-
İçerik Sayısı
3.724 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
30
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
Şu albümden: Avatarlarım
-
Şu albümden: Avatarlarım
-
Zeka küpü - Rubik küp Yapılışı
GeceKuşu şurada cevap verdi: problem27 başlık Bilmeceler ve Zeka Soruları
( zeka küpü, rubik küpü ) Çözümü - 1. Bölüm http://www.youtube.com/watch?v=2BehyXiPBNk&playnext=1&list=PLF926AF3E3A6B1BD3 ( zeka küpü, rubik küpü ) Çözümü - 2. Bölüm http://www.youtube.com/watch?v=3nMakZCu2Jc&feature=PlayList&p=F926AF3E3A6B1BD3&playnext=1&playnext_from=PL&index=1 ( zeka küpü, rubik küpü ) Çözümü - 3. Bölüm http://www.youtube.com/watch?v=_QVkHXHbd44&feature=autoplay&list=PLF926AF3E3A6B1BD3&index=3&playnext=1 Herkese kolay gelsin... Çözümü videoya alarak, akıcı ve anlaşılır konu anlatımı ve paylaşımı için "hakanishcan"'a ve ayrıca, Sevgili "problem27" ye konuyu açarak gündeme getirdiği için teşekkürler.. -
Zeka küpü - Rubik küp Yapılışı
GeceKuşu şurada cevap verdi: problem27 başlık Bilmeceler ve Zeka Soruları
RUBİC KÜP Çözümü Ve Algoritmaları... *** U : Saat yönünde ÜST taraf Ux: Saat yönünün tersine ÜST taraf A : Saat yönünde ALT taraf Ax: Saat yönünün tersine ALT taraf R : Saat yönünde SAĞ taraf Rx: Saat yönünün tersine SAĞ taraf L : Saat yönünde SOL taraf Lx : Saat yönünün tersine SOL taraf O : Saat yönünde ÖN taraf Ox : Saat yönünün tersine ÖN taraf *** BİRİNCİ KATMAN : Üst yüzeyde merkez renk için (+) oluşturmak: En alt katmanın ortasındaki karelerde üst yüzey merkez rengini ara. Eğer yoksa ikinci katmandan aşağı taşı. [ R’ + A ‘+ R ] Aşağı taşıma.. İkili rengi yan yüzey merkez rengine taşı ve alt ön yüzeyi yukarı çevir. Parçayı doğru yerine aldıktan sonra renkler yerinde değilse eşleştir. [ Ox + U+ Lx + Ux ] Merkez renkleri eşleştirme.. Üst yüzeyde (+), ikinci katmanın merkezindeki renklerle, 1.Katmanın ortasındaki renkler eşleşene kadar işleme devam et. Üst yüzeyin köşelerini yerleştirmek: Üst yüzeyi sabit tutarak Alt ve üst katmanın köşelerinde üst yüzeyin merkez rengini ara. Üçlü renk uyumuna uygun köşeyi Alt katmanın sağ alt köşesine taşı. Yüzeyleri Üst-Ön-Sağ olacak şekilde tutarak Sağ alt köşedeki parçayı renkleriyle beraber uyumlu olacak şekilde, Sağ üst köşeye yerleşene kadar aşağıdaki formülü uygula. [ Rx+ Ax + R + A ] Köşeleri yerleştirme.. İşlem sona erince 1. Katmanı alta getir.. *** İKİNCİ KATMAN : İlk olarak içinde üst merkez rengi olmayan orta üst orta kareleri Yan yüzlerdeki merkezdeki rengin olduğu yüzeye taşıyoruz. Üstte kalan rengi kendine uyumlu sağ yada sol yüzeye taşıyoruz. Sağa taşıma [ U + R + Ux + Rx ] [ Ux +Ox +U+ O ] Sola taşıma [ Ux + Lx + U + L ] [ U + O + Ux + Ox] Eğer uyumlu 2’li renk ikinci katmanda ise yukarı taşımak için, Sağda ise Sağa taşıma, solda ise Sola taşıma formülüyle, Önce yukarıya taşıyoruz. Alttaki ikinci katman tamamlanana kadar işleme devam edin *** ÜÇÜNCÜ KATMAN : Üst merkez renk için (+) oluşturmak: [ O + R + U + Rx + Ux + Ox ] İlk olarak 'doğru şekli' oluşursa ön yüze paralel tutarak (+) oluşuncaya kadar işleme devam et. Üst katmanın yan yüzey ortasındaki renkleri Merkez renklerle uyumlu hale getirmek: Eğer uyumlu iki yüzey yoksa aynı Formülü kullanarak Uyumlu yüzeyleri elde edebiliriz. Bunun için Merkez renklerle uyumlu yüzeyleri Sağ ve Arka tarafa getireceğiz. [ R + U + Rx + U ] [ R + U + U + Rx ] Formülü bir kez uyguluyor ve yüzeyleri eşleştiriyoruz. Köşeleri yerleştirmek: Üst-Ön-Sağ yüzeylerle uyumlu köşeleri Sağ üst köşeye al. Tüm parçalar uygun köşelere yerleşinceye kadar formülü uygulayın. [ U + R + Ux + Lx ] [ U+ Rx +Ux+L ] *** SON AŞAMA: Köşelerin renklerini yerleştirme: Her köşe için alt iki katmanın yerini sabit tutup Renkleri uyumlu hale getirmek için formülü uygulayın. Ve mutlaka tamamlayın. [ Rx + Ax + R + A ] *** Kolay gelsin... -
Kişinin bir doktor, öğretmen ve benzeri uzman yardımı alması başka şeydir. Aklının yetersiz olduğu kabul edilip.., Nedense bir türlü araştırıp okunsa da anlaşılıp kavranılamayacağı dikte edilen "Teist" anlayış ve yaklaşımların hep bir bilenden sorulup öğrenilmesi gereği başka şeydir. Birincisinde; Kişinin aklı, mantığı ve kişisel kararı vardır... İkincisinde ise; İnsanların aklına, mantığına güvensizliği ve kişisel acizliği... Hangisi olursa olsun "Teist" inançlar söz konusu olduğunda bu tür bir bilen ve yol gösterene hep ihtiyaç duyulduğu için, bu onlar adına bir ihtiyaç ve hizmettir. Eh... Bizde de bu tür hizmetlere ihtiyacı olanlar bolca bulunduğuna göre.... Ne denebilir ki? Başkalarının aklına ve mantığına gereksinimi olduklarını düşünebilirler de insanlar... Ne yazık ki, böyle bir gereksinim ve verilecek olan hizmet, yine kişilerin karşılıklı olarak kendi kararlarıdır...
