-
İçerik Sayısı
3.724 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
30
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
"Delikanlım İyi Bak Yıldızlara" (Deniz Gezmiş Belgeseli - 2012 / Can Dündar )
GeceKuşu şurada bir video gönderdi: Politik Videolar
-
Bu güzel ve ilginç sunumları görünce merak ettim doğrusu!. Sevgili Radya şu karpuzlara nasıl bir sunum hazırladınız acaba?
-
TUHAF AMA GERÇEK_Bunları biliyor muydunuz?
GeceKuşu şurada cevap verdi: morbezelye başlık Havadan Sudan Konular
-
TUHAF AMA GERÇEK_Bunları biliyor muydunuz?
GeceKuşu şurada cevap verdi: morbezelye başlık Havadan Sudan Konular
-
_Soruyorum, yahu sen kimsin? _Piyotr Trofimov. _Nedir kardeşim senin derdin? _Öğretmen olacaktım ama okuldan atıldım. Harç parasını ödeyemedim. _Öğrencilik yan gelip yatma yeri değil, hem çalışıp hem okuyacaksın. _Acaba diyorum, parasız olsa eğitim daha iyi olmaz mı? _Terörist misin oğlum sen? Ne biçim laflar bunlar böyle? Duymayacağım bir daha. Bu arada kimin bu vişne bahçesi? _Benim efendim, adım Lübov Renevskaya. _Şimdi bayan, buralar böyle yeşillik içinde yazık valla, tam TOKİ’ye lâyık. Zaten bu orman, bu dere, bu doldurulmayı bekleyen kıyılar hep benim. _Asık suratlardan korkarım ben, sevmem onları, ciddi konuşmalardan korkarım. En iyisi susalım. _İyi dedin Trofimov. You know 2B?
-
Sevgili Omar; Konuyu Ateistlere indirgemeden, bu gençlerin, bu insanların dünyayı nasıl algılayıp yorumladıklarına ilişkin gelişmelere açık tutmak gerektiğini düşünüyorum... "Bizim... çok net anlayacaklar." ifadenden bir çıkarımda bulunursak seninde onlar gibi düşündüğünü ve desteklediğin anlaşılıyor. Eğer öyleyse çok iyi, onların anlaşılması için bayrağı sana teslim edebilirim ya da bende destek olurum.. *** Karşıtlık konusunda konu dağılmasın diye şu kadarını ifade ederek bırakmak istiyorum... Ateistlerin bakış açılarını, özel olarak islam ya da bir diğer dine karşıtlığı üzerinden değerlendirmek eksik kalır. Bunu bir başka başlık açar orada bakış açını belirtirsen sana elimden geldiğince yanıt vermeye çalışırım... Bu çocuklar Müslüman değil mi? Ve ben onları destekliyor muyum? Buradan basitçe şu çıkarımda bulunulabilir. Demek ki ateistler birilerinin hangi inanca sahip olduğundan çok onların inançlarını topluma nasıl sunduklarıyla ilgilenirler. Konu bu kadarla da sınırlı değildir elbet buna yeri gelirse bir başka başlıkta devam ederiz... Sevgilerimle
- 40 cevap
-
- Din Felsefesi
- Devrimci Müslüman
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
“3 Fidan’ın simgesi fidan Meclis’e sığmadı”
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
*** AKP’nin ‘demokrasi yıldızı’ olarak işaret ettiği, liberallerin her fırsatta ‘demokratlığına’ övgüler yağdırdıkları Özal’ın, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamları konusunda Tercüman Gazetesi’nde Ahmet Kabaklı’ya gönderdiği ve gazetenin ikinci sayısında yayınlanan ‘Türkiye Komünist Olmayacak’ başlıklı mektup ortaya çıktı. Tıpkı Kenan Evren’in ‘asmayalım da besleyelim mi’ sözüne benzer şekilde, Özal da ‘acımayalım asalım’ diyor. -
Bir Taraf Klasiği: İtinayla Tarih İmal Edilir
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Politika Bilimi
Ama insan, bunu yapanların en azından kendi laflarıyla tutarlı olmalarını bekliyor. Oğur, Işıtan’ın şunları söylediğini iddia ediyor: “Saat tam 7’ye çeyrek kala iki grubun karşı karşıya geldiği Tarlabaşı’ndan bir el silah sesi duyuldu. Bir anda ölüm sessizliğine büründü meydan. Çıt çıkmıyordu. 30 saniyelik sessizlikten sonra 20-30 bin silah aynı anda patlamaya başladı. Sanki savaş meydanında iki ordu karşı karşıya gelmiş gibiydi. Kürsüden ‘Sular İdaresi’nden ateş açılıyor’ anonslarını duyunca karımı binada bırakıp kameramla birlikte dışarı attım kendimi. Atatürk heykelinin oradaki çimlerin üzerine mevzilenip çekmeye başladım.” Bu anlatımda “20-30” yanlışlıkla “20-30 bin” çıkmış diyorsanız, demeyin. Oğur, yazısının iki yerinde daha “binlerden” bahsediyor. Tutarlılık demiştik: Sular İdaresi’ndeki iki adamın (belki kareye girmeyen birkaç adamla birlikte) ve oteldeki bir pencereden ateş açan birkaç adamın beş kişiyi öldürmesi, 132 kişiyi yaralaması yazarımızı kesmiyor. Ama bu sayılar onu “yirmi bin”, hatta “otuz bin” kişinin ateş ettiği bir ortamı sorgulamaya itmiyor! “Yirmi”, belki “otuz” bin kişi yüz binlerce insanın sıkışıp kaldığı bir meydanda aynı anda ateş edecek, 137 kişiye kurşun isabet edecek, öyle mi? Dev bir düğün mü hayal etti acaba Oğur? Otuz, aman canım belki de yirmi bin kişidir, eğlenmek için “havaya” ateş ediyor. Başka açıklaması yok. Gerçi öyle olsa çevredeki binaların delik deşik olması lâzım, ama tam dik açıyla ateş edildiğini varsayacağız artık, sonra da onbinlerce merminin uzayda kaybolduğuna… Bu “20 bin” lafının nereden uydurulduğuna ilişkin bir tahminde bulunmak mümkün: Milliyet’in dijital arşivinde dolandığınızda İGD’nin 20 bin üyesini güvenlik için görevlendirdiğini okumanız mümkün. O 20 bin görevli, yazısını alelacele yetiştirmek gayretindeki bulanık zihinlerde olmuş 20-30 bin “silahlı” görevli. Eh, malûm, bir sahnede silah görününce ateşlenmesi kaçınılmaz oluyor. Bu hikâyede de 20-30 bin silah göründü ya… Ama bunları Oğur kafasında nasıl birleştirdi, Işıtan ne dedi de kendisi bunları böyle anladı, oraları çok meraklı olduğu tıbbın sahasına giriyor. Fakat maalesef bitmiyor Oğur, Işıtan’dan “nakletmeye” devam ediyor: “İshak Işıtan tam o noktadan o ünlü dört saniyelik görüntüyü çekmiş. Pek çok teoriye kaynaklık eden o ânı bilinenden farklı anlatıyor ama: ‘Sular İdaresi üzerindeki silahlı iki sivili çektim. Ama ateş etmiyorlardı. Doğruyu söylemek gerek. Ateş açtıklarını görmedim ben. Belki kontrol için çıkmışlardı oraya. Yalan söylemem.’ ” Evet, görmemişsin, doğru, ama silahlar atılmaya başlandığında oraya bakmıyormuşsunuz ki İshak bey! Çok açık (daha doğrusu Oğur ne kadarını nasıl aktardıysa o kadar açık): Tam 12 saattir iş başındaki Işıtan, bir binanın çekim yaptığı beşinci katında silah seslerini duyuyor (afedersiniz, 20-30 bin silah, boru değil), dahası kürsüden yapılan Sular İdaresi’nden ateş ediliyor anonsunu da duyuyor (20-30 bin silah ateş alırken duyuyor bunu. Pardon, Sular İdaresi’nden ateş açıldığı iddiasını ilk kez olaydan üç gün geçtikten sonra Doğan Yurdakul dile getirecekti! Kürsüdeki abiye malûm oldu herhalde), bunun üzerine binadan fırlıyor, beş katı paldır küldür iniyor, 20-30 bin silahlı ve yüz binlerce kaçışan insanın arasından Sular İdaresi’ni de görebileceği bir açı yakalıyor ve işte o zaman o görüntüyü çekiyor. ilk silah sesinden bu yana kaç dakika geçti, sayan var mı acaba? Sayın Oğur, özür dilerim ama, biraz Papa’nın genelev sorduğu fıkra gibi olmuş bu. Gördün mü? Görmedim. İyi! Bu arada, yazıyı okuyanlar Işıtan’ın 20-30 bin silahlı adamı çektiği filmden tek tek ayıkladığını, görüntüleri ondan sonra resmi makamlara verdiğini filan da öğrenecekler, ama daha fazla sinirlerinizle oynamak istemiyorum. Ama şöyle özetleyeyim, anladığım