-
İçerik Sayısı
975 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
1
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
Senyour tarafından postalanan herşey
-
üsttekinin en çok nesini sewdin.....
Senyour şurada cevap verdi: made in turkey! başlık Forum Oyunları
huyunu -
Chris Lawyer & Thomy- We gonna feel it
-
Deniz Baykal seçimlerden başarıyla çıktı... Bugün kendisini sosyal demokrat veya laik olarak adlandıran birçokları Deniz Baykal'ın istifasını istiyor; bu istifayla vicdanlarını rahatlatacaklarını sanıyorlar. Oysa Baykal'ın istifa etmesi için hiçbir neden yok! Çünkü meseleye daha sosyolojik ve derinlemesine bakıldığında söylenebilecek tek şey Baykal'ın bu seçimlerden başarıyla çıktığıdır. Düşünün ki karşınızda sosyal demokrasiden söz ederken bu ideolojinin hiçbir ilkesine itibar etmeyen, ahlaki tutarlılığı önemsemeyen, askeri vesayeti ve darbeyi dolaylı olarak destekleyen, muhtemel bir darbenin altyapısına yönelik kışkırtıcılık yapan, azınlıkların ve farklı kültürlerin haklarını hiçe sayan, hatta onlara hakaret eden bir parti var... Deniz Baykal işte bu partiye %21 oy aldırdı! Bundan büyük başarı olabilir mi? Bu kadar faşizan ve fırsatçı bir siyasi pozisyon, böylesine utanç verici bir siyaset anlayışı ile daha ne kadar oy alınabilirdi?
-
Element- Kız sen manyakmısın
-
iio-Chastity
-
K... dölün soyu Ele vermiş seni Nice yıllar boyu Kırmış kalbini Aynı yolun eri Çekemezmiş seni Gördüğünden beri Kırmış kalbini Yolun ardına bakmadık yorulmadık Bak hala burdayız Belki delirdik de delirdik Bak hala burdayız Biz neler içtik neler yedik Bak hala burdayız Sen hiç üzülme hiç ağlama Bak hala burdayız
-
Duman- Beni yak kendini yak herseyi yak
-
Bizim bankada çalışan.. Çok paramızı yedi Gözde
-
Kumdan bir kale düşünün. Çevresine güzel su kanalları yapmış, hendekler kazmışsınız. Yalnız öyle bir yere inşa etmişsiniz ki kalenizi, dalgalar güçlendikçe önce su kanalları doluyor, sonra heybetli surlarınız tuzlu suyun ellerinde giderek erimeye başlıyor. Sizse elinizde küçük plastik kovanız, sahilden topladığınız kuru kumlarla surları onarmaya çalışıyorsunuz. Yaptığınız yamalar, bir sonraki dalganın darbesiyle çirkin şekiller almaya başlıyor. Küçük plastik kovanızla habire koşturup duruyorsunuz. Kan, ter ve panik içinde!.. O kadar odaklanmışsınız ki “onarmaya”, bu yıkımın artık sizin kontrolünüzde olmadığını göremiyorsunuz. Oysa bir dursanız, durup da yukarıdan baksanız kaleye, çamur haline gelmiş surlara ve dalgalara; onarmaya harcadığınız sürede yepyeni bir kale inşa edilebileceğini göreceksiniz. Denizin biraz ötesinde, yeni bir başlangıç yapabileceksiniz. Yaşam da birçoğumuz için böyle geçip gidiyor. Katlanamadığımız bir işimiz, sevmediğimiz bir çalışma ortamımız ya da gururumuzu inciten bir yöneticimiz oluyor bazen. “Alışmaya” çalışıyoruz. İncinen yerlerimize her gün küçük yamalar dikiyoruz. Ertesi gün sökülüyor yamalarımız, yara bere içinde, delik deşik, yorgun argın dönüyoruz evlerimize. “İşimi sevmiyorum ama dayanmak zorundayım!” diyoruz. Her şeyi bırakıp düşlerimizin peşinden gitmek, bir lüksmüş, şımarıklıkmış gibi görünüyor gözümüze. Öyle ki utanıyoruz da bazen, gitme düşlerimizden! Parasal anlamda risk alalım ya da almayalım; “Çevrem ne der? Yıllardır çalışıp aldığım terfilerim ne olur?” kaygılarımız, hırslarımızdan ve profesyonel (!) değerlerimizden vazgeçemeyişimiz ve daha birçok neden bile bizi yeni başlangıçlardan alıkoyabiliyor. Aynı durum ilişkiler için de, bitmiş ama süregelen evlilikler için de, hani o hep gidip yerleşmek istediğimiz huzur dolu sahil kasabası için de geçerli; değil mi? Bazen bir şeyi onarmak için, önce tamamen yıkmak gerekmez mi? Hayatınızdaki bazı kumdan kaleler, denize karışmayı çoktan hak etmedi mi? Yazar : Deniz Yalım Kadıoğlu
-
tutmadı Alttaki üye cok sakacı
-
Gittiğin yer bakışların kadar uzak olamasa gelirdim Dön dön diye bilmek için Ayrılık bu işte sende sanki farklı mı zaman Bildiğin sonbahar bu aynı rüzgar aynı hazan Şimdi yaralı olsada o düşe anlam katan Bizdik bizdik ikimizdik Bugün burada cumartesi Ben senin saçlarını suçlar bakışlarını Geveze susmalarını bile özledim Bugün oradada cumartesimi Sende beni benim gibi özledinmi Aynalardan kaçarken özlenmeyi beklemek Ne kadar acı ne kadar komik ve ne kadar bana ait Değil mi?
