Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

GeceKuşu

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

GeceKuşu tarafından postalanan herşey

  1. OLUMSUZ DAVRANIŞLARA CEZASIZ NASIL ENGEL OLABİLİRİZ? A- ÇOCUK DAVRANIŞI YAPMADAN EVVEL: 1) Önleyici açıklama: Beklentilerinizi önceden konuşarak davranıştan önce açıklayın: Sorun sırasında verilmek istenen eğitim genelikle etkili olmaz. Örneğin; (Sana sokakta bir şey isteme demedim mi?) diyerek; OLAY SIRASINDA KIZACAĞINIZA, ÖNCEDEN ÖNLEM ALIN. • ( Sokağa çıktığımızda bir şeyin alınması için ağladığın zaman çok sinirleniyorum. O zaman seninle çıkmak artık keyif olmuyor. Sokakta benden bir şey isteme, anlaştık mı?) • Salonun her zaman temiz olmasını istiyorum. Oyuncaklarını oraya getirdiğin zaman çok dağınık oluyor, misafir geldiğinde de mahcup oluyorum. Nasıl yapsak dersin? • Kazaklarımın temiz olması benim için çok önemli. Bir de aradığım zaman dolabımda bulmalıyım. Bu konuya dikkat edersen arada bir alabilirsin. 2) Çevreyi değiştirme: Çocuğa kızmamak için önceden tedbir alın: Sorun yokken veya sorun çıkmadan önce önlem alıp beklentilerin açıklanması soruna engel olur. Örneğin; Çocuk akşamları zor yemek yiyorsa (o saatte yorgun olabilir) yemek yemiyor diye kızacağınıza, yemek saatini daha öne alabilir, veya çocuğa daha önce yemek verebilirsiniz. Akşam geç saatte sofrada düzgün yemek yemek küçük çocuklar için çok zordur. ( Çabuk tabağındakini bitir. ) diyerek; OLAY SIRASINDA KIZACAĞINIZA, ÇEVREYİ DEĞİŞTİRİN, Yemeği önce yememiz iyi oldu. İstersen sonra sofrada bizimle oturabilirsin. Bazı sorunlara çevreyi değiştirerek çözüm bulabiliriz. • Küçük kardeş büyüğü ders saatlerinde rahatsız ediyorsa, büyüğün ders yaptığı saatte küçüğe özel bir oyalayıcı bulmak (komşuya küçükle gitmek, alışverişi küçükle birlikte o saate bırakmak, o saatte verilmek üzere küçüğe özel boya, kağıt, yuvarlak uçlu makas vermek, küçüğü mutfakta anneye yardıma çağırıp eğlenmesi için bir iki kapta mercimek, kuru fasulye vermek, gibi). • Çocuğun özellikle yiyemediği bir yemek (örneğin ıspanak) varsa, bir müddet o yemek için zorlamamak, veya değişik bir şekilde sunmak (ıspanak böreği, ıspanak dolması gibi). • Annenin dağınıklığı görüp de sinirlenmemesi için oturma odasında bir oyun köşesi hazırlaması (bir evvelki oyuncak örneği için). • Annenin kızının dolabına yazılı ikaz asması veya kazakları beraberce kullanmaları (bir önceki kazak sorununda) 3) Örnek olma: Anne-baba çocuğundan beklediği davranışlara önce kendi örnek olmalıdır. • Ben sana küfür etme demedim mi, geri zekâlı, diyen anne herhalde pek inandırıcı olmaz. • Niye kardeşine vuruyorsun? Gel bakalım buraya, uzat elini... deyip vuran baba da inandırıcı olmaz. Dolayısıyla anne-baba çocuklarından bekledikleri davranışlara öncelikle kendileri örnek olmalıdırlar. Çocuklar öğrendiklerinin çok büyük bir kısmını taklit ederek öğrenirler. Örneğin, anne-baba düzenli olmaya önem veriyorsa, kendi evinde düzenli olmalı, dakikliğe önem veriyorsa, kendi dakik olmalı, sözünü tutmaya önem veriyorsa, kendi sözünü daima tutmalıdır. 4) Çocuğun iyi alışkanlıklar geliştirmesine yardımcı olmak: Çocuklar kendilerinden beklenen davranışların neler olduğunu ve nasıl yapılacağını büyük çoğunlukla bilemezler. Odanı topla dediğimiz çocuk, küçük yaşta nasıl toplayacağını bilemez. • Odan çok dağılmış, gel beraber toplayalım, bak kitapları şu rafa kaldıralım, arabalarını da şu tarafa yerleştirelim, şu köşe de kutulu oyunların yeri olsun, diyerek bir iki kere beraber yapmasına yardımcı olmak çocuğa neyi nasıl yapacağını gösterir ve çocukta bir alışkanlık başlangıcı olur. • Ders alışkanlığı: Çocuk okuldan gelince, Gel, elimizi, yüzümüzü yıkayalım, sana kahvaltını hazırladım, sonra derse oturursun diyerek yol gösteren anne; çocuk ders yaparken gerekiyorsa kısa bir müddet için (burada kısa bir müddet çok önemlidir, yoksa çocukta sürekli anne yanındayken ders yapma alışkanlığı gelişir) dersi nasıl yapacağını göstermek. • Üst baş alışkanlığı: Gel gömleğini pantolonunun içine sokalım, burnunu da silelim, ne güzel çocuk oldun şimdi... • Temizlik alışkanlığı: Yemeğe oturmadan eller yıkanmalı.. Gel beraber elimizi yıkayalım. Ellerimiz ne güzel oldu değil mi? Ve bütün bunlarda en önemli unsur, TAKDİR, TAKDİR, TAKDİR. Beğendiğiniz her güzel, olumlu davranışı takdir etmek, onun tekrar edilmesi için vazgeçilmez bir etkendir. Bugün ben hatırlatmadan elini yüzünü yıkayıp derse oturdun. Öyle memnun oldum ki. Artık büyük çocuk olduğunu anladım. Bu sefer kazağımı çok temiz kullanmışsın, hem de yerine koydun. Çok hoşuma gitti. Odanı çok güzel toplamışsın, neredeyse tanıyamayacaktım. Bu yöntemler çocuğa kızmamak, cezalandırmamak için önceden alınabilecek tedbirler, önlemlerdir. Eğitimin inandırıcı olması için önce kendimiz uygulamalıyız. Çocuklar öğrendiklerinin büyük bir kısmını taklitle öğrenirler _“Bana bu şekilde konuşma demedim mi ukala! Kendini ne zannediyorsun?” _(Ama siz de bana öyle konuşuyorsunuz?..) _(“Sana kaç kere kardeşine vurma dedim.”) _(Ama sen de bana vuruyorsun.) *tna
  2. GeceKuşu şurada cevap verdi: azadi başlık Dini Konular - Din - Dinler
    İleime yanıt olarak gönderdiğiniz yazınızı okuduktan sonra sizin sadece kendi inandıklarınızı karşınızdaki insanların yorum ve düşüncelerine karşı son derece saygıdan uzak bir üslupla dayatmacı yaklaşımlar içinde olduğunuzu düşünüyorum... İlk yazımı yazarken ön kabulümde iyi niyetli olabileceğinizi düşünmeme karşın öyle olmadığınızı "Yukardaki saçma kişisel yorumlarla değil." ifadeniz açıkça ortaya koyuyor... Ayrıca yaptığınız alıntıda da görüldüğü gibi kendi çarpıtmalarınıza temel oluşturmak için Koyu olarak belirginleştirdiğim satırı eksik olarak alıntılayıp bir bütünlüğün anlamını ortadan kaldırmaya çalışarak kendi mantığınızın doğruluğuna temel oluşturmaya çalışıyorsunuz... Siz burada futbol maçı yaptığınızı düşünerek bu tür çeşitli taktikler uygulamak isteyebilirsiniz ama sizin dışınızdakilerin bilgi paylaşımı içinde olduklarını hiç olmazsa arada hatırlamaya çalışın... Üstelik bu yaklaşımlarınız size "algılama derecesi son derece düşük bir insan" görünümü veriyor... eğer öyle değilseniz anladığınız halde "Siz bana demirin ortaçağda gökten indirildiğinin bilindiğini söylemeye mi çalışıyorsunuz?" diye çarpıtabiliyorsanız o zaman son derece tehlikeli bizleri yanlışlara yönlendirmeye çalışan biri olmalısınız... Her iki durumda da artık sizin yazılarınızın takip ederek bir şeyler öğrenilemeyeceğini çünkü kendinizi ve düşüncelerinizi önemli olarak görüp sadece kendinizi pazarlama kaygısı içinde olduğunuzu düşünüyorum... Karşınızdakilerle tepişmek, laf çatışması yaratmak yerine diyalog içinde olmayı ve onun yararlarını göz ardı etmemelisiniz... Bence bu sefer kendini haklı çıkarmak ve düşüncelerimi nasıl dayatırım kaygılarından uzak kalarak yazımı tekrar okumalısınız... Eğer Karşımdaki ne yazmış ne anlatmak istiyor gibi iyi niyetli bir çabayla okuyabilirseniz Orada "Hz. Muhammed’in yaşadığı çağın ortaçağ olduğunu kolaylıkla anlayabiliyoruz..."cümlesinin geçtiğini devamında o çağda insanların yaşadıkları çevrede yapmış oldukları yüz yıllarca süren gözlemlerinin artık olgunlaştığı bugünkü bilimsel veriler olmasa da bir çok şeyin nedeninin açıklana bildiği yıllardır...” ifadesiyle birleştirirseniz " demirin İlk çağlardan buyana ortaçağda da uzaydan geldiğinin bilindiği " anlamının çıkacağını her normal zekâya sahip insan gibi sizde kavrayabilirsiniz... Evet, ben böyle düşünüyorum, siz kuranı referans alarak (indirildiğini) düşünebilirsiniz, buna bir itirazım yok bu sizin kabullenme tercihinizdir… Bende insanoğlunun yüz yıllarca süren gözlemlerini bilimin onayladığı andan itibaren bu bilimsel yaklaşımın doğruluğunu kabul ediyorum. Özetle bilimin söylediklerini kelime oyunları yaparak (indirildi) tesbitini yapmanızı ardından kuranı referans göstererek dayatmalarda bulunmanızı doğru bulmadığımı anlatmaya çalışıyorum... Ben nasıl size görüşlerimin sizden farklı olduğunu, konunun birde bu yönden ele alınması gerektiğini dayatmacı olmadan, saygıdan uzak olmayan bir üslupla ifade edebiliyorsam, sizde bunu becerebilmeli ya da bunun için çaba harcamalısınız… *** Bence "Tüm bunlarla beraber hakkımdaki telaşeli yorumlarınızı sadece pas geçiyorum..!" diyerek ileri derecede miyop camlarla okumaya çalıştığınız yazıdaki o yorumları anlamaya çalışarak harcayın enerjinizi.... Aşağıda alıntıladığım tekrarları yukarıda özetlemeye çalıştığım bu bakış açısıyla okursanız... Belki o zaman kendinize ve çevrenize olabilecek yararlarınız artabilir... *** Artık size daha fazla bir şeylerde yazmak istemiyorum... Cevabınızında yine yeni çarpıtmalarla dolu yaklaşımlar içerisinde olacağını bildiğim için hiçte merak etmiyorum... *tna
