OBJEKTİVİST tarafından postalanan herşey
-
İSLAMİYET ZAMANLA BOZULDU... (Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fak. Dekanı Prf. Dr. EKREM SARIKOĞLU; Kadının başı açık namaz kılabileceğini ve.)
. İlahiyat Fakültesi Dekanı, kadınların erkeklerle namaz kılabileceğini söyledi... 'İslamiyet zamanla bozuldu...' ___Hz. Muhammet döneminde kadınlarla erkeklerin birlikte namaz kıldığını belirten Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sarıkçıoğlu, "Bugün birlikte namazdan uzaklaşılmışsa, Peygamberimizin döneminden uzaklaşılmış demektir. Geriye gidildi demektir. Gönlümüz bunun çağdaşlaşmasıdır" diye konuştu. Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ekrem Sarıkçıoğlu kadınların başı açık namaz kılabileceğini ve erkeklerle birlikte saf tutabileceğini söyledi. Sarıkçıoğlu, İslamın zamanla bozulduğunu savundu. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamaları kapsamında Burdur Atatürk Kültür Merkezi'nde ''Kadının toplumdaki yeri'' konulu bir panel düzenlendi. Panele başkanlık eden Prof. Dr. Ekrem Sarıkçıoğlu çarpıcı açıklamalar yaptı. Kadın ve erkeklerin eşit yaratıldığını vurgulayan Sarıkçıoğlu, Hz. Muhammet' in kadın zabıta görevlendirdiğini ve ölüm anında kadın hekim tarafından muayene edildiğini belirtti. Hz. Muhammet döneminde kadınlarla erkeklerin bir arada namaz kıldığını aktaran Sarıkçıoğlu, b]''İslamiyetin ilk zamanlarında kadınlar, erkekler gibi cuma ve cenaze namazına gelirdi. Bu konuda hiçbir sakınca yok. Birlikte namazdan uzaklaşılmışsa Peygamberimizin döneminden uzaklaşıldı demektir. Geriye gidildi demektir. Gönlümüz bunun daha iyiye gitmesi, çağdaşlaşmasıdır. Kadınlarla erkekler birlikte cuma namazı kılabilir, saf tutabilir'' [/b] diye konuştu. Ancak fiziki temastan çekinildiği için zamanla kadınların yan ve arka saflarda yer almaya başladığının altını çizen Sarıkçıoğlu, başı açık namaz kılma konusundaki tartışmalara da değindi. Kadınların başı açık namaz kılmalarında da herhangi bir sakınca olmadığına dikkat çeken Ekrem Sarıkçıoğlu, ''Bu mesele Allah ile kişinin kendi arasındaki bir husustur. Gelenek farklı düşünüyor. Ancak benim kanaatim nasıl rahat edilecekse ibadet öyle yapılmalıdır. Çünkü biz ibadeti Allah için yapıyoruz, başkaları için değil'' dedi. Dekan Sarıkçıoğlu, dinleyicilerden birinin ''İslamiyet bozuldu mu'' sorusu üzerine şu yanıtı verdi: ''Toplumsal etkiler yüzünden İslamiyet orijinal halinden biraz farklılaştı. Bu farklılıklar içinde eski Hıristiyan Bizans kültürü ve eski Sasani kültürünün de etkileri bulunuyor. İslamın kökündeki ruhun biraz yozlaştığı ve istenilen seviyede gelişemediğini görüyor ve yaşıyoruz. Biz İslamın çağdaş şekliyle öğretilmesini istiyoruz. Zaman zaman ilahiyat kurumunu kurutmaya çalışmalarını doğru bulmuyoruz. Çünkü bu daha fazla cehalet doğurur.'' ___________________________________________________ Haber: ___ SERGÜL CANIGÜR ___ 09 03 06 ___ C...
-
8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ
. ''Ülkemizde her alanda başarılı çalışmalar yapan kadınlarımızın sayısının artması övünç kaynağımızdır. Ülkemizde ilgili kurumlarının yanı sıra, sivil toplum kuruluşlarının da kadın haklarının geliştirilmesi, kadınların bilinçlendirilmesi konusunda yürüttükleri çalışmalar mutluluk vericidir. Kadınlarımızın birey olarak kendi sorunlarına sahip çıkmaları, yaratıcı güçlerini ortaya koymaları ve daha iyi bir yaşam düzeyine ulaşmak için çaba göstermelerinin, geleceğin çağdaş Türkiye'sini kurma çabalarımıza önemli katkılarda bulunacağına inanıyorum. Ayrımcılığın önlendiği, insanların eşitlik ilkesi çerçevesinde hak ve özgürlüklerini adil biçimde kullandığı, kadınlarımızın yönetimin her aşamasında daha çok temsil edildiği bir dünyada yaşamak umuduyla, tüm kadınlarımızın Dünya Kadınlar Günü'nü kutluyor ve esenlikler diliyorum.'' 8 MART 2006'DA BAZI RAKAMLAR... BM tarafından yapılan bir araştırmaya göre; 1. Dünyadaki işlerin yüzde 66’sı kadınlar tarafından görülüyor. 2. Buna karşın kadınlar dünyadaki toplam gelirin ancak yüzde 10’una sahipler. 3. Dünya’daki mal varlığının ise yüzde 1’ine sahipler. 4. Başka bir değişle dünyadaki işlerin yüzde 34’ü erkekler tarafından görülüyor ama erkekler dünyadaki toplam gelirin yüzde 90’ına ve toplam mal varlığının yüzde 99’una sahipler. Türkiye’den Rakamlar 1. Şehirlerde evli kadınların yüzde 18’i, köylerde de yüzde 76’sı eşleri tarafından dövülüyor. 2. Kadınların yüzde 57,7’si evliliklerinin ilk gününde şiddetle karşılaşıyor. 3. Aile içi suçların yüzde 90’ını kadına karşı işlenen suçlar oluşturuyor _______________________________________________________________________________ Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde canları pahasına bugünün yaşam koşullarını kadınlara sağlayan emekçi kadınları ve onların yiğit önderlerindren Clara Zetkin, Rosa Luxemburg ve Nadejda Krupskaya'yı saygıyla anıyoruz... .
-
İSLAMIN SALİKLERİ VE SÜLÜKLERİ. (Siyasete, ticarete tarikat görüntüsü altında sömürü ve yağmaya alet edilmesi ile din, ulviyet ve kutsiyeti yokedildi)
. İslamın Salikleri ve Sülükleri... Her dinde olduğu gibi, İslamiyette de dinin ''salikleri'' ve ''sülükleri'' vardır. Sözlükte, ''bir yola giren, bir yolda yürüyen'' anlamına gelen salik, din terminolojimizde ''İslama inananlar, din mensupları'' demektir. Dini ve devleti ile hiçbir sorunu olmayan Anadolu insanı bu tanımın kapsamındadır. Dinin bir de sülükleri vardır. Bunlar, ''âlim'' ve ''şeyh'' adı altında, saf müminlerin parasını, dövizini, malını, arsasını, yani tüm maddi kaynaklarını sülüklerin kan emdiği gibi emerler. Bilim insanlarının araştırmalar sonucu ulaştığı bulgular, yaratılışın başlangıcından itibaren insanoğlunun, inanma ve tapınma duygusu taşıdığını ortayakoyar. Yine bu araştırmalardan anlıyoruz ki, yeryüzünün neresinde olursa olsun ilkel ya da uygar bütün toplumların inandığı bir dini ve tapındığı bir tanrısı vardır. Zararlılardan korunursa inanma duygusu ve din, kendi saf, temiz ve özgün ikliminde insanları mutlu eder, sevecen yapar, hak arama duygusunu besler, iyilik ve güzelliklerin, birlikte yaşama isteğinin ve toplumsal huzurun tükenmez esin kaynağı olabilir. Siyasete ve ticarete, tarikat görüntüsü altında sömürü ve yağmaya alet edilmesi halinde din, ulviyet, kutsiyet ve etkinliğini yitirir, işlevsel (fonksiyonel) ve niteliksel değişime uğrayarak sosyal barışın temelindeki dinamite dönüşebilir. Üzülerek belirtelim ki Türkiye, 12 Eylül'ün ''Atatürkçü'' generalleri sayesinde din ve tarikat simsarlarının pençesine düştü, ama ne düşüş... Görüldüğünden ve sanıldığından çok daha derin, etkin, yaygın, devlete ve topluma egemen ve devasa biçimde örgütlü... Her dinde olduğu gibi, İslamiyette de dinin ''salikleri'' ve ''sülükleri'' vardır. Sözlükte, ''bir yola giren, bir yolda yürüyen'' anlamına gelen salik, din terminolojimizde ''İslama inananlar, din mensupları'' demektir. Dini ve devleti ile hiçbir sorunu olmayan Anadolu insanı bu tanımın kapsamındadır. Dinin bir de sülükleri