-
2006-2007 döneminde yapılan tartışmaların tarafları(Tehlikecinin farkında mısınız?)...
Senyour şunu cevapladı bir başlık içinde Modern Türkiye Tarihi
Ancak bukadar güzel bi analiz yapılır -
bu kadar ayrımcılık var diyorsun neden receteyide yazmıyorsun bu herkesi turklestirme politikasından dolayı diilmidir en basta yapılan hatalar diilmidir ya turk olcan ya da yok olcan mantıgı diilmidir......... ha bide solcuyum diyene din dusman diye yok edilmedimi din elden gidiyo diye denilmedimi sagcıyım diyene layiklik elden gidiyiyor denilmedimi yeterki devletin(demokrat oldugunu zanneden eltikesim) menfatine gelmesin... ne zaman Kafatascı zihniyet yok olursa ozaman bunlar duzelir...
-
her biseyi tanıdık diyorsunuz... ben bir kurt olara KURDİSTANIN kurulmasını istemiyorum ama bazı seyleride söylemek istiyorum.. 300 bin turk icin KKTC de devlet kuruldu,kuzey ırakta kurt özerek bölgesinde yasıyan turkmenlere her turlu hak tanındı kendi okullarını acabiliyorlar kendi dillerinde konusabiliyorlar ve adım gibi biliyorum ordaki turkmenler bile kurtlerden ayrı yasamak istemiyorlar aynı hakları turkiyedeki kurtlere neden verilmedi ha verildi diyorsunuz neden sadece yarım saat lik yayın neden kendi okullarını acamiyorlar hala resmi dayrelerde kurtce konusmak yasak allah askına sa mi mi olun.... saygılarımla
-
Güzel Türkçemiz o kadar zengin ki hemen hemen yaşadığımız her olayın ardından “ee atalarımız boşuna dememiş” ile başlayan bir atasözü kondurabiliyoruz. Peki atalarımız bizim yaşadığımız olayları önceden biliyorlar mıydı? Cevabı çok basit. Hayır… Onların yaptığı tek şey yaşayabileceğimiz her olayın ardından bize öğüt verici birkaç anı bırakmaktı. Hal böyle olunca ortaya birbiriyle çelişen olayların doğurduğu birbiriyle çelişen atasözleri ortaya çıkmış. İşte böylece her olaya uydurabileceğimiz bir atasözü bulabiliyoruz. Eee hakikaten atalarımız işlerini biliyorlarmış… İşte size birkaç tane örnek… Damlaya damlaya göl olur. / Taşıma suyla değirmen dönmez. İyi insan lafın üstüne gelir. / İti an çomağı hazırla… Bir elin nesi var iki elin sesi var. / Nerde çokluk orda …luk. Fazla mal göz çıkarmaz. / Azıcık aşım ağrısız başım… Kervan yolda düzelir. / Balık baştan kokar. Söz gümüşse,sükut altındır. / Sükut ikrardan gelir. Harama uçkur çözülmez. / Güzele bakmak sevaptır. İki gönül bir olunca samanlık seyran olur. / İki çıplak bir hamama yakışır. Bülbülün çektiği dili belası… / Bilmemek ayıp değil öğrenmemek (sormamak) ayıp. Eşeğe altın semer vursan, eşek yine eşektir. / Ye kürküm ye… Eğri otur doğru konuş… / Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Düşenin dostu olmaz. / Dost kara günde belli olur. Ava giden avlanır. / Atın ölümü arpadan olsun. Erken kalkan yol alır. / Acele işe şeytan karışır. Birlikten kuvvet doğar. / Körler, sağırlar; birbirlerini ağırlar. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır. / Lafla peynir gemisi yürümez. Gün ola harman ola… / Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir. Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol. / Hocanın dediğini yap, yaptığını yapma. İyilik yap denize at. / Merhametten maraz doğar. Zararın neresinden dönülse kardır. / Gelen gideni aratır. Yüzü güzel olanın huyu da güzel olur. / Yüzü güzel olanı değil huyu güzel olanı sev. Akıl akıldan üstündür. / Aklın yolu birdir. El elden üstündür. / Alet işler el övünür. Acı patlıcanı kırağı çalmaz. / Kurunun yanında yaş da yanar. Zorla güzellik olmaz. / Zora dağlar dayanmaz. Öfke baldan tatlıdır. / Öfke ile kalkan zararla oturur. İşleyen demir ışıldar. / İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur. Fazla mal göz çıkarmaz. / Azı karar çoğu zarar. İnsanın kıymetini insan bilir. / İnsanoğlu çiğ süt emmiş. Anasına bak kızını al, kenarına bak bezini al. / Beş parmağın beşi birbirine benzemez. Olmaz olmaz deme… / İş olacağına varır. Eski dost düşman olmaz. / Güvenme dostuna saman doldurur postuna.. Harama el uzatılmaz. / Üzümü ye bağını sorma…
