-
İçerik Sayısı
3.724 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
30
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
GeceKuşu tarafından postalanan herşey
-
Bu konuda anlaştığımıza, aynı şeyleri düşündüğümüzü ifade etmenize sevindim.. Umarım mesajlar hepimize ulaşmıştır... Yazınız için kendi yorumunuzu bu şekilde açıkladığınıza göre Benim yanlış anladığımı kabul edelim... O nedenle o iletimi geri çekiyorum... Selam ve Saygılar benden...
-
*** Demokratik rejimin yerine, dine dayalı bir "Şeriat Devleti" kurmak isteyenler, "çoğunluk adına" kendileri gibi düşünmeyenlerin temel hak ve özgürlüklerini baskı altına alarak, rejimin bir "çoğunluğun diktatörlüğüne" dönüşmesi tehdidini temsil etmektedirler. Bunlar, çok ilginç bir biçimde bir yandan, bazı terör örgütleri aracılığıyla aralarında "Prof. Muammer Aksoy, Doç. Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Prof. Ahmet Taner Kışlalı" gibi ünlü bilim insanları ve yazarlar olan "demokratik ve laik rejimin savunucularını" katletmekte, toplum üzerinde çeşitli baskılar uygulamakta, öte yandan bu savaşlarına, çoğunluğu temsil ettikleri ve "inanç özgürlüğünü savundukları" gerekçesi ile demokrasi adına destek istemektedirler. Amerika'yı vuran 11 Eylül terörü, Türkiye'deki demokrasiye yönelmiş olan bu tehdidin "uluslararası görünümünden başka bir şey değildir". *** Demokratik rejime yönelmiş görünen öteki "siyasal-ideolojik" tehdit ise, ırkçılık üzerine kurulu bir ayrılıkçı akımdır. Bu akım da bir yandan PKK aracılığı ile bir sıcak savaş sürdürürken ve yaklaşık 30 bin kişinin katledilmesine yol açarken, öte yandan "temel hak ve özgürlükler adına" eylemine demokrasi temelinde destek istemiştir. Bu tehdit de "demokrasinin" bir "azınlık adına" yozlaştırılması tehlikesini taşımaktadır. İşin ilginç yanı, Avrupa Birliği'ni oluşturan ülkelerin bazıları, bu her iki "demokrasi tehdidine de destek vermekte", bir bölümü açıkça terör örgütü niteliği taşıyan bazı kuruluşları ülkelerinde barındırarak beslemektedirler. ***
-
Bahtiyar bey; Yazmış olduğunuz İleti doğrudan beni ilgilendirmemesine karşın, Bu formu okuyan ve takip eden bir kişi olarak, üstü kapalı yapmaya çalıştığınız benzetmeyi aynen size iade ediyorum... Karşısında kim olursa olsun inanışlarından dolayı,kendi düşüncelerine ters düştü diye Yanlış gördükleri düşünce ve yaklaşımları, doğru görüşleri ileterek çürütmek yerine, Karşı görüş ve eleştirilere tahammülsüz yanıtlar üreten... Kötü örnek olacak bu tür yaklaşımlar gösteren ve gösterecek herkesi kınıyorum... Forumdaş olmak düşüncesinden uzakta samimiyetsiz benzetmelerinizden sonra Ben kendi adıma iletinin altına ilave ettiğiniz "Selam Ve Saygılarımla" ifadenizi, anlamsız ve yapmacık buluyor ve kabul etmiyorum... Size bey diyorum...Çünkü başka ifadeler kullanmak istemiyorum... Hitap ettiğiniz arkadaşın bu seviyeden uzak davranışınızı muhatap almamasını da taktir ve saygıyla karşılıyorum..
-
"Sizin dininiz size, benim dinim banadır." Bu ifade kocaman bir aldatmaca ve politik bir yaklaşımdır... Tarih sahnesinde ve insanlar arası ilişkide hiç bir zaman bu söz doğruluk anlamında yerini bulamamıştır... Alıntılanan "AYET'İ KERİMEDE BUYURDUĞU GİBİ" ifadelerindeki o beş madde dinlerin başka inanışlara o günkü, daha sonraki, ve bugünkü, bakışını göz önüne alırsak sadece ve sadece kendilerini gücsüz hisettikleri anda karşı tarafa ifade edilen politik içi boş bir yaklaşımdır... Güçlü olduklarını anladıkları anda bırakın başka inançlardaki insanları... Kendi inançlarındaki insanlara karşı bile açımasızca yaklaşımları hep göstermişlerdir... *** Şu anda kullandığınız "Sizin dininiz size, benim dinim banadır." ifadesi forumda çok yeni olduğunuz için kullandığınız ve ne kadar iyi niyetli olsanız da İçi boş bir ifadedir... Karşı tarafın haklılığı yada inandırıcılığı yada güçlülüğü karşısında onu önce susturmaya, Sonra unutturmaya, hakimiyet elde edildikten sonra da, en ufak haklılık ifadesinde bulunulsa bile, Hatta "Sizin dininiz size, benim dinim banadır." deselerde başlarını koparacak olan bakış açısının "politik, aldatmacı" yaklaşımıdır... *tna
-
Koyun Sayısı Köpeklerinkinden Niye Fazla?
