Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Senyour

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Senyour tarafından postalanan herşey

  1. Klasik tepki:"Sıraya geç kardeşim" Neoklasik tepki:"Şeker kardeşim sıraya geçiver" Realist tepki:"Sıra var" Surrealist tepki:"Sallandıracaksın bunların ikisini kızılay'da bak bir daha yapabiliyorlar mı?" Romantik tepki:"Beyfendi galiba sırayı görmediniz" Naturelasit tepki:"Sırana geç" Modern tepki:" Efendim insanımız eğitimsiz.Halbuki Avrupa da" Post-modern:"Sırana geç lan ayı !" Uzlaşımcı:"Acelesi olmasa öne geçmezdi;üzmeyin garibi" Devrimci:"Alt yapı sorunları çözülmeden halkımız sıraya geçmez.Devrim olacak herkes hizaya gelecek" Kaderci:"İki dakka fazla beklesek kıyametmi kopar?Kısmetse hepimizin işi görülür" Felsefeci(septik-kuşkucu) :"Ön ve arka kavramları görecelidir.O tarafın ön taraf olduğuna kim karar verdi?Öne geçtiğini zanneden, aslında arkaya geçmiş olabilir" Kant'çı:"Efendim algılanmayan şeyler yok demektir.Bakmayın o tarafa, adam yok olur" Kötümser Varoluşçu:"Herkes bir gün ölecek.Onurlu bir şekilde bekleyin.Bir gün o adamda ölecek" İyimser Varoluşçu:"Sıkmayın canınızı,şu anın tadını çıkarmaya çalışın.Bakın ne güzel hayattasınız ve birileri önünüze geçebiliyor" Humanist:"İnsanlık bir bütündür.Birimiz hepimiz hepimiz birimiz için.Dolayısıyla birimiz öne geçince,aslında hepimiz öne geçmiş oluyoruz"
  2. Senyour şurada cevap verdi: femalexx başlık Forum Oyunları
    Manevi şiddete son...
  3. zikutekato = zedan abi hangisi zor ya bismillah yani
  4. düşmek zorundayız İki kırık kalple geçmez ömür Neden aşkın çıkmaz yolundayız Seven kalbi neden görmez gönül Hayaller kurduklarım bilmeden yorduklarım Üzülüp kırdıklarım madem küskün bana Söyleyin affetsinler bir şans daha versinler Karşılıksız sevsinler yeter bana... Topladın eşyaları iyi düşündün mü Canıma kastın neden acımı gördün mü Aşkta ibadet var kalpte ihanet var Söyle ne korkun var hayret üzüldün mü
  5. ince saz- cok asıgın var diyorlar...
  6. Artik hayatimdan çiksan diyorum Bu ikili delilik sona erse Ikimiz için de en hayirlisini diliyorum Hiç olmamis gibi davranabilmeyi Bu yok ediciligi anlayabilmeyi Bir bilsen ne kadar yürekten istiyorum Lütfen Görmeyeyim seni Bir yerlerde karsima çikma Konusmayalim, bakismayalim Ne olursun Daha fazla tükenmeye takatim yok Sanki aski ögütmeye programli gibiyiz Aslinda bakarsan insan olarak iyiyiz Ama daha fazlasini isteme benden yalvaririm Ben bittim artik kalmadim
  7. Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış. “Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir” diye başlıyor. “Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz?” diye soruyor. Sonra anlatmaya başlıyor. “Sevgi üç türlüdür!” Birincinin adi “Eğer” türü sevgi! Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adi takmış yazar. Örnekler veriyor: Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim. Eğer es olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim. Toyotome “En çok rastlanan sevgi türü budur” diyor. Bir şarta bağlı sevgi..Karşılık bekleyen sevgi.. “Sevenin, istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak vaat edilen bir sevgi türüdür bu” diyor yazar.. “Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır.”Yazara göre evliliklerin pek çoğu “Eğer” türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar. Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi giderek nefrete dönüşüyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile “Eğer” türüne rastlanıyor. Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için, çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama basarîli olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle “Sınavları kazanamadın. Bir de utanmadan Hakone’ye gittin” diye bağırıyor. Delikanlı “Ama baba, vaktiyle sen de bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın” diyor. Baba daha çok kızarak, delikanlıyı tokatlıyor. Çocuk da intihar ediyor.”Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler, yanılıyorlardı” diyor yazar. “Delikanlı babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı! “İnsanlar “Eğer” türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında.”Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek, bu genç adamın yaptığı gibi, yasamı sürdürmekle, ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir” diyor, Masumi Toyotome. İlginç değil mi?.. ÇÜNKÜ türü sevgi Sonra da devam ediyor yazar, çünkü türü sevgi. Toyotome bu tür sevgiyi söyle tarif ediyor:”Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır.” Örnek mi?..”Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin. (Yakışıklısın!)” “Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki..” “Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki..” “Seni seviyorum. Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki.”Yazar, Çünkü türü sevginin, Eğer türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz, hoş bir şeydir, egomuzu okşar. Bu tür, olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama derin düşünürseniz, bu türün, “Eğer” türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artik ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yasama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer. Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfın en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler. Üstü açık BMW’si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler.”O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?” diye soruyor, Toyotome. “Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz” diyor. Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var. Birincisi. “Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?” korkusu. Tüm insanların iki yani vardır. Biri dışa gösterdikleri. Öteki yalnızca kendilerinin bildiği.. “İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terk ederlerse” korkusu buradan doğar. İkincisi de. “Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa.” endişesidir. Japonya’da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı. Aynı kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artik çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş. Japon yazar “Toplumlardaki sevgilerin çoğu ‘Çünkü’ türündendir ve bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insani hep kuşkuya düşürür” diyor. Peki, o zaman, gerçek sevgi, güvenilecek sevgi ne? “Ve iste sevgilerin en gerçeği yolda! Üçüncü tür sevgi Üçüncü tür sevgi benim ‘Rağmen’ diye adlandırdığım türdür” diyor yazar. Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında birsek beklenmediği için eğer” türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için “Çünkü” türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan “Bir şey olduğu için” değil, Bir şey olmasına rağmen” sevilir. Güzelliğe bakar mısınız? Rağmen sevgi. Esmeralda, Qusimodo’yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına “rağmen” sever. Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda’ya Çingene olmasına “rağmen” tapar! “kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insani olabilir. Bunlara ‘rağmen’ sevilebilir. Tabii bu sevgiyle karsılaşması şartı ile.”Burada insanin, iyi, çekici ya da zengin konum edinerek sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine “rağmen” olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor. Japon yazar “Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur” diyor. “Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, basarî ya da ünden daha önemlidir.” Bunun böyle olduğundan nasıl emin? Hakli olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor. “Su soruma cevap verin” diyor. “Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, basarî ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz? Kendi kendinize ‘Yasamamın ne yararı var’ diye sormaz mıydınız?” Devam ediyor Toyotome. “Su anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün. Dünya birden bire basınızın üstüne çökmez miydi? O an yasam size anlamsız gelmez miydi?” “Diyelim sıradan bir yaşamınız var. Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yasardınız?” diye soruyor ve yanıtlıyor: “Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da iyice dağıtıp yasayan ölü haline geliyorlar.” Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor “Rağmen” sevgiyi. “Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni ‘Rağmen’ türü sevgiyi şu anda yasamanız ya da Birgen bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır.”Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome. “Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var. Kimsede başkasına verecek fazlası yok” diye açıklıyor. Anlatıyor. “Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da ayni şeyi başkasından beklemektedir.” Peki, bu dünyada sevgi ne kadar var? Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi. Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve tevsik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz. Hani nerede? Hepsi o. Ve asıl çarpıcı cümle en sonda. “Dünyadaki en büyük kıtlık, ‘rağmen’ türü sevginin yeterince olmayışıdır!”
