Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Senyour

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    975
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    1

Senyour tarafından postalanan herşey

  1. Senyour

    Yeni bir Türkiye….

    İlerde bir gün şu son altı ayda neler yaşandığını araştırıp yazan birileri çıkarsa, insanlar Türkiye’nin nasıl korkunç bir tehlikenin eşiğinden döndüğünü öğrenirler. Sadece şu manasız “e-muhtıra”yı, bombalarla yakalanan emekli subay çetelerini ve Amerika’daki Hudson Instıtute’da yapılan toplantıdaki konuşmaları bir arada değerlendirenler bile hangi belalı çorapların başımıza örülmeye çalışıldığını kavrarlar. Sanırım ülkenin büyük çoğunluğu neler olabileceğini sezdi. Böyle büyük bir siyasi başarıyı kazanan AKP’nin hakkını yemek istemem ama bu görülmemiş oy patlaması yalnızca iktidar partisinin başarısıyla açıklanamaz. Anadolu’yu gezerken konuştuğum insanlarda ben AKP’ye büyük bir hayranlık yerine askeri muhtıraya büyük bir öfke gördüm. Oralara giden herkes de aynı şeyi görmüştür. Seçim sonuçları tartışılırken televizyonlarda “askerin yeniden siyasete” karışabileceğini söyleyenlere rastladım. Bunu bir daha yapacaklarını sanmam. Eğer yapmaya kalkarlarsa hiç akla gelmeyen işler olur. Unutmayın ki bu ordunun subayları da bu ülkenin içinde yaşıyor, bakkala, markete, fırına, manava gidiyor ve karşılaştıkları her iki adamdan biri “muhtıra” karşıtı… Bu işi zorlamaya kalkarlarsa sokaklarda üniformayla gezmekten keyif alamaz hale gelirler. Hiçbir ordu, kendi halkının yarısını karşısına alarak varlığını sürdüremez. Onun için bu seçimle bu sürecin sona erdiğini düşünüyorum. Herkes bu seçimlerden aklına ve meşrebine göre bir sonuç çıkartacak. Benim görebildiğim ise şu: Türkiye siyasetinde “silah dönemi “ sona erdi. Şiddeti, savaşı, darbeyi destekleyenlere iktidar yolu kapalı. CHP’nin darbe yardakçılığı yapmasının cevabı sandıkta ağır bir hezimet oldu. “Ordu, yargı, cumhurbaşkanı, CHP” dörtlemesiyle hukuk dışına taşma eğilimi tam anlamıyla yenildi. Herkes şehirli kadınların “türban” korkusundan söz etti ama kimse bu kadınların aynı zamanda “anne” olduğunu ve oğullarını kaybetme dehşetini yaşadığını düşünmedi. Kürsüden yağlı urgan sallayarak savaş çığlıkları atanların “annelerin” içini nasıl titrettiği hiç aklınıza geldi mi? MHP, bu ülkedeki annelerden “savaş tamtamcılığı” ile oy alabilir mi? Ne o ne de başka bir parti bu yöntemle oy toplayamaz geniş kitlelerden. Aynı durum PKK için de geçerli. Garip bir rastlantıyla tam seçimler yaklaşırken saldırılarını artırıp gencecik askerleri öldürerek kanlı bir gerginliğin parçası olan PKK, kitleyle bağlarının nasıl koptuğunu, AKP’nin güneydoğuda neden bir oy patlaması yaşadığını iyi düşünmeli. Kürt annelerin de çocukları var. Hiç de inandırıcı olmayan nedenler için onları feda etmeye razı olacaklarını sanmam. Artık 1980’lerde değiliz, şartlar değişti. Bundan sonra Türkiye’nin normalleşeceğini sanıyorum. Anayasa Mahkemesi’nin o anlamsız 367 kararına rağmen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde çok fazla sorun çıkmayacağını düşünüyorum doğrusu. Eğer MHP, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Meclis salonuna girmeyen DYP ile ANAP’ın siyasi varlığının bir gecede nasıl tükendiğini anlamaz da Çankaya seçimlerini engellerse ve bir yeni seçime gitmek zorunda kalırsak, MHP’nin de o sandıkta boğulacağına herkesle iddiaya girmeye şimdiden hazırım. Bundan sonra artık çok büyük sorun olmaz. Siyasetin yapısı değişir. CHP’nin çökmesinden sonra “hamaset, eski usul laf atmalar, askeri oyuna çekme çabaları, darbe yardakçılığı” siyasetten çıkar, üslup değişir. CHP kendini yenileyebilir mi bilmiyorum ama Baykal bir daha lider olarak seçim görmez. Ya CHP çağdaş bir solculuğu bünyesinden yaratmaya uğraşır ya da yeni bir parti doğar. Ordu siyasette kapladığı alanı bir anda boşaltmasa da epeyce geri çekilir. Cumhurbaşkanı seçilir. Yeni Meclis anayasayı değiştirir. Milliyetçi oyunlarla, kurnazca anlaşmalarla “içeri kapanma” manevralarının ne tür belalar yarattığını gören AKP, Avrupa Birliği hamlelerine ağırlık verir. Ekonomi yoluna devam eder. Üretim ve milli gelir artar. Demokrasiye yapılan bir saldırıda hedefin yanında durduğu için bu seçimlerden kazançlı çıkan AKP’yi bir dahaki seçimlerde insanlar yaptıkları ve yapacaklarıyla değerlendirir, rakipleri projeleriyle oy almak için çıkar ortaya. Türkiye dünya platformunda saygıdeğer bir ülke olur. Ne AKP’liler çok sevinsin ne CHP’liler çok üzülsün. Bu seçimlerde “kimin” kazanıp kaybettiğinden daha önemli olan,“neyin” kaybedip neyin kazandığı. Darbecilik, demokrasi düşmanlığı, hukuksuzluk kaybetti. Türkiye ve çocuklarımız kazandı.
  2. Senyour

    Çağrışım

    ha bide onun oglu
  3. Senyour

    Çağrışım

    Kara Murat Saulun ... bizans (pippppp )
  4. olmasa mektubun yazdıkların olmasa kim inanır senle ayrıldığımıza sanma unutulur kalp ağrısı zamanla herşeyi unutarak yaşanır sanma neydi bir arada tutan şey ikimizi birleştiren neydi ellerimizi bırak bana anlatma imkansız sevgimizi sevmek birçok şeyi göze almaktır olmasa mektubun yazdıkların olmasa kim inanır senle ayrıldığımıza baksana geçmişe ne çok anıyla yüklü nerde o taverna nerde sinema harcanmış zamanlar yeniden yaşanmazki geç kaldıktan sonra arama boşa
  5. sanırım sayın Baykalı unuttun hatırlatmak istedim....
  6. Miting meydanlarındaki kalabalığa gazetelerin verdiği rakamları seçim sandığından çıkmış gibi dayatanlar da neye uğradığını şaşırdı. Derin Türkiye (Türkiye Halkı)bir kez daha olaya el koydu ve sanal krizlerin önüne geçti. Türkiye, aylardır gerçekte hiçbir karşılığı olmayan, sanal bir rejim kriziyle enerji kaybediyordu. Halk bu oyuna yüzde 75 oranında karşı çıktı.
  7. Ben bir nevi memnunum bu sonuçlar yüzünden. Köşe yazılarımda da defalarca takdir etmeye çalıştığım gibi fanatik laikçi dindarların histerisinden rahatsızdım ve o dönemde medyalamamız öyle bir pompaladı ki o hissiyatlanma krizlerinde kendimi çok yalnız hissettiğim zamanlar oldu. Netice itibariyle en kötü demokrasi bile askeri tercihlerin idaresinden iyidir. e-muhtıralanmamız üzerine bütün o miting kalabalıkları, bende yalnızca anti-demokratik temayülleri şiar edinmiş insanların korkunç çığlıkları paniği yarattı. AK Parti'nin bu seçimlerden oy oranını artırmış olarak çıkması Türk halkının yalnızca sağduyusunu değil aynı zamanda sivil yönetilme arzusunu kanıtlamakta. Baykal'ın ha MHP ha CHP çizgisi MHP'nin Meclis'e girmesiyle sonuçlandı. MHP'nin nerdeyse hiçbir şey yapmadan kazandığı bu oran 'sosyal demokrat' CHP'ye kapak olsun. Bağımsızların Meclis'te temsil edildiğini görmek de son derece önemli. Şimdi en büyük ümidim AK Parti'nin daha demokrat, daha özgürlüklerden yana, daha antimilitarist olmaktan korkmaması ve böylece daha hakiki demokrat bir topluma kavuşmamız. Artık milliyetçi hezeyanların (faşist arzuların) ifadelendirilmesini CHP-MHP çizgisine iade edebilirler.
  8. Adını anmak güzeldi, dost ağızlarda sana dair cümlelerin ıslatılması... Adını anmak... Yüksek sesle, kimsesiz gecelerin düşsel avuntularına sırt çevirip senden söz açmak... Biraz gülünç, biraz sitemkar... güzeldi... Adının Türkçedeki yankısı özeldi... Seninle yoğurt yemek, kendi Kanlıcanlı, Sülalesi Kandilli yoğurtçunun mekanında... Denize amors durup, yüzüne cepheden bakmak güneşli bir mavilikte.... güzeldi.. İpe sapa konuşlanmaz bahanelerle elini tutmak, yüzünde Yüzyıllık bir hasreti gidermek güzeldi... Güzeldi'li geçmiş zamanları düşünüyorum şimdi... Cümlelerimiz öznesiz...Umursayan yok, Kanlıca'daki yoğurdu... ve eşikteki öpücük, tarih bilinci olmayan bir aşkın mührüdür artık...
  9. Senyour

    kim bunlar *****..

