GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
EVRİM MEKANİZMALARI (1): EVRİM NASIL GERÇEKLEŞİR?
*** GİRİŞ: Evrim Kuramı dahilinde, günümüze kadar tanımlanmış pek çok Evrim Mekanizması mevcuttur. Bunların sayısı kimi kaynaklarda 15'e kadar çıkabilmektedir. Ancak biz burada, sadece birkaçını göreceğiz. Çünkü; *İlk olarak bu mekanizmalardan bazılarının anlatılabilmesi için en azından ‘Genel Biyoloji’ eğitimi alınmış olması gerekir.(unutmayın, Evrim bir "kahve tartışması konusu" değil, bir bilimdir) *İkinci olarak, biz bazı mekanizmaları, bazı diğer mekanizmalarla birleştirerek veya onların birer alt başlığı olarak anlatarak elimizden geldiğince çok mekanizmayı sizlere sunmaya çalışacağız. Evrim Mekanizmaları Ne Demektir? Evrim Mekanizmaları temel olarak, 'Evrim'in gerçekleşmesini tetikleyen ve/veya sağlayan bazı doğal fenomenler olarak tanımlanabilir.' Bu fenomenler, genel olarak, canlılar üzerinde sürekli veya aralıklarla etkiyen doğa yasalarıdır. Bu fenomenlerin etkisi altında, biyolojik türleşme meydana gelir ve Evrim gerçekleşir. (Bknz..türleşme) Bu noktada yeri gelmişken, yazıya devam etmeden, mekanizmaların temel olarak iki açıdan incelenebileceğini söylemekte fayda vardır: Seçici/Eleyici Mekanizmalar ile Çeşitlilik Mekanizmaları. Yani anlatacağımız mekanizmalardan bir kısmı canlıları "seçer" (Richard Dawkins'in deyimiyle "kayırır") ya da "eler"ken, bir takım mekanizmanın etkisi altında seçilim gerçekleşmez ancak popülasyon içerisindeki çeşitlilik miktarında değişim (artış veya azalış) olur. Bizim bu yazı dizisinde işleyeceğimiz Evrim Mekanizmaları arasında şunları sayabiliriz: Doğal Seçilim, Yapay Seçilim, Cinsel Seçilim, Akraba Seçilimi, Gen Akışı (Göç), Genetik Sürüklenme, Mutasyonlar, Crossing-Over (Gen Değişimi), Transpozonlar, Plazmidler, Yatay Gen Transferi ve Virüsler. Bunların haricinde ikincil (minör) mekanizmalardan da bahsedilebilir: (yukarıda değindiğimiz ve bazı kaynaklarca Evrim Mekanizmaları içerisinde sayılan olgular); Gen Düzenlemeleri, Alternatif Birleşme (Alternative Splicing), Epigenetik, Crossing-Over (veya genel olarak Eşeyli Üreme), Yatay Gen Transferi, Endosimbiyotik Gen Transferi, Rekombinasyon, vb. Biz bu yazı dizimizde, ağırlıklı olarak temel mekanizmalar olmak üzere, bunların hemen hepsinden bahsedeceğiz. Doğal Seçilim, Yapay Seçilim, Cinsel Seçilim ve Akraba Seçilimi, Evrim'in Seçici/Eleyici Mekanizmaları arasında yer almaktadır. Gen Akışı ve Mutasyonlar, bizim "Çeşitlilik Mekanizmaları" olarak tanımlayacağımız grupta yer alır. Genetik Sürüklenme ise, duruma göre ikisine de dahil edilmekle birlikte, bir nevi Çeşitlilik Mekanizması sayılabilir. Bu kavramlara çok takılmaya gerek yok, önemli olan ne olduklarını özümseyebilmektir. Şimdi, bu temel mekanizmalara genel bir bakış atmakta ve en azından genel hatlarıyla ne olduklarını anlamakta fayda var: ***
-
EVRİM MEKANİZMALARI (1): EVRİM NASIL GERÇEKLEŞİR?
*** Başlarken; Evrim Mekanizmaları Yazı dizisin de, Evrim Kuramı'nı anlamak isteyen ve Evrimsel Biyoloji hakkında yorum yapabilmek isteyen herkesin son derece iyi; hatta kendi adından daha iyi bilmesi gereken kavramlar serisidir. Evrim üzerine etkiyen tüm mekanizmaları ayrıntılı bir şekilde, bir yazı dizisi halinde, her yazıda bir mekanizmayı açıklayacak şekilde ve en anlaşılır dille anlatmaya çalışacağız. Bu yazımızda genel tanıtımları yapacağız, sonra sırasıyla mekanizmaları inceleyeceğiz. Eğer ki günlük yaşantınızda Evrim Kuramı, Evrimsel Biyoloji veya bunların diğer bilimler üzerindeki uygulamaları hakkında yorum yapıyorsanız veya daha sağlam temellere dayanarak yorum yapmak istiyorsanız, bu yazı dizimizi tüm ayrıntısıyla okumanızı ve özümsemenizi önemle tavsiye ediyoruz. Ne yazık ki günümüzde bilimsel görüntü altındaki bazı kaynakların bilimsel kavramları bilinçli olarak çarpıtarak bir kavram kargaşası yaratmaya çabalayarak, Evrim'in tek mekanizmasının mutasyonlar olduğu gibi bir yanılgıyı zihinlere yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Bunun sebebi çok açıktır: Mutasyonlar, az sonra ve gelecek yazılarımızda değineceğimiz gibi rastlantısallık faktörü en yüksek olan mekanizmadır. Bu sebeple de, insanların akıllarında "Evrim mutasyon demektir." gibi bir imaj oluşursa, "Bakın, 'Evrimciler' her şeyi tesadüf olarak görüyor!" şeklinde duygu sömürüsü ve hileli yönlendirme yapabilmek kolaylaşacaktır. Bu yazı dizisinin bir amacı da, bu yanlışlığa dur demek ve insanların akıllarındaki yanlış anlamaları, bilimsel kavramlar ve gerçeklerle düzeltmektir. Bu bağlamda bilmeniz gereken ilk nokta şudur: Evrim, sadece mutasyonlara bağlı değildir ve hatta mutasyonlar, Evrim üzerinde göreceli olarak küçük bir yüzdeyle etki ederler; mutasyonlardan çok daha önemli, daha doğru tabiriyle çok daha "işlevsel" Evrim Mekanizmaları bulunur. ***
-
"YETMEZ ama EVET" ÇİLERİN RUHSAL HALLERİ...
