Tengeriin boşig tarafından postalanan herşey
-
Cevapladığınızı Sandıklarınız...
İyi de, Bilim "Dur ya hu bir sinek kanadı yapayım!" demedi ki hiç, sinek kanadı yapamıyor olsun? Hiç resim çizmeyi denemeyen birisine "Ya hu sen resim çizemiyorsun ki?" diyemezsiniz... Zira çizip çizemediğini bilemezsiniz, deneyimlememiştir çünkü... Fakat o sineğin kanadını yapadığını iddia ettiğiniz bilim Kulak Zarını yapay olarak yapabiliyor... Kulak kepçesini yapay olarak yapabiliyor... Cilt'i yapay olarak yapabiliyor... Yakın tarihte kanın alyuvarlarını yapma denemeleri başladı ve yapabilecek büyük ihtimalle, kaçmaz... Dahası insan kopyalayabiliyor... Kadınlarda yapay döllenme yapabiliyor... En basiti, beyine belli bir bölgeye belli bir akım yollayarak Hiç farkında olmadığımız anılarımızı henüz yaşamışız gibi hatırlatabiliyor... Biraz takip etseniz, bilim daha neler yapıyor neler... Dedikten sonra şu şekilde devam etmişsiniz: Özür dilerim, ben yanılmışım... Bağımlı Kimlik Bunalımınız yokmuş, yanlış anlamışım... Kusura bakmayın... Saygılarımla...
-
BURADA HER SORUYA CEVAP VERİLİR
Sayın Doğan, tıpatıp aynı şey söylemiyoruz fakat söylediğiniz ile söylediğim arasında büyük bir paralellik var... Söylediğiniz şey şu: Bende buna ek olarak şunu demişim: Bu iki düşüncenin neresi farklıdır? Neyse bunu geçelim, durum ortada, yoruma gerek yok... Başka bir konuya gelelim: Yorumunuzu Hz. Muhammed'e mal etmek istemem ancak şu anlam çıkıyor: Demek ki "Bakire ile evlenmek" "Nefsani" olarak niteleniyor... Aslında Bakirelik, insanı çekici ya da cezbedici bir şey değildir... Fakat demek oluyor ki Araplara ya da sizin anlayışınıza göre, Hz. Muhammed'in evliliklerini meşru yapan, diğer kadınların Bakire olmaması? Peki bugün bir insan, bir kadınla yani bakire olamayan bir bayanla evlendiği zaman, Nefsani bir tercih yapmamış mı oluyor? Alakası yok! Bakirelik "Nefs"i sembolize edemez... Bir insan, bakire olmayan birisi ile de Nefsani olarak birliktelik kurabilir... Çok yanlış ve hatalı bir mantık... Başka bir açıdan ele alırsak: Hz. Muhammed'in Hz. Ayşe ile evliliği demek oluyor ki "Nefsani" bir evlilik... Çünkü Hz. Ayşe bakire... Ee bu da Hz. Muhammed'in bir kız çocuğuyla kendi zevki için evlendiğini iddia eden arkadaşları haklı çıkarmaz mı? Sonuçta kendiniz söylüyorsunuz: Bakire olmayanlarla olan evliliği nefsani değildir... Demek ki Hz. Ayşe ile olan evliliği nefsanidir... Ya da şu Nefsani'nin Türkçesini yazsanız nasıl olur? "Keyfi"mi diyeceksiniz, "Zevki"mi diyeceksiniz, "İnsani"mi diyeceksiniz, Ne diyeceksiniz çok merak ediyorum... Ne derseniz deyin, kendi içinizde müthiş çelişiyorsunuz... Haaa! Tekrar hatırlatayım: Bizde buradayız Sayın Doğan...
-
ALLAH A İMAN ; ARAÇ MI DIR , AMAÇ MI DIR..?
Evet bu sefer çok iyi anladım... Peki ama bu söylediğiniz şey tam olarak benim dediğimi tasdikliyor ki? Yani bende sizin söylediğinizi söylüyorum tam anlamı ile... Diyorum ki; Allah, sırf kendisine inanmıyor diye en iyi insanı cehenneme atacak Ve sırf kendisine inanıyor diye en ahlakı bozuk adamı cennete atacak kadar adaletsizdir... Sayın BrainSlapper'in iletisine tek bir ekleme dahi yapamıyorum: Bende bu sefer çok iyi anladım... Doğan Hoca ile aynı imanı paylaşmadığım için İnsanlık adına memnunum... Sayın Artropod ve haveran... Güzel yorumlardı... Özellikle "El-Bencil..."
-
BURADA HER SORUYA CEVAP VERİLİR
Dini hükümlerden bahsetmesi önemli değil, sonuçta söylediğim mantığı benimsiyor... Ve bunu benimsediğini biliyoruz... Kur'an bugün bilgisayarı falan yasaklamıyor ama bakın zamanında köleliğe bir takım kurallar getirerek serbest bırakıyor... Tamam, bu o zaman için çok ideal ve güzel bir yasaymış, yapabileceği en güzel şekilde düzenlenmiş kölelik Kur'an-da... Ama şu halde ki "Kölelik"i kaldırmamış ve bir takım kurallara göre serbest bırakmış... Bugün ise İnsan Hakları Evrensel Bildirisine göre "Kölelik Yasaktır" ve insan onuruna yakışmaz... Hangisi daha güncel? Şimdi bu durumda Köleliği serbest mi bırakalım yoksa İnsan Hakları beyannamesine mi uyalım? Yine o dönem için 4 eşe kadar evlenmeyi belirli kurallar altında serbest bırakmış... Tamam güzel, o dönem için uygulanabilir bir şey... Ve belki de gerekliydi... Ama bugün artık Kur'an-ın bu yasası da çağın gerisindedir... Eğitimli, akıl sağlığı yerinde hiç bir kadın ve erkek bu şekilde çok evliliği benimsemez ve Medeni Hukuk izin vermez... Şimdi bu durumda hangisini savunalım? Yine Kadına, bir erkek şahide iki kadın şahit eşit koşuluyor... Bugün ise Kadın ve Erkek ne olursa olsun eşit kabul ediliyor hukukta... Hangisini kabul edelim? Yani siz söyleyin... Tamam Kur'an-da geçen yasalar o dönemde çok uygulanabilirdi ve belki de en uygun yasalardı Arap toplumu için ama ya bugün için öyle mi? Aradan 15 asır geçti ve insanlık 15 asır ilerledi her alanda... Siz söyleyin: 15 asır öncesi araplarını bir düzene koymak için ortaya çıkmış kuralları Bugün benimseyelim mi? 15 Asır öncesini, bugüne bakarak eleştirmek yanlışken, Bugünü, 15 Asır öncesinin yasaları ile mi yönetelim?
