SeDatsan tarafından postalanan herşey
-
İŞSİZLİK... EKONOMİNİN SON ON YIL DEĞERLENDİRMESİ... VE ARTAN İŞSİZLİK...
Tüm bu acı tabloya rağmen kalkıp ülkenin kalkındığını, ekonominin büyüdüğünü söyleyenler, halkı kandırmaya ve uyutmaya hala devam ediyorlar.
-
ÜLKE KAYNAKLARI VE TOPLANAN VERGİLER, KİMLERİN HİZMETİNE VE ÇIKARINA ?
Sayın objektivist rumuzlu arkadaşım. Konuya yönelik duyarlılığınız ve düşünsel katkınız için size teşekkür ederim.
-
Utanın!
ali0_1 Konuya ilişkin söylenmesi gerekenleri bir kaç kez yazdım.Eğer olayalara ve kavramlara geniş bir ufukla bakabilme yetisine haiz olsaydın, cevabı da almış olurdun. Şayet idrak ve kavrama güçlüğü çekiyorsan, ne yazık ki senin için yapabileceğim, fazla bir şey yok. Sen neyi nasıl anlıyorsan öyle anlama devam et. Anladığım kadarıyla bilgi birikimi bulunmayan, kendine ait bir yaşam felsefesi ve düşünce sistemi olmayan, kulaktan duyma klişe sözlerle konuşan birisin. Bu nedenle seninle polemiğe girmek yada söz güreştirmek gibi boş bir uğraş içerisindede olamam. Tartışma ve yazışma kültürü edinmek için, öncelikle bilgi birikimi edinmen, bilinçsel donanımını tamamlaman gerekir. Lakin ondan sonra gel, karşılıklı fikir yarıştıralım, insana ve yaşama dair ne varsa tartışalım. Ama bu halinle çok hafifsin. Kusura bakma ama senle zaman kaybedemem. Sana gerçek hayatında mutluluklar dilerim.
-
ANNE, KARDEŞ, EŞ, YANİ “KADIN”, TÜRKİYE’DE "KADIN" OLMAK:
ANNE, KARDEŞ, EŞ, YANİ “KADIN”-TÜRKİYE’DE KADIN OLMAK GÜNÜMÜZDE MODERNİTE VE KADINA VERİLEN DEĞER-BİÇİLEN ROL : Bugünlerde kozmetikten tutun otomobile bütün reklamlar, kadınlara gizli(bilinçaltı) yada açıkça şu mesajı veriyor, “Kadınsanız şayet; mutlu olmak, başarılı olmak,kariyer yapmak,yada istediğinizi, elde etmek istiyorsanız, güzel olmak-seksi olmak zorundasınız". Kadın olmak, neredeyse şeklen güzelliği-seksiliği hatta cinsel kışkırtıcılığı-teşhiri zorunlu kılmaktadır. Çirkin kadın yoktur; güzel olmasını bilmeyen kadın vardır, sözü neden çıkarıldı acaba? Günümüzde kapitalist toplumun piyasacı değerleri doğrultusunda şekillenen toplumsal ve kültürel yapı içerisinde, kadın kimliği ve bedeni, medyada bir ürünü tanıtmak için kullanılan vitrin ve reklam aracı olmanın yanı sıra, piyasada başlı başına bir meta durumuna getirilmiştir. Dizilerdeki kadın rolleri, tele-vole, magazin sayfa ve programlarındaki kadın imajı, topluma örnek gösterilen vitrindeki kadın idolleri, daha çok erotik show niteliğindeki, sözüm ona şarkıların kliplerinde ki, kadına biçilen rolü göz önüne alırsak, kadına verilen gayri insani rolü ve değeri daha açık bir şekilde görebiliriz. ERKEK EGEMEN TOPLUMDA KADININ YERİ: Geleneksel bir toplum yapısına sahip olan ülkemizde, kadına ve kadın kimliğine, ne yazık ki, insana yakışmayan bir değer biçilmektedir. Buna karşın erkeğe ve erkek kimliğine ise aşırı biçimde yüceltme daha da ötesi kışkırtma boyutunda değer biçilmektedir. Toplumda kadın kimliğinin küçültülmesi-aşağılanması bir bakıma Erkek kimliğiyle özdeşleştirilen (güce ve iktidara) tapınmanın da sonucudur ki, bu aynı zamanda erkeğin kendi benliğine ve kendine