Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Senyour

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    975
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    1

Senyour tarafından postalanan herşey

  1. senin daha zormus
  2. - aabiii, burda cips vardı nooldu..? - yedim. - e burda kurabiyeler vardı..? - onlarıda yedim. - yaa kolayı nereye koyduun? - içtim. - boşanda semerini yebe yuh! burda yarım bi çukulata var yiyorum ona göre - yiyemezsinkiii yaladım ben onu ------------------------------------------------------ - abi çay bardakları nerdee...? - ulan bide evin kızı olucaksın, hayret bişey yaa!!! - ya söylesenee.. - tuvalete bak rezarvuarı içindeydi enson - e hani yok burdaa.. ------------------------------------------------------ - abi ojemi gördünmüü.. - ben sürüyorum şindi bidakka. kurusun rütuş yapıp vericem manyakmısın kızım sen ne biliym ben senin ojeni...! ------------------------------------------------------ - ya abii fırın nasıl açılıyodu??? - açıl susam açıl diyosun açılıyo. ------------------------------------------------------ - saçımı kestirdim baak nasıl olmuş - g.t üme benzemişsin. - yaa anne g.t üme benzemişsin diyoo - öyle mi dedim pardon g.t üme hakaret etmişim.. - ya annneeee! ------------------------------------------------------ - baak kaşlarımı aldırdım nasıl olmuuş - yuh alna baak atatürk hava limanı gibi - böhüüüü ------------------------------------------------------ - ciyaaak örümceekkkk anneciimm! - spidermanın posterini odana asarsın ama. ------------------------------------------------------ - abi saç kurutma makinesini gördünmüüüü - valla tost makinesiyle sevişiyodu enson. - bikerede doğru cevap ver bee - tamam be yedim. - bak buna inanırım işte. ------------------------------------------------------ - kimdi o ? - kim kimdi? - arayan - ne zaman? - demin telefonda konustugun kimdi diyorum lafi dolastirma - osman - hmm. osman senin 1.90´a 90 bi abin oldugunu bilio mu? - ee bilmese de olur bence - hmm. ------------------------------------------------------ - biricik kardesim benim dunyanin en guzel kizkardesi cinimm.. - param yok, su getiremem, bakkala gidemem ders calisiom - allah cezani vermesin ben istemesem seni yapmiyolardi ama ------------------------------------------------------ - kalk yemek isit bana hadi kos kos kos firla - ya bi gun de kendin yap bi isini ya, allahim neydi gunahim - ne? yarin gece cikmak istemio musun? - dolma mi tavuk pilav mi? ------------------------------------------------------ - kız git bana hede hodo al getir bakkaldan - getirmem - getir lan - getirmem kendin al - doverim - dovemezsin - doverim - dovemezsin - gidiklarim - hangi bakkal demistin abi
  3. Klasik tepki:"Sıraya geç kardeşim" Neoklasik tepki:"Şeker kardeşim sıraya geçiver" Realist tepki:"Sıra var" Surrealist tepki:"Sallandıracaksın bunların ikisini kızılay'da bak bir daha yapabiliyorlar mı?" Romantik tepki:"Beyfendi galiba sırayı görmediniz" Naturelasit tepki:"Sırana geç" Modern tepki:" Efendim insanımız eğitimsiz.Halbuki Avrupa da" Post-modern:"Sırana geç lan ayı !" Uzlaşımcı:"Acelesi olmasa öne geçmezdi;üzmeyin garibi" Devrimci:"Alt yapı sorunları çözülmeden halkımız sıraya geçmez.Devrim olacak herkes hizaya gelecek" Kaderci:"İki dakka fazla beklesek kıyametmi kopar?Kısmetse hepimizin işi görülür" Felsefeci(septik-kuşkucu) :"Ön ve arka kavramları görecelidir.O tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi?Öne geçtiğini zanneden, aslında arkaya geçmiş olabilir" Kant'çı:"Efendim algılanmayan şeyler yok demektir.Bakmayın o tarafa, adam yok olur" Kötümser Varoluşçu:"Herkes bir gün ölecek.Onurlu bir şekilde bekleyin.Bir gün o adamda ölecek" İyimser Varoluşçu:"Sıkmayın canınızı,şu anın tadını çıkarmaya çalışın.Bakın ne güzel hayattasınız ve birileri önünüze geçebiliyor" Humanist:"İnsanlık bir bütündür.Birimiz hepimiz hepimiz birimiz için.Dolayısıyla birimiz öne geçince,aslında hepimiz öne geçmiş oluyoruz"
  4. Senyour

