Buzulkuşu tarafından postalanan herşey
- 
	
		
		alçak
		
		Hündürlüğü, ucalığı az olan, yerden, herhangi bir seviyeden azıcık hündür olan. Yer sathından çok hündürde olmayan, hündürlük mesafesi az olan. Besteboy, boyu gödek. Yavaş, asta, aşağı. Pis, harap, keyfiyetsiz. Rezil, ******, namert, çok pis.
 - 
	
		
		alay
		
		Cemaat, kütle, büyük deste, izdiham, çoklu miktarda adam. Tümen terkibine dahil olan müstakil koşun vahidi. Rişhand, istihza, ele salma, mashara, lağ.
 - 
	
		
		alarm
		
		Tehlike, tehlikeli vaziyet, hemin vaziyeti bildiren sinyal, heyecan sinyali.
 - 
	
		
		alan
		
		Saha: Açık yer, boş ve geniş yer, tutulmamış yer; düzen. Toprağın muayyen maksat için istifade edilen parçası, kısmı. Muayyen maksat için ayrılan ve sathı metrekarelerle ölçülen yer. Herhangi bir işin, yahut ilmin, faaliyetin ayrıca hissesi, müstakil şubesi.
 - 
	
		
		alacak
		
		Alınacak borç, birine çatacak pul, talep.
 - 
	
		
		alaca
		
		Karışık renkli, tüyünün bir hissesi ak, öbür hissesi başka renkte olan. Ala bula: Rengârenk hâllerden, yolaklardan ibaret, türlü türlü renklere boyanmış, muhtelif renkli.
 - 
	
		
		al
		
		Kırmızı. Kırmızı paltar, al parça. Kızmar, yandırıcı. Kadınların yüzlerine, dudaklarına sürttükleri kırmızı boya, enlik. Hile, mekir, yalan. Hurafata inananların tasavvurunda: Karanlıkta tek kaldıkta güya insanın gözüne görünen mevhum suret, hayal, gulyabani.
 - 
	
		
		akvaryum
		
		Su hayvanlarını ve bitkilerini saklamak için şişe kap. Tetkikat veya nümayiş ettirmek için su hayvanları ve bitkileri saklanan müessese.
 - 
	
		
		aktüalite
		
		Aktüellik: Hâlihazır için mühimlik, vaciplik.
 - 
	
		
		aktris
		
		Mümessile: Tiyatro temaşalarında rol ifade eden kadın artist.
 - 
	
		
		aktör
		
		Mümessil: Tiyatro temaşalarında rolleri ifa eden sanatkâr; artist.
 - 
	
		
		aktif
		
		Parti teşkilatının veya başka ictimai teşkilatın en faal hissesi. Faal. Güçlü, tesirli. Muhasebatta bilançonun muayyen tarihte müessese ya idarenin mevcut olan bütün kıymetli şeylerinden veya borç taleplerinden ibaret olan hissesi (pasif aksi).
 - 
	
		
		aktarmak
		
		Göçürmek: Bir yerden başka yere getirmek, olduğu yeri değişmek, yerini değişmek. Suretini çıkarmak, yüzünü çıkarmak, olduğu gibi metni başka yere yazmak. Gizli yahut gizletilmiş veya yitmiş bir şeyi tapmaya, yüze çıkarmaya çalışmak, aramak. Görmeye, tapmaya çalışmak. Elde etmeye çalışmak. Yoklamak, araştırmak, muayene etmek, teftiş etmek. Ummak, gözlemek. Haddinden artık fikir vermek.
 - aktarma yapmak
 - 
	
		
		akşam
		
		Güneşin batmasından evvel gecenin başlanmasına kadar olan vakit.
 - aksi
 - 
	
		
		aksırmak
		
		Burun sinirlerinin birdenbire gıcıklanması neticesinde gayriiradi olarak öksürmeye benzer ses çıkarmakla burun ve ağızdan selik püskürmek.
 - 
	
		
		aksırık
		
		Burun sinirlerinin birdenbire gıcıklanması neticesinde gayriiradi olarak öksürmeye benzer ses çıkarmakla, burun ve ağızdan selik püskürme.
 - 
	
		
		aksetmek
		
		Hemvar ve parlak satıh üzerinde inikas etmek. Kaytarmak. Yayılmak.
 - 
	
		
		aksamak
		
		Bir ayağının kısalığı veya hastalanması neticesinde bir tarafını çeke çeke yürümek, taytamak. İlerlememek, yakşı gitmemek, lenk gitmek, geride kalmak, işi yarıtmamak.
 - 
	
		
		aksak
		
		Bir kıçı kısa veya alil olan; topal, çolak. Koyunlarda çok, öbür hayvanlarda ise az tesadüf edilen yolukma hastalık (ayak hastalığı).
 - 
	
		
		akrep
		
		Kuyruğunun ucunda zehirli iğnesi olan omurgasız haşerat. Kadim astronomide on iki burçtan birinin adı. Gizlinden pislik eden muzır adam hakkında. Saatte, kompasta vs. öz oku etrafında fırlanıp muayyen işareyi gösteren mil.
 - 
	
		
		akraba
		
		Kohumlar: Biri ile kohumluk alakası olan adamlar. Menşe itibarı ile birbirine yakın.
 - 
	
		
		akmak
		
		Bir istikamete gitmek, cereyan etmek. Sızmak, harap olduğu için mayiyi bırakmak. Damcı damcı dökülmek. Gelmek, dökülmek. Kuvvetli kütle veya izdiham hâlinde hareket etmek, ilerlemek, yürümek, gitmek, gelmek. Sakit, muntazam hareket etmek. Gitmek, ötmek, geçmek. Cereyan etmek, başa gelmek, geçmek. Suyun yüzü ile, cereyanı ile gitmek; cereyan aparmak.
 - 
	
		
		aklavcı
		
		Mahkemede tarafların ivazında iş aparan şahıs, hukukçu, vekil, avukat.