Zıplanacak içerik

mavi olmayan gökyüzü

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey

  1. Değerli arkadaşım cihad konusuna da değinmişsiniz.Oldukça da güzel açıklamışsınız.Yalnız dinler yada şöyle diyeyim İslam dini tüm insanlara ulaşmayı amaçlar.Burada cihad hemen işin içine girer.Cihad dediğiniz gibi sadece silahla yapılan mücadele olmasa da gerektiğinde silahlı mücadaleyi içine alır.İslam'da ki savaş hukuku ve savaşın meşrulaşmasına olanak sağlayan savunmayı bir tarafa bırakırsak İslami olan devletlerin dini yaymak için kullandığı savaş yoluyla dini başka coğrafyalara taşıma ne kadar İslam'a uygun?
  2. Durun ama bende birşey yazayım.Kendisini çok iyi tanımasamda(ama asker olduğunu biliyorum ha bide şimdi evinde) forumun gözdelerinden biri olduğu belli.Neden acaba?Bu da soru mu?Neyse galiba Yılmaz Güney'i çok seviyor; o halde...bu sana arkadaş! ARKADAŞ Olmasın o ta içten Gülen gözlerde yaş Bir gün gelip ayrılsak da Seninle arkadaş Bir kıvılcım düşer önce Büyür yavaş yavaş Bir bakarsın volkan olmuş Yanmışsın arkadaş Dolduramaz boşluğunu Ne ana ne kardaş Bu en güzel bu en sıcak Duygudur arkadaş Ortak olmak her sevince Her derde kedere Ve yürümek ömür boyu Beraberce el ele Olmayacak o ta içten Gülen gözlerde yaş Bir gun gelir ayrılsak da Seninle arkadaş
  3. Bugün gittiğim bir konferasta Türkiye de ki işsizlik oranı %19,6 olarak gösterildi.Dikakatimi çeken oldukça ilginç bir nokta vardı;yıl olarak hatırlayamıyorum ama bu oran bazı yıllarda %20 yi buluyordu.Ama genel anlamda 15-24 yaş genç iş gücünün ağırlıkta olduğu bir işsizlik oranı çizelgesinde görülen acı bir gerçek;her yıl bir önceki yılın işszilik oranını aratıyor. Değerli arkadaşım Tuzla'da yapılan grevlere destek vermeyen Tuzla işçileri aklıma geldi bu yazdıklarını okuyunca.Aslında onları suçlamak da bana pek doğru gelmiyor.Düşünsene ekmek derdine düşmüş bu insanlar buldukları işi nasıl böylesine gerekçelerle kaybetmeyi göze alırlar.Böylesi gerekçeler dediğim gerekçe ne biliyor musun?İnsan onuruna yaraşır iş koşulları,eşit ücret...Bazen insanlar için tüm bunlar savsataya dönüşebiliyor söz konusu sadece iş bulmak olunca!Dahası işsiz kalma tehlike çanları her daim çaldıkça!
  4. Çok güzel bir insan.Nerden mi anladım.Belki tuhaf gelecek sizlere ama yazılanlarla dile gelen yüreğinden!Oldukça güzel olan Sarı Laleleri çok sevdiğini az önce öğrendiğim GLORİA;mavi olan gökyüzü tüm maviliğe ile sana gülümsüyor.Sevgiler!!! Yayamaz Kayımcam sen nerdesin ya.Bak herkes seni çok özledi.Gel artık.Daim ve umutla!!!
  5. O zaman kapat gözlerini ''sarı lale''lere bulanmış bir geleceğinin tebessümlerinde hayal et kendini;sonra mı aç gözlerini dile o güzellikleri ve yaşa o özlediğin tebessümleri!Saygılar...
  6. mavi olmayan gökyüzü şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Politika Bilimi
    Asıl demokrasi dediğiniz sınırsız özgürlük olarak tanımlayacağımız çıkış noktası mı?Şayet buysa bu bir ütopya olarak kalmaya devam edecektir.Her türlü ifadeye zararlı olarak yaklaşan demokrasiye göre bu tehlike sınırı nedir?Bu da bizi galiba yine devlet karşısında sınırları çizilen bir demokrasiye götürür. Bizlere daima halkın kendisini yönetimde temsiliyet veya diğer araçlarla ifade etmesi olarak tanımlanmış bir demokrasi var.Öyle ya demokrasi halktı,halkın devlet karşısında ki gücüydü.İşte tam bu noktada demokrasi bireyi devlete karşı olarak koruyan değil;devlete hizmet eden bir birey anlayışına dönüşmüştür.Sınırsız olan özgürlük ütopya olarak kalmaya mahkumdur dedim;çünkü demokrasinin özü olan sınırsız özgürlük devletler için daima tehdittir.Demokrasinin tarihini okuduğumuz zaman bu çok keskin ifadelerle karşımıza çıkar.Demokrasi artık demokrasi değil;anayasa veya hukukla yeni bir anlam kazanmış Anayasal Demokrasi vb...Devlet ve birey ilişkisi demokrasi ve tüm diğer düzenlerde tartışılması anlaşılması gereken bir konudur.Konuyu saptırmadan yine size dönelim;dediğiniz gibi ''her şeye rağmen "devlet" yine kendi "öz"ünü korumaktadır ve demokrasi ancak kendisine izin verilen bahçesinde halka açık olarak oynamaktadır;asıl demokrasi ise ütopyada yerini almıştır...''