-
Yaparlar sevgili 'gugukcuk' yaparlar... Hem şimdi herhangi bir engel çıksada bu deneme aşamasıdır onlar için.. Nasıl bir tepki alacaklar, devamında hangi adımları atmaları gerekir test ederler. Yaklaşımına ve ön görüne katılıyorum. Ama katkıda bulunmak isterim. "Diğer dinlerinde yolunu açar." diyorsun. Bence promasyondan çok "müslüman mahallesinde salyangoz satışı" çatışmaları daha öne çıkacaktır. Bana gelmezler, ve gelemezlerde "teist" anlayışlara mesafeli oluşum ve bu tür yaklaşımlara bakış açımdan dolayı. Ama gerçek şu ki, bunu sevinçle ve olumlu karşılayacak olanların sayısı oldukça fazla olacaktır. Ayrıca; Komşuya geldi bize de gelsin, ne şiş nede kebap yanmasın, dostlar alış verişte görsün yaklaşımlarınıda göz ardı etmemek gerekir.
-
Biyolojik Anneyim bennnnn geldimmmm
GeceKuşu şurada cevap verdi: Biyolojik anne başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalım
Öncelikle aramıza hoş geldiniz Beni tanımak isteyenler dediğiniz için "Bloğunuza" girdim... Ama erişim "mahkeme kararıyla engellenmiş." neden doğrusu merak ettim. Ben yine de giriş yaptım... Orada, "Tinsel dürtüleri kuvvetli, Azcık kaçık azcık deli, Gamsız mı ? Yok ziyadesiyle evhamlı Bir garip kadınım ben." diye hakkımda yazısı olan siz misiniz? Saygı ve sevgilerimle... -
Kendinizi farklı bir yere koymayın... Diğerlerinin, sizin gibi düşünmedikleri için fark edemediklerini... Kendinizin, diğerlerinden farklı olarak herşeyi gören olduğunuzu sanmanız sizi yanıltır. Son dönem yazılarınızda bulunduğunuz çizgiden kaydığınız ya da öncesinde kendinizi bizlere farklı yansıttığınızı gözlemliyorum. Öylesine ki; Açmış olduğunuz "BU MU ERGENEKON?" başlığında... "Birileri bizlerle fena halde oynuyor, birileri Ak Parti’yle yaman bir oyun oynuyor ve birileri bu ülkeyle acayip bir oyun oynuyor. "Kötüsü mü? Biz oyuna geliyoruz." "Ergenekon kapsamında yapılan gözaltıların büyük bir kısmının doğru ve gerekli olduğuna inanıyordum..." "Ancak son operasyonlar Ergenekon tutuklamalarını doğru bulan bizleri bile çileden çıkarmaya yetti." diyen siz... Şimdi de yukarıdaki alıntıda yazdığınız çümleyi kurabiliyorsunuz. Siz "BU MU ERGENEKON? başlığında yaptığınız eleştirilerin paraleleinde eleştiri yapanların... "Suçu ispatlanmayıncaya kadar kimsenin suçlu görülmemesi" gerektiğini haykıran, baskı ve zulümlere karşı duran insanların. "Başbakanı kabullenemediğini ve başırısız olmasını mı istediğini sanıyorsunuz?" Gerçekte kendinizi farklı bir yere koyup yanılıyorsunuz. Bu mudur sizin fark edip de diğerlerimizin fark edemediği güç?.. Öylesine ki; Aynı başlıkta.. "Ahmet ŞIK, derin yapılanmaları deşifre eden ve bu sebeple işinden olan biri, nasıl olur da ETÖ yapılanması içinde yer alabilir sorusu cevaplanamamaktadır" diye yanıt arayan siz... Nasıl bir araştırma sonucu kesin kanıt edindiniz ki, Ahmet ŞIK için "O da karışmış" deyip işin içinden çıkıverdiniz. Bu mu diğerlerinin fark edemediği ama sizin fark edebildiğiniz tutarlılık. *** Sergilediğiniz ve bende bıraktığınız bu intibalara ek olarak son derece popilist yaklaşımlar sergiliyorsunuz... Kanıtı aşağıda yadıklarınız... Siz o dönem hangi söylemler içindeydiniz bilemiyorum ama... "Fark edemiyorsunuz diye itham ettiğiniz o insanlar" geçmişte o sıcak gündem içerisinde "O" adı geçen kişileri olması gerektiği gibi... "Hem de şimdikine benzer bedeller ödeyerek" eleştiriyorlardı... O zaman onlara, solcu, kominist, aykırı gözüyle bakılırken, şimdi onları, "etö" yanlısı, ulusalcı, Chp'li, şucu, bucu diye adlandırıyorsunuz. İlerki bir zamanda belki yeni bir çizgi belirler bu günleri yukarıda yazdıklarınıza paralel popülist yaklaşımlarla anlatmayı tercih edersiniz. *** Kendinizi farklı bir yere koymayın... Kendinize atfettiğiniz yer koyduğunuz sandığınız yer olmayabilir. Hem atalarımızın yılların süzgecinden geçirerek söyledikleri bir söz vardır bilirsiniz... "Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz." Bunun günümüz Türkeçesi ile ifadesinin; "İnsanoğlu sözleri ve davranışlarıyla toplumda kendine bir yer edinir" olduğunu hiç birimiz unutmamalıyız... Kendinize İyi Bakın Lütfen...
- 48 cevap
-
- 2
-
-
Şu albümden: tna
© Bütün resimler kendi sorumluluğunuz altında olup site bu konuda hiçbir şeklilde sorumluluk kabul etmez.
