-
İçerik Sayısı
271 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
Terapi tarafından postalanan herşey
-
"Bazı şeylerin açığa ve ortaya çıkmasından korkarak yaptığınız bu açıklama ve yaklaşımlar..." Bu cümle sana ait gecekuşu korku lafını ortaya atan sensin.. Bu 1.. İkinci olarakta hiç boşuna kendini yorma bizler burada Risalelerde istifade edeceğiz... Sen gibilerin tek derdi var. İnkar etmek...Bizler sizi iyi tanıyoruz.... Kimin vatansever olduğunuda... Yukarda yazdıkların her zamanki gibi "senin ve senin gibilerin doğmaları..." Sen Risale-i nurları hiç inceledin mi? Ne kadar bilgin var bu konuda cehaletin yazdığın cümlelerde aşikar bir şekilde ortada cehalitini bizlere dayatma... Eğer mantıklı ve tutarlı paylaşımların varsa buyru yoksa.....Bizi kandıramazsın...Bizler saf değiliz....Dostum.. Habire yorum yorum sağdan soldan kopyalarla bizlere dayattığın doğmalar... Birazda fikir üret arkadaşım fikir..... Evet bizler kimin ne olduğunu çok iyi biliyoruz... Maksat hedef saptırmak ve bizleri oyalamak...Biz bu oyunu iyi biliriz... Buyrun kardeşler konumuza dönelim...Birinci sözle başlamıştık... Hayırlısı bilen bilir bilmeyen bilmez.. Açıklamalı olarak yukarıya yazdık...Buyrun herkes katılımda bulunsun...İstifade edelim.. Ben giriş yapayım. Bir *inci* söz ve *Bil ey nefsim* kavramlarını inceleyerek başlayabiliriz inşAllah... Buyrunuz..
-
Hiç kuşkun olmasın Gecekuşu herkes görecek. Herkes bir birgün kaçınılmaz bir şekilde hakikatle yüzleşecek.. Bizlerinden en az sizler kadar kafası çalışıyor. Bizlerde araştırıyoruz. Bizlerde düşünüyoruz... Bizlerde nelerin gizlendiğini biliyoruz... Kurtuluş savaşında bu vatanı talebeleriyle savunmuş, ruslara esir düşmüş, İngilizlerin onca çabasına rağmen kurtuluş savaşına çıkılmaması konusunda verilen fetvalara karşı bir fetva yayınlayarak ingilizlerin hedefi haline gelmiş bir vatansever hakkında söylemlerinize dikkat ediniz... Haddinizi biliniz... Bu vatanında bu dininde esas sahipleri bizleriz... Sizler değil.... ""İstibdâdın (baskının) her nevine(türüne) karşıyım. Onu nerede görürsem tokadımı vururum. Bence istibdâdın en kötüsü ilme yapılan istibdattır. Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam. İman ne kadar gelişirse hürriyet de o kadar parlar. İşte asr-ı saadet!" sözleriyle hürriyete olan büyük sevdasını ifade etmiştir. Birinci Dünya Savaşında milis kuvvetleri gönüllü komutanı olarak savaşa katılmış ve esir düşerek iki buçuk yıl Rusya'da esaret hayatı yaşamıştır. Daha sonra İstanbul'un işgalinde işgalci güçlere karşı mücadele ederek ilim adamlarını ve halkı uyarmıştır. İstanbul âlimlerinin Kuva-yı Milliye ve Kurtuluş Savaşı aleyhinde verdiği fetvayı, "İşgal altındaki bir yerde bulunan sorumluların verdiği fetva irade özgürlüğü bulunmadığı için mualleldir (sakat ve tutarsızdır)" gerekçesiyle karşı çıkmış ve çürütmüştür."" Bizlerin herşeyi ortada tarih buna şahit. İnsanlık buna şahit. Korkacak hiçbirşeyimiz yok... Esas sizler korkun.
-
Senin doğmalarına inanacak değiliz.. Biz kimin ne olduğunu biliyoruz. Sen "Bediüzzaman"'nın ne demek olduğunu manasını öğren önce Yakın tarihimizde yaşadı kendisi bütün yazılı kaynaklar ortada. Bürün asırdaşları ve söyledikleri ortada... Fikirleriyle mücadele edecek gücünüz yok kişiliğine saldırıyorsunuz.. Risale-i Nur siz gibilerin bütün tuzaklarını Allah'ın izniyle Kur'an-ı Kerimin ve Sünneti Seniyyenin rehberliğinde boşa çıkardı...... Hepiniz dersinizi aldınız... Beyhude uğraşıyorsunuz dostum... Atı alan üsküdarı çoktan geçtiiiii.... Tefekkürümüzün arasından çekil ve git...!!!!!!! Eğer birşeylere yönelik katkın yoksa...
-
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla başlar ve ancak O’ndan yardım dileriz. Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, medih ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Efendimiz Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile âline ve ashâbına ise salât ve selâm olsun. Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için, askerlik temsilâtıyla, sekiz hikâyeciklerle birkaç hakikati nefsimle beraber dinle. Çünkü ben nefsimi herkesten ziyade nasihate muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim Sekiz Sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca ve avam lisanıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin. "BİRİNCİ SÖZ" "Bismillahirrahmanirrahim" Besmelenin anlam ve önemi. Çeşitli varlıkların dilinde besmele. Allah'ın adını anmak ve O’nun adıyla hareket etmek neler kazandırır? BİSMİLLÂH her hayrın başıdır (Cenab-ı Hakk’ın ismi zikredilmeyen her iş eksik kalacaktır.). Biz dahi başta ona başlarız. Bil, ey nefsim, şu mübarek kelime, İslâm nişanı (belirtisi) olduğu gibi, bütün mevcudâtın (varlıkların) lisan-ı haliyle (hal diliyle) vird-i zebânıdır (devamlı okunan zikridir.). Bismillâh ne büyük, tükenmez bir kuvvet, ne çok, bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle……… Şöyle ki: Bedevî Arap çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki, bir kabile reisinin ismini alsın ve himayesine girsin-tâ şakîlerin (eşkiyaların) şerrinden kurtulup hâcâtını (ihtiyacını) tedarik edebilsin. Yoksa, tek başıyla, hadsiz düşman ve ihtiyacatına karşı perişan olacaktır. İşte, böyle bir seyahat için, iki adam sahrâya (çöle) çıkıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazi (alçakgönüllü) idi, diğeri mağrur (gururlu) . Mütevazi, bir reisin ismini aldı; mağrur almadı……. Alanı her yerde selâmetle gezdi. Bir kàtıu't-tarîke (yol kesene) rast gelse, der: "Ben filân reisin ismiyle gezerim." Şakî def olur, ilişemez. Bir çadıra girse o nam ile hürmet görür……… Öteki mağrur, bütün seyahatinde öyle belâlar çeker ki, tarif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil, hem rezil oldu. İşte, ey mağrur nefsim, sen o seyyahsın (yolcusun) . Şu dünya ise bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın, hâcâtın nihayetsizdir. Madem öyledir; şu sahrânın Mâlik-i Ebedî’si ve Hâkim-i Ezelîsi’nin ismini al. Ta bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisâtın karşısında titremeden kurtulasın. Evet, bu kelime öyle mübarek bir definedir ki, senin nihayetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete, rahmete raptedip (bağlayıp) Kadîr-i Rahîmin dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçi yapar. Evet, bu kelime ile hareket eden, o adama benzer ki, askere kaydolur, devlet namına hareket eder, hiçbir kimseden pervâsı (korkusu) kalmaz. Kanun namına, devlet namına der, her işi yapar, her şeye karşı dayanır. Başta demiştik: Bütün mevcudat lisan-ı hal ile "Bismillâh" der. Öyle mi? Evet. Nasıl ki, görsen, bir tek adam geldi, bütün şehir ahalisini cebren (zorla) bir yere sevk etti ve cebren işlerde çalıştırdı. Yakînen bilirsin, o adam kendi namıyla, kendi kuvvetiyle hareket etmiyor. Belki o bir askerdir, devlet namına hareket eder, bir padişah kuvvetine istinad eder (güvenir.). Öyle de, her şey Cenâb-ı Hakk’ın namına hareket eder ki, zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler, başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. Demek herbir ağaç "Bismillâh" der; hazine-i rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor. Herbir bostan "Bismillâh" der, matbaha-i kudretten (Kudret Sahibi’nin mutfağında) bir kazan olur ki, çeşit çeşit pek çok muhtelif leziz taamlar (yemekler), içinde beraber pişiriliyor. Herbir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar "Bismillâh" der, rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere Rezzak namına en latîf, en nazif, âb-ı hayat (hayat suyu) gibi bir gıdayı takdim ediyorlar. Herbir nebat (bitki) ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları "Bismillâh" der, sert olan taş ve toprağı deler, geçer. "Allah namına, Rahmân namına" der; herşey ona musahhar (emrine amade) olur. Evet, havada dalların intişarı (yayılması) ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin kemâl-i suhuletle (tam kolaylıkla) intişar etmesi (yayılması) ve yeraltında yemiş vermesi, hem şiddet-i hararete (şiddetli sıcaklara) karşı aylarca nazik, yeşil yaprakların yaş kalması, tabiiyyunun (tabiatçıların) ağzına şiddetle tokat vuruyor, kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki: En güvendiğin salâbet (sertlik) ve hararet (sıcaklık) dahi emir tahtında hareket ediyorlar ki, o ipek gibi yumuşak damarlar, birer Asâ-yı Mûsâ (a.s.) gibi “Vur asânı taşa” buyurduk (Bakara Sûresi, 2:60.). Emrine imtisal ederek (uyarak) taşları şakk eder (deler geçer). Ve o sigara kâğıdı gibi ince, nâzenin yapraklar, birer âzâ-yı İbrahim (a.s.) gibi, ateş saçan hararete karşı "Ey ateş, serin ve selâmetli ol." (Enbiyâ Sûresi, 21:69.) âyetini okuyorlar. Madem herşey mânen "Bismillâh" der; Allah namına, Allah'ın nimetlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi "Bismillâh" demeliyiz. Allah namına vermeliyiz, Allah namına almalıyız. Öyleyse, Allah namına vermeyen ****** insanlardan almamalıyız. SUAL: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiyat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah ne fiyat istiyor? ELCEVAP: Evet, o Mün'im-i Hakikî (gerçek nimet verici), bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir: Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir. Başta "Bismillâh" zikirdir. Âhirde "Elhamdülillâh" şükürdür. Ortada, bu kıymettar harika-i san'at olan nimetler Ehad, Samed'in mucize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek (anlamak) fikirdir. Bir padişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin (zavallı, aciz) adamın ayağını öpüp hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet (ahmaklık) ise, öyle de, zahirî mün'imleri (zahiri nimet verici gibi görünenleri) medih (övme) ve muhabbet edip Mün'im-i Hakikî’yi (Hakiki Nimet Verici’yi (c.c)) unutmak, ondan bin derece daha belâhettir. Ey nefis! Böyle ebleh (ahmak) olmamak istersen, Allah namına ver, Allah namına al, Allah namına başla, Allah namına işle, vesselâm. Evet Birinci sözü tefekkür ederek başlayabiliriz buyrunuz...
