-
İçerik Sayısı
975 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
1
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
Senyour tarafından postalanan herşey
-
-
Arkasi gelmez dertlerimin biktim illallah Biri biterken öteki de baslar vermesin Allah Böyle gelmis böyle gidecek korkarim vallah Yok mu çaresi dostlar fesüpanallah Alemin keyfi yerinde yine masallah Bize de bir gün kader güler güler insallah (amannnn.... Yandannnn )
-
Nev - Mühürlü Kaderim...
-
MFÖ- Ele güne Karşı
-
bunu anladım ki deger verdinmi degerin dusuyor
-
Denememi son bölümünü bitirmek icin mutlaka Venedige gitmeliyim
-
27 Mayıs 04.00'ten 28 Mayıs 23.00'e kadar ABD'nin Ankara Büyükelçisi Warren, Washington'a 32 mesaj gönderdi. Bugüne kadar da bu mesajlardan sadece ikisi açıklandı. Tarihe mal olan bu iki mesajdan birinde 27 Mayıs'ın komutanı Gürsel ABD'den talep ettiği para yardımı vardı: "180 milyon lira maaş ödememiz gerek. Bizde 23 milyon var. ABD destek olur mu?" İkincisinde ise "Ankara'da 50 kişi öldü" yazıyordu. *** 27 Mayıs'ın üzerinden 47 yıl geçmesine rağmen hâlâ tartışmalar bitmedi. Türkiye'nin demokrasiye ara verdiği ilk askeri darbenin faturasını iktidardan muhalefete, Türk ordusundan Türk halkına herkes ödedi. Ordu siyasete girip bölündü. Atatürk'ün yakın silah arkadaşı İsmet İnönü ve CHP, darbeyi desteklemekle suçlandı. Bir döneme damgasını vuran Başbakan Adnan Menderes ise hayatıyla ödedi 27 Mayıs'ın faturasını. Hem de Türk dış politikasına damgasını vuran Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ı da idam sehpasına götürerek. Bence, 27 Mayıs'ın en ağır faturasını ise genç Türkiye Cumhuriyeti ödedi. Çünkü Türkiye, sandıktan çıkan siyasetçilerini hapseden ve daha sonra da idam eden ülke olarak dünya tarihine geçti. Türkiye'nin 27 Mayıs'a sürüklenişiyle ilgili çok şey yazılıp çizildi ama ben farklı bir pencereden bakmak istedim. Acaba ABD, 27 Mayıs'a nasıl yaklaşmıştı? O günlerde Ankara ve Washington'da kapalı kapılar ardında neler konuşuldu? O dönemi mercek altına almak için ABD'nin gizliliğini kaldırdığı raporları ve mesajları araştırdım. Yüzlerce sayfa belgeyi taradım. Türkiye'nin adım adım nasıl darbeye sürüklendiğini izledim. Yaptığım çalışmada bana en ilginç gelen iki ayrıntı vardı. İlki, ABD Büyükelçisi 27 Mayıs sabah gönderdiği ilk mesajında 50 kişinin öldüğünü bildiriyordu. İkinci ayrıntı ise 28 Mayıs gecesi 11.00'e kadar Ankara'daki Büyükelçilik'ten Washington'a gönderilen 32 gizli mesajdan sadece ikisinin açıklanmasıydı. 47 yıl geçtiği halde ABD neden hâlâ 30 mesajı açıklamadı bilemiyorum. Gerçek olan şu ki, 27 Mayıs'ın üzerindeki sis perdesi hâlâ tümüyle kalkmadı. Açıklanan belgeleri bile okuyunca, şimdiye kadar gözden kaçan çok önemli ve düşündürücü zabıtlara ulaştım. Hele bu belgeleri bugünün gözlüğüyle okuyunca, çok daha ilginç bir tablo ortaya çıktı. Yaşadığımız siyasi krizi değerlendirken, tozlu raflarda unutulan bu belgeleri mercek altına alarak sadece tarihe değil geleceğe de ışık tutacağıma inanıyorum. Bu yazı dizisinde ABD'nin gözünden