OBJEKTİVİST tarafından postalanan herşey
-
RUSYA, Fethullah GÜLEN'e ait 16 Okulu Kapattı... (GEREKÇE, ABD ve İNGİLTERE adına AJANLIK yapmaları...)
Yahu ne garip bir ülke olduk... En ufak bir duygusallıkta hepimiz iki gözü iki çeşme "sanki biri terkoz biri hamidiye"... İlginç bir ilahi duygusal anlayışımız var ve herşeyi duygularla ifade ediyoruz, duygularla çözmeye çalışıyoruz. Artık ne zaman kan uykulardan uyanıp gerçek dünyayı tüm gerçekleri ile göreceğiz bilmiyorum... Neyse gelelim şu Fethullah Gülen meselesine; Fethullah Gülen 'i artık tanımayan yok, ''Hoca'' çok meşhur oldu.. Kimlik belgesi belli.. Lâkabı ''Fethullah Hoca..'' Kendisini bir din adamı olarak tanıtıyor.. Said-i Nursi 'nin tilmizi, fikir ve siyaset mirasçısı.. Amerika'da yaşıyor.. Din adamı görüntüsünde; ama ''Ilımlı İslam Devleti Modeli'' nin babası, neredeyse lideri... Elimde bir kitap var; adı ''Barış Köprüleri - Dünyaya Açılan Türk Okulları''. Kitapta da dile getirildiği gibi bu okulların geçerli adı: ''Fethullah Gülen Okulları''. İçlerinde ülkemizin saygın adlarından birkaç kişinin de - Bülent Ecevit dahil- bulunduğu yaklaşık otuz kişi, Fethullah Hoca okullarına ilişkin olumlu düşüncelerini bu kitapta (kitabın reklamları bütün gazetelerde çıktı; biz Cumhuriyet olarak kabul etmedik) dile getirmişler.. Bu arada okullara ilişkin açık seçik hesap kitap olmadığı geçenlerde gazetelere yansıdı. Cumhuriyet Ankara Bürosu dün 'Fethullah okulları' na ilişkin bir haber verdi. Okurken altını çizdiğim satırları aşağıya aktarıyorum: ''Rusya Federasyonu 'Nur Cemaati 'nin faaliyetlerini mercek altına aldı. 2001 yılından bu yana Fethullah Gülen'e ait 16 okulu kapattığı, 2003 yılında Başkırdistan'daki Gülen okullarında çalışan 10 öğretmeni sınır dışı ettiği, son bir yıl içinde sınır dışı ettiği öğretmen sayısının 50'ye yaklaştığı öğrenildi. Fethullah Gülen okullarında çalışan öğretmenlerin ABD ve İngiltere adına ajanlık yaptığı, Türk Cumhuriyetlerinde bazı darbe girişimlerine karıştığı, yine bu ülkelerde patlak veren bazı iç karışıklıklarda rol oynadığını saptadı. Fethullah Gülen'in Rusya'daki temsilcisi bilinen 'Tolerans Vakfı' Başkanı Mustafa Kemal Şirin 'in de Eylül 2003'te Rusya Federasyonu'na girişi yasaklandı.'' Özetini yukarıya çıkardığım haberde ilginç bir bilgi daha var; Vladimir Putin Türkiye'ye geldiğinde meğer Bizimkileri Gülen okulları konusunda uyarmış. Evet, Gülen din adamı geçiniyor, Fethullah Hoca diye anılıyor... Said-i Nursi'nin tilmizi, şakirdi, öğrencisi, izleyicisi, cemaatinin reisi... Dünyanın her yanında bu okullar hangi parayla açılıyor?.. Said-i Nursi - Fethullah Gülen gazetesi 'Zaman' her gün yarım milyon kişiye nasıl bedava dağıtılıyor?.. Ülkemizde bu soruların yanıtını merak eden yok mu?.. Fethullah Gülen okullarının propagandasını yapanlar arasında bulunan benim dostlarım, bu soruların yanıtlarını neden merak etmiyorlar?.. Doğrusu merak etmeye başladım. Sevgiyle kalın... .
-
RUSYA, Fethullah GÜLEN'e ait 16 Okulu Kapattı... (GEREKÇE, ABD ve İNGİLTERE adına AJANLIK yapmaları...)
. Gülen okullarına operasyon... Moskova yönetiminin, cemaatin eğitim kurumlarını kapatmaya başlamasının ardından benzer uygulamanın Türk cumhuriyetlerine de yansıması bekleniyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) 10.02.06 - Rusya Federasyonu'nun, Fethullah Gülen cemaatine ait okulları, ''yeni güvenlik konsepti'' çerçevesinde kapatmaya başlamasının ardından gözler Türk cumhuriyetlerine çevrildi. Moskova yönetiminin uygulamayı sürdürdüğü bu kararın, Gülen cemaatine bağlı okulların yoğun faaliyet içinde olduğu Türk cumhuriyetlerine de yansıması bekleniyor. Rusya'nın yeni güvenlik konseptinin , ''içerideki bütün istikrarsızlık unsurlarının temizlenmesi'' üzerine kurulmuş olması, Gülen cemaatine bağlı okulların ve vakıfların öncelikli hedef durumuna gelmesine neden oldu. Moskova yönetimi, böylece Gülen cemaatini, ''Rusya içinde istikrarsızlık unsuru'' olarak gördüğünü de ortaya koydu. Bunun yanı sıra Rus parlamentosunun alt kanadı Duma'nın, ''Rusya'nın içinde faaliyet gösteren uluslararası sivil toplum örgütlerinin mali kaynaklarının daha sıkı denetime tabi tutulmasına'' ilişkin bir kararının da, Türk cumhuriyetlerine örnek olabileceği belirtiliyor. Bu kararın, özellikle Kırgızistan ve Özbekistan'da yaşanan gelişmeler sonrasında, dış destekli sivil toplum örgütlerinin birçoğunun ''gizli gündem'' ile faaliyet gösterip, iç karışıklıklara neden olması sonucu alındığı ifade ediliyor. Gülen cemaatine bağlı olarak Azerbaycan'da bir üniversite, 9 lise ve bir ilkokul, Nahçıvan'da 3 lise, Kazakistan'da 27 lise ve bir ilkokul, Kırgızistan'da 11 lise, Türkmenistan'da bir üniversite, 16 lise ve bir dil merkezi, Tacikistan'da 5 lise faaliyet gösteriyor.Gülen cemaatinin Özbekistan'daki okulları ise 1999 ve 2000 yıllarında kapatılmıştı. Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov , kendisine yönelik suikasta adı karışanlardan bazılarının Gülen cemaatine mensup olduğunun anlaşılması üzerine, bu okulların kapatılması emrini vermişti. Gülen cemaatinin bu ülkelerdeki okullarından yetişmiş bazı devlet görevlilerinin, kritik noktalarda göreve gelmesinin, söz konusu ülkeler açısından büyük bir tehlike oluşturduğuna işaret edilirken bir başka önemli sıkıntı noktasının da bu okullarda görev yapan öğretmenler olduğu belirtiliyor. .
-
MÜSLÜMAN ATEİSTLER... (İrak'ta cami bombalanıyor, Batı sömürüyor ve fakirleşmeye karşı ayağa kalmıyorlar... ve "BİR KARİKATÜR!"...)
Sevgili su damlası. Tepkinizi anlamamak mümkün değil. Ancak bugün yazılı ve görsel basında buna benzer benzetmelerle sık sık karşılaşmak mümkün. Örneğin bugün Hürriyet gazetesinde sayın Emin ÇÖLAŞAN'ın yazısı da benzer nitelikteydi. Sayın ÇÖLAŞAN 09.02.2006 tarihli 'Biz bunu niye yedik!!!' yazısında aynen; Biz bunu niye yedik!!! BİLİNEN fıkradır. Çiftlik sahibi kahyasıyla birlikte yolda yürürken, sağda solda hayvanların dışkılarını görüyor. Bunlardan bir avuç alıp kahyaya "Ye şunları, sana l00 altın vereceğim" diyor. Fakir adam bunları yiyip 100 altını alıyor. Patron pişman! Altınlar gitti. Birazdan kahyaya dönüp "Şimdi bir avuç pisliği ben yesem l00 altını geri verir misin?" diye soruyor. Kabul! O da yiyor ve altınlarını alıyor. Birazdan patronun jetonu düşüyor: "Ulan oğlum, az önce benim 100 altınım vardı, şimdi yine var. Senin hiçbir şeyin yoktu, yine yok. O halde biz ne halt etmeye bu pislikleri yedik?" Sevgiyle kalın...
-
MÜSLÜMAN ATEİSTLER... (İrak'ta cami bombalanıyor, Batı sömürüyor ve fakirleşmeye karşı ayağa kalmıyorlar... ve "BİR KARİKATÜR!"...)
Çok teşekkürler yam_yam arkadaşım... İnan son günlerde hiç bu kadar keyifle gülmemiştim... Sevgiler...
