Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

OBJEKTİVİST

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

OBJEKTİVİST tarafından postalanan herşey

  1. Sevgili ali0_1... yazıyı tekrar okursanız islam dinine inanmış hocaları görüşleri bile dinde reformun kaçınılmazlığını ve artık günümüz gerçeklerine cevap veremez durumda olduğunu dile getirdiklerini göreceksiniz... Sevgili a.y.h.a.n Müzik evrenseldir ve her dilde mükemmel yorumlar ile karşı karşıya kalınabildiği bir gerçektir... Fakat burada asıl önemli olan ise yıllardır kulakları arabesk bir müzik dinlemeye alıştırılmış bir insana klasik müzik dinletmek ve onu kabullendirmek zor olsa gerek. Bu arada Evet kur'anın orijinali yoktur ve var diyenin asıl ben dininden şuphe duyarım... Burada yazılanlar mutlaka bir bilgiden kaynaklanmaktadır ve bizler birşeyler bilmesek burada bunları neden uzun uzun tartışalım, konuşalım ve cevap arayalım. Üstelik günümüzde dinsel anlamda hiçbirşeyşey bilmeyen arkadaşlarımız ne yazıkki dinsel bilgilere sahip insanlar karşısında (ne kadar bildiği de tartışılır) hep boyunları eğik ve her söyleneni doğru kabul etmek zorunda kalan zavallı arkadaşlardır ve onlara göre dini anlamda anlatılan herşey doğrudur, sorgulanamaz, kuşku duyulmaz ve tartışılmazdır... Ne acı bir durum... ________________________________________________________________ Toparlarsak; İslam, yaşadığı koşullara ve karşılaştığı durumlara göre çeşitli şekillerde adlandırılabilmektedir. Dolayısıyla Arapların, Farslıların, Hintlilerin, Türklerin vb. aynı ve bir tek İslam`dan çıkarsadıkları ve fakat birbirinin tıpatıp aynısı olmayan Müslümanlıkları nedenlerini iyi sorgumalak lazım. Bu sosyal bir gerçekliktir. Geçmişte İslam adına emsalsiz bir misyon üstlenen Türkler, bugün de, tarihle bağını koparmadan, tecrübelerinin de yardımıyla, İslam'ı kendilerine has üsluplarıyla ve kendi dillerinde yeniden yorumlayıp, gelecekte de dünya konjonktüründe etkin ve güçlü bir rol oynayabilirler. Türk Müslümanlığı, kendi dilinde ve kendine has yorumunu doğal seyri içinde kendisi üretebilecek yeterliliktedir. Bu yorum, tüm diğer İslam yorumlarını dışlayıcı değil, aksine hepsini kucaklayacak tarzda, Kur'an'ın evrensel mesajlarını öne çıkaran birleştirici, çağdaş dünyayı anlayan ve İslam'ı iyi bir temsille anlatabilen yeni bir yorum olacağı şuphesizdir. Kaldı ki Turkiye Cumhuriyeti kurucusu Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ümüzün de nihai hedefi bu değilmiydi... Sevgiyle kalın...
  2. Sen çok yaşa emi... Sen beni güldürdün, tanrında (!) seni güldürsün... .gif Böyle fevkalade bir yorum karşısında saygı ile eğiliyorum... Düşüncene katılıyorum ve sanıyorum benimde saygıyla eğilmekten başka çarem yok gibi sevgili yam_yam arkadaşım... Teşekküreler, teşekkürler...
  3. Bunlar bir orta çağ papazı düşüncesine ait olmalı. inanılır gibi değil Hemen kafa koparma, suçlama ve karalama. Üstelik bunun din adına yapılıyor olması hayrıca düşündürücü. İşte bu yüzden gericilik ve yobazlık suçtur diyorum. Sevgi ve saygılarımla...
  4. Kır tane yorum yaptın 40'ıda aynı ali0_1 Kur'anın kadını ezdiğini, özgürlüğünü elinden aldığını, köleleştirdiğini, ona değer vermediğini nasıl göremiyorsunuz ve bunu hangi mantıkla savunabiliyorsunuz hala anlamış değilim. Ne demek Dört eş ve cariye olayının üzerinden bir düşün yani normal mi bu. Parçalarda kalıp bütünün bir parçası değil bunlar bütünün kendisi siz parçalarından kendinize birşeyre çıkarıp avunuyorsunuz hepsi o. haydi biraz cesaretli olun, haydi biraz yürekli olun ve üzerine gidin. İnanın korkulacak birşey yok ve tüm gerçekçiliği görmek büyük bir tepeden bir manzaraya ve ufak tefek kalan dağları görmeye yararacak. Siz 40 tane aynı şey söylüyorsunuz biz binlerce cözüm üretiyoruz... Artık lütfen fark edin... Sevgi ve saygılarımla...