    Efendim ben size söylemedim dediklerinize aynen katılıyorum... ben bu halka öyle demek isteyenlere dedim... hani nasrettin hoca hesabı bastan söylim dedim Saygılar bizden efendim ....
  10. Senyour

    kim bunlar *****..

    insan bukadarmı komik olur ya allah askına aynı halk istediginiz partiyi secseydi aceba aynısını dermiydiniz... Eminim bu sefer ***** derdiniz nasılda kandırdık halkı derdiniz.. Bu halka ***** muamelesi yapanlar bi aynaya baksın....
  11. Gotın Sar dıbın(Söz Soğur)- Cıwan Haco
  12. AB, AKP'nin reform başarısına rağmen sırtını döndüğü Türkiye'ye büyük zarar verdi: Avrupalı siyasetçiler oy için Türkiye'yi harcayarak, AKP'nin milliyetçiliğe bel bağlayan hasımlarını güçlendirdi. AB, üyelikten başka bir sürü sorunu bulunan Türkiye'ye desteğini artırmak zorunda Daniel Widome Türkler pazar günü yeni bir meclis seçmek için sandığa gidecek. Bu seçim modern Türkiye'yi tanımlamış onlarca yıllık laiklik ve demokrasi tartışmasının son etabı ve aylardır süren siyasi gerilimlerin zirve noktası olacak. Fakat bu seçimlerde iş Türkiye sınırlarının ötesine de uzanacak. Ülkenin on yıllardır süren AB'ye kur yapma işkencesi, salyangoz hızıyla sürüyor. Ancak AKP 2002'de Meclis'te çoğunluk sağladıktan sonra Türkiye, olası bir AB üyeliği için gerekecek reformlar alanında ciddi ilerleme kaydetti. Fakat son birkaç yılda üyelik vizyonunun sönmeye başlamasıyla, Türkiye'de ihtiyaç duyulan reformların devam ümitleri de solmaya başladı. AKP'nin seçimleri kazanması reform yolunun açık kalmaya devam etmesi demek. Gerçi neticede Türkiye'nin reform hareketinin başarısı sadece Erdoğan'a değil, AB'ye de bağlı. Muhalifler 'karanlık' istiyor Türkiye'nin AB üyeliği macerası 1959'da, Avrupa Ekonomik Topluluğu'na üyelik için başvurmasıyla başladı. Bunu izleyen 40 yıl belirsizlik, geri adımlar, yarım yamalak zaferlerle geçti. Gelgelelim son birkaç yılda ciddi ilerleme kaydedildi, AB 2004'te üyelik müzakerelerini başlatmayı kabul etti. Ancak süreci asıl hızlandıran, AKP'nin iktidara gelişiydi. Geçmişte iktidardaki çoğunluklar cesur değişimlere kalkışamayan kırılgan koalisyonlara dayanırdı. AKP'yse açık çoğunluğuna güvenerek, sosyal muhafazakârlık, laiklik ilkesine sadakat ve AB hedefine baş koyma gibi sadece Türkiye'de görülebilecek bir kombinasyonla zafere doğru ilerlemeyi bildi. Erdoğan orduyu siyasetten uzaklaştırdı, siyasi ve toplumsal hakları hem Türkler hem ülkenin azınlığı olan Kürtler için artırdı, ciddi bir ekonomik büyümeyi yönetti. Gelgelelim birçok Avrupalı, Türklerin AB üyeliğine her zaman isteksiz yaklaştı. Kaygılar genellikle ekonomik ve kültürel unsurlardan kaynaklanıyor. Son yıllarda Türkiye'nin muhtemel üyeliğinin gerçeklik kazanmasıyla, bu hissiyat AB'nin resmi politikasına daha fazla sızmaya başladı. Fransızların 2005'te AB anayasasını reddi büyük oranda Türkiye'nin üyeliğine yönelik korku nedeniyleydi. Daha sonra iktidara gelen Almanya Başbakanı Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, zaferlerini biraz da Türkiye'nin üyeliğine karşı çıkmalarına ve bunun yerine 'imtiyazlı ortaklık' gibi havada alternatifler sunmalarına borçlu. Kıbrıslı Rumların 2004'te üyeliğe kabulü Türkiye'de AB'ye karşıt seslerin güçlü bir biçimde yükselmesine yol açtı. Geçen yıl, bölünmüş ada üzerinde karşılıklı inatçılığın sürmesi üzerine AB, Türkiye'yle müzakerelerde 35 başlığın 8'ini askıya almak zorunda kaldı. Tüm ortakyaşam ilişkilerindeki gibi burada da bir tarafın sağlığı diğerininkine bağlı. AB üyeliği Türklerin uzun süredir istekle takip ettiği bir yoldu; birçokları bunu Atatürk'ün modern, laik Türkiye'sinin son varış noktası olarak görüyor. Ancak Avrupalı siyasetçilerin oy avcılığı yaparken Türkiye'yi harcayabilmesi ve eski husumetlerin müzakereleri keyfi olarak yoldan çıkarabilmesiyle, Türkler de AB üyeliği bunca eziyete değer mi diye düşünür oldu. Üyelik hevesi azaldıkça da, gereken reformların çoğunun yapılma gerekçesi de ortadan kalkıyor. Erdoğan'sa kararlı, geçen yıl AB ne yaparsa yapsın 'reform süreci aynı kararlılıkla sürecek' vaadinde bulundu. Fakat onun da sabrı tükeniyor. AB'nin tereddütlerinin en zararlı sonucu, Erdoğan'a muhalif güçlerin ona destek vermektense karşı çıkmayı daha kolay bulmasıydı. Türk ordusu AKP'nin İslamcı kökleri nedeniyle zaten tetikteydi. Milliyetçiler de epeydir Erdoğan'ın dinciliğinden, Kürt meselelerine nispeten ılımlı yaklaşımından ve AB üyeliği hedefine genel olarak kendini adamasından şüphe duyuyor. Orta akım laik siyasi partilerse Erdoğan'ın AB üyeliği hedefini paylaşsalar da her türlü başarısızlıktan yine onu sorumlu tutmaya çalışıyorlar. İşin tuhafı, birbirinden çok farklı olan bu kuvvetler kendi çıkarlarına karşı hareket ediyor. Kendilerine en çok Avrupa'nın yakışacağını düşünen şehirli ve laik Türkler Erdoğan'ın dinciliğini protesto ederken ordunun demokrasi karşıtı söylemine göz yumuyor; kırsal alanda yaşayan, Avrupa'yla ticari ilişkilerin artmasından en çok faydalanacak olan muhafazakârlarsa, Türkiye'nin iç ve dış politikalarını daha kötüye sürükleyecek milliyetçi unsurları destekliyor. Muhalifleri AKP'nin reformlarını yolundan çıkarmayı başarabilirse, ülkeyi tarihinin karanlık bir dönemine geri çekecekler: Ordu ağırlıklı siyaset, öfkeli milliyetçilik, etkisiz koalisyonlar... Muhalifleri tabii ki başbakanın yenilmesine çabalayacak. Ancak AKP'nin reformları başarı elde edemezse, bunda irade, öngörü ve kapasite eksiklikleriyle AB'nin de katkısı olacak. Merkel ve Sarkozy'nin selefleri de Türkiye'ye karşı iç muhalefetle karşılaştı; ama yine de bu üyeliğe verdikleri desteği çekmediler. Fakat Schröder ve Chirac seçmenlerini Türkiye'nin üyeliğinin AB için de coğrafi ve kültürel açıdan şart olduğunu seçmenlerine anlatmayı başaramadı. AKP üyeliği başaracak tek parti AB 27 üye ülkesinin birbirinden çok farklı gündemleriyle sürekli mücadele etmek zorunda kalan, yapısal açıdan eli kolu tutmayan bir dış politika oyuncusu. Buna rağmen uluslararası başarı kazanma şansı var. AB üyeliğinin cazibesi Doğu Avrupa'nın eski komünist ülkelerinde liberal reformları teşvik etti ve bu ülkeler üyelikle ödüllendirildi. Türkiye de bu tür bir etkinin nihai örneğine dönüşebilir. Fakat nihai hezimet de olabilir. Türkiye şanslı ki, AKP seçimlerde çoğunluğunu sürdürecek gibi duruyor. Bunun sebebi de Erdoğan'ın son derece 'Türk markalı' siyaseti olacak. Zira, sosyal muhafazakârlığı, kurumsal laikliği ve siyasi liberalizmi ustalıkla harmanlaması, kendisini AB üyeliği için gereken reformları yapabilecek ve demokrasiyi güçlendirebilecek tek kişi haline getiriyor. AKP'nin ciddi bir zafer kazanması, gerçek anlamda reform yapılması ümitlerinde gereken atılımı da sağlar. Bu da AB'yi daha teşvikkâr bir yöne sevk edebilir ve nihayet Türkiye'nin AB üyeliğinde biraz daha ilerlemeyle sonuçlanabilir. AB lüzumsuz bir tutumla her zamanki tavrını dahi değiştirerek, işleri Türkiye'nin reformları için daha kötü hale soktu, hem de en kötü zamanda. Türkiye şu anda AB üyeliği mücadelesi yetmezmiş gibi bir sürü sorunla kuşatılmış halde. Irak savaşı, Kürt militarizminin yeniden ortaya çıkışı, iddiacı bir hal alan Rusya ve gerçek İslamcı aşırılık yanlılarının oluşturmaya başladığı tehdit, Türkiye üzerindeki gerilimleri artıracak. Böylesi fırtınalı bir ortamda Erdoğan'ın zaferi tek başına, reformların başarısını taahhüt edemez. AB'nin Erdoğan'ın çabalarına ve AB üyeliğine söz verdiği desteğini sürdürmesi tam da bu yüzden büyük önem taşıyor. (ABD'de yayımlanan aylık dergi, 20 Temmuz 2007)
  13. Bir kürt olarak diyorum ki :Şükürler olsun ki cok sevdigim ülkücü dostalarım böyle diil ve bence onların sagduyulu olmasından dolayı bu arkdas gibileri pek fazla diil ... Allah ülkücü arkdaslarımdan razı olsun...
  14. arkadasım bi kere lehce var sen orta asyadaki turk gibi konusabiliyormusun bu bir,ikincisi ellbetteki benimde istegim bu ülkede birlik ve beraberlik icinde kardeşçe yaşamak elbette bunun icin ortak degerler kullanılmalı ve bunun icim mucadele edilmeli.... saygılarımla.....