-
Risale-i Nur Nedir ve Nasıl Bir Tefsirdir? Kur'ânın hakikatlarını müsbet ilim anlayışına uygun bir tarzda izah ve isbat eden Risale-i Nur Külliyatı, her insan için en mühim mesele olan "Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereye gideceğim? Vazifem nedir? Bu mevcudat nereden gelip nereye gidiyorlar? Mahiyet ve hakikatları nedir?" gibi suallerin cevabını vâzıh ve kat'i bir şekilde, çekici bir uslûp ve güzel bir ifade ile beyan edip ruh ve akılları tenvir ve tatmin ediyor. Yirminci asrın Kur'ân Felsefesi olan bu eserler, bir taraftan teknik, fen ve san'at olarak maddiyatı, diğer taraftan iman ve ahlâk olarak mâneviyatı câmi ve havi olacak Türk medeniyetinin, sadece maddiyata dayanan sair medeniyetleri geride bırakacağını da isbat ve ilân etmektedir. Ecdadımızın bir zamanlar kalblerinde yerleşen iman ve itikad cihetiyle zemin yüzünde yüz mislinden ziyade devletlere, milletlere karşı imanından gelen bir kahramanlıkla mukabele etmesi, İslâmiyet ve kemalât-ı mâneviyenin bayrağını Asya, Afrika ve yarı Avrupa'da gezdirmesi ve 'Ölsem şehidim, öldürsem gaziyim' deyip ölümü gülerek karşılayarak müteselsil düşman hâdisata karşı dayanması gibi, milletçe medar-ı iftihar âli seciyemizin bugün biz gençlerde inkişafı, vatan ve millet menfaatı bakımından ve istikbalimizin selameti noktasından ne derece elzem olduğu malûmdur. Mutlaka her hareket ve hizmette maddî bir ücret ce şahsî menfaatler mülâhaza etmek, Türk'ün millî tarihinin şeref ve haysiyeti ile kabil-i te'lif olamaz. Bizler, ancak Rıza-yı İlâhî için çalışıyoruz. Bizzat hizmetinde bulunmakla aldığımız telezzüz, kardeş ve vatandaşlarımıza, İslâmiyete ve insaniyete yardımda bulunabilmek mazhariyetinden gelen ebedî hayatımıza ait sürur ve ümit, bizim bu babda aldığımız ve alacağımız yegâne hakiki mukabele ve ücrettir. Risale-i Nur nasıl bir tefsirdir? Tefsir iki kısımdır. Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur'anın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânalarını beyan ve izah ve isbat ederler. İkinci kısım tefsir ise: Kur'ânın imanî olan hakikatlarını kuvvetli hüccetlerle beyan ve isbat ve izah etmektir. Bu kısmın çok ehemmiyeti var. Zâhir malûm tefsirler, bu kısmı bazan mücmel bir tarzda dercediyorlar; fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannîd feylesofları da susturan bir mânevî tefsirdir. Risale-i Nur sübjektif nazariye ve mütâlâalardan uzak bir şekilde, her asırda milyonlarca insana rehberlik yapan mukaddes kitabımız olan Kur'ânın hakikatlarını rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip insaniyetin istifadesine arzedilen bir külliyattır. Risale-i Nur!.. Kur'an âyetlerinin nurlu bir tefsiri.. Baştan başa iman ve tevhid hakikatlarıyla müberhen.. Her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış... Müsbet ilimlerle mücehhez.. Vesveseli şüphecileri ikna ediyor... En avamdan en havassa kadar herkese hitap edip, en muannid feylesofları dahi teslime mecbur ediyor... Risale-i Nur!.. Nurlu bir külliyat... Yüzotuz eser... Büyüklü küçüklü risaleler halinde... Asrın ihtiyaçlarına tam cevap verir... Aklı ve kalbi tatmin eder... Kur'ân-ı Kerim'in yirminci asırdaki lâfzî değil - manevî tefsiri... İsbat ediyor!... Akla gelen bütün istifhamları... Zerreden güneşe kadar îman mertebelerini... Vahdaniyet-i İlahiyeyi... Nübüvvetin hakikatını... İsbat ediyor!... Arz ve Semavatın tabakatından, melaike ve ruh bahsinden, zamanın haikatından, Haşir ve Ahiretin vukuundan, Cennet ve Cehennemin varlığından, ölümün mahiyet-i asliyesinden ebedî saadet ve şekavetin menbaına kadar... Akla gelen ve gelmeyen bütün îmanî meseleleri en kat'i delillerle aklen, mantıken, ilmen isbat ediyor... Pozitif ilimlerin müşevviki... Riyazi meselelerden daha kat'i delillerle aklı ve kalbi ikna edip, merakları izale eden bir şaheser...
-
Hala cevap alamadık.... Gayretlerinizi için Teşekkürler Sanırım sükut etmek kabullenmek manasına mı geliyor?
-
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
Terapi şurada cevap verdi: niyogara başlık Dini Konular - Din - Dinler
Evet gene ayrı yere geldik takıldık kaldık. Dikkat ediyorum. Yazılanlar üzerine ve söylenenlere asla yorum yok... Sadece klasik bir kaç cümleyle inkar cevapları var... Tekrar soralım Fotosentez olayında bitkilerin atık olarak oksijen ürettiği doğru mu yanlış mı? Ve Bu oksijeni bizlerin direk kullanarak hayatımızı devam ettirdiğimiz doğru değil mi? Fotosentez olayınında Allah'ın bitkilere ürettirdiği oksijeni soruyorum arkadaşlar konuyu çarpıtmayalım...?? Fotosentez sadece bitkinin gereksinimleri için değil Dünyadaki öteki canlılar içinde çok önemlidir. Bunu görmemezlikten gelemezsiniz.. "Fotosentezle havadaki zararlı CO2 alınarak yerine canlıların büyük çoğunluğunun muhtaç olduğu O2 verilmektedir. Hayvanlar ve insanlar ise havaya en çok CO2 veren canlılardır. Buna göre bitkilerle hayvanlar arasında karşılıklı bir alış veriş vardır." Yukardaki bilgiler için bkz.. " ogrenci.hacettepe.edu.tr/~b0245194/FOTOSENTEZ.ppt " Bu adresi direk adres çubuğuna yazarak bakabilirsiniz.. "Fotosentezin Önemi" Yeryüzünde tüm canlıların kullandığı enerjinin kaynağı Güneş'tir. Güneş enerjisinin bitkilerce kullanımı fotosentezle olur. Fotosentezle bitkilerde depolanan enerji, kimyasal enerjidir ve bütün canlıların da enerji kaynağıdır. Bu nedenle hayatın devamı yeşil bitkilere bağlıdır. Çünkü yeryüzünde oksijen ve besin üreten bitkiler ile bunları tüketen diğer canlılar arasında karşılıklı madde ve enerji alış verişine dayanan bir düzen kurulmuştur. Bu düzenin devam ettirilmesi, doğanın ve çevrenin korunmasına bağlıdır. Tüketiciler yaşamlarını sürdürebilmek için yeşil bitkilerin yapmış olduğu organik besin maddelerine ihtiyaç duyar. Bu nedenle fotosentez olayı olmasaydı yaşam da olmazdı. Görüldüğü gibi fotosentez ile solunum arasında mükemmel bir denge vardır Bu denge ile havadaki karbon dioksit ve oksijen oranı değişmez. Çünkü tüketiciler solunum yolu ile ne kadar oksijen tüketiyorlarsa aynı şekilde fotosentez yapan bitkiler de o kadar oksijen üretir. Mevsimlere göre bitkilerin yaşam etkinliklerinde değişiklikler gözlenir Meyvelerini olgunlaştıran ve yapraklarını döken bitkilerin yaşam etkinlikleri yavaşlar. Bitkilerin yaşam etkinliklerinin azalması sonbaharda başlar, kış mevsiminin bitimine kadar devam eder. Bu süre içinde koşullar elverişli olmadığı için bitkiler fotosentez yapamaz. Çam, ardıç, sedir, köknar gibi yapraklarının tamamını dökmeyen bitkiler de kışın fotosentez yapamaz. Çünkü fotosentez olayı sadece yaprağa bağlı değildir. Sıcaklık, nem, güneş ışığı gibi etmenlerin de uygun olması gerekir. İlkbaharla birlikte ısı, nem, güneş ışığı, toprağın havalanması gibi unsurlarla ortam elverişli hâle gelir. Bit-kiler yeniden yaşam etkinliklerini artırarak tomurcuklanır, yaprak oluşturur ve çiçek açar. Böylece büyüme ve gelişmeleri devam eder. Bitkiler, klorofil sayesinde güneş enerjisini kullanabileceği enerji biçimine dönüştürür. Bu enerji ile besinini sentezler, açığa çıkan oksijeni de havaya verir. "http://fenokulu.net/fotosentez1.htm" Evet sayın yam yam arkadaşın söylediği 2400 m derinlikte okyanusun dibindeki bakteri olayı şu şekilde: bu bakteriler Okyanus dibindeki sıcak su kaynaklarından gelen ve son derece gelişmiş olan algılayıcıları sayesinde zayıf ışık ve kükürt yardımıyla fotosentez yapıyorlar. Bu konunun fotosentez olayı sırasında açığa çıkan oksijenler bağlantısı göremedim. Sanırım yam yam şunu karıştırıyor. Fotosentez bitkilerin gereksinim duyduğu temel enerjiyi sağlar. Eyvallah. Ama bununla beraber en az bu kadar önemli başka faydalarıda vardır. Yukarda defaatle anlattık fotosentezin canlılık için ne kadar önemli olduğunu. Birinci yi kabul edeceksinizi ikinciyi es geçeceksiniz. Kusura bakmayın bu tamamen "inkar" dır. "Gerçeğin üstünü örtmektir". Bakın Allah öyle rahmet sahibidir. ki okyanusun 2400 metre altındaki bir bakteriyi dahi unutmuyor onun rızkınıda yer altı suları vasıtasıyla gönderiyor. Ona donanım olarak çok hassas algılayıcılar takıyor... ..Artık gözlerinizi biraz açın... Çok rica ediyorum...Artık kafanızdaki doğmaları bizlere dayatmaktan vazgeçin... Bilim dahi bizimdir. İnsanlığın ortak kazanımıdır. Çok ufak bir soru sorayım Ağaçlardaki mühendislik mucizesi olan tasarımları bilimsel olarak açıklayabilir misiniz ? Buyrun her konuyu mutlak biliyorsunuz açıklayın....Yoksa ben sizlere açıklayayım isterseniz... Bizleri bilimden bihaber, bilime kulaklarını kapamış insanlar olarak algılatma metodunuzu bir kenara bırakın da yukardaki bilimsel hakikatlere kulak verin... Evet yorum değil gerçeksel ve konumuza açılım getirecek cevaplar bekliyoruz. Saygılarımla Terapi -
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
Terapi şurada cevap verdi: niyogara başlık Dini Konular - Din - Dinler
-
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
Terapi şurada cevap verdi: niyogara başlık Dini Konular - Din - Dinler
Sevgili yam yam selamlar... Bak arkadaş bana bilimsel olarak ispat edermisin Fotosentez olayı neticesinde ortaya çıkan oksijenin hayat için önemsiz ve aslında hiç gerekmediği gerçeğini??? Halbuki bak Allah O kadar kudret sahibidir ki? Bir işle birçok işe fayda sağlatmaktadır. birazcık önyargısız bakın... Buyrunuz... "The overall chemical reaction involved in photosynthesis is: 6CO2 + 6H2O (+ light energy) =C6H12O6 + 6O2. This is the source of the O2 we breathe, and thus, a significant factor in the concerns about deforestation. " "http://biology.clc.uc.edu/courses/bio104/photosyn.htm" Bak yukarda yapmış olduğumuz solunumun temel kaynağı olan oksijen fotosentez işlemiyle elde edilebiliyor. Yani başka yerlerden ihracat yapmaya gerek yok :) kendi öz kaynaklarımızla )) Mesela atmosferdeki oksijen çok azalabilir, yeryüzünün ısısı artabilir, bunun sonucunda da buzullarda erime meydana gelebilir. Bundan dolayı da bazı bölgeler sular altında kalırken, diğer bölgelerde çölleşmeler meydana gelebilir. Bütün bunların bir sonucu olarak da yeryüzündeki canlıların yaşamı tehlikeye girebilir. Oysa durum böyle olmaz. Çünkü bitkilerin gerçekleştirdiği fotosentez işlemiyle oksijen sürekli olarak yeniden üretilir ve denge korunur. Yeryüzünün ısısı da sürekli değişmez. Çünkü yeşil bitkiler ısı dengesini de sağlarlar. Bir yıl içinde yeşil bitkiler tarafından temizleme amacıyla atmosferden alınan karbondioksit miktarı 129 milyar tonu bulur ki bu son derece önemli bir rakamdır. ....Allah ne büyük ki hem fotosentez yaptırarak bizim temel ihtiyaçlarımızdan birisini karşılıyor diğer tarafdan da bitki bu vesileyle rızıklanmış oluyor... Devam edelim.. "Güneş ışığı yaprağın üzerine düştüğünde yapraktaki tabakalar boyunca ilerler. Yaprak hücrelerindeki kloroplast organellerinin içindeki klorofiller bu ışığın enerjisini kimyasal enerjiye çevirir. Bu kimyasal enerjiyi elde eden bitki ise bunu hemen besin elde etmekte kullanır. Bilimadamlarının birkaç cümlede özetlenen bu bilgiyi elde etmelir 20. yüzyılın ortalarını bulmuştur. Fotosentez işlemini anlamak için sayfalarca reaksiyon zincirleri yazılmaktadır. Fakat hala bu zincirlerde bilinmeyen halkalar mevcuttur. Oysa bitkiler yüz milyonlarca yıldır bu işlemleri hiç şaşmadan gerçekleştirip dünyaya oksijen ve besin sağlamaktadır." "http://stu.inonu.edu.tr/~e0499212/fotosentez.htm" Böyle sayısız örnek yazılabilir.. Ben esas doğma olarak neyi görüyorum biliyormusunuz arkadaşlar.."Esas doğma olan şey herşeyi biliyormuş vehmine kapılmak ve bunda ısrar etmektir." İnsanlık sanırım bunu asla açıklayamacak... Fotosentez olayında da gördük ki Allah'ın hiçbir işi boş abes ve israf değildir.. Nereye baksak O var.... Saygılar Düşünebiliyormusunuz ? Bitkiler besin üretmek için atık olarak "serbest oksijeni" atmosfere bırakıyorlar ve "oksijeni kullanmıyorlar." Evet işte "atık olarak" üretilen Bu oksijen hayat kaynağı oluyor.. Ne büyük bir mucize... Bitki bunu nerden bilecekmiş, bitki besinini yapıyormuş sizin oksijeni kullanıp kullanmamanız bitkiyi ilgilendirmezmiş gibi "doğmatik yaklaşımlarla" hakikati örtmeye çalışmak çok bilimsel ve tutarlı bir yaklaşımdır..tebrikler.. Bu arada: Şimdi çıkıp ama gece bitkiler solunum yapıyor ve dışarıyada karbondioksit veriyor demeyelim ve bakalım... "Fotosenteze dönecek olursak bitkilerin anabolizmaları fotosenteze dayalıdır ve fotosentez hızı her zaman solunumdan daha hızlıdır. Bu yüzden gece gündüz solunum yapan bitkiler, fotosentez yapıldığı sürece ortama oksijen verirler. Solunum sırasında tüketilen oksijen gecede gündüzde çok büyük miktarlarda değildir." Alıntı : "http://www.biltek.tubitak.gov.tr/merak_ettikleriniz/index.php?kategori_id=10&soru_id=2763" alıntı yapılan yerdede yam yam arkadaşın dediği gibi bitkiler bizim yaşamamız için oksijen üretmezler deniyor üst kısımlarda . Bu sadece bir yorumdur. Ve bu yorumlara hiçte yabancı değiliz.. Kendileri bitkiyle konuşmuş ve sormuşlar. Sayın bitki.oksijeni sen ne için üretiyorsun...."ne büyük bir doğma"...:)) İlginç olan alıntıyı yaptığım yer bitkinin sadece besin üretmek için fotosentez yaptığı tezine vurgu yaparken, bitkilerin atık olarak açığa çıkardığı oksijene karşı duyarsız kalmış....ortama oksijen verilir diyebilmiş sadece.. Bilimsel gerçek ise fotosentez olduğu sürece hayat için olmaz sa olmaz önem taşıyan oksijenin üretildiği gerçeğidir... Lütfen objektif olalım. Tarafsız olalım... Çıkmak zorundayım artık Saygılar -