  3. GeceKuşu şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Yazdığından anladığım kadarıyla yazmayacağını belirtiyorsun... Yanlız yazmasanda bölüme girip okuyacak olman ve (okuduklarının arasında yanıtlaman yada açılmasına gerek duyduğun noktalarda ) sesiz kalmak konusunda kendini böylesine bağlayıcı bir yaklaşımla sınırlamış olman üzerinde nasıl bir etki yaratacak düşünmek bile istemiyorum... Herhalde yaşayacak ve denemiş olacaksın ama olumlu sonuçlar yaratmayacağınıda bilmen gerekiyor... Belkide bu şekilde kafaca rahat huzurlu olacağını düşünüyor olabilirsin...Belkide kendi açından haklı da olabilirsin...Ama ne olursa olsun özgürce düşünmek,ve bu görüş ve düşüncelerini gerçek yaşamda konuşabilmek,sanalda ise yaza bilmek asla vazgeçilmemesi, ne olursa olsun bu hakkımızın sonuna kadar savunulması gereken elimizdeki en önemli değerlerden biri ve sosyal ,çağdaş bir insanın göstermesi gereken bir duruş olduğunu düşünüyorum... seni böylesine kıran bir yaklaşımın ne olduğunu tahmin edebiliyorum...Aslında kırılganlığın yerine onun bu davranışının nedeninin onunda kırgılıkları olduğunu ve bu durumunun onda ( bir kaç aydır çevresinde ona değer veren insanları kırarak ) tepki göstermesine neden olduğunu gözlemlemiş olsaydın ...Sanırım kendini geri çekmek gibi bir karar almazdın... *** Burada var olma nedenlerimden birisi elbetteki senin ve diğer tüm forumdaşlarımın var olmaları...Ancak ne senin inancın ve senden farklı olduğum için eleştirilerimin olması benim var oluş ve yaratılış nedenim olamaz...Bence o cümlende belkide içinde bulunduğun ruh halin nedeniyle amacını aşmışsın...O nedenle o cümleni önemsemiyorum... Ayrıca bende yam yamın belirttiği gibi "(Benim ve birkaç arkadaşım hakkında söylediğin olumlu düşüncelerin için ayrıca teşekkürler)imi gönderiyorum... Birbirimize gerçekten değer verdiysek, önemsediysek,insani değerlerimiz ve duygularımızla kabullendiysek zaten uzaklarda kalamayıp, bu yerde ve bir yerlerde yine bulaşacağımıza eminim... O nedenle bu gibi durumlarda gitme kal gibi benim için anlam ifade etmeyecek yaklaşımlarda bulunmak istemiyorum... İfade etmeye çalıştığın iyi niyetli duygularının karşılıksız olmadığını belirtmek istiyor... Sevgi ve selamlarımı yolluyorum... *tna
  4. GeceKuşu şurada cevap verdi: azadi başlık Dini Konular - Din - Dinler
    TARİHİN BAŞLANGICI ve ÇAĞLAR M.Ö. 3200 yılında yazının bulunuşu ile o dönemlerin insanları hakkında bilgilerimiz hızla artmıştır . Bilim adamları da insanlık tarihini yazılı yazısız belgelere göre incelemektedirler . Bunun için yazının bulunuşuna kadar geçen döneme tarih öncesi devirler , yazının bulunuşundan sonraki döneme de tarih devirleri adı verilmiştir . Yazı, Mezopotamya'da Sümer şehir devletleri zamanında ( M.Ö. 3200 ) bulunmuştur . Tarih bilgilerimize hız kazandırmıştır . Bu nedenle yazının bulunuşu tarihçiler tarafından tarihin başlangıcı olarak kabul edilir. Şu an Lascaux, Fransa'da bulunan mağara duvarındaki bu resim M.Ö. 13.000 yıl önce yapılmıştır. İlkçağlardaki avcılar, duvarlara hayvan resimleri çizdiklerinde başarılı bir av geçirmek için sihirli güçlere sahip olacaklarına inanıyorlardı. Tarih öncesi devirler Tarih öncesi devirler , Taş ve Maden devri olmak üzere ikiye ayrılır . Taş devrinde insanlar yaptıkarı aletlerde malzeme olarak taş kullanmışlardır . Maden Devrinde de buldukları madenlerden araç yapımında faydalanmışlardır . Yontma Taş Devri Bu dönemde insanlar mağaralarda ve ağaç kovuklarında barınıyorladı . Yiyeceklerini avcılık ve toplayıcılıkla elde ediyorlardı ; çünkü henüz hiçbirşey üretmeyi bilmiyorlardı . Bu dönemdee yurdumuz Türkiye ‘de de insanların yaşadığını buluntulardan anlıyoruz . Buna en belirgin örnek ; Antalya yakınlarındaki Karain Mağarası ‘dır . Bu dönem insanlar çevrelerinde bol bulunan taştan el baltaları ile kesici kazıyıcı ve delici aletler yapmışlardır . Mağara duvarlarını hayvan resimleri ile süslediler . Devrin sonlarına doğru ateşi buldular . Ateş insanların soğuktan ve vahşi hayvanlardan korunmasını sağladı . Ateş ile yiyeceklerini de pişirip yemeye başladılar . Cilalı Taş Devri Bu devirde insanlar evler yapıp köyler kurdular . Ekip biçmeyi öğrendiler , yani üretici oldular . Topraktan çanak çömlek yapıp bunları ateşte pişirerek daha dayanıklı ve kullanışlı hale getirdiler .Bazı hayvanları evcilleştirdiler . Yurdumuzda Burdur yakınlarında Hacılar Köyü ‘nde , Konya yakınlarında Çatalhöyük te yapılan kazılarda Cilalı Taş Devrine ait buluntular elde edilmiştir . Maden Devri İnsanlar bu devirde doğada çok bulunan ve kolay işlenen bakır madenini kullandılar . Sonraları , bakır ve kalayın karışımyla tunç elde edildi . Tunçtan yapılan aletler bakırdan yapılan aletlerden daha sert ve dayanıklı oldu . Maden devrinin sonlarına doğru insanlar demir madenini kullandılar . **** Yukarıdaki şemaya bakığımızda hz. muhammedin yaşadığı çağın ortçağ olduğunu kolaylıkla anlayabiliyoruz... O çağda insanların yüz yıllarca süren yaşadıkları çevrede yapmış oldukları gözlemlerin artık olgunlaştığı bügünkü bilimsel veriler olmasada bir çok şeyin nedeninin açıklana bildiği yıllardır... Üstelik yazının bulunuşuda yukarıdaki bilgiler çerçevesinde M.Ö.3200 yıllara kadar inmektedir... Yani o güne kadar kulaktan kulağa aktarılan gözlem ve deneyimler mağaralarda resim olmaktan çıkıp yazıyada dönüşmeye başlamıştır... Ayırıca daha da geriler gidersek maden devrinin sonuna doğru insan oğlu "yaşasın demiride bulduk!" dememişlerdir herhalde...Büyük olasılıkla Demirin uzaya dağılması ile dünyaya gelişi sırasında insan oğlu bu doğa olayınıda gözlemlemiş ve (onu kullanmasını da öğrenerek) bu bilgileri ortaçağa kadar taşınmasına da yardımcı olmuştur... Yani evrenin, dünyanın,doğanın ve insanın anlaması ve yorumlaması ile ilgili gerçekler sizin iddia etiğiniz gibi kehanetlerle değil milayarlarca yıl öncesinden bu yana biliniyordu... Ve günümüzün bilimsel gerçekleri kuranda yazıyor diye değil yüzyıllarca insan oğlunun gözlem,araştırma, deneyimleri sonucunda günümüze kadar ulaşmıştır... işte yazıyor... "Herşey ortada değil mi, bunca gerçeklere hala birileri göz yumuyor," gibi bir yaklaşımı kimseye dayatamazsınız... Ne kadar iyi niyetli olursanız olun...Peşin kabullerinizle edindiğiniz inançlarınızı bizlere bilimsel verilerle ispatlama şaşkınlığı ve dayatmacılığından vazgeçmelisiniz... Bunun ardından, böyle absürt dinsel inançlarınızı tartışmaya açtığınız için size gelen eleştirel yanıtlardan sonra kalkıpta işte inancıma saygı duyulmuyor...küfür var gibi anlamsız yakınmalar yapmamalısınız... Hem kendiniz gereksiz ve anlamsız tartışmalar yaratıp ardından, işinize gelmeyen yanıtlar geldiğinde ve sıkıştığınızı anladığınızda bu şekilde feryatlarla kaçak güreşmenizin anlamı olmuyor çünkü... *tna
  5. Aslında söylenecek çok şey var... Belkide haklısın... Ben ganimet durumuna düşsem ne olur, bana köle/cariye muamelesi yapılmasını istermiyim? Belkide bu soruların yanıtlarını verebilmek bile yeterli aslında ... *tna
  6. İkinizede bana göstermiş olduğunuz yakınlığa ve bazı görüşelerime katılıyor olmanızdan dolayı teşekkür ediyorum... Her iklinizinde anlaşılır dili, düzeyli üslubu, tutarlı olmaya çalışan davranışlarınızla, bilgiyi önemsiyerek yapmaya özen gösterdiğiniz tartışmalarınızı, yazılarınızı ilgiyle takip ediyor ve yararlanmaya çalışıyorum... ikinizede sevgi ve selamlarımı yolluyorum... *tna
  7. "anlayana!!" demişsinde 'halilim'...Ancak ben biraz anlamakta zorluk çeken biri olarak sormak zorundayım... Şimdi Nasreddin hoca ben mi oluyorum...Yoksa zatıaliniz mi?... *** "müslüman rahip nasıl oluyor bana bir açıklayıversen " ... "Aman Ya Rabbi ne çelişki " diyerek,Gülüp dil çıkararak sorduğunuz rahip benzetmesine, anlayışı kıt bir kişi olsamda yinede kendimce kavrayabildiğim kadarıyla bir açıklama getirmek istiyorum... Galiba hanımefendi rahip benzetmesini yaparak yanlış adreslerden öğrenme çabası içerisinde olduğunuzu, bu nedenle "nasıl bir inanç sahibi olduğunuzu da cümle aleme göstermiş olmanızı" hoş görmemiz gerektiğini anlatmaya çalışıyor... Rahipten müslümanlık öğrenilemiyeceğine göre galiba "acilen bir yerlerden öğrenmelisiniz..." ifademe oda katılarak doğru kaynaklardan öğrenme çabası göstermeniz gerektiği konusunda bana hak veriyor... *** Bu arada ilk alıntınızdaki yazarın iki yüzlülükleri sergilemesi açısından yazısını bize katkı sağlamasına yardımcı olduğunuz için teşekkürler...Ama aynı çerçevede yazmasına karşın ikincinin başta sizin gösterdiğiniz ve eleştirdiğim tavrınızı taşıdığı için ona ve size hala katılamadığımı ifade etmem gerekiyor... Eğer beni hoş görürseniz; bu kez de size insanlara kişisel ön yargılarla değil de objektif olarak bakmayı acilen bir yerlerden öğrenmelisiniz diye hatırlatmak istiyorum... *tna
  8. Değerli 'sardunyam'... Yazdıklarının hiç birine itirazım yok... Ve bu belirttiğin çerçevede algılayarak ifadelerini destekler mahiyette farklı bir açıdan ele alarak görüşlerimi yazdım... " Bir not iliştirmiş olduğumu düşünmenizi isterdim " diyorsun...Zaten bende farklı bir şey düşünmedim ki... "sayın gecekuşu." diye bir hitap kullanıyorsun...Bence çok resmi ve soğuk duruyor... Gerçekten siz kadınları anlamak oldukca zor... Neden bu kadar çabuk kırılgan davranıp ve ifadelerimizde bir eleştiri olduğunu kabul ediyorsunuz... Şimdi bu yazdıklarıma da senden zehir zemberek bir yanıt geleceğinden korkmuyor değilim hani.. Neyse daha fazla uzatıp, daha da hata yapabilme ihtimalini yaratmamalıyım... Çünkü;artık nerede ve neye kırılacağını algılayamaz oldum... Konuyu değiştirmeyede çalışırsak... Yapmış olduğun ve bundan sonra yapacağın katkılarının, bir annenin gözü ve tecrübeleriyle bakış açımızı dahada açacağını biliyorum... O nedenle sana sonsuz teşekkürlerimi sunuyor... Seninle birlikte diğer bayan forumdaşlarımızın katkılarının devamını diliyorum... Ben çok resmi olacağını düşündüğüm için sana sayın demiyeceğim... Sevgiler selamlar değerli arkadaşım... *tna
