Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    3.543
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    30

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. *** "ile" nin Yazılışı.. "ile", ayrı olarak yazılabildiği gibi kelimelere eklenerek de yazılabilir. "ile", ünsüzle biten kelimelere bitişik olarak yazıldığında i ünlüsü düşer ve büyük ünlü uyumuna uyar: (bulut ile) ... Bulutla (çiçek ile) ... Çiçekle (kuş ile) ... Kuşla ... vb. "ile", ünlüyle biten kelimelere bitişik olarak yazıldığında araya y ünsüzü girer ve başındaki i ünlüsü düşer: (arkadaşı ile) ... arkadaşıyla (çevre ile) ... çevreyle (sürü ile) ... sürüyle (yapı ile) ... yapıyla ... vb.
  2. *** Ek-fiilin zarf-fiil eki almış biçimi olan ( ..iken ) ayrı yazılabildiği gibi kelimelere eklenerek de yazılabilir. Eklenerek yazıldığında baştaki ( i ) düşer. Eklendiği kelimenin ünlüleri kalın olsa da (-ken zarf-fiil ekinin) ünlüsü ince kalır: (başlayacak iken) ... başlayacakken (çalışıyor iken) ...... çalışıyorken (durgun iken) ....... durgunken (okur iken) .......... okurken. olgun-ken (olgun iken), uyur-ken (uyur iken), yazar-ken (yazar iken); geliyor-ken (geliyor iken), gülmüş-ken (gülmüş iken), öğretmen-ken (öğretmen iken); ... vb. iken, ünlüyle biten kelimelere bitişik olarak yazıldığında araya ( y ) ünsüzü girer ve başındaki ( i ) ünlüsü düşer: evde-y-ken (evde iken), evdeyken okulda-y-ken (okulda iken), okuldayken okumakta-y-ken (okumakta iken), okumaktayken yolda-y-ken (yolda iken), yoldayken ... vb.
  3. *** Ek fiilin çekimli biçimleri (idi, imiş, ise) ayrı yazılabildiği gibi bitişik olarak da yazılabilir. Ünsüzle biten kelimelere bitişik olarak yazıldığında ( i ) ünlüsü düşer, ayrıca büyük ünlü uyumuna uyar: (yorgun idi) ... yorgundu. (güzel imiş) ... güzelmiş (gelir ise) ... gelirse ... vb. Ünlüyle biten kelimelere bitişik olarak yazıldığında araya ( y ) ünsüzü girer ve başındaki ( i ) ünlüsü düşer, ayrıca büyük ünlü uyumuna uyar: (sonuncu idi) .... sonuncuydu (yabancı imiş) ... yabancıymış. (ne ise) .......... neyse ; ... vb.
  4. Şüphe ve pekiştirme göreviyle kullanılan ki sözü de ayrı yazılır: Ders bitti, zil çaldı mı ki? Seni öyle göreceğim geldi ki.
  5. *** Görüldüğü üzere, her üç durumda da, bireyler Doğal ve Cinsel Seçilim karşısında yenik düşmektedirler. Çünkü her durumda hayatta kalamamakta ve/veya üreyememektedirler. Bu da, doğa tarafından "kabul edilemez" bir durumdur. İşte bu sebeple, Evrim Kuramı'nın muhteşem bir özelliği olarak, Doğal Seçilim, zigot-öncesi bariyerleri, zigot-sonrası bariyerlerine karşı destekler. Yani, zigot-sonrası bariyerlere sahip olan (takılan) bireylerdense, zigot-öncesi bariyerlerin varlığını destekler. Böylece, bir canlı "gereksiz" yere doğup, hem ana-baba olan bireylere zaman ve enerji kaybı olmamış olur; hem de "gereksiz" yere malzeme harcanmamış olur. (unutmayın, doğa karşısında hayatta kalamıyor ve üreyemiyorsanız, gereksizsinizdir) Bu duruma desteklenme (reinforcement) denir. Bunun örnekleri Phlox cinsi bitkilerde ve kurbağa popülasyonlarında görülmektedir. Burada daha fazla ayrıntısına girmeye gerek yoktur. Kimi zaman, farklılaşmaya ve türleşmeye başlamış ya da türleşmeyi tamamlamış canlıların yaşam alanları birbiriyle çakışabilir. Eğer ki bu farklı türler, yukarıda açıklanan sebep ve biçimlerle birbirleriyle üreyebiliyorlarsa, bu iki habitat arasında, farklı türlerin karşılaşmaları ve çiftleşmelerinden dolayı hibrit bölgesi denen alanlar oluşur. Bu alanlarda, çoğunlukla hibrit bireyler bulunur; ancak bunlar kendi aralarında çiftleşemedikleri için farklılaşarak yeni bir tür oluşturamazlar. Bu hibrit alanlarının en ünlülerinden biri, tüm Avrupa'yı kapsayan bölgede meydana gelir. Ateş-karınlı kurbağa (Bombina bombina) doğu Avrupa'nın hemen her yerinde yaşar. Onunla yakın akraba ancak farklı bir tür olan sarı-karınlı kurbağa (Bombina variegata) ise batı ve güney Avrupa'da yaşar. Bu iki türün yaşam alanları, Almanya'dan Karadeniz'e kadar uzanan 4800 kilometrelik bir hatta kesişir ve bu alanda, bu iki türün hibritleri yaşar. Bu hibritlerin çoğunda ciddi ve ölümcül hatalar bulunur ve çok fazla yaşayamadan ve üreyemeden ölürler. Bu hatalar arasında; iskelet bozuklukları, omurlardan bir kısmının birbirine kaynaması, hatalı ağız yapıları, kaynamış kaburga kemikleri bulunur. Bu hibrit alanları genellikle dardır, çünkü bu hibrit bireyler üzerinde çok ciddi bir Doğal Seçilim vardır. Ancak bu hibrit alanları kimi durumda kalıcı olabilir; çünkü karşıt iki tür sürekli olarak karşılaşmakta (yaşam alanları çakışmakta) ve üremekte olabilirler. Böylece ölen hibrit bireylerin yerine sürekli olarak yenileri gelir. Bu önemli bariyerleri ve durumları anlamak, Evrim'i anlamak açısından son derece önemlidir. .(turkish-media.com) Okuyucuları, umuyoruz ki Evrim Kuramı dizini içeriğinde bulunan tüm yazıları adım adım okuyarak, Evrim Kuramı'yla ilgili bakış açılarını genişleteceklerdir. Çünkü Evrim, sıradan ve basit bir konu değil, üzerinde yüz binlerce akademisyenin ve araştırma görevlisinin çalıştığı bir bilim dalıdır. Bunu öğrenmek ve hakkında fikir yürütmek isteyen bireylerin, gerçek akademik çalışmalardan ve bilgilerden haberdar olmaları gerekmektedir. ***
  6. *** Zigot-sonrası bariyerler, zigot-öncesi bariyerler gibi tanımlanmaktan çok, hibritlerin (farklı türlerin çiftleşmesi sonucu oluşan bireylerin) yaşam kalitesine ve yaşayabilirlikleri ile üreyebilirliklerine göre tanımlanır. Bunlara bakacak olursak: 1- Hibrit Zigotların Düşük Yaşam Oranı Genellikle, hibritleşme sonucu meydana gelen zigotların yaşama ihtimali çok düşüktür. Türleşmenin özellikle ileri aşamalarında gözlenen bu durum, spermin yumurtaya kaynaması ve zigotu meydana getirmesi, ancak zigotun bütünlüğünü ve canlılığını koruyamaması sonucu ölmesi olarak tanımlanır. Bu tip bariyere takılan zigotlar, ya zigot oluşumundan hemen sonra ya da embriyonun gelişimi sırasında bir noktada ölürler. Kimi durumlarda, bu bariyer aşılabilir ve yavru doğar; ancak bu gibi durumların tamamında, yavrunun bir yetişkin hale gelemeden öldüğü veya gelse bile çiftleşemeyecek kadar ciddi anormalliklere sahip olduğu gözlenmiştir. 2- Hibrit Yetişkinlerin Düşük Yaşam Oranı Bu durum, basitçe şöyle tanımlanabilir: İki türün hibritleşmesi sonucu, yukarıda ve önceki notumuzdaki bariyerleri aşarak doğabilen ve yetişkin hale gelebilen bireylerin; bu iki ayrı türün kendi içerisinde çiftleşmeleri sonucu meydana getirecekleri bireylerden çok daha düşük yaşama oranına sahip olmalarıdır. Kısacası, hibritler doğal seçilim ile genellikle desteklenmezler ve elenirler. Bunun sebebi, farklı türlerin genetik yapılarından kaynaklanan değişikliklerin bir bireyde toplanması sonucu anormalliklerin ortaya çıkmasıdır. Elbette kimi durumda, ortam koşullarına göre avantaj hibritlere geçebilir; ancak bunun bilinen bir örneğini bulmak zordur. 3- Hibrit Kısırlığı Kimi durumda ise bu anormallikler görülmeden birey yaşamını sürdürebilir. Ancak bu birey de kısır olabilecektir. Dolayısıyla üreyemeyecek ve yeni bir popülasyon oluşturamayacaktır. Bunun en bilinen ve klişeleşmiş örneği, at ile eşeğin çiftleşmesi sonucu meydana gelen ve katır olarak isimlendirilen türdür. Katırlar, sağlıklı olarak yaşamlarını sürdürürler; ancak hepsi kısırdır. Bu sebeple üreyemezler ve sayılarını arttıramazlar. Bir diğer klişeleşmemiş örnek, ağaç serçesi ve yer serçesi olarak isimlendirilen iki türün çiftleşmesi; ancak yavruların tamamının kısır olmasıdır. ***