  8. Senyour şurada cevap verdi: Senyour başlık Havadan Sudan Konular
    peki konu neydi diloş... tskler imzam hakkındaki dusuncen
  9. Senyour şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    mutlu gunler
  10. Senyour şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    düşler ve periler
  11. Senyour şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    kabus
  12. Senyour şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    keder....
  13. Senyour şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    umut
  14. Senyour şurada cevap verdi: arman başlık Forum Oyunları
    anne diince özlem
  15. sezen aksu-yine yeni yeniden sev
  16. Senyour şurada cevap verdi: Senyour başlık Havadan Sudan Konular
    yasadıgım seyler ki herkesinde...
  17. Senyour şurada bir başlık gönderdi: Havadan Sudan Konular
    “İnsanların birbirini tanıması için en iyi zaman, ayrılmalarına en yakın zamandır”, der Dostoyevski… Veda acısı, kabuğunu soyar insanın; yıldızını kazıyıp çırılçıplak ortaya serer. Birlikteliğin örttüğü tüm kusurları ayrılık sergiler. Bir ayrılık arifesinde helalleşilir ve o an hakiki tabiatlarıyla yüzleşilir. “Ölene kadar” diye söz verilmiştir, ama “ölüm yolunda” başka tercihler belirmiştir. Kararsız prensesin vicdani azap çekerken 7 cücelerin somurtkanı “aklini başına” al diye fısıldar kulağına; haytası ise “kalbinin sesini” dinle diye çekiştirir eteğinden. Hep hayran bakan gözlere, hatalar takılmaya başlar. “Ama”yla biter alelade iltifat cümleleri: “Sen iyi bir insansın, ama arkadaşların kötü”, “Seni seviyorum, ama bu ilişkide mutlu değilim”, “Ben başka türlü bir beraberlik düşlemiştim” vs.vs. Sonra gelsin uykusuz geceler… Bir türlü karar verememeler… Ruhen gidip gelmeler… “Hele biraz daha zaman geçsin” diye nikah ertelemeler… Birlikteymiş gibi yaparken, sevecek başka yüzler, yüzecek başka denizler kollamalar. “Aslında bütün bunlar bizim iyiliğimiz için’e kendini kandırmalar. Sonrası hep aynı: Bekleyenin “Hani sonbaharda buluşacaktık. Hazan geldi geçti, sen gelmez oldun” sızlanmaları… Bekleyenin “Geliyorum az kaldı” oyalamaları… Bittiğini bile işi uzatmalar; söyleyemedikçe hepten batağa saplanmalar… Terke makul bir gerekçe ararken hepten çarşafa dolanmalar… Veda konuşmasında süslü iltifat cümlelerinin arasına, o cümleleri hiçleştiren mayınlar serpiştirmeler… Üzgün görünmeler… Bağış dilenmeler…”…ama kaçınılmazdı” demeler… “Sözünden caydın” yakınmalarını “Sen de eski sen değilsin. Değişmişsin” diye göğüslemeler… …asil kendinin değiştiğini bilmezden gelmeler… Ve son sahne: Terk edenin o mahcup “Gönlüm başkasında” itirafına karşılık terk edilenin kirik calimi: “uğurlar olsun! Ben yoluma devam ediyorum”. İhanetler hep böyledir: ilki, bir yenisine gebedir; ikincisi daha az acı verir. Ondan sonra dur durak yoktur: Güvenilmez aşık, sevdikçe kıran, gezdikçe ardında bir kırık kalpler mezarlığı bırakan bir dervişe döner. Artik acılara hapsolmuştur: Buluşmak istedikçe ayrılacak, birleşmeye çalıştıkça parçalanacak, sonunda terk ettiklerinin “ah’ı tutup terk edildiğinde mukadder yalnızlığına kapanacaktır. (Gidene.....)
  18. Yuregimdeki firtina dinmedi hala Titrerdim, isterdim seni hep kollarimda Yine bana gel Yana yana yine beni sev Hadi beni yine sev Beni deli deli sev Beni yine yine, yeni yeni, yine yeni yeniden sev Ben yandikca bagrimda sonmez ates Gece yildiz tenimde, gunduz gunes.........
  19. Senyour şurada bir başlık gönderdi: Bilim İnsanları Biyografileri
    Ünlü Türk filozofu ve bilginidir (870-950). Türkistan'da Farab bölgesinde doğan Farabi'nin asıl adı Ebu Nasr Muhammet'tir. Doğum yerinden dolayı Farabi adıyla anılır. İlköğrenimini doğduğu yerde yapan Farabi yükseköğrenim görmek için Bağdat'a gitti. Zamanının ünlü bilginlerinden, bu arada bazı Hıristiyan filozoflarından mantık ve dilbilgisi dersleri aldı. Elbette bunlardan önce ve bunlarla birlikte Arapça'yı da çok iyi öğrendi. Eski Yunan filozoflarını, bu arada Aristoteles'i inceledi. Zamanında yaygın bir ünü olmayan Farabi, ölümünden sonra batıda Ortaçağ Hıristiyan filozoflarının ilgisini çekti. Farabi daha çok metafizik üzerinde çalıştı, felsefeyle İslâm dini arasındaki ayrılıkları, uyuşmazlıkları, çelişmeleri mantık ilkelerine dayanarak gidermek amacı güttü. Dini değişmez bir öz olarak aldı ve Aristoteles mantığının verilerini göz önünde tutarak, İslâm dinine felsefi bir nitelik kazandırmağa çalıştı. Bu yüzden doğuda İslâm felsefesinin kurucusu sayılır. Ona göre, dinle felsefe birbirinden ayrılamaz, felsefe dinin yardımcısıdır; din konuları dışında ve dine karşı bir felsefe olamaz. Bağdat'ta karışıklıklar çıkması üzerine Şam'a giden Farabi, orada 80 yaşında öldü. Yüzden fazla eser yazan bilgin, kendinden sonra gelen İbni Sina ve İbni Rüşt gibi ünlü bilginleri büyük ölçüde etkilemiştir. Farabi'nin Aristotelesçi Ortaçağ filozofları üzerindeki etkisi, İbni Rüşt'e duyulan ilgiden ileri gelmiştir. Batı kaynaklarında Latince bir adla (Alpharabius) anılan Farabi, kendinden önce ve sonra gelen İslâm filozofları arasında batının en çok başvurduğu kaynaklardan biridir. Son zamanlarda, hemen bütün batı dillerinde, büyük Türk-İslâm filozofu üstüne araştırmalar, incelemeler yayımlandı. Başlıca eserleri: El-Medinetül Fazıla. (Erdemli Toplum), El-Maani el-Akl (Aklın Anlamları), El-İhsa-ül-Ulûm (Bilimlerin Sayımı), Füsus-ül-Hikem (Hikmetlerin Özleri). *********************************************************************** Gazali (1059-1111) Farabi ve İbni Sina'nın karşısına, İslâm felsefesinin üçüncü önemli kişiliği olan Gazali bir eleştirmen olarak çıkar. Gazali "şüphecilik" ile "iman"ı birleştirme girişiminde bulunan özel bir düşünür tipidir. Gazali, Eflâtuncu Farabi ile Aristocu İbni Sina'yı birer rasyonalist sayar. Ona göre bu iki filozof da dogmayı rasyonelleştirmek, yani açık-seçik sözleri aklın anlayabileceği bir şekle sokmak, akıl ile