  15. BELGE :1 “İKİ HALKI ÇARPIŞTIRAN HAİNDİR!” Mustafa Kemal’in, 17 Eylül 1919 günü, İstanbul’daki Senato Üyesi Fuat Paşa’ya gönderdiği mektuptan:“...Bu Başbakan’ın (Damat Ferit) cinayetlerine ortak olan İçişleri ve Savaş İşleri Bakanları da ulusun sesini boğmak, yasal bir toplantısını (Sivas Kongresi) tanımamak, Kürt’ü Türk’ü birbirine düşürerek, Müslümanlar arasında çarpışmalara neden olmak gibi haince girişimlerde bulunuyor...” (Atatürk’ün Özel Arşivi’nden Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayını, Sayfa: 71) BELGE:2 “KÜRT,TÜRK KARDEŞİNDEN AYRILMAYACAK” Mustafa Kemal’in, 3. Ordu Müfettişi olarak Amasya’dan, Erzurum’daki Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği, 24 Haziran 1919 tarihli mesajın ilk maddesi: “1- Mr.Novil adındaki bir İngiliz Yüzbaşısı, Urfa’dan Siverek yoluyla Viranşehir’e giderek, Milli aşiretlerinin ileri gelenleriyle görüşmüş ve Urfa’ya dönmüş. Osmanlı hükümeti için çok kötü propağandalar yapmış. Ancak aşiret reislerinden aldığı kesin cevaplara sevinmemiştir. Kürtler, Türk kardeşlerinden kesinlikle ayrılmayacaklarını, bu uğurda son kişilerine varıncaya kadar ölüme hazır olduklarını söylemişler. Ayrıca İngilizler’in kendilerine vermek istediği önemli miktardaki parayı almayarak namus ve yurtseverliklerini göstermişlerdir...” (Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, Nimet Arsan, Sayfa: 43) BELGE:3 “KÜRTLER OYUNUN FARKINA VARDI” Mustafa Kemal’in, Sivas’tan 24 Eylül 1919 günü, Amerika Birleşik Devletleri İnceleme Kurulu Başkanı General Harbord’a gönderdiği ayrıntılı rapordan: “İmparatorluğu bölmek ve Türkler ile Kürtler arasında bir kardeş savaşı çıkarmak ve bağımsız bir Kürdistan kurma planlarına ortak etmek üzere Kürtler’i kışkırttılar. İleri sürdükleri tez, İmparatorluğun nasıl olsa dağılacağıdır. Bu düşüncelerini gerçekleştirmek için büyük paralar harcadılar. Her türlü casusluğa başvurdular. Noil adında bir İngiliz subayı, uzun süre Diyarbakır’da bu yolda çaba gösterdi ve her türlü yalan ve aldatmaya başvurdu. Ama bizim Kürt yurttaşlarımız düzenlenen oyunun farkına vararak, O’nu ve yüreklerini para ile satan bir grup haini bölgeden kovdular...”(Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, Nimet Arsan, Sayfa: 74-84) BELGE: 4 “TÜRK,KÜRT,ÇERKES KARDEŞİZ” Mustafa Kemal’in, Ankara’dan, Çerkes Ethem’in ağabeyi Reşit Bey’e gönderdiği 7 Ocak 1920 tarihli telgrafından: , “konu dışı olarak, şunu da belirteyim ki, Anzavur’un alçaklığı, kendisine ve kışkırtıcı olan İngilizler ile ayakçılarına yöneliktir.Bu din ve devletin sağlam bir uyruğu olan Çerkez kardeşlerimiz, hepimizin övdüğümüz baştacımızdır. Asıl, bugün düşmanlarla çevrili Türk, Kürt, Çerkez ve diğer din kardeşlerimizin elele vermesi, sarsılmaz bir bütün oluşturmaları, namus ve yaşamımızı kurtarmak için bir zorunluluktur...” (Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı: 34, Belge no: 849 BELGE: 5 “KÜRTLER, TÜRKLERLE BİRLEŞTİ” Mustafa Kemal’in, “NUTUK” adlı eserinin, “Samsun’a Çıktığım Gün Genel Durum ve Görünüş” başlıklı bölümünden: “Anadolu halkı, baştan aşağı bölünmez bir bütün haline getirildi. Bütün kararları, bütün komutanlar ve arkadaşlarımızla birlikte alınıyor. Vali ve mutasarrıfların hemen hepsi bizden yanadır. Anadolu’daki ulusal örgütler ilçe ve bucaklara kadar yayıldı. İngiliz koruması altında bir bağımsız Kürdistan kurulmasıyla ilgili propağanda ortadan kaldırıldı ve bu amacı güdenler yola getirildi. Kürtler Türkler ile birleşti...” (Nutuk, Türk Dil Kurumu, Ankara, 1976, Sayfa: 15) BELGE: 6 “KÜRDİSTAN’I AYAKLANDIRIYORLAR!” Mustafa Kemal’in, Nutuk adlı eserinde yer alan ve 6. Kolordu Komutanı’nın, Padişah’a gönderdiği mektuptan söz ettiği bölümden: “...komutanlar, mektupta hükümetin savaş yoluna gidep kongreyi basarak Müslümanlar arasında kan dökmeye kalkıştığı ve Kürdistan’ı ayaklandırarak, yurdu parçalatma planını da para karşılığında yüklenmiş olduğu belgelerle anlaşıldığından, hükümetin bu işte kullandığı adamların bozguna uğrayarak kaçmak zorunda bırakıldıklarından söz ediyorlar...” (Nutuk, İnkılap Yayınevi, Ankara,1966, Sayfa: 100) BELGE: 7 “KÜRDİSTAN’A OTONOM YÖNETİM!” Altında “Büyük Millet Meclisi ve Mustafa Kemal” imzası bulunan ve El-Cezire KomutanıTuğgeneral Nehat Paşa’ya gönderilen masaj: “Kişiye Özel. El-Cezire Cephesi Komutanı Tuğgeneral Nihat Paşa Hazretlerine, 1-Aşamalı olarak, bütün ülkede ve geniş ölçekte doğrudan doğruya halk gruplarının ilgili ve etkili olduğu bir biçimde yerel yönetimlerin oluşturulması iç politikamızın gereğidir. Kürtlerle dolu bölgede ise, hem iç politikamız ve hem de dış politikamız açısından ölçülü yerel bir yönetim kurulmasını savunmaktayız. 2-Ulusların kendilerini yönetmeleri yetkisi bütün dünyada benimsenmiş bir ilkedir. Biz de bu ilkeyi benimsiyoruz. Kürtler’in bu döneme kadar yerel yönetime ilişkin örgütlerinikurmuş ve başkanları ile yetkilerini bu amaç için bizce kazanılmış olması ve oyladıklarında kendi kaderlerine gerçekten sahip oldukları BMM (Büyük Millet Meclisi) buyruğunda yaşam istekleri yayınlanmalıdır. Kürdistan’daki bütün çalışmaların bu amaca dayalı politikaya yöneltilmesi El-Cezire Cehpesi Komutanlığı’nın görevidir. 3-Kürdistan’da Kürtler’in Fransızlar ve özellikle Irak sınırında İngilizler’e karşı düşmanlığını silahlı çarpışmayla durdurulamaz bir düzeye vardırmak ve yabancılarla Kürtler’in birleşmesini engellemek aşamalı olarak yerel yönetimler kurulmasının zeminini hazırlamak ve bu yolla yürekten bize bağlılıklarını sağlamak Kürt yöneticilerinin sivil ve askerlik görevleriyle görevlendirilerek bize bağlılıklarını pekiştirmek gibi genel yollar benimsenmiştir. 4-Kürdistan’ın iç politikası El-Cezire Cephesi Komutanlığı’nca belirlenecek ve yönetilecektir. Cephe Komutanlığı bu konuda Büyük Millet Meclisi Başkanlığıyla yazışmalar yapar. İller tarafından izlenecek yolu düzenleyip uyumu sağlayacağı için sivil yöneticilerin de bu konuda bağlı oldukları yer, Cephe Komutanlığı’dır. 5-El-Cezire Cephe Komutanlığı yönetim, adalet ve maliye (parasal) konularda değişiklik ve düzenlemeye gerek gördükçe, bunun uygulanmasını hükümete önerir. BMM Başkanı Mustafa Kemal.” (TBMM.Gizli Celse Zabıtları, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1985, Cilt: 3, Sayfa: 550) BELGE: 8 “KÜRDİSTAN’DA BULUNMAKTAN KIVANÇ DUYDUM!” Mustafa Kemal’in, Adana’dan, 24 Mart 1919 günü, kendisi ve arkadaşlarıyla ilgili olarak ortaya atılan bir iddiaya karşılık, İstanbul’a Savaş İşleri Bakanlığı’na gönderdiği mektuptan: “Arkadaşlarımın bu alçakça suçlamaya karşı ne diyeceklerini bilemem. Yalnız kendi adıma açıklıyorum ki; Benim Anafartalar’da, Kürdistan’da, Suriye’de, başlarında bulunmaktan kıvançz duyduğum kahraman ordular, haydutların değil, Osmanlı ulusunun namuslu çocuklarından kurulmuştur..” (Öyküleriyle Atatürk’ün Özel Mektupları, Sadi Borak, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1980, Sayfa: 139) BELGE: 9 “AYRILIKÇI KÜRTLER KAZANILDI!” Mustafa Kemal’in, Amasya’dan, 22 Haziran 1919 günü, Sivas Valisi Reşit Paşa’ya çektiği telgrafın ikinci parağrafı: “Devletin bütünleşmesinin önem kazandığı bir sırada İngiliz propağandasının etkisinde ortaya çıkan ve Kürdistan’ın bağımsızlığını isteyenler, görüşmeler yoluyla kazanılarak Halifelik ve Saltanat çevresindeki ortak amacımıza getirildi. Çok şükür hata anlaşılarak aramıza dönmüşler ve kongreye (Sivas) çağrılmışlardır. Bu ulusal ve yaşamsal sorun için sizin gibi yurtsever, sözünü bilir düşünürlere düşen özveri, özellikle çok büyüktür..” (Tarih Vesikaları Dergisi, Ankara, 1949, Sayı: 15, Sayfa: 162) BELGE: 10 “BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN İSTEYENLERLE GÖRÜŞÜLDÜ" Mustafa Kemal’in, 3. Ordu Müfettişi ünvanıyla, İstanbul’a, başta Halide Edip Adıvar, Senato Başkanı Ahmet Rıza Bey ve eski Başbakan Ahmet İzzet Paşa’nın da bulunduğu çok sayıda aydın ve polotikacıya gönderdiği mesajdan: “...Bu düşünceme siz de katılıyorsunuzdur, herhalde. Anlattığım durum, bugün genel bir kongrenin acele olarak taplanmasını gerektirmektedir. Bu çağrı her yere ulaştırılmıştır. Devletin parçalanmasının sözkonusu olduğu bir sırada, İngilizler’in propağandasıyla ortaya çıkan ve Kürdistan’ın bağımsızlığını isteyenler gibi akımlar da, karşılıklı görüşmelerle, bu düşüncenin savunucuları, halifelik ve saltanat çevresindeki ortak amacımıza çekilerek durdurulmuş ve kongreye çağrılmışlardır..” (Milli Mücadele, Sebahattin Selek, Cilt: 1, Sayfa: 324) BELGE: 11 “OSMANLI ÜLKESİNİN PARÇALARI” 11 Eylül 1919 günü yayınlanan Sivas Kongresi Bildirgesi’nin 1. Maddesi: “1- Yüce Osmanlı devletiyle anlaşık devletler arasında yapılan antlaşmanın imzalandığı 30 Ekim 1918 günündeki sınırlarımız içinde kalan ve her yerde ezici çoğunluğu Müslüman olan Osmanlı ülkesinin parçaları (ki, bu parçalar bir sonraki belgede, yani Amasya Protokolü’nün ilk maddesinde –Osmanlı toprağı, Türkler ve Kürtler’in yaşadığı topraklardır.