-
Cevapladığınızı Sandıklarınız...
Önce Kırmızı komik iletinize..: İnsanı insan yaratmıyor mu? Hala leyleklerin mi getirdiğini sanıyorsunuz sizi? Bakın belki biraz geç oldu öğrenmeniz ama ne yazık ki anne ve babanızın ilişkileri sonucunda dünyaya geldiniz... Gerçi bu bilgiyi artık Lise'de veriyorlar ama olsun, geç kalmış sayılmazsınız... Evet insan da bir maddedir ve doğanın parçasıdır... İnsanı meydana getiren Anne-Babalarımız da maddedir... Beni benden daha önemsiz bir şey yaratmadı... Doğa'yı kendimden daha önemsiz görecek bir psikolojik kompleks yaşamıyorum... Doğa'nın bir parçasıyım ve doğa, benim birey olarak varlığımdan daha değerli... Sen daha sineğin kanadını yapama, Sonra da kalk bana doğanın benden daha değersiz olduğunu söyle... Buna gülmem bile...
-
ALLAH A İMAN ; ARAÇ MI DIR , AMAÇ MI DIR..?
Hayır arkadaşım, sana benimsetilen psikoloji bu... Sizin koşullandırılarak kabul ettiğiniz psikolojik durum bu... Yaratılış amacımız diye bir şey yok... Anne ve Babalarımızın "Evlat" açlıklarını tatmin için varız sadece... En azından bir kısmımız da kaza kurşunudur muhtemelen... Eğer o gün o birleşmeleri olmasaydı şu satırları yazacak kimse olmazdı... Doğumumuzun başka bir anlamı yok... İnsanın kendisini bir amaç uğruna yaratılmış olarak düşünmesi Kendisini "önemli hissetme" kompleksinden kaynaklanır... Tamam kabul etmek sizin için zor ama bu böyle ne yazık ki... Ayrıca bir Tanrı varsa bile insanları sırf kendisi için yaratması (amaç) Başlı başına o Tanrı'nın bencilliğidir... (size göre nedir insanın yaratılış amacı? Tanrı'ya kulluk değil mi?) O yüzden Tanrı'nın hem bencil hem de düşüncesiz olduğunu bizzat siz tasdikliyorsunuz... Fakat bu tasdikiniz, düşünce örüntünüzün, sorgulamaktan çekindiğiniz satır aralarında gizli... Yakında farkedersiniz, merak etmeyin...
-
BURADA HER SORUYA CEVAP VERİLİR
Tüm yazınızı eleştirmek bir yana ama şu ifadeniz beni bir hayli dehşete düşürdü... Şaştım kaldım gerçektende... Ve bu önemli noktaya değinmek için yazıyı ayrıntılayacağım ne yazık ki... Siz şimdi "Kur'an"ın 15 Asır önceki getirilerine, emirlerine ve o dönem ki koşullarına Günümüzün kabulleri baz alınarak bir yargıda bulunmamızın yanlış olacağını düşünüyorsunuz değil mi? Yani diyorsunuz ki: "Bugünün kabullerine bakılarak, 15 asır öncesini yorumlamak yanlıştır..." Tamam, kabul... Zaten ben bunu hep söylerim... Ve zaten Tarihçiliğin şartı da budur, Yorumu "Yer" ve "Zaman"ı baz alarak yapmaktır... Yani olayların ortaya çıktıkları zaman göre ele almak, ona göre yorumlamak... Şimdi buraya kadar düşüncelerimiz aynı sanırım... Ve öyle görünüyor ki, siz bu ifadeyi kabul edebilecek kadar haberdarsınız Bilimden... Bu çok güzel, tebrikler... Ama dehşete düştüğüm nokta şu: Siz, 15 Asır önceki bu gibi kabullerin, bugünün kabullerine bakılarak yorumlanmasını yanlış bulurken... 15 asır önce ortaya çıkmış o kabullerin, bugün uygulanabilir olduğunu mu savunuyorsunuz? Çünkü Kur'an-ın bir çok yargısı 15 asır önceki Arap Toplumunun kabullerine göre ortaya çıkmıştır... Arapların o kabullerini düzenlemek için ortaya çıkmıştır... Peki tabiidir ki uygulama alanı olarak günümüzün gerisindedir... Buna rağmen bugün hala uygulabilir olduğunu savunuyorsanız, İlk ifademde Bilimden ne kadar haberdar olduğunuzu söylemem rağmen, Burada da bir o kadar da Bi-haber olduğunuzu belirtmek zorundayım... Bu çok büyük bir çelişkidir! Hem de gözden kaçamayacak derece de... Haaa unutmadan: Biz de buradayız her daim... Saygılarımla...
-
ALLAH A İMAN ; ARAÇ MI DIR , AMAÇ MI DIR..?