    Günün Sözü

    Manevi şiddete son...
  5. zikutekato = zedan abi hangisi zor ya bismillah yani
  6. düşmek zorundayız İki kırık kalple geçmez ömür Neden aşkın çıkmaz yolundayız Seven kalbi neden görmez gönül Hayaller kurduklarım bilmeden yorduklarım Üzülüp kırdıklarım madem küskün bana Söyleyin affetsinler bir şans daha versinler Karşılıksız sevsinler yeter bana... Topladın eşyaları iyi düşündün mü Canıma kastın neden acımı gördün mü Aşkta ibadet var kalpte ihanet var Söyle ne korkun var hayret üzüldün mü
  7. ince saz- cok asıgın var diyorlar...
  8. Artik hayatimdan çiksan diyorum Bu ikili delilik sona erse Ikimiz için de en hayirlisini diliyorum Hiç olmamis gibi davranabilmeyi Bu yok ediciligi anlayabilmeyi Bir bilsen ne kadar yürekten istiyorum Lütfen Görmeyeyim seni Bir yerlerde karsima çikma Konusmayalim, bakismayalim Ne olursun Daha fazla tükenmeye takatim yok Sanki aski ögütmeye programli gibiyiz Aslinda bakarsan insan olarak iyiyiz Ama daha fazlasini isteme benden yalvaririm Ben bittim artik kalmadim
  9. Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış. “Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir” diye başlıyor. “Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz?” diye soruyor. Sonra anlatmaya başlıyor. “Sevgi üç türlüdür!” Birincinin adi “Eğer” türü sevgi! Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adi takmış yazar. Örnekler veriyor: Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer es olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome “En çok rastlanan sevgi türü budur” diyor. Bir şarta bağlı sevgi..Karşılık bekleyen sevgi.. “Sevenin, istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaat edilen bir sevgi türüdür bu” diyor yazar.. “Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır.”Yazara göre evliliklerin pek çoğu “Eğer” türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi giderek nefrete dönüşüyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile “Eğer” türüne rastlanıyor. Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için, çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama basarîli olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle “Sınavları kazanamadın. Bir de utanmadan Hakone’ye gittin” diye bağırıyor. Delikanlı “Ama baba, vaktiyle sen de bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın” diyor. Baba daha çok kızarak, delikanlıyı tokatlıyor. Çocuk da intihar ediyor.”Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı” diyor yazar. “Delikanlı babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı! “İnsanlar “Eğer” türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında.”Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek, bu genç adamın yaptığı gibi, yasamı sürdürmekle, ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir” diyor, Masumi Toyotome. İlginç değil mi?.. ÇÜNKÜ türü sevgi Sonra da devam ediyor yazar, çünkü türü sevgi. Toyotome bu tür sevgiyi söyle tarif ediyor:”Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır.” Örnek mi?..”Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin. (Yakışıklısın!)” “Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki..” “Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki..” “Seni seviyorum. Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki.”Yazar, Çünkü türü sevginin, Eğer türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz, hoş bir şeydir, egomuzu okşar. Bu tür, olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama derin düşünürseniz, bu türün, “Eğer” türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artik ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yasama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer. Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfın en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler. Üstü açık BMW’si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler.”O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?” diye soruyor, Toyotome. “Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz” diyor. Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var. Birincisi. “Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?” korkusu. Tüm insanların iki yani vardır. Biri dışa gösterdikleri. Öteki yalnızca kendilerinin bildiği.. “İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse” korkusu buradan doğar. İkincisi de. “Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa.” endişesidir. Japonya’da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı. Aynı kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artik çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş. Japon yazar “Toplumlardaki sevgilerin çoğu ‘Çünkü’ türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insani hep kuşkuya düşürür” diyor. Peki, o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne? “Ve iste sevgilerin en gerçeği yolda! Üçüncü tür sevgi Üçüncü tür sevgi benim ‘Rağmen’ diye adlandırdığım türdür” diyor yazar. Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında birsek beklenmediği için eğer” türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için “Çünkü” türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan “Bir şey olduğu için” değil, Bir şey olmasına rağmen” sevilir. Güzelliğe bakar mısınız? Rağmen sevgi. Esmeralda, Qusimodo’yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına “rağmen” sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda’ya Çingene olmasına “rağmen” tapar! “kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insani olabilir. Bunlara ‘rağmen’ sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karsılaşması şartı ile.”Burada insanin, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine “rağmen” olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor. Japon yazar “Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur” diyor. “Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, basarî ya da ünden daha önemlidir.” Bunun böyle olduğundan nasıl emin? Hakli olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor. “Su soruma cevap verin” diyor. “Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, basarî ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? Kendi kendinize ‘Yasamamın ne yararı var’ diye sormaz mıydınız?” Devam ediyor Toyotome. “Su anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün. Dünya birden bire basınızın üstüne çökmez miydi? O an yasam size anlamsız gelmez miydi?” “Diyelim sıradan bir yaşamınız var. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yasardınız?” diye soruyor ve yanıtlıyor: “Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yasayan ölü haline geliyorlar.” Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor “Rağmen” sevgiyi. “Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni ‘Rağmen’ türü sevgiyi şu anda yasamanız ya da Birgen bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır.”Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome. “Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var. Kimsede başkasına verecek fazlası yok” diye açıklıyor. Anlatıyor. “Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da ayni şeyi başkasından beklemektedir.” Peki, bu dünyada sevgi ne kadar var? Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve tevsik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz. Hani nerede? Hepsi o. Ve asıl çarpıcı cümle en sonda. “Dünyadaki en büyük kıtlık, ‘rağmen’ türü sevginin yeterince olmayışıdır!”
  10. Senyour