- diye açıklanıyor.) birbirlerinden ve Osmanlı bütünlüğünden hiçbir nedenle koparılamaz bir bütün oluşturur. Bu parçalarda yaşayan bütün Müslümanlar; birbirlerine karşı, karşılıklı saygı ve özveri duygularıyla dolu, etnik ve sosyal haklarıyla, bulundukları yöne koşullarına bütünüyle bağlı öz kardeştirler...” Sivas Kongresi, Vehbi Cem Aşkın, Ankara, 1963, Sayfa: 158 BELGE: 12 “TÜRK VE KÜRTLERİN OTURDUKLARI YERLER” Amasya Protokolü Tutanağı’nın 1. Maddesi aynen şu cümlelerle başlıyor: “Bildirgenin 1. Maddesinde Osmanlı devletinin düşünülen ve kabul edilen sınırları, Türk ve Kürtler’in oturdukları yerleri kapsadığı ve Kürtler’in Osmanlı topluluğundan ayrılmasının olanaksızlığı belirtildikten sonra, bu sınırın en az bir istek olmak üzere elde edilmesinin sağlanması gereği ortaklaşa kabul edildi.Bununla birlikte yabancılar tarafından, görünüşte Kürtler’in bağımsızlığı amacı altında uydurulan yalanların önüne geçmek için de, bu durumun Kürtlerce şimdiden bilinmesi uygun görüldü...” (1-Yurt Ansiklopedisi, Cilt: 1, Amasya maddesi. 2-Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları, Mustafa Onar, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1995, Cilt: 1, Sayfa: 268, Belge no: 348) BELGE: 13 “KÜRDİSTAN’L A İLGİLENMEK GEREKİYOR” 9. Ordu Birlikleri Müfettişi Mustafa Kemal, Havza’dan, 29 Mayıs 1919 günü Genelkurmay Başkanlığı’na çektiği telgraf: “Bağımsız Kürdistan görüşünü savunan, Diyarbakır’daki Kürt Kulübü ile hükümet yandaşı olan öteki kulüpler arasındaki çelişkinin arttığını araştırmalarımdan öğrendim. Kürtler’e ve Kürdistan üzerinde etkili, savaş sırasında yakınlık ve sevgilerini çok iyi kazandığım Kürt ileri gelenlerinden bazılarına doğrudan, bazılarına Kolordu aracılığıyla telgraflar çekerek, devletin gerçek durumunu ve kendilerince alınması gereken önlemler için gereği kadar bilgi vererek, etkili öğütlerde bulundum. Son günlerde edindiğim bazı bilgilere göre, Kürdistan bölgesiyle de ilgilenmek gerekiyor, Bunun için bağımsız Kürdistan olmak üzere, İngilizlerce de desteklenen hangi bölgelerdir ve ileride çok...(bu cümlenin sonu okunamıyor.) Yine İngilizlerce kışkırtılan bölgeler hangileridir? Bu konuda yüksek Başkanlığınızdaki bilgilerin bildirilmesi için emirlerinizi dilerim...” (Har Tarihi Vesikaları Dergisi, Sayı: 4) BELGE: 14 “KÜRTLER’LE UZLAŞIN!” Mustafa Kemal’in, 15 Haziran 1919’da Diyarbakır Valiliği’ne gönderdiği telgraftan: “Bütün milletin, hayat ve bağımsızlığını kurtarmak için birleştiği şu önemli günlerde, bir yabancı devletin korumasına sığınarak düşük ve esir yaşamayı tercih eden her türlü ilkenin, ülkeyi parçalayarak her türlü derneğin kapatılması çok hayati ve gerekli bir görev olduğundan, Kürt Kulübü konusundaki uygulamanız tarafımızdan da uygun görülmüştür.. ....... Bu nedenle, Diyarbakır ve bağlı yörelerde Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Derneklerinin oluşmasına ve kurulmasına yardım edilmesini önemli salık veririm. Ve özellikle Kürt Kulübünün üyeleriyle, bugünkü telgrafım kapsamında görüşerek uzlaşmak uygundur...” (Söylev, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Sayfa: 10) BELGE: 15 “KÜRTLER’İ TEMSİL ETMİYORLAR” Mustafa Kemal’in Diyarbakır Valisi’ne gönderdiği yukarıdaki telgrafa karşılık, Erzurum’daki Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği telgraftan: “Diyarbakır’da Kürt Kulübünün İngilizler’in kışkırtmasıyla, İngilizler’in koruyuculuğunda bir Kürdistan kurmak amacını izlediği anlaşıldığından kapattırılmıştır. Üyeleri hakkında soruşturma yapılıyor. Kürdistan’ın tanınmış beylerinden aldığım telgraflarda, dağıtılan bu Kürt Kulübü’nün hiçbir Kürt’ü temsil etmediği, birkaç kendini bilmezin girişimlerinin sonucu olduğu, ülke ve ulusun bütünüyle bağımsız ve özgür yaşaması uğrunda her türlü özveriye ve bu konuda emirlerinize hazır oldukları bildirilmektedir... ...Hükümetin (İstanbul) bayağı tutsak bir durumda olması, başkentin baskılı bir askeri işgal altında bulunması dolayısıyla ulusun kurtuluşunun, yine ulus ordusuyla gerçekleşeceği sizcede bilinmektedir. Bu nedenle, ben Kürtler’i daha ötesi bir öz kardeş olarak, bütün ulusu bir nokta çerçevesinde birleştirmek ve bunu dünyaya Müdafaa-i Hukuk dernekleri aracılığıyla göstermek karar ve çabasındayım...” (Söylev, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Sayfa: 49) BELGE: 16 “EZİCİ COĞUNLUK TÜRK VE KÜRT” Mustafa Kemal’in, Edirne’deki 12. Kolordu Komutanı Mehmet Selahattin Bey’e gönderdiği bir mesajdan: “Ezici çoğunluğu Türk ve Kürt olan bu illerden bir karış bile verilemez...” (Söylev, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Cilt:1 Sayfa: 72) BELGE: 17 “BEDİRHANLAR VE MALATYA OLAYI” Mustafa Kemal’in Nutuk adlı eserinden: “Bay Novel adında bir İngiliz Binbaşı, Bedirhanlar’dan Kamuran, Celadet ve Cemil Beylerle ve yanında 15 kadar Kürt atlısıyla Malatya’ya gelmiş ve kendilerini Mutasarrıf Bedirhanlı Halil Bey karşılamıştır. Harput (Elazığ) Valisi de, bir posta hırsızını izliyor görünerek otomobille Malatya’ya gelmiştir. Bu amaçla bunlara Adıyaman’daki birlik de verilmiştir. Amaçlarını, Kürdistan kurmaya söz vererek Kürtler’i, işlerimizi bozmaya ve bizi öldürtmeye yollamak olduğu anlaşılmış ve karşı önlemlere başvurulmuştur. Bu arada Vali ve ötekileri yakalatmak istiyoruz. Malatya Mutasarrıfı da Kürt aşiretlerini Malatya’ya çağırmıştır. Bunun üzerine 13. Kolordu işe girişti. Gereken önlemler alınmıştır. Yarın akşam Harput’tan gönderilen bir birlik, ortalığı karıştıranları tepeleyecektir...” (Nutuk) BELGE: 18 “DİN VE ULUSUNU SATMIŞ KÜRTLER!” Mustafa Kemal’in, Erzincan’ın Kemah ilçesinde yaşayan ve Kürt aşiretlere yakınlığıyla bilinen eski Milletvekili Halet Bey’e, Sivas’tan, 9 Eylül 1919 günü gönderdiği mesajdan: “...İngiliz korumasında bağımsız bir Kürdistan kurulması amacıyla propağanda yapmakta olan İngiliz Binbaşılarından Mr. Novel’in, din ve ulusunu satmış Kürt Beylerinden Ekrem, Kamran, Ali, Celadet’le birlikte Malatya’ya geldiği ve İstanbul hükümetini tutan, açıkçası ulus ve yurt haini olan Elazığ Valisinin de bunlara katıldığı ve Bedirhanilerden Malatya Mutasarrıfı Halil Beyle birlikte sözde postayı soyan hırsızları izlemek gibi uydurma bir gerekçeyle silahlı Kürtleri toplamaya giriştikleri öğrenildi. Şöyle ki, Kürtler’in kutsal halifelik makamına ve ülkeye olan bağlılık ve ayrılmazlıklarını göstermek üzere bazı ağaların birtakım Kürt kuvvetiyle birlikte Malatya’ya doğru yola çıkıp, padişah ve ulusa karşı İngilizler’le işbirliği yapmak hainliğine kalkışan ve yörenin temiz yürekli Kürtler’ini toplayarak onların askerlerce boş yere öldürülmelerine ve padişaha, ulusa başkaldırmış duruma sokulmalarına neden olan vatan hainlerinin alçaklıklarını sözünü ettiğim Kürtler’e en çabuk yoldan bildirip, çağrıya uymalarının sağlanmasına çaba göstermelerini önemle bekler. Olanak varsa bu işe hemen girişilerek sonucun hemen bildirilmesini dileriz...” (Rauf Orbay’ın Hatıraları, YakınTarihimiz Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 30, Belge no: 1113) __________________
  16. Karsı taraf ortak degerleri red ediyor diyosun, karsı tarafın varlıgını kabul ediyormusun önce bunu bi acıklaman lazım ha bide kendi kültürünü yasamayan bi toplum (türkler) nasıl olurda yasamadıgı kültürünü baskasına dayatır örnek mi bi sokaga cık ve insanalara restorantlara sokaktaki tabelalara bak.... saygılarımla...