aydınlatmak istemiştir. Böylelikle, Gazali'ye göre, gerek Farabi gerekse İbni Sina aklı imanın üstüne koymuş oldular. Oysa Gazali dini, bilimsel bilginin "karşıtı" olan bir şey diye yorumlar. Ona göre dinin dogmaları bilimsel açıklamalarla, bilimsel bilgilerle aydınlatılamaz. Dinin dogmaları yerine bilimin bilgileri konulamaz. Gazali, Farabi'nin ve İbni Sina'nın karşıtı olarak, dogmayı bilgiden üstün sayıyor ve böylece, İlkçağ şüpheciliğini sürdürmüş oluyor. Gazali şüpheciliğin bütün kanıtlarını yalnızca "bilimsel bilgiye karşı" kullanmaya kalkar ve bunun için de bilimsel bilginin son derece önemsiz ve çürük bir temel üzerinde oturmakta olduğunu kanıtlamaya çalışır. Ona göre bilimsel bilgi, kanıtlanması olanaksız bulunan birtakım varsayımlara dayanır. Şayet dogmalara körükörüne inanılmasını istiyor diye din eleştiriyorsa, aynı eleştiri bilim içinde yapılabilir. Bu görüşünü doğrulamak için de Gazali teorik matematiğin içinde yüzdüğü çözümlenememiş güçlüklere dikkat çeker. Söz gelişi uzay ve zamanın sınırsız bölünebileceği düşüncesi, bu tür güçlükleri içinde taşır. Ayrıca Gazali, bilimlerin temellerinden biri olan "doğada her olayın bir nedeni olduğu" varsayımının da güçlüklerle dolu olduğunu gösterir. Sebep ve sonuç kavramları arasındaki ilişkinin hiç de açık olmadığını, birçok kez sebep ile sonuç arasındaki ilişkiyi anlayamadığımızı söyler. Sonuç olarak bilim, kanıtlanması olanaksız bulunan temellere dayanır. Bunun için güvenilir değildir ve çürüktür. Böylece Gazali bilime saldırmakla dini korumuş, yani bilime karşı şüpheci bir tutum almakla, mistisizme içtenlikle inanmış dindar insan tipini savunmuş ve aynı zamanda dinin dogmalarını akıl ile aydınlatmaya, desteklemeye çalışan skolastiğe karşı da cephe almış oluyor. Farabi, İbni Sina ve Gazali Doğu İslâm kültürünün üç büyük temsilcisidir. Önce Doğuda gelişen bu kültür, sonraları Batıya da geçmiş ve İspanya ile Fas'ta büyük bir etki alanı kazanmıştır. Nitekim Ortaçağın ilk yarısında tüm İspanyol kültürü tam anlamı ile İslâm kültürünün etkisi altındadır.
  20. Senyour şurada bir başlık gönderdi: Bilim İnsanları Biyografileri
    Batı’da en çok tanınan İslam filozoflarından biri olan İbn-i Rüşd; felsefe, tıp, matematik gibi alanlarda çalışmış ve uzun süre doktorluk yapmıştır. Aristoteles’ten etkilenen İbn-i Rüşd, onun sistemini de bazı noktalarda eleştirmiştir. İbn-i Rüşd'e göre evrenin başlangıcı olan Tanrı, tüm varlıkları belli bir düzene göre yaratan sınırsız bir irade ve zorunlu bir varlıktır. Ona göre Tanrı, dünyayı kendisinden türeyen "ilk akıl’la yönetir. Bu ‘ilk akıl’dan da diğer akıllar türemiştir. Tanrı, yukardan aşağıya doğru bir hiyerarşi içinde tasarlar evreni. Tüm akılların ‘ilk akıl’dan türemesi, bütün insan akıllarının öz bakımından aynı olduğunu belirtir ve genel bir insan aklından bahseder. Sonsuz ve ölümsüz kabul ettiği ‘ebedi akıl’la da insanlığın ölümsüzlüğü sonucuna ulaşır. Bilginin insan aklıyla kavranması gibi bir sonuca ulaşması, o zamana kadar kabul edilen ruhun ölümsüzlüğü görüşüne büyük bir darbeydi. İbn-i Rüşd’ün diğer bir özelliği de, evrenin hiçlikten ibaret olduğu değil, ezeli olduğu düşüncesidir ki bu düşüncesi daha sonra Hıristiyanlık'ı temel alan düşünürlerce kıyasıya eleştirilmiştir. İnsanın, özü gereği bağımsız olduğunu düşünen İbn-i Rüşd, insan dışındaki olayları dikkate aldığında bağımlı varsayar. Bundan da insanı, kendi eylemlerinden, yaşamından dolayı sorumlu tutar ama kendisi dışındaki olaylar karşısında da sorumlu olmadığını söyler. Genel olarak felsefenin konusunun varlıkları incelemek olduğunu belirten İbn-i Rüşd, tüm dini görüşlerine rağmen maddi olana işaret etmesi, o dönemde yaşayan düşünürler açısından değerlendirildiğinde önemlidir. Tanrı’ya ulaşmanın yolunu da, beş duyu ile algılanacak somutluğu incelemekle mümkün olduğunu belirtir. İbn-i Rüşd, etkisi daha çok İslam Dünyası'nda değil, Batı Dünyası'nda olmuştur. Rüşd’ün ruhun ölümsüzlüğü, evrenin ezeliliği gibi düşünceleri, Ortaçağ Hıristiyan düşüncesini etkilemiş, hatta İbn-i Rüşdücülük diye sonradan bir akım olmuştur.
  21. Senyour şurada bir başlık gönderdi: Bilim İnsanları Biyografileri
    (1333 -1406) İslâm-Yahudi felsefesinin yine Batı bölümünden olan bir başka düşünür İbni Haldun'dur. İbni Haldun'un kişiliğinde, ilk kez gerçek bir "tarih filozofu" ile karşılaşıyoruz. İlkçağda tarih felsefesi, hemen hemen, yok gibidir. Antik dönemin filozofları daha çok doğa ile ilgilenmişler, tarihe fazlaca ilgi duymamışlardır. Ortaçağın başlarında bu durum tümüyle değişti. Tarih felsefesinin Augustinus'un sisteminde ne kadar geniş yer aldığını hatırlayacağız. Ancak Augustinus'un tarih felsefesi, tümüyle dini temellerden çıkarılmış olan bir tarih yapısalcılığıdır. Oysa İbni Haldun'un, tarih felsefesi karşısındaki tutumu tamamen farklıdır. O tarih felsefesini "empirik" bir temel üzerine kurmaya çalışır. Birçok tarihi incelemeler yapmış olan ve özellikle İslâm devletlerinin tarihini çok iyi bilen İbni Haldun'un araştırmalarında şu durum dikkatini çekmiştir: İslâm devletleri kuruluyor, belli bir gelişme dönemi yaşıyor, sonra da yıkılıyor. İbni Haldun'a göre tüm devlet kuruluşlarının kaçınılmaz sonu budur. Acaba bunun nedeni ne olabilir? Devletlerin önce yavaş yavaş yükselip sonra da gerilemesi neden kaynaklanıyor? İbni Haldun bu sorundan önce bir başka konuyu ele alıyor: İnsanları bir devlet halinde birleştiren sebep nedir? Bu soruya verdiği yanıtta İbni Haldun, "dayanışma" kelimesiyle karşılayabileceğimiz bir kavramı, açıklamaları içine alıyor. Tarih felsefesini, ilk olarak, tarihi olaylara dayandıran İbni Haldun, İslâm felsefesinin en dikkat çekici isimlerinden biridir. İbni Haldun öncelikle şu soruyu soruyor: Bir devlet olarak yanyana yaşayan insanların bu birliktelikleri neye dayanır? Bu soruyu İbni Haldun, "dayanışma" kavramı ile yanıtlıyor. Ona göre toplum yaşamında ancak "dayanışma