mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey
-
BURADA HER SORUYA CEVAP VERİLİR
Sevgili arkadaşım, şimdi bu ayetlere baktığımda saçlarınızı da örtün gibi bir ibare bulamadım.Sadece boyunlarınızı örtün diyor.Yanlış mı okudum yoksa ...? ayrıca sizin olan düşüncelerinizle benim için özelsiniz.Özel olan saygı ve seviyenizle...özel olan cümlelerinizle...
-
Mavi olmayan gökyüzü'ne...................
dur hemen Soner abimi arayayım,hatta atlayıp İstanbula uçayım yahu siz sevilmeyecek insanlar mısınız?Sizinle umut,sizinle sevgi...hele bitir de gel sen şu askerliği,beraber İstanbul'umuzdaki çocuklarımıza uzanacağız...Yayamazımıza çok iyi bakıyorum, o da seni çok özledi...aç şu msn yi arada yakalarız seni...şimdi senin sözünü dimlemek için kapatacağım bilgisayarı,alacağım elime hediye kitabımı...bak en çok sevdiğim şarkının sözleri...hırçın karadenizlime ve yayamazıma gelsin ha bana uykucu deme!sabaha kadar yatamadım...burasi çoooooooooooooook sıcak! Mevsimsiz kar Bir dağ yangini içerim Deli mayınlar döşenir damarıma Kınsız bir öfke düşer yoluma Beni benden aşırır Mevsimsiz kar yağar Taştan demirden içeri Ak ellerini uzat Ellerini ellerime bırak Söz:emir ali yağan Müzik:umut altınçağ
-
SAVAŞ VE BARIŞ...
Teşekkür ederim yürekli arkadaşım...binlerce kez okunmak için yazıldı...anlamak için,anlatmak için...yüreğine sağlık! Ay Karanlık Maviye, Maviye çalar gözlerin, Yangın mavisine. Rüzgarda asi, Körsem, Senden gayrısına yoksam, Bozuksam, Can benim, düş benim, Ellere nesi? Hadi gel, Ay karanlık... ..........(Ahmed Arif) diyorsak da ay karanlık,aydınlık olan yarınlarda buluşmak dileği ile...
-
SAVAŞ VE BARIŞ...
Ailem 1948’de İsrail’in kurulmasından sonra göç edenlerdendir. Hayfa’dan Güney Lübnan’a, Tayır kentine göç ettik. Ailemin altıncı çocuğuyum. Biz 12 kardeşiz. Lübnan’da çok sefil bir yaşamımız vardı. Babamın çalışma olanağı yoktu. Hayatımızı sürdürmek için UNRWA’ya (BM’nin Filistinli mülteciler için kurduğu örgüt) dayanmak zorundaydık. Ailede bizim için herşey yasaklanmıştı. Bu yasakların nedeni yoksul olmamızdı. Sadece UNRWA’dan aldığımız yiyecek ve giyecekle yetinmek durumundaydık. Hayatımın bu döneminde, yanlış giden bir şeylerin olduğunu anlamıştım. Ne zaman annemden bir şeyler istesek, “Filistinli olduğumuz için size bunları veremeyiz, ne zaman Filistin’e dönersek, bunları o zaman alırsınız” derdi. Dolayısıyla o, çocuk zihinlerimize, Filistin’de bizim için daha iyi bir ev olduğu fikrini yerleştirdi. Böylece biz de ne zaman Filistin’e döneceğimizi düşünmeye başladık. 1952’de Mısır’da devrim oldu ve Nasır iktidara geldi. Biz de dahil herkes yüzünü Nasır’a döndü. Belki Nasır bizi ülkemize geri gönderecekti! Böylece ulusal duygular büyümeye başladı. O zaman ben okula başlamıştım. Dört sınıf, büyük bir çadırın altında yere oturarak eğitim görüyorduk. Bir gün o çadır tepemize çöktü. Ve ben anneme gidip, “ben bir daha oraya gitmeyeceğim, orası bir okul değil” dedim. Aslında gerçek bir okulun neye benzediğini bile bilmiyordum. 1958’de Lübnan’da orduyla Lübnan ulusal hareketi arasında çatışmalar baş gösterdi. Kızkardeşlerim ve ağabeylerim Arap Ulusal Hareketi (ANM) içinde yer alıyorlardı. Tabii, fikirleriyle beni de etkilediler. Annem duygularımızı etkilemiş ve ülkeye geri dönmemiz gerektiğini bize öğretmişti. Ama “nasıl” sorusuna yanıt vermemişti. İşte şimdi, Arap Ulusal Hareketi, “Filistin’in kurtuluşu için” mücadele ettiğini söyleyerek bu soruya yanıt veriyordu. Böylece ben de ANM’nin bazı etkinliklerine katılmaya başladım. 