kadarıyla 1 Mayıs 1977′de Taksim Meydanı’nda 20-30 bin kişi 10 dakika kadar kurşun yağdırmış, ama bu olayın kaydedildiği filmde buraları çıkmamış. (Gözümün önüne CNBCE’nin sigara görüntüleri üzerine yapıştırdığı çiçekler geliyor. Binlerce!) Oğur yazısını şöyle bağlamış: “[işıtan] 1 Mayıs için ‘Binlerce silah patladı. Nasıl karar verebiliriz komplo olduğuna? O ilk ateşi açan provokatör de olabilir, ateşli bir militan da’ diye kanaatini bildiriyor. Ama onun çektiği görüntüler üzerinden yürüyen bir komplo teorisi de ilk elden açıklamalarıyla açıklığa kavuşuyor. Belki o da komplonun içindedir, kimbilir. Bundan sonrası tıbbın ilgi sahasına giriyor ama…” Bir komplo teorisi daha ne güzel kavuştu açıklığa, değil mi? İshak Işıtan, kendisine atfedilen açıklamalarıyla ilgili konuşana dek Oğur’un doğru naklettiğini kabul etmek zorundayız. Belki telefonda bazı yerleri yanlış anladı, 20-30 silahlı adamı 20-30 bin silahlı anladı. Bunun ve diğer açıklamaların mantıksızlığını da sorgulamak aklına gelmedi. Belki de gerçekten Işıtan birebir bu ifadeleri kullandı. Hangisi olursa olsun, bir, Oğur’un kendi araştırmasıyla aktardığı tarihsel arka plan kasıtlı olarak eksik ve / veya yanlış yazılmıştır. İki, Oğur’un Işıtan’ın hiçbir biçimde akla, mantığa sığmayan açıklamalarını sorgulamadan aktarması, üstelik bunlardan çok kesin sonuçlar çıkarması büyük bir gazetecilik ayıbıdır dersek eksik kalır. Sevdikleri deyişle söyleyelim: Kara propagandadır. Görünen o ki, Taraf’ın sola yönelik kara propagandası şiddetini artırarak sürecektir. Zira, Taraf’ın başlıca varoluş sebeplerinden biri tam da budur. Tora Pekin/birdirbir.org -
Bir Taraf Klasiği: İtinayla Tarih İmal Edilir
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Politika Bilimi
Oğur, iddia ediyor: “Her şeyin konuşması sırasında başladığı DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler bile katliam için ilk açıklamasında ‘Saldırgan faşist ve Maocular CIA emrinde’ demişti. TİP’in lideri Behice Boran’ın ilk açıklaması ise ‘Maocu goşist gruplar işçi sınıfının dışındadır’ olmuştu. Bir satır bile bahsetmediklerine göre herhalde onlar da bu komplonun içinde kabul edilmeli.” Halbuki, Kemal Türkler gerçekte “CIA denetimindeki faşistlerin” ve “Maocu komandoların” otomatik silahlarla hakla saldırdığını anlatırken şunları da söylüyor: “Fakat bir yandan alana sızmış olan, diğer yandan Sular İdaresi’ni ve çeşitli binaları siper yapmış olan bu faşist ve Maocu ölüm çetelerinin gözü dönmüştü.” (Milliyet, 3 Mayıs) Şimdi bu beyanatla Berktay nasıl doğrulanmış oluyor? Merhum Kemal Türkler, saldırının CIA denetiminde olduğunu, Sular İdaresi’nden ve diğer binalardan ateş edildiğini söylüyor. Türker’in faşistlerin yanısıra Maocu komandolardan bahsetmesi mi rahatlatıyor Oğur’u? Ama Berktay, “Sular İdaresi’nden ve Intercontinental’den ateş açıldığı efsanedir” dememiş miydi? Oğur, iddia ediyor: “Intercontinental’den ateş açıldığını ilk olarak olaydan üç gün sonra basın açıklaması düzenleyen Aydınlık dergisinin başındaki Doğan Yurdakul dillendirdi. Intercontinental’in bir katında polisin görevlendirildiği daha sonra ortaya çıktı. Ama o ortaya çıkan belgelerde de oradan ateş açıldığıyla ilgili en ufak bir emareye rastlanılamadı. Kırık camlar, kaçan CIA ajanları teorileri şehir efsanesinin ötesine geçmedi.” Yalan. Cumhuriyet’in yukarıda değindiğim 3 Mayıs ‘77 tarihli haberi çok açık, bırakın birisinin iddia etmesini, savcılık bu iddiayı önemsemiş, araştırmaya başlamış bile. Oğur ya yeteri kadar araştırmamış ya da düpedüz uyduruyor, maddî bir bilgiyi okurdan kasıtlı olarak gizleyerek tarih imalatına soyunuyor. Ama evet, araştırmadan bir şey çıkmamış. Türkiye Cumhuriyeti’nde 1980′den önce ya da sonra kaç karanlık olayın, kontrgerilla faaliyetinin gerçekten aydınlandığını biri bize (ya da en azından Oğur’a) söyler mi lütfen? Oğur, iddia ediyor: “Kanlı 1 Mayıs’la ilgili bütün komplo teorilerini mânâsız bırakan gerçek, ölen 34 kişiden sadece üçünün (bir rivayet beşi) kurşun yarası nedeniyle hayatını kaybetmesi. Geri kalanların ölüm nedeni izdihamdı. Eğer gizli güçler, devlet ya da CIA kalabalığın üzerine iddia edildiği gibi Intercontinental otelinden ve Sular İdaresi’nin üstünden ateş açacak kadar açıktan bir katliama girişmiş olsaydı, bu sayının bu kadarla sınırlı kalmaması beklenirdi.” Taraf kaynaklı pek çok çarpıtma, tarih imalatı, dezenformasyon bu tarz akıl yürütmelerle yapıldığı için buraya dikkat! Eğer bu dikkati bugün, şu anda göstermezsek, uzun yıllar boyunca bu saçmalığı dinlemek zorunda kalacağız çünkü. Berktay ve onun görüşünü sahiplenen Oğur, sanki böyle bir iddia varmış gibi binalara yerleşmiş keskin nişancıların halka ateş etmeleri halinde ölü sayısının beşten (ya da üçten) ibaret olamayacağını iddia ediyorlar. Tabii bu iddiaları hemen güme gitmesin diye, 132 kişinin de kurşunla yaralandığına değinmiyorlar. Oysa, 1 Mayıs’la ilgili sayısız tanık, binalardan açılan ateşin panik yaratmaya yönelik olduğunu, bunun “başarıldığını”, ölümlerin temel nedeninin polis panzerlerinin alana dalması olduğunu anlattı, yazdı. Buna rağmen, sayısız tanıklığa, silahlı adamların görüntülerine –evet, görüntülerine– rağmen, ölü sayısının azlığından yola çıkarak “binalardan ateş edilmedi” denilebilir mi? İdeolojinize altlık olsun diye tarih imal ediyorsanız, dersiniz elbette. -
Bir Taraf Klasiği: İtinayla Tarih İmal Edilir
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Politika Bilimi
Bu imalatın barutu Berktay’dan gelse de, fişeği, Yıldıray Oğur’un İshak Işıtan’la yaptığı görüşmeye dayandırdığı yazısı yakıyordu: “Bana solcular suç işliyor dedirtemezsiniz.” Demirel’in meşhur sözüne “fırlama” bir gönderme. Peki, Oğur’un bu parlak başlığı “hak eden” malzemesi neydi, yakından bakalım, tarih böyle imal ediliyor çünkü: Oğur’un yazısının omurgasını, derin devletin bıraktığı belki de en önemli izi belgeleyen adamdan adeta bir itiraf oluşturuyor: “Sular İdaresi üzerindeki silahlı iki sivili çektim. Ama ateş etmiyorlardı. Doğruyu söylemek gerek. Ateş açtıklarını görmedim ben. Belki kontrol için çıkmışlardı oraya. Yalan söylemem.” Sular İdaresi’nde görüntülenen silahlı adamlar her nasılsa birinci sayfada “polis” olarak duyuruluyor, iç sayfada, Oğur’un yazısında ise “sivil” oluveriyorlar. Işıtan “sivil” mi dedi, “polis” mi dedi? “Sivil” dediyse, Oğur birinci sayfada niye “polis” diyor? Konu önemli, çünkü çatıdaki polis belki görevle açıklanabilir, ama silahlı sivil o kadar da kolay açıklanamaz. Ama hadi “yalan söylemem” lafının “yalan söyleyemem”e dönüşmesi gibi Oğur’un kalemi sürçmüş diyelim. Ama yazının devamı gerçekten ibretlik. Oğur, Berktay’ın 1 Mayıs 1977 ile ilgili komplo teorilerini açığa çıkardığını, bir tabuyu devirdiğini söylüyor. Berktay’ın işaret ettiği ve gerçekdışı ilan ettiği komplo teorileri nedir? “Sular İdaresi’nden ve Intercontinental Oteli’nden meydana ateş açılmamıştır. Aksine meydandaki sol gruplar, meydana girme kavgası içindeyken birbirlerine ateş etmişlerdir. Bu nedenle 1 Mayıs ‘77′de derin devletin içinde olduğunu söylemek mümkün değildir.” İşte Oğur bu iddiaya dayanak olsun diye başlamış sıralamaya: “1 Mayıs 1977’yle ilgili dönemin herhangi bir gazetesinin arşivine giren, ilk üç gün boyunca bugün gerçek zannedilen komplo teorileri hakkında tek söz okuyamaz.” Halbuki üşenmeyip arşive göz atan herkes, henüz 2 Mayıs’ta bir polis şefinin “İlk ateşe Sular İdaresi üzerinden karşılık verildi ve ondan sonra panik başladı” sözünü okuyabilir (Milliyet). 3 Mayıs’ta ise Cumhuriyet gazetesinin “ilk ateşin Intercontinental’den açıldığına ilişkin ihbar üzerine iki savcının görevlendirildiğine ve onların da hemen oteldekilerin ifadesini almaya başladıklarına” ilişkin ayrıntılı haberini okuyabilirler. Yani Oğur yalan söylemektedir. -