vardır. Bunlar, ''âlim'' ve ''şeyh'' adı altında, saf müminlerin parasını, dövizini, malını, arsasını, yani tüm maddi kaynaklarını sülüklerin kan emdiği gibi emerler. Allah sevgisinin saltanat tutkunluğu ve zenginlik hırsı ile bağdaşmazlığına, sekizinci yüzyılın büyük mutasavvıfı Ethem 'in oğlu İbrahim , ilgili tüm kaynaklarda simgesel ve çarpıcı bir örnek olarak saygı ile anılır. Bu Belh'li şehzade, görkemli bir yaşam sürerken gece sarayının damından bir ses duyar, ''Kimsin, ne arıyorsun orada'' diye sorar. ''Devemi kaybettim, onu arıyorum'' yanıtına şaşarak ''Bre adam, senin deve, benim damda olabilir mi?'' deyince şu karşılığı alır: ''Haklısın Ethem oğlu İbrahim, yaşadığın saray ve ipek kumaştan yapılmış yatakla Allah rızasının bir arada olamayacağı gibi, kanadı olmadığına göre, benim deve de bu damda olamaz'' der... Bu gizemli ve anlamlı uyarı, etkisini gösterir, Şehzade İbrahim, tüm varlığını yoksullara dağıtır, ''az'' la yetinir, nefsini yener ve Hak yolunda çok sade bir yaşam sürdürür. Müslüman bir topluma manevi anlamda örnek ve önder olmak isteniliyorsa varlığı yoklukta, görkemi sadelikte, onuru düzgün yaşamda arama ilkesine uyma zorunluluğu vardır. Bu prensip, sadece sufiler için değil, ''ulema'' için de geçerldir. Tarihte topluma kutupyıldızı olmuş bütün sufiler ve din bilginlerinin yaşam felsefesi budur. Bunların padişahları etkileyen saygınlıkları ve toplumu yönlendirebilme güçleri buradan gelir. Gönül dünyamızın bu mimarlarının yerini şimdilerde şarlatanların aldığına ilişkin yüz kızartıcı bir örnekten söz etmek isterim: Bir sözde din adamının, geçen yıl Münih'teki bir konuşmasında ''Peygamberin idrarını içerim, idrar da ne ki, kakasını getirin, onu da yerim'' dediğini (nasıl olsa getirilemeyeceğini biliyor), çok satan bir gazetenin Almanya baskısı yazdı ama kimsenin kılı kıpırdamadı. Edep ve hayâ timsali olan Hz. Muhammet 'in yüce ruhu, bu terbiyesizlikten hiç kuşkusuz ki ciddi biçimde incinmiştir. Maalesef çok cemaati de olan bu hoca ve benzerlerinin yıllardır değişik Avrupa ülkelerinde sergiledikleri hezeyanlar, Diyanet'çe cevapsız ve devletçe de takipsiz kaldı. Sonuçta, saf gurbetçilerimiz, belli kesimin politikacıları, hoca ve şeyh bozuntuları ile Cumhuriyet karşıtı dernekler ve bilinen holdingler eliyle çok yaman soyuldular, hem de camilerde, bin kere tövbe, Kuran ve hadisler, hırsızın kapıyı açtığı maymuncuk gibi kullanılarak... Sosyal bir kurum olma niteliği ve sosyolojik gerçekliği itibarıyla dindeki yozlaşmanın toplumsal yansımaları, aldığı mesafe bakımından toplumdaki dengeleri ve devletin yerleşik sistemini sallıyor ve sarsıyor. Türkiye'nin çok tehlikeli bir zemine doğru sürüklenmekte oluşunu herkesle birlikte siyasi partiler de seyrediyor; kimileri acz içinde, kimileri de teşvik ederek. Yazımızı, İslam Peygamberi'nin tam da bu din palyaçolarının mel'anetleri ile örtüşen iki hadisi ile bitirelim: ''Bizi aldatan bizden değildir / Allah'ın laneti ümmetimi aldatanların üzerinedir.'' (Keşfülhafa 2/266-67) ___________________________________ A. Gani AŞIK İlahiyatçı
-
ATAİST ARKADAŞLAR LÜTFEN OKUYUN
Sevgili arkadaşım YE SETTAR... Öncelikle düşüncelerinize saygılı olduğumu belirtmek isterim. Hikayenizi okudum ve tabiki hoş... Hikayen ile ilgili düşüncem şu; Aslında, hiçbir acı ve ıstırabın bulunmadığı bir var oluş, insanoğlu için çekilmez olurdu bana göre. Her şeyin beyaz olduğu bir dünya, her şeyin siyah olduğu bir dünya ile gerçekte aynıdır aslında ve salt tıbbi açıdan bakıldığında, acı önemli bir işleve sahiptir. Acı yalnızca kötü bir şey değildir, aslında da vücudun işlerin iyi gitmediğine dair bir uyarısıdır. Acı insanlık durumunun bir parçasıdır. Yalnızca bu da değil: Acı ve zevk diyalektik olarak birbiriyle ilişkilidir. Acı yoksa zevk de olamaz. Keza yorucu bir çalışma döneminden sonra çok daha iyi dinleniriz. Acıyı duymamamak onunu araştırmamak, sorgulamamak, tedavi etmemek veya acıyı dindirmemek anlamına gelmez ve mutlaka çözümlar aranır. Bulunur veya bulunmaz ama ne pahasına olursa olsun araştırılır / araştırılması gereklidir. Tıpkı bugün bilimin ve bizlerin yaptığı gibi... Bir yaratıcının olması konusunda şunlar söylenebilir belkide. Bu tanrı olsun veya kozmik güç olsun falan filan neyse ama gördüğümüz ve yaşadığımız gerçek bir dünya var. Tabiki yaratıcılık konusunda varlığı yokluğu bile tartışmaya gerek duyulmayacak kadar inanılmaz buyüklükte bir sistem var ve bunu kabul etmemek hakikaten delilik olur. Fakat benim anlayamadığım konu şu; Tanrıyı ve dinleri sorgulayan birine neden hemen ateist olarak değerlendiriyorsunuz. Yapılan bence büyük bir yanlış ve bu yanlış Teistleride, Ateistleride kutuplaşmaya ve ayrımlaşmaya götürür ki bundan da herkes zararlı çıkar. Son olarak şunu söyleyebilirim Evet bir doğa var, evet bir evren var, evet bir güneş var ve kısacası mükemmel bir sistem var ve bizler bu sistemin içerisinde küçük ve mavi renkli bir gezegene sahibiz. Tanrılar bizden onlara sürekli dua etmemizi, onlara sürekli şükretmemizi ve onlara adaklar, kurbanlar adamamızı neden istiyor. Neden dinimizi daha anlamlı, daha güzel, daha anlaşılır, daha mantıklı ve insanları çekici hale getiren bir yapıya büründürmeyelim, Neden kuşku ve tereddütleri yok etmeyelim, Neden onları insanların hizmetin daha gerçekçi bir şekilde yorumlanabilecek hale getirmeyelim. Neden... Lütfen bunları düşünen birini hemen ateist olarak değerlendirmeyi bırakın... İnanın bana onların da mutlaka bir inancı var ve onlarda sizler bizler gibi düşünen, yorumlayan, sorgulayan, araştıran insanlar. Günümüzde artık insanlar ilkelliklerini, feodal yapılarını ve geçmiş yaşamlarını yaşamıyor. Bugün uygar bir dünyanın çocukları olarak Gelişmiş olsun gelişmemiş olsun, Müslüman olsun Irıstiyan olsun, Ateist olsun budist olsun hepimizin ortak yaşadığı bir Dünyası var ve butun bu ülke toplumları inaçlarına göre yaşadıkları bir düzende yaşıyorlar ve bu inançlarına göre oluşmuş düzenleri onları artık mutlu, huzurlu ve refah sahibi yapmaya yetmiyor. Bırakın insanlar düşüncelerini açıklasınlar, inandıkların yaşasınlar ama kimsenin huzurunu kaçırmasınlar... Toplum olarak artık dinimiz, inancımız ne olursa olsun birleşmeye, bütünleşmeye ihtiyacımız var. Vakit kaybetmeden ileriye bakmamız, geleceği planlamamız, her alanda başarı yakalamamız hepimizin ortak hedefi olmalı. Bilimsellikten uzak bir insanın inancıda bir o kadar uzaktır bana göre. Yani İnsanın aklını ve duygularını, isteğini, vicdanını, geliştirdiği, hayatına anlam ve amaç verdiği sosyal hayatın içindedir. Kendisini ölümü tam ve sonsuz mutluluğa açılan kapı olarak gördüğü rüyasında yanlız bir duacı olarak hücresine kapatmaz. İnsan Hayatını toplumun yararlı ve ilerlemeye katkıcı bir bireyi olarak şekillendirmekle meşgul olmalıdır bence. Lütfen artık bu gerçekleri görelim... Sevgi ve saygılarımla...
-
ULUSALCI YÜKSELİŞİN NİTELİKLERİ...(Ulusalcılık nedir ve düşüncenin temeli, Ulusalcı yükseliş, Nasıl ve neden ortaya çıkmıştır, Ulusalcılar kimlerdir?)