alim hoca - ateist genç diyaloğu
Terapi şurada cevap verdi: radikal07 başlık Dini Konular - Din - Dinler
... Sevgili Bilimselci. Okudum ve Söylemiş olduğun psikolojik destekleri derinlemesine inceleyelim dedim..Sanırım anlaşılamamış...Yani sözü size bıraktım. Somut örnekler üzerinden gidelim istedim... İnançların getirdiği çözümleride devamında irdeleriz. Kısa bir örnek verelim o konuda da, araştırma fırsatı olur takip edenler varsa eğer.....Mesela Risale-i Nur' un bu olaya yaklaşımını irdeleme fırsatı buldunuz mu? -
Ek: İlave olarak Paul'e ait açıklamalara aşağıdaki adresten ulaşılabilir... -http://www.abc.net.au/science/bigquestions/s460625.htm- " There is, however, a more serious problem, of a physical nature. There are many physical processes occurring in the universe that proceed at a finite rate, and are irreversible. For example, the formation and death of stars, and the emission of starlight into space. You can’t run these processes backwards. But if the universe is infinitely old, then these irreversible processes would have all run their course by now, and the entire universe would have reached its final state. But that hasn’t happened yet, so the universe can’t have existed for ever. We know there must have been an absolute beginning a finite time ago. Sometimes people try to circumvent the problem of irreversible processes by conjecturing that the universe does indeed oscillate for ever, but that each individual cycle is somehow disconnected from the previous cycle. In other words, supposing when the universe went crunch, and bounced into a new big bang, that matter and energy were totally reprocessed in such a way that no memory of the previous phase could survive. """ Saygılar
-
Devam edelim nasipse ? Bir alıntı...: ” Paul Davies’e göre: “Artık Evrenin başlangıcını tam bir yokluğa, tam bir hiçliğe komşu edebiliyoruz. Hiçbir bilimsel problem, her şeyin bu hiçlikten nasıl meydana geldiği sorusu kadar temel olabilir mi? Davies, “Çağımızın en önemli keşfi, yaşadığımız Evrenin ezeliyyen var olmadığı gerçeğidir” der ve devam eder: “ bilim, ‘Evren nasıl var oldu? Niye böyle, bu haliyle yaratıldı?’ gibi, bu zamana kadar karşılaşmadığı dev sorularla yüzyüze geldi. Asırlarca insanlık yokluktan hiçbir şey meydana gelemez sanmıştı. Ama bugün herşeyin bir hiçlikten meydana geldiğini biliyoruz. Big Bang, yalnızca ilâhî bir veri, sebep-sonuç zincirinin işlemediği bir olay olarak anlaşılabilir.” “Sebep-sonuç zincirinin işlemediği bir olay.” Robert Jastrow, bu nokta üzerinde durup şu hükme varır: “Bu haliyle Big Bang, ‘Her sonucun, her neticenin bir sebebi vardır’ temel düsturuna ters düşüyor, uyuşmuyor. Ve şimdi, en büyük netice olan Evrenin doğuşu determinist modern bilimin bu düsturunu bozuyor, çürütüyor.” Davies’in ilâvesiyle, “Asırlık ‘Hiçten birşey yaratılmaz’ inancı da yıkılmıştır.” Sevgili Bilimselci Evren Yaklaşık olarak 15 milyar yaşında. Pekala 16 milyar veyahut 30 milyar yıl önce Evren neredeydi? Veyahut tam olarak yaşı hesaplandı diyelim...Eğer yaşı var ise doğumuda vardır değil mi? Doğmadan önce Evren neredeydi? Veyahut 1965 doğumlusunuz diyelim......1960 yılında siz neredeydiniz ? Siz o zaman kimdiniz ?
-
alim hoca - ateist genç diyaloğu
Terapi şurada cevap verdi: radikal07 başlık Dini Konular - Din - Dinler
Sevgili Bilimselci seyahatten döndüm. Forumdanda ayrılacağım. Fakat bazı konularda fikir alış verişim devam ettiği için buradayım.. Bilirsin ki, paylaşım olduğu sürede yazışmak güzeldir ve faydalıdır. Yukardaki yaklaşımlarınız ve açıklamalarınız için teşekkür ederim. Bunu bir giriş kabul edersek, Mesela psikolojik olarak sosyal bilimlerin çözümleri ne biraz yönelelim isterim ben.... Psikoloji alanında yoğun okumaları olan birisi olarak bu konuya ilgi duyuyorum. öncelikle siz isterseniz bir giriş yapın..Bu konuyu derinlemesine irdeleyelim. Daha sonra müsade ederseniz inanç sisteminin bu tip durumlara ne gibi çözümler getirdiği irdeleyelim... Mesela ben ruhuma ve iç alemime soruyorum. Bir insan olarak. Bakıyorum ki arzularım ve isteklerim tamamen sonsuzluk istiyor. Ebediyyet istiyor. Ölümü istemiyor. Bir anda tüm sahip olduklarımı kaybedip yok olup gitmek istemiyor. Bana ne olacak. Ölünce? Veyahut evladımı kaybettim...yavruma acaba ne oldu? Toprağın altında üşüyormudur...Yoksa çürüyüp yok mu oldu? Bir daha evladımı görebilecekmiyim? Bir daha sevdiklerimi görebilecek miyim.? şeklinde bir çok sorular "benim ve bu gerçekle yüzleşen herkesin" açmazları halini alıyor.. Buyrun bu konuda sizi dinleyelim... Saygılar.. -
alim hoca - ateist genç diyaloğu
Terapi şurada cevap verdi: radikal07 başlık Dini Konular - Din - Dinler
Sevgili Bilimselci , Fikrini merak ettiğim için soruyorum. Başka bir maksadım yok.. Evladını yeni kaybetmiş bir annenin yüreğindeki acıları ve sızıları nasıl tamir edebilir, Annenin acılarına ve çıkmazlarına nasıl çözümler üretebiliriz.....? Bu konuda bizi aydınlatabilir misin? Bence teker teker giderek bir çok konuya farklı bakış açıları getirme fırsatı yakalayabiliriz..Bu soru bir başlangıç olsun. Teşekkür.... -
"İnfitar Süresi" 1. Gök yarıldığında, 2. Yıldızlar(1) saçıldığında, (1) Veya gezegenler. 3. Denizler taştığında, 4. Kabirler deşildiğinde, 5. Herkes ne yaptığını, neyi geri bıraktığını öğrenir. 6. Ey insan, pek lütufkâr olan Rabbine karşı seni aldatan ne? 7. O Rabbin ki seni yarattı, güzel ve düzgün şekilde biçimlendirdi, dengeli ve ölçülü yaptı. 8. Kendi dilediği gibi sana bir suret verdi.(2) (2) İnsanın yaratılışındaki sayısız harikulâdelikler bir yana, sadece suretindeki mükemmellik dahi, yüzyıllardır bilim, sanat ve felsefe dünyasını kendisine hayran bırakmıştır ve bırakmaya devam etmektedir. Özellikle “altın oran” veya “İlâhî oran” şeklinde bilinen orantı, kaynağını insan bedenindeki orantılardan almıştır ve kâinattaki estetiğin temeli olarak kabul edilmektedir. Bu oran, insan organlarının birbirine karşı pozisyon ve büyüklüklerinde akıllara durgunluk verecek bir mükemmellikte kullanılmıştır; insan yüzünde ise, neredeyse sayısız denecek belirtileriyle karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzdendir ki, kâinat estetiğinin kurallarını değiştirmeden—ki bunu Âlemlerin Rabbinden başka yapacak yoktur—bu kâinat içinde insandan daha güzel bir yaratık, insan yüzünden daha güzel bir yüz düşünmek mümkün olmamıştır. Bu suret ve simanın herbir insan için ayrı ayrı takdir edilmiş olması ise, Yer ve Gökler Rabbinin, her insan bireyine karşı çok özel bir lütfudur ki, insanın böyle aşikâr bir kerem karşısında aldanması ve inkâra yönelmesi, gerçekten de bağışlanmayacak bir nankörlük olur. 28:68 ve 40:64’ün açıklamalarına da bakınız. 9. Heyhat! Siz dini yalan sayıyorsunuz. 10. Oysa üzerinizde sizi koruyup gözetenler var. 11. Onlar Kirâmen Kâtibîn’dir.(3) (3) Allah katında şeref ve itibarı yüksek olan kâtip melekler. 12. Her ne yaparsanız bilirler. 13. İyilik ehli olanlar, nimetler içindedir. 14. Günahkârlar da Cehennemdedir. 15. Hesap gününde oraya girerler. 16. Bir daha da oradan çıkamazlar. 17. Hesap gününün ne olduğunu bilir misin? 18. Evet, hesap gününün ne olduğunu bilir misin? 19. O, kimsenin kimseye bir faydasının olmadığı gündür. Hüküm o gün Allah’ındır.
-
Konumuz aslında HY değil. Yada HY mutlak doğrudur da değil Fakat,,, Sayın yam yam arkadaşın vermiş olduğu linkteki tartışmalara baktım. (harun yahyanın siteleri hakkında özellikle sayın kralx ile olan tartışmalar) Herkesin kendisince haklı olduğu taraflar var. Fakat bir şey dikkatimi çekti, Da vinci isminde bir arkadaştan alıntılar yapılmış...kopyala yapıştır olarak yam yam tarafından Da Vinci kimdir? Da Vinci kendi çapında bir araştırmacıdır. Futbol, basketbol, satranç, masa tenisi oynamayı sever. Hiçbir dini inancı yoktur, ateisttir. Bu arkadaş HY nın sitesindeki bilgileri incelemiş ve kendi çapında itirazlarda bulunmuş. Sonuçta ortada bir emek ve gayret var. Saygımız var. Tabiki dikkate alınmalı Fakat çok kısa bir inceleme yaptım evrimcilerin itirafları şeklindeki bölümde. Sayın yamyam HY ::::::: Dr. Robert Milikan (Nobel ödüllü, ünlü bir evrimci fizikçi) diye adamı ifade ediyor ve başka bir yerde de sadece Dr. Robert Milikan (Nobel ödüllü, ünlü bir evrimci) şeklinde tanımlıyor. evet senin vermiş olduğun kopyala yapıştır yaptığın sitedeki şu ifadeler doğrudur. "Kendisi bir fizikçidir ve Nobel Ödülünü de fizik alanında almıştır. Fizikten sonraki en önemli ilgi alanı din ve felsefedir " Evet bu şahıs temelde fizikçidir fakat fizikçi olması evrimci olmadığı manasına gelmemektedir. Çünkü bu şahıs aynı zamanda felsefe ve dini konuları da alanı içersine almıştır. Mesela 1-) "http://www.present-truth.org/Creation/Creation-not-EvolutionTOC.htm" bu adreste..... "....Such a great thinker as Dr. Robert A. Millikan, famous physicist and Nobel prize winner, said, "The pathetic thing is that we have scientists who are trying to prove evolution which no scientist can ever prove." (Dr. Millikan is an evolutionist; but he is honest enough to admit it is a theory that can NOT be proved). """ şeklinde ifadeler bulunmaktadır.... Yani bu ifadelere göre bu şahıs bir evrimcidir. Bir fizikçidir.Bu ifade de “ Açıklı (üzücü) bir durum: Sahip olduğumuz bilim adamları bu güne kadar hiçbir bilim adamının kanıtlayamadığı evrimi kanıtlamaya çalışıyor” şeklindedir. Yani bu teoriyi bu zamana kadar kimse kanıtlayamadı. Ama hala çalışmalar sürüyor. Çalışmalar çok umut verici değil. Parantez içinde ise şöyle denmektedir. “Dr. Millikan bir evrimcidir. Fakat Bu teorinin kanıtlanmadığını itiraf edecek kadar da iyi niyetli birisidir.” Yani Da Vinci arkadaşın iddia ettiği gibi değildir. Diyor bu site ve açıklamaları 2-) "http://www.libertypost.org/cgi-bin/readart.cgi?ArtNum=116481" Mesela burada gene bu ünlü fizikçiye ait "....Dr. Robert A. Milikan, physicist and Nobel Prize winner, speech before the American Chemical Society: "The pathetic thing about it is that many scientists are trying to prove the doctrine of evolution, which no science can do." evrim hakkında açıklamalar vardır....Burada “Üzücü bir şey, bir çok bilim adamı, hiçbir bilimin yapamayacağı bir şeyi, evrim doktrinin kanıtlamaya çalışıyor.”” Şeklindedir.. 3-) "http://www.ankerberg.com/Articles/_PDFArchives/science/SC3W1099.pdf" Mesela burada bir .pdf dosyaı bulunmakta. Ve Da Vinci arkadaşında Türkçe ye çevirmeye çalıştığı HY’nında belirttiği ifadeye yer verilmekte ve bu kişiden "nobel ödüllü bir evrimci" olarak bahsedilmektedir.. Linke bakılabilir… Daha bir çok örneğe rastladım..yam yam arkadaşın kopyala yapıştır yaptığı siteyi güvenilir bulamadım. Şimdi yam yam arkadaş kendisini “çok araştırmacı” ve “her şeyi hemen ciddi bir şekilde araştırmadan iyice tespit etmeden kabul etmeyen birisi” olarak tanımlıyor. Fakat kendisini kendi çapında bir araştırmacı olarak tanımlayan birisinin kendi gözlemlerini buraya kanıt olarak aktarabiliyor. Bunu anlayamadım anlayan var mı? Bu Davinci arkadaşın yazmış olduğu tek bir şeyi inceleme şansım oldu. Yukarıdakilerle karşılaştım. Daha fazla vaktim şuan yok..Belkide bu araştırma diğerlerine de ışık tutar ne dersiniz ? Evet sevgilim yam yam arkadaş lütfen işin doğrusunu bize anlatır mısın? HY bizler için referans değildir. Doğrularını alırız, kanıtlanmış yanlışları varsa kabul etmeyiz.( Birilerinin kendi araştırmaları sonucu vardığı hükümleri değil tabiki...) HY = İnancınız tezini de kabul etmiyoruz bu arada. Fakat kimseye de haksızlık yapılmasın. Kimse karalanmasın boş şeyler le. Sevgili yam yam Lütfen örnekler verme konu dağılıyor. Sadece yukarıdaki bahsettiğim konuda bize bir açıklama yap .. Eğer biz yanılıyorsak kendimizi düzeltelim.. Saygılar..
