Zıplanacak içerik

mavi olmayan gökyüzü

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey

  1. mavi olmayan gökyüzü şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Bu ülkeyi eğer bir aile olarak düşünürsek ve o şikayetleri edenleri ailenin birer ferdi olarak algılarsak emin olun ki bu şikayetler bu kadar kolay bir uslüple eleştirelemez.Bu şikayetler haklı mıdır diye sorulacak bir cevaba verilecek cevap siyasi düşüncelere,ideolojilere göre değil insani olan hak ve hukuklara göre verilmelidir.Geçen gün gözaltında ölüme sürüklenen işadamımızın eşi AİHM mahkemesine gideceğini söyledi.Bence de gitmeli;eğer ortada bir yanlış varsa ve bu ısrarala geçiştiriliyorsa neden başvurmasın ki!Keşke olmazsa böyle şeyler.Ama keşkeler yetmiyor bazen;olanlar ''olan''la kalıyor.
  2. mavi olmayan gökyüzü şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Politika Bilimi
    ''Çoğunlukla bir gemiye benzetilen devlette, kral kılavuz, halk da kamu yararını gözettiği sürece kılavuzun sözünü dinleyen gemi sahipleri durumundadır; kralsız yaşayan pek çok halklar vardır, ama halksız bir kral düşünemeyiz bile. Krallık düzeyine yükseltilenler, başkalarından güzellik yahut yakışıklılık bakımından üstün oldukları için ya da onları, tıpkı çobanların sürülerini güttükleri gibi yönetmek bakımından bir doğal üstünlükleri bulunduğundan değil, halkın kalanıyla aynı hamurdan yapılmış olmalarından ötürü erk ve yetkilerini onlardan ödünç aldıklarını açıklayacakları için ortaya çıkarılmışlardır.” Stephanos Junios Brutos Kimliğimize uygun olan bir demokrasi!Oldukça farklı bir yaklaşım.Batı topraklarından doğup büyümüş,farklı coğrafyalarda mücadelenin bir şekilde adı olmuş demokrasi ve kimlik! Daha önceki iletilerde daha çok demokrasinin ne olduğu ile ilgili yazıldı.Aslında bu yazdıklarınızdan sonra o iletileri baştan bir daha okudum.Ve galiba ''kimliğimize uygun olan demokrasi''ile varılmak istenen noktalara az çok hak verdim.Demokrasi evrensel bir kavram sorusuna verilecek bir cevapta kimliği nereye koymak gerekir?Evrensel olan dedim;çünkü halkın kendi kendini yönetmesinden öte bir kavramdır demokrasi.Bizler için zaman zaman bir kimliğin bile dışavurumunda kullanılan bir araç oldu.Dikket ederseniz insan adına verilen tüm mücadelerde demokrasi vardır.Özgürlük kavramı,barış kavramı bile çoğu zaman demokrasinin adı altında verildi.Demokrasi temsil edilme,toplumun her kesimiyle söz sahibi olmasıyla belki de özgürlük gibi sınırsız bir kavrramı bile kendi kuralları ile açıklamış,barış denilen kutsiyeti sağlayan bir araç olmuştur. Evet ama bu açıkladığımız demokrasi bile başka bir demokrasidir;çünkü dediğiniz gibi demokrasi güç çatışmasından doğmuş,şekilden şekle girerek,başkalaşarak ve yine başka kalarak bugüne gelmiştir.Sosyal olan bir demokrasiden,Anayasal olan bir demokrasiye değin tüm sınırlamalar da bu değişimin en önemli kanıtıdır.Tabi şunu da eklemek gerek;kavramlar ne kadar da evrensel olursa olsun mutlaka nefes aldığı coğrafyanın çocuğudur ve onu yansıtır.Evrensel olan demokrasi bu yönüyle de evrensellik içinde yerelleşen bir kavram da olur aynı zamanda. ''Kimliğimize uygun olan demokkrasi'' size göre nasıl olmalıdır.Bunu gerçekten merak ettim.Kimliğimize uygun olan demokrasi de ki sınırlılıklar nelerdir ve neden kimliğimize uygun olanıdır?Şöyle bir tarihimizi alıp gözden geçirerek vereceğim cevaplarda ben maalesef bu demokrasiyi hala anlaşılmamış,anlaşılmayan yönüyle hala yerelleşmemiş olarak görüyorum.