  7. *** Zigot-sonrası üreme bariyerleri konusuna girmeden önce çok önemli bir tanımı yapmakta fayda görüyoruz: Birbirinden bir miktar veya tamamen farklılaşmış türlerin bir araya getirildiklerinde üremelerine hibritleşme (melezleşme), bu üreme sonucu ortaya çıkan bireylere ise hibrit (melez) denir. Yani, her ne kadar Biyolojik Tür Tanımı dahilinde farklı türler, birbiriyle çiftleşemeyen bireyler olarak tanımlanmış olsa da, Filogenetik Tür Tanımı, morfoloji, davranış gibi çok daha kapsamlı alanları da tür tanımına kattığı için, farklı tür olarak tanımlanmalarına rağmen (çünkü davranışları, morfolojileri, genetik özellikleri birbirinden çok farklı olabilir) bazı türler birbiriyle çiftleşebilirler. İşte bu olaya hibritleşme denir. Şimdi, bu hibritleşmenin sonucu olarak ortaya çıkan durumlara ve zigot-sonrası bariyerlere bakalım: *** Zigot-Sonrası Bariyerler Türleşmenin tamamen gerçekleşmesi ve türlerin artık yukarıda sayılan izolasyonlardan biri ya da birden fazlası dahilinde farklılaşmaları sonucu, genellikle artık birbirleriyle çiftleşemezler. Ancak kimi durumda, türleşme için yeterince zaman ve nesil geçmemiş olur ve farklılaşan türler, birbirlerinden tamamen ayrılmamış olabilirler. Bu durumda, bir araya getirilen türler kısmen de olsa çiftleşebileceklerdir. İşte buna, yukarıda tanımladığımız gibi, hibritleşme denmektedir. Ancak bu üreme gerçekleşmesine rağmen, çoğu durumda, türleşmenin başlamasından ötürü zigot-sonrası bariyerler olarak isimlendirilen engeller devreye girer ve yavrular ya kalıcı olmazlar ya da üreyemezler. Yani, bu durumda çiftleşme sonucu zigot meydana gelir; ancak ya bu zigotta ya da zigot sonucu doğan bireyde, normal bireylerde gözlenmeyen durumlar oluşur. Bunlara az sonra değineceğiz.
  8. *** 4- Davranışsal İzolasyon Birbirinden farklılaşan türler, birbirleriyle çiftleşmeyi istemeyebilirler veya çiftleşme çağrılarına uymayabilirler. Bu, davranışsal bir izolasyonu beraberinde getirir. Örneğin, bir türe ait erkek kurbağanın üreme çağrısı, aynı türün dişileri tarafından kolaylıkla algılanır ve genellikle uyulur. Aynı türden olan dişiler, erkeği bulur ve çiftleşirler. Ancak farklı ya da farklılaşmış türlerden olan kurbağalar, bu çağrıya cevap vermezler. Richard Dawkins, Ataların Hikayesi isimli kitabında bundan ayrıntısıyla bahsetmektedir. Bitkilerde ise, tozlaştırıcı hayvanın davranış ve beslenme biçimi de bu izolasyona sebep olabilir. Örneğin Kaliforniya dağlarında yaşayan bir bitki cinsi olan Aquilegia'ya ait iki türde farklılaşmış renk, şekil ve duruş gözlenir. Aquilegia formosa askı şeklinde ve kısa bir çiçeğe sahiptir ve arıkuşu tarafından tozlaştırılır. (arıkuşunun gagası da kısadır ve kafasını yukarıya kaldırarak beslenir, bu da bitki çiçeğinin duruşu ve uzunluğu ile uyumludur) Öte yandan Aquilegia pubescens türünün uzun, açık renkli ve yukarıya bakan çiçekleri vardır. Bu bitki, aşağıya doğru bakarak beslenen ve uzun bir beslenme organı bulunan şahin güveleri tarafından tozlaştırılır. Güvenin yapısı ve beslenme biçimi, çiçeğin duruşu ve boyu ile uyumludur. Örnekler, sayıca ve biçimce çoğaltılabilir. 5- Gametik İzolasyon Belki de zigot-öncesi bariyerlerden en önemlisi gametik izolasyondur. Daha önceden, türleşme sonucunda sadece belirli görünen organların değil, üreme sisteminin de, uzun süre ata bireylerle çiftleşmemekten dolayı farklılaşabileceğinden bahsetmiştik. İşte bu farklılaşma sonucunda, çoğu zaman, sperm ve yumurtaya ait biyokimyasal yapı da değişir. Bu farklılaşma sonucu, bir noktadan sonra eskiden tek bir tür ve popülasyon olan canlılar, bir araya getirilseler ve cinsel birleşme meydana gelse dahi, sperm ile yumurtanın biyokimyasal ve genetik yapıları uyumlu olmayacağı için zigot oluşamaz. Bunun başlıca sebepleri, spermin, yumurtanın salgıladığı ve spermlerin onu bulmasını sağlayan kimyasalı tanımaması veya yumurtayı bulmalarına rağmen yumurtaya kaynaması için kullandıkları kimyasalların artık birbiriyle uyumsuz olması gösterilebilir. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı sperm ve yumurta birbirine kaynayamaz ve zigot oluşmaz. ***
  9. *** Zigot-Öncesi Bariyerler Zigot öncesi bariyerler, adından da anlaşılabileceği gibi, canlıların çiftleşmesini daha zigotun oluşmasından önce engelleyen bariyerlerdir. Yani bu tip bariyerlerin bulunması durumunda, canlılar zaten cinsel birleşme yaşayamazlar ve bunun sonucunda da zigot meydana gelemez. Bu bariyerleri tek tek inceleyelim: 1- Habitat İzolasyonu: Bu tip bariyerler, popülasyonların ya da türlerin, türleşme öncesi, sırasında veya sonrasında, yaşadıkları ortamı ve genel olarak ortamsal alışkanlıklarını değiştirmeleri sonucu meydana gelir. Simpatrik Türleşme ilgili yazımızda, Rhigoletis cinsi sinekleri hatırlayın: Farklı meyveler üzerinde yaşamaya ve üremeye alışan türler, tercihlerini oluşturan meyvelerin farklı emvsimler ve aylarda olgunlaşması sebebiyle, habitat olarak izole olurlar ve birbirleriyle üreyemez hale gelirler. Bu tip izolasyon, zigot oluşumuna engel olduğu için (farklı habitatlarda yaşayan canlılar çiftleşme fırsatı bulamaz), zigot-öncesi bariyerlerden biri olarak sayılmaktadır. 2- Zamansal İzolasyon: Pek çok canlının üremek için tercih ettiği zamanlar mevcuttur. Bir diğer deyişle, her canlı, her mevsimde veya dönemde çiftleşmezler. Bu, cinsel döngüden kaynaklanmaktadır. Bakınız (Memeliler'de Cinsel Döngü) İşte birbirine yakın olan türler veya bir türün alt türlerinin cinsel üreme dönemleri birbirinden zamansal olarak farklı ise, birbirleriyle çiftleşemezler ve bunun sonucunda yine türleşme meydana gelir. Bu da, zigot oluşumundan önce çoğalmaya engel olduğu için, zigot-öncesi bariyer olarak bilinir. Tipik bir örneği, Güney Amerika'da yaşayan 3 yakın tür leopar kurbağasıdır. Bu 3 türün, çiftleşme zamanları birbirinden tamamen olmasa da farklıdır. Az miktarda bulunan zamansal çakışmada da, genellikle türler arası çiftleşme meydana gelmez. Bu, türleşmeyi tetikler. 3- Mekanik İzolasyon Farklı tür bireylerde, uzun nesiller boyunca farklılaşmadan ötürü cinsel organların boyu ve şekli değişebilir. Bu, erkeklerin organları ile dişilerin organlarının birbirine uymaması durumunu ortaya çıkarır. Buna, mekanik izolasyon denir. Örneğin bir at ile kedinin çiftleşememesi -bazı başka önemli genetik sebepler haricinde- bundandır. Bitkilerdeki mekanik izolasyon ise, genellikle tozlaştırıcı hayvanın (pollinator) yapısının uygunsuzluğundan kaynaklanır. Örneğin Cryptostylis isimli bir orkide türü, yaban arılarının dişilerinin görünümüznde ve kokusundadır. Erkek yabanarısı, orkideyi dişi bir yabanarısı sanar ve çfitleşmeye çalışır. Ancak üreme gerçekleşmez. Bu sırada orkide, polenlerini erkek yabanarısına yapıştırmayı başarır. ***