Türkiye'yi ve 27 Mayıs darbesini okuyacaksınız. *** Darbenin olduğunu Washington'a bildiren ilk mesajda da ilginç bir iddia var. Warren "50 kişi hayatını kaybetti" diyor. Gerçekten sabah 50 kişi öldü mü? Bunun da aydınlatılması gerekiyor. Mayıs 1960 öncesi ve sonrasıyla ilgili birçok iddia ortaya atıldı. Öğrencilerin öldürülüp kıyma makinalarında çekildiği bile iddia edildi. En ilginç iddialardan birini ise, darbeden yıllar sonra, o günlerde Büyükelçilikte askeri ateşe olan Emekli Tümgeneral Fred Hayes 1999'da ortaya attı. Hayes, darbenin güçlü ismi Albay Alparslan Türkeş'in, 27 Mayıs sabahı tankla Büyükelçiliğin kapısına dayanıp 50 milyon dolar istediğini, Büyükelçinin talimatıyla Başbakanlığa gidip ABD'ye teleks çektiklerini iddia etti. Gerçekten böyle bir olay yaşandı mı? Hâlâ bilemiyoruz. Çünkü 27 Mayıs sabah 04.00'den 28 Mayıs gece 23.00'e kadar Büyükelçilikten Washington'a gönderilen 32 mesajdan sadece 2'si açıklandı. Belki açıklanmayan 30 mesajdan birinde bu iddiayı doğrulayacak bir bilgi var. Kimbilir? Açıklanan belgeler arasında, ABD Büyükelçisi Fletcher Warren'ın darbeden hemen sonra 27 Mayıs askeri harekâtının lideri olan Org. Cemal Gürsel'le yaptığı görüşmeyle ilgili Washington'a gönderdiği mesajı buldum. Warren, Gürsel'le kaçta görüştüğünü belirtmiyor ama mesajı, 28 Mayıs akşamı 23.00'te gönderdiğine göre, darbeden birkaç saat sonra görüşmüş olsa gerek ve bu mesaja göre Gürsel ABD'den "acil para yardımı" istiyor. "ALMAN DİYEBİLİRSİNİZ" 28 Mayıs 1960'ta ABD Büyükelçisinin zırhlı otomobili tankların arasından geçerek Genelkurmay'a zaman Warren'ın yanında Selim Sarper vardı. Aslanlı kapıdan koşar adımlarla girip, darbenin lideri Org. Cemal Gürsel'in odasına yöneldiler. Gürsel yalnızdı. Warren o anki izlenimlerini mesajında şöyle aktarıyor: "Gürsel'i daha önce gördüm ama yakından tanımadım. Apoletlerini söker ve Alman askerlerinin kibirli, kendini beğenmiş tavrını unutursanız, rahatlıkla ona 'Alman' diyebilirsiniz. Ağır ağır, makul ve dikkatli konuştu. O koşullar altında beni kabulünde oldukça içtendi. Sarper çevirmenliğimizi yaptı." İlk konuşan Gürsel oldu. "Geldiğiniz için teşekkür ederim. Gayri resmi bir görüşme yapacağız" dedi ve "Menderes hükümetini etkilemeye çalıştım ama olmadı. Sonunda hükümeti deviren harekete liderlik yapmaktan başka çarem kalmadı. Siz olup biteni nasıl görüyorsunuz" diye sordu. Warren, "Daha önce Latin Amerika'da görev yaptım. Birçok askeri darbe gördüm. Amacını bir kenara bırakalım ama asker olsaydım, yapılış biçiminden dolayı gurur duyardım. Gördüğüm en titiz, en etkin ve en hızlı askeri darbeydi" diye cevap verdi. Görüşmeyi mesajdan okuyalım: Warren: Devrimci hareketin bütün ülkeyi kontrol altına aldığına inanıyoruz. Gürsel: (Başını salladı.) 