-
(SÖYLEŞİ)..İlk Türban, Sumer'den Tevrata, Bugünkü Türban, En çok etkileyen Tanrı, Tufan, Tarihte ilk tek Tanrılı Din,
Konu Nuhun Gemisi değil sevgili arkadaşlar... Tarihsel bir öneme sahip konu ile ilgili olarak düşünce, yorum ve paylaşımlarınız varsa bunu büyük bir memnuniyetle tartışacağımıza benim kadar sizlerin de inancının olduğuna yürekten inanıyorum.. Diğer taraftan konunuya katkısı açısından Muazzez İlmiye Çığ’ı tanımak için Serhat Öztürk tarafından yazılmış ve İş Bankası Yayınları’nın bastığı “Çivi Çiviyi Söker: Muazzez İlmiye Çığ Kitabı”nı okumak gerekiyor. Çünkü bu kitapta onun hayatı var. Atatürk Türkiye’sinde genç bir kadınının nasıl yetiştiği görüyorsunuz bu kitapta. Hangi koşullarda okuyup, çalıştığını ve 75 yaşından sonra nasıl yazar olduğunu anlatıyor Muazzez Hanım... Aslında bütün kitapları okunmalı ama eğer tek bir kitabını seçecekseniz ve dinler tarihine ilginiz varsa bence “Kur'an İncil ve Tevrat'ın Sumer'deki Kökeni” okuyun. Bu kitapta 6 bin yıl önce yaşayan Sumer dininin çok tanrılı bir din olduğunu, zamanla tek tanrılı dinlere geçildiğini ve çok tanrılı dinlerdeki diğer tanrıların tamamıyla yok olmayarak tek tanrılı dinlerde melekler, şeytanlar, cinler olarak varlıklarını sürdürdüklerini okuyacaksınız. Aynı kitapta dinlerin karşılaştırılması da var. Kuran’ı Tevrat'a benzetenler, her iki kitabın da Allah’tan geldiği için benzer olmasını normal karşılıyor ama, Sumer tabletlerinde Tevrat’takine benzer yazılar ortaya çıkınca durum değişiyor. Çünkü Sumer çivi yazılarındaki söylemler tek bir tanrıya değil, pek çok tanrıya ait. Kitapta Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman dinleriyle Sumer dini arasındaki ortak noktalar ve benzerlikler tek tek ele alınmış. Ortak noktaları üç aşağı beş yukarı tahmin edebilirsiniz sanıyorum. Tanrının yaratıcı ve yok edici gücü, tanrı korkusu, tanrının yargısı, kurbanlar, törenler, ilahiler, dualar, iyi ahlaklı, dürüst ve haktanır olmak, büyüklere ve küçüklere saygı göstermek, sosyal adaleti sağlamak ve temiz olmak bütün dinlerde olan ortak özellikler. Benzerliklere gelince... Kitapta pek çok örnek var ama ben burada ancak birkaç tane verebilirim. Örneğin Sumerliler kadınları bir tarlaya benzetmişler. Aynı deyim hem Tevrat, hem Kuran da var. Kuran’da Bakara Suresinin 223. ayeti "kadınlarınız sizin için bir tarladır, tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın" yazar. Sumerlilerde 7 sayısı çok önemlidir. 7 gün geçmek, 7 dağ aşmak, 7 ışık, 7 ağaç, 7 kapı gibi. Aynı şekilde Tevrat ve Kuran’da 7 sayısı bolca bulunmaktadır. İslam'a göre cennetin 7 kapısı vardır; Sumer yeraltı dünyasının da 7 kapısı bulunuyor. Sumer kralları, tanrıların yeryüzündeki vekili sayılıyordu. Bu inanç Hıristiyanlıkta papaya, Müslümanlıkta halifeye geçerek sürmüştür. Sumer'de krallann nasıl sarayları varsa Tanrıların da evleri vardı ve bunlar "Tanrı evi" denilen görkemli tapınaklardı. Daha sonra bu tanrı evleri sinagoglara, kiliselere, camilere dönüştü. Camilerin ve minarelerin üstündeki yarım ay, Sumer Ay Tanrısının sembolüdür. Sumer tanrılarının esas adlarından başka, niteliklerine göre adları da vardı. İslam dininde Allah'a verilen 99 ad, aynı geleneğin bir devamı gibi görünüyor. Sumerlilere göre ölüler, "kur" adlı karanlık, dönüşü olmayan bir yeraltı dünyasına gidiyorlar. Tevrat’ta bu “şeol”, Yunan'da “hades”, İncil’de “cehennem”, İslam'da “ahret” olarak devam etmektedir. Sumerlilerde, okul tabletlerine göre altı gün çalışma, yedinci gün dinlenme var. Bu Yahudilere Sabbat olarak geçmiş. On emirde "Sabbat'ı düşün, onu kutsal gün olarak gör!" deniyor. Altı gün çalıştıktan sonra, yedinci gün Tanrıya adanmış bir dinlenme günü oluyor. Yine Yahudilere ve İslam’a göre Tanrı altı günde dünyayı yaratıp yedinci gün dinlenmiş. Sumer tanrılarının gökte toplandıkları “Duku” adında bir yerleri var. İslam inanışına göre de Allah yedi kat göğün üzerinde “Arş”ta oturuyor. Sumer törenlerinde tanrı heykellerinin gezdirilmesi, Hıristiyanlıkta dini törenlerde Meryem'in heykelinin taşınması şeklinde devam ediyor. Hıristiyanlıkta olduğu gibi Sumer'de de günah çıkaran rahipler bulunuyor. Sevgiyle kalın...
-
"TÜRKÇE EZAN" ve TÜRKÇE EZAN okunmasına en çok KİMLER KARŞI GELİR...
Tarih abidesi Cemal Kutay'ın Atatürk üzerine yazdığı kitapların sayısı da oldukça fazla. "Atatürk'ün son günleri", "Ardında Kalanlar", "Atatürk Olmasaydı", "Atatürk Bugün Olsaydı", "Atatürk'ün beraberinde götürdüğü hasret: Türkçe İbadet" en çok bilinenleri. Cemal Kutay, Türkçe ibadet konusunda da gücünün yettiğince mücadele etti. Mücadelesini; "Klasik ilahiyatçı olmayı, konuyu kucaklamanın şartı saymadım. Tam aksine görebilme, düşünebilme, ele alabilme, hükme ulaşabilmenin temeli cesaretin, hür tarih düşüncesinin nimeti olacağına inandım, denedim" diyerek açıklıyordu. 400 sayfalık "Türkçe İbadet" kitabında Atatürk'ün bu konuya verdiği önemi; "57 yıllık kısacık ömründe vatan ve milleti için hayırlı ve faydalı ne görmüşse şartları düşünmeden ve zerre ödün vermeden onları kucakladı. Tarihte görülmemiş bir cesaret ve azimle hepsini zaferle mühürledi. Tek bir istisnasıyla. Milletine anadiliyle kulluk hakkını sağlamak son yılların zamanını doldurmuş idealiydi. Kucakladığı bütün mevzularda olduğu gibi aklın, mantığın, bilimin terkibi görüş içinde hazırlığını tamamlamış, kameti, hutbeyi, ezanı Türkçeleştirmiş, sıra namaz surelerine gelmişti. Nefes nasibi daha bir kaç yıl daha devam etseydi bu son himmetini de, kendisine özgü tamlık içersinde noktalayacaktı" diyerek anlatmaya çalıştı. Atatürk'ün emrinde 11 sene 6 ay 2 gün kaldığını her fırsatta gururla söyleyen Cemal Kutay, artık yok... Uzun yaşadı ama kimseye yakışmayan ölüm ona da yakışmadı. Daha ne diyelim... Sevgiyle kalın...
-
RUSYA, Fethullah GÜLEN'e ait 16 Okulu Kapattı... (GEREKÇE, ABD ve İNGİLTERE adına AJANLIK yapmaları...)
. Rusya, Gülen cemaatinin okullarını kapatıyor... ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Rusya Federasyonu, Nur Cemaati'nin faaliyetlerini mercek altına aldı. Moskova yönetiminin ''yeni güvenlik konsepti'' ni uygulamaya koyduğu 2001 yılından bu yana, Fethullah Gülen 'e ait 16 okulu kapattığı, 2003 yılında Başkurdistan'daki Gülen okullarında çalışan 10 öğretmeni sınır dışı ettiği, sınır dışı edilen öğretmen sayısının son bir yıl içinde 50'ye yaklaştığı öğrenildi. Cumhuriyet'in ulaştığı bilgilere göre Moskova yönetimi yeni güvenlik konseptini 2001 yılında uygulamaya koydu. Bu tarihten sonra Rusya Federasyonu ve bağlı özerk cumhuriyetlerdeki Fethullah Gülen'e ait okullar yakın takibe alındı. Gülen'e ait okullardaki faaliyetleri dikkatle izleyen Rus gizli servisi FSB, bu okullarda Rusya Federasyonu'nun ulusal güvenliğine aykırı eğitim ve öğretim yapıldığını ortaya çıkardı. Bu okullarda çalışan öğretmenlerin, ABD ve İngiltere adına ajanlık yaptığı, Türk cumhuriyetlerinde bazı darbe girişimlerine karıştığı, yine bu ülkelerde patlak veren bazı iç karışıklıklarda rol oynadığını saptadı. Bunun üzerine harekete geçen Rus yetkililer, Tataristan'da 8, Başkurdistan'da 4, Karaçay-Çerkes, Yakut-Saha, Astrahan ve Dağıstan'da birer okulu kapattı. 2003 yılında Başkurdistan'da, Gülen'in okullarında çalışan 10 öğretmen sınır dışı edildi. SINIR DIŞI EDİLDİLER... Yürütülen istihbarat faaliyeti sonucu, Rusya Federasyonu'nun güvenliği aleyhine faaliyette bulunduğu saptanan öğretmen sayısı son bir yıl içinde 50'ye yaklaştı ve bu öğretmenlerin tamamı sınır dışı edildi. Sınır dışı edilen öğretmenler arasında Türk pasaportu taşıyanların yanı sıra Kazakistan ve Kırgızistan pasaportu taşıyanların da olduğu öğrenildi. Fethullah Gülen'in Rusya'daki temsilcisi Tolerans Vakfı Başkanı Mustafa Kemal Şirin'in de Eylül 2003 tarihinde Rusya Federasyonu'na girişi yasaklandı. Şirin'in, Rusya'ya girmek için geldiği Moskova'da havaalanından geri çevrildiği belirtildi. Gülen'in okullarının kapatıldığı bilgisinin Ankara'ya ulaşmasından sonra, Dışişleri Bakanlığı bu uygulamanın gerekçesini sordu. Moskova yönetimi de ''Bizim eğitim sistemimizden farklı eğitim yaptıkları için kapattık'' gerekçesini Ankara'ya iletti. Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin 2004 yılında Türkiye'ye yaptığı ziyarette, bu konuyu en üst düzeyde gündeme getirdi ve duydukları rahatsızlığı bildirdi. Putin, Moskova yönetimi resmi ağızdan Gülen'e ait okulların, ''terör eğitimi verdiği, dinci örgütlere eleman yetiştirdiği'' yönünde açıklamalar yapmıştı. .
-
MÜSLÜMAN ATEİSTLER... (İrak'ta cami bombalanıyor, Batı sömürüyor ve fakirleşmeye karşı ayağa kalmıyorlar... ve "BİR KARİKATÜR!"...)