1958-1967 arasında, ANM’de çalıştım. Gösteriler, toplantılar, yazılamalar... Ve o zaman tüm bunlar yasaktı, yeraltı faaliyetiydi. Okulu bitirince üniversiteye gitmek istedim. Babam o zamanlarda hastaydı ve sonuçta felç oldu. Üniversite sınavına girdim ve birinci oldum. Ama annem, “üniversiteye gidemezsin, çünkü gerekli parayı bulamayız” dedi. Ağabeyim de aynı sınava girdi, başarılı olamadı ama onu okumak için Mısır’a gönderdiler. Çok kızmıştım. Yaptığımız sert tartışmanın sonunda annem son sözünü söyledi: “O bir erkek, sense bir kadınsın! Onun önceliği var.” Evden ayrılıp, Beyrut Amerikan Üniversitesi’nin Dekanlığı’na gittim. Dekanlık’taki memura, “ben sınavda birinci oldum, buraya kayıt olmak istiyorum ama param yok, bu sorunu çözün” dedim. “Paran yoksa kayıt etmeyiz” dediler. Ben de, “o zaman, siz bu sorunu çözene kadar terk etmiyorum bu ofisi” dedim ve oturdum. Sonuçta ağabeyim Kuveyt’ten üniversiteyi aradı, benim paramı ödeyeceğini söyledi ve böylece üniversiteye kayıt olabildim. Tüm bunları anneme anlattığımda öfkeden köpürdü. “Kim ödeyecek senin paranı?” dedi, “Ağabeyim” dedim. “Nasıl cesaret edersin bunları yapmaya, utanman lazım” dedi. Bence ortada utanılacak bir şey yoktu. Babam felçli oturduğu koltuğundan başını sallayarak, benim üniversiteye gidişimi onayladı. Böylece evden de izin çıkmış oldu. Ne var ki, yılın sonuna doğru, Kuveyt’teki ağabeyim arayarak, artık eğitimim için para veremeyeceğini, durumunun sıkışık olduğunu söyledi. Bu, benim için berbat bir andı. Annemin yanına döndüm ve ona: “Bak, üniversiteye gidemedim. Şimdi Kuveyt’e öğretmenlik yapmaya gidiyorum. Bundan sonra Lübnan’a ya mezarda yatmaya ya da politika yapmaya dönerim” dedim. Kuveyt’e gittim ve öğretmen olarak çalışmaya başladım. 1967’de savaş patlak verdi ve İsrail tüm Filistin’i işgal etti. Aynı yılın sonunda Filistin Halkı Kurtuluş Cephesi (FHKC) kuruldu. ANM’yi kuran kadrolar, Dr. George Habbaş, Dr. Wadi Haddad, FHKC’yi de kuran insanlardı. Böylece ben de hemen FHKC’ye katıldım. 1968’de Lübnan’a gittim, Dr. Wadi Haddad’ı buldum ve ona Filistin’e veya askeri eğitim kampına gitmek istediğimi, Kuveyt’e dönmeyeceğimi söyledim. Ama Wadi Haddad “Hayır” dedi, “Kuveyt’e geri dönüp FHKC için hücreler kuracaksın” dedi. İçim kaynıyordu, ama “Hayır” diyemedim, Kuveyt’e döndüm. Haddad bana “10 kişiyi örgütlediğinde seni oradan alıp askeri kampa göndereceğiz” demişti. 10’dan fazla insan örgütledim, hatta 20’den de fazlaydı. Ve yıl sonunda Lübnan’a döndüm. Annemin yanına gittim. “Sana Lübnan’a ancak savaşmak için dönerim demiştim, işte şimdi o zaman geldi” dedim. Annem “Tamam” dedi, “Ama sen genç bir kadınsın, önce oğlanlar gitsin, sen onların arkasından gidersin”. Ama ben öyle yapmadım, askeri kampa giderken erkek kardeşlerimi de peşimden götürdüm. Ama sonradan onları geri gönderdim çünkü hala okulda okuyorlardı. 1969’da sizin de bildiğiniz uçak kaçırma eylemini gerçekleştirdim. Bir anda herkesin tanıdığı birisi haline geldim. O zamandan bu yana da sürekli ne yaptığı bilinen, izlenen bir kişi oldum. Bu biçimde bir ‘ödül’ü hak etmediğimi düşünüyorum, tabii eğer buna ödül denebilirse. “Medyadan korkuyordum” Dr. Wadi Haddad bana, “eğer bu eylemde başarılı olursan, başka bir eylem için görevlendirileceksin” demişti. Dolayısıyla tanınmamam gerekiyordu. Ve ben aslında ortaya çıkmamaya çalıştım. El Hedef gazetesinin (FHKC’nin sürgünde yayımladığı gazete, bn) o zamanki editörü Ghassan Khanafani benimle görüşmesi için İtalya’dan bir TV muhabirleri grubu ayarlamış. Bunlara benim kaldığım yeri söyleyip Lübnan’dan Ürdün’e yollamış. Bunlar bölgedeki FHKC ofisine gelmişler, ben orda olmadığım için bizimkiler evimi tarif etmişler. Bir gün kapı çalındı, baktım kameralar. “Leyla Halid burada mı?” dediler, “Yok”, dedim, “Askeri kampa gitti”. Böylece medyayı atlattım ve evden ayrıldım. Bunlar beni hiçbir yerde bulamayınca Beyrut’a dönmüşler. Khanafani bu duruma çok kızıyor tabii, nasıl bulunamaz, bulun onu ve gerekirse tutuklayıp yine medya önüne çıkarın diyor. Muhabirleri de geri gönderiyor. Muhabirler George Habbaş (o zamanki FHKC Genel Sekreteri) ile karşılaşıyorlar ve durumu ona da anlatıyorlar. Habbaş beni buldu. “Sen uçağı Filistinli tutsak erkeklerin ve kadınların özgürlüğü için kaçırdın. Sen onların sesisin. Çıkıp orada bu sesi taşıman gerekir” dedi. Ona Wadi Haddad’ın verdiği talimattan söz etmedim. “Ne olur beni televizyona çıkartmayın” dedim. Ve ağladım. Bu detayları anlatıyorum, çünkü benim için gerçekten korkutucu bir andı. Ya devrimi iyi anlatamazsam, bir zarar verirsem diye düşünüyordum. Ama sonra televizyoncuların karşısına çıktım. Beni gördüklerinde şok oldular. “Leyla Halid sen miydin? Bize niye ‘evde yok’ dedin?” diye sordular. “Çünkü