-
İçerik Sayısı
1.848 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
muki tarafından postalanan herşey
-
Babası öldü. Yetim büyüdü. Üvey evlat oldu. Tutuklandı. Hapse atıldı. Sürüldü. İşsiz kaldı. (Şöyle yazıyordu o sıkıntılı günlerde kaleme aldığı günlüğüne: Harcamalarım fazla değil, zira gelirim hep az.) Hastalandı... Böbreklerinden. Vuruldu... Göğsünden. Mesleğinden atıldı. İdama çarptırıldı. Kardeşleri öldü. Çocuğu olmadı. Boşandı. Karaciğeri iflas etti. Evet... Mustafa Kemal Atatürk bu. Evladı olmayan bir yetimin, duygularını anlatın... Anlatın ki, o yetimin, evlatlarımıza bıraktığı hediyenin kıymetini anlasın evlatlarımız. Cumhuriyet, çocuklara anlatıldığı gibi, folklorik bir müsamere coşkusundan ibaret değil çünkü... Anlatın ki, kökeninde barınan derin hüznü kavrasınlar. İşte liste yukarıda. Kısacık ömründe bir insanın başına ne felaket gelebilirse, gelmiş... Bunu anlatın. Direnen... Teslim olmayan ruhu anlatın. Korkmasınlar engellerden. Korkmasınlar yalnız kalmaktan. Korkmasınlar işsizlikten. Korkmasınlar parasızlıktan. Korkmasınlar alçaklardan. Korkmasınlar doğrulardan. Yürek dediğin... Sadece organ değil arkadaş. Bunu anlayın!!!
-
Sevgili Atam; Sana bu hitabeyi 33 yaşına girmiş, Gelecek güzel günlerden çoktan umut kesmis, Temel eğitimini tamamlamış Ve ancak şimdilerde seni tanıyabilmeye başlayan, Türk istikbalinin evlatlarından biri olarak yazıyorum. Seni ilk gördüğüm günü dün gibi hatırlarım. İlkokul birdim. Miniciktim. Elimde beslenme çantam, onluğumun cebinde annemin sevgisi, sınıfımda bilim öğrenecektim. Karatahtanın dört parmak üzerine ortalanmış çerçevenin içinden bana bakıyordun Bakışların keskindi. ABC'den sonra ilk öğrendiğimdin; Mustafa Kemal'din. Çocuktum... Bana, bize, tüm dünya çocuklarına bayram armağan etmiştin. Armağanını, uygun adim sol-sağ-sol sol-sağ-sol Kutladık... Kaçımızın ayağı şu toplamıştı, kaçımız bayılmıştık... Biz bayramlarda ağlayan çocuklardık. (Ne zaman salıncakta sallanan fotoğrafını görsem, geçen 23 Nisan'lara yanarım.) Ortaokul ve lisede hep seni anlattılar bana... Dünyaya ancak yüz yılda bir gelen dahiydin... Şahin bakışların vardı, hürriyete aşİktın... En azılı düşmanlarına karşı bile merhametliydin, Ama, savaş meydanlarında karşında kimse duramazdı. Aslandın, kaplandın, kartaldın, panterdin... Özgür geleceklere açılan pencereydin. Sözün özü benim sevgili Atam; Kodumu oturtan milli eğiticiler böyle anlatmışlardı. Beni milli bir şekilde eğitenler, Failatun, failatun, failatun, failun ölçü sistemini, Niagara Şelalesi'nin yükseklik ve debisini, Yes, it is a pencil demesini, Deli İbrahim'in küpesini; Bir bir kafama yerleştirdiler de; Bana senin insan yönünü anlatmadılar. Sigara tiryakisi olduğunu, Rakı içtiğini, Aşık olduğunu, Evlendiğini, Boşandığını, Kim bilir kaç geceler savaş meydanlarında cesetlere bakıp, için için ağladığını, Özlemlerini, hasretlerini, Geleceği kazanmaya dair fikirlerini Anlatmadılar. Bana, bize, tüm dünya genclerine bayram armağan etmiştin. Armağanını, uygun adım sol-sag-sol sol-sag-sol Kutladik... Kaçımızın ayağı su toplamıştı. Kaçımız kıçına yediği sopa yüzünden altına işemiştik. Biz bayramlarda bunalan gençlerdik. (Ne zaman baloda smokinli fotoğrafını görsem, 19 Mayıs'lara yanarım.) Bir yandan; Heykellerini diktik Dağa-taşa siluetlerini çizdik, Her kitaba, her yazıya Mutlaka senden alıntılar yerleştirdik. Bir yandan; Her işin kolayına kaçtık, Ticarette kazık attık, Üretim yerine kopyaladık, Bilim adamlarını sindirdik, Aydınları yargıladık, Yoktan yere nice vatan hainleri ürettik, Çoktan yere nice amaçsız gençler yetiştirdik. Zeki, çevik ve aynı zamanda düzenciydik. Eğitimi siyasete kurban verdik, Ekonomiyi siyasete kurban verdik, Aydınlık olması gereken gelecekleri siyasete kurban verdik. Varlığımız siyasi emellere armağan oldu... Benim biricik Atam; Biz Demokles'in kılıcını sapından değil Keskin yanından tutmayı marifet bildik. Senin ruhunu gıdım gıdım içtik, Tükettik... Tükettik... Tükettik... Dedemden babama, babamdan bana Politikacı tabiriyle 'enkaz' devralmış bulunmaktayız. Bu gidişle biz, çocuklarımıza devredecek Enkaz bile bulamayacağız... Türk'tük, doğruyduk, çalışkanlığımız şüpheli; Birinci vazifemiz; Türk istiklalini ve Türk Cumhuriyeti'ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek, Ülkümüz; Yükselmek, ileri gitmekti... Uzun bir yoldu... Yorucu ve yıpratıcıydı... Adidas'larımız eskidi, McDonalds'ta mola verdik. Belki de 'Bir Türk dünyaya bedeldir' deyişini Biz 'Her Türk dünyaya bedeldir' anladığımız için emanetini, 1 milyon beş yüz seksen bin kat küçültmeyi becerdik... Verdiğin en önemli görev: Bu ahval ve şeriat içinde dahi vazifem Türk İstiklalini ve Cumhuriyetini İlelebet muhafaza ve müdafaa etmekti, bilirim. Muhtaç olduğum kudretin, Sana, güvenimde mevcut olduğunu belirtir, ellerinden hasretle öperim... YER: TÜRKİYE YIL: 1938 SAAT: 09.05 ATATÜRK ÖLÜYOR ARADAN ONLARCA YIL GEÇİYOR YIL: 2007 ATATÜRK TEKRAR DÜNYAYA GELİYOR... DOĞRUCA MECLİSE GİDİYOR, MEMLEKET NASIL YÖNETİLİYOR GORMEK İÇİN... MECLİS KAPIŞINDA CUMHURBAŞKANI, BAŞBAKAN, DEVLET BAKANLARI KARŞILIYORLAR. SALONDA EN ÖNE OTURTUYORLAR VE O GÜNKÜ ÜLKE SORULARI TARTIŞILIYOR... OTURUM BİTİYOR, ATATÜRK'Ü MECLİS LOKANTASINA GÖTÜRÜYORLAR, YEMEKTEN SONRA OTELE GÖTÜRÜP YATIRIYORLAR.... ERTESİ SABAH OTELDEN ALMAYA GİDİYORLAR, ATATÜRK'ÜN ODASI BOMBOŞ..!! VE MASANIN ÜZERİNDE BİR KAGIDA YAZILMIŞ ŞU SÖZLER VAR: 'EFENDİLER... BEN İSTANBULA GİDİYORUM, ORDAN BİR VAPURA BİNİP TEKRAR SAMSUNA ÇIKACAĞIM. ÇÜNKÜ BU ÜLKENİN BİR KURTULUS SAVAŞINA DAHA İHTİYACI VAR...' BU KADAR ANLAMLI BİR ŞEY DAHA YOKTUR SANIRIM BU ÜLKEMİZ İÇİN...
-
Elde bir kitap, kafada bir beyin, okunuyor ama, düşünmeye gerek bırakmıyor bu kitap bu beyine.
-
Sizin bu yukarıdaki övgü dolu sözlerinizi okuyan da Muhammed ne adammış, Kuran ne kitapmış meğerse der. Siz galiba Kuran'ın Fatiha suresinin birinci ayetinden sonra okumayı bıraktınız. Ne de olsa kulaktan dolma yalan yanlış bilgiler var ya!