    Ayrılık...

    peki konu neydi diloş... tskler imzam hakkındaki dusuncen
  11. Senyour

    Çağrışım

    mutlu gunler
  12. Senyour

    Çağrışım

    düşler ve periler
  13. Senyour

    Çağrışım

    kabus
  14. Senyour

    Çağrışım

    keder....
  15. Senyour

    Çağrışım

    umut
  16. Senyour

    Çağrışım

    anne diince özlem
  17. sezen aksu-yine yeni yeniden sev
  18. Senyour

    Ayrılık...

    yasadıgım seyler ki herkesinde...
  19. Senyour

    Ayrılık...

    “İnsanların birbirini tanıması için en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın zamandır”, der Dostoyevski… Veda acısı, kabuğunu soyar insanın; yıldızını kazıyıp çırılçıplak ortaya serer. Birlikteliğin örttüğü tüm kusurları ayrılık sergiler. Bir ayrılık arifesinde helalleşilir ve o an hakiki tabiatlarıyla yüzleşilir. “Ölene kadar” diye söz verilmiştir, ama “ölüm yolunda” başka tercihler belirmiştir. Kararsız prensesin vicdani azap çekerken 7 cücelerin somurtkanı “aklini başına” al diye fısıldar kulağına; haytası ise “kalbinin sesini” dinle diye çekiştirir eteğinden. Hep hayran bakan gözlere, hatalar takılmaya başlar. “Ama”yla biter alelade iltifat cümleleri: “Sen iyi bir insansın, ama arkadaşların kötü”, “Seni seviyorum, ama bu ilişkide mutlu değilim”, “Ben başka türlü bir beraberlik düşlemiştim” vs.vs. Sonra gelsin uykusuz geceler… Bir türlü karar verememeler… Ruhen gidip gelmeler… “Hele biraz daha zaman geçsin” diye nikah ertelemeler… Birlikteymiş gibi yaparken, sevecek başka yüzler, yüzecek başka denizler kollamalar. “Aslında bütün bunlar bizim iyiliğimiz için’e kendini kandırmalar. Sonrası hep aynı: Bekleyenin “Hani sonbaharda buluşacaktık. Hazan geldi geçti, sen gelmez oldun” sızlanmaları… Bekleyenin “Geliyorum az kaldı” oyalamaları… Bittiğini bile işi uzatmalar; söyleyemedikçe hepten batağa saplanmalar… Terke makul bir gerekçe ararken hepten çarşafa dolanmalar… Veda konuşmasında süslü iltifat cümlelerinin arasına, o cümleleri hiçleştiren mayınlar serpiştirmeler… Üzgün görünmeler… Bağış dilenmeler…”…ama kaçınılmazdı” demeler… “Sözünden caydın” yakınmalarını “Sen de eski sen değilsin. Değişmişsin” diye göğüslemeler… …asil kendinin değiştiğini bilmezden gelmeler… Ve son sahne: Terk edenin o mahcup “Gönlüm başkasında” itirafına karşılık terk edilenin kirik calimi: “uğurlar olsun! Ben yoluma devam ediyorum”. İhanetler hep böyledir: ilki, bir yenisine gebedir; ikincisi daha az acı verir. Ondan sonra dur durak yoktur: Güvenilmez aşık, sevdikçe kıran, gezdikçe ardında bir kırık kalpler mezarlığı bırakan bir dervişe döner. Artik acılara hapsolmuştur: Buluşmak istedikçe ayrılacak, birleşmeye çalıştıkça parçalanacak, sonunda terk ettiklerinin “ah’ı tutup terk edildiğinde mukadder yalnızlığına kapanacaktır. (Gidene.....)
  20. Yuregimdeki firtina dinmedi hala Titrerdim, isterdim seni hep kollarimda Yine bana gel Yana yana yine beni sev Hadi beni yine sev Beni deli deli sev Beni yine yine, yeni yeni, yine yeni yeniden sev Ben yandikca bagrimda sonmez ates Gece yildiz tenimde, gunduz gunes.........
  21. Ünlü Türk filozofu ve bilginidir (870-950). Türkistan'da Farab bölgesinde doğan Farabi'nin asıl adı Ebu Nasr Muhammet'tir. Doğum yerinden dolayı Farabi adıyla anılır. İlköğrenimini doğduğu yerde yapan Farabi yükseköğrenim görmek için Bağdat'a gitti. Zamanının ünlü bilginlerinden, bu arada bazı Hıristiyan filozoflarından mantık ve dilbilgisi dersleri aldı. Elbette bunlardan önce ve bunlarla birlikte Arapça'yı da çok iyi öğrendi. Eski Yunan filozoflarını, bu arada Aristoteles'i inceledi. Zamanında yaygın bir ünü olmayan Farabi, ölümünden sonra batıda Ortaçağ Hıristiyan filozoflarının ilgisini çekti. Farabi daha çok metafizik