  3. Valla yine geç kaldım ama o kadar yoğundu ki sırada bekleyenler ben bile masamın başına oturmak için yarım saat bekledim. ne yapim ama uykuyu çoooooook sevim Tarzın süperrrrrrrrrr;aynısını yapayım mı ama taklidden değil;arkandayım ondan Yayamaz'ım
  4. “ İhtilal kendi çocuklarını yer.” Mithat Sancar darbeyi şöyle tanımlar;''Nereden başlarsınız, nasıl anlatırsınız? Askerler yönetime el koyarlar, demokrasi rafa kaldırılır, özgürlükler boğulur, aykırı görülen herkes ve her şey ayıklanır... Baskınlar, gözaltılar, işkenceler, uyduruk yargılamalar, yargısız infazlar...''Açtığınız başlıkta böylesi anlatılmayacak kadar amacı bile belli olmayan bir müdahaleyi yada müdahaleler serisini nasıl anlatmalı,nereden dem vurmalı? 1960,1971,1973 ve 1980 darbeleri nasıl mı meşrulaştı?27 Mayıs 1960 İhtilali(!) ile meşrulaşan bir darbe örneğinden yola çıkalım.1960 darbesi İsmet İnönü darbesidir;nitekim Muhsin Batur hatıralarında darbeyi İsmet İnönü'nün sözlerine dayanarak yaptıklarını söyler.ABD ise işin başka yönüdür.Gelelim gerekçelere.Bütün darbelerde bize sunulan temel gerekçe ANARŞİZMdir.Ülke kuralların,hukukun yok sayıldığı,ihlalerin yapıldığı bir dönemdir darbelerin yapıldığı dönem.Kimi zaman dini kimi zaman etnik kimi zaman ideolojik kavgaların verildiği bir ülkede artık kaybedecek çok şey yoktur.Anarşistlerin tüm kurum ve kuralları hiçe sayan tavırları kaosu getirmiştir ve asker kendine düşeni yapmıştır.Ve darbeleri meşrulaştıran ilk gerekçemiz bu olmuştur.Tabi sormak lazım;darbe öncesi yakılan,yıkılan bir ülke darbe sonrası güllük gülistanlık mı olmuştur? Bu mudur sadece 1960 darbesinin gerekçeleri?Tabi ki hayır!Türkçe okutulan ezanın tekrar Arapça okunması,imam hatiplerin açılması,camilerin çoğalması.Bunlar darbe için yeterli değil mi?O zaman devam edelim;ekonomik göstergelerdeki düşüş,halk arasında ki kutplaşmalar,siyasi çıkmazlar...İşte alın size meşrulaşan bir ihtilal.Yıllar önce okuduğum bir kitapta darbe eleştirilirken kullanılan şu cümleler hala hafızamda.''Darbe iyi olan mıdır?Hayır,kötü olandır.Peki neden biz bu kötü olanı hala arıyoruz?Çünkü biz hala darbecileri,darbeleri meşru kılan siyasetçileri ve bu darbeler karşısında sessiz kalmayı becerebilen bir toplumun kafa karışıklığını yaşıyoruz.'' “... Bir Türk subayı olarak,bütün çarelerin tükendiği bir devrede bu müdahaleyi en az zararlı,en az ızdıraplı bir usulle gerçekleştirmeğe gayret edenlerden biri bulunmak,en büyük iftiharımdır.” Ve yine eserinde devamla:”...İhtilal fikri bu memlekette CHP iktidarı devrinde başlamış ve bu fikir partilerin,memleketin kaderini daima uçurumlara doğru sürüklemeye devam ettikleri 27 mayıs 1960 yılına kadar gelmiştir.”[14](Alparslan Türkeş 1977 yılında:”27 Mayıs,13 Kasım,21 Mayıs ve Gerçekler”)ilginç değil mi?Ve sonraki darbeler! Darbelerle yüzleşmek;evet aslında nasıl yüzleşeceğimizi bende bilmiyorum.Darbelerle nasıl yüzleşir?Kimbilir belki de korkusuzca o dönmei anlama,yargılamaktır yüzleşmek yada...Darbeler için önce bir zemin oluşturulur,sonra darbe yapılır!Bu ilginç bir önerme olmakla birlikte geçerliliği sınanacak bir önermedirde.O şartlar zaten bir şekilde yerli yerine oturtulmayan bir sistemde her zaman mevcut olan şartlardır.Oldukça güzel bir başlık.Yazılacak o kadar çok şey var ki.Darbeler,darbeler sonrası anayasalar,devam eden endişeler,darbeyi kurtuluş olarak görenler.Yazı oldukça uzadı.Uzun yazılarda can sıkar.Başka bir iletide yazılacaklarla buluşmak üzere...emeğinize sağlık! gereksiz bir dipnot 1960 darbesinden bahsetmişken 1960 daebesi devamı olan darbelerden farklı olmamakla beraber,o darbeyi yapanlar yönü ile farklılık taşır.Generaller değil;daha alt kıdemliler eliyle yapılmıştır.
  5. Noktadan sonra ben de bir ünlem mi eklesem
  6. Espirik canım of ama ben ne yapıyorum burada zor uyandım zaten işe yetişmeliyim Yayamaz Kayımca bir başka gelmiş bugün Hoşgelmişşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşşş
  7. Vay vay Erzurum ha!Hoşgeldiniz Ben hemşoma(sayılırık yani)forumda iyi paylaşımlar diliyorum.
  8. Kız bak 3 gün süre sana gelmezsen ben evleneceğim. valla hazır bu ara buldum birini sakın baya ne deme,yoksa kim arkanda duracak biliysen takipçinim
  9. Kavgalı gürültülü geçen bir iş gününü atlamatan yarın ki carcunaya uyuyacam. Offffffffffffff ya şu piyango bize de uğrasa, bıraksak şu işi az sonra bölümüne Afrika'ya gitcem diye yazsak
  10. Ya geliyon bi kere,sonra kaçıyon neredesin ama!Sen olmayınca hiç tadı yok buraların hadi gellllllllllllllllllllll!!!! Dur incelemeye yazı üstüne yazı ekleyimde gel
  11. evet haklısınız;hiçbir suç yada isnat olmadan birilerinin 11 AY TUTULUP ÖLÜME TERKEDİLMESİ hiçbir şekilde açıklanamaz. hayır haksızsınız!Eğer 11 ay tutulup ölüme trekedilen işadamımız suçlu olsaydı da bu ölümn affedilmeyecekti.Hal böyleyken davası tamam olup,hüküm giyenlerin ölümünün yok sayılması açıklanamaz.Hakka,hukuka,vicdana sığmaz.Ben bunu da geçtim.Gözaltında 1 gün kalıp cesetleri eve gelenleri de sayalım mı?Sayamayız ama onlar zaten gözü kapalı öldürülenlerdir.