  10. *** Başlarken; Türleşme Nedir? Farklı Türler Nasıl Oluşur? Yazı dizimizin önceki başlılarında; TÜRLEŞME (1): Tür Nedir? Tür Tanımları Üzerine... TÜRLEŞME (2): Türleşme Nedir? Farklı Türler Nasıl Oluşur? Allopatrik ve Simpatrik Türleşme TÜRLEŞME (3): Türleşme Nedir? Farklı Türler Nasıl Oluşur? Parapatrik ve Peripatrik Türleşmeler 'i Ele almıştık. Bu başlık altında önceki yazılarımızda açıkladığımız türleşme olaylarının meydana gelmesi sonucu oluşan yeni türlerin, çiftleştirilmeye çalışılmaları sonucu neler olabileceğini ve neden Biyolojik Tür Tanımı ile Filogenetik Tür Tanımı'nın kalbinde "verimli döl verebilen bireyler" ibaresinin yer aldığını göreceğiz. *** GİRİŞ: Dünya çapında bilim dünyasınca en çok kabul edilen tür tanımının üreme üzerine olmasının çok önemli gerekçeleri vardır. Bunların başında da, doğada görülen üreme bariyerleri gelir. Üreme bariyeri, tanımı gereği, iki canlının çiftleşmesine engel olan mekanizma, durum, sebep demektir. Üremenin en önemli noktaları, cinsel birleşmeden sonra spermlerin (veya bitkilerde polenlerin), dişi yumurtasını bulması ve kaynaşabilmesi sonucu meydana gelen döllenme ve bunun sonucunda meydana gelen ilk hücre olan zigot oluşumudur. Bu sebeple, üreme bariyerlerini iki önemli kısımda incelememiz gerekir: ***
  11. *** Değinmek istediğimiz ikinci türleşme tipi ise parapatrik türleşme dediğimiz bir tiptir. Şimdiye kadar verdiğimiz bilgiler dahilinde, bu tipi anlamak çok daha kolay olacaktır. Parapatrik türleşme, temel olarak, allopatrik türleşme ile simpatrik türleşme arasında bir "geçiş türleşme tipidir". Biraz açıklayalım: Allopatrik türleşmede, sıkça tekrarladığımız üzere, ciddi bir fiziksel bariyer bulunmaktadır. Simpatrik türleşmede ise, bu bariyer bulunmaz ve bireyler, bir arada bulunmalarına rağmen daha önceki notlarımızda açıkladığımız çeşitli yöntemlerle birbirlerinden farklılaşır ve türleşirler. Parapatrik türleşme olayında ise, canlı bireyleri arasında tam bir bariyer yoktur ve zaman zaman birbirleriyle karışırlar. Ancak, yine allopatrik türleşmede olduğu gibi, bazı mekanizmalar sonucu bireyler bir süre sonra birbirleriyle çiftleşememeye başlarlar ve türleşme meydana gelir. Bunu da, yine şempanze popülasyonu ile örnekleyebiliriz: Orman, çok büyük ve çok çeşitli bir yaşam alanıdır. Tek bir orman dahilinde akıl almaz sayıda tür barınabilir. Türler bir yana, popülasyonlar birbirleriyle komşu vea iç içe olarak bulunurlar. Genellikle, benzer türlerin farklı popülasyonları arasında bir sınır çizilir ve birbirlerine çok fazla bulaşmazlar (ağaçlara ve taşlara üre bırakarak alanlarını işaretleyen köpekleri düşünün). Ancak yine de, doğa koşulları dahilinde, kimi zamanlar karışmalar olabilir. Bu karışmaların seyrelmesi ve genetik bazı olaylar dahilinde (azalan heterozigot fitness'ı gibi) türleşme meydana gelebilir. Gördüğümüz gibi, türleşmenin en temel tipleri allopatrik ve simpatrik türleşmeler olmakla birlikte, bunların arasında kalan veya alt kolları olan türleşme tipleri de bilim insanları tarafından tanımlanmıştır. Bunlar, doğada, insanın tahmin edebileceğinden daha sık meydana gelir. Bu da, "Evrim gözlenebilir mi?" sorusuna açık bir cevap vermektedir: Evet, Evrim her an, her yerde gözlenebilir, gözlenmektedir ve gözlenecektir. Tek yapılması gereken, bu işin eğitimini almak ve doğaya bilim insanlarının tarafsız gözleriyle bakmayı öğrenmektir. Unutmayın: Türleşme, asla ama asla bir türün bir anda kendisinden çok farklı ve çok uç özelliklere sahip bir diğer türe dönüşmesi değildir! Türleşme, bu notlarda açıkladığımız sebeplerle meydana gelen ufak değişimlerin nesiller boyu ve isnan ömrünün yetmeyeceği seneler boyunca birikmesi sonucu, canlıların çok yavaş, çok narin bir şekilde farklılaşması ve Evrim geçirmesidir. Bu şekilde, Kambriyen Dönemi'nde yaşamış denizel bir canlının günümüzdeki ata kadar süren evrimi 450 milyon yıl sürerken; faremsi (günümüzde var olan fareden ÇOK farklı; ancak tipik olarak ve görünüş açısından ona benzeyen) bir türün günümüzdeki modern bir file dönüşmesi 80 milyon yıl kadar, insansı-maymunsu (günümüzdeki modern maymunlar değil!) bir türün şempanzeye (Pan troglydytes) dönüşmesi 6 milyon yıl, insansı bir türün insana dönüşmesi 2 milyon yıl kadar alabilmektedir. Ve her şeyden önce milyon yıl tabirinin ne olduğunu idrak etmek gerekir. Bunlara zamanı geldikçe değineceğiz. Bir sonraki notumuzda, farklı türler haline gelmiş popülasyonları bir araya getirip çiftleştirmeye çalışırsak neler olur, bunları ve doğadaki üreme engelleme mekanizmalarını göreceğiz. ***
  12. *** Şimdi, yine hayali bir popülasyonu ele alalım, bu sefer, bir Pan troglodytes (şempanze) popülasyonu olsun. Bu popülasyon, yüzlerce yıldır bir ormanda yaşamakta olsun. Ancak talihsizlik sonucu meydana gelen bir yangında, ormanın bir kısmı yansın ve 350 kadar bireyden oluşan popülasyonun büyük kısmı bulundukları bölge civarında hayatta kalmayı başarırken, göreceli olarak korkak olan 30 bireylik bir grubun, ana popülasyondan yüzlerce kilometre öteye kaçtığını düşünelim. Bu popülasyon, eski bölgede kalan Pan troglodytes bireylerinin hiçbir zaman gelmediği, yepyeni bir alana ulaşmış olsun. Tabii ki, ormanın hiçbir yeri aynı özelliklerde değildir; daha önceki notlarımızdaki fare örneğinde verdiğimiz gibi, tamamen farklı koşullar (besin, sıcaklık, nem, sığınak, avcı, av, vb.) bulunabilir. Bu durumda da, bu şekilde, oldukça farklı bir ortama geçilmiş olsun. Bu noktada, allopatrik türleşmeden farkları şu şekilde sayabiliriz: İlk olarak, zorunlu gibi gözükse de, popülasyonun büyük kısmının eski bölgede kalmasından ötürü bu kadar uzağa kaçmanın kritik bir olay olmadığını görmemiz gerekir. İkinci olarak, allopatrik türleşmede, popülasyon genelde eşit oranlarda ve zorunlu olarak bölünürken, peripatrik türleşmede bir tarafa büyük bir grup, diğer tarafta ise göreceli olarak küçük bir grup bulunur. Şimdi, bu 30 bireylik küçük grubumuzun, eski ve 350 bireylik gruba göre çok daha az genetik çeşitliliği bulunmaktadır. Bunu şöyle düşünebilirsiniz: Türkiye'ye genel olarak baktığımızda, binlerce farklı insan görebilecekken, tek bir bölgedeki, tek bir apartmanın tek bir katındaki insanları hesaba katarsak, çeşitlilik ve farklılık miktarı oldukça azalacaktır. Bu küçük grup, yeni ortamlarında yaşamaya devam edecek ve birbirleriyle çiftleşerek gittikçe büyüyecektir. Ancak bunlardan oluşacak olan yeni popülasyon, açık bir şekilde, bu 30 bireyin genetik özellikleriyle harmanlanacaktır; çünkü çeşitlilik azdır. Yani bir insan popülasyonu için düşünürsek, mutasyonlar göz ardı edilirse, tamamen kahverengi gözlü olan bir popülasyonda, durup dururken bir mavi gözlü bireyin çıkması mümkün olmayacaktır, o popülasyon, mavi gözlü bireylere sahip bir diğer popülasyonla karışmadığı sürece. Bu durumda da, aynısı geçerlidir. Özellikler, 350 popülasyonluk ve geniş çeşitliliğe sahip bir gruptan değil, 30 kişilik ve sınırlı çeşitliliğe sahip bir gruptan alınacaktır. İşte bu şekilde, genetik materyalin daha büyük bir gruptan ayrılan küçük bir gruba ait olmasına ve onlardan oluşacak popülasyonun, bu ana bireylere ait özellikleri taşımasına kaşif etkisi (founder effect) denir. Adından da açık olduğu gibi, bu 30 birey, yeni bir bölge "keşfetmiş" ve oraya, kendi özelliklerini taşımıştır. Eğer ki geride ve eski bölgede kalan bireyler ölseydi veya üreyemeyecek hale gelseydi ve korkak/kaçak olanlar avantajlı konumda olup üreyebilselerdi, popülasyon üzerindeki bu etkiye, darboğaz (bottleneck) denecekti. Örneğin, 100 kişilik bir popülasyonda meydana gelen bir viral hastalık sonucu popülasyonun çoğu (örneğin 80 kişi) ölse ve 20 kişi hayatta kalıp, yeni bir popülasyon üretmek üzere birbirleriyle çiftleşseler; popülasyonu bu kadar azaltan bu viral hastalığın etkisine darboğaz etkisi diyecektik. Uzun lafın kısası, peripatrik türleşme, fiziksel bariyerlerin zorunlu ayrımı etkisi olmaksızın, küçük bir popülasyonun, büyük popülasyondan ayrılması ve onlardan farklılaşmaları sonucu meydana gelen türleşmedir. Hikaye, temel olarak allopatrikle aynıdır. Yeni ortama giden canlılar, yeni ortama adapte olmaya başladıkça (daha doğrusu Doğal Seçilim, genetik varyasyon dahilinde en çok adapte olanları seçtikçe), canlılar farklılaşacaktır. Bu minik farklılaşmalar, birikecek ve eninde sonunda türü nesiller sonunda apayrı bir noktaya taşıyacaktır. Bunun sonucunda, ana türle çiftleşemez hale gelen popülasyonlar, yeni türler olacaktır. *** ***