Önce, bu ülkede “aydına” atfedilen, çoğu güzelleme mahiyetindeki kimi özelliklere ihtiyatla yaklaşmayı bilmek gerekiyor. Neymiş; aydın her durumda eleştirel ve muhalif olurmuş… Neymiş; aydın kendi değerlerini sımsıkı sahiplenir, popülizme pirim vermez, eyyamcılık yapmazmış… Neymiş; aydının iç dünyasındaki fırtınalar onu “istikrar” ve “düzen” düşkünü yığından ayırır, her daim arayışçı, yenilikçi ve dinamik kılarmış… *** Türkiye’de aydının bu özellikleri hangi dönemi alırsanız alın hiç mi hiç sergilemediği elbette söylenemez. Ancak bunlar, aydın doğasının içsel ve değişmez özellikleri değil, döneme ve koşullara bağlı dışavurumlardır. Bu durumda, Marx’ın Feuerbach üzerine tezlerinden 6’ıncısını şöyle uyarlamakta bir sakınca yoktur: “…aydının özü, tek tek her aydına içsel bir soyutlama değildir. Kendi gerçekliğinde aydının özü, toplumsal ilişkilerin bütünüdür.” Böyleyse, aydının konformist, eyyamcı, düzen ve istikrar yanlısı “hallerinin” de olabileceğini daha en başta kabullenmek zorundayız. Tarihsel boyutta bakıldığında, dönemlere göre Türkiye aydınının hangi “hallerinin” daha baskın sayılabileceği ayrı bir tartışma konusudur. Ancak bugün için konuşup bir avuç aydını bir yana bırakırsak, Türkiye aydınının “konformist, eyyamcı, düzen ve istikrar yanlısı” halinin daha ağır bastığını söylemek gerekiyor. Neden? *** Sorunun yanıtı için iki güncel kaynağa başvuralım. Bunlardan birincisi, Asaf Güven Aksel’in dün (26 Nisan 2012) soL portalde yayınlanan “Günümüz Heidegger’lerine Anımsatmalar” başlıklı yazısıdır. Aksel yazısında, gerçekten “çaplı” bir düşünür sayılması gereken Heidegger’in 1930’lardaki Nazi işbirlikçiliğini değerlendirmektedir. Aydının yukarıda örneklenen “hallerinden” birini veya birkaçını, Heidegger bağlamında bu yazıda bulmak mümkündür. Peki, Heidegger bu haltı neden yemiştir? İkinci kaynak, halen Silivri tutulmakta olan Soner Yalçın. Yalçın’ın aktardığına göre Heidegger dâhil bir dönemin (Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı sonrası dönem) “entelektüel seçkinlerini” değerlendiren Hannah Arendt, Nazi işbirlikçiliğini “seçkinlerin kitle içine gömülmeyi arzulamış olmalarıyla” açıklıyor (bkz. Samizdat, Kırmızı Kedi Yayınları 2012, s. 405). “Kitle içine gömülme arzusu…” Ha, demek olabiliyor… Olabiliyor ki, bu ülkede Cumhuriyet döneminin ilk bestecilerine “Türk leşleri” denebiliyor; “Aziz Nesin de insanları tahrik etmeseydi…” türü laflar giderek yaygınlaşabiliyor; Nihat Doğan, Fazıl Say’a göre “bu toprakların insanı” sayılabiliyor. Demek olabiliyor… *** Daha fazlası da olabiliyor. Daha, belki de en fazlası, Türkiye’de “entelektüel” denebilecek önemli bir kesimin Türkiye’yi yükselen, önü açık, kimi dış engellerle de hesaplaştıktan sonra bölge bir yana dünyanın en önemli güçlerinden biri haline gelme yolunda bir ülke olarak görmesidir. Ettikleri laflara bakmayın, bugün Türkiye’nin en “milliyetçi” çevrelerinden birini bunlar oluşturmaktadır. “Kürt sorunu çözülsün” demeleri, demokratlıklarından çok bundandır. Suriye’ye savaş çığırtkanlığı yapmaları, oradaki rejimi “Baasçı” bulmalarından çok buradan kaynaklanmaktadır. Ordu ile ilgili konumları “sivilliklerinden” değil, “yükselen güç” Türkiye’nin gerekli gördüğü operasyonlarda herhangi bir ayak bağı veya çatlak ses istememelerindendir. Dinci kesimle, tarikat ve cemaatlerle en azından hoş geçinme çabaları, “çoğulculuğa” iman etmelerinden değil, bunları “dışarıya nüfuz” aracı olarak görmelerindendir. *** Aydının “hallerinden” biridir: Marazi yönler de taşıyabilen romantik-idealist iç dünyaların bu hayattaki karşılığını, her şeye kadir mutlak bir güçte aramak, bulduğunu sandığında ise bu güce biat etmek… “Aydın halleri” denildi; bir öncelik, neden-sonuç sıralaması yaparsak, vurgulanması gereken önemli bir husus vardır. Konformizm, eyyamcılık, düzen ve istikrar düşkünlüğü, vb. Hepsi vardır, hepsi görülmektedir; ancak, son 20 yıldır içinde bulunduğumuz dönemde bunların hepsini besleyen, tetikleyen ve sivrilten temel angajman noktası, Türkiye’nin önü açık, yükselen, başka ülkelerin omuzlarına basarak yukarılara tırmanan ve “dünya lideri” konumuna gelmesine az kalan bir ülke olarak görülmesidir. Buna sahiden inanmaktadırlar. İnandıklarının kofluğu ortaya çıkınca ne olacak? Bunu da kendileri düşünsünler. ***
-
İleri Demokrasi dediğin Böyle Olur...
“Borçlanıyoruz, borç batağındayız” denildiği zaman, bir zamanlar S.Demirel Başbakan “Borç yiğidin kamçısıdır!” derdi hep... Artık Erdoğan da aynı sözü tekrarlar oldu... Gelin şimdi şu başbakanların “kamçılanan yiğit” denen insanların başına neler geliyor bir göz atalım... 13 Nisan itibariyle bireysel kredi kartı harcamaları bir haftada yüzde 1.1 oranında artarak 58 milyar 391 milyon TL oldu. Artış, geçen yılın aynı döneminde göre yüzde 29.7 oranında. Kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin yıllara göre artışı ise trajik: 2006’da 12.624 kişi… 2007’de 140.213. 2008’de 375.653. 2009’da 597.848. 2010’da 487.822. 2011’de ise 570.428 kişi kredi kartı borçlarını ödeyemiyor. Rakamlar Merkez Bankası ve Kalkınma Bakanlığından.... Bu rakamlar , “kamçılanan yiğitlerin” hikayesinin özet hikayesidir... O zaman can alıcı soru şudur: "Bu yiğitlere ne olacak?" Yanıt açık ve net... "Eğer böyle giderse kamçılanarak ölecek!" Yiğit kamçı arsızı oldu, kamçı bağımlısı oldu. Yiğit mazoşist oldu. Yiğit yiğitliğini unuttu. Anlatıyor Başbakan, “Borç yiğidin kamçısıdır.” İyi de bu kamçı kimin elinde?..
-
Devrimci İslamcılar 1 Mayıs'ta Taksim'de...
Saadet Partisi ve Milli Görüş çizgisinin yayın organı Milli Gazete tarihinde bir ilke imza atmış... Necmettin Erbakan'ın temellerini attığı Milli Görüş'ün yayın organı olan Milli Gazete, kurulduğu günden bu yana ilk defa 1 Mayıs için özel ek çıkartma kararı alarak, bugüne kadar sol - sosyal demokrat siyasi çizginin önem verdiği 1 Mayıs için Milli Görüş camiası ilk defa özel ek çıkarmış. "Emek Kutsaldır" sloganı ile çıkan ekte, "İşçiye ücretini alın teri kurumadan veriniz" hadis-i şerifine yer verilmesi dikkat çekiyor...