  5. ____________________________________________________________________________ Burada olayı kişiselleştirmenin hiçbir anlamı yok ve forumda birileri benim ismime takmış. Arkadaşlarım bu saatten sonra diğer arkadaşların hiçbir anlam ifade etmeyen isimlerini de görmezlikten gelemezler sanıyorum ki bunun da hiçbir önemi yok ve tamamıyle sorumluluğu büyük olan bir konuyu paylaşmaktan ziyade onu soğutmanın, ona başka bir boyut katmanın ve karşı görüşçünün bir çıkış araması ve ilgiyi başka noktalara kanalize etme çabası olduğu aşikardır. Neyse konumuza dönersek ____________________________________________________________________________ Arkadaşlar... ''İslamda içtihat kapısı 11'inci yüzyılda kapanmıştı; ama Atatürk devrimiyle kendiliğinden açıldı; artık 'içtihat kapısı' ndan geçmek için imamlara gerek yok.. İnsanın kendisi, kendisinin imamıdır. Çağımızın Müslümanı, İslamı yorumlamak için başkasının aklına gereksinme duymuyor.'' Bu arada, İslam dünyasında bu gerçekleri gören önemli din adamları hiç mi yok? Var.. Giderek sayıları da sesleri de yükseliyor. Eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Said Yazıcıoğlu da bunlardan birisi bakın aynen şöyle diyor;''Dinde değişmeyen, Kuran'da belirtilen, genellikle inançla ilgili temel kavramlardır.. Modern hayat karşısında insanlarımızın pek çok problem ve ihtiyaçları söz konusudur. Bunların cevabı, asırlarca önce, o dönemlerin özelliklerine ve şartlarına göre bulunan çözümlerde aranamaz!..'' Bence; Müslümanlığın çağdaşlaşması, bir anlamda ''öz'' üne dönmesine bağlı. Müslümanlık öncesi Arap ve İran kültürünün mirasından arındırılmasına bağlı. Zerdüş dininin, hatta putperestliğin kalıtlarından kurtarılmasına bağlı.. Türk din adamları, Arap ve İranlı din adamlarının eteklerinden tutarak çağı yakalayamazlar. ''Şûra'' kafasını bir yana bırakıp ''kurultay'' lar düzenleyebilirlerse, tüm İslam dünyasına hizmet etmiş olurlar... Bunun için yeterli ''akıl'' ları olduğuna eminim. Ama yeterli ''yürek'' leri var mı, onu bilemem!.. Sevgi ve saygılarımla... ...
  6. Bu işler öyle takım tutmaya, ahkam kesmeye, kolayca karalamaya, havanda su dövmeye, kişisel kavgaya, birilerinin arkasına takılmaya benzemez. Hiçbirşey bilmemiş bile olabiliriz ama herşeye rağmen insan sevgimizden ve ona olan saygımızdan, Bilime olan inancıımızdan, demokratik ve laik duruşumuzdan, hukuktan ve hukukun üstünlüğünden, aydınlık düşüncemizden, ülkemize olan bağlılığımız ve onun için kararlı mücadelemizden hiçbirzaman hiçbirşey yitirmeyiz... İşte ispatı sevgili kardeşim... Kuran'ın Türkçe'ye Çevrilişi Paşaların Kavgası / Kazım Karabekir, Syf. 157-158-159 Yeni yolun açılış merasimi ne zaman ve ne tarzda olacağını merakla bekliyordum. 18 Temmuz'da, İslam'lığın terakiye mani olduğunu haykıran Fethi Bey ve arkadaşları bu maniayı nasıl ve ne zaman kaldıracaklardı ? Hükümet programıyla mı ? Yoksa Gazi'nin herhangi bir hamlesiyle mi..? Bu bekleyişim uzun sürmedi. Hemen bu akşam ( 14 Ağustos ) heyet-i ilmiyye şerefine Türk Ocağında verilen çay ziyafetinde ilk tehlikeli hamle göründü. Şöyle ki, Ziyafete Mustafa Kemal Paşa'da, bende davet edilmiştik. Vekillerden kimse yoktu. Hayli geç gelen Mustafa Kemal Paşa, heyet-i ilmiyyenin şimdiye kadar ki mesaisi ile ilgili görünmeyerek "Kuran'ı Türkçe'ye aynen tercüme ettirmek" arzusunu ortaya attı. Bu arzusunu hatta mücbir olan sebebini, başka muhitlerde de söylemiş olacaklar ki, bugünlerde bana Şeriye Vekili Konya Mebusu Hoca Vehbi Efendi vesair sözüne inandığım bazı zatlar şu malumatı vermişlerdi : "Gazi Kuran-ı Kerim'i bazı İslamlık aleyhtarı zübbelere tercüme ettirmek arzusundadır. Sonra da Kuran'ı Arapça okunmasını, namazda bile yasaklayarak bu tercümeyi okutacak..! Ve o zübbelerle işi alaya boğarak güya Kuran'ı da, İslam'lığı da kaldıracaktır. Etrafındaki böyle bir muhit kendisini bu tehlikeli yola sürüklüyor. Bazı yeni kişilerden söz ettikleri gibi, bu akşam da bu fikre ayak uyduran bazı kimseler görünce, bu tehlikeli yolu önlemek için Mustafa Kemal Paşa'ya şöyle cevap verdim : "Devlet Reisi sıfatıyla din işlerini kurcalamaklığınızın içerde ve dışardaki tesirleri çok zararımıza olur. İşi alakadar makamlara bırakmalı. Fakat rastgele şunun bunun içinden çıkabileceği basit bir iş olmadığı gibi, kötü politika zihniyetinin de işi karıştırabileceği gözönünde tutularak, içlerinde Arapçaya ve dini bilgilere de hakkıyla vakıf değerli şahsiyetlerin de yüksek ilim adamlarımızdan mürekkep bir heyet toplanmalı ve bunların kararına göre tefsir mi, tercüme mi yapmak muvafıktır, ona göre bunları harekete geçirmelidir. "Din adamlarına ne luzum var, dinlerin tarihi