'ZORLUKLAR BAŞLAYACAK' Warren: Ankara'da herkes sonuçtan mutlu görünüyor. İşin kolay yanı tamamlandı. Gerçek zorluklar şimdi başlayacak. Sorunlar çok olacak ve Türkiye'yle ABD'yi ve muhtemelen Batı'yı da kapsayacak. Ben çözüm yolları aramak için buradayım. Önümüzdeki aylarda da sizin, cuntanın ve iş başına gelecek hükümetin sorunları aşmanıza yardımcı olmaya çalışacağım. Warren burada mesajına, "Sarper'e önceden söz verdiğim için tanınma meselesini açmadım. Zannediyorum konuşmaya başlamadan önce Sarper, Türkçe olarak Gürsel'e tanıma meselesine değinmeyeceğimi söyledi" diye not düşmüş. Okumaya devam edelim: Gürsel: Menderes Hükümeti, vatandaşların haklarını, basın özgürlüğünü, Anayasanın kendisine verdiği görevleri unuttu ve yasa dışı hareketlere girişti. Türk halkını baskı altına aldı. Bütün bunlar Türk ordusundakileri, bizi yaraladı. Çok rahatsız olduk ve hedefleri konusunda ciddi kaygıya sürüklendik. Ben, (Warren'in notu: General "Ben"i büyük kullandı) Menderes Hükümetini başka yöne sevketmek için iknaya çalıştım ama başaramadım. Sonuçta önümüzde, devrimcilerin izlediği yoldan başkası kalmadı. Warren: Samimi ve açık konuşmanız için teşekkür ederim. Orduyla ilgili görüşlerimi aktarmak istiyorum ama önce bir şey söylemeliyim. Gürsel: (Başını salladı) PANDORA'NIN KUTUSU Warren: Görevime Türk ve Amerikan halkları arasındaki ilişkinin önemine inanarak başladım. Türkiye'nin ABD ve hür dünya için önemli olduğuna inanıyorum. İlişkileri sürdürmek Türkiye için de eşit önemde. Türk Ordusuna saygım en yüksek düzeydedir. Türkiye'nin öneminin ilk nedeni, istikrarı ve Türk ordusunun siyasete karışmamasıdır. Ama dünkü darbe ordudaki bu geleneği kırdı. Pandora'nın kutusunu açtı. Şimdi kimse içinden ne çıkacağını bilemez. Gürsel: (Warren'i sözünü kesmeden dinliyor.) Warren: Bu sabah, ne ordunun, ne de Türk halkının, yaşananların uzun vadedeki önemini anlamadığını hissettim. Uzun yıllar Latin Amerika'da görev yaptım. Birçok askeri darbe gördüm. Yıllar içinde Latin Amerika halklarının, yasama, yargı ve yürütme organı olan hükümetin yanı sıra dördüncü güç olarak nasıl orduyu görmeye başladıklarına şahit oldum. Eğer ordu, işlerin doğru gitmediğine karar verirse, yönetime el koyar. Asker her şeyi izler ve hükümetin arkasında durmak için mutlaka bir yol bulur. Yani ordu, dengeyi oluşturan araç ya da başvurulacak son mahkeme olarak görülür. Atatürk'ün Türkiye'si hiçbir zaman bu durumda olmadı ve bununla gurur duydu. Ama şimdi aynen o duruma düştü. Gelecekteki Türk ordusunun, Türk halkını da yakından ilgilendiren ve bölen herhangi bir siyasi çekişmenin dışında kalmakta çok zorlanacağını düşünüyorum. Bu düşünce, askeri darbeden daha fazla beni endişelendiriyor. Gürsel, tercüme eden Sarper'i dikkatle dinledikten sonra başını salladı "Devam et" dedi. Warren de devam etti: "Türk ordusunun bu hareketinin dünyadaki etkisinin ne olacağını tahmin edemiyorum. Belki birkaç ay etkisi olmayabilir ama Türkiye'ye yapılacak yardım Amerikan Kongresi'nin onayına sunulduğu zaman etkisinin iyi olmamasından korkuyorum. Ordu, bu hareketiyle, hür dünya prensiplerini çiğnedi. Yani istikrarlı imajını sarstı. Bugünkü durumda, askeri cuntanın en önemli destek kaynağı özellikle Amerikan, İngiliz ve diğer yabancı basın olarak görünüyor. Çünkü, Menderes Hükümetini eleştirdiler