-
HARD-DISK tipi kadın: Her şeyi hafızasında saklar. RAM tipi kadın : İşiniz bittiği anda sizi de unutur. WINDOWS tipi kadın: Herkes hiçbir şeyi doğru dürüst yapamadığını bilse de kimse onsuz yaşayamaz. EXCEL tipi kadın: Söylendiğine göre bir çok kabiliyeti olmasına rağmen bir çok kimse basit ihtiyaçlar için kullanır. SCREENSAVER tipi kadın : Eğlendirmekten başka hiçbir işe yaramaz. INTERNET tipi kadın : Erişilmesi zorlu olan tiptir. SERVER tipi kadın : İhtiyacınız olduğundan her zaman meşguldür. MULTIMEDIA tipi kadın : Korkunç şeylerin güzel gözükmesini saglar. E-MAIL tipi kadın : Her 10 sözünden 8´i anlamsızdır. VIRUS tipi kadın : Bir başka ismi de "Eş" tir. Hiç beklemediğiniz bir anda gelir kendisini yerleştirir ve kaynaklarınızı kullanmaya başlar. Kurtulmaya çalıştığınızda kesin bir şeyler kaybedersiniz eğer kurtulmazsanız her şeyinizi kaybedersiniz.
-
Offer Nissim ft.Maya- in your eyes
-
üsttekinin en çok nesini sewdin.....
Senyour şurada cevap verdi: made in turkey! başlık Forum Oyunları
Şekerlerini -
Liseden bir arkadastı Abdullah bin Abbas
-
Vallah tanımıyorum ( eee normal 7500 akaraban olursa eger ) Ela
-
Bahçe duvarından aştım Sarmaşık güllere dolaştım Öptüm sevdim helallaştım Yanıyorum yanıyorum hele Mayii oldum gonca güle Acem şalı ince bele Bir bakışta yaktın beni Dert ile bıraktın beni Yaktın beni yaktın beni Yanıyorum yanıyorum hele Mayii oldum gonca güle Acem şalı ince bele Yeter naz eyleme bana Gel göreyim kana kana Aşık oldum gülüm sana Yanıyorum yanıyorum hele Mayii oldum gonca güle Acem şalı ince bele
-
Jozef Stalin (SSCB, 1934-39) 13,000,000 mülteci-100 binlerce ölü. Adolf Hitler (Almanya, 1939-1945) 12,000,000 mülteci kamplarda 2 milyon ölü-kayıp. Mao Tze Dong (Çin, 1966-1969) 11,000,000 kişiye kültürel asimilasyon-toplama kamplarında sayısı belli olmayan kayıplar. İspanyol ve Amerikalı Kaşifler (1492-1800) 7,972,000 ölü- kayıp. Hideki Tojo (Japonya, 1941-1944) 5,000,000 ölü-kayıp. Pol Pot (Kamboçya, 1975-1979) 1,700,000 ölü. Kim Il Sung (Kuzey Kore, 1948-1994) 1.600,000 mülteci ve toplama kamplarında ölü-kayıp. Menghitsu (Etopya, 1975-1978) 1,500,000 ölü-kayıp. Charles DeGaulle (Cezayir, 1954-1962) 1,000,000 ölü-kayıp. Yakubu Gowon (Biafra, 1967-1970) 1,000,000 ölü-kayıp. Leonid Brezhnev (Afganistan, 1979-1982) 900,000 ölü-kayıp. Jean Kambanda (Ruanda, 1994) 800,000 ölü-kayıp. İngiliz Krallığı (Avustralya, 1849-1938) 719,000 ölü-kayıp , 100 bin mülteci. Suharto (Doğu Timor, 1976-98) 600,000 ölü-kayıp. Saddam Hüseyin (Iran ve Kuzey Irak 1980-1990) 600,000 ölü-kayıp. Yahya Khan (Pakistan, 1971 ve Banglades,1990) 500,000 ölü- kayıp. Savimbi (Angola, 1975-2002) 400,000 ölü-kayıp. Molla Ömer - Taliban (Afganistan, 1986-2001) 400,000 ölü- kayıp. Idi Amin (Uganda, 1969-1979) 300,000 ölü-kayıp. B.Mussolini (Etiyopya,Yugoslavya 1936) 300,000 ölü-kayıp. Danimarka (Danimarka 1945) 250,000 Alman Mülteci ölüme terk edildi. Mobutu Sese Seko (Zaire, 1965-1997) 250,000 ölü-kayıp, 200 bin mülteci. Charles Taylor (Liberya, 1989-1996) 220,000 ölü-kayıp. Foday Sankoh (Sierra Leone, 1991-2000) 200,000 ölü-kayıp. Amerika (Almanya Dresden,1943-1945) 200,000 sivil ölü (Dresden'e sığınan siviller). S. Milosevic (Yugoslavya,1992-96) 180,000 ölü-kayıp. Michel Micombero (Burundi, 1972) 150,000 ölü-kayıp. Amerika (Hiroşima-Nagazaki 1944) 135,000 