  17. AKP'nin başarıları inkâr edilemese de, Erdoğan seçimlerde her şeyden önce muhaliflerinin yarattığı hayal kırıklığı açısından şanslı. Diğer partiler AKP'yi olduğundan sağlam gösteriyor. Fakat AKP hâlâ, günü kurtaran ekonominin ötesine geçen bir vizyona sahip olduğunu göstermeli... 18 yaşındaki Gamze Çakır ve Esra Ertaş, pazar günü Türkiye'de yapılacak genel seçimlerde ilk kez oy kullanacak. Ancak onlar hayatlarının yetişkinlik dönemine dair en önemli kararlardan birini çoktan verdi. Çakır, geçim kaynağının hayvancılık olduğu ve geleneksel sosyal alışverişlerin günlük hayatı şekillendirdiği doğuda bulunan Kahramanlar Köyü'nde yaşıyor. O annesi ve kız kardeşinden farklı olarak başörtüsü takmamaya karar verdi. Ertaş ise, iyi restoranları ve palmiye ağaçlı caddeleriyle ünlü kıyı kenti İzmir'e 1400 kilometre uzakta yaşıyor. O, muhtemelen moda eğitimini bitirdikten sonra başörtüsü takmaya karar verdi. 'Tek engel başörtüsüydü' Köyün diğer kadınlarıyla beraber çalıştıkları çilek tarlasında oturan Çakır, "Bu benim seçimim ve ailem baskı yapmıyor" diyor. Merkez sağ AKP'nin İzmir'de düzenlenen mitingine katılan Ertaş da bunun kendi kararı olduğunu söylüyor. AKP kamu binalarındaki başörtüsü yasağını kaldırmak istiyor. Bu Ertaş'ın desteklediği, ancak Türkiye'nin laik kurumlarının ve siyasi partilerinin karşı çıktığı bir yönelim. Ertaş, "Diğer partiler yalancı" diyor ve ekliyor: "Laik değiller çünkü benim başörtüsü takma hakkıma müdahale ediyorlar." Bu genç kadınların çevrelerindeki âdetlere meydan okuyarak aldıkları bu kişisel kararlar, Türk toplumunda geniş yankı buluyor. Genel seçim kararı, başörtüsü ve onun resmi olarak laik bir ülkede temsil ettiği dini, siyasi ve sosyal anlam üzerine yapılan ve Türkiye'nin tüm yönetici kurumlarının dahil olduğu bir tartışma nedeniyle alındı. Temelleri siyasal İslam'a dayanan AKP hükümeti, Dışişleri Bakanı ve eski bir İslamcı eylemci olan Abdullah Gül'ü laikliğin sembolik kalesi niteliğindeki cumhurbaşkanlığına getirmeye çalıştı. Bu girişim, ordunun 'laik cumhuriyete tehditle' ilgili muhtırasının ardından durduruldu. Generaller tehdidin ne olduğunu belirtmedi. Seçimlerde AKP'den aday olan Suat Kırıklıoğlu'nun gözlemiyse şöyle: "Gül'ün cumhurbaşkanı olmamasının tek nedeni eşinin başörtüsü takması." Artık her yer çevre Türkiye her ne kadar Fransa ve ABD gibi devrimci bir cumhuriyet olsa da, bu devrim tepeden indi. Osmanlı yönetim sistemi, geleneksel kıyafetleri, dini geleneklerin merkeziliği, Arap alfabesi ve hatta Türk dilindeki Osmanlı yansımaları neredeyse bir gecede gitti. Yerine, Batılı tarzda hafta sonu tatili, kıyafet ve şapka, Latin alfabesi, dini pratik üzerinde devlet kontrolü ve erkeklerle kadınlar arasında eşitlik geldi. Daha sonra, cumhuriyet döneminin başlamasının ardından Türkiye tek partiyle yönetilirken, bu devrimci modernite gelişti. Ancak bu düşünce kısmen Kemalistlerin bizzat kendilerinin çağdışı kalması nedeniyle (ki bu onların her zaman takdir etmediği bir ironi), etkisini kaybetmeye başladı. Seçim yarışına en büyük muhalefet partisi olarak katılan CHP, Atatürk'ün ve modernliğin ilk öncülüğünü yapanların partisi. Ancak katı laiklik, sınırlı demokrasi yorumu ve Türk ordusuna yakınlığı birçoklarını huzursuz ediyor. Kemalistlerin başarısızlığının en temel nedenlerinden biri, Türkiye'nin 1950'lerden 1980'lerin başlarına kadar Avrupa'nın siyasi, sosyal ve entelektüel ortamından tecrit edilmesiyle yakından ilgili. Bu tecrit haline, bugün sonuçları hiç olmadığı kadar daha yüksek sesle yankılanan ülke içi gelişmeler eşlik etti. 1950'ler kırsaldan kente büyük göçün başladığı yıllardı. 1970'ler ve 1980'lerde zirve yapan ama hâlâ süren bu eğilim Türkiye'nin sosyal, siyasi ve kültürel manzarasını büyük ölçüde etkiledi. 1945'te yaklaşık 1 milyonluk nüfusa sahip olan İstanbul'da bugün 12 milyondan fazla insan yaşıyor. Göçün temelinde, iş bulma ve kırsal tecridden veya etnik çatışmadan kaçıp kurtulma amacı yatıyordu. Türkiye, 1950'lerin sonunda çok partili sisteme geçtiğinde, toplumun bu bölümü sesini yükseltebileceği bir ortam bulmaya başladı. Ancak bunun, sosyal ve siyasi bir fenomen haline gelmesi sadece 1980'lerde gerçekleşti. Bir dizi askeri darbeden ve devletle Kürt ayrılıkçılar arasında korkunç bir çatışmanın patlak vermesinden sonra, merhum Turgut Özal hükümeti, ekonomi ve toplumu açmaya başladı. Bu gelişmeler kentli orta sınıfla kırsaldaki kitleler, kentle köy ve merkezle çevre arasındaki derin uçurumu da ortaya koydu. Her biri sürekli olarak diğerini tanımaya çalıştı. Ankara Üniversitesi'nde etnoloji profesörü olan Tayfun Atay, "Bugün Türkiye'de merkez her yerde ve her yer çevre" diyor. Göç Kemalizm'i 'sarstı' Bu süreç milyonlarca Türk'e, Kemalizm'in laik unsurlarını sertçe reddeden ancak geleneksel ailelerini ve sosyal ilişkilerini, dini âdetlerini ve kültürel muhafazakârlıklarını sürdürebilecekleri çağdaş bir toplumu kabul ederek kendi modernlik düşüncesini oluşturma fırsatı sundu. Bu yeni muhafazakâr modernitenin kabul gören merkezi her ne kadar oralarda temelleri atılsa da İstanbul gecekonduları değil; fakat, İç Anadolu'da yaklaşık 1 milyon nüfusa sahip bir kent olan Kayseri. Bu üretim merkezi, ülkenin yeni burjuvazisini barındırıyor. 1980'lerden bu yana büyüyen girişimci sınıftan oluşan bu yeni Anadolulu seçkinler, şimdi AKP'nin tabanı. Kayseri sanayi odasının 1050 üyesi var. Bunların çoğu küçük işletme sahipleri. Ancak aralarında yıllık gelirleri 2 milyar dolara kadar çıkabilen, kablodan tekstile, gıdadan mobilyaya geniş bir yelpazede faaliyet gösteren büyük işletme sahipleri bulunuyor. AKP sistemi yıkmak istemiyor Gül, mecliste Kayseri'yi temsil ediyor. Kayseri'den AKP milletvekili adayı olan Murat Cahid Cıngı, "Kayseri muhtemelen Özal sonrası dönemde Türkiye'deki en başarılı şehir" diyor. Temelleri açıkça 1990'larda kapatılan İslamcı partilere dayanan AKP kendisini, bürokrasi, adli kurumlar, üniversiteler ve ordudaki seçkinlere ortak nokta bir noktada buluşmaya zorladı. Bu süreç, 2002'de seçilmesinden bu yana hükümetin tüm zamanını aldı. Hükümetin iktidar süresinin sadece yarısı bitmişken, Gül'ün cumhurbaşkanlığıyla ilgili olarak orduyla çatışma patladı. AKP bu seçim için, çoğu yurtdışında eğitim görmüş ve partinin demokratik bir Türkiye'nin gerçek sesi olma iddiasından etkilenen genç profesyonelleri destekleyerek, kendini kökenlerinden uzaklaştırmak adına daha gerici unsurlarını tasfiye etti. Uzmanlar bu adımın, partinin devletle barış yapması anlamına geldiğini ve büyük olasılıkla beklendiği gibi partinin seçimden sonra tekrar iktidara gelmesi halinde daha yapıcı bir ilişkinin habercisi olabileceğini söylüyor. İstanbul'dan akademisyen ve yorumcu Soli Özel, "AKP seçkinleri sistemi yıkmaktan ziyade ona nüfuz etmekle daha fazla ilgileniyor" diyor. CHP kırsalda inandırıcı değil Hükümetin başarıları inkâr edilemez: Güçlü ekonomik büyüme, AB'yle üyelik müzakerelerinin başlaması ve Kıbrıs konusundaki gibi eskiden kalma bazı devlet politikalarını dondurma iradesi... Bununla birlikte partinin lideri ve başbakan olan Erdoğan'ın Türk siyasetindeki en şanslı adam olduğuna kanıt da var. Erdoğan, her şeyden çok muhalifleri açısından şanslı. Laik merkez sağdaki rakipleri bir dizi parti içi çatlaktan sonra güvenilirliğini kaybetti. Bu arada ülkenin genelde sağ kanat yelpazesindeki diğer liderler de militan milliyetçilerden veya açıkça yabancı düşmanlarından oluşuyor. Bununla birlikte Başbakan için en büyük nimet, soldaki CHP'nin kemikleşmesi oldu. Her ne kadar seçimlerde yaklaşık yüzde 22 oranında oy alması beklense de, CHP kentli çekirdeği dışında az rağbet görüyor ve Erdoğan'ın popülizmine karşı inanılır bir meydan okuma gerçekleştiremedi. Siyasi uzmanlara göre muhalefetin başarısızlığı, sadece hükümetin reform sicilinin daha iyi görünmesini sağlamıyor. Bu aynı zamanda AKP'nin daha güçlü ve gerçekte olduğundan sağlam görünmesini sağlıyor. Bütün başarılarına rağmen, AKP hâlâ günü kurtaran ekonominin ötesine geçen bir Türkiye vizyonuna sahip olduğunu göstermek zorunda. Erdoğan, popülizm ve alternatiflerinin hayal kırıklığından oluşan bir dalgada sörf yapıyor olabilir. Ancak hâlâ bu dalgaya hükmedebileceğini göstermesi gerek. (17 Temmuz 2007)
  18. Senyour