ve mücadele ettiler. Türkiye'de olup bitenlerle ilgili en uygun yorumları yapacaklar. Bu en azından cuntanın ilk günlerinde ve yeni hükümet için böyle olacak." GÜRSEL'DEN SÖZ Bunun üzerine Gürsel, "Cumhurbaşkanına, Menderes'e ve bakanlara kötü davranılmadı ve davranılmayacak. Güvence veriyorum. Durum açıklığa kavuşuncaya kadar, deniz kıyısında, rahat edebilecekleri, banyolu evlere yerleştireceğim. İsterlerse ailelerini de alabilirler" dedi. Warren da kötü muameleye uğramazlarsa, bunun dışarıda iyi bir izlenim yaratacağını söyledikten sonra "Süratle adil ve dürüst seçimlere giderseniz bu dışarıda, cuntanın itibarını daha da arttırır" diye ekledi. Gürsel "Seçimler yapılacak" diye ısrarla vurguladı ama tarih vermekten kaçınıyordu. İzmir'den Ankara'ya gelir gelmez ilk işinin yeni Anayasa taslağını hazırlamak için İstanbul Üniversitesi'nden profesörleri çağırmak olduğunu vurguluyor, "Süratle yeni Anayasayı hazırlayacaklar" diyordu. "MAAŞLARI ÖDEYEMİYORUZ" Gürsel, konuşmasının sonunda "Türkler daima ABD'yle işbirliği istediler. Amerikalıları ben de seviyorum ve öyle davranıyorum" diyerek söze girdi. Belli ki canı sıkkındı. Maaşların ödenmesine 3 gün kalmıştı ve hazinede para yoktu. "Önceki yönetim, cuntayı (Warren " ülke" yazmış ve yanına soru işareti koymuş) felaket bir mali kargaşa içinde bıraktı" diye anlatmaya başladı ve devam etti: "Maliye Bakan Yardımcısına hazinede kaç para olduğunu sordum. 'Maaşlar ve diğer ödemeler için 180 milyon lira gerekiyor ama 23 milyon var' dedi. İlk maaşları ödemenin ne kadar önemli olduğunu söylememe gerek yok. ABD, Türkiye'ye yaptığı olağan ödemesini, 1 Haziran'dan önce yapıp destek olabilir mi?" Warren "Cuntanın ve geçiçi hükümetin ilk maaş çeklerini ödemesinin ne kadar önemli olduğunu anlıyorum. Ama bazı şeylerin açıklığa kavuşması gerekiyor" diye yanıtladı. Çünkü, mali yardımı konuşmadan önce Washington'un yeni yönetimi tanımasını beklemek gerektiğini düşünüyordu. Gürsel canı sıkkın "Anlıyorum" deyince, Warren, görevinin sorun yaratmak değil, çözüme yardımcı olmak olduğunu vurguladı ve "Önceki hükümetin ne zaman ihtiyacı olsa hazırdım. Beni görmek isterseniz her zaman hazırım. Samimi bir görüşmeye çağırdığınız için teşekkür ederim" deyip ayağa kalktı. Gürsel de "Ben de, sadece geldiğiniz için değil, akılcı tavsiyeleriniz için de teşekkür ederim. Söylediklerinizi aklımızda tutacağımızdan emin olabilirsiniz" diyerek Büyükelçinin elini sıktı. Mesajın altındaki notta ise "ABD'nin Türk Hükümetine fonlardan avans verdiği" yazıyor ama miktarı belirtilmiyor. (Sabah Gazetesi)
-
Dikkat et her zaman, hep ben aradım, Demek ki en büyük sevda benimki. Özlemek en güzel alışkanlığım, Demek ki en büyük sevda benimki. Olmuyor, zorla değil olmuyor. Görmüyor, nasıl yükseklerdesin. Sevmiyor, gönül ondan zalimi, Sevmiyor, buna sen de dahilsin... Bak gönül sersem gününde, Bir tutsan kalsam elinde, Çok şükür aklım yerinde, Her şeyim sensin. Bir deli yürek acısındayım, Bak yine kara odalardayım, Bir gece gibi yakınındayım, En büyük aşkım sensin...