  9. 330 OLUMSUZ DAVRANIŞLARA ENGEL OLMAK Olumsuz davranışlara CEZA Vermek Ceza, bir davranışın tekrar edilmemesi için uygulanan üzüntü, acı verici bir yöntem… (dayak, cezaya verme, odaya kapatma, mahrum etme) Veya çocuktan alınan bir haktır… (harçlığını kesme, arkadaşlarıyla görüşmesine engel olma gibi). Ceza, çocuk istenmeyen davranışta bulunduğu zaman uygulanır veya uygulanacağı tehdidinde bulunulur. Karnende kırık not olursa eve gelme. Bir daha öğretmenden şikayet duyarsam harçlığını keseceğim. Ceza, çocukta korku yaratır. Çocuk davranışı (yapmaması gerektiğini anladığından) yapmak istemediğinden değil de cezadan korktuğu için yapmaz. Bir daha ellersen, bu sefer kötü döveceğim. Ancak, ceza da ödül gibi zamanla etkisini kaybeder. Çocuk cezaya alışır, istenmeyen davranışı devam eder. Geçen yıl ders çalışmayınca TV seyretmesine engel oluyordum. Bu yıl TV ilgisi bitti. Kompütere merak saldı. Ona da engel olamam ya. Bu sefer kompüter için ders çalışmıyor. Çocuk cezadan kaçabilmek için yalan söyler: Kötü not alınca arkadaşlarıyla hafta sonu buluşmasına engel oluyoruz. Bu sefer kursa gideceğine arkadaşlarıyla buluştuğunu öğrendik. Ne yapacağımızı şaşırdık... Ödül gibi, ceza ile yönetilen disiplinde de, anne-baba cezayı sürekli değiştirmek, yenilemek zorundadır. Harçlığını kesiyorum. Bu sefer gidip anneannesinden para istiyormuş... Ne ceza vereceğimi şaşırdım? Eskiden bir güzel döverdim. Şimdi büyüdü. Bu yaşta oğlana nasıl vurayım? Peki, ceza vermezsek ne yapabiliriz? Çocuğu istediğimiz davranışa nasıl yönlendirebiliriz, diyeceksiniz. Gelin, önce yine kendimize dönük bir hatırlama alıştırması yapalım: Çocukluğunuzda yapmış olduğunuz bir davranıştan dolayı cezalandırıldığınız bir olayı hatırlıyor musun?. _ Kim, nasıl cezalandırdı? ... ( Neler hissettiniz? ) _ Sizi cezalandıran kişiye karşı neler duydunuz?...( Cezalandırılan davranışı tekrar etmek istediniz mi, veya ne yaptınız? ) Annelerle bu konuda yaptığımız söyleşilerden alınan bazı yanıtlar şöyle olmuştur: ( " O kadar kızmıştım ki, hatırlıyorum, tekrar yapacağım, muhakkak yapacağım, veya onları çok kızdıracak başka bir şey yapmam lazım diye planlar kuruyordum.") ( " Kardeşimle oynamadığım için annem beni çok kötü cezalandırdı, iki gün bahçeye inmeme engel oldu. O kadar içerlemiştim ki, gidip annemin en sevdiği kolyesini sakladım. Uzun süre aradı. Kaybettiğini sanıyordu...") ( " Haklılar diye düşünüyordum o zamanlar. Ben kötü bir kızım, cezalandırılmayı hakettim. Hiçbir şeye hakkım yok, ölsem daha iyi.") Ceza ile yönetilen disiplin şekillerinde genellikle çocuk tarafından hissedilen, yaşanan duygular kızgınlık, nefret, intikam, karşı koyma, suçluluk, güvensizlik, kendine acıma gibi olumsuz duygulardır. Ceza ile yürütülen eğitim zamanla işlevini kaybeder, zira çocuk yaptığına pişman olacağına ve suçunu telafi etmesini öğreneceğine, intikam hayallerine yönelir. Çocuğun düşündüğü odak konu artık işlenen suç veya olumsuz davranışın neticeleri değil, cezanın getirdiği duygulardır. Dolayısı ile, ceza vererek çocuğun kendi olumsuz davranışıyla yüzleşmesine, davranışının neticelerini düşünmesine engel olmaktayız. Sevgi ve ilgi ile yürütülen bir anne-çocuk ilişkisinde cezanın yeri yoktur, ancak çocuk olumsuz davranışının sonuçlarını yaşar. Örneğin, bir çok ikaza rağmen duvara çizmeye, boya sürmeye devam eden çocuğa boyaları silmesi gösterilir ve istenir. Silmezse boyaları bir süre elinden alınabilir. Veya ikazlara rağmen dersini yapmayan çocuğun kötü not alıp olumsuz sonuç ve duygularını yaşamasına bir kere müsaade edilir. Ancak, buraya varmadan evvel, yapılacak farklı yaklaşımlar vardır. Bu yaklaşımları toplu olarak ele almadan önce, bu konuda yaratıcı fikir ve düşünceleri ele alalım: 1) Çocuğunuz bütün ikazlarınıza rağmen oyuncaklarını sürekli oturma odasına getirerek oynuyor, sonra da orada unutuyor. Siz de odayı sürekli toplamak zorunda kalıyorsunuz. Bu olay pek tabii günde 5-6 kere tekrarlanınca iyice kızmaya başladınız. Aklınıza ilk gelen şey oyuncakları ortadan kaldırmak. _ ( Ama ondan önce neler yapabilirsiniz? ) ….... _ Oturma odası daha büyük ve aydınlık olduğu için çocuğun orada oynamak istediğini anladım. Ona bir köşede bir kilim hazırladım. Oyuncaklarını kilimin üzerine koyuyoruz, orada oynuyor. Misafirim geleceği zaman da kilimi olduğu gibi toparlayıp odasına götürüyorum. O şekilde anlaştık… _ Öğlen uykusuna kadar oturma odasında oynamasına müsaade ediyorum. Uykuya yatmadan önce büyük bir sepete oyuncakları topluyoruz. Odasına götürüyoruz. Öğleden sonra zaten çıktığımız için sorun olmuyor… _ Yemek masasının üzerine uzun bir örtü serdim, altında evcilik oynuyor, ben de oyuncakları görmüyorum… *** 2) Kızınız ise sormadan dolabınızdan kazaklarını alıp giyiyor, sonra da ya aradığınız zaman bulamıyorsunuz veya bulduğunuzda lekeli, kirlenmiş oluyor. Bu durum pek tabii sizi çok kızdırıyor. Kaç kere ikaz ettiğiniz halde yine tekrarladı. _ ( Cezadan evvel ne yapardınız? ) … ... _ Kızımın dolabına çok görülür bir şekilde renkli kalemlerle lütfen kazaklarımı temiz kullan ve bitirince yerine koy diye bir kağıt astım. Çok hoşuna gitti. O zamandan beri dikkat ediyor. _ Başa çıkamayınca, ben de onun kazaklarını kullanmaya başladım. Böylece benim de giysi çeşidim arttı. Yalnız temiz kullanmak konusunda karşılıklı anlaşmaya vardık. *** Aslında insan biraz düşünür ve bir hal çaresi bulmaya gerçekten zaman ayırırsa beklenilmedik, yaratıcı ve güzel yöntemler çıkabiliyor... Bütün bu yanıtlarda iyi niyet ve önceden tedbir var, değil mi? Keşke bütün sorunlarımıza önceden tedbir alarak ve planlayarak engel olabilseydik... *** Ancak bütün iyi niyetimize rağmen, soruna engel olabilecek ne vaktimiz, ne de enerjimiz kalmadığı zamanlar ceza yerine kullanılabilecek birkaç yöntemi incelediğimiz kitabın ilgili bölümlerinden aktararak ele alacağız… Bunları, 1-çocuk davranışı yapmadan evvel, 2-sorun olan davranış sırasında 3-ve sorun olan davranıştan sonra olmak üzere üç bölümde inceleyeceğiz. *tna
  10. 312 OLUMSUZ DAVRANIŞLARA ENGEL OLMAK Doğru davranışları ÖDÜLLENDİRME Ödül, bir davranışın yapılması için verilen haz, keyif verici bir maddi olanak…(para, nediye, yiyecek, çiklet, çikolata gibi) veya bir haktır…(gezmeye götürmek, TV, video seyretmek, arkadaşıyla oynaması, bahçeye inmek, gibi). Çocuğun istenen, beklenen davranışı yapması için genellikle önceden söz verilir. Çocuk davranışı yapar ve ödülünü hak eder. Ancak, ödül zamanla çocukta bağımlılık yaratır. Çocuk ödülü almak için istenilen davranışta bulunur, gerçekten davranışı yapması gerektiğine inandığı için değil. Bugün dersimi çalışırsam bana istediğim oyuncağı alacaksın değil mi? Sürekli ödül almaya alışık çocuk maddiyatçı olur, her yaptığı davranışa bir karşılık bekler: Bugün ıspanak yersem tatlı var mı? Bugün Aslı ile kavga etmezsem bana ne alacaksın? Zamanla ödül çekiciliğini ve etkisini kaybettiğinden, anne-baba onu değiştirmek, daha etkili bir ödül bulmak zorundadırlar. Ödül, küçük çocuklarda iyi davranış alışkanlıkları geliştirmek için ve ölçülü olarak kullanılmalıdır. Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, ödülle beraber anne-babanın davranışı açık bir dille takdir etmesi ne kadar beğendiğini belirtmesi, anne-babanın sevincini dile getirmesi ve dolayısıyla beklenen ve yapılan olumlu davranışı teşvik etmesidir. _ Bugün ben söylemeden derse oturup çalıştığına çok sevindim. O çok beğendiğin kalem kutusunu alacağım. Bundan sonra hep ben söylemeden derse oturacağına güveniyorum. Çocuk eğitiminde takdir ve teşvik ödülden daha önemlidir. Zira zamanla ödülün etkisi kaybolur, ancak çocuk annesinin takdirini duymak için o davranışı tekrarlar. Dolayısıyla ödül başlangıçta ve ölçülü olarak kullanılmalı, davranışın devamında artık yerini takdir, olumlu duygular ve teşvike bırakmalıdır. Siz de çocukluğunuzda (veya son zamanlarda) size söylenmiş bir takdir sözünü hatırlıyor musunuz? - Hangi davranışınızdı? …Kim takdir etti? - Neler hissettiniz?...Sizi takdir eden kişiye karşı neler duydunuz? - Takdir edilen davranışı tekrar etmek istediniz mi? Genellikle yanıtlar, takdirin ne güçlü bir davranış tekrarlatıcı etken olduğunu, gösterir… _ Bugün ne güzelsin diye karşılanan kaçımız, o gün giydiklerini bir daha giymek istemez… Veya saçını o gün taradığı gibi taramaz? _ Akşam sofrada Yemek çok güzel olmuş sözleri kaçımızın yorgunluğunu almaz? Daha güzel yemekler yapmaya teşvik etmez? _ Bu işi çok iyi başarmışsın, seninle gururlanıyorum sözleri hangimizi yüreklendirmez; daha iyi çalışmaya sevketmez? _ Bir takdir dolu bakış, bir gülümseme bile bazen bütün bir günü mutlu kılmaya yeterlidir, değil mi? Evet, aslında takdir, anne-babanın çocuğuna verebileceği en büyük ödüldür. Ancak takdirin yeri mutlaka ödülün yanındadır. Takdirsiz bir ödül, bazen çocuk için anlamsız olur, çocuk hangi olumlu davranışı için ödüllendirildiğini bilemez ve dolayısıyla ödül de eğitsel etkisini kaybeder. Bu nedenle, ödülü verirken hangi davranışı için çocuğun bu ödülü hak ettiğini açık bir dille belirtmek ve davranışını takdir etmek çok önemlidir. *tna