  12. Çok teşekkür ederim Sevgili Birvarmışhiçyokmuş ve Sevgili Gülemeftun;galiba anladım ne demek istedğinizi.Bu konuda soru sorduğum zaman inanaın ki hiçbir fikrim yoktu ama bugün...benimde yazılacak,söyleneceklerim var.Ve Sevgili Evren buradan sana yine çoooooooooook teşekkür ederim.İyi ki tanımışım böyle güzel bir insanı. Gelelim diğer bir soruma(ne kadar çok soru soruyorsunuz demeyin emin olun ki bu konuda hiç bilgimn yok;yazılanlarla oluşacak bir anlayış olacak)İslamda Kadın!Neden mahkemelerde bir erkeğe dört kadın vardır?
  13. mavi olmayan gökyüzü şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Politika Bilimi
    Demokrasi amaç değil araç olmalıdır.Olması gereken budur!Demokrasi değildir sadece araç olan;dinlerden tutun da tüm ideolojilere;bunlar birey için,bireyin mutluluğu,rahatı,huzuru için kimi zaman toplumsal anlaşmalara dayanan kimi zaman kendi dinamikleriyle sınırlarını belirleyen birer araçtır. Dönelim demokrasiye!Demokrasi parlemanto,siyasi partiler,anayasasivil toplum örgütleri ve kolluk güçleri(buunun demokrasi tanımı içersinde ki meşruluğu hala tartışmalıdır) gibi araçlarla,ülke halkının kendi kendisini yönetmesi demektir.Halkın iradesidir.Daha önce belirttğim gibi demokrasi tarihine baktığımızda DEMOKRASİNİN GERÇEK DEMOKRASİ ile fazlasıyla sınandığını oldukça bariz görmekteyiz.Yunanca ''demos'' ve ''krator'',yani halk ve egemenlik anlamını taşıyan demokrasi aslında SINIRSIZ OLAN ÖZGÜRLÜĞÜ ifade ediyordu.Çok uzun yıllar öncesinde okuduğum bir makalede çok ilginç bir demokrasi tarihi gelişim seyri vardı(aslında o makaleyi direk olarak vermeyi isterdim ama şu an hatırlayamadım kime ait olduğunu)Demokrasi Atina ile anılsa da asıl gelişim tohumları Ortaçağ'a dayanır.Kilisenin tek söz sahibi olduğu bir atmosferde burjuvanın yönetimde söz sahibi olma çabaları da demokrasiyi şekillendirir.Aydınlama dönemi,İnsan hakları evrensel bildirgesi...Bu gelişim ve gelişim ile beraber farklılaşan demokrasiyi neden devlet ve birey olarak açıklamaya çalıştığıma geleyim. Demokrasi sınırsız olan özgürlüktü ve birey devlet karşısında bu özgürlükle donatılmıştı.Düşünün;sadece bireyin var olduğu,devletin bireye göre şekillendiği bir düzen!İşte tam bu noktada devlet işin içine girdi.Demokrasi BİREYİ DEVLETE KARŞI KORUYAN DEĞİL,DEVLET ERKİNİ AÇIKLAYAN SİYASİ BİR DÜZEN olarak kendine yer edindi.Dikkat ederseniz bugün demokrasi doğrudan,dolaylı gibi şekillere bürünmüş durumda.Demokrasi tek başına bir ütopya olarak kalmış,karşımıza çıkan bir örneği ile Anayasal Demokrasi oluvermiş.Yani bir sınırlama,bir dizginleme...
