OBJEKTİVİST tarafından postalanan herşey
-
Iste Müslümanlik Budur
Kadının ne cevap verdiği veya vermediği önemli değil ama sön günlerde önemli bir dedikodu ortalığı kasıp kavuruyor ve söylenti şu... Cehennemi özelleştirmişler ve artık doğal gazla ısınıyormuş...
-
SİGARA TİRYAKİSİNİN VİCUDUNDA "BİRİKMİŞ" 7 KİLO KATRAN VAR...
Tiryakide yedi kilo katran var... Vücutta birikiyor Sigarayla Savaşanlar Vakfı Başkanı Ubeyd Korbey , sigara içen kadınların içmeyen kadınlardan 15 yaş daha fazla yaşlandığını bildirdi. Korbey, 55 yaşın altındaki erkeklerde kalp krizinden ölenlerin yüzde 80'inin sigara kaynaklı olduğuna işaret ederken bacak damar tıkanıklıklarının yüzde 90'ının sigara nedeniyle oluştuğunu bildirdi. Korbey, günde bir paket sigara içenlerin vücudunda 20 yılda 7 kilo is ve katran birikimi olduğunu söyledi. Ubeyd Korbey, ''Sigara içen hamilelerin düşük yapma olasılığı çok yüksektir. Erken doğum ve düşüklerin yüzde 80'inin nedeni sigaradır. Sigara içen annelerin bebekleri içmeyen annelerin bebeklerine göre yaklaşık yüzde 10-15 eksik kilolu, aynı oranda zekâ eksikliği ile doğmaktadır'' dedi. Korbey, sigaranın Türkiye'de yılda 110 bin insanın erken yaşta ölümüne neden olduğunu da ifade etti. Sağlıklı bir toplum ve gelecek nesiller için "LÜTFEN SİGARAYI BIRAKIN..."
-
İŞSİZLİK... EKONOMİNİN SON ON YIL DEĞERLENDİRMESİ... VE ARTAN İŞSİZLİK...
2.4 MİLYON KİŞİ İŞSİZ Ekonomide kırılgan dönem aşılamadı Büyüme ve enflasyondaki görece olumlu rakamlara karşın, 2005'te ekonomideki kırılganlıklar devam etti. Enflasyondaki düşüşün sürdüğü, mali disiplinin büyük oranda korunduğu 2005 yılında, sürdürülebilir büyüme ortamı da yakalandı, ancak bu büyüme istihdama yansımadı. Türk ekonomisi, 2002 yılından bu yana sürdürdüğü büyümeyi 2005 Ocak-Eylül döneminde de devam ettirdi. Büyüme, 2005 yılının üçüncü çeyreğinde beklenmedik bir şekilde yüzde 7.3'yi buldu. Enflasyondaki düşüşe rağmen bunun sağlanması da ayrıca dikkati çeken bir durum oldu. Bütün olumlu gelişmelere rağmen kırılganlığını sürdürdüğüne dikkat çekilen Türk ekonomisinin yıllardır sorunlu alanı olan cari açıkta, yılın 10 ayında (ocak-ekim) 17.1 milyar dolara ulaşıldı. Ekonomi yönetimi, bazı kesimler tarafından ''endişe verici'' olarak görülen cari açığın finanse edilir olması üzerinde dururken işsizliği ise ''Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri'' olarak nitelendiriyor. Yeni Türk Lirası'nın (YTL) dolar ve Avro karşısında değerlenmesiyse özellikle ihracatçıların tepkisini çekiyor. Ekonomideki gelişmeleri şöyle özetlemek mümkün: ENFLASYON: 2005 Kasım ayında yıllık bazda ÜFE'de yüzde 1.60, TÜFE'de yüzde 7.61 artış kaydedildi. İSTİHDAM: İşsizlik oranı ağustos ayında yüzde 9.4'e yükseldi. İşsizlik oranı geçen yıl ocakta yüzde 11.5, şubatta yüzde 11.7, martta yüzde 10.9, nisanda yüzde 10, mayısta yüzde 9.2, haziranda yüzde 9.1, temmuzda ise yüzde 9.1 idi. Ağustos ayında toplam istihdam 22 milyon 838 bin kişi, işsiz sayısı ise 2 milyon 381 bin kişi açıklandı. Eylül ayı itibarıyla işsizlik oranı yüzde 9.7, işsiz sayısı ise 2 milyon 423 bin kişi olarak açıklandı. Son bir yıl içinde iş bulmaktan ümidini kesenlerin sayısı 907 bin kişiden 1 milyon 686 bin kişiye çıktı. Bu kişiler işsiz kabul edilse, işsizlik oranı yüzde 12 olacaktı. SANAYİ ÜRETİMİ: 2005 yılının 10 ayındaki üretim artışı, imalat sanayiinde yüzde 4.1, elektrik, gaz ve su sektöründe yüzde 7.2, madencilik sektöründe de yüzde 13.1 oldu. BÜTÇE: 2005 yılı konsolide bütçesi, ocak-kasım döneminde 5 milyar 446 milyon YTL açık verdi. 11 ayda bütçe harcamaları 126 milyar 705 milyon YTL, bütçe gelirleri ise 121 milyar 259 milyon YTL olarak gerçekleşti. Söz konusu dönemde, faiz dışı bütçe fazlası da 35 milyar 985 milyon YTL oldu. DIŞ TİCARET: İhracatçı birlikleri kayıtlarına göre ise 2005 yılı ocak-kasım döneminde ihracat 66 milyar 175 milyon dolara yükseldi. Kasım ayı sonu itibarıyla 12 aylık ihracat tutarı da 72 milyar 928 milyon dolara ulaştı. İÇ BORÇ STOKU: 2004 yılı sonunda 224 milyar 483 milyon YTL olan iç borç stoku, bu yıl ekim sonu itibarıyla 242 milyar 779 milyon YTL'ye ulaştı. Geçen yıl sonuna göre bu yıl 10 ayda stoktaki artış yüzde 8 olarak hesaplandı. DIŞ BORÇ STOKU: 2004 sonunda 161.6 milyar dolar olan dış borç stoku ise 2005 Haziran sonu itibarıyla 161.9 milyar dolar oldu. Dış borç stokunun 128 milyar 315 milyon doları orta ve uzun vadeli borçlardan, 33 milyar 676 milyon doları da kısa vadeli borçlardan oluşuyor. ÖZELLEŞTİRME: Hükümetin, hukuku hiçe sayarak yürüttüğü pek çok uygulama sonucu, 2005 yılında 8 milyar 208 milyon dolarlık özelleştirmenin satış-devir işlemi tamamlanırken 8 milyar 740 milyon dolarlık özelleştirmenin de ihalesi tamamlanarak onay ve sözleşme imza aşamasına gelindi.
-
ÜLKE KAYNAKLARI VE TOPLANAN VERGİLER, KİMLERİN HİZMETİNE VE ÇIKARINA ?
Vergi Adaletini Sağlamalıyız Ülkemizde kayıt dışı ekonominin varlığı ve vergi politikamız vergi adaletinin gerçekleşmesini engelliyor. Kayıt dışında olan bir kişi milyon dolarları duvarın dibinden giderek kazanıyor, vergi idaresi ile işi yok. Üstelik ekonomiye kazanım sağlayan itibarlı kişi olarak görülüyor ve iltifata mazhar oluyor. Oysa yıllardan beri kurdan büyük zarar gören bir ihracatçı bir faturadan dolayı icabında inim inim inliyor. Çalışanlar Türk bütçesini sağlam bir şekilde finanse etmeye devam ediyorlar. Bu böyle devem etmemeli... Türkiye bir sosyal hukuk devletidir. Vergi alınması bu yapıya uygun olmalıdır. - Türkiye, anayasanın 2. maddesinde yazıldığı üzere bir ''demokratik, sosyal, hukuk devleti'' dir. Sosyal devlet: Liberalizmin ve kapitalizmin doğurduğu adaletsizlikler ve kârı en çoklaştırırken ortaya çıkan gelir dağılımındaki adaletsizlikler karşısında, refahın adil dağılımı ve istismarının önlenmesi, alt gelir gruplarının korunabilmesi amacıyla devletin çeşitli müdahale ve tanzim yollarıyla vatandaşını koruduğu anlayışın ismidir. Yani devlet vatandaşlarının sosyal ve ekonomik koşullarıyla ilgilenen, onlara asgari bir yaşam düzeyi sağlamayı ödev bilen devlet olarak tanımlanır. - Hukuk Devleti: Devlet icraatlarında hukukun egemen olması, bütün devlet faaliyetlerinin önceden belirlenmiş ve ilan edilmiş, genel eşitlikçi ve geriye yürümeyen kurallar çerçevesinde yürütülmesi ilkesi. Devletin iktidar alanının hukukla sınırlandırılması. Hukuk devleti ilkesi liberal demokrasilerin özüdür. Gelir ve servet unsurları, mali gücün göstergeleridir. Vergi yükü dağılımı bakımından mali güce göre kurulan eşitliğin bozulmaması gerekir... - Yasa önünde eşitlik ilkesi anayasamızın 10. maddesinde düzenlenmiştir; yasaların uygulanmasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayrılığı gözetilmeyecek ve bu nedenlerle eşitsizliğe yol açılmayacaktır. Bu eşitlik ilkesi herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olması anlamında değildir. Aynı hukusal durumların aynı, ayrı hukuksal durumların ayrı kurallara bağlı tutulması anayasada öngörülen eşitlik ilkesini zedelemez. Vergi alımında adil olunmalıdır. - Anayasanın 73. maddesine göre; herkes kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükününü adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır. - Devletin vergilendirme yetkisinin sınırı, aynı zamanda kişilerin hak ve özgürlüklerinin de sınırını oluşturduğundan, bu yetkinin keyfiliğe kaçacak biçimde kullanılmasının önlenmesi hukuk devleti sayılmanın gerekleri arasında öncelikli yere sahiptir. Bu keyfiliğe karşı düşünülen ilk önlem, kuşkusuz yasallık ilkesidir. Ancak vergilerin yasayla getirilmesi, yalnız başına vergilendirme yetkisinin keyfi olarak kullanılarak adaletsiz sonucu doğurmasını engellemeyeceğinden, yasallık ilkesi yanında verginin genel ve eşit olması, idare ve kişiler yönünden duraksamaya yol açmayacak belirlilik içermesi, geçmişe yürümememesi, öngörülebilir olması ve hukuk güvenliği ilkesine de uygunluğunun sağlanması gerekir. Vergide genellik ilkesi sağlanmalı. Herhangi bir ayrım yapılmaksızın mali gücü olan herkesin vergi yüküne katılmasını ve vergi ödemesini ifade eder. Mali güce göre vergilendirme, verginin, yükümlülerin ekonomik ve kişisel durumlarına göre alınmasıdır. Bu ilke aynı zamanda vergide eşitlik sağlanmasının uygulama aracı olup, mali gücü fazla olanın mali gücü az olana göre daha fazla vergi ödemesini gerektirir. Vergide eşitlik ilkesi ise mali gücü aynı olanlardan aynı, farklı olanlardan farklı oranda vergi alınması esasına dayanır. Vergi yükü nedir? - Kişiler yönünden,ödedikleri vergilerin gelirlerine oranıdır. - Gayri safi vergi yükü vergi veya vergiye benzer gelirlerin gayri safi milli hasılaya oranıdır. Bu yüke aynı zamanda toplam vergi yükü de denir.. - Safi vergi yükü: Dolaylı ve dolaysız v ergiler toplamından devletin yaptığı mali yardımlar ve transfer harcamalarının çıkarılması sonucu bulunan rakamdır. Bunun mali bakımından manası devletin ancak safi vergi yükü kadar şahısların iktisadi kaynakları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olduğudur. Değerli arkadaşlar, 2006 yılının vergi adaletini sağlamaya adım attığımız yıl olması dileği ile yeni yılınızı kutluyorum.