-
TAYYİP ERDOĞAN'A KİMLER "T-AYIP" DİYOR
Dün Kıbrıs'ta soydaşlarımızı kurtarmak için yaptığımız barış hârekatına kızan ABD, Türkiye'ye ambargo ablukası ile diz çöktürmek istedi. O dar zamanda yardımımıza sadece Kaddafi, Libya yetişti!.. Aynı emperyalist bugün İran'a müdahaleye yanaşmıyoruz diye bizi kara listelere almakla tehdit ediyor ve tehdidi görüp İran'la alışverişimizi kısıyoruz. Telafisini de Libya'dan yaptırıyorlar. Şimdi anladık mı Kaddafi'yi niye vahşice öldürttüklerini? Bugünlere, İran'a müdahaleye yığınak yaptıklarıını? Kaddafi yaşasa, Libya'ya el koymasalar telafiyi Libya'dan yapabilir, yaptırabilirler miydi? Şimdi Libya'da yüzlerce Kaddafi çıkmış, kimin umurunda? Ve Türkiye'yi kim(ler) yönetiyor? Başbakan Erdoğan, Tahran'da nükleer çalışmaları görüştü. Dini Lider Hamaney ile zımni mutabakat sağladı. İran'ın silah üretmediğine inandığını açıkladı. 24 saat geçmeden Enearji Bakanı Taner Yıldız, İran'dan petrol alımını azalttıklarını açıkladı. İnandıysanız bu karar neyin nesiydi? Çünkü ABD öyle istemişti. Enerji Bakanı Yıldız, Erdoğan'dan çok Cumhurbaşkanı Gül'e yakın. Gül de İran'ın "Şii yayılmacılığından" korkuyor, nükleer silah çalışmaları yaptığına da inanıyor!.. Erdoğan sadece bunda boşa düşmedi ki!.. Seul'de Obama'nın Ruhban Okulu emrivakisi yapması. Orada da Gül'e yakın bir diğer isim Dışişleri Bakanı Davutoğlu faktörü var!.. Ya Seul öncesi, Gül'e yakın Kamu Güvenliği Müsteşarlığı eliyle kamuoyuna sızdırılan yeni "Kürt açılım" paketi? Barzanilere Erdoğan'dan çok Gül'ün sempatisi olduğu malum. Suriye?.. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, "tampon bölge dahil" her çözüme açıkken Erdoğan'ın partideki 1 numaralı yardımcısı Hüseyin Çelik: "Tampon bölge yok." diyor. İyi polis-kötü polis mi oynuyorlar, iç savaş mı; artık derdim değil. Şunu biliyor, şunu söylüyorum: k imsenin koltuğu Türkiye'den değerli ve önemli değildir. Kimin ne hesabı ne kitabı varsa başka işlerde bilek güreştirsinler!.. Sebep her ne ise ne; ama şu açık: Erdoğan'ın etrafındaki mengene sıkıştırıldıkça sıkıştırılıyor. İngiliz medyasının sık sık Erdoğan karşıtı yayın yapması, "diktatörlük" imalarında bulunması... Ya hükümetin gizli ortağı cemaatin artık "aleni ortaklık ilanı"?.. Erdoğan tam da 3x4 zaferinin tadını çıkarırken, cemaatin "sözcü" olmayan "sözcüsü" Hüseyin Gülerce'nin 30 Mart tarihli şu satırları başka nasıl yorumlanır ki? "Mevcut Ak Parti iktidarı makul çoğunluğun arzu ettiği siyasi iradeyi sergilemek açısından KADERDENK noktasındaki önemli aktörlerden biridir. Zaman'ın içinde bulunduğu alternatif medya, diğer önemli aktördür..." Evet, Erdoğan "Kaderdenk" noktasına hızla yaklaşıyor!.. Demokrasimiz, hukukumuz...Her ne varsa "makyaj-imaj-kozmetik" ya, dış politikamız da o... 40 yıllık Esad'ın "Esed" yapılması mesela. Zaman başta olmak üzere alternatif medyanın icadı. Erdoğan zorlanıyor "Esed" demekte; dikkat ettiniz mi? Dili dönmeyince "Ey Beşar!" hitabıyla toparlamaya çalışıyor!.. Şuna geleceğim: bir müslümanın Esad'a: "Sonun Kaddafi gibi olur ha!.." diyebilmesini aklım, vicdanım almıyor. Çünkü emperyalizm sınır tanımıyor!.. Düne kadar el-eteğini öptükleri Kaddafi'nin, "dostlarım" olarak adlandırdığı Başbakan Erdoğan, İtalya Başbakanı Berlusconi ve İngiltere'nin eski Başbakanı Tony Blair'den son ana kadar kendisi için bir şey yapmalarını beklediğini açıklamıştı koruması Mansur Idhow... İçim acıdı!.. Yolsuzluktan, ahlaksızlıktan değil; sadece ve sadece Almanya Başbakanı Merkel'i kızdırdığı için alaşağı edilen Berlusconi'nin şu akıbetini bizzat Erdoğan'ın ağzından duymadık mı? "Berlusconi aradı bugün (14 Kasım 2011). Haline üzüldüm. Yarım saat kadar konuştuk. Daha doğrusu çoğunlukla o konuştu, ben dinledim. Avrupalı liderlerin kendisine bir anda sırt çevirdiklerinden dert yandı: 'Telefonuma bile çıkmıyorlar. Çıkmazlar da bundan sonra.' dedi. Çok dertliydi: 'Tek dostum sensin. Senden başka dertleşebileceğim kimse yok.' dedi. Teselli etmeye çalıştım; ama gerçekten üzücü bir durumda." (Murat Çelik - Vatan Gazetesi, 22 Kasım 2011) Obama dâhil herkes Erdoğan'a "Tayyip" diye hitap ediyor. Ya bir gün birileri Esad'ı "Esed" yaptıkları gibi "Tayyip"i de "T-ayıp" yaparsa diye endişeleniyorum işte!... Silivri'den kucak dolusu sevgiler... Müyesser Yıldız
-
VE FETHULLAH GÜLEN SAHNEYE İNDİ
“Muhafazakar sanat” tartışması yapıla dursun, İstanbul Şehir Tiyatroları belediye bürokratlarına teslim ediledursun, Fethullah Gülen izlenecek yolu açıkladı. Nasıl mı? Takip edenler bilir; cemaatin Zaman gazetesinde her cuman Fethullah Gülen’in sohbetlerinden ve vaazlarından bölümler yayınlanır. Zaman’da bu hafta yayınlanan Gülen sohbetlerinden birinin başlığı şöyleydi: “Parodi, komedi ve meddahlık” Fethullah Gülen, raslantıya bakın ki özetle şunu diyor: “Tiyatronun imkanlarıyla dini değerleri aşılayabilir miyiz?” İşte Fethullah Gülen’in o açıklamaları:
-
Kamu esenliği için ‘içki yasağı’
- Kamu esenliği için ‘içki yasağı’
Sen önce çaktırmadan yasak koy, sonra sıkışınca geri adım at!. Yalandan kim ölmüş!... Vali olmuş ama...? Bu haber ne demek oluyor o zaman.?- KURAN ÖĞRENİLİR Mİ.?
*** Bu kez CHP patentli Kuran kursu tartışmaları bu konu üzerinde siyaset ortamı dışına da çıkarak düşünmek gereğini getiriyor. Kuran öğrenilir mi? Kuran kursu ne demek? Din bir bilgi edinme konusu mudur? Değilse nedir? Kuran kurslarında ne yapılıyor, ne yapılmalı, ne yapılabilir vb... *** Öncelikle, konu ne olursa olsun serinkanlılıkla tartışmak, samimi ve gerektiğinde de gözü pek olmak gerekiyor. Fakat yaşadığımız ortamda, Kuran, İslam dini, din konularında bunlar ne ölçüde olabilecek şeylerdir? Türkiye İran değil, Suudi Arabistan değil... Öyle mi? Bundan artık emin değilim. Hiç değilse, bazı konularda... Ve bu konuların başında da İslam dini ve kutsal kitabı geliyor. Bunların özgürce, korkusuzca tartışılamadığı bir ülkenin, başka bazı bakımlardan farklar ne olursa olsun, esas olarak bugünkü İran ya da Suudi Arabistan’dan farkı yoktur. *** Böyle olmakla birlikte, yine de, ilk paragraftaki sorulara gelelim... Kuran öğrenilir mi? Evet... Ama bu bir çoluk çocuk işi değildir. Ezber işi hiç değildir... Öncelikle, ya Arapça bilmek, söz konusu kutsal kitabın doğru bir çevirisine sahip olmak gerekir. Biz daha burada, ilk adımda tökezliyoruz. Çocuklara bu iş için Arapça mı öğreteceğiz? Bu mümkün mü, gerekli mi, anlamlı mı? Çevirilerden yola çıkacaksak, sayısız yorum ayrıntısından hangisini kabul edeceğiz? Taze beyinleri “ulema”nın bile içinden çıkamadığı ayrıntıların, farklı yorumların labirentinde dolaştırmanın bu çocuklara ve ülkeye ne gibi bir yararı olacak? Amaç eğer öğrenmekse, dinler tarihinin doğru bilgisine sahip olunmadan İslamın kutsal kitabının bu tarih içindeki yeri nasıl anlaşılacak? Ortadoğu tarihi, Arap tarihi, insanlık tarihi öğrenilmeksizin, Kuran öğrenilebilir mi? Kuran öğrenilir ve çocuklara öğretilebilir diyenlerin bu gibi sorulara yanıtları var mı? *** Denilecektir ki siz meseleyi büyütüp yokuşa sürüyorsunuz. Amaç, çocuklara az çok bir din bilgisi vermek, birkaç dua ezberletmek. Peki, bunun için “kurs”a ne gerek var? İsteyen aileler bunu çocuklarına zaten öğretir, öğretiyor. Daha fazlasını isteyenler de bu çocukları din bilgisi ağırlıklı eğitim veren okullara gönderir ve zaten yapılmakta olan da budur. Öyleyse Kuran kurslarının anlamı ne? *** Kuran kurslarının anlamı, çok açık olarak, Kuran’ı öğretmek değil (bunun çocuklar bakımından mümkün olamayacağını yukarıda anlatmaya çalıştım) bir inanışı(ezberleterek) çocukların beynine ve ruhuna işlemektir. Bu, bir bilgi kazandırma konusu değil, bir inancın dayatılmasıdır. Bu bakımdan, bence, hangi din konusunda olursa olsun, çocuklara yönelik, akıl dışı (akıl ötesi), inanç kaynaklı dayatmalar insan haklarına da aykırıdır. İnsanlar inançlarını ergen olduktan sonra kendileri seçmelidir. Çocuğa kazandırılması gereken ise, sorgulayıcı akıldır, irdeleme yetisidir, düşünme ve eleştirebilme yeteneğidir. Kuran kursunun iyisi, kötüsü, doğrusu, yanlışı olmaz. Çünkü hepsi için geçerli olacak ortak yöntem, ister istemez, eleştirel aklın değil ezberci inancın temele alınmasıdır. Bunun başka bir yöntemi de yoktur. *** Ataol Behramoğlu- İNANÇ ÖĞRENİLİR Mİ YOKSA HAYATIN İÇİNDE ÖZGÜRCE Mİ KAZANILIR.?