malumdur, doğrudan doğruya tercüme edivermeli..!" gibi bazı hoşa gider gibi bir fikir ortaya atılınca buna karşı : "Müstemlekeleri İslam halkıyla dolu olan büyük milletler kendi siyasi çıkarlarına göre Kuran'ı dillerine tercüme ettirmişlerdir. İslam dinine ve Arapça diline hakkıyla vakıf kimselerin bulunmayacağı herhangi bir heyet, tercümeyi mesela Fransızca'sından da yapabilir. ( Bir müddet sonra böyle bir tercüme de ortaya yayıldı. Bir müddet sonra da bazı camilerde bu Türkçe tercümeden mukabele okutuldu ise de, iş ancak ezanın Türkçe olması şeklinde kalabildi ). "Fakat bence, burada Maarif programımızı tespit için toplanmış bulunan bu yüksek heyetten, vicdani olan din bahsinden değil, müsbet ilim cephesinden istifade hayırlı olur. Kuran'ın yapılmış tefsirleri var, lazımsa yenisini de yaparlar. Devlet otoritesini bu yolda yıpratmaktansa, Milli kalkınmaya hasretmek daha hayırlı olur," dedim. Mustafa Kemal Paşa beyanatıma karşı hiddetle bütün içini ortaya döktü : “Evet Karabekir, Arapoğlu’nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler..” İşin bir heyet-i ilmiye huzurunda berbat bir şekle döndüğünü gören Hamdullah Suphi ve Ruşen Eşref beyler : "Paşam çay hazır, herkes sofrada sizi bekliyor" diyerek bahsi kapatabildiler. Bizler de hususi masadan kalkarak sofraya oturduk ve yedik içtik. Fakat heyet-i ilmiyenin bütün azası üzgün görünüyordu. Şüphe yok ki, yakın günlere kadar Kuran'ı ve Paygamber'i her yerde medh ve sena eden ve hatta hutbe okuyan bir insandan bu sözleri beklemek herkese eza veriyordu. Syf. 162
  7. Arapoğlu’nun yavelerini Türk oğullarına öğretmek için Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettireceğim ve böylece de okutturacağım, ta ki budalalık edip de aldanmakta devam etmesinler..” Mustafa Kemal Atatürk .
  8. Sevgili ali0_1.... Sizden başka bunları kabul eden yok ve hiçbir Cumhuriyek kadını yukarıdakileri kabul etmez... Olaya sadece kısa kısa duygusal cevaplar vermekle de bu işler olmuyor. Erkeklerin aklı başından uçabilir derken; Dinimize göre erkeklerin 4 eş ile evlenmelerinin aklı başından uçma olarak mi değerlendirmeliyiz sizce. Sevgiler...
  9. Burda anlatılan gelişmeye katkı ve bu gelişmenin toplumsal yapı üzerindeki olumlu gelişmesidir. Üstelik Rusya batı değildir. Dünya ülkelerini kendi ulusal dillerini ön planda tutarak inançların dillerine çevirmiştir ve bundanda da çok kazanımlar elde etmiştir. Bana göre ezanın şu ya da bu dilde okunmasının sadece ''psikolojik'' bir değeri ve önemi vardır. Aslolan, ''ibadetin'' Türkçe yapılması ya da yapılmamasıdır. Zira eğer ibadet dili Türkçe'ye dönüştürülemezse, insanlar ''neye'' ve ''nasıl'' dua ettiklerini bilemeyecek ve (belki bir kısmı kara cahil) bir ''din adamı'' grubu, toplumdaki her türlü ''ayrıcalıklarını'' ve (çoğu kez hak etmedikleri) ''itibarlarını'' koruyacaklardı. Türkçe ezanın yeniden Arapçalaştırılması, işte bu nedenle önemlidir. Oysaki ''minarenin'' Arapçası, ''ateş yakılan yer'' demekti. Ve ''Habeş Bilal'' e rağmen ezanda önemli olan şey, insanlara namaz vaktinin haberinin verilmesidir ki bunun Türkçe olunması neden istenmez bunu hiçbir zaman anlayamıyorum. Fakat şunu çok iyi biliyorum ki Atatürk ve onun devrimlerine öteden beri karşı gelen gerici ve yobazların oyununa gelen gelişememiş, sürü psikolojisi güden ve feodal bir sosyal yapının buna müsait oluşudur. Saygılarımla..
  10. Ne yazıkki uygarlık ve tarihsel gelişimin toplumlarda yarattığı itici gücün farkında değilsiniz. Tekrar söylüyorum bizler inancın ne olduğunu, felsefesinin ne anlam taşıdığını ve gerektiği yerde ne kadar kör karanlık, gerektiği yerde ne kadar çok aydınlık ve gerektiği yerde ne kadar cevapsız olduğunu çok iyi biliyoruz. Bakın tekrarlıyorum; bağımsızlığa ve özgürlüğe uluslaşarak kavuşan ve bağımsızlık ile özgürlüğün adını modernizm koyan Batılılar, uluslaşabilmenin anca anadille sağlanabileceği gerçeğini verdikleri nice kanlı savaşımların sonunda ta XV-XVI. yüzyıllardan itibaren fark ettikleri içindir ki, Gutenberg İncil'i anadilinde çoğaltmak amacıyla matbaayı keşfetmiş, Martin Luther yeni bir kilise kurmuş, Dante İlahi Komedya'yı, Cervantes Donkişot'u yazmış, Montaigne ve Bacon deneme türünü bulmuş, Shakespeare tiyatroya altın çağını yaşatmış, edebiyata ve felsefeye özel bir önem verilmiştir. Unutmayalım ki, 1917 Ekim Devrimi 'nin temelini oluşturan XIX. yüzyıldaki o büyük Rus edebiyatı, müziği, bilimi, kültürü de, Çar Büyük Petro 'nun, XVIII. yüzyılın başlarında, önce Rus Ortodoks Kilisesi'nin o tarihe kadar eski Yunanca olan İncil ve ibadet dilini değiştirip Rusçalaştırarak başlattığı bir devrimle sağlanmıştır.