GeceKuşu şurada cevap verdi: Genco başlık Dini Konular - Din - Dinler
Şüphesiz inançların getirdiği yaklaşım ve yorumlar bu şekilde olabilir... Sakıncası var mıdır.?... Peki doğruluk payı nedir.?... Gerçeklerin tam olarak anlaşılabilmesi için geçerli doğru sonuçalara ulaşmamızı sağlar mı?.. Bence doğru bakış açısı ve yaklaşım CYRANO'nun şu ifadesi... "Koyunlar bir zırai üretim konusu olduğu için sayıları daha fazladır. Koyunlar çiftliklerde vs lerde beslendiği ve üretildiği için yani. "... Doğruluğunu test atmek için insanın, koyunların koruması ve çoğaltılamasındaki etkilerini ortatadan kaldıralım... Ve bırakalım doğaya, doğal rekabetin sonuçları kendiliğinden ortaya çıkacaktır... O zaman "rızık ve bereketin" doğal yaşam üzerindeki etkileri daha iyi anlaşılacaktır... CYRANO'nunda dediği gibi; "Bazılarımız hurafe sempatizanı olduğu için" doğal yaşamın bu ilişkilerini asla kabul etmeyeceklerdir... *tna -
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ...CUMHURİYETÇİLİK VE KÜRESELLEŞME
GeceKuşu şurada bir başlık gönderdi: Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti
" Atatürkçü Düşünce Sistemi, Cumhuriyetçilik ve Küreselleşme" Cumhuriyetçilik ve Küreselleşme Atatürkçü Düşünce Sistemi ile ilişkilidir. Atatürkçü Düşünce Sistemi, Atatürkçülük ve Kemalizm ayrı terimlerdir. Atatürkçü Düşünce Sistemi ve devrimler sömürülen bir toplumun zincirlerini kırdığı bir düşüncedir. 1930'lardaki atılım devam etseydi milletimiz çağdaşlığı yakalamıştı. Önemli bir konuda, batıdaki İngiltere-Fransa-Almanya birer emperyalist ülkedir. Acaba çağdaş olma emperyalist olmak mı demektir? Batıda hangi devlet önce ulus-devlet sürecini yakalamışsa o devlet endüstrileşmeyi önce yakalamıştır. Biz de ise; 1921'den sonra ulus devlete geçildi. Batı'da ulus-devletler kurulduktan sonra, 30 yıl savaşları ve Westphalia Anlaşması ile laisizm gelmiş ve ulus devletler gelişmeye, endüstrileşmeye başlamıştır. Bizde ulus-devlet önce ümmetdir. Bu dönemde Osmanlı Devleti devrini tamamlamış bir devlettir. Biz ulus devlet sürecine kısa sürede giremedik, geç kaldık. Türk Devriminin amacı ulus oluşturmaktır. 1930'dan sonra başlamıştır. Atatürkçü Düşünce Sistemi, insancıl ve eşitlikçidir. Bu nedenle ulus-devlet sürecini tamamlaması daha güçlü ilerliyor. Batı bilime ve aydınlanma devrimine bütün ideolojilerini oturttu ve gelişmesini buna dayandırdı. Atatürkçü Düşünce Sistemi de bir bütündür. Esnek kuralları olduğu gibi, ödün verilmeyen maddeler vardır. Devletin laik düşüncesinden ödün verilmez. Tam bağımsızlık ve çağdaş medeniyet üzerine çıkma ilkelerinden ödün verilemez. Atatürkçü Düşünce Sistemi yüzyıllar boyu unutulmuş Anadolu insanını ön plana çıkarmıştır. Atatürkçülük hep ileri bakar, gelecekle ilgilenir, fütüristtir, sabırsızdır. Çağdaşlaştırıcıdır, ırkçı ve dinci değildir. Atatürkçü Düşünce Sistemi ve Kültür Devriminin amacı; Batılılaşma değil, "Biz Kimizi?" öğrenmektir. Kendi öz Kültürümüzle yeniden buluşmaktır. Cumhuriyetçilik ile demokrasi arasındaki çelişkiler, daha ziyade Fransa ve ABD'de vardır. Cicero," Cumhuriyet, cumhurun yani halkın egemen olduğu yönetimdir" der. Cumhuriyet doktrini ,öğretisi; kamu yararını, halkın kayıtsız şartsız egemenliğini ön planda tutar. Bölücüler, şeriat, dinciler, II nci Cumhuriyetçiler demokrasiyi kullanıyorlar. Demokrasi, çağdaş medeniyet seviyesine ulaşmaktır. Aslolan, Cumhuriyetin daha çok demokratikleşmesidir. Cumhuriyet yaşarsa, demokrasi doğabilir. Ancak demokrasilerin Cumhuriyeti yok etmesi olasıdır. Bunun için Atatürkçülüğün özü Cumhuriyetçiliktir. Küreselleşme, 19. y.y. da; İngiltere daha sonra şimdi ABD, küresel ekonomikleşmenin başını çekti. Küreselleşmede; temel amaç serbest piyasa ekonomisinde devletin etkinliğini ortadan kaldırmaktır. Küreselleşmenin girdiği devletlerde zenginlik genelde gerçekleşse bile, toplumsal dağılım, paylaşım adil ve tam olarak