güveninin de doyumu ve öz kabulüdür. Böylece, kadını kadınlığıyla, aşağılayan Erkek millet anlayış, aslında Erkek kimliğiyle güce ve mülkiyete olan düşkünlüğünü de sergilemektedir.Baltacı Mehmet –Katerina ilişkisinde, “Biz şanlı Baltacının torunlarıyız, elin gavurunun Rus kadınını -kadınlığını ele geçirmiş- feth etmişiz ” diye böbürlenen insanların toplumu, ERKEK MİLLETİMİZ erkek benliğine- egosuna doyum aramaktadır. Kadının varlığı ve kimliği, Ataerkil Toplumca, erkeğin mülkiyetine bırakılmıştır Kadın Erkeğin hizmetinde olmak ve ihtiyaçlarını gidermekle vede çocuk doğurmakla yükümlendirilmiştir. Aslında geleneksel değerlere bağlılık bile, kimi zaman çıkar ilişkilerinin riyakarlığı olan, duruma göre hareket etmelere kurban oluyor. Kapitalist kar ve mülkiyet hırsının, her türden değer yargılarını, kendi çıkar süzgecinden geçirip, yeniden şekillendirdiği günümüzde, kadın benliği ve bedenide o yönde yeniden değerlendirmeye tabi tutuluyor. Geleneksel toplumlar, erkek egemen kültürün değerlerleri ile, kapitalist tüketim kültürü arasına sıkışmış kalmıştır. Üstelik galeyana geldiğinde namus adına, korkunç töre cinayetleri, RECM ler bile yapılan, Türkiye gibi geleneksel bağlı bir ülkede, nasıl oluyor da, kadınlar böylesine ahlak olgusuna aykırı şekillerde birer cinsel objeye dönüştürülebiliyorlar? TARİHSEL GELİŞİM SÜRECİNDE KADIN VE KADIN HAKLARI: Tarihsel gelişim çizgisi içinde “kadın – erkek eşitsizliği” toplumsal hayatın temel durumlarından biri olma niteliğini maalesef günümüze kadar sürdürmüştür. Toplum içinde kadın sorunu genel olarak kadının statüsü, eşit haklara sahip olması ve bu eşit haklarını kullanabilmesi ve bunların zorunlu sonucu kadının, kişi olarak kendini geliştirmesi konularını kapsamaktadır. Türkiye’de kadın sorunu, özellikle kadınlara tanınan yasal haklar ve bu hakların kullanımı açısından incelenmiştir. Oysa, Türk toplumunda tek bir yasal çerçeve içine sınırlandırılabilecek kadın sorunu yoktur. Cinsel ayırımı destekleyen ataerkil düzen, üretim ilişkileri ve dinsel öğretiler üzerine kurulmuştur. Bu nedenle kadınlar siyasi , sosyal, ekonomik kısıtlamalara maruz kalmakta, toplumsal olanaklardan, fırsatlardan eşit şekilde yararlanamamaktadırlar. Sonuç olarak eğitim sağlık hakkından mahrum bırakılmakta, ücretsiz emek olarak tarım alanında yada düşük ücretle örgütsüz, kayıtsız olarak enformel sektörde istihdam edilmekte, cinsel şiddet veya tacize maruz kalabilmekte, annelik hakkını yaşayamamakta, ev ve iş olmak üzere iki vardiya çalışmak zorunda kalmakta yada başlık parası karşılığı veya aşiret törelerine göre zorla evlendirilmektedir. Ancak kadınların, üretim içindeki konumları, yaşanan sorunun şeklini ve dozunu değiştirebilmektedir. Gerçek bir kadın – erkek eşitliğinin sağlanması için var olan toplumsal yapıların oldukça köklü ve önemli değişiklikler geçirmesi gerektiği ortadadır. Tarih göstermiştir ki; Bu değişim ancak emeğin, emekten yana politikaların iktidar olduğu sitemlerde mümkün olmuştur. Ve kadınlar, daha yaşanası bir dünya için emek mücadelesinde ön sıralarda yerlerini almaktadırlar.
