Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

SOKRAT_S

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    23
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Diğer Bilgiler

Profil Bilgileri

  • İlgi Alanları
    GEZİ, SİNEMA, TİYATRO, MÜZİK, FELSEFE, KİTAP, SPOR VE ASLINDA HAYATA VE YAŞAMA DAİR HERŞEY...

SOKRAT_S - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Hakikaten insan şaşırıyor... Hangi sol dağdadır Sayın bozan... Beni mazur görün ama inanın bilmiyorum...
  2. Sayın Kuzey... Bahsedilen aydınlanma haraketidir... Parka falan bunu anlayamadım... Ve benim aydınlanma anlaşım ise; ''Aydınlanma'' yı sözcük olarak ilk defa Alman sanatçı Daniel Chodowiecki (1726-1801), bakır üzerine işlediği, karanlığı aydınlatan Güneş'i simgeleyen gravüre, ''Aufklaerung (Aydınlanma)'' adını vererek kullanmış ve ''Mantığın yüceliğinin ufukta yükselen Güneş'ten başka simgesi olamaz'' demiştir. İzleyen yılların Avrupası'nda akıl, özgürlük ve mutluluktan her söz edildiğinde ya da bilimsel tartışma ortamlarında ''Aydınlanma'' , karanlık düşüncelilere karşı savaşı utkuya ulaştıran güç kaynağı olmuştur. O dönemin ünlü düşünürlerinden C. M. Wieland (1733-1813), ''Gözlerimiz için ışık ne anlama geliyorsa, düşünceler için de aydınlanma eş anlamdadır'' demiştir. Aydınlanma çağının ışıklı ortamında, tüm Avrupa ülkelerinde, düşünce, sanat ve bilim alanlarında dönemlerinin yıldızları olarak nitelenen değerler yetişmiş, tabular yıkılarak her konu ussal eleştirinin süzgecinden geçirilip evrendeki gerçek konumumuz belirlenmiş olduğudur... Sevgi ve saygılarımla
  3. Teşekkürler Sevgili Mayfa... Bil mukavele.... Sağa karşı Aydınlanma ve Bilimin Gösterdiği Yön Zamanın akışı içinde işçi sınıfı güçlü bir dönem yaşamış olsa da, doğa ve emeği sömürmek için bilimsel kazanımları sadece kâr amacıyla acımasızca kullanmakta sakınca görmeyen kapitalistler, gerektiğinde kaba güç kullanarak, bazen de yönetim ve yargıyı etkileme yöntemleriyle sömürü düzenini korudular. Gelişen teknoloji, bir dönemlerin güçlü sınıfı olan kol emekçilerini işsizler yığını haline getirirken toplumu etkileyen güç olarak aydın-teknokratları önemli konuma getirdi. Yaşanan sorunları aydınlanmacı ve bilimsel bakışla irdeleyince, yerküremizde, yeni, insanlığa yaraşan nitelikleri taşıyan bir ''Dünya Düzeni''nin kurulmasının kaçınılmaz olduğu görülüyor. Bu değişime karşı duran çıkarcılar, kendilerini ne kadar güçlü ve haklı bulurlarsa bulsunlar, günümüzde yaşanan her olumsuzlukta bu gereksinim ve sömürücü düzeninin çöküşünün belirtileri gözlemlenmektedir. Doğa yasaları gereği, hayatın akışı içinde gelişen her olgu, kendisini oluşturan etkenlerin izlerini taşıdığı gibi, kendisini zamanla yıpratacak ve sonlandıracak nedenleri de içerir. Aydınlanma ve bilimsel atılımların sağladıkları gücü bilinçsizce, doğaya ve insanlığa aykırı tutumla, sadece kısa erimli çıkarları için kullanarak bugünkü haksız ve dengesiz zenginliğine erişen sömürü düzeninin sonunu da, bilinçsizce sömürdüğü doğa, çağdaş aydınlanmacı kuşaklar ve bilimsel gelişmeler belirleyecektir. Aydınlanma ve bilimsel gelişmelerin verileri, geleceğin mutlu insanlarının yaşayacağı sosyo-ekonomik düzenin, başarısızlığa yazgılı kapitalizmin yıkımının ardılı olacağını göstermektedir. ''Aydınlanma Çağı'' ile açılan gelişmeler dizisini anımsamak bu gerçeği görebilmek için yeterlidir. Bugünlere erişilmesinde etkisi tartışılmaz bir kavram olan ''Aydınlanma'' yı sözcük olarak ilk defa Alman sanatçı Daniel Chodowiecki (1726-1801), bakır üzerine işlediği, karanlığı aydınlatan Güneş'i simgeleyen gravüre, ''Aufklaerung (Aydınlanma)'' adını vererek kullanmış ve ''Mantığın yüceliğinin ufukta yükselen Güneş'ten başka simgesi olamaz'' demiştir. İzleyen yılların Avrupası'nda akıl, özgürlük ve mutluluktan her söz edildiğinde ya da bilimsel tartışma ortamlarında ''Aydınlanma'' , karanlık düşüncelilere karşı savaşı utkuya ulaştıran güç kaynağı olmuştur. O dönemin ünlü düşünürlerinden C. M. Wieland (1733-1813), ''Gözlerimiz için ışık ne anlama geliyorsa, düşünceler için de aydınlanma eş anlamdadır'' demiştir. Aydınlanma çağının ışıklı ortamında, tüm Avrupa ülkelerinde, düşünce, sanat ve bilim alanlarında dönemlerinin yıldızları olarak nitelenen değerler yetişmiş, tabular yıkılarak her konu ussal eleştirinin süzgecinden geçirilip evrendeki gerçek konumumuz belirlenmiştir. O