gerçekleşememektedir. Zengin daha zengin, fakir daha fakir olmaktadır. Küreselleşmede zararların paylaşımı, yararların dağılımı henüz belirlenmemiştir. Atatürkçü Düşünce Sistemi, hep mazlum insanlara seslenmiş ve ulus-devlet kavramı ile ışık tutmuştur. Atatürkçü Düşünce Sistemi mazlum devletlerin sömürülmesini reddeder. Atatürkçü Düşünce Sistemi devrim modeli, dünyaya açık en net bir plandır. BİR ÜLKENİN, KENDİ İNSANI, KENDİ SERMAYESİ VE KENDİ DÜŞÜNCE SİSTEMİ İLE GERÇEKLEŞTİRDİĞİ BİR MODEL OLDUĞU İÇİN, İNSANCILDIR. Atatürkçü Düşünce Sistemi bu uygulamaları ile küreselleşme ile çelişmektedir. Atatürkçülük; Evrensel Çağdaşlaşma Projesi, Atatürkçü Düşünce Sistemi de; Bu projenin düşünce sistemi, planıdır. Kaynak:Prof. Dr. Suna KİLİ *tna -
*** Çok Partili döneme geçildikten sonra,"çoğunluk diktatörlüğü" tuzağına yakalanmış olan bir yönetim süreci, Her ne kadar, "Demokrasi adına yapılan bir askeri darbe" ile, 27 Mayıs 1960 tarihinde son bulmuş bu darbe dünyanın en ileri ve en demokratik Anayasalarından biri olan 1961 Anayasası'nı uygulamaya koymuşsa da, bu kez Türkiye, demokrasilerin önünde bekleyen ikinci tuzağa yakalanmıştır: 1968'lerin sonunda başlayan bir "ideolojik azınlıklar terörü" solda ve sağda Türkiye'yi pençesine almıştır. Sağda, kendilerine "ülkücü" diyen ırkçı-milliyetçi, solda ise "devrimci" olduklarını öne süren eylemciler, "demokrasinin sınırlarını" silahlı eylemler ve cinayetler ile "kendi dar azınlık görüşlerine göre" daraltmaya çalışmışlar sonunda 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbeleri ile ne denli demokratik olduğu çok tartışmalı görünen 1982 Anayasası, "temel hak ve özgürlükleri" korumaktan çok sınırlayan ve kısıtlayan bugünkü Anayasamız ortaya çıkmıştır. Ama Anayasa'dan çok daha önemli olarak, Türkiye'deki demokrasi tarihi, sözü edilen her iki tuzağın trajik sonuçlarına da tanık olmuş bir toplum yaratmıştır. Bugün Avrupa Birliği ile aramızdaki en önemli teknik problemlerden birini oluşturan "temel hak ve özgürlülerin geliştirilmesi" sorununun altında, Türkiye'deki "demokrasi kültürü" açısından yaşanan her iki tuzağın ortaya çıkardığı, günümüzdeki Anayasaya yansıyan antidemokratik sonuçları önemli bir yer tutmaktadır. Her ne kadar; "Daha demokratik bir Anayasa, şeffaf toplum, sorun çözen ve yöneten bir demokrasi" gibi özlemlerin altında, Türkiye'nin Avrupa Birliği yolunda uymak zorunda olduğu Kopenhag ölçütleri önemli hedefler olarak ortaya çıkmışsa da, Türkiye'deki demokrasinin, "kendi vatandaşları" için geliştirileceği ve endüstriyel bir toplumun gereklerini karşılayacağı varsayılabilir. Hemen belirtmek gerekir ki, endüstrileşme sürecinde de önemli adımlar atan toplum, 1982 Anayasası'nı "daha demokratik bir çizgide" değiştirmeye başlamıştır. ***
-
Sevgili 'sedelina' .. Dikkat edersiniz orada "Demokrasi" den değil, "Endüstri Devrimi" sonrasında ortaya çıkan"demokratik yönetim" den bahsedilmektedir... Daha anlaşılır olması için detaya girersek... Alıntı yaptığınız bölümde, "Demokrasi"nin tanımı yapılmış... Ardından, "Endüstri Devrimi" sonrasında ortaya çıkan, "temel hak ve özgürlükler" anlayışı ve buna dayalı bir yönetim olan "demokratik yönetim" Kavramlarından söz edilmiştir... Yani özetle... "Demokrasi", "Endüstri Devrimi" sonrasında ortaya çıkmıştır denmemiştir... Ayrıca siz bir alt satırdaki ifadeleri alıntı yaptığınız bölümden kopartıp atarsanız... Cümlenin bütünlüğünün ifade ettiği anlam ortadan kalkar... o nedenle okunduğunda ne denmek istendiğinin tam olarak anlaşılabilmesi için Alıntının bir bütün olarak şu şekilde olması gerekir... Bir bütün olarak bu alıntı okunduğunda (Eğer dikkat ederseniz) "Endüstri Devrimi" sonrasında, "Demokrasi"nin ortaya çıktığı söylenmemekte... "bir kültür ürünü olarak""demokratik rejimler"in ve "temel hak ve özgürlükler" anlayışı ile "demokratik yönetim"lerin ortaya çıktığı anlatılmaktadır..