üzerinde çalıştı, felsefeyle İslâm dini arasındaki ayrılıkları, uyuşmazlıkları, çelişmeleri mantık ilkelerine dayanarak gidermek amacı güttü. Dini değişmez bir öz olarak aldı ve Aristoteles mantığının verilerini göz önünde tutarak, İslâm dinine felsefi bir nitelik kazandırmağa çalıştı. Bu yüzden doğuda İslâm felsefesinin kurucusu sayılır. Ona göre, dinle felsefe birbirinden ayrılamaz, felsefe dinin yardımcısıdır; din konuları dışında ve dine karşı bir felsefe olamaz. Bağdat'ta karışıklıklar çıkması üzerine Şam'a giden Farabi, orada 80 yaşında öldü. Yüzden fazla eser yazan bilgin, kendinden sonra gelen İbni Sina ve İbni Rüşt gibi ünlü bilginleri büyük ölçüde etkilemiştir. Farabi'nin Aristotelesçi Ortaçağ filozofları üzerindeki etkisi, İbni Rüşt'e duyulan ilgiden ileri gelmiştir. Batı kaynaklarında Latince bir adla (Alpharabius) anılan Farabi, kendinden önce ve sonra gelen İslâm filozofları arasında batının en çok başvurduğu kaynaklardan biridir. Son zamanlarda, hemen bütün batı dillerinde, büyük Türk-İslâm filozofu üstüne araştırmalar, incelemeler yayımlandı. Başlıca eserleri: El-Medinetül Fazıla. (Erdemli Toplum), El-Maani el-Akl (Aklın Anlamları), El-İhsa-ül-Ulûm (Bilimlerin Sayımı), Füsus-ül-Hikem (Hikmetlerin Özleri). *********************************************************************** Gazali (1059-1111) Farabi ve İbni Sina'nın karşısına, İslâm felsefesinin üçüncü önemli kişiliği olan Gazali bir eleştirmen olarak çıkar. Gazali "şüphecilik" ile "iman"ı birleştirme girişiminde bulunan özel bir düşünür tipidir. Gazali, Eflâtuncu Farabi ile Aristocu İbni Sina'yı birer rasyonalist sayar. Ona göre bu iki filozof da dogmayı rasyonelleştirmek, yani açık-seçik sözleri aklın anlayabileceği bir şekle sokmak, akıl ile aydınlatmak istemiştir. Böylelikle, Gazali'ye göre, gerek Farabi gerekse İbni Sina aklı imanın üstüne koymuş oldular. Oysa Gazali dini, bilimsel bilginin "karşıtı" olan bir şey diye yorumlar. Ona göre dinin dogmaları bilimsel açıklamalarla, bilimsel bilgilerle aydınlatılamaz. Dinin dogmaları yerine bilimin bilgileri konulamaz. Gazali, Farabi'nin ve İbni Sina'nın karşıtı olarak, dogmayı bilgiden üstün sayıyor ve böylece, İlkçağ şüpheciliğini sürdürmüş oluyor. Gazali şüpheciliğin bütün kanıtlarını yalnızca "bilimsel bilgiye karşı" kullanmaya kalkar ve bunun için de bilimsel bilginin son derece önemsiz ve çürük bir temel üzerinde oturmakta olduğunu kanıtlamaya çalışır. Ona göre bilimsel bilgi, kanıtlanması olanaksız bulunan birtakım varsayımlara dayanır. Şayet dogmalara körükörüne inanılmasını istiyor diye din eleştiriyorsa, aynı eleştiri bilim içinde yapılabilir. Bu görüşünü doğrulamak için de Gazali teorik matematiğin içinde yüzdüğü çözümlenememiş güçlüklere dikkat çeker. Söz gelişi uzay ve zamanın sınırsız bölünebileceği düşüncesi, bu tür güçlükleri içinde taşır. Ayrıca Gazali, bilimlerin temellerinden biri olan "doğada her olayın bir nedeni olduğu" varsayımının da güçlüklerle dolu olduğunu gösterir. Sebep ve sonuç kavramları arasındaki ilişkinin hiç de açık olmadığını, birçok kez sebep ile sonuç arasındaki ilişkiyi anlayamadığımızı söyler. Sonuç olarak bilim, kanıtlanması olanaksız bulunan temellere dayanır. Bunun için güvenilir değildir ve çürüktür. Böylece Gazali bilime saldırmakla dini korumuş, yani bilime karşı şüpheci bir tutum almakla, mistisizme içtenlikle inanmış dindar insan tipini savunmuş ve aynı zamanda dinin dogmalarını akıl ile aydınlatmaya, desteklemeye çalışan skolastiğe karşı da cephe almış oluyor. Farabi, İbni Sina ve Gazali Doğu İslâm kültürünün üç büyük temsilcisidir. Önce Doğuda gelişen bu kültür, sonraları Batıya da geçmiş ve İspanya ile Fas'ta büyük bir etki alanı kazanmıştır. Nitekim Ortaçağın ilk yarısında tüm İspanyol kültürü tam anlamı ile İslâm kültürünün etkisi altındadır.