sizden korkuyordum” diye yanıtladım. Meğer o anda kamera açıkmış. Ve bu sözlerim tüm dünyaya yayınlandı. Muhabirlerden biri, “Sen tüm dünyayı korkuttun, ama bizden korkuyorsun öyle mi?” dedi. Bu medyayla olan ilişkimin başlangıcıydı. Oradan Beyrut’a döndüm. Başka bir operasyona gitmem gerekiyordu. Ve bu operasyonun Tel Aviv’de olması öngörülüyordu. Oraya gitmek için yüzümü değiştirmem gerekiyordu. Bu altı ayımı aldı. Ama neticede bildiğiniz gibi, tüm bu değişiklikler işe yaramadı ve yakalandım. Sonra başka bir uçak kaçırma eylemi sayesinde serbest kaldım. -Bu ikinci uçak kaçırma eyleminden sonra bildiğimiz kadarıyla mülteci kamplarında çalışmalar yürüttünüz? Sürekli göz önünde olmak, sürekli medyada yer almak, bunlar beni korkutmaya başlamıştı. Kendi halkımdan, yoldaşlarımdan daha yukarıda görüleceğim korkusunu yaşıyordum. Ve karar verdim, artık mülteci kampına gidip halkımın arasında yaşayacağım, medyada görünecek işler yapmayacağım dedim. Bu 1970’lerin başlarındaydı. Lübnan direnişinde 1973’te kampımız Lübnan ordusu tarafından kuşatıldı. 1974’te İsrail Beyrut’u bombalamaya başladı. O yıl, Filistin Kadınları Genel Birliği’nin Yürütme Komitesi’ne seçildim. 1980’e kadar bu görevi sürdürdüm. Bu arada, 1975 ve 1976 boyunca Lübnan’da iç savaş şiddetlendi. 1978’de İsrail, Güney Lübnan’ı işgal etti. İnsanlar Güney Lübnan’dan Beyrut’a doğru göç ettiler. Yürütme Komitesi’nde olduğum Filistin Kadınları Genel Birliği’nin ofisi Beyrut’ta olduğu için ben de Beyrut’ta bulunuyordum. 1978 Mayısı’nda bir konferansa katılmak üzere Sovyetler Birliği’ne gittim. Burada Sovyet Kadın Komitesi’yle tanıştık. Komitenin başı, Valentina Trişkova’ydı. Bana “Eğer sana eğitimini sürdürme şansı verirsek, SSCB’ye gelir misin?” diye sordu. Ben de memnuniyetle kabul ettim. Böylece Moskova’da üniversiteye başladım. İlk yılı bitirmiştim ki, 1980 Moskova Olimpiyatları gelip çattı. ABD bu olimpiyatların boykot edilmesine çalışıyordu. SSCB de en geniş uluslararası katılımı sağlamaya çalışıyordu. Bu koşullarda, KGB benim Moskova Üniversitesi’nin koridorlarında görünmemin “rahatsız edici” olduğu şeklinde bir rapor vermiş. Bu nedenle beni Rostov’a gönderdiler. Rostov’da bir yıl Tarih okudum. Ancak o yıl, FKÖ, yurtdışında okuyan tüm Filistinlileri devrimi desteklemek üzere Lübnan’a gelmeye çağırdı. Dolayısıyla ben de Lübnan’a geçtim. 1981’de İsrail Lübnan’a savaş açtı. 1982’de İsrail Lübnan’ı işgal etti ve Filistinli örgütler bu ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Biz Suriye’ye geçtik. Bu arada ben de Suriye’deki SSCB Büyükelçiliği’ne gittim. Eğitimime devam etmek istediğimi belirttim. Ama reddedildi. Bunun dışında, 1975’ten bu yana, FHKC ve kadın örgütlenmesi adına uluslararası konferanslara katılmak, üniversitelerde ders vermek gibi görevleri yerine getiriyorum. İntifada, halkın yenilgilere yanıtıdır -1960’lardan bu yana bölgemizde mücadelenin koşullarında meydana gelen temel değişimler nelerdir? Başlangıçta, bütün Arap ülkeleri bizim devrimimizi destekliyorlardı. Bizden hoşlandıkları için değil, İsrail karşısında büyük bir yenilgi aldıkları için. Tabii, Arap ülkeleri bizi “desteklediklerini” beyan ederken, ilk büyük kitle katliamı 1970 Eylül’ünde Ürdün’de oldu. Filistinli örgütler Ürdün’den Lübnan’a sürüldü. Bu, mücadelenin koşullarında büyük bir değişimdi. Ürdün’ün Filistin’le 650 kilometrelik sınır şeridi var. Ürdün’deyken, Filistin’e gizlice girme olanağımız vardı. Lübnan’da geçirdiğimiz tüm yıllar boyunca, direniş yalnızca kendisini savundu. Direniş, 1973’te Lübnan ordusunun saldırılarına, 1975-76’da iç savaşta Falanjistlerin, 1978-1982’de İsrail’in saldırılarına karşı kendini savunmak durumunda kaldı. 1982’de ise, tüm Lübnan İsrail işgali altına girdi. Ve Filistinli örgütler Lübnan’dan birçok Arap ülkesine dağıldı. 1979’da Mısır, İsrail’le Camp David Anlaşması’nı imzaladı. Bundan önce Nasır öldürüldü ve Sedat iktidara geldi. Mısır’daki herhangi bir değişiklik, tüm Arap ülkelerini etkiler. Ve Mısır İsrail’le anlaşma imzaladığında, çatışmanın dışına çıktı. Bunun sonuçları bizim için ağır oldu. Devrim, sürekli savunma pozisyonunda kaldıkça, düşman üzerindeki etkisi az olur. Adım adım, giderek, saldırı pozisyonuna geçmeniz gerekir. Ama o zamana kadar isyanın ağırlık merkezi Filistin’in dışındaydı ve sürekli savunmadaydı. 