-
MEDYA'NIN HALKIMIZLA YILLARDIR BİTMEYEN DANSI...
Sayın kralx... Yazı ile fikirlerimi şü şekilde söyleyebilirim... Büyük medyamızın kimi gazetelerinin, burnundan kıl aldırmayan, her şeyi çok bilen ve her dönem siyasi iktidarları ve patronlarını her şeyden çok seven kimi ünlü saygıdeğer köşe yazarlarımız, bu zamana değin acaba neredeydiler? Feryat figan, panik içerisinde, Cumhuriyet ve vatan toprakları elden gidiyor, AKP iktidarı, kararlı adımlarla ülkeyi din devleti yapmaya doğru götürüyor diye bugünlerde gözü yaşlı yazılar yazıyorlar… Allah Allah!... Muhteremler siz daha önce nerelerdeydiniz? Çok değil öyle fazla uzaklardan söz etmiyoruz, üç beş, bilemediniz altı yedi ay öncesine kadar neredeydiniz diye soruyoruz? Çok sevdiğiniz AKP o zamanda iktidardaydı. Üçüncü yılını doldurdu, dördüncü zafer yılına girdi. Alkışlarla, tezahüratlarla ve “ben yaptım ne güzel oldu” larla ezilen vatandaşa hiçbir şey yapmadan, sizlerin sayesinde yoluna coşku ve heyecanla devam ediyor. 4 Kasım 2002’den başlayarak yakın zamana kadar siz değil miydiniz, Recep Tayyip Erdoğan’ı ve partisini; gazetelerinizde ve televizyonlarınızda öve öve göklere çıkaranlar? Ekonomide makro değerlerin yoluna girmiş olduğunu, liderler içersinde en başarılı ve karizmatik olanının bugünkü Başbakan olduğunu yazıp çizenler siz değil miydiniz? Peki.. Ne oldu son aylarda üç yıldan bu yana ülkede ki açlıktan, yoksulluktan, yolsuzluklardan, işsizlikten ve tükenmişlikten hemen hemen hiç söz etmeyen Genel medya(ulusal değil), çok sevdiği AKP’yi rejim düşmanı ve Türkiye Cumhuriyeti için tehlike olarak görmeye ve ilan etmeye başladı? Ne oldu da, kadroların imam hatiplilerle doldurulduğunu, adalete savcı ve yargıç olarak atanacakların özenle imam hatipli kökenlilerden seçilme çabasında olunduğunu, böyle giderse beş on yıla kalmadan ülkenin şeriat düzenine geçeceğini koro halinde yazmaya başladı? Günaydın beyler, günaydın! Bak Atatürk ne demişti; “… Basının en aşağılık yalanları yaymakta kullanıldığı, bir gerçektir. Basının düşünce derneklerinin, ulusal yönetimin etkisinden kurtularak, siyasi ve iktisadi gizli amaçlara araç olmasından korkulur. Basının para ile satın alınabilmesi uluslar arası yüksek para aleminin basın üzerinde gizli etkisi ya da yalnız yabancı devletlerin örtülü ödeneklerinin etkisi; işte bunların kamuoyunu yanıltıp aldatmalarından, gerçekten korkulur. Her zaman dünyanın yarısını ve bir zaman da dünyanın hepsini aldatmak olanaklıdır. Ancak, bütün dünyayı her zaman aldatmak olanaklı değildir. Tıpta bir ‘koruyucu hekimlik’ (hıfzısıhha) olduğu gibi, bir “içtimai hıfzısıhha”( yani toplumsal sağlığı da korumak da) vardır. Her ikisi de ayni ilkeye dayanır. ‘maddi mikropları’ tümden yok etmek olanaklı olmadığı gibi, ‘manevi mikropları’ tümden yok etmek de olanaklı değildir. Fakat, kişi de gövdesel bir sağlık yaratmak mümkün olduğu gibi, toplumsal yapıda da düşünsel, duygusal bir sağlık yaratmak, BU YOLDAN BİR DİRENİŞ ORTAMI OLUŞTURMAK OLANAKLIDIR…” ( Neveser- Cengiz Özakıncı Filika yay. Syf: 59 ) Yüce önderin sözleri üzerine ne yazılır? Nasıl bir yorum yapılır? Sadece tek şey yapılır, o da şapka çıkarmak!... Medya… Medya… Neden medya üzerinde duruyorum? Ülkeyi uçuruma götürecek denli çıkarlara teslim olup çirkinleşmelerin ve sefil varlıklarını vatan hainliği boyutlarına kadar götürebilenlerin şerefsizliğine muhatap olmuş bu asil millet, Kurtuluş Savaşı yıllarında satılmış medyadan neler çekti hepimiz biliyoruz. Aylıkları 40-50 bin dolardan aşağı olmayan (fazlasına bizim hayalimiz bile erişemediğinden 80-100 bin dolar ve fazlasını örnek olarak veremiyoruz.) gazetecilerin ve köşe yazarlarının, patronlarıyla birlikte hükümetlere ve kimi dış güçlere entegre olmadan, plazalarda ve villalarda ki varlıklarını sürdürebilmesi mümkün mü? “Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar önemlidir” diyebilen köşe yazarlarının yazdıklarına nasıl tepkisiz kalınabilir? Ulu önder Atatürk’ün yukarda aynen vermiş olduğu sözünün son cümlelerinde ki millete olan çağrısını, siz değerli arkadaşlarımızın bir kez daha okumanızı önenerek yazımızı noktalıyoruz. Sevgi ve saygılarımla...
-
TOLERANS TÜRBAN VE DEMOKRASİ
Sayın editör... Yazınız ve paylaşımınız için çok teşekkürler... Gerçekten de aklın ve mantığın süzgecinden geçmeyen ve olduğu gibi kabul edilen inançlar yüzünden ülkemiz ve toplumlar yüzyıllardır çekiyor ve galiba da çekmeye devam edecek... Tüm duygu ve düşüncelerinize yürekten katılıyorum... Keşken Ülkemizde sizler gibi düşünen insanların sayısı çok olsa ve cesaretle bunları tartışabilse, konuşabilse... Ama bahsettiğiniz gibi bu gibi konularda gerici ve yabazların yapacakları tek şey var Allah adına vetvah çıkarmak ya da öldürmek vb. yöntemlere başvurmak... Ne yazıkki bu konularda kulaktan dolma inanç biçimleri ile, sorgulamadan, araştırmadan herşeyi olduğu gibi kabul eden bir yığın torba gibi kör inançlı insanlarımız yüzünden kendi aralarında da zaten bölünmüş durumdalar ve bu nedenlerle neye inanacağımızı bilemez durumdayız.... Sevgi ve saygılarla...