  14. Ftipi cezaevleri deyince bana Sivas'ı unuttun diyen bir anlayış gibi birşey olmalı?
  15. Sayın Efendi Türkler bu yazıyı başka bir başlıkta daha okumuştum.Şimdi ikinci defa okudum.Sayın BİR her ne kadar zihninden geçenler olarak özetlese de yazdıklarını oldukça ince hesaplara dayanan varsayımlar.Biraz da korkutucu! Fethullah Gülen'den başlayan bu yazı da önce tabanı oluşturmak,ulusalcıları bertaraf etmek daha sonra Fethullah Gülen'in kendisiyle,düşünceleriyle söz sahibi olduğu bir ülkeye olanak sağlayan güçlerin iktidar kavgasını ve bunu açıklamaya çalışan örnekleri görüyoruz. inanınki bu örnekler benim aklımı oldukça karıştırdı.Ama bütün olanların içerisinde eminim daha büyük denklemler vardır.Sadece Fetullah Gülen hesabına dayanmayan;belki de onunda içinde bulunduğu çözülmesi zor bir denklem.Gelelim olasılıklara; Alın size bir komplo teorisi;haklılık payını gelin beraber sorgulayalım.Önce kadrosu iktidara geldi diye bizde AKP üzerinde teoriler üretelim.AKP kendini merkez olarak niteleyen;bence muhafazakar bir sağ çizgisini taşıyan bir iktidar.AKP tabanına baktığımız zaman oldukça ilginç bir tablo karşımıza çıkar.O taban da kimler yoktur ki!Milli Görüşçüler,liberaller,demokratlar biraz daha halka inelim;esnafından işçisine,fakirinden zenginine...%47 bunu bize açık bir şekilde gösteriyor.Peki bu parti denildiği gibi Fetullah Gülen için çalışan,kadrolaşma yoluyla ona yol açan ve bunun öncesinde aykırı sesleri susturmayı mı amaçlıyor.Olabilir, neden olmasın?Olabilirliği kadar olmayabilir de;neden mi?Bir kere son yaşananlar bana her oyuna kurban verilecek siyasi bir anlayışın varlığını açık olarak gösterdi.Ama bunu yanında da kadrolaşma dediğimiz sadece bu iktidar ile var olan değildir;CHP de iktidarsa olsa bunu yapar,DTP de olsa bunu yapar!Ve her iktidar geldiği zaman kurallarını getirir,hukuk anlayışını getirir.Var mı aksisini iddia eden? ve yine demokrasi diye bir aldatmacının kıyısında nefes almaya çalışacağız,ekonomi iyi olmayan haliyle bugünü aratacak.Ve bence de gelen erken seçim eğer siyasi yasaklılar getirecekse bu kapatma, CHP-MHP iktidarı kolkola devam edecek bizim olmayan bir parlemantoda bizi temsil etmeye.AB demeyeceğim bile;bazı arkadaşlarımız ısrarla AB bizi almazsa biz de istemeyelim,ne olacak anlayışında... ve gelegelim ABD ve köstebek olabilir mi?ABD hesaplarına göre davranmasını çok iyi bilen süper güç.O işine geleni ister ve eğer AKP onun için artık işlevlirliğini yitirmişse neden o da kendine zemin yoklamazsın. Ben kendi kişisel çıkarları için halkı,yasayı,hukuku,insanı yok sayan bir parlemantoda,beni temsil ettiğini sayan ama hala sistemi bile çözme aşamasına gelmiş bir vekiller topluluğundan,tekelci bir medyadan ve yine de susmayı yeğleyen ülkem insanından sonra tüm komplo teorilerini alıp kavramlar dünyasına kendi ülkemle beraber armağan ediyorum.
  16. İlginç yaklaşımlar.Bizler sürekli eleştiririz de neden acaba diye sormayı nedense hiç düşünmeyiz.Aziz Nesin yazdıklarıyla hedef olurken,Orhan Pamuk bize göre siyaseten nobel alırken,gözaltına alınan suçu dahi ispatlanmamış bir işadamımız sağlam girdiği cezaevinden ölüme giderken,adı konuşulamamış sorunlar sorunsalllaşmaya devam ederken...Eleştiririz,yakarız,yıkarız!Ama birileri kalkıp da demez ki ''kardeşim ama daha neden bu düzgün olmayan sistemi düzeltemeiyoruz,neden darbeleri hala darbecilerin günahı diyerek kendimizi aklıyoruz ve neden hala BEDEL ÖDEMEYE DEVAM EDİYORUZ?
  17. Sivas'ı da eklerim.Siz hiç canınızı sıkmayın!Diri diri yakılan insanları ve buna göz yumanları sizin için bir daha ekleyeyim.
  18. ''Sosyalistlerin Ergenekon hadisesiyle ilgili tek eleştirel tavrı, yürütülen soruşturmayı yetersiz bulmak olabilirdi: Esas işin başındakilere dokunulmuyor, yeterince derine inilmiyor, geçmiş bir sürü cinayetin, katliamın, kamuoyu kışkırtma eylemlerinin hesabı sorulmuyor, vs. Ergenekon soruşturmasını, Deniz Baykal gibi, AKP’yi kapatma davasının rövanşı veya “başbakanın kişisel davası” sayıp “bize ne!” diyebilmek için bir sosyalistin şuurunu yitirmiş olması gerekir. Şu andaki kapışmada bizim taraf seçmemiz için, meselâ hükümet partisinin ne olması gerekiyordu? Demokrat mı? Kimdir bu memlekette demokrat? İşçileri öldürerek gemi yapanlara dur diye dayılanacak ve Tuzla’yı sendikalı işçilerin gül gibi çalıştığı, emniyetli, işçi dostu bir mekâna çevirecek bir başbakan mı olmalıydı? 1 Mayıs’ta Taksim’i işçilere açacak bir başbakan mı olmalıydı? Kürt hakları için kolları sıvamış bir hükümet mi görmek isterdik? AKP önderliği, milletin dindarlığından nemalanmayı birdenbire kenara koyup eleştirel akıl dışında otorite tanımadığını mı ilân etmeliydi? Tatlısu demokratı insanların “hayat tarzıma karışacaklar” falan gibi hezeyanlarla pısıp bir kenara çekilmesini maalesef anlıyorum. Cumhuriyet adı altında sürdürülen bir yarı-askerî rejimin taleplerine göre Türk Millî Eğitimi denen cendereden geçirilmiş, ruhu ve zihni kirlenmiş, hayatında demokrasi ve hukuk nedir görmediği, bilmediği için kimi hayalî kimi sahici korkularıyla hangi totaliter kampın şemsiyesi altına savrulacağını şaşırmış zavallı ortalama tahsilli insanımızın trajik konumunu da anlıyorum. Ama bugüne kadar Türkiye’deki örtülü totaliter düzenin, askerî darbelerin en çok hışmını çekmiş, zulümlerden zulüm beğenerek yaşamak zorunda kalmış sosyalistlerin önemli bir kısmının, Ergenekon soruşturması gibi bir hadiseye tavrını hiç mi hiç anlamıyorum; ölene kadar da anlamayacağım –inadına!(ÜMİT KIVANÇ)''
  19. ''Dargınım yalan sözlere, Dargınım sahte yüzlere, Dargınım böyle kadere...''devamını unuttum. Tüh sigara kullanmıyorum;acayip iyi giderdi yanyana...