. Arap Dünyası ve Karikatürize Batı! Danimarka'da patlayan karikatür olayı önce kendi içinde yoğunlaştı, yoğunlaştı; patlamayla tüm İslam dünyasını etkisi altına aldı. Olayın boyutları çizginin dışına çıkıyor, hatta aşıyor... Önce Batı'nın tutumunu sütuna yatıralım... Özellikle 11 Eylül olayından sonra hemen hemen tüm Batı'da terörle İslamı birleştiren toptancı bir yaklaşım içine girildi. Öyle ki Ortadoğu kökenli herkes potansiyel terörist muamelesi gördü. Bir dinle terörü yan yana getirmek, akıl kârı değil. Her şeyden önce o dinin samimi inananlarını karşınıza almak demek. Bu rakam 1.5 milyarın üzerindeyse olayın boyutu elbette daha da büyür. Burada iki unsur dikkati çekiyor: 1-___ Batı, İslamla terörü ayırmakta özen göstermedi. 2-___ Doğu, İslamla terörün birbirinden ayrılması için gerekli çabayı harcamadı. Hâlâ bu sancıyı çekiyoruz... Bunun sonucunda peygamberi de terör çizgisine dahil edip çıktılar. Hani insanın şunu diyesi geliyor: Terörist ilan etmedikleri bir Hz. Muhammet kalmıştı! Gelelim Arap dünyasına... Burada da şöyle bir sözcük oyunu yapsak yeridir: Arap dünyası eşittir dün yası! 21. yüzyılı yakalamakta zorlanan Arap ve İslam dünyasının insanları, Irak'ta ABD cami bombalayınca ayağa kalkmıyor... Ülkeyi yönetenler Batı'yla işbirliği yapıp kaynakları dışarı aktarınca ayağa kalkmıyor... Devletin geliri artarken toplumun fakirleşmesi karşısında ayağa kalkmıyor... Ne zaman ayağa kalkıyor? Danimarka'da karikatürler yayımlanınca... Bu karikatürler yayımlandıktan ne kadar sonra ayağa kalkıyor? 2-3 ay sonra! Üstelik de birden ayağa kalkıyor. Farklı ülkelerden art arda ''Batı'ya isyan'' eylemlerinin haberleri geliyor. Bu durumda insanın aklına iki soru geliyor: 1-___ Bu eylemler için bir yerden düğmeye mi basıldı? 2-___ Eylemler bir planın parçası ya da ön provası mı? Her iki soruya da evet yanıtı ağırlık kazanıyor. Biraz daha açmak gerekirse gelinen nokta medeniyetler çatışmasının provası mı? Hangi coğrafyadan, hangi konuda, hangi yoğunlukta tepki gelecek, sorusuna yanıt mı aranıyor? Örneğin Şam'da insanları galeyana getiren şu mesaj olmuştu: -___ Danimarka'da Kuran yakmışlar! Biz bu tür provokasyonları tanıyoruz! Büyük gerginliğin bir karikatürler serisi sonrasında çıkması da işin karikatürize yanı! Televizyon yayınlarının sınır tanımadığı çağımızda pek çok İslam ülkesinde resim yasak! Yaşam biçimi de ülkelere göre değişiyor. Türkiye, Anadolu tipi bir Müslümanlığı yıllar içinde damıtıp yaşama geçirdi. Balkanlar'da daha farklı bir Müslümanlık var. Bosna savaşında şu tanımı bile duymuştum: -___ Biz Müslüman ateistleriz! Onlar kimliklerini tanımlamak için Müslümanız diyorlardı ama, ateist olduklarını da saklamıyorlardı. Karikatürle başlayıp olağanüstü ciddileşen tartışma, iki gezegenin birbirine çarpması kadar etkin sonuçlar doğurabilir! Bir kez daha ortaya çıktı ki; mizah, çok ciddi bir iştir! - Sevgiyle kalın...
-
Dini ve Vicdani Simgelelerle Alay Edenleri Protesto
Sevgili irresistible... Büyüklere masallar adı altında açtığım topic'te evet peygamberlerin mucizeleri bizzat kitaplardan araştırılarak bulunmuş ve kaynakları gösterilmiş bilgilerdir. Bu topic'e ben bilerek Kur'an Hz. Muhammedin mucizelerini eklemedim. Görüyorum sizde öfkeden, tepkiden ve kızgınlıktan başka hiçbirşey yok. 1400 yıl önce yazılanlarla dünyanın hiçbiryeri yönetilmedi ve yönetilemez, ne o kültür, ne o sosyal yapı ve ne o ekonomik yapı bugünün gerçekleri ile örtüşür, ne de bugünlere fayda sağlar. Benim şahsen Din adına, yazdıkları şerhleri, kitabın aslında olmayan ayrıntılara ilişkin içtihat hükümlerini, kendi basit ve batıl düşüncelerini, çelişkili ayrıntı hükümlerini Allah'ın sözü gibi göstermeye çalışın din cahillerine sözüm, böylece dini ayrıntılara ve ihtilaflara boğup çarpıtıyor, zorlaştırıyorlar, taassuplarından dolayı dinin ruhundan ve anlamından uzaklaşıyor fakat dine hizmet ettiklerini sanıyorlar ki buna şiddetle karşıyım. Hayrıca klasik tefsirlerde diğer din mensuplarıyla hukuk kurallarıyla ve Allah'ın sıfatlarıyla ilgili ayetlerin nasıl çarpıtıldığı, Kur'ân'ın asla kastetmediği anlamların ayetlere nasıl monte edildiği ve bunlarla insan doğasına, yaratılış gerçeğine, sosyolojik yasalara uygun, an duru Kur'ân dininin nasıl kaydırılıp değiştirildiği, sağduyu sahibi düşünürlerin gözünden kaçmaz. Ama maalesef Kur'ân'ın yalın gerçeğini değil, uzman denilen kişilerin, müfessirlerin, muhaddislerin, fakihlerin, kelamcıların çarpıttıkları nass yorumları din olarak halka intikal etmiş ve böylece toplumun büyük kesimine bağnazlık egemen olmuştur. Şimdi hurafe anlatanlar "âlim" (!), Kur'ân'ın anlamını çarpıtmalardan arındırmaya çalışıp yalın Kur'ân gerçeğini anlatanlar "sapık" olarak nitelendirilmektedir (YANİ BİZLERİ). Ama "er yarın Hak divanında belli olur." İlk cağlarda kitabın tahrifi sorunu, öncelikli bir sorun değildi. Ancak 5'inci hicri, 11'inci miladi asırdan sonra Kitab-ı Mukaddes'in tahrif edildiği savı, Müslüman yazarların genel kabulü haline gelmiştir. Bu kabulde Mes'ûdî (Mürûcu'z-Zeheb: 1/118), Bîrûnî (el-Âsâru'1-Bâkıyeh 'ani'l-Kurûni'l-Hâliyeh, s. 20-21) ve Ibn Haz (el-Fasl R'l-Müel va'1-Ahvâi va'n-Nihal: 1/117, 198, 2/7-10)'ın büyük payı vardır. Saygılarımla... Sevgiyle kalın...
-
PEPSİ & COCA COLA GERÇEĞİ... (e-mailime gelen bir yazı)
. PEPSİ & Coca Cola ve Faydaları!!! Büyük olasılıkla az sonra okuyacağınız bir çok şeyi siz zaten daha önceden biliyordunuz (!) ya da bilmeyenler "hadi canım, saçmalık " diyeceklerdir. Eğer öyle olduğunu düşünüyorsanız, burada anlatılanlara inanmadıysanız denemesi bir cola parasıdır. Yani bir kutu Coca Cola veya Pepsi yeterli Gelelim COCA COLA ve PEPSİ ile ne gibi pratik işler yapabileceğinize: TUVALETİ TEMİZLEMEK İÇİN: Bir kutu kolayı klozetin içine dökünüz. Bir saat kadar bekleyiniz ve sifonu çekiniz. Koladaki sitrik asit hela başındaki lekeleri yok edecektir. KROM TAMPONLARDAKI PAS LEKELERINI YOK ETMEK İÇİN : Arabanın tamponunu Coca Cola''ya batırılmış bir sigara paketinin içindeki alüminyum folyosuyla iyice ovunuz. Tertemiz olacaktır. AKÜ KUTUP BAŞLARINDA ÇAPAĞI TEMİZLEMEK İÇİN : Bir kutu kolayı kutup başlarına dokun ve bütün çapak yok olsun. PASLANMIŞ BİR CiVATAYI SÖKMEK İÇİN : Coca-Colaya batırılmış bir bezi bir kaç dakika paslı cıvatayı uygulayınız. Bir kaç dakika sonra rahatlıkla dönecek ve çıkacaktır. ELBİSENİZDEKİ YAĞ LEKESİNİ ÇIKARMAK İÇİN : Bir kutu kolayı lekeli giyeceklerin üstüne boşaltın, deterjanı ekleyin ve her zaman yıkadığınız gibi yıkayın. Coca-cola yağ lekelerinin yok olmasına yardım edecektir. Ayrıca araba ön camlarındaki her türlü kuş pisliği yapışan sinekler veya ağaçlardan dökülen toz , polen, yapışkan maddelerin çıkarılması en iyi madde COCA COLA + PEPSI ''dir. * * * Haa... isterseniz bu çok kuvvetli temizleyicinin geriye kalanını içersiniz. Bakin bu da bir fayda. Fayda ise eğer??? Peki nedir bu Cola''nin bu kadar etkileyici temizliklerde bile kullanılabilmesinin sebebi? Coca-Cola ve Pepsi''nin ortalama pH değeri 3.4 tur. Bu asidi de dişleri ve kemikleri eritmek için yeterlidir. Temizliklerde bu kadar etkili olmasının sebebi budur. Aslına bakarsanız Cola ile dünyada kimsenin tavsiye edemeyeceği KARBONDİOKSİT içiyoruz. Hani şu dışarı atmak için devamlı nefes alıp verdiğimiz, atmak için uğraştığımız KARBONDİOKSİT...! 2001 yılında Delhi Üniversitesinde "kim daha fazla Coca-Cola içecek" diye bir yarışma yapıldığında, sekiz litre Coca-Cola içerek kazanan ve 10 dakika içerisinde herkesin gözü önünde ölen kişinin haberini duymuşsunuzdur . Neden öldü? Çünkü çok fazla karbondioksit almıştı ve kanında yeterli oksijen yoktu. Başka bir örnek: Kırılmış dişinizi bir şişe Coca Cola''nin içine koyun ve 10 gün sonra bakın... Diş 10 günde büyük oranda erir. Halbuki dişler ve kemikler ölümden sonra bile en fazla dayanabilen organlarımızdır ... Bir şişe kola içerek midenize ve dişlerinize ve bağırsaklarınıza ne yaptığınızı bir düşünün... Peki bunları niye yazdık ve niye herkes okusun istiyoruz? Bu Coca-Cola ve Pepsi ile ilgili gönderilen yazı; genç bir grubun ortak platformlarda aldıkları bir kararın ürünüdür. Bu yazı İnternet üzerinden gönderilerek yayılması amaçlanmıştır. Zaten onlar da büyük kartellerden boyalı medyadan ya parasal desteği ya da promosyon adı altında verilen "sus" paylarını vermezler. Bu kadar zararlı bir içecek nasıl olurda bu kadar bilinçsizce tüketilebilir ve biri Amerikan firması olmak üzere bu şirketler bu kadar kar elde edebilir? .......... -
-
Dini ve Vicdani Simgelelerle Alay Edenleri Protesto
Arkadaşım bu forumda kimse senin dinine saldırdığı falan yok ve bu olmazda. Tüm arkadaşlarımız demokratik ölçütler sayesinde düşüncesini belirtiyor, yazıyor, bizlerle paylaşıyor. Burası iran değil. Burası demokratik, laik bir ülke ve bu ülkede yaşayan bütün vatandaşlar düşüncelerini yazılı ve görsel her şekli ile belirtebilme hakkına sahiptir. Bunu ne siz engelleyebilirsiniz, ne de biz. Bilimsel anlamda düşünen her kes kuşku, tereddüt ve mantığına göre birtakım değerleri, düşünceleri, kültürleri, hayatı vb. tartışmaya açabilir ve tartışabilir. Sanıyorum Bir kez daha hatırlatmakta fayda var... 1)-___ Kimse, dinî ayin ve törenle re katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dinî inanç ve kanaatlerin den dolayı kınanamaz ve suçlanamaz. Anayasa, mad. 24/3/ 2)-___ Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Anayasa, mad. 25/ 3)-___ Herkes düşünce ve kanaatlerini; söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Anayasa mad. 26 4)-___ Şiddet çağrısı içermedikçe sözlü ve yazılı ifadedeler cezalandırılamaz. Bu düşünceler şok edici bile olsa... (Yargıtay Gn. Kur. Kararı.) 21. Yüzyılda biz insanların her şeye ama herşeyi bilmeye, öğrenmeye, araştırmaya, düşünmeye ve tüm bunları sevgi saygı ve hoşgörü içerisinde tartışma hakkı vardır... Ben bu doğrudur, benim doğrumdur sen buna inanmak zorundasın ve "bu doğrudur buna 'inan diyen her düşünceye şiddetle karşı duran bir insanım. Aklıma, mantığıma ve düşünceme ters bir şey varsa ki bu dinler de olabilir ve bu ne olursa olsun o konu hakkında her türlü olumlu ve olumsuz taraflarını da elbetteki bilme hakkım var... Üstelik Akla ve mantığa uymayan hiçbirşeye inanmam; bizler sorgulayan, araştıran, inceleyen, her türlü olumsuzluklara karşı uyanık olmaya çalışan ve yorumlayan gencecik bir Cumhuriyetin çocuklarıyız... Ve bizler bu Uygarlık savaşımızı daha yitirmedik... Yoksa insan olarak, Vatandaş, Yurttaş ve evrensel bir canlı olarak BOŞ BİR TORBADAN (Ne konsa alır benzetmesi ile) Farkım kalmaz arkadaşlar... Sevgi ve saygılarımla...