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
Sayın bozan, Öncelikle sizden anlamak istediklerime ve açıklama taleplerime tatminkar olmasada duyarlılık gösterip yanıtlamaya çalışmanıza çok teşekkür ederim... Düşüncelerinize göre; İdeolejik kölelikten kurtulmak gerektiğini; Ne sağ ve Ne sol bağımsız bir Türkiye için yapılabilecek birçok yolun olduğunu ifade etmeye çalışıyorsunuz... (Hakikaten günümüzde oldukça düşünülen ve katılım sağlanılabilme ortamlarını hızlandıran bu slogan bütünleştirici bir yol olarak görülmeye devam ediyor ve edeceğe de benziyor.) Diğer bir temel düşünceniz de de insanların düşüncelerinden ötürü öldürülmemeleri ve terör haline alabilece her türlü düşüncelerden toplumun arındırılması gerektiği üzerinde başından beri karşı duruşunuşu muhafaza ediyorsunuz... Bu tabiki benimde dileğim; İnsanlar düşüncelerini ve ideolojilerini demokratik bir ortamda ortaya dökebilmeli, tartışabilmeli ve mutlaka ülke menfaati için çözüm üretebilmeli ve koşullar her ne olursa olsun topyekün bir uzlaşma ve kalkınma modeli çerçevesinde katılımcı bir bütünlük sağlanabilirliği insanlarımıza mutlaka ama mutlaka aşılamalıyız. Kaldı ki bu başarılamadığı sürece ne toplumsalcılıktan, ne halkçılıktan, ne bütünlükten, ne birliktelikten ve ne de toplumsal barış ve uzlaşıdan söz edilebilir. Üstelik bunun için Ülkemiz politikalarının öncelikleri ve acil kalıcı cözüm üretebileceği kadroları oluşturmanın kaçınılmazlığı ortadadır... Yıllardır Sağ çözüm sağ da arıyorsa ve bunu şiddetli bir bencillikle uygulamaya ve dayatmaya çalışıyorsa orada demokrasiden, orada uzlaşmadan ve orada kalıcı bir barıştan söz edilemiz... Bu bağlamda tespit etmeye çalıştığım şu noktaların da altını çizmekte yarar görüyorum çünkü ülkemiz sürecinden geçen birkaç ülkeye baktığımızda birçok olumsuzluk, acı ve toplumsal eyezan yaşadıklarını görebiliriz. Örneğin; Türkiye, bugünkü görüntüsüyle 1950'li, 1960'lı yılların İtalya'sını andırıyor. Katolik İtalya da 1970'li yılların ortalarına kadar Avrupa'nın en ''dini bütün'' ülkesi, ama aynı zamanda da kıtanın en çok hırsız, soyguncu, yankesici, dızdızcı, karmanyolacı, kapkaççı barındıran ülkesiydi. Yoksul güneyden varsıl kuzeye akan aç kitleler, toplumun en alt katmanlarında hızla filizlenen yasadışı örgütlenmeleri besliyordu. Burada siyasal partilerden bürokrasiye, finans kurumlarından büyük sanayi kuruluşlarına kadar sızmış, giderek kontrolü eline geçiren, kapitalizmle özdeşleşmiş ''mafya'' örgütlenmesinden söz etmiyorum. İtalyan seçmenler çok uzun yıllar Katolikliği ülke sorunlarına çözüm getirecek bir ''toplum projesi'' olarak değerlendirdiler. Bu nedenle İtalya'yı 1940'lı yılların sonundan başlayarak kırk yıldan fazla Hıristiyan Demokrat Parti yönetti; İtalya, bu partinin iktidarında bir hırsızlar cennetine dönüştü ve sonunda partinin bizzat kendisi mafyalaşarak siyaset sahnesinden silindi. Bugün İtalya her şeye rağmen ayakta ise bunu ülkede aynı dönemlerde büyük bir siyasal güç olarak var olan İtalyan Komünist Partisi'ne ve bu partinin siyasal görüşlerini paylaşan güçlü sendikalara borçludur. Türkiye'de de İslamı siyasal, ekonomik, sosyal sorunlara çözüm getirecek bir ''proje'' olarak görüp seçimini ''dini bütün'' bir yönetimden yana yapan seçmen kitleleri fena halde yanıldılar, bugün derin bir pişmanlık içindeler, ama son pişmanlık fayda vermiyor. Ne var ki duydukları pişmanlığa karşın büyük çoğunluğun yaşadığı acılardan geleceğe yönelik dersler çıkardığını söylemek de zor. Onlar şimdi başka ''sağ'' partilere yöneliyorlar, umutlarını, dini bütünlüklerini milliyetçi söylemlerle süsleyen öbür ''sağ'' yapılanmalara kayıyorlar. ''Sağ'' ı ''sağ'' ın seçeneği olarak görme yanılgısı içindeler. Türkiye ''sol'' u sağ güçler karşısında ülkenin ve toplumun yazgısını belirleyecek ölçüde güçlü bir seçenek oluşturamıyor. Özellikle sosyal demokratlar ''bela'' nın kapitalizmin şaşmaz yasalarından, özünden, emek-sermaye çelişkisinden kaynaklandığını göremiyorlar. Klasik ''burjuva- muhalefet'' yöntemleriyle kendilerine iktidar yolunu açabileceklerini düşünüyorlar, dolayısıyla yanılıyorlar. ''İdeolojiler öldü'' , ''Sağ-sol arasındaki sınırlar kalktı'' türünden burjuva safsatalarını paylaşır, acıklı bir görüntü sergiliyorlar. ''Birleşin!'' , birleşemiyorlar, ''Bir araya gelin!'' , gelemiyorlar, o zaman da hayata hırsızlar, uğursuzlar egemen oluyor. Her toplum layık olduğu yönetimle yönetilir, sözü pek de yanlış değil galiba sayın bozan ne dersiniz...
-
MEDYA'NIN HALKIMIZLA YILLARDIR BİTMEYEN DANSI...
Kaygan Zeminde Medya Dansı Tek tek yazıyorlar… Hep birlikte yazıyorlar…. Koro halinde yazıyorlar… Yakın zamana kadar yazdıklarının tamamını çürütürcesine yazıyorlar… El üstünde taşıyıp baş üstüne çıkardıklarını, şimdilerde silkeleyip atmak için yazıyorlar… Şişirip palazlandırdıklarını, zayıflatıp çöpe döndürmek için yazıyorlar… Keseleri dolduktan, küpleri taştıktan sonra gözleri açıldı... Birden bire gerçekleri görmeye başladılar... Türkiye nereye gidiyor diye soruyorlar köşelerinde… Üç yıldır kese şişirmenin küp doldurmanın peşindeydiler… Hangi parti iktidara gelirse gelsin, iş bağlamanın, kredi ve teşviklere konmanın yolunun, baştakileri şişirmekten geçtiğini hiçbir zaman unutmadılar… Önce boyunu posunu yazdılar… Sonra da yürüyüşünü… Karizmatik dediler... Güzel konuşuyor diye övgüler düzdüler… Giyimine kuşamına hayran oldular… First leydilerin ne denli zarif giyindiklerini dile getirdiler… Üç yıl geçtikten sonra uyandılar… Memleket, vatan, millet yazıları yazmaya başladılar… Rejimin değişeceğinden, sistemin alt üst olacağından korkar oldular… Cumhurbaşkanı… Cumhurbaşkanlığı… Çok önemlidir yorumlarını dillerinden düşürmez, sütunlarından eksik etmez oldular… Bir buçuk yıl varken, bugünden paniğe kapılıp Cumhurbaşkanı’nın kim olacağının telaşına düştüler… Ülke nereye gidiyor çırpınışlarına girdiler… Ulemayı duydular, içki kararını öğrendiler, İmam Hatiplilere yeni tanınacak hakla geleceğin kaymakamlarının ve valilerinin kimler olacağını bugünden öğrenmenin telaş ve paniğine kapıldılar… Türk milleti sözünü kullanamayanların, Türkiyelilik kavramını sabah akşam neden ortaya koymakta olduğunun analizine girdiler… Ülkedeki kimlikleri sınıflamanın ve bunu miting meydanlarında ve televizyon ekranlarında, ısrarla millete duyurma çabasında olmanın ne anlama geldiğini çözmeye çalıştılar… Cumhuriyet’ten bu yana sorun olmamış, konuşulmamış ve gündeme gelmemiş alt ve üst kimlikler tanımlamasının, birdenbire ülke gündemine düşmesinin ardında ki gerçekleri çözmenin çabası içersine girdiler… Türk’lük üst kimliktir diye yorumlar yaparak, alt kimlik nitelemeleri ortaya koyup, ülke ve millet bütünlüğüne uymayan tanımların sebebi ne ola ki diye düşünmeye başladılar… Kafa yorar oldular… Bağnazlıktan, tutuculuktan, şeriattan, Türkiye nereye gidiyor söylemlerinden dem vuran yeni vizyon yazılarıyla, okur karşısına çıkmayı yeğlediler… Bir buçuk yıl varken, Çankaya’nın yeni sahibinin; övdükleri, baş tacı ettikleri, hayran oldukları kişilerin olmaması için, bugünden köşelerinden yaylım ateşine geçtiler. “Kaygan zeminde medya dansı” nı başlattılar Genel medyamızın (ulusal değil) çok önemli(!) ve büyük kimi kalemleri bugünlerde, muhteşem medya dansı ile, tarih yazıyorlar… Her türlü ritmik ve ani dönüş hareketleriyle kaygan zemin danslarını başarı ile sergiliyorlar… Dans bütün hızı ile devam ederken, ülkemizi çok sevdiğini, askerlerimizin ve subaylarımızın başına çuval geçirecek denli, her davranışıyla ortaya koymakta olan ABD(!); değerli dans üstadı köşe yazarlarımızı ve gazetecilerimizi de, derin muhabbet içersinde sevmekte olduğunu, nazik jestleriyle, tarihe not düşecek ölçüde ortaya koymaktan geri kalmadı. Politikalarını olumlu anlatımlarla ülkelerinde yazılarıyla dile getirmeye hazır, dünya medyasındaki kimi kalemler için ayırmış oldukları 400 milyon dolarlık bütçe içersinde, Türk medya mensuplarını üçüncü sıraya oturtmak suretiyle ülkemize karşı duymakta olduğu yüce sevgisini de belirtmiş oldu Gelinen noktada, ülkemiz genel medyasının tanınmış gazeteci, köşe yazarı, televizyon yapımcı ve yorumcularının, ABD’nin bu derin muhabbetinden ötürü(!) haksız yere zan altında kalmamaları için; çıkıp ortaya “ABD’den böyle bir iş için tek bir dolar dahi almadım ve de almayacağım…” diye Yüce Türk halkına açıklama yapmaları zarureti doğmuş olduğunu, başı dik, alnı açık ve mazisi temiz tüm medya mensupları adına buradan hatırlatmayı görev sayarız…. İşte böyle sevgili okurlar… Kaygan zeminde medya dansı bu ülkede hiç bitmedi… O dans bitmediği için de, Türk halkının çilesi hiç bitmedi… Bir ülkede genel medyanın dürüst, namuslu ve vatansever ellerde bulunması çok çok önemlidir… Ali Kemallerin bu ülkeye ne yaptığını, bundan sonra da neler yapabileceğini hiçbir zaman unutmamız gerekir… ----------------------------------- Burhan Özbey