  11. . Prof. Dr. Yasin Ceylan, son 20 yılda dini söylemleri postmodernizmin canlandırdığını söyledi: 'Çağımız insanı çıkmazda' ODTÜ Felsefe Bölümü'nden Prof. Dr. Yasin Ceylan İslam âleminin bilimsel ve sosyal değerler bakımından bulunduğu acınacak durumdan kurtulmak istiyorsa evrensel dünya görüşünü benimsemek zorunda olduğunu söyledi. Ceylan, "İslam âlemi, böyle bir işlevi yüklenirken doğal olarak ona bir şekilde haz veren aidiyetler zedelenecektir. Ama insan olarak kimliği güçlenecektir" dedi. Batı'nın ikiyüzlülüğüne değinen Ceylan, ortaçağdan bu yana savaş veya kültürel ve ticari ilişkiler yoluyla etkileşimde bulunan Batı dünyası ile Müslümanlık arasındaki ilişkinin biçimi ve niteliğinin son iki yüzyılda köle-efendi biçimine dönüşmüş olduğunu ileri sürüyor. Ceylan'a göre, Avrupalı olmayan kültüre karşı Batı'nın tutumu son derece aşağılayıcı, küçümseyici, sömürgeci olmuştur. Halkbilime çok önemli katkılarda bulunan araştırmacı-yazar İsmet Zeki Eyuboğlu , ''Çağımızın Çevrintileri'' kitabında şöyle diyor: ''... Uygarlık tarihi, bize en korkusuz atılımların, en sarsıcı girişimlerin felsefeden geldiğini gösteriyor... gelişen deney bilimlerinin buluşları, insanüstü bir varlığın elinden çıktığına inanılan nice nesnenin doğal yapı taşıdığını, evrenin dışında üstün bir gücün etkisiyle ortaya konmadığını göstermiştir. Fizik, kimya, dirimbilim (biyoloji) vb. bilimlerde süregiden sıçramaların din inançlarını sarsmadığı söylenemez... Hegel' den yüz yıl önce Newton , elli yıl sonra Darwin sarsıcı yenilikler getirmiştir...'' Doğa bilimlerindeki gelişmeler, Avrupa'da kilisenin gücünü sarsmış ve aydınlanmanın da yolunu açmıştır. Peki, 21. yüzyılda neden bilim ve felsefe insanların kafasında ve yüreğinde hak ettiği yerde değil? Neden dini dogmalar bu kadar etkili? 'Din adamları değişti' ODTÜ Felsefe Bölümü'nden Prof. Dr. Yasin Ceylan' a göre bu sorunun birden fazla yanıtı var: Birincisi, modern yaşamın giderek artan ihtiyaçları altında ezilen insanın felsefe ve bilimsel gelişmelere ayıracak, bunlar üzerinde düşünecek vakti kalmıyor. Dolayısıyla yeni bir zihinsel eğilim geliştiriyor. Genelde, günlük gazeteleri, dergileri ve popüler romanları okumakla yetiniyor. Bilinçli olarak dogmalardan kurtulmak, sürekli işleyen eleştirel düşünce yapısı gerektiriyor. Bu zihinsel faaliyet yavaşladığında önceden hazır fikirler ve değer yargıları hemen boşluğu dolduruyor. Prof. Ceylan, dini söylemleri son yirmi yılda canlandıran diğer bir akımın ise değerlerin tayininde tek bir yol olmadığını ileri süren postmodernizm olduğunu kaydediyor. Din adamlarının da değiştiğini vurgulayan Ceylan, onların insanlara hitap ederken sadece aklını değil dürtü ve tutkularını da hesaba kattıklarını, yani ne kadar irrasyonel unsur varsa kullandıklarını belirtiyor. Elbette, insanların çektikleri acılar ve yanıtı bulunamayan metafizik konuları da din adamlarının elini güçlendiriyor. Köktendincilik nasıl oluyor da gerçek inananların gönlünde sevgi ve hoşgörü dini olan İslamiyeti şiddet politikalarına dayanak yapabiliyor? Şiddet politikaları İsterseniz yeniden Eyuboğlu'nun ''Çağımızın Çevrintileri'' kitabına dönelim: ''... Birkaç yıldır 'İslam uyanıyor' diye geniş kapsamlı bir duyuru başlatılmış. Ancak, nerede 'İslam uyanıyor' saptanmamış, birtakım yüzeysel kımıldamalar, 'uyanış' diye gösteriliyor. Bu uyanış, İran'da, Filistin'de, Cezayir'de, son aylarda da Rusya'da oluyor. Öyleyse bu 'uyananların' durumlarını gözden geçirelim, neyle uyandıklarına bakalım. Bu ülkelerin hangisi Avrupa, Amerika dışında gereksinimlerini giderecek bir kaynak bulmuştur? Savunma, sağaltım, iletişim araçları, ulaşım, bilim vb. alanlarda hangi İslam ülkesi kendine yetiyor? Hıristiyan toplumlara el açmıyor? Hangi İslam ülkesi uçağını, savaş gemisini, sağlıkbilim araç-gerecini yapabiliyor? Daha acısı, hangi İslam ülkesi petrolünü Hıristiyan Avrupa'ya başvurmadan toprağın altından çıkarıp işleyebiliyor?.. Gerçek şudur: İslam ülkeleri, Avrupa'nın yutturduğu uyuşturucu yaşama anlayışıyla, yaşam araçlarıyla kendi benliğinden uzaklaşmış, uyanmayı günümüzden bin dört yüz yıl önceki duruma dönme özgürlüğü sanmıştır...'' Hoşgörü yok edildi Peki, bu aydınlanma girişimi neden yarıda kaldı? Prof. Ceylan bunun hem içsel hem de dışsal nedenleri