    Seçim kimliği etkileyecek

    22 Temmuz seçimlerinin en önemli özelliği, Türkiye'nin kimliğinin etkileyip, Batı ve İslam dünyasıyla ilişkilerini tanımlayacak olması... Türkiye genel seçimlere hazırlanırken ülkeye bir kargaşa havası hâkim. Bu kargaşa henüz krize dönüşmüş değil. Ordunun cumhurbaşkanlığı seçiminde taraf olduğunu beyan eden nisan sonundaki bildirisine rağmen ne tanklar sokağa döküldü, ne 'Şeriat isteriz' diye kitlesel gösteriler yapıldı. Atatürk'ün Osmanlı sonrası Türkiye için çizdiği laik vizyon derinlere kök salmış durumda. Koyu Müslümanlar da dahil Türklerin büyük çoğunluğu dinin kişisel bir mesele olduğuna inanıyor ve Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP de tüm İslamcı eğilimlerine rağmen bu görüşü paylaştığında ısrar ediyor. Bu nedenle seçimleri, Atatürk devrimlerinin koruyucusu güçlü Türk ordusuyla din-siyaset ayrılığına son vermek gibi bir gizli gündeme sahip İslamcılar arasındaki mücadele gibi değerlendirmek yanıltıcı. Yine de bu kampanyanın en önemli, en kutuplaştırıcı, ancak en az öne çıkan teması, bu seçimlerin Türkiye'nin kimliğini etkileyeceği, Batı ve İslam dünyasıyla ilişkilerini tanımlayacağı hissiyatı. Avrupa sırtını dönmeyi bırakmalı AKP, iktidara geldikten sonra Batılı müttefiklerini, İslamcı eğilimleriyle tehdit oluşturmak şöyle dursun, İslam'ı demokratik değerlerle uzlaştırdığına inandırabilmek için epey dil döktü. Nitekim zinayı suç saymaya yönelik başarısız girişim haricinde Batı'yı alarma geçirecek pek bir şey yaşanmadı; bilakis Erdoğan'ın reformları övgü topladı. Türkiye ekonomik açıdan gelişti, enflasyon hızla düştü, milli gelir ikiye katlandı, ülkeye yabancı sermaye yağdı. Ne var ki partinin 'asıl' gündemine dair şüpheler dinmedi. Liberal aydınların 'piyasa köktendincileri' yaftasını yapıştırdığı muhafazakâr, milliyetçi ve dindar, daha az Avrupa yanlısı olan seçkinlerin siyasi ağırlığının artması karşısında bir sıkıntı var. Muhalefetin zayıflığı da İslamcılığın alevlenmesine yönelik korkuları iyice artırdı. Dahası, Erdoğan nisanda, önce kendini, sonra da Dışişleri Bakanı Gül'ü cumhurbaşkanı adayı olarak öne sürerek, elindeki kozlara göre fazla ileriye gitti. Ve böylece cumhurbaşkanının siyasetin üstünde olması kuralını ti'ye almakla kalmadı; ordunun ve mitinglere katılan milyonların gözünde, AKP'li bir cumhurbaşkanı, tek meclisli yasama sisteminde partinin meclis çoğunluğunu suiistimal ihtimaline karşı yegâne sigortayı ortadan kaldırır. Gül'ün eşinin kamusal alanlar ve üniversitelerde yasak olan türbanı takması da bunların üzerine tuz-biber ekti. Mecliste muhalefet partisinin boykotuyla engellenen AKP, erken seçim kararı aldı. AKP bu seçimleri, muhalefetin kendi içinde yaşadığı hırgürler ve Avrupa'nın sırt çevirdiği, ABD'nin de ihmal ettiği Türkiye'nin Batı Asyalı kaderini takip etmekten başka seçeneği kalmadığına dair gitgide yerleşen hissiyat nedeniyle kazanacak. Fakat Türkiye'nin hâlâ en güvenilen kurumu olan orduya duyulan saygı sebebiyle, AKP şu anki üçte ikilik çoğunluğundan mahrum kalabilir. Seçimden ne sonuç çıkarsa çıksın, Erdoğan cumhurbaşkanlığı konusunda uzlaşmaya gitmeli. Avrupalılarsa artık, Türkiye'nin en sadık dost ve müttefik olması gerekenlerce ihanete uğratıldığı hissinin hepsi de birbirinden tatsız ve hatta tehlikeli olabilecek sonuçlara artık uyanmalı. (Başyazı, 16 Temmuz 2007)
  19. NEDEN? Mehmed Uzun Türkiye'de yeni bir seçime sadece bir hafta kaldı. Türkiye'nin her ciddi sosyal olayında olduğu gibi seçimlerde de Kürt meselesi, Türklerin ve Kürtlerin bu meseleye bakış biçimi öne çıkıyor. Birbirlerini kırmaktan kaçınmayan bu insanların birbirlerinin ne dediğini anlamaları, birbirlerini duymaları, birbirlerinin isteklerini ve duygularını kavramaları önem kazanıyor. Ağır bir hastalık geçiren ve İsveçli doktorların yaşamazsın dediği Türkiye'nin en önemli romancılarından Mehmed Uzun, Diyarbakır'da kendisini karşılayan milyonlarca Kürd'ün ve Türk'ün sevgisiyle toparlanıp hayata tutundu. Romanlarını Kürtçe yazan, eserleri dünyanın birçok diline çevrilen Mehmed Uzun, hem Türkiye'yi, hem Türkleri, hem Kürtleri yakından tanıyan, onların ruh hallerini bir romancının incelikli zekâsıyla kavrayan bir yazar. Kendisine sorunların nasıl çözülebileceğini ve Kürt halkının acılarının nasıl dinebileceğini sorduk. Ağır bir hastalık geçirdiniz. Şimdi nasılsınız? Kendimi daha iyi hissediyorum. Tedavi sürüyor. İki, üç kez ölümden döndüm. Gerçekten ölümü gördüm. Azrail'i gördüm, tekrar geri döndüm. Sanırım topraklarınıza dönmek doktorların bile ummadığı olumlu bir etki yarattı üstünüzde? Evet. İsveç'teki doktorlarım bir hafta, on günlük ömrümün kaldığını söylüyorlardı. 'Diyarbakır'a ulaşma ihtimalin yüzde 30' diyorlardı. Fakat ben Diyarbakır'a geldim. Diyarbakır halkı büyük bir sevgiyle karşıladı sizi. Bu sevginin de sağlığınıza olumlu katkıları olduğunu düşünüyor musunuz? Diyarbakır'a gelmeseydim bu iş bitmişti zaten. Sadece Diyarbakır değil, bütün Kürt bölgesi ayaktaydı. Milyonlarca insan dualar okuyor, mevlutlar okutuyordu. Otobüslerle topluca hastaneye geliyorlardı. Ben göremiyordum ama kaldığım hastanenin çevresi binlerce insanla devamlı doluydu. Hastanede çok iyi tedavi gördüm. Kısa zamanda toparlanmaya başladım. Ben Diyarbakır'da huzur buldum. Peki, bu mucizevi sonuçlar yaratan topraklar üstünde son dönemde yaşananlar sizi nasıl etkiliyor? Olumsuz etkiliyor. Ben Mezopotamya'nın kutsal gücüne hep inandım. Bunu romanlarımda anlattım. Ölüm döşeğindeyken Diyarbakır'a gelişimin bir sebebi de buydu. Onun bu kutsal gücünü şimdi kendim yaşadım. Bu toprakların şiddetin, çatışmanın, geri kalmışlığın mekânı haline gelmesi beni çok üzüyor ve yoruyor. Ben Mezopotamya'nın tekrar eski işlevine dönebileceğine inanıyorum. Ama tabii bunun için demokrasi gerekli. Ciddi reformlar ve uygar bir yaşam tarzı gerekli. Bu topraklar tarihte ilk uygarlıkların, bütün yaratıcı eylemlerin, düşüncelerin oluştuğu yerdir. Dillerin, dinlerin, kimliklerin, kültürlerin birlikte yaşadığı yerdir. Mezopotamya sabrın ve mucizelerin mekânıdır. Birçok peygamberin bu topraklardan çıkmış olması sebepsiz olur mu hiç? Bu ülkede bir Kürt sorunu var. Bunu herkes biliyor. Peki bu sorunu çözmeye samimi bir şekilde uğraşılıyor mu? Yoksa gerek Türklerden gerekse Kürtlerden birileri kendi kişisel hesapları nedeniyle çözümsüzlüğü tercih mi ediyor? Sevgili Neşe, Kürt sorunu Türkiye'de hep oldu. Bunun en önemli sebebi devlet politikasının yanlışlığıdır. Türkiye Cumhuriyeti ne yazık ki Kürtlerin inkârı üzerine kuruldu. Cumhuriyet kurulmadan önce, Mustafa Kemal Atatürk'ün Kürtlere verdiği sözler vardı. Kürtlerin kendi bölgelerinde kendilerini idare etmeleri, yöneticilerini seçmeleri ve Meclis'te kendi kimlikleriyle bulunmaları sözünü vermişti Atatürk. Bir nevi otonomi, özerklik... Kürtlere dil, kültür, kimlik gibi haklar tanınacaktı. Eğer o sözler tutulsaydı ve o sözlere uygun bir politika inşa edilseydi, Türkiye bugün dünyanın en önemli demokratik refah ülkelerinden biri olacaktı. Ama bugün birileri Kürt sorununda çözümsüzlüğü hâlâ tercih ediyor. Çünkü savaş, eroiniyle, çeteleşmesiyle çok büyük bir rant alanı. Bu yüzden çözümsüzlüğü isteyen Kürtler de vardır ve bu çözümsüzlüğü bir kader haline getirmek için de ellerinden geleni yapıyorlardır. Geçmişte çok acılar, çok haksızlıklar oldu. Kürtlerin anadillerinde bile konuşmaları yasaklandı bir zamanlar. Ama şimdi Avrupa Birliği üyeliğine doğru giderken demokrasiye ulaşma ihtimali de ortaya çıktı. Sizce AB üyeliği ve gerçek bir demokrasi Kürt halkının aleyhine mi sonuç verir? Tam tersi, lehine sonuç verir. Kürtler mutlaka AB sürecini desteklemeli. Türkiye'nin AB'den başka alternatifi yok. Rusya'yla, İran'la, Pakistan'la müttefik olamaz. Orası, otoriter, totaliter, karanlık bir dünya. Türkiye'nin tek hedefi, uygar, demokratik ve şeffaf AB üyesi bir Türkiye olmalı. Hepimiz bu hedefi desteklemeliyiz. Yoksa Batı dünyasının bu haliyle Türkiye'yi kabul etmesi mümkün değil. 27 Nisan'daki şu askeri muhtıraya bakın. Demokratik bir ülkede böyle bir rezalet olabilir mi? Askerin bu kadar siyasetin içinde olduğu, her şeyi vesayet altına aldığı, sürekli muhtıralar verdiği bir ülke AB'ye kabul edilebilir mi? Bunların değişmesi gerekli. Peki sizce neden PKK, Türkiye'de askeri bir yönetim ister gibi davranıyor? Neden şiddet ortamını ve milliyetçiliği besleyen bir strateji uyguluyor? Ben onları anlamakta güçlük çekiyorum tabii. Kürtler hızla şiddetten uzaklaşmalı ve asla bir daha şiddete başvurmamalı. Bir an önce sivil siyasete dönmek zorundalar. Bakın AB süreci sayesinde demokratik üslup ve usullerle mücadele etme yolları da açılıyor önlerinde. Hem Kürtler, özellikle de PKK'lılar bağımsız bir devlet, ya da federasyon, özerklik istemiyorlar şimdi. Sadece bireysel haklar istiyorlar. Bunlar için şiddete başvurmak yanlış. Ama Kürtlerin şiddete başvurmasını isteyenler var. Bunlar ne Kürtlerin ne de Türkiye'nin dostlarıdır. Kim bunlar sizce? Ülkedeki karanlık güçlerdir ve büyük ihtimalle de Türkiye'yle sorunları olan ülkelerdir. Amerika ve Avrupa'yı kastetmiyorum. Türkiye'nin, Suriye, İran, Rusya türü ülkelerle fazlasıyla sorunları var. Dost gibi görünseler de bunların Kürt sorununu devamlı kullanma imkânları var. Zira Türkiye Kürt sorununu çözmüyor. Çözmediği sürece de, başkası gelir bunu kullanır. Kürtler, kendisine şiddeti kim öneriyorsa ona kuşkuyla bakmalı. Şiddet, Türkiye'yi demokratikleşmeden uzaklaştırıyor, derin devleti, otoriter güçleri, milliyetçiliği güçlendiriyor. Şiddet dediniz. Yollara mayın koyup askerleri öldürmenin Kürt halkına bir yararı olur mu? Hayır hiçbir yararı yok. Ben bunu çok fazla Kürt'ten de duydum. On- binlerce insan beni ziyarete geldi. Zihnim açık olduğunda onlara, 'Siz ne bekliyorsunuz bu tür eylemlerden' diye sordum. Hiçbir şey beklemiyorlar. Bölge, şiddetin tümüyle bitmesini istiyor. O kadar acı çekmiş ki, bunun anlamsız, sonuç vermeyen bir şiddet olduğunu görüyor. Üç-beş askerin, onbaşının, yüzbaşının öldürülmesiyle ne değişiyor? Hiçbir şey. PKK'nin ilk şiddete başvurduğu dönem 1980'lerde cunta