1982’den sonra, FKÖ Arap ülkelerine dağıtıldı ve direniş zayıflatıldı. Bu andan sonra, Arap ülkelerinin bize yönelik tavırları da değişmeye başladı. Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkeler bizi sürekli desteklediler. Politik bakış açımızda farklılıklar olmasına karşın bizi desteklediler. Silah verdiler, burslar, para, eğitim, yaralılarımızın bakımı... İhtiyacımız olan ne varsa verdiler. Lübnan’dan çıkarılışımız büyük bir yenilgi oldu. Şimdi artık tek bir ülkede toplanmış halde değildik, dağılmıştık. Arap ülkeleri iki gruba bölündü. Bir grup Mısır’dan, diğeri Suriye’den yana taraf oldu. Suriye, Irak ve Cezayir, İsrail’le anlaşma yaptığı için Mısır’ı boykot ettiler. Bu bölünme de mücadelemizi olumsuz etkiledi. 1990’da Irak’ta Körfez Savaşı başladı. Ve, Sovyetler Birliği’nin çöküşü... Amerikalılar Soğuk Savaş’ı kazandılar. İsrail güç kazandı. SSCB’nin çöküşüyle, uluslararası düzeyde bir desteğimiz kalmadı. Fakat, SSCB’nin çökmesinden ve Irak’taki savaştan önce, 1987’de İntifada patlak verdi. İntifada, yaşadığımız tüm yenilgilere bir yanıttı. Ve bir dönüm noktası oldu. Çünkü bu bir halk isyanıydı. Bundan önce, silahlı mücadele Filistin halkına ulusal kimliğini kazandırmıştı. Dünya, Filistin ulusunu ve davasını tanımıştı. Bu, devrimin temel kazanımıydı. Ve Filistinlilerin temsilcisi olarak FKÖ’yü yaratmıştık. İntifada, mücadelemizin yeni bir aşamasıydı. Tüm halk, işgalcilere karşı mücadeleye, sokaklarda katıldı. İntifada, İsrail’in vahşi yüzünü gösterdi. İsrail kendisini hep, faşist rejimler ve diktatörlüklerle çevrili bir “demokratik devlet” olarak tanımladı. Ama Birinci İntifada bunun bir yalan olduğunu gösterdi. FKÖ liderliği, İntifada’nın yarattığı politik olanakları güç dengesini değiştirecek biçimde değerlendiremedi. İntifada, 1987’den 1991’e kadar sürdü. 1990-91’de SSCB’nin yıkılışı ve ABD’nin Irak’a saldırması, İntifada’nın durmasına yol açtı. 1993’te Oslo Anlaşması ilan edildi. O anda, biz Filistinliler, bölündük. Sadece tepede, partiler arasında değil, tabanda, halk arasında da bölünme oldu. Biz, bu anlaşmayı bir sapma olarak tanımladık. Onlar, Filistin halkının davasını ve temel taleplerini rotasından saptırdılar. Oslo Anlaşması’ndan sonra, liderlik Filistin’in içine döndü. Filistin Otoritesi kuruldu. Bu yapısal bir değişimdi. Artık Filistin’in yegane temsilcisi olarak FKÖ fiilen işlevsizleşmiş, ortadan kalkmıştı. Onun yerini Otorite ve başındaki Arafat aldı. Halk, FKÖ’nün şemsiyesi altında birleşmişti, çünkü FKÖ’nün programı, halkın ihtiyaçlarını yanıtlıyordu. Bu program, “mültecilerin dönüş hakkı, Filistin’in kendi kaderini tayin hakkı ve başkenti Kudüs olan bağımsız bir devlet”ten oluşuyordu. Ancak Oslo, halkımızın bu taleplerini karşılamadığı için halk bölündü. Neticede 2001’de intifada yeniden patlak verdi. Adaletsizliğe karşı çıkın!(alıntı-Leyla Halid-Filistin efsanesi) Savaşın adaleti yoktur.Mültecilik,mazlumiyet öfke getirir.Bir filistinli dilinden insanların nasıl bir intihar bombasına dönüştüğünü iyi okuyun!
-
Yazarlar... Çeşitlemeler...
Tüm bunları Perihan Mağden mi yazmış? inanmak istemiyorum... nasıl olur da insana ait olan bu özel değerler böylesi gerekçelerle yok sayılır, nasıl olur da Perihan Mağden gibi biri bunları yazar?
-
Yazarlar... Çeşitlemeler...
bakar mısınız çelişkiye?bir taraftan kürt yoktur deniliyor diğer taraftan soyunu inkar eden kürtler vardır. çelişkiniz hala kafanızın karışık olduğunuzu gösteriyor. tarih torbadan çekilerek oluşturalamaz arkadaşım,var olan tarih ise zaten uydurma olamayacağından bu sözün geçerliliği kalmaz. demokrasi mi?siz hala orada mısınız?
-
YAYAMAZ KAYIMCA NIN YERI!
Kim bu Yaymaz Kayımca'n diye soruyorlar ben de size ne diyom o benim bitanemmmmmmm
-
Tuzla'da Yine Ölüm
Ve Tuzla'yı yine kaderiyle baş başa bıraktık!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! helal olsun bizlere, ne kadar da basit geliyor artık bize ölümler.......
-
SAVAŞ VE BARIŞ...