yılların filozofu, ''Ansiklopedi'' nin yazılımının sorumlusu Denis Diderot (1713-1784), aydınlanmanın ''O olmazsa olmaz (Sine quoi non)'' niteliğini, ''bilimle inanç çatıştığında bilimden yana olmak'' özdeyişiyle belirlemiştir. Sonuçta ''Aydınlanma'' ve bilimsel gelişmelerin verilerinin yol açtığı yeni düşünceler, ekonomi ve sosyal yapıyı etkileyerek feodal düzenin yıkılıp burjuva sınıfının yönetsel gücü ele geçirdiği siyasal değişimlere neden oldu. Bilimsel ilerlemenin ürünlerinin yaşama uygulanması olarak tanımlayabileceğimiz teknolojinin sağladığı olanaklar, üretimde o günlere kadar görülmeyen verim ve artı değer sağlayarak kapitalizmin sömürü düzeninin gelişmesine yol açtı. Karşıt olarak, ''endüstri devrimi'' nin ürünü olan işçi sınıfının bilinçlenerek sömürülmeye karşı örgütlenmesi de sosyalist düşüncelerin gelişmesine ortam hazırladı. Karl Marx ve Friedrich Engels , 1848 yılının Şubatı'nda yayımladıkları ''Komünist Manifesto'' ile sosyalistlerin sosyo-ekonomik görüşlerini ve çözüm önerilerini dile getirdiler. Zamanın akışı içinde işçi sınıfı güçlü bir dönem yaşamış olsa da, doğa ve emeği sömürmek için bilimsel kazanımları sadece kâr amacıyla acımasızca kullanmakta sakınca görmeyen kapitalistler, gerektiğinde kaba güç kullanarak, bazen de yönetim ve yargıyı etkileme yöntemleriyle sömürü düzenini korudular. Gelişen teknoloji, bir dönemlerin güçlü sınıfı olan kol emekçilerini işsizler yığını haline getirirken toplumu etkileyen güç olarak aydın-teknokratları önemli konuma getirdi. Görsel ve yazılı iletişimin sağladığı olanaklar, sömürüyü gözler önüne serip kitleleri uyandırırken sorumluluk duyan aydın-teknokratların da giderek daha fazla ezilenden yana tutum içine girmeleri, sömürücüleri olumlu yönde uyarması gerekirken daha da çılgınca davranışlara yönlendirmektedir. Bu tutum devam ederse, bugün terörle savaş ya da medeniyetler çatışması olarak adlandırılan olaylar giderek doğayı talan edip yaşanılmaz hale getirmekte olan kapitalizmle, gerçekleri görerek tüm değerlerin emeğe saygılı olarak paylaşılmasını isteyenlerin savaşına dönüşecektir. Günümüzde erişilen bilimsel ve teknolojik olanaklarla 12 milyar insanın gereksinimleri sağlanabilecekken, Birleşmiş Milletler'in ilgili kuruluşlarının belgelerine göre her yedi saniye içinde bir çocuğun açlıktan ölmesi ve 6 milyar insandan 826 milyonunun yetersiz beslenmesi, dayatılan sosyo-ekonomik düzenin başarısızlığının ve mutlak değişmesi gerektiğinin en somut kanıtlarıdır. Bu gerçekleri görerek önlem almamak sorumsuzluğu, sömürü düzeninin sonu olacaktır. Dünyayı saran terör olgusunun nedeni de sömürü düzeninin insana değil, sermayeye önem veren uygulamalarıdır. Toplumlarda yasa uygulamaları, haksızlık edenleri cezalandıramıyor, haksızlığa uğrayanlarda bireysel öç alma duyguları uyandırıyorsa, anarşi ve terör olayları önlenemez hale gelir. Kapitalist sömürü düzeninde, gerek ülkeler içi, gerekse uluslararası düzeyde haksızlık büyük boyutlarda sürer, adalet bile maddi varlık ve kaba gücün güdü münde uygulanırken terörle savaşın başarıya ulaşabilmesi düş olmaktan öte bir anlam taşıyamaz. Tarihin her döneminde, eşitsizlik olduğunda, üstün konumda olanlar bunu hak etmemişlerse, toplumları isyan duyguları sarmıştır. Kendilerinin elde etmek istediklerinden başkalarını yoksun bırakmaya çalışan yönetimler hiçbir zaman başarılı olamamışlardır. Unutulmamalı ki toplumlarda eğer bireyler kendilerini güvende hissetmiyorlarsa, yönetimler de güvende olamazlar. Küreselleşen dünyamızda aynı kural, uluslararası düzeyde de geçerlidir. Yaşanan terörün artık yerel olmaktan çıkarak küresel boyuta erişmesinin nedeni de güvensizlik duygusunun tüm ulusları sarmasıdır. Aydınlanmacı düşüncenin verileri ve bilim, değerlerin sınırlı olduğu yerkürede, sınırsız kâr amacına yönelen bir ekonomik düzenin sürekli olamayacağını belirtirken doğayı ve emeği talan edip sorumsuzca sömürmek sadece ve sadece küresel yıkımla sonuçlanabilir. Ozon tabakası deliniyor, sera etkisiyle yeryüzü ısınıyor, yağmur ormanları tükeniyor, doğanın tüm değerleri çılgınca talan ediliyor. Oysa aydınlanmacı, bilimsel gerçekler, doğa varlıklarının sürekliliğini sağlayarak yenilenebilinir kaynaklarla yaşamamız gerektiğini göstermekte. Bu durumda, insan soyu, varlığını sürdürebilmek için ''Aydınlanma'' ve bilimin ışığında, yönünü geç kalmadan belirlemek zorundadır.