Tecavüz, yalanlar ve haysiyet Halil Berktay solla hesaplaşmasında –şimdilik– en büyük adımını attı herhalde: 1 Mayıs 1977 katliamından kontrgerillayı çıkardı, tüm sorumluluğu suç ve günahları say say bitmez sola yükledi. “Solun bir efsanesi daha yıkıldı… Bir tabu daha devrildi…” Günlerdir bunu konuşuyoruz, gerçekten büyük başarı. Elbette demokrasi tasavvurunu şiddetli bir anti-sol üzerinden kuran Taraf’ın ve bazı Taraf yazarlarının buna kayıtsız kalması beklenemezdi. Berktay’ın iddialarını ortaya atmasının hemen ertesinde Taraf konuyu sürmanşete çekti: “İlk kurşunu Maocular attı” (3 Mayıs). Haberin ilk sayfadaki görünüm tümüyle Berktay’ı destekliyor, dönemin Dev-Genç lideri Bülent Uluer, Berktay’ın iddialarını destekleyen sözler ediyordu. Haberin hemen yanında da gazetenin yazarlarından Yıldıray Oğur güzel bir gazetecilik örneği sergileyerek Sular İdaresi’nin üzerindeki silahlı adamların görüntülerini kayıt altına almaya başarmış belgeselci İshak Işıtan ile görüştüğünü duyuruyordu. Oğur “Sular İdaresi’nden kalabalığın üzerine polisin ateş açtığı iddialarına kaynaklık eden görüntüyü çeken” kişi olarak tanıttığı Işıtan’ın ağzından “Ateş etmiyorlardı. Yalan söyleyemem” açıklamasını kapmıştı. (Işıtan’ın Oğur’a söylediklerini aradan geçen 35 yıl boyunca niye kendine sakladığı meselesine geleceğiz.) İç sayfalara geçtiğinizde ise Uluer’in Berktay’ın “Intercontinental ve Sular İdaresi’nden ateş açıldığı efsanedir” iddialarını kesin olarak yalanladığını görüyoruz. Görüş alınan Gün Zileli, Namık Koçak ve Celalettin Can da Berktay’ın bu iddialarını kendi tanıklıklarıyla yalanlamışlar. Yine görüşüne başvurulan gazeteci Yalçın Ergündoğan ise yalanlamanın ötesinde Berktay’la ilgili keskin bir açıklama yapmış: “Derin devletin o gün oluşturmak istediği intibayı bugün Halil Berktay gerçekmiş gibi söylüyor.” (Bu arada Gün Zileli, blogundan, sözlerinin Taraf tarafından çarpıtıldığını da açıkladı). Ama bir kere imalat başladı artık: Uçan kuşta Ergenekon görenler, sayısız tanıklığa karşın 1 Mayıs 1977′de Taksim Meydanı’nda yaşanan olaylarda derin devletin sorumlu olmadığını kayda geçirmeye başladılar.
-
_Soruyorum, yahu sen kimsin? _Juliet. _Nedir kızım senin derdin? _Romeo’ya aşığım ben. Ailelerimiz birbirine düşman. Evlenemiyoruz. _Okula gidiyor musun kızım sen? _Hı? _Üzülme, 4+4+4 yaptık biz. Şimdi, hem öğrenci, hem gelin hem de 3 çocuk annesi formülü üzerinde çalışıyoruz. _Kimsin sen? Böyle geceye gizlenerek sırrımı öğrenmeye gelen de kim? _Juliet’di değil mi? Bak kızım ben buraların hakimiyim. Oldu dedim mi oldu bil. Söyle o Romeo’ya da gelip istesin seni, kefilim ben. Yalnız 3 çocuk şart.
-
Meğerse Aleviler Sivas'ta Kendilerini Yakmış, 1 Mayısta da Solcular Kendilerini Vurmuşlar.!
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Politika Bilimi
1 Mayıs Katlimı’nın solun iç hesaplaşması olduğunu söyleyen Halil Berktay’ın hesaba katmadığı bir soru var: Kanlı 1 Mayıs’ın failleri ‘solcularsa’; 1 Mayıs 1977 ile ilgili MİT raporunda neden devlet sırrı ibaresi var Tarihçi Halil Berktay’ın Taraf gazetesine yaptığı açıklamalarda 1 Mayıs 1977 ile ilgili attığı iddiaların yankısı sürse de, konu tartışılırken gözden kaçan sıcak bir gelişme Berktay’ın savlarını baştan çürütür cinsten. Daha 1 hafta önce 12 Eylül davasına bakan mahkeme, MİT’ten Kanlı 1 Mayıs’a dair tüm belge ve bilgileri paylaşmasını istemiş, kurum konuya ilişkin raporu talebe rağmen göndermemişti. Ancak daha sonra Genelkurmay arşivinden çıkan MİT raporu mahkemeye teslim edilmiş, ancak ‘devlet sırrı olabilir’ uyarısı yapılmıştı. Raporun içeriğiyse hala bilinmiyor. MİT, BELGEYİ MAHKEMEDEN SAKLADI Berktay ve Berktay’ın tezini hararetle savunanların gözden kaçırdığı ve ayın 28 Nisan’da ortaya çıkan gelişmeyse şöyleydi: Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi, 12 Eylül iddianamesini kabul ettikten sonra MİT, Emniyet ve Genelkurmay’a yazı göndererek, arşivlerindeki 1 Mayıs, Maraş, Çorum ve Sivas katliamlarına ilişkin bilgi, belge ve raporları istedi. 12 Eylül davasına çok sayıda belge gönderen MİT, 1 Mayıs Katliamı’ndan hemen sonra hazırladığı “5 Mayıs 1977” tarihli istihbarat raporunu ise mahkeme ile paylaşmadı. Teşkilatın belge sakladığı gerçeği ise, Genelkurmay Başkanlığı’nın, kendi arşivinde bulunan MİT’e ait 5 Mayıs 1977 tarihli bu raporu mahkemeye göndermesiyle ortaya çıktı. GENELKURMAY: DEVLET SIRRI OLABİLİR Ancak Genelkurmay, raporu mahkemeye sunarken bunun “devlet sırrı” niteliği taşıyabileceğini belirtti. Mahkeme ise raporun devlet sırrı kapsamında olup olmadığına kendisi karar vermek yerine, soruyu belgenin asıl sahibi MİT’e yöneltti. MİT’ten yanıt gelene kadar da 1 Mayıs raporu, adliyenin “kozmik odası” olarak bilinen teknik takip odasındaki özel kasaya konuldu. Gözler şimdi MİT’in mahkemeye göndermekte direndiği kendi raporuna ilişkin alacağı kararda. NE OLMUŞTU? Tarihçi Halil Berktay, 34 kişinin hayatını kaybettiği 1 Mayıs 1977'deki olaylarla ilgili “TKP ve DİSK, Maocuları Taksim'e sokmama kararı almıştı. Maocular barikata tosladı, ateş açıldı, izdiham oldu. Otel ve Sular İdaresi çatısından ateş açıldığı palavradır. Polis araçlarından da ateş açılmadı. Sol kendi rezaletinden bir mağduriyet yarattı" diyen Berktay’ı sol çevreler ve kanlı 1 Mayıs’a şahitlik edenler yalanlamıştı. KİM NE DEMİŞTİ? ‘O savcı neden görevden alınmıştı?’ Avukat Turgut Kazan: 35 yıl önce yaşanan bu trajik olaya ilişkin böyle bir değerlendirme kesinlikle gerçeğe aykırıdır, yalandır. Halil Berktay, o tarihlerde Taksim’e alınmaması kararlaştırılan gruptandı. Kendisi meydana girdi mi / girmedi mi, girdiyse neredeydi bilemeyiz. Ama, olayın savcısı yaşıyor, tanıkları yaşıyor. O grup girmekte ısrar edince, gerilim doğmaması için, bırakın girsinler denildiği ve engelin kaldırıldığı biliniyor. Tam o sırada, Sular İdaresi üzerinden ve otelin bir iki odasından ateş edildiği görülmüştür. Yukarıdan atılan mermilerin asfalta saplandığı gerçeği bir yana, polis panzerinin kargaşayı artırmak için kullanıldığı açık. Ele geçirilen tabancaların balistik incelemesi bile yapılmadan hazırlanan iddianame, mevcut sanıkların birinci derecede sorumlu olmadıklarını, valiyle emniyet müdürünün görevini yapmadıklarını belirtmekle birlikte, adeta asıl failleri tarihe havale ediyordu. Dosyadaki telsiz konuşmalarında “panzeri halkın üstüne sür” denilmesi, “ama vatandaşlar ölür” cevabı üzerine bu talimatta ısrar edilmesi yok sayılmıştı. Duruşma savcısı Çetin YETKİN bu hususlara ilişkin olarak soruşturmanın tamamlanmasını istedi. İlk oturumda dile getirilen savcılık istekleri okunmadan ve ikinci oturum o savcının niye görevden alındığı yorumlanmadan, nasıl bu sonuca varılır? Hele, tarihçiyim diyen biri (o gece kimlerle görüştüğünü bile belirtmeden) bunu nasıl yapar? Halil BERKTAY’ın da tarafı olduğu grubun bu provokasyona uygun bir ortam yarattığı kabul edilebilir. Ama, yaşanan olay apaçık bir tertipti. Kesinlikle, sol grupların çatışması değildi. Nitekim, son günlerde mahkemeye gönderilen MİT raporunun devlet sırrı sayılarak kamuya açıklanmaması, tertip gerçeğini doğruluyor. Sivas gibi, Maraş gibi katliamları derin devlete bağlayıp, bilinen katilleri mağdur göstermeye çalışanların, apaçık bir tertibi solun çatışması saymaları, üzerinde düşünülmesi gereken ibretlik bir girişimdir. DİSK Basın Yayın Halkla İlişkiler sorumlusu Fahrettin Erdoğan; yapılan araştırmaların olayın Kontrgerilla tarafından işlendiğini ortaya koyduğunu söyledi. 1 Mayıs 1977 olaylarıyla ilgili hazırlanan belgesel için araştırma yapan Erdoğan, DİSK’in avukatı Rasim Öz’ün mahkemeye sunduğu delillerin ise ortadan kaybolduğuna dikkat çekti. Erdoğan, Berktay’ın “Üzerimden kurşun geçmedi” ifadesinin tanıklıklar ışığında gerçeği yansıtmadığını vurguladı. Erdoğan, 1 Mayıs 1977’de uzun namlulu insanların fotoğraf ve görüntülerinin de DİSK’te bulunduğunu söyledi: “O dönem davayı yürüten avukatımız Rasim Öz kullanılması talebiyle görüntüleri mahkemeye sundu. Bir daha biz bu görüntüleri geri alamadık. Katliamdan sonra 526 kişi yakalandı. 422’si hakkında takipsizlik kararı çıktı, 98 kişi 14 yıl yargılandı ve aklandı. Yargılananların tamamı orada bulunan mağdurlardı.” -
Türkiye İslamî hareket ve sağının doğduğu mekânlardan birinde, üstelik cami avlusunda emek, sömürü, eşitlik her şeyden önce sosyalizm kavramlarını duymak tuhaf. Avluda feministlerden anarşistlere İslamcı olmayan kalabalık bir destekçi grubu da vardı. Caminin duvarları ölen işçilerin posterleriyle ve antikapitalist dövizlerle kuşatılmıştı. En dikkat çekici döviz ise, “Abdestli Kapitalizme Hayır” yazandı. Medyanın ilgisi ise oldukça fazlaydı; ne de olsa haber değeri yüksek bir vak’a denilebilir. Geçtiğimiz aylarda yanarak ölen AVM inşaatı işçileri için kılınacak gıyabi cenaze namazı öncesi İhsan Eliaçık'ın yaptığı konuşma, Türkiyeli İslamcı-Sağ cenah için yenilir yutulur cinsten değildi. Konuşmasında “Reddi Miras” kavramını kullanan Eliaçık, 6. Filo Dolmabahçe olayları sırasında sağcı gençler olarak yanlış yere taş atıldığını, asıl taş atılması gerekenlerin Amerikalılar olduğunu ve sağın bu mirasını reddettiklerini söyledi. Eliaçık'ın sürekli vurguladığı, mülkiyetsizlik ve eşitlik vurgusu büyük bir pankarta da yerleşmişti “Mülk Allah’ındır”. Kılınan namazdan sonra kortej ana cadde üzerinden yürüyüşe başladı. Benim dikkatimi çeken ise görevlilerin “tahriklere kapılınmaması” uyarısı oldu. Demek ki beklenen bir şey bu. Ama yürüyüş ilerledikçe tam tersine civardaki esnafın ve insanların yürüyüşe sempatiyle yaklaştıklarını gördük. Kortej önemli ölçüde gençlerden oluşuyordu; kıyafet ve saç tiplerine baktığımızda yine karşımızda gelenekselleşmiş İslamcı genç görüntüsünü de yakalayamıyorduk. Daha önceki tartışılan bir yazımda Mehmet Bekaroğlu dolayısıyla (kendisi de kortejdeydi) AKP ve İslamcı burjuvazi dolayısıyla İslamî hareketin, müminin sınıfla imtihanı olacak bir döneme girdiğimizi, İslamî kesimde AKP neo-liberalizmi dolayısıyla sınıf vurgulu söylemlerin uç verdiğini söylemiştim. Bu onların bu kavramlarla ilk karşılaşmalarıydı. Eliaçık'ın deyimiyle AKP'nin mezarı bir tarafıyla beş yıldızlı Caprice Gold otelleri olacaktı. Ya da mücahitlikten müteahhitliğe giden zorlu yol... Zaten aynı inisiyatif geçen Ramazan'da lüks iftarlara karşı yoksul iftarlar organize etmişti. 1 Mayıs yürüyüşü ise aynı kesimin sınıf vurgusunda geldiği son nokta oluyor. Yürüyüş Unkapanı Köprüsü'ne yaklaştıkça, kortejden gençlerle konuşuyorum. Sosyalizmin eşitlik vurgusu ve kapitalizm analizini fazlasıyla önemsiyor ve okumaya çalışıyorlar. Din Sosyalizmle Uyuşur mu? Yürüyüş fotoğraflarını Facebook sayfama yükledikçe yorumlar da düşmeye başlıyor. Bazı yorumlar bu hareketin samimiyetsizliği üzerinden hareket ederek, İslam ya da en genel anlamda din ile kapitalist karşıtlığının uyumsuzluğu üzerinden hareket ediyorlar. Son 20 yıldır gerginleşmiş İslam, şeriat vurgusu dolayısıyla buralardan böyle bir hareketin çıkamayacağını savlayarak, ya da her alan gibi bu alana da el attıklarından şikâyet ediyorlar. Bazılarının taşıdığı “İnşallah Sosyalizm gelecek” pankartı ile hafif dalga bile geçiliyor. (Muhtemelen provokasyon amacıyla “görevli” gönderilmiş bir kişinin taşıdığı bu dövizin kortejle bir ilişkisi yoktu. İştiraki’nin notu) İslamî antikapitalist harekete gösterilen tepkilerin önemli bir kısmı Aydınlanmacı refleksler gösteriyor. Dinin epistomolojik olarak Aydınlanmanın inancı dışarıda tutan akılcı mirası olan sosyalizmle beraber olamayacağı savlanıyor. Tabii bu tartışmalara Güney Amerikalı Katolik sosyalist papazlar ve Kurtuluş Teolojisi üzerinden de bir şeyler söylenebilir. Ama öncelikle şunu vurgulamak gerekiyor: Siyaset ile epistemoloji (bilgi kuramı) arasında direkt bir bağ bulunmuyor. Yani felsefî bir meseleyi tartışmak ya da evrim teorisi üzerinden konuşmakla, Bağ-Kur kuyruğunda sömürünün sorunlarını yaşayan bir emekli arasında ya da bir hipermarket karşısında iflas eden bakkal arasında uzun bir mesafe var. Bu ilişkisi olmadığı anlamına gelmiyor elbette; ama öncül değil. Yani bir Müslüman’ı önce Darwin tartışarak ateist, sonra da sosyalist yapamazsınız. Elbette sosyalist dünya görüşü materyalist felsefe tartışmalardan, kültür, din ya da felsefe üzerinde devasa literatürden fazlasıyla yararlanmıştır; hatta bilfiil bu literatürü bizzat kendisi üretmiştir. Ama yine de siyasal alan bunlardan fazlasıyla bağımsız bir alanda işlemektedir. Oysa sosyalist mücadele öncelikle bu pratik alanın sorunudur. Anlaşılabilir nedenlerden dolayı sosyalist analizlerde epistemoloji siyasete daima baskın çıkıyor. Yine unutmamalıyız ki, epistemoloji, kültür ya da felsefî tartışmaların önemli bir kısmı kafa-kol emeği arasındaki tarihsel yarılmanın izleriyle malul. Yani demek istediğim kafa emeği için boş zamanı ve imkânları yüksek olan kesimlerin avantajı. “Antikapitalist Müslümanlar”a dönük bazıları haklı tedirginliklerin çoğunda epistemoloji (inanç, Tanrı’nın varlığı ya da yokluğu, din akıl çatışkısı vs...) ağırlıklı bir yön görüyorum açıkçası. Bunlar elbette önemli tartışmalar, olacaktır da ama siyasal alana geldiğimizde İslamî hareket içindeki yeni oluşumları, onların kapitalizm karşıtı duruşlarını önemsemeliyiz diye düşünüyorum. Mülk Allah'ın ya da Tao'nun ya da Homeros'un tanrılarının da olabilir; ya da herhangi bir Kızılderili kabilesinin “Manitu” olarak adlandırdıkları gizemli varlığın; ama benim için onun burjuva ya da emek sömürüsü üzerinden palazlanan ya da bunların üzerinden eşitsizliği meşrulaştıran biri olmaması yeter açıkçası. Çünkü gerisi inanç gibi epistemoloji tartışmasına giriyor ve bizim de bu kadar zamanımız yok... Boş zamanımız da. Ali Şimşek