Beyazsaray'daki Büyük Beyaz Reis, Gökyüzünü, toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilirsiniz ya da satabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç. Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının pırıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, ak kumsallı kıyılar, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu, halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerinin bir parçasıdır. Ormanların, ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımın anılarını taşır. Biz buna inanırız. Beyazlar için durum böyle değildir. Bir beyaz ölüp, yıldızlar evrenine göçtüğü zaman doğduğu toprakları unutur. Bizim ölülerimizse, doğduğu toprakları unutmaz. Çünkü Kızılderili, gerçek anasının toprak olduğunu bilir. Washington'daki Büyük Beyaz Reis bizden toprak almak istediğini yazıyor. Bu bizim için çok büyük bir özveri olur. Büyük Beyaz Reis, bize, rahat yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını, bize babalık edeceğini, biz Kızılderililerinse, onun çocukları olacağımızı söylüyor. Bu önerinizi düşüneceğiz ama; yine de önerinizi kabul etmemizin kolay olmayacağını itiraf etmek zorundayım. Çünkü, bu topraklar bizler için kutsaldır. Derelerin ve ırmakların suyu, bizim için yalnızca akıp giden su değildir; atalarımızın kanıdır aynı zamanda. Bu toprakları size satarsak; bu suların ve toprakların kutsal olduğunu çocuklarımıza öğretmemiz gerekecek. Biz, dereleri ve ırmakları, kardeşimiz gibi severiz. Siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize? Biliyorum; beyazlar bizim gibi düşünmezler. Beyazlar için bir parça toprağın, ötekinden ayrımı yoktur. Beyaz adam, topraktan almak istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak, beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam topraktan istediğini alınca, ba serüvenlere atılır. Beyaz adam, anası olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alınıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki; toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Beyaz adamın kurduğu kentlerde bir çiçeğin taç yapraklarının açarken çıkardığı sesler, bir kelebeğin uçarken çıkardığı kanat sesleri duyulmaz. Belki vahşi olduğum için anlayamıyorum; ben ve halkım için önemli olan şeyler oldukça ba. İnsan; bir su birikintisinin çevresinde toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça, yaşamın ne anlamı, ne değeri olur? Biz Kızılderiliyiz ve anlamıyoruz. Biz Kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgârın sesini ve kokusunu severiz. Çam ormanlarının kokusunu taşıyan ve yağmurlarla yıkanıp gelmiş meltemleri severiz. Hava önemlidir bizler için. Ağaçlar, hayvanlar ve insanlar aynı havayı solur. Beyaz adam için, bunun da önemi yoktur. Ancak size bu toprakları satacak olursak; havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmemiz gerekecek. Çocuklarınıza havanın kutsal bir şey olduğunu; havanın temizliğine önem vermek gerektiğini öğretmelisiniz. Hem nasıl kutsal olmasın hava? Atalarımız doğdukları gün ilk soluklarını, ölürken de son soluklarını bu havayla solumuşlardır. Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğim. Eğer önerinizi kabul edecek olursak; bizim de bir koşulumuz olacak. Beyaz adam, bu topraklar üstünde yaşayan tüm canlılara saygı göstersin. Ben bir vahşiyim ve ba düşünemiyorum... Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffalo (yaban sığırı) gördüm. Beyaz adam, trenle geçerken vurup vurup öldürüyordu. Dumanlar püskürten demir atın bir buffalodan daha değerli olduğuna aklım ermiyor. Biz Kızılderililer yalnızca yaşayabilmek için öldürürüz hayvanları... Tüm hayvanları öldürecek olursanız, nasıl yaşayabilirsiniz? Canlıların yok edildiği bir dünyada, insan ruhu yalnızlık duygusundan ölür gibi geliyor bize. Unutmayın; bugün canlıların başına gelen, yarın insanın başına gelecektir. Çünkü, bunlar arasında bir bağ vardır. Şu gerçeği iyi biliyorum: Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey; bir ailenin bireylerini birbirine bağlayan kan gibi ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de; dünyanın başına gelen her felaket, insanoğlunun da başına gelmiş demektir. Bildiğimiz bir gerçek daha var: Sizin Tanrınız, bizimkinden ba bir Tanrı değil. Aynı Tanrı'nın yarattıklarıyız. Beyaz adam, bir gün belki bu gerçeği anlayacak ve kardeş olduğumuzun ayrımına varacaktır. Siz, Tanrımızın ba olduğunu düşünmekte özgürsünüz. Ama Tanrı, hepimizi yaratan tanrı için, Kızılderili ile Beyazın arasında fark yoktur. Ve Kızılderililer gibi Tanrı da, toprağa değer verir. Toprağa saygısızlık, Tanrı'nın kendine saygısızlıktır. Beyaz adamı bu topraklara getiren ve ona, Kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücü veren Tanrı'nın kaderini anlamıyorum. Tıpkı buffaloların öldürülüşünü, ormanların yakılışını, toprağın kirletilişini anlamadığım gibi... Bir gün bakacaksınız; gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş; yaban atları evcilleştirilmiş ve her yer, insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün, insanoğlu için, yaşamın sonu ve varlığını sürdürebilme savaşının başlangıcı gelip çatmış olacak... 1854, Seattle Kızılderili Reisi __________________
-
AHMET KAYA!
BAŞIM BELADA Bugün düsünemiyeceğin kadar başım belada Köşe başları tutulmuş üstelik yağmur yağmada İler-tutar yani yok Fişlenmişim adım-eşkalim bilinmekte Üstelik göğsümde yani tam şuramda Kirli sakalıyla bir eşkiya gezinmekte Başım belada Adamın biri vurulmuş sokakta Cebinde adresim bulunmuş Başım belada Tabancamı unutmuşum helada Nerden baksan tutarsızlık Nerden baksan ahmakça başım belada üzerime kan sıçramış doğarken uykularım yarıda kalmış başım belada senelerce kuralsız yaşamışım nere gitsem çaresi yok nere gitsem çaresi yok yanmışım Sevdim inanamayacağın kadar seni esmer kız Kirpiklerimde çırpınan şu tuzlu gözyaşımda İhanetin adı yok Neylersin ki çember daralmakta Şimdilik hoşçakal yaban çiçeğim Yasal mermisiyle bir komiser yaklaşmakta Başım belada adamın biri vurulmuş sokakta cebinde adresim bulunmuş başım belada tabancamı unutmuşum helada nerden baksan tutarsızlık nerden baksan ahmakça başım belada üzerime kan sıçramış doğarken uykularım yarıda kalmış başım belada senelerce kuralsız yaşamışım nere gitsem çaresi yok nere gitsem çaresi yok yanmışım başım belada
-
Epistemolojik kopuş
Sağol utandım yaw neyse biraz ciddileşeyim
-
Epistemolojik kopuş
Sevgili alio_1 bak bizim tartıştığımız sorunun cevabı burda saklı....ben buldum şimdi bunu demokrasiye taşırdım ama neyse aman allahım godzillaya benzemeye başladım
-
FORUMDAN ÜÇ KİŞİYE ÇİÇEK VERECEĞİZ VE NEDEN VERDİĞİMİZİ YAZACAĞIZ..