  13. *** Başlarken; TÜRLEŞME (1): Tür Nedir? Tür Tanımları Üzerine... TÜRLEŞME (2): Türleşme Nedir? Farklı Türler Nasıl Oluşur? Allopatrik ve Simpatrik Türleşme başlıklarında tür tanımını ayrıntılı bir şekilde ortaya koymuş ve en önemli iki türleşme türü olan allopatrik türleşme ve simpatrik türleşme kavramlarını tanıtmıştık. Birer cümleyle bu tanımları tekrarlayacak olursak: Türleşme, Biyolojik Tür Tanımı dahilinde, sonradan "ortak ata" olarak anılacak olan bir grup canlının, çeşitli mekanizmalar dahilinde birbirleriyle çiftleşemeyecek kadar farklılaşmaları sonucu, kendi içlerinde çiftleşebilen ancak diğer canlı gruplarıyla verimli döller veremeyen, iki veya daha fazla yeni canlı grubunun oluşması demektir. Allopatrik türleşme ise, fiziksel bariyerler sebebiyle meydana gelen coğrafi ve cinsel izolasyon sonucu oluşan türleşmedir. Simpatrik türleşme ise, fiziksel bariyerlerle birbirlerinden ayrılmayan popülasyonlar içerisinde meydana gelen türleşmeye verilen isimdir. Genellikle çok-kromozomluluk (polyploidy) veya zamansal bariyerler (çiftleşme dönemleri gibi) aracılığıyla meydana gelir. Bu başlığımızda ise Parapatrik ve Peripatrik türleşme tipine de değinerek, günümüze kadar tanımlanmış türleşme biçimlerinin tamamını sizlere aktarmış olacağız. *** GİRİŞ: İnceleyeceğimiz ilk türleşme allopatrik türleşmenin bir alt kolu olan Peripatrik türleşme'dir. Bu türleşme tipinde, bir popülasyon dahilindeki bireylerin küçük bir kısmı, ana popülasyondan ayrılır (göç eder) ve yeni bir ortamda yaşamlarına devam ederler. Allopatrik türleşme ile aralarındaki tek fark, allopatrik türleşmede fiziksel bir bariyerin zorla bir popülasyonu ikiye ayırması durumu mevcutken, peripatrik türleşmede bunun genellikle bir fiziksel bariyer yerine göç yoluyla ve göreceli olarak daha az zorunluluktan meydana gelmesidir (göçlerin de altında genelde zorunlu sebepler yattığını unutmayınız). Her ne kadar allopatrik türleşme ile özellikler açısından oldukça benzeş olsa da, peripatrik türleşme, Evrim konusundaki en önemli birkaç açıklamayı yapabilmek için en iyi türleşme tipidir. Bu önemli kavramlardan ilki kaşif etkisi (founder effect), ikincisi darboğaz (bottleneck), üçüncüsü ise bu notumuzda girmeyeceğimiz Genetik Sürüklenme'dir. ***
  14. Birçok insanın sorunu olan ağız kokusu, kişinin hem kendisini hem de çevresini rahatsız eden bir durum. Ağız kokusu, yediklerimizden ve içtiklerimizden kaynaklandığı gibi bazı hastalıkların da habercisi olabiliyor. 1. Dişlerinizi ve dişetlerinizi koruyun! Diş çürükleri ve dişeti iltihapları ağız kokusunun önemli nedenlerindendir. Ağız içindeki enfeksiyon, bakteri üremesini artırdığı için daima ağız kokusuna neden olur. Bu nedenle mutlaka diş sağlığı ve bakımına önem verilmelidir. Düzenli olarak günde en az iki defa (sabah kahvaltı sonrası ve akşamları yatmadan önce) dişlerin fırçalanması ve ağız garagarası kullanılması büyük önem taşır. Dişeti sağlığı da çok önemlidir. Yılda en az iki defa düzenli diş hekimi kontrolünde olarak dişeti sağlığınızı kontrol ettirmelisiniz. Çünkü dişeti problemleri ancak çok ileri seviyeye geldiğinde kişinin kendisine bazı belirtiler vermektedir. Böyle durumlarda da tedavi süreci hem uzamakta hem de daha komplike hale gelebilmektedir. 2. Ağzınızda bulunan protez ve köprüleri kontrol ettirin! Ağız içindeki eskimiş köprü ve diş protezleri zamanla gıda birikmesine yol açarak kötü kokulara neden olabilir. Bu nedenle protez ve köprüleri düzenli aralıklarla kontrol ettirmek; yenilenmesi gerekenleri değiştirmek, eksik olan dişlerin yerleri için gerekli tedavileri yaptırmak gerekir. 3. Sakız çiğneyin! Tükürük akış hızını arttırmak, ağız kokusu ile savaşmanın en güçlü yollarından biridir. Tükürük akış hızını arttırmanın en kolay yolu da uygun sakızların çiğnenmesidir. Şeker hastalığı gibi bazı hastalıklarda, pek çok ilacın yan etkisi olarak ortaya çıkan ağız kuruluğu ağız kokusuna neden olur. Şekersiz sakız çiğnemek tükürük salgınızı artırarak ağız temizliğinize yardımcı olur. Sakızların içerisinde yemek parçacıklarını yerinden söküp mideye gönderecek güçlü enzimler, güçlü bakteri öldürücü antibiyotikler vardır. Ancak nane şekerleri ve tatlı sakızlar yerine Xylitol içeren sakızlar bu konuda yardımcı olabilir. Şekerli sakızlar diş çürüğüne neden olabildiğinden tüketilmemelidir. 4. Daha fazla su için! Özellikle yaşla artan vücut kuruması pek çok yönden dikkat edilmesi gereken bir durumdur. Çok su içmek onlarca diğer yararının yanında dilinizin kurumasını da önleyerek ağız kokusu ile mücadelede önemli bir silah olarak kullanılabilir. 5. Asla burnunuz tıkalı uyumayın! Sinüzit gibi hava yolu rahatsızlıkları ve burun tıkanmasına neden olan diğer durumlar geceleri ağızdan nefes almamıza neden olur. Bu durum ağız ve boğazı kurutarak bakterilerin üremesi için ideal bir ortam oluşturur. Azalan tükürük salgısı durumu daha kötü hale getirir. Bu nedenle kesinlikle burun tıkalı uyumamaya dikkat edilmelidir. 6. Basit şeker tüketimini azaltın! Beyaz un, beyaz şeker, glukoz/fruktoz şurubu ile tatlandırılmış tüm hazır gıdalar ağız içindeki bakteriler için hazinedir. Bakteriler, bu tür şekerleri kullanarak hızla çoğalırlar. Basit şekerler (atıştırmalık tüm şekerli gıdalarda olduğu gibi) diş çürüklerine neden olur. 7. Lokmaları iyi çiğneyin! Lokmaların iyi çiğnenmesi, yiyeceklerle tükürük salgısının iyice karışmasını ve ağızda yemek parçası kalma olasılığını düşürür. Daha çok çiğneme hareketi daha çok bakterinin yerinden koparak mideye gitmesine yardımcı olur. 8. Peynir ve Tarçın tüketin! Öğün sonrası ağız içerisindeki asidik ortamı bazik hale çevirecek peynir vb ürünler tüketin. Bu hem ağız kokusunun önlenmesinde hem de çürük oluşumun önlenmesinde önemli rol oynar. Ayrıca içeceklerinizde ve uygun yiyeceklerinizde tarçın kullanmak da ağız kokusunu gidermede yardımcı olur. Tarçın ağız içi bakterilerle mücadelede önemli bir silahtır. Eğer varsa tarçınlı şekersiz sakızlar da uygun bir öneri olabilir. 9. Diş ipi kullanın! Diş ipi sayesinde fırçanın çıkaramadığı yerlerdeki bakteri ve yemek artıkları sökülür. Özellikle diş gövdeleri arasındaki dar bölgelerde biriken yemek artıkları hızlı bakteri çoğalmasına neden olabilir. 10. Sigara içmeyin! Sigara içmek ağız kuruluğuna neden olduğundan ağız kokusuna sebep olur. Ayrıca diğer bir ağız kokusu nedeni olan diş eti hastalıklarına da zemin hazırlar.
