Buzulkuşu tarafından postalanan herşey
-
Allah'a ısmarladık
Vedalaşıp ayrılanda deyilir.
-
Allah
Bütün kâinatın yegâne yaratıcısı ve idare edeni: Yaradan, Tanrı, Rab.
-
alkol
Terkibinde çoklu nişasta ve şeker olan (buğday, patates vs.) mahsullerden damıtma yolu ile alınan alışkan mayi. Öz terkibinde hidrojen atomu ile oksijen atomu birleşmeleri olan bir sıra uzvi birleşmelerin adı.
-
alkışlamak
Birini tebrik etmek için veya bir şeyi beğenme ifadesi olarak el çalmak. Tebrik etmek. Çok beğenmek, tariflemek, tam razılığını izhar etmek.
-
alkış
Birini tebrik için veya bir şeyi beğenme ifadesi olarak el çalma. Ahsent, aferin, merhaba. Şifahi edebiyatta necip, hayırhah dileği ifade eden ve muayyen merasimlerle bağlı arzuları bildiren söyleme.
-
âlim
Herhangi bir ilim sahasında mütehassıs olan adam. İlimli, bilikli, malumatlı, çok okumuş.
-
alışmak
Odlanmak, alevlenmek, od tutup yanmak. Şiddetle yanmak. Alev renginde parlamak, alev gibi al kırmızı renge çalıp parıldamak. Kızarmak. Öğreşmek, verdiş etmek, âdet etmek. Ünsiyet bağlamak, ısınışmak, öğreşmek. Dadanmak, öğreşmek. Ehlileşmek, ele öğrenmek, ısınışmak.
-
alışık
Ocağı alıştırmak için gözüne yahut semaverin odluğuna koyulan yongu vs. Alışmış, verdiş olmuş, öğreşmiş.
-
alıntı
İktibas: Bir sözü, cümleyi veya fikri aynıyla veya mazmunca başkasının eserinden alma, götürme. Alınma söz: Başka dilden alınmış söz.
-
alınmak
«Almak»tan meçhul. Söylenilen bir sözü öz hesabına götürüp tez pert olmak, incimek, sınmak, müteessir olmak.
-
alıngan
Hassas: Çok tez tesirlenen, müteessir olan, rikkatli.
-
alın yazısı
Yazmış, talih, kısmet, kader.
-
alın
Yüzün saç ile kaş arasında olan ön hissesi. Bir şeyin ön tarafı.
-
alıkoymak
Saklamak: Gitmesine, ileri hareketine mani olmak, kabağını kesmek, dayandırmak. Bir yerde kalmağa, durmağa mecbur etmek. Sözünü, işini vs. devam ettirmeye koymamak, yarımcık kesmek.
-
algılamak
Derk etmek: Objektif âlemin kanuna uygunluklarını başa düşmek, aklen kavramak.
-
alfabe
Elifba: Bir dilde işlenen ve muayyen kaidede sıralanan harflerin mecmusu. Elifbayı öğreten kitap. En basit, en sade, hamıya malum olan şey.
-
aleykümselam
«Size de selam olsun!» (Selamunaleyküme cevap ifadesi.)
- alev
-
alet
Bir iş görmek, yahut şey kayırmak için işletilen tekniki vasıta. Musiki sesleri çıkarmak için hususi cihaz. Herhangi maksadı elde etmek için vasıta.
-
âlem
Kâinat, dünya, yeryüzü. Dünya ve onda olan bütün varlık, mevcudat, insanlar; tabiat. Kâinatın, tabiatın herhangi bir sahası, kısmı. Mefhumlar, hisler, teessürat, tasavvurlar, heyecanlar muhiti. Halk, cemaat, el, bütün adamlar, insanlar. Herhangi alametlerine göre birleşmiş insan cemiyeti, ictimai muhit. İnsanların ictimai pişe, medeniyet, maişet vs. cihetten götürülen ayrıca bir kısmı, tabakası, sınıfı, grubu. İnsanların muayyen faaliyet sahası. Muhit. Çok meraklı, cazibeli, dikkati celbeden, zevk ve neşe veren, temaşalı, özüne mahsus güzelliği olan şey hakkında deyilir ve başka keyfiyet bildirir.
-
aldatmak
Kasten yayındırmak, başını tavlamak, yoldan çıkarmak. Yalan danışmak, aslı olmayan bir şeyi doğru bir şey gibi göstermek. Sözünün üstünde durmamak, vaadini yerine yetirmemek, vaadini bozmak. Hıyanet etmek (erine, avradına, yoldaşına).
-
aldanmak
Hileye uymak, yalan vaatlere uymak, yalan sözü doğru saymak, baştan çıkmak. Ümidi boşa çıkmak, yanılmak.
-
alçı
Jips: Ak veya sarı renkli mineral; kireç (yandırılıp hurdalanmışı dikinti materyali gibi heykeltıraşlıkta, cerrahlıkta işletilir). Sınmış, çıkmış sümükleri bitiştirmek ve bedenin zedelenmiş hissesinin hareketsizliğini temin etmek için hemin mineralden düzeltilen muhkem sargı. Aşık oyununda aşığın bir yüzü, tohan yüzün arka tarafı.
-
alçalmak
Aşağı düşmek, gödelmek, boyu kısalmak. İnmek, aşağı salınmak. Azalmak, zayıflamak, düşmek. Rütbede, vazifede küçülmek, hürmetten, nüfuzdan düşmek. Özünü alçaltmak, yaltaklanmak, izzetinefsini yitirmek.
-
alçak gönüllü
Tevazukâr, tevazulu: Öz üstünlüğünü, meziyetlerini göze çarptırmayı, öz hizmetleri ile gurrelenmeyi sevmeyen, lokalıktan uzak olan, özünü sade aparan.