Eğer bir Tanrı varsa, "İyi Kul" olmanın ölçütü, o Tanrı'ya inanıp inanmamak olmamalıydı... Yani sırf kendisine inanıyor diye günahkar bir adamı eninde sonunda sonsuz cennete atan, Sırf kendisine inanmıyor diye ömrünü iyilikle geçirmiş bir insanı cehenneme atan bir Tanrı Elbette ki adil ve adaletli değildir... İnsanları "Kendisine inanıp inanmamaları" ile değil "Hakedip etmedikleri" ile yargılasa idi adil olabilirdi... Ama size göre Tanrının varlığına inanmayan bir insanın zaten iyi kalpli ve iyiliksever olması mümkün değil... Ama Tanrıya inancı varsa, ne kadar kötülük işlerse işlesin mutlaka iyidir o insan, değil mi? Bunu benimsiyorsunuz... Tanrı şöyle mi diyor? "Ya hu şu adam ömrünü bana inanarak geçirdi ama dünya da yemediği halt kalmadı... Yapmadığı kötülük kalmadı... Cehennemde cezasını çeksin, sonunda da bana inandığı için Sonsuza kadar Cennette kalsın..." Ve Tanrı şöyle mi diyor? "Ya hu şu adam da ömründe bir kere bile benim varlığıma inanmadı ama diğer yarattığım herşeye adil ve dürüst davrandı. İyilik etmekten kendisini sakınmadı... Önceden biraz Cehennemde kalıp, sonra Cennete gitmesini emrettiğim inançlı kişinin ömrünce yaptığı tüm iyiliklerin onlarca katı iyilikler yaptı ama sırf bana inanmadı diye sonsuza kadar cehennemde kalsın!" Şimdi bu mantığı inkar edemezsiniz... Tanrı'nız bunu diyor değil mi? Peki şu açıkları yok mu o Tanrı'nın? "Tanrı Bencil" dediğimde karşı çıkılıyor ama yarattığı kişinin diğer insanlara iyilik yapmasını önemsemeyen, sırf kendisine inanıp inanmaması ile yargılayan ve ancak önce kendisine inandıktan sonra yaptıklarını önemseyen, değilse yaptıklarının ne olup olmadığına bakmaksızın cehenneme atıveren birisi Bencil değil midir? Ve o öyle bir Tanrı ki! Onun öğretisi ile yetişen inanırı bile kindar oluyor... "Adalet" denildiği zaman kastettiği şey "Onun Tanrısına inanıp inanmamak" oluyor... Onun Tanrısına inanmadığımızda, tüm yaptığımız iyiliklerin adil karşılığı cehennem oluyor... Onun Tanrısına inandığımızda, tüm kötülüklerimize rağmen adil hakedişimiz cennet oluyor... Ve bana kalkıp "Adaletten anlayışınız bu mu?" deniliyor... Peki sizin adaletten anlayışınız bu mudur? Hazmedilmesi gereken şey şu: Tanrı'ya inanmayan insanlar da, bir inançlıdan kat ve kat daha fazla iyiliksever olabilir... Tanrı'ya inanmayan insanlar da, bir inançlıdan kat ve kat daha fazla ahlaklı olabilir... Tanrı'ya inanmayan insanlar da, bir inançlıdan kat ve kat daha fazla insanlık görevlerini yerine getirebilir... Tanrı'ya inanmayan insanlar da, bir inançlıdan kat ve kat daha fazla adil olabilir... Tanrı'ya inanmayan insanlar da, bir inançlıdan kat ve kat daha fazla dürüst olabilir... Ancak bunlara rağmen o insan ne yaparsa yapsın ilelebet Cehennemde kalacaktır... Peki sizin adalet anlayışınız bu mu? Şöyle düşünün: Siz bir kaza geçiriyorsunuz diyelim ki çocuğunuz ölümcül şekilde yaralandı... O an ona kan verebilecek kişi bir inançsız... Kan ve hatta organını veriyor, çocuğunuzu kurtarıyor... Bu kimse için "Ne yaparsan yap kardeşim, sen benim Tanrıma inanmıyorsun, var git cehennemde yan!" diyerek zafer naraları atabilecek misiniz? İnsanlığa dair sıfatlar hakkında yorum yapmayacağım, çünkü uyarı kapsamına giriyor... Ancak "İyi/Cennetlik İnsan" ve "Adil İnsan" tanımını, diğer kişinin kendi taptığına tapıp tapmaması ile ölçen zihniyetin ortaçağa ait olduğunu düşünüyorum... Bende sizi kendi düşüncelerinizle başbaşa bırakıyorum Sayın Doğan... Zira yeterince yalnızsınız bu açıdan... ============= Bakın burada ayrı bir paraf açayım ve birşey anlatayım... Gök-Tanrı inancında, kişi Gök-Tanrı'nın varlığına inandığında Uçmağa gidebilecektir diye bir yargıya hiç rastlamadım ben... Ölümden sonra yargılanmada kıstas, kişinin "Tamu"ya ya da "Uçmak"a gitmesi için kıstas "İyi" ya da "Kötü" insan olmasıdır... Neyse, Ailem yörüktür ve ben yörüklerin Gök-Tanrı inancını bir şekilde mutlaka yaşattıklarını düşünüyorum... Ve şu var, bir yörük (eğer saplantılı bir dinci değilse) kendisine bir iyilik edildiği zaman ya da birisinin bir diğerinden iyilik gördüğüne şahit olduğu zaman, Kişinin Tanrı'ya inanıp inanmamasına bakmadan "Bak işte bu adam cennetlik" deyiveriyor... "Cennetlik" dediği kişinin ise "İnançsız" olduğunu söylediğinizde, Müslümanlığa göre o adamın cehenneme gideceğini benimsemiş olmasına rağmen içi acıyor... O kişi için "Keşke inansa da Cennete girse!"de demiyor... O adamın hakettiğinin bu olmadığını kavrayabilecek kültürü hala yaşatıyor, olay bu... Bir adaletsizliğin farkında ama bunu "İnanç/Emir" olarak benimsediği için dile getiremiyor... Gidin, isterseniz test edin bakalım... Peki ya siz Sayın Doğan? Böyle bir insanın Cehenneme gitmesi için ne düşünüyorsunuz? Ben söyleyeyim mi? "Benim Allah'ıma iman etmiyor, o yüzden varsın yansın... Allah bunu uygun gördüyse başımın tacıdır, zerre içim acımaz... İlelebet acı çeksin, yansın, kavrulsun!" Böyle düşünmediğinizi iddia edemezsiniz... Zira sizin "Adalet"ten ve "Huzur"dan anladığınız bu! Saygılarımla...