-
Değerli arkadaşlarım... Oktar Babuna'yı bilirmisiniz?... Hani baba oğul tüm duyarlı türk halkının kanlarını sömürmüşlerdi ya.! Evet Adnan oktarın müritlerinden olduğu ortaya çıkan Oktar Babuna... Babasının sebetaycı olduğunu iddia ettiği Cevat babuna'nın oğlu Oktar Babuna... Bütün bunları eleştirmek amaçlı yazmadım sadece bir ön bilgi... Şimdi gelelim bu arkadaşın kendi aranızda tartıştığınız ne yapmak istediğine... Fakat ben ne yapmak istediğini değil neler yapmadığını ele almak istiyorum... Birincisi bu ve diğer başlıktaki (http://www.turkish-media.com/forum/) yazıları aynı siteden alınma... Yapmadığı şey alıntı yaptığı yeri belirtmemek... Ve yine yapmadığı şey alıntıladığı şeyler hakkında kendi görüşlerini ifade etmemek... Dolayısıyla ne yaptığını tartışmak anlamsız...Bunun dışında yaptığı bir şeyde yok... Yaptığı şey her iki başlıkta da "yorumsuz" ifadesinin arkasında gerçek düşüncelerini açıklamamak... Bir daha FORUMA girer de ne yaptığını, yapmaya çalıştığını bize açıklar mı bilemiyorum... Bence siz de bu arkadaşın alıntılar yaptığı... Oktar Babuna'nın neden açtığını anlattığı sitesine girerek, adnan hocayı öve öve bitirmediği... Diğer hocalar ve müritleri arası hesaplaşma ve jurnallerin yapıldığı... Kendi Aile içi hesaplaşmalarını yaptığı...Ailesinin ipilğini pazara çıkardığı, Ve diğer ( ünlü.!..) kişiliklerle ilgili gizli açık pazarlıkları...Belki de şantajları... Bu arada hıncal uluç'la da aralarında her ne varsa, onunla ilgili yayınlandığı paparazi yazılarını okuyup ... Hah...işte ondan sonra hep birlikte boş bir iş mi yaptık...yoksa yararlı bilgilerle mi donandık karar verebiliriz... Ama öyle sanıyorum arkadaş kendince çok ciddi bir iş yapmış olduğunu düşünüyordur... Çünkü güncel bölüm denince, geyik muhabbetlerinin yapıldığı bölüm olmadığını O da biliyordur!...
-
*** Çok Partili döneme geçildikten sonra, iktidara gelen ve 1950–1960 yıllarını kapsayan "Demokrat Parti dönemi", "temel hak ve özgürlükleri" geliştireceğine, bunları sınırlayan ve kısıtlayan bir yaklaşım uyguladığından, tipik bir "çoğunluk diktatörlüğü" tuzağına yakalanmış olan bir yönetimin uygulaması olarak görülebilir. Bunun temel nedeni, o dönemde, henüz endüstrileşmenin ivme kazanmamış olması ve geniş köylü kitlelerinin "seçmen tabanını" oluşturmasıdır. Yönetimi devir aldıkları "Tek Parti Yönetiminin" uygulamalarıyla yetişmiş olan Demokrat Parti yöneticileri, kendi iktidarlarında da, "temel hak ve özgürlükleri" geliştirmek yerine eski baskıcı yöntemlere başvurmayı kendi yönetimleri açısından daha kolay bulmuşlardır. Dinci ve milliyetçi söylemlere yatkın olan "geniş halk kitleleri" de, kendilerini topraktan bağımsızlaştıran, özgürleştiren, işçileştirerek ve kentlileştirerek demokrasi bilincini geliştiren bir "toplumsal-siyasal-ekonomik-kültürel süreci" yani endüstrileşmeyi yaşamamış oldukları için bu yönetime destek vermişlerdir. ***
-
Türkiye'deki güncel ideolojileri etkileyen kaynakların başında Mustafa Kemal Atatürk ve O'nun ideolojisi vardır. Geleneksel olarak "Atatürkçülük" ya da "Kemalizm" terimleriyle adlandırılan, Mustafa Kemal Atatürk'ün ideolojisi, O'nun söyledikleriyle olduğu kadar, yaptıkları ile de biçimlenen bir düşünce sistemi, hattâ bir uygulama programıdır. *tna
-
*** Demokrasi çok kısaca "temel hak ve özgürlüklerin güvencede olduğu bir çoğunluk yönetimidir". Gerek "temel hak ve özgürlükler" anlayışı, gerekse buna dayalı bir yönetim olan "demokratik yönetim", "Endüstri Devrimi" sonrasında ortaya çıkan kavramlar olduklarından, "demokratik rejimler" "bir kültür ürünü olarak" endüstri toplumlarının sonuçlarıdır. Dolayısıyla, "demokrasi kültürüne ilişkin sorunlar", özellikle "endüstrileşmelerini henüz tamamlayamamış olan" ülkelerde daha yoğun olarak göze çarpar. Özellikle "gelişmekte" olan demokrasilerin önünde hem kültürel hem de siyasal ve ideolojik olarak iki tuzak vardır: Birinci tuzak, "temel hak ve özgürlüklere saygılı olması gereken", yani "azınlıkta kalan düşüncelerin de bir gün çoğunluk haline gelebilmelerine olanak sağlayan, çoğunluk iradesinin" bu özelliğinin göz ardı edilmesi ile rejimin bir "çoğunluk diktatörlüğüne" dönüşmesi tehlikesidir. Bu tehlike, "demokrasi kültürünün" yeterince gelişmediği toplumlarda, temel hak ve özgürlüklerin ihmal edilmesi sonucunda ortaya çıkan ve uç örnekleri "devlet terörü" uygulamalarında görülebilen bir olaydır. İkinci tuzak ise, demokrasinin temel öğelerinden biri olan "çoğunluk iradesinin" yerine, bir "azınlık iradesinin" konulması isteğinin, "bilim adına", ya da "Allah adına" "doğruları savunduklarını öne süren bir azınlığın" diktatörlüğünü savunan görüşlerin ağırlık kazanmasıdır. Bu tehlikenin uç örnekleri de genellikle "terörist" nitelik taşıyan eylemlerin ortaya çıkmasında görülür. ***
-
Bana göre forumun en emektar ve en doğru duruş sergileyen nadir insanlardan birisisin Senki Bilgiyi cımbızla yakalayan ve onu limik limik edip özünü bizlere zahmen ettirmeden gözümüze sokansın..