  20. Ve ne kadar acı;biz bize yapılan zulümlere göz yumunca o zulümler o kadar meşrulaştı ki!
  21. İnsanı zorlayıcı dört güç vardır... İlk olarak, irade sahibi, bilinçli ve yaratıcı insan, ilk zorlayıcı gücün, doğa’nın baskısı altındadır, bu zorun tutsağıdır. Natüralizm, tabiat temeline özellikle yaslanmaktadır ve oldukça önemli bir gerçeklik payı vardır. İkinci zorlayıcı güç, tarihin baskısıdır. Tarih felsefesi buna, bu temele dayanmaktadır. Emerson’a “Tarih nedir?” diye sorulunca, “Nedir tarih olmayan ki?” diye karşılık vermiştir. Varolan herşey, tarihin ürünüdür. Tarih’i temel belirleyici sayan görüşe göre benim niteliğimin yaratıcısı, benim tarihimdir. Tarihim benim elimde olmadığına göre ben de kendi elimde değilim. Üçüncüsü Sosyolojizm’dir. Toplumu temel ve asıl belirleyici kabul eden, bireyi yadsıyan, toplumun bireyi oluşturduğunu ileri süren görüştür. Aslında ben ne Naturalizm’i, ne Sosyolojizm’i, ne de Historizm’i tümüyle yadsıyorum; üçünü de kabul ediyorum. Ancak benim kabul edişim şu anlamdadır: İnsan-ki asıl onu anlatmak istiyorum-, bu varlık seçebilir, seçme yeteneği ve imkanı vardır. Bu varlık kendi gelişim ve olgunlaşma süreci içinde gerçekten de bir açıdan ve bir bakıma doğal ve maddi bir oluşum, bir görüngü, bir bakıma Tarih’in biçimlediği bir görüngü, bir bakıma çevre ve toplumun biçimlediği bir görüngüdür. Bir boy (aşiret) düzeni içinde, boy düzeni yaşama biçimi bireylerin üzerinde ruhsal ve düşünsel özellikler meydana getirebilir, boy düzeninde yaşayan bu yaşama biçimini seçmiş değildir, hiç kimse bunu seçmemiştir, özel bir toplum ve üretim düzeni onları ister istemez çadırda oturan göçebelir durumunda kılmıştır, üretim düzenleri bunu gerektirmiştir. Tabii şartlar da bir başka topluluğun avcılığa koyulmalarına, avcı olmalarına, ormanda yaşamalarına yol açmıştır. Ya da yine bu şartlar bazı boyların başka özellikler kazanmalarını, sonunda tarım aşamasına girmelerini, bu aşamada da yerleşik düzene geçmelerini, köy ve kentlere yerleşince de artık değişmesini sağlamıştır. Bu değişim seçimle olmuş değildir. Üretim düzeni biçiminin bireye etkisinden dolayıdır. Yani ‘beşer’ gerçekten de Doğa’nın onu oluşturduğu gibi, gerçekten de Tarih’İn onu biçimlemekte olduğu olur. Halı desenleri çizmekle uğraşan ve çok büyük bir sanatkar olan Terhan sanatkarlarından birisi anlatıyordu: Cezaevinde mahkûmlara halı dokumacılığı öğretmeye çağrıldım. (Bu olaya iyi dikkat ediniz, insan üzerindeki dış etkenlerin ne denli etkili olduklarını ve insanın ne denli eğitime yatkın olduğunu gösteriyor.) Ben şunu ileri sürdüm: Bir kimseye gerçekten zarif ve sanatkârca halı dokumasını öğrettiğim ve o iyi bir sanatkâr olabildiği takdirde, onun bağışlanmasını, affını isteyeceğim, siz de kabul edeceksiniz! Şartımı kabul ettiler. Kendilerine öğreticilik ettiğim kişiler çoğunlukla ağır suçlar işlemiş olanlardı ve ‘kötülük’, katı yüreklilik gözlerinden belliydi. İşte bu kimselere halı dokumasını öğretmeye başladık. Halı dokumasında gözlerin ve parmak uçlarının dikkat etmesi gereken zevk inceliği, renkleri iyi tanıma ve ayırma ve birbirleriyle uyuşturma için gerekli ince zevk ve duygu, halının zarif ve sanatkârca nakışlarındaki gözellik, bütün bunları tanımaya başlıyor ve sonra dokuyorlar, yaratıcılıklarını tadıyorlardı. Bütün bunlar ruhu o derece inceltiyor ve duygu veriyordu ki, belki kan dökmekten ve öldürmekten zevk alan adam, sanatla uğraştıktan bir süre sonra ruhsal bir güzellik kazanıyor, öyle ki kimi zaman bir arada oturup ben şiir, örneğin irfanî şiirler okumaya başladığımda, aynı adamın gözyaşları yavaşça süzülmeye başlıyordu. O kadar katı ve sert bir ruh bu kadar yumuşak ve latif olabiliyor. Demek ki dış etkenler bu katılığı ona vermiş, o da mensup olduğu toplumsal çevre düzeni farklı olduğundan böyle olmuştur. Şimdi çevresi değişince, yeni çevresi onda bu letafeti ortaya çıkarmış oldu. Ne bu letafet dolayısıyle onu aşırı övmemiz, ne de o katılık dolayısıyla suçlamamız gerekir. Bu Sosyolojizm’dir ve