-
*** "İnsan kendine yalan söyleyebilir mi ?" Nedir Yalan? Yalanın gerçeklerin bilinmemesini sağlamak amacıyla söylenen, gerçeğe uygun olmayan anlatımlar olduğunu herkes bilir. Soruyu bu bilgi ışığında yanıtlamaya kalktığımızda genelde büyük çoğunluk hayır söylemez diye yanıtlar... Oysa öyle durumlar vardır ki; Örneğin inançlarımız söz konusu olduğunda, gerçek dışı yada abartılı iddialar ve varsayımlar söz konusu olduğunda bile sürekli kendimizi kandırmayı yeğler ve gerçek dışı olabileceği ihtimalini sürekli göz ardı ederiz. Oysa kim olursa olsun söylenen yalanlar ve gerçeğe uygun olmayan anlatımlar bir an, bir yer gelir ki ister istemez herkeste hep bir şüpheye yol açar. Kafamızda oluşan şüpheler ne yazık ki ve her zaman aleyhimize sonuçlar oluşturur. Bu olumsuz sonuç ve çelişkileri aşmanın en kolay ve insanoğlunun en çok başvurduğu yöntem ise varsayımları gerçekmiş gibi algılama yaratıp ön yargılar oluşturmaktır. Ancak; Ne kadar sağlam varsayımlar ve aşılamaz ön yargılar oluşturursak oluşturalım, İnançlarımızda dahil yaşamımızda var olan ve bizi etkileyen olumlu ya da olumsuz her gelişmeyi, etkisi ne olursa olsun onları sürekli olumlamak, öyle olduğunu varsaymak onları iyi ve doğru yapmaz. Sürekli olumsuz düşünerek gerçeklerin ve olayların kötüye dönüştürülemediği gibi... Ama... Ne yazık ki, istesek de istemesek de;... "Varsayım ve ön yargılarımızı, korku ve çelişkilerimizi yenebildiğimiz ölçüde" bir zaman sonra fark ederiz ki.. "Gerçeğin üstünü, kendini hangi özel yere koyan, konumda ve yafta da gören olursa olsun, herkes örtebilir..." Ve... Ne yazık ki, istese de istemese de gerçekliğin bir anında,.. "Ya gerçeği bilmiyor olduğunu veya bildiği şeyin kendi doğrusu olduğu için onu gerçek sandığını, kabul ettiğini kavrar. Farkında dahi olmadan gerçeklerin üstünü örtmüş olduğu gerçeğiyle yüzleşir..." Herkes çok iyi bilir ki, gerçeklerle yüz yüze geldiğimizde ortaya çıkan yeni durum ve koşulları kabullenmek ve onları aşmak öyle çok kolay değildir. Elimizde var olan değerleri kaybetmek yada kaybetmiş olmak sarsar insanı. Hele inanç gibi toplumu sımsıkı saran değerler karşısında, hele o güne kadar hiç üzerinde düşünce üretmeden körü körüne ve içtenlikle sarıldığınız inanca dair şeylerse bunlar içinizde oluşmaya başlayan, kuşku ve şüpheler sizi korkutur ve sarsar... İçinde bulunduğunuz toplumun bir bireyi olarak o toplumun yüz karası, onlar tarafından reddedilecek güvenilmez bir kişilik olarak algılanmaktan korkarız... Çünkü anlarız ki, Bizlere o güne kadar söylenen bir çok şey " Ölümsüzlüğün çözümsüzlüğü karşısında yerine koyduğumuz ahiret kavramı" gibi gerçeğe uygun olmayan, varsayımlara dayalı ütopik değerlerdir. İçimizde oluşan bu yeni durum ve şüpheler her zaman aleyhimize yeni durum ve koşullar getirmektedir. Ve... Ne yazık ki, yaşamımızın devamında zorunlu ve gerekli olan yaşam algılamamızı doğru ve sağlıklı bir noktaya taşımamız için ihtiyaç duyduğumuz ikinci bir şans öyle çok kolay elde edilebilir şey de değildir. Bu şansı kendimiz yakalayabilsek ya da toplum tarafından bize verilse bile içinde bulunduğumuz koşullar yeni bir düzeltme ve doğruları bilincimize aktara bilmek için oldukça zorludur... *** "İnsan kendine yalan söyleyebilir mi?" "Karşısına çıkan zorlu ve aşılmaz koşullar söz konusuysa eğer ve bunu aşabilecek düşünsel gerçekliği, mücadele gücü.. Ve en önemlisi karşılaşacağı zorluklar ne olursa olsun kendi öz benliğine saygılı olması gerektiği gibi bir kavramı içselleştiremediği ölçüde" ... Elbette... Tartışmalarımızda, "Kişisel inanç ve çıkarlarımız söz konusu olduğunda".. Ön yargılarımıza sıkı sıkı sarılarak bunu sürekli yapmıyor muyuz zaten?..