  7. Korkmak yok! Kazmaya devam! Ergenekon terör çetesi yakalandı. Bu defa gemi batmadan buzdağı fark edildi. Peki kim bunlar? Onlar buzdağının görünen kısmı. Onlar, küçük yaştan beri iktidar sahiplerinin gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde metinleri ezberletilenler. Onlar, her sabah varlıklarının Türk varlığına armağan olması için yemin ettirilenler. Onlar, mesele vatansa gerisinin teferruat olduğu öğretilenler. Onlar, rektörler tarafından göreve davet edildiler. Onlar, Cumhuriyet mitinglerinde yapılan imdat çığlıklarına kulak verdiler. Onlar, her gün felaket manşetleri atan büyük gazeteleri aldılar. Onlar, köşe yazarlarının günaha davet yazılarını okudular. Onlar, lüzum olduğunda hukuku ayaklar altına almaktan çekinmeyen mahkemelerin kararlarıyla cesaretlendirildiler. Onlar, en az suçu olanlar. Onların suçu ?yangın var? diyenin imdadına kovayla koşmaktı. Onların suçu ?imdat? diyenin peşinden suya atlamaktı. Onların suçu ?vatanı satıyorlar? diyenin yardımına satırla varmaktı. Onların suçu ?irtica hortladı, rejim tehlikede? diyenin derdine çare olmaktı. Onlar, kader mahkumu. Onlar, arkadaş kurbanı. Azmettiriciler hala dışarıda. Fikir babaları serbest. Kral hala çıplak. Şemdinli hala karanlıkta. Ferhat Sarıkaya hala mesleğinden uzakta. Nokta hala kapalı. Onlar daha çok küçük, büyükler hala görev başında. Her şey daha yeni başlıyor. Korkmak yok! Yola devam! Korkmak yok! Kazmaya devam(Genç Siviller) Ve tüm olanlara rağmen Ergenekon olayını ''aaaa olur mı ya'' şeklinde şaşkınlıkla izleyen yok dahası bunu görmemezlikten gelen değerli forum arkadaşlarım;bunu bir kez daha okuyun.O zaman göreceksiniz ki...Biz ulusalcı,sağcı,solcu olanla değil vatanı kendi kişisel hesaplarıyla yok sayanlarla tarihe hasap soruyoruz.Tüm kavram ve dinleri vatan olma uğruna bir köşeye bırakıp ''vatan için cesur ve dürüst'' olmaya davet ediyoruz.
  8. Aklı acayip karıştı 6 hissimin yahu izlediğim korku fiilmi çoookm etkiledi ondan mıdır ısrarla yine de ''MADE İN TURKEY'' olmaz diyo
  9. Az sonra tvde çok muhteşem bi korku filmi var,onu izleyeceğim dakka başı gözümü kapatacam ama olsun.Sonra bavulu toplayıp bilgisayarımla vedalaşacağım.Sonra buradayım
  10. Baya ne olmaz işte alla alla.hem altıncı hissim söledi(kendisinin ne işe yaradığını daha çözemedim ama olsun;herkes güveniyo ona bende artık güveniyom) Yaz hanfendi teessüf ettim size benim gibi adama yok hanıma aman her neyse bu yapılır mı?Boşver sen onu.baya sor.Vereyim cevabı...hayır,hayır,hayır
  11. Değerli kıdemli,uzman arkadaşlar(bunu yazarken kıskanıyorum sizi ama bende kıdem istiyorum neyse konuya döneyim ) ne arkadaşları ya değerli arkadaşım Gloria'nın anlamı ne?ben bi ara foruma takılırken başka yerden baktım lale diye hatırlıyorum.Ama kaynağa dönmek daha iyi Oldukça güzel bir nick. Yüreğinizin gittiği tüm kıyıların size tebessüm armağan etmesi dileğiyle...
  12. Ya ama biz iş sağlam olsun diye fare zehiri kullandık?yani ondan dur sana bir soru...ama senin sayfana ekleyeyim...
  13. Değerli arkadaşlar İslam'da savaş konusu hangi yönüyle ele alınır?Daha doğrusu İslam gibi evrensel bir dinde savaş denildiği gibi meşru mudur?Öyleyse neden?Bunu çok merak ediyorum.