bilinci"nin bulunduğu yerde, yani bireylerin birbirini karşılıklı olarak destekledikleri yerde dayanışma olanağı vardır. Acaba dayanışma duygusu neye dayanır? Bu duygu çeşitli etkilere, söz gelişi ortaklaşa ırk birliğine, din birliğine, tarihi kader birliğine dayanabilir. İbni Haldun için önemli olan nokta, tüm bu temellerden "önce" insanda bir topluluk bilincinin var olması gerekir. Yani insan öteki insanlarla akraba olduğu için değil, akrabalık "bilincini" duyduğu için dayanışma duygusu taşır. Ya da insan aynı dine bağlı olduğu için değil de, böyle bir bağın bilincine sahip olduğu için kendisini ötekiler ile dayanışma içinde duyar. O halde bir bağın var olduğuna ait olan bilinç, bağlılığın kendisinden daha önemlidir. Çünkü söz gelişi aynı kandan gelindiğine dayanan bir dayanışma bilinci, bu ortak biyolojik birlik, yalnızca bir yanılgı olsa bile, yine de, gelişme olanağı bulur. Bir başka deyişle diyebiliriz ki: Devlet biyolojik bir birlik olmayıp "ruhsal" bir birliktir. Devleti ayakta tutan "bilinç"tir. Bu bilincin dışında kalan bağların gerçekten var olup olmadığı konusu, ikinci derecede önem taşır. İbni Haldun'a göre her devlet, belli bir şablona göre "gelişir". Her devlet başlangıçta, köylü sınıfına dayanan "tarım" devletidir. Nüfusun artması ile devlet şekli değişme gösterir. Devlet köyden "kent"t bir gelişme içindedir. Başlangıçta devleti sırtlayan sınıf köylülerdi. Yavaş yavaş devleti kent halkı taşıyacak duruma geldi. Ancak devletin köyden kente geçişi, köylülerden kentlilerin eline geçişi, kaderci (fatal) bir yapıya sahiptir. Çünkü bu gelişme, zorunlulukla, bireyciliğe yol açar. Bir başka deyişle: Devletin köyden kente geçmesi, devletin asıl temeli olan dayanışma duygusunun "gevşemesine", zayıflamasına neden olur. Kent yaşamı bireyleri birbiriyle yarışmaya ve mücadeleye sürükler, bireyler zengin olmaya eğilimlidirler. Böylece bu gelişim devletin şeklini zorunlu olarak değiştirir. Her devlette, devletin bir "yönetici" sının vardır. Köy devletinde yönetici sınıf köylünün "güvenine" sahiptir. Yönetici sınıf ile devleti sırtlayan sınıf arasında bir güvenin bulunması, köy devletlerinin karakteristik özelliğini oluşturur. Fakat devlet köyden kente geçtikçe, halkın devlete ve onun yöneticilerine olan güveni kaybolmaya başlar ve bu gibi devletler daha çok "dikta"ya yönelir. Ancak; bu durum ile devletin göçmesine doğru bir adım atılmış olur. Tarihî araştırmalardan İbni Haldun, bir devletin ancak "dört kuşak" yaşayabildiği sonucunu çıkarır. Devletlerin kurulmaları, bir yükselme dönemi yaşamaları ve sonunda batmaları, "genel bir yasa "dır. Bu yasa, devletin bir organizma olduğu anlamına gelmez. Aksine devletlerin gelişimi "psikolojik" bir temele dayanır. Böylece İbni Haldun, tarih felsefesini temelinde psikoloji bulunan ve gözlemlerinin ürünü olan bir sosyolojiye dayandırmış oluyor. İbni Haldun'un yaşadığı dönem (1300 - 1400 araları), aynı zamanda Batıda da tarih felsefesinin konu edilmeye başlandığı bir zamana rastlar. Nitekim İbni Haldun'dan biraz sonra, Batıda "Makyavelli" yetişmiştir. Bundan önce de değindiğimiz gibi, özünde doğayla ilgilenen Antik dönem, tarih felsefesiyle ilgili konulara oldukça yabancıdır. Ortaçağ ile bu konu değişti. Söz gelişi Augustinus'un felsefesinde doğa konularından çok tarih konuları ön plândadır. Ancak Augustinus'un tarih felsefesi din kitaplarından yararlanmış tarih bağlantılarıdır. Augustinus tarih felsefesini, daha çok, pek yakın olduğuna inandığı kıyameti anlatmak için yazmıştır. Gerçekten deneye dayanan bir tarih felsefesini ise, ancak Ortaçağın sonlarında buluruz.
  22. Senyour şurada bir başlık gönderdi: Çevre Bilimi - Ekoloji
    DÜNYAYI KURTARMAK İÇİN SADECE 5 YIL KALDI Dünya Doğal Hayatı Koruma Fonu (WWF), dünyanın iklim değişikliği felaketine uğraması için 5 yılın bulunduğunu belirterek, hükümetlere, karbon emisyonlarını azaltarak gidişatı tersine çevirmek için harekete geçmeleri için 2012'ye kadar zamanları olduğu uyarısında bulundu. Sky News'un internet sitesindeki habere göre, kuruluşun yetkililerinden James Leape, "olumlu değişikliğin tohumlarını ekebilmemiz için küçük bir zaman dilimimiz var ve bu süre önümüzdeki 5 yıl" diyerek bu süreyi heba etmemek gerektiğini belirtti. WWF'nin "2050 İçin Vizyonlar" raporunda, hükümetler bunu yapmazlarsa "gelecek kuşakların, harekete geçme yeteneksizliğinin yol açtığı güçlüklerle yaşamak zorunda kalacakları" belirtildi. WWF'nin İngiltere iklim değişiklikleri programı sorumlusu Keith Allott da iklim değişikliğinin çapının göz korkutucu olmasına karşın, acilen harekete geçilmesi halinde bu gidişatın durdurulabileceğini söyledi. "1 milyar insan göç edecek" İngiliz insani yardım kuruluşu Christian Aid, yayımladığı raporda, 2050 yılına kadar en az 1 milyar insanın küresel ısınmanın sonuçları yüzünden göç edeceği uyarısında bulundu. Küresel ısınmanın yol açacağı çatışmalar ve mevcut doğal felaketlerin bir sonucu olarak 2050 yılına kadar en az 1 milyar insanın evlerini terk etmesinin beklendiğini belirten kuruluş, 21. yüzyılda hızla artan göç dalgasına dikkat çekerek, "Çatışmalar, doğal felaketlerle barajlar ve madenler gibi büyük kalkınma projeleri yüzünden evlerini terk eden insanların sayısı şimdi bile şaşırtıcı bir artış eğilimindedir" açıklamasını yaptı. Gelecekte ise iklim değişikliklerinin bu artışı tırmandıracağı uyarısında bulunan kuruluş, "güçlü ve acil önlemler" alınması için uluslararası toplumu acil eyleme çağırdı. Küresel ısınma nedeniyle evlerini terk edenlerin sayısının artmasının 2050'ye kadar bir "göç krizine" dönüşeceği uyarısında da bulunan Christian Aid, büyük kalkınma projelerine bağlı olarak yıllık mevcut 15 milyon göçe karşı 645 milyon kişinin göç etmesinin beklendiğini, sel, kuraklık, açlık gibi küresel ısınmaya bağlı nedenlerle 250 milyon insanın, çatışmalar ve insan hakları ihlalleri yüzünden de 50 milyon kişinin