  22. Batı’da en çok tanınan İslam filozoflarından biri olan İbn-i Rüşd; felsefe, tıp, matematik gibi alanlarda çalışmış ve uzun süre doktorluk yapmıştır. Aristoteles’ten etkilenen İbn-i Rüşd, onun sistemini de bazı noktalarda eleştirmiştir. İbn-i Rüşd'e göre evrenin başlangıcı olan Tanrı, tüm varlıkları belli bir düzene göre yaratan sınırsız bir irade ve zorunlu bir varlıktır. Ona göre Tanrı, dünyayı kendisinden türeyen "ilk akıl’la yönetir. Bu ‘ilk akıl’dan da diğer akıllar türemiştir. Tanrı, yukardan aşağıya doğru bir hiyerarşi içinde tasarlar evreni. Tüm akılların ‘ilk akıl’dan türemesi, bütün insan akıllarının öz bakımından aynı olduğunu belirtir ve genel bir insan aklından bahseder. Sonsuz ve ölümsüz kabul ettiği ‘ebedi akıl’la da insanlığın ölümsüzlüğü sonucuna ulaşır. Bilginin insan aklıyla kavranması gibi bir sonuca ulaşması, o zamana kadar kabul edilen ruhun ölümsüzlüğü görüşüne büyük bir darbeydi. İbn-i Rüşd’ün diğer bir özelliği de, evrenin hiçlikten ibaret olduğu değil, ezeli olduğu düşüncesidir ki bu düşüncesi daha sonra Hıristiyanlık'ı temel alan düşünürlerce kıyasıya eleştirilmiştir. İnsanın, özü gereği bağımsız olduğunu düşünen İbn-i Rüşd, insan dışındaki olayları dikkate aldığında bağımlı varsayar. Bundan da insanı, kendi eylemlerinden, yaşamından dolayı sorumlu tutar ama kendisi dışındaki olaylar karşısında da sorumlu olmadığını söyler. Genel olarak felsefenin konusunun varlıkları incelemek olduğunu belirten İbn-i Rüşd, tüm dini görüşlerine rağmen maddi olana işaret etmesi, o dönemde yaşayan düşünürler açısından değerlendirildiğinde önemlidir. Tanrı’ya ulaşmanın yolunu da, beş duyu ile algılanacak somutluğu incelemekle mümkün olduğunu belirtir. İbn-i Rüşd, etkisi daha çok İslam Dünyası'nda değil, Batı Dünyası'nda olmuştur. Rüşd’ün ruhun ölümsüzlüğü, evrenin ezeliliği gibi düşünceleri, Ortaçağ Hıristiyan düşüncesini etkilemiş, hatta İbn-i Rüşdücülük diye sonradan bir akım olmuştur.
  23. (1333 -1406) İslâm-Yahudi felsefesinin yine Batı bölümünden olan bir başka düşünür İbni Haldun'dur. İbni Haldun'un kişiliğinde, ilk kez gerçek bir "tarih filozofu" ile karşılaşıyoruz. İlkçağda tarih felsefesi, hemen hemen, yok gibidir. Antik dönemin filozofları daha çok doğa ile ilgilenmişler, tarihe fazlaca ilgi duymamışlardır. Ortaçağın başlarında bu durum tümüyle değişti. Tarih felsefesinin Augustinus'un sisteminde ne kadar geniş yer aldığını hatırlayacağız. Ancak Augustinus'un tarih felsefesi, tümüyle dini temellerden çıkarılmış olan bir tarih yapısalcılığıdır. Oysa İbni Haldun'un, tarih felsefesi karşısındaki tutumu tamamen farklıdır. O tarih felsefesini "empirik" bir temel üzerine kurmaya çalışır. Birçok tarihi incelemeler yapmış olan ve özellikle İslâm devletlerinin tarihini çok iyi bilen İbni Haldun'un araştırmalarında şu durum dikkatini çekmiştir: İslâm devletleri kuruluyor, belli bir gelişme dönemi yaşıyor, sonra da yıkılıyor. İbni Haldun'a göre tüm devlet kuruluşlarının kaçınılmaz sonu budur. Acaba bunun nedeni ne olabilir? Devletlerin önce yavaş yavaş yükselip sonra da gerilemesi neden kaynaklanıyor? İbni Haldun bu sorundan önce bir başka konuyu ele alıyor: İnsanları bir devlet halinde birleştiren sebep nedir? Bu soruya verdiği yanıtta İbni Haldun, "dayanışma" kelimesiyle karşılayabileceğimiz bir kavramı, açıklamaları içine alıyor. Tarih felsefesini, ilk olarak, tarihi olaylara dayandıran İbni Haldun, İslâm felsefesinin en dikkat çekici isimlerinden biridir. İbni Haldun öncelikle şu soruyu soruyor: Bir devlet olarak yanyana yaşayan insanların bu birliktelikleri neye dayanır? Bu soruyu