-
Kadınların Yaşamdaki en buyuk arzusu nedir ?
Senyour şurada cevap verdi: Senyour başlık Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
ya da böyle diyelim : Baska kadının elindeki erkegi almaya calısma en iisi olmak adına -
Kürt Sorunu ve Türkiye'nin geleceği hakkında
Senyour şurada cevap verdi: cozunurluk başlık Politika Bilimi
Ordunun PKK sorununu ele alış tarzı, Türkiye'yi kendi Kürtleri veya Iraklı Kürtlerle uzun bir savaşın beklediği izlenimi veriyor. Oysa sadece askeri çerçeveden bakmak ilerleme getirmiyor; sosyal bir anlaşma gerek Türk ordusuyla PKK savaşçıları arasındaki çekişmenin başlamasının üzerinden 23 yılı aşkın süre geçti. PKK 1984'te ilk kurşunu sıktığında, kimse bunun Türk ve Kürt halkları için trajedilerle dolu bir sürecin başlangıcı olacağını düşünmemişti. Buna rağmen, bu amansız çıkmaza mutlu bir son bulmanın sorumluluğu öncelikle güçlü tarafın, yani Türk devletinin omuzlarındadır. Türkiye Genelkurmay Başkanı General Yaşar Büyükanıt ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ'un 27 Haziran Perşembe günü düzenlediği basın toplantısında, devletin geçmiş dönemden ders almaktan uzak olduğu görüldü. Büyükanıt sanki, PKK'yla açık savaş bir çeyrek asır daha sürecekmiş gibi konuştu. Genelkurmay Başkanı toplantıda yeni askeri plandan, ortadaki gerçekler ve uluslararası şartlar hakkında konuştu, ancak barış ihtimaline veya Türkiye'deki Kürt sorununun çözümüne dair tek kelime etmedi. Bu durum belki de Büyükanıt'ın kendisinden değil de, siyasi kararları veren hükümetten kaynaklanıyordur; ancak Türk askeri yönetiminden duyduklarımız dikkat çekiyor. İnsana, Türkiye'yi, gerek kendi Kürtleriyle, gerekse Irak Kürtleriyle 50 hatta 100 yıllık bir savaşın beklediğini düşündürüyor. ABD çifte standart uyguladı Büyükanıt öfkesini ABD'ye kusuyor. Bu noktada tamamen haklı. Zira ABD niçin, Kuzey Irak'taki Ensar el İslam örgütünü Peşmergeler kanalıyla işgalden önce vururken PKK savaşçılarına tek kurşun sıkmadı? Üstelik bunu, Türkiye'nin Washington'ın müttefiki olmasına rağmen yapmadı. Peki Türkiye niçin ABD'yi terörle savaşında Afganistan'a asker göndererek destekliyor da ABD Türkiye'yi PKK'ya karşı desteklemiyor? Bu soruları General Büyükanıt'ın kendisi de sordu ancak yanıt vermeyip, Türkiye'deki Amerikan karşıtlığının nedenlerinin açık olduğunu söylemekle yetindi. General, PKK'ya karşı savaşın dikkat çekici bir başka yönüne, örgütün nüfuzunun toplumsal köklerine işaret ediyor. Türkler sürekli, PKK'nın dış destekle hayatta kaldığını ifade ediyordu; bu destek kesilirse sorun da çözülecekti. Büyükanıt, güneydoğu Anadolu'daki halkın dünyada terörle kendi sorunlarını birbirinden ayıran tek halk olduğunu da ifade etti. Fakat general aynı zamanda, güneydoğudaki dağlarda bulunan bir 'terörist'in kendisine yemek, sığınak, haberleşme ve nakliye olanağı sağlanması için yerel desteğe ihtiyaç duyduğunu belirtiyor. General bu noktada, imamlar, muhtarlar, kamu kuruluşlarında çalışanlar ve hatta korucular gibi yetkilileri dağlardaki PKK'lılara destek ve istihbarat bilgisi vermekle suçluyor. Türk liderler PKK savaşçılarının Türkiye içindeki