göç edeceği tahmininde bulundu. Hükümetler Arası Uzmanlar Grubunun iklim değişikliğine ilişkin henüz yayımlanmamış verilerine de dayandırılan raporda, İngiliz yardım kuruluşu, 2080'e kadar 1,1 milyon ila 3,2 milyon insanın susuz, 200 milyon ila 600 milyon insanın da aç kalacağına dikkat çekti. Raporda, okyanus seviyesinin yükselmesinden de her yıl 2 ila 7 milyon insanın etkilendiği belirtti. İkinci Dünya Savaşı göçmenlerine yardım için kurulan kuruluşun raporunda, evlerini terk etmek zorunda kalacak bu insanların göçünün yeni çatışmalara yol açacağı uyarısında bulunuldu. Raporda, "Birçok başka Darfur'u olan bir dünya, en muhtemel kabus senaryolarından biri" denildi ve göçmenlerin Avrupa'daki ve başka yerlerdeki zengin ülkelere gitmeye çalışacaklarının altı çizildi. Antarktika'da ciddi oranda erime! NASA, 2005 başında Antarktika'da önemli oranda erime meydana geldiğini uydu yoluyla saptadı ve bunun küresel ısınmayla doğrudan bağlantılı olduğunu bildirdi. NASA'nın Pasadena'daki Jet Motorları Araştırma Merkezinden (Jet Propulsion Laboratory: JPL) yapılan açıklamada, Ocak 2005'te Antarktika'nın batı kesiminde sıcak artışı yüzünden çok önemli oranda erime olduğunu gösteren açık kanıtlar bulunduğu belirtildi. Uydular tarafından son 30 yılda gözlenen en önemli erime olduğu kaydedilen bu durumdan etkilenen bölgelerin toplam yüzölçümünün 400 bin kilometrekare kadar olduğu kaydedildi. Bu durumun, sıcaklığın 2005 başında bölgede normalden 5 derece daha fazla olmasına bağlandığı ve bu sıcaklığın bölgede yaklaşık bir hafta sürdüğü belirtilerek, buna rağmen bu erimenin, suyun buz katmanları arasına girip büyük buz parçalarının denize düşmesine neden olacak kadar uzun sürmediği de vurgulandı. Küresel ısınmaya hazırlıklı değiliz BM raporuna göre küresel ısınmanın zararlarına dayanabilecek ülkeler sıralamasında Türkiye 38'inci..... Küresel ısınmanın doğal etkisine, içinde bulunduğu şartlar çerçevesinde en iyi karşı koyabilecek ve bu etkiyi en fazla avantaja çevirebilecek ülkelerin başında Norveç geliyor. Türkiye ise, bu dirence sahip ülkeler arasında 38'inci sırada yer aldı. BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli'ne bağlı olarak hazırlanan ve ABD'nin etkin dergisi Newsweek'in yer verdiği bir raporda, iklim değişikliğinden etkilenecek ülkeler, bu değişikliğe uyum sağlama yeterliliklerine göre sıralandı. ABD'deki Columbia Üniversitesi uzmanlarının desteğiyle yayımlanan listeye göre, küresel ısınma dünyanın bütün ülkelerini etkileyecek. Finlandiya, İsveç ve İsviçre gibi gelişmiş ülkeler; altyapı, insan gücü, gıda stoku, insan sağlığı ve su kaynakları bakımından gelişmekte olan ülkelerden daha avantajlı durumda. Türkiye de 100 ülkelik listede 38'inci sırada yer aldı. Listenin en sonunda ise Sierra Leone ve Bangladeş gibi gelişmemiş ülkeler bulunuyor. Arıların gizemli kayboluşu Arıların gizemli bir şekilde ortadan kaybolmasının nedeninin cep telefonları olabileceği belirtildi. Arıların ortadan yok olmasının böcek ilaçları, genetik olarak değiştirilmiş ürünler veya küresel ısınmadan kaynaklandığı yolunda teoriler de ortaya konulmuştu. Son teoriye göre, cep telefonlarının yaydığı radyasyon, seyir sistemlerini etkileyerek, arıların kovanlarını bulmalarına mani oluyor. İndependent gazetesinin internet sitesindeki habere göre, Landau üniversitesinde yapılan sınırlı bir araştırma, yakınlarda cep telefonları varsa arıların kovanlarına dönmediklerini saptadı. Araştırmayı yürüten Dr. Jochen Kuhn, bunun arıların ortadan kaybolmalarıyla ilgili "ipucu" verebileceğini belirtti. Cep telefonlarının zararlarıyla ilgili 1990'larda kapsamlı bir araştırma yapan Dr. George Carlo da bu teorinin doğru olabileceğine inandığını söyledi.Daha önce Almanya'da yapılan bir araştırma, yüksek gerilim hatlarının yakınındaki arıların davranışlarının değiştiğini göstermişti. Arıların kaybolduğu ilk kez geçen sonbaharda fark edilmişti. Daha sonra bu durum Amerika'daki eyaletlerin yarısında görüldü. Batı sahilinde ticari arı nüfusunun yüzde 60'ı, Batı sahilinde de yüzde 70'i kaybedildi. Almanya, İsviçre, İspanya, Portekiz, İtalya, Yunanistan ve İngiltere'de arıların kaybolduğuna tanık olundu. Küresel ısınma yüzünden insana saldırabilirler Rus bilim adamları, küresel ısınma nedeniyle yiyecek bulmakta güçlük çeken kutup ayılarının insanlara saldırabileceği uyarısında bulundu. Rus Devlet Hidroloji Enstitüsü'nün düzenlediği özel bir konferansta konuşan profesör OLeg Anisimov, "Kutup bölgesinde buzlar eriyor. Bu kutup ayılarının doğal çevrelerini ve dolayısıyla da alışkanlıklarını değiştirecektir. Yiyecek arayışına giren ayılar insanlar için de ciddi bir tehlike oluşturur" dedi. Küresel ısınmaya 'dur' diyecek Küresel ısınmaya karşı önlem ve maddi destek için ünlü müzisyenler büyük bir konsere vermeye hazırlanıyor. "Live Earth" konserleri 7 Temmuz'da İngiltere'nin başkenti Londra'da start alacak ve Brezilya, Avustralya, Japonya ve Güney Amerika'da sürecek. Eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore'un da organize ettiği konserde Madonna, Red Hot Chili Peppers, Genesis, James Blunt ve Duran Duran sahne alacak. Grammy ödüllü Amerikalı şarkıcı Sheryl Crow da dikkatleri küresel ısınmaya çekmek için otobüsle turneye çıkıyor. Biyodizel yakıtla 22 Nisan'a kadar turnede Küresel ısınmayı anlatan 'ordu' kurdu Kendini "dünyayı kurtarmaya" adayan eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore, küresel ısınma konusunda önemli bir adım daha atıyor. Çektiği belgeselle Oscar ödülü alan Gore, tehlikeyi anlatmak için gönüllüler topladı. Bin kişilik "gönüllü ordu", okullarda küresel ısınmanın tehlikelerini ve olası sonuçlarını anlatan belgeseli gösterecek. "İklim Projesi" adı altında örgütlenen çevreciler, "gençlere ulaşmayı başarabilecek, en az 10 gösterim sağlayacak" kişiler arasından seçildi. (Sabah Gazetesi)
  23. Senyour şurada bir başlık gönderdi: Fotoğraf ve Fotoğraf Sanatı