*** Antalya Muratpaşa-Fener Mahallesinde bir anaokulunun yıllık ders programını yayımlanmış. Kasım ayının dört haftasının eğitim programını buraya aktarmak istiyorum. 1. Hafta, öğreneceği KK (yani Kuranıkerim) harfleri: Elif-Be-Te-Se; Öğreneceği Sure: 1. Sübhaneke. 2. Hafta. Cim-Ha-Hı; 1. Sübhaneke. 3. Hafta, Dal-Zel-Rı-Ze, 2. İhlas. 4. Hafta Sin-Şın-Sad-Dat, 2. İhlas Bu böylece bütün bir yılın 12 ayının haftalarını kapsayarak sürüp gidiyor… ... Bu yapılan, böyle bir program, çocuklarımıza karşı işlenmekte olan bir suçtur. Daha Türkçede kullanılan alfabeyi öğrenme çağında, bebek çağındaki çocukların beynine Kuranı Kerim harfleridir diyerek Arap alfabesinin harflerini işlemek, onların ilerideki yaşamda (eğer din alanında uzman olmayacaklarsa) hiçbir işe yaramayacak bir alfabenin harfleriyle doldurmak, günahtır, ayıptır. Onlara kuşların, bitkilerin adlarını öğretmeden, onlara yaşama sevinci aşılamadan, onları dünyayı keşfetme duygusuyla donatmadan, onlara Türkçenin en güzel şairlerinden dizeler ezberletmeden; onlara bir enstrüman çalmayı, dans etmeyi, türkü söylemeyi öğretmeden, onlara güzelim halk masallarımızın dil ve içerik tartlarını duyumsatmadan, öncelikle ve esas olarak bunları yapmadan tazecik beyinlerini hiçbir şey anlayamayacakları Arapça dualarla, (söz konusu programın daha sonraki ay ve haftalarında öngörülen Kureyş, Felak, Nas, Maun, Allahümme Salli, Allahümme Barik, Ettahiyyetü, Ayet’el Kürsi’lerle) doldurmak, dine hizmet filan değil, bu ülkenin çocuklarının kişiliklerine, geleceklerine, bu ülkenin geleceğine kastetmektir. Herhangi bir uygarlaşmış ülkenin eğitim programına bir göz atın bakalım, böyle bir şey görebilir misiniz? *** Bunları yazarken başıma ne dertler açmış olabileceğimi, twiter’lardan facebook’lardan, ne hakaretler, küfürler, canıma kasteden sözler yükseleceğini bilmiyor değilim. Bu gibi kimselere din bilgisinin, hele bu yaşlarda, bir eğitim programı olamayacağını nasıl anlatmalı? Çocuk kendisi için gerekli olabilecek din bilgisini, ait olduğu bir kültür ve töre bilgisi olarak, yaşamın içinde zaten edinecektir. Devlet, hangisi olursa olsun bir inancı, çocuğa, (ana okullarına kadar inerek) dayatamaz. İnanç öğrenilmez, yaşamın içinde özgürce kazanılır. Bu yapılan, bütün okulları, ana okullarından başlayarak, din okullarına dönüştürmek; sonuçta da özgür, araştırıcı, irdeleyici, soru soran bireyler değil; her şeyin zaten bilindiğini, asıl yaşamın bu dünyada değil bir başka dünyada olduğunu düşünmeye başlayacak kullar, boyun eğmiş kişilikler oluşturmaktır.. Böyle bir çocukluk ve gençliğin Türkiye’si, herhalde daha aydınlık, daha mutlu, daha yaratıcı, daha özgür bir Türkiye olamayacaktır. *** ******** Ataol Behramoğlu- Başbakanın, "AHIR YAPILDI" Dediği CAMİİ'nin GERÇEK HİKAYESİ...
- Evrimcilerden Masallar-
*** Bilim; Evrenin veya yaşanan olayların, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan, gerçeğin bilgisine Olguya ilişkin değerlendirmeleri temel alarak ulaşılan düzenli bilginin adıdır. Deneysel değerlendirmeler sonucu ortaya çıkan kanıtlar bilimsel gerçeği verir. Bilimde gerçeğin bu bilgisine rağmen bir inanç söz konusu değildir. Bilimsel yaklaşım, karşımıza çıkan herhangi bir probleme “Ne, nedir, neden, niçin, nasıl?” sorularını sorarak yapılan araştırma ve deneylerin sonuçlarını kanıtlarla desteklemek zorundadır. Oysa din ya da dinsel inanç, olguya, bilgiye ve kanıta rağmen inanmayı sürdürmektir. Çünkü din sizden yeni bir bilgi, kanıt ve yorum istemez. Sizden istediği verdiği bilgiye inanmanız ve gerçeğin bilgisine rağmen iman etmenizdir. Nuh tufanını hepimiz duymuşuzdur. Eski toplumların efsanelerinde yer alan bu bilgi daha sonra ortaya çıkış sırasıyla tüm semavi dinlerin kitaplarında da yer almıştır. Örneğin; eski Ahit’in girişinde, Nuh peygamberin tufan sırasında yeryüzündeki her canlıdan bir çifti içine aldığı geminin boyutundan söz edilir. Her ortalama zekâlı bir insan, o boyuttaki bir gemiye bütün türlerden bir çifti sığdırmanın olanaksız olduğunu bilir. Ama semai dinlerden birinin mensubu iseniz, bu bilginin sizin için bir önemi yoktur. Çünkü inancınız size, gerçek bilgiye ve olguya rağmen kutsal kitaplarda yazılanlara inanmayı emreder. Eğer kuşkuya bile düşseniz iman ve itikatınızı yitirirsiniz. “İslam da tıpkı Evrim gibi bir anlama kavramına değinir..” diye düşünüyor olabilirsin ama gerçekte istenen kitapta yazılanları anlamanız ve kavramanızdır. Kitapta yazılan Allah’ın kelamı olan temel kavramları sarsacak bir anlama, kavrama ve yorum getirirseniz yaptırımları büyüktür, bu dünyada karşılığını bulmasanız da, ahirette cehennemlik olursunuz.. *** Konumuzda ele aldığımız bilimsel yaklaşımları ilke edinerek, geçerli olan bilimsel gereceklere inanmakla, daha doğru bir ifadeyle yaşamı bilimsel gerçeklerin ışığında anlamak, yorumlamakla, inançlar arasındaki kesin ayrımı göstermesi açısından aşağıdaki anlatımlar aydınlatıcı olacaktır. ‘Evrim Kuramı’nın canlılığın nasıl oluştuğunu öne sürdüğü bilimsel gerçek ve yorumlamanın neden bir inanç olmadığını, Canlılığın bir yaratıcı tarafından yaratıldığını öne süren ve buna inanmamızı ve iman etmemizi isteyen dinsel inançlardan farklı olduğunu anlamaya çalışalım… ‘ İnsani varlıkların’ nasıl ortaya çıktıklarına ilişkin kutsal kitaplarda yazan ‘yaradılış inancı’ ile dünya üzerindeki canlılığın nasıl oluştuğunu bilimsel metotlarla açıklayan Darvinci Evrim Kuramını karşılaştıralım. Yaradılışçılar, kutsal kitaplarda anlatılan hikâyenin harfi harfine doğru olduğunu söylemektedirler. Onlar dışarı doğaya çıkıp bu kuramları için delil toplamamaktadırlar. Sadece kutsal kitaplarda yazılmış olanı kabul etmektedirler. Kitab-ı mukaddes’i kabulleri ise peygamberlerin öne sürdüğü “Tanrı sözü” olduğundan başka bir delile veya nedene dayanmamaktadır. Buna karşılık Evrim Kuramı, Darvin ve diğer binlerce bilim adamı tarafından yapılmış sayısız fosil gözlemlerine, türler arasındaki benzerliklere ve farklılıklara, türlerin ortadan kalkmasına v.b. dayanmaktadır. Evrim Kuramı bugünkü koşul ve şartlarda, bu olaylarla ilgili olarak öne sürülen herhangi bir rakip