-
Sevgili Bilimselci uzun bir iş seyahatine çıkmak zorundayım. Cevaplarım bu yüzden gecikebilir. Fakat benim söylemek istediğimiz siz yanlış anlamışsınız. Size nasipse dönünce izah ederim. Şimdilik diyebiliriz ki: Bilim daha uzun yıllar insanlığa hizmet edecek. Bu da Allah'ın bir kanunu ,bu konuda sizinle farklı görüşlerimiz yok ki. Bilimsel her çalışmanın ve gayretin arkasındayız..Çünkü bu bilimsel çalışmalar sayesinde biz Rabbimizin Kudretini daha çok anlabiliyor ve öğrenebiliyoruz. ( Zaten Allah bize ilk emir olarak "Yaratan Rabbinin Adıyla Oku" demiyor mu? dikkat edin sadece "oku" değil bu ayrımı iyi yapmak lazım... Bence birkezde tüm okuduklarımı birde O'nun adıyla okumayı denemek lazım. Birşey kaybetmeyiz... Denemek ve görmek bilimseldir bilirsiniz...) Problem şurada. Din-Bilim ilişkisi. Bizlerin bilime karşı olduğumuzu kesinlikle ifade etmeyin lütfen...İlim Müslümanın yitik malıdır. Diyor Efendimiz...(s.a.v) Bizler bilim sayesinde elde edilen bilgilerin insanlığın yararına kullanıldığı kadar, insanların inanç sistemine karşı da bir itiraz malzemesi yapılmasından şikayetçiyiz.. Bu ayrıma dikkatinizi çekerim.. Ben diyorum ki Bilimsel bir gerçek kesin ispat edilmişse "teori" olmaktan çıkıp bir "kanun" halini almışsa evet buyrun dini referanlarla örtüşüp örtüşmediğini check edelim. ama bunu bu konudaki ehil insanlar, liyakat sahibi insanlar yapsın.. Öyle herkes eline bir kaç bilgi alır hüküm çıkarırsa halimiz nice olur? Bu arada şunu ifade edebilirim. Yukarda söylediğim yöntem zaten takip edilen bir yöntemdir. Eğer bu güne kadar bilimsel gelişmelerin ışığında Kur'an-ı Kerim'i tekzip edecek, yalanlayacak bir netice elde edilmiş olsaydı,, (Tutarlı ve kesinkez herkes tarafından kabul edilen, içinde kaçamaklar ve önyargılar olmayan) Hiç kuşkunuz olmasın bu flaş haber olarak tüm dünyaya duyurulur ve kabul görürdü.. Bunu isteyen ve sırf ömrünü bu ideale ayıran birçok insanın varlığı hepimizin farkında olduğumuz bir durumdur. Bence biz bu "gayb" konusuna eğilelim bu konuda önemli bir noktaya vurgu yapmışsınız... Bize faydalı olabilir.. Biz daima uyanığız sevgili bilimselcii Saygılar Terapi Bir ilave yapmış olayım.. Bilim halihazırda var olan sistemleri ve kanunları gözlemler araştırır ve buluşlar yapar... Yani mevcut var olan materyalleri kullanır. Ve mevcut var olan (Existing) düzeni kanunları kullanır... Ben ise yokluktan bir şeyi getirmekten bahsediyorum.. Yani farklı bir kural sistemi yaratmak ve farklı materyallerle gene günümüzde ki faydalandığımız nimetleri sorunsuz vucuda getirmek...benzerleri yapabilmek Umarım ifade edebilmişimdir.
-
Bende açıklamalı olarak yazayım. Anlamayan arkadaşlara yardımcı olabilir.. "ALTINCI SÖZ" "Allah, inananlardan, mallarını ve canlarını, Cennet karşılığında satın almıştır" mealindeki âyetin bir açıklaması. Yetenek ve organlarımızın Allah için nasıl kullanılabileceğine dair pratik örnekler.” "Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır." (Tevbe Sûresi, 9:111.) NEFİS VE MALINI Cenâb-ı Hakk’a satmak ve O’na abd (kul) olmak ve asker olmak ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciği dinle: Bir zaman bir padişah, raiyetinden (halkından) iki adama, herbirisine emaneten birer çiftlik verir ki, içinde fabrika, makine, at, silâh gibi her şey var. Fakat fırtınalı bir muharebe zamanı olduğundan hiçbir şey kararında kalmaz; ya mahvolur veya tebeddül eder (degişir), gider. Padişah, o iki nefere, kemal-i merhametinden, bir yaver-i ekremini (yüksek rütbeli bir memurunu) gönderdi. Gayet merhametkâr bir ferman ile onlara diyordu: "Elinizde olan emanetimi bana satınız; ta sizin için muhafaza edeyim, beyhude (boşuna) zayi olmasın. Hem muharebe bittikten sonra size daha güzel bir surette iade edeceğim. Hem güya o emanet malınızdır; pek büyük bir fiyat size vereceğim. Hem o makine ve fabrikadaki aletler benim namımla ve benim tezgâhımda işlettirilecek; hem fiyatı, hem ücretleri birden bine yükselecek. Bütün o kârı size vereceğim. Hem de siz, âciz ve fakirsiniz. O koca işlerin masârifâtını (giderlerini) tedarik edemezsiniz. Bütün masarifatı ve levâzımatı (lazım olan şeyleri) , ben deruhte ederim (üzerime alırım). Bütün varidatı (gelirleri) ve menfaatı size vereceğim. Hem de terhisat zamanına kadar elinizde bırakacağım. İşte beş mertebe kâr içinde kâr! "Eğer bana satmazsanız, zaten görüyorsunuz ki, hiç kimse elindekini muhafaza edemiyor. Herkes gibi elinizden çıkacaktır. Hem beyhude (boşa) gidecek; hem o yüksek fiyattan mahrum kalacaksınız. Hem o nazik, kıymettar aletler, mizanlar, istimal edilecek (işlenecek) şahane madenler ve işler bulmadığından, bütün bütün kıymetten düşecekler. Hem idare ve muhafaza zahmeti ve külfeti başınıza kalacak. Hem emanette hıyanet cezasını göreceksiniz. İşte beş derece hasâret (zarar) içinde hasâret (zarar)! "Hem de bana satmak ise, bana asker olup benim namımla tasarruf etmek demektir. Adi bir esir ve başıbozuğa bedel, âli bir padişahın has, serbest bir yaver-i askeri (gözde bir askeri) olursunuz." Onlar şu iltifatı ve fermanı dinledikten sonra, o iki adamdan aklı başında olanı dedi: "Baş üstüne! Ben maaliftihar (memnuniyetle) satarım, hem bin teşekkür ederim." Diğeri mağrur, nefsi firavunlaşmış, hodbin, ayyaş, güya ebedî o çiftlikte kalacak gibi dünya zelzelelerinden, dağdağalarından (karışıklıklarından) haberi yok, dedi: "Yok, padişah kimdir? Ben mülkümü satmam, keyfimi bozmam." Biraz zaman sonra birinci adam öyle bir mertebeye çıktı ki, herkes haline gıpta ederdi. Padişahın lûtfuna mazhar olmuş; has sarayında saadetle yaşıyor. Diğeri öyle bir hale giriftar olmuş ki (yakalanmış ki), hem herkes ona acıyor, hem de "Müstehak!" diyor. Çünkü hatasının neticesi olarak, hem saadeti ve mülkü gitmiş, hem ceza ve azap çekiyor. İşte, ey nefs-i pürheves (heveslerinin peşinde koşan nefis)! Şu misalin dürbünüyle hakikatin yüzüne bak. Amma o padişah ise, Ezel-Ebed Sultanı olan Rabbin, Hâlıkındır. Ve o çiftlikler, makineler, aletler, mizanlar ise, senin daire-i hayatın içindeki mâmelekin (sahip olduğun şeyler) ve o mâmelekin içindeki cisim, ruh ve kalbin ve onlar içindeki göz ve dil, akıl ve hayal gibi zahirî ve batınî (görünmeyen) hasselerindir (organlarındır). Ve o yaver-i ekrem ise, Resul-i Kerîmdir. Ve o ferman-ı ahkem (sağlam esaslar içeren buyruk) ise, Kur'ân-ı Hakîmdir ki, bahsinde bulunduğumuz ticaret-i azîmeyi (büyük ticareti) şu âyetle ilân ediyor: "Allah mü'minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında Cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır." (Tevbe Sûresi, 9:111.) Ve o dalgalı muharebe meydanı ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki, durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: "Madem her şey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip (çevirip) ibka etmek (bakileştirmek) çaresi yok mu?" deyip düşünürken, birden semavî sada-yı Kur'ân işitiliyor. Der: "Evet, var. Hem beş mertebe kârlı bir surette, güzel ve rahat bir çaresi var." Sual: Nedir? El cevap: Emaneti sahib-i hakikîsine (hakiki sahibine) satmak. İşte o satışta beş derece kâr içinde kâr var. Birinci kâr: Fânî mal beka bulur. Çünkü Kayyûm-u Bâkî (her şeyi her an ayakta tutan Zat) olan Zat-ı Zülcelâle verilen ve O’nun yolunda sarf edilen şu ömr-ü zâil (geçici ömür) , bâkîye inkılâb eder (dönüşür), bâkî meyveler verir. O vakit ömür dakikaları, adeta tohumlar, çekirdekler hükmünde, zahiren fena bulur, çürür; fakat âlem-i bekada saadet çiçekleri açarlar ve sünbüllenirler ve âlem-i berzahta (kabir aleminde) ziyadar (parlak), munis (sevimli) birer manzara olurlar. İkinci kâr: Cennet gibi bir fiyat veriliyor. Üçüncü kâr: Her âzâ ve hasselerin (duyuların) kıymeti birden bine çıkar. Meselâ akıl bir alettir. Eğer Cenâb-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, öyle meş'um (kötü) ve müz'iç (bunaltan) ve muacciz (rahatsız edici) bir alet olur ki, geçmiş zamanın âlâm-ı hazinanesini (hüzün veren acılarını) ve gelecek zamanın ehvâl-i muhavvifanesini (dehşetli korkularını) senin bu biçare başına yükletecek; yümünsüz (bereketsiz) ve muzır (zararlı) bir alet derekesine iner. İşte bunun içindir ki, fâsık adam, aklın iz'aç (sıkıntı) ve tacizinden kurtulmak için, galiben (çoğunlukla) ya sarhoşluğa veya eğlenceye kaçar. Eğer Mâlik-i Hakikîsi’ne satılsa ve O’nun hesabına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar. Ve bununla sahibini saadet-i ebediyeye müheyya eden (hazırlayan) bir mürşid-i Rabbanî (Allah’a yönelten yol gösterici) derecesine çıkar. Meselâ göz bir hassedir ki, ruh bu âlemi o pencere ile seyreder. Eğer Cenâb-ı Hakk’a satmayıp belki nefis hesabına çalıştırsan, geçici, devamsız bazı güzellikleri, manzaraları seyirle şehvet ve heves-i nefsaniyeye (nefsin yasak arzu ve isteklerine) bir kavvad (çirkin işler için yol gösterici) derekesinde (aşağı derecesinde) bir hizmetkâr olur. Eğer gözü, gözün Sâni-i Basîr’ine satsan ve O’nun hesabına ve izni dairesinde çalıştırsan, o zaman şu göz, şu kitab-ı kebir-i kâinatın (büyük kainat kitabının) bir mütalâacısı (tefekkür edicisi) ve şu âlemdeki mucizat-ı san'at-ı Rabbaniyenin (Allah’ın sanat mucizelerinin) bir seyircisi ve şu küre-i arz bahçesindeki rahmet çiçeklerinin mübarek bir arısı derecesine çıkar. Meselâ dildeki kuvve-i zâikayı (lezzet alan kuvveti) Fâtır-ı Hakîm’ine satmazsan, belki nefis hesabına, mide namına çalıştırsan, o vakit midenin tavlasına ve fabrikasına bir kapıcı derekesine iner, sukut eder. Eğer Rezzâk-ı Kerîme satsan, o zaman dildeki kuvve-i zâika, rahmet-i İlâhiye hazinelerinin bir nâzır-ı mâhiri (becerikli gözlemcisi) ve kudret-i Samedâniye matbahlarının (Rızıkların Vericisi’nin mutfağının) bir müfettiş-i şâkiri (şükreden denetleyicisi) rütbesine çıkar. İşte, ey akıl, dikkat et! Meş'um (kötü) bir alet nerede, kâinat anahtarı nerede? Ey göz, güzel bak! Adi bir kavvad nerede, kütüphane-i İlâhînin mütefennin (alim) bir nâzırı (gözlemcisi) nerede? Ve ey dil, iyi tat! Bir tavla kapıcısı ve bir fabrika yasakçısı nerede, hazine-i hassa-i rahmet nâzırı (Allah’ın özel hazinelerinin gözlemcisi) nerede? Ve daha bunlar gibi başka aletleri ve âzâları kıyas etsen anlarsın ki, hakikaten mü'min Cennete lâyık ve kâfir Cehenneme muvafık (layık) bir mahiyet kesb eder (özellik kazanır). Ve onların herbiri öyle bir kıymet almalarının sebebi, mü'min imanıyla Hâlık’ın emanetini O’nun namına ve izni dairesinde istimal etmesidir (sarf etmesidir). Ve kâfir hıyanet edip nefs-i emmâre (kötülügü emreden nefis) hesabına çalıştırmasıdır. Dördüncü kâr: İnsan zayıftır; belâları çok. Fakirdir; ihtiyacı pek ziyade. Âcizdir; hayat yükü pek ağır. Eğer Kadîr-i Zülcelâl’e dayanıp tevekkül etmezse ve itimad edip teslim olmazsa, vicdanı daim azap içinde kalır. Semeresiz meşakkatler (neticesiz zorluklar), elemler, teessüfler (üzüntüler) onu boğar. Ya sarhoş veya canavar eder. Beşinci kâr: Bütün o âzâ ve aletlerin ibadeti ve tesbihâtı ve o yüksek ücretleri, en muhtaç olduğun bir zamanda Cennet yemişleri suretinde sana verileceğine, ehl-i zevk ve keşif (imanın zevkine varan) ve ehl-i ihtisas ve müşahede (tefekkür ehli) ittifak etmişler. İşte bu beş mertebe kârlı ticareti yapmazsan, şu kârlardan mahrumiyetten başka, beş derece hasâret (zarar) içinde hasârete (zarara) düşeceksin. Birinci hasâret: O kadar sevdiğin mal ve evlât ve perestiş ettiğin (aşırı bağlandığın) nefis ve heva ve meftun olduğun (aşık olduğun) gençlik ve hayat zayi olup kaybolacak, senin elinden çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler. İkinci hasâret: Emanete hıyanet cezasını çekeceksin. Çünkü en kıymettar aletleri en kıymetsiz şeylerde sarf edip nefsine zulmettin. Üçüncü hasâret: Bütün o kıymettar cihazât-ı insaniyeyi (duyu ve organlarını) hayvanlıktan çok aşağı bir derekeye düşürüp (indirip) hikmet-i İlâhiyeye iftira ve zulmettin. Dördüncü hasâret: Acz ve fakrınla (güçsüz ve fakir olmanla) beraber, o pek ağır hayat yükünü zayıf beline yükleyip zeval ve firak sillesi (geçici ve ayrılacak olma tokatı) altında daim vâveylâ (feryad) edeceksin. Beşinci hasâret: Hayat-ı ebediye esasatını (baki hayatın temellerini) ve saadet-i uhreviye levazımatını (ahiret hayatındaki mutluluk için gerekli olanları) tedarik etmek için verilen akıl, kalb, göz ve dil gibi güzel hediye-i Rahmâniyeyi, Cehennem kapılarını sana açacak çirkin bir surete çevirmektir. Şimdi satmaya bakacağız. Acaba o kadar ağır bir şey midir ki, çokları satmaktan kaçıyorlar? Yok, kat'a ve asla! Hiç öyle ağırlığı yoktur. Zira helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye (farzlar) ise hafiftir, azdır. Allah'a abd ve asker olmak öyle lezzetli bir şereftir ki, tarif edilmez. Vazife ise, yalnız bir asker gibi, Allah namına işlemeli, başlamalı. Ve Allah hesabıyla vermeli ve almalı. Ve izni ve kanunu dairesinde hareket etmeli, sükûnet bulmalı. Kusur etse, istiğfar etmeli. "Yâ Rab, kusurumuzu affet. Bizi kendine kul kabul et. Emanetini kabzetmek (almak) zamanına kadar bizi emanette emin kıl. Âmin" demeli ve O’na yalvarmalı.
-
“Haydi, güneş ışığını alın; Yaratıcının koyduğu düzeni kullanmadan, meselâ ağaç yaprağını kullanmadan, ona besin ürettirin. Veya herhangi bir iş yaptırın. İsterseniz, yalnızca güneş ışığını değil, bütün sebepleri toplayın, bir sonuç çıkarın. Allah’ın koyduğu düzene tâbi olmadan; meselâ, bir sinek yumurtasını kullanmadan,-“madem sebepler yapıyor” diyorsunuz-bütün sebepleri toplayarak bir sinek de siz yapın. buyrun....yapamıyorsanız susun ::)))))
-
Yam yam dedin ki Allah'ın kur'an da önce dünyayı sonra evreni yarattım. Diyor. bizde senin kur'an-ı yanlış anladığını bu konuda yeterli ilmin olmadığını yukarda tekrar anlattık..Biz diyoruz ki ayetler de Önce Evren sonra dünya yaratılmış diyor...Bilimde Sen hala başka şeyleri alıntı yapıp inkar ediyorsun... Tek bir ayeti bile açıklayarak senin yalanlarını ortaya koyduk... Biz diyoruz ki biz buyuz sen hala yok siz bu değisiniz diye dayatıyorsun.... Neyse yam yam artık sizi inkarınızla başbaşa bırakıyorum.... Ben vazifemi yaptım.... Terapi
-
1-) Esas duygu sömürüsünü siz yapıyorsunuz "yam yam" Bir çok harun yahyaya ait olmayan internet sitesinde hatta diyanet.gov.tr'de dahi ki devletin bir kuruluşudur. O alıntı var. Siz buyrun Bilim ve Teknik dergisine ait kurumsal bir yazı ile olmadığını ispat edin. Tekzip yayınlayalım.. Yok diyen sizsiniz o zaman siz ispat edeceksiniz.. 2-) Tüm ifadeler bana ait değil. Ben tüm ifadeler bana ait demedim ki. Kelime oyunları yapmayın.. Ben bizzat kendime ait yazdığım yazıları söyledim. Ve delil istedim.. "Yaratan Rabbinin adıyla oku" "Sünnete Sarılmak" "Rasulullaha itaat" ve daha bir çok kişisel verdiğim cevaplar bana ait..(uzun uzun yazdım açıp bakın) Ama yazmış olduğum tüm yazılar benim inan sistemime ve düşünce sistemime ait veriler.yani bu manasıyla bana ait... Siz ortaya atılan söylemlere bakmıyorsunuz ki habire inkar edip bana saldırıyorsunuz. İşinize öyle geliyor. Beni bırakın da dediklerimne kulak verin...Ortaya konan şeyleri acaba kim söylüyor nereden alıyora indirgeyerek dikkat saptırması yapıyorsunuz..? 3-) Sana bakara suresini tefsir ettim ve olayları nasıl çarpıttığı anlattım..Niye oraya bakmıyorsun? Bizzat oturup kendim yazdım.....Hiçbir yerden kopyada etmedim Bak gece kuşu cevap verdik. Ama görmüyorsun. gözlerini aç.... 4-) Yalanları söyleyen sizlersiniz ben değil.. Ben inanç sistemimi yazdım. "Kainatta herşey anlamlıdır" dedim bir tez yazdım. tuttun HY'dan aldın dedin. adres verdin yalan söyedin.Hala kalkmış beni yalancılıkla suçluyorsun....Pes... evet tez yazdım diyorum. Çünkü bu tez bizim inananların....Benimde içinde katkım var. 5-) Sayın gece kuşu sende benim yazdıklarımı HY dedin yalan söyledin. Sonradan daha detaylı araştırmış ve bulmuşsun aferin tebrikler...Demek ki ilk ithamın yalanmış değil mi kabul et... Yazmış olduğumuz tez gerçekten bir bilim adamına aittir.Bize ait. Bizim inancımıza ait. Bizim düşüncelerimiz. Kendilerinide yakından tanıyorum. Diyaloğumda. Var. Değerli öğretim üyeleri şuan yurt dışında.. Kendisi Fizik doktorudur.. Eşide ilahiyat doktoru.. Demek ki bilimsel insanlar değil mi? Bende o bilgilerden yararlanarak kendi fikirlerimide ekleyerek sizlere sundum....= benim=bizim tezimiz. ama siz bunu bile anlayamacaksınız ve gene beni yalan söylemekle suçlayacaksınız...O sizi bağlar... Ben burada benden inanç sistemimi ifade ediyorum. Defalarca söyledim. İşte sizin yazılanlara bakmayıp önyargılı davrandığınızın bir ispatı bu.. Demek ki akademik insanlar bu fikirleri ortaya atan... Sizlerin derdi belli, fikir tartışmasından kaçıyorsunuz.. Burada genelde ben ifadelerimde Biz derim. Yani bütün inananlar bizler böyle düşünüyoruz.. İşte sizin önyargılı kafalarınız bu olayları hep kişiselleştirerek karşındakine saldırmak.... Benden somut örnek istemişsin Egce kuşu yam yam ayetlerin açıklamasını istedi... Cevap vermedik mi. Aç oku? Sizin niyetiniz belli arkadaş. Biz inananların tezini ortaya koyduk siz konuyu benim üzerime taşıdınız. Ortaya konanlara cevap verin bana değil... Meydan okuyorum.... “Haydi, güneş ışığını alın; Yaratıcının koyduğu düzeni kullanmadan, meselâ ağaç yaprağını kullanmadan, ona besin ürettirin. Veya herhangi bir iş yaptırın. İsterseniz, yalnızca güneş ışığını değil, bütün sebepleri toplayın, bir sonuç çıkarın. Allah’ın koyduğu düzene tâbi olmadan; meselâ, bir sinek yumurtasını kullanmadan,-“madem sebepler yapıyor” diyorsunuz-bütün sebepleri toplayarak bir sinek de siz yapın. Bana sadece bunun cevabını izah edin..Asla başka birşey yazmayın. Bunun cevabını verirseniz size cevap yazacagım. Yoksa artık ben diyeceğimi dedim... Bu kadarıda fazla... Terapi.