Bu katkını görmemek olanaksız...
Bu nedenle dostluğu ve sevgiyi hak ediyorsun...
-
BASINDAN SEÇMELER - KÖŞE YAZARLARININ GÜNDEMİNDEN
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
üstad; bu deyişi çok tutum... çok anlamlı, kısa ve öz herşeyi özetliyor... *tna -
BENİ DUYUYOR MUSUN? Leyla Navaro
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Edebiyat Dışı Kitaplar Alt Forumu
KARŞILIKLI GÜVEN ÇOCUĞUN GÜVENİNİ ARTTIRMAK Çocuğun sosyal gelişmesi sürecinde geliştirdiği kişilik, en yakın çevresi, yani anne-baba, kardeşler ve ev içinde yaşayan diğer aile üyeleriyle yakından ilişkilidir. Bu çevrenin çocuğa gösterdiği olumlu ve olumsuz tepkiler, çocuğun kişiliğinin gelişmesinde önemli rol oynar. Şöyle ki, söylediklerine aldırış edilmeyen, fikrini belirtmeyen veya belirttiği zaman sürekli eleştirilen veya sürekli düzeltilen çocuk haliyle suskun, içine kapanık ve güvensiz, veya huysuz ve saldırgan olabilir. Buna karşılık, söyledikleri çok önemli olmasa da dinlenen, önemsenen, fikrini belirtmesine müsaade edilen, fikri çok geçerli olmasa da duyulan, sürekli eleştiriye uğramayan çocuk ise daha güvenli, daha sosyal ve daha sağlıklı bir kişilik geliştirir. Çocuğun güvenini arttırmakta önemli olan 5 etken vardır: 1) Çocuğun kendini ifade etmesine müsaade etmek, çocuğu dinlemek, fikri önemli olmasa da dikkate almak, yani çocuğu duymak. 2) Çocuktan yaşı ve kapasitesi dışında davranışlar beklememek. (Örneğin misafirlikte 2 saat hiç kımıldamadan uslu uslu oturması veya 3 yaşında bir çocuğun üstünü hiç kirletmeden yemek yemesi gibi...) 3) Çocuğun bazı küçük sorumluluklar yüklenmek isteyeceğini bilip bunları başarmasına müsaade ve olanak sağlamak. 4) Çocuğun çabasını övmek ve yüreklendirmek. Çocuğun başarısızlıklarını kişiliğiyle bağdaştırmamak, başarısızlıkları birer öğrenme öğesi olarak görebilmesine yardımcı olmak. Anne ve baba, çocuğun yaşamında kendine davranış modeli olarak seçtiği ilk örneklerdir. Çocuk her yaptığında anne ve babasını taklit eder. Şöyle ki, anne-baba saygısız davranıyorsa, çocuk da ilişkilerinde saygısız olur, anne-baba sürekli eleştirici ise, çocuk da bir şey beğenmeyen, huysuz, eleştirici bir kişi olmaya yönelir. Ancak, davranışları hoşgörü yaşı çerçevesinde anlayışla kabul edilen çocuklar, kendilerini ve kişiliklerini daha rahat ifade edebildiklerinden, daha huzurlu ve güvenli bir kişilik geliştirirler. *tna 1560 -
Sevgili gelincik önerinizi, forum yönetiminin değerlendirip, uygun olursa bir çözüm üreteceklerinden eminim... İletinizin son paragrafındaki ifadelerinize ben de katılıyorum... *** Anacak son iki aydır kitaplar bölümüne olan ilginin genel toplumsal yapımızın bir yansıması olarak forumdaşların da biraz uzak kaldığını gözlemledim... Hatta e- kitap bölümüne bir çok kitabın indirme adreslerini postaladığım halde talep olmadığını görünce devamını getiremedim... Umuyorum bir gün gelir herkesin dikkatini çeken bir bölüm oluşur ve hep birlikte elimizdekileri paylaşma ve yönlendirme şansını yakalarız... Bende size sevgi ve saygılarımı yolluyorum... *tna
-
BASINDAN SEÇMELER - KÖŞE YAZARLARININ GÜNDEMİNDEN
GeceKuşu şurada cevap verdi: GeceKuşu başlık Güncel Konular
İnsan katır benzerliği Spottan devam ediyorum.. Antropolog nedir, derseniz, bendeki tarifi şöyle: “Okumuş yazmış kısmının kendini doğaya vurup, dağda bayırda boş gezenidir..” Devlet böyle dağa bayıra, börtü böceğe meraklı tipleri bulur.. Onları fakülte dedikleri bir binaya kapatır.. Başlarından sopayı eksik etmeden; mânâsını bilmedikleri onlarca kelimeyi “Gülbank çektire çektire” belletir.. *** Tekmili Latince denilen dilden türeme bu kelimeler yalnızca mevtaların konuştuğu dildendir.. Yaşayanlara tek bir faydası yoktur.. Temsil bakkala gidip “Paleoantropolojik dönemden kalma kaşardan iki yüz elli gram tart..” demezsin.. “İki yüz elli gram eski