  11. 292 OLUMSUZ DAVRANIŞLARA ENGEL OLMAK HEP KABUL MU EDECEĞİM? Şimdiye kadar hep kendimizi ve çocuğumuzu kabul etmekten söz ettik. Sevginin temel taşının kabul duygusu olduğunu her ne kadar anlamışsak da, bu kendimizi veya çocuğumuzu sadece kabul edeceğiz, hiç eğitmeyeceğiz anlamına gelmez... Çocuğumuzun beğenmediğimiz davranışlarını değiştirmesine yardımcı olmak, yol göstermek, ona yeni davranışlar öğretmek en doğal ve beklenir görevimizdir. Ancak, bu bölümdeki konumuz nelerin öğretilip, nelerin öğretilmemesi üzerindeki değer tartışması değildir. Her ailenin kendi inanç ve değerleri, önem verdiği davranış şekilleri ve eğitim görüşü vardır. Bunları da çocuklarına geçirmesi çok doğaldır. Konumuz bu değer ve davranışların geçerli olup olmadığı, doğru-yanlış değerler tartışması değildir. Konu, bu değerlerin, davranış tarzlarının nasıl öğretildiğidir. Yani, ne öğretileceği değil, nasıl öğretileceği… Anne ve babanın, çocuğun beğenilmeyen, hoş görülmeyen davranışlarına nasıl tepki gösterdikleri, onu nasıl değiştirmeye yöneldikleri veya ona istenilen, beğenilen davranışları nasıl öğrettikleridir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, çoğunluğumuz anne-babalığı kendi evlerinde gördükleri tarzdan öğrenir. Genellikle gösterilen tepkiler, olumsuz davranışa olumsuz yaklaşımlardır: • Neden kardeşine vuruyorsun bakiyim..? • Seni kaka çocuk seni. • Bir daha dokunursan ellerine cız yaparım. • Allah canını alsın. • Bir daha böyle yaparsan seni sevmem. Git benim çocuğum değilsin. • Madem ders yapmıyorsun, bu akşam TV yok. • Şimdi bir tane vurayım da gör (vurur). • Ben sana öyle yapma demedim mi? Kaç kere söyleyeceğim. Genellikle anne-baba yukarıda örneklenen davranışların gerekçelerini şöyle izah eder: Ben öyle yapmamaya kararlıydım, ama laf dinlemiyor... Başka nasıl durdurabilirim ki? Yapma oğlum diyorum, yine yapıyor... Ancak ceza verdiğim zaman yapmıyor. Böylece kısa sürede etkili oluyorum. Güzellikle anlatmak istiyorum, dinlemiyor. Başka nasıl disiplin sağlayabilirim ki? Doğru, cezayla, tehditle, dayakla, kızıp bağırarak olumsuz davranışa kısa sürede ve o an engel olunabilir. Çocuk korkar, siner, istenmeyen davranışı o an yapmaz, biz de kısa sürede amacımıza erişmiş oluruz, ama o anlık... Ardından genellikle aşağıdaki sonuçlar ve yakınmalar ortaya çıkıverir… _ Ne yapsam fayda etmedi.. Cezaya verdim, dövdüm, bağırdım, tehdit ettim, yine yapıyor, yine yapıyor, yine yapıyor... _ Bir türlü derse oturtamıyorum. TV seyretmesine engel oldum, öğretmenine söyledim, harçlığını kestim, hiçbir şey fayda etmedi.. _ Bahçeye inersen ellerini kırarım, dedim. Ben varken inmiyor, ama evde olmadığım gün hemen bahçeye... Birçok kişi disiplini ceza ile eş anlamda kullanır. Disiplin sanki çocuğa büyüğün istediğini yaptırtmaktır. _ Ben otur demeden derse oturmuyor. Onu derse oturtmak için sürekli ikaz etmek gerek. Başında durmazsam yapmıyor. Bu tür yaklaşımlarda çocuğun kural ve davranışlara uyması diğer bir büyük (aile ferdi) tarafından çeşitli uyarmalar, ödül ve cezalarla kontrol edilir. Böylelikle uygulamada disiplini uygulayan aile ferdi evde sürekli kontrol eden bir kişi (polis) rolüne girer. _ Gözün üstünde olmalı. Hele kız çocuğunu gözden kaçırırsan sonra kulağını çekersin. Ne yaptığını, nereye gittiğini bilmem lazım. _ Ben evde olmayınca saat 12’lerde yatıyor... Anne-baba sürekli tetikte, sürekli kontrol durumunda, aleste beklemektedir. _ Eve gelir gelmez elini yüzünü yıkayıp derse oturmasını istiyorum. Ben olmazsam yapmıyor. Ondan mecburen işimi bırakıp Emre’nin eve geldiği saatte evde olmaya çalışıyorum. _ Peşinden koşmazsam banyo yapmak istemiyor. Bu nedenle sürekli kavgalarımız var. Bu tür disiplinde, çocuğu kontrol için genellikle ödül ve ceza sistemine başvurulur. _ Bir gün kendi kendine eşyalarını topladığını görmedim. En nihayet harçlığını kesiyorum… _ Kırık not getirirsen hafta sonu evden çıkmak yok. Disiplin ve otorite çocuk üzerine sanki (anne-baba, aile büyüğü, abla, abi) gibi yalnız bir büyük tarafından zorlanması gereken bir kuvvettir. *tna
  12. Bence yazarın "Sanat"kelimesiyle anlatmak istediği...Televizyonlarda izlediğimiz sanatçılar değil... Elebetteki o anlamda bir çoğumuz sanatçı değil... Orada gerekli eğitim, kavrama ve becerilerimizle kazanabileceğimiz, yapabileceğimiz etkili örnek davranışları öğrenebilme sanatından söz edilmeye çalışılıyor... Diğer tesbitlerinize bende katılıyorum.... Bahsi geçen çocuk eğitmeni, okuduğu kitaplardaki teorik bilgilerle yaşamın pratiğindeki gerçeklerle yüz yüze geldiğinde nasıl bocaladığını anlatmaya çalışmış...Ama sanıyorum ki, kitap okuyarak yada eğitimini alarak edindiği teorik bilgilerin anne baba olmak sanatını öğrenme aşamasında (Yani çocuk sahibi olduktan sonra) oldukca fazla yararını görmüştür ki zaten anlatmaya çalıştığıda bu... Çünkü ele aldığımız bu kitapta da aynı şeyler ifade ediliyor... Öyle sanıyorum ki, o eğitmenin eğitimi aşamasında göz ardı ettiği ama anne olma aşamasında bu gerçeklerle yüz yüze geldiğinde anne olma sanatını öğrenmiş olmalı... Elbetteki dedikleri gerçek, çünkü o aşamada kitaplarla çocuklar değil anne baba olmaya çalışanlar o kitapları okuyarak kendilerini eğitirler... Öyle sanıyorum ki bu bölümü takip edenlere doğru mesajları, kelimelerin tek başına ifade ettikleri kavramlar yerine tamamını okuduktan sonra konunun bütününde anlatılmak istenenleri ele alarak verebiliriz... Çünkü, bu bölümdeki konumuz nelerin öğretilip, nelerin öğretilmemesi üzerindeki değer tartışması değildir. Her ailenin kendi inanç ve değerleri, önem verdiği davranış şekilleri ve eğitim görüşü vardır. Bunları da çocuklarına geçirmesi çok doğaldır. Konumuz bu değer ve davranışların geçerli olup olmadığı, doğru-yanlış değerler tartışması değildir. Konu, bu değerlerin, davranış tarzlarının nasıl öğretildiğidir. Yani, ne öğretileceği değil, nasıl öğretileceği… Anne ve babanın, çocuğun beğenilmeyen, hoş görülmeyen davranışlarına nasıl tepki gösterdikleri, onu nasıl değiştirmeye yöneldikleri veya ona istenilen, beğenilen davranışları nasıl öğrettikleridir... *** Kitabın ele aldığı konu üzerinde görüşlerimizi ifade ederken geldiğimiz bu noktada, Konunun dahada açılımı için kitaptan yapacağımız alıntılarla devam etmemizde yarar var.... *tna
  13. 280 Çocukların gelişme sürecinde gösterebilecekleri doğal davranışlar 3-6 YAŞLARDAKİ ÇEŞİTLİ GELİŞME AŞAMALARI Her çocuğun kalıtsal ve çevresel verileri farklıdır. Ancak, bir çocuğun büyümesini yakından izlemek ve sorunlarını zaman geçirmeden saptamak için büyüme ile ilgili ölçütlere gerek vardır. Çocuğun gelişmesinde görülen genel standartlardan sapma ya da farklılıklar, çocuk açısından mutlak daha iyi ya da daha kötü olarak nitelendirilmelidir. Çocuğun çeşitli alanlardaki gelişmesi kendi bünyesi içinde bile birbirinden ayrı zamanlarda hızlanıp, yavaşlayabilir. Hangi yaşta olursa olsun, her çocuğun kendine özgü bir büyüme ve gelişme biçimi, gelişme temposu vardır. Her çocuktaki ortalama gelişme ve davranış aşamaları şunlardır: 3 yaşında: • Büyük kasları gelişmiştir; koşar, tırmanır, hızla hareket edebilir.Koşmayı yürümeye tercih eder. Üç buçuk yaşında sık sık tökezlenip düşer. • Biraz savruk da olsa, kendi kendini besleyebilir; giyinir, düğmelerini açabilir,fermuarını çeker; kolay giyilebilir cinsten ayakkabıları kendi kendine giyebilir ancak bağlayamaz, tokasını takamaz. • Çamur, kum ve kille oynar, şekiller yoğurur. Çember ve artı işaretlerini çizebilir. • Nesnelerin isimlerini bilir; basit cümleler kurar; çeşitli tekerlemeleri ve tekrarlı şarkıları ezberler ve söyler. Sözden anlar, derdini anlatabilir. • Çok meraklıdır. Çok soru sorar. Ne? Nerede? Ne zaman? en sık sorduğu sorulardandır. Her şeyi öğrenmek ister. • Herhangi bir faaliyette kendini ancak 10–15 dakika meşgul edebilir, dikkat süresi kısadır. Hoşuna giden faaliyetlerde daha uzun süre kalabilir. • İki ayağını yerden keserek zıplayabilir, merdiven çıkar, tırmanır, topu havaya atar; kısa mesafeye şut atabilir, toprak ve kumu kazar, kaydıraktan kayar. Müziğin temposuna ve ritmine uyarak hoplar, zıplar dans eder. • Yaptığı el işlerinin, karalamalarının bir yere asılmasında, onlara önem verilmesinden hoşlanır. • Ufak tefek işlerde büyüklere yardımcı olabilir ancak tek başına, Ekmek almak gibi sorumluluklar yüklenemez; dikkati çabuk dağılır; oyuna dalar. • Tek başına oynamaktan, bir ya da iki arkadaşla oynamaya geçiş yapabilir. • Paylaşma alışkanlığını geliştirir, arkadaşlarıyla anlaşmaya başlar. • Kendi başına oynarken oyun arkadaşları düşleyip onlarla konuşur böylece sıkıntılarından kurtulur. • Yaşıtlarını veya yetişkinleri sürekli taklit eder, onların davranışlarını ve sözlerini tekrarlar; insanları sever ve onlarla ilgilenir. • Doğa ve dünya ilgisini çeker. Hayvanlarla ilgili masal ve hikâyelerden hoşlanır. Sevdiği masalları ve olayları tekrar tekrar anlattırır. 