  15. *** Simpatrik türleşme böcekler sınıfında oldukça sık görülmekle birlikte, çoğunlukla bitkiler alemiyle birlikte anılır. Çünkü simpatrik türleşmenin en önemli tetikleyicisi çok kromozomluluk (polyploidy) denen, genetik bir olgudur. Çok kromozomlu canlılarda, genetik bir hatadan ötürü genetik materyalin çoğalması sonucunda ayrışmama meydana gelir ve bir bireyde, olması gerekenden fazla kromozom seti bulunur. Çok kromozomluluk, tek bir tür içerisinde meydana gelebileceği gibi (autopolyploidy), birden fazla türün kromozomlarının karışması sonucunda (allopolyploidy) da oluşabilir. Bunları bir şekilde görecek olursak: Şekilde görebileceğiniz gibi, en soldaki hücre mayoz bölünme geçirir ve normalde bir çift kromozom setine (2n) sahip olan ana hücrenin, DNA kopyalanması sonucu bir kromozom setine sahip (n) 4 adet hücre oluşturması beklenir. Ancak doğa mükemmel olarak çalışamadığı için, mayozda hata meydana gelir ve bu (2n) hücreden, yine (2n) olan iki adet gamet hücresi (sperm veya yumurta) meydana gelir. Daha sonra, bunların birbiriyle birleşmesi sonucunda iki çift kromozom setine (4n) sahip bir hücre oluşur. İşte bu, çok-kromozomluluktur (polyploidy). Bu olay hayvanlarda çok sık gözlenmez, çünkü çok az hayvan hem sperm hem yumurta üretir; çoğu hayvanda cinsel iki-biçimlilik (sexual dimorphism) vardır ve erkek ve dişi farklıdır. Ancak bazı hayvanlar ve bitkilerin büyük bir kısmı, kendi kendini dölleyebilir (self-fertilization) ve bu olay görülür. İşte bu genetik farklılığın oluşması, bu yeni canlıların, eski ve orjinal bireylerle çiftleşememesine, dolayısıyla cinsel izolasyona sebep olur. Bu, nesiller boyunca sürdüğünde, farklılıklar meydana gelir ve birikir. En nihayetinde, bir türden, iki veya daha fazla tür oluşur. Botanikçiler, çiçekli bitkilerin %70'inin, eğreltiotları türlerinin %95'inin çok kromozomluluk sonucu meydana gelen simpatrik türleşme sonucu evrimleştiğini söylemektedirler. Bazılarının türleşmesi oldukça yakın zamanlarda meydana gelmiştir. Bazıları, daha ilerideki notlarımızda izah edeceğimiz hibritleşme sonucu türleşmiştir. Türleşmenin gerçekleşebilmesinin pek çok yolu vardır. Simpatrik türleşme, özellikle bitkiler ve kendini dölleyebilen hermafrodit canlıların evrimlerinde önemli bir olgudur. *** Kaynaklar: Life: The Science of Biology (Sadava, et. al), 2011 http://en.wikipedia....ki/Apple_maggot ***
  16. *** Buraya kadar öğrendiklerimizi bir özet olarak tekrarlayacak olursak: Türleşme, Biyolojik Tür Tanımı dahilinde, sonradan "ortak ata" olarak anılacak olan bir grup canlının, çeşitli mekanizmalar dahilinde birbirleriyle çiftleşemeyecek kadar farklılaşmaları sonucu, kendi içlerinde çiftleşebilen ancak diğer canlı gruplarıyla verimli döller veremeyen, iki veya daha fazla yeni canlı grubunun oluşması demektir. 1) Allopatrik türleşme, fiziksel bariyerler sebebiyle meydana gelen coğrafi ve cinsel izolasyon sonucu oluşan türleşmedir. Ancak türleşme, sadece fiziksel bariyerler sonucunda oluşmaz. Kimi zaman, bir popülasyonun bireyleri (örneğin bir önceki yazımızdaki fare popülasyonu) birbirlerinden coğrafi bir bariyerle (örneğin deprem sonucu yönü değişen nehirle) ayrılmadan da, aynı popülasyon içerisinde türleşme meydana gelebilir. *** 2) (Simpatrik türleşme) Simpatrik türleşme, fiziksel bariyerlerle birbirlerinden ayrılmayan popülasyonlar içerisinde meydana gelen türleşmeye verilen isimdir. Bunu hemen bir örnek ile açıklayalım: 1800'lerin ortasında Rhagoletis pomonella isimli bir sinek, yalnızca Kuzey Amerika'da bulunan alıç bitkisi (hawthorn) üzerinde yaşamakta, çiftleşmekte ve yumurtalarını bırakmaktaydı. Ancak bundan 150 yıl önce, Avrupalıların bir kısmı Kuzey Amerika'ya elma ağaçlarını getirdi ve dikmeye başladı. Bundan sonra, Rhagoletis'lerin bir kısmı, diğerleriyle aynı ortamda bulunan elma ağaçları üzerinde yaşamaya başladı. Bunun sebebi, elma ağaçlarının alıç ile oldukça yakın akraba olmasıdır. Yalnız bu noktada önemli bir fark vardır: Elma, alıça göre farklı kokmaktaydı ve mevsimsel olgunlaşma zamanı, alıçtan önceydi. Elma ağaçları yepyeni bir yaşam alanı olduğu ve henüz ele geçirilmediği için, ağaçlar üzerine yerleşen Rhagoletis'ler kısa sürede özgürlük avantajlarını kullanarak sayılarını arttırdılar ve elma ağacının kokusunu tercih edecek ve elmanın oluştuğu dönemde yumurtalarını bırakacak şekilde farklılaşmaya başladılar. Diğer tarafta, alıç üzerinde yaşayanlar, varlıklarını sürdürüyorlardı. Günümüzde, Kuzey Amerika'da iki grup Rhagoletis pomonella yaşamaktadır. Bir grup, yumurtalarını sadece alıç üzerindeki meyvelere bırakır, bir diğer grup ise sadece elma ağaçları üzerine... Ayrıca, bu iki bitkinin olgunlaşma zamanları birbirinden farklı olduğundan dolayı aralarında, coğrafi izolasyona bağlı olmaksızın oluşan cinsel izolasyon meydana gelmiştir; yani iki grup (varyete, çeşit) birbiriyle çok uzun yıllardır çiftleşmemekte ve hep kendi aralarında çiftleşmektedir. Halbuki ağaçlar çoğu zaman benzer bölgelerde bulunur. (coğrafi izolasyonun olmaması bu demektir) Araştırmacılar bu iki grubun birbirinden her geçen yıl daha uzaklaştığını ve türleşme yolunda gittiklerini düşünmektediler. Hatta artık bunlara iki farklı alt tür olarak bakan araştırmacılar bile vardır. Çünkü bu iki grubun larvaya dönüşme zamanları, büyüme hızları, vb. özellikleri oldukça farklılaşmıştır. Öyle ki, bir parazit türü sadece elma üzerindeki grubu etkilerken, diğer grubu etkileyememektedir; bu da genetik farklılaşmayı göstermektedir. İşte bu, simpatrik türleşmedir. ***
  17. *** Peki iki tür arasındaki farklılık ne kadardır? İşte bu çok önemli bir noktadır: Yine burada, "ehil göz" olayı işin içerisine girmektedir. Sizin hayata bakış açınız ve biyolojiden ne kadar anladığınız çok önem kazanmaktadır. Siz, bütün farelere "fare işte" diyip geçen biri misiniz? Yoksa gerçek bir bilim insanı gözüyle, aradaki en ufak farkı bile görecek şekilde uzmanlaşmış mısınız? Bu, sorumuzun cevabını verecektir. Esasında -çoğu zaman Evrim Karşıtlarının ısrarla iddia ettiği ve pratik olarak haklı, teknik olarak haksız oldukları gibi- "fare, hala faredir". Yani değişim, öyle beklenildiği gibi bir farenin bir file değişmesi gibi değildir. Renk değişir, yapı değişir, özellikler değişir ama "fare, faredir". Tabii ki Biyoloji'den anlayamayan biri için... Fare, belki hala fare gibi görünür; ancak artık eski fare değildir! Ve şu anda, sadece birkaç on ya da yüz nesil içerisinde meydana gelen değişimlerden bahsettik. Daha farklı senaryolar dahilinde, daha farklı evrimleri işin içine katabilirdik: Örneğin ya büyüklük inanılmaz avantaj sağlasaydı yeni ortamda? Bizim