kaşar tart..” dersin.. SAY SAY BİTMEZ Bu kelimeleri belledikten sonra sıra “kemik bellemeye” gelir.. Bellettikleri kemik de öyle kaynattığında suyu veren cinsten değil.. Normal kemiği kaynatıp, suyunu kavanozda zaptedersin.. Jöle kıvamında saklanan o kemik suyunu azar azar yemeğe katar, aşını lezzetlendirirsin.. Bunların adlarını bellediği kemikler ise işe yaramaz, itin önüne atsan yemez.. Üstelik bu kemiklerin her birine sanki bir yiğitlik, bir yararlılık göstermiş gibi Latince bir ad takılmıştır.. Sadece kemiklerin değil.. Her kemiğin üzerindeki çıkıntının dahi adı vardır.. Öğrenci bunları da ölümüne beller.. Hocası “Say bakalım Homo Sapiens insanının ayağındaki kemiklerin adını..” dediği zaman tıkır tıkır söyleyecek kıvama gelmişse diplomasını alır.. O artık bir antropolog olmuştur.. *** Devlet baba yine de insaflıdır.. Bu kadar faydasız bir eğitimden sonra antropolog yaptığı bu insanları kıyıp da toplumun içine katmaz.. Bunların eline diplomayla birlikte kazma kürek takımını tutuşturur, sonra yallah! Doğruca dağa bayıra salar.. AHALİ İNANMAZ.. Bizim ahalinin “antropoloji” denilen bu bilime içi ısınmamıştır.. Ahali antropolog denilen adamın hallerine bakıp kıllanır.. Antropolog takımı bir yeri eşelemek için dağa bayıra yayıldığında köylü bunların kuru kemik peşinde olduğuna inanmaz.. “Hükümet adamları gizlice mal, davar sayımı yapıyor” sanıp hayvanını saklar.. Okur yazar şehirli takımının bu işleri ciddiye almasına da akıl erdirememiştir.. Vaktiyle İsmet Paşamız’ın akıl küpü oğlu Erdal Beyimiz böyle bir kazı alanına gezi yapmıştı.. Yedi iklim, on dört diyarın köylüsü peşine takılıp gizlice takip etmişti.. Köylünün aklı evvellerinden biri “Bunlar define arıyor zahir..” deyip, teşhisi koydu.. Onu dinleyenler de Erdal Bey’in gezinirken dinlenmek için durup sağa sola bakındığı yerleri taş koyarak işaretledi.. Sonra oraları kazılıp, delik deşik edildi.. Define bulunamadı.. Kısmet değilmiş belli ki.. *** Şahsen eskiden bu antropologların dediklerine ben de inanırdım.. Bir de insanın maymundan geldiğini anlatan Darwin teorisini duymuşluğumuz var.. Kitap işin doğrusunu yazıyor.. Adem ile Havva’nın Cennet’ten nasıl ıskat edildiğini anlatıyor ama bizim kafamıza girecek gibi değil.. Entel olmuşuz bir kere.. İLK TATBİKAT Yeni entel olmanın gayretiyle fikirlerimizi yaymak için yanıp tutuşuyoruz.. Bu gayretle ilk kurbanımızı da takıldığımız Ferah Kahvesi’nin sakinleri arasından seçtik.. Dudağı Yılık Tayyar Amca.. Ak sakallı, kendini dine diyanete vermiş bir ihtiyardı.. Bizim gibi zıpçıktı gençlerle sohbet hevesine kapıldı.. Laf dönüp dolaşıp “insanın türemesi” konusuna, yani antropolojik alana kaydı.. Dudağı Yılık Tayyar Amca’nın tezi “İnsan çamurdan halk olmuş, içine can üflenmiştir..” görüşüne dayalıydı.. Onun kaburga kemiğinden de Havva anamız halk edilmiş, avrat kısmı böyle türemişti.. Biz de Darwin papağanlığı yapıp insanın maymun soyundan geldiğini, ilk atalarımızın maymun olduğunu savunuyorduk.. En şiddetli savunan da sözcümüz durumundaki Çallı İbrahim’di.. *** Bütün kahve sakinleri başımıza birikmiş, dayattığımız bilimsel kanıtlar Dudağı Yılık Tayyar Amca’yı bunaltmıştı.. Sonunda Çallı İbrahim’in gözünün içine bakıp akademik tartışmaya noktayı koydu: “Senin ananı maymun bellemişse bilmem.. Ben Hz. Adem’in soyundan geldim..” BU DA SON TEZ.. Bu cümle bize Dudağı Yılık Tayyar Amca’nın akademik bir konuyu tartışacak formasyonu olmadığını göstermişti.. Ancak zihnimizde dönüp duran soruların karşılığını hâlâ bulamamıştık.. Bunun bir sebebi de sözünü ettiğim antropoloji ilmidir.. Amerika’dan Eric Trinkaus adlı bir antropolog çıktı.. O da kitabı inkâr eden gafillerden.. Otuz beş bin yıl öncesinin kemiklerini kurcalarken keşfetmiş ki insanın ataları ile “Neanderthal insanı” diye bilinen tür aralarında çiftleşmiş.. Bu sayede bizim gibi