olduğunu belirterek şunları söylüyor: ''... Müslüman toprakların 13. yüzyılda Moğollar tarafından ele geçirilmesi ve bunun sonucu olarak Abbasi İmparatorluğu'nun küçük sultanlıklara bölünmesi, İslam uygarlığının çöküşünün politik nedenleri arasında anılabilir. Kültürel boyutta ise din adamları tarafından felsefenin, inancın sarsılmasına neden olan küfre götüren bir düşünce biçimi olarak kınanıp suçlanması ve diğer yandan da İslami inancın belli bir yorumunun ve pratiğinin Abbasi döneminden sonraki yönetimler tarafından tek geçerli yol olarak ilan edilmesi... Birinci hareket, antik Yunan düşüncesinin İslam dünya görüşünü daha fazla biçimlendirmesini yasakladı, engelledi ve bu da İslam uygarlığının gerisindeki asli etkin neden olan hoşgörüyü, anlayışı ve çoğulculuğu bitirdi. İkinci hareket ise ehl-i sünnetin (peygamberin yaşam biçimini kabul edenlerin ve onu izleyenlerin düşünceleri) kendi onayladığının dışında Kutsal Kitap'ın her türlü yorumunu yasaklaması nedeniyle herhangi bir inanç sisteminin yeni durumlara uyum sağlaması için gerekli olan din içindeki dinamizmi sarstı.'' Ceylan'a göre, Avrupalı olmayan kültüre karşı Batı'nın tutumu son derece aşağılayıcı, küçümseyici, sömürgeci olmuştur. Laiklik ve evrensellik İnsanın inanma ihtiyacı bilimselliğe aykırı bir durum değildir. Yeter ki inanç, insan yüreğinden ve beyninden çıkıp bir iktidar aracı, başkalarını yok etmeye yarayan bir dayanak haline gelmesin. İşte burada laikliğin aydınlanma için ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Prof. Ceylan'ın, ''Din ve Laiklik'' başlıklı makalesinde laiklik, ''Batı'da 15. yüzyılda, kiliseden bağımsız ve ona karşı olarak başlayan bir aydınlanma hareketinin günümüze kadar zenginleşerek gelişen yeni bir dünya görüşünün zemini'' olarak tanımlanıyor. Ceylan'a göre, Batı'da bilim, felsefe, sosyal disiplinlerdeki gelişmeler ışığında yeni oluşan dünya görüşünde dinin rolü gittikçe kenara itilmiş ve inançlar bireysel sınırlara sokulmuştu. İşte, ''din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması veya din ve devlet işlerinin ayrımı'' gibi basit görünen laiklik kavramının gerisinde böyle bir arka plan vardı. Ceylan, Türkiye'de laik zihniyete sahip bir Müslümanın, bir entelektüelin, dinin dogmalarına gönderme yapmadan kendi bakış açısını neredeyse savunamadığını iddia ediyor. Şöyle ki: ''Bu, ya karşısında tartıştığı dindar kişiyi ortak bir zeminde tartışmaya ikna etmesi için veya laik değerleri dinden herhangi bir yardım almadan bağımsız ve gerektiği gibi savunmak konusunda yeterli donanıma sahip olmadığındandır. Bu ise laik düşüncenin temelinde bulunan ve onu doğrulayan felsefenin İslam dünyasında henüz kendisini kuramadığını, gerçekleştiremediğini gösteriyor. Bazı ülkeler, örneğin Türkiye biçimsel olarak laik olmasına rağmen din hâlâ devletin koruması altında, devlet içindeki bir kurum dinsel faaliyetleri yönetiyor ve orada çalışanların maaşlarını da devlet ödüyor.'' Panzehir Prof. Ceylan, ''İslam âlemi, gerek bilimsel ve sosyal değerler bakımından ve gerekse uluslararası itibar bakımından içinde bulunduğu acınacak durumdan kurtulmak istiyorsa dinsel ve ulusal kimlikler kaygılarından sıyrılıp evrensel dünya görüşünü benimsemek ve onun aktif bir üyesi olmak zorundadır. Böyle bir işlevi yüklenirken doğal olarak ona bir şekilde haz veren aidiyetler zedelenecektir. Ama insan olarak kimliği güçlenecektir. Nihai zemin olan insan kimliğimiz, tüm diğer kimliklerden daha üstün, daha köklüdür'' diyor. Ahlaklı olmak için dindar olmaya gerek yok. Kant' ın temelini attığı eleştirel felsefe sayesinde son yüzyıl içerisinde etik de dinin himayesinden alınarak bu insan merkezli yeni dünya görüşü bünyesine sokulmuştur. Ceylan'a göre, evrensel ahlak anlayışı inananlar ve inanmayanlar arasında yaratılan düşmanlığı da yok edebilir. Ceylan, dinler arası diyaloğun da hoşgörüyü arttıracağını ve düşmanlıkları azaltacağını belirtiyor. ____________________________________
  12. Arman arkadaşım... Tabiki seninde güzel fikirlerin var ve emek katmaya çalışmanda hoş. Hani Sizden rica etsem böyle önemli konularda kişilerle değilde düşünsel hayata katkı sağlayabilecek birşeyler sergilesen, yok sergileyemiyorsan o zaman lütfen birilerinin peşine takılmayı bırak ve izle... Sevgilerimle...