  4. Terörü tabiki tasvip etmiyorum... Fakat sizden bir ricam var Lütfen yazılarımı okuyun ve onların üzerinde tartışalım... Örneğin bir önceki yazımı okumadan küçük, klişe edilmiş laflar ile ve yazıyı kendinize göre sürekli persenk yaparak biryerlere çekmeye çalışmayın... Biz size yabancı değiliz çünkü 60 yıldır esamenizi iliklerinize kadar öğrendik... Lütfen ama artık bizi anlayın Yabancı olan sizlersiniz... Son olarak rica etsem bir önceki yazımı eleştirebilirmisiniz ya da en azından düşüncelerinizi persenk yapmadan belirtebilirmisiniz... Saygılarımla
  5. Genel anlamda söylebileceğim ve daha önce açıkladığım bu düşüncemin ne kadar anlamlı ve doğru olduğu ortadadır... tabii kolay değil 60 yıldır sağ iktidarların ve işbirlikçilerin insanların üzerinde bilinçlice yaptıkları psikolojik harbin sonuçlarıdır bunlar ve ne yazıkki Gerici, yobaz, karanlık ve ortaçağı karanlıkçılarının ekmeğine yağ sürmüştür... doğaldır tabiki böyle düşünmeniz ve böyle yaklaşmanız... O harp gerçekten meyvelerini çok verimli bir şekilde alıyor... Amaaaaa... Aydınlanma bir harakettir ve başladımı hiç bitmez... Ve bu haraket şimdilik yavaşlatılmış olabilir fakat hız kazanacağı kaçınılmazdır... Ve Çoğumuz bilmez: 'demokratik' ile 'ideolojik' arasındaki farkı, en çok 'Sosyalist Sol' düşünmüş ve tartışmıştır; onu, ülkemizde buna, 'Soğuk Savaş' döneminin, 'gizli' totaliterliği mecbur ediyordu. 'Ülkemizde' diye altını çizişim, boşuna mı sanırsınız? 'demokrasi', 'Klasik Gelişme Şeması' na uygun toplumlarda, aksamadı, 'Soğuk Savaş'a rağmen, işleyebildi: Fransa'da, İtalya'da vb. sağcı olsun, solcu olsun, çeşitli 'ideolojiler' pekâlâ hayatta ve hâl-i faaliyette idiler. İşleyemediği, gelişmesi 'Klâsik Şema' ya uymayan, bizim gibi 'düzensiz' toplumlardır, besbelli Emperyalizm'in 'baskısıyla' , yozlaştıkları için! Sanırım 'farkı' , oyalanmadan, belirtmek gerekiyor: oluşması da, gelişmesi de, 'öylesini' gerektirdiği için; 'demokratik bir toplum' , çeşitli 'ideolojiler' in kaynaştığı, bir çelişkiler yumağıdır; bunların aralarındaki rekâbet, iktidar mücadelesinin -yasalar çerçevesi içinde- eşit koşullarda yürümesini sağlar; buna mukâbil, 'ideolojik bir toplum', 'ideolojiler' den herhangi birisinin, yasal ya da yasal olmayan yollardan, öbürlerini engellemesi, bastırması hatta haritadan silmesi anlamına gelir. Örnek mi, çok kolay: Nazizm, kapitalist ve ırkçı bir 'ideoloji' dir; Almanya' da III. Reich, bu 'ideoloji' yi egemen kılmıştı; başka bir 'ideoloji' yi, değil savunmak, adını anmak bile yasaktı. Çünkü 'ideolojik toplum', o ideolojinin 'iktidar'da olduğu 'demokratik bir toplum' değil; 'hâkimiyeti' ele geçirdiği, 'totaliter' bir toplumdur; 'hâkimiyet'i bir kere aldı mı, asla bırakmaz; 'halkın iradesi' umurunda bile değildir. İyi de, görünüşte demokratik, hakikatte ise 'gizlice totaliter' bir 'ideolojik toplum' olamaz, oluşturulamaz mı? Çokuluslu Şirketler'in 'tekelci kapitalizm' aşamasında, gerçekleştirilmeye çalışılan, işte budur. Yâni, nedir? 'Sanal' düzeyde, 'demokrasi'dir, ama... Siyasi partiler, serbest seçim, parlamento, sendikalar, meslek kuruluşları vs. harıl harıl çalışıyor; Media, başına buyruk; herhangi bir yasal sınırlandırılmayla, karşı karşıya sayılamaz; Eğitim ve Öğretim alanında olduğu kadar, sanat ve edebiyat alanında da, herkesin, her şeyi yapabilmesi serbest! İşte bu 'demokratikliğin', 'sahici' olup olmadığının anlaşılabilmesi, için; sorulması gereken 'hayati' soru, bu noktada kıvrılıyor: serbest ama ''mümkün'' ? 'Mümkün' ama 'etkili' ve 'geçerli' olabiliyor mu? Post/Modernizm'in 'ideolojik' toplumu, işte bu çerçevede, 'sinsice' oluşturuluyor; başka türlü söylersek, 'küreselleşmiş' ve 'özelleşmiş' 'Büyük Sermaye' ; -ufak ufaktan başlayarak, en büyüğüne kadar- yalnız Media' ya, ya da 'Öğretim ve Eğitim' alanına - 'ideolojik düzeyde' - egemen olmakla kalmıyor; aynı egemenliği, öteki 'demokratik' kitle örgütleri üzerinde de sağlıyor: evet, sendikalar da var, işçi konfederasyonları da, ama 'faaliyetleri' , odun kesicinin hınk deyicisi olmaktan öteye geçmez; ne 'etkili' dir, ne de 'geçerli' . 