-
AKP BELEDİYE BAŞKANINDAN DİNİ EVLİLİK REHBERİ
'Gerici' evlilik broşürü kızdırdı' Altındağ Belediyesinin hazırlattığı ‘Nikah ve Evlilik Rehberi‘ kadınların erkeklerin kölesi olmayı önerdiği gerekçesiyle Kadın Dayanışma Vakfı tarafından protesto edilecek... 27.12.05 Kadın Dayanışma Vakfı'ndan yapılan açıklamada Belediye'nin hazırladığı "gerici" broşüre karşı yarın (Çarşamba) Altındağ Belediyesi önünde saat 14.30'da protesto gösterisi ve basın bildirisine katılmak için bütün kadın kuruluşlaırna çağrıda bulunuldu. "Erkek merkezli dünya görüşünün tüyler ürpertici" diye tanımlanan broşür hakkında Kadın Dayanışma Vakfı'nın basına ve kamuoyuna yönelik açıklaması aynen şöyle: KADIN DAYANIŞMA VAKFI'NIN AÇIKLAMASI Altındağ Belediyesi Nasıl Bir Çağa Özlem Duyuyor! Altındağ Belediyesinin evlenen çiftlere dağıttığı ‘Nikah ve Evlilik Rehberi ‘ isimli kitapçıkta evlenen çiftlere, mutlu bir aile hayatına giden yolu kadını erkeğin kölesi olmaktan geçiren sözde bazı tavsiyelerde bulunulmuştur. Tamamen erkek merkezli dünya görüşünün tüyler ürpertici bir örneği olan kitapçıkta yer alan çeşitli deyim ve sözlerle kadının varlığı yok sayılmıştır. “Eğer evlenmek istersen, çok dikkatli ol ve iyi bir kız ara” “Alacaksan, el değmemiş ve senden başka erkek yüzü görmemiş bir aile kızını almaya çalış” “Evleneceksen kendinden aşağı derecede biriyle evlen; kendinden yüksek ailelere yaklaşma, sonra onun esiri olursun” gibi ifadelerle kitapta neredeyse tamamen erkeklere hitap edilmiş, erkeklerin nasıl bir kadınla evlenmeleri ya da evlenmemeleri gerektiği sık sık vurgulanmıştır. Kadınlar kitapçıkta sadece kocalarına saygıda kusur etmemelerini öğütlemek üzere muhatap alınmıştır. Kitapçıkta ayrıca “evlenecek kızın” anne babasına da öğüt vermek ihmal edilmemiş, anne-babalara kızlarının kocası ile iyi geçinmesi için gerekli bilgileri vermeleri önerilmiştir. Böylece aile içinde yaşanan şiddetin kadından kaynaklandığı ve kadının kocasının istekleri doğrultusunda hareket etmesi ile bu sorunun ortadan kalkacağı şeklindeki görüş kabul edilip, pekiştirilmiştir Altındağ Belediyesinin, bu kitapçıkta yer verdiği “Anasına bak kızını al, babasına bak oğluna var.” ifadesiyle evliliği, kadını bir mal gibi almak-vermek şeklinde algıladığı, “Erken kalkmayan avrat, söz dinlemeyen evlat, mahmuzla gitmeyen at kapında varsa kaldır at.” ifadesiyle erkeği, kadını ve çocuğu istediğinde kapı dışarı edebilecek bir sahip olarak gördüğü, “En mükemmel kadın çocuklarına babalarının yokluğunda baba olacak kadındır.” ifadesiyle toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiren bir anlayışta olduğu, “Kadının şamdanı altın olsa mumu dikecek erkektir” ifadesiyle de kadının kendi başına bir hiç olarak gördüğü ortadadır. Altındağ Belediyesi yayınlayıpdağıttığı bu kitaptaki sözlerin ve deyimlerin kendilerine ait olmadığını ünlü düşünürlere ait olduğunu söyleyerek de benimsediği bu zihniyeti örtbas etmeye çalışmaktadır. Ayrıca kitapçıkta toplumda ayrımcılığı körükleyen nitelikte sözde tavsiyeler de bulunma! ktadır. Kitapta zengin-fakir, iyi-kötü, dindar-dinsiz, kültürlü-kültürsüz, görgülü- görgüsüz şeklinde ayrımlara gidilmiş, mutlu evliliğin sırrı bu ayrımları göz önünde bulundurarak “denk!” birliktelikler yaratmaktan geçirilmiştir. Kadının eğitiminin gereksizliğini ve yapması gereken asli işlerin ev işleri olduğunu ifade eden şöyle bir anlatıya yer verilmiştir. Kadını erkeğe tabi kılmayı bir meziyet, bir erdemlilik olarak gören bu gerici zihniyet AKP Hükümetinin yüzey! sel girişimleriyle bir yandan kendini gizleyip Avrupa kamuoyunun gözünü boyarken, diğer yandan yerel yönetimler aracılığıyla varlığını pervasızca ortaya koymakta, kadına yönelik her türlü ayrımcılığa karşı olan uluslararası sözleşmeleri ihlal etmektedir. Biz kadınlar belediye başkanının kitapçığın önsözünde ‘çağı yakalamış bir neslin özlemini çekiyoruz’ gibi bir ifade kullandıktan sonra çiftleri mutlu bir evliliğe hazırlamak adı altında erkeğin istek ve talepleri doğrultusunda oluşan bir evlilik kurumunu onaylamasının ne tür bir çağa özlemin ifadesi olduğunu soruyor ve erkeği kadından üstün kılan, kadının sahibi gibi gören erkeke gemen görüşün insanlara mutluluk reçetesi gibi sunulmasını reddediyoruz.
-
Fethullah Gülen "nurculuk" Dinini ilan Etti
AMERİKA'da Fethullah Gülen konferansı... Fehmi Koru Amerika'da kendisinin de katıldığı Fethullah Gülen konferansını gündeme getirince bende konu hakkında biraz kendisine yardımcı olayım dedim. Çünkü nedense araştırmacı kişiliğiyle tanıdığımız Fehmi Bey bu konularda pek araştırmacı yönünü kullanmıyor. Teksas Houston kentinde sayın Gülene yakın kişilerce kurulan "Dinlerarası Diyalog Enstitüsünün" gene aynı şehirde bulunan Rice üniversitesi bünyesindeki "Boniuk Dini Tolerans Merkezi " ve Houston üniversitesi "A.D Bruce Din Merkezi" sponsorluğuyla düzenlenen bu konferans hakkında sizlere biraz bilgi vermek isterim. Şimdi öncelikle Rice üniversitesi petrolcülerin finanse ettiği bir üniversite ve yönetim kurulunda Afganistan'da petrol boru hattı kurma çalışmaları yapan Unacoal şirketi eski direktörlerinden James Crownover ve Shell petrol şirketinin büyük başlarından bayan Elsenhans gibi isimler bulunmakta. Boniuk dini tolerans merkezinin en sıkı fıkı olup beraber çalıştığı ve Rice üniversitesi bünyesinde bulunan kurumun ismi de çok ilgi çekici. Bu kurum James Baker Siyaset Enstitüsü. Evet bu James Baker Reaganın dışişleri bakanı, Cumhuriyetçilerin ağa babası ve Başkan Bushun tartışmalı birinci seçiminde Florida da oyları yeniden saydıran James Baker. Enstitünün kurucusu ve Boniuk dini tolerans merkeziyle ilişkileri sağlayan kişi ise Reagan ve baba Bushun Ortadoğu danışmanı, Clintonun İsrail büyükelçisi Ermeni asıllı Edward Djerejian. Bu James Baker Enstitüsünün danışma kurulunda diyalog konferansının yapıldığı Rice üniversitesinin başkanının yanı sıra Irak işgaline Birleşmiş Milletlerde söylediği yalanlarla teşne olan eski Amerikan dış işleri bakanı Colin Powell ve gene eski Amerikan dış işleri bakanlarından Yahudi asıllı Madeline Albright bulunmakta. Şimdi gelelim diğer sponsora yani Houston üniversitesi A.D Bruce din merkezine. Şimdi kimdir bu A.D Bruce derseniz efendim kendisinin tam ismi General Andrew Davis Bruce. Birinci ve İkinci dünya savaşlarında subay olarak savaşan ve 1952 senesinde Deniz Piyadelerinden general rütbesiyle emekli olan bu şahıs emekli olur olmaz Houston üniversitesi başkanlığına gelmiş ve ilk işlerinden biri de kendi ismiyle anılan bu din merkezi yani kilise binasını hizmete açmak olmuş. Bir generalin emekli olur olmaz başına geçtiği bir üniversitede hemencecik 548 dönümlük bir kilise ve din merkezi açması garip gelmişse size bu generalin Japonya'nın işgalinden sonraki Hokkadio valisi olduğunu ve hiçbir işinin tesadüfen olmadığını söyleyebilirim. Şimdi bu bilgileri bir kere daha toparlayalım. Amerikanın Houston kentinde "Fikir ve Aksiyon Planında Fethullah Gülen Hareketi" isimli bir konferans düzenleniyor ve bu konferans Irak işgalinden en çok kar yapan petrolcülerin üniversitesinde ve Cumhuriyetçi düşünce kuruluşu James Baker enstitüsüyle yakın ilişkideki Boniuk dinler arası diyalog merkezi tarafından destekleniyor. Diğer destekçi ise emekli bir Amerikan generalinin açtığı bir kilise. Şimdi eğer ben komplo teoricisi bir adamsam lütfen sayın Koru veya Gülen camiasından birisi bana bu kadar "tesadüfün" bir araya nasıl geldiğini açıklasa harika olur. Ben gene de hüsnü zan etmeye çalışıyorum ve kendilerine bir cevap hakkı tanıyorum. Sayın arkadaşlar eğer hatalıysam lütfen beni düzeltin ama dinler arası diyalog konferansı yapacak Irak işgalinin arkasındaki Bush ekibinden başka adamlar bulamadınız mı diye sorası geliyor insanın.