-
(SÖYLEŞİ)..İlk Türban, Sumer'den Tevrata, Bugünkü Türban, En çok etkileyen Tanrı, Tufan, Tarihte ilk tek Tanrılı Din,
- (SÖYLEŞİ)..İlk Türban, Sumer'den Tevrata, Bugünkü Türban, En çok etkileyen Tanrı, Tufan, Tarihte ilk tek Tanrılı Din,
Sevgili arkadaşlar; Müslüman yazarlar önceki kutsal kitabın tahrifi konusunda üç gruba ayrılmıştır. Kimi kitapta hem metin hem mana tahrifi yapıldığını, kimi metin değil sadece mana tahirfi olduğunu söylerken kimi de kitabın kendisinde asla tahrif olmadığı tezini benimsemiştir. Mana ve yorum tahrifi yapıldığını söyleyenlerin başında ünlü hadisçi Darimi gelir. Gazali de mana tahrifinin, bilgisizlikten, gerçeği anlamamaktan kaynaklandığı görüşündedir. Bu görüşün bariz mümessillerinden biri de Razi'dir. Kitapta hiç tahrif olmadığını söyleyenlerin başında da ünlü filozof İbn Sina gelir. İbn Sina, ilahi kitaplarda kasti tahrifin mümkün olmadığı kanısındadır. Kitaplarda kasti tahrifi kabul etmeyenlerden biri de ünlü tarihçi İbn Haldun'dur, o da mukaddimesinde şöyle diyor: "Yahudi alimlerin, kendi amaçları doğrultusunda Tevrat'ı değiştirdikleri iddiasına gelince, Buhari'nin nakline göre Abdullah ibn Abbas, bunun uzak bir ihtimal olduğunu söylemiş ve mealen demiştir ki: Haşa, herhangi bir millet, Allah'ın kendi peygamberlerine indirmiş bulunduğu kitabı kasten değiştirmez. Onlar, yorumlarıyla kitabı tahrif etmişlerdir." "Allah'ın hükmünü içeren Tevrat yanlarındadır" ayeti de Tevrat'ın aslının korunduğunu gösterir. Zira onlar Tevrat'ı değiştirmiş olsalardı, Allah'ın hükmünü içeren Tevrat yanlarında bulunmazdı. Sonuç itibariyle deriz ki: Kur'ân'da Yahudilere nispet edilen tahrif ve tebdil ile kasıt, tevildir (yorum çarpıtması). Bile bile kitabın aslını değiştirmeleri söz konusu değildir. Ancak olsa olsa, farkında olmadan bazı kelimelerin yazımında hata yapılmak suretiyle kitaba kasıtsız tahrif girmiş olabilir. Sevgiyle kalın...- (SÖYLEŞİ)..İlk Türban, Sumer'den Tevrata, Bugünkü Türban, En çok etkileyen Tanrı, Tufan, Tarihte ilk tek Tanrılı Din,
Evet ifadelerin yeterince açık olduğu ortada... Teşekkürler Sevgili yam_yam arkadaşım...- (YORUMSUZ BİR YAZI) Din ve Çatışma... Dinler Savaşı... Kullanılan ve kullandırılan İnançlar....
Din ve Çatışma Karl Marx 'a atfedilir, ''Din afyondur!..'' deyişi.. Oysa Marx, sadece egemen sınıfların milleti uyutmak için dini afyon niyetine kullandığını kasteder.. Nitekim bu doğrudur.. Ama utanmaz egemenler, bunu da çarpıtırlar.. Hadi, Avrupa ülkelerinde bugün aklı başında merkezdeki siyasi partilerin, iktidar mücadelesi için dini afyon niyetine kullandıklarını söylemeyelim, buna Avrupa'da büyümeyi hedefleyen ırkçı-dinci küçük partilerin başvurduklarını belirtmekle yetinelim.. Ama, bu tam doğru değildir. Avrupa'da bütün sağcı büyük partilerin söylemlerinde din, duruma göre az veya çok içselleştirilmiştir.. Bu tutum, en çok ve en ''yüksek entelektüel düzey'' olarak, Türkiye'nin AB üyeliği tartışmalarında görüldü. Avrupa'nın Hıristiyan kültürü vurgulandı, Müslüman kültür ile uzlaşmazlığının altı çizildi.. Çok kültürlü, çok ırklı, çok uygarlıklı AB, Türkiye'ye sıra gelince ''monolitik'' kılığa büründü.. Şimdi ise Avrupa'nın aptal sağcı mizah kültürü , hiçbir mizah pırıltısı taşımayan geri zekâlı karikatürleriyle İslam dünyasını karşısına alıyor! Neden? Din savaşları mı? Sağcılar, kültürmüş, ifade özgürlüğüymüş gibi bahanelerin arkasına saklanarak, milyonlarca Müslümana Avrupa'yı dar etmek ve göçmelerini sağlamak politikası mı güdüyor? Malum işsizlik olarak ortaya çıkan ekonomik krizin üstesinden gelemeyen partiler, böylece kendilerine yeni oyun alanları mı yaratacak? Ortada istesek de istemesek de bir ''medeniyetler çatışması'' var.. Fakat bu çatışma esas ekseninden saptırılıyor.. Kültür ve din ekseninde sürdürülüyor.. Zaten bu tezin babası Huntington da medeniyetler çatışmasını bu eksene oturtmuş ve medeniyetler çatışmasının esas ekseni olan ekonomik çıkar savaşını göz ardı etmişti! Dünyamızda medeniyetler çatışması esas yoksul ile zengin ülkeler arasında yaşanıyor! Fakat, bütün tarih boyunca olduğu gibi, din, egemenler tarafından yine afyon olarak kullanılmakta, iktidar ve çıkar savaşı göz ardı edilmektedir. Her iki tarafça! Hem Batılı egemenler ve emperyalistler, hem de İslam dünyasında milyonları din kıskacı altında uyutan ve yönetenler... Bush; , Irak'ta açtığı savaşla, 2500 Amerikalı ve yüzbinlerce Iraklının ölümüne neden oldu! Bu savaşı tanrısal ilan etti ve Tanrı'nın kendisine yol gösterdiği rezil yalanını söyledi. (Savaşın anısı için http://www.afsc.org/iraq/movie.htm adresine gidiniz!) Bush, çağımızda medeniyetler savaşının haçlılar reisidir.. Fakat esas amacının Ortadoğu petrollerini ve bölgeyi kontrol etmek olduğunu saklamaktadır. İslam dünyasında da toplumun kaymak tabakasını oluşturan dini liderler, en azından önemli bir kesimi, Batı'nın bu medeniyetler savaşını kabul etmiş görünüyor.. Dine karşı din bayrağı! İşte Trabzon'da patlayan kurşun! Dinler savaşı, hoş geldi sefa geldi, ama uygarlaşma, ekonomik gelişme, Batı refahına ulaşma, insanlarını insan gibi yaşatma, dünyanın bütün nimetlerinden yararlandırma, çocukları çocuk gibi büyütme, insan yeteneklerini geliştirme, insan mutluluğunu barışçıl bir dünyada alabildiğine gerçekleştirme.. konularına gelince, İslam dünyasının egemenleri beyaz teslim bayrağını sallıyorlar, dünya egemenlerine karşı! Ama iki pespaye karikatür için, İlhan Selçuk 'un yazdığı gibi, milyonları ise sokaklara döküyorlar! Karl Marx, egemen sınıfların, dini, milleti uyutmak için afyon olarak kullandığını yazmıştır.. Çok doğrudur, bu gerçek yüzyıllardır değişmemiştir. Batı'da da, Doğu'da da! ___________________________________ ORHAN BURSALI / 07.02.2006- (SÖYLEŞİ)..İlk Türban, Sumer'den Tevrata, Bugünkü Türban, En çok etkileyen Tanrı, Tufan, Tarihte ilk tek Tanrılı Din,
'Baş örtüsünü ilk kez Sumerliler taktı' Dünya çapında tanınan Sumerolog Muazzez İlmiye Çığ (92), Birsen Altıner Söyleşisi. 6 Şubat 2006 - Hayran olduğum bir bilim insanıydınız. Sizi tanıyınca hayranlığımın biraz daha arttığını söylemeden edemeyeceğim. Sizi Sumerler hakkındaki çalışmalarınızla herkes tanıyor ama ben sizin geçmişinize çocukluğunuza, ilk gençlik yıllarınıza dönmek istiyorum. - 1914 Bursa doğumluyum. 1926 yılında Bursa Kız Muallim Mektebine girdim, 1931 yılında mezun oldum ve babamın da öğretmenlik yaptığı Eskişehir'de öğretmenliğe başladım. 1936 yılında Ankara’da Dil ve Tarih – Coğrafya Fakültesinin ilk ve tek kez olmak üzere öğretmenleri kabul etmesiyle buraya kaydımı yaptırdım. Ben ve Hatice Kızılyay adlı bir öğretmen arkadaşımla bu fırsattan yararlandık ve fakülteye başladık. - Hitit ve Sumerlilere olan ilginiz tamamen bir tesadüfle başladı demek ki. Oysa ben Atatürk’ün Anadolu medeniyetlerine verdiği önemden dolayı bu bölüme bilinçli olarak kaydınızı yaptırdığınızı düşünmüştüm. - Tamamen tesadüf oldu. Fakülteye kayıt yaptırdığımızda bütün bölümlerin dolu olduğunu söylediler. Sadece hocası yeni gelen Hititoloji bölümünde yer vardı. Yanında Sumeroloji, Arkeoloji ve yabancı dil de alacaksınız dediler. Biz de başka seçeneğimiz olmadığı için kabul ettik. Ne benim ne de arkadaşımın konuyla ilgisi vardı. Bilgimiz de yoktu. Sumeroloji nedir, Hititoloji nedir bilmiyorduk, ‘girelim de ne olursa olsun’ dedik ve bölüme kaydımızı yaptırdık. - Hocalarınız kimlerdi? - O dönemde üniversitelerimizde Nazi rejiminden getirttiğimiz çok değerli hocalar vardı. Biliyorsunuz 1933’de Hitler yönetime gelince ilk olarak Yahudi hocaları kürsülerinden attı. Ortada kaldı bu insanlar. İsviçre’de yardımlaşma derneği kuruyorlar ve bütün ülkelere bizi alın diye müracaat ediyorlar. Hitler korkusundan kimse kabul etmiyor onları. Muhacir memleketi olmasında rağmen ABD bile onları kabul etmiyor. 