  14. olmazzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzzz diyorsak biz bişey biliyoruz da söylüyoruz değil mi ama valla hep bunu yazasım geliyodu seni görünce kısmet bugüne yaz havası mı?düşünmem gerek olur olur inanmıyozsan yaza soralım yaz abi yo abla...?
  15. Sen ne zaman geldin!!!!!!ya ne kadar özlemişim ben bu acemi avukatı hemen açıyorum senin şarkını.Beni kimlere emanet ettinsen emin ol ki çooooooooooooook ii bakıyorlar!Onlar olmazsa....offff neyse fazla deşifre etmeyeyim canım arkadaşım yarın anneme gidiyom büyük ihtimalle(kestim bileti ama malum biliyon iş miş)gidersem oraya sana kendi memleketimden sımsacak paylaşılacak bir ekmeğin en büyük parçasını göndereceğim.Telefonuna el koyuldu demi?Ne zaman arasam diiiiiiiiiiiiiid diyor Diyarbakırdan Emremize yürekten selamlar!(şimdi başladı senin şarkı)
  16. ''MADE İN TURKEY'' olmazzzzzzzzzzzzzzzzzzzz olmaz olmaz
  17. Valla ben espri yapıyor yine Godzilla dedim ama herkes doğruluyor ya valla kontör sıfır yarına ancak alırım;deneyeceğim ama şakaysa kontür paramı sizden çıkarırım. Doğruysa da vay halimize...Neyse önce bende bir 2 ekleyeyim
  18. Burada biz Rua'yı zehirledik ama oooo çok şey oldu bu defterde çoooooooooooooooook
  19. Hoşgeldin Ceren; şimdi sana bir hoşgeldin partisi dur ya onun için pasta lazım ama ben pasta yapamam ki Takıldığın noktaları Adminimize eee bize de sorabilirsin,azcık olsa da yardım ederiz. Hım ayrıca bzi birbirime laf atmıyoruz,lafı havada tutup tava da pişiriyoruz,valla biz birbirimizi çok seviyoruz, inanmıyorsan bana sor
  20. Konumları iyi düşününüz derken?Yazdıklarınızı biraz daha açarsanız sevinirim!
  21. Çözüm için herşeyden önce bir proplemin varlığı kabul edilmelidir.Siz eğer proplemi hissetmeden,anlamadan,kabul etmeden çözüm yolları arıyorsanız o zaman kendinizi aldatıyorsunuzdur. 2010 diye değiştirsen daha makbul olacak!Hatta biraz daha iyi niyetli davranarak 2040 desek;çünkü ben pek de umutlu değilim.
  22. Ne güçlü bir dildir kıssa dili! Ne kadar, güç, genişlik ve zerafet var sembolizmde! Onun hakkında ve ona göre söylenemeyecek hiçbir şey yoktur. Sembolizm Avrupa'da siyasi tıkanma ve boğulmanın ortaya çıktığı bir dönemde gelişti. Güçlü bir yazar, en buhranlı ve en şiddetli siyasal ve diktatörlük şartlarında, en tehlikeli sözleri söyleyebilir. Yazarı okuyucusundan başka hiçbir güç susturamaz. Fakat her halükarda, yazarın, sinirlerin susuzluğunu, kalp hücrelerini ihtiyacını, insan ruhunun ve insan beyninin ihtiyacını gidermemesi doğal değildir. Düşünce ve ruhu ikna eder, başarı kazandırır; ama insan ruhunun kalbi ve insan kalbinin ruhu öylece susuz kalır. İnsana başarı duygusu verir; fakat bunu yapmakla insani duyguyu razı etmez. O susuzluk, o eğilim öyle susuz ve aç kalır. Terör, korku, yalnızlık ve vahşet şartlarında yazan sözlerini söyleyen, bütün özgürlükçü istek ve düşüncelerini, küfür ve nefretlerini açıklayan siyasi bir yazar, sembollerin kıssaların ve sanatkârlıkların perdesi altında, yinede caddeye çıkıp çalışma masasının gerisine oturarak yüz yüze ve açıkça diktatörlüğe sövebileceği ve apaçık bir şekilde şöyle feryat edebileceği günün arzusu içerisindedir: ''Ey özgürlük! Seni seviyorum. Sana muhtacım. Sana aşığım. Sensiz yaşam zordur. Sensiz bende yokum. Varım, ama ben yokum. Yani o var olan ben değilim. Ben, sensiz boş, anlamsız, şaşkın, avare, ümitsiz, kalpsiz, ışıksız, tatsız, beklentisiz, intizarsız, beyhude yani bir hiç olacağım. Ey özgürlük! Senin sevgi, dostluk ve şefkatinle beslenmişim. Ey özgürlük! Senin yüksek ve özgür endamın, benim mabedimin güzellik minaresidir. Ey özgürlük! Senin masum ve renkli güvercinlerin benim sırdaş ve aşina dostlarımdır. Barış güvercinidir onlar. O