Yayamaz kayımca,Hırçın karadenizli ve Evren'e vereceğim ben 3 kişilik çiçekleri Yayamazıma acil şifa olsun diye,Hırçınıma canı sıkılmasın diye,Evrene de Türkiyeye,doğduğu topraklara hşgeldin diye Nasıl düşünceli biriyim ya kendimle guru duyuyorum
-
BURADA HER SORUYA CEVAP VERİLİR
Burada ilk olan birine bende Birvarmışhiçyokmuş'u tanıtayım mı?Gerçekten sonuna kadar insan!Bu arkadaşımızı seveceksin Yorgun Demokrat!Saygılı,seviyeli.... Gelmişken bir soru daha sorayım mı değerli arkadaşım? Başörtü hangi ayetlerde emredilmiş?Sende çok oldun demeyeceğinizi bilerekten,teşekkürler.
-
***** Baykal...
Cevap burada,bir daha okuyun o zaman.Gözünüzden kaçarsa tekrar yazamayız
-
***** Baykal...
Aynı hafta içerisinde gelen meclise ana dilde yayın'ı ısrarla reddeden daha sonra ki günlerde Diyarbakır'a gelip canım kardeşlerim diyen birinden söz açılmışken,neden siz onu kendi parti ve tabanına sormuyorsunuz?Benim CHP li bir arkadaşım sorun Baykal demişti.Neden acaba?
-
-DEMOKRASİ-
Kimbilir belki de benim bu iki farklı nehiri bir yatakta buluşturamamnı nedeni de budur!Din herşeyi ile insan hayatında,demokrasi düşüncesiyle çoğu zaman dış dünyasında. Din tabi ki ne felsefenin ne de bilimin dışındadır,hatta birileri çıkıp da din zaten bu ikisidir de dese şaşırmam.İnsanlar düşünceleriyle sadece kavramları değil,kendi yaşamlarını değil,dinleri bile kendisinde dönüştürmüştür. Verdiğiniz Türk yönetiminde ki örnek oldukça açıklayıcı.Örf ve geleneklere sıkı sıkı bağlı bir Türk tarihi ve İslam.Türk tarihinde din ve dinin getirdiği kuralları bir tarafa bırakırsak ve genel anlamda bir topluma dönüştürelecek din ve demokrasiyi konuşacaksak,herşeyden önce şunu cevaplamak gerek;biz aldığımız din ve demokrasiyi ''bize uygun hale getirirken'' hangi noktaları gözardı ettik ki,bugün hala anlaşılmayan kavramları açıklamaya çalışıyoruz? Din benim için de özeldir,başta belirttiğim gibi bu konuda ayet ve hadislerle tezimi açııklayacak kadar biligili değilim;ama... Asr-ı Saaadet denen döneme bakarak; mesela yapılan savaşlar da yer alan sahabelerin o savaşlarda tek ve mutlak bir önderi tanımlamaları, mesela seçim hakkı denilen bir olgunun olmayışı, mesela daha sonraki halifelik seçimlerinde seçilenlerin bile belli kişilerin olması.....ve şeriat! Sakın yanlış anlaşılmasın,ben İslamın ilk dönemlerinde verilen mücadalenin ne olduğunu anlıyabiliyorum,yeni doğan bir din,tepkiler,işkenceler...bir tarafta kendisine verilen görevi yerine getirmeye çalışan diğer tarafta da kendisine inanlarla beraber verieln bir yaşam mücadalesinde bir Peygamber benim için hep özeldir.Ben kendi adıma o dönemden sonra İslam dini hakkkında verilecek tüm yargıları yok sayıyorum. Şeriat kuralları sanırsam,Peygamber değil o dönemden sonra oluşturulmuş.Bakın ben Şeriatta demokrasiyi göremiyorum. Demokrasi bizim ülkemizde o kadar farklı anlamlara geliyor ki!Ben bile hangisine riayet edeceğimi şaşırdım.Bu bize dönüşen demokraside ne kadar çarpıklığın değil,bizim olan tarihte ne kadar kafa karışıklığının göstergesi.Bakın geçen gün bir arkadaşım şunu demişti bana;din de demokrasi yoktur,demokrasi de din vardır.Din ve demokrasiden yine... !!!'Hepimiz doğar doğmaz kendimizi iyi ve kötünün çarpıştığı bir savaş alanının içinde bulur, bazen iki ateş arasında kalırız. İki taraf ta bizi kendi cephesine çağırır. Şeytan bizi ölüme sürüklemek ister. Tanrı sonsuzluğun kapısını açar.' Bu sözler, din ve siyaseti birleştirip milyonları seferber eden, ülkesinde başkanlık ve meclis seçimlerinin sonuçlarını, müritlerinden aldığı destekle yönlendiren Jerry Falwell'e ait.!!! Düşünsenize bir taraftan bizim olan bir din diğer taraftan batının olan demokrasi şeklinde tanımlanan iki farklı olgu.Din değildir bugün sadece ardında kitleleri sürükleyen,demokrasidir ayrıca,barıştır kimi zaman. Putlalaştırılan değerlere,kavramlara gelince...maalesef arkadaşım,bizim tek yaptığımız şey ardında gittiğimiz değerleri kutsallaştırmak,putlaştırmak. İşin özü ben yine de şunu derim,yanlış anlaşılan,anlatılan kavramlara yazılacak her yorum onu bir daha faklılaştırmaya yeter de artar bile.Böylesi farklılaşan değerler zaten bizim olan değerlerdir.Demokrasi bence de dini içine alabilir,din demokrasiyi...ama bu onları buluşturmaya yeter mi?