-
Evet Arkadaşlar ayrılık manifesto isminden bekir arkadaşımız bir başlık açmıştı. Bende oraya ayrılmazdan evvel son sözlerimi yazmıştım. Fakat forumdan kaldırılmış.. Sebebini bilmiyorum. Hayırlısı olsun.. GeceKuşu gene ithamlar ve önyargılardan başka bir şey yazmamış. Napsın yazacak başka bir şeyi yok ki.? Bizim bir şeyler anlatma çabamızı görmezden gelenler başkalarına ne güzelde iltifatlarda bulunuyorlar. Hmm. Önyargısız insanlar…..!!!! Bakınız “yam yam “bir sürü ayetleri saptırdı, kafasına göre yorumlayıp bizlere dayattı. Sonra bizden ayetlerle ilgili daha geniş açıklama istedi. 1-) Bizde bakara süresi 29. ayette apaçık gözlerinizin önüne serdik ayetlerin nasıl çarpıtıldığını..Bakın ve görün 2-) Yam yam her zaman yaptığı gibi gene beni yalancılıkla suçladı. Buraya yazdığım düşüncelerin HY ‘nın sitesinden kopyaladığımı iddia etti. Adres verdi. Verdiği ilk adres Kur’an-ı Kerim sitesi çıktı. Verdiği ikinci adres ise HY ya ait ve yazdıklarımla uzaktan yakından alakası yok. Birazcık insaflı olun.. 3-) Bilim ve Teknik Dergisi’nden bazı siteleri örnek vererek alıntı yaptık. Yalan dediniz yok dediniz. Bende o zaman ispat edin dedim. İlk başta kesinlikle yok diyenler daha sonra dergiye yazıyla sorma gereği hissettiler.. Hala cevap bekliyoruz..Yam yam’ın dediği gibi o alıntı sadece HY ‘nın sitesinde değil. Liselere ait internet sitelerinde dahi var. Daha bir çok yerde ilaveten…..Beklemeye devam ediyoruz. Eğer yoksa söyleyin de tekzib gönderelim….Artık… 4-) Sevgili bilimselci nedense “yam yam” ın ayetleri yorumlama yöntemiyle ilgili olarak size sorduğum kısmı es geçmişsiniz. Sanırım yam yam ‘ın hiçbir dini bilgisi olmamasına rağmen ayetlerden hükümler çıkarmasını çok bilimsel buldunuz .. 5-) Gecekuşu beni yalancılıkla suçladın. Yazdığım mesajların saatlerinden bir şeyler yakalamaya çalışdın. Çünkü fikri olarak verebilecek hiçbir şeyin yoktu. Aynı lafları tekrar edip durdun. Yok armudun sapıymış…. Vs. Ama yapmış olduğun önyargılı tavırlarının neticesinde kendini küçük düşürdün. Sen kabul etmesen bile yaptıklarını herkes gördü. Senin yazdığın mesaja 15 dakika sonra değil 45 dakika sonra cevap yazdığımı forumda hala merak eden arkadaşlar açıp bakabilir. 15 dakika sonra yazdığım mesaj daha öncelerden “hakaretler içeren” başka bir yazını fark ederek vermiş olduğum “yorumsuz” şeklinde bir cevaptı. 6-) Sende yam yam gibi beni HY’nın sitelerinden kopyalama yapmakla suçladın. Sana yazı isimleri verdim. Ve ispat istedim. Hani nerede? Buraya mesaj yazacağına orada yapmış olduğun yalan ithamları ispatla.. Yada özür dileme erdeminde bulun…? 7-) Sevgili bilimselci Bilimle-İnanç ilişkisini size defalarca açıkladım. Hatta formülasyonlardan bahsettim. Bütün bilimler her şey Allah’ındır. Dikkat edin bilimselci. Bence şöyle yapalım “materyalizmin” dinimizle uzlaşacak bir yani yok diyelim ne dersiniz. Sorun burada maddeci önyargılı kafalarda bilimde değil… Bunu da size laf kalabalığı yaparak değil aşağıda bilimsel gözlemlerle tekrar ispat edeyim.. Bu yazdığımı da HY’nın sitesinden aramayın, boşa uğraşmayın. Bulamazsınız. Ki size bir tavsiye. HY ülkenin bir çok yerinde tezini anlatıyor dolaşıyor. Sizde bence O’nun eserlerini (Eseri olarak kabul etmiyorsanız da ortada somut bulunan kitapları) alın tek tek inceleyin. Habire iddia edip duruyorsunuz ya. İddialarınızı da kitaplar haline getirip insanlara anlatın. Burada 3,5 yazmayla bu işler olmaz.. Samimiyetini görelim beyler.. Evet devam edelim.. Bakınız artık yorum yapmayı bırakıyor hakkımda ki tutarsız iddialarınıza cevapları burada kesiyorum. . Size geçerli ve tutarlı bilgiler aktarıyorum..Buyrunuz… Kâinatın nasıl okunacağını, onun Allah’ın varlık ve birliğine olan şahitliğinin nasıl anlaşılacağını bize Kur’ân öğretmektedir: “Göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün değişmesinde akıl sahipleri için Allah’ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden pek çok deliller vardır” (3 Âli-İmrân, 190) Bu âyette, Rabbimiz, söz konusu “okuma”yı gerçekleştirmek için anahtar hükmünde olan bir hususu öğretir: "fî halki", yani yaratılış biçimine bakmak. Şimdi, bir örnekle, yaratılış biçimine bakarak okumayı tahlil edelim. Gerçi okullarda bize bitkilerin fotosentez adı altında “kendi besinlerini kendilerinin ürettiklerini” söylediler. Gelin, zihnimize aşılanan bu "kendi kendine" ön-kabulünü bir kenara bırakalım ve beraberce besinin nasıl üretildiğine, yani besinin “yaratılış biçimi”ne dikkat edelim. Elinize aldığınız herhangi bir yeşil yaprağı parmaklarınız arasında ezdiğinizde, parmaklarınız yeşile boyanır. İşte bu yeşilliğe konu olan maddeye klorofil adı verilir. Karbon, hidrojen, oksijen, nitrojen ve magnezyum atomlarından yapılmış olduğunu gördüğümüz bu klorofil, bir gıda fabrikası gibi çalışmakta... Güneşten ışığı yakalayıp, bitkinin kökünden suyu çekerek hidrojen, oksijen ve ATP denilen enerji deposunun üretilmesini sağlıyor. Canlılar için çok önemli olan oksijen havaya veriliyor. Buraya kadar olanlar fotosentezin birinci işlemler basamağıdır. İkinci basamakta, enerji deposu ile hidrojen, bizim için zehir olan karbondioksidi havadan alıyor, ve şeker üretiliyor. Bu şekerin bir kısmı bitkinin kendi hayatını devam ettirmesi için harcanıyor. Bir kısmı da nişasta, karbonhidrat ve protein üretilmesinde kullanılıyor. Böylece, hem hava zehirden temizlenmiş oluyor ve hem de insanlar ve hayvanlar için gıda üretilmiş oluyor. Sanırım, bu anlattıklarıma bakarak, fotosentez olayının çok karmaşık olduğunu düşündünüz. Gerçekte, fotosentez, benim anlattıklarımdan belki de “bin defa daha karmaşık” bir işlemler zinciridir. Asırlardan beri kâinatın sırrını çözme iddiasında olan bilim adamlarından “Calvin” isimli bir kişiye, yalnızca ikinci basamakta vuku bulan kimyevî reaksiyonların düzenini bulup formüllerle ifade edebildiği için, Nobel Kimya Ödülü verildi. Fotosentez olayının bir bölümünü formüle edebilene Nobel ödülü verilirse, gözle görülemeyecek kadar küçük bu fabrikayı çalıştırana acaba ne ödülü vermek gerekiyor? Fotosentez ile sağlanan faydaları özetleyelim: Bütün canlılar için hayatî önem taşıyan hava, karbondioksit alınıp oksijen verilerek temizleniyor. Canlıların hayatlarını devam ettirmeleri için zaruri olan besin üretiliyor. Üstelik bunlar en kısa yoldan, en ucuz maliyetle, hiçbir zarara neden olmadan, birbirinden sanatlı, güzel, rengârenk, lezzetli.. şekilde yapılıyor. Bu kadar önemli neticeler, mükemmel faydalar ancak “bir iradenin”, “bir kasdın” sonucu olabilir. Öyleyse, bu neticeler önceden “kasden planlanmış” olmalıdır. Bu planlamayı yapabilmek için de bütün hayvanları, insanları tanımak, onların ihtiyaçlarını bilmek ve onlara acıyıp merhamet etmek gerekir. Hatta insanların tüm duygularına hitap edecek şekilde sanatlı, hoş kokulu, lezzetli gıdaları hazırlamak için onlara şefkat etmek gerekir. Bütün bu amaçları gerçekleştirebilmek için: 1. Fotosentezde kullanılan tüm maddelerin özelliklerini en ince detaylarına varıncaya kadar bilmek; güneşi, havayı, suyu... tanımak; 2. İçinde çalıştığı, ayrı ayrı özelliklere sahip ve dolayısıyla ayrı ayrı düzeni olan bitkilerin hepsini tam olarak bilmek ve onlarla âhenk içinde çalışmak; 3. Hazırlanan besini kullanan canlıların vücut yapılarını, çalışma sistemlerini de mükemmel bir şekilde bilmek; o vücutlarda da kusursuz bir şekilde işlemek; 4. Bu işlerin hepsini kontrol altında bulundurabilecek, emri altına alıp çalıştırabilecek eksiksiz bir kudrete sahip olmak. Öyle bir kudrete ki, sudan, havadan, topraktaki minerallerden, insan ve hayvanlardan güneşe kadar uzanan bir kudrete sahip olmak gerekir. İşte, ancak “bütün bu özellikleri olan”, “fotosentez yapıp bize gıda hazırlayabilir”. Yani, sonsuz ilme ve kudrete malik olandan başka kimse bu işleri yapamaz. Demek ki, fotosentez olayıyla ilişkili görülen tüm maddeler, sebepler ya sonsuz bir ilim ve sonsuz bir kudret Sahibinin emir ve iradesiyle işliyorlar; veya her birinin bizatihi sonsuz ilim ve kudretinin varolması gerekir ki, böyle mükemmel işleri hatasız, şaşırmadan, tam zamanında, tam yerinde yapabilsin. Düşünen herkes bilir: Karbonun, hidrojenin, oksijenin, suyun, güneş ışığının sonsuz değil, bir zerrecik olsun ilmi, iradesi, kudreti, merhameti yoktur. Bunlar şuursuz, iradesiz, acizdirler. Kur’ân’da ifade edildiği gibi, “Onların ayakları mı var, yürüsünler? Elleri mi var, tutsunlar? Gözleri mi var, görsünler? Kulakları mı var, işitsinler?” “Materyalist bilim önyargılıdır, sebepleri İlahlaştırır” Tüm bu maddelerin kendilerine ait, doğrudan doğruya kendilerinin malı olan hiçbir özelliklerinin olmadığı besbellidir. Durum bu olduğu halde, neden fen kitaplarında onların bu işleri kendi kendilerine yaptıkları söyleniyor. Neden “Bitki kendi besinini üretir,” “Klorofil, güneş ışığındaki enerjiyi yakalar. ATP bileşiği bu enerjinin bir kısmını kendi içinde depolar,” “Yakalanan enerjinin diğer kısmı da suyu oksijen ve hidrojen atomlarına ayırır” gibi ifadelerle bu işleri sanki bitki, klorofil, ATP, güneş enerjisi kendileri yapıyormuş gibi gösteriliyor? Bu kitaplar materyalist bilimciler tarafından yazılmıştır. ( İşte sebep bu Bilimin bir suçu yok. Bilimin Allah’ın dinine karşı olduğu da yok. Kimlerin karşı olduğu ve örtüşmek istemediği ortada…Problem materyal kafalarda…… *Terapi*) Bunlar, her şeyi yaratan bir Yaratıcının varlığını bir önyargı ile reddederler. Yaratıcı yoktur, diyerek kâinata bakarlar. Her şeyin bir düzen içerisinde yaratıldığı şu kâinatta düzeni bulurlar. Düzen, belli bir sebebin belli bir sonuç ile birlikte yaratılması olduğu için, her zaman belli bir sebebi belli bir sonucun yanında gözlemlerler. Yaratıcının yokluğu ön-kabulü ile olaylara baktıkları için çaresizlikten sonuçları sebeplerin yaptığını iddia etmek zorunda kalırlar. Sonuçlarda görülen mükemmelliklerin sahibi olarak sebepleri gördükleri için, onları; Örneğimizi hatırlayacak olursak, klorofili, güneş enerjisini, suyu, vs.yi sonsuz ilim, irade, kudret, merhamet gibi sıfatlara sahiplermişcesine değerlendirirler. Bu da sebeplere ilahlık vasıfları yakıştırmaktır. ( İşte bu açıdan onlarda sebepleri ilahlaştırıyorlar....) Ne aklı, ne şuuru, ne iradesi, ne de gücü olan; kendileri yapılmaya muhtaç sebeplere değil ilah vasıfları vermek, bir irade ve güç eseri olan en küçük bir tesiri dahi vermek “divanece bir hezeyan”dır. Her şeyi her zaman yaratmakta olan Tek Yaratıcının dışında hiçbir varlığa ilahlık izafe etmenin mümkün olamayacağını Kur'ân şöyle ifade ediyor: “Onlar ise Allah’tan başka ilahlar edindiler. Halbuki o ilahlar hiçbir şey yaratamazlar; onların kendileri yaratılmıştır. Onlar kendilerinden ne bir zararı uzaklaştırabilir, ne de kendi kendilerine bir faydaları dokunur. Onların ne öldürmeye güçleri yeter, ne hayat vermeye, ne de ölüleri diriltip kabirlerinden kaldırmaya.” (bkz. 25:3). Gerçekten, Allah’tan başka ilahlık özelliklerine sahip olan bir varlık olsaydı, “icada ve rububiyete karışacak, kâinatın düzeni bozulacaktı”. Halbuki, küçücük sineğin kanadından ve gözbebeğindeki hücrecikten güneş sistemine kadar her şeyde mükemmel bir intizamın bulunması, sebeplerin etken olmadığına işaret ettiği gibi, bir Vâcibü’l-Vücudun varlığına ve vahdetine açıkça şahitlik eder. “Materyalist bilim negatif yaklaşım üzerine kuruludur” Bilimciler sonuçları sebeplerin yaptığını hiçbir zaman, hiçbir sûrette isbat edememişlerdir, edemezler de. Kendileri de bunun farkındalar. Bu yüzden, sebeplerin sonuçları yaptığı isbat edilemez, yapmadığı prensipte isbat edilebilse de, bugüne kadar kimse bunu isbat etmediği için sebebin sonucu yaptığı tezinin doğruluğu kabul edilir, diyorlar. (Bu Allah’ın bir kanunudur.. Sebep-sonuç ilişkisi..) Örneğimizden yararlanırsak, materyalist bilimciler güneş ışığı, su, hava vs. gibi sebeplerin besinin oluşumunda etken faktörler olduklarını söylerler. Bunu “isbat” etmek için de, bir bitkiye, meselâ su veya güneş ışığı vermeyerek bitkinin sararıp solduğunu, yani fotosentez yapılmadığını; dolayısıyla besin üretilemediğini gösterirler. İşte, derler, su veya güneş ışığı olmazsa besin üretilmiyor. Bu “olmazsa”dan hareketle, “Su veya güneş ışığı besin üretir” sonucuna ulaşırlar. Böylece tezlerini isbat etmiş olduklarını zannederler. (Bu kocaman bir yalan ve aldatmacadır….