açıklamadan çok daha iyi açıklamasına rağmen, gelecek yıllar içinde farklı bir açıklamayı işaret eden yeni bir kanıt ortaya çıkarsa, bilim insanları eski kuramı yenisiyle değiştirmeye hazırdırlar. Herhangi bir din de yada dini bir inançta bu mümkün müdür? Örneğin değişmezliğiyle övünen Kuran'ın ortaya çıkabilecek yeni bilgiler ışığında ve bilimsel gerçekler göz önüne alınarak içeriğinin değişmesi ve ona inananların artık farklı inanç ve anlamayla düşünebilmeleri söz konusu olabilir mi? Sevgili omar; senin inanç kavramın dinlerin emrettiği inanç kavramlarından farklı. Örneğin İslamiyet ile bahailik arasında bazı farklılıklar olduğu gibi... O nedenle sende aynı inanca sahip olsanız da bu konuda başkalarından farklı düşünüyorsun. Eğer sen örneğin Arabistan’da olsaydın zaten bu algılamaya ulaşamayacağın gibi, bu görüşlerini asla dile getiremezdin. Ya da Adnan Oktarın yakınında biri olsaydın?.. Dediğin gibi bu insanların bu hale getirdiği bir olay ama tam tersi geçerli. Bizim gibi kısmi inanç özgürlüğü olan ülkelerde geçerli olan fark bu. Senin ifade ettiğin gibi hem Evrim Kuramı’nın öne sürdüklerini kabul edip hem de inancını sürdürmenin bir sakıncasının olmadığını öne süren bir fark. Eğer bu koşullarda değil de dini inançların katı kurallarının geçerli olduğu koşullarda yaşıyor olsaydın “Temel olarak zorlama yoktur” un söyleminin pratikte geçersiz olduğunu ifade edebilirdin… *** Saygı ve sevgilerimle- Ruh Çağırma
Beğendim @omar123 kanıtı iletinin sağ altında...- Evrimcilerden Masallar-
Sevgili "Omar"; aklınıza takılanları elimden geldiğince yanıtlamaya çalışacağım... Detaylara girmeden önce sanırım şunu vurgulamak yararlı olacaktır. Arkadaşımızın "Evrim bir dindir." saptaması üzerine dikkat edilirse "Evrim bir dinse ritüelleri nedir? ve "Evrim bir dinse tanrısı nerede?" diye 2 soru sordum. Çünkü bir olgunun din olarak nitelenebilmesi için bu iki sorunun öncelikli olarak yanıtlanması gerekir. Ve her ikisi de birbiri ile bağlantılıdır. Biri olmadan diğeri olmaz tanrısı ve ritüellerinin olmadığı herhangi bir olguyu din olarak tanımlayamayız... *** "Neden tanrısı olmayan dinlerde var, Gerekmez ise panteizm neden bir din değil?" sorusuna sondan başlayarak yanıt arayalım. Panteizm, Evrenin bütününü Tanrı olarak kabul eden felsefi görüştür. Tanrı her şeydir ve her şey tanrıdır. Tanrı-evren-insan ayırımı yoktur. Tanrı doğada, nesnelerde, insan dünyasında vardır. Panteizmde, her şey Tanrı'nın bir parçası olarak kabul edilir, Panteizm, dini inançların içine doğan,felsefi yorumdur. Kökü islamiyete kadar dayanır, Ünlü mutasavvıf Muhyiddin İbn Arabi'nin "Vahdet-i Vücud" görüşünden etkilenerek ortaya çıkmıştır. Ancak ikisi arasındaki en önemli fark panteizmde "Tanrı evrendedir ve evren kadardır." Arabî'de ise Evren, Tanrı'dadır ve bu durum Tanrı 'yı sınırlamamaktadır. Ruhun tek amacı, oluştuğu Tanrı'ya dönmektir. Bunun da yolu tekamül'den geçmektir. Buradan anlaşılacağı üzere gerek "panteizmin", gerekse "Vahdet-i Vücud" ve "Pan-enteizm" tanrı algılamasının, biraz daha öteye gidersek bir din anlayışının felsefi yorumlarıdır... "Neden tanrısı olmayan dinlerde var?" sorusuna yanıt ararken, hangi dinlerin tanrısı yoktur sorusuna yanıt bulmamız gerekir. Örneğin Budizm için yaygın olarak "Doğunun tanrısız dini" olduğu düşünülür. Oysa sanılanın aksine Budizmde evrensel bir tanrı inancının olmamasına karşın, çok tanrılı Hindu inancından dolayı Budistler Budha’nın kendisini bir nevi tanrı yerine koymaktadırlar. Başlangıçta Budha kendisinin sadece bir insan olduğunu söylemiş ve hiçbir zaman ilahlık iddiasında bulunmamıştır. Fakat öldükten sonra talebeleri onu tanrılaştırarak onun adına tapınaklar kurmuşlar; heykellerini yaparak tapmaya başlamışlardır. Böylece, Budizmin Budha sonrasında 'tanrısı Budha' olan putperest bir din olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Ama bu olgunun bir din olarak nitelenebilmesi için ayrıca ritüellerinin de olması gerekir. Onlarda, ayinler, ibadetler, Budist rahiplerin saçlarını tıraş etme zorunluluğu, rahiplerin bir kadınla cinsel ilişkiye girmelerinin, eğelence amaçlı gösterilerde bulunmalarının kesinlikle yasak olması, rahiplerin ayrıca vejetaryen olmaları şartlarını örnek olarak verebiliriz... Budizm örneğini, "Tek tanrı inancını yaymak üzere doğuya giden misyonerlerin yerel dinleri de inceleyip öğrendikten sonra bu inanç sistemlerini batı’ya tanıtırken kendi dinlerine ve mantık anlayışlarına göre yorumlamaya kalktıkları için bir takım ön yargı ve Budizmin tanrısız bir din olarak algılanmasına, olgu ve din kavramını yorumlarken yapılan hataların hangi yanlışlıkların ortaya çıkardığını göstermesi açısından" tipik bir örnek olduğu için ele almak ihtiyacını hissettim... Buradan daha fazla detaya girmeden şunu ifade etmek gerekirse; Herhangi bir olgunun din kavramıyla birlikte tanımlana bilmesi için öncelikle bir kutsalı, tanrısı ve o inancın ritüellerinin olması gerekir. Pagan, çok tanrılı yada tek tanrılı hangi inanç sistemini ele alırsak alalım, bir kutsalı, bir totemi, bir putu, bir tanrısı ve ona uygun ritüelleri muhakkak vardır. Buradan devamla, "2)Ritüelleri nedir demiştiniz. (...) Bu yazdıklarım bir ritüellerdir..Eğer haksızsam söyleyin.." ifadesini sorgulayıp yanıtlarını bulmaya çalışalım;.. Ritüel kavramsal olarak, "Dini bir inançın benimsenmiş alışkanlıkları, kişilerce kutsallaştırılmış davranışlar, davranış biçimleri ve temalar." olarak tanımlanır... "Ritüel veya Kült" ün kelime anlamı sözlüklerde din, ibadet, yerel özellikler taşıyan dini törenler olarak geçer. Ritüel davranışların özünde, "Tanrıya, ilahi kabul edilen varlıklara ya da tanrının özel sevgisine ulaşmış varlıklara gösterilen saygı vardır." İnanç ve bağlılığı göstermek amacıyla belirli bir takım hareketleri yapmak, ibadet etmek, puta tapmak, toteme tapmak, tanrılara kurban adamak, kurban etmek ritüel davranışların içine girer. Bunun yanında bu işi yaparken kullanılan (örneğin tespih, haç gibi) cisimlerde ritüelleri destekleyen objelerdir. Zaman içinde "Dinsel tören, kutlama, Dua etmek, namaz kılmak, v.b" özel durumlarda yinelenerek