sayısını da ortaya koyuyor; sayı, dışarıda üç bin, içeride iki bine varıyor. Bu durum PKK'nın gücünün önemli bir oranının ülke içinde bulunduğu anlamına geliyor. Burada da ortaya bir dizi soru çıkıyor: Bu durum, PKK'nın Türkiye içinde kendisiyle duygusal bir bağ kuran bir çevre bulduğu ve örgütün davranışının, Kürt toplumunun geniş bir kesiminin isteklerinden ayrılmayacağı anlamına gelmez mi? Türkiye içindeki Kürtlerin ona sevgisi sınırlı olsa, örgütün devlete karşı savaşını yıllarca sürdürme imkânı var mı? Bu durum Kürt sorununa çözüm bulmak için güç kullanımı dışında başka yöntemler aramayı gerektirmez mi? Seçim sonrası tek umut AKP Dahası, Kuzey Irak'taki PKK savaşçıları dış destekten besleniyorsa, ki bu doğru, ve Türk ordusu Washington'ın itirazı nedeniyle bu savaşçıların izini Irak'ta süremiyorsa bile, neden Türkiye içindeki savaşçılarından nihai olarak kurtulunamıyor? Niçin Türk askeri yetkililerinin de itiraf ettiği gibi PKK'ya örgütün verdiği kayıplardan daha fazla insan katılıyor? Bu durum PKK'ya karşı yapılan operasyonları sorgulamayı gerektirmez mi? Türkiye'deki Kürt sorununu çözmek, ülkede kültürel, eğitim ve medya alanında hakları olan 12 milyondan fazla Kürt bulunduğunun dikkate alınmasını gerekli kılmaz mı? Soruna sedece askeri çerçeveden bakılması ülkeyi Irak modeline götürmez mi? Türkiye, devletle Kürt azınlık arasında ve Kürtlerin kültürel istekleriyle Türk devletinin ve topraklarının bütünlüğü arasında uyum sağlayan siyasi ve sosyal bir anlaşmaya geçmişten çok daha fazla ihtiyaç duyuyor. Bu anlaşma AKP'nin gelecek genel seçimleri kazanması durumunda yapacağı ilk çalışma olabilir, çünkü diğer bütün partiler maalesef faşist eğilimli. (Katar gazetesi Şark, Beyrut Stratejik Araştırma Merkezi Direktörü, 1 Temmuz 2007)(Radikal Gazetesi)- 1.760 cevap
-
- Kürt Sorunu
- Türkiye
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
R.E.M- Losing my religon
-
-
Gün doğuşuna
-
Kadınların Yaşamdaki en buyuk arzusu nedir ?
Senyour şurada cevap verdi: Senyour başlık Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
eee dogru diyosun -
Kadınların Yaşamdaki en buyuk arzusu nedir ?
Senyour şurada bir başlık gönderdi: Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
Kral Arthur’a bir gün bir melek gelir ve bir soru sorar…… Kral Arthur bir soruya doğru cevap verebilirse hayatı kurtulacak aksi takdirde ölecektir. Soruya cevap verebilmesi için 1 sene süresi vardır. Soru aynen şöyledir: KADINLAR YAŞAMLARINDA EN ÇOK NEYİ YAPMAK İSTERLER VE NEYİ YAPMAKTAN BÜYÜK BİR HAZ DUYARLAR? Bu soru tabi ki dünyanın en zor sorusu. Ancak kralın fazla bir tercih şansı yoktur. Ülkesine geri döner. Türlü alimlere, bilirkişilere danışır ama soruya tam bir doğru yanıt bulamaz. Bu sorunun cevabını sadece yaşlı bir cadı bilmektedir. Artık en son gün gelmiştir ve Arthur mecburen cadıya gider. Cadı soruya cevap verecektir ancak bir şartı vardır. Cadı cevap karşılığında Arthur’un yakın arkadaşı ve en iyi ve yakışıklı şövalyesi ile evlenmek istemektedir. Arthur yıkılır ve bunu kabul edemeyeceğini söyler ve cadının yanından ayrılır. Şövalye olanları duyar ve krala