'Siyasi partiler' , sürüsüne berekettir, ama her biri asıl halk, yâni 'mazlumlar' ile, uzaktan yakından ilgisi ilişkisi olmayan; başka başka 'çıkar grupları' nın sözcüsüdür; liderleri ise, 'uluslararası sermaye' nin 'dayattığı' belgeler sistemi ile 'mutâbık' , bazı 'demirbaş' zevat! Bu takdirde, 'Demokrat Toplum' , havada kalmıyor mu? İşleyişi şöyledir: 'hedef' in 'saptırılması' nda, bir yandan Media'nın ağırlığı, öte yandan Eğitim ve Öğretim'in ağırlığı; önemli rol oynar; siyasi partilerin, sade suya tirit programları, işçi sendikalarının, 'hadımlaştırılması' ; öğrenci, kadın ve öteki 'sivil toplum kuruluşları' nın, 'kadın hakları' na, 'çevreseverliğe', 'cinsel devrim' e kaydırılması, bunu tamamlar; öyle ki, başlıca işlevi, toplumsal/sınıfsal diyalektiği, gündemde tutarak; toplumun, insanca ve hakça bir düzene kavuşmasını, sağlamak olan 'Solcular'; toplumun geleceğini bir yana bırakıvermiş, doğanın geleceğiyle uğraşıyor; ilki, ikincisini içermezmiş gibi! Şimdi, soru şu: ülkemizde, 'Ortanın Solu' ndan, 'Aşırı Sol' a çeşitli siyasi grup ve kuruluşların, son on yıldır; 'Nükleer Enerji'ye Hayır', 'Doğa'mızı Temiz Tutalım' dan başka, kapsamlı ve ayrıntılı, bir siyasal/sosyal 'faaliyet' programı sunabildiğine tanık oldunuz mu? Niyetlenen belki olmuştur ama, 'esamisi' okunmaz: çünkü 'Sistem' 'Media'yı, 'Eğitim'i ve 'Öğretim'i; ayrıca siyasal ve sosyal, 'sivil toplum' kuruluşlarını, öyle usturupla 'siyasal'dan 'doğasal'a kaydırmış; daha da kötüsü, 'tüketim toplumu'nun karşısında olması gereken , o 'sözde' solcu ve toplumcu aydınları, öylesine 'enayi tüketici'ye dönüştürmüştür ki, olay handiyse 'ümitsiz vak'a'dır. O kadar 'dönek', neden ve nereden 'türedi' sanıyorsunuz? 'Çoban köpekleri ve üzerindeki bitler gibi aptal...' Oysa, -bırakın solcuları,- her yurttaşın 'birinci vazifesi' ; 'demokratik' olması gereken 'Cumhuriyet' in, 'ideolojik' -ve gizlice 'totaliter' - bir 'rejime' dönüştürülmesine, karşı çıkmak değil midir? İşte burada, Nâzım' ın o unutulmaz 'Ellerinize ve Yalana Dair' başlıklı şiiri, Do majör bir konçerto gibi uğuldayarak devreye giriyor: ne yoğun, ne aydınlık, ne acı bir şiirdir; hepsi uzundur, bilmiyorsanız, mutlaka bulup okumalısınız; buraya sadece finalini aktarıyorum; bizim şimdi yazdıklarımızı, o 1949'da söylemiş. ''...insanlarım, ah benim insanlarım / antenler yalan söylüyorsa / yalan söylüyorsa rotatifler / kitaplar yalan söylüyorsa / duvarda afiş, sütunda ilân, yalan söylüyorsa / beyaz perdede yalan söylüyorsa, çıplak baldırları kızların / dua yalan söylüyorsa / ninni yalan söylüyorsa / meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa / yalan söylüyorsa, umutsuz günlerin gecelerinde, ay ışığı / ses yalan söylüyorsa / söz yalan söylüyorsa / ellerinizden başka her şey / herkes yalan söylüyorsa / elleriniz balçık gibi itaatli / elleriniz karanlık gibi kör / elleriniz çoban köpekleri ve üzerindeki bitler gibi aptal olsun / elleriniz isyan etmesin diyedir / ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız / bu ölümlü / bu yaşanası dünyada / bu bezirgân saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir...'' (Nâzım Hikmet Bütün Eserleri, Cilt 1, S.396, Narodna Prosteva Yayınevi, 1967, Sofya.) Bu devran da birgün bitecek kimsenin kuşkusu olmasın... Atatür bir aydınlanma haraketidir ve bu aydınlanma haraketi giderek hiz kazanacağından zerre kadar da şüphemiz yok... Buna tanrılaştırma deyin ne derseniz deyin ama biz buna yürekten bağlıyız ve bağlı da kalacağız. Çünkü biz bu devrime inanıyor ve bu devrimi de çok seviyoruz... Saygalarımla...