. ULUSALCI YÜKSELİŞİN NİTELİKLERİ... Türkiye’de son dönemde kabaran ulusalcı dalga herkesin ilgisini çekiyor. Ulusalcılık ve ulusalcılar hakkındaki tartışmalarda büyük artış olduğu görülüyor. Bu tartışmaları sağlıklı bir zemine oturtabilmek için, öncelikle ulusalcı dalganın niteliklerini ortaya koymak gerekmektedir. Ulusalcılık nedir? Ulusalcı düşüncenin temelinde yer alan olgular nelerdir? Ulusalcı yükseliş, nasıl ve neden ortaya çıkmıştır? Ulusalcılar kimlerdir? Nereden yönlendirilirler? Ne yer, ne içerler? Arkalarındaki güç ya da güçler kimlerdir? Son altmış yıldır, ortaya çıkan düşünsel ve siyasal akımların önemli bir kısmının, dış destekli ve odaklı olmasından kaynaklanıyor olsa gerek, ulusalcılığı kavramakta zorlananlar var. Ulusalcılığın arkasında herhangi bir dış güç ya da odağın olamayacağını kestirebilenler, bu kez de, halktan soyut bir iç odak ya da gücün arayışı içerisine giriyorlar. ___Türk toplumunun sosyolojik yapısını kavrayamayan, bu toprağın insanını tanımayan, onun yetenek, kabiliyet ve duyarlılıklarının farkında olmayanlar, ulusalcılığın, ulusun kendi içinden çıkan, doğal bir tavır olabileceğini göremiyorlar. ___Ulusalcılığın, bu toprakların kaygılarından, ihtiyaçlarından ve beklentilerinden beslenen bir duyuş ve düşünüş olabileceğini anlayamıyorlar. ___Türkiye’de, son dönemde ortaya çıkan ulusalcılık, gerçekten, toplumsal bir tepki hareketidir. ___İnsanların, olan bitene karşı duydukları rahatsızlıklardan ortaya çıkmaktadır. ___Tıpkı, Yirminci Yüzyılın başına kadar gecikmiş ve Osmanlı içindeki diğer unsurların ayrılıkçı milliyetçiliklerine bir tepki olarak (dolayısıyla en son) ortaya çıkan, Türk milliyetçiliği gibi. ___Söz konusu ulusalcığın kökeninde, Türk ulus-devletinin kurucu ideolojisi olan, Atatürk Milliyetçiğinin yattığını da belirtmemiz gerekmektedir. Pekiyi, ulusalcılar, bugün, neye karşı tepki duymaktadırlar? Elbette, en temelde, ülkelerinin düştüğü ya da düşürüldüğü duruma karşı. Vergisini ödedikleri, gayri safi milli hasılasını bölüştükleri, iyisine ya da kötüsüne ortak oldukları, sıkıntısını çektikleri, ortak dilini konuştukları, biricik kültürünü paylaştıkları ve gerektiğinde uğrunda hayatlarını ortaya koydukları ülkelerinin, yüz yüze olduğu, yok olma tehlikesine karşı. Ulusalcılar, daha başka nelere tepki duymaktadırlar? Her tür sömürüye, aldatılmaya, kullanılmaya, geri bıraktırılmaya, yoksulluğa, yolsuzluğa, komşudaki işgale, Guantanamo’ya, Ebu Garib’e, başa geçen çuvala, Kürdistan’a, bölünmeye, kaybedilen Kıbrıs’a , ekümenik olmaya çalışan patrikhaneye, soykırım iddialarına, dış borca, cari açığa, özelleştirme adı altında peşkeşe, Atatürk düşmanlığına, din istismarcılığına, uşaklığa, onursuzluğa, küreselleşmeye, AB’ye, ABD’ye, AKP’ye, v.s.. ___Bu bağlamda, sağcı, solcu, İslamcı, laik, zengin, yoksul, Alevi, Sünni, doğulu, batılı, köylü, şehirli, genç, yaşlı, kadın, erkek, okumuş, okumamış, her kesimden insan, bu tavır etrafında birleşebiliyor. ___Hem de, söz konusu bu kategorik ayrımlar çerçevesinde, geçmişte verdikleri kavgaların, emperyalist kışkırtmaların birer ürünü olduklarını kavramış olarak. ___Farklı kökenlere, inançlara ve düşüncelere sahip olmalarının, ortak ulusal çıkarlarını savunma ve koruma ideali etrafında kenetlenmelerine engel oluşturmadığının farkında olarak. ___Ortak yolcusu oldukları geminin batmasına seyirci kalmalarına, hiçbir farklılığın gerekçe oluşturamayacağı düşüncesine sahip olarak. ___Bu çerçevede, ulusalcılık, bütün faklılıkların ötesinde, bir üst düşünce ve ideal olarak ortaya çıkıyor. ___Ulusalcılık, birçok ideolojiden besleniyor, ancak, hiçbirinin esiri olmuyor. ___Her ideolojinin doğru ve yararlı boyutlarını savunuyor ve kabul ediyor. ___Ancak, bir ulusal bütünlük içerisinde, tüm ideolojik yaklaşımların üzerinde yer alıyor. ___Öte yandan, ulusalcılık, bazılarının iddia ettiği gibi, ırkçı ve hegemonyacı bir özellik taşımıyor. ___Çünkü, bizzat kendisi, Batı kaynaklı etnik-merkezciliğe ve hegemonyacılığa karşı bir tepki hareketi olarak yükseliyor. ___Diğer taraftan, ulusalcılık, birilerinin dediği gibi, kuru hamasete ve duygusallığa dayalı olarak gelişmiyor. Aksine, son derece akılcı ve gerçekçi tahliller üzerine kuruluyor. ___Ayrıca, değişmeye, gelişmeye, dünyaya kapalı ve demokrasi karşıtı bir tutum içerisinde de bulunmuyor. ___Tam tersine, bu değerlere gerçekten ulaşmanın yolunun, tam bağımsızlıktan geçtiğini düşünüyor. ___Bu açıdan, demokrasiye ve kalkınmaya, sömürgecilerin dümen suyunda ulaşılabileceğini düşünen bakış açısının, tam karşısında yer alıyor. ___Dolayısıyla, ulusalcılık, bazılarını iddia ettiği gibi, omurgasız, başı, sonu belirsiz bir yapı arz etmiyor. ___Aksine, çok belirgin ve net bir duruş sergiliyor. Berrak, yalın ve anlaşılır tezlere sahip bulunuyor. Bu yüzden de her yerde karşınıza çıkabiliyor. -¬ Ulus nerede ise, ulusalcı tavır oradadır. Çünkü, o, ulusun kendi (öz) tavrıdır. -¬ Ulus nerede ise, ulusalcı tavır oradadır. Çünkü, o, ulusun kendi (öz) tavrıdır. -¬ Yani, ulusalcığın arkasındaki güç, ulusun ta kendisidir. -¬ Ulusalcılığın, yenilmez gücü de buradan kaynaklanıyor. -¬ Ulusun varlığı devam ettiği sürece, ulusalcılık, var olacaktır. -¬ Diğer bir ifade ile, ulusalcılık, ulusu kuran, koruyan, yücelten ve güçlendiren bir düşünce ve eylem olarak, ulusla birlikte varlığını sürdürecektir. -¬ Tüm bu özellikleri ile ulusalcılık, kavranması zor, karmaşık bir yapıya sahip değildir. -¬ Onu, doğru anlayabilmek için, biraz yerel düşünmek, azıcık, yurt ve ulus (isterseniz siz bunlara ‘vatan’ ve ‘millet’ deyiniz) kaygısı çekmek, birazcık, akıl ve vicdan sahibi olmak yeterli olacaktır. -__________________________- _ Haldun Çancı - 01.03.2006_
-
ÜNİVERSİTE KONSEYİ DERNEĞİ... (700 akademisyenden eğitimdeki gerici ve bilim dışı müdahalelere karşı ortak tavır...)
Eğitimdeki bilim dışı uygulamalara karşı çıkan Üniversite Konseyleri Derneği, ''fen ve biyoloji ders müfredatının değişmesi için'' 700 akademisyenin imzaladığı dilekçeyi, yarın (03 Mart 2006) saat 11.00'de Milli Eğitim Bakanlığı'na verecek. Fen bilgisi ve biyoloji derslerinde ''Evrim Kuramı'' nın öğretilmesini engelleyen, yaratılış görüşünün öğretilmesini destekleyen karar ve uygulamaların geri alınması için mücadele veren dernek, bakanlığın yapacağı değerlendirmenin, konunun hukuksal düzleme taşınması için de belirleyici nitelik taşıdığını açıkladı. 'Laiklik ilkesiyle çelişiyor' Dilekçeye ek olarak, değişiklik kararına gerekçe oluşturması için akademisyenler tarafından hazırlanan bilimsel bir mütalaayı da bakanlığa sunacak olan Üniversite Konseyleri Derneği, özetle şu noktalara dikkat çekti: ''Günümüzde yaşanan gelişmeler 'Evrim Kuramı' nı bir gerçek olarak kabul eder. Yaratılış ise bilimsel değil, dinsel bir öğretidir. Bilimsel olmak yerine, dogmatik bir eğitim ve öğretimin, gelecekte yetişecek genç kuşakları bilimsel düşünceden yoksun bırakarak ülkemizin bilimsel ve teknolojik gelişmesinin önüne geçeceği açıktır. Evrimle ilgili gelişmeleri doğru olarak yansıtmayan biyoloji ders ve kitaplarını ortaöğretimde yetişmekte olan öğrencilere dayatmak, aynı zamanda eğitim ve öğretimin temel amaçlarına aykırı bir nitelik taşımaktadır. Kitaplarda yer alan ifadeler, anayasanın laiklik ilkesiyle de çelişmektedir.''
-
NAKŞİBENDİ TAHRİKANITIN CUMA DERGİSİNDE Yayınlanan "CİHAT çağrısında bakın neler yazıyor... (CİHAT YAPIP DİNİMİZİN NAMUSUNU KORUNACAKMIŞ...)