-
Konya çevresindeki Kervansaraylar Kervansaray kervanların ticâret yolları üzerindeki konak yeri. Devlet veya hayırsever kişiler tarafından kurulan bu muhkem binalarda kervan ihtiyaçları ücretsiz karşılanırdı. Bunlar, bir şehir içinde olurlarsa, han adını alırdı. İslamiyetin yayılış dönemlerinde askeri maksatla ve sınır emniyetini korumak için kurulan ribatlar, sonraki devirlerde ticari maksatla kullanıldı ve bu binalara, kervansaray adı verildi. Türklerin Müslüman olmasından sonra, genişleyen İslam toprakları üzerinde ortaya çıkan kervansaraylar, Selçuklular zamanında en gelişmiş şeklini aldı. Anadolu'da bulunan çeşitli ticaret yolları üzerinde yüze yakın kervansaray yapıldı. Uzaktan bakılınca bir kale gibi görünen, içlerine girildiği zaman kervan kafilelerinin her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak bir teşkilata sahib olan bu binalar, Selçuklu sultanları ve yüksek devlet görevlileri tarafından büyük ticaret yolları üzerinde her menzil için, yani 30-40 kilometrelik mesafede bir yaptırılmışlardı. Müslüman doğu ve Hıristiyan batı ülkeleri arasında bir köprü vazifesini gören Anadolu toprakları üzerine, İkinci Kılıç Arslan, Birinci Gıyaseddin Keyhüsrev, Birinci İzzeddin Keykavus ve Birinci Alaeddin Keykubad gibi iktisadi ve ticari hayatın önemini bilen Selçuklu sultanları; Antalya ve Sinop gibi giriş ve çıkış limanlarıyla önemli ticaret merkezlerini birbirine bağlayan ticaret yolları üzerinde büyük kervansaraylar kurdular. Bu merkezlere yerleştirdikleri tüccarlara her türlü yardımda bulundular. Anadolu'ya gelen yabancı tüccarlara da büyük kolaylıklar gösterdiler. Yollarda herhangi bir şekilde zarar gören, soyguna uğrayan ve malları denizde batan tüccarların zararlarını devlet hazinesinden tazmin ederek, bir nevi devlet sigortası kurduları. Antalya ve Alanya'dan (Alaiyye) başlayıp Isparta, Konya, Aksaray, Kayseri, Sivas, Erzincan ve Erzurum gibi büyük merkezlerden geçerek İran ve Türkistan'a ulaşan doğu-batı istikametindeki yol üzerinde; Konya-Akşehir istikametinden İstanbul'a ve Batı Anadolu vadilerine ulaşan yol üzerinde; Konya, Ankara, Çankırı, Kastamonu, Durağan, Sinop istikametindeki ve Sivas, Tokat, Amasya, Merzifon, Samsun hattıyla Sinop'a ulaşan güney-kuzey ve Elbistan, Malatya, Diyarbakır üzerinden Irak'a giden yollar üzerinde pek çok kervansaray yaptırdılar. Selçuklular zamanında Anadolu'da kurulan yol güzergahları, Osmanlılar zamanında değişti. Bunun sonucu olarak bazı yerler ticari merkez olma durumunu kaybettiler. Zaten Ümit Burnu yolunun bulunması ile Hindistan'a ulaşan ticaret yolunun ağırlık merkezi de Atlas Okyanusuna kaymıştı. Anadolu'da ticaretin önemini kaybetmesi üzerine, Selçuklular zamanındaki kervan yolları da ıssızlaştı. Mesela Osmanlı Devletine başşehir olan İstanbul'u, Suriye ve Irak'a bağlayan yol, Konya-Adana istikametini takib ettiği için, Antalya'dan Sivas'a veya Elbistan'dan Kayseri ve Sivas'a giden yollar, bu şehirleri birbirine bağlayan tali yol durumuna düştü. Bu yollar üzerinde bulunan kervansaraylar da ister istemez eski önemini kaybetti. Fakat yeni yol güzergahlarının ortaya çıkması üzerine Osmanlılar da, kervansaray yapımına devam ettiler. İstanbul'u, Suriye üzerinden Mekke ve Medine'ye bağlayan yol üzerinde hac farizasını ifa etmek için giden hacıların her türlü ihtiyaçlarını karşılamak üzere kervansaraylar kurdular. Zengin ticari malları taşıyan kervanlar için hudut civarında düşman çapulcularından, içeride göçebe ve eşkıya baskınlarından koruyacak emniyetli konak yerleri sağlamak ve yolcuların kondukları ve geceledikleri yerlerde her türlü ihtiyaçlarını temin etmek maksadıyla kurulan kervansaraylarda; yatakhane ve aşhaneler, erzak ambarları, ticari eşya depoları, yolcuların hayvanları için ahırlar, samanlıklar, yolcuların namaz kılmaları için mescidler, kütüphaneler, misafirlerin yıkanması için hamamlar, abdest almaları için şadırvanlar, tedavileri için hastahane ve eczahaneler, ayakkabılarının tamiri ve fakir yolculara yenisinin yapılması için ayakkabıcılar, hayvanları nallamak için nalbantlar, bu teşkilat ve tesisleri idare edecek, gelir ve gider hesaplarını yapacak divan (büro) ve memurları vardı. Umumiyetle Selçuklu sultanları ve devlet adamları tarafından yaptırılan bu muazzam kervansarayların hepsi vakıftı. Maddi büyüklükleri ve teşkilatları nisbetinde zengin gelir kaynaklarına da sahiptiler. Bu suretle kervansaraylara inen ve konaklayan tüccar ve her türlü yolcu, zengin fakir; Müslüman gayri müslim kim olursa olsun, orada her türlü ihtiyacını ücretsiz olarak görebilirdi. Kervansaraylarda hasta yolcular, sıhhat buluncaya kadar tedavi edilir, hayvanlarının tedavisi de baytar (veteriner) tarafından yapılır ve tedavi masrafları vakıf tarafından karşılanırdı. Fakir hastalar, öldüğü takdirde kefen masrafları da vakıf gelirlerinden ödenirdi. Büyük ve muhkem binalar olan kervansaraylarda akşam olunca kapılar sıkıca kapatılır, vazifeliler tarafından kandiller yakılırdı. Kapı kapandıktan sonra hiç kimse dışarıya çıkarılmaz, fakat dışarıdan gelenler içeriye alınırdı. Şafak atınca davullar çalınır, herkes uyandıktan sonra hancılar; Ey ümmet-i Muhammed! Malınız, canınız, elbiseleriniz ve atınız tamam mı? diye sorarlar, herkes; Tamamdır. Allahü teala hayır sahibine rahmet eylesin. diyerek kervansarayı vakf edene dua ederlerdi. Herkes gerekli yol hazırlıklarını yaptıktan sonra kapılar açılır, misafirlere; ****** gitmeyin, herkesi arkadaş etmeyin, yürüyün, Allah asan (kolay) getire. diye dua ve nasihatte bulunduktan sonra kervanlar uğurlanırdı. Sulh zamanında ticari maksatlar için kullanılan kervansaraylar, harb zamanında o belde ahalisinin düşman hücumundan korunmak için sığındığı veya sefer esnasında ordunun konakladığı müstahkem yer olarak da kullanılırdı. Bilhassa hudut boylarına yakın kervansaraylar, hudut kalesi vazifesini görürdü. Aksaray yakınındaki Sultan Hanı, 20.000 askerle kuşatan bir Moğol komutanına iki ay dayanacak ve alınamayacak ölçüde muhkem idi. Sultan Hanı Herbiri bir harika olan yüzlerce Selçuk kervansarayindan biri de konya Sultan Hanıdir. Konya Aksaray arasında olan bu hanı, 1229 yılında, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat I yaptırmıştır. Bir yangın geçiren bu han, Giyasettin Keyhüsrev zamanında (1278'de) onarıldı ve genişletildi. Bu han, birbirine bitişik uzunlamasına iki bloktan oluşuyor. Öndeki blokun doğu tarafındaki duvarında, ince süşlerle bezeli mermer bir kapıdan büyük dehlize, oradan da hanın avlusuna geçılır. Avlunun sağ tarafında revaklı bölmeler, ortasında bir mescit, solunda da youcuların kaldığı odalar vardır. Daha dar olan arka taraftaki ikinci blok hayvanlara ve eşyaya ayrılmıştır. Yolcu odalarından ve hayvanlara ait ahırlardan başka handa, fırın, hamam ve erzek depoları da vardır. Hanın oturtulduğu alan, toplam olarak 4866 metrekareyi bulur. Büyük blok 'yazlık', küçük blok 'kislik' olarak ga adlandırılır. Hanın dıştan boyu 116,90 metredir. Yazlık kısmimin eni 49.35 mç, boyu 67.75 m. Dir. Kışlık kısmının boyutları ise 32ç90 m x 55.15 m. Dir. Hanın dogu cephesindeki muhteşem mermer kapısının genisligi 10.70 metredir. Bu kapıda bulunan kitabeye göre hanın mimarı Muhammed bin Havlan- el- Dimaski'dir. Zazadin Hanı Konya'ya 22 kilometre uzaklıkta, Aksaray-Konya karayolundan 5 kilometre içerde Tömek köyü yakınında olan ve Saadeddin Köpek Hanı diye de anılan Zazadin Han, 1235-1236 yıllarında yapılmıştır. Güney cephede, kapalı mekana yakın bir yerde bulunan açık bölüm taç kapısı, beyaz ve açık kahverengi taşlarla yapılmıştır. Güney cephenin inşasında, çok miktarda işlenmiş buluntu taş kullanılmıştır. Taç kapının hacimli kitlesi içinde, duvara oturmuş basamaklarla çıkılan ve zengin bir taş süslemeye sahip olan mescidi yer almaktadır. Horozlu Han 1248 yılında bugünkü Konya-Aksaray asfaltının 8.'sinde kışlık olarak yapılmıştır. Kızılviran Hanı Konya-Beyşehir yolu üzerinde olup, Konya'ya 44 km. uzaklıktadır. Kışlık ve yazlık olmak üzere iki tipte yaptırılmıştır. Obruk Hanı Anadolu Selçuklu döneminde ticaret yolları üzerinde kurulan hanlardan bir örneği de Obruk Hanıdır. Oburk Hanı, Konya'yı Aksaray'a bağlayan yol üzerindedir. İvriz Kaya Anıtı Ereğli’nin 17 km. uzağında, İvriz Köyü (Aydınkent) sınırları içerisinde, İvriz Çayı’nın kaynağının kenarında, kaya üzerine yüksek kabartma olarak Geç Hitit Krallık Çağı’nda (İ.Ö.1180-700) yapılmıştır. Kabartma M.Ö. 800 yıllarında da bu bölgenin, Tuvana ülkesinin en görkemli krallarından Var-pa-la-was tarafından yaptırılmıştır. Bu anıt ilk kez XIX.yüzyılda gezginlerin yazıları ile Hititoloji literatürüne girmiştir. Aramileşmiş Geç Hitit sanatının en önemli yapıtlarından olan anıt 4.20x4.20 m. ölçülerinde olup, aynı zamanda Aramî, Asur ve Fryg etkilerinin görüldüğü Tuvana Krallığı’ndan günümüze gelebilmiş bir eserdir. Anıtta, Fırtına Tanrısı Tarhundas ile bölgenin kralı Varpalavas tasvir edilmiştir. Krala göre daha büyük ölçülerde tasvir edilen Tarhundas, ellerinde başaklar ve üzüm salkımı tutmaktadır. Böylece Tarhundas’ın aynı zamanda bolluk ve bereket tanrısı olduğu da anlaşılmaktadır. Tanrının karşısındaki kral ise daha küçük ve dua eder durumda tasvir edilmiştir. Giysiler de Geç Hitit sanatının özelliklerini yansıtmaktadır. Özellikle tanrı figürü kuvvetli bir insan görünümünde olup, kol ve bacak adaleleri ile dikkati çekmektedir. Prof.Dr.Muhibbe Darga’ya göre; üzerinde dizlerini açıkta bırakan kısa kollu, vücuduna yapışık bir giysi vardır. Fryg madeni kemerine benzeyen kemeri, uçları sivri ayakkabıları, üç sıralı boynuzla bezeli başlığı, saç ve sakallar dönemin karakteristik özellikleridir. Kral Varpalavas, geometrik motifli, eteği püsküllü uzun bir giysi ile ucu saçaklı manto giymiştir. O döneme göre başlığı biraz farklı olup, boncuk dizileri ile süslenmiştir. Kralın küpesi, iri boncuklu kolyesi, bilezikleri de Aramî takılarına benzemektedir. Her iki figürün arasındaki hiyeroglif bir yazıda ; “Ben hakim ve kahraman Tuvana Kralı Varpalavas sarayda bir prens iken bu asmaları diktim, Tarhundas onlara bereket ve bolluk versin” denilmektedir. Kral Varpalavas, yöredeki Hitit ve Luwi kökenli halk için bu anıtı yaptırırken tanrı ve kral ilişkilerini simgesel olarak gözler önüne sermiştir. İvriz Anıtı’ndan yaklaşık bir saatlik mesafede bulunan Ambar Deresi Vadisinde 4.40x2.20 m. ölçüsünde buna benzer şekilde işlenmiş bir başka kaya kabartması daha bulunmaktadır. Burada da büyük boyda Tanrı Tarhundas ile karşısında dua eder konumda Kral Varpalavas görülmektedir.