-
TOPLUMCULUKTAN DÖNEKLİĞE....
Toplumculuktan Dönekliğe... 1968'li yıllar ilginçtir. Dünya ölçeğinde ilerici ve toplumcu nitelikli gençlik eylemselliği, Türkiye'yi de o dönemde çığ gibi içine almıştır. O zamanki deyimle ''Talebe Cemiyetleri'' yükseköğrenim gençliğine önderlik ederek alabildiğince toplumcu güç ve etkinlik gösteriyorlardı. Birinin başkanlığına da arkadaşlarım beni seçmişlerdi. Antiemperyalist, halkçı-devletçi, laik, devrimci ve özellikle de ulusalcı bir çizgiyi Cumhuriyetin temel çizgisi sayıp mücadelemizi yürütüyorduk. Ülke ve ulusun, 14 Mayıs 1950 tarihinden sonra apaçık bir karşıdevrim içinde giderek bunaldığı düşüncesindeydik. Ciddi bir inanç dalgasıyla Türkiye'nin her yerine koşuyorduk. Kemalist devrimciliğin onurlu gözüpekliği içinde elimizden geleni ardımıza koymuyorduk. Önümüzdeki düşman ise kapitalizmin yarattığı emperyalizmdi. ABD'yi ''mazlum'' bir dünyanın başlıca karşıtı sayıyorduk. 6. Filo'yu kovmaya çalışan, Asya-Afrika uluslarının sömürgecilik pençesinden kurtulmaları uğruna giriştikleri şanlı dirence destek veren, aynı zamanda da feodalitenin yıkılması için Anadolu'nun dört yanındaki savaşımlarda yer alanlar arasındaydık. Gerçekler: Bizlerin 1968'li yıllarda temsil ettiği politik çizgi, Kemalist ideolojiydi. Toplumculuğumuzun özenli kıstası bu taraftı. Büyük Türk devrimine ''altıok'' çizgisinden gidileceği yol ve yöntemini hiç unutmamıştık. Günümüze doğru akıp gelen süreçte başkaca arayışların izlemcisi olmadık. Çünkü Kemalizm; hem dünü kurtararak inşa etmiş ve hem de yaşamın her safhasına sonrası için de yanıt verecek gerçekçi ideolojiydi. Bu inancı hiç yitirmedik. 68'li kuşağın toplumcu kavgası her büyük aşamada olduğu gibi bünyesine; provokatörlerin, serüvencilerin, iç ve dış karanlıkların da sızmasını önleyememiştir. Şimdilerin gerici-liberal yayın organlarında kalem oynatan, ''Karen Fogg'' belgelerinde dizi dizi boy gösteren bunlardır. 12 Mart ve 12 Eylül'ün girdaplarından kazasızca geçip bugünün AB-ABD saflarında veya bölücü-mozaik etnik seslendiricilikte görünenler de bu affedilmezlerdir. Tarih, kendi ulus ve ülkesine ihanet edenleri çok görmüştür. Güya toplumcu çizgide bulunduktan sonra, geçen yıllar içinde kimliklerini sergileyenlerin bu ülkede şimdilerde söyleyip savundukları, ancak yüz kızartıcıdır. En saldırgan, en pervasız ve dışa en bağımlı tavırlarını, dönekliğin iç bunalımıyla abartarak silahşorluk olarak sunmaktadırlar. Öyleyse diyecek odur ki; toplumcu olmanın onurlu cephesindeki insanları aldatıp yanılttıktan sonra dönerek emperyalizme yanaşanların bağışlanıcı yanları yoktur. Aklın alamadığı: İnsan önemli bir varlıktır. Önce kendisine özsaygınlığı olmalıdır. Ülke ve ulusuna bağlılığı ise yaşamının bir gereği saymalıdır. Yüksek değerleri, bireysel tutku görmelidir. Sapmamalı, kandırmamalı ve hainlik yapmamalıdır. Geçmişte toplumcu görünüp de sonradan saflarını bırakarak, örneğin Türkiye'de rastlandığı üzere; Lozan 'a düşman, Sevr 'e yandaş çıkmamalıdır. İç ve dış kara para tüccarlarının sermaye beyinleri olmamalıdır. AB-ABD ''muhibi'' görünüp kişiliklerini pazarlamamalıdır. Geçmişlerini ''çılgınlık yılları'' göstererek gerici-liberal cephede sığınma yeri aramamalıdır. İnsan aklının alamayacağı bir düzeyle Cumhuriyet ve devrimin tüm kazanımlarına hınçla saldıranların başlıca dostları eskinin dönekleridir. Şu anda sığındıkları gerici-liberal şemsiye, Türk ulusu ve yurduna başkaldıran kutuptur. Ne yazık ki, maddesel olanaklar ve siyasal iktidarlar onların yanındadır. Atatürk'ü en katı şekilde hedef alanların, ülke bölünmesine omuz verenlerin, dış sarkmalara dayanak olanların başını dönekler çekmektedir. Utanç dolu bir yaşamın tam ortasındadırlar. Onlar öylesine pervasızdırlar ki; dava arkadaşlarının yaşamlarını yaktıktan sonra kendilerini kurtaranlardır. Onlar; halkçı-devletçi siyasetlerden sıyrıldıktan sonra ülke bölücülüğüne yönelenlerdir. Onlar; ulusalcı ve toplumcu örgütlerde nasılsa yer ettikten sonra gerçek yüzlerini göstererek emperyalizmin savunuculuğuna soyunanlardır. Onlar ki; itibarsız ve dışlanmayı hak etmiş öğelerdir. Sonuç: Toplumculuktan dönekliğe giden yol; bilim ve aklı dışlama yoludur. Maddesel yararlanmalar peşindeki çabadır. Bir zamanlar içlerinde inançsızca yer aldıkları safın; ihbarcıları ve inkârcıları da yine onlardır. Türkiye'de; toplumsal huzur ve barışı bozan, Kemalizmi yadsıyan, emperyalizmle köprü kuran, vahşet dolu liberalizme yönelen adımlarda döneklerin varlığı söz konusudur. Onlar; Derviş Vahdetin 'lerin, Ali Kemal 'lerin, Damat Ferit 'lerin vârisidir. Onlar; Washington ve Brüksel'in oyuncuları, Türk varlığının düşmanlarıdır. Cumhuriyet ve devrimin, 1923'lerden beri karşıtı olanların doğal ''müttefikleri'' günümüzde yine döneklerdir. Selam olsun, dönmeden ve sapmadan onurla yolunda yürüyenlere!.. ----------------------------- Av. Ertuğrul KAZANCI ADD Genel Başkanı
-
BUGÜN GENÇLERİN %30'U BÖYLE, %70'İNİ BİLEMEM
Ulusça Tedirginiz Atatürk... Sevgili Gazi Paşa, Artık Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetimi tamamen şeriatçı dincilerin elinde. İçimizdeki Arap Bedevileri Anadolu'yu işgal eden Yunan ordusundan daha beter! Dur durak nedir bilmiyorlar. Ankara'dan başlayarak devletin tüm kritik kalelerini ele geçirdiler. Nasıl mı? Demokratik yollarla! Takıyye yaparak. Cumhuriyet karşıtları iktidar oldular. Devrim yasaları işlemez duruma geldi. Bu ihanet ve şer odakları tüm değerleri yıktılar. 1950'den bugüne kadar yarım yüzyıl boyunca alıştıra alıştıra öyle bir boyut kazandılar ki, Cumhuriyetçi güçlerin bunları gidermesi de güçleşti. - Kırk yıldan beri Türkiye'de yaşadığım olaylardan ve gördüklerimden utanıyorum sözünü etmeye Gazi Paşa... Güzelim Türkiye'yi Haçlı Orduları işgal etseydiler, bu kadar tahrip edemezlerdi herhalde! --- Bugün yetmiş milyon nüfuslu Türkiye'de çok az kişi bilir senin Samsun'a gideceğin günlerdeki ruh halini... Gerek Perapalas Oteli'nde, gerek Şişli'deki evinizde uzun geceler boyu arkadaşlarınla fikir jimnastiği yaparak, kesin bir program hazırladığını... --- Son dakikada şansın yaver gitmesiyle Anadolu'da müfettişlik görevinin gerçekleşmesi sonucu istediğin yetki belgesiyle Harbiye Nezareti'nden çıkarken sevinçten dudaklarını ısırdığını... --- Çok merak ediyorum acaba bugün o binada (İstanbul Üniversitesi) okuyan gençlerimizin kaçta kaçı bu olaylara duyarlıdır? --- O zaman, Osmanlı İmparatorluğu'nun; gayrımüslimlerin her türlü nimetlerinden yararlandıkları cennet; Türklerin ise