*Terapi*) (Sakın bize bilimsel bir veridir diye yutturmaya kalkmayın...) Dikkat edilirse, bu yaklaşım olumsuzdur. Bu, bir isbat değildir. (Topu taca atmadır. İyi niyetli ve önyargısız bir yaklaşım değildir.) Bir televizyon cihazının düğmesine basıldığında, ekranda bir görüntü belirir. Ne zaman düğmeye bassak, karşımıza görüntü çıkar. Düğmeye basılmadığında ise, ekranda hiçbir görüntü belirmez. Materyalist bilimcilerin olumsuz yaklaşım mantığına göre, “ekrandaki görüntüyü düğme yapar.” Bunun “isbat”ı ise, düğmeye basılmazsa ekranda görüntü çıkmamasıdır. Düşünmezler ki, yayın dışarıdan yapılmaktadır, görüntüyü neşreden düğme değildir. Düğme yalnızca televizyon cihazındaki düzenin bir parçasıdır. Televizyonu yapan, düğmeyi, ekranda görüntünün belirmesi için kasdî olarak cihaza yerleştirmiştir. Birisi size, düğmenin görüntüyü sağladığını kabul etmiyorsan, düğmeye basmadan görüntüyü çıkart da görelim derse, bu ne kadar mantıklıdır? (Evet ne kadar tutarlısınız gösterin hadi??) Televizyon cihazının düzeni, onu düğmesiz çalıştırmayı imkânsız kılmaktadır. Çünkü o şekilde yapılmamıştır. Siz düğmeyi kullanmadan televizyonu çalıştıramayınca, o kişi size “Gördünüz mü, görüntüyü sağlayan düğmedir” dese, bu kişiye yalnızca gülünür. (Kusura bakmayın bende size bu yaklaşımınızdan dolayı gülmekten başka bir şey yapamıyorum….) ( Sevgili bilimselci “Materyalist Bilim olaylara böyle yaklaşırken ve bu kadar tutarlıyken !!! ???” nasıl materyalist düşünceyle örtüşmemizi bekliyorsun anlamadım? ) “Mevcut düzenin Hâlıkı kimdir?” “Sebeplerden biri olmadığı zaman sonucun vuku bulmaması, o sebebin sonucu yaptığına hiçbir sûrette delil olamaz.” ( Buyrun karşı bir tez getirin haydi …. ? Olsa olsa belli bir sonucun belli bir sebep ile beraber yapıldığının delilidir. Bu, sebep-sonuç ilişkisinin bir düzen içerisinde kurulduğunun isbatıdır. (Yani Kur'an-ı Doğrulamadır..) Materyalist bilimciler, güneş ışığı olmadan besin üretilmediği için güneş ışığının besin ürettiğini iddia ederler. Bunun aksini isbat etmek için, “Güneş ışığı olmadan fotosentez yapın da görelim” derler. (Bu çok tutarsız ve tamamen önyargılı bir yaklaşımdır. Bilime ihanettir…) Kâinat bir düzen içerisinde yaratılmıştır. Bu düzen, Yaratıcının yaratış biçimidir, Onun sünnetidir. O, sünnetini değiştirmediği için düzen devam etmektedir. Fotosentezi Güneş ışığı ile birlikte yaratmak düzenin tezahürüdür. Yaratıcı, fotosentezi güneş ışığı ile beraber yaratır. Gıda üretme düzenini bu şekilde kurmuştur. Işıksız fotosentez yapılmıyor ki, ışıksız fotosentezi yapanın kim olduğu araştırılsın. Olmayanın isbatı istenmez. Mesele, olanı (Somut gördüklerimizi) kimin yaptığını; ışık ile fotosentezi yapanın kim olduğunu isbatlamaktır. (Evet bizden olmayan şeylerin isbatını istemeyi bırakın da …Halihazırda gözlerimin önünce cereyan eden hadiselere tutarlı ispatlar getirin baylar…?) Kur’ân, Allah sebepsiz yaratır, demiyor. Peki, ne diyor? Sebepleri de, sonuçları da yaratan Allah’tır; sebeplerle sonuçları bir düzen içerisinde birbirlerine rabtedip bağlayan da Allah’tır, diyor. Güneş ışığını da, klorofili de, besini de yaratan Allah’tır diye ders veriyor. Bunu kabul etmeyenin, güneş ışığında, besin yapılabilmesi için gerekli olan sonsuz ilmin, iradenin, gücün, merhametin bulunduğunu iddia etmek zorunda kalacağını; ama bunu isbat etmelerinin imkânsız olduğunu bildiriyor. “Yoksa Ondan başka ilahlar mı edindiler? Onlara de ki: Varsa delilinizi getirin...” (bkz. 21: 24). 12 (Haydi getirin. Farkı bir yaşam sistemi kurun da görelim. Bu sebeplerin dışında farklı bir hayat düzeni kurunda iddanız da ne kadar samimisiniz görelim…Allah’ın koyduğu sebep-sonuç kanununun dışına çıkında görelim……haydi?) Kur'ân’da, Hz. İbrahim ile Nemrud arasında geçen o manidar konuşmayı hatırlayalım: Allah’ın koyduğu düzeni kullanarak “Ben de hayat veririm, ben de öldürürüm” diyen Nemrud’a Hz. İbrahim (a.s.) “Benim Rabbim güneşi doğudan çıkarır. Haydi sen de onu batıdan çıkar” dedi ve bu cevap karşısında Nemrud, Kur’ân’ın ifadesiyle, “öylece şaşırıp kaldı.” (2:258) Kur’ân’ın sunduğu bu tevhid dersini iyi çalışıp iyi anlamakla yükümlü olan, zira aksi takdirde dünyalarımıza ve düşüncelerimize şirkin bulaşması tehlikesiyle yüz yüze bulunan bizler de, kâinata bu nazarla muhatap olma durumundayız. Kur’ân talebeleri olarak, Kur’ân’dan almamız gereken ders şudur: “Benim Yaratıcım, güneş ışığından, sudan, karbondioksitten besin yapandır.” Ve yine Kur’ân’dan aldığımız ders ile, Yaratıcıyı kabul etmeyip güneş ışığının besini yaptığını iddia edenlere, yani sonucu sebebin yaptığını ileri sürenlere diyeceğimiz söz şudur: “Haydi, güneş ışığını alın; Yaratıcının koyduğu düzeni kullanmadan, meselâ ağaç yaprağını kullanmadan, ona besin ürettirin. Veya herhangi bir iş yaptırın. İsterseniz, yalnızca güneş ışığını değil, bütün sebepleri toplayın, bir sonuç çıkarın. Allah’ın koyduğu düzene tâbi olmadan; meselâ, bir sinek yumurtasını kullanmadan,-“madem sebepler yapıyor” diyorsunuz-bütün sebepleri toplayarak bir sinek de siz yapın. “Sizin Allah’ı bırakıp taptıklarınızın hepsi bir araya gelse, bir sinek bile yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapacak olsa, onu da geri alamazlar. İsteyen de âciz, istenen de...” (22:73) “Açıkçası, sebepler yaratamazlar. Çünkü kendileri yaratılmaktadırlar. Sebepler yalnızca Yaratıcıyı tanıtan birer âyettirler, vesiledirler.” Yukarda ki ilk yazdığım 7 maddeyi habire şahsıma yapılan ithamlara son kez cevap vermek için yazdım. İsterseniz cevap vermeye bilirsiniz. Sorun değil…. Ama kesinlikle yukarda ki “meydan okumalara“ çözümler üretsin… Haydi göreyim sizleri Terapi
-
Evet Konumuzu burada bitirmek istiyoruz artık... Sonuç Kısmımız.. KUR'AN'DAN KÂİNATA "Kâinat mescid-i kebirinde Kur'an kâinatı okuyor."Bediuzzaman Said Nursi Risale-i Nur'da Kur'an'ın cümleleri için kullanılan 'ayet' sözcüğü, evrendeki her bir mevcut için de kullanılır. Birisi, Allah'ın kelâmının âyetidir; diğeri Allah'ın kudretinin ayetidir. Kur'an-kâinat iç içeliğinde şimdiye kadar kâinat ayetlerinin Kur'an'a delâletlerini inceledik. Bu bölümde ise, Kur'an ayetlerinin kâinat ayetlerine delâletlerini Nursi'nin nasıl değerlendirdiğini göreceğiz. Yaratıcının kal diliyle bir konuşması olan Kur'an, elbette ki, evrenin hal diliyle yaptığı konuşmayı insan diline tercüme edecektir. Yalnız tercüme ile kalmayacak, kâinat kitabının zaman içinde gözler önüne serdiği sayfalarında kudret kalemiyle yazılan yaratılış ayetlerinin anlamını, "asırlar sırasında dizilen zîşuurlara ders verip" tefsir de edecektir. Kur'an'da kâinattan doğrudan bahseden ayetleri okuyan kişi anlar ki, Kur'an, mevcudata Yaratıcıları hesabına bakar. "Ne kadar güzel yapılmış; ne kadar güzel bir surette Saniinin cemâline delâlet ediyor, der. Ve bununla kâinatın hakikî güzelliğini gösterir:" Bu ayetler, onları sınırsız bir fezada, kararsız fani bir dünyada, vazifesiz, şuursuz, cansız, perişan bir vaziyette gören insana, alışılmışlık engelini aşmasını hatırlatır. En basit, sıradan gibi görünen bir örümceği, arıyı, karıncayı, ineği, fili, inciri, insanı konu başlığı yapar. Galaksilerden, yıldızlardan, güneşten, aydan, yağmurdan, şimşekten, gök gürültüsünden, dumandan, atmosferden, geceden, gündüzden, günbatımından, şafaktan,deveden, sudan, ağaçlardan, üzümden, nardan, hurmadan, baldan, zeytinden, tutun demire, dağa, taşa varıncaya kadar, insanın görüp de kıymetini tam değerlendiremediği küçük büyük her şeyi insanın gündemine getirir. Ülfet ve âdet perdesini yırtar; insanların dikkatini çeker ve onların akıllarına tükenmez bir ilim hazinesi takdim eder. Kur'an, bütün varlıkların nasıl birbirleriyle karşılıklı yardımlaşma içinde olduklarını, birbirlerini sevdiklerini, hep birlikte insanın hizmetine koştuklarını anlatır. Varlıkları insana kardeş ilân eder. Onların en basiti gibi görünen bir sineği bile dikkatle izlenmesini ister: 'Ondaki mesajı oku, o "âdi (basit)" gibi gördüğün sinekteki fevkalâde mucizevî yaratılışa dikkat et, bütün insanlar, hatta bütün evren toplansa bir sineği bile yaratamazlar. Sınırsız sayıda, bollukla ve kolaylıkla yaratılan şu sineğin bir kanadının bile nasıl Yaratıcısının sonsuz özelliklerine tanıklık yaptığını gör ve evrende hiçbir şeyin anlamsız olmadığını anla.' der, ikaz eder. Kur'an varlıklardan bahsederken, onların birer lâfız, manalarının ise, esmâ-i İlâhiye olduğunu öğretir. Nursi'nin tasviriyle, Kur'an, kâinat kitabını okurken insanın dikkatini ondaki düzene ve kasta çeker; mevcudatın daima memnuniyetle bir vazife ifa ettiğini,Yaratıcılarının özelliklerini ilân etmekten ne kadar mutlu olduklarını insana gösterir. Böylece Kur'an'ı okuyanın gözünde kâinat canlanır, cansız maddeler insana konuşmaya başlar ve onun bir sohbet dostu olur. (Bunu yaşayanlar bizzat bilirler.Buradaki konuşmayı gene salt manada anlayıp, böylesine derin cümleleri dar kalıplara sığdırmaya çalışmak yanlış bir yöntemdir..Bu konu istenirse derinlemesine incelenebilir..