    Ressamın Annesi İşçi I İşçi II Oturan Kadın İstanbul'dan Siluet Yıkık Minare ve Çeşme Uzaktan Haliç
  24. Tamamla bizi ey aşk... "Aşk aşk..." dediğin ne zaman gelir, bilinmez. Ne zaman gideceği de belli olmaz. Yalnızca bizde değil, dünyanın birçok ülkesinde en makbulü, en dillere destan olanı, tarihe geçeni -en azından herkesin bireysel tarihine geçenizarar veren, acı çektiren, kafa karıştıran çeşididir. Az acılısı bir işe yaramaz. Acısı da lezzeti de kavurmalı yakmalı, küle çevirmeli. Mazoşist yanlarımızı ancak böyle tatmin edebiliyoruz. Kimi böylesine derin ilişkilerin insanı motive ettiğini, yaratıcı hale getirdiğini söyler, kimi de uyuşturup, başka bir şey düşünemez hale getirdiği için yaşamı ıskalattığını... Kafayla yürek arasında bir denge kurmamız gerektiğini düşünürüz hep. Bence de öyle. Aklın ışığını, yüreğe yansıttın mı zenginleşirsin. Aşkta da meşkte de, işte de... Mevlana'nın dergâhının kapısında ne yazar? "Burası âşıklar kabesidir. Her kim ki buraya nakıs gelir, buradan kamil olarak çıkar." Aşk kapısından 'eksik' girenleri alır, evirir çevirir, pişirir, bütünler. Bütün bağlardan kopup, özgür bir yolculuğa çıkma halidir aşk. Ne mi şişirecek o yolculukta teknenin yelkenlerini? Aşkın çeşitli renklerini yaşayabilecek zihin ve yürek... Çünkü kimi sakin sularda süzülmeyi seçer, kimi de fırtınaya yelken basmayı... Kadınla erkeğin aşka bakışında kesin ve derin bir ayrım yok aslında. Bence her zaman aklı başında kadınlar, içlerindeki erkeği keşfetmiş kadınlardır. Aklı başında, sorunsuz kompleksiz erkekler de içlerindeki kadını keşfetmiş, yakalamış erkeklerdir. Kendine cesaretle bakma seviyesine zihinlerini yükseltebilmiş olanlar, kadınla erkeğin aşka farklı yaklaşımından kendilerini koruyabilirler. Bu bir zihin yükselmesi halidir. Ancak büyük bir yüreklilikle iç dünyalarına, bilinç altlarına yolculuğa çıkan bireyler, 'eksik' olarak başladıkları yolculuklardan, maceralardan 'tamam' olarak çıkabilirler. Hepimiz sormalıyız kendimize ve açık bir biçimde, en azından kendi kulağımıza fısıldayabilmeliyiz cevabı... "Aşkın bütün renklerini hallerini yaşayabilecek, anlayabilecek bir kafa ve yürek var mı bende?" Aşk, bir kıvılcım değil mi? Göze görünür mü, elle tutulur mu, sesi duyulur mu? Evet, görünür de tutulur da... Bilim adamları, aşkın çaktırdığı kıvılcımın fotoğrafını çekmeye başardı. Yazarlar, şairler, besteciler, oyuncular, ressamlar, düşünürler aşk üzerine tanımlamalar yapıyorlar sürekli... Bilimsel araştırmaların sonunda görüyoruz ki 'aşk' tamamen beyinle ilgili bir olay... Tıbben kanıtlandı. Aşk, ortaya çıktığında vücudun salgıladığı dopamin hormonu, beynin belirli bölümlerine fosfor salgılıyor ve aşkın beyinde çaktırdığı kıvılcımın fotoğrafları çekilebiliyor. Üç yıl önce, İsveçli bir doktorun liderliğinde çalışan, nörologlardan, cerrahlardan ve Avustralyalı bir antropologdan oluşan bir grup bilim adamı, Nobel Tıp Ödülü'nü aldı. Nedeni aşkın, beyinde çaktırdığı kıvılcımın fotoğrafını çekmeyi becermeleriydi. Duyguların ve duyuların denetiminde beyinde oluşan bir bütünlenme, tamamlanma hali aşk. Beş duyudan, onların takım oyunundan ortaya çıkan altıncı duyu. 'Önsezi' de diyebiliyoruz. Hepsinin toplamından ortaya çıkan duygunun arkasında oturuyor aşk olgusu... 'Eksi'ler vücudun ve zihnin mükemmel mekanizmasında 'artı'ya dönüşüyor ve bireyi tamamlıyor. Tamamla bizi ey aşk!.. Ali Poyrazoğlu
  25. BENDEN SELAM SÖYLEYİN BÜTÜN AŞKLARIMA Mehmet Y. Yılmaz, Detay Yayıncılık, deneme, 279 sayfa 'Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma', Mehmet Y. Yılmaz'ın, 'Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı' isimli kitabından sonraki ikinci kitabı. Kitapta yer alan denemelerin başlıca konusunu da, hep zengin bir konu olagelmiş kadın-erkek ilişkileri oluşturuyor. "Yaşamımıza şu ya da bu nedenle giren her kadın bizde unutulmaz izler bırakır. Tanıdığımız her kadın, yeri değiştirilemez bir kadındır ve ölene kadar onların bizde bıraktıkları izlerle yaşarız" diyen Yılmaz'ın bu denemeleri, hayatından geçmiş kadınlara, bu kadınlardan arda kalanlara eğiliyor. Kitap, kadın-erkek ilişkilerine ve bu ilişkinin yansıdığı metinlere ilgi duyanlara önerilir. >DİL DEVRİMİ VE SONUÇLARI Tahsin Yücel, Can Yayınları, deneme, 248 sayfa Tahsin Yücel'in 'Dil Devrimi ve Sonuçları' isimli bu kitabı, 1968 yılında ilk baskısını yapmıştı. Kitabın asıl önemi, dil ve dil devrimi konusunda yapılan tartışmalara, bu alanın uzmanlarından bir ismin, bir dilcinin katkı sunmasıydı. Kitap, ilk yayımlandığı günden günümüze kadar, bu önemli konuda, kılavuz kitaplardan biri olma özelliğini hep korudu. Yaklaşık otuz yıl önce ilk baskısı yapılan, fakat uzun süredir tükenen kitap, dil ve dil devrimi gibi tartışmalı konulara, genel perspektifin dışında bakmasıyla ilgiye değer. Kitabın yeni baskısında, Yücel'in 2000 yılında Cumhuriyet gazetesi tarafından okurlarına armağan edilen kitabı 'Türkçenin Kurtuluş Savaşı' da yer alıyor. >LİDERLİK BİLGELİĞİ Robin S. Sharma, çeviren: Özge Özköprülü, GOA Yayınları, kişisel gelişim, 272 sayfa Bilindiği gibi, Robin S. Sharma asıl ününü 'Ferrari'sini Satan Bilge' kitabıyla sağlamıştı. Gerçekte de liderlik, performans ve kişisel gelişim gibi konularda uzman olan Sharma'nın yayımlanmış kitaplarının çoğu da, kendisinin uzman olduğu bu konuları ele alıyordu. Yazarın bu kitabı da, birbirinden bağımsız kişisel gelişim hikâyelerinden oluşuyor. 