. NAKŞİBENDİ TAHRİKANITIN CUMA DERGİSİNDE Yayınlanan "CİHAT çağrısında bakın neler yazıyor... (CİHAT YAPIP DİNİMİZİN NAMUSUNU KORUNACAKMIŞ...) Nakşibendi Tarikatının Cuma dergisinde yayınlanan ‘cihad’ çağırısında şunlar yazılı; “Müslüman olarak bizlerin hem namusumuza kastederler, hem ibadet ettirmezler, hem de kendi topraklarında esir hayatını, yani Müslümanların kanı akıtılarak kazanılmış topraklarda esir gibi yaşatırlar. Bizler artık dinimizi ve topraklarımızı bu pis, necsiz, soysuz satılmışlardan kurtarmalıyız... Onlara karşı tek yumruk haline gelmeliyiz. Onların ilkel ve sadist kafalarını koparmadıkça dinimiz, şehit kanlarıyla sulanmış bu mukaddes topraklarda esir olmaya devam edecektir... Biz müslümanlar; biz de dinimizi ve namusumuzu koruyacağız. Çünkü Kur’an-ı Kerim bizlere şehitliği müjdeliyor. Peygamberlikten sonra gelen mübarek makamı... Cihad farzdır. Cihad edelim, birleşelim, Uykudan uyanalım...” Bir çok İslamcı yazarının, akademisyeninin ve politikacısının yazılar yazdığı bu tarikat dergisi, İslam yolunda cihad çağrısı, bir başka ifadeyle İslamcı bir ayaklanma çağrısı yapmaktadır İNANILIR GİBİ DEĞİL...
-
HIRİSTİYANLIK VE PAGANİZM VE DE İSLAM...
Verdiğiniz bilgiler için teşekkürler sevgili A.T.
-
KURTLARLA HAYALİ TATMİN... (Yani milletin kahraman ihtiyaca birtürlü karşılanamıyor ve BEYAZPERDEYİ böyle sanal kurtlar işgal ediyor...)
. KURTLARLA MASTÜRBASYON!.. Kurtlar Vadisi’nin filmine ben de gittim.Önce teknik, sonra asıl sorunu yazalım: Televizyondaki diziyle beyazperdedeki film arasında teknik açıdan dağlar kadar fark var. Bu “fark” filmdeki “Amerikan parmağından” kaynaklanıyor. Ancak onca para harcanmasına rağmen neredeyse filmin tamamı dublajdı. Niye sesli çekim yapılamadı anlayamadım, bazı sahneler inanılmaz komikti. Mesela Askerler cipin içinde değil de sanki hamamda konuşuyordu. Arabalardaki ağır makineli tüfekler(!)Amerikan envanterinde bulunmayan Rus Docka’ların plastik taklit olanıydı ve çok matraktı. Düşmanı güya keskin nişancı tüfeğiyle izleyen Polat Alemdar’da dünyanın en salak sniper’i gibi görünüyordu. Hedef adamın korumalarından birini vurup adamı kabak gibi ortaya çıkaramıyordu. Filmde tarikat ve tarikatın zikir sahnesi çok uzun vurgulanmıştı. Ses, zikir değil de “İslamik Rock” gibiydi çok öne çıkmıştı niyeyse!? POLAT VE KÖTÜ ADAMIN ATIŞMASI Gelelim oteldeki meşhur diyaloga; Polat ile ana düşman Marshall’ın atışmasına... Oteli taşıyan kolonlar Polat ve arkadaşları tarafından C-4 patlayıcı ile donatılmıştır. Polat Albay Mayville konumundaki Marshall’ı karşısına oturtur. Niyeti;elindeki uzaktan kumandayla oteli uçuracağı tehdidiyle Amerikalı’ya çuval geçirecektir. Amerikalı: “ Silahınızı, donunuzu bile biz veriyoruz, kırmızı çigilerinizi, Kerkük-Musul ve Türkmen değerlerinizi perişan ettik.Bunlara kızmadınız da çuvala niye kızdınız? Diye sorar. Polat’ın cevabı zurnanın zırt dediği yer; “ben asker veya diplomat değilim” Diyerek yan çiziyor ve gereken cevabı vermiyor sineye çekiyor! Türklerin ruhuna atılan ikinci psikolojik çizik işte tam burası! Yani bir taşla birakaç kuş birden vuruluyor; Ordu, hatta Türkiye açıkça aşağılanıyor! POLAT HERKESİ MEMNUN EDİYOR Polat Alemdar ve arkadaşları hem Arapları hem Kürtleri hem Türkleri memnun ediyor. Yani bu grupların ortak düşmanlarını temizliyor rahatlatıyor. Polat yine ayni Polat; bön bön bakan, yumruk atmasını bile beceremeyen bir tip. Ama bu haliyle bile Türkiye’yi “kurt bağımlısı” yapmaya yetiyor. Peki nasıl oluyor da böyle oluyor? NİYE KURT BAĞIMLISI OLDUK? Sebebi şu: Müslümanların hedefindeki Amerika ve İsrail tüm düşmanlarını dünyanın neresinde olursa olsun buluyor imha ediyor. Amerika ta 10 bin km den geliyor bizim sınırın hemen öte yanında ne Kerkük, ne Musul ne kırmızı çizgi bırakıyor. Koca Türkiye yerinden kımıldamıyor, hiç bir şeye karışmıyor, sadece seyrediyor! Ne teröristlere ne kendine hakaret eden Amerikalı’ya ne devlet kuranlara hiç bir şey yapamıyor. Hatta PKK liderini bile yıllarca sınırın hemen öte yanında bulup temizleyemiyor.Koca koca operasyonlar yapılıyor, uçaklar helikopterler kalkıyor hasılat yok! Çekingen, kırılgan, korkak politikalarla Türk Milleti ezim ezim eziliyor. Yani ülkenin milletin kahraman ihtiyacı bir türlü karşılanamıyor. Böyle olunca ekranı beyazperdeyi böyle sanal kurtlar işgal ediyor. Biz de ekran ve beyazperde karşısında 70 milyon sahte kurtlarla mastürbasyon yapıyoruz. İşte; tüm ülkede “kurt sendromunu” yaratan hadise budur. _________ 17.02.2006 / T. BAHÇİVAN
-
MİLLİ ŞÖĞÜŞ TEŞKİLATI... (Ey müminler, cami yapacağız, TV, fabrika kuracağız Allah için.. Haydi paralar... Sakallı, cüppeli, tayfa paralarla kayboldu)
. MİLLİ GÖRÜŞ (PARDON SÖĞUŞ) TEŞKİLATI... Yani trilyon başına 1 ay konforlu ceza oh ne ala. 28 Kez Hac’ca giden partisinden olmayana “patates dinli”diyen “hoca”. Yasa çıktı ama parayı nasıl ödeyecek, ödeyecek mi lafı bile geçmiyor. Yani “fakir fukara garip gureba” parası nasıl geri ödenecek konu bile değil. Milli Görüş Teşkilatı’nın kurucusu, hocaların hocası Prof.Dr.Necmettin Erbakan. Bu “teşkilat”mensuplarının topladığı paraların miktarını bilen yok. Çünkü kaydı kuydu yok, ortaya seriyor çarşafı sakallı... Sonra: “ey müminler, cami yapacağız, televizyon, fabrika kuracağız Allah içiin....” Haydii paralar, parmağında yüzükler kolunda bilezikler ortaya.... Sakallı, cüppeli, karanlık yüzlü, şişgöbekli tayfa, çarşafı toplayıp paralarla kayboldu. Sonra? Sonrası vahim Avrupa’da yaşayan yüzbinlerce işçinin emeği uçtu gitti. Bir de bunun Türkiye ayağı vardı tabii, ayni yöntemle burayı da soydular. Biliyorsunuz kurdukları dandik şirketler holdingler battı gitti hesabını soran olmadı. Bu tür işlere kentlerde argo “söğüşlemek”deniyor köylüler pek bilmez. Dolayısıyle bu teşkilat zamanla “milli söğüş” teşkilatına dönüştü. Teşkilat Almanya’da kuruldu büyüdü gelişti hatta himaye edildi. Çok ilginçtir, Erbakan Hoca’nın Almanya’yı eleştirdiğini duydunuz mu hiç? İKTİDARIN KÖKENİ... AKP İktidarı’nın oluşmasında bu teşkilatın payı büyüktür. Din, iman edebiyatı ve bu toplanan paralarla iktidar oldular. Bu sonuçta; demokrat, milliyetçi, liberal geçinenlerin başarısızlığı da çok etkili oldu. Parti kurucularının ve iri mensuplarının büyük çoğunluğu bu teşkilattan gelme. Yani Hoca Efendi’nin rahle-i tedrisinden geçmeler. Eh bu kadar kıyak yapacaklar tabii hocalarına.”Talebenin hocasına kıyağı yasası!” BEKTAŞİ NE GÜZEL DEMİŞ... “Hararet nar (köz) dadır sac da değildir/ Hırkada giyside tac da değildir. Her ne ararsan kendinde ara/ Mekke’de Medine’de Hac’da değildir.” Hacı Bektaş-ı Veli ne güzel anlatmış her şeyi;ne olursan ol, ne giyersen giy, ne dersen de. Kaç kez Hac’ca gidersen git hepsi boş. Her şey yürekte vicdanda biter, yani özünde! Oysa bunlar kendilerine benzemeyeni ya da öyle görünmeyeni dışladılar hep. Acayip kılıklarla söylemlerle “İmam hatip, türban, sakal “ diye diye geldiler. İşte onların asıl yüzü bu; ne adalet, ne hak ne hukuk adamına göre uygulama. Hocaya 11 ay keyifli “ceza” milletvekili çocuklarına diplomatik pasaport imtiyaza bak! Ülkede Araplaşma sürecine yasaları da dahil ettiler, aşiret devletine benzettiler burayı. MEDYADA JETON DÜŞTÜ... 3 yıldır yatıp kalkıp bu iktidarı yağlayan medyamız inceden muhalefete başladı niyeyse! Bakanları ekrana çıkarmak için yarışan, manşetten yıkama yağlama yapan... Muhalif gazetecileri dışlayan, ama manşetten asparagasa düşen siz değilmiydiniz? Abdullah Gül lafı koyunca mı kendinize geldiniz, hangi yüzle inandırıcı olacaksınız? ___________ T. Bahçivan
-
SİZİN OYLARINIZ İŞTE TAYYİP İŞTE ŞERİAT !