dönemiydi. Diyarbakır askeri cezaevinde insanlara dışkı yediriliyordu. O zaman durum başkaydı. Şimdi çok farklı bir yerdeyiz. Bütün dünya ve Türkiye, Türkiye'de çok ciddi bir Kürt sorunu olduğunu artık biliyor. Kürt halkı barışı ve demokrasiyi istiyor mu? Samimi olarak istiyor. Esasında benim gözlemim ya da hissettiğim, eğer devlet birazcık demokrasi, hak, hukuk özgürlük kanallarını açarsa, bu PKK dağdan inecek. Ve bu iş çözülecek. Onların da onurlarını kırmadan dağdan inmelerini sağlayabilecek, bu af mı olur, başka şey mi bilmiyorum, bir tedbir gerekiyor. Çünkü onlar da o noktaya gelmiş durumdalar. Biraz kanallar açılırsa PKK sorunu bitecek. Böylece dağdan iner ve kendisini değiştirir, sivil hayata adapte olmaya çalışır. Bunun için Türkiye'yi demokratikleştirecek, cesur adımlar atacak devlet adamlarına çok ihtiyaç var. Kürt halkını yakından tanıyorsunuz. Kürt halkı ne istiyor? Demokratik bir yapı içinde çözüm aranmasından mı yana, yoksa bu gerginliğin, silahlı çatışmaların sürmesinden mi yana? Kürtlerle ilgili bu kadar roman yazdım. Onları anlamaya çalışan birisi olarak şunu söyleyeyim. Türkiye'deki seçkinler, iktidar güçleri, 80 yıldır Kürtlerin ruh halini hiç anlayamadılar. Askerin son muhtırasında, 'Ne mutlu Türküm demek zorundasınız. Bunu söylemeyen bizim düşmanımızdır' deniyor. Oysa bir Kürt, 'Ne mutlu Türküm diyene' demek için hiçbir sebep görmüyor. Dağdaki çoban bile bir yurda, bir kültür mirasına, binlerce yıllık tarihe ve dile sahip olduğunu bilir. Bunun ilmini, kültürel analizlerini bilmez ama ruh hali öyledir onun. Ona, 'Sen Türk olacaksın' demek müthiş eziyettir. Bunu kabul etmesi mümkün değil. Belki korkar ya da işgüç sahibi olmak için 'Ben de Türküm' der ama ruhunda onu hiç yaşamaz. Türkçülük Osmanlı'nın dağılış döneminde çıkmış yüzyıllık bir ideoloji. Mucitleri de büyük oranda Türk olmayanlar. Osmanlı topraklarının uzak bölgelerinden Türkiye'ye sığınanlar, muhacirler yarattı daha çok Türkçülüğü. Bunlar Boşnaklar, Çerkezler, Gürcüler, Abazalar, Museviler, Tatarlar... Kürt sorunu nasıl çözülmeli? Hâlâ Kürtlerin kendi bölgelerinde kendi dillerinde eğitim almaları yasak. Özellikle Baykalcılar, Iraklı Kürtleri aşağılamak için 'kabile reisi' diyorlar ya... Hak hukuk konusunda örnek vereyim onlara. Şimdi o kabile reisleri, Kürdistan'da yaşayan bütün azınlıklara, özellikle de Türkmenlere her türlü hakkı verdiler. Türkmence televizyonlar, radyolar, Türkmen okulları, partileri serbest. Parlamentoda, hükümette temsilcileri var. Irak'ın modern tarihinde Türkmenler ilk kez Kürtler sayesinde hak hukuk sahibi oldu. O nedenle de Türkmenlerin yüzde 90-95'i Kürtlerle birlikte yaşamak istiyor. Kürtlere ne haklar verilmeli? Iraklı Kürtlerin Türkmenlere verdiği hakların tümü Türkiye'deki Kürtlere de verilmeli. O zaman Kürtler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan mutluluk duyacaklardır. Ama bu hakların yüzde 5'ini bile Türkiye Kürtlere vermiyor. Kıbrıs'ta 150 bin insan için tam bir devlet istiyorsunuz. Bunun için her şeyi yapıyorsunuz ama kendi vatandaşınız olan 15-20 milyon insana hiçbir hak vermiyorsunuz. Bir tek generalin bu konuda tek bir söz ettiğini duydunuz mu? Aksine emekli generaller devamlı televizyonları dolaşıyor ve durmadan Kürtlere hakaret ediyorlar. Bu hakaret bir son bulmalı. Türk devletine Kürt sorununu çözmek için ne önerirsiniz? Başta Baskın Oran olmak üzere umarım bağımsızlar önemli oranda Meclis'e girer ve AK Parti bunlarla bir ittifak, koalisyon yapar ve bunların işbirliğiyle yeni reformlar için adım atılır. Meclis'e girecek olan Kürtler akıllı Kürtler. Başta Ahmet Türk, bunlar olan bitenden ders çıkarmış insanlar. Çoğuyla görüştüm. Türkiye'ye uygun iş yapacakları konusunda çok kararlılar. Bunlar, provokasyondan uzak, sorunları çözebilecek dirayette ve olgunlukta insanlar. Geçmişte yaşananların tekrar yaşanmayacağını sık sık vurguluyorlar. Geleceğe dönük raporlar hazırlıyorlar. Kürtlerin şiddetten, silahtan arındırılıp sivil siyasete çekilmesi ve Türkiye'nin demokratikleşme ve AB sürecinin hızlandırılması için bunların parlamentoya girmesi çok önemli. Kürt halkına benim önerim, kendi adaylarını desteklemeleri. Silahtan arındırılmış sivil siyasetin Kürt dünyasında egemen olması için Kürt halkından bunu rica ediyorum. Bu, hem Kürtler hem Türkiye için bir fırsattır. Siz gençliğinizde Kürtlere uygulanan baskıları yaşadınız. Şimdi hayat nasıl Güneydoğu'da? Aynı baskılar devam ediyor mu? Ne yazık ki sürüyor. AB süreci hızlandığında baskılar önemli oranda durmuştu. Fakat son birkaç yıldır, özellikle PKK'nin tekrar silaha sarılmasından sonra baskılar yoğunlaştı. Devamlı bir takip, devamlı bir terör söz konusu. Devlet bütün bir halka terörist muamelesi yapıyor. Ama şuna şahidim, Kürtler kesinlikle şiddet istemiyor. Şu anda Kürtler derin ve huzursuz bir bekleyiş içindeler. Seçimden sonra AB süreci devam eder, reformlar yapılırsa çok memnun olacaklar. Demokratikleşme adımları atılmazsa, Türkiye'yi PKK'den çok büyük tehlikeler bekliyor. Türkiye, PKK'nin ve diğer Kürt örgütlerinin aysbergin görünen yüzü olduğunu bilmeli. Çok ciddi, ağır bir Kürt sorunu var Türkiye'de. PKK'yi çözsen bile Kürt sorunu çözülmez. Yarın PKK'den yüz kat daha radikal, daha güçlü, daha kitlesel başka hareketler çıkar. Bu kesin. Daha büyük tehlike ne olabilir? El Kaide olabilir. Hizbullah olabilir. Kürt bölgesinde, PKK'den yüz kat daha güçlü radikal dinci bir örgüt bulunduğunu düşünün. Güneydoğu'da radikal dinci örgütlenmeler artıyor. Özellikle İran, Suriye ve Suudi Arabistan'ın teşvikiyle ciddi bir örgütlenme hamlesi söz konusu. Çok tehlikeli bu. PKK, Türkiye için çok büyük sorun değil. Kürt sorununun çözümünde adım atılırsa, Meclis Kürtlere açılırsa, Kürt sorunu orada konuşulursa tansiyon düşer. Ama bu olmazsa, daha büyük felaketler yaşanabilir Türkiye'de. Siz, hayatınızı demokrasiye ve Kürtçenin gelişmesine vakfettiniz. Tüm zorluklara rağmen romanlarınızı, kitaplarınızı Kürtçe yazdınız. Kürt bir sanatçı olmak bu ülkede sanırım Türk bir sanatçı olmaktan daha zor. Devletin sillesini yediniz ama PKK tarafından da tehdit edildiniz. Irkları ne olursa olsun bu topraklarda yöneticiler demokrasiden hoşlanmıyor mu? Dünyanın demokratikleşmeyen, uygarlaşmayan en tehlikeli, en karanlık bölgesi Ortadoğu. Bu bölgede hem devletler ve rejimler, hem de bu devletlerle mücadele eden örgütler aynı kültürden ve terbiyeden etkilenmişler. En kötüsü de, mazlumun zalimin metotlarıyla iş yapması oluyor tabii. Hamas, Hizbullah, El Kaide güya mazlumun haklarını savunuyorlar fakat zalimden bin kat daha zalimler. Demokrasi ve uygarlık düşmanlığı içindeler. Türkiye'nin AB süreci, hem Kürtler hem bütün bölge için zaten bu yüzden önemli. Türkiye, bir İslam ülkesinin aynı zamanda demokratik, laik ve uygar olabileceğine iyi bir örnek olabilir. Çünkü Kürtler de çok demokratik değiller. Onlar da totaliter rejimlerden, ideolojilerden etkilenmiş durumdalar. Kürtlerde, Sovyetik düşüncenin kalıntıları hâlâ fazlasıyla var. Bir yazar için bir Türkle bir Kürt arasında bir fark var mı? Hiçbir fark yok. İyi bir yazar, insani duyguların evrensel olduğunu bilir ve bunları anlatır. Ama bir Kürt yazarla Türk yazar arasında fark var tabii. Bir Kürt'ün çıkış noktası çok dezavantajlı. Bütün kaynaklarınız yok edilmiş. Bir kütüphaneden, bir sözlükten, bir ansiklopediden bile yoksunsunuz. Ayrıca diliniz, hem eğitim dili hem de kamu dili ve entelektüel dil olarak yasak. Bu yüzden, benim ilk başta Kürtçeyi iyi bir anlatı dili haline getirmem gerekiyordu. Ben onun çabası içinde oldum. Çünkü siz de Ahmet Altan gibi, Yaşar Kemal gibi iyi bir anlatı yapmak zorundasınız. İyi bir anlatı kurmadan ne Kürtler, ne Türkler, ne de dünya sizi okur. Yıllarım Avrupa kütüphanelerinde, arşivlerde geçti. Ortadoğu'yu çok dolaştım. Seyyahları çok okudum. Bilgilere ulaşabilmek için bütün o dilleri öğrenmek zorunda kaldım. Eğer hayat sizin yazdığınız bir roman olsaydı Türkler ve Kürtler için nasıl bir gelecek yazardınız? Türkler ve Kürtler için bizim şimdi unuttuğumuz kimi vasıflara uygun bir gelecek yazardım. Biz tahammülü unuttuk. Sabrı, vicdanı, merhameti unuttuk. Adalet ve utanma duygusunu yitirdik. Türkiye'de utanma duygusu yok. Utanma duygusunu yitirdiğinizde, her şeyi söylersiniz, yaparsınız ve utanmazsınız. Ben bütün bu kaybettiğimiz duyguların yaşandığı ve bunların bir erdem olarak kabul edildiği, olmadığı zaman da utanıldığı bir gelecek yazardım Kürtler ve Türkler için.
  20. Ulusalcılık bugün Amerika'da neokonların en çok destekledikleri siyasi akım. Richard Perle gibi 'karanlıklar prensi' lakabıyla tanınmış ve ABD emperyalizmi adına ortada ne kalmışa onu temsil eden bir neokon bugün Türkiye'de askeri vesayet rejimin en ateşli savunucusu WASHINGTON - Adalet ve Kalkınma Partisi'ni Amerikan emperyalizmin maşası olarak gören ulusalcı akım ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) yakın çevreler acaba neden bu emperyazlimin en saldırgan ve seviyesiz yüzünü temsil eden ikinci sınıf neokonlara sempati duyuyorlar? Neden mesela Michael Rubin gibi üçüncü sınıf bir neokon askerlerimizin ve üniformasız paşalarımızın gözbebeği? İran'ı bile işgal etmek isteyen, Irak konusunda hâlâ ateşli propaganda yapan, gerçeklerden son derece kopuk ve Washington'da kimsenin ciddiye almadığı bu zat neden TSK'nın düzenlediği SAREM seminerlerinde alkışlanan bir konuşmacı? Neden bazı çevreler bu tür insanları ciddiye alıyorlar? Hudson Enstitüsü gibi gene ikinci sınıf neokon bir araştırma enstitüsü neden generallerimizm rağbet ettiği bir yer? Neden SAREM ve Genelkurmay İkinci Başkanı son Washington ziyaretlerinde böyle bir araştırma enstitüsünü diğerlerine tercih ediyorlar? Amerikan emperyalizmine onurlu ulusal duruş böyle mi oluyor acaba? Ulusalcılık ve TSK neden kendine neokonların vülgar, çapsız ve saldırgan mekânlarında yandaş buluyor? Ülkenin tezatları Bunlar işte Türkiye'nin tezatları. Ulusalcılık bugün Amerika'da neokonların en çok destekledikleri siyasi akım. Adalet ve Kalkınma Partisi ise neokonların en çok çekindikleri parti. Michael Rubin'i geçelim. Richard Perle gibi 'karanlıklar prensi' lakabıyla tanınmış ve ABD emperyalizmi adına ortada ne kalmışa onu temsil eden bir neokon bugün Türkiye'de askeri vesayet rejimin en ateşli savunucusu. Neden acada bu zat ve zatlar TSK'ya methiyeler düzerken Adalet ve Kalkınma Partisi'ne ateş püskürüyorlar? Bütün bu sorulara verilecek basit bir yanıt var. Neokonlar Adalet ve Kalkınma Partisi'nden hoşlanmıyorlar çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Ortadoğu politikalarını istedikleri gibi kontrol ve manipüle edemiyorlar. Irak ve tezkere krizi onlar için ilk şok oldu. Hamas ziyareti ise ikinci şok. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin İsrail konusunda izlediği dengeli politika hiç mi hiç hoşlarına gitmiyor. Hele Ahmet Davutoğlu onlar için korkulu rüya gibi. Bu neokonların en aşırıları biliyorlar ki yarın bir gün İran'a saldırmak isterlerse Adalet ve Kalkınma Partisi'ne güvenemeyecekler. O nedenle meşruiyetini demokraside değil, askerin vesayetinde arayan siyasi partilere daha yakınlar. Demokratik Türkiye değil oligarşik bir Ankara istiyorlar. Neokon şahinlerin Adalet ve Kalkınma Partisi'nden hoşlanmıyor olmalarının ikinci bir nedeni Erdoğan hükümetinin Türkiye'yi son beş yılda Avrupa Birliği yörüngesine demirlemiş olması. Zira neokonların Adalet ve Kalkınma Partisi'nden daha çok nefret ettikleri bir şey varsa o da Avrupa Birliği. Richard Perle'ün başını çektiği neokonların en şahin kanadı, eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in 'eski Avrupa' diye tanımladığı Avrupa Birliği'ne hâlâ ateş püskürüyor. Onlara göre Avrupa Birliği haşarı bir çocuk. ABD'yi pek dinlemiyor. Bu neokonları en çok rahatsız eden nokta Irak, İran, Arap-İsrail davası gibi konularda Avrupa Birliği ve Adalet ve Kalkınma Partisi'nin bakış açılarının uyuşuyor olması. Durum böyle olunca Richard Perle gibileri Türkiye'nin ABD etki alanından çıkmasından korkuyorlar ve Türkiye'nin AB'den uzaklaşmasını istiyorlar. Peki kendilerine Türkiye'de Avrupa Birliği düşmanı müttefik arayınca kimi buluyorlar? Tabii ki tıpkı onlar gibi Avrupa Birliği'nden nefret eden ulusalcıları. Ulusalcılar böylece hem Avrupa Birliği karşıtlığı, hem de askerin siyaset üzerindeki rolü konusunda anlaştıkları neokonları doğal müteffikleri gibi görüyorlar. Şurası kesin: Richard Perle gibi neokonlar Türkiye'de askerin siviller üzerindeki üstünlüğünü savundukça bu ulusalcı-neokon ittifakı sağlam kalacak. Üstelik şimdi bu ittifak Kuzey Irak konusunda da anlaşmaya başladı. Mesela geçenlerde katıldığım bir toplantıda hayret dolu bakışlar arasında Richard Perle Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesini savundu. Hatta bu haklı girişime karşı çıktığı için Avrupa Birliği'ne çattı. Perle bütün konuşması boyunca Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Avrupa'yı kendi gizli amaçlari için kullandığını ima etti ve bunun çok tehlikeli olduğundan bahsetti. Biraz düşündükten sonra Perle'ün neden Türkiye'yi kuzey Irak tuzağına düşürmek istediğini anladım. Perle için Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesini savunmak bir taşla iki kuş anlamına geliyordu. Kuzey Irak'a giren bir hem Türkiye'de Avrupa Birliği macerası sona erecek hem de askerin iç ve dış politikadaki tayin edici rolü artacaktı. İki tutum Perle ve Michael Rubin gibi daha da kalitesiz analistlerin neden ulusalcıların ve TSK nezdindeki şahin grupların gözünde bu kadar popüler olduklarını şimdi anlıyor musunuz? Amerika'da öyle bir neokon çevre var ki, bir yandan İran'a askeri saldırı planları yaparken öte yandan Türkiye'yi Kuzey Irak'a girmeye de teşvik ediyor. Onlara göre iktidar partisi maşa değil 'tehlikeli' bir unsur. Türkiye'de demokrasi ve askeri vesayetin bitmesini istemiyorlar. İdeolojik müttefikleri de kendilerine 'ulusalcı' ve 'Atatürkçü' diyenler. Ülkede askeri vesayet isteyenleri ABD'de kimlerin desteklediğini doğru okumak ve deşifre etmek gerekiyor. Tabii eğer hâlâ Adalet ve Kalkınma Partisi, Washington'ın uşağı olduğu safsatasına inanmak istiyorsanız o başka... Dr. Ömer Taşpınar: Brookings Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü (Radikal Gazetesi)
  21. BBC Programcısı Jessica Williams, dünyanın röntgenini çekmiş. Tespitlerini ise "Dünyada Değişmesi Gereken 50 Gerçek" adını verdiği bir kitapta toplamış. Seyfi Öngider'in editörlüğündeki Aykırı Yayınevi'nden piyasaya yeni sürülen bu kitap, oldukça ilginç. "50 gerçek" olarak adlandırılan aykırılıklar, yanlışlıklar veya sorumsuzluklar, ilk bakışta birbiriyle ilintili gözükmeyebilir. Ama her biri, dünyanın çivisinin üzerine bir balyoz gibi iniyor. "Yokoluş"a doğru hızla sürükleniyoruz. Kendi ikbalimiz için fır dönerken, bir de dünyanın nasıl döndüğüne bakalım... İşte, dünyayı tersine çeviren 50 gerçek: 1- Bir Japon kadını ortalama 84 yıl, bir Botswanalı kadın sadece 39 yıl yaşıyor. 2- Dünyadaki obez nüfusun üçte biri, gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor. 3- ABD ve İngiltere, gelişmiş ülkeler arasında en yüksek erken hamilelik oranına sahip. 4- Çin'de 44 milyon kadın kayıp. 5- Brezilya'daki Avon kadınlarının sayısı, asker sayısından fazla. 6- 2002'de idamların yüzde 81'i ABD, Çin ve İran'da gerçekleşti. 7- İngiliz süpermarketleri, müşterileri hakkında hükümetten daha fazla bilgiye sahip. 8- AB'deki her inek için verilen günlük 2.50 dolarlık sübvansiyon, Afrika'nın yüzde 75'inin günlük geçiminden daha fazla. 9- 70'in üzerindeki ülkede aynı cinsten iki kişinin ilişkisi yasak, 9'unda ise cezası ölüm. 10- Dünya nüfusunun beşte biri, günlük 1 dolarında altında gelirle yaşıyor. 11- Rusya'da yılda 12 binin üzerinde kadın aile içi şiddet sonucunda hayatını kaybediyor. 12- 1 yılda 13.2 milyon Amerikalı, estetik ameliyat yaptırdı. 13- Kara mayınları nedeniyle saatte bir insan ölüyor ve sakat kalıyor. 14- Hindistan'da 44 milyon çocuk işçi var. 15- Sanayileşmiş ülkelerde insanlar, günde 6-7 kg katkı maddesi yiyor. 16- Dünyanın en çok kazanan sporcusu golfçu Tiger Woods, yılda 78 milyon dolar, yani saniyede 148 dolar kazanıyor. 17- Amerikalı 7 milyon kadın, 1 milyon erkek yeme bozukluğu çekiyor. 18- 15 yaşındaki İngilizlerin yarısı uyuşturucu kullanmış, dörtte biri sigara içiyor. 19- Washington'daki lobi endüstrisinde 67 bin kişi, her seçilmiş kongre üyesi için 125 kişi çalışıyor. 20- Motorlu araçlar dakikada 2 insanı öldürüyor. 21- 1977'den bu yana ABD'deki kürtaj kliniklerinde 80 bin şiddet ve taciz vakası yaşandı. 22- Mc Donalds'ın altın kemerini tanıyanların sayısı, Hıristiyan tacını tanıyanlardan fazla. 23- Kenya'da bir ailenin gelirinin üçte biri rüşvete gidiyor. 24- Dünyadaki yasadışı uyuşturucu pazarı 400 milyar dolar. 25- Amerikalıların üçte biri, uzaylıların geldiğine inanıyor. 26- 150'den fazla ülkede işkence var. 27- Her gün dünya nüfusunun yedide biri, yani 800 milyon insan aç kalıyor. 28- Amerikalı siyah erkeklerin hapse girme ihtimali, yüzde 33. 29- Dünyanın üçte biri savaş halinde. 30- Petrol rezervleri 2040'da tükenebilir. 31- Sigara içenlerin yüzde 82'si gelişmekte olan ülkelerde yaşıyor. 32- Dünya nüfusunun yüzde 70'i, bugüne dek hiç çevir sesi duymadı. 33- Silahlı çatışmaların dörtte biri, doğal kaynakları ele geçirmek için yaşanıyor. 34- Afrika'da 30 milyon kişi AIDS. 35- Her yıl 10 dil ölüyor. 36- İntiharla ölenlerin sayısı, çatışmalarda ölenlerden fazla. 37- ABD'de her hafta ortalama 88 öğrenci sınıfa silah getiriyor. 38- Dünyada en az 300 bin düşünce suçlusu var. 39- Her yıl 2 milyon genç kız ve kadın sünnet ediliyor. 40- Silahlı çatışmalarda 300 bin çocuk asker savaşıyor. 41- İngiltere'de 2001 seçimlerinde 26 milyon kişi, Pop Idol'un ilk sezonunda 32 milyon kişi oy kullandı. 42- ABD, ############ yılda 10 milyar dolar harcıyor. 43- ABD, "haydut devlet" diye ilan ettiği 7 ülkeden 33 kat daha fazla askeri harcama yapıyor. 44- Dünyada 27 milyon köle var. 45- Amerikalılar çöpe saatte 2.5 milyon plastik şişe atıyor, yani her üç haftada bir Ay'a ulaşmaya yetecek uzunlukta şişe birikiyor. 46- Sıradan bir İngiliz, günde yaklaşık 300 defa kameraya yakalanıyor. 47- Her yıl 120 bin kadın veya genç kız, Batı Avrupa'ya satılıyor. 48- Yeni Zelanda'dan İngiltere'ye uçakla getirilen bir tane kivi, atmosfere kendi ağırlığının 5 katı sera gazı salıyor. 49- ABD'nin, BM'ye 1 milyar dolardan fazla borcu var. 50- Yoksul aile çocuklarının psikolojik sorun yaşama ihtimali, zengin aile çocuklarına göre 3 kat daha fazla.
  22. Senyour

    Aşk Üstüne

    Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır. Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan “Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.. iki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz. Sen, “Ama senin için şunu yaptım” derken o, “şunu yapmadın” diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen aşkı yaşanması gerektiği gibi yaşadın. Özledin, içtin, ağladın, güldün, şarkılar söyledin, düşündün, şiirler yazdın. “Peki, o ne yaptı” deme. Herkes kendinden sorumludur aşkta. Sen aşkını doya doya yaşarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yaşıyorsa ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için? Hayatı ıskalama lüksün yok senin. Onun varsa, bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın. Her zamanki gibi yaşayacaksın sen. “Acılara tutunarak” yaşamayı öğreneli çok oldu. Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil. Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki…. Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana. Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de çabası…. Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun aslolan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yasadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini… Hayatı ıskalamaya lüksün yok senin…..
  23. aslında benim nick diil ismim Bolluk Bereket demek Zedan bide fazlalık anlamı varmıs
  24. yazık ya walla cok güzel bi duygu amca olmak bende yeni amca oldum cok farklı bisi fallla Bende Tiyatrocu olmak isterdim gel gör ki İşletme okuyoruz
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.