Konserlerinin bir çoğunda kendisine bağlamasıyla eşlik eden Ahmet Koç'la, onuncu albümü olan 'Sevgi Duvarı'nın hazırlıklarına başlar. Can Yücel'in aynı isimli şiirini bestelemiş olan Ahmet Kaya, bu albümü "vazgeçilmezlerim" dediği Yusuf Hayaloğlu ve Osman İşmen'siz hazırlayarak, genç bir aranjöre de şans vermek istemiştir. Yine ilk defa bu albümde, gazeteci Ali Çınar'ın şiir ve şarkı sözlerine yer veren Ahmet Kaya, arkasına bakmadan yürümektedir yolunu. Olgunluk çağında ülkesinin içinde bulunduğu olumsuzluklara, mevcut gidişata ve sistemin hoşnut olmadığı her yanına şarkılarla müdahale etmeye çalışan bir 'muhalif' yanı ve şarkıları her yerdedir artık. Giderek başı, sıklıkla derde girer, birçok yerde konser verememenin yanı sıra albümleri 'sakıncalı' bulunup kısmen de olsa toplatılır. Bu sürecin şarkılarına yansıması kaçınılmazdır. Yeni albümün adı 'Başım Belada'dır o yüzden. Ahmed Arif, Attila İlhan ve Yusuf Hayaloğlu'nun şiirleri ve şarkı sözleri Ahmet Kaya müziği ile bir araya gelir. 11. albüm yine inanılmaz satışlara doğru giderken, artık tam olarak şekillenmiş olan Ahmet Kaya müziğinin taklitleri de giderek çoğalmaya başlar. Farklı siyasal kesimlerden müzisyenler onun müziğinden esinlenmekte ve sürecin başında ad konamayan bu müzik, listelerde de yerini alıp, kendine bilboardlar açmaya başlar. Medya, aranan tanımı bulmuştur ve Ahmet Kaya'nın bütün itirazına rağmen, bu tür 'Özgün' olarak tanımlanmaya başlanır. 12. albümü 'Dokunma Yanarsın' ile birlikte hayatında da bir takım değişiklikler gündeme gelir. Yeni firmalar ve yeni prodüktörlerle emeğinin karşılığını alma çabasına girer. Yine ağırlıkta Yusuf Hayaloğlu sözleri vardır ve giderek özdeşleşen bu ortak üretim süreci aynı verimlilikte hızla yol almaktadır.Bu yeni süreçte de milyonluk satışlara imza atar Ahmet Kaya. Türkiye'yi şarkılarına fon yapmış, ne istediğini bilen olgun bir Ahmet Kaya müziği vardır artık. 13. Albüm olan 'Tedirgin', sesinin rengini ve olgunluğunu günün teknik imkanlarıyla buluşturduğu bir çalışmadır. Yeni ve müziğine daha profesyonel bir destek sunacağına inandığı bir firmaya transfer olur bu albümle. Ahmet Kaya, hayata şarkılarıyla ve muhalif duruşuyla müdahale etmeye devam etmektedir. Ve 14. albüm 'Şarkılarım Dağlara' hazırlanır. Kendi söz ve müziklerinin ağırlıkta olduğu bu albümde, ilk defa Gülten Kaya'da bir şarkı sözü yazmış ve yol arkadaşını yine yalnız bırakmamıştır. Ahmet Kaya dinleyicisini yeni ve güçlü bir isimle daha tanıştırır; Orhan Kotan. Uzun yıllar bir Kuzey Avrupa ülkesinde sürgün yaşayan bu Kürt şairi ile buluşması tesadüfi değildir Ahmet Kaya'nın... Ve şarkılarını dağlara söylemesi de... 90'lı yılların ikinci yarısına doğru ülkenin bir tarafı ciddi bir savaşın bütün sonuçlarını ve acılarını yaşarken ve dağlarda genç insanlar ölürken, Ahmet Kaya bu gerçeği de şarkılarına taşımış ve toplumcu yanını bir kez daha koymuştur dinleyicisinin önüne. Albüm çok büyük satış rakamlarına ulaşır. Umutla beklenen ve özellikle Ahmet Kaya'nın ifade ediş biçimiyle "Tam bağımsız ve Gerçekten Demokratik bir Ülke" özlemi her geçen yıl biraz daha ertelenmekte, hem savaşın sonuçları hem 'kayıplar' gibi bir gerçekle karşı karşıya olmak onun duygularını bir kez daha ayaklandırmaktadır. 