ölü (atom bombası). Almanya (Namibya 1891) 117,000 ölü-kayıp, 15 bin mülteci. Hassan Turabi (Sudan, 1989-1999) 100,000 ölü-kayıp. Richard Nixon (Vietnam, 1969-1974) 70,000 ölü-kayıp. Papa Doc Duvalier (Haiti, 1957-1971) 60,000 ölü-kayıp. Marcos (Filipinler) 50,000 ölü-kayıp. Hissene Habre (Çad, 1982-1990) 40,000 ölü-kayıp. Vladimir Ilich Lenin (Rusya, 1917-1920) 30,000 muhalif infaz edildi. Francisco Franco (İspanya) 30,000 muhalif infaz edildi. Lyndon Johnson (Vietnam, 1963-1968) 30,000 ölü-kayıp. Hafiz Esad (Suriye 1980-2000) 25,000 ölü-kayıp. Khomeini (Iran, 1979-1989) 20,000 ölü-kayıp. Eski Yugoslavya (1995 Bosna-Hersek) 15 ölü, 7500 kayıp, 45 bin mülteci. Paul Koroma (Sierra Leone, 1997) 6,000 ölü-kayıp. Usama bin Ladin (Dünya çapında,1991-2001) 4,000 ölü-kayıp. Augusto Pinochet (Chile, 1973) 3,000 ölü-kayıp. Efrain Rios Montt (Guatemala) 2,000 ölü-kayıp. Sierra Leone 80,000 mülteci, kayıp rakamı belli değil. Kıbrıs Cumhuriyeti (1912-1974) 25,000 sivil mülteci, 1000'ni aşkın ölü, 100 İngiliz ölü. Yunanistan (Bati Trakya,1923-1990) 400,000 mülteci evlerini terk etti. Bulgaristan (1970-1989) 360,000 mülteci kültürel asimilasyon sonucu evlerin terk etti, 1000 kişi toplama kamplarına alındı. Norveç (1920-1930) Tatar göçmenleri kısırlaştırma ve toplama kamplarında izole etme. ABD –Felluce (2004) Birleşmiş Milletler verilerinden SOYKIRIMLAR TARİHİ İSPANYOL VE AMERİKALILARIN YERLİLERE UYGULADIĞI SOYKIRIM 1492 yılında Kristof Kolomb'un ayak bastığında nüfusu 8 milyon olan Arawaks yerlilerinin sayısı 22 yıl içerisinde 28 bine indi. NORVEÇLİLERİN TATERLERE (GÖÇER) UYGULADIĞI SOYKIRIM Norveçliler 1920-30'larda çıkardıkları yasalarla Nordik irk‘ın arılığını korumak için etnik grup Tater (Göçerler) kızlarını zorla kısırlaştırdılar. Norveç toplumu ne kadar Tater'i kısırlaştırsa, o kadar kendi ırkını koruduğuna inanıyordu. Kısırlaştırma yoluyla ehlileştirilemeyen Taterler üzerinde insülin ve elektroşok yöntemleri uygulanıldı. İNGİLİZLERİN AVUSTRALYALI YERLİLERE UYGULADIĞI SOYKIRIM İngiltere Krallığı 1788-1938 tarihleri arasında sömürge amacıyla gittikleri Avustralya'da yerleşik yerli halk: Aborjinleri sistematik olarak yok ettiler. İngilizler aralarına salgın hastalık yaydığı bununla da yetinmeyip yemeklerine zehir katarak yok etmeye çalıştığı750 bin siyah derili aborjinden geriye sadece 31 bin kişi sağ kalabildi. ALMANLARIN BATI AFRİKA'DA NAMİBYALILARA UYGULADIĞI SOYKIRIM Almanlar 1891 yılında hammadde ve işgücü ihtiyaçlarını karşılamak için Güney Batı Afrika (Namibya)'ya sömürge kurmak amacıyla çıktılar. Bölgedeki çok zengin altın ve zümrüt madenlerini ele geçirmenin yolunun yerel Herero ve Nama halklarını yok etmek olduğuna karar veren Almanlar harekete geçti. Bu emir üzerine adanın yerlileri Herero ve Namalar üzerine taarruz eden Alman askerleri yaşlı, kadın, çocuk dinlemeden herkesi katlettiler. Katliamdan kurtulanlar işkenceyle öldürüldü. Yaklaşık 132 bin yerliden geriye 15 bini sağ kalabildi. ALMANLARIN YAHUDİ VE ÇİNGENELERE UYGULADIĞI SOYKIRIM Almanlar 1933-45 yılları arasında Büyük Alman İmparatorluğu'nu kurmak ve mükemmel Alman ırkini yaratmak hedefiyle diğer milletlerden veya etnik gruplardan 21 milyon insanı topluca kurşuna dizerek, toplama kamplarında fırınlarda yakarak, gaz odalarında zehirleyerek soykırıma uğrattılar. Alman yönetimi öncelikle kendilerinden olmadığına inandığı bütün ırkları tespit edip harflerle sınıflandırdı. Bu kampanya uyarınca Çingenelerin yüzde 94'ü kısırlaştırdı. ikinci hedef grup olarak Yahudiler seçildi. Gerek Almanya gerekse de Almanların işgal ettiği diğer ülkelerde yasayan milyonlarca Yahudi sistematik bir biçimde