İbni Haldun, "dayanışma" kavramı ile yanıtlıyor. Ona göre toplum yaşamında ancak "dayanışma bilinci"nin bulunduğu yerde, yani bireylerin birbirini karşılıklı olarak destekledikleri yerde dayanışma olanağı vardır. Acaba dayanışma duygusu neye dayanır? Bu duygu çeşitli etkilere, söz gelişi ortaklaşa ırk birliğine, din birliğine, tarihi kader birliğine dayanabilir. İbni Haldun için önemli olan nokta, tüm bu temellerden "önce" insanda bir topluluk bilincinin var olması gerekir. Yani insan öteki insanlarla akraba olduğu için değil, akrabalık "bilincini" duyduğu için dayanışma duygusu taşır. Ya da insan aynı dine bağlı olduğu için değil de, böyle bir bağın bilincine sahip olduğu için kendisini ötekiler ile dayanışma içinde duyar. O halde bir bağın var olduğuna ait olan bilinç, bağlılığın kendisinden daha önemlidir. Çünkü söz gelişi aynı kandan gelindiğine dayanan bir dayanışma bilinci, bu ortak biyolojik birlik, yalnızca bir yanılgı olsa bile, yine de, gelişme olanağı bulur. Bir başka deyişle diyebiliriz ki: Devlet biyolojik bir birlik olmayıp "ruhsal" bir birliktir. Devleti ayakta tutan "bilinç"tir. Bu bilincin dışında kalan bağların gerçekten var olup olmadığı konusu, ikinci derecede önem taşır. İbni Haldun'a göre her devlet, belli bir şablona göre "gelişir". Her devlet başlangıçta, köylü sınıfına dayanan "tarım" devletidir. Nüfusun artması ile devlet şekli değişme gösterir. Devlet köyden "kent"t bir gelişme içindedir. Başlangıçta devleti sırtlayan sınıf köylülerdi. Yavaş yavaş devleti kent halkı taşıyacak duruma geldi. Ancak devletin köyden kente geçişi, köylülerden kentlilerin eline geçişi, kaderci (fatal) bir yapıya sahiptir. Çünkü bu gelişme, zorunlulukla, bireyciliğe yol açar. Bir başka deyişle: Devletin köyden kente geçmesi, devletin asıl temeli olan dayanışma duygusunun "gevşemesine", zayıflamasına neden olur. Kent yaşamı bireyleri birbiriyle yarışmaya ve mücadeleye sürükler, bireyler zengin olmaya eğilimlidirler. Böylece bu gelişim devletin şeklini zorunlu olarak değiştirir. Her devlette, devletin bir "yönetici" sının vardır. Köy devletinde yönetici sınıf köylünün "güvenine" sahiptir. Yönetici sınıf ile devleti sırtlayan sınıf arasında bir güvenin bulunması, köy devletlerinin karakteristik özelliğini oluşturur. Fakat devlet köyden kente geçtikçe, halkın devlete ve onun yöneticilerine olan güveni kaybolmaya başlar ve bu gibi devletler daha çok "dikta"ya yönelir. Ancak; bu durum ile devletin göçmesine doğru bir adım atılmış olur. Tarihî araştırmalardan İbni Haldun, bir devletin ancak "dört kuşak" yaşayabildiği sonucunu çıkarır. Devletlerin kurulmaları, bir yükselme dönemi yaşamaları ve sonunda batmaları, "genel bir yasa "dır. Bu yasa, devletin bir organizma olduğu anlamına gelmez. Aksine devletlerin gelişimi "psikolojik" bir temele dayanır. Böylece İbni Haldun, tarih felsefesini temelinde psikoloji bulunan ve gözlemlerinin ürünü olan bir sosyolojiye dayandırmış oluyor. İbni Haldun'un yaşadığı dönem (1300 - 1400 araları), aynı zamanda Batıda da tarih felsefesinin konu edilmeye başlandığı bir zamana rastlar. Nitekim İbni Haldun'dan biraz sonra, Batıda "Makyavelli" yetişmiştir. Bundan önce de değindiğimiz gibi, özünde doğayla ilgilenen Antik dönem, tarih felsefesiyle ilgili konulara oldukça yabancıdır. Ortaçağ ile bu konu değişti. Söz gelişi Augustinus'un felsefesinde doğa konularından çok tarih konuları ön plândadır. Ancak Augustinus'un tarih felsefesi din kitaplarından yararlanmış tarih bağlantılarıdır. Augustinus tarih felsefesini, daha çok, pek yakın olduğuna inandığı kıyameti anlatmak için yazmıştır. Gerçekten deneye dayanan bir tarih felsefesini ise, ancak Ortaçağın sonlarında buluruz.
  24. Senyour