eskiden o "fare" dediğimiz şey, günümüzün göreceli olarak küçük kedileri boyutuna kadar büyüselerdi (tabii yapılarında ve görünüşlerinde yüzlerce, binlerce değişiklik meydana gelerek ve dikkat! Fare, kediye dönüşseydi demiyorum, sadece boyut veriyorum)? O zaman da onlara "fare" diyecek miydik? Her neyse, bu noktayı artık geçelim, kısaca evet, ortada ciddi bir değişim vardır ve bu sadece birkaç on ya da yüz nesil içerisinde meydana gelmiştir. Artık bu yeni "fareler", tamamen ayrı bir Evrim patikasına girmişlerdir. Bilimsel isimleri, belki yine Mus cinsi içerisindedir; ancak -atıyorum- eski ortamda kalan farelerin adı Mus caroli ise, yeni ortamdaki farelerin adı Mus cervicolor olabilir. Yani farklı bir tür meydana gelmiştir. Eğer ki türler arasında farklılaşma meydana gelseydi; ancak hala birbirleriyle üreyebiliyor olsalardı, o zaman yeni ortamda evrimleşen gruba bir alt tür diyecektik ve eski ortamda kalmış grubun adı -atıyorum- Mus caroli caroli olacakken, yeni türün adı Mus caroli cervicolor olacaktı. Bu farklılaşma çok uzun süreler sürdüğünde ve farklı değişkenler işin içine girdiğinde, bir süre sonra dallanmalar ve izolasyonlar o kadar artabilecektir ki, yeni cinsler (tür toplulukları) oluşabilecektir. İşte Evrim Ağacı bu şekilde dallanmalar sonucu oluşur. *** Kaynaklar: http://www.talkorigi...speciation.html Life: The Science of Biology (Sadava, et. al), 2011 ***
  18. *** Birbirinden ayrılan bu popülasyonlar, farklı seçilim baskıları etkisinde, nesiller boyu kendi içlerinde ama birbirleriyle çiftleşemeyecek şekilde ürerler ve yaşamlarını sürdürürler. İlk ortamdan, yeni ve kurak ortama geçen canlılar üzerinde yukarıda bahsettiğimiz gibi yoğun bir seçilim baskısı oluşur ve sürekli olarak popülasyonda belirli bireyler avantajlı konumda olur ve seçilirler. Diğerleri ise elenirler. Nesiller boyu bu seçilim devam eder ve yeni ortamdaki fareler, yavaş yavaş o ortama daha fazla adapte olacak şekilde (daha doğrusu daha fazla adapte olanların seçilmesi sonucu) farklılaşırlar. İşte bu, Evrim'dir. Peki türleşme hangi noktada devreye girer? Yeni ortama geçen popülasyon, sadece morfolojik özellikler açısından farklılaşmazlar. Bir diğer hatalı algılanan nokta da budur. Daha önceki yazılarımızda da paylaşmıştık, bir ayının daha güçlü pençeler geliştirmesi (daha doğrusu daha güçlü pençeli olan ayıların seçilerek hayatta kalması) sadece pençe yapısını morfolojik olarak ilgilendiren bir değişim değildir. Bu değişim dahilinde, kemikler, kaslar ve tendonlar yeniden düzenlenmesi gerekir (daha doğrusu en uygun olarak düzenlenenler avantajlı olurlar ve seçilirler), bu pençeyi besleyen damarlar ve sinirler değişir ve gelişir, hatta gerekirse beyin bu yeni pençeyi kontrol edebilmek için daha da gelişmesi gerekir. Hatta bu gelişimler dahilinde (başka organları ele alırsak) bazı organların yerlerinin değişmesi veya daha farklı biçimlere bürünmesi gerekebilir. Yani bir değişim, zincirleme olarak pek çok değişimi beraberinde getirir. İşte bu, Evrim'dir. Bu değişimler genellikle çok küçük adımlar halinde olur ve asla ama asla tek bir bireyde meydana gelmezler! Bu da yanlış anlaşılan diğer bir noktadır: Evrim, asla bireyler üzerinde gerçekleşmez! Yani bir insan, asla evrimleşmez. Evrimleşen, popülasyonlardır! Yani insan popülasyonları evrimleşir. Çünkü evrimleşmek için, hayatta kalmak ve üremek gerekir. Üreme olmadan, evrimleşmekten bahsedilemez. Üreme sonucu doğan farklı çeşitlilikteki bireyler doğa karşısında teste tabi tutulurlar. En başarılı olanlar hayatta kalır ve ürerler; bunun sonucunda da kendilerini göreceli olarak üstün kılan genleri yavrularına aktarırlar. Böylece nesiller boyunca evrim gerçekleşir; hiçbir zaman tekil bireyler evrimleşmezler. Fare örneğimize dönecek olursak; yeni ortama zorla geçirilen bireyler nesiller boyunca farklılaşırlar ve bulundukları tamamen zıt ortama adapte olacak şekilde evrimleşirler. Yukarıdaki ayı örneğinde de açıkladığımız gibi, tek bir değişim bile onlarca değişimi beraberinde getirecektir. Ki bu örneğimizde pek çok değişken değişmiştir. Bunun sonucunda zincirleme olarak pek çok özellik değişecektir: Kas yapıları, kıl rengi, boyutlar, bacak tipleri, vb. kökten değişecektir. Bu sinir sistemini, iskelet sistemini, dolaşım sistemini ve diğer pek çok sistemi ve organı etkileyecektir. Ve en nihayetinde, üreme sistemi de bundan etkilenecektir. Genellikle üreme sisteminin etkilenmesi, dolaylı yollarla olur. Diğer sistemler, organlar ve yapılar değişirken, değişen aslında fizyolojik görüntüleri değildir. Değişenler, genlerdir. Daha doğru bir ifadeyle, sürekli olarak daha avantajlı özelliklere sahip yapı, organ ve sistemleri kodlayan gen yapıları, popülasyon içi çeşitlilik dahilinde seçilir. Bu seçilim sonucunda türler farklılaşır ve farklı canlılar doğa koşullarına tabi tutulurlar. En başarılıları hayatta kalır ve ürer. Bunun sonucunda yine genler seçilir. Bu böyle devam eder. İşte bu genetik birikim ve değişim, eninde sonunda üreme mekanizmalarını ve üreme sırasında kullanılan sperm ve yumurtanın genetik yapısını değiştirir. Bunun sonucunda, sayısız nesil sonra, yeni ortama gitmeye zorlanan bireyler o kadar farklılaşırlar ki, eski ortamlarında kalmış olan farelerle çiftleşemeyecek hale gelirler. İşte buna biz allopatrik türleşme diyoruz. Yani fiziksel bariyerler sebebiyle meydana gelen coğrafi ve cinsel izolasyon sonucu oluşan türleşme. ***
  19. *** 1) Fiziksel Bariyerlerin Varlığında Meydana Gelen Türleşme (Allopatrik Türleşme): Daha önce de değindiğimiz gibi, türlerin birbiriyle üreyemeyecek kadar veya verimli döller veremeyecek kadar farklılaşmalarının en temel yolu, aralarına girecek veya dış etmenlerce sokulacak olan fiziksel engellerdir (bariyerlerdir). Bunu biraz açıklayalım: Doğa, sürekli olarak değişir. Kıtalar hareket eder, mevsimler değişir, rüzgar ve akıntılar yön değiştirir, kuraklık gözlenir ve daha binlerce değişken, etrafımızda sürekli olarak değişir. Bu değişimler sırasında, belirli bölgelerde yaşayan canlılar birbirlerinden ayrı düşebilirler veya bir tür içerisindeki canlılardan bazıları başka bölgelere göç etmek zorunda kalırken, bir kısmı halihazırda var oldukları bölgede kalabilirler. Senaryoları sonsuz sayıda çeşitlendirebiliriz. Bir tanesini ele alalım: A türünden bir fare popülasyonu düşünelim. Bu fareler, normalde bol ağaçlık ve seyrek güneş alan, avcılardan kolayca saklanabilecekleri çalıların bulunduğu, toprağın yumuşak olduğu ve dolayısıyla toprağı delerek çukur açmanın basit olduğu, ortalama olarak 15 derece sıcaklığa sahip olan, kolayca besin bulunabilen bir bölgede yaşıyor