-
Sonuç Selçuklulara ve Karamanoğulları beyliğine başkentlik yapan Konya şehri, Anadolu’nun kalabalık nüfuslu şehirlerindendi. Konya şehrinde yoğun bir halk kitlesi yaşamaktaydı. Selçuklular dönemi Türk ve İslam dünyasının ilim, fen, sanat adamları, bu şehirde idi. Osmanlıların eline geçen Konya’da, bilgili ve meslek sahibi insanlar İstanbul’a gönderilmiştir. Konya şehri, Fatih Sultan Mehmet’in yaptığı seferle Osmanlı Devletinin bir şehri olmuştur. Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde Konya gelişimini sürdürmüştür. 1547 yılından sonra da Konya şehri, Osmanlı Devleti’nin İç Anadolu’daki şehri olarak gelişimini devam ettirdi. Tarihsel çekirdeği olan Alaaddin Tepesinden etrafa sur dışına yayılan şehir, ilim ve sanat şehri oldu. Fakat Osmanlının gerileme döneminde, pasif bir şehre dönüştü. Bizans döneminde, Alaaddin tepesi içinde bulunan Konya şehri, Selçuklular dönemiyle birlikte şehir tepe çevresine yapılmıştır. 1077 yılında Selçuklu Devletinin başkenti olmasını takiben de, Alaaddin Tepesi dışına taşmıştır. Bu bölgede Konya şehrini önemli yapan temel sebep ovaya hakim olan tepe üzerinde kurulmasıdır. Önceleri şehrin nüvesinin bulunduğu Alaaddin tepesinin etrafı, daha sonraları da kentin etrafı surlarla çevrilmiştir. 1327’de sonra Karamanoğulları tarafından ele geçirilen şehir, batı yönünde kale dışına taşmıştır. Osmanlı Devleti’ne katıldıktan sonra, önceleri doğu (6 veya 18 yy) daha sonraları da, güney ve güneydoğu yönünde genişlemiştir. Konya şehri, istila ve savaşlar sırasında nüfusu azalıp, harap olmuşsa da, daha sonra onarılarak, yeniden canlandırılmıştır. Kurtuluş Savaşı esnasında, çok zor günler geçiren Konya şehri, bu dönemde de önemini korumuştur. Konya şehrinin dönemlerde olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde de İç Anadolu’nun merkezi bir şehri ve büyük şehirlerinden biri durumuna gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin yapmış olduğu karayolları çalışmalarıyla da, Konya tarihi gelişimin sürdürmektedir. Türkiye’de özellikle 1950’li yıllardan sonra makinalı tarıma geçildiğinden, gelişmelerle birlikte, Konya’da makineli ve sulamalı tarım gelişti. Bunlara bağlı olarak, Konya’da tarıma dayalı fabrikalar ve organize sanayiler de kuruldu. Şehir bölge ticaret merkezi olarak, günümüzde de tarım, ticaret, sanayi fonksiyonlarında gelişmeler kaydetmektedir. Konya şehrinde üniversitenin de kurulması, kültürel fonksiyonunu geliştirmiştir. Üniversitenin aşamalı olarak gelişmesi, kültürle birlikte, ticaret ve turizme de katkıda bulunmuştur. Farklı şehirlerden öğrencilerin gelmesi, şehre canlılık vermiştir. Üniversite 1962’de Milli Eğitime bağlı fakülteler olarak kurulmuştur. Konya şehrinde 1975’de fakülteler birleştirilerek, Selçuk Üniversitesinin kuruluşu gerçekleşti. Üniversite 1975 yılı itibariyle, şehrin gelişmesine katkıda bulunmaya başladı. Bu tarım, sanayi, ticaret ve kültürel faaliyetler şehrin fiziksel ve nüfusça gelişmesine neden oldu. Cumhuriyet devrinde gelişmeyi sürdürürken, 1941 sonrası doğuya doğru yol boyunca genişlemiştir. Şehir geliştiği için, günümüzde Selçuklu, Meram ve Karatay merkez ilçelerinden oluşmaktadır. Konya şehri 2000’li yıllara gelindiği şu günlerde, Türkiye’nin gelişimini tamamlamış şehirleri arasında yerini almıştır. Kastamonu Eğitim Dergisinden alıntıdır. Tarihi eserler Konya Kalesi Varlığı bilinen, fakat yeri bir türlü tesbit edilemeyen târihî Konya kalesine âit Hastahâne caddesinde bir şahsa âit arsada kazı yapılırken 5 m derinlikte 50x70 cm ebadında düz satıhlı halde duvar taşları bulunmuştur. Konya surlarını yeniden inşâ edercesine Sultan Alâeddîn Keykubad yaptırmıştır. Aynı sultan, Konya iç kalesi ile iç kale sarayını da yaptırmıştır. Bugün hiçbiri yoktur. Alâeddîn Câmi 1156 senesinde Anadolu Selçuklu Sultanı Birinci Rükneddîn Mes’ûd zamânında temeli atılıp inşâsına başlanmış, zaman zaman duraklamalar geçirmesinden dolayı Birinci Alâeddîn Keykubat zamânında tamamlanabilmişti. 1221’de ibâdete açılan câmi Konya’nın en büyük ve en eski câmisidir. Konya şehrinin Alâeddîn Tepesi diye anılan yüksek bir noktasına kurulan câmi, Selçuklu mîmârîsinin en güzel örneklerindendir. Minberi, abanoz ağacından olup, Anadolu Selçuklu ahşap işlemeciliğinin en güzel örnekleridir. Sâhip Ata Külliyesi Selçuklu vezirlerinden Sâhip Ata Fahreddîn Ali tarafından 1258-1283 yılları arasında yaptırılmıştır. Külliye, mescid, türbe, hanekah ve hamamdan meydana gelmektedir. Çeşitli zamanlarda tâmir gören mescid ilk orijinalliğini yitirmiştir. Türbede Sâhip Ata ve çocukları medfundur. Sadreddîn Konevî Câmii ve Türbesi Şeyh Sadreddîn Mahallesindedir. Kıble tarafındaki kapısının üzerinde Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine âit kitâbeler olup, Selçuklu kitâbesinden 1274 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır. 1899’da tâmir gören Câminin mihrabı Selçuklu çini süslemeciliğinin güzel örneklerindendir. Câminin doğu avlusundaki türbenin üzerinde köşeli tambura kâide üzerinde kafesli ahşap külah, 1990 yılında Konya Vâliliğince yeniden tâmir edildi. Mevlânâ Türbesi ve Mevlevi Dergahı Külliyesi Türbede dünyâya nur ve feyiz saçan büyük evliyâ, İslâm âlim ve mütefekkiri, hak âşığı, Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî hazretleri medfundur. Selîmiye Câmiinin doğusunda, Üçler Mezarlığının kuzeyindedir. Külliyenin batısı derviş hücreleri, öbür tarafları duvarlarla çevrilidir. Külliye; Yeşil Türbe, gümüş kapı, mescid, semâhâne, derviş hücreleri, matbah, Hurrum PaşaTürbesi, Hasan PaşaTürbesi, Sinan Paşa Türbesi, Murad Paşa Kızı Türbesi, Mehmed Bey Türbesinden meydana gelmiştir. Yeşil Türbe Mevlânâ’nın vefâtından beş sene sonra 1278’de Mîmar Bedreddîn Tebrizî’ye yaptırılmıştır. Mevlânâ hazretlerinin yanında mübârek babası Sultân-ül-Ulemâ Behâeddîn Veled, oğlu Sultan Veled, kâtibi ve vefâtından sonra halîfesi olanHüsâmeddîn Çelebi, talebesi Salâhaddin Zerkubî, torunları ve yakınları yatmaktadır. Türbenin üzerinde kubbe-i Hadra (Yeşil Kubbe) denilen külah biçiminde on altı dilimli güzel bir kubbe vardır. Selîmiye Câmii Mevlânâ türbesinin yanındadır. 1565’te Mîmar Sinan’ın yaptığı tahmin edilmektedir. Çift minârelidir. Ak mermerden minberi taş işçiliğinin orijinal örneklerindendir. Yirminci asrın başlarında üslubuna uygun olarak tâmir edilmiştir. Sırçalı Medrese Gazli Alemşah MahallesindeSultan İkinci Alâeddîn Keykubat’ın Lalası Bedreddîn Müslih tarafından 1242’de yaptırılmıştır. Anadolu’daki çinili medreselerin ilk ve en güzel örneklerinden olan Medrese açık avluludur. Karatay Medresesi Alâeddîn tepesinin kuzeyinde Emir Celâleddîn tarafından 1251’de yaptırılmıştır. Selçuklu devri kapalı medreselerindendir. Doğusunda beyaz ve gök mermerden büyük bir taş kapısı vardır. Medrese günümüzde çini eserler müzesi olarak kullanılmaktadır. İnce Minâreli Medrese Alâeddîn Tepesinin batı eteğinde Selçuklu vezirlerinden Sâhip Ata Fahreddîn Ali tarafından 1260’da yaptırılmıştır. Selçuklu devri kapalı medreseler tipindedir. Portal üzerine işlenmiş âyet ve motifler Selçuklu taş işlemeciliğinin şâheserlerindendir. Medresenin câmi kısmı, yıkılmış sâdece iki şerefeli ince uzun minâresi kalmıştı. 1901’de meydana gelen debremde de ikinci şerefe yıkılmıştır. Günümüzde taş ve ahşap eserler müzesi olarak kullanılmaktadır. Ören yerleri Çatalhöyük Çatalhöyük Tarihte bilinen ilk kentlerden biri, burada kuruldu. Yaklaşık 9 000 yıl önce, insan ilk kez burada yerleşik düzene geçmeye karar verdi. 10 000 kişilik bir nüfusla, elli futbol sahası genişliğinde bir kent kurdu. Hayvanlarıyla birlikte, kendini de evcilleştirdi. O zamanlar Konya Ovası bugünden farklıydı. Cilalı Taş Devri'nde yerleşim, Toroslar'dan başlayıp Konya Ovası'na kadar uzanan Çarşamba Nehri'nin kenarındaydı. Yerleşim ve nehrin etrafındaki bataklık alanlar sık sık sular altında kalırdı. Çatalhöyük'te (her gün 08.00-17.00 saatleri arasında açık, 0332 452 56 21) evler, arı kovanı gibi birbirine yapışık inşa edilmişti, kentin cadde ve sokakları yoktu. Evlere giriş çatılardandı. Ölüler, evlerin içlerinde tabanların altlarına gömülürlerdi. Bu şekilde atalarına her an yakın olabiliyorlardı. Yapılan kazılarda, evlerin birinde gömülü 70 kişi çıkarıldı. Evler yıkıldıkça, eski evlerin üzerine yenilerini inşa ettiler ve kent bir höyük şeklinde yükselmeye devam etti. Bugün saptanan tam 16 yapı katmanı var ve höyüğün yüksekliği 21 metre. Çatalhöyük evlerinin dikkat çeken bir özelliği de, duvarlardaki kabartmalar ve resimler. Bu evlerin diğerlerinden farklı olarak hem tapınak olabileceğine hem de sanattan farklı bir amaç taşıdığına inanılıyor. VII. katmandan çıkarılan, Konya Ovası'ndaki volkanik Hasan Dağı'nın patlamasını anlatan ve MÖ 6200 yılına tarihlendirilen duvar resmi, "Guinness Rekorlar Kitabı"na, "Tarihteki ilk manzara resmi" olarak geçti. Kazıların ardından, Neolitik Çağ'a ait Çatalhöyük evleri ile Karaman'a 48 km mesafedeki günümüz Taşkale evleri arasında çarpıcı benzerlikler ortaya çıkarıldı. Sığırı bile evcilleştirmeyi başardılar. Araştırmalara göre, ana tanrıça fikri de ilk kez Çatalhöyük'te doğdu. Onlar, doğa ile kadını özdeşleştirdiler ve bereketin sembolü, iri kalçalı ve göğüslü bir ana tanrıça heykeli yarattılar. Pişmiş topraktan yapılan bu heykelcikler, Çatalhöyük'te ilk zamanlardan beri çanak çömlek yapılabildiğini de gösteriyor. Ayrıca toprak altından çıkarılan çeşitli kil mühürler de, toplumda mülkiyet duygusunun olduğunun bir göstergesi. Mezopotamya ve Mısır medeniyetlerinden daha eski olan Çatalhöyük, gerçek anlamda insanlık tarihine ışık tuttuğundan son derece önemli.