vurularak, asılarak, yakılarak ve zehirlenerek öldürüldü. AMERİKALI VE İNGİLİZLERİN ALMANLARA UYGULADIĞI SOYKIRIM Amerikalılar ve İngilizler Almanların savaşı kaybetmelerinin ardından, Dresden kentine sığınan Alman göçmenlerin üzerine 3 gün süreyle havadan bomba yağdırdılar. Savunmasız insanların sığındığı Dresden kentine intikam amacıyla uygulanan bombardıman sırasında 3 bin 900 ton tahrip gücü yüksek bomba ve 200 bin napalm bombası atıldı. Bu yok etme harekatında çoğunluğu çocuk ve kadınların oluşturduğu 200 bin kişi öldü. Japonya'nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine atılan atom bombaları sonucu 135 bin kişinin öldüğü gerçeği Dresden'e uygulanan soykırımın büyüklüğünü gözler önüne serdi. DANİMARKALILARIN ALMAN MÜLTECİLERE UYGULADIĞI SOYKIRIM İkinci Dünya Savası'nın bitiminde Sovyet Ordusu'nun Alman topraklarına doğru ilerlemesinden kaçan 250 bin Alman mülteci Danimarka'ya sığındı. Üçte birini 15 yaşından küçük çocukların oluşturduğu Almanlar tel örgülerle çevrili toplama kamplarına alındılar. Binlerce çocuk ve yetişkin tifüs, bağırsak iltihabı, ishal sonucu yaşamlarını kaybettiler. RUMLARIN KIBRIS'TA TÜRKLERE UYGULADIĞI SOYKIRIM İngilizler 1912-1974 döneminde Kıbrıs adası üzerindeki egemenliklerini sağlamak amacıyla Rumlar‘ın ENOSIS'i gerçekleştirmelerine göz yumup Türklere karşı saldırı başlattırdılar. 1912'de adada yasayan Rumlar Kıbrıs'ın 35 ayrı noktasında Türklere ait is-yerleri, camii ve evleri yakıp yıkmaya insanları katletmeye başladılar. 1952 yılında EOKA adli terör örgütü kuruldu. EOKA sistematik bir biçimde başlattığı saldırılarda 100 Türk'ü, 100 İngiliz vatandaşını öldürerek 30 Türk köyünü yaktı. 1963 yılında EOKA'cılar yeni bir etnik temizleme planını devreye soktular, bu saldırılarda 500 Türk öldürüldü, 130 Türk köyü yakıldı, 25 bin Türk evlerini terk etmek zorunda kaldı. YUNANLILARIN BATI TRAKYA'DA TÜRKLERE KARŞI ASİMİLASYON YOLUYLA UYGULADIĞI ETNİK VE KÜLTÜREL SOYKIRIM 1923 yılında Lozan'da imzalanan Türk ve Yunan azınlıkların karşılıklı mübadelesine ilişkin anlaşmanın ardından Yunan hükümeti Bati Trakya bölgesinde yasayan Türkler üzerinde sistemli olarak etnik ve kültürel soykırım başlattı. Bölgenin büyük bir bölümünü askeri bölge haline getirip sıkıyönetim ilan edildi. Köyler arasında geliş-gidişler izne bağlandı, Türk azınlığın pasaportlarına el konuldu. Türklerin hukuki, siyasi, kültürel ve dini haklarının kısıtlanması ibadetlerine izin verilmemesi gibi yoğun baskılar sonucu 400 bin Türk bölgeyi terk etmek zorunda kaldı. BULGARLARIN TÜRKLERE KARŞI UYGULADIKLARI ETNİK VE KÜLTÜREL SOYKIRIM 1970-89 yılları arasında Bulgar hükümeti Bulgarlaştırma adı altında ülkede yasayan 1,5 milyon Türk, Pomak ve Çingeneye karşı bir asimilasyon kampanyası başlattı. Ülkede yasayan 310 bin Türk'ün isimleri polis zoruyla Bulgar ve Hıristiyan isimleriyle değiştirildi. Türkçe eğitim veren okullar, üniversitedeki Türk filolojisi bölümleri, Türkçe gazeteler ve camiler devlet emriyle kapatıldı. Çocukların sünnet ettirilmesi yasaklandı. Çocuklar bu yasağa rağmen sünnet ettirilip ettirilmediğini kontrol edilmek için zorla sağlık merkezlerine gönderildi. Mezar taşlarının üzerindeki Türkçe isimler yüzünden mezarlar yıkıldı, talan edildi. Türklerin Türk motifli giysiler giymeleri yasaklandı. Bu baskılara dayanamayıp protesto gösterileri yapan Türklerin üzerine askeri birliklerce ateş acildi. 