    Küresel ısınma

    DÜNYAYI KURTARMAK İÇİN SADECE 5 YIL KALDI Dünya Doğal Hayatı Koruma Fonu (WWF), dünyanın iklim değişikliği felaketine uğraması için 5 yılın bulunduğunu belirterek, hükümetlere, karbon emisyonlarını azaltarak gidişatı tersine çevirmek için harekete geçmeleri için 2012'ye kadar zamanları olduğu uyarısında bulundu. Sky News'un internet sitesindeki habere göre, kuruluşun yetkililerinden James Leape, "olumlu değişikliğin tohumlarını ekebilmemiz için küçük bir zaman dilimimiz var ve bu süre önümüzdeki 5 yıl" diyerek bu süreyi heba etmemek gerektiğini belirtti. WWF'nin "2050 İçin Vizyonlar" raporunda, hükümetler bunu yapmazlarsa "gelecek kuşakların, harekete geçme yeteneksizliğinin yol açtığı güçlüklerle yaşamak zorunda kalacakları" belirtildi. WWF'nin İngiltere iklim değişiklikleri programı sorumlusu Keith Allott da iklim değişikliğinin çapının göz korkutucu olmasına karşın, acilen harekete geçilmesi halinde bu gidişatın durdurulabileceğini söyledi. "1 milyar insan göç edecek" İngiliz insani yardım kuruluşu Christian Aid, yayımladığı raporda, 2050 yılına kadar en az 1 milyar insanın küresel ısınmanın sonuçları yüzünden göç edeceği uyarısında bulundu. Küresel ısınmanın yol açacağı çatışmalar ve mevcut doğal felaketlerin bir sonucu olarak 2050 yılına kadar en az 1 milyar insanın evlerini terk etmesinin beklendiğini belirten kuruluş, 21. yüzyılda hızla artan göç dalgasına dikkat çekerek, "Çatışmalar, doğal felaketlerle barajlar ve madenler gibi büyük kalkınma projeleri yüzünden evlerini terk eden insanların sayısı şimdi bile şaşırtıcı bir artış eğilimindedir" açıklamasını yaptı. Gelecekte ise iklim değişikliklerinin bu artışı tırmandıracağı uyarısında bulunan kuruluş, "güçlü ve acil önlemler" alınması için uluslararası toplumu acil eyleme çağırdı. Küresel ısınma nedeniyle evlerini terk edenlerin sayısının artmasının 2050'ye kadar bir "göç krizine" dönüşeceği uyarısında da bulunan Christian Aid, büyük kalkınma projelerine bağlı olarak yıllık mevcut 15 milyon göçe karşı 645 milyon kişinin göç etmesinin beklendiğini, sel, kuraklık, açlık gibi küresel ısınmaya bağlı nedenlerle 250 milyon insanın, çatışmalar ve insan hakları ihlalleri yüzünden de 50 milyon kişinin göç edeceği tahmininde bulundu. Hükümetler Arası Uzmanlar Grubunun iklim değişikliğine ilişkin henüz yayımlanmamış verilerine de dayandırılan raporda, İngiliz yardım kuruluşu, 2080'e kadar 1,1 milyon ila 3,2 milyon insanın susuz, 200 milyon ila 600 milyon insanın da aç kalacağına dikkat çekti. Raporda, okyanus seviyesinin yükselmesinden de her yıl 2 ila 7 milyon insanın etkilendiği belirtti. İkinci Dünya Savaşı göçmenlerine yardım için kurulan kuruluşun raporunda, evlerini terk etmek zorunda kalacak bu insanların göçünün yeni çatışmalara yol açacağı uyarısında bulunuldu. Raporda, "Birçok başka Darfur'u olan bir dünya, en muhtemel kabus senaryolarından biri" denildi ve göçmenlerin Avrupa'daki ve başka yerlerdeki zengin ülkelere gitmeye çalışacaklarının altı çizildi. Antarktika'da ciddi oranda erime! NASA, 2005 başında Antarktika'da önemli oranda erime meydana geldiğini uydu yoluyla saptadı ve bunun küresel ısınmayla doğrudan bağlantılı olduğunu bildirdi. NASA'nın Pasadena'daki Jet Motorları Araştırma Merkezinden (Jet Propulsion Laboratory: JPL) yapılan açıklamada, Ocak 2005'te Antarktika'nın batı kesiminde sıcak artışı yüzünden çok önemli oranda erime olduğunu gösteren açık kanıtlar bulunduğu belirtildi. Uydular tarafından son 30 yılda gözlenen en önemli erime olduğu kaydedilen bu durumdan etkilenen bölgelerin toplam yüzölçümünün 400 bin kilometrekare kadar olduğu kaydedildi. Bu durumun, sıcaklığın 2005 başında bölgede normalden 5 derece daha fazla olmasına bağlandığı ve bu sıcaklığın bölgede yaklaşık bir hafta sürdüğü belirtilerek, buna rağmen bu erimenin, suyun buz katmanları arasına girip büyük buz parçalarının denize düşmesine neden olacak kadar uzun sürmediği de vurgulandı. Küresel ısınmaya hazırlıklı değiliz BM raporuna göre küresel ısınmanın zararlarına dayanabilecek ülkeler sıralamasında Türkiye 38'inci..... Küresel ısınmanın doğal