bir ölçüde doğrudur da! Fakat benim söylemek istediğim şudur: Sosyolojizm’i, Materyalizm’i, Naturalizm’i veya tarihselcilik akımı ( Historizm ) bütünü ile yadsımak ve onların temel etken olarak ileri sürdüğü şeylerin hiçbir etkisi olmadığını ileri sürmek istemiyorum. Aksine bu etkileri kanıtlamak ve doğrulamak istiyorum. Fakat sözüm şudur ki insan, oluşum (werden şoden) süreci içinde, bu zorlayıcı güçlerin baskısından kurtulur, kurtulabilir. Dördüncü zindan, zindanların en kötüsüdür, insan bu zindanda tutsakların en acizi durumundadır. Bu zindan, ‘Kendim’dir. Şaşılacak şeydir ki tarihin akışı boyunca insan önce anılan üç zindandan kurtuluşunu daha ileri ölçüde saylayabilmiş olmasına, bugün bu üç zorlayıcı gücün baskısından her çağdakinden daha fazla kurtulmuş bulunmasına, bu üç zorlayıcıya her zamankinden fazla egemen olmasına karşın, dördüncü zorlayıcı güç, yani ‘kendi’si, kendi zindanı karşısında da her dönemden daha çok, hatta teknoloji’ye sahip bulunmadığı, doğal bilimleri bulunduğu, Toplumbilim ve Tarih Felsefesini kavramamış bulunduğu dönemden daha çok çaresiz, acizdir. Çağdaş insanın bu dördüncü zorba gücün tutsağı durumunda kalışı, ilk, ikinci ve üçüncü zindandan kurtuluşunu da yararsız ve anlamsız kılmaktadır. Çağımızda Doğa, Tarih ve Toplum zindanından kurtulan insan anlamsızlık ve boşluk duygusunun bunalımına düşmektedir. Niçin? Çünkü özgür değil, dördüncü zindanın tutsağıdır. Önceki üç zindandan kurtulması ile mutsuzluğu da başlamaktadır. Bir yazarın dediği gibi, bir zorlayıcı gücün sınırları içinde uykuya dalan insan için ‘ne yapayım bilmiyorum!’ bunalımı, eziyet ve zahmeti yoktur. Çünkü bir girişimde bulunmaz. Gelgelelim çağdaş insan ‘ne yapacağı’ konusu her zamankinden fazla güç sahibidir. Ne var ki ‘ne yapması gerektiği’ni de her zamankinden az bilmektedir. Bu üç zindandan kurtulmuş olması gereken, doğaya egemen veya kendi toplumuna egemen olan insan kendi zindanı içinde çaresi ve tutsaktır. Niçin öz zindanından çıkamıyor peki? Bu zindandan kurtulmak zordur çünkü. Zordur, çünkü üç önceki zindanın benim varlığımı çevreleyen dört duvarı vardı ve ben orda tutsaktım. Tutsak olduğumun bilincinde idim. Yerçekimi gücünde idim, hatta göçebe olduğum dönemlerde bile bu bilincim vardı. Irmak kenarında olduğunu, şu halde ister istemez balıkçılıkla geçinmem gerektiğini, yöremde yalnızca orman bulunduğunu, şu halde yazgımın avcılık olduğunu biliyordum. Bu zorlayıcı güçleri geçmişte duyumsuyordum. Ne var ki bu dördüncü zindanın duvarları çevremi kuşatmıyor. Bu zindanı kendimle birlikte taşıyorum. Bu sebeple, bu zindanın bilincine varmak ve onu tanımak, bütün diğerlerinden de güçtür. Zindanla tutsağı birleştirmektedir. Hastalık ve hasta birleşmektedir. Bu sebeple bu hastalıktan sağalmak çetindir. Başka bir güçlük de şuradadır: İnsan bilim ile, Doğa’nın zindanından, Tarihin zindanından, toplumsal kurallara egemen Düzenin zindanından kurtulabilir. Fakat yazık ki, kendi zindanından bilim ile kurtulamaz. Çünkü bilginin kendisi de tutsaktır. Bu bilimin kendisi, bir tutsağın bilimidir. ‘Kendi’m dendiğinde, bunun kendisinde gömülü bulunan özgür ben olduğunu algılayamamaktadır. Özgür bir ben olarak değil, salt ve genel anlamı ile bir insan, bir kendi olarak ancak algılayabilmektedir. Doğa, Toplum ve Tarih zindanından boşanması gerekmekte ve boşanmaktadır, gelgelelim sonra anlamsızlık ve boşluk içine duşmektedir. Burada bir formül sunmak istiyorum: Bu alanda bir yasa var ki Adem’in yaratılışı’nın başlangıcından bugüne değin doğrudur ve geçerlidir. İnsan, maddi yaşayışında bu yolu boylar, fakat unutmayalım: Ancak maddi yaşamı için bu yasa geçerlidir. İnsan’ın önce ihtiyacı, gereksinimi vardır. Sonra bolluğa, refaha erişir. Daha sonra boşluk ve anlamsızlık duygusuna kapılır. Bundan da başkaldırmaya geçer. Sonunda perhizkâr ve içe dönük bir dönem gelir. Egzistansiyalizm (varoluşçuluk) ve hippilik akımı (ABD’de türeyen ve diğer ülkelere yayılan gençlik akımı mensubu. Simgesi, çiçektir.) Bu yasaya uygun