1.000 Türk Belene'deki toplama kampına gönderildi. Baskıların giderek artması sonucu 360 bin Türk zorunlu olarak Türkiye'ye göç etmek zorunda kaldı. AMERİKALILARIN IRAKTA YAPTIKLARI SOYKIRIM Felluce'de 1500 sivilin sokaklarda öldürülüp çürümeye terk edildi, cesetlerin köpekler tarafından yenilmeye başlandı ve 250 bin kişi bölgeden sürüldü. Bununla yetinmeyen ABD, Irak’a özgürlük getirme bahanesiyle, 100 binin üstünde sivil halkı, katletti. Fransız, İngiliz ve Almanlar başta olmak üzere bütün AB ülkelerinin Felluce soykırımı karşısında kayıtsız kalmışlardır. Birleşmiş Milletler de kendi soykırım tanımına giren insanlık suçlarına karşı ses çıkarmamıştır. Parlamentolarında Ermeni soykırımını tanıyan ülkeler şunlardır: :: Uruguay (1965) :: Güney Kıbrıs (1982) :: Arjantin (1993) :: Rusya (1995) :: Yunanistan (1996) :: Lübnan (1997) :: Belçika (1998) :: Vatikan (2000) :: İtalya (2000) :: Fransa (2001) :: Kanada (2004)
-
Sayın Uygar Aktan'ın, Radikal Yorum'da yayımlanan 'AKP'nin 'uzak düşmanı'yla anlaşması' başlıklı yazısı, 'devletin siyasi hedefleri için dini kullanma' geleneğini daha da ileri bir boyuta taşıyor: Dini, Jakoben Kemalist ideolojinin aleti haline getiriyor Türkiye'de enteresan bir gelenek vardır. Toplumun din özgürlüğünü savunan her türlü sivil politik girişim 'dini siyasete alet etmek'le suçlanıp susturulurken, devletin kendi siyasi hedefleri için dini kullanmasında hiçbir beis görülmez. Sayın Uygar Aktan'ın 29 Haziran tarihli Radikal'de yayımlanan 'AKP'nin 'uzak düşmanı'yla anlaşması' başlıklı yazısı, bu geleneği daha da ileri bir boyuta taşıyor: Dini, Jakoben Kemalist ideolojinin aleti haline getiriyor. Bunun nasıl yapıldığını kısaca özetleyeyim. Her şey, sayın Aktan'ın daha önce de ele aldığı (ancak hayli abarttığı) Eşari-Maturidi farkıyla başlıyor. Sünni İslam'ın bu iki ana itikat ekolünden birincisinin daha gelenekçi, ötekinin daha rasyonalist olduğunu belirleyen Aktan, 'Maturidi yorum'un laik hukukla uzlaşacağını savunuyor. Asıl 'bomba' ise söz konusu Maturidi yorumun 'Cumhuriyet'in teolojik zeminini oluşturduğu' iddiası. Fakat dikkat edin bu 'Cumhuriyet', 'halk idaresi' anlamına gelen ve hepimizin kabul ettiği 'yönetim şekli' değil; İstiklal Mahkemeleri, tenkilleri, işkenceleri, darbeleri, andıçları ve halen süregiden demokrasi düşmanlığı ile birlikte 'Jakobenizm' dediğimiz şeyin kibarcası. Aktan'ın argümanının üçüncü ve en vurucu aşaması ise, AK Parti'nin 'Maturidi yorumu' benimsemediği, bunun yerine 'Yeni Selefilik' akımına dahil olduğu iddiası. Söz konusu Selefiler arasında El Kaide'ye kadar uzanan koyu bir radikal İslamcılık damarı olduğunu belirtirsek, sayın Aktan'ın iktidar partisine biçtiği kostümün rengi daha da iyi anlaşılır. Zaten en çok El Kaide teorisyenleri tarafından kullanılan 'uzak düşman-yakın düşman' teorisini de, gayet spekülatif bir biçimde, AK Parti'ye atfetmiş. Mesaj açık: Harikulade bir Jakoben Cumhuriyetimiz var; onun 'teolojik zeminini' kabul etmeyenler ancak İslamcı radikaller olabilir. Mesaj açık, ama acaba ikna edici mi? Nursi ve Menderes İkna olmak için ortada ne yazık ki sadece Maturidilik ile Kemalizm arasında kurulan sübjektif bağlar ve bir de Seyyid Bey'in Hilafet'in kaldırılmasını onaylayan görüşü var. 1924 tarihli bu görüş gerçekten de önemlidir ve 'laiklik' ilkesine İslami bir kapı aralayabilir; ama felsefi temelini dinde değil pozitivizmde bulan 'laikçilik'e hiçbir destek sağlamaz. Laikçiliğin marifetlerine baktığımızda ise akla sayın Aktan'ın argümanını zora sokan bir sürü soru geliyor. Mesela Maturidi inancına bağlı olan, dahası 'Siyasetten Allah'a sığınırım' diyecek kadar da apolitik davranan Bediüzzaman Said Nursi'nin neden hayatının onlarca yılını 'Cumhuriyet'in zindanlarında ve sürgünlerinde geçirdiğini merak ediyor insan. Ya da sormak istiyor: Bir grup üniformalı despotun kurduğu düzmece bir mahkemenin kararıyla siyaseten katledilen Adnan Menderes'in suçu da mı 'Yeni Selefi' olmaktı? Çok açık ki 'Cumhuriyet'in gazabına uğramak için radikal İslamcı filan olmaya gerek yok. 