4 yaşında: • Fazla yardım görmeden elbiselerini kendi kendine giyebilir, elini yüzünü yıkayabilir, yemeğini dökmeden kendisi yiyebilir, suyunu kendisi koyabilir; tuvalete kendi başına gider, ancak annesine veya başka büyüğe haber verir, orada biri olsun ister. • Çok hareketli oynar; bir yerden diğerine hızla gider, gelir; yaptığı her işte hız ve hareket vardır; hareketsiz duramaz. • Üç tekerlekli bisiklete kolayca binebilir. Top atar, atılan topu kucağında tutar; tahta bloklar, kutularla yapılar kurar, bunları oyununda kullanır. • Resimlerini özenle çizmeye çalışır, ancak yetişkinler bu resimlerin ne olduğunu kolayca anlayamaz ve bir şeye benzetemezler. Küçük makasla düz bir hat üzerinde kâğıt kesmeye çalışır, kalem tutabilir, kâğıt katlar, bakarak veya hayal ederek harfleri yazmaya çabalar. • Çok konuşur, dili hiç durmaz; olayları abartarak anlatır, hayal ettiği olayları gerçekmiş gibi anlatır. Hayalinde yarattığı kişilerle konuşabilir. Anlamsız kelime dizelerinden kendi kendine tekerlemeler uydurur, söyler. • Yetişkinlerden duyduğu gördüğü iyi, kötü, her şeyi taklit eder. Dili bozuktur, küfür edip, kötü sözler söyleyebilir. Başkalarına isim takar, arkalarından bağırır. • Neden? Niçin? Nasıl gibi ayrıntılı açıklama isteyen sorular sorar. • Renkleri ayırt eder, adlarıyla tanır. • Dikkat süresi biraz daha uzar; bir yerde 15-20 dakikadan fazla kalırsa sıkılır. Sevdiği, ilgilendiği etkinliklerde daha uzun süre harcayabilir. Yaşıtlarıyla veya yetişkinlerle sözlü olarak kolayca anlaşır. Hem bedeniyle, hem, sözle saldırganlık yapabilir. Oyuncaklarını hor kullanır. • Toplum içinde bazen olumlu bazen olumsuz davranır. Arkadaşlarına kabadayılık taslar, gözdağı verip sürekli böbürlenir. Oyun kurallarına uymayı başarır, bazı kısıtlamaların nedenini anlamaya başlar ve uyum sağlar; yaşıtlarıyla grup oyunlarına katılır. • Masal dinlemeyi, kitaba bakmayı, kitabın sayfalarını çevirmeyi sever. 5 yaşında: • Bedenini becerikli, kontrollü biçimde yönetip kullanabilir. Oynadığı yerde uzun süre kalır. Bir oyun başlattığında, aynı oyunu birkaç gün sürdürür; oturmaktan hoşlanmaz; eğilip doğrularak, durmadan hareket ederek, çömelerek oynamayı yeğler. • Çizgilerle belirlediği bir şeklin içini boyar, kare ve üçgen çizebilir. Tahta kap ve bloklarla kat kat yapılar kurar; kesme ve yapıştırma işlerinden hoşlanır. • Hep konuşmak ister. Yetişkinler gibi uzun cümleler kurmaya çalışır, bilgisini arttırmak için sorular sorar, örneğin, Bu şey nasıl çalışır? Bu niçin böyledir? Şu nasıl kullanılır? gibi. Sözlü olarak ayrıntılı bilgi verir. Dilbilgisi kurallarına uygun konuşur, olayları ve masalları, konuların sırasını bozmadan anlatır; her şeyin neden ve niçiniyle ilgilenir. • Evcilik oyunlarında gerçek yaşamı yansıtan konuları işler, anne olur, yemek pişirir, ev süpürür vb. • Bir resme bakarak çizmeye, aynı şeyleri kendi kağıdına aktarmaya çalışır. • Söylemek istediğini, dile getirmeden önce düşünür sonra söyler. Hayalle gerçeği birbirinden ayırabilir. Gerçek olaylarla daha çok ilgilenir. • Bu yaşın en belirgin özelliklerinden biri toplumun isteklerine uygun davranmaktır. Günlük yaşamı canlı biçimde oyununa aktarır. Yöneltilmekten, eğitilip, öğretilmekten hoşlanır. Her şey için izin ister. Şunu yapabilir miyim? Arkadaşlarıma bir şey sorabilir miyim? gibi sorular sorar. • Grup oyunlarını diğerlerine yeğ tutar. İki-üç çocukla güzel oynar. Küçükleri korur. Oyunları şaka ve sürprizlerle doludur. Açık hava oyunlarında, ev içi oyunlarından daha başarılıdır. Dışarıda daha mutlu olur. • Yetişkinlerden veya kendinden küçüklerden çok, yaşıtlarıyla birlikte olmaktan hoşlanır. Çok yorulduğunda saldırgan davranır, ağlamaklı olur, kolayca ağlayabilir. • Müziğe uyarak oynar, yürür, ip atlamaya çalışır. İki tekerlekli bisiklete binmeye heves eder, üç tekerlekli bisiklete tercih eder. • Dikkatlidir. Kendi kendini eleştirir fakat kendine güveni de vardır. Söylenenlere inanır ve harfiyen uyar. Belleği çok güçlüdür. 6 yaşında: • Bedenen hayli hareketlidir, zaman zaman dengesini kaybeder, bir yerlere takılıp düşer. Yuvarlanmaktan, güreş etmekten, emeklemekten, yere uzanarak oynamaktan, yere uzanıp okumaktan hoşlanır. • Yerde top zıplatabilir, istediği yere top atıp atılan topu tutabilir. Toprak ve kumla oynamayı, çukur kazmayı sever. • Tahta parçaları, kutular veya bloklarla işlevsel yapılar kurar, başka oyuncakları bu yapıların içinde yürütür, onları garaj, ev, bahçe v.b. olarak kullanabilir. • Küçük kasları oldukça gelişmiş olduğundan, diğer yaşlara oranla elişlerinde daha beceriklidir. Kesip yapıştırır, boya yapar, resim yapar, tüm araç ve gereçleri iyi kullanır. Erkek çocuklar topla, kızlar iple oynamayı sever. • Harfleri yazmaya çalışır, bazılarını ters yazar; bazı çocuklar ad ve soyadlarına ek olarak birkaç kelime daha yazabilirler. • Başkalarına kötü sözler söylemek, onları terslemek, onlarla tartışmak isim takmak, arkalarından bağırmak gibi olumsuz huylar edinebilir. Bu yaşlarda özellikle erkek çocuklarda, dil tutukluğu veya kekemelik görülebilir. • Bedensel gelişme yavaşlamıştır. Göz bozuklukları görülebilir, yakın görmekte güçlük çeken çocuklar çoğunluktadır. Süt dişleri değişmeye başlar. • Bencil ve kavgacı olabilir. Bir şeye kızdığı zaman onun sorumlusu olarak annesini görür ve hıncını ondan almaya çalışır. İstekleri hiç bitmez. İstekleri, çoğunlukla ille de o anda olmasını istediği şeylerdir. Her şeyin istediği anda ve istediği biçimde gerçekleştirilmesini bekler. Fırtınalı ve duygusal bir yaştır: • Her şeyin hepsini ister, paylaşmaktan kaçınır. Seçme yapamaz. Suçlanmak, eleştirilmek istemez, kendine verilen cezalara tepki gösterir. • Oyunlarda ve ilgi alanlarında, kız ve erkek çocuklar arasında farklılık izlenir. Her ikisi de sürekli, yeni şeyleri denemek ister; yeni oyunlar yaratır ve uygular; birçok hayali rollere girer. Grup oyunlarından çok hoşlanır. • Bazı sorumluluklar yüklenir, söylenenleri dikkatle dinler, dikkat süresi uzar. Kendisiyle gerçek nitelikte eğitim uygulamaları yapılacak bir çağa gelmiştir. Bu yaşta bazı çocuklar okula başlayabilir ve başarılı olabilirler (özellikle kız çocuklar). *tna
  14. Sevgili sedat; Ben seni yada başkalarını taraf olarak görmüyorum ki; Bizleri tarf olarak değil, bu forumda yazışan doğru olduğuna inandıkları kendi görüşlerini, düşüncelerini, inançlarını ifade etmeye çalışan insanlar olarak, hatta kendime özel yaklaşımımla forumdaşlarım olarak görüyorum... Senden bir şey rica etmek istiyorum... Lütfen beni; "Hata yapmamaya özen göstermeye çalışan ama bir insan olarak her zaman mükemmele ulaşamayacağımı bilerek... Herkese verebilecek yanıtımın olamayabileceğini düşünerek... Benim dışında oluşan, genelin dışında kalarak iki kişinin arasında oluşan diyaloglarda sessiz kalmak zorunda kalabileceğimi... Herkese laf yetiştirmek gibi bir misyonum olmadığını kabul ederek " değerlendir... Ayrıca bunu seninle daha öncede konuşmuştuk forumu okadar hızlı da takip edemiyorum... Okuyup takip etmeye çalıştıklarımın dışında okuyamadığım ve ilgi alanıma girmeyen bir çok yazıda var... O nedenle;yapabileceklerimin ötesinde beklentiler sende de olacağı gibi...omuzlayamayacağım birer yük olarak üzerimde kalır... *** O arkadaşa yazmış olduğum yazıyı, herzaman olduğu gibi onu bir taraf olarak gördüğüm için değil yaklaşımlarında geneli ilgilendiren olumsuzluklar gördüğüm için yazdım... Bunu, inançlara ilişkin olarak değerlendirmen hata olur...Kaldı ki senin müslümanlığı kabul ediyor olman, inançlarını savunman ve ona verdiğin değeri vurgulaman beni hiçte rahatsız etmiyor... Bu forumdaki yazışmalarını ve başlıklarını takip ettiğim arkadaşlar arasında sen neden inanıyorsun kötüsün diye bir diyaloğomuzda olmadı...İnanışlarında farklılıklar olan arkadaşlarım arasında bir kaç kişi hariç kimsenin dayatmalar içinde olmadığını, sadece açılan konularda görüş farklılıklarını yazdıklarını gözlemledim... Ama bu arkadaşın saplantılarının farklı, amacının insanları yanlışlara ve düşmanlıklara sürüklemek, diyalogtan uzak bir bakış açısı olduğunu gördüğüm ve benide bağladığı için yazdım... Çünkü o; beni, seni ve diğer arkadaşlarımız arasındaki ilişkiyi bozmak istiyordu... "Bunlardan arkadaşınız olsa ne olacak" ifadesini kullanarak yaptığı yaklaşım, inasanlar arasındaki anlaşma zeminini ortadan kaldıracak çok tehlikeli bir yaklaşım... Birilerini düşman görmeliyiz ki fikir düzeyindeki tartışmalar ortadan kalksın... Birbirlerini anlamaktan uzak insanların kavgaları başlasın... *** Bu arada yazının son bölümünde belirtmeye çalıştığın konuda merak ettiklerini özeline göndereceğim... O yazdıklarını okuduğumda algıladıklarım hakkında fazla detaya girip ne seni, nede; " yanılıyorsun şurda şunu yazmıştım diyerek" bir başkasını incitmek istemiyorum ve işte bak ben bunları da yapmıştım demenin bana yakışmayacağını düşünüyorum... *** Bana göstermiş olduğun iltifatların ve taktir duyguların karşılıksız değil... Bende senin çentilmen, iyi niyetli,tutarlı olmaya çalışan,samimi inanışlarını dile getiren kişiliğini önemseyerek seni takip ediyor ve sana değer veriyorum...Elbetteki seninle aynı görüşleri paylaşmadığım noktalarda ikimizi yada geneli ilgilendiren bir durum varsa karşı görüş ve düşüncelerimi iletmeye çalışıyorum... Farklı ve katılamakta zorluk çektiğim görüşlerin de olsa deneyim ve bilgi birikimini bizlerle paylaşıyor olmanı görüşlerine çoğunlukla katıldığım diğer arkadaşlarımı önemsediğim kadar çok önemsiyorum... Ve anlaşamdığımız yada hiç anlaşamayacağımız noktalarda olsa bu diyaloğun kopması beni üzer... ( O nedenle de o arkadaşa beni ve geneli ilgilendirdiği için tepki duydum...) Ve yine bu nedenle sanalda da olsa seni, forumdaşım, yurttaşım, en önemlisi bir insan olarak önemsiyor, seviyor ve değer veriyorum... Özetle Bende ; "Hani sevgiden saygıdan ve önyargısızlıktan bahsettik o bakımdan.." ifadesinde anlatmak istediğin anlamda değişen hiç bir şey yok...Ve yukarıdaki satır aralarında bu cümlen üzerine vermeye çalıştığım bir çok yanıt var... o satır aralarını daha iyi ve olumlu yönlerimi de değerlendirerek beni anlamaya çalışmanı rica ediyorum senden... sevgiler... *tna