. Evet yukarıda anlatmaya ve sorularınıza cevap vermiş olduğum kanısındayım sevgili bekir... Dinin siyasete alet olduğu bir klişe laf değil tamamıyle gerçektir. Tarihtede böyle olmuştur şimdide ki bunu yok saymak, görmezlikten gelmek tamamıyla düşünsel anlamda saplantıdan öte gidemez. Konunun anlaşılması açısından biraz açmakta belkide yarar var şöyleki; Hepimiz bugün biliyoruzki 1991'de Sovyetler Birliği 'nin çöküşüyle başlayan ''Küreselleşme'' , 2001 yılında New York 'un ve Washington 'ın El Kaide tarafından vurulmasıyla İkinci Aşamasına geçti ve bu uşamada ise dünyada ''Tarihin sonunun geldiğini'' , ''Savaşların artık bittiğini'' , ''Dünyanın liberal ekonomi egemenliğinde refaha doğru yol alacağını'' ilan eden egemen yapıdad oluşturuldu ve birinci Aşaması ancak on yıl sürdü. Küreselleşme 'nin İkinci Aşaması ise, ''Terörün küreselleştiği'' , ''Zengin ve yoksul ülkeler arasındaki farkın açıldığı'' , ''ABD'nin saldırganlaştığı'' , ''Dinler ve mezhepler arası çatışmaların yeniden şiddetlendiği ve yaygınlaştığı'' bir dönemi belirliyor olması ve en acı tarafının da kaç yıl sürecek belli olmaması tehlikenin büyüklüğünü ortaya koymaya yetiyor sanıyorum. Tüm bu nedenler göz önünde bulundurulduğunda bügün ülkemize ve müslüman ülkelere baktığımızda İnanca dayalı din ve mezhep, bireylerin, özellikle de meslek sahibi olmayan ve kendini kişisel olarak kanıtlamamış olan bireylerin esas kimliğini oluşturmaktadır; Tarım Dönemi 'nden, Ortaçağ 'dan, ülkelerin ve yönetimlerin kendilerini din ve mezheple özdeşleştirdiği, bireylerin de bu özdeşlik içinde tanımlandığı dönemden gelir ve toplumların ve bireylerin bilinçaltlarına adeta kazılması için ideal bir zemin oluşturulduğu ortadadır. Sonuçtada bütün bu tespitlerden anlaşılacağı gibi, Türkiye''de sosyal sorunların başında ileriye yönelik toplumsal bütünleşme yerine geriye dönük kabileci toplumsal ayrışma gelmektedir ve ülkemiz açısında bu çok tehlikeli bir süreçtir ve yine zamanlama bakımından tamamıyla Ülkemizi coğrafyamızda yanlız, hasta, sorunlarla boğuşan bir ülke konumuna getirmek istiyen emperyalistlerin içine yarayacaktır. Tekrar söylüyorum din siyasetten, politikadan ve devlet yönetinden uzak durmalıdır, din bir vicdan meselesidir. Kimsenin bu ülkede din problemi yoktur ve herkes inancını özgürce yaşamaktadır ku bunlar en doğal oluşumlardır. Bugün her türlü inanç zenginliğine sahip ülkemizin barış ortamı içinde yaşıyor olmasının tek dayanağı Laiklikliktir ve Türk halkı secimini laiklikten yana kullanacağıda bariz bir gerçektir... Dost sevgilerle...
-
SİZİN OYLARINIZ İŞTE TAYYİP İŞTE ŞERİAT !
Birkere şurada anlaşalım bekir... Ben dine karşı değil dinin politikaya alet olunmasına, dini ecnebinin kullanmasına ve dini laik ve demokratik sistemin değiştirme hedefinine karşıyım... Bugün din kisvesi altında cemahatleşerek özünde dindarlaşma kadar giden ve bireyi tek bir emir-komuta sistemine bağlayan bir yöntem vardır. Doğal olarak bu anlamda cemaat üyesi Müslüman, kendi dini alanı içinde özgür olmayıp, başkasına bağımlı, o merkez tarafından kontrol edilen, pasif/edilgen bir kişiliğe sahip olmaktadır. Bir başka ifade ile kişi dindarlaşırken aslında köleleştirilmektedir. Artık, dini algısı ve buradan doğan din anlayışı, dini kavramların anlamı ve niteliği, kendi dışında kendisine "öyledir" diye anlatılanlardan oluştuğu tehlikeli gerçek ile karşı karşıyadır. İşte bu sebepledir ki, din/İslam tektir ama Müslümanlıklar birden çoktur. Her cemaat, kendi Müslümanlığını yapılandırarak, ötekinden farklılaşmıştır. Hatta aynı mezhep içinde birden çok Müslümanlık algısı ve yorumu vardır... Cemaatleşmenin etkisizleştirerek kendine bağımlı kıldığı insanlar, biyo-robotik davranış göstermeye başlarla. Bu tip örgütlenmelerde "adanmışlık" düzeyi örgüte bağlılık arttıkça artar ve gittikçe kutsal nitelik kazanarak, en sonunda tavizsiz teslimiyete kadar dönüşmektedir. Örgütün idleri ve kendi için ölüme hazır pek çok kimse bulunabilir. Dinin kendisi ile, dinden üretilen ve din ile ilişkilendirilen örgüt iç içe geçmiştir. Birey için din gibi görülen şey cemaat midir, yoksa dinin kendisi midir belli değildir... Sonuç olarakta sevgili bekir... Cemaatlerin köleleştirdiği gruplar, İslam''ı moderniteye yenik düşürmüşler ve düşürmektedirler. Hiç birinin AB karşısında söyleyecek sözü yoktur. Felluce katliamına tek bir itiraz sesi duyamazsınız. Türkiye''de Misyonerler cirit atmasına rağmen, onlar başka diyarda gibidir. Vatan toprakları satılırken, hiçbir şehit akıllarına gelmemiş gibi davranmaktadırlar. Kısacası, onlar, vatansızlaştırılmış, milliyetsizleştirilmiş sadece Müslüman olduklarını düşünen kimseler durumundadırlar. En kötüsü, peygambere ve Allah''a ulaşmak için cemaat odasında beklememizi isteyerek, zihnimizi köleleştirmekte, bizi enternasyonal kimlikle donatarak, kendi ülkemize, toplumumuza yabancılaştırmaktadırlar.... İşte bu nedenledirki Laik ve demokratik bir Türkiye için bu oluşumlar demokratik bir yapıdan alabildiğine yararlanarak bugün sinsi bir tehlikeye dönüşmektedir... Ve bizler bu gerçeklerin farkındayız ve sonuna kadar bu oluşumlarla mücadele etmeyi bir borç biliriz... Sevgiyle kalın...
-
8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ
. KADINLARIMIZ Toprak öyle bitip tükenmez, /dağlar öyle uzakta, sanki gidenler hiçbir zaman hiçbir menzile erişemeyecekti. Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle Ve onlar ayın altında dönen ilk tekerlekti. Ayın altında öküzler başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi ufacık kısacıktılar ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında ve ayakları altından akan toprak, toprak, ve topraktı. Gece aydınlık ve sıcak ve kağnılarda tahta yataklarında oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı. Ve kadınlar birbirlerinden gizleyerek bakıyorlardı ayın altında geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. Ve kadınlar bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve kara sabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız şimdi ayın altında kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı, aynı yorgun alışkanlık içindeydiler. Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde ince boyunlu çocuklar uyuyordu. Ve ayın altında kağnılar yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru. NAZIM HİKMET ______________________________________________________ Bana göre emekçi kadınlar kavramı bugün daha da bir anlamlıdır. Ev hanımı ve iş kadını olarak gördüğümüz kadınlarımızın çalışma ve çalışamama sebeplerinin başında, başta dinsel kaynaklı olmak üzeri, kültürel ve sosyal anlamda demogojik söylemlerle karşı karşıya. Oysa ev kadınlarının çalışma ve üretme savaşımı (daha fazla özgürleşmeleri için vermelerinin önündeki engelleri kaldırmak), emekçi kadınlarımıza onların savaşçı ruhlarının geleneklerini öğretmekten geçiyor. Günümüzde emekçi kadın kavramı itici değil, tam tersine onlara sınıfsal güçlerini anlamaları ve işçi sınıfının mücadelesinde daha aktif yer almalarını için ve tarihsel nesnel gerçeklerden haberdar etmek anlamında önemi ve değeri var.. Ne mutlu bu anlamı ve değeri yüreklerinde hissedebilenlere... .
-
TAKKE DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ.... (FETHULLAH GÜLEN 'in tek amacı, ABD desteğinde demokratik yollardan Türk-İslam birliğini gerçekleştirmek değil midir?...)