-
http://youtu.be/V7Od9GNGQQc Bu akşam 32. Günde bu çocukları izledim. Hepsi birbirinden bilinçli, herbiri bir diğerini tamamlayan tek tip olmayan kişiliğe sahiptiler. Benim karşı olduğum müslümanlığı temsil etmiyordu onlar. Yine onlardan birinin açtığı blogta yazdıklarını buraya taşımakla işe başlamayı uygun gördüm. Değerli ortodoks Müslüman kardeşler, Onları anlamadan, algılamadan, kavramadan haklarında hüküm vermeyin derim... Bence , insanlığın özüne ve özgürlüğüne dair biat etmeyen algılamanın önümüzdeki yıllar içinde yaşanacak gelişimine tarafsız gözlemlerinizle tanıklık etmenin fırsatını verin kendinize..İyi takip edin onları... Ben onlar adına ne söylesem boş, Videoları izlemeniz yeterli zaten... Bu noktada inkilabî İslam’la muhafazakâr İslam arasındaki farkları bir tespit etmek gerekiyor: devrimci Müslüman’ın muhafazakâr Müslüman’dan farkı nedir? Öncelikle devrimci Müslüman devrimi düşler. Doktor’un deyimiyle, bu dünyası olmayan dinin öteki dünyası da yoktur. O yüzden yine Doktor’un deyimiyle, “her ay muharremdir, her gün aşuredir ve her yerde Kerbelâ’dır” devrimci Müslüman için. Muhafazakâr Müslüman ise her şeyi ahirete erteleme taraftarıdır. Ne yaparsanız yapın henüz çok erkendir ve sabretmek gerekmektedir. “Allah bu dünyayı onlara öteki dünyayı bize vermiştir” diye düşünür, tıpkı ortaçağın köhne kafalı Hıristiyanları gibi. Dolayısıyla panik yapmaya gerek yoktur, önemli olan imanı kurtarmak, gerisi teferruattır. Muhafazakâr Müslüman için, Doktor’un dediği gibi, “bugün peşin, yarın veresiyedir”. Anlayacağınız her gün peşindir, başlamak için hep erkendir. Ne zaman “hadi” deseniz, size tabelayı gösterir ve “görmüyor musun bugün peşin yarın veresiye” der ve bu hep böyle gider. Sonuçta hep erteler ve sonra da “kader” der. Özetle muhafazakâr, “neo-cebriyeci”dir. O, “biz yeniliğe karşı değiliz, peygamber deveye biniyordu, biz de jipe” der. İçtihattan anladıkları bu kadardır. Muhafazakâr gider, yerine “neo-muhafazakâr” gelir, anlayacağınız. Ve tabiî bu da hep öyle gider. İkinci olarak devrimci Müslüman sosyal adalet ister. Tıpkı Ebuzer gibi, “bir toplumda aç olup da o topluma kılıç çekmeyene şaşarım” diye haykırır. İhtiyacının fazlasını verir[1], sevdiklerinden vermedikçe iyiliğe ermiş olmayacağını da bilir[2] ve yine bilir ki zekâtını versen de vermesen de İslam’da parayı stoklamak haramdır, çünkü Allah Tevbe Suresi 34 ve 35. ayetlerinde demiştir ki: Ey iman edenler! Şu haham ve rahiplerin birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yiyor hem de onları Allah yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanları elim bir azapla müjdele. O gün biriktirip yığdıkları cehennem ateşinde kızartılacak ve alınları, böğürleri ve sırtları onlarla dağlanacak. “İşte bu bencilce biriktirip yığdıklarınız; haydi, tadın bakalım” denecek. Çok açıktır ki bu ayet, zekât, hatta daha fazlasını verseler de parayı biriktirenleri bir azapla müjdelemektedir[3]. Çünkü peygamber, “malda zekâttan başka da hak vardır”[4] demiştir, çünkü peygamber, “kimin fazla bir bineği varsa onu olmayana versin kimin fazla bir evi varsa onu olmayana versin” demiştir ve yine peygamber ki “şu dağ kadar altınım olsa onu infak edip kabul edilmesini isterim ve geride altı okkasını bile bırakmak istemem”[5] demiştir. Yine o peygamber ki ağalığı yasaklamış[6], “toprağın sahibi onu işleyendir” demiş; hem sonra Ali ve Ebu Bekir ki herkese eşit maaş vermiş[7]; Allah ki “mal aranızda sadece zenginlerde bulunan bir servet hâline gelmesin”[8] demiş, Ömer ki her doğan çocuğu maaşa bağlamış[9], bazı fakihler ki “kârın yarısı işçinindir” demiş ve yine bazı fakihler ki “27 dinardan fazla biriktirmek haramdır” demişlerdir[10]. Tabiî muhafazakâr Müslüman bütün bunları pek kaale almaz, çünkü ne de olsa bunların tam tersini söyleyen kabil ruhlu fakihler, âlimler, sözde sahabeler çıkmıştır. Ali’nin dediği gibi, “onlara Kur’an’dan bir şey getirmeyin, çünkü onlar da başka bir şey getirirler”; nitekim muhafazakâr Müslüman’ın çoğu “Allah dilediğine bol verir dilediğine az” ayetini rahat ortopedik yatağında geceleri sayıklarken görebilirsiniz, hâlbuki ayetin devamını okusalar “başkası için ne harcarsanız yerini başka bir rızıkla doldurur”[34/39] kısmını da görecekler ve Allah’ın kastının “vermezseniz ben alırım, çünkü zaten rızkı ben veriyorum ve verdiğimi harcamanızı istiyorum” demek olduğunu anlayacaklar. Yine bu konuda Seyyid Kutub’un İslam-Kapitalizm Çatışması türünden eserler üzerinden İslam’ı anlamada düşünce kargaşalığına düşen kimi Müslümanlar, “bazılarınızı bazılarınızdan üstün kıldık” ayetini, İslam’da sınıflar teşkilinin mevcudiyetine delil sayarlar. Yalnız bizim toplumumuz gibi hasta bir toplumda böyle bir anlayışa imkân vardır. Gerçekte ise buradaki yükseklik sınıfsal yükseklik değil, kişiseldir. Yani burada bir tabakanın doğuştan ötekilere üstünlüğü sözkonusu edilemez. Muhakkak ki ferdi kabiliyet, sahibine özel bir yer verecektir. Hâlbuki doğuştan gelen üstünlük ferde, hayatında hak edemeyeceği, kazanamayacağı bir mevkii reva görebilir. İşte bu fark, kast sistemiyle İslam’ın anlayışı arasındaki ihmal edilmeyecek temel ayrılıktır. Çünkü bu ayrılık, zümreler saltanatını yıkarak fertler arasında yetenek üstünlüğüne göre bir derecelenme kuracaktır. Hem sonra devrimci isyankârdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar. Yönetim bunu yapmıyorsa, yönetime el koyar. Muhafazakâr ise tam tersini düşünür. Örneğin Malik, “âdil olmayan bir idareciyi altmış yıl tanımak, onun halkını bir saatlik bile başkansız bırakmaktan daha evladır.” hadisini naklediyordu. Hanbel ise “sultan yeryüzünde Allahın gölgesidir” hadisini söylüyordu. Bu hadislerin sahihliğini tartışmadan önce Kur’an ne söylüyor diye baktığımızda, “inatçı her zorbanın emrine uyan Ad kavminin sonu böyle oldu”[11/59] dediğini, veyahut aynı surenin 97. ayetinde Firavun’un yönetiminin sağduyuya dayanmamasına rağmen ona uyan soylu takımını eleştirdiğini görüyoruz. Devrimci Müslüman siyasî olarak ne kadar radikalse yaşantı olarak bir o kadar “medeni”dir, modern değil[11]. İçtihad kapısı diye bir kapı yoktur ki onun için kapansın. Kur’an yaratıldı mı yaratılmadı mı, nesih var mı yok mu, recm var mı yok mu gibi şeylerle uğraşmaz o. Şekilci değildir devrimci Müslüman, bilir ki takva elbisesi daha hâyırlıdır[12]. Şeriatı detaylarla öldürmez. O yaşayan İslam’a inanır[13] ve yaşayan Kur’anı okur[14]. Bilir ki bir nehir tersine değil de denize doğru aktığı zaman