güvercinler, benim tüm ümit ve iyi haber mesajlarımın ve bütün müjdelerimin habercisidirler. Ey özgürlük! Keşke seninle yaşasaydım. Seninle can verseydim. Keşke sende görseydim. Sende nefes alıp verseydim. Sende uyusaydım. Sende uyansaydım. Yazsaydım, söyleseydim. Sende hissetseydim ve seninle olsaydım! Ey özgürlük! Ben zulümden bıkkınım, esaretten bıkkınım. Zincirden bıkmışım, Zindandan bıkmışım. Hükümetten bıkmışım. Zorunluluktan nefret ediyorum. Seni tutsak yapmak ve bağlamak isteyen her şey ve herkesten bıkkınım, nefret ediyorum. Benim yaşamın senin hatırınadır. Gençliğim senin hatırınadır var olmam. Ey özgürlük! Kutlu özgülük! Seni tahta oturtmak istiyorum. Ya sen beni yanına çağır, yada ben seni kendi yanıma çağırayım! Ey özgürlük! Kanadı kırık güzel kuşçuğum! Keşke seni vahşet bekçilerinden gece, karanlık ve soğuk meydana getirenlerden, duvarları, sınırları, kaleleri, zindanları yapanlardan kurtarabilseydim. Keşke kafesini kırıp seni sabahın temiz bulutsuz ve tossuz havasında uçurabilseydim. Fakat... Benim de ellerimi kırmışlardır. Dilimi kesmişlerdir. Ayaklarıma zincir vurmuşlar ve gözlerimi bağlamışlardır... Yoksa seni benimle mi karıştırıp birleştirmişler? Seni benimle aynı kalıba mı dökmüşler? Seni derinliğimde en samimi ve en gerçek benliğimde buluyorum, hissediyorum. Senin tadını her an kendimde tadıyorum. Kokunu daima kendi yalnızlık fezamda kokluyorum. Çölün yaz gecelerinde göğün küçük yıldızının gönlünde, melaküti kanatların sürtüşmesiyle meydana gelen kalp oynatıcı çan sesi gibi gürültü çıkaran sesini her zaman işitiyorum. Her sabah hayalimin şefkatli ve sevgili parmaklarıyla elimde huzursuz olan canlı ve dilli saçlarını yumuşak bir şekilde ve sevgiyle tarıyorum. Günün tamamını seninle geçiriyorum. Adım adım gölge gibi seninle birlikteyim. Seni hiçbir zaman yalnız bırakmıyorum. Her zaman ve her yerde seni benim yanımda beni de senin yanında görüyorlar. Sofra başında, yanındaki boş sandalyede oturan benim, görüyormusun? Ben varım, gözlerini doğru aç. Sultan ve mütevelliyi gördüğün güzlerle değil sadece beni görmek için var olan gözlerle, yalnız benim sende gördüğüm gözlerle bak. Ağzına gizli bir lokma koyan benim. Ansızın dudağına bir bardak koyan benim. Senin için elma soyup kesen ve dilimleyen benim. Hemen başını çevir ki, kaçıp kaybolma zamanımdan önce beni görebilesin... Her ikindi, yaz aylarının sakin, sevgili ve şefkatli ikindileri, kışın sıkıntılı ve suratsız ikindileri, zindanında kederli ve yalnız şekilde somyaya düştüğün ve kendini bıkkınlık, yorgunluk, soğuk ve ümitsizliğe terk ettiğin zaman, yanı başında birçok gece notları, makaleleri, kitapları, risaleleri, şiirleri, öyküleri, nağmeleri ve tasnifleri (katil ve cellâtların bakışları altında, senin ve benim zorba hükümetimizin vahşet ve korku dolu günlerinde) yazan, terennüm eden, yazdıklarından sonra zindan, takip ve işkence gören ve onları senin için okuyan benim. Sen ise sakin ve sessizce kulak veriyorsun. Her an bir şaşkınlık, her an bir tebessüm, her an yüksek bir kahkaha, her an yeniden fırlayıp kendi çevrende dönüp dolaşmak... Kendini aynanın karşısına geçirmek, bu durumda kendini aynada görmek ve görmemek... Her an hayrette kalmak... İnanmak, inanmamak... Bazen itiraz...Yüz buruşturmak, kaş çatmak, yarı kahrolmak, hemen özür dilemek, alametiyle gönül okşamak, utangaçlık alametiyle sevimli bir tebessüm... Sonra bir soru, ve sonra bir cevap, arkasından bir şüphe, bir tereddüt, sonra da karar vermek. Ardından söz söylemek ve hemen kızarmak. Ondan sonra bir sessizlik, suskunluk. Ne suskunluk! Sonra ayağa kalkmak ve baş aşağı düşmek. Düşünceye dalmak, elbise giymek ve evden dışarı çıkmak... İşte bütün bu saatlerde, bu zamanlarda seninle