-
İnkarcılara Güzel Bir Cevap... Buyrun
Öncelikle: Maddenin hep var olduğunu savunmuyorum... Madde ve Enerjinin bir döngüde olduğunu savunuyorum... Madde yokken enerji vardır ve Enerji maddeye, madde enetjiye dönüşüp durur... Şuursuz maddenin birşey oluşturmak gibi bir niyeti yoktur... Varlık bir döngüden ibarettir ve olabilirliği çerçevesinde olabildiğince sergilemektedir bu oluşumu... Siz sanırım varlığı illa ki birisinin yaratmış olabileceği düşüncesine koşullanmışsınız ancak zaten var olan bir şeyi birisinin yaratması için hiçbir neden yoktur... Doğaya yeterince eğilirseniz, herşeyin bir döngü içersinde olduğunu görürsünüz... Dünya yok olduğu gün tüm evren yok olmayacak, dünyanın yok olduğu yerde kalanlardan başka bir oluşum baş gösterecektir... Kim bilir kaç kere Bing-Bang meydana geldi... Kim bilir biz kaçıncı Bing-Bang'in ürünüyüz... Hatta varlığın sonsuzluğu içersinde "Kaç kere Bing-Bang oluştu" demek bile mantıksız olabilmektedir... Evrende asla ve asla "Denge ve Düzen" yoktur... Evrende var olan şey "Dengelenme"dir... Yani Evren oluşumunda bir dengelenmeye koşut olarak devinimini sürdürmektedir ancak hiç bir zaman o dengeye oturamamıştır... Oturabilseydi eğer anormallikler meydana gelmiş olmazdı... Dünyanın Güneş etrafında, Ay'ın Dünya etrafında bir rotada olması sadece bu dengelenme sürecinde "Yerel" bir devgelenme halidir... Başka bir sistemin dengesi ile çakıştığı gün Dünya'da, Ay'da kalmayacaktır... Sistemler kendi içersinde yerel dengelenmelere sahip olmuş olabilir ancak Evren bir denge içersinde değildir... Dengelenme süreci içersindedir... O bilimsel açıklamalardan yeterince haberdar olsaydınız "Fakat bu düzeni kuran biri olmalı..." önermesini kurmazdınız... Hala tesadüf deyip duruyorsunuz ya hu! Tesadüflere sizin inanmadığınızdan daha fazla inanmadığıma emin olabilirsiniz... Bilim tesadüflere yer vermez... Size canınızın yandığını Bilim ispat edebilir... Vücudunuz trilyonlarca sinir hücrelerinden oluşmuştur. Parmak ucunuza iğne batırdığınızda oradaki sinirler bunu algılarlar ve elektrik sinyali olarak beyne iletirler. Tabi bu aynı zamanda bedenin kimyasındaki değişikliklerle birlikte olur... Mesela parmak ucunuz yanarsa hemen su toplamaya başlar... Beyne ulaşan sinyaller ilgili bölümde anlamlandırılır, demek oluyor ki beyinde ve algıda bir değişiklik meydana gelmektedir... Bilgisayarın donanımından bir parça söktüğünüzde, Ekrana uyarı iletisinin gelmesi gibi aynen...
-
İnkarcılara Güzel Bir Cevap... Buyrun
****** Açıklayayım! Soyut bir Yaratıcının olduğu düşüncesi ispat edilemez bir düşüncedir. Bilimsel hiç bir dayanağı yoktur. Akıl yürütmelerle varılmış bir sonuçtur... Aynı akıl yürütme ile "Tanrı'nın Olmadığı" sonucuna da varılabilir. Hatta "Tanrı'nın Olmadığı" düşüncesine çok daha geçerli bir şekilde ulaşılabilir. Mantıksal olarak ben bir sürü çıkarım sunuyorum ama nedense sadece buna eğilmişsiniz... Ona bakarsanız "Madde'den Ayrı" olan "Soyut Tanrı" düşüncesi de mantıksal olarak çelişkilidir. Ancak sonuna kadar bağlısınız bu düşünceye? "Tanrı"ya "Yaratıcı" adını koymanız, onun da yaratılabilir olmayacağı anlamına gelmez... Sonuçta sizde insanın Doğanın Hakimi ve Tanrı'nın Halifesi olarak yaratıldığına inanıyorsunuzdur ancak ne insan doğaya hakim olabilmektedir, ne de Tanrı'ya halifelik edebilir... Aynı zamanda insan "Doğa"nın bir ürünüdür... Bir meyvesidir... Doğa'ya aittir... Doğa bir insanı yaratabiliyor, var edebiliyorsa, Doğa'da birisi tarafından yaratılabiliyorsa, Doğa'yı yaratadan da başka birisi ya da birileri tarafından yaratılmış olabilir... Eğer bu bir zincir ise, o zincir ya devam eder, Ya da bir başı ve sonu vardır... Eğer devam ederse o zincirin kendisine (Madde ile birlikte) Tanrı demek zorundayız... Eğer bir başı ve sonu olduğunu kabul edersek "Maddenin bittiği yerde Tanrı başlar" demek zorundayız... Ki o zamanda "Başlangıcı olan bir Tanrı mükemmel olamaz" demek zorundayız... Bu mantığı daha önce çok kere irdeledim, arayıp okuyunuz... Evet, Bugün sadece HY ve onu okuyanlar "Bilim'in tesadüflere inandığını" düşünüyor... Oysa bilimde tesadüflere yer yoktur... Kendi alanında tesadüflere yer veren hiçbir bilim dalı ilerleyemez... Bilim her şeyi sorgular ve nedenlerini, oluşlarını araştırır... Sadece HY ve onun modellerindekiler "Evrim teorisinin tesadüfleri desteklediğini" düşünüyor... Saygılarımla...
-
Akademik Lisansüstü Eğitimi Sınavına giren var mı?