-
*** İçinde bulunduğumuz süreçde şu yada bu gerkçelerle; "cemaate ve iktidara karşı aktif muhalif kim varsa" içeriye alınanların “suçluluklarını kanıtlamak”, önemli değil.. Görünen gerçek şu ki; iktidar ve yandaşlarının da “mahkeme sonucu” ile ilgili bir beklentileri yok. Bu, yıllar sonrasına ötelenmiş bir durum. En erken 3, 5-10 yıl sonrası! Oradan beraat çıkması, umurlarında değil ve olmayacak da.. *** Önemli olan "Bugün", "Şimdi", "Bu ay", "Bu dönem", "Bu yıllar"... Daha da açıkçası, ilk hedef bu seçimlere kadarki süre. Seçimlerden sonra duruma yeniden bakacaklar.. Nasıl ilerlemeleri gerektiğine karar verecekler... *** Hep birlikte yaşayacak ve göreceğiz... Ya.. Her şeyin geç olduğunu farketip acı acı gülümseyeceğiz... Ya da.... Cümlenin gersini 'sağduyunuzla' siz tamamlayın artık
-
*** Yıllardan 2005... YÖK Genel Kurulu, Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in intihal suçu işlediğine karar vererek, akademik unvanlarını geri almıştı.. “İşletme Yönetimi” isimli kitabında, bilim hırsızlığı yaptığı saptanmıştı.. YÖK, konuyu incelemiş, hırsızlığı saptamış ve profesörlüğünü iptal etmişti.. En son 2008’de mahkeme de “intihal yaptığını” karara bağlamıştı.. Başbakan Erdoğan alınan bu kararlara çok kızmış, kararı alanlara veryansın etmişti.. Çünkü Dinçer,İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminden beri Dinçer’le çalışıyordu. Bu durum karşısında Başbakan Erdoğan ne mi yaptı... Ömer Dinçer’i ödüllendirdi, milletvekili seçtirdi sonra da bakan yaptı. Ömer Dinçer şimdi "Çalışma Ve Sosyal Güvenlik Bakanı İstanbul Mv"... *** Almanya iki haftadır “çalıntı doktora” krizi yaşıyor. Savunma Bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg, bilim hırsızı çıktı. Doktora tezi çalıntılarla dolu çıktı. Başkalarının düşüncelerini, kendi düşünceleriyimiş gibi kullandı. Ama Guttenberg Bakan olmanın ötesinde, Almanya’nın en önemli, dürüst ve düzgün dörtdörtlük lideri olmaya soyunmuştu. Namusluluk/güvenirlik sıralamasında birinci sıradaydı ve anketlerde, en umutvar politikacı olarak çıkıyordu. Önce, tezim çalıntı değil, şiddetle reddederim, dedi. Ancak neredeyse bütün Almanya, tezdeki çalıntıları bulmak için seferber oldu. Ve tezinin en az 162 yerinde “hırsızlık” saptadı.. Spiegel’e kapak bile oldu! Üniversite, doktorayı iptal etti, savcı soruşturma açtı... Bu aşamadan sonra; “Evet hatalar yapmışım ama bunları isteyerek yapmadım, yazım hataları olmuş ama Savunma Bakanlığını bırakmam” dedi.. Bütün Almanya üzerine gitti ve sonunda şapkasını aldı gitti.. *** Bu İki Olayı Karşılaştıralım Bakalım, Nasıl bir AYKIRI durum ortaya çıkacak.. Neden Almanya Almanya, Neden Türkiye Türkiye.. Neden birbiriyle ilintisiz, tavır ve düşünce farklılığı var... Birinde En üst düzeyde de olsa Hakkında gerekli araştırmalar özgür basında yer alabiliyor.. Diğerinde gelinen son aşamada gazeteciler araştırma yapıp kitap yazdıkları için tutuklanabiliyor.. Bilim hırsızlığı dünyanın her yerinde olabiliyor.. Almanya’da ve ABD’de bile yapılıyor.. Ama hırsızların gözünün yaşına oralarda bakılmıyor! Türkiye’de ise, bilim hırsızlığı siyasilerce baştacı ediliyor... ***
-
*** Ergenekon bir “fasa fiso” değil! Türkiye’nin, cemaate ve iktidara karşı aktif muhalif kim varsa, öncelikle medyada, içine atılıp kaynatıldığı bir cadı kazanı.. Çumhurbaşkanı Son göz altılarla ilgili beyanat verdi.. " Son derece Rahatsızım".. Ankara Barosu Başkanı Prof. Feyzioğlu da şöyle diyor "..bu ülkede demokrasi olduğuna ilişkin bir işaret verin.." O da bu kadar umutsuz! Daha çok gazeteci var kazanın içine atılacak. Bugün namuslu, adalet için, ve omurgası dik gazetecilik yapıyorsa, “Ergenekon’u tadacak” gibi.. Konu hakkında daha derin ve kaynağından detaylı bilgileri almak için Tv'lerde boy gösteren İktidar yanlısı "Radikal, Liberal, İslami Kürtçü, Araştırmacı yazar ve Gazetecileri" TV’de dinlemek, köşe yazılarını okumak yeterli. Öyle çok derin ve üstü kapalı değil artık yapılanlar. Her şey açık ve Zaman gazetesini her satırında alenen dile getiriliyor bugün ve sonrasında var olan hedefler. Geçen gün TV'de bir “radikal” şöyle konuşuyordu: "Bilmiyoruz ki arkasında ne var, arkadaşlarımızın temize çıkmasını kim istemez... " Bir başka İslami kürtçü yandaş da öğüt veriyor: "Savcılar, mahkemeler kasıtlı davranmazlar, bilmiyoruz ki bilgisayarlarından ne çıkacak, bekleyelim görelim..." Bir dizi “iktidar sevdalısı” ortalıkta kıvır kıvırtıyor... “Bilmiyoruz ki, ne suçları var?..” - Nedense işin tam bu noktasında hep bilmiyorlar. Gerçek şu ki bana göre kıvır