alışkanlık özelliği kazanmış ritüel davranışlara dönüşmüşlerdir.. Ayrıca; Tek tanrılı dinler öncesinde yapılan "Bolluk törenleri, ölüp dirilme törenleri, üreme törenleri, söylenen ezgiler, danslar ve oynanan oyunlar, homo ludens'i (şarkı söyleyip-oynayan insanı) ortaya çıkarmıştır. Bağ ve şarap tanrısı diyonizos adına yapılan bahar kutlamaları giderek tiyatro gösterilerine dönüşmüştür. Bu örneklere benzer bizde ki nevruz kutlamaları da bu ritüellere örnek olarak gösterilebilir. "Tanrıya, Meleklerine, Kitaplarına, Ahirete, Cennet ve Cehenneme, inanmamak".. Ritüelleri değil, inanmamayı, kabul etmemeyi ifade eder... "Namaz kılmamak,Tanrıyla ilgili hiçbir ilişkiye girmemek." de bir ritüeli yerine getirmemeyi örnekler... *** Gelelim "İnanmak eylemi nasıl gerçekleşir..Bir şeyi doğru olarak benimsemek ile. Bu yüzden herhangi bir şeyin hem olduğuna hemde olmadığını doğru olarak benimsemek inanmak eylemini gerçekleştirir.." ifadesine... Yukarıdaki cümleyi, bir dine, bir tanrıya ya da bir kutsala inanmak olarak ele alırsak söylediklerin yanlışlanamaz... Ancak, birinin yalancı olmadığına, uykunun bizi rahatlattığına, birinin bizi sevdiğine ya da sevmediğine inanmakla, bir tanrıya, bir kutsala, dini değer ve inançlara inanmak aynı şeyler değildir. Aynı şekilde sınanarak gerçekliği kanıtlanmış "bilimsel gerçeklere inanmak", doğru kabul etmekle, dinsel inançlardan yola çıkarak "bir tanrının canlılığı yarattığına inanmak", inanç duymak, iman etmek çok farklı şeylerdir. Evrim, bilimsel bir kuramdır, bir tanrısı ve ritüelleri yoktur. Yaşamı ve canlılığı bilimsel kural ve yöntemler çerçevesinde gözlemler, sınar ve yorumlar. Bilim insanları birer peygamber olmadıkları için evrim üzerine yaptıkları bilimsel açıklamalarına dinsel bir algılamayla inanılmaz. Doğrulanır ya da yanlışlanır, kabul edilir ya da edilmez. Burada anlamak ve inanma sözcüklerinin anlamıyla inanç sözcüğünün anlamı arasında bir kavram kargaşası yaratmak kişiyi yanıltır. Sevgili omar, @dennise O nedenledir ki, başından beri "Evrim Bir Dindir" saptamasına itirazlarımı belirtiyorum. Bunu bu şekilde anlayan ve yorumlayanların bu yanlışı fark etmelerini istiyorum. Çünkü, Bilimsel bir görüş, dinsel anlamda bir inanç olarak nitelenemez. Evrimi anlamak, bilimsel savlarını kabul etmek ve inanmak demek, bir tanrıya, bir dine iman ve itikat etmek demek değildir. *** Saygı ve sevgilerimle- Evrimcilerden Masallar-
Sevgili @dennise Bir yaratıcının varlığını reddetmenin, bir düşünce, bir fikir olduğundan yola çıkarak bunun da bir inanç olduğu sonucuna varmak ve bunun bir din oluşturduğunu öne sürmek kişisel bir yorumdur. "Tanrısız bir din" olamayacağı gerçeğini göz ardı ederek, inançsızlığı "Din" olarak tanımlamak gerçekleri açıklayamaz. Sözcük anlamını aşarak bir kurum olarak dini, inançsızlık üzerinden tanımlamak, "Hatalıdır", "Geçersizdir"... İnanç ve inançsızlık kelimelerinin birbiriyle iç içe geçmiş farklılıklarından yola çıkarak, inançların yansıması olan "Din nedir?" sorusuna ve tanımlamasına uygun bir yanıt verilebilmesi için yukarıdaki kişisel ve toplumsal tüm işlevlerin yerine getiriliyor olması gerekir... Her yürünen yol, kanaatler ve fikirler dini tanımlamaz... *** Ama sen her şeye rağmen kim ne derse desin ben bildiğimi okurum arkadaş diyorsan sen bilirsin... İstediğini düşünmekte özgürsün... Ama "İnançsızlığın bir din" olduğu üzerine söylenenlerin sana göre doğru olan, kişisel bir yorum olduğu gerçeğini değiştiremezsin...- Evrimcilerden Masallar-
Din, inanç olgusuna dayanır. Dini inanç, insanın kendi üzerinde kutsal varlığa inanması ile başlar ve ona boyun eğmeyi, itaat etmeyi gerektirir. Böylece din, kul ile Tanrı arasında gerçekleşen iletişimin kulun hayatındaki yansıması olmaktadır. Dinin temel özelliği olarak kabul edilen unsurlara göre din tanımları da farklılık gösterir. Ancak bu unsurlar arasında inançsızlık asla yer bulamaz.. Bergson’a göre, “Din, zekanın dağınıklığı ve çaresizliği karşısında doğanın koruyucu tepkisi ve daha da ileride hayatın bütününe bağlanma, hayat hamlesinin en derinidir. “ Edward Sapir’e göre; “Din, günlük yaşantının anlaşılmaz ve tehlikeli ortamı içinde gönül huzuruna iç huzuruna götürecek bir yolun bulunmasıdır ve çok karmaşık bir yapıya sahiptir, doğa ve toplumla ilgili olguları açıklamada insanlara yardımcı olur.” Parsons’a göre; “ Din, kainatta insanın yeri, insanın diğerleriyle ilişkisi, çevresi ve diğer insanlarla ilişkilere bağlı olarak arzu edilir olan ve olmayan şeyler hakkında geliştirilen ve gerçekleştirilen bir anlayıştır.” Psikologlara göre; “Din bir üst benlik olayıdır. Bireyi topluluğa bağlayan kişisel yapısının projeksiyon aracılığıyla belirlediği ikincil kurumlardır. Sosyologlar ise; “Dini toplumla açıklarlar.” Sosyoloji; “Dine kutsalın toplum hayatındaki deneyimi olarak bakar.” Tasavvuf ve din adamlarına göre; “Din, insan-ı kamil insan olmaya sevk eden bir disiplindir.” Tüm bu tanımlamaların ortak noktaları birleştirildiğinde, din insanlara kutsalı öne çıkaran bir hayat tarzı sunar. Yaratıcı kabul edilen tanrıya isteyerek bağlanmak, dinin emir ve ritüellerine sorgulamadan inanmak ve yerine getirmek zorunludur. Genel olarak din, inanlar için doğaüstü bir nitelik taşır, kutsaldır, değişmezdir ve ona inanmak demek gönülden bağlanan kul olmak demektir. Dinin başlıca işlevi, üstün varlık ( Tanrı, yaratıcı) konusunda insanın bulunduğu yeri tanımlamaktır. Bundan birtakım zihniyet, tutum ve davranış şekilleri ortaya çıkar. Böylece bir din, ona inanan kişi ve inananlar için bir hayat düzeni olur. İkinci olarak, dini kurumlar ahlaki değerler ve prensipler için kendi temel kuramlarını oluştururlar ve bu sayede toplumsal, politik ve sosyal politiğin teşvikini veya frenlenmesi görevini yerine getirirler. Dini törenler ve kurallar aracıyla bir değerler sistemi, grup birliği ve dayanışması oluşur. Bu dini merasim ve kurallar aracıyla, insanların, gerilimler ve tehlikelerden arındırılabileceğini öne sürer. Dinin üçüncü işlevine baktığımızda, dini kurumların etki alanı bakımından da boş zaman, seyahat ve dinlenme fonksiyonuna da sahiptirler. Doğum günleri, anma törenleri, mistik ve tasavvufi toplantılar, dini ve mukaddes yerlerin ziyaret edilmesi, dini pazar ve panayırlar bir taraftan dini diğer taraftan dinin etkisindeki sosyal faaliyetlerdir. Sonuç ve değerlendirme: İnaçsızlığın, inançların yansıması olan "Din nedir?" sorusuna ve tanımlamasına uygun bir yanıt verilebilmesi için yukarıdaki kişisel ve toplumsal tüm işlevlerin yerine getiriliyor olması gerekir...Her yürünen yol, kanaatler ve fikirler dini tanımlamaz... Bir yaratıcının varlığını reddetmenin, bir düşünce, bir fikir olduğundan yola çıkarak bunun da bir inanç olduğu sonucuna varmak ve bunun bir din oluşturduğunu öne sürmek kişisel bir yorumdur. "Tanrısız bir din" olamayacağı gerçeğini göz ardı ederek, inançsızlığı "Din" olarak tanımlamak gerçekleri açıklayamaz. Sözcük anlamını aşarak bir kurum olarak dini, inançsızlık üzerinden tanımlamak "Hatalıdır", "Geçersizdir"...