-
Konya, Türkiye'nin yüzölçümü bakımından en büyük ili ve en kalabalık altıncı şehridir. 31 ilçeden oluşur. Konya il nüfusu 2020 yılında 2.277.017'ydi, trafik plaka numarası 42'dir. 1875'te kurulan Konya Belediyesi, 1987'de çıkarılan 3399 sayılı yasa gereğince "büyükşehir" statüsüne kavuşmuş olup 1989'dan beri belediye hizmetleri bu statüye göre yürütülmektedir. 2014'te 6360 sayılı kanun ile büyükşehir belediyesinin sınırları il mülki sınırları oldu. Ekonomik açıdan Türkiye'nin gelişmiş kentlerinden biri olan Konya doğal ve tarihsel zenginlikleriyle de önem taşır. Dünyanın en eski yerleşimlerinden biri olan Çatalhöyük, 2012 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi'ne alınmıştır. Şehir Anadolu Selçukluları’nın ve Karamanoğulları’nın başkentliğini yapmıştır. Türkiye'nin en önemli sanayi kentlerinden birisidir. Anadolu Kaplanları'ndandır. Şehrin futbol takımı Konyaspor'dur. Yöresel yemekleri etliekmek, bamya çorbası, Mevlana böreği, yağ somunu, tirit, Konya pilavı, sac arası ve fırın kebabı'dır. Konya’nın simgeleri Mevlana Müzesi (Kubbe-i Hadrâ), çift başlı kartal'dır. İle adını veren Konya şehrinin isminin Kutsal Tasvir anlamındaki "İkon" sözcüğüne bağlı olduğu iddia edilir. Mitolojide bu konuda değişik rivayetler bulunmaktadır. Bu hikâyelerden birinde anlatıldığı üzere, kente dadanan ejderhayı öldüren kişiye şükran ifadesi olarak bir anıt yapılır ve üzerine de olayı anlatan bir resim çizilir. Bu anıta verilen isim, İkonion dur. İkonion adı, zamanla İcconium'a dönüşür. Konya ismi diğer bir efsaneye göre şöyle ortaya çıkmıştır; doğudan gelen iki veli, rüzgâr hızıyla uçar gibi Anadolu içlerinde ilerlemektedir. Uzun zamandan beri epeyce yol katetmişlerdir. Yemyeşil ovaları, şırıl şırıl pınarları, berrak akan ırmakları bulunan bir yere gelince istirahat etmek isterler. Biri diğerine "Konalım mı?" (''Konaklayalım mı'' anlamında) diye sorar. Diğer vel-i zat bu teklifi beklemektedir sanki; "Ne duruyorsun kon, ya!" der. Böylece burada kurulan yeni il "Konya" adıyla tanınır, "Konya" adıyla bilinir. Roma döneminde İmparator adlarıyla değişen, Claudiconium, Colonia Selie, Augusta İconium gibi yeni adlar alır. Bizans kaynaklarında Tokonion olarak geçen şehre ve bölgeye verilen diğer isimler şöyledir: Ycconium, Conium, Stancona, Conia, Cogne, Cogna, Konien, Konia... Araplar kentin ismini Kuniya olarak değiştirmişlerdir, Selçuklu ve Osmanlı döneminde bu ad Konya'ya dönüşmüştür. Günümüzde de kent hala Konya adını taşımaktadır. Tarih öncesi dönemi Konya, Türkiye'deki en eski yerleşim birimlerinden biridir. Konya'da yerleşimin Prehistorik (Tarih öncesi) çağdan başladığı görülmektedir. Konya'nın merkezinde yer alan ve aynı zamanda bir höyük olan, Anadolu Selçuklu sultanı II. Alaeddin Keykubad'a nispetle Alâeddin Tepesi adı verilen suni tepe ve çevresinde yapılan araştırmalar sonucu, prehistorik çağ içinde gerek Neolitik (Cilalı Taş Devri) ve Kalkolitik ve gerekse Erken Bronz Çağ'larına ait kültürel bulgulara rastlanmıştır. Yine prehistorik çağa ait höyüklerden, merkeze 15 km mesafede yer alan ve Konya'nın bugünkü merkez Harmancık mahallesinde yer alan Karahöyük ve Konya Ovası üzerinde, bulunmuş en eski ve en gelişmiş Neolitik devir yerleşim merkezi olan Çatalhöyük bulunmaktadır. Roma dönemi Anadolu ve Suriye topraklarında büyük bir imparatorluk kuran Hititler Konya'ya da hakim olmuşlardır. Hititler'den sonra Friglerin egemenliğine giren Konya (Kavania) daha sonra Lidyalılar, Persler ve Büyük İskender'in istilalarına uğramıştır. Sonraları Anadolu'da Roma hakimiyeti sağlanınca Konya İconium olarak varlığını korumuştur. Önemini Roma ve Bizans dönemleri boyunca korumuş olan şehir, Hıristiyanlığın ilk yıllarında dini bir merkez hüviyeti de kazanmıştır. Aziz Paul Anadoludaki dinî seyahatleri sırasında Konya'ya da uğramıştır. Selçuklu dönemi İslamiyetin doğuşuyla beraber Doğu Roma İmparatorluğu aleyhine büyüyen İslam Devleti, İstanbul'u hedef alan harekâtları sırasında Konya üzerine de akınlar düzenlemişlerdir. Anadolu'da ve Konya çevresinde ilk İslami oluşumlar bu devirde ortaya çıkmıştır. 1071 senesinde Malazgirt Ovası'nda yapılan Malazgirt Savaşı'ndan önce Anadolu üzerine keşif harekâtları düzenleyen Türkler ve Anadolu'yu tanıyan Büyük Selçuklular, bu savaş sonucu Anadolu'nun büyük bir kısmı ile beraber Konya'yı da, ele geçirmişler ve bölgedeki uzun Bizans hakimiyetine son vermişlerdir. Süleyman Şah 1076 yılında Konya'yı Anadolu Selçukluları'nın başkenti yapmış, bilahare başkent 1080 yılında İznik'e nakledilmiştir. İlk haçlı seferi sırasında İznik şehri tekrar Bizans'ın eline geçmiş, sultan I. Kılıçarslan da 1097 tarihinde başşehri tekrar Konya'ya taşımıştır. Bu tarihten 1277 yılına kadar Konya aralıksız Anadolu Selçuklu Devleti'nin başkenti olmuştur. I. Alaeddin Keykubad (1220-1237) devrinde şehrin etrafına muhkem bir sur inşa edilmiştir ve Konya Anadolu'nun en büyük şehri olmuştur. Selçuklular devrinde şehirde cuma namazı kılınan yedi büyük cami vardı. Toplam şehir nüfusu 45.000-50.000 arasında tahmin ediliyor. Tarihi Katalan Atlası'na göre Karamanoğulları Beyliği'nin bayrağı. Karamanoğulları dönemi Karamanoğullarının kökeni Azerbaycan'dan Sivas'a göç eden Hoca Saadettin'in oğlu Nur-i Sufi'ye dayanmaktadır. Buradan Torosların eteğinde olan Larende kasabasına gelip yerleşmişlerdir. Karamanoğulları Oğuzların Avşar boyundandırlar. Nur-i Sufi'nin oğlu Kerimeddin Karaman Bey 13. yüzyılda buradan başlamak üzere Kilikya bölgesinin büyük bir kısmında güç sahibi olmuş, bunun üzerine Anadolu Selçuklu Devleti sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından bölgenin beyi olarak atanmıştır. Karamanoğlu Mehmet Bey Konya'yı 1277 yılında beyliğine katmıştır. Selçuklu yıkılışından sonra Konya şehri Karamanoğulları topraklarına katılmış ve beyliğinin başkenti olmuştur. Tam 16 kez Osmanoğulları ve Karamanoğulları arasında el değiştirmiştir. Osmanlı dönemi Şehir 1467 senesinde kalıcı Osmanlı egemenliğine geçmiştir. Sultan II. Mehmed Konya'yı zaptederek Karamanoğlu hakimiyetine son vermiştir. Osmanlı devrinde Konya önce Karaman Eyaletinin sonra da Konya Vilayetinin merkezi olmuştur. Osmanlı Rus Savaşı ve Balkan Harbi sonunda zorunlu göçe zorlanmış yüz binlerce müslüman[5] Arnavut, Çerkes, Boşnak kökenli Balkan ve Kafkas muhaciri tarıma elverişli olması sebebiyle Konya ve ilçelerine iskan edilmişlerdir. Kurtuluş Savaşı dönemi Millî mücadelenin başlamasıyla Konya bu kutsal mücadelenin içinde yer almış, ancak istenmeyen ve Konya halkınca pek tasvip görmeyen bazı olayların gelişmesi, bir takım yanlış anlamalara, gerçekle pek ilgisi olmayan yorumlara yol açmıştır. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Vali’nin Artin Cemal’in yanı sıra Konya’daki Amerikalı Miss Kouchman, İngiliz Rahip Rew Frew, Dr. İpokrat, Kirkor Şişmanyan, Rodoslu Nikola Samarcidis ve Kıbrıslı Kemal Subhuezel gibi ajanların, azınlık temsilcilerinin tabi Damat Ferit ve Zeynel Abidin’in her türlü engelleme, çabalarına rağmen kurulmuştur. Tabii Konya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Kadınlar Şubesinin kurulması da önemlidir. Konya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Sivaslı Ali Kemal’in çalışmaları, çabaları Mustafa Kemal Paşa tarafından takdir edilmiştir. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin bu çalışmalar içinde önemsediği işgale ve işgalcilerin uygulamalarına karşı düzenlenen protesto mitingleridir. Bu mitinglerle Konya halkının tepkisi dile getirilmiş, hem de halkın birlik beraberliğinin oluşması sağlanmıştır. Özellikle o günlerde ilk kadın mitingi Konya’da yapılmış, işgale karşı Konyalı kadınların tepkisi bu mitingle ifade edilmiştir. Konya, işgal görmeyen Ankara, Kayseri, Yozgat, Çorum, Çankırı gibi İç Anadolu şehirleriyle birlikte kurtuluş savaşında ordunun ihtiyaçlarının karşılandığı lojistik merkezi olmuştur. Cephede savaşan ordunun ihtiyaçları Konya’da toplanmış ve cepheye buradan gönderilmiştir. Konya, cepheden gelen yaralı ve hastaların tedavi gördüğü merkez olmuştur. Cumhuriyet dönemi Konya, 1987 yılında çıkarılan 3399 sayılı kanun ile büyükşehir unvanı kazandı. Başlangıçta üç ilçe (Karatay, Meram ve Selçuklu) Konya Büyükşehir Belediyesi'nin sınırlarına dahil edildi. 2004 yılında çıkarılan 5216 sayılı kanun ile büyükşehir belediyesinin sınırları valilik binası merkez kabul edilerek yarıçapı 30 kilometre olan dairenin sınırlarına genişletildi. 