*Terapi*) Kur'an'ın, inanç esaslarını kâinattan örnek vererek anlattığına daha önce de değinmiştik. Kur'an'ın bu özelliğini Nursi, Risalelerinde, inanç konularını ele aldığı her bölümde mutlaka değerlendirir. Meselâ, Yasin Suresinin, "Odur ki, yemyeşil ağaçtan size ateş çıkarır" anlamındaki 80. ayetinin¸ öldükten sonra dirilmeye nasıl örnek getirdiğini şöyle anlatır: "Size ağaç gibi kesif, sakil, karanlıklı bir maddeden ateş gibi lâtif, hafif, nuranî bir maddeyi çıkaran bir zattan, odun gibi kemiklere ateş gibi hayat ve nur gibi bir şuur vermeyi nasıl istib'âd ediyorsunuz?" Nursi, kâinatın bu görevini kabul etmeyen materyalist bilimin ise, Kur'an'ın yaptığının tam tersini yaptığını savunur. Materyalist bilimlerin evreni en ince detaylarıyla incelemeyi amaçlamalarına rağmen, onun anlamını kavramada gösterdikleri ilgisizliği şöyle dile getirir: Materyalist bilim, mucizevî bir yaratılışa sahip olan şu âlemi, alışılmışlık perdesi altında saklayıp, sanki bir anlam taşımıyormuş gibi inceler. Meselâ, harika bir kudret mucizesi olan insanın yaratılışındaki anlama insanların dikkatini çekmek yerine, bunu anlam taşımayan, sıradan, maddî bir ceset olarak inceler. Fakat, insanın mükemmel yaradılış kuralının dışına çıkmış, üç ayaklı yahut iki başlı bir insanı, alışılmışın dışında, garip bir yaratık olarak insanların dikkatlerine teşhir eder. Alışılmışın dışındaki nadir ve bir hikmete binaen yaratılan yaratıkları bahane edip, her zaman gözlemlediğimiz yaratıklardaki apaçık hikmetleri görmezlikten gelip yaratılışı anlamsızlıkla ithal etmek ister. Sanki, 'normal' dediğimiz mükemmel yaratıkların dikkate değemez olduğunu ima eder. “Kur'an ve İnsan“ "And olsun ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık" Kur'an, Tin Suresi (95):4 Kur'an, insanı bütün yönleriyle değerlendirir. Ona göre insan, güzel sanatlı yaratılışıyla, anlayan, anladığını ifade eden, duygularını belâgatlı bir şekilde dile getiren, kâinatın natık, yani konuşan bir parçasıdır. Bu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi ve şu hikmetli mevcudatın, anlama kapasitesine sahip bir mütalâcısıdır (mütefekkiridir) . Bu yaklaşımıyla Kur'an, insan ile evren arasında ayrılmaz bir ilişki kurar. Kâinatın Rabbinin kutsal metinlerle konuşmasına karşı, insan da Rabbe muhatap olur. Maddî, cismanî, et ve kemikten yapılmış kafasında, manevî, gaybî, hayattar olan beyan ve "hitap çiçeği" açılır. Rabbinin konuşmasını kendi dilinde yansıtıp, hitab-ı İlâhi çiçeği olma gibi çok ulvî bir görevi üstlenir. Eğer insan kendini muhatab-ı İlâhi bilir, Yaratıcısının konuşmasına kulak verirse, kâinatın anlamını, kâinatın Yaratıcısından öğrenmiş olur. Böylece, kâinatın anlamlı yaratılmasındaki amaç, bilinçli insan tarafından anlaşılmasıyla gerçekleşmiş olur. Eğer Kur'an olmasaydı, kâinat tam olarak anlaşılmazdı; kâinat anlaşılmazsa yaratılış amacı gerçekleşmemiş olurdu. SONUÇ Bu çalışmada, varlık âleminin nasıl anlaşılması gerektiği ve Risale-i Nur'da bu anlamanın temel yaklaşımlarının ne olduğu incelendi. Hangi esaslara göre varlık âlemini anlamaya çalıştığını tespit etmek için, Risale-i Nur'un âlem tasavvurunun öncelikle çalışılması gerekiyordu. Evrenden doğru bir anlam çıkartmak için, en küçük birim olarak tanımlanan zerrenin, zaman ve mekân boyutunda gösterdiği değişmeler doğru bir şekilde yorumlanmalıdır. Bu nedenle, Risale-i Nur'un zerre hakkındaki görüşü irdelenmeden, onun evrenden anlam çıkarma metodunu tespit etmek mümkün olmazdı. Ona göre, evrende her bir varlık, ne kadar küçük olursa olsun, evrenin tümünün taşıdığı mesajı, kendi boyutunda taşıyacak kapasitede yaratılmıştır. Bu algılamayı Said Nursi, risalelerinde en çok referans verdiği İsra suresinin 44. ayetinden esinlenerek geliştirir. Nursi'ye göre, daima hareket halinde yaratılan zerreler bu halleriyle, evrenin statik değil, dinamik olarak algılanması gerektiğini söylerler. Evrenin yaratıcısı, bilinçli yarattığı insanlara Kendini tanıttırmak için evreni konuşturmaktadır. Evren artık yalnızca bir kitap olarak çalışılmamalı; anlamları devamlı yenilenen bir konuşma olarak dinlenmelidir. Evreni konuşturanın ve o evrene muhatap olan insana söz ile konuşma özelliği verenin kendisinin konuşmaması mümkün değildir. Bir yaratık olarak evreni yorumlamaya çalışan insana, Yaratıcı, onun anlayabileceği bir düzeyde konuşmasıyla, bu evrenin neye işaret ettiğini bildirmesi gerekir. Kutsal metinler bu bağlamda değerlendirilmeli ve evren gibi bu metinler de, Yaratıcının zaman ve mekân ile sınırlanamayan sonsuz ilmiyle yaptığı bir konuşma olarak dinlenmeli, yani tarihselleştirilmemelidir. Hem evrenin ve hem de kutsal metnin muhatabı olan insan, evrenin tanıklığı ve kutsal metnin rehberliği altında Yaratıcısını tanıyabilir. İnsan, hakikati bulmada tek başına bırakılmamıştır. Aynı kaynaktan gelen dört ayrı aracı birbirlerinin tanığı olarak kullanır. Evren: Yaratıcının fiilî bir konuşması olarak, kutsal metnin gerçekten kutsal olup olmadığının anlaşılmasında insanın elinde nesnel bir delildir. Kutsal metin: Tanımı gereği, evrenin Yaratıcısının konuşmasıdır ve insana evreni anlama çabasında rehber olur. Peygamber: Yaratıcının görevlendirdiği bir elçi olarak, evrenin ve kutsal metnin nasıl anlaşılacağını öğretir. Aralarındaki uyumluluğu yaşantısıyla insanın gözlemine sunar. İnsan: Yaratıcısının kendisine verdiği duygularını ölçü birimi olarak kullanıp, evren ve kutsal metin arasındaki uyumluluğu anlar ve bunun gerçekliğini peygamberin örnekliğinde de gözlemleyerek onaylar. Nursi, insanlar önyargılarını terk ettikleri oranda, bu dört aracı özgürce kullandıkları takdirde, bütün hükümlerini akla tespit ettiren Kur'an'ın Allah kelâmı olduğunu anlayabileceklerini savunur. Evrenin doğru anlaşılması için, doğru bir kutsal metnin rehberliği altında okunması önemlidir. İleriye sürdüğü inanç esaslarını, evrenin tanıklığına havale eden Kur'an'ı okuyan herkes, evren-Kur'an uyumluluğunu görerek, onun kutsal bir metin olduğundan emin olabilir. Evet kardeşler konumuzu burada nihayete erdirmiş bulunuyoruz.. Kabul eden insanlar olabileceği gibi kabul etmeyenlerde çıkacaktır.. Görüşümüz fikrimiz budur... Bizler böyle inanıyoruz.. Beklediğimiz tek şey....Lütfen cevap yazacaksanız elle tutulur faydalanabileceğimiz şeyler olsun... ------SON---- Bir aksilik olmazda bu foruma bu manada yazdığım son mesajımdır... Hepiniz sağlıcakla kalın.... Artık cevap yazmak isteyenler lütfen olayı kişiselleştirmeden ortaya atılan önerilere cevap yazsınlar... Çünkü manasız ve tutarsız ithamlardan sıkıldım.... Saygılar Terapi
-
Sayın "yam yam" arkadaş. Öncelikle efendi olmanızı ve şahsıma yönelik kullandığınız cümlelere dikkat etminizi tavsiye ederim. Seviyenizi düşürmeyin "sahtekar" kelimesi çok yakışıksız bir kelime.Size yakıştıramadım. Hırçınlaşmaya başladınız neden acaba? Çok ilginçç Neyse Yalan söylemeyin sayın "yam yam" dürüst olun... verdiğiniz adres Kur'anın Bilimsel Mucizeleri Korunmuş Tavan....Ne alaka anlayamadım. Bizi akılsız mı zannediyorsunuz... (Daha önce GECEKUŞU benzer ithamlarda bulundu.. İspat istedim . Yapamadı...) Verdiği adresler senin gibi ezber adreslerdi. Ama o adreslerde ispat edici bilgiler yoktu... Şimdi Benim oraya yazdığım tezi HY 'nın sitesinden bul ? göster? Tam olarak ta istemiyorum. Haydi? kısmi olarak aktar? Bu arada tezimiz inancımızın bir savunmasıdır.... Gene kişiselleştirme gayretleri naparsız elinden bir tek bu geliyor...(Tezin kaynakları iseAyetler, risaleler ve islam düşünürleri ve yabancı düşünürlerdir . Hepsini tek tek referans olarak verdik iyi oku...) aktarım Tamamen bitince isteyenlere word dosyası olarak verebiliriz. Kendi içersinde tutarlı bir makaledir. HY nın sitesindede yoktur.... Gene aynı şeyi yapmaya kalkma bu sefer olayları çarpıtma.... Verdiğin adres yanlış yam yam Görelim ne kadar dürüst ve tutarlısın...? Bekliyorum...Bİrşeyleri iddia ediyorsanız ispat edeceksiniz..İspat...? Terapi
-
FAiz YİYENLERE ALLAH SONSUZ CEHENNEMİ LAYIK GÖRÜYOR
Terapi şurada cevap verdi: evrensel_mesaj başlık Dini Konular - Din - Dinler
Anlamak başkadır hüküm çıkarmak başka?? Sanırım anlaşılmamış İşte size bilimsel bir metodoloji ve buna "yam yam" ın cevabı yukarda.... "Bilgilendirme" Din İlimlerinde 3 Temel Usül Vardır.. Tefsir usulü Hadis usulü Fikih usulü Tefsir usulü talebeye, Kur'an'i dogru anlamanin yollarini ve heva ve hevese göre yorumlama hatasindan kaçinmayi ögretir. Hadis usulü, peygamber, sahabe ve tabiine dair haberlerin muhaddisler tarafindan bize ulastirilma metodlarini açiklar. Saglikli bir tarih bilinci kazandirir. Fikih usulü de, ilk iki usulün isiginda, Kur'an ve sünnetten hüküm istinbat etmenin yollarini gösterir. Giris seviyesinde de olsa bu usulleri ögrenmenin çok önemli yararlari vardir: Bu usullerin o bilim dünyasındaki yerini almasını gerektiren sebepler ise: 1-)Nasslarin disiplinli bir sekilde degerlendirilmesini ögrenme; 2-)Haber degerlendirmede ve nakletmede saglikli tavir ve edep sahibi olma; 3-)Tarih bilimi hakkinda saglikli bir bilinç gelistirme (çünkü hadis usulü, bugünkü modern tarih bilimi anlayisini neredeyse tahrip edecek esaslari ihtiva eder); 4-) Ilk bakista çok ikna edici görünen saz fikirlere kapilmama; 5-) Bir iki hadis görüp hemen istinbaha kalkışmama. 6-)Eski ulemanin ilmi mertebelerini bir derece anlayip onlarin takva yönlerinin yanisira, ilmi yönlerine de derin bir saygi ve takdir duygusu gelistirme; 7-)Ulema fetva verdiginde, edep dairesinde delilleri sorup, degerlendirme (üç usulden, Kur'an ve sünnetten az çok haberi olan müslüman yanlis fetvalara, idarecilerin kuklasi olan sözde ulemanin fetvalarina karsi, cahil bir müslümandan daha bagisikli olur); 8-)Nerede ve nasil kesin tavir alinacagini, hangi durumlarda daha bilgili olanlara müracaat edilecegini ayirt edebilme. Mesela son noktayi bir az açiklayalim: Bugün bir ögrenci, okulda matematik ögrenir. Ona temel islemler, ve giris seviyesinde matematigin metodu ögretilir. Tabii, ögrenci bu bilgiyle bir matematik uzmani olmaz. Kendisine yüksek matematik ile ilgili bir konu getirilse, bunu bir uzmanina sormak gerektigini söyler. Ama günlük hayatinda gerekli olan kadarini bilir ve kullanir. Bu ayrımı hala öğrenemedik sayın arkadaşlar Mesela, alisveriste parasinin üstünü hesaplayip, eksik çikarsa hesabina pek ala güvenerek, hakkini taleb edebilir. Iste buna benzer sekilde, üç usul hakkinda iyi bir fikir edinmis bir müslüman da zor fikih meseleleri karsisinda tevazu ile haddini bilecek, bu usullerden habersiz günümüzün çay sohbeti müctehidleri gibi ikide bir ictihada kalkismayacaktir. Ama öte yandan, mesela, bir ayetin zoraki tevillerle heva ve hevese gore yorumlandigini görünce buna karsi hemen net bir tavir koyabilecektir. Çünkü ne de olsa temel bir usul bilgisi vardir ve çizmenin nerede asildigi hakkinda iyi bir fikre sahiptir. Yine böyle bir temele sahip bir müslüman bozuk veya süpheli bir ictihad veya görüsü görünce, ondaki bozuklugu ilmi yönden tesbit edemese de, bir gariplik oldugunu hissedecek ve süphelenip bilenlere sorabilecektir. Yukadaki bilgiler dikkate alınmak zorundadır... İsterseniz gene devam ederiz... terapi