- Evrimcilerden Masallar-
Son derece hatalı bir tanımlama sevgili @tersinim; "Din, inanç olgusuna dayanır. Dini inanç, insanın kendi üzerinde kutsal varlığa inanması ile başlar" ... "Din, doğaüstü bir nitelik taşır, kutsal olduğu kabul edilir, değişmezdir." ... "Bir tanrısı, ayin ve ritüelleri vardır.". Din olgusunun işlevlerini getiren inanç ile din olgusunun işlevlerini reddeden inançsızlığı aynı kategoride değerlendirmek sizin bu hatalı "İnanç bir dindir" değerlendirmesini yapmanıza neden olur. İnanç ve inançsızlık birbirinin zıttı olarak olarak kullanılırlar ama bu her ikisinin de bir dinsel inanış olduğunu ifade etmek için kullanılamaz!.. Ve elbetteki, din ile ilgili tüm olguların yorumu bu iki bakış açısının tanrının varlığının var ya da olmadığından yola çıkılarak yapılacaktır. İşte bu nedenle de yaratıcının varlığını kabul eden görüşler din olgusunu tanımlarken, yaratıcının olmadığını öne süren görüşler din olgusunu reddeder. Bir din olgusunu tanımlamaz. Bu yaklaşımlardaki ısrarların artık bir son bulması için, daha öncesinde bu konuda ifade ettiklerimi buraya alıntılamak istiyorum ki, "İşte bu sizin düşüncenizdir" diyen başkalarının yerine düşünüp hüküm verme alışkanlığının yersizliği anlaşılsın...- Lara Fabian - Je t`aime
Lara Fabian - Je t`aime D’accord, il existait d’autres façons de se quitter Quelques éclats de verres auraient peut être pu nous aider Dans ce silence amer, j’ai décidé de pardonner Les erreurs qu’on peut faire à trop s’aimer D’accord la petite fille en moi souvent te réclamait Presque comme une mère, tu me bordais, me protégeais Je t’ai volé ce sang qu’on n’aurait pas dû partager A bout de mots, de rêves je vais crier Je t’aime, je t’aime Comme un fou comme un soldat Comme une star de cinéma Je t’aime, je t’aime Comme un loup comme un roi Comme un homme que je ne suis pas Tu vois, je t’aime comme ça D’accord je t’ai confié tous mes sourires, tous mes secrets Même ceux, dont seul un frère est le gardien inavoué Dans cette maison de pierre, Satan nous regardait danser J’ai tant voulu la guerre de corps qui se faisaient la paix Je t’aime, je t’aime Comme un fou comme un soldat Comme une star de cinéma Je t’aime, je t’aime Comme un loup comme un roi Comme un homme que je ne suis pas Tu vois, je t’aime comme ça Je taime, je taime Comme un fou comme un soldat Comme une star de cinema Je taime, je taime, je taime, je taime, je taime, je taime Comme un loup comme un roi Comme un homme que je ne suis pas Tu vois, je t’aime comme ça *** Doğru,ayrılmanın farklı yollarıda var eger aydınlık bölgeye bakarsak belki bize yardım edebilir bu acı sessizlikte seni affetmeye karar verdim bu birisini çok sevdiğimizde yapılan hatadır doğru,içimdeki küçük kız bazen seni sahipleniyor sen bir anne gibiydin,beni korudun birbirimizi bırakamayız kanını çaldım sözlerin ve rüyaların ortasında bağıracağım Seni seviyorum,seni seviyorum deli bir insan gibi bir asker gibi sinemadaki bir star gibi seni seviyorum,seni seviyorum kurt gibi,kral gibi olmadığım bir adam gibi işte seni böyle seviyorum Doğru,sana bütün gülüşlerim de ve sırlarımda inandım hatta yalnız,abisi açığa vurulmamış bir koruyucu bu duygusuz evde şeytan dansımızı izledi barış yapan savaş vücutlarını çok istiyorum Seni seviyorum,seni seviyorum deli bir insan gibi bir asker gibi sinemadaki bir star gibi seni seviyorum,seni seviyorum kurt gibi,kral gibi olmadığım bir adam gibi işte seni böyle seviyorum- Céline Dion - The Power of Love
Céline Dion - The Power of Love (Live in Boston) Music video by Céline Dion performing The Power Of Love. © 2008 Sony Music Entertainment Canada Inc. 16,062 likes, 197 dislikes Artist: Celine Dion- Farid Farjad (Keman)
- Emerson, Lake & Palmer - C'est la vie
Emerson, Lake & Palmer - C'est la vie ************************************************* C'est la vie Hayat böyle, Have your leaves all turned to brown Yaprakların hep kahverengine döndü mü? Will you scatter them around you Onları(yaprakları) etrafına saçacak mısın? C'est la vie. Hayat böyle Do you love Seviyor musun? And then how am I to know Ve sonra nasıl bilebilirim If you don't let your love show for me Aşkını bana göstermene izin vermezsen C'est la vie. Hayat böyle Oh, oh, c'est la vie. Oh,oh,hayat böyle Oh, oh, c'est la vie. Oh,oh,hayat böyle Who knows, who cares for me... Kim bilir, kim bana bakar C'est la vie. Hayat böyle In the night Geceleyin Do you light a lover's fire Bir aşığın ateşini yakar mısın ? Do the ashes of desire for you remain. Sana olan arzumun külleri aynen kalır mı? Like the sea Tıpkı bir deniz gibi There's a love too deep to show Göstermek için çok derin olan bir aşk var Took a storm before my love flowed for you (Bu aşk) senin için akıp gitmeden önce bir fırtına(onu) götürdü C'est la vie Hayat böyle, Oh, oh, c'est la vie. Oh,oh,hayat böyle Oh, oh, c'est la vie. Oh,oh,hayat böyle Who knows, who cares for me... Kim bilir, kim bana bakar C'est la vie. Hayat böyle, Like a song out of tune and out of time Tempodan ve ahenkten yoksun bir şarkı gibi All I needed was a rhyme for you Hep ihtiyacım olan şey senin için bir kafiye idi C'est la vie. Hayat böyle Do you give Verir misin? Do you live from day to day Günübirlik yaşar mısın? Is there no song I can play for you Senin için çalabileceğim bir şarkı yok mu? C'est la vie. Hayat böyle, Oh, oh, c'est la vie. Oh,oh,hayat böyle Oh, oh, c'est la vie. Oh,oh,hayat böyle Who knows, who cares for me... Kim bilir, kim bana bakar C'est la vie. Hayat böyle,- Shirley Bassey - Yesterday When I Was Young