etkisine, içinde bulunduğu şartlar çerçevesinde en iyi karşı koyabilecek ve bu etkiyi en fazla avantaja çevirebilecek ülkelerin başında Norveç geliyor. Türkiye ise, bu dirence sahip ülkeler arasında 38'inci sırada yer aldı. BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'ne bağlı olarak hazırlanan ve ABD'nin etkin dergisi Newsweek'in yer verdiği bir raporda, iklim değişikliğinden etkilenecek ülkeler, bu değişikliğe uyum sağlama yeterliliklerine göre sıralandı. ABD'deki Columbia Üniversitesi uzmanlarının desteğiyle yayımlanan listeye göre, küresel ısınma dünyanın bütün ülkelerini etkileyecek. Finlandiya, İsveç ve İsviçre gibi gelişmiş ülkeler; altyapı, insan gücü, gıda stoku, insan sağlığı ve su kaynakları bakımından gelişmekte olan ülkelerden daha avantajlı durumda. Türkiye de 100 ülkelik listede 38'inci sırada yer aldı. Listenin en sonunda ise Sierra Leone ve Bangladeş gibi gelişmemiş ülkeler bulunuyor. Arıların gizemli kayboluşu Arıların gizemli bir şekilde ortadan kaybolmasının nedeninin cep telefonları olabileceği belirtildi. Arıların ortadan yok olmasının böcek ilaçları, genetik olarak değiştirilmiş ürünler veya küresel ısınmadan kaynaklandığı yolunda teoriler de ortaya konulmuştu. Son teoriye göre, cep telefonlarının yaydığı radyasyon, seyir sistemlerini etkileyerek, arıların kovanlarını bulmalarına mani oluyor. İndependent gazetesinin internet sitesindeki habere göre, Landau üniversitesinde yapılan sınırlı bir araştırma, yakınlarda cep telefonları varsa arıların kovanlarına dönmediklerini saptadı. Araştırmayı yürüten Dr. Jochen Kuhn, bunun arıların ortadan kaybolmalarıyla ilgili "ipucu" verebileceğini belirtti. Cep telefonlarının zararlarıyla ilgili 1990'larda kapsamlı bir araştırma yapan Dr. George Carlo da bu teorinin doğru olabileceğine inandığını söyledi.Daha önce Almanya'da yapılan bir araştırma, yüksek gerilim hatlarının yakınındaki arıların davranışlarının değiştiğini göstermişti. Arıların kaybolduğu ilk kez geçen sonbaharda fark edilmişti. Daha sonra bu durum Amerika'daki eyaletlerin yarısında görüldü. Batı sahilinde ticari arı nüfusunun yüzde 60'ı, Batı sahilinde de yüzde 70'i kaybedildi. Almanya, İsviçre, İspanya, Portekiz, İtalya, Yunanistan ve İngiltere'de arıların kaybolduğuna tanık olundu. Küresel ısınma yüzünden insana saldırabilirler Rus bilim adamları, küresel ısınma nedeniyle yiyecek bulmakta güçlük çeken kutup ayılarının insanlara saldırabileceği uyarısında bulundu. Rus Devlet Hidroloji Enstitüsü'nün düzenlediği özel bir konferansta konuşan profesör OLeg Anisimov, "Kutup bölgesinde buzlar eriyor. Bu kutup ayılarının doğal çevrelerini ve dolayısıyla da alışkanlıklarını değiştirecektir. Yiyecek arayışına giren ayılar insanlar için de ciddi bir tehlike oluşturur" dedi. Küresel ısınmaya 'dur' diyecek Küresel ısınmaya karşı önlem ve maddi destek için ünlü müzisyenler büyük bir konsere vermeye hazırlanıyor. "Live Earth" konserleri 7 Temmuz'da İngiltere'nin başkenti Londra'da start alacak ve Brezilya, Avustralya, Japonya ve Güney Amerika'da sürecek. Eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore'un da organize ettiği konserde Madonna, Red Hot Chili Peppers, Genesis, James Blunt ve Duran Duran sahne alacak. Grammy ödüllü Amerikalı şarkıcı Sheryl Crow da dikkatleri küresel ısınmaya çekmek için otobüsle turneye çıkıyor. Biyodizel yakıtla 22 Nisan'a kadar turnede Küresel ısınmayı anlatan 'ordu' kurdu Kendini "dünyayı kurtarmaya" adayan eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore, küresel ısınma konusunda önemli bir adım daha atıyor. Çektiği belgeselle Oscar ödülü alan Gore, tehlikeyi anlatmak için gönüllüler topladı. Bin kişilik "gönüllü ordu", okullarda küresel ısınmanın tehlikelerini ve olası sonuçlarını anlatan belgeseli gösterecek. "İklim Projesi" adı altında örgütlenen çevreciler, "gençlere ulaşmayı başarabilecek, en az 10 gösterim sağlayacak" kişiler arasından seçildi. (Sabah Gazetesi)
  25. Senyour

    Kara Kalem

    Ressamın Annesi İşçi I İşçi II Oturan Kadın İstanbul'dan Siluet Yıkık Minare ve Çeşme Uzaktan Haliç
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.