azap çektikleri bir cehennem olduğunu senden başka gözlemleyen kaç kişi vardı? --- Suriye'de görevli olduğun günlerde Bedevi Arapların en büyük Türk düşmanları olduğunu görmedin mi? --- Üstün kavim(!) anlayışıyla hareket eden Arap fanatizmi seni çileden çıkarmadı mı? --- O coğrafyada İslamiyetin sömürü aracı olduğunu açık seçik söyleyen senden başka insan geldi mi yeryüzüne? --- Osmanlı Sultanı Vahidettin ile Şeyhülislam Dürrizade Efendi; Mustafa Kemal, Ali Fuat , Dr. Adnan, Miralay İsmet, Halide Edip, Rıfat Börekçi ve arkadaşları hakkında idam fermanı vermediler mi? --- Sizler neden kelle koltukta Kurtuluş Savaşı'nı yaparak Türk ulusunu Cumhuriyet erdemine kavuşturdunuz ki? Keşke o kadar eza ve cefaya katlanmasaydın Gazi Paşa! --- Cumhuriyeti emanet ettiğin gençliğin içinde bazıları 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim bayramlarından tiksiniyorlar!.. --- Mütareke Basını'nın satılmışları, ''Türkiye Türklerin yönetimine bırakılmayacak kadar önemlidir'' diye yazabiliyorlar! --- Türk ulusu fakru zaruret (ekonomik bunalım) içinde kavrulurken, takıyyeci iktidar erkânı Atatürk düşmanı yetiştiren Fethullah okullarına devlet desteği verip, Türkiye Cumhuriyeti'ni yıkmaya çalışıyorlar. Yaz kış devam eden yatılı Kuran kursları da cabası!? --- Şimdi iktidara sahip olanlar dalâlet (aymazlık) içinde, Şeyhülislam Dürrizade Efendi'den sanki hiçbir farkları yok. Aynı kafa, aynı mentalite. Hâkimiyet kayıtsız şartsız Tanrı'nındır diyerek, TBMM'yi tarikat tekkesine çevirdiler! Takke, türban, takunya, şalvar şov yapıyorlar!.. Senin resimlerini bile görmeye tahammülleri yok.... İşte bıraktığın Cumhuriyet Türkiyesi tıpkı 85 yıl önce Beşiktaş iskelesinden Bandırma vapuruna binerken gördüğün memleketin manzarası gibi. Değişen bir tek şey kapitülasyonların ismi: IMF. --- Senin bin bir zahmet ve mihnetle iç ve dış düşmanlarla boğuşarak kurduğun Cumhuriyet, 65 yıldan beri sinsi sinsi tahrip ediliyor. Çınarı kemiren kurt gibi senin ilkelerini yıkmaya gayret ediyorlar. Şahsi çıkarlarını dış düşmanlarla tevhid edenler o kadar çoğaldı ki... Gençliğin elinde taş, yobazın elinde ateş! --- En büyük emelin, ''Türk gençliğinin fikri hür, vicdanı hür, vatan ve ulusunu her şeyin üstünde tutan; cumhuriyet prensiplerine bağlı olarak yetişmesiydi'' . Fakat heyhat! Bugünün gençlerinin belki yüzde 30'u böyledir, ama yüzde 70'inin nasıl olduğunu söylemeye dilim varmıyor Gazi Paşa... --------------------------------------------------------------------- Adlî AYTER Halkbilimci, Em. Öğr. Gör.
-
EĞER BİR ÜLKEDE.. (ÖNCELİK KENDİMİZİ SORGULAMADA)
İNSAN OLARAK ÜLKEMİZİ VE KENDİMİZİ SORGULAMAK.... Eğitim, Kültür, Sanat ve Edebiyat bir Ülkenin aynasıdır. Ürettikleriyle, dünya toplumundaki yerini belirlediğini düşünüyorum. Kendi içinde de özgürlük, barış, demokrasi gibi dilimizden düşürmediğimiz, kuramların, pratikteki göstergeleri oluyor. Eğer bir Ülkede; Kültür, Sanat ve Edebiyat ürünleri, önce ahkâm kesenlerce engelleniyorsa. İstanbul'da oynanan 281 tiyatro eserinin % 32'si yabancı yazarların, büyük bir bölümü uyarlama, ayarlama, geri kalanı ise, sen ben bizim oğlanın defalarca oynanan oyunları! ve yeni insanlara, kendini bulunmaz hint kumaşı zannedenlerce şans tanınmıyorsa.... Edebiyatta olduğu gibi, sanatta da surlar örülmüş, içeriye kimse sokulmuyorsa. Eğer bir Ülkede; tiyatro binaları düzen tarafından yıkılıyorsa, tiyatrolar kapatılıp, yerine mescitler açılıyorsa. Eğer bir Ülkede; Gençlik Kültür Evi'nde (Şanlı Urfa), Tiyatro'ya gönül vermiş insanlarımızın sergilediği çocuk oyunu (Keloğlan), eğitimi, öğretimi aksatıyor gerekçesiyle, Valilik, Milli Eğitim Müdürlüğünce yasaklanıyorsa. Bu ilkel ve vahşi zihniyet, oradaki gençlerimizi işportacılığa, kahve köşelerine, garsonluğa, sokaklara itiyorsa. Ve onlar i m d a a a a t diye mesajlar çekiyorsa. Bunun karşısında; Tiyatro lafazanları, demokrasi kalpazanları seslerini çıkarmayıp, kendini ve kentini sorgulamıyor, duyarlığını yitirmişse, sorumluluğunu yerine getirmiyorsa, sorumluluk yüklenmiyor, korkuyorsa. Eğer bir Ülkede; Kitap okuma oranı % 0.02, gazete okuma oranı % 2, fakat; toplumun % 94'ü günde 16 saat televizyon seyredip, televizyonca konuşup, düşünüyorsa (Kültür Bakanlığı verileri). Hacı amcalar, her televizyon seyredişinden sonra tövbeler edip, abdest alıyorsa. Dünyanın en kanlı katillerinden biri çoban Hitler'in kitabı 'Kavgam' parasız olarak, birileri tarafından dağıtılıyorsa. Kitaplar yasaklanıyor, yakılıyorsa. Eğer bir Ülkede; Yazarlar, Çizerler sorgulanıyor, ceza almaları isteniyorsa. Kadınlar meydanlarda, polisler tarafından coplanıyorsa. Fikirlere kalem kırılıyorsa. İşkence evleriyle, korku dolaştırılıyorsa. Kayıp insanlarımızı,din adına katledilen insanlarımızın vahşi ve ilkel katilleri bulunmak istenmiyorsa. Faili mechul siyasi cinayet dosyaları, bağımsız! Hukuk tarafından bodrumlara kaldırılıyorda. 70'li ve devamı 80'li yıllardaki, sivil ve üniformalı faşist katiller, elini kolunu sallayarak aramızda dolaşıyorsa. Adalet ve kalkınma eşit olarak paylaşılmıyorsa. Eğer bir Ülkede; sahtekârlık gözde bir meslek haline getirilmişse ve o ülke sahtecilik cenneti oluyorsa. (ATO bülteni) Ekonomik ve siyasi bağımlılık başımızın üstünde oturuyorsa. İşsizlik ve yoksulluk çığ gibi büyüyorsa. Toplumun % 38'i Avrupa Birliği hayalleriyle avutuluyorsa. Zavallı denilen, acınan, onlardan daha ileride olduğumuz varsayılan, Afrika Halkları, bugün Avrupa'da, özkültürleriyle, sanatlarıyla, sporlarıyla kendilerini kabul ettiriyorlarsa. Eğer bir Ülkede; Avrupa'da camileri, dergâhları, mescitleri, kuran kurslarıyla, İslâm sembolü üniformalarıyla, Avrupa toplumunun % 69.7'sine kendini kabul ettiremiyorsa.... Hırıstiyan aleminin Papa'sını her görüşte bir Türk faşisti hatırlanıyorsa. 'Bana dokunmayan yılan, bin yaşasın,' deniliyorsa.... 'Her koyun kendi bacağından asılır,' 'Devlet malı deniz, yemeyen domuz,' diyenlerin, dili kesilmiyorsa!... Eğer bir Ülkede; Demokrasi en çok tartışılan konu oluyorsa. Demokratlar, ilericiler, demokratik kitle örgütleri, sendikalar suskun bekliyorsa. Vurgunlar, soygunlar, ehliyetsiz kişilerce devletin her birimi işgal ediliyorsa. Gökten zembille Demokrasi bekleniyorsa. Eğitim, Kültür, Edebiyat ve Sanat olduğu yerde sayıyorsa. Bir başbakan kızlarını okuttuğu ve her konuda bağımlı olduğu, ABD'ye 'özgürlükler ülkesi,' diyorsa... Eğer bir Ülkede; !!....... ..... Gerisini siz getirin ve düşünün artık. EMİNİN SÖYLEYEBİLCEK BİRÇOK NEGATİFLİKLERİNİZ OLACAKTIR....!!