  13. . TELEVİZYONLARDA BİLGİSİZLİK YARIŞLARI... "Halkını eğitememiş, daha doğrusu halkını eğitmekten korkmuş bir devlet" Televizyonlarda birtakım bilgi yarışmaları düzenlenmekte ve bana göre bunlardan eğlence adı altında geri zekalılara hitap eden, sulu, cıvık, vıcık olanları bir tarafa bırakırsak, en önemli yarışmanın, Kenan Işık'ın sunduğu yarışma programının olduğu görülmektedir. Elbette ki bilgi yarışmalarının kendine özgü durumları da vardır. Herkesin başarılı olmasını bekleyemezsiniz. Hatta kimi zaman en basit sorulara dahi yanıt veremeyenler çıkabilir. Bunlar çok okumuş, çok görmüş, kendini iyi yetiştirmiş insanlar da olabilir. Yarışmanın o kendine has atmosferi içerisinde heyecanlanarak, şaşırarak, en bildiğiniz, basit bir soruya bile yanlış yanıt verebilir ya da yanıtsız bırakabilirsiniz. Bu yarışmanın ilk 5 sorusu zaten kıytırık, havadan- sudan, leblebiden sorular. Ama gelin görün ki, yarışmaya katılanların büyük bir yüzdesi, daha bu ilk 5 soruda kızarıp, bozarmakta, nefes nefese kalmakta, başkalarının yanıtlamasıyla barajı aşmayı hedefleyen jokerlere sarılmaktadırlar. Sanırsınız ki, hepsi oraya 300- 500 milyon kapmaya gelmişler. Ve ne yazık ki, hepsi de hemen hemen yüksek okul mezunu. Adam üniversitede muhasebe okuyor, bir vergi terimi olan 'matrah'ın ne anlama geldiğini bilmiyor. Meryem Ana'nın mezarının Efes'te olduğunu, önündeki seçeneklerde yazılı olduğu halde bilmeyen bir üniversite mezunu olur mu? Ya da okulların hangi ayda açıldığını... Bütün bunlar şunu gösteriyor ki, ilköğretimden tutunuz da, üniversiteye kadar bütün öğretim kurumları, boş ve yeterli eğitim almamış kişiler yetiştiriliyor. Bu eksik eğitimi daha ilkokul'dan Üniversiteye kadar gidiyor. Haydi eğitim kurumlarını da bir tarafa bırakalım; insan genel kültür alanında, okul dışından da kendini yetiştiremez mi ? Peki neden? Tek bir sihirli sözcük bunu açıklar. '' Okumak '' Demek ki, Türk okumuyor. Okumayı sevmiyor ve onu bir yük, angarya görüyor. Görüyor, ama; kasıla kasıla kameralar ve sunucu karşısına geçip; aklısıra bilgi satmaya da kalkışıyor. Bari yarışmadan sonra eve dönüp, kitap, dergi, gazete yüzü açsalar !.. Diyeceksiniz ki! Bu ülkede Kenan Evren Cumhurbaşkanı oldu. Bu ülkede Yıldırım Akbulut Başbakanlık yaptı. Bu ülkede Kamer Genç dört dönem milletvekili seçildi. Bu ülkede Şevket Kazan Adalet Bakanlığı koltuğuna oturdu. Bu ülkede Ali Rıza Septioğlu Bakanlık yaptı. Bu ülkede Alaeddin Çakıcı, Sedat Peker, mafyacılık oynayıp trilyonların sahibi oldu. Bu ülkede Cavit Çağlar büyük işadamı oldu Bu ülkede... Bu ülkede... Okumaya, araştırmaya, kafa yormaya ne gerek var? Evet arkadaşlar bu ülke öyle bir garip ülke ki... __Halkını eğitememiş, daha doğrusu halkının eğitilmesinden korkmuş... __Düşünceyi bile yasaklamış... __Kitapları yasaklamış ve toplayıp yakmış... __“yorgun savaşçı”yı yakmış... __bir çocuğu idam edebilmek için yaşını bile büyütmüş (o raporu veren ****** doktorun kim olduğunu hep merak etmişimdir) __yatıra bez bağlayıp ondan sonar üniversite sınavıma giden öğrencilere de sahip bir ülke burası... __hakkında trilyonlarca lira yolsuzluk davası sürenleri başbakan yapmış... __naylon fatura düzenlemek ve kullanmaktan sabıkalı birisini maliye bakanı yapmış... _____________veeee nihayet bir ülke ki bilgisizlik çukuruna doğru hızla akıp gitmekte... Bu kimlerin işine yarıyor dersiniz... Kalın sağlıcakla...