15. albümün adı bile Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu sembolize etmektedir; 'Beni Bul'... Ahmet Kaya gerçeğini artık herkes kabul etmektedir. Çıktığı her televizyon programı reyting yapmakta, onunla yapılan röportajlar yazılı basında satış artırmakta, Ahmet Kaya dergi kapaklarındaki haklı yerini almaktadır artık. Eşi Gülten'le birlikte kendi isimlerinin baş harflerini taşıyan bir prodüksiyon şirketi kurup (GAK PRODUCTION), iyi ve nitelikli müzik yapan herkese kapılarını sonuna kadar açmışlardır. Şimdi bütün birikimlerini paylaşma zamanıdır onlara göre. Ahmet Kaya, üretkenliğini başka bir alanda daha deneyip, bir ulusal TV kanalında 'Ahmet Abi'nin Vapuru' isimli bir program yapmaya başlamış, yine 'vazgeçilmezi' Yusuf Hayaloğlu ve eşi Gülten'le yoğun ve yorucu bir performans için kollarını sıvamıştır. 'Gak Production'da, Kent Ozanları isimli çağdaş halk müziği yapan bir grup ve on yıldır asistanlığını yapan Çetin Oraner'in albümlerine de yapımcı olarak imza atan Ahmet Kaya, bu arada kendi sürecini de devam ettirmekte ve hep amaçladığı bir şeyi gerçekleştirmek istemektedir. Yıllar öncesinin teknik imkanlarıyla az kanallı stüdyolarında kaydettiği şarkılara yeniden düzenlemeler yaptırmak ve giderek oturan ses rengiyle o şarkıları yeniden okumak istemektedir. 'Yıldızlar ve Yakamoz' isimli 16. albüm fikri de böyle olgunlaşır. Yaptığı her albümde, haftalarca-aylarca müzik listelerinin en üst sırasına yerleşen ve başarı grafiğini her defasında, her yeni ürünüyle yükselten Ahmet Kaya, her yıl düzenlenen ve neredeyse gelenekselleşen ödül törenlerinde birinciliği kendi dalında hiç kimseye bırakmadan onlarca ödül almaya devam eder. Bu başarıyı 'Dosta Düşmana Karşı' adlı 17. albümü izler. Artık alıştığı başarılardan birinin daha keyfini yaşarken, Magazin Gazetecileri Derneği'nin düzenlediği "Yılın Müzik Yıldızı" ödül töreninde de yerini alır. Ödülünü alırken yaptığı teşekkür konuşmasında yeni çalışmasından söz etmek istemiştir. Ancak ödül gecesi, Ahmet Kaya sürecinde bir milat oluşturmuştur. Bir linç girişimi ile hukuki savunmasını yapmış ve turnesini gerçekleştirmek üzere Avrupa'ya gitmiştir. Bu, onun çok sevdiği ülkesine bir daha ve asla dönemeyeceği bir yolculuktur. Kayıtlarını ve okumalarını bitirdiği son albümü 'Hoşçakalın Gözüm' tam bir veda albümüdür ve onun sevgili yol arkadaşı Gülten Kaya'ya emanettir artık. Paris'te yaşadığı fiili sürgün süreci ve köklerinden koparılmış olmanın acısıyla, 16 Kasım 2000 yılında, arkasında inanılmaz bir duruş, dosdoğru bir imaj ve hayatlarımızın üzerine serpilmiş güller gibi duran yüzlerce şarkı bırakarak gitmiştir. Bütün acısını içine gizleyerek, birkaç ay içersinde bu son albümün mix, editing-mastering çalışmasını tamamlayan Gülten Kaya, büyük bir kararlılıkla Ahmet Kaya'yı hayata taşımaya devam etmektedir. Profesyonel süreci boyunca onun müziğinde çeşitli isimler bulunmuşsa da Ahmet Kaya, kendisini hep toplumcu-gerçekçi sanat kategorisinde görmüştür. Dünyada 'protest müzik' olarak tanımlanan bu türün ülkemizdeki önemli temsilcilerinden olan Ahmet Kaya'nın en belirgin ve ayırdedici tarafı, müziğindeki geleneksel motiflerin ve ulusal kültür değerlerinden yola çıkmasıdır. Ahmet Kaya, toplumsal süreçten hiç kopmadan müziğini yapmış, hep Türkiye'nin siyasal ve toplumsal gidişatına paralel bir müzik seyri izlemiştir. O, Paris Komünarlarıyla ve dünyanın en önemli muhalifleri ve aydınlarıyla birlikte Pere-Lachaise mezarlıgında yatarken, bize duruşu ve sesi kaldı
-
Darbe Günlükleri
Devam mı tamam mı?Biraz cesur olayım devam Ama ben padişahı unuttum.Diktatörlükten arda kalan bir nefs-i müdafaaaa tüm yazılanlar!