olarak belirmiştir. Bizim eski ağalar ve soylularımızın Tasavvufa düşmeleri, Hind ve Çin ağa ve soylularının gizemci (mistik) bir ‘nirvana’ (hırslarını, tutkularını yok edebilen, kendini yenebilen kişinin varabileceği üst manevi basamak.) anlayışı içinde maddi yaşamı yadsımaları da bu yasaya dayanır. Bugünün burjuvazi düzeninde yeni neslin tüketimi ve maddi yaşayışı hippice yadsımaları da bu yasaya göredir ve bundan başka da olamaz. İnsan, onlara erişemediği sürece günlük maddi istek ve özlemlerine değer verir, erişince de boşluk ve anlamsızlığa düşer. İnsanın ülküsü, özlemi, öylesine yüce olmalıdır ki, bir noktaya bağlı kalmasın. Yoksa bu ülkü, duruş ile, durak sonuçlanır ve duruş da anlamsızlık ve boşluk bunalımına iletir. Doğaldır ki, kendi zoru içinde tutsak olan insan Doğa’ya egemen olsa bile yine de silahlı bir acizdir. Jean Isole diyor ki: Bir yazar, baştan aşağı silaha, tepeden tırnağa altına garkolmuş, fakat içindeki dermansız bir dert dolayısıyla acı çeken bir şehzadeyi öyküsünün kahramanı olarak anlatıyordu. O, bugünkü Fransa’nın bu şehzadeye benzediğini söyler. Sadece bugünkü Fransa değil, çağdaş insan her zamankinden daha çaresiz fakat silah kuşanıp altınlara garkolmuş şehzadedir. Hollanda’da Rotterdam’da kentin büyük meydanının ortasında çok ilgi çekici bir heykel vardır. Heykel taştandır, ancak bütün eklemleri birbirinden ayrılmıştır. Mesela boyun azıcık yana eğri, dirseği kolunun yanına doğru, diz ve bilekleri de böyle! Öyle ki Meydan’ın ortasında duran bu heykele uzaktan baktığınızda, hafif bir yer eserse bu heykel yıkılıp-dökülür diye içiniz oynar. Oysa heykel taştan yontulmuştur. Heykeltraş, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki insanı simgelemek istemiştir. Fakat, bu heykel çağdaş insanın simgesidir. Her zamankinden daha güçlü, kaya gibi, fakat her zamankinden çok mahvolacağı tasası içinde. Bu niçin böyledir? Çünkü üç zindandan kurtuluş onu şimdiye değin sahip olmadığı büyük bir güç vermiş, ancak yine aynı adam, buradan Merih’in bombalama gücünde olduğu, buradan karmaşık bir makineye Ayküresine veya uçsuz-bucaksız uzaya yöneltip gidebilir durumda büyük bir bilgin olduğu halde, başka bir yerde aylığına 10 riyal zam yapılıncı oraya gidecek ve buraya karşı çıkılacak ölçüde zayıf olabilecektir. Köleliğin Afrika’nın bazı yörelerinde henüz var olduğunu işitirdim. Çok geri kalmış ve bozulmuş yarı vahşi bazı Afrika kabileleri bulundukları bölgeden alıp başka bir yörede sattıklarını duyardım. Fakat kendi gözlerimle gördüğüm kölelik Batı’nın kendisinde Cambridge’in merkezinde (Oxford ile birlikte İngiltere’nin en önemli üniversite kenti) Sorbonne’un merkezinde (Paris Üniversitesi merkezi) idi. Kaçak pazarlarda vahşi kabile mensuplarının değil, en üstün insan beyinlerinin pazara çıkarıldığını gördüm. Artırma masasına çekiç vuruluyordu: -Sen ne veriyorsun!- O ne veriyor! Deniyordu. Kara Çin’inden, Sovyetler’den Kuzey Amerika’dan, Avrupa’dan önemli firmaların büyük sermayedarları geldiler. -Beyefendi, bu filan sınıfta ikinci olan öğrencidir. Ne verirsin buna? -Biz mi beyefendi? 15.000 riyal veririz. Oradan bir diğeri atılır: -Biz üstelik bir de otomobil veririz. Üçüncüsü: -Ben bir de şoför veririm. Söz konusu olan kişi de, bir o patrona bakar, bir bu patrona bakar, kararsızdır, kimi seçse ki? Sonunda en çok veren birini seçer. Niçin? Çünkü tutsak, esir bir insandır. Kabul etmesi ricaları ile çağrılan ve yüzin dinar verilmek istenen bu kimse, işte toplumu Doğa zindanından kurtarabilecek insandır, yahut insanı Toplum zindanından çıkarabilecek bir ideolog veya toplumbilimcidir, ya da insanı Tarih zindanından çıkarabilecek feylosofun ta kendisidir. Gel gelelim, kendi kendinin ne ölçüde zebunu olduğunu görüyoruz. Bu yüzden de köle durumuna gelmiştir. Bir köle insanlığı özgür kılamaz. Kendisi de üç önceki zindandan kurtulmuş olsa bile özgür değildir. İşin çetin yanı şuradadır ki bu dördüncü zindan insanın kendi boyutları arasında, insanın bir parçası gibidir. Bilgin