-
Yazarlar... Çeşitlemeler...
İnanın ki sabah sabah bu uslüp beni de güldürttü.Yani sırf doğrulamak ve yalanlamak için Taraf gazetesini didik didik ettiniz ha!Kutlarım sizi...
-
SUSMAYA DEVAM...
Bu başlığı yeni gördüm Hırçın karadenizlim...Susmaya devam ediliyor zaten,yaslarımız aynı acıları devrediyor yarına...bitirde gel şu askerliği,seninle yine kavga edelim...yüreğine sağlıkkkkkkkkkkkkkkkk
-
Mavi olmayan gökyüzü'ne...................
Siz daha hoş karşıladınız... Şimdi diğer adresteyim.... Bizim olan tüm değerlerde buluşmak dileğiyle...
-
Mavi olmayan gökyüzü'ne...................
Sevgili Yayamaz Kayımcam çok iyi bir sırdaş,Hırçın Karadenizli en iyi yoldaş.Diyarbakırlı asimiz,Evren şairimiz...ve şimdi de değer verdiğim başka bir dost....Yorgun Demokrat! Hoşgeldin,sefalar getirdin...İyi ki geldin....Hele soluklan sana mavi bir gülüş sunacağım... Burada isimlerni zikrettiklerim benim için özel olanlar.emek kadar kutsalsınız.
-
Yazarlar... Çeşitlemeler...
Yorgunum Çünkü yorgunluğumun yaşamak gibi bir anlamı var yinede yaşamaktan duyduğum mutluluğun tadına düşmanlarım ulaşamazlar... Yorgunluk değil,sevgi,umut...Hoşgeldin sevgili arkadaşım
-
DARBELERLE/DARBECİLERLE HESAPLAŞMAK VEYA
Durun ama!Bunlar da darbeyi düşünenlerin bir başka kolu olmasın mı?Eeee ikiside aynı kapıya çıkıyor sonuçta!
-
-DEMOKRASİ-
Değerli ali0_1 Bu yazdıklarınızı okuyunca önce evet dedim,oldukça doğru cümleler!Sonra bir amadır aldı başını gitti.Anladığınız için teşekkür ederek,anlayacağınızı umarak! Din ve demokrasi çatışması.Öz itibariyle biri din biri de bir yönetim biçimi,sistem.felsefe,düşünce...Dikkat ederseniz demokrasi için sadece bir değil birçok tanım kullandım.Din belli kalıpları olan,insanı her yönüyle etki alanında barındıran,insan hayatını yönlendiren oldukça geniş kapsamlı bir kavramdır.Belli kalıpları vardır derken,kuralları,emirleri,yasakları...Her yönü ile etki derken,siyasi,ekonomi,bireysel...Yönlendirme derken,insan hayatını kalıp ve etki alanıyla belirleyen...Tabi ki din hakkında söylenecek çok şey var.Ben konunun dışına çıkmamak için kısa kestim.Demokrasi,benim için oldukça özel bir kavramdır.O bana sadece halkın kendisini yönetmesini değil,katılımcı olma yönüyle söz hakkını,siyasi parti aracıyla farklı düşünceleri aynı yatakta buluşturmayı ifade eder.Demokrasinin başkalaştığını,farklılıkları içersinde yer edindiği toplumla kazandığı konusunda hemfikiriz.Yalnız değerli arkadaşım şu cümleniz '' ve toplum huzurunu sırf ABD=Batı=Demokrasi anlayışıyla bozmanın yerli olmadığını" söylemişimdir...'' bana biraz demokrasi anlayışının batı ile ilgili olan bozgunculuğunu sorgulamaya götürdü.Demokrasi Atinada var dedik,ortaçağda kimlik kavgası vermiştir dedik,jher coğrafyanın rengini almıştır dedik de bütün bunlar,demokrasi ne kadar başkalaşırsa başkalaşsın batının bir ürünü olduğu gerçeğini asla ortadan kaldıramaz.ABD-Batı eksenli bir demokrasi anlayışını eleştirebiliriz,hele ki ABD tarafından Irak'a götürülen demokrasi anlayışını da göz alınca.Ama ABD vb yerlerde uygulanan demokrasi bir ölçüt değildir,nitekim demokrasi de kişisellleşebilir,çıkar hesaplarında kullanılabilir. Değerli arkadaşım bu yukarda yazdıklarınıza katılıyorum; Demokrasi farklılaşan ise biz bunu kendi tarihi birikimimize yedirebilir,bizden iz taşıyani,bize ters düşmeyen bir demokrasiye dönüştürebiliriz. Din demokrasinin kendi içersinde barındırdığı bazı değerleri,mesela adaleti kendi alanında sunabilir. Yalnız bana sorarsanız eğer Din varsa(yönetim olarak)demokrasiyi oraya oturtamazsınız.Din ve demokrasi her ne kadar bazı ortak alanlarda yer alıyorsa da ben ikisini aynı yerde göremiyorum. İşin aslı kendi tarihime baktığımda ne dini ne de demokrasiyi tam olarak anlamamış olduğumuzu görüyorum,belki de bunun için demokrasiyi dönüştürme konusunda biraz kuşkuluyum. Düşündüklerimi tam olarak yazamadım,şu an neyi düşünmeliyim,bunu da tam olarak kestiremiyorum.Karşımda bir din bir de demokrasi gibi özel kavramlar.Demokrasi başlı başına bir kavram,Din demokrasi olamayan ama demokrasiyle adlandırabilecek kavramları da içine alan bir evrensellik.Bana iki farklı nehir gibi geliyor,nasıl buluşturabileceğimi bilmiyorum,buluşur mu onu da bilmiyorum. Evrensel olan benim için doğru-yanlış olan değil,genel geçer olandır.Savaş yanlış olan bir kavramın evrenselliğidir,demokkrasi benzetilen değerlerin evrenselliğidir.Evrensel olan benim için tüm insani değerlerdir ve demokrasi de bu evrenselliği kendi değerleriyle yakalamıştır.Bunu neye dayanarak mı söylüyorum?Örnek vereyim;din evrensiiliğini belki de sadece bir örneği ile açıklanacak mezheplerle karşılar,demokrasi de işte bu noktada evrenselliği yakalar.Çünkü evrensel olan aynı zamanda yerelleşendir.Ayrıca sizi dinlemeye devam edeceğim.Kuşkunuz olmasın.Farklı bir yaklaşımı dinlemek,farklı olanı yakalamaktır.