koşup hiçbir şeyin Arthur’un hayatından daha önemli olamayacağını söyler. Ve cadıdan cevabı alır. KADINLAR HER ZAMAN KENDİ ÖZGÜR İRADELERİYLE KARAR ALMAK İSTERLER. Evet, kesinlikle(?) doğru olan bu cevap sayesine kralın hayatı kurtulur. Fakat şövalyenin hayatı sönmüştür. Cadı dünyanın en çirkin görünüşlü mahlukatıdır. Yemek yerken kusar, tükürür ve her olumsuz davranışı gösterir. Şövalye ile evlenme gününde bile ********* davranışlar göstermiştir. Nihayet şövalye için en kötü an yani gerdek gecesi gelir. Ancak odaya girdiğinde karşısında cadı yerine dünyanın en güzel kadınını görür. Acayip şaşırır ve sorar. “Sen kimsin?”. Kadın cevap verir. “Ben evlendiğin cadıyım. Ancak gündüzleri son derece çirkin ve geceleri son derece güzel olurum. Ya da gündüzleri son derece güzel veya geceleri son derece çirkin olurum. Nasıl gözükeceğime sen karar vereceksin”. Şövalye çok kısa bir süre düşünür. Geceleri mükemmel bir sevgili mi yoksa gündüzleri eşiyle beraber kazanacağı saygınlık mı? Ve şöyle cevap verir. “Nasıl olmak istediğine sen karar ver lütfen. Ben senin her haline karşı saygılıyım.” Cadı bu karar karşısında çok sevinir. “Sen bana seçme özgürlüğünü verdin ve beni kısıtlamadın şövalyem. Bu yüzden ömür boyu yanında güzel ve saygılı biri olarak gözükeceğim”. KADINLAR, İSTER, SON DERECE GÜZEL… İSTER, SON DERECE ÇİRKİN OLSUN… HERZAMAN CADIDIRLAR. ( bir Erkek olarak Feministmi oluyorum ne ) -
karşılık (kopya cektim imzandan )
-
uyarı almam... ki sadece benim imzamın o kadar buyuk olduguna da inanmıyorum mecbur degistirdik umarım bunada buyuk demezler
-
Bu ne biçim hikaye böyle hasta mısın nesin bana söyle Gel gidelim güneylere yenilenip dinlenmeye Deliyim ben aslında senin gibisin sevmekle deli Basarisiz olduysan oldun yikma kendini zaten yorgunsun Ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin Ya vazgeçer unutursun yada yolun açık olsun hadi Bu felek kimine kavun kimine kelek yedirdi Sevinip de şımarınca sana derhal bildirildi tabi Nerde hani o canim gözler hani nerde verdigin sözler Boğuldum ben gözyaşına elimi tutan el nerde Sorarim kendi kendime elimi tutan el nerde hani
-
eeee buda güzel
-
-
Pek az kişiye, mutluluğa erişmek için bir fırsat düşmemiştir, ama pek az kişi de bu fırsattan yararlanmayı bilmiştir. Andre Maurois
-
İki küçük oğlan çocuğu kıyasıya kavga ediyordu. Çamura bulanmış bedenlerinden çıkan terle karışık yaralarından fışkıran kanları birbirlerine karışırken neredeyse kankardeş olduklarına aldırmadan birbirlerini hâlâ tekmelemeye devam ediyorlardı. Çocuk bilinçsizliği ve aymazlığı ile tepişen kavga eden bu çocuklar aynı mahallede okuyan, aynı okul sıralarını paylaşan çocuklardı. Aynı bakkaldan alışveriş yapıyor, geleceğe dair benzer umutları besliyorlardı. Anneleri onları birbirlerinden ayırırken hem kulaklarını çekiyor hem de birbirleri ile iyi geçinmelerini, kavga etmemelerini öğütlüyordu. Aslında onlar arkadaştılar, onlar kardeştiler. Aynı mahallenin çocukları aynı bakkaldan aldıkları oyuncak silahları ile savaşıyorlar, aynı dereden topladıkları taşları birbirlerine acımasızca atıyorlardı. Çünkü onlar çocuktu. Şiddetin ne