25 Şubat 1998'de gazeteci Güneri Civaoğlu 'nun Kanal D'deki ''Durum Programı'' na konuk olan emekli Orgeneral Kemal Yavuz aynen şöyle demişti: ''Fethullah Gülen hangi sıfatla ve yetkiyle Papa 2. Jean Paul 'le buluşuyor, Vakitan'ın Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi onu resmi protokolle karşılayıp ağırlıyor, merak ettim...''İlkokul mezunu emekli bir vaiz, Papa ile neler konuştu, bugün kimse bilmiyor!... Bugün 5 milyar dolarlık bir sermaye gücüne sahip Fethullahçılara, Nakşi Dergâhı'nın ''Hakikat Dergisi'' şöyle seslenir: ''Bunlar Nurcu değil narcıdır...''Sakaryalı Nakşi şeyhi Öngüt Hoca 'nın tanısı da şudur: ''Fethullahçılar ahiret karşılığında dünya hayatını satın alan kimselerdir.'' Amerika ile İngiltere gibi bizlerde buradan dünyadaki Müslümanların aymazlığına baktıkça insanın ünlü deyişi yinelemekten başka çaresi kalmıyor: Bu çağda bu zekâ.. Akıllara seza!... ...
-
TAKKE DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ.... (FETHULLAH GÜLEN 'in tek amacı, ABD desteğinde demokratik yollardan Türk-İslam birliğini gerçekleştirmek değil midir?...)
. Kimi Müslüman duyduğunu işitmez, kokladığını duyumsamaz, baktığını görmez... Halil Cibran yazmış: ''Bir gün 'Göz' demiş ki: -___ Bu vadilerin ötesinde mavi sisle örtülü bir dağ görüyorum; ne güzel değil mi?.. 'Kulak' dinlemiş ve bir süre dinledikten sonra demiş ki: -___ Ama dağ nerede? Onu işitemiyorum... Ardından 'El' konuşmuş: -___ Onu duyumsamak için dokunmaya çalışıyorum, boş yere çabalıyorum, dağı bulamıyorum... 'Burun' seslenmiş: -___ Dağ yok; kokusunu alamıyorum... Göz başka bir yana dönmüş... Ötekiler kendi aralarında 'Göz' ün tuhaf düşlemine ilişkin bir konuşmaya dalmışlar... Sonra ağız birliğiyle demişler ki: -___ 'Göz' ün bir sorunu olmalı!..'' .
-
ASKERİYEDE TÜYLER ÜRPERTEN İŞKENCE SKANDALI
Sizlere katılmamak mümkün değil... İŞKENCE BİR İNSANLIK AYIBIDIR. .
-
TAKKE DÜŞTÜ KEL GÖRÜNDÜ.... (FETHULLAH GÜLEN 'in tek amacı, ABD desteğinde demokratik yollardan Türk-İslam birliğini gerçekleştirmek değil midir?...)
Teşekkürler sevgili Bedircan... Gerçekten çok ilginç... Bir topluma farkında olmadan ve halkından uzak, halkına rağmen birtakım emperyalist ülkelerin hizmetine sunulmaya (aslında sunulmuşta denilebilir) açık din ve ibadet... Hakikaten şu düşünceyi perçinleyor gibi "Müslümanın dini imanı para"... Birden aklıma şu soru geldi.... Acaba Fethullah Gülen, Bugün ABD ve CIA'ya hayır ben Iristiyanlaştırılmaya çalışılan bir dine hizmet etmek istemiyorum beni kullanıyorsunuz dese acaba ne olur... Evet sizce ne olur dersiniz...
-
FETHULLAH GÜLEN VE CIA... (Bugün 5 MİLYARDOLARLIK gücün kaynağı neredendir?... Okullarında ABD PASAPORTLU öğretmenler...)
Katkı ve paylaşımlarınız içen teşekkürler sevgili bedircan...
-
TÜRK GENÇLİĞİ BUMU ŞİMDİ?... YAKIŞIYOR MU?... (Gazi Üniversitesinde kendisini ÜLKÜCÜ olarak tanımlayan Üniversitelilern davranış ve örgütlenme biçimi)
Hadi canım sende böyle bir ciddi bir konuya güleceğimi hiç sanmıyordum... Siz mi rahat uyutacaksın bizleri... Ülkücülük adına yola çıkanların neler yaptığını bügün herkes tarafından biliniyor. Çete, mafya vb. Ne ülkücülüğü... Bence Ülke sevmek öncelikle Vatanseverlikten geçer...Sizler Ülkücülük, vatanseverlik ile özdeşleştirildiği için kutsallaştırılabiliyorsunuz. Oysa ikisi arasında fark var. Vatanseverlik çatışmacı değildir. Ülkesine bağlılıktır, onu yüceltmek ve onu savunmak amacına yöneliktir. Ülkücülük ise kolaylıkla ifrada, şovenizme ve saldırganlığa dönüşen bir cereyandır. Irkçı milliyetçilik sayısız savaşlara ve katliamlara neden olmuştur. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand boşuna "milliyetçilik/Ülkücülük savaştır" dememişti. Albert Einstein'ın söylediği de yanlış değil: "Milliyetçilik/ülkücülük bir çocuk hastalığıdır. İnsanlığın kızamığıdır." Atatürk bize dünyaya açık olgun bir vatanseverlik aşılamak istedi. Hırçın ve inzivacı bir milliyetçilik/ülkücülük değil... Bunu hiç unutmayalım...
-
Cemaatler eliyle Müslümanlaştırılan birey, özgür iradesini kaybederek, Zihnen köle olmayı hürleşme olarak algılayıp tartışma ve sorgulamayı yitiriyor.
Sevgili arkadaşım dikkat ederseniz Mevlana çağırmış fakat fethullah gidmeyi tercih ediyor... Bu bir çelişki değilde nedir... Yok dinden çıkarmışız falan filan... Siz birkere kendi içinizde liderlerinz tarafında uyutuluyor ve ABD'nin de desteği ile biryerlere çekiliyorsunuz haberiniz yok... Kimsenin dininden şüphesi yok arkadaşım. Farkında değilmisiniz memletimiz üzerinde oynanan yüzlerce oyunlardan biri de bu. Din de İman da emperyalist güçlerin oyuncağı haline gelmiş ve sizler hocalarınız tarafından bu oyuna alet ediliyorsunuz. Lütfen biraz dikkatlice etrafınıza, çevrenize ve dünyada olup bitenlere bir bakın... Yazımda belirttim ve tekrar belirtiyorum; Cemaatler eliyle Müslümanlaştırılan birey, özgür iradesini de kayıp ederek, zihnen köle olmayı hürleşme olarak algıladığından, tartışmalara ve sorgulamalara karşı duyarsız olabiliyor. şeklinde belirtilmiş. Peki böylemi olmalı. Sevgiyle kalın...
-
TÜRK GENÇLİĞİ BUMU ŞİMDİ?... YAKIŞIYOR MU?... (Gazi Üniversitesinde kendisini ÜLKÜCÜ olarak tanımlayan Üniversitelilern davranış ve örgütlenme biçimi)
Sevgili dile gel anadolum... Sizin ülkücü olarak algıladığınızı biz VATANSEVER olarak algılarız... Gelelim sizin ülkücülüğünüze... Ülkücülük öyle okullarda, falçeta, bıçak vb. aletlerle gezip korku salmak değildir... Yapılan ancak küçük dünyanın içinde lokal bekçiliktir... Şimdi size soruyorum... 1-___''Kıbrıs konusunda önündeki süreci görmeyerek Türk Kıbrıs'ın ekonomik ve siyasi teslimiyetini kabul edecek yolu açan imzayı atabilme karşısında duyarsızlıkmıdır ÜLKÜCÜLÜK?'' 2-___''ABD'yi NATO içerisinde müttefik ortak olmaktan öte, 'stratejik ortak' olarak ilan etmek bahtsızlığı mıdır ÜLKÜCÜLÜK? (Kaldıki yıllar önce 6. filoyu ülkemizden koymaya kalkan vatanseverlere önce siz engel olup düşman bellemedinizmi?) 3-___Stratejik ortağın egemenliğindeki Kerkük'te PKK irtibat bürosunun kendi bayrağını çekmesini eli kolu bağlı seyretmek mi ÜLKÜCÜLÜK? 4-___Dubai'de 80 milyar dolar kredi karşılığında 'Kuzey Irak'a girmeyeceğim' siyasi koşullu anlaşma imzalayanlara karşı sessiz kalmakmıdır ÜLKÜCÜLÜK? 4-___Telekom'u Ermeni diyasporası destekçisi Arap sermayesine yok pahasına ***** ***** siyasi irade karşısında sessiz, dilsiz ve sağır kalmakmıdır ÜLKÜCÜLÜK? 5-___AB sürecinde 17 Aralık kararlarını her türlü ek siyasi koşula rağmen bayram yaparak kutlayanlar kaşsında izlenen politikanızın ne olduğunu bile ortaya koyamayacak kadar güncelikten uzaklıkmıdır ÜLKÜCÜLÜK? Lütfen artık kendi kuytularınızdan çıkın ve büyük düşünün... Ülkemizin durumu ortada ve hergün yerli ve yabancı işbirlikçiler tarafından oynanan oyunların farkında olmamak büyük bir eksiklik. Bu nedenle Başka Türkiye yok ve Yaşayabileceğimiz, gidebileceğimiz başka bir ülke yok. Enerjinizi falçıta ve bıçak kullanarak harcayacağınıza onları da kazanmanın yol ve yöntemlerini arayın. Yarın çok geç olacak ve kimin kime acıyacağı hiç ama hiç belli olmaz... Sevgiyle kalın...