2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı kanun ile 2014 Türkiye yerel seçimlerinin ardından büyükşehir belediyesinin sınırları il mülki sınırları oldu. Coğrafya 39.000 km²'lik yüzölçümü ile Türkiye'nin en geniş ili olan ve Orta Anadolu yaylası üzerinde Ankara, Aksaray, Niğde, Mersin, Karaman, Antalya, Isparta, Afyon ve Eskişehir illeri ile komşu olan Konya, 36° 22' ve 39° 08' kuzey paralelleri ile 31° 14' ve 34° 05' doğu meridyenleri arasında yer alır. Başta büyük ilçeleri Ereğli, Beyşehir, Akşehir'dir. Toplam 31 ilçesi vardır. Konya büyükşehir nüfusu 2011 sonu itibarıyla 1.387.870 olup Türkiye genelinde 7. sıradadır. İl genelinde ise 2.250.020 olan nüfusuyla Konya ili Türkiye'nin en kalabalık 7. ilidir. Göller Tuz Gölü Kapalı havzasının merkezinde Tuz Gölü oluşmuştur. Ankara, Konya, Aksaray sınırlarının kesiştiği yerde olup bir kısmı Konya ili sınırları içinde yer almaktadır. Tuz Gölü Türkiye'nin üçüncü büyük gölüdür. Derinliği 12 m civarındadır. Yaz mevsiminde buharlaşmanın etkisiyle alanı oldukça küçülür. Kuruyan kesimlerde tuz tortulları meydana gelir. Türkiye'nin tuz ihtiyacının bir kısmı buradan temin edilir. Sulama ve su ürünleri için kullanılmaz. Beyşehir Gölü Konya ilinin batısında Konya-Isparta sınırı üzerinde yer almaktadır. Beyşehir Gölü Türkiye'nin ikinci büyük gölüdür. Aynı zamanda ülkenin en büyük tatlı su gölüdür. Tektonik-karstik olaylarla meydana gelmiştir. Aynı zamanda Türkiye'nin en önemli millî parklarından biridir. Millî park alanı içerisinde aynı anda su depoları olup dağ sporları yapmak imkânı da vardır. Su ürünleri açısından ekonomik değeri yüksektir. Gölün iki plajı, 22 adası ve pek çok kayalığı bulunmaktadır. Göl, ornitolojik bakımdan önemli bir kuş üreme, barınma, beslenme ve konaklama merkezidir. Bu yönü ile turizm açısından önem taşımaktadır. Akşehir Gölü Konya ilinin kuzeybatısında Konya-Afyonkarahisar il sınırında yer alır. Suyu tatlıdır. Tektonik olaylarla meydana gelmiştir. Su ürünleri açısından ekonomik değer gösterir. Sulama suyu olarak kullanılmakta olup kamış üretimide yapılmaktadır. Suğla Gölü Konya ilinin güney batısında yer alır. Oluşumu tektoniktir. Yağışlı yıllarda alanı iyice genişlemekte kurak yıllarda ise göl kurumakta ve alüvyonlı göl tabanı ortaya çıkarak iyi bir tarım alanı oluşturmaktadır. Suyu tatlıdır. Su ürünler ve sulama açısından önemi büyüktür.Ancak Şu an itibarıyla ekili alan olarak kullanılmaktadır.Göl tamamen ikiye bölünmüştür, yarısı ekili alan yarısı göldür. Ilgın (Çavuşçu) Gölü Çavuşçu Gölü Konya ilinin kuzey batısında yer alır. Oluşumu tektoniktir. Suları tatlıdır. Su ürünleri açısından önemlidir. Ayrıca bir ayağı ile Atlantı ovaları sulanmaktadır. Ereğli Akgöl Ereğli ilçesinin batısındadır. Eski göl tabanıdır. Çok sığ bir özelliğe sahiptir. Suları tatlıdır. Ivriz deresinde gelen sularla beslenir. Yunak Akgöl Yunak ilçesi yakınlarında küçük bir göldür. Suyu tatlıdır. Çoğu yeri bataklık halindedir. Göl Gökpınar deresi ile Sakarya nehrine boşalmaktadır. Diğer göller Düden Gölü Acıgöl Bolluk Gölü Meke Krater Gölü Sarıot Gölü İklim Konya'da karasal iklim hüküm sürer. Yazları kuru ve sıcak, kışları soğuk ve kar yağışlıdır. Gece ile gündüz arası sıcaklık farkı yazın 16-22 derece arasındadır. Baharları ve kışları nemden dolayı bu fark 9-12 °C'ye kadar düşer. Kar ortalama 3 ay yerde kalır. Çevresindeki sıcak - soğuk hava merkezlerinden çok etkilenir. İç Anadolu'nun en güney bölgesinde yer almasına rağmen diğer İç Anadolu Bölgesi şehirlerinden daha soğuk olur. Bunun nedeni orta Torosların deniz etkisini tamamen önlemesidir. Konya, 1. jeolojik zamanda Anadolu'daki Tetis denizinin yükselerek yok olması nedeniyle tam bir deniz tabanı ovasına dönüşmüştür. Düzlüğün asıl nedeni budur. İlkbaharda konveksiyonel yağışlar (kırkikindi) sıklıkla görülür. En yağışlı aylar nisan ve mayıstır. Konya ikliminin diğer bir özelliği ise yazların çok geç başlaması, kışların da çok geç bitmesidir. Step ikliminin özelliği olan yaz kuraklığı Türkiye'deki en kaliteli buğdayların yetişmesine neden olmuştur. Baharda nem ve yağmurla yeşeren otlar yazın yerini kuruluk ve sıcaktan dolayı sarıya bırakır. Türkiye'de sis yoğunluğu ve sisli gün sayısı en fazla olan il Konya'dır. Nedeni ise Konya ovasının bir çanak şeklinde bulunmasıdır. Uzun zamanlarda ölçülen en düşük sıcaklık -29 °C, en yüksek sıcaklık ise 41 °C'dir. En çok kar yağan ay şubat, en soğuk ay ocaktır. En sıcak aylar temmuz ve ağustosdur. Diğer bir özellik ise yaz akşamları çevresinde bulunan dağlardaki yüksek basınç alanlarından, ovada bulunan alçak basın alanlarına esen rüzgârdır. Günlük sıcaklık farkının en belirgin özelliği de budur. Ocak ayı sıcaklık ortalaması -0.5 °C, temmuz ayı sıcaklık ortalaması ise 23 °C'dir. Türkiye'nin en az yağış alan ili Konya'dır. Nüfus Güncel Nüfus Değerleri (TÜİK 4 Şubat 2022 verileri) Konya il nüfusu: 2.277.017 (2021 sonu). İlin yüzölçümü 40.841 km2'dir. İlde km2'ye 56 kişi düşmektedir. (Yoğunluğun en fazla olduğu ilçe: 353 kişi ile Selçuklu’dur) İlde yıllık nüfus artış oranı %1,20 olmuştur. Nüfus artış oranı en yüksek ve en düşük ilçeler: Karatay (% 3,06)- Emirgazi (-% 6,89) 4 Şubat 2022 TÜİK verilerine göre 31 İlçe ve belediye, bu belediyelerde toplam 1154 mahalle bulunmaktadır. Ekonomi Konya sanayisi günümüzde birçok sektörde üretim yaparak tarihsel olarak kullanılan tahıl ambarı kimliğinin yanına sanayi şehri kimliğini de eklemiştir. Konya’nın bir özelliği de; sanayisinin belli tür ürünlere dayalı olmayıp oldukça geniş bir sektörel alanda üretim yapmasıdır. Diğer bir ifade ile makine sanayisinden kimyaya, tekstilden otomotiv yedek parçaya, elektrik-elektronikten gıdaya, ambalajdan kâğıt sanayine kadar oldukça değişik üretim alanlarında faaliyet göstermektedir. Konya, 130 ülkeye ihracat yapmaktadır.[28] 2013 rakamlarına göre Konya 1.3 Milyar $ ihracat yaparak Türkiye İhracatçılar Meclisi'ne girmiştir. Ticaret Konya'nın Türkiye'nin ticari faaliyetleri için etkisi büyüktür. Konya iç bölgelerdeki iller içerisinde önemli bir hinterlant özelliğine sahiptir. Tarımsal üretim, sanayi faaliyetlerinin gelişmesi, nüfus potansiyeli ticaret faaliyetleri için burayı önemli bir pazar haline getirmiştir. Türkiye'nin orta noktasında sayıldığından Türkiye'nin bütün illeri ile kolayca ticaret yapabilmektedir. Ayrıca Türkiye ekonomisine de büyük katkıda bulunur. Kültür Ağız Türkçenin Konya ilinde kullanılan ağzının Batı Anadolu ağızları içindeki konumu Prof. Dr. Leyla Karahan'ın Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması (Türk Dil Kurumu yayınları: 630, Ankara 1996) adlı çalışmasına göre, Ereğli hariç diğer ilçeler Mersin iliyle aynı grupta yer alır: Anadolu ağızları batı grubu Müzeler Şehirde çeşitli müzeler de bulunmaktadır. Mevlana Müzesi Konya Arkeoloji Müzesi Konya Atatürk Evi Müzesi Karatay Medresesi (Çini Eserler Müzesi) Sırçalı Medrese (Mezar Anıtları Müzesi) İnce Minare (Taş-Ahşap Eserleri Müzesi) Konya Etnografya Müzesi Konya İzzet Koyunoğlu Şehir Müzesi Konya Sahibiata Müzesi Tiyatro Konya Devlet Tiyatrosu, 1997 aralık ayından bu yana, başta Konya olmak üzere, çevre il ve ilçelere çalışmalarını kesintisiz olarak sürdüren bölge tiyatrosudur. Devlet Tiyatrosu olarak hizmet veren bina; anıt alanında, 1946 yılında Halkevi olarak yapılmış, Halkevleri kapatıldıktan sonra ise, sinema salonu olarak faaliyet göstermiş, daha sonra da İl Halk Kütüphanesi olarak kullanılmış bir mekandır. 1981 yılında Atatürk’ün doğumunun 100. yıl dönümünü Kutlama Koordinasyon Kurulu Başkanlığı ve Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü katkılarıyla gerekli onarım ve tefrişi yapılarak Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğüne tahsisi sağlanmıştır. 1997 yılında Yerleşik Bölge Tiyatrosu olarak Hizmet vermeye başlayan Tiyatro Binamız 257 salon, 36’sı balkon olmak üzere toplam 293 koltuktan oluşmaktadır. Konya Devlet Tiyatrosunun ilk açılış oyunu 19.12.1997 yılında Refik Erduran’ın yazdığı ve Tansu Aytar’ın yönettiği “Tamirci” adlı oyundur. Etkinlikler Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri (Şeb-i Arûs Törenleri) Şeb-i Arûs lügat manası düğün gecesi demektir. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi kendi ölümüne rabbine duyduğu aşktan dolayı sevgiliye kavuşma yani düğün gecesi demiştir. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi'nin ölüm yıl dönünlerinde 17 Aralık tarihlerine denk gelen haftalarda yapılan ve "Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri" olarak isimlendirilmeye başlanılan törenler, halk arasında Şeb-i Arus Şenlikleri olarak da anılmaktadır. Konya Uluslararası Mistik Müzik Festivali İlk kez 2004 yılında düzenlenen Konya Uluslararası Mistik Müzik Festivali önceleri Aralık ayındaki Vuslat Yıldönümü Anma Törenleri (Şeb-i Arûs) kapsamında yer alırken, 2008 yılından beri Eylül ayında, kapanış gecesi 30 Eylül'e, yani Mevlâna'nın doğum gününe gelecek şekilde düzenlenmektedir. Bu uygulama ile Mevlâna'yı anma ve anlamaya yönelik yeni bir zaman dilimi oluşturulması hedeflenmekte, "Konya Uluslararası Mistik Müzik Festivali"nin dünyanın sayılı festivalleri arasına girmesi için yoğun gayret sarf edilmektedir. Mutfak Bamya çorbası Tirit Düğün Pilavı Etli ekmek Fırın kebabı Sac Arası Yoğurt çorbası Arabaşı Çorbası Turizm 2009 yılında Konya'yı 1 milyon 717 bin 942 yerli ve yabancı turist ziyaret etti. Bu rakamın 1 milyon 338 bin 113'ünü yerli, 353 bin 233'ünü ise yabancı ziyaretçiler oluşturdu. Alâeddin Camii Alâeddin Camii, 1220 yılında Konya'da Anadolu Selçuklu Devleti sultanı I. Alaeddin Keykubad tarafından aynı adı taşıyan tepe üzerinde (Alâeddin Tepesi) inşa ettirilmiş cami. Sekiz Anadolu Selçuklu Sultanı burada gömülüdür. I. Alaeddin Keykubad I. Rükneddin Mesud I. Kılıç Arslan IV. Kılıç Arslan II. Süleyman Şah I. Gıyaseddin Keyhüsrev II. Gıyaseddin Keyhüsrev III. Gıyaseddin Keyhüsrev Kaynak: Wikipedia
-
Nemrut Dağı ören yeri Doğu-Batı Medeniyetinin, 2150 m. yükseklikte muhteşem bir piramitteki kesişme noktası, dünyanın sekizinci harikası Nemrut. Yüksekliği on metreyi bulan büyüleyici heykelleriyle, metrelerce uzunluktaki kitabeleriyle, Unesco Dünya Kültür Mirasında yer almaktadır. İki bin yıldır güneşin doğuşunu ve batışını 2150 m. yükseklikte izleyen dev heykellerin sırrının çözülmesi için Kommagene Uygarlığı? nın keşfine gitmek gerekir. Osmanlı İmparatorluğu? nda askeri danışman olarak görev yapan ve tarihi eserlere ilgi duyan Alman subay Helmut Von Moltke, 1838? de bölgedeki araştırmaları sırasında bölgedeki tarihi kalıntılar hakkında bilgi verdiği ?Türkiye? deki Durum ve Olaylar Hakkında Mektuplar? adlı kitabında nedense Nemrut Dağı? ndaki heykellerden söz etmemiştir. Nemrut Dağı? nın zirvesindeki eserlerden ilk söz eden ve bunların Asurlular? dan kalma olduğunu tahmin eden, 1881? de Diyarbakır? da yol yapım işlerinde görevli Alman Mühendis Karl Sester? dir. Sester? in verdiği bilgiler doğrultusunda Kraliyet Akademisi tarafından araştırma yapmak üzere bölgeye gönderilen genç bilim adamı Otto Punchtein başkanlığındaki ekip, Nemrut Dağı? nın tepesindeki tümülüs ve tümülüsün doğu ve batı yanlarında oluşturulmuş teraslar üzerindeki devasa heykeller ve çeşitli kabartmalardan oluşan eserler üzerinde çalışır. Uzun çalışmalar sonunda Grekçe yazılı kitabeyi çözen Punchstein, bu eserlerin Kommagene Uygarlığı? na ait olduğunu ve Kommagene Kralı 1. Antiochos tarafından yaptırıldığını keşfeder. Antiochos? un ağzından yazılan kitabe, Nemrud Dağı? nın sırrını ve Antiochos? un yasalarını içermektedir. Daha sonra Alman Mühendis Karl Humann ve İstanbul Arkeoloji Müzesi? nin kurucusu Osman Hamdi Bey? in de katıldığı Nemrut Dağı çalışmaları 1953? ten 80? li yıllara kadar Amerika? lı Arkeolog Theresa Goell ve Friedrich Karl Dörner ve 1986 yılından itibaren, Dörner? in öğrencisi Sencer Şahin tarafından sürdürülmüştür. Kommagene Uygarlığı? nın ortaya çıkmasını sağlayan kazılar, Nemrut Dağı? ndan başka Arsameia, Samsat ve Fırat Havzası? nda gerçekleştirilmiştir. Bölgede yapılan kazılarda ortaya çıkartılan taşınabilir eserler müzelerde, geri kalanları da Milli Park Alanı içerisinde korumaya alınmıştır. Kommagene Krallığı Yunanca ?Genler Topluluğu? anlamına gelen Kommagene, ismiyle bağdaşırcasına, Grek ve Pers Uygarlıkları? nın inanç, kültür ve geleneklerinin bütünleştiği güçlü bir krallıktır. Toros Dağları? ndaki çeşitli yolların birleştiği noktada bulunan antik Kommagene Krallığı, Suriye? in Kuzeyi, Hatay Pınarbaşı, Kuzey Toroslar ve doğuda Fırat Nehri? nin çevrelediği verimli topraklarda yer almıştır. Tarıma ve hayvancılığa elverişli ve ekonomik önemi yüksek sedir ağacı ormanlarını barındıran Kommagene topraklarının, ilk çağlardan beri yerleşim alanı olarak kullanıldığı civardaki mağara ve arkeolojik buluntulardan anlaşılmaktadır. İ.Ö. 2000 yılının ortalarında Hitit İmparatorluğu? nun egemenliği altına girdiği tahmin edilen Kommagene yöresi?nde Kommagene Krallığı? nın öncesi kabul edilen Kummuh Krallığı? nın olduğu ve Kummuh? un İ.Ö. 711? lerde Asurlular, İ.Ö. 605 ?te de Babilliler tarafından fethedildiği anlaşılmaktadır. İ.Ö. 6. Yüzyılın sonlarına doğru Kommagene toprakları Pers İmparatorluğu? nun eline geçmiştir. İ.Ö. 323? te Kommagene Bölgesinin idaresi Grek-Makedon yöneticilerin eline geçmiştir. Antik dünyanın küçük ancak güçlü ülkesi Kommagene, baba tarafı Pers Kralları? ndan ?Krallar Kralı olarak anılan Darius? a ile, anne tarafı Makedonya Hükümdarı Büyük İskender ile akraba olan bir prensin oğlu Mithridates Kallinikos tarafından, İ.Ö. 109 yılında bağımsız bir krallık olarak kurulmuştur. Farklı topluluklardan meydana gelen ve ayrı inanç ve kültürlere sahip Kommagene? liler arasındaki birliği sağlamak konusunda büyük başarı sağlayan Mithridates Kallinikos, tanrılarla olan bağını kuvvetlendireceği ve böylece ulusunu barış içerisinde yaşatacağı inancıyla ülkesinin çeşitli yerlerinde tapınaklar yaptırmıştır. Nemrut Dağı ve iki Arsameia şehrindeki kült yapılarıyla Kommagene Kralları? nın en ünlüsü olan 1. Antiochos devri (İ.Ö. 69-38) krallığın en müreffeh dönemdir. Kendi mezarını Nemrut Dağı? nın zirvesine, babası Mithridates 1. Kallinikos? un mezarını ise Arsameia? da Eski Kahta Çayının kenarına yaptıran 1. Antiochos, krallığını ekonomik ve kültürel yönden en üst seviyeye çıkartmıştır. 1. Antiochos? tan sonra Kommagene Krallığı? nın parlak dönemleri, halefleri tarafından devam ettirilemez ve İ.S. 29 yılından itibaren Kommagene Kralları Roma tarafından atanır. İ.S. 72? de Romalılar? ın Kommagene? yi istila etmesiyle 200 yıllık krallığın bağımsızlığı tamamen sona erer ve bu tarihten sonra Kommagene toprakları Suriye? nin parçası olarak tarihteki yerini alır. Nemrut Dağı Tümülüsü Nemrut Dağı, Adıyaman? ın 86 km. doğusunda Kahta ilçesinin Karadut köyünde, dünyanın sekizinci harikası olarak tanınan, tepesinde küçük kırma taşların yığılmasıyla oluşturulmuş konik bir tümülüsün bulunduğu, 2150 m. yükseklikte, görkemli bir kültür ve turizm merkezidir. İ.Ö. 1. Yüzyıla tarihlenen ve orijinali 55 m. olan tümülüsün bugünkü yüksekliği 50 m., çapı 150 metredir. Gündoğumu ve günbatımının tüm ihtişamıyla izlenebildiği bu tepede, Kommagene Kralı 1. Antiochos kendisi için görkemli bir anıt mezar, mezar odasının üzerine kırma taşlardan oluşan bir tümülüs ve tümülüsün üç tarafını çevreleyen kutsal alanlar inşa ettirmiştir. Tümülüs, Kral 1. Antiochos? un şerefine tertiplenen törenlere mahsus 3 terasla çevrilidir. Doğu, batı ve kuzey terasları olarak adlandırılan bu alanlardan doğu ve batı teraslarda; sıra halinde dizilmiş blok halinde 8 yontma taşın üst üste oturtulmasıyla oluşturulan 8-10 metre yüksekliğinde muhteşem heykeller, kabartmalar ve yazıtlar bulunmaktadır. Heykeller, bir aslan ve bir kartal heykeliyle başlar ve aynı düzende son bulur. Hayvanların kralı olan aslan yeryüzündeki gücü, tanrıların habercisi olan kartal ise göksel gücü sembolize eder. Heykeller her iki tarafta da şu şekilde sıralanmıştır: Kral 1. Antiochos (Theos); Fortuna (Theichye-Kommagene-Tanrıça) Zeus (Oromasdes); Apollo (Mithras-Helios-Hermes), Herakles (Ares-Artagnes). Kült yazıtlarında anne tarafından Büyük İskender? den (Yunan-Makedonya) baba tarafından ise, Darieos? dan (Pers) geldiğini ifade eden Antiochos, atalarından gelen bu etnik farklılığı birleştirerek, kültür zenginliği haline dönüştürmenin göstergesi olarak tanrı heykellerinin yüzünü doğuya ve batıya çevirmiştir. Zaten tanrı heykellerinin isimleri de hem Grek, hem de Pers dili ile ifade edilmiştir. Doğu Terası Yaklaşık 10 metre yüksekliğindeki tahtlar üzerinde sıralar halinde oturmuş dev tanrı heykelleri mevcuttur. Heykellerin yüzleri güneşe doğru bakmaktadır. Bu terasta