'Aklınızla yönetmeyi, kalbinizle liderlik etmeyi öğrenin!' cümlesiyle başlayan bu hikâyelerde Sharma, okurlara, güçlü ve etkili birer lider olabilmeleri için önerilerde, yol göstericilikte bulunuyor. İşlediği konu itibarıyla vasat, Sharma'nın üslubuyla az buçuk renklenen kitap, yazara ilgi duyanlara önerilir. >SON TRABZON İMPARATORLUĞU William Miller, çeviren: Nurettin Süleymangil, Heyamola Yayınları, tarih, 122 sayfa William Miller'ın 'Son Trabzon İmparatorluğu', daha önce hep bağımsız kalmış Trabzon'un, son bağımsız dönemi olan 1204-1461 yıllarına odaklanıyor. Trabzon'un ilk bağımsızlığı çok daha eskiye dayanıyor. MÖ 756'da kurulduğunda, Roma İmparatorluğu'ndan üç yıl ve Bizans İmparatorluğu'ndan da neredeyse yüzyıl daha eskiydi. İşte Miller'ın çalışması, Türklerin Trabzon'u tamamıyla fethetmeden önceki son bağımsız dönemini ele alıyor. Çalışma, Rahip Santoro cinayeti ve 'alıngan' gençleriyle son dönemde dikkat çeken Trabzon'a dair önemli tarihi ayrıntı içeriyor. >MECNğN DALI Şeref Bilsel, Yitik Ülke Yayınları, şiir, 63 sayfa 'Dar Zaman Rivayetleri' ve 'Magmada Kış Mevsimi', Şeref Bilsel'in daha önce yayımlanmış şiir kitapları. 'Bıldır' isimli şiir yıllığını da hazırlamış olan Bilsel, 2005 yılından bu yana Cenk Gündoğdu ile birlikte 'Şiir Defteri'nin de editörlüğünü yürütüyor. Kitaptaki 'Dünebakan' isimli şiirden bir alıntı: "Attar okudum, üstüm başım baharat/ tanrı'dan gömlek isteyen biri vardı yanımda/ ruhu rüzgâr alan ve yaralı bir gül/ gezdiren karnında/ bir yoksulluk sesi almış yürümüş evde/ üç ağız iç içe girmiş, kim kırmış bu kadını/ bahar için bunca sözü dal yapan toprak nerde? (...)" >LANETLİ TOPRAKLAR Scott Smith, çeviren: Perran Fügen Özülkü, İthaki Yayınları, roman, 462 sayfa 'Lanetli Topraklar', Jeff, Amy, Eric ve Stacy isimli dört Amerikalı gencin Meksika tatillerini hikâye eden bir gerilim roman. Meksika topraklarında bir arkadaşlarını kaybeden kahramanlarımız, onu bulmak için Maya harabelerine girmek zorunda kalacak ve bu da beraberinde, başlarına büyük belaların gelmesine neden olacaktır. Meksika'nın yabani topraklarında iyi bir macera yaşayacakları öngörüsüyle yola koyulan kahramanlarımız, hesapta olmayan bir gerilimle yüz yüze gelecektir. Kitap, Smith'in ödül alan 'Basit Bir Plan'dan sonraki ikinci gerilim romanı. >RÜYALAR VE ANLAMLARI Migene Gonzalez, çeviren: Tuğrul V. Soylu, Medyatik Yayınları, psikoloji, 168 sayfa Migene Gonzalez, Porto Rico Üniversitesi ve Colombia Üniversitesi'nde psikoloji ve antropoloji eğitimi aldı. Gonzalez'in bu çalışması da, aldığı eğitimin bir ürünü olup, uykunun doğasını, rüyaları, insan zihnini ve bilinçdışını inceliyor. Bunun dışında çalışma, insanların sık sık karşılaştığı farklı rüya tiplerini de analiz ediyor. Kitabın sonunda yer alan rüya sözlüğü de, çok sayıda rüya imgesinin genel kabul görmüş anlamlarına yer veriyor. Rüyaların nasıl hatırlanabileceği ve bir rüya günlüğünün nasıl tutulabileceği, kitapta yer alan iki ilginç nokta. >MÜSLÜMAN AMERİKALILAR İlhan Kaya, Dipnot Kitabevi, sosyoloji, 160 sayfa 'Müslüman Amerikalılar', Müslümanların ABD'ye göçlerine ve ABD'deki sosyo-ekonomik durumlarına odaklanan bir çalışma. Uzun yıllar Amerika'da kalmış Kaya'nın çalışması, göçmen ve yerli Müslüman Amerikalılar hakkında bazı veriler sunmasının yanında, asıl olarak, mekân, kimlik, temsil, oryantalizm, göç ve entegrasyon gibi konularda bazı teorik yaklaşımlar sunmasıyla ilgi çekiyor. 11 Eylül saldırılarıyla medya ve akademik çevrelerin gündeminde ağırlıklı yer işgal etmeye başlayan Amerikalı Müslümanlar, Kaya'nın bu kitabında göç, kimlik ve entegrasyon gibi ayrıntılar paralelinde ele alınıyor. Kitap, Müslüman Amerikalılarla ilgili olarak yayımlanmış ilk Türkçe eser özelliğine sahip. >MELEKLERİN BİLMEDİĞİ SIR Ekrem Berber, Hayy Kitap, roman, 355 sayfa 'Meleklerin Bilmediği Sır', bir ilk kitap olmakla beraber, Ekrem Berber'in yarattığı zengin kahramanları ve konusuyla dikkat çekecek nitelikte. Kubilay, Funda, Aras, Şeytan ve Emir Cihan, romanda karşımıza çıkacak başlıca isimler. Özellikle Emir Cihan karakteri, romanın baş kahramanı ve asıl temanın somutlandığı kişi olması hasebiyle, okuyucunun ilgisini çekebilecek isimlerin başında geliyor. İnsana kaybettiği onurunu geri vermeyi amaçlayan Emir Cihan, bunun için de, kötü ve düşmüş insanın kaderini yeniden yaratabilmenin çarelerini araştırır. Sonuç olarak, bunu mümkün kılacak tek çarenin de, meleklerin bile bilmediği sırda, insanın ince yazısında gizli olduğunu anlayacaktır. >YOLSUZLUK GÖSTERİSİ David Liss, çeviren: Ümmühan K. Güneş, Literatür Yayıncılık, roman, 429 sayfa David Liss'in 'Yolsuzluk Gösterisi', 18. yüzyıl Londra'sında geçiyor. Romanın baş kahramanı Benjamin Weaver da, yazarın 'Kâğıt Komploları' isimli romanından aşina olunan bir isim. Weaver, işlemediği bir cinayetle suçlanarak idama mahkûm edildiği gün, bir kadın, hapisten kaçması için Weaver'ın eline gizlice bir maymuncuk ve törpü sıkıştırır. Fakat mahkûmiyetinin arkasında siyasi güçlerin bulunması, o dönemin İngiltere'sinde parlamento seçimlerinin de gündemde olması, Weaver'ın üstesinden gelmesi gereken iki önemli sorundur. Nihayetinde, kılık değiştirerek Londra sosyetesine karışan Weaver, kendisini çirkin ve vahşi bir oyunun beklediğini görecektir. >ANADOLU'NUN EN ESKİ YEMEKLERİ Ahmet Ünal, Homer Kitabevi, yemek, 208 sayfa Ahmet Ünal'ın 'Anadolu'nun En Eski Yemekleri', Hitit mutfağı konusunda yazılmış bilimsel nitelikli ilk eser olma özelliğinde. Bilindiği gibi Ünal, uzun yıllardır, Eski Anadolu ve Hitit uygarlıklarıyla ilgili araştırmalarda bulunuyor. Bu kitap da, Ünal'ın araştırmalarının ulaştığı yeni ve renkli bir nokta. Kitap, Ünal'ın, Hititlerden kalan metinlerde geçen beslenme ve yemekle ilgili bilgilerin bir araya getirilmesinden oluşuyor. Kitap, okuyucunun gündelik hayatta yapabileceği yemek örneklerinden, genel olarak Hititlerde yemek kültürünün ne anlama geldiğine kadar çok sayıda ayrıntı barındırıyor. Ünal'ın çalışması, tarih bilgisini yemek kültürüyle birleştirmek isteyenlere önerilir. >BİZİM EVDE PİŞENLER Filiz Zorlu, çeviren: Nancy Öztürk, Çitlembik Yayınları, yemek, 311 sayfa Filiz Zorlu'nun 'Bizim Evde Pişenler' isimli bu kitabı iki dilli. Türkçe ve İngilizce yayımlanan kitap, çok sayıda yemek tarifi barındırmasının yanında, iyi kalite kâğıt baskısı ve görsel zenginliğiyle de dikkat