Ya arkadaşlar pazar günü bildidiğiniz gibi Ales sınavı oldu... Forumdan hiç mi kimse girmedi bu sınava yaa!? Ben girdim ve 80 sözel sorudan en fazla 2 yanlışım vardır, tüm sorulardan eminim... Sayısaldan da 18de 18 yapmışımdır kesin... Yani yanlış sayımın az olduğunu düşünüyorum... Standart sapma ne kadar etkili olur acep? 70 puanı mutlaka geçmem lazım akademik kadroya girebilmek için... Tabi birde üds'den 50 almam lazım ama ona daha var... Sözel puan için, 80 sözel sorusunu net olarak çözersek, Standart sapma hesap edilmezse direkt olarak 70 puan alıyoruz... Standart sapma hesaplandığında bu puan düşer mi? Acaba kaç net, kaç puana denk gelir bilen var mı? Ya da daha önceki girdiğiniz sınavdan kaç nete kaç puan gelmişti size... Sınav sonuçları ne zaman açıklanır? falan filan işte... Bu arada üds'den 50yi geçmek için etkili bir çalışma sistemi bilen var mı? İngilizce gramer bilgisi bayağı bir oturdu, tek sorun kelime ezberlemekte büyük oranda... Sesimi duyan var mı?
-
siz ateist değilsiniz?
Yalnız şu var, Nedense Sümer tabletlerinde geçen hikayeleri ve 4 kutsal kitabı okuyan herkes aynı fikre kapılıyor... Hele hele bu iki veri üzerine eğilen, benim kişisel olarak tanıdığım tarihçiler de aynı fikre kapılıyor... Tuhaf değil mi?
-
"Yunus Emre" Müşrik mi idi?
Aaa... Niye Mesnevi'den alıntı yaptınız ki şimdi? Belki de Editörün işidir o? Hatta bence Mevlananın eserini Türkçe'ye çeviren Editör sizin alıntıladığınız yazılarını kendi kafasına göre uyarlamıştır, editörün işidir editörün... "Mevlana Mesnevi'yi Farsça yazmıştır ve Türkçe'ye çeviren editörün yorumunu katması kaçınılmazdır" diye bir düşünce sergileyebiliriz... Zira Yunus Emre, bugün bile hala kullanılan Anadolu Türkçesi ile yazdığı halde "Editörün İşidir" denilebildiğine göre, benim tezim daha tutarlıdır...
-
İnançtaki "Madde" çıkmazı...
En basit tanımı ile "Madde" var olduğunun farkına varabildiğimiz, hissedebildiğimiz gerçekliktir... Beş duyumuz ile deneyimleyip, varlığını ispatlayabildiğimiz gerçeklik ile birlikte bu gerçekliklere bağlı olarak ortaya çıkan ürünlerdir... Duyularımız, maddi varlığımızın birer ürünüdürler...
-
İnançtaki "Madde" çıkmazı...
Arkadaşım, cevap verin o zaman o sorulara? Ama önce sizin çıkmazlarınızı ve çelişkilerinizi farkettireyim, ondan sonra... Nasıl bilemezsin Madde'yi ya hu? Sen kendin zaten başlı başına bir maddesin... Canın yandığında anlarsın maddenin ne kadar gerçek ve bilinebilir olduğunu... Arkadaşım, bir çok insan bir çok kere rüyada olduğunun farkına varabilir... Gerçeklik ile rüya benzetilemez. Zira rüyalar, zaten gerçek yaşantıların bir ürünüdür... Beyindeki elektrik akımının bir farklı yönüdür... Yüksekçe yerden düşüp heyecanla uyanmak ile gerçekliğin ne alakası var onu anlayamadım... Diyelim ki bu gerçeklik bir rüya ve biz öldüğümüzde başka bir gerçeklikte diriltileceğiz. "Dirilmek" düşüncesi "Ölmüş olan Canlı Madde"nin yeniden "Canlanması" anlamına gelir... Yani ister bu dünya da diriltilin, ister başka bir gerçeklikte... Kaçınılmaz olan şudur ki, diriltileceğiniz haliniz ve yer Mutlaka ve mutlaka "Maddi" olmak zorundadır... Yoksa Diriltme işlemi gerçekleşemez... Anlayabiliyor musunuz bunu? Bu da "Maddenin Sonsuz" olması anlamına gelir... Evet, bu gerçeklikteki "Madde" demek zorundayız... Çünkü başka bir gerçekliğin olup olmadığını deneyimleyemediğimiz gibi, Başka bir gerçeklikteki maddeyi de deneyimleyemiyoruz... Kısaca: Olmayan bir şeye inanmıyoruz... Yani kısaca, nasıl cevap vereceğinizi sizde bilmiyorsunuz... Peki o zaman "Sonsuz bir akıl"a sahip olmadığımıza göre "Sonsuz bir kudret"in varlığından nasıl emin olabiliyorsunuz? "Sonsuz kudret sahibini anlamak için sonsuz akla sahip olmak lazım" diyorsunuz ama maşallah sonsuz bir akla sahip olmadığınız halde sonsuz kudretin tanımını yapabiliyorsunuz... Bu bir çelişkidir... Şu halde çelişkileri ve cevaplayamadıkları ile boşa dolanıp duran sizmişsiniz gibi geliyor diyeceğim, daha ne diyeyim... Ben gerçeğe vardığımdan eminim ama varamadığımı hayal ederek tatmin olmanıza birşey diyemem... Bilim'in tümü bu söylediklerinizle ilgileniyor... Takip edin...
-
"Yunus Emre" Müşrik mi idi?
Hımmm... Güzel bir bilgi bu da... O zaman bende mi kullanmaya başlasam o şekilde...
-
İnançtaki "Madde" çıkmazı...
Düzeltme: "Ezel" kelimesi "Başı/Başlangıcı Olmayan" anlamına gelmektedir... Yazımda "Ezel" kelimesini yanlış anlamda kullanmışım... Asıl kullanmam gereken kelime "Sonlu" olacaktı... Özür dilerim...
-
BURADA HER SORUYA CEVAP VERİLİR
Sizde elbette ki öyle şeyler söyleyebilirsiniz ama önemli olan iki söylemden hangisinin gerçeçkçi olduğudur... Birisi bir Bilim adamıdır ve gerçeklerden hareket eder... Diğeri ise kendi uydurduklarından...
-
İnançtaki "Madde" çıkmazı...