  14. Yoksullukla Eğlenilmez! Bir yalvarmadır gidiyor! ''Ne olur bize yardım et, dört çocuğum var.'' Sahnede dört genç kız, ellerinde balonlar, renk renk... İçlerinden birinde otomobil var! Telefondaki kadın bir daha, bir daha: ''Aman Mehmet Ali Abi, bize acı'' diyor. Mehmet Ali Bey'in keyfine diyecek yok! Önemli olan onun halkı güldürmesi, eğlendirmesi... Gece gündüz yaptığı bu. İnsanlara yanıltıcı umutlar saçmak! Toplanan kalabalığa da, türlü yoldan keyif sunmak!.. Bir kez değil, daha önce de gördüm, sizler de görmüşsünüzdür bu tür güldürücü, daha da çok iç sızlatıcı, acı verici, üzücü oyunları... İnsanların yoksulluğuyla, özlemleriyle oynamak, tam sevinirken, tam ''İşte kazandım arabayı'' diye çığlıklar atarken, ''Sana bir sorum var, onu da bil, öyle al arabayı'' deyip bir şeyler sormak. Kolay bir soru, ama karşısındaki o coşku, o sevinç içinde şaşırıp bilmedi mi az önce binbir yalvarmayla, binbir heyecanla kazandığını sandığı ödülün elinden uçup gitmesi!.. Ayıptır, çirkindir... Her şeyden önce o TV'de o program yapanların, sonra da Mehmet Ali adındaki eğlendiricinin ayıbıdır, çirkinliğidir. Gülmek, güldürmek uğruna bir yoksul aileyi aşağılatıcı bir duruma sokmak!.. Biraz da bu şaklabanca oyunu izleyen o hanımların, beylerin, o kocaman insanların gözleri önünde yaşanan bir *********liktir!.. Ne kadar sevindi, telefonda sürekli ''Mehmet Ali Abi, Mehmet Ali Bey, Memoş'' falan diye durmaksızın yalvaran, ''Aman arabayı bana çıkar, dört çocuğum var, ihtiyacım var'' diyen ne kadar sevinmişti! Meğer bir soru varmış yanıtlaması gereken. Bilmedi, birden dünyası yıkıldı, boşa gitti bütün yalvarıp yakarmalar!.. Mehmet Ali Bey, senin için, bir oyun bu, başarılı oluyorsun hiç kuşku yok. Sana önemli kazanç sağlayan bir iş... Gece gündüz yoruluyorsun, bu halk da senden hoşlanıyor, koşup geliyor, para harcıyor, alkışlıyor, belki kısa süre mutlu da oluyor.. Olabilirse!.. Telefonun ardındaki kadının, bir ailenin, dört çocuğun, büyük bir sevinçten çok daha büyük bir yıkılışa düşmesini görmezden, bilmezden gelirse, gelebilirse!.. Yoksulluk, her şeyi yaptırır, her şeyi söyletir. Yoksul olmak utanılacak bir şey değildir. Gerçekte utanılması gereken, o yoksulluğu ortadan kaldırmaya çalışmamak, o yoksulluğu hele hele bir eğlence aracı olarak kullanmaya kalkışmaktır!
  15. 1950 yılından beri ülkemizi Cumuhuriyet aydınlanmasından uzaklaştıran dalkavuk yönetimler ve Bugünkü Yönetim, toplumu ve devleti, din ekseninde yeniden eğitmek ve örgütlemek amacına yönelik davranışlardan vaz geçmedikçe, rejime yönelik tehlike tartışmaları gündemden düşmeyecektir, düşürmeyeceğiz. Saygılarımla...
  16. Radikal İslamcı katillerin 1990'dan sonra işledikleri önemli cinayetleri kısaca anımsayalım: Prof. Dr. Muammer Aksoy, Ankara 31 Ocak 1990. Çetin Emeç, İstanbul, 7 Mart 1990. Turan Dursun, İstanbul 4 Eylül 1990. Doç. Dr. Bahriye Üçok, Ankara 6 Ekim 1990. Uğur Mumcu, Ankara 24 Ocak 1993. Ali Günday, Gümüşhane, 25 Temmuz 1995. Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Ankara, 21 Ekim 1999. İhsan Güven, İstanbul, 30 Nisan 2004. 18 Aralık 2002'de Ankara'da öldürülen Necip Hablemitoğlu Bumu aydınlık peki?