kazı yanmasın, timsah göz yaşları döküyorlar. Sıfır bilimsel çalışmayla bedava profesörlük kapan Mehmet Altan; Soner Yalçınların gözaltına alınmasından sonra, "Bu kadar yetmez, Ergenekonun medya ayağından içeri alınacak çok kişi var." anlamında yazı yazmıştı. Cemaat –iktidar süflörlerinin kulağına fısıldadıklarını, “biliyor musunuz onların karıştıkları işleri” gibi sözlerle “çıtlatmıştı”! Medya dünyasına yayılan dehşet öngörülerine göre, örneğin Enver Aysever’e de çoook önceleri sıra gelecekti.. İktidar yandaşı dostlarından uyarılarını almıştı: “Dikkat et..!” Ama Enver Aysever bekleyebilir, önce partinin çevresindeki mıntıkalar temizlenmesi gerekiyor... Nedim Şener’i de çevrelemişlerdi.. Bütün bu Uğursuz fısıltılar karanlıklarının sırtına binmiş dolaşıp duruyordu: Sıra sende! Nedim Şener, bütün önemli ödülleri toplayan, medyanın yüzakı bir gazeteci.. Bugüne kadar Darbelere, Devlet içindeki gizli yapılaşmalara karşı duruşuyla, 'Hrant Dink' cinayeti ve Ergenekon ile ilgili araştırma, kitap ve yazılarıyla, Sağduyulu her vatandaşın takdir ettiği gazetecilerden biriydi... Onun ve Ahmet Şık'ın yayınlanmak üzere olan kitapları söz konusuydu... Apar topar göz altına alınıp tutuklandılar... Bugün, Nedim şener, Ahmet Şık, dün diğerleri ve yarın geriye kalanlar... Gazetecilikleriyle “canavarın kalbine” değdikleri için BASKI ALTINDALAR... *** Bu arada dikkat..! Medya kazanı, BBP’nin eski lideri Yazıcıoğlu’nun heliktopterinin düşmesi üzerine hazırlanan iddianamede de kaynatılıyor. NTV’den Mirgün Cabas, cep telefonuna gönderilen sinyalle helikopterin düşürüldüğü biçimindeki aptalca bir iddia için, şüpheli oldu! Peki bu dava da ne? Konumuz seçimler. Amacımız, BBP’nin oylarını AKP’ye tahvil.. Tezgah en tepeden..! ***
-
*** İktidarın 8 yıldır üzerinde bitmez tükenmez bir enerji ile çalıştığı 3 büyük projesi var.. Bu projeler artık, neredeyse bitme aşamasına geldi: 1) Medya üzerinde kesin egemenlik.. Bu sağlandı! Büyük merkez medya dizginlendi, biri devlet parasıyla yandaş işadamına satıldı. Diğeri maliye-vergi ile siyasi kıskaç altına alındı.. Bu medya da, yine yabancı-yerli iktidar yandaşlarına satılarak halledilmek isteniyor... Orada gazetecilik yapacağız diye direnenler var henüz. Yayın müdürleri dahil.. Gün ola harman ola, üç ay bakalım ne gösterecek.. Medya operasyonları bu sürecin devamı... 2) Hukuk üzerinde kesin egemenlik: Bu iş de tamam, en tepeden aşağı kadar! Arada sırada, aralarında hukuki davranan ve davranacak yargıçlar tabii ki olacak. Ama bunlar hukukun iktidarın istekleri doğrultusunda çalışmasına engel değil... 3) Ordu, tamamdır. Ordu, zaten darbe falan yapamazdı. Ama bir dizi uyduruk tezgah da kurularak, Ordu “tutuklandı”.. General ve subay neredeyse kalmayacak.. Bütün bu üç temel çerçeve, iktidarın gideceği yolda “engelleri” temizlemesidir. Geriye kalanlarsa...İşveren mişveren, bunlar da süreç içinde el değiştirir, saf değiştirir, olur biter.. ***
-
*** Sonuç ve Değerlendirme Fromm, tarihi şartların Tanrı’ya yüklediği ama aslında kendisine ait olduğuna inandığı güçleri, Tanrı’dan almak suretiyle Tanrı’nın üzerinde bulunduğu zemini yok ettiğine inanmıştır. Bu açıdan o da “Tanrı öldü” diyen bir anlayışın temsilcisidir. O, kendi Tanrısının öldüğüne inanır. Ama ölen Tanrı’nın kişiliğidir. Ona yüklenen olumlu güçler ise, yok olmamış yeniden gerçek sahibi olan insana dönmüştür. Çünkü sonuçta Tanrı, ona göre, adalet, iyilik ve sevgi gibi hümanist niteliklerin sembolüdür. Bu yönüyle o,Tanrı duygusunun var olduğu ama Tanrı’nın olmadığı bir durumdan söz etmektedir. Tanrı’dan ve dinden koparılan insan gerçekte insan olmanın anlamını kavrayamadığı için makineleşmek suretiyle ölmüştür. Bu durumda bile insan yine dini yönelimlerden uzak kalamayacağı için, yeni dinlerin mensubu olmaktan kendini kurtaramamıştır. Çünkü bir ihtiyaç olarak din, ona göre insan için vazgeçilmezdir. Bu yönüyle din, insanın önemli ve temel ihtiyaçlarına cevap niteliğindedir. Fromm, Tanrı kavramındaki olumlu anlamları görmezlikten gelmez. Bu yüzden insanları Tanrı’dan uzaklaştırmak yerine, Tanrı’yı anlamaya çağırır. O, Tanrı’yı anladıkça, insanın da anlaşılabilmesinin kolaylaşacağına inanır. Nitekim her türlü çabası insanın kendisini daha iyi anlayabilmesi, kendini geliştirmesi ve diğer insanlarla sevgiye dayalı bir ilişki kurabilmesi açısından, yeryüzünde daha olumlu bir işlev görmesi ideali içindir. Sonuç olarak o, Tanrı’yı tanımayan, ama mistik yönleri ağırlıklı olmak kaydıyla dini tanıyan kendi ifadesiyle “ateist bir mistik”tir.