'Yeter söz milletindir' demek, hâkimiyetin atanmışlara değil seçilmişlere ait olmasını savunmak yetiyor da artıyor bile. İyi ama sayın Aktan da zaten buna, yani seçilmişlerin hadlerini aşmalarına karşı. 'Kendi doğal sosyoekonomik evriminin sonucunda modernleşememiş bir toplumu devrimle modernleştirme zorunluluğu'ndan ve demokrasinin buna engel oluşturmasından söz ediyor. Bu yorum, 'Bu halk ilkeldir, önce adam edilmesi gerek, ancak ondan sonra demokrasiyi filan düşünürüz' diye özetlenebilecek 85 yıllık bir hikâyenin tekrarı. Ama bu hikâye de yanlış. Bunu görmek için öncelikle 'modernleşme'nin anlamı ve yöntemleri konusunda bizim Jakobenlerin bildiği dar çerçeveden daha farklı anlayışların da var olduğunu belirlemek gerek. Amerikalı tarihçi Gertrude Himmelfarb, 'The Roads to Modernity: The British, French, and American Enlightenments' (Moderniteye Giden Farklı Yollar: İngiliz, Fransız ve Amerikan Aydınlanmaları) adlı kitabında bunu anlatır. Fransızların dinle ve gelenekle savaşarak modernleşmeye çalıştığını ve bunun kanlı iç mücadeleler yarattığını anlatan Himmelfarb'a göre, İngiltere ve Amerika'da ise dinle ve gelenekle barışık bir modernleşme anlayışı geçerlidir. Devlet gölge etmesin yeter Böylesi bir modernleşme vizyonu bizde de vardı: 1924 yılında Kazım Karabekir Paşa önderliğinde kurulan Terakkiperver Fırka o çizgideydi. Ama kurulduktan sadece altı ay sonra, dini inanç ve fikirlere 'hürmetkâr' olduğunu belirttiği için suçlandı ve kapatıldı. Ondan sonraki 25 yıl boyunca da Türkiye'deki sosyal modernleşme, koyu bir laikçilik ve büyük kentleri pek aşmayan yüzeysel bir Batılılaşma tutkusundan ibaret kaldı. Asıl kritik mesele olan ekonomik kalkınma, ancak Demokrat Parti döneminde, ondan sonra da diğer merkez sağ iktidarlarında başarıldı. Aynı gelenek son beş yılda da AK Parti'yle sürüyor. CHP ise her zamanki gibi ekonomiyle değil 'Cumhuriyet'i başörtüsünden korumakla' meşgul. Kemalistlerin çoğu daha hâlâ yabancı sermayeyi 'emperyalizm' sanıyor. Bir başka deyişle, 'Önce toplum modernleşmeli, sonra demokrasi gelmeli' diyenler yanılıyorlar. Çünkü Türkiye'yi modernleştirenler, zaten ancak demokrasiyle iktidara gelenler. Ötekilerin 'devlet zoruyla çağdaşlaşma' projesi, reel (iktisadi) bir gelişme sağlamadığı gibi, toplumsal reaksiyonlara ve gerilimlere yol açıyor. (Türkiye'de radikal İslam'ın bir dönem yükselmesinin önemli bir sebebi de, bu eli sopalı elite duyulan tepkidir.) Zaten aslında kafayı biraz kaldırıp dünyaya bakarsak, 'Önce toplum hizaya gelmeli, sonra demokrasiye layık olmalı' diyenlerin, demokrasiyi hiçbir zaman getirmeyen ve getirmeyecek dikta rejimleri olduğunu görürürüz. Örneğin Lenin'e göre 'proletarya diktatörlüğü' toplumun sosyalizmi içselleştireceği noktaya kadar sürecek, sonra özgürlük gelecektir. Tabii toplumlar Lenin gibi ideologların masa başında ürettiği şablonlara hiç bir zaman uymadıkları için ya baskı hep devam eder ve oluşan 'yeni sınıf' parsayı toplar ya da baskıcı rejim tarihe karışır. Sonsöz: İslam'daki rasyonalist okulların vurgu yaptığı ve sayın Aktan'ın işaret ettiği 'hükümlerin zamanla değişmesi' fikri gerçekten de önemlidir. 'Müslüman modernleşmesi'nin yolu kısmen buradan geçer. Ama bu, dindarları aşağılayan ve ezen ceberrut yönetimlerin eliyle olmaz. Özgürleşme, ekonomik gelişme ve dünyaya açılmayla olur. 'Türk İslamı' ise bugün zaten bu yolda. Devlet gölge etmesin, yeter. Mustafa Akyol: Yazar
-
-