sırasıyla Kommagene Krallığının gökyüzü hakimiyetini temsil eden koruyucu kartal, krallığın yeryüzü hakimiyetini temsil eden koruyucu aslan, Kommagene Kralı I. Antiochos, Kommagene (Tyche), Zeus, Apollon ve Herakles heykelleri yer alır.Tahtların arkasında 237 satırdan oluşan KralAntiochos?un dini ve sosyal içerikli vasiyeti (Nomos) bulunmaktadır.Terasın kuzey ve güneyinde Kommagene Kraliyet ailesi bireylerinin kabartma stelleri bulunmaktadır. Yine bu terasta heykellerin önünde ateş sunağı (Altar) ve onun yanında oturur biçimde bir aslan heykeli bulunmaktadır. Nemrut?ta güneşin doğuşu bu terastan izlenmektedir. Batı Terası Muhteşem bir gün batımının izlenebildiği , Doğu terasına benzer şekilde yapılmış batı terasında, tanrılar galerisindeki heykel sıralaması ve heykellerin arkasındaki kült yazısı bazı detaylar hariç aynıdır. Doğu terasından farklı olarak, tanrılar galerisinin kuzey ucunda, dördünde Kral Antiochos? un tanrılarla selamlaşması, diğerinde aslan figürü bulunan, kumtaşından yapılmış 5 kabartma (rölyef) bulunmaktadır. Aslan horoskop olarak bilinen kabartma, 25000 yılda bir meydana gelen astrolojik bir olayın sembolize edilmiş halidir. Doğu ve Batı terasın her ikisinde de tanrı heykellerinin tahtlarını oluşturan taş blokların arkasında Grek harfleriyle yazılmış 237 satırlık uzun bir kült yazıtı Nomos bulunmaktadır. Kuzey Terası Kuzey Terası, batı ve doğu teraslarını birbirine bağlayan 180 m. uzunluğunda bir tören yoludur. Terasta tamamlanmamış stel ve kaideler bulunmaktadır. Nemrut'tan bir kaç görüntü
-
Adıyaman, tarihinin bilinen en eski yerleşim yerlerinden biridir. Adıyaman Palanlı Mağarasında yapılan incelemelerde kent tarihinin M.Ö 40.000 yıllarına kadar uzandığı anlaşılmıştır. Yine Samsat-Şehremuz Tepede'deki tarihi bulgulardan M.Ö. 7000 yılına kadar Paleolitik M.Ö. 5000 yıllarına kadar Neolitik M.Ö. 3000 yıllarına kadar Kalkolitik ve M.Ö. 3000-1200 yılları arasında da Tunç çağı dönemlerinin yaşandığı anlaşılmıştır. Bu dönemde bölge Hititlerle Mitaniler arasında el değiştirmiş ve Hitit devletinin yıkılmasıyla (M.Ö. 1200) karanlık bir dönem başlamıştır. M.Ö. 1200'den Frig Devletinin kuruluşu olan M.Ö. 750 yılları arası dönemle ilgili olarak yazılı kaynağa rastlanmamıştır. Ancak; bu dönemde yöre, Asur etkisine girmeye başladığından, Samsat'ta bulunan Asur etkili mühürler ve Kahta Eskitaş Köyünde bulunan Hitit Hiyeroglif'li kitabeler, Anadolu'daki tarihi sislilerin ilimizde de aynen devam ettiğini göstermektedir.Bu dönemde de Adıyaman ve çevresinde Hitit Devletinin yıkılmasıyla ortaya çıkan Geç Hitit şehir devletlerinden biri olan Kummuh Devleti hüküm sürmektedir. M.Ö. 900-700 yılları arasında yöre Asur etkisine kalmakla birlikte, Asurlular tam olarak egemen olamazlar. 6.yüzyılın başlarından itibaren yöreye Persler hakim olur ve yöre Satrap'lar (valiler) eliyle yönetilir. M.Ö.334 yılında Makedonya kralı Büyük İskender'in Anadolu'ya girmesiyle Pers'ler hakimiyetini kaybetmiş ve M.Ö. 1.yüzyıla kadar yörede Makedonyalı Selevkos Sülalesi hüküm sürmüştür. Bu sülalenin gücünün zayıfladığı sıralarda, Kral Mithradetes 1, Kallinikos Kommagene Krallığının bağımsızlığını ilan etmiştir. (M.Ö.69) Başkenti Samosota (Samsat) olam Kommagene Krallığı, egemenliğini M.S. 72'ye kadar sürdürmüş, bu tarihte yöre Roma İmparatorluğunun eline geçmiş ve Adıyaman Roma İmparatorluğunun Syria (Suriye)Eyaletine, 6.Lejyon olarak bağlanmıştır. Roma İmparatorluğunun 395 yılında Batı ve Doğu Roma olarak ayrılmasıyla Adıyaman Doğu Roma İmparatorluğuna katılmıştır. 643 yılından itibaren bölgeye İslam akınları başlamakla birlikte İslam hakimiyeti ancak 670 yılında Emevi'lerle kurulur. 758 yılında ise, Abbasi komutanlarından Mansur İbni Cavene'nin hakimiyetine girer. 926 yılında Hamdanilerin egemenliği başlar. 958 yılında yöre yeniden Bizanslıların eline geçer. 1114-1181 yılları arası yöreye Türk akınları olur. 1204-1298 yılları arasında Samsat ve yöresini Anadolu Selçukluları ele geçirir. 1230-ve1250 yıllarında Moğol saldırıları yaşanır. 1298'de yöre ve ilimiz Memlüklülerin eline geçer. 1393 yılında Adıyaman bu kez de Timurlenk tarafından yağmalanır. Büyük bir istikrarsızlığın olduğu ortaçağ boyunca Adıyaman, Bizans, Emevi, Abbasi, Anadolu Selçukluları, Dulkadiroğulları arasında el değiştirmiş ve nihayet Yavuz Sultan Selim'in iran seferi sırasında 1516 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Osmanlı topraklarına katılan Adıyaman,başlangıçta merkezi Samsat'ta bulunan bir Sancakla Maraş Beylerbeyliğine bağlıyken, Tanzimattan sonra bir kaza olarak Malatya'ya bağlanmıştır. CUMHURİYET DÖNEMİ Cumhuriyetin kuruluşundan 1954 yılına kadar eski eski idari yapısı korunarak Malatya'ya bağlı kaza konumunda olan Adıyaman 1 aralık 1954 tarihinde 6418 sayılı kanunla Malatya'dan ayrılarak müstakil il haline gelmiştir. Kronoloji M.Ö. 40000- M.Ö. 7000 Paleolitik M.Ö. 7000 - M.Ö. 5000 Neolitik M.Ö. 5000 - M.Ö. 3000 Kalkolitik M.Ö. 3000 - M.Ö. 1200 Hititler M.Ö. 1200 - M.Ö. 750 Asurlular M.Ö. 750 - M.Ö. 600 Frigler M.Ö. 600-M.Ö. 334 Persler M.Ö. 334-M.Ö. 69 Makedonlar M.Ö. 69-M.S. 72 Kommagene Krallığı 72-395 Roma imparatorluğu 395-670 Doğu Roma (Bizans) 670-758 Emeviler 758 - 926 Abbasiler 926- 958 Hamdaniler 958 –1114 Bizanslılar 1114 –1204 Eyyubiler 1204 –1298 Anadolu Selçuklular 1298 –1516 Memluklular 1516 –1923 Osmanlı imparatorluğu Tarih boyunca ev sahipliği ettiği sayısız medeniyetten gelen değerleriyle Adıyaman İli, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli turizm merkezlerinden biri olarak, dünyanın her yerinden gelen konuklarını ağırlamaktadır. Ören Yerleri ARSAMEİA ÖREN YERİ (Nymphaios Arsameia’sı) Kral 1. Antiochos kitabelerinde söz edildiğine göre, Arsameia İ.Ö. 2. Yüzyılın başlarında Kommagene’lerin atası Arsemia tarafından Kahta çayının doğusunda Eski Kahta kalesinin karşısında kurulmuş Krallığın yazlık başkenti ve idare merkezidir. Güneydeki tören yolunda Mitras’ın kabartma steli, ayin platformu üzerinde Antiochos-Herakles tokalaşma steli ve bunun önünde Anadolu’nun bilinen en büyük Grekçe yazıtı bulunmaktadır. Yazıtın bulunduğu yerden başlayan 158 m. derine inen bir tünel ile yazıtın batısında benzer bir kaya dehlizi de dikkati çekmektedir. Tepe üzerindeki platformda Mithridathes Callinichos’un mezar tapınağı ve sarayı yer almaktadır. Yapılan saray kazılarında çok sayıda heykel parçası, bir kraliçe ve Antiochos başı bulunmuştur. Arsameia ören yeri, Adıyaman’a 60 km. uzaklıktadır. Yeni Kale Adıyaman'a 60 km. uzaklıkta Kocahisar köyü yakınındadır. Kommagene'ler tarafından inşa edilen Yeni Kale, karşısındaki Arsemeia ile birlikte kullanılmıştır. Romalılar ve ardından Memluklular tarafından restore edilen Kale en son 1970'lerde kısmen onarılmıştır. Kale içinde çarşı, cami, zindan, su yolları, güvercinlik kalıntıları ve kitabeler bulunmaktadır. Kale'den Nymphois'e inen su yolu bir tünelle Arsameia'ya başlanmıştır. 80 metreyi bulan bu yolla halen suya ulaşmak mümkündür. Derik Kalesi Cendere Köprüsünden sonra Sincik yolu üzerindeki Datgeli köyünün yakınlarındaki 1400 m. rakımda bulunan tepenin üzerine kurulmuştur. M.S. 70'lerde Romalılar tarafından inşa edildiği ve 300'lere kullanıldığı tahmin edilen, içerisinde büyük bir tapınak bulunan bölgenin kutsal alanı kabul edilen kalenin hemen yakınında Kommagene döneminde inşa edilen Temenos kalıntıları bulunmaktadır. Gerger Kalesi (Fırat Arsameia'sı) Adıyaman'ın Kahta İlçesine 85 km. uzaklıkta bulunan, tarihi Geç Hitit dönemine dayanan kale, Fırat nehrinin batı yakasında yer almaktadır. M.Ö. II. yüzyılda Kommageneliler'in atası olan Arsames tarafından kurulmuştur. Sarp kayalar üzerine, Aşağı ve Yukarı Kale olmak üzere iki bölümde inşa edilen Gerger Kalesi'nin batı surlarında Kral Samos'a ait bir kabartma bulunmaktadır. İslami dönemde de kullanılan kale içerisinde cami, dükkanlar ve su sarnıçları bulunmaktadır. Perre Antik Kenti Adıyaman kent merkezine 5 km. uzaklıkta, Kuyucak köyü yolu üzerindeki Pirin köyündeki kalıntılar 200 civarındaki kaya mezarı ve yerleşim yerine sahiptir. Antik çağdan kalan bu nekropol ve çevresi Kommageneliler döneminde önemli bir yerleşim merkezi olmakla birlikte, asıl Romalılar döneminde gelişmiş bir kenttir. Girişleri kabartmalarla süslenmiş birbirine geçişli içerisinde lahitler yerleştirilmiş kayaların içine oyulmuş mezar odaları şeklinde kalıntılardır.