Yesterday When I Was Young 1. Video: Shirley Bassey 2. Video: Elvis Presley 3. Video: Charles Aznavour ************************************************* Yesterday when I was young -Dün, ben gençken The taste of life was sweet like rain upon my tongue, -Hayatın tadı dilimin üstündeki yağmur gibiydi. I teased at life as if it were a foolish game -Sanki bu aptalca bir oyunmuş gibi tedirgindim. The way an evening breeze would tease a candle flame, -Akşam esintisinde bir yol bir mum ateşini artırırdı. The thousand dreams I dreamed, the splendid things I planned -Hayalini kurduğum onca düş, planladığım şahane şeyler I always built to last on weak and shifting sand, -Her zaman yaşamak için inşa ettim, zayıf ve değişken kumsalda I lived by night and shunned the naked light of day -Geceyle yaşadım ve günün parlak ışıklarından kaçtım And only now I see how the years have run away -Ve şimdi tek anladığım, yılların nasıl geçtiği... Yesterday when I was young -Dün, ben gençken There were so many songs that waited to be sung, -Söylenmeyi bekleyen birçok şarkı vardı. So many wild pleasures that lay in store for me -Birçok vahşi zevk vardı, içimde yatp bekleyen. And so much pain my dazzled eyes refused to see, -Ve kamaşan gözlerimin görmek istemediği birçok acı vardı. I ran so fast that time and youth at last ran out and -Şimdi çok hızlı koşuyorum ve gençlik sonunda koşup kaçıyor I never stopped to think what life was all about, -Hayatın anlamını düşünmekten hiç yılmadım. And every conversation that I can recall -Ve anımsadığım her konuşma Concerned itself with me, and nothing else at all. -Benimle ve kendisiyle ilgili ve başka hiçbirşey yok. Yesterday the moon was blue -Dün ay hüzünlüydü And every crazy day brought something new to do, -Ve her çılgın gün yapılacak yenişeyler getirdi. And I used my magic age as if it were a wand -Ve ben sihirli günümü yaşadım sanki bu bir asaydı. And never saw the waste and emptiness beyond, -Ve kaybı hiç görmedim, ötedeki boşluğu da... The game of love I played with arrogance and pride -Guru ve kibirle oynadım aşk oyununu. And every flame I lit so quickly, quickly died -Ve her alevle yandım çabucak, çabuk da öldüm. The friends I made all seemed, somehow, to drift away -Sahipmişim gibi gözüken tüm arkadaşlarım uzaklara sürüklendi. And only I am left on stage to end the play. -Ve sadece oyunu bitirmek için saneden indim. Yesterday when I was young -Dün, ben gençken There were so many songs that waited to be sung, -Söylenmeyi bekleyen birçok şarkı vardı. So many wild pleasures that lay in store for me -Birçok vahşi zevk vardı, içimde yatp bekleyen. And so much pain my dazzled eyes refused to see, -Ve kamaşan gözlerimin görmek istemediği birçok acı vardı. There are so many songs in me that won't be sung -İçimde söylenmeyecek bir sürü şarkı var Cause I feel the bitter taste of tears upon my tongue -Çünkü dilimin üstünde acı tatlar hissediyorum And the time has come for me to pay for yesterday -Ve dünü için ödemem lazım gelen zaman geçti When I was young. -Ben gençken.- Placido Domingo - Malagueña salerosa
Malagueña salerosa Que bonitos ojos tienes Debajo de esas dos cejas Debajo de esas dos cejas Que bonitos ojos tienes. Ellos me quieren mirar Pero si tu no los dejas Pero si tu no los dejas Ni siquiera parpadear. Malaguena salerosa Besar tus labios quisiera, pues Besar tus labios quisiera. Malaguena salerosa Y decirte nina hermosa. Que eres li........da y hechicera, Que eres linda y hechicera Como el candor de una rosa. Si por pobre me desprecias Yo te concedo razon Yo te concedo razon Si por pobre me desprecias. Yo no te ofrezco riquezas Te ofrezco mi corazon Te ofrezco mi corazon A cambio de mi pobreza. Malaguena salerosa Besar tus labios quisiera Besar tus labios quisiera. Malaguena salerosa Y decirte nina hermosa. Eres lin........da y hechicera, Que eres linda y hechicera Como el candor de una rosa. Y decirte nina hermosa.- ‘İrticayla Eylem Planı’nı kim hazırladı?
*** “ ’İrticayla Eylem Planı’ 4 Haziran 2009’da bulundu. 12 Haziran’da Taraf bunu manşet yaptı. Planın ‘3.İCRA: (a) Planlama ve Genel Faaliyetler’ bölümünün 6.maddesini manşete taşıdı: ‘Askeri suç kapsamında yapılacak Işık Evleri baskınlarında, silahlı terör örgütü oluşturmak doğrultusunda: silah, mühimmat vb. bulunması sağlanacak.’ Peki... 1 ay önce, 6 Nisan 2009 tarihinde Fethullah Gülen ‘herkul.org’ sitesindeki konuşmasında ne demişti: ‘Evlerimize, içimize adam sokmaya çalışacaklar, sonra ellerine kalaşnikof verecekler.’ *** Plan diyor ki: ‘Fethullah Grubu Silahlı Terör Örgütü kapsamına aldırılacak.’ Fethullah Gülen bir ay önce diyor ki: ‘Sonra hiç silahı milahı, tabancası hatta çuvaldızı bile olmayan insanlara terörist damgası vuracaklar. Yapmak istediklerini yapacaklar bununla.’ *** Plan diyor ki: ‘İhbara dayalı ev baskınlarında silahın yanısıra ‘Humeyni’ gibi objelerin aynı ortamda bulunması sağlanacaktır.’ Fethullah Gülen 1 ay önce diyor ki: ‘Kitapların arkasındaki Zat’ın posterlerini evlerin duvarlarına asabilirler.’ *** Plan diyor ki: ‘Personelin sıradan dahi olsa arkadaş çevresindeki en olumsuz kişi onların en yakın arkadaşı gibi gösterilerek Fethullah Gülenciler’in içyüzüymüş gibi düşünülmesi sağlanacaktır.’ Fethullah Gülen 1 ay önce diyor ki: ‘Bir taraftan bunları oluşturacaklar, bir taraftan işte irtica hareketi falan diyecekler, irtica ile irtibatlandıracaklar.’ *** Sahi bu ‘İrticayla Eylem Planı’nı kim hazırladı?” Samizdat (Syf, 49)_Hakikatlere Dayanacak Gücünüz Var Mı”-Soner yalçın *** Evet... Soner Yalçın’ın sorduğu soruyu biz de yineleyelim: ‘İrticayla Eylem Planı’nı kim hazırladı? - Kamu esenliği için ‘içki yasağı’
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.