-
Cemaatler eliyle Müslümanlaştırılan birey, özgür iradesini kaybederek, Zihnen köle olmayı hürleşme olarak algılayıp tartışma ve sorgulamayı yitiriyor.
. İslam''dan Evanjelist program çıkarmak...(*) Bir mürşit yaratılarak onun üzerinden kitlelere ulaştırılan Cemaatçi İslam yorumu, sözde savunucularının elinde bir yozlaşma ve aynı zamanda bir yozlaştırma aracı olarak kullanılıyor. Hulki Cevizoğlu''nun Perşembe günü yayınlanan Ceviz Kabuğu programında bunu anladık. Cemaatler eliyle Müslümanlaştırılan birey, özgür iradesini de kayıp ederek, zihnen köle olmayı hürleşme olarak algıladığından, tartışmalara ve sorgulamalara karşı duyarsız olabiliyor. Nitekim AKSİYON Dergisinin "İsa''nın yeryüzüne geleceği" haberi Gülen cemaati tarafından hiç sorgulamasız kabul edildiği gibi, dini duyarlıklarını yüksek sandığımız öteki cemaatler tarafından da tuhaf karşılanmamıştır. Hele Suat Yıldırım denilen Hoca''nın herkesi (en başta derginin okuyucularını ve elbet de Fetullah Gülen''i) İsa etrafında buluşmaya davet etmesi bile sineye çekilebilmiştir. Bu durum, cemaatçi aklın dışavurumudur. Kitle kontrol aracı olarak bu İslami öğreti, dünya siyasetini yönetenlere önemli işler görüyor. Hıristiyan ayetlerle İslam-Kur''an ayetlerinin iç içe verilmesi, Müslüman müminleri ötekilere yakınlaştırmayı amaçlamaktadır. Nitekim mevcut Amerikan yönetiminin Hıristiyan Evanjilist mezhebiyle bizimkiler arasında Hz.İsa ortak paydası üzerinden ittifak sağlanmış görülüyor. Her şeyden evvel Evanelizmin "Tanrıyı kıyamete zorlamak" teorisiyle cemaatçi söylem birbiriyle örtüşüyor. "Evanjelist geleneğe göre, kıyametin kopmasından önce Hz. İsa''nın yeryüzüne ikinci kez gelmesi gerekmektedir. Hz.İsa''nın gelmesiyle, kendini kurtarıcı olarak kabil eden evanjelist Hıristiyanların ruhları cennete yükselecek, iyiler ordusunun başındaki Hz. İsa ile Deccal arasındaki Armagedon savaşının sonunda Hz İsa savaşı kazanacak ve yeryüzüne barış getirecektir. İsa''nın dünyaya dönebilmesi için de belirli şartların gerçekleşmesi gerekiyor. Öncelikle Yahudilerin İsrail''i kurmaları, Küdüs''ü tekrar başkent yapmaları, Mescid-i Aksa''nın yıkılıp yerine 3.Süleyman Tapınağı''nın tekrar kurulması, İsrail devletinin sınırlarının Nil''den Fırat''a kadar uzanması bunlardan bazılarıdır. Bizi Hz. İsa''ın etrafında buluşmaya çağıranlar da Deccal-İsa savaşını açıkça söylemeseler bile dolaylı olarak doğruluyorlar. Böylece tıpkı Amerikan Evanjelstleri gibi Yahudulerle işbirliği yapmak veya Amerikan güdümlü siyaseti Türkiye''de ve dünyada geçerli kılmak mümkün oluyor. Bunun içindir ki "İsa gelecek" öğretisi, ihtilafsız ve mutlak doğruymuş gibi bir iman konusu haline getirilerek İslami kılıf içinde öncelikle cemaatin tabii üyelerinde ardından tüm Müslümanlara aktarılıyor. Cemaat, mürşitten onay almış ve/veya mürşitçe itiraz edilmemiş dini öğretilere hiç düşünmeden onay verip benimsiyor. Bu da evanjelizmin İslam dünyasında kendine taban tutmasını sağladığından dev kitlelerin itirazı önlenmiş oluyor. Dinler arası diyalog bu oluşumun bir parçası. Böylece aynı zamanda Nurculuğun Gülen yorumuyla eş zamanlı olarak Türkiye''de İslam içinde yeni bir akımın (belki de bir mezhebin) temelleri atılmış oluyor. Anlıyoruz ki bu yorum, Hıristiyan teolojisindeki gibi İslam teolojisinden yerli İslam evanzalizmi teşekkül ettiriyor. Çünkü gerek Kur''an meali içine yerleştirilen öteki dinlerin açıklamaları ve gerekse "isa''nın etrafında buluşma" teklifini cemaat önderlerinin reddetmeyip, üstüne üstlük savunması bunun açık bir göstergesidir. Artık şimdi "Fetullah Gülen okullarının" yeryüzü macerasını açıklayabiliriz. Amerikan nüfuz sahasında "Fetullah Gülen okullarına" nasıl müsaade ediliyor ve nasıl böyle bir dini grup yadırganmıyor diye hep düşünmüşümdür. Şimdi anladım ki, Fetullah Gülen yorumu da, evanjelist yorum da Yuhudi yorum da aynı ortak paydada buluşuyorlar: İsa Mesih gelecek ve Armegedon savaşında Deccal''ı yenerek, insanları ihya edecektir. Öyle ise, hedef aynı araç farklıdır. Bu da önemli değil. Eğer Suat Yıldırım''a itiraz etselerdi anlayacaktık ki, geleneksel çizgideler. Ama etmeyip kabullenip sonra da savunmaya geçtiklerine göre benimsiyorlar demektir. __________________________________________________________ (*)Ahmet GÜRSOY / 25.02.2006 / Yeniçağ gazetesi.
-
HAKLI OLMAK DEĞİL GERÇEK ÖNEMLİ... (Çıkar/Sömürge Savaşları, Fikir Savaşları, Din savaşları...) {BIRAKALIM BİZİM YERİMİZE FİKİRLERİMİZ ÖLSÜN...}
. Zorbalık Kültürü ve Bilim... Gelmiş geçmiş en büyük bilim filozofu olarak bilinen Viyanalı büyük düşünür Karl Raimund Popper 'in (1902-1994) "eleştirel akılcılık" adını verdiği felsefesinden toplum için çıkardığı en önemli sonuçlardan biri "bırakalım bizim yerimize fikirlerimiz ölsün" dersiydi. Popper, bilimde genel gerçekleri isbat etmenin mümkün olmadığını, ama geneli konu alan her varsayımın bir ters gözlemle yanlışlanmasının mümkün olduğunu göstererek, bilimde gelişmenin giderek daha geniş veri tabanlarına dayanan varsayımların ortaya çıkmasıyla olacağını anlatmıştı. HAKLI OLMAK DEĞİL GERÇEK ÖNEMLİ Bilimcinin görevi eldeki varsayımları sürekli sınayarak tökezledikleri noktaları ortaya çıkarmak, onları tökezleten gözlemlerle birlikte tüm eski gözlemleri de açıklayacak daha kapsamlı varsayımları üretmektir. Bilim insanı haklı olmayı değil, gerçeği öğrenmeyi istediğinden, varsayımlarını en açık şekilde diğer bilim insanlarının eleştirisine sunar. Varsayımını yanlışlayan meslekdaşına ise ancak şükran duyar, zira o kendisini yanlıştan kurtarmıştır. Hep birlikte daha iyi bir varsayım aramaya koyulurlar. Bu nedenle bilimsel dünyada fikirler çarpışır, onlar savaşır, onlar kendilerini üretenlerden bağımsız olarak ölürler veya galip gelirler. Fikir bir kere ortaya atıldıktan sonra artık orta malıdır; onu herkes koruyabilir veya ona saldırabilir. Ama koruma ve saldırma da fikirlerle olur. Sonuçta bir fikir, aksi isbat edilererk öldüğü zaman herkes mutludur; çünkü insanlık bir yanlışlıktan kurtulmuştur. Tüm bu davranış tarzı vahşiye yabancıdır.Vahşi, fikrini, düşüncesini kişiliği ile birleştirir; fikrine her saldırı, kişiliğine yapılmış bir saldırı, bir hakaret addedilir. Bu nedenle karşı fikirde olan kişileri de fikirleriyle birleştirdiğinden, onları düşman eddeder. Fikirlyeriyle değil, kişilikleriyle savaşır: Onlara hakaret eder, onlara fizikman saldırır, onları öldürür. Eleştiri onun için kişisel bir küçük düşürme aracıdır; amaç karşıdakiyle birlikte el ele daha iyi bir dünya yaratmak değil, karşıdakini yok etmektir. Bu kişilerin dünyasında mizah yoktur, kaba alay vardır. Bu tür kişiler kendilerinin veya başkalarının değişmez gerçeği bulmuş olduklarına iman etmişlerdir. Bu nedenle düşünceleri gelişmez. Yaşamları fikri sabitlerle geçer. Düşüncelerinin yanlışlığını anlatmak isteyenleri bu nedenle gerçeği saptırmak isteyen sapıklar, kötü niyetli kişiler olarak bellerler. Kendilerini eleştirene verdikleri cevap ya hakaret ya da fiziksel saldırıdır. Yirminci yüzyıl bilim düşmanı düşüncelerin, romantik dünya görüşlerinin toplumlara egemen olduğu, dinlerin hortladığı (ve tüm bunun neticesinde yüzlerce milyon insanın korkunç şartlarda öldüğü, hatta fırınlandığı!) pek feci bir çağ olmuştur. Bu dönemin kötü etkileri bütün dünyada artarak sürmektedir. Gelin yirmibirinci yuzyılda "BIRAKALIM BİZİM YERİMİZE FİKİRLERİMİZ ÖLSÜN..." Sevgi ve saygılarımla... _________________________________________________________________________________ Yazım... Prof. Dr. Celal ŞENGÖR' ün Bilim Teknik 25.02.2006 tarihli yazısından alıntı yapılarak yorumlanmıştır.