1932’de Atatürk bizde yeniden yapılandırılacak olan yüksekokul programını hazırlamak için İsviçre’den milletvekili de olan bir profesörü çağırıyor. Bu hocalar ‘Türkiye bizi alır mı?’ diye ona müracaat ediyorlar. Atatürk ‘derhal gelsinler’ diyor. Çünkü Atatürk yüksekokullar, üniversiteler açmak istiyor ama öğretim verecek uzman yok. Cumhuriyet kurulur kurulmaz birçok yerlere çeşitli konularda yetişsinler diye öğrenci gönderiliyor ama, bunların okuyup gelmesi zaman alacak bir proje olduğu için Atatürk bu teklifi hemen kabul ediyor. Böylece tarihte ilk defa beyin göçünü gerçekleştiriyor. Ülkemizde bilimin temelini dünyanın en meşhur hocaları, profesörleri atmıştır. Onlar olmasaydı biz bu duruma kolay gelemezdik. Bizim hocamız Benno Lansberger’di. - Hititoloji okudunuz ama Sumerlerle ilgili çalışmalar yaptınız. Buna okulda mı karar verdiniz? - Biz okuldayken Hititlerle ilgiliydik. Hititçe’yi öğrendik ve çok da seviyordum. Akatça da çok yaygındı. Hocamız bize Akatça da öğretti. Akatça’nın yanında aldık Sumerceyi... Yan evlat gibiydi Sumerce. Müzeye geçtikten sonra çok fazla Sumer tabletiyle karşılaştık. O zaman Sumerceye eğilmek mecburiyetinde kaldık. - Okuldan hemen sonra Arkeoloji Müzesinde çalışmaya başladınız değil mi? - Üniversiteyi 1940 yılında bitirdim ve İstanbul Arkeoloji Müzesine tayin oldum. 33 yıl burada çalıştıktan sonra emekli oldum. Burada çalıştığım dönem içerisinde arkadaşım Hatice Kızılyay’la birlikte çiviyazılı belgeler arşivini oluşturduk. Buraya geldiğimiz zaman gazete kağıtlarına sarılı, çıkarıldıkları gibi toz toprak içinde tabletler konuldu önümüze. Ne bir sayı, ne bir hesap vardı ortada. Kimse bizi şunu yapın bunu yapın da demiyordu. Biz arkadaşımla emekli oluncaya kadar bunları halledeceğimize dair karar verdik. Hepsini tek tek elden geçirdik. Bizden evvel tayin edilen Dr. Kraus kazıdan çıkarıldığı gibi duran tabletlerin konserve edilmesi gerektiğini söylüyor. Bunu öğrenmesi için Almanya’ya bir eleman gönderiliyor. O eleman yetişip gelinceye kadar müzede laboratuar hazırlanıyor. Biz gelinceye kadar bunlar hazırlanmıştı. Dr. Kraus’la birlikte bütün tabletleri tek tek konserve ettirtmeye başladık. Giden ve gelen tabletler arasında bir yanlışlık olmasın diye her verdiğimiz tabletin ilk ve son satırını not alıyorduk. 74.000 tableti tek tek arşivledik. Çevirdiğimiz tabletlerden 8 kitap basıldı. Kitapları MEB ve Tarih Kurumu bastı. - Yanılmıyorsam okuyucuya ulaşan kitaplarınızı emekli olduktan sonra yazdınız... - 1990 yılında, Prof. Dr. Samuel N. Kramer'in Türkçeye çevirdiğim ‘History Begins at Sumer - Tarih Sumerle Başlar’ adlı kitap Türk Tarih Kurumu Yayınlarından çıktı. 1995 yılında Kaynak Yayınları’ndan ‘Kur'an İncil ve Tevrat'ın Sumer'deki Kökeni’, 1996 yılında ‘Sumerli Ludingirra - Geçmişe Dönük Bilimkurgu’, 1997 yılında ‘İbrahim Peygamber- Sumer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara Göre’, 1998 yılında ‘İnanna'nın Aşkı - Sumer'de İnanç ve Kutsal Evlenme’, yine aynı yıl ‘Zaman Tüneliyle Sumer'e Yolculuk’, 2000 yılında ‘Hititler ve Hattuşa - İştar'ın Kaleminden’, yine 2000 yılında ‘Gılgameş - Tarihte İlk Kral Kahraman’, 2002 yılında ‘Ortadoğu Uygarlık Mirası’, 2003 yılında ‘Ortadoğu Uygarlık Mirası 2’, yine 2003 yılında ‘Sumer Hayvan Masalları’ adlı kitaplarım çıktı. Söz ettiğim kitapların hepsini Kaynak Yayınları bastı. Yine Kaynak Yayınlarından 2005 yılında ‘Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği’ ve ‘Vatandaşlık Tepkilerim’ adlı kitaplarım çıktı. 2005 yılında Epsilon Yayınlarından ‘Atatürk Düşünüyor’ adında bir kitabım daha basıldı. Bir de benim hayatımı anlatan Serhat Öztürk’ün kaleme aldığı ‘Çivi Çiviyi Söker - Muazzez İlmiye Çığ Kitabı’ var. Bu kitabı da 2002 yılında Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıktı... - Söz kitaplarınızdan açılmışken ‘Vatandaşlık Tepkilerim’ adlı kitabınıza gelmek istiyorum. Bu kitapta cumhurbaşkanlarından başbakanlara, yazarlardan sanatçılara kadar pek çok isme mektup yazdınız. Kitabınız çok tepki aldı. Kitapta, camilere aşk odası konulmasından imamların genelevlerde nikah kıymasına kadar birçok konuya değindiniz. Yanılmıyorsam bir avukat hakkınızda suç duyurusunda bulunmuştu. - Evet kitabımda söz ettim bunlardan. O sıralarda televizyonlarda, gazetelerde genç güzel başı bohçalı ve makyajlı bir hanımın tarikatlarda imam nikahı ile seks yaptığını okuyunca çok kızdım. Benim inandığım Allahı kandırmaya çalışıyorlar, onu en aşağı şekilde kullanıyorlar, diye çok kızdım. 4000 yıl önce yüzlerce tanrısı, tanrıçası olan Sumerliler evlenmenin bir hukuki andlaşma olduğunu bilerek yargıç önünde onu belgelemişlerdir. Belgesi olmayan birleşmeler de evlilik sayılmamıştır. Madem dinimizde imam nikahı ile seks doğal görülüyor, o zaman gizli yerlerde değil, eski mabetlerde olduğu gibi, camilere de birer aşk odası konsun, isteyen gidip orada bir imam nikahı ile seks yapsın dedim. Böylece hem camiye gelir olur, hem de imam para kazanır. Fakat ülkemizde din kanunu değil, medeni kanun geçiyor. İmam nikahı, diye hem kanunu çiğniyorlar, hem de Allahın adını kullanarak insanları kandırıyorlar. Yine televizyonlarda görmüştüm, Fatih’te bazı evlerde yapıldığı gibi geneleve de bir hoca konsun, geleni nikahlasın, çıkanı boşasın diye yazdım. - “Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği” adlı kitabınızda Sumer’den Tevrat’a fahişeliği irdeliyorsunuz. Sumerlerde fahişelik kutsal bir iş olarak kabul ediliyor değil mi? - Tanrıça İnanna'yı ‘göğün fahişesi’ diye adlandıran belgeler var. İnanna'ın mabetlerinde rahibelerin bir görevi de fahişelik. Kendilerini, tanrı namına bu işe gönüllü olarak adayan kadınlar bunlar. Onlar diğer kadınlardan ayrılsın diye baş örtüsü takıyor. - Bugün ki türban gibi mi? - Bugün takılan türban değil, baş örtüsü de değil, baş bohçası. - Siz yapıtlarınızda yüzyıllar boyunca Batı kültürünün temelinin Yunanlılara, dininin de Tevrat'a dayandırıldığını, fakat Sumerlilerin kültürü ortaya çıkmaya başlayınca, Batı dünyasının gelişmesindeki ana kaynağın Sumer'de olduğunun anlaşıldığını söylüyorsunuz. Sumerlilerin dini çok tanrılı bir din, Yunan’da da çok tanrı var. Neden çok tanrılı din tercih ediliyor? - Nedenini ben de bilemiyorum. Sumer dininde doğada görülen her nesnenin bir tanrısı var. Yer, Gök, Hava, Su tanrıları yaratıcı, diğerleri yönetici ve koruyucu tanrılar. Şehirlerin bile tanrısı var. -Bunlar bugünkü vali ya da belediye başkanı ya da emniyet müdürlerine mi denk geliyor? - Hayır, şehir tanrılarının mümessilleri var. Şehri yönetenler onlar. - Sizi en çok etkileyen tanrı ya da tanrıça kim Sumerlerde? - Tabii ki İnanna... Yunan’da Afrodit, Roma’da Venüs, Akad’larda İştar olarak adlandırılan İnanna; güzelliğin, aşkın, cinselliğin bereketin ve çoğalmanın sembolüdür. Sumer ekonomisi tarıma dayalı olduğundan, bolluk ve bereketin tanrıçası İnanna çok önemli onlar için. - Bu tanrılar yetenekli insanlar mı yoksa insanlarda olmayan tanrısal özellikleri var mı? - İnsanlar çözemedikleri olayların insanüstü güçler tarafından yapıldığını düşünmüşler ve tanrıyı yaratmışlar. Sumerlilerde her şeyin bir tanrısı var. Güneş neden doğuyor, rüzgar neden esiyor diye cevaplayamadıkları sorulara tanrılarla cevap vermişler. Çözemedikleri şeyi tanrı yapmışlar. Ama Sumer dini günümüz dinine örnek teşkil etmiş. Tanrının yaratıcı ve yok edici gücü, tanrı korkusu, kurban adamak, törenler, ilahiler, dualar var Sumerlilerde. Sumer tabletlerinde baş