birlikte olan benim. Sen yalnız değilsin.seni hiçbir zaman yalnız bırakmıyorum. Sen beni az tanıyorsun. Benim bütün yaşamım senden oluşmuştur. Senin uğruna hiçbir zaman baskı, gazap, gasp ve engellere teslim olmadım. Beni ipe bile götürseler, yine de asla kalbim senden ayrılmayacak. Sen benim kalbimsin, benim su ve toprağımda yoğrulmuşsun. İşkenceler, ancak benim sana olan sevgimi arttırmışlardır. Zindanlar, bana senin sevgi ve aşkından başka bir şey getirmemiştir. Düşmanlıklar, vahşilikler, korkutma hareketleri ve takipler, sana olan vefamı daha da artırmaya yaramışlardır sadece. Ve... Geceler... Vah! Gecelerden bahsetmek ne kadar zordur! İnsanların olmadığı, duvarların karanlıkta kaybolduğu, kralın gözünün kapandığı ve kalelerin muhafızlarının uykuya daldığı geceler! Ve... Ben o gecelerde ayaktayım, sen ise uyanık. Dünyalıların gözü uykuda, ve kafeslerini kırarak birbirlerine karışmak ve gökyüzünün o güzel yalnızlığının sevimli sinesinde uçmak isteyen dört güvercinin ümit ve bekleyiş gözünün hilali... Ve... Geceler... Beni üzüntü, hastalık solgunluğa terkedip eve dönüyorsun. Yalnızca evin kapısını açıyorsun. Öyle bir evin kapısını ki, içerisinde bir ses, heyecan ve şevk varsa, bunlar da komşu duvarlardan geliyor ayaklarının sesi, evin sessiz ve suskun kalbine heyecan düşürüyor ve ansızın kesiliyor. Odanın kapısını açıyorsun ve içeriye ayağını koyuyorsun. Senin bekleyiş ve ümit gözünle o köşede çehrene gülümseyen benim. O an kalpten gülümsüyor ve geri dönüp kapıyı kilitliyorsun. Tekrar dönüyor, beni yanına oturtuyorsun; ve soruyor, soruyor, soruyorsun. Ben ise öylece suskun duruyorum. Başımı önüme eğmiş ve gözlerimi halıya dikmişim. Öyleki konuşacak akıl ve kalbim yok. Solmuşum, sıkılmışım ve bıkkınım. Çünkü hayat zorlaşmıştır. Boğulma, acımasız baskı, sağlam kaleler, uyanık zindancı... Bütün bunlar bana eziyet ediyorlar. Bunlara alışmamış, baskının elinden bir şarap içmemişim. Boğulma ve tıkanma dünyasıyla dostluk kurmamışım. Öfke, vahşet ve duvarla arkadaş olmamışım. Kalbimi senden ayırmamışım. Her adımı güçlükle atan ayağım senin aşkına koşuyor. Bir zincire, bir ipe eğilmeyen baş, senin eteğine eğiliyor. Ümit göze eğilmeyen endam, senin mabedinde namaz kılıyor. Ölüm tufanlarından titremeyen yürek, seni hatırlamakla perişan oluyor. Ve... Bana şiddetle ve çok eziyet etmişlerdir. Bana işkence ediyorlar. Kalbim parçalanmış, ruhum karma karışık ve parça parça olmuştur. Gücüm kaybolmuş ve ümidim yok olmuştur... Ve yorgunum! Sen ise yalnızlık halvetinde onun gönlünü alıyorsun. Onun kucağına baş koyuyor, aşikane bir gezele konu olan yumuşak ve sıcak ellerini, onun titrek ve soğuk ellerine koyuyorsun. Onu sakinleştiriyor, ısıtıyorsun. Senin gazelinin on şah beytinden haberini benim parmaklarımın beyitleri birer birer bir kenara alıyor; her beyiti nağmeliyor ve bir rubai yapıyor. O zaman tamamı güzel, sıcak, iyi, gizli, dertli ve yakıcı gazelleri, nağmeleri, makamları, şiirleri, sesleri, şarkıları kapsayan bir divan meydana geliyor. O zaman sen ondansın, hayır bendensin. Her ikisi de birdir. O benim. Benim niçin kederli olduğumu, niçin solduğumu, niçin o yıl gelmediğimi soruyorsun. "Niçin önceki yıl yoktun? İki yıl önce niçin o makaleyi yazmadın. Niçin iki yıl önce, beni öven şiirini basmadın? Niçin?" diyorsun. Unuttun mu ?! Takip mi ettiler? Ve ben, yazgımdan, yorgun maceramdan ve senin yolunda çektiğim dert, eziyet, ıstırap, acı, üzüntü ve işkenceden bahsetmekten bıkmışım. Aslında ne dostun yanında dost yolunda çekilenlerden bahsetmek insanlık alametidir; nede dostun kalbini incitmek insanca bir davranıştır. Bu öykü ve açıklamalarla sona eren anlardan dolayı yazıklar olsun bana. Bu anlara üzülüyorum. Bazen