-
TÜRK GENÇLİĞİ BUMU ŞİMDİ?... YAKIŞIYOR MU?... (Gazi Üniversitesinde kendisini ÜLKÜCÜ olarak tanımlayan Üniversitelilern davranış ve örgütlenme biçimi)
. Türk Gençliği Bu Mu Şimdi?... Yakışıyor Mu?... Türkiye Cumhuriyeti, küresel güçler ve yerli işbirlikçileri tarafından, "tamam mı devam mı?" ikilemine hızla sürükleniyor. NATO'cu zihniyetin yıllar süren ihanetinin Türkiye'yi getirip dayattığı nokta maalesef bu. Peki emperyalist dayatmaya karşı ülkenin bağımsızlığı konusunda soluyla sağıyla duyarlı olması gereken gençlik ne yapıyor. Hangi noktada hangi mücadeleyi veriyor. Ya da bu konuda bir mücadele veriyor mu? Solun, soğuk savaş sonrası kendisini yenileyememiş, "Milenyum yobazları'na dönüşen yozlaşmış solu bir kenara koyalım" Etkileyebildikleri genç üniversite öğrencilerini ne hale getirdikleri ortada. Gazi üniversitesi'nde bir süre gözlem yaptık. Özellikle kendisini Ülkücü olarak tanımlayan üniversitelilerin davranışları ve örgütlenme biçimlerini size aktaralım dedik BU NEYİN ÖRGÜTLENMESİ? Ülkücülerin her Üniversitede bir okul reisi var. Bu okul reislerine bağlı olarak her okulda bölüm ve sınıf reisleri bulunuyor. Kantinde okul reisinin masası ayrı. Oraya reis dışında herhangi birinin oturması yasak. Okul reisi değiştiği zaman, bölüm ve sınıf reisleri de değişiyor ve okul reisi tarafından belirleniyor. Yeni seçilen reis, "kırık kanat" diye tanımlandığı şekilde yürümeye başlıyor; yani sol omuz biraz düşük kabadayı yöntemi. Yeni seçilen reis ayrıca sürekli siyah takım elbise giymek zorunda. Yeni seçilen reislerin devir-teslim törenleri her yıl 4 Nisan'da MHP'nin Merhum Lideri Alparslan Türkeş'in vefat ettiği tarihte yapılıyor. Ülkü Ocakları Genel Merkezi'nde ise bu örgütlenmeleri denetleyen 'Üniversite masaları" bulunuyor. EĞİTİM, KÜLTÜR, JİLET, FALÇATA Reisler ve yakın çevresindeki üniversiteliler, sallama, neşter, falçata, jilet gibi kesici/öldürücü aletleri gerekli hallerde taşımak ve yine gerekli hallerde kullanmak zorunda. Burada anlattığımız yer üniversite. Satır arasında hatırlatalım. Bu bir haber, gerilim hikayesi değil. Gazetelere yansıyan çatışma haberleri de zaten bu konuda yeterince aydınlatıcı. DÜŞÜK BEL VE TOP SAKAL YASAK Ülkücü öğrenciler, kendilerine göre bir kıyafet uygulaması da başlatmışlar. Buna göre kız öğrenciler, göbeği gösteren pantolonlar, mini etekler giyemiyor, abartılı makyaj yapamıyor. Erkeklere ise düşük bel pantolon ve top sakal yasak. İTALYA VE ALMANYA ÖRNEĞİ Uygulamalar, Mussolini önderliğindeki İtalyan Faşist partisi'nin milis örgütü, Kahverengi Gömleklilerini ve Hitler Liderliğindeki Alman Nazi Partisi'nin, milis örgütü "SA"ları hatırlatıyor. Bu davranışlar, Atatürk'ün tanımladığı, ülkenin geleceğini emanet ettiği Türk Gençliğine yakışıyor mu şimdi?. Üniversitede satırla, falçatayla, jiletle dolaşmak, nasıl bir zihniyettir? Büyük Önder'in, 'En Gerçek yol Gösterici Bilimdir' sözü dururken, bunun yerine silahı koymak yakışıyor mu? _____________________________________________________ KAYNAK: http://www.digimedya....asp?NID=103924
-
FETHULLAH GÜLEN VE CIA... (Bugün 5 MİLYARDOLARLIK gücün kaynağı neredendir?... Okullarında ABD PASAPORTLU öğretmenler...)
. Fethullahçılar ve CIA... Fethullah Gülen' in ABD' de CIA'yla yakın ilişkisi var mı yok mu? 1994 yılında Kuzey Irak' ın Erbil kentinde iki özel okul açan Fethullahçılar, CIA' nın desteğinde yaptılar bu işi... 40 kişilik öğretmen kadrosunun 25' i ABD pasaportu taşıyan öğretmenlerdi... Nereden bulunmuştu ABD'li öğretmenler? Fethullah Gülen o tarihte Türkiye' de yaşıyordu. Fethullah'a yakınlığıyla bilinen bir işadamı 1995 yılında gazeteye gelmiş, şunları anlatmıştı: ''Washington'da bulunan Barış Etütleri Enstitüsü adlı kuruluş destekliyordu Kuzey Irak, Azerbaycan, Kırgızistan, Özbekistan'da açılan okulları. Parayı da onlar veriyordu. Ayrıca Henri Barkey ve Graham Fuller' le de ilişkileri çok sıkıydı Fethullahçıların...'' 2003 yılında Almanya, Belçika, Hollanda, Avusturya gibi ülkelerde örgütlenmeye başladı Fethullahçılar... Köln, Berlin ve Frankfurt merkezleriydi... Önce işadamlarıyla ilişkiye girildi... İki üç yıl önce Dışişleri Bakanı Abdullah Gül Bulgaristan'a gitmişti. Gül, Sofya'da Türkiye büyükelçilik binasında Fethullahçı bir grupla görüşme yaptı. Star gazetesi bu olayı manşetten verince, Zaman gazetesi bilinen atağa geçti: ''Star gazetesi provokasyon yapıyor...'' Cem Uzan' a saldırı kampanyası da hemen ardından başlatıldı... Fethullahçılar bugün AKP iktidarından büyük destek alıyor... İlhan Selçuk' un Fethullah Gülen'le ilgili saptaması nedir? Şu: ''Amerika'da yaşayan Fethullah Gülen, Hıristiyan emperyalizminin İslam coğrafyasındaki damarıdır; mazlum rolünde dincilik edebiyatı yaparken gerçekte siyasete, tarikata, ticarete oynuyor; sırtını neocon Evangelistlere dayayıp güdümlerine girdiği için de para, pul, sermaye, ıbadullah...'' Fethullahçılar 5 milyar dolarlık bir sermaye gücüne sahip. Çoktandır yine İlhan Selçuk'un yazdığı gibi, Müslümanların içine işleyen ''Hazreti İsa damarı'' Fethullah Gülen'dir... Bugün müritleri Belçika, Almanya, Hollanda, Avusturya'da sağdan sola tüm partilere sızmışlar, belediye meclis üyesi olmuşlardır... Avrupa'da yaşayan Fethullahçıların bir ayakları camide, öteki ayakları kilisededir... Hulki Cevizoğlu' nun ''Ceviz Kabuğu'' programından korkarak kaçmaları da bu yüzdendir Fethullahçıların... Ahmet Arpad' ın kulakları çınlasın... Stuttgart'ta ve Berlin'deki Fethullahçıları yakından tanımış, cami ve kiliseyle ilişkilerine yine yakından tanık olmuştuk iki yıl önce... 1995 yılında Türkiye'den gönderilen Halil Hoca çok iyi çalışmış, hem sosyal demokratların, hem Yeşiller'in hem de Hıristiyan demokratların gözüne girmişti... En büyük destekçileri ise Yeşiller'in milletvekili Cem Özdemir' di... Fethullahçılar Stuttgart'ta okul açtılar... Okul için harcanan para 3 milyon Avro... Nereden geliyor bu para? İşadamlarından mı, kiliselerden mi, başka yerden mi; nereden? Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyonu paranın kaynağını açıklasın da kimler yardım etmiş öğrenelim... İspanya ayağında kimler var? Bilinmiyor... Halil Hoca bir ara İspanya' ya gitti, şimdilerde İsviçre' de... Orada ne yapıyor? Fethullah Gülen bir de ''Avrupa İslamı'' nedir, ne gibi çalışmalar yapılıyor, Vatikan' la ilişkiler nedir açıklasın... Hiçbirini açıklamazlar!.. Kaçarlar, sinerler, sağa sola çamur atmakla yetinirler... Çünkü ''Avrupa İslamı'' nın Müslümanlığın Hıristiyanlaştırılmasında önemli bir yeri vardır... Merak ediyorum Mehmet Şevket Eygi, Abdurrahman Dilipak bu konuda ne düşünüyorlar? . ______________________________________________ H. Çetinkaya / Cumhuriyet / 25.02.2006