-
*** İşlevlerine Göre Dinler: Otoriter ve Hümanistik Dinler Fromm, psikolojik bir yaklaşım sergileyerek, dini herkesin ihtiyaç duyacağı bir yönelim objesi olarak değerlendirir. Ona göre, insanda bundan daha güçlü bir enerji yoktur. Bu anlamda önemli olan insanın bu enerjiyi nasıl kullandığıdır. Fromm’a göre, önemli olan dinlerin insana yönelik işlevleridir. Yani inanılan dinin ismi, ritüelleri vb. çok da önemli değildir. Ona göre, insanların tercih ettiği bir dini değerlendirirken, insanın kendini geliştirmesine dönük olumlu katkılarına bakılmalıdır. Fromm, salt teolojik din tanımlamalarının ötesinde ayrı bir kategori önermektedir. Dinlerin bu kategorik ayrımı, Fromm’un din anlayışını belirleyen en önemli konulardandır. Ona göre bu kategoriler iki tanedir: Otoriter ve hümanistik dinler. Bu ayrıma göre, insanın gelişimine dönük işlev gören dini sistemlerin tümü “hümanistik”, insanı ve sahip olduğu güçleri önemsiz kılan tüm sistemleri ise “otoriter” olarak değerlendirir. Otoriter din anlayışına göre insan, yaptığı her şeyi Tanrı’ya yansıtıp, kendini beceriksiz olarak görür ve ezik bir kişilik olur. Buna göre, tüm sevgi, tüm bilgelik, tüm adalet Tanrı’dadır. İnsan ise bütün özelliklerinden soyutlanarak, zayıf ve değersiz bir şekilde ortada kalakalmaktadır. Kendini küçük görerek başladığı bu süreçte, zamanla tüm gücünü yitirmiş ve yetersizleşmiştir. Çünkü böyle bir anlayışta, ona güç veren, kendine güven getiren her şeyi Tanrı’ya yansıtınca, kendisi her yeterlikten yoksun kalmış ve çaresizleşmiştir. Hümanistik dinin merkezinde insan ve güçleri vardır. Bu tür dinde Tanrı, insanın kendi yüceliğinin bir sembolü gibidir. İnsan da bir gün bu sembole erişip, onun gibi olabilme şansına sahiptir. Gerek Tanrılı gerek Tanrısız tüm büyük dinler hümanistik karakterdedirler. Fromm’a göre, tektanrılı dinlerde de hümanistik dini sistemlerin tümünde de ahlak, kurumların ve nesnelerin herhangi bir insandan üstün olmadığını, hayatın amacının insanın sevgi ve akıl yeteneklerini ortaya çıkarmak olduğunu ve diğer tüm insan etkinliklerinin bu amaca hizmet etmesi gerektiği ilkelerine dayanır. O halde ahlak, Tanrı’ya inanma üzerine kurulmamıştır. Ahlakı Tanrı’ya bağlamak yerine, doğrudan insanın içsel yönelimleri üzerine temellendirmek, Fromm’un ahlak anlayışının özünü oluşturur. Bu öz de vicdandır. Fromm vicdanı, kaynağı itibariyle iç yahut içe mal edilmiş dış otoritenin sesi olup olmaması açısından ikiye ayırarak değerlendirir: Otoriter ve hümanistik vicdan Otoriter vicdan, içselleştirilmiş olsa bile, bir dış otoritenin, örneğin ana-babanın, devletin ya da belli bir kültür içerisindeki herhangi bir otoritenin sesidir. Fromm’a göre bu vicdan, Freud’un süperegosu olarak tanımladığı şeydir. Fromm hümanistik vicdanın ise, kendi sesimiz olduğunu söyler. Ona göre, hümanistik vicdan içimizdeki bilgiye dayalı ve duygusal bir tepkidir. Ve şöyle der; “otoriter ahlakta, insan için neyin iyi olduğunu söyleyen ve davranış kurallarını ve yasalarını koyan bir otorite vardır; hümanistik ahlakta ise kuralları koyan da kurallara bağlı kalan da insanı kendisidir; insan hem kuralların formel kaynağı ya da düzenleyici gücüdür, hem de bu kuralların uygulandığı kişidir” Fromm’ a göre kurumsal dinler, hem hümanistik hem de otoriter anlayışların her ikisini de içerisinde barındırmaktadır. Önemli olan bunları doğru yorumlayabilmektir. Fromm, tüm dinleri, özellikle, peygamberlerin sözleri bağlamında başlangıçta hümanistik olarak yorumlar. Ona göre, dinlerin tarihi süreçlerinde sosyal şartlara daha doğrusu sosyal hayatta hangi ilkenin daha güçlü olduğuna dayalı olarak, her iki ilke de yer yer egemen olmuştur. Fromm, özellikle Yahudiliği çok iyi bilen biri olarak, gerek kutsal kitap gerekse Talmud’tan sık sık alıntılar yaparak yorumlarda bulunur. Çalışmalarının pek çoğunda, Eski Ahit’te geçen, Adem ile Havva’nın cennetten kovulmaları, Musa peygamber döneminde Yahudilerin Mısırdan çıkışlarını anlatan hikaye, Kral Solomon, Musa’nın Firavunla mücadelesi, Yahudilik inancının önemli esaslarından olan cumartesi yasağı vb. çağdaş toplum anlayışına uyarlamak suretiyle yeniden yorumlanır. O, hayatının hiçbir evresinde bu bilgileri reddetmemiş ve her zaman kendi düşünceleri doğrultusunda bunlardan yararlanmaya çalışmıştır. Fromm’a göre, Yahudilikte bir kural olarak konulan altı günlük çalışmanın sonunda bir gün dinlenme işlemi, insanın fiziksel ve ruhsal gerginlikten kaçınması anlamına gelmez. Fromm’a göre cumartesi günü çalışma yasağının anlamı, insanların kendi aralarındaki ve insanla doğa arasındaki uyumun yeniden sağlanması sonucunda ortaya çıkan bir huzur ve sükunettir. Buradaki dinlenme, insan ve doğa arasındaki bir barışı ifade eder. İnsanlar, cumartesi günleri dinlenirken, doğaya müdahale etmeyip, hiçbir şeye sahip değilmiş gibi yaşayarak “olmak” güdüsüyle hareket ederler. Fromm, Hıristiyanlıktaki baba-oğul Tanrı anlayışını, psikanalitik açıdan da yorumlar. Oğul Tanrı kavramıyla birlikte, oğlun ikinci bir Tanrı olarak baba Tanrı’nın yanında yer aldığını ve böylece baba-oğul arasında var olan gerginliğin yerini uyuma bıraktığını söyler. Fromm, bu süreci yorumlarken, ilk durumda odipüs suçunun devam ettiğini, ancak ikinci anlayışla bunun bertaraf edildiğini belirtir.