örtme, Ademin cennetten kovulması ve tufan gibi konular yer almış. Örneğin tufan efsanesi Sumer’de başlamıştır ve oradan diğer dinlere geçmiştir. Ben Sumer’de yazılan tufanın, Orta Asya’da olduğunu, Sümerlilerin oradan geldiklerini kanıtlamaya çalışıyor ve bu konuda bir yazı hazırlıyorum. yeni jeolojik bilgilere göre Orta Asya’da muazzam taşkınlıklar yaşanıyor ve Aral gölü Hazar’la birleşiyor. Doğu Anadolu’ya kadar her yeri sular kaplıyor. ABD’li bir bilim adamı tufanın Karadeniz’de olduğunu söyledi ve bunu kanıtladı. Sumer tufanı da oradan geldi, dedi. Ben bunun bağlantısını bir türlü kuramamıştım ve o yüzden üzerinde durmamıştım ama, son okuduğum kitaplar bana yepyeni bir ufuk açtı. Özellikle Begmyrat Gerey’in , ‘5000 yıllık Sumer- Türkmen Bağları’ ve Tahsin Parlak’ın ‘Aral’ın Sırları’ kitapları. Bunlar bir taraftan Orta Asya’da büyük taşkınlıkların olduğu kanıtlarken diğer taraftan Türkmenistan ile Sumerliler arsındaki bağlantıyı kanıtlıyorlar. Sumer’deki buluntuların aynı Türkmenistan’da da bulundu. Türkmenistan’da tarımın çok eskiden başladığı, tekerleğin çok eskiden kullanıldığı kanıtlanıyor. Türkmen diliyle Sumer dilinin mukayesesi yapılıyor, hem kelime bakımından hem gramer bakımından birbirleriyle çok benzeştikleri görülüyor. Belli ki Sumerliler Orta Asya’dan gelmişler. Tufanı da atalarından duymuş olmalılar. Çünkü Tufan İ.Ö 10. bin. 12. bin yılları arasında olmuş. Sumer metni ilk 2000’lerde yazıldı. Akatça yazılı Gılgameş destanının son kısmını oluşturan bu hikaye, ölümsüzlüğü arayan Gılgameş'e, tufandan kurtulup Tanrılar tarafından ölümsüzlük verilen Utnapiştim tarafından anlatılmış. Daha sonra bulunan Sumer tabletlerinde ise Tufan kahramanının adı Ziusudra. - Tufan nasıl olmuş? - Birdenbire buzlar eriyor, bir ısınma oluyor. Karadeniz’deki taşkınlıklar o zaman oluyor. Asya’daki bir anlatıya göre, Aral gölünün tam kenarında adı ‘Gemi Yapılan Yer’ olarak geçen bir yer var. Burada sonra kutsal kitaplarda Nuh olarak adlandırılan biri gemi yapıyor. Tufan kopunca gemiye biniyor ve Kafkasya’dan dolaşarak Cudi dağına geliyor. Orada konaklıyor. Sonra yine kendi memleketine dönüyor ve orda halkı büyütüyor. - Sumerlilerin Orta Asya’dan geldiğinin başka belirtileri var mı? - Örneğin Mezopotamya’da taş yok, ama Sumerlerde taş işçiliği var. Belli ki öğrenip gelmişler. Gılgameş destanında akrep adamlar vardır. İran’daki bir kazıdan üzerinde akrep figürü olan madeni eşyalar bulundu ama Mezopotamya’da bulunmadı. Bunlar birer kanıt. - Tarihte ilk tek tanrılı din hangisi? - Tek tanrı Mısır’da başlıyor. Firavun Akhneton birdenbire ‘Bir tek Güneş tanrısı var, başka tanrı yok’ diyor. Diğer tanrıların rahiplerinin gücünü azaltıyor böylece Akhneton. Bu durum uzun sürmüyor, çünkü erken ölüyor. Onun ölümünden sonra tekrar çok tanrılı dine geçiliyor ve tek tanrıya inanalar öldürülüyor. Musa bu katliamdan kaçıp İsrailoğullarına sığınıyor. Daha sonra Musa tek tanrılı din olan Museviliği başlatmıştır biliyorsunuz. - Gelelim Sumerlilerdeki yaşama... Sumerlilerde bilimin, tıbbın, astronominin çok ileri olduğu biliniyor. - Sumerliler gökyüzünü inceleyerek, ayın hareketine göre seneyi otuzar günlük 12 aya bölmüşler. Güneş sistemine göre de her yıl artan 10 günleri toplayarak üç yılda bir seneyi 13 ay yapmışlar. Burçları Sümerliler saptamış. Dünyadaki bütün olayların gökyüzünde yazılı olduğuna inanan Sumerliler, onu incelerken astronomi ve astrolojinin temelini kurmuşlardır. Matematikte çok ileriler. Cebirin kökeni de Sumerlilere dayanmaktadır. Tıp alanında da ileri düzeydeler. Hastalıkları ve onlara yarayacak ilaçları bulmuşlar.”- "CEMAATLEŞMEK, AŞİRETÇİLİK, TARİKATÇILIK" İLKELLEŞMEKMİDİR.... (YORUMSUZ)... Efendiler, ey ulus, iyi biliniz ki, Türkiye şeyhler, dervişler, tarikatla
Evet biz övdüğümüz kemalistlerin ve Mustafa Kemallerin çocuklarıyız. Çünkü; Atatürk Cumhuriyet Akılcılık, din ve olguculuk __Akılcılık (rasyonalizm) ve olguculuk (pozitivzm) düşünceleri Atatürk'ün düşünsel gelişmesinde etkili olmuştur. __Atatürk'te özelikle din konusunda, bireysel düşünmeyi temel almada, laiklik anlayışında akılcı görüşün tüm nitelikleri açık olarak görünür. __Akılcılık okulunun en önemli temsilcilerinden Descartes 'ın önemli kitabı Usul Hakkında Nutuk adıyla Türkçeye çevirilerek, 1928 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yayımlandı. __Akılcı düşüncenin öteki büyük düşünürü Kant hakkında Kant ve Felsefesi adlı bir inceleme yayımlanmıştı. Atatürk'ün özel kitaplığında MEB'nin bu yayınları dışında L. Goldschimid 'in Kant und Halckel, 1906 adlı kitabı bulunmaktaydı. __Atatürk ayrıca, Fransız Devrimi'nin akılcı yönlerini benimseyen Auguste Comte 'u da incelemişti. M. Kemal'in 1916'da, Bitlis cephesinde kolordu komutanı iken okuduğu kitaplardan birisi olan, Ahmet Hilmi tarafından yazılmış, Allah'ı İnkâr Mümkün müdür' adlı eserin bir bölümü August Compte ve Felsefesi başlığını taşıyordu. __Dr. Reşit Galip 'le yapılan bir konuşmada Atatürk'ün şu sözleri onun akılcı ve pozitivist düşüncesini yansıtır.''Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman hızla dönüyor. Böyle bir dümyada asla değişmeyecek yargılar konulduğunu ileri sürmek usun ve bilimin gelişmesini yadsımak olur.'' En gerçek yol gösterici Atatürk'ün şu ünlü sözü de onun ve Türk devriminin özünü ve olgucu yanını yansıtmaktadır. ''Dünyada her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir.'' ''Türk ulusunun ilerleme ve uygarlık yolunda (...) yol göstericisi olgucu bilimdir.'' Atatürk, ''bilim'' i her şeyin temeli, ''yaşam ve gücün nedeni'' olarak görüyordu. ''Bilim'' i laik olarak düşünüyordu. Çağdaşlaşma, uygarlık, Atatürk'ün temel amacıydı. Bunu şöyle dile getirir: ''Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin amacı, Türkiye Cumhuriyeti halkını tümüyle çağdaş ve bütün anlam ve biçimiyle uygar bir toplum durumuna ulaştırmaktır.'' Akılcılık, Atatürk'ü Aydınlanma felsefesini derinden incelemeye götürmüştür. Aydınlanma felsefesi Bu felsefe ve akım, insanları, insan beynini, insan kafasını tutsak kılan bütün doğmalara karşı çıkmıştır. Usa, akla-doğaya, insanın mutluluğuna aykırı olan, tüm köhneleşmiş yargılara karşı bir isyandır aydınlanma... Atatürk, en önemli devrimin ''düşünce devrimi'' olduğu inancındaydı. Osmanlı yıkıntıları üzerine kurulan yeni Türkiye için bu yaşamsaldı. Yıkılması gereken birçok kalıp vardı. Bu nedenle de biçimsellikten çok yeni düşünce ve duyguların halka kazandırılmasını istiyordu. Bu bağlamda en önemli deyişi şöyledir: ''Beni görmek demek yüzümü görmek değildir. Benim düşüncelerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve duyuyorsanız bu yeter.'' Laiklik düşüncesinin temelleri Atatürk'teki laiklik düşüncesinin temelleri ''akılcılık'' düşüncesinde yatmaktadır. Atatürk'ün olaylara, tarihe, toplumsal düzene, bilimsel bakışı, gerçekçi tutumu, olayların üzerine korkusuz olarak gidişi, laik cumhuriyet rejiminin temellerinin atılmasını sağlamıştı. Atatürk kendisine, ''Halifelik kaldırılıyor, şeriat gidiyor, türbeler kapanıyor, şimdi ben ne olacağım'' diye soran hocaya, çekilmeden, gerçekçi bir tutumla ''Adam olacaksın, hocam!'' karşılığını veriyordu (139). Kendisinden halife olmasını isteyenlere, ''Hayır, cumhuriyet kurulacaktır'' diyebiliyordu. Yanlış ve yıkım getiren düşünceler peşinden koşup büyük fetihlere girişmek isteyenlere ''Misak-ı Milli'' yi gösteriyordu. Kurtuluş için cami yapılmasında direnenlere, ''Halk cami değil, fabrika ve okul istiyor'' yanıtı veriyordu. Bunlar, Atatürk'ün akılcılığının, devrimciliğinin örnekleridir. Atatürk'ün laiklik anlayışında, Tanrıtanımazlık değil, boş