çekiyor. Tarifler genel olarak, Türkiye'nin geleneksel mutfağından oluşuyor. Fakat bunun yanında, yenilikçi ve modern mutfak kültüründen de çok sayıda örnek yer alıyor. Çorbalar, garnitürler, salatalar, zeytinyağlılar, tavuk ve et yemekleri ile deniz ürünleri, maharetli, yetenekli ve deneyimli bir aşçı olan Zorlu'nun kitabının ana bölümlerini oluşturuyor. Ekip çalışmasıyla ortaya çıkan kitap, geleneksel yemek meraklılarına önerilir. >ŞARAP KADIN Ulviye Alpay, Altın Kitaplar, roman, 495 sayfa 'Şarap Kadın'ın çok sayıda kahramanı bulunmasına rağmen, bunların tümü de kadınlardan oluşuyor. Kitaba adını veren kahramanının gizli yaşamı; Şemse Hanım'ın törelere boyun eğişi; gerçek bir anne ve baba sevgisinden yoksun büyüyen Rüzgar'ın aşkı sorgulayan ve suçlayan başkaldırısı ve töre kurallarının yerine getirilmesinde görev üstlenen Kara adlı köpeğin maceraları, romanın ilgi çeken noktaları. Alpay'ın romanının can damarını da, törelerin, geleneklerin katı kuralları ile bu kuralların neden olduğu acılar oluşturuyor. Böylece, töre mağduru kadınların yaşadığı acılar, Alpay'ın kurgusundaki başlıca unsur oluyor. >OYUN DÜRTÜSÜ Juli Zeh, çeviren: Itır Arda, Metis Yayınları, roman, 476 sayfa Alman yazar Juli Zeh, Türkiyeli okura ilk olarak, 'Kartallar ve Melekler' isimli romanıyla görünmüştü. Zeh bu romanında, fikirlerin, ideolojilerin, dinlerin, barışa inancın, insan haklarının ve demokrasinin yerine pragmatizmi koyan iki özel okul öğrencisinin hikâyesini anlatıyor. Roman, bu iki öğrenci üzerinden, genel olarak iyi-kötü kavramlarının içeriğini boşaltan, ahlakı yozlaştıran günümüz bireyini kıyasıya eleştiriyor. Zeh'in romanı, bu temel eleştirisinden hareketle, çok sayıda noktaya geçişler yapıyor ve adalet, hukuk, dil ve gerçeklik kavramlarını da sorguluyor. >SIK RASTLANAN HASTALIKLAR ATLASI Altay Öktem, Everest Yayınları, deneme, 237 sayfa Altay Öktem, romancı, şair, denemeci kimliğinin yanı sıra, mesleğini profesyonel bir şekilde sürdüren bir doktor. Yazarın bu kitabı da, mesleğiyle ilgili kaleme aldığı denemelerden oluşuyor. Denemeler, hastalıkların tarihçesi, tedavi yöntemleri ve görülme sıklığını anlatmalarının yanında, toplumun bu hastalıklara yaklaşımı ve derman diye başvurdukları akla ziyan yollara da değiniyor. Öktem'in "biraz mizahi, biraz bilimsel" olarak tanımladığı kitabı, otuz dört hastalığı mercek altına yatırıyor. Hastalıklar konusunda bilgilenmek ve işin mizahi yönünü de merak edenlere önerilir. >CİNNET, PANİK VE ÇÖKÜŞ Charles P. Kindleberger, çeviren: Halil Tunalı, Bilgi Üniversitesi Yayınları, ekonomi, 342 sayfa İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde çok etkili olmuş MIT iktisatçılarından biri olan Charles P. Kindleberger'in 'Cinnet, Panik ve Çöküş'ünün ilk baskısı 1978'de yapılmıştı. Çalışma, yazarın "kökü kurumayan döngüler" olarak tanımladığı mali krizler tarihine odaklanırken iyi anlatımıyla da dikkat çekiyor. Kitap, mali krizlerin tarihini verirken, dünya ölçeğinde, buna neden olan etkenleri de kapsamlı bir şekilde işliyor. Çalışma, mali krizlerle arası çok iyi olmaya başlayan Türkiye'ye dair bir okuma sunması yönüyle de ilgiye değer. >GLAFKOS KLERİDES Niyazi Kızılyürek, İletişim Yayınları, biyografi, 262 sayfa Niyazi Kızılyürek'in 'Glafkos Klerides'i, ilk etapta, Kıbrıs'ın Rum kesiminin önemli bir figürü olan Klerides'in biyografisi olarak düşünülse bile, adanın yakın tarihine dair önemli ayrıntıları barındırmasıyla dikkate değer. Klerides, Kıbrıs'ta Enosis'i gerçekleştirmek için kurulan EOKA örgütünün genç avukatı olarak başladığı siyaseti, oldukça önemli görevler üstlenerek devam ettirmiş, en son da, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olarak on yıl görev yapmıştı. Kızılyürek'in kitabı, adanın bu önemli aktörüyle tarih, siyaset ve Kıbrıs eksenli sohbetlerden oluşuyor. Satışın altın kuralları >ÇAKTIRMADAN İKNA Vance Oakley Packard, Çeviren: Gürkal Aylan, Mediacat Yayınları, 2007, 288 sayfa. >SATIŞIN 10 ALTIN KURALI A.Taner Özdeş, Mediacat Yayınları, 2007, 280 sayfa. Satış uzmanları, tüketicilerin önlerine konulan ürünleri niçin satın alıp niçin reddettiklerini daha derin bir yaklaşımla anlamaya çalışınca psikoloji danışmanlarından yardım almak için çabalarda bulundular. Böylece kendilerini insanları güdüleyen bilinçaltının derinliklerinde ve onu anlamanın, keşfetmenin tam ortasında buluverdiler. Koşullandırılmış reflekslere sahip bizlerin, tetikleyici sözcükler, simgeler ya da eylemlerle yönlendirilebileceğimiz gerçeğinden hareketle psikolojik pazarlama üzerinde çalışmalara giriştiler. Vance Oakley Packard, Çaktırmadan İkna'da, psikiyatrik ve psikolojik tekniklerden yararlanılarak tüketicinin onayını tasarlamaya çalışıyor. Bu derin yaklaşımın milyarlarca dolarlık ürünün satışını kökünden değiştirdiği söylenemese bile önemli etkileri olduğu göz ardı edilemeyecek bir gerçek. Psikolojik pazarlama konusunda tüm zamanların en çok okunan kitaplarından olan Çaktırmadan İkna, reklamcılıkla ilgilenenlerin mutlaka göz atmaları gereken kitaplardan... İkna ve satış üzerine yazılmış bir diğer kitap ise Satışın 10 Altın Kuralı. A. Taner Özdeş kitabında, bilgi ve tecrübelerine dayanarak satış konusundaki deneyimlerini satışı meslek edinmiş birçok kişiye aktarmayı hedefliyor. ABD'de pazarlama eğitimi almış olan Özdeş, kariyeri boyunca birçok satış temsilcisi yetiştirmiş, binlerce kişiye satış, sunum teknikleri, satış psikolojisi gibi alanlarda eğitimler vermiştir. Yazar kitabıyla, iletişim gücü ve insan ilişkilerini arttırmaknın satış alanında başarı için zorunlu olduğunun altını çiziyor. Satışın 10 Altın Kuralı, psikoloji ile başarılı satış, satışta güvenin önemi, satışta zaman yönetimi, beden dilinin iletişimdeki gücü gibi çeşitli alanlarda okuyucuyu bilgilendirmesi yönüyle bu alanda başarıyı hedefleyenler için önemli bilgiler içeriyor.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.