kaynağına sadık kalır ve yine bilir ki atalara sadık kalmak ataların ocağından külü değil de ateşi taşımaktır[15]. Muhafazakâr Müslüman ise kaynağa dönmek ister. Gerçi akıntının tersine gitmek zordur ama ne de olsa ne kadar işkence çekerse o kadar sevaba girdiğini zanneder. Öyle ya o sürekli şeytan ile cebelleştiğini sanır. Aslında tek cebelleştiği psikoz hâline getirdiği dini ve nevroz hâline getirdiği kendisidir; ama olsun sevap kazanmaktadır kendisi. Koşa koşa cemaate yetişir, her şey yirmi yedi kat “bonus” sevap içindir. Namazda ne okuduğunun bir önemi yoktur. Hem anlamını öğrenmesi de caiz değildir. Kim bilir yanlış meal verip dinden çıkabilir. Meal okumaz muhafazakâr, çünkü mealler yetersizdir; tefsir okumaz, çünkü tefsir çok uzundur. Hem sonra peygamber, “aklı ile tefsir edenin eli ateştedir” dememiş miydi? Muhafazakâr sevmez Allah’ı, daha doğrusu sevemez, sadece korkar O’ndan. Takva onun için Allah’tan korkmaktır sadece. Devrimci Müslüman ise namazda ne kıldığını bilir. Tam bir sığınma duygusu içinde, yürekten Allaha yönelip, yani huşu duyarak namaz kılar çünkü böyle yapmazsa namaz ona ağır gelecektir[16] ve yine bilir ki “dikkat edin, düşünmeden okunan Kur’an’da hayır yoktur; yine dikkat edin, anlamadan kılınan namazda da bir hayır yoktur” demiştir Ali. Devrimci Müslüman Kur’anı namazda tertîl ile yani tane tane okur, çünkü Allah öyle istemektedir[17]. Takva onun için Allaha karşı sorumluluk bilinci duyma, İhsan Eliaçık’ın deyimi ile, Allah bilinci ile yaşama ve Muhammed Esed’in deyimiyle de Allah’ın her yerde ve her zaman hazır olduğunun farkında olup ve bu farkında oluşun ışığı altında, kendi varlığını biçimlendirme arzusudur. Devrimci meal de okur tefsir de ve Kur’an “Ebu Leheb’in iki eli kurusun” derken, “kahrolsun Ebu Leheb’in iktidarı” demek istediğini bilir. Muhafazakâr Müslüman sağcıdır, gelenekçidir, yobazdır, abdestli kapitalisttir, pragmatisttir ve kalvinisttir. Peygamberi misvak kullanmada örnek alır ama onun hasırda yatıp arpa ekmeği ile beslendiğini, Rodinson’un deyimi ile eli kılıçlı bir peygamber olduğunu es geçer. Devrimci ise belki misvak kullanmaz ama silâh kullanmasını iyi bilir. Peygamberi şeklen değil, ruhen taklit etmek ister. Diyalektiğe inanır çünkü. Muhafazakâr tedbircidir, devletini çok sever, 12 Eylül çocuğudur Türk İslam’ına inanır ve kulak kıvamı kadar da Atatürkçüdür, bütün derdi İnönü’yledir onun. Muhafazakâr Müslüman “baby-boomer”dır;[18] hiç ölmeyecekmiş gibi çalışır, her an ölecekmiş gibi ibadet etmez ama. Anlayacağınız o dünyacıdır, her ne kadar ahiretten bir hayli bahsetse de. Devrimci ise üçüncü dünyacıdır, antiemperyalisttir, inançlıdır, toplumcu/ümmetçi bir düzenin ancak “inanmış” insanlarla kurulacağına inanır ve de mücadelecidir. Muhafazakâr ise rejim onun kızını okula almasa da, annesini hastane kapılarında ölüme terk etse de suskundur. Bu hâli ile rejimin adeta tebaasıdır, sanki Osmanlı’dan bu yana hiçbir şey değişmemiş gibidir. Yine de suçlu değildir muhafazakâr. Çünkü Doktor’un dediği gibi, “kötü halk yoktur, uyutulmuş/eşekleştirilmiş halk vardır.” Bu yüzden anlamaya çalışır onu devrimci, hor görmez onu ve değişmesini bekler, çünkü Che’nin dediği gibi bazen “imkânsızı dilemek” gerekir ve yine Che’nin dediği gibi “özgürlüğün en büyük düşmanları onu hemen isteyenlerdir”. Bu yüzden sabreder devrimci. Sabreder, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir, sabreder çünkü Allah’ın vaadi haktır. “İman edenler yalnız Allah’a dayansınlar”[19] ayetini aklından çıkarmaz ve şu ayeti hiç unutmaz: Allah’ın kimin gerçekten mücadele ettiğini, kimin de gerçekten zorluklara göğüs gerdiğini ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi zannettiniz?”[Al-i İmran 142] Bu soruya muhafazakârın cevabı “evet”tir. “Nasıl olsa affedileceğiz”.[Araf 169] derler. Devrimcinin ise bu soruya cevabı “hayır”dır. O ne “kitap yüklü eşek”tir[20] ne haham ve rahiplerini rab edinmiştir[21] ne de Kerhi gibi, “Kur’an ve hadiste imamlarımızın görüşlerine uymayan bir şey bulursak onu nesh olmuş sayarız” demiştir[22]. Yalnızdır devrimci, “yalnızlık sözleri”dir ağzından çıkan her kelime, anlaşılmak ister ama anlaşılmaz, çünkü bu asrın adamı değildir. Belki bu dünyanın adamı da değildir. Öyle ya da böyle yaşamaktadır, onun için hayat iman ve mücadeleden ibarettir, tıpkı İmam Hüseyin’in dediği gibi. O ne ekonomistler gibi paraya tapar, ne natüralistler gibi doğaya tapar, ne bilimciler gibi bilime, ne de sosyolojistler gibi topluma tapar. O, ne kimi Marksistler gibi üretim araçlarına tapar, ne Russell gibi “benlik güdüsü”ne, ne de Sartre gibi “hayat kusmuktur” der. O sadece Allah’a tapar. Hasan Hanefi’nin dediği gibi Allah’ın içinde yaşar o, Allah’ın bekası için yaşar, Allah yolunda yaşar. Bir tarafı Marx, bir tarafı Sartre, bir tarafı da Pascal’dır devrimcinin; bir tarafı Mazdek, bir tarafı Buda, bir tarafı da Hallac’tır. Sosyal savaşımcıdır Marx kadar, özgürlükçüdür Sartre kadar ve ruhen mirac etmiştir Hallac kadar[23]. Tasavvufi deyişle “insan-ı kâmil"dir, Marx’ın deyişi ile “tam insan”dır, Che’nin deyişiyle de “yeni insan”. Devrimci Müslüman için iman eylemin, amelin, praksisin ta kendisidir. İman kafada olup biten bir şey değildir, tersine hayatta olan bir şeydir. Ali’nin de dediği gibi, “imandan amele gidilir, amelden imana”. Amele götürmeyen iman, iman değil; imana götürmeyen amel de amel değildir devrimci için. Yoksa Allah ne diye “dini yalanlayanı gördün mü? İşte odur yetimi terk eden, yoksulu doyurmaya ön ayak olmayan” desin ve niye “vay o namaz kılanların hâline. Onlar ki namazlarından gafildirler. Onlar ki gösterişçidirler ve en ufacık yardımı bile men ederler.” [Maun] desin. Tüm bu yaptıklarını yüzlerine vurun muhafazakâr Müslümanların ve olur da onlar utanmazsa siz onlardan utanın, çünkü Marx’ın dediği gibi, “utanmak devrimci bir duygudur” ve peygamber efendimizin dediği gibi de “utanmak dinin esaslarındandır.” Ali Saldıran Dipnotlar: (1) Bakara 219. (2) Al-i İmran 192. (3) Ali Şeriati ve Cevdet Es-Sahhar, Bir Kez Daha Ebuzer. (4) Tirmizi. (5) Müsned 453. hadis. (6) İbn-i Hazm, Al-Muhalla. (7) Subhi Salih, İslam Kurumları. (8) Haşr 57. (9) Subhi Salih, İslam Kurumları. (10) Ali Şeriati, İslam Ekonomisi. (11) Ali Şeriati, Medeniyet ve Modernizm. (12) Araf 26. (13) Roger Garaudy, Yaşayan İslam (14) Recep İhsan Eliaçık, Yaşayan Kur’an (meal). (15) Roger Garaudy, İslam ve Sosyalizm. (16) Bakara 45. (17) Müzemmil 4. (18) Amerika’da 1946-1964 arası doğanlara denir. Bu dönem bizim Özal dönemini hatırlatır. (19) Maide 11. (20) Cuma 5. (21) Tevbe 31. (22) Ebul Hasan Kerhi, Risale fi’l Usul. Aktaran İlhami Güler. (23) Ali Şeriati, Kendini Devrimci Yetiştirmek, s.135-138.
- 40 cevap
-
- Din Felsefesi
- Devrimci Müslüman
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Su samurları uyurken el ele tutuşurlar,böylece uyurken akıntıya kapılıp sürüklenseler de birbirlerini asla kaybetmezler
-
Fenerbahçeli futbolcular mahsur kaldı...