insan, kendi dışında olan zindanlardan kurtulsa bile, kendine karşı başkaldırıp özgür olamaz. ... Kolayca ele geçirilemeyen bu korkunç dördüncü zindandan, insan, aşk gücü ile kurtulabilir. Aşk, akıl ve mantığın ötesinde, bizi kendimize başkaldırmaya ve kendimizi (nefs-i emmare) yadsımaya çağırır. Gereğinde bir ülkü veya başkası uğruna fedakarlık etmeye çağırır. Bu, insan olma sürecinin en üst aşamasıdır. Sözlerimin özü özgür kılıcı, yaratıcı, bilinçli insan; Doğa, Tarih ve Toplum düzeni zindanlarından bilim ile kurtulur. Dördüncü zindandan ise din ile kurtulur, aşk ile kurtulur. Radhakrishnan’ın (18888-1975 Hind feylosofu) dediği gibi: ‘Biz insanlar, insan olma ödev ve sorumluluğu ile, bir işbirliği andına çağrılıyız. Nasıl bir ahd ve and? Öyle bir and ki, bu and ile insan, Tanrı ve aşk, başka bir yaratış ve başka bir insan için koyulurlar. Budur insanın sorumluluğu’ İNSANIN DÖRT ZİNDANI Dr. Ali Şeriati
  22. Sormak lazım o zaman neden tüm bunlar yaşanıyor?Neden hala ordularımız pürüzlü işleyen sisteme müdahale ediyor,neden hala sistemimiz pürüzlü?Ve mecliste varolan MUHALEFET'i neden biz göremiyoruz?MUHALİF olan kim mecliste?
  23. Değerli arkadaşım F tipi cezaevlerinde insanlar diri diri yakılırken neredeydi diye de eklemeli,insanlar cezaevlerinde işkencelerden geçerken neredeydi diye de sormalı.İşte bizim insan sevgimiz;sadece bizden olana yanmak!
  24. Sevgili Birvarmışhiçyokmuş ve Sevgili Gülemeftune;az önce aldığım iki cevab arasında ilgi kurarak anlamaya çalıştım.Dediğiniz gibi coğrafyalara hükmeden bir imparatorluğun devletin gücünü koruyup sürdürmesi için bazı kurallar olmalıdır.Nitekim hükümdarlık basit değildir;yönetimde söz sahibi olma gibi iktidar mücadalelerini düşündüğümüz zaman biraz daha olay çerçeftlenir.Yine dediğiniz gibi dönemin olaylarını o dönemle açıklamaya çalışmak en doğru olanıdır.Buraya kadar yazılanları Sevgili Birvarmışhiçyokmuş'un mutlaka arada istenmedik olaylara tanıklık edilecektir,mutlaka yıkım getirecektir;ama İslam'da özel durumlar vardır ve bazen bu bazı istisnaları uygun görür şeklinde ki iletiyi de okuyunca ''kardeş katili''gibi bir fermanı dine uygun olarak çıkarıldığı şeklinde bir yargıya vardım.Tabiki burada kalkıp Osmanlı Devleti ile İslam'ı değerlendirmeyeceğim;benim içim aslolan Hz Peygamberdir.Ama bu kardeş katili olmanın devletin devamı için bir şart olarak sunulsa da değerli arkadaşımızın dediği gibi bu; bir cinayet olmaz mı?(Ayrıca çok teşekkür ederim,elinize,yüreğinize sağlık.Dinlemeye devam edeceğim)
  25. Değerli arkadaşım aslında dediğiniz bu ölümleri sıralaştırma ne kadar da insani olan değerlere yabancılaştığımızı gösteriyor.Düşün ki ölüm kendisiyle acı verir;bu doğal olması gereken ölümü geçtim de biz artık öldürülmeyi o kadar olağan görüyoruz ki! Murathan Mungan'nın bir kitabında ölüme şahit olmak yitirme,öldürme ise intihar olarak tanımlanır.Bizler hergün gelen ölümlere o kadar alışığız ki yitirlen tarafımız hep titrerken bile farkında değiliz yitirdiklerimizin.Öldürmek intihardır;ölen aslında canı alınan değil bizleriz.Ne kadar doğru kelimeler;önce ölüm haberlerine alışıyoruz sonra ölenin kimliği ile sorgulamaya.Ee ölen bizden değilse ne yapalım değil mi? Şunun farkına varılmalı ki;Türk öldüğünde Kürt,Kürt öldüğünde Türk olmanın hiçbir önemi yoktur.İnsan basit bir varlık değildir;yaşamak herkesin hakkıdır,bu kadar özelken yaşamak, öldürmek asla basit değildir.Ne kadar ilginç geliyor bana;1-2 kişinin ölümü üzerine ağıtlar yakan toplumlar nedense yığınlara susarlar.1 hayat ağlanması gerekendir ölümü yaşadığında;yığınların ölümü ise ağlamanın yanında haykırmayı,hesap sormayı gerektirir. Ne anlamı var tüm bu yazılanların.Biriler hesap yaparken savaşlar,açlıklar,töreler,ince hesaplar can almaya devam ediyor.Bizler ise seyretmeye...Ah şu an Irakta acıyı yaşamak,sokaklarda açlıkla uyanmak ve tüm bunlarla ölümün nefesini hissetmek!Affedin bizi demiyeceğim; tutun insanlığımızın yasını!

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.