‘Devlet kurduğunu’, ‘ulus’ yarattığını düşünen bir partinin bu tarihsel yükü gururla taşımasından ve sorumluluğunun bilinci içinde davranmasından daha doğal ne olabilir? Nitekim CHP de bugün kendi aslına dönmüş, tutarlı bir çizgide karar kılmış gözüküyor. Birçokları Baykal’ın söylem ve taktiklerinin sağduyu yoksunu olduğunu düşünseler de, bunlar hala CHP’nin ‘sosyal demokrat’ olduğunu sananlardan ibaret bir azınlık. Türkiye genelinde geçerli olan algılamaya göre ise, CHP ne olduğu ve ne yaptığı son derece açık olan, gerçekten tutarlı bir parti. Nitekim bir siyasi partinin sahip olması gereken üç özelliğin üçü de CHP’de mevcut. Bunlardan birincisi partinin ideolojik konumu ve temel meseleler karşısında aldığı pozisyonlardır. Duruma göre değişen içi boş yuvarlak lafların tekrarından ibaret bir söylemle ‘sosyal demokrat’ görünmeye çalışan CHP, artık doğru yola girmiş gözüküyor. Çünkü aslını inkar etmenin de çok yararı yok… Bugün CHP istikrarlı devletçi talepleri nedeniyle, sosyalist enternasyonelden atılması için hakkında imza toplanan bir parti. CHP’nin ideolojisi artık faşizan bir merkeziyetçilikle, oportünist kaypaklık arasında gidip geliyor ve bu dalgalanma partinin hem reflekslerini hem de bilincini yansıtarak tutarlı bir ideolojik yaklaşım oluşturuyor. Pozisyon olarak ise, askeri darbeye davet çıkarmaktan, gayrımüslim vakıf mallarının iadesinin önlenmesine uzanan ilkeli bir yelpaze sergilenmekte… İkinci olarak, bu partinin toplumsal bağı da artık solla ilintisi olmayan kesimleri ima ediyor. Aynen CHP gibi, Türkiye’nin laik kesimi içinde totalitarizm üzerinden siyaseti öldürmek, toplumu bastırmak isteyen bir kitle var. Ve önümüzdeki seçimler laik kesimin bu otoriter zihniyetli kanadı ile partisinin buluşmasını ifade ediyor. Ne var ki bu organik bağ, aynı zamanda toplumun dışında kalan bir cemaatin içe kapanarak marazi hale gelmesinin de ifadesi. Dolayısıyla bugün CHP oylarını artırırken, gerçekte kendisini apolitik yapan bir sürecin de parçası oluyor ve böylece askere tutunarak siyaset ‘üstü’ hale geliyor. Ama doğruyu söylemek gerekirse devleti kuran partiye de bu yakışır… Nereye gideceği belli olmayan topluma bağımlı kalmaktansa, ebedi bir varlık olan devletin parçası olmak faşizan bir parti için daha doğru değil mi? Nihayet bir siyasi partiyi tanımlayacak üçüncü nokta, tabanın talepleri ile ideolojik duruşu bütünleştiren somut politikaların üretilmesidir. Örneğin cumhurbaşkanlığı konusunda CHP’nin takındığı tavır bunun iyi bir örneği… Cumhurbaşkanı seçimini olanaksız kılan her şeyi destekleyip şimdi de “cumhurbaşkanı seçimini engellemek anayasa suçudur” diyebilmek; “cumhurbaşkanını yeni meclis seçsin” deyip, şimdi de “meclis dışından olsun” demek; sürekli ‘uzlaşma’ lafı ederken, uzlaşmadan kaçmak… Hepsi son derece tutarlı davranışlar. İnsanlar CHP’yi sosyal demokrat sandıkları için bunları tutarsız buluyor, ama bu partinin ahlakı araçsallaştıran totaliter eğilimini veri aldığımızda mesele aydınlanmakta. Bence Türkiye’nin CHP’ye teşekkür borcu var… Düşünün ki devleti kurmuş olan bu parti, seçilecek müstakbel cumhurbaşkanının askeri tatmin etmesi gerektiğini söylüyor. Yani orduyu uzlaşma aranan siyasi bir aktör haline getirmek uğruna, kendisini siyaset dışına itecek kadar fedakar… Ama öte yandan da bir o kadar tutarlı! Çünkü CHP’nin zaten toplumla herhangi bir ilişkisi yok. O devletin partisi… O kendisini devlete beğendirmeye, onun oyunu almaya çalışıyor. Bu nedenle de devletçiliğe sarılıyor ve bu devletçiliğin faşizme doğru uzanmasından da doğal olarak hiç gocunmuyor. Evet… CHP’ye toplum olarak teşekkür etmeliyiz… Kendisini deşifre ettiği için, Türkiye’de devletçiliğin ne olduğunu gösterdiği için, böylesine tutarlı olduğu için…