Şimdi şöyle bir şey var: "Yeniden diriltilmek" Eğer inançta bu düşünceyi benimsemezseniz Şirktir... Peki benimseyelim... Peki "Yeniden diriltilmek"in mahiyeti nedir? Yani Ruhani anlamda mı diriltileceğiz, Yoksa Maddi benliğimizle mi? "Ruhani" anlamda ise böyle bir şey mümkün değil... İki madde de kısaca açıklayayım bunu: 1- Öncelikle Ruh diye bir şey zaten yoktur... 2- Ya da diyelim ki "Ruh" var, "Ruh"un en temel özelliği "Ölümsüz" olmasıdır... Ölmeyen bir şey tekrardan diriltilemez... Böylelikle "Dirilme"nin en temel mantığı ortaya çıkıyor: => Diriltileceklerin mutlaka ve mutlaka "Canlı" ve "Maddi" temelli olması gerekmektedir... Böylece bir sorun daha ortaya çıkıyor: "Acaba diriltilenlerin bu yeniden diriltildikleri yer "Maddi" mi? Yoksa "Ruhani" mi? Pek tabii ki akıl ve mantıkla düşünecek olursak "Maddi"dir... Pekiii... İnsanların bu yeniden diriltildikleri yere ne deniyordu? "Mahşer..." "Ahiret..." Kısaca "Mahşer" "Ahiret" denilen o toplanma yeri "Maddi" bir yer olmak zorunda... Peki inanca göre bu yeniden diriltilme sonrasında tekrar bir ölüm var mıdır? Yoktur... Diriltildikten sonra Cennete de gitseniz, Cehenneme de gitseniz tekrar bir ölüm yok... Artık sonsuza kadar yaşayacaksınız... Yani Diriltildikten sonra etkileşime geçtiğiniz her olay, olgu ve yaşam "Maddi" olmak zorunda... Şimdi bu Maddi Mahşer yerinde tekrar ölmeyeceğinize göre gidebileceğiniz iki yer var: "Cennet" "Cehennem" Soru şu: "Cennet ve Cehennem Maddi midir, değil midir?" Kaçınılmaz olarak en akıllı ve mantıklı cevap: "Maddidir" olacaktır... Peki o zaman "Cennet ve Cehennemdeki Sonsuz Hayat" anlayışına göre "Madde" ne olmalı? "Sonsuz..." Peki öte dünya "Maddi" ise "Ruh" ve "Soyut" kavramların işi ne? Bir işe yaramıyorlarsa! Peki "Madde Sonlu!" düşüncesini kim uydurmuş? Yine inancın kendisi... Ya şöyle dersek: "Tanrı, varlığın kendisidir..." Ahanda bu yukarıdaki büyük çelişkiyi aşmış oluruz... ========== Sorularımız şunlar ve akıllı, mantıklı bir şekilde cevaplandıklarında varılacak sonuç aynıdır... Ama yine de sizde kendinizce cevaplayın: 1- Peki "Yeniden diriltilmek"in mahiyeti nedir? Yani Ruhani anlamda mı diriltileceğiz, Yoksa Maddi benliğimizle mi? 2- Acaba diriltilenlerin bu yeniden diriltildikleri yer "Maddi" mi? Yoksa "Ruhani" mi? 3- Peki inanca göre bu yeniden diriltilme sonrasında tekrar bir ölüm var mıdır? 4- "Cennet ve Cehennem Maddi midir, değil midir?" 5- "Cennet ve Cehennemdeki Sonsuz Hayat" anlayışına göre "Madde" ne olmalı? Not: .-Anketleri doldurmak zaruridir... -İstediğiniz sorudan başlayamazsınız... -Sınav süresi yoktur... -Akıl ve mantık dahilinde cevaplanmaları zaruridir... -Çelişkili ve Alıntı cevaplar kabul edilmeyecektir. -Her soru 20 puandır... Başarılar...
-
İnkarcılara Güzel Bir Cevap... Buyrun
Dünyanın nasıl oluştuğu Lise Coğrafya kitaplarında bile anlatılıyor... Elinize alıp bakarsanız, görebilirsiniz... Siz bence daha hangi sorudan başlayacağınızı bile pek bilmiyorsunuz... Asıl sorun Dünyanın nasıl oluştuğu değil, bilim nasıl olduğunu çok net ve kesin bir şekilde ortaya koyuyor zaten. Başka bir cevap aramak akıl dışı olur... Asıl sorun "Maddenin nasıl var olduğu" olmalı... Çünkü dünyanın oluşumu, maddesel var oluşun doğal bir sonucu... Burada "Güneş"i kastediyorsanız, o da diğer yıldızlar gibi belli bir nedene bağlı olarak oluşmuştur tabii ki... Ama size göre dünyayı Tanrı yarattığına göre, sorunuzu şu şekilde anlıyorum: "Dünyamızı oluşturanı (Tanrı'yı) kim oluşturdu?" Ve bu soruyu sorabilmek sizin için güzel bir örnek bence... Tebrikler... Ateisti ya da Evrimciyi bilemem ama ben "Belki de" demiyorum... "Enerji/Madde" hep vardı... Madde yoktuysa bile "Enerji" hep vardı... Uzayın tek bir milimi bile boş değil ve enerji ile dopdolu... Bu enerji öyle durduğu gibi durmuyor yerinde... Tüm evrene kıyasla ufacık insan bedeni Madde'yi Enerji'ye dönüştürebiliyor... Bunun tersi de pek ala mümkün... E=MC2 'ye göre Madde'de Enerji'ye dönüşebilir... Dolayısı ile evrende var olan bir dönüşümün parçasıdır varlığımız... Sanrıların parçası değil... Bende şunu anlamıyorum: "Hep var olan Tanrı" düşüncesini, o "Tanrı"nın varlığını ispatlayamadığınız halde benimsiyorsunuz... Ama "Hep var olan Enerji/Madde döngüsü/devinimi" düşüncesini, o Dönüşümün ispatlanabilmesine rağmen benimseyemiyorsunuz... Bu çok tuhaf... Kaldı ki bunu "Evrenin inanılmaz düzenine" bağlıyorsunuz... Ama haberinizin olmadığı kötü haber şu: Evrende öyle bir denge ve düzen yoktur... Olsaydı biyolojik ve mikro düzeyde sakatlıklar ve noksanlıklar olmazdı... Olsaydı evrensel ve makro düzeyde düzensizlikler, yeni yeni oluşumlar ve yıkılışlar olmazdı... Denge ve Düzen halinde sakatlıklar, noksanlıklar, yeni oluşumlar ve yıkılışlar, çöküşler olamaz... "Denge ve Düzen"in mantığına aykırıdır bu... Yıldızlar çöküyor, ölüyor... Yenileri oluşuyor... İnsanlar ve canlılar sakat doğuyor... Yeni yeni ve belkide hiç keşfedemediğimiz evrilmeler, uyumlar oluyor... Değişim sürekli ve sürekli devam ediyor... Değişimin en temel nedeni ise "Dengesizlik/Düzensizlik"tir... Dünyanın Güneş etrafında belli bir rotada dönmesi "Denge" ve "Yaratılış" örneği değildir... Bu Enerjinin Çekim Yasasının doğasında vardır... Birisi dünyayı alıpta o rotaya öylece oturtmamıştır... Hala keşfedemediğimiz milyonlarca canlı türü varken, hala doğaya hakim olduğumuzu iddia edebiliyoruz...