-
Güldüren biri varsa burada, o da sizsiniz sayın Muallim. Sizi okuyan da, kadının ve erkeğin düşüncelerinin her an cinsellik olduğunu düşünebilir. Kadının saçının teli ve başka yerleri gözükmüş olsa o kadın kocasına helal değilmidir artık? Öcülerin böcülerin hayal ürünü olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz.
-
Bu kişi iki dönem konuk öğrenci olarak Türkiye'de bir üniversiteye gelecekmiş? Soruyor: ''Beni bu şekilde kabul ederler mi?'' diye
-
Sakallının yanına bir adet de poşet verelim, yakışır!
-
Bunu büyük harflerle yazmak gerek sayın politika. ATATÜRK'DEN RAHATSIZ OLANLAR, TÜRKİYE'DEN RAHATSIZ OLANLARDIR.
-
Zamlar türbanla birlikte unutuldu galiba, yoksa bazı kişi ve kuruluşların faturaları birileri tarafından mı ödeniyor da zamların farkında değiller?
-
Şu hadislerde Muhammed, açıkça sakalı uzatmayı ve bıyığı kısaltmayı emretmiştir: “Bıyığı kısaltınız, sakalı uzatınız.” (Tirmizi) “Hz. Peygamber bize, bıyığıkları kısaltıp sakalları uzatmamızı emretti” (Ebu Davud) “Bıyıkları kırpınız, sakalları uzatınız. Mecusilere muhalefet ediniz.” (Müslim) “Bıyıkları kesiniz, sakalları uzatınız.” (Buhari) “Müşriklere muhalfet ediniz, saklarlı çoğaltınız, bıykları kesiniz.” (Buhari) Önümüzde bir de sarık var. Sarık için denilenler de şöyle: “Sarık sarmaya devam ediniz. Çünkü O, meleklerin simasıdır. Onları sırtınıza sarkıtınız”. (Taberani). “Şüphesiz sarık, peygamberlerin sünnetindendir”. (Ebu Bekir b. Arabi) Eski Mısır müftülerinden Mahluf, sarık sarmanın sünnet olduğuna fetva vermiştir. Yakında fetva verenler çoğalır mı çoğalır bizim memlekette de. Laikliğin kıymetini bilmeyenler bu fetvaların altında ezilip büzülecekler.
-
"YA SiZ YANILIYORSANIZ!"
muki şurada cevap verdi: Kullanışlıtavşan başlık Dini Konular - Din - Dinler
Hayır, bir de, Allah insana akıl vermiş fikir vermiş diyorlar. O aklı ve fikri hür kullanamadıktan, bir yerlere havale ettikten sonra ne yapayım ben o aklı, o fikri. -
O gün geldiğinde sayın Tarafız'a yöntem ve yaptırım vs. şeylerin formülünü sorarız artık. Ancak davet etmek kolaydır, git demek zordur.
-
HIMAR = ÖRTMEK "Kuran ayetinde ’başörtüsü’ diye bir kelime geçmemektedir. Buna rağmen tüm Kuran tefsirlerinde ve çevirilerinde Kuran ayeti ’başörtüsü’ olarak çevrilmiştir. Halbuki ayette geçen "HIMAR’ kelimesi ’Baş örtmek’ anlamında değil, sadece ’örtmek’ anlamına gelmektedir. Eğer, herhangi bir şey örtülecek ise. O şeyin vurgulanması gerekir. Örneğin masa örtüsü derken, örtmek kelimesinin yanına masa kelimesinin gelmesi gibi, başörtüsü dendiği zaman da "örtmek" ("hımar") kelimesinin yanına "baş" ("re’s") kelimesinin ’hımarü-re’s’ şeklinde gelmesi gerekir. Ayetteki ’hımar’ (’örtü’) kelimesinin yanında geçen ve vurgulayan kelime ’cuyub’ kelimesidir ki, ’yaka’ veya ’göğüs’ anlamına gelir. Çünkü, aynı kelime ’cuyub’ bir başka ayette (28:32) Hz. Musa’nın ’göğsüne/koynuna elini soktuğu’ şeklinde geçer. Yani, ’cuyub’ kelimesi, ’hımar’ örtmek kelimesi ile kullanıldığı zaman ’bihumûrihinne ala cuyubihinne’ başını örtmek değil, ’göğsünün üzerini örtmek’ anlamına gelmektedir. Geleneksel tüm yorumcular, Kur’an ayetini bilimsel bakışla değil de, birbirlerini taklit edip, ’Başörtülerini yakalarının üzerine kadar örtsünler’ diyerek ’Felyedribne’ fiilini de ’örtsünler’ diye tercüme etmişlerdir. Özetle, Kuran’ın orijinal ayeti tüm açıklığı ile ortadayken, elverişli bir siyasal kullanım malzemesi olarak, sürekli gündemde tutulan başörtüsü, Kuran’ın değil, geleneklerin, kişisel görüşlerin dinleşmesinden kaynaklanmaktadır." Alıntıdır
-
Bunlar daha başlangıç. Daha nelerle nelerle kaşılaşacağız...
-
Eskiden dindar olan insanlar da okumuş araştırmış. Ama beyinleri ile, kalpleri ile değil!
-
Savunulacak bir şey kalmadığından tekrarlar savunuluyor artık ne yapalım.
-
Yahudiler ve Müslümanlar için domuz eti tabudur. Her iki dinde de bu yazılı olarak belirtilmiştir. Tevrat'ta domuz dahil bir çok hayvanın yenmesi yasaklanmıştır. Tevrat'ın bir bölümü olan Musa'nın üçüncü kitabı başka adıyla Levitikus'da: ''Yarık pençeli ve tam yarık pençeli ve geviş getiren her hayvanı yiyebilirsiniz ama, geviş getirmiyorsa: bunların etini yiyemezsiniz ve leşine dokunamazsınız. Bunlar size haram kılınmıştır.'' (Musa'nın 3. kitabı 11) Kuran'da ne yazılı biliyoruz. Domuz etinin iki dinde de haram olması otoriteler tarafından domuzun pis bir hayvan olduğu, pislik içinde yaşadığı ve kendi pisliğini yediği neden gösterilmektedir. Ayrıca domuz eti tüketildiğinde trişin hastalığına yakalanılır görüşü vardır. Gerçek şudur ki; domuz ancak başka yiyecek bulamadığı zaman kendi dışkısını yer. Domuzun ter bezeleri olmadığından serinlemek için çamurda yuvarlanır. Sade suda yuvarlandıkları takdirde bu su daha çabuk buhar olur ve hayvanı daha az serinletir. Ve tavuklar ve keçilerde zaman zaman kendi dışkılarını yerler. Trişin hastalığı bilim adamları tarafından 19'uncu Yüzyılda keşfedildiği düşünülürse, bununla da bir alakası olmaması gerek. Hijyen ve hastalık açısından baktığımızda dana etlerinin daha bir acil şekilde yasaklanması gerekiyor çünkü, deli dana hastalığını trişin hastalığı ile karşılaştırırsak deli dana hastalığı öldürücü oluyor. Arkeolojik buluntular kanıtlıyor ki; eskiden Yakın Doğu bölgelerinde domuz besleniyor ve yeniliyordu. Neolitik dönemde bu bölgede domuz sürelerini besleyecek ve gölgesinden yararlanacakları meşe ve kayın ağaçları çokça bulunuyordu. Tevrat'ta da bu domuz sürülerinden bahsedilir. İnsanların çoğalmasıyla birlikte ağaçlar kesilmek şartıyla tarlalar elde edilmiştir. Böylelikle bu sıcak bölgede domuz beslemek artık kazançlı bir iş olmaktan çıkmıştır, zira domuzlar her şeyi yiyebilir ancak, geviş getiren hayvanlar gibi yüksek selüloz içerikli bitkileri sindiremezler, yani ot yiyemezler. Ev hayvanları olarak hububat ya da tarla meyvası ile beslenmeleri gerekir -ki bu da geviş getiren hayvanlarla karşılaştırıldığında- insanlara besin rakibi olmak demektir. Gene diğer hayvanlarla karşılaştırıldığında domuz koşu hayvanı da değildir, at gibi üstüne de binilmez, süt de vermezler ve derilerinden de çok yönlü yararlanılmaz. Bu yüzden belirli bir zaman sonra bu hayvanlar kazanç sağlayacağına masraflı olduğundan istenilmeyen konuma düşmüştür. Yahudiliğin ve İslamın çekirdek bölgesi Yakın Doğu'dur. Yakın Doğu'daki kültürlerin domuza karşı tekrarlanan nefretleri ve yasaklamaları İsraillilerin yukarıda sayılan nedenlerden dolayı yaygın bir biçimde yaşam şartları buna zorladığı için domuz tü kaka olmuştur. Yani bu bir inanç sorunu değil de, ekonomik bir sorundur. Fenikeliler, Babilliler ve Mısırlılarla başlayan domuz sorunları Musa'ya ve Muhammed'e kadar sürmüştür. Eh, işin içinde ekomoni olunca domuz eti yasaklanır, deli dana eti yenilir, radyasyonlu çay içilir...