-
Tuzla'da Yine Ölüm
Çok değil daha 8 gün önce İstanbul'daki Tuzla tersanelerinde son 7 ayda yaşanan 14'üncü işçi Metin Turan'ın ölümünün haberi basına yansıdı. Hükümet kanadından, Denizcilik Müsteşarlığı'ndan açıklamalar geldi: İnceliyoruz. Ancak daha Turan'ın 7'si yeni çıkmıştı ki Tuzla'dan yeni bir ölüm haberi daha geldi. Tuzla'da bulunan Dearsan tersanesinde çalıştığı iskeleden gemi ambarına düşen Cevat Doğan (35) adlı bir işçi daha hayatını kaybetti. Böylece ölümlü kaza istatistiklerine bir kişi daha eklendi. Adı artık ölüm tersanelerine çıkan ve 7 yılda 44 (dünkü ölümle birlikte 45) kişinin yaşamını yitirdiği Tuzla'da dün Doğan Raspa adlı taşeron firmada çalışan Cevat Dogan adlı işçi, saat 16.00 sularında iskeleden düşerek öldü. İş kazasında hayatını kaybeden Cevat Doğan'ın yapılacak otopsinin ardından memleketi Batman'a gönderileceği bildirildi. Doğan'ın ölmesiyle birlikte son yedi ayda Tuzla tersanalerinde iş kazalarında hayatının kaybedenlerin yasıyı 15'e yükseldi. Yaşanan son ölümle birlikte 2008 yılında ölen işçi sayısı 3'e çıktı. Geçen hafta SABAH gazetesinin konuyu tekrar gündeme getirmesinin ardından Denizcilik Müsteşarı Hasan Naiboğlu, Gemi İnşa ve Tersaneler Genel Müdürlüğü'nün uzmanlarından oluşan bir heyetle ölüm olaylarını incelediğini belirtmiş, bu heyetin son kazaları da nedenlerini ortaya koyacak biçimde inceleyeceğini açıklamıştı. Naiboğlu, "Sektörde çok sayıda işçi çalışıyor. İş yoğunluğu da fazla. Bu ortamda zaman zaman sorunlar oluyor. Ölümler oluyor" demişti. Çalışma Bakanı Faruk Çelik geçen hafta yaptığı açıklamada, tersanelerin alınan siparişler nedeniyle 2012 yılına kadar dolu olduğunu söylemişti. Yoğun çalışan tersanelerde, işçi ölümlerinin yaşandığına dikkat çeken Çelik, son dönemde meydana gelen kazalarla ilgili 10 iş müfettişin 5 aydır Tuzla tersanelerinde inceleme yaptığını belirtmişti.
