Buzulkuşu tarafından postalanan herşey
- 
	
		
		arızalanmak
		
		Harap olmak, sınmak, dağılmak, körlenmek. Evvelki keyfiyetini, vaziyetini değişmek, kaybetmek, yaramaz hâle düşmek.
 - 
	
		
		arıza
		
		Mania, çetinlik, engel. Arız olan hâl, sonradan amele gelmiş hâl, noksan vs.
 - 
	
		
		arı
		
		Zarkanatlılar fasılasından olup bal hasıl eden cücü. Bazen bütün arı peteği, arı destesi manasında işlenir. Temiz, saf, halis, duru, parlak, pak.
 - 
	
		
		arazi
		
		Muayyen hudutları olan toprak sahası.
 - 
	
		
		araştırmak
		
		Aktarmak, yoklamak. Tetkik etmek, tahlil etmek.
 - 
	
		
		araştırıcı
		
		Aktarıcı, yoklayıcı. Tetkikatçı: Bir şeyi tetkik etmekle, derinden öğrenmekle meşgul olan, tetkikat aparan adam, alim.
 - aranmak
 - 
	
		
		aramak
		
		Gizli yahut gizletilmiş veya yitmiş bir şeyi tapmaya, yüze çıkarmaya çalışmak, aktarmak. Görmeye, tapmaya çalışmak. Elde etmeye çalışmak. Yoklamak, araştırmak, muayene etmek, teftiş etmek. Ummak, gözlemek. Haddinden artık fikir vermek. Zeng etmek.
 - 
	
		
		aralık
		
		İki şey arasındaki boşluk, boş yer; iki yerin arası; ortalık, orta, ara. Bir niçe otak vs. arasındaki açık yer. İki veya bir niçe şeyin arasında, ortasında olan. Dar dalan, dar küçe. Takvim yılının 12. ve sonuncu ayı, yeldoksan.
 - 
	
		
		araç
		
		Vasıta: Bir şeyi elde etmek, yahut bir işi hayata geçirmek için lazım olan şey, usul, yol, alet, vs. İki şahıs veya taraf arasında alaka düzelten veya vasıtacı olan adam, meyancı.
 - 
	
		
		araba
		
		İki veya dört tekerli nakliyat vasıtası.
 - 
	
		
		ara bulucu
		
		Vasıtacı: Birbiri ile çekişen, mübahase eden iki tarafı barıştırmaya kömek eden adam veya teşkilat.
 - 
	
		
		ara
		
		İki nokta, iki şey arasındaki mesafe. Boşluk, açıklık, boş yer, açık yer, mesafe. İki hadise, iş, ahvalat vs. arasındaki müddet, vakit. Fasıla. Hudut, serhat, iki toprağı, mülkü vs. birbirinden ayıran hat, merz. İçeri, orta, ortalık. Alaka, münasebet, reftar. İç, kat, büküm. Yer.
 - 
	
		
		aptal
		
		Serseri, avare, derbeder. Sövüş manasında. Derviş, kalender.
 - apartman
 - 
	
		
		antlaşma
		
		Mukavele: Karşılıklı taahhütler hakkında yazılı saziş; bağlaşma, mukavelename. Ahitname, şartname, sözleşme.
 - 
	
		
		antika
		
		Kıymetli, değerli, nadir tapılan, çok güzel, görünmemiş, hamının merakına sebep olan. Garibe, acibe.
 - 
	
		
		anten
		
		Radyo kurgusunun elektromanyetik dalgalarını yaymak (radyo verilişinde) veya onları tutmak (kabul ettikte) için meftuller sistemi, sırgavıl.
 - 
	
		
		ant
		
		Bir şey hakkında verilen tantanalı vaat, söz. Sadakate riayet etmek hakkında resmî ve tantanalı vaat.
 - 
	
		
		ansızın
		
		Ansız: Birden, gözlenilmeden, gafilden, gafleten, habersiz, tesadüfen.
 - 
	
		
		anne
		
		Ana: Evladı olan kadın. Yaşlı kadına hürmetle müracaat.
 - 
	
		
		anmak
		
		Yada salmak, hatırlamak, yad etmek, yada getirmek.
 - 
	
		
		anlaşmak
		
		Birbirini anlamak, başa düşmek, birbiri ile razılaşmak, sazişe gelmek.
 - 
	
		
		anlamak
		
		Başa düşmek, kanmak, düşünmek, derk etmek. Duymak, sezmek, hissetmek, başa düşmek. Bir şey hakkında muayyen fikri, bakışı olmak.
 - 
	
		
		anlam
		
		Mana: Sözün, cümlenin ifade ettiği mefhum, anlayış. Bir şeyin akılla derk edilen dahilî mantıkî mazmunu, mahiyeti. Maksat, akla batan sebep.