-
"Yunus Emre" Müşrik mi idi?
Sayın Cyrano... Açıkçası ben "Tanrıça" adının eskiden beridir kullanıldığına hiç rastlamadım... Rastlamış olsaydım, rastlamadığımı iddia etmem aymazlık etmem olurdu... Ben "Tanrı" aslında özel bir ad olduğunu ama bugün "İlah" anlamına getirildiğini düşünüyorum... Aynı zamanda "ça" eki başka bir dilin dilbilgisine ait ise Türkçe bundan ne kadar sorumludur ki? Yani Türkçe bir dilbilgisi kitabında, bugün Türkçeymiş gibi kullanılan yapıları anlatabilir miyiz? Mesela "akl-ı evvel" gibi tamlamaları da çok kullanırız ama Türkçe değildir ve dilbilgisi kitabında falan yer alamazlar değil mi? Ya da "Müdüre" "Aliye" "Cemile" kelimelerinde olduğu gibi dişileştirmeleri de çok kullanırız ama Türkçe dilbilgisinde bunlara yer vermeyiz, çünkü Türkçe değillerdir... O yüzden sizce de "çe" dişileştirme ekini Türkçeymiş gibi anlatabilir miyiz? Dolayısı ile bugün "Tanrıça" gibi bir ad kullanılıyor dahi olsa Aslen Türkçenin özünde yoktur bu kullanım... Bunu "Emmeç"e benzetebilir... Nasıl ki "Bilgisayar" kelimesi benimsenmiş? "Tanrıça" kelimesi de o şekilde benimsenmiştir, ne kadar uygunsuz olsa da... Ama ben bugünkü kullanımından bahsetmiyorum... Bugün "Allah" adını "Allahlar" ya da "Allahçe" olarak kullanmaya başlasak Ve ileride bu kullanım benimsense, yaygınlaşsa, Yine bu sefer benim gibi birisi çıkar ve o kullanımların yanlış olduğunu söyler... Hatta bugün bir takım yörelerde "Allah" adı kullanılarak Bu ad bir sıfatmış gibi küfredilebiliyor. Öyle de bir kullanım var... "Tanrı mısın?" yerine "Allah mısın?"da deniliyor...
-
ALLAH TAN KORKMAK MI , ALLAH I SEVMEK Mİ..?
Öncelikle "İddaa" etmiyorum, "İddia" ediyorum... "İddaa" bir şans oyununun adıdır... Kur'an o zaman kendisi ile de çelişiyor demek ki... Çünkü önceki kitapları tasdikleyici olduğunu söyleyen kendisi... Böylelikle önceki kitaplarda geçen isimlerini de tasdik etmek zorundadır... "Aa o zaman öyle indirdik adımızı ama artık o benim adım değil!" diyemez... Kur'an önceki kitaplardan alır referansını... Doğruluğunu, o kitapların doğruluğu ve o kitapların anlaşılamadığı düşüncesi üzerine kurar... Gerekli cevabı Sayın BrainSlapper vermiştir... 1 - Kur'an-ın hiçbir yerinde İncil ve Tevrat'ın tahrif edildiğine ya da değiştirildiğine dair tek bir bilgi, ayet yoktur... Varsa gösteriniz... 2 - Kur'an İncil ve Tevrat ile ilgili en genel olarak şu ifadeyi kullanır "Ehl-i Kitap, okuduklarını anlamıyorlar mı?". Demek ki hala doğru ve değiştirilmemiş ki okuduklarını anlamalarını salık veriyor... Kesinlikle senin "Allah"ındır ve başka bir ilah değildir... Yahudiye farklı sana farklı Tanrı göndermemiştir o kitabı... Kendi inancınla ters düşüyorsun... Ee tabi sizin Allah'ınız buyurmadıysa, başkalarının Allahları buyurmuştur, niye olmasın... Gelipte Gök-Tanrı'm buyuracak değil ya!
-
BURADA HER SORUYA CEVAP VERİLİR
Bende bir deri bir kemik kalıp, okuyup üflesem... Ve adıma da "Zamanın Alimi" desem... Bir kaçta ayet okuyup kafama göre çevirsem... Acaba bende bir tarikat oluşturabilir miyim Lluvia?