olsunlar. Yaşadıkları bölgede bir de nehir bulunsun. Bu nehrin diğer yakası ise, tam tersi özellikler göstersin: Göreceli olarak kısa boylu ve az ağaçların bulunduğu, çok güneş alan ve dolayısıyla ortalama sıcaklığı 23 derece civarında olan, toprağın kurak ve sert olduğu dolayısıyla da delmenin zor olduğu, besin bulmanın göreceli olarak zor olduğu ve avcıların çok daha aktif olarak bulunduğu ve avlandığı bir alan olsun. Burada yaşamak zor olduğundan A türüne ait bireylerin o yakada yaşamadığını düşünelim. Bu şekilde yüzlerce yıldır yaşarlarken, bölgede çok şiddetli, örneğin 9.0 şiddetinde bir deprem meydana geldiğini varsayalım. Bu depremin, nehrin akışını saptırdığını ve eskiden A türünden farelerin bulunduğu bölgenin tam ortasından geçmeye başladığını ve fare popülasyonunu tam ortadan ikiye ayırdığını, farelerin bir kısmını (yarısı diyelim) kurak tarafa attığını varsayalım. Şimdi, farelerimiz tamamen farklı bir ortamdadırlar ve burada hayatta kalma savaşı vereceklerdir. Ne tip seçilimlerden geçtiğini burada ele almayacağım, uzatmamak adına, ancak kuru toprağa daha iyi adapte olanların, daha güçlü kazıcı uzuvlara sahip olanların, avcılardan daha aktif olarak kaçabilenlerin, yüksek sıcaklıklara ve şiddetli güneş ışınlarına daha çok dayanabilenlerin hayatta kalacağını görmek zor değildir. İşte bu şekilde, eskiden birbiriyle rahatça çiftleşebilen fareler, artık nehir sebebiyle birbirleriyle çiftleşemeyeceklerdir. Nehrin araya girmesiyle popülasyonun bireylerini birbirinden ayırmasına coğrafi izolasyon; türlerin birbiriyle çiftleşmelerine engel olacak şekilde olan coğrafi izolasyona ise cinsel izolasyon denir. (örneğin bu nehir, bir kuş popülasyonunu coğrafi olarak bölebilir; ancak cinsel olarak bölemez, çünkü kuşlar nehrin üzerinden uçabilirler) ***
  20. *** Başlarken; TÜRLEŞME (1): Tür Nedir? Tür Tanımları Üzerine...başlığında tür tanımlarından bahsetmiştik. Bu yazımızda ise, daha da önemli bir kavram olan, türleşme kavramından ve türleşme biçimlerinden bahsedeceğiz. Böylelikle bir türün bir diğerine nasıl dönüştüğünü çok net bir şekilde anlaşılabileceğini düşünüyoruz. *** GİRİŞ: İlk olarak, genel kanıyı akıldan silerek başlamakta fayda görüyoruz: Türleşme, bir farenin bir file birkaç nesil içerisinde ya da kısa sürede veya bir anda değişmesi DEĞİLDİR! Daha yakın bir örnek verecek olursak türleşme; bir maymunun birkaç nesil geçirerek bir insana dönüşmesi değildir. Veya denizsel bir canlının bir anda karaya çıkıp koşmaya başlaması değildir. Ne yazık ki bilimsel olmayan bazı kaynaklar, insanların aklında bu şekilde bir imge yaratmaya çalışarak, akabinde söyleyecekleri "Ne kadar da saçma değil mi?" gibi sözlerine zemin hazırlamayı hedeflerler. Tabii ki bilimde bu tip asılsız iddiaların yeri yoktur *** Bilimsel olarak, türleşme nedir? Türleşme, Biyolojik Tür Tanımı dahilinde, sonradan "ortak ata" olarak anılacak olan bir grup canlının, çeşitli mekanizmalar dahilinde birbirleriyle çiftleşemeyecek kadar farklılaşmaları sonucu, kendi içlerinde çiftleşebilen ancak diğer canlı gruplarıyla verimli döller veremeyen, iki veya daha fazla yeni canlı grubunun oluşması demektir. Filogenetik Tür Tanımı, bu farklılaşmaya ekolojik, niş açısından, morfolojik, vb. bazı değişimleri de katar. Burada unutulmaması gereken nokta, türleşmenin var olabilmesi için üreme açısından verimli olamayacak kadar farklılaşmak genel olarak yeterliyken, diğer açılardan farklılaşmak yeterli olmayabilir. Bu da bir önceki notumuzda açıkladığımız tür tanımını destekleyen bir unsurdur. Türleşme mekanizmaları nelerdir? Türleşme olgusuna iki açıdan yaklaşabiliriz: 1) (Allopatrik Türleşme) Fiziksel Bariyerlerin sebebiyle meydana gelen coğrafi ve cinsel izolasyon sonucu oluşan türleşme, 2) (Simpatrik türleşme) Fiziksel bariyerlerle birbirlerinden ayrılmayan popülasyonlar içerisinde meydana gelen türleşme. ***
  21. *** Heliks DNA Virüslerin kökenleri ile ilgili bazı başka hipotezler de bulunmaktadır. Örneğin bir hipotez virüslerin DNA arasında sıçrayan parçalar olan transpozonları kullanarak, bir diğer ise virüslerin koaservatlar ile karşılıklı olarak evrimleştiğini ileri sürmektedir. Bir diğer hipotez ise, virüslerin de eskiden birer hücre olduğu; ancak parazitizm ve uzun nesiller sonunda genlerinin çoğuna ihtiyaç duyulmayarak yitirildiğini ileri sürmektedir. Ancak ilk iki hipotez, bu son hipotezden daha güçlüdür. Virüsler, "yaşamın eşiğinde" olarak görülmektedirler; ancak halen "daha çok cansız" olarak kabul edilirler. Virüsler, bir genetik materyale sahiptirler, Doğal Seçilim sonucu adapte olabilirler ve kendi kendine organizasyon dediğimiz bir olay sonucu kendilerinin kopyalarını başka canlılar üzerinden üreterek çoğalabilirler. Öte yandan virüsler hücresel yapı göstermezler, kendilerine ait metabolizmaları yoktur ve üremek için başka canlılara bağımlıdırlar. Ayrıca geri kalan tüm canlılar belli bir çeşit hücre bölünmesi ile (amitoz, mitoz, mayoz) ürerken, virüsler başka hücreleri sömürerek, bölünmeden ürerler. Bir zamanlar virüsler sıradan kristal molekülleri sayılmışlardır; ancak Evrimsel Biyoloji'nin aydınlatıcı gücü sayesinde, Doğal Seçilim'e uğrayıp evrimleştikleri keşfedildikten sonra sıradan kristaller olmadığı anlaşılmıştır. Virüslerin varlığı, canlılığın cansızlıktan başlamış olabileceğine bir ışık tutmaktadır, yukarıda da açıklandığı gibi. Ayrıca virüsler, Evrimsel açıdan da çok önemlidirler, çünkü kopyalanma mekanizmaları sırasında yatay gen transferine sebep olurlar. Yatay gen transferi, temel olarak Evrim Ağacı'nın iki dalındaki bireyler arasındaki gen aktarımıdır. Normal olarak gerçekleşen dikey gen aktarımı, ebeveynden yavruya genlerin geçmesidir. Ancak yatay gen transferinde, akraba olmayan iki türün genleri virüs aracılığıyla karıştırılabilir. Ancak tabii virüsler son 4 milyar yılda oldukça özelleştikleri ve her virüs her canlıyı etkilemediği için, genellikle genleri karışanlar yakın akraba türler olmaktadır. Ayrıca okurumuzun belirttiği gibi 1986 yılında Fred Hoyle, Chandra Wickramansinghe ve John Watson'ın yazdığı "Uzaydan Gelen Virüsler ve İlgili Konular" isimli kitapta virüsler kullanılarak panspermia (Dünya'da canlılığın uzaydan gelen moleküllerle başladığını açıklayan teori) desteklenmeye çalışılmıştır. Panspermia çok güçlü bir yaşam teorisi olmakla birlikte, ilk yaşamı yine de açıklayamadığı için Abiyogenez Kuramı'na yenik düşmektedir. Bir ihtimal, bir gezegende Abiyogenez ile başlayan yaşam, Panspermik bir şekilde Dünya'ya ulaşmış olabilir. Ancak şu anda halen Panspermia görüşü daha çok New Age fanatiklerinin oyuncağıdır ve Dünya'daki yaşamın uzaylılar tarafından var edildiği anlamına geldiği sanılmaktadır. Ancak bilim insanları bu konuda araştırmalar yaparak, bu önemli görüşü bilimselleştirmeye ve bilimsel tabana oturtmaya çalışmaktadırlar ve özellikle Mars'tan Dünya'ya gelen örneklerde bulunan bazı yaşam formlarıyla geleceğin güçlü teorilerinden olma potansiyelini korumaktadır. Virüsler de, benzer şekilde halen incelenmeyi bekleyen bir bilgi deryasıdır. Günümüze kadar 5000'in üzerinde virüs türü tanımlanmıştır; ancak dışarıda milyonlarca virüs türü olduğu düşünülmektedir. Virüsler üzerinde bilim insanlarının yaptıkları özverili çalışmalar, belki de Dünya üzerindeki yaşamın kökenlerine ışık tutacaktır. Ancak şimdilik bilinen, virüslerin, aslında hiçbir anlam ifade etmeyen "cansızlık" kavramından, yine hiçbir anlam ifade etmeyen "canlılık" kavramına geçiş oldukları; ancak daha çok "cansızlık" tarafında yer aldıkları yönündedir. ***