  6. Sayın bozan... Öncelikle birtakım değerleri aşağılamak, yok saymak, onu görmezlikten gelmek ve önemlisi onu aşağılamak hiçbirzaman doğru bir tavır değildir... Başından beri bakıyorum hiçbirşeyin beğenmeyen, aşağılayan ve düzeysizleştiren bir duruş sergiliyorsunuz... Biz ise Dünya ekseni üzerindeki Ülkemizin içinde bulunduğu durumun tecrübe ve koşullarını değerlendirerek ve yaşamsal değeri olan görüş ve karşı görüşlerin tamamıyle bir hizmet anlayışından kaynaklanacağını, diğer taraftan da bunları demokratik anlamda tartışmanın bu hizmete fayda sağlayacağı görüşündeyiz... Doğal olarak ta bunu ancak anlayış, sevgi ve saygı içerisinde yapabileceğimi düşlüyorum... Bu çerçeve içerisinde düşüncelerime devam etmem gerekirse sol adına şunları belirtmekte fayda görüyorum. Şöyle ki... Türkiyede biliyorsun 1938'den sonra durum değişmeye başladı. Çok-partili dizgeye (sisteme) geçilirken, Tan gazetesinin yağmalandı, Sosyal Demokrat, Türkiye Sosyalist, Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü partilerinin kapatıldı CHP'nin solunu yok edildi. Böylece 1950'de karşıdevrim rahatça serpilebilme olanağı geliştirildi / yaratıldı. demokrat ve solcular ezilmeseydi, çokpartili dizgede bile karşıdevrimin o denli ileri gidemeyeceği düşünülebilirdi. CHP'nin solda olduğunu yeniden anımsaması için Türkiye İşçi Partisi'nin kurulup 1965 seçimlerinde kendisine rakip olması gerekmiştir. Ancak o zaman İsmet İnönü ortanın solunda olduklarını söyleyebilmiştir. Son olarak... kısa belirtmekte yarar var... O süreç içerisinde karşıdevrimin yapılmakta olduğunu gözlerden kaçırmak için bunlar ikiyüzlü, yoğun bir tören içinde Atatürkçülüğü sis perdesi olarak kullanmışlardır. Atatürkçülüğün, Atatürk devriminin gerçek anlamı bugün artık anlaşıldığı için, karşıdevrimin de bilincine varılmıştır. Türkiye'nin sağlığına kavuşabilmesi için, sol bir siyaset olan Atatürkçülüğe, Kemalizme, demokratik kitle örgütlerine yeniden sarılması gerekiyor. Atatürk Devrimi'nin tanımı şudur: Felsefi bakımdan bir aydınlanma hareketidir. Zihnin ortaçağın kısıtlarından, dogmalardan kurtulması, sınırsız özgürlüğü demektir. Bir kalkınma modeli olarak Atatürkçülük bütünsel, topyekûn kalkınmayı amaçlar. Yani, kalkınma her alanda gerçekleştirilecektir. Örneğin, yalnız yol-baraj-fabrika ile yetinilmeyecek, hukuk, tiyatro, spor, kadın hakları, müzik, eğitim gibi alanlar da öncelikli olacaktır. Kİ BU SOL KAVRAMIN ÖZÜDÜR... Oysa bunun tersi olan maddi kalkınma modelinde eğitim, kültür, toplumsal yaşantı gibi konular ikinci düzleme itilir. 1950 kısmi karşıdevriminden sonra Türkiye maddi kalkınma modeline kaymış, bu yüzden ülkemiz bugün az ve kötü eğitilmiş, bilim ve kültürde geri bir ülke durumundadır ki bu da SAĞ KÜLTÜR KAVRAMININ ÖZÜDÜR. Sevgi ve saygılarımla... Ve ben hala yanıt bekliyorum Sayın bozan...
  7. Lütfen yanıt verebilirmisiniz Sayın bozan...
  8. Sayın bozan... Öncelikle birtakım değerleri aşağılamak, yok saymak, onu görmezlikten gelmek ve önemlisi onu aşağılamak hiçbirzaman doğru bir tavır değildir... Başından beri bakıyorum hiçbirşeyin beğenmeyen, aşağılayan ve düzeysizleştiren bir duruş sergiliyorsunuz... Biz ise Dünya ekseni üzerindeki Ülkemizin içinde bulunduğu durumun tecrübe ve koşullarını değerlendirerek ve yaşamsal değeri olan görüş ve karşı görüşlerin tamamıyle bir hizmet anlayışından kaynaklanacağını, diğer taraftan da bunları demokratik anlamda tartışmanın bu hizmete fayda sağlayacağı görüşündeyiz... Doğal olarak ta bunu ancak anlayış, sevgi ve saygı içerisinde yapabileceğimi düşlüyorum... Bu çerçeve içerisinde düşüncelerime devam etmem gerekirse sol adına şunları belirtmekte fayda görüyorum. Şöyle ki... Türkiyede biliyorsun 1938'den sonra durum değişmeye başladı. Çok-partili dizgeye (sisteme) geçilirken, Tan gazetesinin yağmalandı, Sosyal Demokrat, Türkiye Sosyalist, Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü partilerinin kapatıldı CHP'nin solunu yok edildi. Böylece 1950'de karşıdevrim rahatça serpilebilme olanağı geliştirildi / yaratıldı. demokrat ve solcular ezilmeseydi, çokpartili dizgede bile karşıdevrimin o denli ileri gidemeyeceği düşünülebilirdi. CHP'nin solda olduğunu yeniden anımsaması için Türkiye İşçi Partisi'nin kurulup 1965 seçimlerinde kendisine rakip olması gerekmiştir. Ancak o zaman İsmet İnönü ortanın solunda olduklarını söyleyebilmiştir. Son olarak... kısa belirtmekte yarar var... O süreç içerisinde karşıdevrimin yapılmakta olduğunu gözlerden kaçırmak için bunlar ikiyüzlü, yoğun bir tören içinde Atatürkçülüğü sis perdesi olarak kullanmışlardır. Atatürkçülüğün, Atatürk devriminin gerçek anlamı bugün artık anlaşıldığı için, karşıdevrimin de bilincine varılmıştır. Türkiye'nin sağlığına kavuşabilmesi için, sol bir siyaset olan Atatürkçülüğe, Kemalizme, demokratik kitle örgütlerine yeniden sarılması gerekiyor. Atatürk Devrimi'nin tanımı şudur: Felsefi bakımdan bir aydınlanma hareketidir. Zihnin ortaçağın kısıtlarından, dogmalardan kurtulması, sınırsız özgürlüğü demektir. Bir kalkınma modeli olarak Atatürkçülük bütünsel, topyekûn kalkınmayı amaçlar. Yani, kalkınma her alanda gerçekleştirilecektir. Örneğin, yalnız yol-baraj-fabrika ile yetinilmeyecek, hukuk, tiyatro, spor, kadın hakları, müzik, eğitim gibi alanlar da öncelikli olacaktır. Kİ BU SOL KAVRAMIN ÖZÜDÜR... Oysa bunun tersi olan maddi kalkınma modelinde eğitim, kültür, toplumsal yaşantı gibi konular ikinci düzleme itilir. 1950 kısmi karşıdevriminden sonra Türkiye maddi kalkınma modeline kaymış, bu yüzden ülkemiz bugün az ve kötü eğitilmiş, bilim ve kültürde geri bir ülke durumundadır ki bu da SAĞ KÜLTÜR KAVRAMININ ÖZÜDÜR. Sevgi ve saygılarımla...
  9. Solculuk; Onur, erdem ve yürek işidir oğlum öğle magazin düşüncenin ve ciddiyetten uzak eğlenceci komplekslerin işi değildir... Solculuğu ne kadar önemli bir değer olduğunu tarihteki yazar ve aydınlara bakarsan anlarsın... O SOLCULAR Kİ DÜNYANIN ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİRMEYE yetmiştir...
  10. Sağ iktidarların Türkiye'yi yarım yüzyıla yaklaşan bir dönemde getirmiş oldukları iflas noktası ana başlıklar şöyledir: * Türkiye borca batırıldı: Ülke iç ve dış borca batmış, parası pul olmuş, iflas etmiş durumdadır. * Tarım ve hayvancılık çökertildi: IMF reçeteleri yüzünden Türkiye besinde kendine yeten bir ülke olmaktan çıkmış, yiyecek maddelerini ithal eder duruma düşürülmüştür. * Kamu işletmeleri baltalandı: Bu işletmeler kötü yönetilmiş, borca batırılmış, sonra da eşe dosta ya da yabancılara yağmalattırılmış ya da yağmalatılmak istenmektedir. * Türkiye karanlığa sokuldu: Halkevleri, Halkodaları, Köy Enstitüleri kapatıldı, 28 Şubat 1997'ye değin sekiz yıllık eğitime direnildi, böylece ülke eğitim ve kültürde geri bıraktırıldı. Okullar niteliksizdir, öğretmenlik ikinci sınıf bir meslek durumundadır. * Gericilik kışkırtıldı: Onlardan oy almak sevdasıyla, gericilerle pazarlıklar yapılmış, devlet görevleri onlara peşkeş çekilmiş, sonunda şeriatçı bir parti iktidar bile olabilmiş, Türkiye mezhep kavgalarına ve ortaçağa sürüklenmek istenmiştir. * Gençlik sindirildi: Çağdışı disiplin uygulamaları, YÖK diktası ve polis baskılarıyla gençlik (ve bilim insanları) sindirildi, siyaset dışına ve köşe dönmeciliğe itildi. * Sağlık ihmal edildi: ''Paran yoksa tedavi olma!'' gibi bir tutum izlenmiştir. * Demokrasi kırpıldı: Sağ iktidarlar hep baskıdan, hakları kısmaktan yana olmuşlar, Türkiye, işkence, faili meçhul cinayetler, kayıplar ülkesi haline gelmiş, çalışanların hakları kısılmış ya da tanınmamıştır. * Başımıza PKK sarıldı: PKK sağ iktidarların yanlış siyasetiyle ortaya çıkmış, çıktıktan sonra da yanlış siyasalar izlenmiştir. * Dış siyaset fiyasko oldu: Washington güdümlü siyasetler yüzünden hemen bütün komşularla ilişkilerimiz kötü hale gelmiştir. * Devlet kirletildi: ''İti ite kırdırmak'' taktikleri gütmekle, rüşveti, yolsuzluğu, anayasa ihlallerini, çeteleşme ve mafyayı hoş görmekle, hatta onunla işbirliği yapılmakla, ABD ve AB emperyalizmine bağımsızlığımızdan büyük ödünler vermekle devlet kirletilmiştir. Türkiye'nin başına bu gelenler 1950'den başlayarak sağ iktidarların Atatürk Devrimi'ne karşı tezgâhladıkları kısmi 'karşıdevrim' in bir sonucudur.
  11. İzmir Gâvurluğa(!) Devam Ediyor Hâlâ Haftada bir kere yazmanın hem iyi hem de kötü yanları vardır. İyi yanı, konu seçme özgürlüğü vermesidir. Güncellik kaygısı taşımadan seçtiğiniz konuyu, tüm değerlendirmeleri dikkate alarak, derinlemesine araştırarak yazabilirsiniz. Kötü yanları vardır. Gündemi belirleyen çok konu varsa, onlara kayıtsız kalmak zordur. Şunu da yarın yazarım, diyemezsiniz, arada kalırsınız. O olaya ve insanlara karşı sorumluluğunuz sizi zorlar. Bazen öyle konular çıkar ki, görmezlikten gelemezsiniz. Diğer sorunları bir yana iter, tüm köşe yazarları o konuda yazsa bile, tekrar riskini göze alarak yazmaya girişirsiniz. *** Başbakan'ın İzmir hakkında söylediği sözler bu konulardan biriydi. Hani, ''İzmir'in üzerindeki o zaman zaman yakıştırılan bazı ifadeler vardır ya'' ... ile başlayıp... ''İnşallah bu yakıştırmaları da ilk seçimde silip atacaktır üzerinden'' ile biten sözler. Başbakan İzmir hakkındaki yakıştırmayı, nedense, söyleyememiş. Sanki ima ettiği yakıştırmayı İzmirli anlamayacakmış, sanki İzmir o sıfatından utanmalıymış gibi. Oysa İzmir o sıfatını Başbakan'ın düşündüğü anlamda algılamıyor. İzmir için ''Gâvur İzmir'' çağdaşlığın, demokratlığın, uygarlığın, devrimciliğin, hoşgörünün, insan sevgisinin bir ifadesi. Asla dinsel bir anlam içermiyor. Başbakan o sıfatın İzmir'e hakaret anlamına geldiğini düşündüğü için, sözcüsüne düzelttirmeye çalışıyor. Başbakan, ''Gâvur İzmir'' değil, ''Solun kalesi İzmir'' demek istemiş!.. ''İzmir solun kalesi'' sözü yanlış değil. İzmir çağdaşlıktan, özgürlükten ve demokrasiden yana olan sol partileri her zaman desteklemiş. Bazen de çağdaşlık ve değişim savı ile ortaya çıkan başka partilere, gerçek yüzlerini görene kadar, destek vermiş. İzmir asla değişime kapalı kalmamış. Çağdaş olduğunu sandığı eğilimlere kucak açmış, ancak kararının yanlışlığını anlayınca, yanlışta ısrar etmemiş. Hep değişimden ve daha iyiden yana tavır almış. Bugün değişimi ifade için kullanılan ''Aynı nehrin suyunda iki kez yıkanılmaz'' sözünü de, İzmirli Heraklit , İsa 'dan 550 yıl önce söylemiş. İzmir 1984 yerel seçimlerinde ANAP'a yüzde 47.9 oranında oy vermiş. 1989 yerel seçimlerinde ise sol partiler (SHP yüzde 52.4, DSP yüzde 5.6) yüzde 58 oranında oy almış, 1994 yılında solun oyları (SHP yüzde 26.6+DSP yüzde 15.0+CHP yüzde 2.5) yüzde 44.1'e düşmüş ve yüzde 27.8 ile İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı'nı DYP kazanmış. 1999 ve 2002 seçimlerinde ise İzmirliler her şeyi İzmir ve İzmirlilerle özdeşleşen Ahmet Piriştina 'yı bulmuş. Başbakan'ın İzmir hakkındaki tarihi ve sosyal gerçekleri bilmediği kabul edilebilir ama, bu siyasi verileri bilmediğinden bahsedilemez. Dolayısıyla Başbakan'ın İzmir hakkındaki ''yakıştırmalarla'' kastettiği ''solun kalesi olan İzmir'' yakıştırması olamaz. İzmir'e ''Gâvur İzmir'' yakıştırmasına ise Nâzım Hikmet'vari bir yanıt verilebilir. Ne diyordu Nâzım Hikmet , ünlü ''Vatan Haini'' şiirinde: ''Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ ........... Evet, vatan hainiyim, siz vatanseverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim Vatan çiftliklerinizse, Kasalarınız ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan ........... Ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, ............ vatan kurtulmamaksa kokmuş karanlığınızdan ben vatan hainiyim. .............. *** İzmir, ülkenin aydınlığa açılan penceresi olduğu, özgürlüklerinden ödün vermediği, farklılıklarını koruduğu, inançlara saygılı olduğu ve tüm bunları sürdürmeye inat ettiği için ''Gâvur İzmir'' ise, bırakın öyle kalsın. İzmir'e, din sömürülerinin önünde direnerek, dinsel toplum özlemlerinin engeli olarak görüldüğü için ''Gâvur İzmir'' deniyorsa, bırakın densin. Gelecek seçimlerde de ''İzmir gâvurluğa devam ediyor hâlâ'' diye haykırılsın. --------------------------------------------------------------- Zekeriya TEMİZEL / 23.12.2005 / Cumhuriyet gazetesi
  12. Sayın bozan; Sol olarak ne icraat yaptınız diye soruyorsun... Bilirsiniz ki her devrim hareketi bir karşıdevrim harekini yaratır ki bu da Atatürk ve silah arkadaşlarının emperyalizme karşı vermiş oldukları devrim başarı ile sonuçlanınca Sağ dediğimiz birtakip partiler bir takım güçler ile ülkemizi yarım asırdır ne hale getirdiğini bir bakarsak bence durum ortaya çıkar... Sağ iktidarların Türkiye'yi yarım yüzyıla yaklaşan bir dönemde getirmiş oldukları iflas noktası ana başlıklar şöyledir: * Türkiye borca batırıldı: Ülke iç ve dış borca batmış, parası pul olmuş, iflas etmiş durumdadır. * Tarım ve hayvancılık çökertildi: IMF reçeteleri yüzünden Türkiye besinde kendine yeten bir ülke olmaktan çıkmış, yiyecek maddelerini ithal eder duruma düşürülmüştür. * Kamu işletmeleri baltalandı: Bu işletmeler kötü yönetilmiş, borca batırılmış, sonra da eşe dosta ya da yabancılara yağmalattırılmış ya da yağmalatılmak istenmektedir. * Türkiye karanlığa sokuldu: Halkevleri, Halkodaları, Köy Enstitüleri kapatıldı, 28 Şubat 1997'ye değin sekiz yıllık eğitime direnildi, böylece ülke eğitim ve kültürde geri bıraktırıldı. Okullar niteliksizdir, öğretmenlik ikinci sınıf bir meslek durumundadır. * Gericilik kışkırtıldı: Onlardan oy almak sevdasıyla, gericilerle pazarlıklar yapılmış, devlet görevleri onlara peşkeş çekilmiş, sonunda şeriatçı bir parti iktidar bile olabilmiş, Türkiye mezhep kavgalarına ve ortaçağa sürüklenmek istenmiştir. * Gençlik sindirildi: Çağdışı disiplin uygulamaları, YÖK diktası ve polis baskılarıyla gençlik (ve bilim insanları) sindirildi, siyaset dışına ve köşe dönmeciliğe itildi. * Sağlık ihmal edildi: ''Paran yoksa tedavi olma!'' gibi bir tutum izlenmiştir. * Demokrasi kırpıldı: Sağ iktidarlar hep baskıdan, hakları kısmaktan yana olmuşlar, Türkiye, işkence, faili meçhul cinayetler, kayıplar ülkesi haline gelmiş, çalışanların hakları kısılmış ya da tanınmamıştır. * Başımıza PKK sarıldı: PKK sağ iktidarların yanlış siyasetiyle ortaya çıkmış, çıktıktan sonra da yanlış siyasalar izlenmiştir. * Dış siyaset fiyasko oldu: Washington güdümlü siyasetler yüzünden hemen bütün komşularla ilişkilerimiz kötü hale gelmiştir. * Devlet kirletildi: ''İti ite kırdırmak'' taktikleri gütmekle, rüşveti, yolsuzluğu, anayasa ihlallerini, çeteleşme ve mafyayı hoş görmekle, hatta onunla işbirliği yapılmakla, ABD ve AB emperyalizmine bağımsızlığımızdan büyük ödünler vermekle devlet kirletilmiştir. Türkiye'nin başına bu gelenler 1950'den başlayarak sağ iktidarların Atatürk Devrimi'ne karşı tezgâhladıkları kısmi 'karşıdevrim' in bir sonucudur. Ne yazıktır ki bu gerçekleri görmezden geldikçe ve duyarsız kaldıkça sizlerin bunları görme kabiliyetini geliştirmedikçe bu ülkeye sol duşmanı olarak kendinizi basmakalıp yetiştirip geliştirdikçe daha çoookk ülkemiz demokrasi yolunda yara alır ve ekonomik ve sosyal yapımız siz sağ iktidarlar sayesinde de bu batar gider... Kolayına gelse biz solcuları bir kaşık suda boğacaksınız değilmi ama şunu çok iyi bilin birgün ama birgün mutlaka Ülkemiz ve insanlarımız gerçekleri görecektir... Siz buna hayal deyin ama biz bu umudu içimizde yaşatmaya ve büyütmeye devam edececiz... Yıllardır bu ülkede sağ olarak yaptığınız tek şey, profesyonel yalan, uyutma, tezgah, dolandırıcılık, dalkavukluk, takiye, gericilik ve yobazlık... Buna bir gün dur denecek hiç merak etmeyin... Son olara şunu da söyleyelim, Sol bir kültür, birikim ve yaşam biçimidir, yoksa sağ olmak bu ülkede en basit olan bir olgu... Solculuk, sorumluluk ister, kararlılık ister, Mücedele ister...
  13. Belkide sorunuzun cevabı bu hikayede gizli ne dersiniz... Süleyman Genç o dönemde CHP Gençlik kolları Genel Başakanı...Bir rapor hazırlıyor Petrolün ve yeraltı kaynaklarımızın Millileştirilmesi için ve Götürüyor İsmet İnönü'ye suyor,İsmet Paşa rapora şöyle bir bakıyor ,a be deli çocuk otur sana bir şey anlatayım diyor. Birgün Bakanlar kurulunda Çok önemli ve gizli bir konuyu görüştük, toplantı bittikten sonra odama geçer geçmez Bir telefon geldi, telefonda Amerikan Büyük elçisi vardı. konu da bizim az evvel çok gizli olarak görüştüğümüz konu... A be deli çocuk biz bunca yıldır BAKANLAR KURULUNU MİLLİLEŞTİREMEDİK SEN HANGİ MİLLİLEŞTİRMEDEN BAHSEDİYORSUN. Evet Bu yaşanmış bir hikaye... Koskoca İsmet Paşa Bakanlar Kurulunu millileştirememiş Biz nasıl Milletvekillerini millileştirelim???? Bilmem bu hikaye Ülkemizin siyasal yapısının ne zaman bozulmaya başladığını ve ne düşündüğümü anlatabilmeye yetermi???
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.