-
BU ÜLKEN BUNLARI HAK ETMİYOR...
Bu Ülke Bunları Hak Etmiyor Ey Başbakan ve bütün AKP'liler, elimde bir metin var; bu metin 24 Kasım Öğretmenler Günü'nde, bir üniversitede gözyaşları içinde okundu. Ne üniversitenin ne de yazarının adını vereceğim. Çünkü sizin zulmünüzden korkulur. İşte metin: *Biliyor musunuz, bu yıl lise 1. sınıfta okuma yazma bilmeyen bir öğrenci var; *biliyor musunuz, bir öğrenci okula 'satır' getirmekten uzaklaştırma cezası aldı; *biliyor musunuz, iki hafta önce okulun önünde çıkan bir kavgada bir öğrencimin boynu döner bıçağıyla kesildi, 28 dikiş atıldı, çok şükür şah damarına gelmedi; *biliyor musunuz, geçen hafta bebek bekleyen müdür yardımcımız bir öğrenci tarafından karnı tekmelenmekle tehdit edildi; *biliyor musunuz, dışarıdan elini kolunu sallaya sallaya okula giren bir adam, kendisini dışarı çıkarmaya çalışan kat nöbetçisi bayan öğretmeni bıçakla tehdit etti; biliyor musunuz, derste sıkıntı yarattığı için öğretmeni tarafından cezalandırılan öğrencinin aşiret olan ailesi okulu bastı; *biliyor musunuz, bir öğretmenimiz sınıfta bıraktığı öğrenciden tehdit telefonları aldı; *biliyor musunuz, öğrencilerimizin yüzde 86'sı sigara içiyor; *biliyor musunuz, öğrencilerimizin yüzde 42'si hap kullanıyor; *biliyor musunuz, okulun çevresinde hap satanları, okulun içinde hap kullananları polis de biliyor; *biliyor musunuz, öğrencilerimizin yüzde 23'ü ensest ilişki mağduru; *biliyor musunuz, geçen yıl bir kız öğrencimizin babası, çocuğundan (öğrencimizden) dayak yediği için okula sığındı; *biliyor musunuz, yalnızca koridorda birbirlerine çarptıkları için kavgaya tutuşan iki kız öğrencinin aileleri okulun önünde birbirlerine yumruk yumruğa saldırdılar; *biliyor musunuz, bazı kız öğrenciler 100 kontür karşılığında minibüs şoförlerine, halı saha sahiplerine kendilerini kullandırtıyorlar (cinsel anlamda); *biliyor musunuz, bu yıl bir erkek öğrenci, bir kız öğrencinin kendisine ****** ***** de bulunduğunu söyleyerek şikâyette bulundu; *biliyor musunuz, geçen yıl bir anne, kızının saçının boyalı olması nedeniyle okula çağrıldığında, kızını okula koca bulması için gönderdiğini, bu nedenle de süslenmesi gerektiğini söyledi; *biliyor musunuz, velilerin yüzde 42'si kayıttan sonra bir daha okula uğramıyor; *biliyor musunuz maddi yetersizlikten dolayı, üç-dört aile bir oda, bir salon, bir evi paylaşıyorlar; *biliyor musunuz, geçen yıl cuma okul kapanış töreninde baygınlık geçiren bir öğrenci iki gündür hiçbir şey yemediğini söyledi; *biliyor musunuz, öğrencilerin çoğunun hayatında kan davası, intihar, boşanma, dayak, kaçma, kaçırılma, hapis hikâyeleri var (ailelerinde yaşanmış); *biliyor musunuz, geçen yıl iki gün boyunca evine gitmeyen bir öğrenciyi, velisi gelip okulda aradı (kızın biriyle kaçtığı daha sonra anlaşıldı); *biliyor musunuz, annesi babası ayrı veya boşanmış olan öğrencilerin çoğu uzak akrabalarının yanında kalıyor, anne ya da baba almak istemiyor veya üvey anne babalar istemiyor; *biliyor musunuz, geçen yıl 1000 öğrenci kapasitesi olan okulda kütüphaneye üye olanların sayısı 7'ydi; *biliyor musunuz, öğrenci tanıma formlarındaki 'çaldığınız müzik aletleri' bölümüne radyo, teyp, walkmen yazan azımsanamayacak sayıda öğrenci var; *biliyor musunuz, lise birinci sınıf öğrencilerim, 'soru işareti nerede kullanılır' soruma yanıt veremediler; *biliyor musunuz, öğrencilerimizin yüzde 60'ı sağlıksız beslenmeden dolayı hasta (aralarında dispanserlik olanlar var ), ancak öğrencilerimizin yüzde 90'ında cep telefonu var (cep telefonları son model, bazıları kameralı.)'' Metin şöyle bitiyor: ''Daha da yazacağım ama yazdıkça yüreğim ağırlaşıyor.'' Bu ülke bunları hak etmiyor...
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
- LİBERALİZM SOLMUDUR SAĞMIDIR?
........... LİBERALİZM (LİBOŞ) bana göre; Hemen hemen herkes tarafından bilinen bir deneyde; 'Kaynar suya atılan balık kendini havaya fırlatarak kurtulmaya çalışırmış; buna karşılık bir tencerenin içine konan ve yavaş yavaş ısıtılıp sonra kaynatılan balık ise hiç tepki göstermezmiş'' Günümüzde liberalizm de emperyalizme hizmet için en güzeli ''balığın sıçramadan, yavaş yavaş kaynatılması'' dır. Liberalizm, serbest piyasa, çokuluslu şirketler, iki Türkiye ve biçimsel demokrasinin egemenliği ile iniltilidir ve Yeter ki balık zıplamasın, halk uyanmasın; reklamlar, bayram şekerleri, ''sponsorluklar'' , ÇUŞ'lar, Bush 'lar... Aynen iki AB'li dost bakanın dediği gibi; ''Önce uyutalım, sonra unuturuz'' dur. Tabii, yavaş yavaş pişen balığı yedikten sonra... En yakın tarihlerde Liberalizm adına yapılanlar Ülkemiz açısından hiç yabancı değil.. 1_______Şirketlerin politikaları ABD ve AB'deki merkezler tarafından yönetiliyor; Türkiye'nin dış ticaret politikasını ''Gümrük Birliği'' yüzünden Brüksel idare ediyor. Bankalar ve borsa, yavaş yavaş onların denetimine giriyor. Eğitim kurumları Paris'teki, Berlin'deki milli eğitim bakanlıkları tarafından yönlendirilecek hale yavaş yavaş sokuluyor. Liseler ve bazı ''özel'' üniversiteler bu kapsama alınıyor. 2_______Türkiye'de yavaş yavaş, sessiz ve derinden liberalizm, serbest piyasa, ''Batı'ya bağımlılık'' kavram ve uygulamaları içinde yürüttükleri ''ikiye bölme'' politikasını Irak'ta ancak silahla yapıyorlar. Irak halkına karşı, ''kendi hükümetlerini'' silah zoru ve parasal güç ile kurdurdular. ''Azınlıktaki'' bir yönetimin Batı kapitalizmi adına Irak'a hâkim olmasını istiyorlar. Bu iş birdenbire olmayacak. Balık henüz sıçrıyor; işler Türkiye'de olduğu gibi yavaş yavaş, sessiz ve derinden yürütülemiyor. Ziyanı yok, bekleriz diyorlar; iki Irak kapışsın, birbirini yesin; ayakta duracak halleri kalmasın; biz ondan sonra dizginleri daha kolay ele geçiririz. Yani; Liberalizm kavramının ilk kullanımından bu yana büyük değişiklikler olmuştur. 17. yüzyılda ''bireyciliğe oturmuş hümanizma'' (1) olarak ifade edilen liberalizm, bugün bu anlamı içermemektedir. Kişi hak ve özgürlüklerini koruyan bir kavram olarak ortaya çıkan liberalizm, bu özelliğini korumaktadır; ancak ayrıcalıklı bir zümrenin dünya piyasalarında serbestçe dolaşmasını sağlamakta, geniş halk kitlelerine ise bir şey vermemektedir. Piyasa kavramından bağımsız olarak açıklanamayan bu kavram, serbest piyasanın en azılı savunucusudur. AT İzini KURT izine karıştırmak ve kavramları iç içine getirip kültürel anlamda bir kavram kargaşası yaratmak.... Bilmem başka birşey söylemeye gerek varmı?... SONUÇ; Üretimden, emekten ve bilimden yana olan insanların uykularından uyanması gerekir. İnsanlar gece dörtte kalkıp ev ev dolaşarak gazete dağıtmaktalar. Bizse hâlâ uykudayız. Bizim yolumuz daha da çetin. Hem karanlıkla, hem libaralizmle (liboşlarla) mücadele edeceğiz hem de emperyalistlerle... Saygılarımla...- AKP BELEDİYE BAŞKANINDAN DİNİ EVLİLİK REHBERİ
Sayın alaTurka... Kaynak 24.12.2005 Cumhuriyet manşet... -Dini evlilik rehberi-- AKP BELEDİYE BAŞKANINDAN DİNİ EVLİLİK REHBERİ
Teşekkürler şimdi koptum işte....- TÜRKİYE'DE SAĞ KAVRAMI VE YARIM YÜZYILLIK İKTİDARI