  15. Evet kardeş Dediğin gibi sana ait doğruların merkezinde yalnızca sen varsın... Senin gibi olmayanlar... senin gibi düşünmeyenler... Senin düşündüklerini daha doğru düşüncelerle çürütenler... seni çok ama çok olumsuz etkilemiş... öylesine kötü etkilenmişsinki herkesin senin gibi yaşamın gerçekleriyle yüzleşince tokat yemiş gibi olacağını sanıyorsun... İçinde yaşattığın psikolojik sapma, sıkıntı ve acılar artık seni de aşmış senin gibi düşündüğünü kabul ettiğin tüm insanlara... Kaçın ...tartışmayın... onları sevmeyin...kendi dünyanıza ve içinize kapanık yaşayın feryatları ediyorsun... Ama bilemediğin çok önemli yaşamsal değerler var... Birincisi sevgi ikinciside bilgi... Sevgini ve bilgilerini paylaşamadıktan sonra senin insan olarak hangi değerlerin bu ikisinden mahrum ayakta kalacak.?... Tabiki senin at gözlüğü ile baktığın yaşamda tek doğrun dogmalarınla sabitlenmiş aklında varsa yoksa inancın... Sen inanıyorsun ya diğerleri yetersiz... sen inanıyorsun ya diğerleri bilgisiz... sen inanıyorsun ya diğerleri kötü ...cahil.... sen inanıyorsun ya...senin gibi olmayanlar kafir... Hem biliyorsun önemli olan bu dünyadan öte ...öbür dünya... Üstelik sınavdasın... Sınavdan çakmamak için... inancına ters düşen gerçeklerden ve onu dile getirenlerden uzak durmak lazım... Yazık...Yazık ki ne yazık... Demek Kendi inancı ve doğrularına böylesine saplanan bir insan kendisi gibi düşünmeyen insanları... inancına saygısız... Değer vermez olarak görmek gibi bir saplantı içine girebiliyor... Neyse içini rahat tut... Bizler cehennemde yanarken sen bize cennetinden el sallayıp gördünüzmü bak diyebilirsin... O gün gelene kadar...Geçiyordum uğradım diyen allahın sevgili kuluna, kendi gibi dostlarıyla yapacakları monolog tartışmalarında ve içine düştüğü alacakaranlık dünyasında el yordamıyla yaşama çabalarında başarılar....
  16. sevgili arkadaşım; Sizin ifade etmeye çalıştığınız gibi...Ayetin tamamı ele alınarak tarafımdan yapılan bir yorum yok... Ve ayetin yazılarda yer almasının nedeni... içeriğinde yer alan “Allah’ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri..” satırı... Yine konunun içerisinde kimlerle evlenebiliri değil ganimet kavramı artışılıyor... Ayrıca bunu ifade eden ileti sayısı birden fazla... ve anlatılmak istenen her bir iletide sırasıyla le alınmış durumda.... Aslında anlatılmak istenenlerle söylenilenler arasında bir fark yok... Tek fark sizin anladığınızı bizimde anlamadığımızı kabul etmeniz... Sizin kesin kabul bizlerinse eleştirel gözle değerendirmelerimiz... Sizin ne olursa olsun her şey allah kelamı olduğu için kayıtsız şartsız kabulunüz, bizlerinse yanlış gördüklerimizi,insani değerlerle örtüşmeyenleri eliştirmemiz söz konusu... Bizleri kuranın deyişiyle kafir görmenizin altında gerçekte bu neden yatıyor... Bir taraf bardağın boş diğer tarafta dolu tarafına bakarak görülüşlerini öne sürüyor... Sizler kendinizi inanan kabul ettiğiniz içinde... Kuranın içeriğine herkesin inanması ve asla eleştirilmesini istemediği için kullandığı dil,anlatım ve kabullenişlerle kendinin açmazlarına akıl yoluyla eleştiri getirenlere hitabı olan kafir tanımlamasını kullanıyorsunuz... Bu ön kabullerinizle sizin konuya bakışınızda elbetteki sizin açınızdan bir sakınca yok... Ama sizin ön kabullerle inandığınız bu değerler arasında yaşamın gerçekleriyle örtüşmeyen ve insani değerler açısından içinde sakınca bulunduran tarafları işaret eden, eleştirenleri kuranın gözlüğüyle bakarak bizleri okuduğunu anlamaz kabul ediyor... Hemde sanal alemden bakarak yazdıklarımız görüş ve inançlarınıza uymadığı için sosyal yaşamımızda nasıl bir insan olduğumuzu bile bilmeden kötü insanlar olarak kabul ediyor, kuran diliyle de, müşrik ve kafir yaftasını yapıştırıyorsunuz... Eğer inancınızın evrensel ve insanların yaşamını düzenlemek açısından iddialı olduğunu kabul ediyorsanız... İnanan yada inanmayan ayrımı yapmadan eleştirilere kulak vermek zorundasınız... Ama Kendinizi ve inancınızı tek doğru kabul eder Sadece inancınızın sizi götürdüğü mantıkla yaşamı ve insanların duruşlarını değerlendiririseniz elbetteki varacağınız nokta bundan ötesi olamayacatır... Konumuza dönersek; Ele alınan ganimet kavramında, insanlarında ganimete dahil edilmesini özetlediği için ayetin o satırır ele alınmıştır... Ve orada "“Allah’ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri..” ifadesi geçmektedir... Elinin altında bulunan ona ganimet olarak verilen cariyelerden söz edilmektedir... Tam bu noktada sizin Bu başlık altında son iletimi ele almanız gerekiyor... forum/index.php?s=&showtopic=68425&view=findpost&p=412921 Yani anlatmak istediğim şu; Benim yazdıklarımdan sadece bir kısmını ele alarak değerlendirme yapmanız bütünlüğün kavranmasına engel olacağı için eksik kalır... O zaman benimde ya evet sorulan sorulara yanıt verilmediği için onaylandığını... yada işine gelenlerin cevaplanıp işine gelmeyenlerin cevaplanmadığını düşünmek gibi bir hakkım doğar... o nedenle benim bu konudaki iletilerim ardı ardına bir bütünlük taşıdığı, hepsininin okunup değerlendirilerek ele alınması gerektiğini düşündüğüm için yazdıklarımın bir bölümünü değil tümünün anlatmak istediklerini değerlendirerek yorumlamanızı rica ediyorum sizden... Unutmayın ki konumuz savaşlardaki ganimet ve insanlar... Ben özetle bu yönüyle ele almaya çalıştığım konu üzerine son iletide de sedat' yönelttiğim yanıtsız kalan soruların cevaplanmasını istiyorum... Bunu inanan inanmayan gözlüğünü bir kenara bırakıp objektif ve vicdani ve insani değerleri öne çıkararak birer insan olarak cevaplamamız gerektiğine inanıyorum... *** Savaş ne kadar "özel bir durum" olursa olsun... yine empati yaparak düşünür ve vicdanlarımızı rahatlatacak yanıtları bulmaya çalışırsak... 1-Bu özel durumda sizin alenizden insanların; savaş sonrası ganimet olarak alınıp, onları esir edenler tarafından cariye olarak istenildiği gibi kullanılmaları durumunda neler hissedersiniz.? 2-"(...) Onların, kendi hayatlarını kendi hür iradeleri ile kurmaya hakları yok... çünkü Allah onları ganimet olarak verdi, bu yükümlülük Allah için doğrudur." diye mi düşünürsünüz.? 3-Savaşlarda ele geçirildikleri için ganimet olarak tanımlanmalarını hangi vicdan onaylayabilir..? 4-Hele böyle bir onayın Tanrı tarafından gelmesi mümkün müdür.? 5-Sizce hangi özel durum olursa olsun... insandan ganimet olur mu..? 6-Kadın da bir insansa, kadından ganimet olur mu ? *tna
  17. ÇOCUĞUNUZU KABUL EDİYOR MUSUNUZ ? Bazı çocukların davranışlarını kendimize benzedikleri için daha fazla kabul ederiz. Bazı anne-baba ise kendine benzemeyen çocukların davranışlarını daha kolay kabul ederler. İki veya daha fazla çocuklu anne-babalar çocuğun birinde kabul ettikleri bir davranışı diğerinde kabul etmediklerini gözleyebilirler. Bunun nedenleri farklıdır. Bazen, çocuğun ilk çocuk veya ikinci, Üçüncü çocuk oluşuna bağlı olabilir. İlk çocuklar genellikle daha katı kurallar, daha büyük beklentilerle büyütülür, ikinci çocukta anne-baba çocuk bakımı ve eğitimi konusunda artık daha deneyimli ve daha güvenli, dolayısıyla daha az endişeli ve daha rahattır. Çocuğun bazı davranışlarına daha az tepki gösterir. Kabul edip etmeme, çocuğun cinsiyetine de bağlı olabilir. Anne-baba genellikle çocuklarının oğlansa afacan, kızsa uslu olmasını ister, tersi olunca da tepki gösterirler. Ayrıca, çocuğu kabul edip etmeme ailenin değerleriyle de bağımlıdır. Bazı anne-baba uslu, ağırbaşlı çocukları daha çok sever, değer verir, bazısı ise yaramaz, gürültücü, afacan çocukları yeğler. Demek oluyor ki, anne-babanın çocuklarına tepkileri genellikle, çocuğun gerçek kişiliği ve yapısına göre değil de anne-babanın beklentilerine uyup uymadığına göre ortaya çıkabilir. Ancak, çocuk eğitiminde etkili olabilmek ve çocukla sağlıklı ilişkiler kurabilmek için ilk adım, çocuğu çocukluğuyla yani yaşının getirdiği doğal sınırlamalar ve yetersizliklerle kabul etmek, ona ileride olmasını düşlediğimiz yetişkinin veya kendimizin küçük bir kopyası olmadığından dolayı kızmamakla başlar. Beklentilerimizin oluşmasını sabır ve güvenle beklersek çocuğa da bu aşamaları yapması için daha sağlıklı bir ortam yaratmış oluruz. Zira çocuk, çocuktur. Neden onu şimdiden yetişkinler dünyasına ayak uydurmaya çalışıyor, ondan yaşından büyük davranışlar bekliyor Ve beklentilerimize uymadığı için de kızıp eleştiriyoruz? Kaçımız çocukluğunu tam anlamıyla çocuk gibi yaşadı? Kaçımıza daha çocukken hep büyük gibi davranması önerilmedi? Kaçımızın içindeki çocuk hala kıpırdıyor? Bırakalım bu çocukluk devresini doyasıya yaşasınlar, zaten yaşamlarının dörtte üçünü yetişkin olarak yaşamayacaklar mı? *** *** *** LÜTFEN Aşağıdaki ALIŞTIRMA yı yaparak...Düşüncelerinizi içtenlikle cevaplayın.: Kendinizi çocuğunuzun yerine koyarak evinize, çocuğun odasına, ev içi kurallara, ev içi yaşantınıza, anneye, babaya (yani kendinize) çocuğun gözleriyle bakmaya çalışın… Acaba evinizde çocuğun hayatı nasıl? ... Siz kendi çocuğunuz olsaydınız ne düşünürdünüz? … *** *** *** Birinci resimde duvara asılmış asık suratlı anne-baba resmi var… Çocuk bunu yerinden söküyor. İkinci resimde anne-baba çocuğuna olumlu cevap vererek; Aslında o çerçeveden hiç hoşlanmamıştım. Çocukta; Ben de! diyor… Anne-Baba rol çerçevesinden çıkıp insan-insana iletişim kurabiliriz!.. *tna
  18. "müslümanlığı ve insanlığı sizden öğrenecek değilim..." diyorsunuz... elbette haklı olabilirsiniz....Ama acilen bir yerlerden öğrenmelisiniz...