-
ALLAH I BİLİMSELLEŞTİRMEK, BİLİMİ TANRISALLAŞTIRMAK
******* Sayın birvarmışhiçyokmuş... Buna benzer sorularınıza daha önce toplu halde bir cevap vermiştim ve siz karışılık vermemiştiniz... Yine de özet olarak geçeyim: Daha hortum, sel, tsunami, deprem gibi olaylarla başa çıkamayan, Afrika steplerinde kaldığında aslanlara bile yem olabilen, Binlerce yıldır hala grip mikrobunu bile alt edemeyen insanoğlu Nasıl olurda Doğa'nın Hakimi olabilir? İnsanların duyguları binlerce yıllık evrimin ve beynin gelişiminin sonucunda ortaya çıkmıştır... Maymunlarda ve diğer hayvanlarda da Annelik güdüsü vardır, şefkat vardır... Yunuslarda da sadakat ve tek eşlilik vardır... Yine yunuslar ve maymunlar da, aynen insanlar gibi zırf zevk için cinsel ilişkiye girebilirler... Mükemmel kabiliyetler olduğu kadar, doğada inanılmaz sakatlıklar ve anomalilerde vardır... Tanrı mükemmellikleri yaratacak kadar mükemmel ise Sakatlıkları yaratabilecek kadar da sakattır demekki... Kaniat herhangi bir amaç için yoktan var edilmemiştir... Bilin bize tek birşey söyler: Hiç birşey yoktan var edilemez, vardan yok edilemez... Kafamızdan uydurduğumuz "Birisi yaratmış olmalı" ütopyası yerine Somut ve ispatlanabilir gerçekliklerin mümkün olduğunu kabul etmek en akıllıca iştir... Bilim hiç birşeyin yoktan var edilemediğini ispatlarken, Siz "yok yok, birisi yaratmış olmalı" derseniz, Buna sadece "kuru kuruya inat" denir... Yoksa bilim sizden kanıt ister... Ve bu yöntem ile tek bir kanıt dahi veremezsiniz... Veremiyorsunuz... Ayrıca "Kusursuz Denge" diye birşey de yok, bunu nereden çıkardınız? Varlık yani Enerji/Madde sürekli bir dönüşüm içersinde... Yıldızlar kararıyor, karadelikler oluşuyor... Gezegenler ve atomlar oluşup bozunuma uğruyorlar... Sürekli bir değişim ve dengesizlik hali var... Siz evrenin neresine bakıpda "Denge"nin olduğunu gördünüz, söyler misiniz? Evrendeki hiç birşey, bir araba motoru gibi düzenli seyretmiyor... Yıldızlar, atomlar, dna'lar vs. hepsi değişiyor sürekli... Gerek bu değişime uyamayıp kararıp sönüyor, gerek mutasyona uğruyor ya da yeni duruma uyum sağlıyor... Kısaca: Değişmeyen tek şey değişimin kendisi iken Nasıl olurda değilmeyen bir dengenin olduğundan bahsedebiliyorsunuz anlamıyorum... Buna "Evrenden bi-haberlik" derim ben... İnsan bunları elbette merak ediyor ama usulünce araştırdığı zaman bunların bir anlamı oluyor... "-Bunu niye var?" "-Tanrı öyle emretti!" Bu diyalog zerre kadar tatmin edici ver gerçekçi değildir... İnsana hem "-Merak etmiyor musunuz?" diyeceksiniz, Sorduğunda da, kuru kuruya "-Ee Rabbim öyle yaratmış!" deyip kestirip atacaksınız... Gülerler... Oldu mu şimdi bu bir cavap daha? Yine yanıtsız mı kalacağız yoksa?
-
"Yunus Emre" Müşrik mi idi?
Sayın Cyrano... Sizin uyarınız üzere net'ten ve elimdeki gramer/dil bilgisi kitaplarından tekrar baktım ama "çe" ekinin "Dişileştirme" gibi bir görevi yok Türkçede... Yani isterseniz sizde araştırabilirsiniz... Türkçede böyle bir özelliğin olduğuna dair bir bilgiye rastlamadım... Ha, var olduğu halde rastlamadıysam bu benim hatamdır ama varsa da kaynak verilmesini isterim... Aslına bakarsanız Türkçede "Dişileştirme" diye bir dil bilgisi özelliği zaten yok... Patron, Kıral, Çar gibi kelimeler bildiğiniz gibi zaten Türkçe değildir... Dolayısı ile bunlara eklenerek dişileştirme özelliği katan "çe" ekinin de Türkçe dilbilgisine ait olduğunu düşünemeyiz... Mesela bugün "Memur" ve "Müdür" kelimeleri Türkçe olarak kabul edilirken yine bunlara "Arapça gramere" ait olan "e (he)" dişileştirme eki eklenip "Memure" ve "Müdüre" kelimeleri oluşturuluyor ve kullanılıyor... Ama biz bu "e (he)" eki için "Türkçenin dilbilgisi özelliğidir" diyebilir miyiz? Diyemeyiz... Ne kadar kullanıyor olsakta, Arapçaya ait bir dilbilgisi özelliğidir bu... "Çe" ekinin dişileştirme anlamında kullanımı da başka bir dilden geçmiş olmalı... Çünkü dikkat ederseniz, eklendiği kelimeler yabancı kökenli olduğu gibi, Hem de başka bir Türkçe kelime de kullanımına rastlanılmamaktadır... "Tanrı" adına "ça" ekinin eklenmesi de Türkçeleştirme faaliyetleri sırasında yapılan bir hatadır diye düşünüyorum... Tabii ki kimi kimselerin işine yarayan bir hatadır... Ayrıca "ça" ekinin, Türkçeleştirme faaliyetlerinde önceki dönemde "Tanrı" adına eklenerek kullanıldığına dair bir ifadeye ve örneğe de rastlamadım... "Tanrı" ve "Çalap" adlarının ise "Enki" "Allah" "Zeus" adları gibi özel bir isim olduğunu düşünüyorum hala... Dilin evrimi diye birşey vardır ama Cumhuriyet dönemindeki Türkçeleştirme faaliyetlerine kadar "Tanrı" adının diğer toplumların İlahlarını tanımlamada kullanıldığına dair bir örneğe de rastlamadım... "Tanrı" adı "İlah" adını karşılamaz, karşılayamaz... Ve bugün ne kadar "Tanrılar" ya da "Tanrıça" şeklindeki kullanımlar varsa da Tarihsel ve köken olarak, aslında hatalı ve kasıtlı bir kullanımdır diye düşünüyorum... Saygılarımla...