özgürlüğü sevme yolunda uygunsuz bir adım ve özgürlüğü övmede korkusuz bir kalem özgürlüğü daha çok sınırlıyor ve özgürlük aşıklarını en az özgürlük işaretlerinden bile mahrum ediyor. Benim bu işte sahip olmadığım nice deneyimler ve bilmediğim nice çok bilinen ve bilinmesi gerekenler vardır. Özgürlük ve özgürlüğe aşık olma hatırına, özgürlük ve cihadı övmek, benim mesleğim, meşgalem, işim, hayatım, aşkım,imanım ve şahsiyetimin çerçevesi olmuştur! Çaresiz kaçıyor ve soruyorum: Sen ne yapıyorsun? Zamanını nasıl geçiriyorsun? Ne düşünüyorsun?... Sen kendi kendine İsa gibi Yahudilerin pençesinde olduğunu, Kayser'in seni çarmıha gerdiğini, darağacına çektiğini ve başına bir taç koyduğunu söylüyorsun. Ben ise Mesih'in yorgun havarisi Saint Paul gibi kendime kıvrılıyor, boşlukta kendisinin bile duyamayacağı bir feryat çeken dertli gibi, başını büküyor ve yürekten inleyerek ağlıyorum. O zaman başımı kaldırıyor ve hissediyorum ki, göklerin bütün bulutları gönlüme yağmaya başlamışlar. O an gözlerimi, kucağımda parçalayan yüzüne dikiyor ve gülün üzerine konan ve çevresinde uçan iki kelebek gibi, bakışlarımla yanaklarına, yarı uyumuş ağır göz kapaklarına, ıslak kirpiklerine, kulak tozuna, asil olmayan burnuna ve su çeken asil dudaklarına naz yapıyorum. Çaresizliğimden, yani esir oluşumdan dolayı kalpte eriyorum. O vakit senin yüzüne sıcak bir damla düşüyor. Sen bunu anlıyorsun, ama izhar etmiyorsun. Onu kalbinde tutuyorsun. Bir an öylece sessiz kalıyorsun. Ama kalbinde şiddetli bir kavga yapıyor ve ayağa kalkıyorsun. Fakat bana bakmıyor ve ayağa kalkıyorsun. Bana bakmıyorsun. Başını öyle bir işle meşgul ediyorsun ki, bende görmüyorsun. Bir an geçiyor, ondan sonra bana yüzünü çevirmeksizin, benden daha uzak bir soru soruyorsun. Fakat bir cevap duyamıyorsun. Tekrar ediyorsun soruyu, yine bir cevap işitmiyorsun. Başını çevirip bakıyorsun, ama kimseyi göremiyorsun. O zaman benim yerimde yalnızlığın oturduğunu görüyorsun. Yalnızlık gölge gibi senin peşine düşüyor. Seni takip ediyor. Evet, yalnızlık kendi bedduasını senin üstüne atmıştır. Pençesi ile gırtlağını sıkıyor; sıktıkça sıkıyor; he an daha bir şiddetli ve düşmanca sıkıyor. Seni bir an bırakmıyor. Her zaman daha da ağır, vahşi ve güçlü oluyor. Sen ise zavallısın. Kalmaya gönlün yok. Kitaba sığınıyorsun. Açmaya gönlün yok. Yemekle meşgul oluyorsun. Ama canın yemek istemiyor ve geri dönüyorsun. Yorgun, halsiz ve solgun olarak, kendi tortun ve artığın gibi çarpıntı ve ızdıraptan dolayı yatağının boş sedefinde sürünüyorsun. Battaniyeyi yalnızlık korkusu ile başına çekiyorsun. Ansızın bir nefes sesi! Çektiğin nefesin sıcaklığı vuruyor. Battaniyeyi kaldırıyorsun ki, ışıkta göresin, fakat göremiyorsun. Tasavvurunda, acı bir gülümsemede bulunuyorsun. Kalkıp lambayı söndürüyor ve yatağına geri dönüyorsun. Yine nefesinin sıcak ve yumuşak şulesini yüzünde ve boğazının altında hissediyorsun. Ve o zaman karanlıkta bakıyor ve tekrar beni görüyorsun. ................................................................................ .............. Ey özgürlük! Senin için nice zindanlar çekmişim nice zindanlara da katlanacağım. Yine senin için nice işkencelere tahammül etmişim ve nice işkencelere de tahammül edeceğim. Fakat kendimi asla istibdada satmayacağım. Ben özgürlükle terbiye olmuş ve beslenmişim. Üstadım Ali'dir. Ali, korkusuz, zaafsız ve sabır dolu bir insandır. Rehberim özgür insan ve özgürlük için yetmiş yıl inleyen Musaddık'tır. Her ne yaparlarsa yapsınlar kesinlikle senin havandan başkasını soluyamayacağım. Ama benim seni tanımaya ihtiyacım var. Bunu benden esirgeme. Hadi, her an neredesin, ne yapıyorsun söyle. Söyle ki, bende nerede olmam ve ne yapmam gerektiğini bileyim!...