  22. *** Şimdi, bu ön açıklamalardan sonra "virüslere" gelelim. Bundan sonra "canlı" ve "cansız" sözcüklerini tırnak içerisinde yazmayacağız, ancak bu kavramların sadece anlatım kolaylığı için kullanıldığını ve hiçbir özelliği olmadığını unutmayınız. Virüsler, her türlü canlıyı enfekte edebilirler: hayvanları, bitkileri, bakterileri, arkeleri ve protistaları. Virüslerin genetik materyali bulunmaktadır: kiminde DNA, kiminde ise RNA yönetici molekül olarak görev yapar. Bakınız ( CANLILIĞIN EVRİMİ (4): İlk DNA Nasıl Oluştu?.. ) Virüslerin evrimi tam olarak aydınlatılamamış olsa da, her bir virüslerin kökeninin cansızlıktan canlılığa geçiş (abiyogenez) örneği olduğu düşünülmektedir. Henüz ortalıkta hiçbir hücre yokken ve sadece basit koaservatlar bulunurken, suların içerisinde Ribozim molekülleri oluşmuştur ve bunlar gelecekte RNA ve DNA'ya evrimleşecektir. Ancak en ilkin hücreler, koaservatlardan evrimleşirken daha basit bir DNA yapısı evrimleştirmişlerdir: plazmid DNA. Plazmid DNA, yuvarlak yapılıdır ve sarmal değildir. Çok daha basit çalışır ve mutasyonlara çok daha fazla açıktır, düzeltme mekanizması neredeyse hiç bulunmaz. (birkaç düzeltme mekanizması tespit edilmişse de, etkilleri sarmal DNA ile kıyaslanmaz bile) İşte bu plazmidlerin etraflarının yağ zırhları ile sarılması sonucunda virüslerin evrimleştiği; ancak daha ileriye gidemeyerek etraftaki "gerçek canlı" olarak saydığımız koaservatları ve gelecekte ise hücreleri kullanarak varlıklarını sürdüme yoluna gittikleri düşünülmektedir. Günümüzde halen plazmidler hücreler arasında gezebilen ve pek çok tedavi yöntemi geliştirmekte kullanılan basit DNA'lar olarak karşımıza çıkmaktadır. Plazmidlerin yapısı, virüslerin yşaam biçimine tam olarak uymaktadır. Plazmid DNA ***
  23. *** GİRİŞ; Yukarıdaki sorudan yola çıkarak tahminen pek çoğunuzun merak ettiği virüslere şöyle bir bakış atmak istiyoruz: Virüs, en temel tanımıyla "canlı" organizmalar içerisinde yaşayarak varlığını sürdüren ve hemen hemen her zaman enfekte edici özelliği olan biyokimyasal maddeler bütünüdür. Virüslerin tam olarak ne olduğunu anlamak için, şunları tam olarak anlamış olmak gerekiyor: lk olarak, bilimsel olarak hiçbir şey, esasında, ne "canlı"dır, ne de "cansız". Bu sadece, literatür açısından işleri kolaylaştırmak, Biyoloji'nin sahasını belirlemek ve anlaşma kolaylığı sağlamak amacıyla varsayılarak kabul edilmiş, uydurulmuş ve pek bir dayanağı olmayan bir olgudur. İnsanoğlu, etrafına bakıp varlıkları sınıflandırmak istemiş ve belli başlı özellikler taşıdığı için bazı varlıklara "canlı" demiş, bu özellikleri taşımayan varlıklara ise "cansız" demiştir. İnsanın tanımına göre, bu canlı-cansız farkına sebep olan belli başlı özellikler şöyle sıralanabilir: Uyarana tepki gösterme Üreme Büyüme ve Gelişme İç Dengeyi Koruma Belli bir organizasyona sahip olma Metabolik faaliyetleri gerçekleştirme ve enerji üretme Adapte olabilme Eski dönemlere ait kaynaklara göre bu özelliklerin hepsini bir arada bulunduran varlıklar "canlı", bunları bir arada bulundurmayan varlıklar ise "cansız" varlıklardır. Kimi kaynak bunlardan sadece ilk 4'ünü canlılık belirtisi olarak yeterli bulmaktadır ve diğerlerini elemektedir. Ancak uzun on yıllardır (ve hatta geniş skalada yüz yıllardır) bu tanımlama sürekli olarak tartışılmıştır ve hala da, azalmakla birlikte, tartışılmaya devam etmektedir. Çünkü bazı "cansız" olarak görülen varlıklar ciddi biçimde "canlı" gibi gözüken özelliklere sahip olabilmektedir Cansız olmasına rağmen uyarana tepki verebilme örneği: http://youtu.be/aC-KOYQsIvU Aslında temel olarak, binlerce yıl öncesinden beri, yukarıda belirttiğimiz taşıyan varlıklarda bir "can" (insan için "ruh", diğerleri için "can") olması gerektiğini düşünmüştür insanlar. Bu kavramlar o kadar uzun yıllardır insanları etkilemektedir ki, göreceli olarak çok yeni olan bilim de bu kavramları olduğu gibi kullanmaktadır; gerek kullanım kolaylığı, gerekse de aramıza yerleşmiş memlerin yıkılmasının güçlüğünden ötürü. Halbuki, Biyoloji'nin derinliklerine inen bilim insanları, önce organlarımızı, sonra dokularımızı, sonra hücrelerimizi keşfetmiştir. Daha da derinlere indiğimizde, hücrelerin içerisindeki neredeyse her olayı gözlemleyebilir hale gelmişizdir. Ve bu boyutta, baktığımız zaman, bir canlı ile cansızı ayırmak olanaksızdır. Çünkü ikisi de belli başlı kimyasal tepkimeler bütünüdür. Bir demir, oksijenin bulunduğu ortamda sürekli tepkimeye girerek paslanmaktadır. Aynı oksijen, hücrelerimiz içerisinde bulunan bir diğer kimyasal olan şekerler ile tepkimeye girerek hücrenin "canlılığını" sürdürmektedir. Peki, demiri "cansız", hücreyi "canlı" yapan nedir öyleyse? Hiçbir şey. İkisi de, sıradan atomlar ve moleküller yığınıdır. Tek fark, bu kimyasal tepkimelerin ("canlılar" içerisinde gerçekleşiyorsa "biyokimyasal" tepkimelerin) toplamı, eğer içerisinde bulunduğu ya da totalde oluşturduğu varlığa yukarıda sayılan belli başlı özellikleri veriyorsa, o varlık "canlı" olmaktadır. Bu, insanın kendince uydurduğu asılsız bir sınıflandırmadır. "canlılığın" "cansızlıktan" başlaması çok kolay ve mantıklıdır, çünkü aralarında bir fark zaten yoktur. Başlangıçta meydana gelen farklı kimyasal evrimler bazı varlıkların yukarıdaki özelliklere hep birden sahip olmasını, bazılarının da başka türlü özelliklere sahip olmasını sağlamıştır. Örneğin karbon, yüksek basınç altında Dünya'nın en sert malzemesi olan elmasa dönüşür. Bunu hangi canlı yapabilir? Hangisinin daha "önemli" olduğuna nasıl karar vereceğiz? İşte, aslında hiçbiri önemli değildir. Önem sırası, insanlar tarafından rastgele belirlenir ve esasında doğa açısından geçersizdir. ***
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.