-
*** Din ve Tanrı’nın Evrimsel Dönüşümü: Tanrısal insandan Mutlak Tanrı’ya Dinin Tarihi Gelişimi Din ve Tanrı inancının, insanın dışındaki bir güce ilişkin gerçeklikten değil, ancak insanın kendisinden kaynaklandığını öngören Fromm’a göre, din ve Tanrı ilk insandan günümüze evrimleşerek sürmüştür. Fromm, dinlerin ve Tanrı inancının oluşumunda insanın hayatı olumlu ve anlamlı kılmaya dönük umut ve özlemlerinin etkili olduğu kanaatindedir. İnsanlar, zamanla varoluş sorunlarına, ancak insancıl güçlerinin tam olarak gelişmesi yoluyla bir çözüm bulabilecekleri ve sevgi ve akıl güçlerini geliştirmeleri halinde, dünya ile bir uyum içine girebileceklerini anlamışlardır. Bununla birlikte doğaya esir olma ve akıl güçlerini asgari düzeyde kullanma durumunda, varoluşlarının biteceğini fark etmişlerdir. İşte bu yeni anlayış vizyona bir ad verme gerekliliğini hissetmeleri sonucu Tanrı kavramı geliştirilmiştir. Fromm’a göre, Tanrı insan gibi değildir ama insan olabildiği ölçüde Tanrı’dır. Böylelikle insan, yardım eden bir babaya ihtiyaç duymadığı sürece kendini var edebilir. Diğer türlü Tanrı, bir baba olarak var olduğu sürece ona tapan kişi çocukluktan kurtulamaz. Nitekim Fromm’a göre Tanrı’ya inanan insanların bir çoğu günümüzde, halen çocukça bir yanılsama içinde yardım eden bir baba haliyle yaşamaktadır. Günümüzde insanlar, eski tasarım objelerini değişikliğe uğratarak, hayat biçimleri çerçevesinde Tanrı’ya yüklenen işlevi farklı nesnelere yüklemekle ve tapınılacak yeni Tanrılar geliştirmektedirler. Bu çerçevede genellikle otoriter ülkelerde Tanrı’nın yerini devlet ve iktidar, otoriter olmayanlarda ise, makineler ve kazanılan başarılar almaktadır. Ona göre, bunlarda çağdaş putlar olup insanı yabancılaşmaya ve ölümseverliğe götürür.
-
*** Fromm Düşüncesinde Din Kavramının Anlam ve Önemi Fromm dini, insanlığın genel bir olgusu olarak olumlu işlevi bağlamında değerlendirir. Dinin insanda bir ihtiyaç olarak belirmesi ve çeşitli şekillerde yaşanması sürecini, temel insan ihtiyaçları bağlamında değerlendirir. Bu bağlamda din denilince kurumsal dinler anlaşılmamalıdır. Ona göre, “din” kavramından ziyade, “dini” yahut “dini tutum” kavramlarının taşıdıkları anlamlar önemlidir. Fromm düşüncesinde insanın temel ihtiyaçlarından birisi, kimlik ihtiyacıdır. Eğer insan, kendini yeterince tanıyamaz, güç ve yetilerinin farkına varamazsa, bu ihtiyacını bir başka varlık, örneğin Tanrı yahut grupla özdeşleşerek telafi edebilir. Bu nedenle çoğu kimse kendini “ben bir Protestanım”, “ben bir iş adamıyım”, “ben bir Amerikalıyım” şeklinde tanımlarken, aynı zamanda bu ihtiyacını karşılamaktadır. Fromm’a göre insanı dini inanca götüren asıl ihtiyaç, bir yönelim ve bağlılık nesnesine duyulan ihtiyaçtır. Bu ihtiyaç, insan oluştaki enerjinin en güçlü kaynaklarındandır. Ona göre insan, her zaman sevgi, özgürlük ve adaletin hüküm sürdüğü bir dünyayı düşler. Ama böyle bir ortamı bir türlü bulamadığı için bu özlemlerini tatmin etmeye yarayan dini oluşturmuştur. O, dinin insana teselli, cesaret ve umut verdiğini, ayrıca kişiyi hayata bağlı ve ayakta tutacak bazı hayaller kurmasını sağladığı görüşündedir. Fromm’a göre dini ihtiyacı olmayan hiç kimse yoktur. Çünkü bir yönelim ve bağlılık sistemine duyulan ihtiyaç, insan varoluşunun ayrılmaz bir öğesidir. Bu sistem, tanrılı, çok tanrılı, yahut tanrısız bir din olabileceği gibi; ulus, sınıf, parti, başarı, tapınılan ağaç, hayvan, taştan yapılmış putlar da olabilir. Fromm’a göre bunların hepsini din kavramı içinde değerlendirmek mümkün müdür, değil midir sorusu pek önemli olmamakla birlikte, onun din tarifine göre bütün bunlar dindir. Çünkü Fromm, dini, “bir topluluğun bireylerince paylaşılan ve o bireylere belli bir yöneliş, belli bir bağlanma amacı kazandıran herhangi bir düşünce ve eylem sistemi” diye tanımlamaktadır. Freud’un Tanrı kavramını eleştirir. Ve Fromm’a göre de Tanrı bir yanılsamadır, ancak o, bu kavramı tehlike olarak görüp, tümden kaldırmaya dönük bir girişimde bulunmaz. Freud’un yanılsama düşüncesinde dinlerin hayali bir mutluluk verdikleri inancı yatar. Oysa Fromm bu yanılsamanın olumlu yanları da olduğu düşüncesindedir.