  23. Son Dakika!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! haberlerinde pervasızca veriliyor ölüm haberleri;adı savaş kendisi işgal... Irak'ta bombalı saldırı: 4 ölü Irak'ın Felluce kentinde düzenlenen bombalı saldırıda 3'ü polis, biri sivil 4 kişinin öldüğü bildirildi. Reklam Polis, başkent Bağdat'ın batısındaki Felluce kentinde bir bankanın dışında düzenlenen saldırıda 15 kişinin de yaralandığını belirtti. Polis, sabah erken saatlerde bankanın olduğu yerde bir patlama olduğunu, bölgeye polisin gelmesi ve insanların toplanmasıyla birlikte bombalı saldırının düzenlendiğini, kayıpların da bu ikinci patlamada meydana geldiğini belirtti. Bir zamanlar Sünni direnişinin kalesi olan Felluce'deki saldırıda yarananlardan birinin Irak televizyonu kameramanı olduğunu da bildirildi. derken aklıma nedense birden bire Filistin geliyor.İsrail vuruyor,dünya susuyor;Filistin yanıyor,savaşın çocukları hayır işgalin çocukları anlatılıyor birkaç kelime ile böyle... Çocuk olmak... Gazze'de her savaş çocuğunun öyküsü vardır. Kimi babasını, kimi ağabeyini, kimi kendisine oyuncak almaya söz verip de bir daha gelmeyen yakın akrabasını kaybetmiş. Filistin'de çocuk olmak, şimdilerde Lübnan'da olmak yetiyor savaş çocuğu olmaya. Oyuncuklar da burada değişiyor. Ne bebek Sindy'ler, ne de çizgi film kahramanlarının oyuncak bebeklerine erişebilirsiniz burada. Plastik silahlar, mermi kovanları ya da savaştan artakalan zırhlı paletler, şarapnel parçaları oluyor burada çocukların oyuncakları. Ve çok ilginçtir, bu oyunların hiçbirinde çocuklar, 'düşman kuvvet' İsrailliyi seçmiyor. Bir taraf Kitabul Kassam, bir taraf ya El Fetih ya da HAMAS oluyor. Yaşamın yükü savaş çocuklarının omzuna tüm ağırlığıyla çöküyor. BM'in ya da yerel hayır kurumu olan Cemiyet ül Vataniye (Vatan Cephesi) tankerlerinin getirdiği sulardan bir veya iki pet şişe kapabilmek için verilen amansız mücadelenin içinde buluyor kendini Filistin'deki savaş çocuğu. Tank mermilerinin ya da tankların arkasına takılan pullukların açtıkları derin çukurların içerisinde bata çıka iki üç litre su kapabilen savaş çocuğu, anın, belki de günün en mutlu insanı oluyor. Uzun gurbet yolculuğunda görüyorum kendimi.. yargılanıyorum sokakların derinsizliğinde, yargısız,mahkemesiz.. vedalaşmak geliyor içimden tanıdığım-tanımadığım insanlarla.. hıçkırık tutan tüfeğimin çifte namlusuydu beynimde öten.. sokakların derinsizliğinde yargılanıyorum sorgusuz,sualsiz.. gediklerde ıslık çalan bendim, oysa mermi sesleriydi bir zamanlar.. korkulu bir duygunun prangalı esiriydim halepçe meydanında.. yargılanıyordum yargısız, sorgusuz, mahkemesiz
  24. Dünkü Taraf’ta Abant’ta yapılan, Kürt sorunuyla ilgili toplantıda geçen bir konuşmanın kısa haberi vardı. Bolu Valisi Halil İbrahim Akpınar, “45 yaşındayım, artık adam gibi demokrat, özgürlükçü bir ülkede yaşamak istiyorum,” demiş. Bu cümleyi hele bir valinin telaffuz etmiş olması ne güzel! Sonra da elemiş: “İyi ki, biz Hindistan gibi bir ülkeyi yönetmiyoruz. Hindistan’ı yönetseydik 500 parçaya bölerdik.” Bu sözler, aynı benzetmeyle ve başkalarıyla birlikte, bugünlerde sık sık aklımdan geçen, hattâ yazmak için de not aldığım bazı düşünceleri hemen hatırlattı. Hindistan, evet! Bu ülkeye hem büyük bir ilgi, hem de derin bir