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Futbol - Süper Lig - Dünya - Avrupa
Sende haklısındır kendince otobüsün şoförü kardeşimiz. Ama buna sıkıyı görünce tabanları yağlamak denir. -
*** Bu yazımızda "Doğal, Yapay ve Cinsel" temel seçilim mekanizmalardan sonra oldukça önemli bir diğer mekanizma olan Gen Akışı veya günlük kullanımda yer etmiş adıyla göçleri mümkün olduğunca ayrıntısıyla anlatmaya çalıştık. Bir sonraki "EVRİM MEKANİZMALARI (7): Genetik Sürüklenme" başlığında, Evrim Mekanizmaları arasında anlaşılması en güç olabilecek; ancak gerek Evrim açısından, gerekse de Evrim Tarihi'nde gördüğümüz türleşmeler açısından en önemli mekanizmalardan biri olan Genetik Sürüklenme'yi ele alacağız. ***
- 3 cevap
-
- Evrim Üzerine
- ODTÜ Genetik Topluluğu
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
*** Bu yazımızda değeri sonradan anlaşılan ve üzerinde yeni yeni kapsamlı araştırmaların yapılmaya başlandığı, daha da ötesi, tıpkı Cinsel Seçilim gibi çok uzun zamanlar Doğal Seçilim'in bir alt başlığı olarak kabul edilmiş, ancak sonradan değerinin anlaşılmasıyla ayrı bir seçilim mekanizması olduğu anlaşılan Akraba Seçilimi'nden ve bu seçilim tipine bağlı olarak ortaya çıkan fedakarlık (atruizm) ve benzeri davranışları mümkün olduğunca ayrıntısıyla anlatmaya çalıştık. Bir sonraki "EVRİM MEKANİZMALARI (6): Gen Akışı (Göç)" başlığımızda, bundan öncesinde ele aldığımız "Doğal, Yapay ve Cinsel" temel seçilim mekanizmalardan sonra oldukça önemli bir diğer mekanizma olan Gen Akışı veya günlük kullanımda yer etmiş adıyla göçlerden bahsedeceğiz. ***
- 7 cevap
-
- Evrim Üzerine
- ODTÜ Genetik Topluluğu
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
EVRİM MEKANİZMALARI (4): Cinsel (Seksüel) Seçilim
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Evrim Kuramı
*** Bu yazımızda göreceli olarak yeni gündeme gelen ve bir anda Evrim Kuramı'nın en önemli parçalarından biri haline gelen ve yarım bir doğa yasası olan 'Cinsel Seçilim'i mümkün olduğunca ayrıntısıyla anlatmaya çalıştık.. Bir sonraki "EVRİM MEKANİZMALARI (5): Akraba Seçilimi" başlığında Cinsel Seçilim gibi çok uzun zamanlar Doğal Seçilim'in bir alt başlığı olarak kabul edilmiş, ancak sonradan değerinin anlaşılmasıyla ayrı bir seçilim mekanizması olduğu anlaşılan Akraba Seçilimi'nden ve bu seçilim tipine bağlı olarak ortaya çıkan fedakarlık (atruizm) ve benzeri davranışlardan bahsedeceğiz. *** Kaynaklar: http://bio.research....vior/SELECT.HTM http://www.zoology.u.../Overheads.html http://www.stanford...._Selection.html http://www.edge.org/.../miller_p2.html http://www.thegreatd...lselection.html http://www.thegreatd...SexualSeln.html http://bio.research....vior/SELECT.HTM http://www.nature.co...ection-13255240 http://press.princet...itles/5522.html http://evolution.ber...selection.shtml http://en.wikipedia....human_evolution http://en.wikipedia....exual_selection ODTÜ Biyoloji ve Genetik Topluluğu_Evrim Ağacı http://evolution.ber...e/artificial_01 http://evrimianlamak...a_yapay_seçilim http://baharkilic.or...i-ve-evrim.aspx ***- 8 cevap
-
- Evrim Üzerine
- ODTÜ Genetik Topluluğu
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
*** Plazmidler, tüm bu anlattıklarımızdan ötürü, önemli ama minör bir Evrim Mekanizması'dır. Ayrıca bunu fark eden bilim insanları için de, çok önemli bir malzeme görevi görürler. Genetik Mühendisleri, genleri istedikleri gibi manipüle edebilmek için plazmidleri kullanırlar. Diledikleri özelliklere sahip plazmidleri, hücreler arasında aktararak gen transferini sağlarlar. Genetik biliminde kullanılan bu plazmidlere vektör adı verilir. Plazmidler kullanılarak antibiyotikler üretilebilir ve büyük miktarda protein üretimi yapılabilir. Örneğin insülin üretimi için kullanılan şey basitçe plazmidler, daha doğrusu vektörlerdir. Plazmidlerin bilim dünyasındaki sorunu, sadece 1.000.000 baz çiftine kadar taşıyabilmeleridir, daha sonra kararsız hale gelirler ve işlevlerini göremezler. Ancak bu bile, oldukça büyük bir sayıdır. Plazmidler, pek çok şekilde gruplanabilir. Örneğin plazmidleri bir bakteriden diğerine geçme kabiliyetlerine göre gruplandırabiliriz. tra genlerine sahip olan plazmidler bir bakteriden diğerine geçebilirler. Bu gene sahip olmayanlar ise, ortamda tra genlerine ve dolayısıyla bunun ürünü olan pilus üretici enzimlere sahip olan bir diğer plazmid olmadan, bakteriden bakteriye geçemezler. Veya plazmidleri tek bir hücre içerisinde birlikte bulunabilirliklerine göre sınıflandırabiliriz. Örneğin E. coli bakterisi içerisinde birkaç farklı çeşit plazmid bulunabilir. Ancak bunların sadece bir kısmı işlerliklerini sürdürebilirler; çünkü bölünme için yeterli malzeme yoktur ve sadece belli bir grup hayatta kalabilir. Plazmidleri sınıflandırmanın en kolay yolu ise, fonksiyonlarına göredir. Bu şekilde sınıflandırırsak, 5 tip plazmid olduğunu görürüz: 1) F-Plazmidleri: tra genine sahip olan plazmidlerdir. Konjugasyon yapabilirler. 2) R-Plazmidleri: Antibiyotik ve zehirlere karşı direnç geliştirebilen genlere sahiptirler. Bakterilerin pilus üretmesine yardımcı olurlar. 3) Col Plazmidleri: Diğer bakterileri öldürmek için "bakteriyosin" isimli proteinleri salgılayan genleri taşıyan plazmidlerdir. 4) Bozucu Plazmidler: Toluen ve salisik asit gibi sıradışı moleküllerin sindirimini sağlayabilen plazmidlerdir. Bu moleküllerin "sıradışı"lığı, normalde bu moleküllerin hücre içerisinde kullanılmamasıdır. 5) Virülens Plazmidler: Bakteriye viral özellikler kazandırarak bir virüse çeviren plazmidlerdir. Her ne kadar 5 farklı kategori saydıysak da, bir plazmid bunlardan bir ya da daha fazlasını bir arada yapabilir. Ancak bu kategorilerden de anlaşılabileceği gibi, bir canlıya, hiç sahip olmadığı özellikleri katması açısından plazmidler gerçekten çok büyük öneme sahiptirler. Bu sayede doğada çeşitlilik yaratılır ve daha önce bahsettiğimiz seçilim mekanizmaları sayesinde Evrim gerçekleşir. *** Bu yazımızda Evrim'in çok önemli bir diğer değişim ve çeşitlilik mekanizması olan Plazmidleri ele aldık. Bir sonraki EVRİM MEKANİZMALARI (12): Virüsler (Bakteriyofaj) başlığında "Canlı" ve "Cansız" Kavramını Anlamsızlaştıran Varlıklar - Virüsler (Bakteriyofaj) Konusunu ele alacağız. ***
- 3 cevap
-
- Evrim Üzerine
- ODTÜ Genetik Topluluğu
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
*** Transpozonların evrimsel süreçte nasıl oluştukları hala bir merak konusudur; ancak gün geçtikçe çözülmektedir. Yapılan araştırmalara göre, transpozonların tıpkı retrovirüsler gibi, tüm canlıların ortak atası olan koaservatlardan itibaren var oldukları düşünülmektedir. Kimi bilim insanı ise, en baştan beri var olan bu yapıların, evrimsel süreçte bağımsız olarak birkaç defa daha evrimleştiğini düşünmektedir. Çoğu transpozon, bilim insanları tarafından "bencil DNA parazitleri" olarak değerlendirilmektedir. Yani transpozonlar, DNA'yı kullanarak kendilerini çoğaltırlar ve hücrenin kaynaklarını kullanırlar; ancak çoğu zaman bulundukları hücreye zarar verirler. Öte yandan çok güçlü bir varyasyon yaratıcısıdırlar. İlginç bir şekilde, doğada bazı canlılar, özellikle de bazı bakteriler, transpozonların genomlarını bozmalarını engelleyecek bazı mekanizmalar evrimleştirmişlerdir. Örneğin bazı bakterilerde bulunan RNAi (RNA Interference) kullanarak sıçrayan transpozonları yok ederler. Ökaryotik canlılarda da benzer savunma mekanizmaları gelişmiştir. İnsan genomundaki transpozonların bir kısmı uyku halindedir ve hücrenin salgıladığı enzimler sayesinde hareket etmeleri engellenir. Bilimde buna "Uyuyan Güzel transpozon sistemi" denmektedir. Ne var ki, insan da dahil olmak üzere her canlı evrim geçirdiği için, kimi durumda bu "uyuyan" transpozonlar uyanmakta ve yeniden aktif olmaktadır. Örneğin insanda Tc1/mariner-benzeri transpozonunun milyonlarca yıllık bir uykudan sonra yeniden aktif olduğu keşfedilmiştir. Transpozonlar, günümüzde medikal uygulamalarda da kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle gen terapisinde kullanılan transpozonlar, dışarıdan gen eklenerek istenilen şekilde manipüle edilmektedir. Tüm bunlardan görülebileceği gibi, Evrim'in sıradığı pek çok mekanizması vardır. Ancak en küçük boyuttan, en büyük boyuta kadar canlılara baktığımızda, her yerde Evrim'in izlerini görmemiz mümkündür. Bu ilginç gen parçaları da bize Evrim hakkında önemli bilgiler vermektedir. *** Bu yazımızda da sizlere bir diğer önemli değişim ve çeşitlilik mekanizması olan Transpozonlardan bahsettik. Bir sonraki "EVRİM MEKANİZMALARI (11): Plazmidler." başlığında, sizlere Evrim'in çok önemli bir diğer değişim ve çeşitlilik mekanizması olan Plazmidlerden bahsedeceğiz. ***
- 4 cevap