inançlardan arınma, akla bağlanma, vardır. Özetlenirse, onun laiklik anlayışında, __Boş inançlardan arınmış - bilim ve tekniğin ışığıyla olgunlaşmış, dini kötüye kullananlara yer vermeyen bir yöntem vardır. Atatürk'ün aydınlanma hareketi, __Eski ve köhnemiş kurumun yıkılışıyla uygulamaya sokulmuştur. __Saltanat yerine, cumhuriyet, hilafet yerine, çağdaşlık ve laiklik. __Medrese yerine, çağdaş - bilime dayalı eğitim sistemi. __Atatürk'ün Aydınlanma devrimleri, aklın inançtan - bilimin dinden bağımsızlığı demektir. __Bu Aydınlanma devrimi, ümmetten bir ulus, kuldan- vatandan yaratmıştır. __Türk ulusu düşünce alanında usçu yönde, akılcı düzene yönlendirilmiştir. __Kimi yayınlar Aydınlanma devrimlerini İslam dininde yapılan bir reforma benzetmişlerdir. (F. Rıfkı Atay, Çankaya, s.393) __Aydınlanma devrimleriyle aslında Doğu'ya özgü mistik, doğmalara dayanan skolastik düşünce yıkılıyor, akla dayalı, yapıcı, araştırıcı, eleştirici, yaratıcı ve olumlu düşünce sistemine geçiliyordu. __Yerleşmiş, köhneleşmiş dogma ve inançların insanın kafası ve düşüncesi üzerindeki ipoteği kaldırılmakta, akılcı yol ve yöntemlerle, bilimin yol göstericiliği sağlanıyordu. Atatürk'ün Batılılaşma getirdiğini sanırlar, oysa Atatürk'te Batılılaşma deyimi yoktu. Batılılaşma, ''belki bir zaman kesitinde en ileri teknolojiyi kullanan toplum düzeyi'' biçiminde tanımlanabilirse, Atatürk'ün amaçladığı toplum düzeyi ve özlemi ''laik, uygar ve gelişmiş bir toplum'' olduğundan çağdaşlaşma deyimi daha uygun ve doğrudur. Bu yazı; Tarihini unutarak ülkesini ortaçağ karanlıklarına, gericiliğe, yobazlığa ve tarikatların kucağına itmeye çalışan ve bunu yaparkende emperyalizm ve onların çıkarlarına hizmet edeceğinin farkına bile varamayan Türk gençliğine atıf olunur... Sevgi ve saygılarımla...- "TÜRKÇE EZAN" ve TÜRKÇE EZAN okunmasına en çok KİMLER KARŞI GELİR...
İşte bu kadar sevgili ali0_1... Şimdi farklı düşünmemeye başladık. Müslümanlar eğer birazcık Eros olabilseler (ama burada okuduklarını sorgusuz, suhalsiz ve her yazılanın doğru olduğunu kabul eden müslümanlar gibi değil tabiki kastım) bence tanrıyı daha da mutlu ederlerdi. Evet Eros'ta bir tanrıdır, Khaos, Gaia ve Tartarus'ta birer tanrıdırlar, dah sonraları bunlardan vazgeçildi peygamberlik başgösterdi ve bütün peygamberlerin tanrıları aynıdır ve hiçbirinin kutsal kitabında insanlara kötü ve zararlı mesajlar verilmez. Birçok noktalarda ise Hemen hemen hepsi birbirlerine çok benzerler. Neyse konumuza dönecek olursak; günümüz ilahiyatçılarından Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk; ''Anadilde İbadet'' adlı kitabında, ''Ezan bir paroladır, namaz vaktinin geldiğini ve yakınlarda bir cami olduğunu duyurur. Yani ezan bir ibadet değil, bir duyurudur. Ve bu duyurunun bugün için bir yararı da kalmamıştır'' şeklinde bir düşüncesini açık ve net bir şekilde belirtmiştir... Sevgiyla kalın..- "CEMAATLEŞMEK, AŞİRETÇİLİK, TARİKATÇILIK" İLKELLEŞMEKMİDİR.... (YORUMSUZ)... Efendiler, ey ulus, iyi biliniz ki, Türkiye şeyhler, dervişler, tarikatla
Birey/toplum, aşiret beylerinin, cemaat başlarının ve tarikat şeyhlerinin çevirdikleri çember içinde devinmek ve davranmak zorundaydı. Ne var ki, kendini zamana/ döneme uydurmakta oldukça becerikli olan bu ortaçağ kalıntıları, bugün bile aramızda yaşamakta; yerine, dönemine ve adamına göre: Dini/inancı, devleti/devletliyi, parayı/malı merali kullanarak varlığını sürdürmektedir. Dini kullanıyor, Tanrı'yı kullanıyor, devleti kullanıyor; olmazsa silahı, barutu kullanarak yaşamasını sürdürüyor. Sırasında devletten çok devletçi, düzenden çok düzenden yana; hatta Atatürk 'ten çok Atatürkçü (!), cumhuriyetten çok cumhuriyetçi, laikten çok laikçi olabiliyor; aşiretçi, cemaatçi, tarikatçı kafa, Atatürk'ün deyişiyle, din kisvesi altında kendini birtakım çıkar, umar ve tekbenciliklere (solipsizm) dinden önce odaklamış olduğu için, bu odaklanmaya karşı olan ya da bu odak dışına çıkan, çıkabilecek olan hiçbir davranışa, düşünüşe ve düşünceye hak tanımak istemez. Bu gerçekleri burada nesnel olarak ve yorumsuz bir şekilde okuyucuya sunmak vatan hainliği ise ben vatan hainiyim... Sevgiler...- ŞERİHAT VE KURAN'A GÖRE KADIN...
Kadınlarımıza, bacılarımız, analarımız, ablalarımızYukarıda Türk kadını ile ilgili sevgili caucasus'un aynen belirtiği çu cümlelere ne cevap verirdiniz? "t.c kadınının şu anki halini izah et.ne durumdadır-sermaye olmuşmudur.?pazarlanacak mal kıvamına geldikten sonra ondan ne yapılır..?çalışma prensipleri nelerdir.?evlilik ve boşanma.?zina halindeki durumu.?t.c yönetimindeki s.ç.e.k lerin durumu(burada taciz edilen ve ırzına geçilen,hatta yine t.c nin asker-polis mukabilinden memurlarına para karşılığı peşkeş çekilen sübyanlar)..? t.c de evlenmeler boşanmalar aldatmalar hoşgörmeler bekaret kavramı-kız çocuklarının daha okul çağında öğretmeniyle o yada bu şekilde ve cd ye kayıt edilerek cinsi münasebete gir-diril-mesi..falan filan.." Görüldüğü gibi arkadaşlar bizler şunu çok iyi biliyoruz artık; ister ılıman islam, ister siyasal İslam, ister silahlı İslam olarak adlandırılsın, bana göre radikal müslümanlar en büyük zararı dinin kendisine, ülkelerine , özellikle de yaşamlarını kararttıkları kadınlara veriyorlar. LÜTFEN DİKKAT- "TÜRKÇE EZAN" ve TÜRKÇE EZAN okunmasına en çok KİMLER KARŞI GELİR...
Evet sevgili ali0_1 Bizde bunları aklımızı kullandığımız için araştırıyor, sorguluyoruz ve inceliyoruz. Yanlız tabiki nesnel anlamda yaklatığımızı için belki sizden biraz farklı düşünebilir ve yorumlayabiliriz ve bunun nedeni de inandığımızı bilme ihtiyacından doğan bir araştırma ve inceleme gereğidir. Yoksa her hacının, her hocanın veya ulamanın ağzına bakarsak kulluktan ve kölelikten başka bir anlam ifade etmiyeceğimizi de çok iyi biliriz. Sevgi ve saygılarımla...- "TÜRKÇE EZAN" ve TÜRKÇE EZAN okunmasına en çok KİMLER KARŞI GELİR...
E haydi senin dediğin olsun ne diyelim... Fakat benim farklı düşüncemin temelini daha anlayamadığınız düşüncesindeyim... Evet sorum İslem da değil insandadır. Sevgili ali0_1... ; Bugünkü mezhepler, hadis ve sünnet öğretileri yoluyla, bildiğimiz inançla ve ibadetlerle Kuran’ı karşılaştırdım. Aynı zamanda Tevrat ve İncil’e göndermeler yapmaya çalıştım. Bunu yaparken de çok net biçimde farkına vardığım bir olay var ki, bugünkü Müslümanlar, Yahudilerden çok daha fazla Yahudi. Yani Yahudiliğin en uydurmalarını, maalesef Hz. Muhammed’den sonra hadis yoluyla almışlar ve bunu İslam dini diye uygulamaya çalışıyorlar. Mesela recm Yahudilikte var. En katı Müslümanlar bunu uygulamanın rüyasını görürler. Çocukları sünnet etmek Yahudilikten gelme. Mesela kadınların toplumdan men edilmesi Saint Paul ile alakalıdır. Bunu o söyler. Hıristiyanlık, Adem’i kandıranların kadınlar olduğunu söyler. Ama Kuran, hem Adem’i hem Havva’yı suçlar. Hatta Adem’i daha fazla suçlar. Başörtü olayı, Yahudilik ve Hıristiyanlıktan, namaz kılmayanın öldürülme ya da hapse atılma cezası Yahudilikten, tespih Hıristiyanlıktan, takke Yahudilikten gelme. Mesela Şafiler amin der. Amin Kuran’da yok. Şefaat olayı, Mehdi olayı da böyle. Mesela İsa’nın gelmesi, mehdi olarak intikal ettirilmiş İslam’a. Artık korkmayın, ezberi bırakın, araştırın, inceleyin, sorgulayın, bağımsız özgür iradeniz ile yorumlayın ve nihayet artık anlayın diyorum... Sevgiler...- "CEMAATLEŞMEK, AŞİRETÇİLİK, TARİKATÇILIK" İLKELLEŞMEKMİDİR.... (YORUMSUZ)... Efendiler, ey ulus, iyi biliniz ki, Türkiye şeyhler, dervişler, tarikatla
Rica ederim sevgili shankara... Hayrıca ilginize ben teşekkür ederim... Sevgiler...- "TÜRKÇE EZAN" ve TÜRKÇE EZAN okunmasına en çok KİMLER KARŞI GELİR...