sevgi duymamın nedeni bu: böylesine kalabalık böylesine yoksul ve böylesine heterojen bir toplumun, üstelik yığınla kargaşalık içinde, bir bütün olarak ayakta durması ve önemli bir badireden, örneğin bir askerî darbeden geçmemesi. İki başbakanın (anne ve oğul) silâhlı suikasta uğrayıp can verdiği bu ülkede, bizim Ergenekon, her gün en az iki tane darbe gerekçesi bulurdu. Ama Türkiye’yi Hindistan’la karşılaştırmak haksızlık olur, çünkü Hindistan kimseyle karşılaştırılabilecek bir toplum değil. Hindistan’ın yaptığını bir tek Hindistan yapabiliyor. Ondan daha mütevazı kıyaslamalarla yetinebiliriz. Örneğin, Güney Afrika Cumhuriyeti! Güney Afrika nereden mi aklıma geldi? Oradaki sorun “ırk” temeline bağlı olduğu için bize benzemediğini mi düşünüyorsunuz? Evet, benzemeyebilirdi; ama biz, aynı şekilde bir “ırk” sorunu olmayan Türkiye’de “laik/Müslüman” ayrımını bir ırk sorununa çevirmeyi başardık. Türkiye’de sıradan bir laik Müslümanlar’dan, sıradan bir Boer’in bir zenciden nefret ettiği kadar nefret ediyor, onun kadar küçümsüyor, onun gibi, o ******** ********* aynı mekânda bulunmaktan kaçınıyor. Ama Güney Afrika Cumhuriyeti’nde beyazlar bu tavrı yıllar yılı sürdürdükten sonra gerçeklikle uzlaşmaya karar verdiler. Bir kere karar verdikten sonra, bunu yapmayı da başardılar. Bugün Güney Afrika’nın birçok sorunu var, ama Apartheid bunların arasında değil artık. Biz ise bu durumdayız. Şu “Ergenekon” işinde yeni bir aşamadayız. Bugün Hürriyet “Ne Sorgu Ama” diye manşet atmış. Demek ki bütün bu olan bitenler saçma, yalan dolan. Bizim Taraf gibi, ruh hastalarını barındıran yayın organlarının hezeyanı. İyi güzel de, iç sayfalara Britanya’nın Observer’ından bir alıntıyı da koymadan edememişler. Observer bu olaylara “hezeyan” falan demiyor. Kim kandırmışsa kandırmış, işi önemli bile görüyorlar. Hele bir cümle var ki, bayağı düşündürücü: “...bölünmüş bir ülkede laik elitin hıncını gözler önüne sergiledi.” Aynı haber ve alıntı Milliyet ve Sabah’ta da yer almış; Sabah’ta ayrıca Spiegel’den bir alıntı yapılmış. Demek ki “ecnebiler” bu konuyu ciddiye alıyorlar, “Ne Sorgu Ama” demiyorlar. AP, AFP, Reuters, dünyanın belli başlı haber ajansları, onlar da “Ne Sorgu Ama” tonlamalarını hissettirmeden, “Türkiye’de çok önemli işler oluyor” havasıyla aktarıyorlar gelişmeleri. Bu ülkede gerçekleşmişi şu kadar, gerçekleşmemişi Allah bilir ne kadar, darbe olmuş! Şu AKP iktidar olalı, ne generaller ne demeçler vermiş! Ve bitmez tükenmez siyasi cinayetlere şu birkaç yıl içinde neler eklenmiş! Rahipler, misyonerler, Danıştay yargıçları ve Hrant Dink! Bu olaylar arasında göz çıkartan bağlantılar, ilişkiler! El konan el bombaları! Hâlâ birileri, “madem işin başındakiler biliniyordu, niçin bugüne kadar tutuklanmadılar” sorusunu sorabiliyor. Bunlar sanki daha dün başka bir gezegenden Türkiye’ye inmişler ve bu ülkeye empoze edilmiş siyasî kültürü, onun yasaklarını, tabularını işitmemişler. Bu ülkede general tutuklamanın muhtemel sonuçlarını kimse anlatmamış onlara. Böyle olunca, Güney Afrika’nın başardığını biz başaramayız elbette(Murat Belge)
  25. Bu düşüncelerinize neden Aziz Nesin'i örnek verdiniz anlamadım?Aziz Nesin uyuyanları eleştirirdi uyutulanları değil!

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.