  19. 3-ÇOCUĞUN GELİŞME SÜRECİ İÇİNDE YAŞININ İCABI BAZI DAVRANIŞ, TEPKİ VE DUYGULARDA BULUNABİLECEĞİNİ BİLMEK Biz, yetişkin anne babaların genellikle yaptığı, çocuğu çocuk olarak değil de, hep ileriki büyük olarak görmek ve her yaptığını geleceğin çerçevesi içinde değerlendirerek duruma tepki göstermektir. Çocuğumuz (3 yaş) oyuncaklarını arkadaşlarıyla paylaşmak istemeyebilir. Bizim tüm ikazlarımıza rağmen, misafirliğe gelen çocuğa oyuncaklarını vermeyi kabul etmez. Bizde misafire karşı çok mahçup duruma düştüğümüzü, ayrıca çocuğumuzun çok bencil ve cimri bir çocuk olduğunu düşünerek çok üzülürüz. Ne yapacağımızı şaşırır. Hatta bir güzel azarlar ve elinden aldığımız birkaç oyuncağı onun tüm ağlamalarına rağmen misafir çocuğa veririz. Şimdi bu tür bir olayın bizim başımıza geldiğini düşünelim: Sabah gazetelerimizi almış tam okuyacakken kapı çalınıyor ve kapı komşumuz ziyarete geliyor. Benim gazetelerim henüz gelmedi. Seninkileri alıp okuyabilir miyim, birazdan getiririm. diyor. Acaba neler hissedersiniz? Gazeteleri hemen vermek ister misiniz? Hemen vermek istemediğiniz için kendinizi bencillik veya cimrilikle mi suçlarsınız? Şimdi, burada ne yaptık? Önce kendimizi çocuğun yerine koyarak duygularını anlamaya çalıştık. Yani, ben olsaydım, ne yapardım. Tam oynamaya hazırlanmışken, biri elimden oyuncağımı alsaydı, kızmaz mıydım? Kızardım ... Demek bu bencillik değil doğal bir duygu ... diye düşünebiliriz. İkinci yapabileceğimiz şey, çocuğun bazı davranışlarının yaşı icabı doğal olabileceğini bilmektir. Yukarıdaki örnekte, çocuğun oyuncaklarını paylaşmak istememesini ele alırsak, çocukların paylaşmasını henüz bilmedikleri, hiç istemedikleri hatta ikili oynamayı dahi bilmedikleri bir yaş devresi olduğunu bilmek belki de anne-babayı daha sabırlı ve hoşgörülü yapacaktır. Bu devrelerde çocukları, bilmedikleri, yapamayacakları bir davranışa zorlamak, yeni doğmuş bir bebeği yürümeye zorlamak gibi bir eğitim anlayışına benzer. Halbuki, bu davranışın çocuğun gelişim sürecinde doğal ve geçici olduğunu bilirsek, çocuğun davranışını kabul eder, onu beklentilerimiz yönünde değiştirmeye o sırada çalışmaz, biraz doğa ve zamana şans tanır, böylelikle evde sorunları azaltır, çocuğun da özbenliğini korumuş oluruz. Demek oluyor ki, ÇOCUK YETİŞKİN DEĞİLDİR yetişkin gibi düşünemez, davranamaz ama zamanı gelince öğrenir. Burada zamanı gelince terimi son derece önemlidir. Çocuğun gelişmesi sürecinde belirli davranışları yapabileceği, bazılarını da yapamayacağını bilmek belki de yanlış tepkilere ve aceleci eğitime engel olabilir. *tna
  20. 2-ÇOCUK AİLE BÜYÜĞÜNDEN FARKLI DUYUP, FARKLI ALGILAYIP, FARKLI DÜŞÜNEBİLİR Bunu kabul edebilmek gerçekten zorlayıcıdır. Ancak çocukların olaylara, biz büyükler gibi koşullanmış, eğitilmiş gözlerle olmayıp, yepyeni ve çocuksu bir bakışla baktıklarını, duygularının daha katıksız, daha yoğun olduğunu düşünmek biraz yardımcı olur mu? Veya, çocuğun farklı bir yapı veya bünyeye sahip olabileceğini kabul edebilmek? Şöyle ki, anne çabuk üşüyen, soğuğa dayanıksız bir bünyede ise; çocuğun da aynı bünyeye sahip olduğu kaçınılmaz bir koşul değildir. Bu nedenle, anne üşüdüğü için çocuğunu da aşırı giydirmesi hem çocuğun yapısına aykırı kötü bir alışkanlığa neden olur, çocuk en küçük bir hava değişikliğinde hemen üşütür, hem de evde sürekli tartışma konusu olur. Demek oluyor ki, çocuklar da anne-babanın bünyelerini, yapılarını, algılarını, duygularını ve düşüncelerini paylaşmayabilir. Zaten öyle olsaydı, dünya öylesine tekdüze ve durağan olurdu ki... Sizin de anneniz, babanızdan farklı bünye, algı, duygu tutum ve düşünceleriniz var mı? 1- Bünye-yapı, 2- Duygu, 3- Tutum, 4- Düşünce Annemden farklı; ... Babamdan farklı; ... Sonuçlar eğer farklı çıkmışsa, Anne veya babamızla kendi aramızda kabul edebildiğimiz bir farklılığı, Çocuğumuzla kendi aramızda da kabul edemez miyiz? Çocuğumuz bizden farklı olamaz mı? Sonuçlar eğer aynı çıkmışsa, Biz anne veya babamıza benzemiş olabiliriz. Ancak, bize benzemediği için bir çocuğu kabul etmemek veya eleştirmek haksızlık değil midir? Birini sevmem için bana benzemesi şart mı? *tna
  21. 1- KENDİNİ ÇOCUĞUN YERİNE KOYARAK DURUMU DEĞERLENDİRMEK Bu tabii ki kolay bir işlem değildir. Yani kendimizi çocuğun durumunda düşünmek, onun duygularını yaşamaya, olaya ve çevreye onun gözleriyle, yani onun algılarıyla bakmaya çalışmak. Bunu kavrayabilmek için, şu küçük alıştırmayı yapmaya çalışalım: Bir arkadaşınız, komşunuz, eşiniz veya anneniz ayakta dururken, siz yanında dizleriniz üstünde durun, yani başınız ayakta duran kişinin beline veya göğsüne gelecek şekilde çömelin. O kişiye bulunduğunuz seviyeden bakın, o kişi de size sertçe, kaşlarını çatarak, kollarını kavuşturarak yukarıdan baksın. Bu durumda o kişiye bir duygunuzu açıklamaya çalışın, örneğin: bu duruştan dizlerinizin ağrıdığını söyleyin, o kişi de size Hadi canım, sen de her şeyi abartırsın zaten desin. Ne hissedersiniz? .... (küçük, çaresiz, itilmiş, anlaşılmamış veya kırgınlık, içerleme, öfke, gibi...) İçinizden ne söylemek gelir?...(Sen yerime geç de gör.) İşte tam bu durumu anlatmak istiyoruz: Bir kişinin duygularını veya durumunu gerçekten anlayabilmek için onun yerine geçmek, kendini onun yerine koymak gerekir. Bu alıştırma kendini çocuğun yerine koyabilmenin fiziksel bir şekliydi. Pek tabii ki her olay karşısında aynı şekilde diz çökerek boy farkını yaşayacak değiliz. Ancak çocukların büyüklerle hep yukarıya bakarak konuştuğunu hiç düşündünüz mü? Siz de hep yukarıya bakarak biriyle konuşsaydınız ne hissedersiniz? Bu konuda bilinçienmiş kişilerin çocukla konuştukları zaman eğildiklerini, kendilerini çocuğun seviyesine indirerek veya çocuğu kucağına alıp onu kendi seviyesine çıkararak konuştuklarını görürüz. Bu da boy farkını ortadan kaldırmak, göz göze konuşmak ve çevreye çocuğun bakış açısı ile bakmaya çalışmanın bir yoludur. Dolayısıyla, çocukla ilgili bir sorun veya durumu çocukla birlikte değerlendirirken, olaya çocuğun bakış açısını anlamaya çalışarak yaklaşmak, yani kendimizi çocuğun yerine koyarak onun duygularını, düşüncelerini algılamaya yönelmek, sorunları halletmek açısından çok faydalı ve yardımcıdır. Gelin şimdi kendimizi çocuklarımızın yerine koyabileceğimiz bir durumu yaşayalım. Kendinizi çocuğunuzun veya çocuklarınızdan birinin yerine koymaya ve onun gözleriyle anneye veya babaya yani kendinize bakmaya çalışın. 1-2 dakikalık bir süre gerçekten çocuğunuz olduğunuzu düşünün. Onun yaşantısını, evdeki durumunu, konumunu, sizinle olan ilişkilerini onun gözleri ile algılamaya çalışın... Şimdi, çocuğunuzun ağzından anneye veya babaya (yani kendinize) bir mektup yazın. Bunu yaparken çok dürüst ve içten olmaya çalışın. Acaba çocuğunuz size neler söylemek isterdi? Anneye Mektup; ...Bu alıştırmayı yapmakta amacımız, anneyi ve babayı bir kere de çocuğun tarafına geçirip durumu onun gözleriyle değerlendirmesine yardımcı olmaktı. Bunu içtenlikle yaptınızsa, mektupta hoşlanacağınız şeyler olabileceği gibi, belki de hoşlanmayacağınız, sizde suçluluk, pişmanlık duyguları uyandıran durumlar, istekler bulunabilecektir. Ancak, çocuğunuzun ağzıyla yazmış olduğunuz bütün istekler, arzular aslında belki de çocuk için o kadar da gerçek ve güncel değildir. (Örneğin; Çocuğuna komşusu gibi güzel giysiler alamadığı için üzülen, kendini suçlayan anne-baba, çocuğunun aslında bunlara o kadar fazla değer vermediğini de bilmiyordur, yani çocuğun onlarsız da mutlu olabileceğini düşünemiyordur.) Bunlar kendinin kuruntusudur. Bunun gerçek ve güncel olup olmadığını ancak çocuğunuzla konuşarak anlayabilirsiniz, ona sorarak veya ona gerçekten bir mektup yazdırarak... Bazen bizim veremediğimizi sanarak kendimizi suçladığımız şeyler çocuk için o kadar önemli değildir. Ayrıca da, biz veremediğimizi sanıyorsak ta, çocuk aslında onu, başka şekilde veya dolaylı olarak alıyordur. (sevgi, yakınlık, şefkat, gibi...) (Örneğin: Çocuğunun sürekli yanında olarak şefkatini gösteremediğine üzülen anne, belki de sevgi ve şefkatini gözleri ve davranışlarıyla zaten gösteriyordur ve çocukta bundan memnundur...) Önemli olan nicelik değil, niteliktir. Bazı durumlarda, bizim vermek isteyip de veremediğimiz, çocuğun da almak isteyip de gerçekten alamadığı şeyler vardır. Örneğin: çalışan bir annenin çocuğuna daha fazla zaman ayırmak istemesi, çocuğun da aslında buna ihtiyaç duyması, gibi... Ancak, bazı istek ve arzuları karşılamak hayatta gerçekten imkânsızdır. Çalışan bir anne çalışmak zorunda olduğundan, evde oturan bir anne kadar çocuğuna fazla zaman ayıramaz. Burada önemli olan, istek ve arzu yerine getirilemese de, annenin onun farkında olup çocuğuyla bunu paylaşması (benimle daha çok birlikte olmak istediğini anlıyorum) ve yerine getirilemeyeni belki telafi edebilecek başka bir çare, veya durumu beraberce saptamaları... (örneğin: akşam eve gelince, çocukla beraber yarım saat kitap okumak, konuşmak gibi -tekrar nicelikli zaman değil de nitelikli zaman...