Yıllardır olduğu gibi bugün de sağ dış dayatmalar sonucunda (globalizm = enperyalizm) yönetimlerini, büyük medya, bir kısım iş âlemi ve neo-liberal aydınlarının işbirliği ve desteğiyle teslimiyetle karşılık vermektedir. Bunun sonucu olarakta; * Uluslararası kapitalizme doğal kaynaklarımızı, Cumhuriyetin kurup geliştirdiği ekonomik kuruluşlarımızı teslim ediyoruz. Bunun hukuki altyapılarını oluşturuyoruz. Yoğun borçlanma, bağımsızlığımızı sınırlıyor. * Üniter ulus devleti giderek etkin konumdan çıkarıp yetkileri yerel yönetimlere devrederken, yerellerin etkinliklerini piyasa güçlerine devrediyoruz. Federal bir yapıya olanak verebilecek düzenlemeleri gündeme getiriyoruz. * Ulusal eğitimin yakın tarih bilincinin, ulusal kültürün ülke bireylerini birleştiren, onların çağdaş bir ulus olarak yaşam biçimimizi oluşturan değerlerini kapsayan bağlarını gevşetirken; bunların yerine etnik, mikromilliyetçi, dini motifli bağları gündeme getiriyoruz. İçeriklerini değiştiriyoruz. * Ulusal birliğimizin çimentosu, yaşamda akıl, bilim ve özgür düşüncenin simgesi laiklik ilkesi, herkesin inançlarını dilediği gibi yaşaması şeklinde yanlış ve ayrımcı bir anlayışa dönüştürülmek isteniyor ve Türkiye Cumhuriyeti bir karşı devrim eylemleri içinde İslami bir rejime yol alıyor. İslam ülkelerine örnek olunup, radikal İslamın terörüne mani olmak üzere Türkiye'ye ABD yönetimince verilen rollerle uyumlu bir gidişattır bu. * TSK, emperyalizmin Avrasya Hâkimiyet Projesi'nde (GOP) küresel güvenlik önemli denilerek barış gücü, müdahale gücü olarak; Anadolu toprakları ise ABD Silahlı Kuvvetleri'nin üslenme alanı olarak kullanılmak isteniyor. Buna karşın ulusal güvenlik ve ulusal savunma işlevlerinde pasifize edilme çabaları var. Daha ne olsun... Hiçmi düşünceniz, gözünüz, kulağınız, ağzınız, refleksiniz yok...- AKP BELEDİYE BAŞKANINDAN DİNİ EVLİLİK REHBERİ
AKP'li belediye, kadını aşağılayan, çağdışı önerilerin yer aldığı kitapçık dağıtıyor Dini evlilik rehberi Ankara Altındağ Belediyesi tarafından hazırlanan ''evlilik rehberi''nde erkeğe, ''Eli yüzü düzgün, hayâ sahibi, temiz, el değmemiş, başka erkek yüzü görmemiş ve kendi statünden daha düşük statüde biriyle evlen'' öğüdü veriliyor. Kitapta ''Kadınla dört özelliği nedeniyle evlenilir; malı, soyu, güzelliği ve dini; sen dindar ve ahlaklı olanı al. Erken kalkmayan avrat, söz dinlemeyen evlat, mahmuzla gitmeyen at, kapında varsa kaldır at. Kadının şamdanı altın olsa, mumu dikecek erkektir'' deniliyor. MAHMUT LICALI ANKARA - 23.12.2005 - AKP'li Altındağ Belediyesi tarafından yurttaşlara dağıtılan ''Evlilik ve Nikâh Rehberi'' adlı kitapçıkta, ''çağdışı'' önerilerde bulunuluyor. Kitapçıkta, hadislerden örnekler verilirken erkeklere, ''eli yüzü düzgün, hayâ sahibi, temiz, el değmemiş, başka erkek yüzü görmemiş ve kendi statünden daha düşük statüde biriyle'' evlenmesi öğütleniyor. AKP'li Altındağ Belediyesi, yaklaşık 2 aydır yurttaşlara dini içerikli ''Evlilik ve Nikâh Rehberi'' dağıtıyor. Evlilik ve eş seçimi gibi konularda yalnızca erkeklere öğütler verilen kitapçıkta, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olduklarına ilişkin hiçbir ifade bulunmuyor. Kitapçıkta, hiçbir bilimsel araştırmaya da yer verilmezken evlilik yalnızca din düşünürleri, Kuranıkerim'den ayetler ve hadislerle anlatılıyor. Kadınları erkekler karşısında ikincil kılan yorumlara yer verilen kitapçığa ilişkin Altındağ Belediye Başkanı Veysel Tiryaki herhangi bir açık lama yapmazken Altındağ Belediye Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü, kitapçığın kendilerinden önceki ''ilahiyat mezunu'' bir müdür tarafından hazırlandığını kaydetti. Kitapçığın, ''Kutadgu Bilig'den (mutluluk veren bilgi) Evlenecak Adaylara Öğütler'' adlı bölümünde, erkeklerin evlenmek istediklerinde çok dikkatli olmaları ve iyi bir kız aramaları isteniyor. Kitapçıkta, ''Alacağın kimsenin soyu sopu ve ailesi iyi olsun, kendisinin de hayâ ve takva sahibi, temiz olmasına dikkat et! Alacaksan el değmemiş ve senden başka erkek yüzü görmemiş bir aile kızını almaya çalış'' deniliyor. Erkeğin evlenecekse kendisinden düşük statüde biriyle evlenmesi gerektiği ifade edilen kitapçıkta bulunan ''Evlilik Öncesi Gençlerin Bilmesi Gerekenler'' kısmındaysa evleneceklerin birbirlerine ''denk'' olmaları çeşitli hadislerle anlatılıyor. ''Kadınla 4 özelliği sebebiyle evlenilir. Malı, soyu, güzelliği ve dini, sen dindar ve ahlaklı olanı al'' önerisinin yer aldığı kitapçıkta, evliliğe atılan ilk adımda yapılacak en büyük hatalardan birinin, ''bir adayı bazı konularda cazip bularak uygunsuz hal ve hareketlerinin ileride istenilen şekilde düzeltilebileceğini zannetmek'' olduğu savunuluyor. Kitapçıkta şöyle deniliyor: ''Halbuki, kendisi istemedikten sonra bir insanı zorla değiştiremezsiniz. Bırakın değiştirmeyi, Allah korusun kendiniz değişebilirsiniz! Efendimiz'in (SAV) 'Evleniniz, çoğalınız. Zira ben kıyamet gününde sizin çokluğunuzla iftihar ederim!' hadisini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Hadiste geçen 'iftihar ederim' ifadesi çok önemlidir. Zira burada istenilen, Resûl-i Ekrem'in (SAV) çokluğuyla iftihar edeceği bir nesildir.'' Kitapçığın ''Evlilik Gecesi ve Önemi'' adlı bölümündeyse, evlenecek kızın anne ve babasının kızına gerekli nasihatleri vermesi, kocası ile iyi geçinmesi için gerekli bilgileri aktarması gerektiği kaydediliyor. Kitapçıkta ilk gece yapılması gerekenler de şöyle sıralanıyor: ''Örf, âdet ve ananelerimize göre hayırlı bir neslin bekası için, özellikle evliliğin ilk gecesinde çiftler, ikişer rekat namaz kılarlar. Namaz sonrası dünya ve ahiret saadetleri ve birbirleri ile iyi geçinmeleri için dua ederler, Cenab-ı Allah'tan hayırlı evlat ve hayırlı gelecek talep ederler. Genç çiftler birbirlerine yakın olacakları zaman da 'Ya Rabbim bizi şeytandan muhafaza eyle, şeytanı da bize ihsan edeceğin çocuktan uzak bulundur. Dünyaya gelecek evlatlarımızın ailemiz, ülkemiz, milletimiz için hayırlı olmasını nasip eyle' diye dua ederler. Bu hem dini bir vecibe, hem de örf, âdet ve ananelerimizin bir gereğidir.'' ''Eş Seçiminde Yapılması Gereken Dua'' adlı bölümde de evlenecek çiftlerin şunları yapması gerektiği savunuluyor: ''Eş seçimine karar vermeden önce Yüce Rabbimizin kendisine hayırlı bir eş ve hayırlı bir nesil ihsan etmesi için dua ederek o en büyük kapıya, rahmet ve merhamet kapısına müracaat etmeli ve 'Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatıp gönlümüzü açacak, salih hanımlar ve nesiller ihsan et! Ve bizi takva sahiplerine rehber kıl!' diye dua etmelidir..." Kitapçıkta yer alan ''Evlilikle İlgili Hikmetli Sözler'' bölümünde ise kadınlara ilişkin şu çağdışı tanımlar yapılıyor: ''Erken kalkmayan avrat, söz dinlemeyen evlat, mahmuzla gitmeyen at, kapında varsa kaldır at. Kadının şamdanı altın olsa, mumu dikecek erkektir. Kızı kendi haline bırakırsan ya davulcuya varır, ya zurnacıya. İnsanları rezil de vezir de eden kadındır.'' - LİBERALİZM SOLMUDUR SAĞMIDIR?
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.