konuşabilen, maçlarda “Ölmeye geldik..” diye bağırabilen bir insan türü türemiş.. Beygir ile eşek çiftleşince katır doğuyor ya! İşte bizlerin durumu da böyleymiş.. *** 38 bin yıllık bir Neanderthal kemiği bulmuşlar.. Adı da “femur..” Kemiği bulunan Neanderthal nüfusa kayıtlı olmadığından bu Femur’un soyadı yok.. Amerika’daki Lawrence Berkeley National Laboratuvarı uzmanı Dr. Edward Rubin bu kemiği kaynatıp, çıkan sudaki genleri taramış.. DNA’daki 4.3 milyar yapıtaşından 900 bin küsurunu tarayıp bu sonucu bulmuş.. İnsan ile Neanderthal çiftleşti, günümüzdeki tür ortaya çıktı.. Ocağınız batsın.. O yapıtaşlarından biri olup Neanderthal’den insana geçen FOXP2 geni sayesinde de konuşmayı öğrenmişiz.. Bu olsa olsa boş konuşma genidir.. Araştırmalarımı sürdürüyorum.. İnsanlığı katır gibi tarif eden antropologlarla mücadelem sürecek.. Unutmayalım.. “Hacı dayının katırı.. Her yerde sayılır hatırı..” Pek bilimsel olmadı ama.. Alıntı: *** *tna -
bir çok fikrimiz farklı, olaylara bakışımız farklı, bazen sana çok kızdım ama herşeye rağmen sen sevdiğim birisin. bu forumun kültürel seviyesi en yüksek üyelerinden birisi sensin. farklarımız zenginliğimizdir diye düşünüyorum o yüzden sizi tanmaktan ötürü mutlu olduğumu bilmenizi istiyorum.
-
*** İNSAN İLİŞKİLERİNDE İNANCIM Seninle aramda benim için önemli olan ve sürdürmek istediğim bir ilişki var. Bununla beraber, her ikimiz de kendine özgü gereksinimlere sahip ve bu gereksinimleri karşılama hakkı olan farklı kişileriz... Gereksinimlerini karşılarken bir sorunla karşılaştığında, sorununu kabul edici bir tutumla dinleyeceğim ve böylelikle senin, benim çözümlerime güvenmek yerine kendi çözümlerini geliştirmene yardımcı olacağım. Ayrıca, kendi inançlarını seçme ve kendi değerlerini geliştirme hakkına saygı gösterip bunların benimkilerden farklı olabileceğini kabul edeceğim. Diğer taraftan, senin bir davranışın benim kendi gereksinimlerimi karşılamak için yapmam gerekenlere ters düşerse, açıkça ve dürüstçe davranışının beni nasıl etkilediğini söyleyip, senin de benim gereksinim ve duygularıma yeterince saygı duyacağına ve bence kabul edilmez olan davranışını değiştirmeye çalışacağına inanıyorum. Benim de bir davranışım senin için kabul edilmez olduğunda senin de açıkça ve dürüstçe bunu söyleyeceğini ve bana bu davranışımı değiştirmeye çalışmam için fırsat vereceğini umuyorum. Her ikimizin de diğerinin gereksinimini karşılamak için değişemeyeceğini farkettiğimiz durumlarda, bir çatışma içinde olduğumuzu kabul edip, bu çatışmaları çözmeye çalışalım. Bunu yaparken de diğer kişinin kaybetmesi pahasına kazanmak için güç ya da otorite kullanmamaya karar verelim. Senin gereksinimlerine saygı duyuyorum ama kendi gereksinimlerime de saygı duymam gerekir. Dolayısıyla her zaman her ikimiz için de kabul edilebilir bir çözüm bulmaya çalışalım. Böylece senin gereksinimlerin de karşılanır benimkiler de; kimse kaybetmez, herkes kazanır. Bu yolda hem sen gereksinimlerini karşılayıp kişi olarak gelişmeye devam edersin hem de ben. Böylece sağlıklı bir ilişki içinde her ikimiz de olabileceğimiz kişiler olma çabamızı sürdürürüz. İlişkimiz karşılıklı saygı, sevgi ve barış havası içinde devam eder. *tna ***
-
İLERİCİLİK, GERİCİLİK, ATATÜRKÇÜLÜK Türkiye'de son günlerdeki kavram kargaşası bilerek yaratılıyor. Demokratik ve laik rejimi değiştirmek isteyenler önce iktidara geliyor. Sonra bunlar dış merkezleri etkiliyor. Rejimin temellerini sarsıcı demeçler böylece dıştan da gelmeye başlıyor. Bir süre sonra örgütlenme ve finansman tamamlanıyor: Dıştan parasal destek alan ve zaten bu yola baş koydukları için başkaca desteğe gereksinme duymayan iç çevreler ile İçerden beslenen ve siyasal niyetleri açısından zaten beslenmeye gerek duymayan dış çevreler birlikte bir koro halinde Rejimin temellerini laik ve demokratik düzenden