olduğunu bilmeden şiddetin ortasında zevkle debeleniyorlardı. Anneleri yetişmese belki birbirleri ile hep kavga edeceklerdi. Ama anneleri onları hep son anda ayırırdı. Savaş tüccarları Bu aynı mahallenin, aynı şehrin, aynı bölgenin, aynı ülkenin gençleri halâ çocukluklarındaki gibi kavga ediyor. Çünkü genç olmak biraz da çocuk olmaktır, başlarında kavak yellerinin estiği adrenalin denizleri var. Şiddet, heyecan, belki biraz acımasızlık hiç korkmadan hem kendilerinin hem başkasının hayatını hiçe sayma. Bu gençler oyuncak silah yerine artık gerçek silahlar kullanıyorlar, taş yerine molotof kokteylleri, uzaktan kumandalı bombalar kullanıyorlar. Silahlarını ve taşlarını yine aynı yerden alıyorlar yıllar önceki gibi. Ancak bu sefer mahalle bakkalı yerine uluslararası büyük silah marketleri pazarlıyor kurşunlarını, birbirlerine atsınlar diye. Dünya savaş tüccarları tüketicileri artsın diye her çocuğa oyuncak silah verir gibi sokaklarda, dağlarda, ovalarda Kalaşnikoflar pazarlıyorlar. Gençliklerinin adrenalin denizlerinde boğulsunlar diye mayınlı yollar döşüyorlar her bir yere. Bu savaş tacirlerine ölüm senaryoları yazanlar var. Bu ölüm senaryolarını yazanlar ve sahneye koyanlar aynı mahallenin, aynı bölgenin genç delikanlılarını figüran olarak kullanıyor ve bazılarına roller yazıyorlar. Kimi etnik ayrılıkçı, kimi Kürt, kimi militan, kimi güvenlikçi, kimi tetikçi, kimi fil, kimi kale, kimi piyon. Ama şah hep, büyük şah, hep mat ediyor hepsini. Oyun hep böyle bitiyor. Hep silah tröstü kazanıyor. Binlerce kurşun, sayısız silah, bir sürü Kalaşnikof, caddeler dolusu mayın. Adrenalin denizlerinde ellerindeki silahlar ile birbirlerine saldırıyorlar, mayın döşeli yollar hem hayatlarını hem hayallerini patlatıyor. Çünkü onlar enerjilerini kötü niyetli senaristlerin yazdığı ölüm oyunlarında tüketen, silah tüccarlarının tuzağına düşmüş adrenalin yüklü figüranlar. Onların hepsi genç. Dediğim gibi genç olmak biraz da çocuk olmaktır. Ama ne yazık ki artık anneleri kavgalarına yetişemiyor, onları birbirlerinden ayıramıyorlar. Güzel çocuklarının yıllardır emek emek büyüttükleri evlatlarının ölümlerine koşturuyorlar artık haykırarak. Dünyanın başka köşelerinde hazırlanan bu kötü niyetli senaristlerin ölüm oyunlarında kısa süreli ve sık sık değişen figüranlar olarak hayatlarının baharında bütün dünyanın çocukları ölüyor hep başka yerlerde. Annelerin vatanları çocuklarıdır. Her gün yüzlerce annenin vatanı ölüyor içinde. Bu oyunları kuranlar sokaklarda gezen ve birbiri ile kavga eden iki çocuğun teninden fışkıran gençlik enerjisini kullanıyorlar, bombalar patlıyor, terör yine bir sürü genci aynı mahallenin, aynı bölgenin, aynı ülkenin gençlerini yok ediyor. Evlat bir vatan parçası gibidir her anne için. Ayrılığı ölümdür, terör hem evlatları hem anneleri öldürüyor. Bütün anneler hem kendi çocukları hem başka kadınların çocukları ve hatta dünyadaki bütün annelerin genç çocukları için biraraya gelmeli ve terörle mücadele etmeli. Belki bir annenin çocuğuna sahiplenme refleksi ile karşı koymamız mümkün olabilir bu terör belasına.
-
Offer Nissim ft. Maya___ İn Your Eyes