Öncelikle insanım. Yeryüzünde insanlığı ilgilendiren herşey beni de ilgilendirir. Beni ilgilendiren konuların üzerine de şiddetle giderim ve bunu kimse engelleyemez. Üstelik benim kimliğim insan, inançlı veya inançsız değil, 21. yüyzyılda düşünen, çözüm üreten, araştıran, soran, sorgulayan ve özünde insana saygı ve sevgi olan bir beynim var . Diğer taraftan insanları dinen bile inancı ne diye sorulmayacağını da bilmen gerekiyor değilmi? Bu da benim yeteri kadar objektif olduğumu gösterir. Sevgiyle kalın..- "CEMAATLEŞMEK, AŞİRETÇİLİK, TARİKATÇILIK" İLKELLEŞMEKMİDİR.... (YORUMSUZ)... Efendiler, ey ulus, iyi biliniz ki, Türkiye şeyhler, dervişler, tarikatla
. 'Cemaatleşmek' İlkelleşmektir... Tarih göstermektedir ki, insanlık, en kanlı, en yabanıl ve en yüz kızartıcı, en insanlık dışı yıkımları, kıyımları, genelde inançsal/tanrısal, ama gerçekte ve özelde paraya/mülke, tekbenciliğe kapılanmış aşiretçiliklerin, cemaatçiliklerin, tarikatçılıkların egemen olduğu dönemlerde ve ülkelerde yaşamıştır. ' Cemaat' sözcüğü, bir ilkellik kavramıdır. Bilindiği gibi aşiret, cemaat, tarikat sözcükleri din/tapınç kaynaklı, toplumdan topluma işlev ve içerik değişiklikleri taşıyan ortaçağ terimleridir. Henüz ortaçağ karanlığından çıkamamış; ümmet/feodal yapısını ulus , derneşmiş/örgenleşmiş toplum yapısına evriltememiş düzensiz topluluklar için belirleyici/yaptırımcılık içeren kavramlardır bunlar; insanlığın henüz us/ uygarlık kavramlarıyla tanışmadığı, olaylar/oluşumlar karşısında neden/sonuç ilişkileri kuramadığı; belirleyici/belirlenimci yetkinlikten yoksun yaşadığı dönemleri çağrıştıran sözcüklerdir aşiret, cemaat ve tarikat sözcükleri. Aşiretçilik, cemaatçilik, tarikatçılık: Ortaçağ topluluk yaşantısının, birey ve topluluk davranışının hem oluşturucu hem uyuşturucu etkeni; başlıca güdümcüsü ve başlıca denetçisiydi. Birey/toplum, aşiret beylerinin, cemaat başlarının ve tarikat şeyhlerinin çevirdikleri çember içinde devinmek ve davranmak zorundaydı. Ne var ki, kendini zamana/ döneme uydurmakta oldukça becerikli olan bu ortaçağ kalıntıları, bugün bile aramızda yaşamakta; yerine, dönemine ve adamına göre: Dini/inancı, devleti/devletliyi, parayı/malı merali kullanarak varlığını sürdürmektedir. Dini kullanıyor, Tanrı'yı kullanıyor, devleti kullanıyor; olmazsa silahı, barutu kullanarak yaşamasını sürdürüyor. Sırasında devletten çok devletçi, düzenden çok düzenden yana; hatta Atatürk 'ten çok Atatürkçü (!), cumhuriyetten çok cumhuriyetçi, laikten çok laikçi olabiliyor; aşiretçi, cemaatçi, tarikatçı kafa, Atatürk'ün deyişiyle, din kisvesi altında kendini birtakım çıkar, umar ve tekbenciliklere (solipsizm) dinden önce odaklamış olduğu için, bu odaklanmaya karşı olan ya da bu odak dışına çıkan, çıkabilecek olan hiçbir davranışa, düşünüşe ve düşünceye hak tanımak istemez. Her ne denli aşiretçi, cemaatçi, tarikatçı arasında birtakım küçük ayırtılar (nüans) var gibi görünse de aslında işlem ve işlev olarak kullandıkları ölçütler (kriter), izleç, (argüman) bakımından hemen hiçbir ayrım yoktur; en çok kullandıkları ölçüt iman ve para, arkasına saklandıkları ve dillerinden düşürmedikleri izleçleri ise Tanrı ve devlettir. Tanrı'yı, devleti, parayı ve inanç/tapınç nesnelerini, ussal eleştiri yöntemlerinden soyutlanmış ve birtakım karakuşi yargılara boğulmuş bir Aristo mantığıyla kurgulandırır ve değerlendirirler. Aşiretçiliğin, cemaatçiliğin, tarikatçılığın genelde ve görünüşte dindarlığa, ama gerçekte ve özelde, her ne pahasına olursa olsun, birtakım umar ve çıkarlara kilitlenmiş mantığını, hiçbir ussal yöntem, hiçbir insansal açkı açamaz. Tarih göstermektedir ki, insanlık, en kanlı, en yabanıl ve en yüz kızartıcı, en insanlık dışı yıkımları, kıyımları, genelde inançsal/ tanrısal, ama gerçekte ve özelde paraya/mülke, tekbenciliğe kapılanmış aşiretçiliklerin, cemaatçiliklerin, tarikatçılıkların egemen olduğu dönemlerde ve ülkelerde yaşamıştır. Onun için Atatürk açık konuşmuş, bugünleri görürcesine, daha Cumhuriyetin ilk yıllarında bizleri uyarmıştır: ''... Bugün bilimin, tekniğin, bütün kapsamıyla uygarlığın ışık saçan varlığı önünde, filan falan şeyhin yol göstericiliğiyle maddesel ve tinsel mutluluk arayacak denli ilkel insanların Türkiye uygar toplumu içinde yeri yoktur. O gibilerin varlığını hiç mi hiç kabul edemiyorum. Efendiler, ey ulus, iyi biliniz ki, Türkiye şeyhler, dervişler, tarikat öğrencileri ve kapılanmışlar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır. Uygarlığın buyurduğunu ve istediğini yapmak insan olmak için yeter. Tarikat başkanları bu söylediğim gerçeği ve daha ne demek istediğimi herhalde bütün açıklığıyla algılayacak ve kendiliklerinden hemen tekkelerini kapatacak, öğrencilerinin de artık olgunlaşmış olduklarını elbette kabul edeceklerdir...'' (1) Bu, iç düşmanın nerelerde beslenip semirdiğini, tavlandığını belirten ve hiç unutmamamız gerektiğini anımsatan uyarılardı. Atatürk, bunları bilmez ve unutursanız, bir bakmışsınız günün birinde ortalık, Tanrı'yı ve dini kullanan aşiret ve cemaat başlarının, tarikat şeyhlerinin ürettikleri insandan putlarla içinden çıkılmaz kargaşaya döner, demek istiyordu. Ne var ki su uyudu o insandan putlar uyumadı. İlk kez, sözde velinin isteğine bağlı din dersi ile uç verdi bulanık sular akmaya. ''Siz isterseniz, şeriatı bile getirirsiniz'' sözlerinden güç alarak imam okullarında bayrak açtı. ''Sırat-ı müstakim'' i doğru yola dönüştürüp bayraklaştırdı. Şeriat din demektir dedi, sustuk. Tüyü bitmemişlerin vergisini çar çur etti, Verdimse ben verdim dedi, duymazdan geldik. Şeriat gelecek.. ama kanlı ama kansız dedi, başımızı kuma gömdük. Devlet Demir Yolları'nı komünistlikle suçladı, gözümüzün içine baka baka anayasayı deldi, devlet memuruna rüşvetle yaşamasını önerdi; gidici oldu amin alaylarıyla uğurladık, yattığı yeri türbeye çevirip gülle donattık. Minareleri süngü yaptı yüreğimize sapladı, ııh demedik; cami kubbelerinden miğfer yaptı başımıza geçirdi, eyvallah eyledik; camileri şeriatın pâsdâr 'larına ağıl yapmak istedi alkışladık. Dur bakalım ne olacak, diye diye bugünlere geldik. Anadolu kadınının ocağını tüttürmek için halı, kilim dokurken, yün-kıl solumaması için sarındığı bürümceğini; ekip biçerken, harman savurup saman taşırken saçını başını tozdan topraktan korumak için büründüğü başörtüsünü türbanlaştırıp kutsal ukap yerine Türkiye Cumhuriyeti devletinin kutsal saydığımız burçlarına çekmeye yeltenince, ağzımız bir karış açık kaldı; ne oluyor, ne oluyoruz diye, birbirimize sormaya başladık. Oysa Atatürk devrim ve ilkelerinin soncul amacı: Ne pahasına olursa olsun, İslam ortaçağını aşmış; aşiret, cemaat, tarikat ilkelliklerinden arınmış; düşüncesini inancına, bilimini birtakım dogmalara tutsak vermemiş bireylerden oluşan derneşik bir ulus; laikliği içine sindirmiş, örgenleşik bir toplum yaratmak'' değil miydi? Evet öyleydi; ama süt dökmüş kedi gibi pısmışlığımızın, pısırıklığımızın anlamı ne o zaman; nerede Atatürk'ün Cumhuriyeti bıraktığı gençlik?.. __ (1) Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, 1952 baskısı, 2. cilt, s. 217-219 ___________________________________________________ Ali DÜNDAR - (SÖYLEŞİ)..İlk Türban, Sumer'den Tevrata, Bugünkü Türban, En çok etkileyen Tanrı, Tufan, Tarihte ilk tek Tanrılı Din,
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.