-) kısacası çocukla diyalog kurmasıdır. Bütün bunlara rağmen de bazı istek ve arzular yerine getirilemez. Bu da hayatın koşullarıdır. Bu nedenle kendini sürekli suçlamak ne anneye fayda getirir, ne de çocuğa... Demek ki, önemli olan diyalogdur. Bu diyaloğu sağlamak ve evdeki sorunları azaltabilmek için hareket noktası da olaylara ve duruma zaman zaman karşı tarafın gözüyle, algılarıyla bakmak, kendini karşı tarafın yerine koymaktır. *tna
  22. BENİ KABUL EDİYOR MUSUN? İnsanları – ÇOCUĞUNU - kabul edebilmek… Genellikle anne-babalar çocukların duygularını kabul etmezler. Üzüntü, korku, kıskançlık gibi olumsuz duygular biz büyüklerin de hoşuna gitmediğinden, genellikle yaptığımız, bu duyguları inkar etmektir. Ne varmış bunda üzülecek?. Hiç insan kardeşini kıskanır mı?. Özellikle çocuklarda bu gibi duyguları algıladığımız zaman, kabul etmekten ve isimlendirmekten korkarız. Çünkü kabul eder veya isimlendirirsek, bunların kalıcı olacağını, çocuğun mutsuz, korkak veya kıskanç olabileceğini düşünürüz. Dolayısıyla reddeder veya inkâr ederiz. Hâlbuki bu duyguları hissetmek, örneğin korkmak, mutlaka korkak olmak değildir. Biz de yetişkin olarak bazen karanlıktan, bilinmeyenden korkabilir, tedirgin olabiliriz, Bunun gibi üzülmekte mutlaka mutsuz olmak demek değildir. Üzüntü yaşamın bir parçası ve her kişinin doğal duygu hakkıdır. O anda kedisi, topu veya arkadaşı için üzülen çocuk, gerçekten üzülüyordur, ancak anlaşıldığını, duygusunun kabul edildiğini hissederse rahatlar, daha kolay teselli bulur. Yaşamda daha büyük ve ciddi üzüntüler var diye çocuğunkini küçümsemek, inkar etmek haksızlıktır, ayrıca çocuğun anlayamayacağı bir boyuttur. Çocuğun üzüntüleri, duyguları kendi boyuna göre gerçek ve geçerlidir. Duyulmadığını, anlaşılmadığını gören çocuk, bunu duyurmak için daha aşırıya kaçar, daha çok ağlayarak veya hırçınlık ederek kendini duyurmaya çalışır... Duygular gibi, biz büyükler çocuğun algılarına da fazla güvenmez, tepkilerimizi kendi algılarımıza göre ayarlarız. Bütün bu olaylarda neler olduğunun farkında mıyız? Bütün ufak tefek konuşmaların tartışmaya dönüşmesinden başka çocuğa verilen mesaj şudur: (...) Sen kendi algılarına, duygularına, düşüncelerine inanma, onlar yanlıştır, benimkileri kabul et. Isınmışsan aslında hava soğuktur, ısınmış olmazsın, çünkü ben üşüyorum; karanlıktan korkacak ne var, ben korkmam ki; düşmüşsen o kadar ağlama, çünkü ben düşünce ağlamam; kedi için ağlanır mı? Üzülecek ne var? Kedi işte; bu kadar yemekle doymuş olmazsın, çünkü ben doymam... Şimdi rolleri tersine çevirelim ve sizin için önemli bir kişiyle (eşiniz, anneniz, arkadaşınız) ziyarete gittiğinizi düşünün, gittiğiniz yer çok sıcak, siz de kalınca bir gömlek ve üstüne hırka giymişsiniz. Hasta filan da değilsiniz. Hırkayı çıkarmak istiyorsunuz, yanınızdaki kişiye: Burası çok sıcak, hırkamı çıkarayım diyorsunuz, o da Hayır, hava soğuk, hırkanı çıkarma diyor. Siz ise Ama çok ısındım, dayanamıyorum diye direniyorsunuz. O da Hayır, hırkanı çıkarmayacaksın diyor, ve siz neden hırkayı çıkaramadığınızı bir türlü anlamayıp, o sıcak odada havanın soğuk olduğuna inanmaya çalışıp, hasta olacağınızdan endişelenip, yanınızdaki kişinin sizin ne kadar söz dinlemediğinizden yakınmasını çekmek zorundasınız. Ne hissedersiniz? Veya, yemekte doymuşsunuzdur, veya o gün iştahınız yoktur. Yanınızdaki kişi hiçbir şey yemediğinizi öne sürerek size zorla istemediğiniz yemekleri yedirmek için baskı kullanıyor. (Hatta yemezseniz, tabağınızdakini bitirmeden sofradan kalkmanıza engel oluyor veya eliyle ağzınızı açmaya zorlayarak yemeği kaşık kaşık içine dolduruyor.) Ne hissedersiniz? Veya düştünüz, diziniz kanadı, çok acıyor, ağlamaklısınız, ama yanınızdaki kişi Hadi canım, o kadar da ağrımamıştır diye duygu ve algılarınızı inkar ediyor, veya Hadi sen de sulugöz diye sizinle alay ediyor. Genel olarak duyulan hisler şunlardır: kızgınlık, öfke, içerleme, isyan, nefret, kendini küçük görme, güvensizlik, vb... İşte çocuklar da bizler gibi, hatta daha yoğun olarak aynı duyguları yaşarlar. Çünkü olay sırasında duyduklarını anlatmaya çalışıyorsa da anne-babaya duymamakta, ya da kabul etmemektedir. Anne-baba çocuğun duygularını inkar edip, kendi duygu ve düşüncelerini çocuğa kabul ettirmeye çalışmaktadır. Sonuç: tartışma, birbirinden uzaklaşma, çocuktan anneye-babaya kızgınlık, içerleme, öfke, anne-babadan çocuğa kızgınlık, içerleme, öfke, bu duyguların ileriki iletişimlere yansıması. Bu gibi tartışma ve kırgınlığa meydan vermemek için dikkat edilmesi gereken üç önemli etken vardır: 1) Kendini çocuğun yerine koyarak durumu değerlendirmek. (EMPATİ) 2) Çocuğun anneden ayrı ve farklı duyup düşünebileceğini kabul edebilmek. 3) Çocuğun (yaşının icabı olarak) gelişim süreci içinde bazı davranış ve duygularda bulunabileceğini bilmek ve bunları geçici olarak kabul etmek. *tna
  23. Sevgili gelincik.. Tatışmaya dahil olduğunuz yazı ile birlikte seyrini birden olumlu yönde değişmesine etki ettiniz... Entellektüel...Aydın...İnanan ama saplantılara kapılmamış, kendi öz iradenizle yanlış gördüklerinizi sorgulayan demokrat yapınız.... Hepimizi hemen etkisi altına aldı... Dikkat ediyorum, aslında başından beri aynı dürüst anlayışa sahip aradaşlarımızın... ilk başlarda aynı şeyleri farklı ifade edişleri...Artık aynı noktada buluşmaya başladı... Bunda sizin katılımınızla ortak noktaları yapıcı olarak dile getirmenizin etkisi olduğunu görüyorum... Bilimselcinin yukarıdaki tesbitine de yürekten katılıyorum... Ayrım yaptığım anlamı çıkmasını istemediğim için isim sıralamak istemiyorum ama... Bu başlık altında son bölümdeki yazılan iletileri ele alarak ifade edersem sanırım sakınca üretmez... Başta siz olmak üzere, Keskinkalem...frozen ve diğer inançlı-aydın forumdaşlarımıza iyiki varsınız diyorum... herkese sevgiler... *tna
  24. Daha şimdilik sayın glikoz... Görünen o ki..,Günümüz şartlarında o kadar mesafe almalarına karşın hala olma ihtimali de görünmüyor... Bu değildir ki, bazılarının amaçladığı gibi uygun koşullar yaratılırsa olmaz demekte değil... yıllardır karşılıklı olarak hemde çok çetin mücadeleler de veriliyor... Şeriatın bu ülke için ne menem bir tahlike olduğunun farkında olamayanlar... Ben bu lafı sık sık tekrarlıyorum diye bazı arkadaşlarda hep içerleyip kızıyorlar ama... Şeriat özlemi duyanlarların bir kaplumbağa gibi davranıp hareket ettiğini görmek istemiyorlar... Bu arada sevgili glikoz; Haklısınız ülkemiz mollalar ülkesi değil...Ama şeyhler var.. İranda mollalar yönetimi direkt olarak ellerinde bulunduruyorlar... Bizde ise şeyhler dolaylı yollarla yönetime etki etmeye çalışıyorlar... Yani şimdilik yönetimi ellerine almayı başaramadılar... Ama çiddi bir şekilde bu uğurda çaba harcıyorlar... Ben size tam bu noktada bir kaç soru yöneltmek istiyorum... 1- Siz şeyhler ve mollalar ülkesinde yaşamak, onlar tarafından uygulanan şeriat kanunları ile yönetilmek ister misiniz.? 2- Ülkemiz şeyhler yada mollalar ülkesi midir? (Aslında cevabınızı biliyorum hayır diyeceksiniz )... Peki, olmasını ister misiz? 3- Cevabınız hayır istemem olacaksa olmaması için bu amaçla ne yapmamız gerektiğini bize önerir misiniz.? şimdiden açık ve samimi yanıtlarınız için teşekkürler sayın glikoz... *tna

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.