-
- Evrim Üzerine
- ODTÜ Genetik Topluluğu
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
*** B-) İkinci Sınıf Transpozonlar. İkinci Sınıf Transpozonlar, ya da diğer adıyla DNA Transpozonları, ilk sınıfın aksine kendilerini kopyalamazlar ve olduğu gibi yer değiştirirler. Bu transpozonların sıçramaları transpozaz isimli enzimlerle sağlanır. Bu enzimlerin bir kısmı, transpozonların DNA'nın sadece belirli bölgelerine bağlanmasını sağlayabilirken, bir diğer kısmı DNA'nın hemen her bölgesine bağlanmayı sağlayabilir. Temel olarak enzimin yaptığı, transpozonal parçayı DNA üzerinden keserek, iki ucunda "yapışkan" olarak isimlendirdiğimiz parçalar bırakmaktır. Bu "yapışkanlık", elbette kimyasal çekim gücünden ibarettir; yani bu uçlar bir an önce bağlanmak isterler. DNA polimeraz ve DNA ligaz enzimleri sayesinde sıçradıkları yer doldurulur. Bu işlemler sırasında mutasyonlar meydana gelme ihtimali de çok yüksektir. Kimi zaman bu tip transpozonların da kendilerini kopyaladıkları görülmüştür. Bu iki sınıf transpozon da, evrimsel süreçte kendilerini kopyalama özelliklerini yitirebilirler; ancak sıçrama özelliklerini yitirdikleri bir duruma hiç rastlanmamıştır; çünkü zaten bir gen parçasını "transpozon" yapan, kendisini DNA üzerinden koparabilecek enzimleri salgılayabilmesidir. Bildiğiniz gibi DNA'nın tek görevi, üretilecek enzimlerin ve proteinlerin dizilimini saklamaktır. İşte transpozonların üzerlerinde kodlanan dizilim ise, kendilerini bulundukları yerden koparıp başka bir yere sıçratacak enzimlerdir. Ayrıca transpozonların sıçrama yeteneklerini kaybetmemelerinin bir diğer sebebi, etraftaki transpozonların enzimlerini kullanarak da sıçrayabilmeleridir. Pek çok türde, yüzlerce farklı transpozonal gen keşfedilmiştir. Bunların hepsine burada girmeyi gereksiz görüyoruz. Ancak bir fikir vermesi adına, Zea mays türünde Ac/Dc transpozonları; Drosophila melanogaster türünde P elementleri ve Mariner-benzeri elementler; Homo sapiens türünde Alu dizilimleri; Mu fajının kendisi; Saccharomyces ceravisiae türünde Ty1, Ty2, Ty3, Ty4 ve Ty5 transpozonları bunlara birkaç örnektir. Transpozonların mutajen (mutasyona sebep olucu) olduklarını hatırlatmakta fayda görüyoruz. Çünkü bir transpozon, genellikle sıçradığı bölgedeki işlevsel geni, işlevsiz hale getirecektir. Ayrıca transpozon eğer sıçramadan önce kendisini kopyalamadıysa, boşalan yerden ötürü bu gen de işlev göremeyebilecektir. Ya da transpozonun kendisi işlevselse, kendisini kopyalaması ve farklı yerlere yapıştırması, işlevinin kat kat görülmesine sebep olabilecektir. Yapılan araştırmalarda transpozonların hemofili, Ağır Bileşik Savunma Yetersizliği (SCID), poriferi, kanser, Duchenne kas distrofisi gibi hastalıklara sebep oldukları görülmüştür. ***
- 4 cevap
-
- Evrim Üzerine
- ODTÜ Genetik Topluluğu
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
*** Yukarıdaki Evrim Ağacı'nda, normalde (a) ile işaretlenen dalda, genler dal boyunca atadan toruna aktarılmaktadır. Ancak (-b-) kısmında, bir plazmid aracılığıyla gen yatay olarak diğer dala ait, türleşme sonrası farklı bir tür olan bir canlıya aktarılmıştır. Normalde bu iki daldan bireyler birbiriyle çiftleşemezler; çünkü artık farklı türlerdir. Ancak yatay gen transferi, buna rağmen gen aktarımını sağlayabilir. Daha sonra da (c-e) ve (f) ile gösterilen kısım, binlerce yıl boyunca gerçekleşen seçilim sonucunda, eğer yeni genler bireylere fayda sağladıysa popülasyon içerisinde yayılır ve sabitlenirler. Değilse de elenerek yok olurlar. Evrim için bunun ne kadar önemli olduğunu tahmin edebilirsiniz. Popülasyonlar arasında Gen Aktarımı (Göçler) mekanizmasının Evrim için önemini hatırlayın. Bu da, benzer bir durumun, hatta daha önemlisinin genler arasında olmasını sağlar. Aslında tür bir başka türle çiftleşip genlerini karıştıramayacak olsa bile, türün bir diğer türle genlerini karıştırabilmesi anlamına gelmektedir. Bu da Evrim için ciddi anlamda malzeme yaratır. Plazmidler de, tıpkı virüsler gibi, bir canlı formu sayılmazlar, çünkü canlılığın gerekliliklerinin üremek dışında hiçbirini yerine getirmezler. Ancak virüslerin plazmidlerden farklı, virüslerde genetik materyali koruyacak bir kılıf bulunmasıdır. Plazmidler ise "çıplak DNA" konumundadırlar; herhangi bir yapıyla korunmazlar. Sadece bazı durumlarda plazmidin bir diğer konağa geçebilmesi için pilus adı verilen bir kanalın üretilmesi gerekir. Bu kanal sayesinde aktarım sırasında plazmid korunur ve çevre koşullarından dolayı parçalanmaz. Lisede gördüğümüz meşhur öglena konjugasyonunda, iki öglenayı birbirine bağlayan tüpün adı "pilus", aktarılan materyal ise "plazmid"dir. ***
- 3 cevap
-
- Evrim Üzerine
- ODTÜ Genetik Topluluğu
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
*** GİRİŞ: Plazmidler, normal olarak hücre içerisinde bulunan ve hücresel faaliyetleri kontrol eden kromozomal DNA'dan bağımsız olan ve ondan bağımsız olarak kendisini kopyalayabilen DNA parçalarına verilen isimdir. Tıpkı bizim hücrelerimizde bulunan heliks DNA'lar gibi çift şeritlidir; ancak heliks şeklinde değil, çoğunlukla daire şeklindedirler. Aşağıda, sol tarafta normal bir DNA'yı, sağ tarafta ise ondan bağımsız plazmidleri görmektesiniz: Genellikle bakterilerde bulunurlar; ancak çok nadir olarak Saccharomyces cerevisae gibi ökaryotik hücrelerde de bulunabilirler. 1.000 ila 1.000.000 baz çifti uzunluğu arasında olabilirler. Plazmidler, 1952 yılında Joshua Lederberg tarafından keşfedilmiştir. Aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibi plazmidlerin aktarımı iki şekilde olabilmektedir. Üstteki kısımdaki gibi, plazmid bağımsız olarak hücre bölünmesinde kendisini eşleyebilir ve çoğalabilir. Ya da alttakinde görüldüğü gibi plazmid önce ana DNA'ya kaynaşabilir, sonra hücre bölünmesinde onunla birlikte çoğalabilir. Elbette bu kaynama sayesinde canlının özellikleri az ya da çok etkilenmektedir. Plazmidleri Evrim açısından önemli kılan özellik, uygun bir konak buldukları zaman kendilerini kopyalayabilmeleri ve konaktan konağa geçebilmeleridir. Üstelik Bakteriler'de, Arkeler'de ve Ökaryotlar'da görülebildikleri ve birinden diğerine sıçrayıp gen taşıyabildikleri için çok önemli bir olaya sebep olurlar: yatay gen transferi (lateral gene transfer) Bildiğiniz gibi normalde genler, dikey olarak aktarılırlar; yani ebeveynlerden yavrulara geçerler, yavrulardan onların yavrularına, ve bu şekilde devam eder. Ancak plazmidler sayesinde, Evrim Ağacı'nın bir dalından bir diğerine gen aktarımı yapılabilir. Yani bir plazmid, bir türden bir diğerinin hücrelerine geçip onun genetik materyaline dahil olabilir. İşte Evrim Ağacı'nın dallarında genlerin bu şekilde yatay olarak aktarılmasına yatay gen transferi adı verilir. ***
- 3 cevap
-
- Evrim Üzerine
- ODTÜ Genetik Topluluğu
-
(ve 2 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler: