Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

OBJEKTİVİST

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

OBJEKTİVİST tarafından postalanan herşey

  1. Katılıyorum sevgili antitez... Ve tamamıyle haklısınız...
  2. EmiLY_pandora'ya Katılmamak mümkün değil... Yazı paylaşımın için Teşekkürler SeDatsan...
  3. -http://www.yurtsevercephe.org- Günlük/ 15 Şubat 2006 Çarşamba ÖĞRETMENLER VELİLERLE BİRLİKTE ÇOCUKLARIMIZA SAHİP ÇIKIYOR İlköğretim okullarında geçen dönemde uygulamaya sokulan yeni müfredat Ankara'da bir veli tarafından dava edildi. Yurtsever Cephe'ye bağlı Ankara Öğretmen İnisiyatifi ile Ankara Liseliler İnisiyatifi bu davayı desteklemek için Danıştay'ın önünde basın açıklaması yaptılar. Yeni müfredat, çeşitli merkezlerde bir yıl süren bir pilot uygulama sonrasında, geçtiğimiz eğitim-öğretim döneminde yürürlüğe girmişti. Pilot uygulamasının başarı sonuçları açıklanmadan alelacele yürürlüğe sokulan yeni müfredat geniş bir öğretmen kesiminin kafasını karıştırmış durumda. Hükümet, eski müfredatın yarattığı sorunlardan yararlanarak, hiçbir bilimselliği olmayan bir sistemi yenilik olarak uygulamaya sokmuş oldu. Yeni müfredat eğitim ile yaşam arasındaki bağı güçlendirme iddiasında. Ancak bu bağın küçük bir sorunu var! AKP hükümeti, ABD'den ithal ettiği bu müfredatla, piyasanın ve "iş dünyası"nın yaşamın biricik gerçeği olduğunu ileri sürüyor. Böylece henüz okula yeni gitmeye başlayan çocuklarımız tıpkı başbakan gibi her şeyin alınıp satılabileceğini düşünen ve bunun dışında bir faaliyet hayal edemeyen insanlar olarak yetişecekler. Müfredatın bütününe yedirilmiş piyasa kavramları, onun toplumun geniş kesimleri için değil, sermayenin ihtiyaçları için hazırlandığını gösteriyor. Öğretmenlerin bu müfredatı uygulamak zorunda bırakılması topluma ve ülkemize karşı işlenen bir suçtur. Bu müfredatı uygulayarak öğretmen kalmak olanaksızdır. Müfredat öğrenciye bilimsel şüpheciliği aşılamak yerine, onun her şeyden kuşku duymasına ve bilimsel bilgiye inancını yitirmesine yol açmaktadır. Bunun sonucunda hurafelere inanan, mistik ve gerçeklerden uzaklaşmış kuşaklar yetişecektir. Yeni nesilleri insanlığın bugüne kadar biriktirdiği bilimsel bilgiden uzaklaştırmak onların aklını karanlığa teslim etmektir. En büyük görevleri yeni nesilleri bilimle aydınlatmak olan öğretmenlerin bu müfredatı uygulamak zorunda bırakılması yobazlıktır, gericiliktir. Bu müfredat milyonlarca emekçi çocuğuna okulu bir lüks haline getirdiği için de uygulanmamalıdır. Çünkü bu müfredatın gerektirdiği okullar birer eğitim kurumu olarak değil birer şirket olarak yapılanmak durumundadır. Eğitimin bütün maliyetini öğrenci ve velinin sırtına yıkan, öğretmeni tahsildarlığa zorlayan bu model ve bu modeli gerektiren yeni müfredat çöpe atılmalıdır. Öğretmen, tahsildar olmayı açıkça reddetmeli ve bu müfredatı uygulamamalıdır. Veli ise "eğitim bir haktır" demeli ve eğitim için cüzdanına el uzatanlardan ve bu müfredatı uygulamaya sokanlardan hesap sormalıdır. .
  4. Ne demek istediğinizi gerçekten anlayamıyorum sayın ahrar... Örneğin yukarıda benim düşüncelerime istinaden "evet bakInIz isterseniz söyle yapalIm "iKRA" ancak ilk önce kendi yazdIklarInIzI sonrada alemi ELBAKi HÜVEL BAKi =BAKi OLAN ANCAK ALLAH 'TIR VESSELAM "iKRA" demişsiniz. Evet belirttiğiniz gibi baki olan ancak Allah'tır tamam ama Bugün Hz. Muhammet (S.A. V) yaşasaydı acaba kılık, kıyafeti, Dünyaya bakışı, Kültürel bakışı, Felsefi yapısı, şavaşlar hakkında düşünceleri (cihat) ve Dini yapılanmadaki rölü ne olurdu sizce... İnsan günümüzde gayet tabii olarak şunları dinen, aklen, mantiken ve ilmen düşünmesi normal değilmi sizce? Tekrarlıyorum; Evet şerihat'tan korkuyorum çünkü öyle bir sistemde ve düzende yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim. Ben şu hanki dini inancımı yaşamaktan mutluluk duyuyorum. Oysa gerici ve yobazların hedeflediği dini yaşam biçiminde insanları sevgi ile kucaklayan, temelinde rahman va rahim olan Allah'ın adı ile başlayan kur'anı öyle bir hale getirdi ki onu sevmek yerine korkutarak bağlı kalmayı hedef seçtiler ve sonuçta savaşları ve öldürmeleri Allah adına yapar oldular, Öfke, tepki ve şiddetten başka bir algılamaları ve çözümleri hiç yok gib, Yaşam biçimi olan bir dini herkezin kendi inancına göre yaşamasın yerine Allahın tek tip insan emri şekline getirildi. Bugün hiçbir yaratıcı güç örneğin hiristiyan haleminde de, müslüman halemindede yaptıkları her türlü sömürü, savaş, talan ve din adına insan öldürmeyi tasvip etmez… Sevgi ve saygılarımla... . Başı açık gazeteciye saldırı kınandı Konya'da düzenlenen ’Resul’e Sadakat’ yürüyüşü sırasında, gazeteci Aliye Çetinkaya'nın başı açık olduğu gerekçesiyle taşlı saldırıya uğraması AMARGİ Kadın Dayanışma Kooperatifi'nce kınandı. Konya’da gerçekleştirilen mitingde aynı zamanda bir kadın muhabire yönelik bir saldırı yaşandı. Konya’da Halk Eğitim, Dayanışma ve Araştırma Derneği (Heda-Der) tarafından düzenlenen ’Resul’e Sadakat’ yürüyüşü sırasında, Aliye Çetinkaya, başı açık olduğu gerekçesiyle ’tahrik edici’ bulunup taşlı saldırıya uğradı. Basına yansıyan habere göre, yürüyüşteki bir grup, muhabire sataşıyor, muhabirin kendilerini tahrik ettiğini savunarak otobüsten inmesini istiyor. Aynı zamanda, Kuran okunurken, başı açık olduğu için ve ayaklarını sarkıtarak oturan basın görevlisinin bu hali karşısında, ‘*****’, ‘kafir’ olarak nitelendiriliyor. Bunlar, Sabah Gazetesi muhabiri Aliye Çetinkaya’nın saldırıya uğramasına yetiyor. Biz, Amargi olarak birçok yönden özgürlükleri sınırlayan bu saldırıyı kınıyoruz. Saldırı, bir kadın muhabirine yapılmıştır. Biz kadınlar, hangi mesleğe yönelirsek yönelelim, erkek meslektaşlarımızdan birkaç adım geride başlıyoruz. Zira içinde yaşadığımız toplum, kadına yönelik hangi tür önyargıları ve sınırlamaları taşıyorsa, bizim meslekteki kaderimiz de bu sınırlamalardan ve önyargılardan payını alıyor. Aliye Çetinkaya’nın bu güruhu ‘tahrik’ ettiği iddiası, biz kadınların günlük hayatta en sık karşılaştıkları bir baskı türüdür. Erkek bakış açısına göre şekillenen toplum, kendi zayıflığının ve çirkinliklerinin faturasını, kadını böyle baskı altına almaya çalışarak çıkartıyor. Konya’daki bu olayda da, peygamberine sahip çıkmak için bir araya gelen grup, asıl davalarını bırakıp, bir kadının nasıl giyindiğiyle ve nasıl oturduğuyla ilgileniyorlar. Üstelik sadece ilgilenmekle kalmıyorlar, Aliye Çetinkaya’nın duruşunun ‘tahrik edici’ olduğunu iddia ediyorlar. Yani aslında dini değerleri için bir araya gelen grup, bir an içinde tahrik olabiliyor. Dolayısıyla Aliye Çetinkaya, bir kadın olarak, giyiminden ötürü şiddete uğrayan hemcinslerimizle aynı akıbete uğruyor. Saldırı, aynı zamanda basın özgürlüğüne yönelik olduğu gibi farklılıklara tahammülsüzlüğün de göstergesidir. Konya’da düzenlenen mitingin, dini ve vicdani değerlerine sahip çıkmak amacıyla düzenlendiği söyleniyor. Ancak böyle bir mitingi, farklı inançtan, farklı mezhepten bireyler izlemeye gelebilirlerdi. Zira, bu ülkede onlarca farklı inanış ve mezhep bulunmaktadır. Ve her bir inanış birbirinin inanışlarına ve biçimlerine saygı göstermek zorundadır. Bu, birlikte yaşamanın olmazsa olmaz bir kuralıdır. Ancak ne yazık ki, Türkiye farklılıklara tahammülsüzlüğün ülkesidir. Bu son örnek de, bunun en açık göstergesidir. Dolayısıyla biz Amargi olarak, bu saldırıyı kınıyoruz. Biz kadınlar erkeklik kültürünün kendini zayıf ve güvensiz hissettiği noktada böyle saldırganlaşan yönlerini iyi biliyoruz. Ve bu saldırının da bunun bir parçası olduğunu söylüyoruz. Özellikle saldırıya uğrayan Sabah Gazetesi muhabiri Aliye Çetinkaya ile dayanışarak, yanında olacağımızı belirtiyoruz. AMARGİ KADIN DAYANIŞMA KOOPERATİFİ .
  5. esselam aleykum "serahat"dediginiz sakIn seriat olmasIn peki nedir seriat ??neden korkuyorsunuz??ALLAH'In emirlerine kanunlarIna dine kars1 bu elestirel yaklasImInIzIn sebebini sora bilirmitim yok bidad-lara kars1 iseniz bizde kars1y1z yok direk dine kars1 iseniz bunu aç1kca söyleyin bu mertlik olur !!!!!! "iKRA" Sayın İKRA... Evet şerihat'tan korkuyorum çünkü öyle bir sistemde ve düzende yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim. Ben şu hanki dini inancımı yaşamaktan mutluluk duyuyorum. Oysa gerici ve yobazların hedeflediği dini yaşam biçiminde insanları sevgi ile kucaklayan, temelinde rahman va rahim olan Allah'ın adı ile başlayan kur'anı öyle bir hale getirdi ki onu sevmek yerine korkutarak bağlı kalmayı hedef seçtiler ve sonuçta savaşları ve öldürmeleri Allah adına yapar oldular, Öfke, tepki ve şiddetten başka bir algılamaları ve çözümleri hiç yok gib, Yaşam biçimi olan bir dini herkezin kendi inancına göre yaşamasın yerine Allahın emri şekline getirildi. Bugün hiçbir yaratıcı güç bugün hiristiyan haleminde de, müslüman halemindede yaptıkları her türlü sömürü, savaş, talan ve din adına insan öldürmeyi tasvip etmez… Bu nedenle bir e-mail olarak gelen bir yazıda bir ülkede şerihatın nasıl geliştiğine bir bakalım ve sonuçlarını çok çarpıcı bir biçimde görelim. Islam şeriatı ile yönetilen ülkelerde, adım adım insanların özgürlüklerinin elinden alınmasını anlatan bir yazı 1) Önce küçücük bireysel özgürlüklerimizi ayaklar altına aldılar. Günlük yasantimizda ayirtina bile aramadigimiz o kücücük özgürlüklerimizi cignediler. "Mümin kadını başını örter" dediler, "birer eşarp örteriz" diye düşündü pek çok kisi. Ne çıkardı bundan? Eğreti birer eşarp örtüveriyorlardı sokağa çıkarken. 2) Üç - bes gün, belki birkaç hafta böyle geçti. Alışmıştı pek çok kişi. Ancak, unuttuklari bir nokta vardı, vidayi yavaş yavaş, diş diş sıkarlar, çekiçle çakmazlar! Birkac molla fetva verdi bir gün, "kısa kollu giysiler mümin kadınlar için uygun değildir!" dileyen uydu, dilemeyen kısa kollu giysilerini yine giymeyi sürdürdü.... Ancak, sadece birkac gün. 3) Sokaklarda yüzlerine, kollarına kezzap atılınca, yüzlerini tükürülüp saçlarından yerlerde sürüklenince, onlar da fetvaya uymak zorunda kaldilar. 4) Gün geldi, giysilerinin üzerine bir de manto giymekle yükümlü kılındı. 9 yaşını geçmis erişkin (!) tüm kadınlar (!) yine de bir seçenek daha tanınmıştı onlara: kara çarşaf..... Doğaldır ki artık başörtüleri eğreti takılamazdı. Saçının bir tek teli bile görünmemeliydi. Hem, daha gecenlerde İran Radyo-TV Kurumu Baskani Ghodbzadeh (Kurtbzade) dememis miydi "kadınların saçlarındaki ışıltı, insanda sehevi duygular uyandirir" diye. 5) Bundan böyle dogum günü partilerinde, dügünlerde kadın - erkek bir arada eglenmek haram, böyle fesat yuvası haline gelen evleri basmak, caizdi. Ruhani lider de buna uygun olarak "aglayiniz, aglayiniz ki günahlarınızdan arınasınız. Ağlamak imaninizi tazeler" demisti bir gün. (Bir an Fethullah Hoca efendinin (!) ayni tümceyi kullandigini animsadim da .....). 6) Özgürlükleri küçücüktü, minicikti, güçsüz ve çelimsizdi. Bir gün avuçlarının içinden kayıp yitince ayırtına varıyorlardı değerinin. 7) Hıncahınc dolu bir stadyumda kaybolan minik cocuklar gibi ayaklar altinda eziliyor, yobazligin pencelerinde can veriyordu. 8) Tek tek, sessizce yok edildiler. Sabah işyerine gidip, bir daha evlerine dönemediler. 9) Vedalaşma şanslari bile olmamıştı sevdikleriyle, kardeşleri, anası, babası, ya da eşiyle. Yarının koynundan koparıldı yine pek çoğu, bir gece vakti. Onlar bir daha asla evlerini göremediler. 10) Yüzler, binler, onbinler bir sabah ezanında kursuna dizildiler. Evin zindanlarindan çıkan kamyonların kasalarına üst-üste yığıldılar. En altta kalın süngerler döşeliydi, kanlar yollara sızmasın, yolları kirletmesin diye. Hepsi birbirinin sevgilisiydiler, kimi ana-babasinin, kimi yavrusunun, kimi yavuklusunun..... 11) Bir sabah "Lanetabad"a sessizce gömüldüler. "İktidara kanlı mı girecegiz, yoksa kansız mi?...." diyenler bunları çok iyi bilirler, hesapları bunun üzerinedir. 12) Bağımsızlık-özgürlük söylemleri ile yürüdüler, demokrasi istiyoruz diyerek geldiler. 13) Sol’ dan bu söylemlerle geniş bir destek aldılar. Ancak, Şah devrilince önce demokrasinin üzerine yürüdüler. 14) Daha yeni yeni filizlenen demokrasi çiçeğini eze eze, yok ettiler. 15) Öyle ya demokrasiye iktidara gelinceye kadar gereksinmeleri vardi. İktidara gelince demokrasi ayak bağı olacaktı. 16) Düne kadar, yanlışlıkla ayaklarına bassanız, demakrasi diye feryat eden mollalar, iktidara gelince demokrasinin ne kadar gereksiz oldugunu, din devletinde yeri olmadığını şıp diye kavradılar. 17) "Düşünce ayrılığı olamaz, biz hepimiz hizbullah (Allahın partisi) üyesiyiz" diyerek konuyu netlestirdiler. Sanki ana babasına sırtını dönen bir arsız evlat gibi, bir kaşık suda degil, demokrasiyi kan gözyaslarinda bogdular. 18) Bitmedi, bir gün geldi rejim aleyhinde konutan kitilerin ihbar edilmesi istendi Radyo-TV'lerden. Sizlerin de henüz belleklerinde olan "sayin muhbir vatandaslar" türü bildirilerle. 19) Baktılar yine de bitiremiyorlar, özgürlük isteyen sesleri çabucak boğamıyorlar, bir fetva patladi kulaklarda. Atom bombasi gibi bir yikici gücle.....: "Küfr içinde olanın katli -kaçarken, sırtı dönükte olsa, yaralı, hasta döşeğinde de olsa, hatta aman bile dilese- vaciptir." 20) Kisisel anlasmazlik sonucu bir arkadasini bicaklayarak öldüren o igrenc yaratigin savunmasina tanik oldum "rehberimize, ruhullaha küfedince dayanamadim, beni tahrik etti." 21) Sonuç: bir madalya takmadiklari kaldi o igrenc yaratiga (Sivas'ta yakilan canlarimizi ve sonrasi gelisen olaylari animsadiginizdan eminim). 22) Öyle ya öldürülen zaten rejim taraftarı değildi, oysa öldüren devrim muhafızıydı. Tanrının temsilcisine küfreden, tanrıya küfretmiş olmaz mı? Buyurun size bir tahrik nedeni. Emin olun ne bu anlattığım olay ilkti, ne de Sivas son olacak. Yobazlar her zaman bir tahrik nedeni bulacaklar. --- Tahran'da yeni açılan Kayali Park (Park-e Sengi), dogal yapisi ve güzel bitki dokusu nedeniyle son derece ilgi duydugum bir parktır. Parkın en sevdigim köşesi ise büyük bir blok taş'tan dudak şekli verilerek oyulmuş çeşmenin yakınındaki banktı. 79 Subatinda İran'da gerçekleşen ve adına "islami devrim" denen o felakete dogru hızla sürüklenen 2500 yıllık bir uygarlığın çöküşüne tanık olmak, bir ulusun daha yeni yeni filizlenen özgürlük umudunun ve onurunun ayaklar altına alınması, son derece acı bir deneyimler dizisini yasatmistir bana. O sürecte, bir daha Kayalı Park'a gitme şansım olmadı. Ancak sonradan duydugum kadarı ile, "böyle sanatın içine tüküreyim" kafasında olanlar o güzelim dudak şekilli çeşmenin suyunu kesmekle kalmayıp, genel ahlaka uygun olmadığı icin, bir gün ortadan kaldırıvermişler. Siz o dudaklarda susuzlugunuzu gideremediniz. Peki, şöyle gönlünüzce istediginiz müzigi, istediginiz yerde ve zamanda dinleme hakkından yoksun kaldınız mı? Ya, eşinizle (sevgilinizle, flörtünüzle demiyorum) elele sonbaharda bir orman yolunda yürümenize kimse engel oldu mu? Güzelim yaz aylarının sıcağında denize mayo ile girdiginiz icin tekme - tokat bir araca bindirilip, günlerce hakarete uğrayacağınız gözalti hücresine atıldınız mı? Kısa pantolonunuzla evinizin bahçesindeki çimleri biçerken, kendilerini sizin namus bekçiniz olarak görenlerin saldırgan söz ve davranışlarına hedef oldunuz mu? Kırk yılın başı canınız çektiğinde içeceğiniz bir yudum biradan yoksun kaldığınız icin, evde bira yapmasını, votka damıtmasını öğrenmek zorunda kaldınız mı? Evinizde ara sira oynadiginiz tavlanizi sömineye atip, müzik kasetlerinizi tavan döşemelerini söküp gizlediniz mi? Peki ya bir gün açıik renk takım giysilerinizi giymenin, kravat takmanin yasak olabilecegini, kravatınızdan tutulup yerlerde sürükleneceginizi, düşünüzde görseniz inanır mısınız? Ya da, kısa kollu gömlek ile (bayanlardan söz etmiyorum) dolaştığınız için, güvenlik güclerince gözaltina alınacağınız aklınıza gelir miydi? Ya siz bayanlar, yazın gölgede 40 - 45 derece sıcaklıkların olağan olduğu bir kentte dışarı gezmeye, alışverişe çıkarken kalın çorap, ayak bileklerine kadar uzun bir manto, saçınızın bir tek teli bir görünmeyecek şekilde başörtüsü takmak zorunda kalabileceginiz, hic aklınıza geldi mi? Peki, ya miras hukukunda payınızın oğlan kardeşinizin payının yarısı kadar olabilecegi? Eşinizin cok eşlilik hakkını kullanmayı aklından geçirebileceği? Tabii, bu sizi o kadar korkutmasin. İkinci ya da ücüncü kadını kendisine hak gören eşiniz, yine de sizin "rızanızı" yani olurunuzu alma zorunda. Yalnız unutulmaması gereken bir küçük nokta var. Eger rıza göstermezseniz, evinizin reisi ailenizin karar vermede en yetkilisidir ve siz kocanızın sözüne (kararina) karşı gelirseniz, sizin olurunuzu isteyen etiniz, sizi yatakta yalnız bırakmaktan dövmeye, belki de boşanmaya kadar uzanabilecek bir dizi yaptırım ile düşüncelerinizin değişmesine neden olabilir. İşte, Türkiye'de de bazılarının istediği "İslamiyete dayalı düzen" eşittir "Şeriat"tan küçük bir kesit okudunuz... Son olarak şunları söyleyebilirim. Ben hiçbir dine karşı değilim ve bütün inançlara saygı duyarım... Bu forumda sadece ve sadece halkın dini duygularını sömürerek onları oy aracı olarak görenlere, dini bir holdink şikreti gibi yönetenlere, tin tacirlerine, din kisvesi altında savaş, sömürü, talan ve vahşete, dini kendi çıkarı için kullananlara, dini imanı para olanlara, bir ülkeyi değiştirip yukarıda bahsedilen karanlıklar içinde sürüklenecek bir ülke ve yaşanamaz baskı ve tutumlar içinde yüzen bir toplum haline getirmeye çalışanlara şiddetle karşıyım.... Bu dünyada butun dileğin ve çaban, sevginin, saygının, emeğin, bilimin, ahlakın, demokrasinin ve insana yakışır ve insan gibi bir uygarlığın gelişmesidir.... Sonuçta herkesin inancı kendine ve herkesin mutlaka bir tanrısı var buna ne sen klavuz olursun, ne de vesile olursun... Her dinin kendine göre güzel, akılcı, mantıklı ve anlamlı tarafları var ve hiçbir din bakıldığında namussuzluğu, adaletsizliği, ahlaksızlığı, kul hakkını, kavgayı, vahşeti, öldürmeyi, sömürmeyi vadetmemiştir. Bırakın insanlar kendi dinlerini çağdaş, modern ve akılcı bir şekilde yaşasın. 1400'lü yılların yaşamanı günümüze uyarlamak ve uyarlamak istemek ise aymazlıktan başka birşey olamaz.... Lütfen artık bunu görün Sevgi ve saygılarımla... ..
  6. Hafta sonu yaşanan 4 olay Türkiye'nin nasıl kuşatma altına alındığını ortaya koydu Ülkemiz Şerihat tehlikesi altında... ___ Konya'da başı açık kadın gazeteci taşlanırken, İstanbul'daki bir futbol maçında tribünlerden tekbir sesleri yükseldi. Başbakan Erdoğan, Kahramanmaraş'ta ''harem selamlık'' düzende oturan gruba seslendi. Yine Başbakan'ın bulunduğu bir ortamda, Kahramanmaraş'ın kurtuluşu temsili olarak ''kara çarşaflı'' kadınlarla canlandırıldı. Hafta sonu yaşanan 4 olay, yükselen şeriat tehlikesini de gözler önüne serdi. Konya'da başı açık kadın gazeteci taşlanırken, İstanbul'daki bir futbol maçında tribünlerden tekbir sesleri yükseldi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan , Kahramanmaraş'ta ''haremlik- selamlık'' düzende oturan gruba seslendi. Yine Başbakan'ın bulunduğu bir ortamda, Kahramanmaraş'ın kurtuluşu temsili olarak ''kara çarşaflı'' kadınlarla canlandırıldı. Konya, Mersin, Kahramanmaraş ve İstanbul'da yaşanan olaylar şöyleydi: Kadın gazeteciye taş:: Cumartesi günü, Konya Halk Eğitim ve Araştırma Derneği'nin ''Resul'e Sadakat Yürüyüşü'' sırasında başı açık ve kot pantolon giyen kadın gazeteci Aliye Çetinkaya taşlandı. Çetinkaya arkadaşlarının yardımıyla kalabalığın arasından uzaklaştırılabildi. Yaşananlar şeriatla yönetilen ülkelerdeki ''recm'' görüntülerini anımsattı. Olay şöyle gelişti. Yürüyüşü takip eden Sabah Gazetesi Muhabiri Aliye Çetinkaya’ya bir grup sataştı. Grup, Çetinkaya’nın başı açık olduğu için topluluğu tahrik ettiğini savunarak otobüsten inmesini istedi. Bu sırada bir görevli mikrofondan kuran okumaya başladı. Yaklaşık 30 kişilik grup, otobüsün kenarından ayaklarını sarkıtarak oturan ve not tutmaya çalışan Çetinkaya’ya Kuran-ı Kerim okunurken ’Başı açık ve uygunsuz oturduğu’ gerekçesiyle ’*****’, ’in aşağıya’, ’kafir’ diye bağırdı. Daha sonra ayakkabı ve taş fırlatıldı. Omzuna ve başına taş ve ayakkabı isabet eden Çetinkaya, erkek meslektaşları tarafından çekilerek kurtarıldı. Sakallı, takkeli grup bağırarak otobüse ulaşmak ve muhabire saldırmak istedi. Öfkeli grubu, yürüyüşü düzenleyen dernek görevlileri ve polis güçlükle durdurdu. Harem-selamlık yemek: Yine aynı gün AKP Mersin Merkez İlçe İkinci Olağan Kongresi'ne katılan Başbakan, Danıştay'ın türban kararını ''kınadı.'' Erdoğan, ilahiyat fakültesi mezunlarının ''mağduriyetinden'' söz ederken salonda bir yurttaş ''Allahu ekber'' diye bağırdı. Aynı günün akşamı, AKP Kahramanmaraş örgütünün ''Kahramanmaraş Kurtuluş Yemeğinde'' kadınlar, erkeklerden ayrı oturdu. ''Harem-selamlık'' oturma düzenini gören ancak hiçbir müdahalede bulunmayan Erdoğan, amaçlarının, ''Cumhuriyeti muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmak'' olduğunu savundu. Peçeli tiyatro: Pazar günü Kahramanmaraş'ın düşman işgalinden kurtuluş yıldönümü nedeniyle kentin Trabzon Caddesi'nde tören düzenlendi. Başbakan Erdoğan'ın da katıldığı törende, temsili canlandırma yapıldı. Temsilde, Fransız askerleri ile Sütçü İmam ve iki kara peçeli kadın rolündeki oyuncular rol aldı. Temsilde, bir Fransız askeri kara peçeli kadının yüzündeki örtüyü eliyle açtı. Başbakan Erdoğan, törende yaptığı konuşmada, ''Maraş'ın kahramanları, Türk Milleti'nin mukaddes saydığı değerlere el sürüldüğünde önünde hiçbir engel tanımayacağını gözler önüne sermiştir'' dedi. Tekbirli tezahürat: Konya ve Kahramanmaraş'taki olayların bir benzeri de İstanbul Ali Sami Yen Stadı'nda yaşandı. Galatasaray-Gaziantepspor maçına gelen bir grup taraftar, maçın başlamasıyla birlikte ''Canlar sana feda olsun Hz. Muhammed'' yazılı pankart açtı. Maç içerisinde karikatür protestosu tekbir sesleriyle sürdü. Taraftarlar arasında bölünmeler başladı. Seyircinin büyük bir bölümü protestoları yapan grubu tezahüratlarla önlemeye çalıştı. Tum bu olaylar karşısında özellikle kadının taşlanması konusunda şunları söyleyebilirim; Cumhuriyet rejimi içinde ''Kadınlar için, karanlıklarla dolu günleri özleyen zihniyetin durmadan saldırı içinde olduğu ortadadır'' Kadınları toplumsal hayatın gerisine iten, mesleklerini elinden alarak ekonomik bağımsızlığını yok eden, giderek kadını birey olmaktan çıkarmayı hedefleyenlerin yönettiği Türkiye'de şaşırılmaması gereken bir olay. Ama, bu hükümetin zihniyetinin bu derece açık hale gelen toplumsal uygulamaları bizler 82 yıl önce kendisine verilen hakları sonuna kadar savunmayı ilke edinen çağdaş Türk kadınını yıldırmayacaktır. Bu saldırıların ve bu saldırıları gerçekleşitiren ortaçağ zihniyetinin sonuna kadar karşısında olacağız ve biz onları çağdaş Türk kadınının vicdanında yargılıyoruz.'' .
  7. . Sömürgen ve Kemirgen Zenginliklerimiz (DİN İSTİRMARCILARI ve NAYLON SOL...) ''İstismarcı'' sözcüğü siyasi edebiyatımızda uzun yıllardan beri boy gösteriyor. ''Din istismarcısı'' en yaygın ve yerleşik olanıdır. İşin içine Allah sokulduğu için, bu önem kendiliğinden ortaya çıkıverir. -___ Din sömürücüleri, kendi işlerini Tanrı adına yürüten sahtekârlardır. ''Tanrı en büyüktür'' diyerek kendilerini büyük ve güçlü göstermeye çalışan çıkarcılardır bunlar. Kendileri ''en büyük olan Tanrının temsilcileri'' olduğuna göre halkın egemenliği ve büyüklüğü diye bir şey de söz konusu olamaz tabii. Din sömürücülüğü yaparak halkın oyları ile iktidara gelenler için artık, halkın çıkarları ve egemenliği kaygısı kalmaz. Halkın üçte ikisi istemese bile Bush ; ''Tanrı istediği için Irak'ı işgal ettik'' şeklinde açıklama yapar. Halkın istememesi değil, ''Tanrı'nın istemesi'' önemlidir. İşin ilginç yanı, Tanrı adına konuşanın Bush olmasıdır. Bu açıkça, ''Bushça bir yaklaşımdır''. Bizdeki İslamcı siyasiler sadece liberal ve açık saçık ekonomiyi değil, Bush'un ''Tanrısal yaklaşımını da'' taklit etmeye çalışıyorlar. Bizimkilerin yabancı ülke işgali olmadığına göre sadece ''dahili işgallerde'' Allah'a sığınıyorlar. Ulusal kimlik tartışıldığı zaman ''İslamcı kimliğin esas birleştirici ve bütünleştirici kimlik olduğunu'' ; diğer unsurların hepsinin, ''alt kimlikler'' biçiminde düşünülmesi gerektiğini söyleyiveriyorlar. Bush'un yaptığı gibi, İslamcılar da işi Allah'a sığınmakla halletmeye çalışıyorlar. İslamın düzeni esastır ve yeterlidir; iktisadi ve sosyal ilişkiler bu düzene göre ayarlanmalı; ''en liberal ve en dini kurallar hep birlikte yürümeli'' diyorlar. Ancak, sadece din sömürücüleri yok tabii... -___ Atatürk sömürücüleri bile var; 12 Eylül'de Amerika'nın organizasyonları sonucu gelenler, ''En Atatürkçü biziz'' demediler mi? Sonra Avrupa'dan ve ABD'nin ''sivil sermaye kurumlarından'' bol bol yardım alan ''sivil toplum örgütlerimizin'' birçoğu, en Atatürkçü geçinen kurumlar değiller mi? -___ Bir de ''sol sömürücüleri'' var. var. IMF ile birlikte iş tutandan AB'nin eteğinin altına saklanıp Türkiye'yi sömürgeleştirmekte olanlara kadar, ''Ben solcuyum'' diyenler ortalıkta. Bunlar da Türkiye'de solu sömürenlerdir. Gerçek sol mu, naylon sol mu? Sol olmak için kafalarını kaldırıp Venezüella'ya, Arjantin'e, Bolivya'ya, Şili'ye baksınlar ve utansınlar. Hem IMF'nin, AB'nin, ABD'nin kucağına oturacaksınız, hem de utanmadan, ''Ben solum'' diyeceksiniz. Bunlar ''sömürücü ve sömürgeci sol'' olarak sol edebiyatına dahil olan ''Türkiyeli solculardır'' !.. Demokrasi sömürücülerini de unutmayalım: Demokrasi adına ''İslami düzeni yerleştirmek isteyenler mi''? Demokrasi getiriyoruz diye, ''Irak'ı işgal edip yüzbinlerce masum sivilin üzerine 400 bin ton bombayı yağdıranlar'' ve Batı tekellerine Türkiye'yi işgal ettirenler mi? Gümrükleri ve dış ticareti vermek yetmez, para işlerimizi de AB'ye devredelim diyen su katılmamış sömürücü ve sömürgeci demokratlara ne demeli? -___ Uygarlık sömürücüleri ise en tehlikeli olanlardır. Suratlarına uygarlık maskesini geçirip şöyle derler: Uygarlık adına, Batı ne derse yapmalıyız; Batı o kadar iyidir ki onların istavrozlarını bile öpüp başımıza koymalıyız; ''Uygarlık adına diyalog'' deyip papazlarıyla göbek atmalıyız... Tövbe tövbe... Bunlar dinler arası diyalog ile uygarlıklar arası diyoloğu özellikle birbirine karıştırıp kimin altta kimin üstte kaldığını düpedüz karambole getirenlerdir. -___ Ama bir de laiklik sömürücüleri vardır ki demeyin gitsin... Laiklik derler de başka bir laf etmezler. Türbana karşı çıkarken gümrük birliğine hiç söz etmezler. Laik düşünceyi savunurken çokuluslu şirketlerin ve emperyalizmin işgalini hiç mi hiç görmezler. Onlar için emperyalizmin işgali de, örtülü faşizm de önemli değildir; varsa yoksa ''laiklik'' derler. Ama ''laikliğin, diğerleri gerçekleşmeden yürümeyeceğini'' görmemezlikten gelirler. 12 Eylülcüler de, biz Atatürkçü ve laikiz diye gelmediler mi? Gardrop Atatürkçüleri ile sahte laikler ve naylon solcular arasında ilginç paralellikler de bulmak mümkündür. ''Marka'' diye sattıkları şeylerin hepsi sahtedir. Bunlar sömürgenler ve kemirgenler sınıfına girerler. Şöyle bir etrafınıza bakın, televizyon erkanlarına, gazetelere göz gezdirin, bu zararlıların çok yakınınızda olduğunu hemen anlarsınız... ... ____________________________________________________ 13.02.2006 / EROL MANİSALI
  8. Öncelikle (http://www.yurtsevercephe.org) sitesini bizlere tanıştırma fırsatı yaratan sevgili Ulyanov'a teşekkür etmek isterim.. Diğer taraftan sevgili zeynoo arkadaşımızın düşüncelerine katılmamak mümkün değil kendisine buradan sevgi ve saygalarımı iletiyorum... Yurtsever cephe'den bir günlük te benden.. Yurtseverlik sorumluluktur! Ülkemizi yağmacılardan temizlemekle mükellefiz! "BEN ÜLKEMİ ADETA PAZARLAMAKLA MÜKELLEFİM" diyebilen, bir tek şekilde tanımlanabilir; vatan haini olarak... Vatan haini olmak cesaret ister. Hele bir de bunu açık seçik ilan etmek için ya insanın aklından zoru olmalıdır ya da 2005 Türkiyesi'nde başbakan... Yurtseverlik, sırf bu yüzden bile bu ülkenin emekçilerinin boynunun borcudur. Yurtseverler için bu zata ve satış ekibine haddini bildirmek ve "pazarlamakla mükellef oldukları" ülkenin kaç bucak olduğunu göstermek bir zorunluluktur. Onların mükellefiyetlerinin karşısında yurtseverlerin sorumlulukları vardır. Yurtseverlik memleketine, geleceğine, sınıf kardeşine karşı sorumluluk sahibi olmaktır. Yurtseverler yarın kuracakları eşitlik ve özgürlük temelinde bir gelecek için bugüne dair sorumludurlar. Yurtseverler sermaye sınıfı yerlisiyle, yabancısıyla yek vücutken; Kürt, Türk, Ermeni olmanın beraberinde getirdiği zenginlikten, sınıf birliği zemininde daha güçlü bir mücadeleyi örmek için yararlanmak sorumluluğuna sahiptirler. Emperyalistler ve sermaye iktidarları emekçi sınıfları bölmeye çalışırken, yurtseverler en önemli ortak paydalarının emekçi karakteri olduğunu bilenlerdir. Vatan hainlerinin, işbirlikçilerin satışa çıkardıkları, emperyalistlerin üstüne leş kargaları gibi üşüştüğü bir ülkenin emekçileri için antiemperyalist, yurtsever bir mücadele tarzı 2005 Türkiyesi'nde her zamankinden daha günceldir. Bu yüzden de yurtseverlik sermayedarların, para babalarının ve onların iktidarlarının harcı olamaz. Yurtseverler emekçilerin bölünmesine izin vermedikleri gibi sermaye sınıfını da bölmelere ayırmazlar. Erdemir'i satarken yaptıkları gibi emekçi halkımızı yanıltmak için ayyuka çıkardıkları yerli sermaye-yabancı sermaye tartışmalarına kanmayanlardır yurtseverler. Yurtseverlerin haklılığı "yerli" Oyak'ın "yabancı" Mittal'ı sofraya davet etmesiyle bir kez daha ortaya çıkmıştır. Yurtseverlik gerçekçiliktir. Yurtseverler ülke gerçeklerinin bilinciyle hareket ederler. Gerçek olan, ne bu ülkenin yabancı sermaye olmaksızın ayakta kalamayacağı; ne ABD emperyalizmine karşı koymanın imkansızlığı; ne emperyalistlerin herşeye muktedir olduğu; ne AB'nin özgürlükler, demokrasi ve refah projesi olduğu; ne de emekçi sınıfların kaderlerini(!) değiştirmelerinin mümkün olmadığı iddialarıdır. Yurtseverlik bu iddiaların külliyen yalan olduğunu bilmektir. Tüm bu yalanlara karşı mücadele etmektir. Gerçekleri olduğu kadar gereklilikleri de biliyor yurtseverler... Öyle ya ülkemizin AB'ye üyeliğine karşı, mevcut sömürü ilişkileri yetmezmişcesine bu toprakların daha da fazla sömürgeleştirilmesine karşı, ülkeyi yöneten işbirlikçilerin kendilerini sağlama alma girişimlerine karşı gerekliliği yerine getiren yurtseverlerden başkası olmadı. Olamazdı. Bugün "sağdan", "soldan" konuşan cenah içerisinde her ne kadar farklı kulvarlardan seslendiklerini iddia edenler olsa da, onları ortaklaştıran önemli bir başlık var. Faşistinin, ulusalcısının "üyeliğin onurlusu olsun", liberallerin bir kısmının "emeğin Avrupası olsun", diğer bir kısmının "AB karşıtlığı mücadele başlığı olmasın" temennileri bir şeyleri değiştirmemektedir. Onlar girişin farklı(!) biçimlerini, yaşanacak yıkımın sonuçlarını hafifletici(!) yolları, AB'ye karşı mücadele yerine asli(!) mücadele başlıklarını arayadursunlar. Yurtseverler bu safsatalara papuç bırakmaksızın mücadeleye devam edeceklerdir. Yurtseverlik farkındalıktır. Bir ülkenin işgal altında olması için ille de halkın tepesine bombaların yağmasını, ülkeye sahip çıkmak için açık işgali beklemek gerekmiyor. Ülkemiz yıllardır sermayenin işgali altındadır. Ancak sermaye sınıfı bu yağmayı tek başına sürdüremediği gibi, bu işgali de artık kendisinin yönetemeyeceğini düşünüyor. Bu yüzden topraklarımıza baktıkça iştahları kabaran emperyalistlere, yönetme erki de dahil olmak üzere, herşeyi devretmeye hazırlanıyorlar. Yurtseverler memleketin devredilmesine izin vermeyecek olanlardır. İnat, iddia ve kararlılık yurtsever kimliğin en önemli yanlarıdır. Yurtseverler mücadelede sonuç alınabilmesinin yolunun, iddialı ve kararlı bir mücadele tarzı ile ilişkili olduğunu bilenlerdir. Memleketini ve geleceğini sahiplenme, savunmanın gerekliliği ve haklılığı tartışılmaz olduğuna göre; emperyalistlerin, işbirlikçi sermaye sınıfının karşısında meşru olan yalnızca yurtseverliktir. İddia ve kararlılığın arkasında bu meşruiyet varolduğu sürece yurtseverler inatla mücadele edeceklerdir. Topraklarından yerli, yabancı tüm yağmacıları temizleyene kadar... Yurtsever Metal İşçileri İnisiyatifi Avrupa Yakası Kuruluş Toplantısı Tarih: 23 Ekim Pazar 15.00 Yer: TKP Bakırköy İlçe Zeytinlik Mahallesi Halkçı Sokak Aşkın Apt. No: 29 D: 11 Bakırköy Telefon: 0 212 660 70 15
  9. Ne demek istediğini anlamakta başından beri zorluk çekiyorum sevgili bencil... Biraz daha düşünceleri yorumlama, onlara katkı sunma veya eleştirme, bir tez, bir antitez vb. birşeyler ile ilgili en ufak görüş belirtmeleriniz olursa mutluluk duyacağım... Sevgiyle kalın...
  10. . Tarih boyunca, barbarların ilk hedef kitap olmuş hup. Aydınlanmanın en önemli aracı olan kitaplar, iktidar sahiplerini her zaman korkutmuş. Bu korku ve zorbalık da, tarih sayfalarında silinmes güç utanç gölgeleri bırakmış. Canım İskenderiye Kütüphanesi'nin, birbirinden eşsiz kitapları, yozlaşmış saltanatın hamamlarını ısıtmak için kullanılmış. Ama en acı verenleri daha yakın tarihte yaşandı. Örneğin, Hitler Almanya'sında. Kitaplar dağ yığılıp, cayır cayır yakıldı. Kitaplar bitince de sıra insanlara geldi. Bu kez bebek, genç, yaşlı demeden milyonlarca insan gaz odalarına, kara kara fırınlara gönderildi. Tarih, hiç unutamayacağı kadar büyük bir utanca gömüldü. Örneğin, 12 Eylül Türkiyesi'nde... 12 Eylül denince aklıma gelen ilk şey yakılan kitaplar ve birden büyüyüverip, abimin bana emanet ettiği kitapları saklama derdine düşüşümdür. Okuma ve kitap sevgisini o günlerde, abimden öğrenmiştim. Kitap kutsal ve korunması gereken bir şeydi benim için. Kitaplar, ulusal televizyon kanalında "Suç unsuru" diye sergilendi. Okuyan insanlar, "anarşist, terörist" ilan edildi. Gece yarısı kapıları tekmelenerek basılan evlerde kitap bulundu diye, kaç kişi işkencelerden geçti. Çoğu, dünyaca ünlü yazarların klasikleşmiş romanları olan binlerce kitap, 12 Eylül faşizminin hışmına uğrayıp, kalorifer kazanlarında yakıldı. Hitler faşizminden sonra, tarihin utanç sayfalarına bu kez ne yazık ki benim ülkem geçti. Kitap yakma utancı, kapkara bir leke gibi Türkiye'nin alnına sürüldü. Belkide bu nedenle Bananeci, her koyun kendi bacağından asılır düşüncesinde, bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mantığı ile, eleştiri yeteneğinden yoksun, düşünsel anlamda yetersiz, tekpisel davranıp çözümsel (analitik) davranış sergileyemeyen bir toplum oldu. Belkide bu nedenle bugün ülkemiz ekonomik, sosyal ve politik sorunlarına bir avuç politikacıların ve seçkinlerin kendi politika ve felsefesine göre çözüm getiren ancak politikacılardan kopuk, habersiz ve kendi halinde yaşayan insancıklar rağmen yönetimlerini yıllardır sürdürüyor... Ne dersiniz... ..
  11. . Türk felsefesi ve Türk mantığı... Felsefenin sözlük anlamı 'bilgelik sevgisi' dir. Ancak Latinceden bire bir yapılmış çevirinin bizim için fazla bir anlamı yoktur. Filozofların tanımlamaları ise bundan daha karışıktır. Nedense çok basit olan bir tanımı vardır, ancak felsefenin yapısı basitliği reddetme eğiliminde olduğu için pek kullanılmaz: -__ Yaşamın anlamı üzerine düşünmek... Biz yaşamın anlamı üzerine fazla düşünmemek için felsefeyi yakın zamanlarda kitaplardan çıkardık. Daha önce felsefe ile bağlantılı bir bilim olan mantığı da hem okullardan, hem de her türlü işimizden çıkarmıştık zaten. Ancak bu durum felsefeyi ve mantığı hiç kullanmıyoruz anlamına gelmiyor. Üç önemli felsefemiz var ki, hayatımızın mantığını ortaya koyuyor: -___ Bir şey olmaz felsefesi... -___ Ekmek parası safsatası... Ve bunlara bağlı olarak -___ İdare et abi.. şeklindeki laf salatası... Bir şey olmaz felsefemizin varoluş nedeni her şeyi pratik yoldan çözme eğilimimizdir. Genellikle oto tamircilerinin dünya görüşü sanılmakla birlikte, hemen hemen tüm mekanik ve elektronik aygıtların onarımında, hatta politika yaparken ve ülkeyi yönetirken bile kullanılır. Örneğin onarım sırasında uygun vida bulunmamışsa, oraya bir tel sokulur ve aracın tamirini bekleyen kişiye -___ Bir şey olmaz.. garantisi verilir. Bu güvencede oto tamircilerinin o kişiye bir şey olduğunda haberin kendilerine ulaşma zorluğu da büyük bir rol oynar. Önemli bir şey olduğunda vatandaş öteki dünyadadır ve tamirciye hesap sorma imkânı pek yoktur. Önemsiz bir şey olduğunda ise zaten hesap sormaya gerek kalmaz. Çünkü gerçekten bir şey olmamış sayılır... -___ Ekmek parası felsefesi, düzeltilemeyecek ölçüde bozulmuş durumların mantığını ortaya koyma amacıyla kullanılır. Örneğin yöneticiler bir türlü işsizliğe çare bulamazlar. İşsizlik parası ödeyemezler. İnsanları genç yaşta emekli edip, ellerine geçinebilecekleri ölçüde emekli maaşı veremezler. Bunun üzerine herkes seyyar satıcılığa başlar. Hiçbir belediye zabıtası da bu ölçüde seyyar satıcı bolluğu ile başa çıkamaz. İşte bu durumda -___İdare et felsefesi.. çözümlenemeyen ve çözümlenemeyecek olan durumun bir tür emniyet supabı olur. Küçüklü, büyüklü birçok suçu içerir. Diyelim, suç işleyen kişi suçu önleme ile ilgili makamlar tarafından suçüstü yakalandı. Suçlu önce 'ekmek parası' felsefesini ortaya atar. Makam bu gerekçeyi kabul etmezse -___ İdare et abi.. faslına geçer. Suçu önlemek için kurulmuş makamın bu durumda ne yapacağı bellidir: - Bir şey olmaz.. diye düşünerek idare eder. Böylece karakollar, mahkemeler, cezaevleri boşu boşuna işgal edilmez. Vatandaş ve ailesi perişan edilmez. Felsefe faslını bitirmeden biraz da felsefe yapalım. Descartes, ''Düşünüyorum, öyleyse varım'' derken bir gün Türkler arasında düşünmemenin de bir varlık sebebi olacağını hesaba katmamıştır. . __________________________________ Yalçın Pekşen...
  12. Havva , İbrahimi Dinler'de ilk insan Adem'in eşidir. Bu dinlere göre tüm insanlar Adem ve Havva'nın çocuklarıdır. Bazı batı dillerinde Eski Ahid'den geldiği şekliyle Eva diye adlandırılır. Yahudi ve Hristiyan kaynaklarında Havva ilk günahı işleyen insandır, Adem onun vasıtasıyla yasak meyveyi yemiştir. Kur'an'da ise suç direk olarak Adem'e izafe edilir. Hristiyan kaynaklar Adem-Havva ailesinin günahından tüm insanları sorumlu tutarlar. İsa'in bu günahı kaldırmak için geldiğine inanırlar. Kur'an her insanın günahsız olarak dünyaya geldiğini ve kimsenin başkasının günahını yüklenmediğini söyler. Yahudi kaynaklarına göre Adem ile beraber ilk yaratılan kadın Havva değil Lilithdir ancak Lilith Adem ile aynı zamanda yaratıldığını öne sürerek Ademe eşlik etmeyeceğini ileri sürmüş ve Tanrı daha sonra Adem'in kaburga kemiğinden Havva'yı yaratmıştır. Sufi kaynaklarına göre ise Adem-Havva Kıssası, büyük ölçüde semboliktir. Adem, insanoğlunu temsil etmekte olup, yasak meyveyi yiyen ve Adem'i de suça ortak eden Havva insan nefsini (egoyu) sembolize etmektedir. Bununla birlikte peygamber olarak gelen bir Adem ve eşi Havva aynı zamanda gerçek kişiliklerdir. Bahailer de bu açıklamaya katılırlar. .
  13. Bu düşnceler altında belki şunlar söylenebilir diye düşünüyorum. Hangi bilim alanında olursa olsun, o alandaki bilim faaliyeti, “doğru”luğu ve geçerliliği veri olan kabullere ve yöntemlere göre gerçekleştirilir. Bu kabulleri ve yöntemleri eleştirebilir, sorgulayabilirsiniz. Buna ilişkin düşüncelerinizi ifade edebilirsiniz. Ancak bunları değiştiremediğiniz sürece, ileri sürdüğünüz kabuller ve yöntemler de en azından onlarla yan yana varlığını sürdürebilecek güç ve etkililikte olmadığı sürece, hükmü meri olan kabuller ve yöntemlerle çalışmaları sürdürmek zorundasınızdır. Ki bu grupta yer alan ve sayıları her dönemde de en az olanlar, işte bu konumdadır. Ve bunlar, doğruluğundan kuşku duymadıkları kendi kabulleri ve yöntemleri ile hükmü meri olan ama değiştirilmesi gerektiğini düşündükleri kabul ve yöntemler arasında sıkışırlar. Trajik bir durumdur bu... Ve eğer “özgürlük” bunların ağzından çıkarsa, bilinmelidir ki, ancak ve ancak neliğini ve gerçekliğini düşünmedikleri, canhıraş bir sözcük olarak dökülür yalnızca... Daha ötesi değil. Sevgiyle kalın...
  14. OBJEKTİF ANLAMDA BAKILDIĞINDA... Örneğin, evrenin dününden bugününe ve yarına; olmuşundan olanına ve olacağına dek her şeyi kutsal kitapları aracılığıyla bildikleri iddiasında olan, herşeyin bilgisinin kutsal kitaplarında yazılı olduğu iddiasını taşıyan dinlerin günümüzdeki temsilcilerinin bu noktada durumları, kelimenin asli anlamında, traji-komiktir. Çünkü bunlar, bilimin varlığa, evrene ilişkin ortaya koyduğu her yeni bilgide, kutsal kitaplarının sayfalarını, bilmem kaç bininci kez karıştırmaya başlar ve sonra sözüm ona kimi şifre bulma ve okuma teknikleriyle, bu yeni bilgilerin kutsal kitaplarında zaten yazılı olduğunu keşfediverirler. Bunu keşfettiklerinde (ki keşfetmemeleri mümkündür değildir ve bir harfin ya da kelimenin bilmem kaç bininci anlamında mutlaka vardır) çocuklar gibi sevinirler. Bazen bu keşfedişler sonunda, bilim insanlarına lanetler okudukları, onları “sahtekarlık”la suçladıkları da görülür. “Kara delikler” konusu bunların en yenilerinden biridir. S. Hawkins’in “Zamanın Kısa Tarihi”nde yazdıkları sonrası, kutsal kitaplarının sayfalarına kafalarını gömüp bunun işaretini arayan gariplerim, şifreyi kısa zamanda bulup çözmelerinin ardından hemen bağıra çağıra, şen şakrak, ağızları kulaklarında ilan ederler durumu... Ama o da ne bir süre sonra, S.Hawkins, “yanılmışım” der. Sevinçleri kursaklarında kalı verir. Al başına bela!... Kutsal kitabı değiştiremeyeceklerine göre, bir yandan bin dereden su getirip değişik mazeretler ve kılıflar bulup yaptıklarını unutturmaya çalışırlar, diğer yandan da, S. Hawkins’e hakaretler yağdırırlar. Ne diyelim ki, kendi sözleriyle “Allah akıl fikir ihsan eylesin” demekten gayrı... Aklın ve bilimin egemen olduğu sömürüsüz, şiddetten arınmış, savaşların lanetlendiği güzel ve yaşanılır bir dünya özlemi dileğimle... Sevgiyle kalın... _________________________________________________________ (NOT: Burada akılcı, çağdaş, laik ve bilimselliği felsefe edinmiş saygıdeğer müslümanları hayrı tuttuğumu belirtmeme bilmem gerek varmı?...) _________________________________________________________
  15. Bilgilerin için teşekkürler sevgili himgil... Konu ile ilgili ek bir gelişmeyı paylaşmak istiyorum... Cumhuriyet 11.02.2006 / FETHULLAH GÜLEN OKULLARI Bulgaristan incelemeye başladı ANKARA - Rusya'nın ardından Bulgaristan da ülkedeki Fethullah Gülen 'e ait okulları incelemeye aldı. Bulgaristan'da bulunan 3 ortaöğretim kurumu müfettişlerce soruşturulurken, bu okulların öğretmenlerinin ''doğru İslamı öğretmeye çalışıyoruz'' dedikleri öğrenildi. Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Rusya'da Gülen okullarının art arda kapatılmasının ardından Bulgaristan da bu okulları izlemeye aldı. İlk olarak okullara ülkenin eğitim bakanlığı tarafından sıkı denetim uygulanmaya başlandı. Sumnu, Ruscuk ve Mestanlı'da 3 ''İmam Hatip Lisesi'' nde müfettişlerce de incelemelerde bulunuldu. Buradaki okul yetkilileri ile yapılan görüşmelerde ise, öğretmenlerin ''Bulgaristan'daki Müslüman kesime 'gerçek İslamı' öğretiyoruz'' görüşünü savunduğu kaydedildi. İnceleme kapsamında okulların müfredatları ve ders programlarının ülkenin eğitim tüzüklerine uyup uymadığı araştırılıyor. Bulgaristan kaynakları ise, ülkede Müslüman Türk azınlığın bulunduğuna ve hükümet ortağının da ''Hak ve Özgürlükler Partisi'' olduğuna dikkat çekerek kapatma sürecinin daha zor olacağını ifade ediyor. Dışişleri karışmıyor Dışişleri Bakanlığı ise, Gülen'in yurtdışındaki okullarının durumuna ilişkin girişimde bulunulmasının söz konusu olmadığını bildirdi. Bakanlık kaynakları, ''Aslına bakarsanız bu okulların kaynaklarını incelediğinizde büyük çoğunluğunun Türkiye dışı menşeili şirketlerce açıldığını görürsünüz. Öyle ki bu okullar bizim Türkiye'de uyguladığımız müfredata göre değil, orada kendi oluşturdukları programlara göre ders veriyorlar'' diye konuşuyor.
  16. Sayın ercan1980... Sayın susturucunun Hz Havaanında başörtüsü var iddiasıydı o ve on atfen yukarıdaki cevap verildi.. Sanıyorum sayın susturucunun iletileri de silinmiş... Sevgiler...
  17. ALINTI(İDRAK @ Feb 10 2006, 06:11 AM) * İDRAK...... Her şeyden önce bu ; dindar olan ve ezanı muhatap alıp camiye gidenlerin konusudur. Sen ki ezanın anlamını bildiğin halde yap dediğini yapmıyor iken sen niye anlamını dert ediyorsun ki. Cevap:_______________________ günümüz ilahiyatçılarından Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk; ''Anadilde İbadet'' adlı kitabında, ''Ezan bir paroladır, namaz vaktinin geldiğini ve yakınlarda bir cami olduğunu duyurur. Yani ezan bir ibadet değil, bir duyurudur. Ve bu duyurunun bugün için bir yararı da kalmamıştır'' şeklinde bir düşüncesini açık ve net bir şekilde belirtmiştir...Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk;Hıristiyanmı? peki... Cevap:_______________________ Tarih abidesi Cemal Kutay'ın Atatürk üzerine yazdığı kitapların sayısı da oldukça fazla. "Atatürk'ün son günleri", "Ardında Kalanlar", "Atatürk Olmasaydı", "Atatürk Bugün Olsaydı", "Atatürk'ün beraberinde götürdüğü hasret: Türkçe İbadet" en çok bilinenleri. Cemal Kutay, Türkçe ibadet konusunda da gücünün yettiğince mücadele etti. Mücadelesini; "Klasik ilahiyatçı olmayı, konuyu kucaklamanın şartı saymadım. Tam aksine görebilme, düşünebilme, ele alabilme, hükme ulaşabilmenin temeli cesaretin, hür tarih düşüncesinin nimeti olacağına inandım, denedim" diyerek açıklıyordu. 400 sayfalık "Türkçe İbadet" kitabında Atatürk'ün bu konuya verdiği önemi; "57 yıllık kısacık ömründe vatan ve milleti için hayırlı ve faydalı ne görmüşse şartları düşünmeden ve zerre ödün vermeden onları kucakladı. Tarihte görülmemiş bir cesaret ve azimle hepsini zaferle mühürledi. Tek bir istisnasıyla. Milletine anadiliyle kulluk hakkını sağlamak son yılların zamanını doldurmuş idealiydi. Kucakladığı bütün mevzularda olduğu gibi aklın, mantığın, bilimin terkibi görüş içinde hazırlığını tamamlamış, kameti, hutbeyi, ezanı Türkçeleştirmiş, sıra namaz surelerine gelmişti. Nefes nasibi daha bir kaç yıl daha devam etseydi bu son himmetini de, kendisine özgü tamlık içersinde noktalayacaktı" diyerek anlatmaya çalıştı. Cemal Kutay, Türkçe ibadet konusunda da gücünün yettiğince mücadele etti. Hıristiyanmıydı peki... İDRAK...... Ezandaki amaç bilgilendirme değildir. Ana dil zorunluluğu bu yüzden gerekli değildir. Din ve ibadet bir duygu meselesidir , his meselesidir . Dinleyenin aklına Hz. Muhammed i , Habeşi Bilal i getiren manevi duygularını kabartıp ibadet hissine yönelten bir şeydir. Bu duyguyu ancak orjinali verebilir. Zaten en cahil olanımız bile allahu ekber in ne anlama geldiğini biliyor. Allahu ekberi duyunca anlamını bilemediği için kiliseye veya kütüphaneye giden biri mi var tarihte yoksa benim duymadığım. Objektivist biri olarak bunları anlayabilir misin bilimyorum. Senin anlıyacağın şekilde basitleştirirsek daha doğrusu maddileştirirsek…. Cevap:_______________________ Objektivist biri olarak sen beni iç inancımın ile ilgili birşey duydunmu? Duymadın, Dinimize tahrikatlar, ulemalar, şiddet yanlısı müslümanlar, ılıman müslümanlar vb. gibiler ile birlikte bunların sermayesine kendini kaptıran alimler zarar vermektedir dedik, yanlışmı yaptık? Günümüzde din bir OLDİNK ŞİRKETİ GİBİ KULLANILMAKTA uyanık olun dedik yanlışmı yapıyoruz? Bu gibi tahrikatlar gerçek din yerine kendi görüşlerine göre ROBOT YETİŞTİRİYOR dedik dikkat buyurduk yanlışmı oluyor... Değerli arkadaşım artık hakikaten uyanık olmamız gerekiyor. Bunu birlikte yapmak için sizinde bildiğiniz ve bizimde bildiğimiz çok önemli bilgiler var. Gelin basmakalıptan, gelin tekdüzenlikten, gelin yeknesaklıktan ve gelin tekyanlılıktan kurtulalım. Bizler Kur'anı da diğer dinleri de çok iyi biliyoruz. Günümüzde artık kimse boş değil. Beynimize yeni pencereler açmak hiç zor değil.... Hala Mustafa Kemal Atatürk gibi büyük bir lider yetiştiren bir ülkenin evladı olmanın gururunu ve onurunu yaşamanız gerekirken onun hakkındaki olumsuz düşüncelerinizi hiç tasvip etmiyorum. Tabiki farklı düşüncelere olacaktır ve bunlara da saygı duyurım fakat bu düşüncelerde "Atatürk 1938 de değil de 1978 ölseydi de bu tutmazdı." veya "Bu 20 yıl boyunca anadoluda neler yaşanmıştı biliyor musun arkadaşım. Kaç kişi hüngür hüngür ağlaya ağlaya minareye çıkıp ezanı orijinal şekliyle okuyup teslim olmuş ve akıbeti ne olmuştur. Bu yüzden anadoluda kaç gösteride kaç kişi tutuklandı akıbetleri ne oldu bilgin var mı. Peki 20 yıl sonra ilk orijinal ezan okunduğunda türkiyenin kaç ilinde kaç gün bayram yapıldığını biliyor musun." şeklindeki önyargılı tutumlarınız düşüncelerinize olan saygınlığımı ne yazıkki olumsuzlaştırıyor. Birker şu bilinmeli Türkiye bir devrim yaşamış ve gideceği yolun yönünü belirlemiştir. Bunun sonucuna da tabiki hakımızı istenilmeyen birtakım durumlar ile karşılaşmış ve yaşamış olabilir. Peki olmasaydı da bugün Kimliğimiz, dinimiz ne olurdu acaba çok merak ediyorum... Sevgiyle kalın...
  18. . Brezilya Arjantin kurtuldu biz kuşatıldık... Brezilya geçen ay, son borç taksiti 15,5 milyar doları erken ödeyerek, IMF’den kurtuldu. Bu nedenle, Uluslar arası Para Fonu’nun başkanı Rodrigo Rato düzenlenen bir törenle Brezilya hükümetini kutlamış. Rato bakın törende özetle ne demiş: “Brezilya, uyguladığı politikalarla, ülkede yoksulluğu azaltırken, milli gelirini de artırmış durumda. Brezilya Hükümeti’nin, ülkede istihdamı ön planda tutarak, düşük kazançlı insanların gelirlerinin artmasında önemli rol oynayan plan ve projeleri hayata geçirmek suretiyle önemli başarılar elde etmiş olduğunu memnuniyetle görmüş bulunuyoruz…” Bir iki sene öncesine değin, vatandaşlarının açlık ve yoksulluktan marketlere saldırıp talan ettikleri, ortalığı kırıp döktükleri ve borcunu ödeyemez diye yorum ve değerlendirmelerde bulunulan Arjantin hükümeti de, Brezilya’dan sonra İMF’ye olan 12,5 milyar dolar borcunun tamamını ödeyerek, ekonomik bağımsızlığa kavuşmuş bir ülke konumuna geçti. Birkaç sene öncesine değin, Türkiye Arjantin olur mu şeklinde yorum ve değerlendirmeler yaparak, Kendimizi ülke olarak Arjantin’den ekonomik açıdan farklı görmenin tavırlarını sergiliyorken, Şimdilerde ise, keşke Arjantin’in yapabildiğini biz de becerebilsek diye hayıflanır durumda olduk Ayni şekilde dünün Brezilyası, ekonomisi alarm veren, iktisadi durumu kötüye gitmekte olan bir ülke konumundaydı. Şimdi ise IMF’yi kovmuş bir ülke olmanın gurur ve zaferini yaşıyor. Bizde ise, Kamuoyuna yönelik bolca makrolu laflar edip, “ekonomideki rakamlara akrobasi yaptırarak”, güvenilmeyen istatistiki verilerle, görünürde somut bir iyileşme yokken, “iyi gidiyoruz iyiye…” şişirme ve nakaratlarıyla, IMF’nin peşinden koşmaya devam ediyor. Bundan 8 ay önce bakın ne denmişti; “İMF’ye 20 milyar dolara yakın borcu olan bir ülke olarak bu kurumla olan bağları koparmamız mümkün değil.” (zaman Gaz. 29 Mayıs 2005)Ne acı değil mi? Direnme mücadele duygu ve olgusundan yoksun “tam teslimiyetçi” bir düşünce ve uygulamanın talihsiz itirafı! Birkaç gün önce yapılan Japonya görüşmesı sırasında, Japonya’nın 7 trilyon dolar borcunun olduğunu Başbakanları’nın ağzından bize naklederek, bir ölçüde hükümet olarak kendi durumlarının ne denli iyi olduğunu göstermeye çalışmıştı… Bize ne Japonya’nın borcundan? Peki, Japonya’nın yaptığının ve ürettiğinin biz ne kadarını yapabiliyor ve üretebiliyoruz? Madem mukayese yapılıyor ve fazla borç, “bakın ne denli iyiyiz” misali ile örnek gösteriliyor, o halde ülkelerin ekonomik potansiyellerin yani kazanımlarının da dile getirilmesi gerekmez mi? Neden Japonya yerine, Arjantin’i ve Brezilya’yı örnek gösteremiyor? Niçin iki ülke gibi biz de IMF’yi ülkemizden kovup ekonomik bağımsızlığımıza kavuşamıyoruz? Asgari ücretin 380 YTL açlık sınırının 600 YTL olduğu bir ülkede, baştaki iktidarın başarısında ve ekonomik zaferinden söz edilir mi? 4 kişilik bir ailenin ölmeden yaşayabilmesi için ayda bin 600 YTL’e gereksinimi var? Toplumda 20 milyon kişi tam anlamıyla yoksul durumundaysa, 11 milyon insan iş ve aş beklentisi içindeyse, Başbakan’ın ve başında bulunduğu AKP hükümetinin gerçekçi başarısından söz edilebilir mi? Bize Japonya’yı örnek göstermeyin! Siz yapabiliyorsanız, Arjantin’in ve Brezilya’nın yaptığını yapın da, Şu söylemini çok duyup ta ne anlama geldiğini pek anlayamadığı bütçenizde ki “faiz dışı fazlalar”, IMF’ye gitmesin de, artık bu ülkenin garip insanlarının bir parça olsun yüzlerinin gülmesine harcansın! Ne dersiniz sevgili arkadaşlar...? _______________________________________________________________________ Kaynak : S. Burhan Özbey
  19. . Evet türban eski çağlardan beri var. Evet Hz Havva'dan bu yana olduğuna da inanılabilir Evet sorun var ve o da şu sayın Susturucu... Her zaman yaptığınız gibi TEPKİ, ÖFKE ve ŞİDDED ..... Ülkem insanım, yobazın kafadaki karasını, isini, örtmüyor takken... Yazık insanım, sivil örümceğin eldeki izini kapatmıyor eldiven... Anlasanıza, birileri hedefine almış, seni, bizi, hepimizi... Doğru değilse gel... İnandır beni, bizi... Yanlış ise söylenenlerin, onlarcanın, yirmilercenin, yüzlercenin, sadece üçü, beşi... Değil hepsi... Tanrı şahidim olsun tutacağım elini... Yok, değilse, sen tut elimi, elimizi, ellerimizi... _____________________________________________ Tuncay D. Kalemoğlu____________ .
  20. Değerli arkadaşlar, Görüşlere saygı tabiki duyarım ama burada durum çok farklı ve insanın sorgulaması, kuşku duyması ve emin olması gereken bir çok konu ve koşul var. Kaldıki bunları yukarıdaki yazımda da açık açık belirttim zaten. Benimle aynı görüşü savunan birçok insan var ve bunların içinde yazar, aydın, esnaf, sade vatandaşlar var. Ama bunlar gibi (Dinsel anlamda orgütlenip tahrikat kuran, siyasete atılan ve ticaret yapan) böyle dikey bir organizasyonları yok. Ben özellikle dini organizasyonlara şüpheyle bakıyorum çünkü bunlar İnsanları robotlaştırmayı çok iyi becerebiliyorlar ki bunu da profesyonelce yapıyorlar. Mesela Fethullah Amca iyi robotlar yetiştiriyor. Ama bu iyi robotlar, günün birinde kötü robot olabilirler. Lütfen Dikkat! .
  21. . YAPMAYIN NE OLUR... Yok birbirimizden farkımız. Bunları yazıyorum olmak, hissetmenizi, paylaşmayı istemek, ayırmaz beni sizden... Vallahi biliyorum ki, eksiğim var, fazlam yok çoğunuzdan,sizden... Sadece bakarken farklı yöne, farkında olmadığını düşünmem coğusunun... Yoksa, ben miyim, uyuyan,yanlış bakan sizce... Uyanmamız için, uyanmanız için, Tanrı aşkına ne olması gerek... Bugün, dün, patlayan bombaların, ülkemin her yerinde... Patlaması mı gerek, pirelerinizin uçtuğu yerde... Herkes yaşarken dünyasını, kendi kamarasın da... Zavallı gemi debelenirken batmayacağım diye, dalgaların arasında... Olmuyor işte, olunmuyor yar, el adamı ile yatarken... Bakma sen, ben onunlayım,yatıyorum ama, seninleyim derken... İnanmıyor, kanmıyor insan... Ülkem insanım, yobazın kafadaki karasını, isini, örtmüyor takken... Yazık insanım, sivil örümceğin eldeki izini kapatmıyor eldiven... Anlasanıza, birileri hedefine almış, seni, bizi, hepimizi... Doğru değilse gel... İnandır beni, bizi... Yanlış ise söylenenlerin, onlarcanın, yirmilercenin, yüzlercenin, sadece üçü, beşi... Değil hepsi... Tanrı şahidim olsun tutacağım elini... Yok, değilse, sen tut elimi, elimizi, ellerimizi... Yazık , inan ki yazık... Bir bana mı kalmış bunları düşünmek, yazmak, yorumlamak... Bunca verimsiz yıldan sonra... Öyle ya, yemiş yıllardır tırpanı... Yurtseveri, düşüneni, insanı... Kala kala bu ölümlüye kalmış, keçi ye kalmış, yazmak,düşünmek, üzülmek, yıllardan sonra... Denir, koyunun olmadığı yerde, Abdurahman Celebi ye... Heyhat, arayan, ihtiyaç hisseden simdi... Aslında kesendir, yok edendir zamanında.. Hem Abdurahman Çelebi'yi, hem koyunu, hem keçi'yi... ______________________________________________ Tuncay D. Kalemoğlu
  22. Mutlu yıllar sevgili Eren Geleceğin güzel günlerine umut olsun...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.