-
DARBELERLE/DARBECİLERLE HESAPLAŞMAK VEYA
Sayın Politika, Darbe nedir?Darbe meşrulaştırılan ölümlerdir.Darbe gecenin bir yarısında evinde alınan,sonrası faili meçhul cinayetlerdir.Darbe işkencedir,sorgudur,insanı yok saymaktır.Darbe demokratikleşme çabasında olan bir ülkeye verilecek en büyük zarardır.Darbe kafa karışıklığıdır,adı konulamamış öfkelerdir,sorgu sonrasi asla eskisi gibi olunmayacak yaşamlardır.Darbe daracağında sallanan gencecik yüreklerdir,sürülen,mülteciliğe zorlanan yaşlı adımlardır.Darbe hukuku yok saymaktır,kafasına göre hesap kesmektir... Ergenekon diyorsunuz?Ergenekon sizin için uydurma olabilir ama benim için asla!Neden mi?Bakın arkadaşım,yargı sürecinde olan bir davanın suçlu yada suçsuzu yoktur.Kimse böyle bir iddiada bulunamaz.Ama ergenekon basit bir olay değil.Olamazda!Yargı sürecini eleştirebilirsiniz,gözaltında ölen birinin hesabını sorabilirsiniz,bunun AKP tarafından verilecek siyasi bir ranta dönüştürebilirsiniz ama asla Ergenekon ve bu zihniyet yoktur diyemezsiniz.Yoktur çünkü 1960 ve daha öncesiden halledilemeyen bir iktidar mücadalesinin devamıdır Ergenekon,AKP yi gerekçe göstererk meşrulaştırılmaya çalışılan bir darbe meşrulaştırma zincirinin son olmayacak halkasıdır Ergenakon!!! Ve Sayın Politika, imzamı eklerim,neden mi?Çünkü dediğiniz gibi salt bir demokrasii bahanesi ile yıkılacak bir ülke değil,gerçek anlamda insana yaraşır,herşeyi ile bir olan bir ülke istediğimden.Bakın hala sokaklarda insanlar yaşıyorsa,adı konulamamış sorunlarla uğraşılıyorsa,insana değer verilmiyorsa benim ülkemde emin olun tek nedeni değilse de en önemli nedenidir darbeler. Darbeler sadece askerle yapılmaz tabi ki,hukuk darbelerini yaşamadık mı biz?Geceyarısı verilenn muhtıralar darbe değil miydi? Osmanlı Devleti,koskocaman bir imparatorluk.Yeniçeriler,padişahı tahttan indirenler...Osmanlı Devleti,hasta,paramparça bir coğrafya,padişahın keyfi uygulamalrı,yasaklar,anlaşılmayanlar,ittihadçılar...Türkiye Cumhuriyeti,millli bir mücadale,kurtuluş ve sonrası yaşanalar...1960 darbesi,sonrası işkenceler,idamlar,değişmeyen bir kader.....darbeler ile devam eden bir tarih...1980 darbesi,yine işkence,yine ölümler....meşrulaştırılan darbeler serisine devam mı? Ben darbeler sonrası Anayasalarla hukuki olmaya çalışıyorsam,şunu sorarım kendime...Neden darbe?Yolunda gitmeyen ne vardı ,neden vardı?Siyasi çıkmazlara boğulan bir ülkede darbenin hesabını kimlerden soracaktık?O darbeyi yapanlardan mı,bunu meşrulaştıranlardan mı yoksa inadına susanlardan mı? Bu ülkeyi sevmek darbeyi istemekle olmaz.Neden bir kez olsun şunu sormuyorsunuz kendinize?Bu bölücüler,bu hainler artık ne ad veriyorsanız,neden bunlar hala iktidar.Okuma yazma bilmeyen bir halkın bilgisizliği mi dfiyeceksiniz,oyunlar mı?Öyleyse bile neden bu halk bu dediklerinizden. Ben halkın meclise getirdiklerini görmemezlikten gelenleri,onların darbelerini asla haklılaştırmam ve darbenin halka ve onun seçtiklerine yapıldığına dair olan cümleye tekrar imzamı atarım.AKP bugün iktidar çünkü karşısında muhalefet yok,AKP bugün iktidar çünkü halka başka bir alternatif sunulmamıştır. CHP ve İsmet İnönü geleneği hakkında söylediklerimin sonuna kadar arkasındayım ayrıca... “ ''İhtilal kendi çocuklarını yer.” Mithat Sancar darbeyi şöyle tanımlar;''Nereden başlarsınız, nasıl anlatırsınız? Askerler yönetime el koyarlar, demokrasi rafa kaldırılır, özgürlükler boğulur, aykırı görülen herkes ve her şey ayıklanır... Baskınlar, gözaltılar, işkenceler, uyduruk yargılamalar, yargısız infazlar...''Açtığınız başlıkta böylesi anlatılmayacak kadar amacı bile belli olmayan bir müdahaleyi yada müdahaleler serisini nasıl anlatmalı,nereden dem vurmalı? değil mi ama!Bu Mithat Sancar'ın darbeler için düşündükleri...Eleştirdiğiniz,eksiklik bulduğunuz....