-
Darbe Günlükleri
Çok ağır romantik olandan daha iyi gelir bünyeye yok ama benim bildiğim güzelim ülkemin güzel insanları(ne kıyak ama)daha kendi gerçekleri ile yüzleşmekten bile korkuyor;alıştırarak,ses çıkarmayarak Ne demek istediğinizi anladıysam ciddi yazmışsınızdır.Merak etmeyin az buçuk anlarız biz de mizahtan
-
slm
mavi olmayan gökyüzü şurada cevap verdi: hidemen başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımBen başbakan olmak istiyorum;gönlüme göre olur mu acaba? sen dua et olayım sana bakanlığın önünde hoşgeldinnnnnnnnnnnnnn diye selam yollayacağım valla sözümü tutmazsam Fbli olayım hoşgeldin
-
Darbe Günlükleri
Yok valla espirikten Kimin mi kellesi gitti?Bakın buna verilecek tek cevabım var; halkın kellesi.Şimdi diyeceksiniz ki bu da ne?Bu şu(?)Önce ki dönemlere daha doğrusu tarihe dönelim biraz.Cumhuriyet ilan edildi,demokratik ve laik bir ülkenin temelleri atıldı.Buraya kadar güzel.Durun ama bu güzellikler hep güzel mi kaldı;HAYIR!!! Tek partiliden çok partiliye olmadı dön tek partiye.Arada ki curcunalar,isyanlar,kutuplaşmalar,ince ayarlar;Sonra adım adım ilerlerken demokrat olma yolunda.Al sana darbe!Sonra darbenin meyvesi olan Anayasa ve o Anayasa ile varolanlar!Dünya değişiyor,sarmış ülkemin dört bir yanını allı morlu düşünceler,ideolojiler yetmemiş bize almışız bunları,bezemişiz patlayan bombalarla,patlarken elimizde o bombalar kana bulanmış topraklar ve yine al sana DARBE!Ve sonrası...Sonrası çok da önemli değil;aynı tas aynı hamam.Kimin mi kellesi gitti?Halkın kellesi gitti!hemde dediğiniz gibi süregelecek sen ve ben kavgasında;kendi kellesinin gidişinden habersiz olan bir halk!
-
Darbe Günlükleri
Yazan nasıl iyi mi?Bana sorarsan teoride evet pratikte hayır.Nasıl mı?Mesela halkı uyndırma,halk ile hareket etme,ordu ve kurallarlara bakışı...bunlar eee iyi biri demeniz için yetiyor.Tabi bu arada psikoljik çözümlemeler de fena değil,ayrıca haklılık payı da var;Ama partikte iyi biri değil çünkü;demokratik bir ülkede verilecek hiçbir bedelin adı darbe olmamalı.Kimileri hukuki darbe oldu falan diyor ama.Bence her dönemde olan birşey bu. olan birşey nasıl önlenir ki.Anlatım bozukluğu
-
YAYAMAZ KAYIMCA NIN YERI!
Ya benim Yayamaz Kayımcam nerelerdeeeeeeeee ama ben onu çok özledim.Hem bak acemi avukatda askere gitti.Diyarbakırlı arkadaşım desen bir geliyor sonra da gidiyor,oooo burada yalnız kaldım sadece Evren hal hatır soruyo bana.Dur şimdi teli aldım elime Yayamazım!!!!
-
Darbe Günlükleri
Değerli arkadaşım;estağfurullah!bence bu yakıştırma size hiç yakışmıyor.Darbe günlükleri birileri tarafından hap diye sunulmamış,doğrulanmış.Sorularınızın cevabı arkadaşlarımız tarafından verilen darbe günlüklerinde!
-
Darbe Günlükleri
Bakın işte maalesef AKP bunu başaramadı.Demokrasi anlayışı o kadar kıtlaştık ki bir baktık o da artık işine göre davrananlardan oluverdi.Hukuk herkese lazım demişti Taylan Abi,evet hukuk hepimize lazımdı!Ama bizim olan hukuk hep başkaları için ''başkalaşan'' oldu.Ben AKP kapanmasın diyorum,derim ama DTP kapanacağı zaman hukuka saygı diye susan bir partinin kendi kapanması durumda aldığı tavır samimiyeti konusunda beni olmadık kuşkulara soktu.Dtp taraftarı olduğumda değil;demokrasi ve iktidarın cesaret istediğindendi bu beklentim. Oldukça isabetli!Değil mi ama?
-
İçindeki nakaratı yaz...
Hepimiz kardeşiz,bu öfke ne diye...diye başlayan şarkı yok türkü!İş esnasında gelen evraklara inat sabahtandır dilimde(ne alakaysa)