-
*** İki Hayat Biçimi: Sahip Olmak ya da Olmak Fromm’a göre, kaynağı ölümsüz olma dürtüsü olan “sahip olmak”, kişinin kendi benliği, diğer kimseler, şöhret ve bilgi gibi maddi değeri olmayan şeylerde söz konusu olabildiği gibi, günümüzde daha çok mülkiyete ulaşma ve onu sahiplenme noktasında odaklanır. Aynı zamanda güç ilişkileri, saldırganlık ve gereğinde başkalarını dışlamak üzere temellenen bir yaşantıya öncülük eder. “sahip olmak”, insanı sözde özelleştirir gözükmesine karşın, gerçekte sahip olunan şeylerin esiri yapmaktadır. Sahip olma güdüsü, insanı malını koruma ve daha fazlasına sahip olma gibi bazı kaygılarla, şiddet kullanmaya ve başkalarını açık yahut gizli olarak sömürmeye yönlendirmektedir. “olmak” tarzında bir yaşantıya ulaşabilmek için birey, hayallerden arınmış ve “sahip olmak” karakterinin gözlerini görmez hale getirmesinden uzaklaşmış olmalıdır. Fromm, “sahip olmak” yöneliminde, ölümsüz olma arzusunun belirleyici olduğunu söyler. Ona göre “olmak” yönelimindeki temel özellik ise, özgürlük ve insanın güçlerini kullanarak yapacağı faydalı işlerdir. İnsanı şiddetle başkalarıyla birlikte olmaya yönlendiren “olmak” güdüsü, aynı zamanda aşkınlık, gelişme, kendilik ve sevgiyi de ifade eder. Fromm, “olmak” eksenli bir yaşam sürdürebilmek için “sahip olmak” tan uzaklaşmak gerektiğini, ikisinin bir arada olamayacağını vurgular. Gerçek anlamda insan olabilmek, yani insan olmanın anlamını kavrayabilmek “olmak” eksenli bir hayatı yaşayabilmekle mümkündür.
-
*** Kişilik Kuramı ve Karakter Tipleri Fromm, Freud’un aksine, insan kişiliğinin kültür tarafından şekillendirildiği ve kişiler arası ilişkilerden etkilendiği görüşündedir. Ona göre kişilik, kalıtımın yanında, sosyal ve kültürel etkilerle oluşur. Bireysel karakterden daha çok sosyal karakter üzerinde durur. Sosyal karakter özellikleri, bireyin kendini, içinde bulunduğu toplumsal şartlara uyarlayarak, yapmak zorundaymış gibi bir arzuyla hareket etmesiyle gelişir. Freud’un kişilik sisteminde insan, kendine dönük ve içgüdüsel ihtiyaçları tatmin edebilme yahut engellemeye bağlı olarak kişilik geliştirirken, Fromm insanı öncelikle sosyal bir varlık olarak ele alır. Bu nedenle, bireysel psikolojinin aynı zamanda ve temelde sosyal psikoloji olduğuna, psikolojinin temel sorunun, içgüdüsel isteklerin tatmini yahut engellenmesideğil, kişinin dış dünyaya ilgi durumu olduğuna inanır. Bireysel psişik yapı ile sosyo-ekonomik yapı arasındaki ilişkinin sonucu ortaya çıkan karakter yapısına, sosyal karakter adını verir. Fromm, sosyal psikoloji odaklı karakter tiplerini üretken yahut üretken olmayan yönelimli diye temelde ikiye ayrılabileceğini belirtir. Üretken olmayan yönelim biçimlerini; alıcı yönelimli kişiler, sömürü yönelimli kişiler, istifçi yönelimli tipler ve pazarlayıcı yönelimli tipler olarak dörde ayırır. Üretici yönelimli tipler, aynı zamanda Fromm’un ideal tipleridir. İnsanın kendisinde kalıtsal olarak var olan potansiyellerini gerçekleştirmesi ve kendi güçlerini kullanma yeteneğidir.
-
*** Fromm Düşüncesinde İnsan Freud psikanalizinin temel kavramlarını, hümanistik psikolojisine uyarlayarak, daha çok insanın olumlu yönlerine vurgu yapan Fromm, insana temelde varoluşçu-hümanistik bir perspektiften yaklaşır. Psikanalizin kültürel ve sosyal yapının etkilerini göz ardı ettiğini düşünerek, yeni açılımlara ihtiyaç duyduğuna inanır. Psikanalizin temel varsayımı, davranışların önemli bir bölümünün bilinçdışı süreçlerden kaynaklandığıdır. Bilinçdışı süreçler derken, insanın farkında olmadığı ama yine de davranışlarının etkilendiği arzu, korku ve düşünceler anlatılmaktadır. Fromm başlangıçta Freud’un bütün teorilerini kabul eder, fakat daha sonraları farklı bir noktaya yönelir. Bu farklı nokta, insanın temel yapısında var olan his ve duygular ile diğer insanlarla ilişkileridir. Fromm, ne Freud gibi biyolojik güdüleri temel alır; ne de insanı salt toplum tarafından belirlenen bir kişilik olarak değerlendirir. Fromm, bireyi, toplum içinde ve sevgi ile üretme yetilerini öne çıkararak değerlendirir. Ona göre insan kendi problemlerini çözebilecek bir kapasiteye sahiptir. Hatta çözmesi gerektiğinin farkında olan bir varlıktır. Nitekim o, en çok insana ve insanın güçlerine inanır. Hayatı anlayabilmek için önce insanı anlamak gerektiğine inanan Fromm’a göre, insanı sağlıklı bir şekilde tanımak ve tanımlayabilmek için, onun salt insan olma özelliğinden hareket etmek gerekir. Ortak noktamız budur ve tek bir insan, insan soyunun simgesidir. Fromm’a göre, insanlığın yaşadığı sayısız çelişkileri aşmanın tek yolu, gerçekle yüz yüze gelerek, temelli tek başına ve yalnız olduğunu kabul etmek ve kendi sorununu, kendisi için çözebilecek hiçbir gücün bulunmadığını onaylamaktadır. Bunun aksine bir davranış olan, yaşanan varoluşsal çelişki ve günümüz şartlarının acımasızlığı karşısında yenilgiyi kabullenme ve umudu bir başka dünyaya ertelemeyi o, teslimiyetçi ve edilgen bir davranış olarak görür. Ona göre insanın hayatı boyunca en önemli ödevi, kendi içsel güçlerinin ve iç potansiyelinin gelişmesine, ortaya çıkmasına, diğer bir ifadeyle içsel doğumuna gayret geliştirmesidir. Fromm insanın varoluş şartlarından kaynaklanan bazı ihtiyaçların var olduğunu ileri sürer. Bunların belli başlıları olarak da; ilişki ihtiyacı, aşkınlık ihtiyacı, kimlik ihtiyacı, köklülük ihtiyacı ve bir yönelim nesnesine duyulan ihtiyacı sayar.