dinci düzene kaydıracak Ve Türkiye'yi zayıflatacak kavram kargaşasını yaratıyorlar. Son zamanlarda ilericilik ve gericilik kavramlarını tersine çevirmek ve Atatürkçülüğü (siz buna isterseniz Kemalizm de diyebilirsiniz) bu tersine çevrilmiş kavramlarla yargılamak pek moda oldu. İlericilik nedir? Gerici kimdir? Atatürkçülük nedir? * * * İlericilik, Gericilik birkaç farklı ölçüte göre tanımlanabilir: 1-İnsanoğlunun tarihsel gelişim sürecine göre. 2-Üretim ilişkilerine göre. 3-Tüketim ve paylaşım ilişkilerine göre. 4-Siyasal rejimlere göre. * * * 1-İnsanoğlu tarihsel gelişim sürecinde, toplayıcılıktan avcılığa, avcılıktan tarıma, tarımdan endüstriye, endüstriden bilişime doğru yol almaktadır. Bu çizgiye uygun bir değişmeyi amaçlayan ilerici, onu durdurmaya veya tersine çevirmeye çalışan gericidir. 2-Üretim ilişkileri, ilkel, köleci, feodal, kapitalist, sosyalist olabilir. Her bir üretim ilişkisini ileri götürmek isteyen ilerici, Durdurmak veya geri döndürmek isteyen gericidir. 3-Tüketim ve paylaşım ilişkileri, gelir ve servet dağılımını adil olmayan bir biçimde merkezileştiren,sosyal adaleti bozan, veya bunun tersine, fırsat eşitliğini sağlayan, sosyal adalete uygun olan bir yapıda olabilir. Gelir ve servet adaletinin bozulmasından yana olanlara gerici, Fırsat eşitliğinden, sosyal adaletten yana olanlara ilerici denir. 4-Siyasal rejimler, temel hak ve özgürlükleri güvenceye alan laik ve demokratik ilkelere dayalı veya, çeşitli gerekçelerle temel hak ve özgürlükleri askıya alan anti-demokratik uygulamalara dayalı olabilir. Demokratik ve laik rejimlerden yana olanlar ilerici, Anti-demokratik rejimlerden yana olanlar gericidir. Atatürkçülük (veya Kemalizm) felsefi, tarihsel ve siyasal olarak üç ayrı ölçüte göre tanımlanabilir. 1-Felsefi olarak Atatürkçülük, tek kelimeyle akılcılıktır. Akılcılık, tanım gereği Aydınlanmayı,bilimselliği ve çağdaşlığı da içerir. 2-Tarihsel olarak Atatürkçülük, Bağımsızlık Savaşını ve Atatürk Devrimlerini, Sevr'den Lozan'a, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçişi, Din-tarım toplumundan endüstri toplumuna ve ulus devlete dönüşümü içerir. 3-Siyasal olarak Atatürkçülük, emperyalizm karşıtlığını, ulusal bağımsızlığı, Laik ve demokratik düzeni ve çağdaş dünyanın bir parçası olmayı içerir. * * * Bu yazı çerçevesinde açıklanmaya çalışılan ilkeler, ölçütler ve tanımlar bağlamında, ilericiliğin hangi ölçütünü kullanırsanız kullanın, Atatürkçülüğün tanımını hangi biçimde yaparsanız yapın, Atatürkçü olan ilerici, Atatürk'e karşı çıkan gericidir. Alıntı: AYDINLANMA 27.11.2006 (www.kongar.org) *tna
-
AKP Teslimiyetçiliğe mi Gidecek? AKP iktidarı, Irak savaşı için Ecevit Hükümeti'ne güvenemeyen ABD'nin desteğiyle kurulmuştu. Kurulur kurulmaz da, AB yoluna baş koyduğunu ilan etmişti. Sonradan, Irak savaşı için Güney sınırımızdan geçiş izni vermeyince, yani 1 Mart tezkeresini reddedince, ABD ile arası bozuldu. Arkadan ABD askerlerinin bizim askerlerimizin başlarına çuval geçirerek esir almaları olayı yaşandı. ABD ile ilişkiler iyice bozuldu. Bu arada Türkiye'deki Amerikan düşmanlığı dünyadaki en üst düzeye çıktı. AKP iktidarının AB ile ilişkileri de beklendiği gibi gelişmedi. Özellikle türban konusunda AKP, AB'den beklediği desteği bulamadı. AB, Kıbrıs Rum Yönetimi'nin bağımsız devlet olarak tanınmasını önkoşul olarak dayatınca, üyelik müzakereleri dahil bütün ilişkiler krize girdi. Dolayısıyla, AKP, iktidara gelirken sahip olduğu ABD ve AB desteklerini yitirmiş görünüyor. Oysa Cumhurbaşkanlığı seçimi de genel seçimler de geldi, kapıya dayandı. Ülke içinde yolsuzluk ve yağmacılık dolayısıyla zayıflayan AKP, bu seçimler için AB ve ABD'den destek mi arıyor? Eğer böyle bir desteğin peşinde ise, teslimiyetçiliğinin sınırları nereye kadar genişleyecek? ALINTI: GÜNCEL, 11 Aralık 2006 ( www.kongar.org )