  17. . KARANLIĞIN DİYALEKTİĞİ Toplumsal olaylar genellikle, doğa olaylarının izlediği değişmez bir çizgiyi izlemez. Zıtların etkileşimi egemendir toplumsal olaylara. Her oluşum, kendi zıddının da tohumlarını bağrında taşır; her iktidar kendi muhalefetini de yaratır. Mustafa Kemal Atatürk'ün, Bağımsızlık Savaşını kazanan komutan gücüyle Anadolu insanına taşıdığı Aydınlanma Meşalesi de aynı süreçten geçecekti, geçiyor. Aydınlanma Meşalesi, Orta Çağ'ın dinsel karanlığına karşı insanlığın kan ve gözyaşı ile yaktığı bir ateştir. Bilimden ve insan haysiyetinden beslenir. Anadolu insanına bu ateşi, Mustafa Kemal Atatürk getirmiştir. Bu ateş Anadolu insanını aydınlatmaya başladığından beri (yani Cumhuriyet'in kuruluşundan bu yana) egemenliklerini karanlıklarda sürdürme alışkanlığında olan güçler onu söndürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Misak-ı Milli sınırları içindeki topraklarımızın üzerindeki talepler de, ayrılıkçı akımlar da, şeriatçı özlemler de "Atatürk düşmanlığında" birleşiyorlar. Oluşturdukları ittifakla, bilime, adalete, eğitime, sermayeye, emeğe, medyaya, laikliğe, demokrasiye saldırıyorlar, çünkü Atatürk'ün yaktığı Aydınlanma Meşalesinin ışığına karşılar. İkinci Dünya Savaşı'nın bittiği 1945 yılından itibaren ivme kazanan bu saldırılar 60 yıl sonra, nihayet Türkiye'yi "Uçurumun kenarına" getirmiştir. Bu saldırıların temsilcileri, sonunda iktidarı da ele geçirdiler ama bu kez diyalektik süreç tersine işlemeye başladı: Artık, karanlığın egemenliğine karşı aydınlığın muhalefeti ortaya çıkıyor. Aydınlanma Meşalesi sönmeyecek. Emekçisiyle, sermayedarıyla, bilim insanıyla, yazarıyla, çizeriyle, politikacısıyla, sade vatandaşıyla, başta gençler ve kadınlar olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, laik ve demokratik sosyal hukuk devletinin yanında, Atatürk'ün önce Anadolu insanına sonra da tüm İslam Dünyası'na ve insanlığa armağan ettiği bu Cumhuriyeti korumak ve geliştirmek için saf tutuyorlar. Tabii "kafakarıştırologlar" görevleri başında: Kadının tutsaklığının ve ikinci sınıf vatandaşlığının simgesi olan türbanı "özgürlük", çoğunluğun baskısını "demokrasi", bilim karşıtı inançları "postmodern yaklaşım", Birinci Dünya Savaşı'nda yaşanan trajedileri "Ermeni Soykırımı", etnik bölücülük ve ayrımcılığı "insan hakları", tarikatçılığı, "sivil toplum hareketi" diye yutturmaya, Atatürk Devrimlerini "tepeden inme jakobenlik" diye karalamaya kalkışıyorlar. Diyalektiğin bir kuralı vardır:Karanlığın en koyu olduğu an, aydınlığa dönüşün başladığı andır. Umudunuzu yitirmeyin, karanlığa teslim olmayın. --------------------------------- Emre KONGAR
  18. Evet özetleyici olmuş ve bu nedenle de aynen düşüncemi tekrarlıyorum... namazda gözü olmayanın ezanda kulağı olmaz __________ Olmaz tabiki, İnsanın bütün inanç körelten bir yığın yanlışlıklarınız, çelişkileriniz, baskıcı ve korkutucu yanınız, kara kara çarşaflı kadınlarımız, takkeli cüppeli erkeklerimiz, ne idiü belli olmayan tahrikat liderlerimiz, kime hizmet ettiği belli olmayan ve dini siyasete ve emperyalizmin emrine soyunmuz biryığın tatlı su müslümanlarımız. Sonuçta İmanın kimde olduğu belli olmaz kardeşim. Namaz kılmakla, horuç tutmakla, hele hele Arabı zengin etmek için hacca gitmekle müslümanlık olmaz. MEVLANA’dan: Ey Hacca gidenler nereye böyle? Tez gelin çöllerden döne döne. Aradığınız sevgili burada, Duvar bitişik komşunuz.
  19. . Nasıl milliyetçi olunur?.. MİLLİYETÇİLİK; orta parmakları birleştirip, yan parmakları kurda kulak yaparak olmaz... Bıyıkları aşağı sarkıtarak da milliyetçi olunmaz... Milliyetçilik; bir ulusun yüce değerlerine saygı ister... O ulusal değerleri yüceltmek ister... Milliyetçilik; çalışmak ister, üretim ister, özveri ister, sevgi ister, barış ister... İlke ister... Ama önce ahlak ister... * Kamu kurumlarından payına düşenlere ‘‘milliyetçi’’ arkadaşları yerleştirip, oraları avanta dağıtan birer müteahhitler kahvesi haline getirmek milliyetçiliğe yakışmaz... Binbir yıkıntı içinde acı çeken bu millete bir tekme de ‘‘milliyetçilik’’ adına vurmak olmaz... Yoksul insanlar çocuklarının mama parasını götürüp devlete verirken, o çocukların rızkını ve geleceğini çalanlara göz yummak, milliyetçiliğe yakışmaz da yakışmaz... Siz hiç şirket kurup, müteahhitlere malzeme satan bir Bakan duydunuz mu?.. Ben ilk kez duyuyorum... O zaman Tarım Bakanı tavuk satar, Maliye bakanı da devletin kuruluşlarını satar..... Peki söyler misiniz; milliyetçi arkadaşların ‘‘Moskova'ya...’’ diye sopalarla kovaladıkları, ‘‘vatan haini’’ ilan ettikleri hangi sol örgüt bile, devletin güvenilirliğine-saygınlığına, ya da vatanın varlığına bu denli zarar verdi?.. * Peki nerelerden başlanmalı... En küçük beldeden, ilçelere, illere kadar, yurdun dört bir yanını sarmış vurgun ve soygun çetelerini artık görerek... ‘‘Milliyetçilik’’ adı altında ne rezillikler işlendiğini artık fark ederek... ‘‘Vatan haini solculara’’ karşı gösterdikleri kahramanlığı, ‘‘Vatan için’’ vatanı soyanlara göstererek... Milliyetçilik özeleştiri ister... Milliyetçilik yürek ister... Yürek... ---------------------------------------- Bekir COŞKUN Hürriyet
  20. Yaklaşık 600 yıl süren Osmanlı devleti islamiyet adına hüküm sürdüğü halde hiçbir Osmanlı Sultanının haca gitmemesi bir çelişki değil midir? Sizce bu nasıl değerlendirebilir....

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.