-
Ekonomisi büyüyen, kalkınan TÜRKİYE ve KÜÇÜK KIZIN Yüreği !
Hergün televizyonlar, gazeteler memleketin ne kadar hızla kalkındığını anlatıyorlar. Tele-vole iktisatçıları, sütüdyo konukları patronlar ile ellerini ovuşturarak, özelleştirmenin güzelleştirme olduğunu, her özelleşen kurum ile borsanın YEŞİLE büründüğünü anlatıyorlardı. Manşetler kocaman harflerle, bütçe hedeflerine ulaşıldığını yazıyordu. Sn.Başefendi, çok katlı alışveriş merkezlerinin kurdelesini keserken “İşte büyyük Türkiye” diye kükrüyordu. Şaha kalkmış bir ülkeden... Zenginlik, kalkınma, gelişmişlikten bahsediyordu. Öbür tarafta bir başkası ihracat rakamları veriyor, bir başkası büyüyen döviz rezervlerini gösteriyor, bir diğeri hasta yatağında zevcesiyle ilan-aşk muhabbetlerine girip kikirdiyordu! Dışarıda ise başka bir ülke, başka bir dünya yaşanıyordu. İftar çadırından aldığı ekmeği büyük bir hırsla göğsüne bastırmış küçük bir kız çocuğu kendisine yönelen objektiflere korku ve endişeyle bakıyordu. Ürkek...mahzun..utangaç... Öyle bastırmıştı ki ekmeği göğsüne... Sanırsınız ki, elindeki ekmeğin alınmasından korkuyordu... Bakışı, duruşu, ekmek çalarken yakalanmış minik bir serçeyi andırıyordu. Oysa o sadece saatlerdir bekleyip aldığı ekmeği kazasız belasız evdeki annesine, kardeşlerine götürmeye çalışıyordu. O yaşta, o çocuk, bir ekmeğe muhtaç olmanın utancını yaşıyordu! İçerdeyse kurdeleler kesiliyor... Nutuklar söyleniyor... Özel okullara teşvikten bahsediliyordu. *** Dışarıda ise yağmur yağıyordu. Rüzgarla karışık yağmurun soğuk nefesi iftar çadırı önünde bekleyen küçük kız çocuğunun suratında dolanıyordu. Çocuk üşüyordu. Kameralar, objektifler karşısına çıkmasa... Flaşlar soğuktan kızarmış suratında patlamasa... Bedeni biraz daha büyük olabilse... Kollarını biraz daha geniş açabilse... Üşümüş elleriyle bir ekmek daha kavrayacaktı. Sonra doğruca eve koşacaktı. Kimbilir eve ulaşabilmek için kaç cadde, kaç sokak, kaç ıssız patikadan geçecek, dere tepe aşacaktı. Kapıyı vuracak, evde aç bekleyen kardeşlerine ekmeği uzatacak, o gün de öyle savılacaktı. Belki eve hiç ulaşamayacak, organ mafyasına gözünü, böbreğini, yüreğini kaptıracaktı. Burası büyyük Türkiye’ydi! Kalkınan, büyüyen, zenginleşen, patronların kasalarını doldurduğu, cirolarının tavan yaptığı ülke ! Kalkınan, kalkınmış olan, yağmalanan ve yağmalanmakta olan! Bu nasıl kalkınmaydı, insanlar bir ekmek kapmak için bataklıkta birbirlerini eziyorlardı? Kalkınan neydi, kimdi-kimlerdi? Yüreksizler, yüreğini pazarlamış olanlar ve bununla gurur duyanlar içerde “zenginlik” üzerine nutuklar sallıyordu. Dışarıda yardım çadırlarının önünde minicik çocukların yürekleri bir parça ekmek için çarpıyordu. Soğuktu, yağmur yağıyordu. Küçük kız çocuğu ekmeği yüreğine bastırıyordu. Aslında o, daha minicikken yaralanmış, kanayan yüreğini saklıyordu... ------------------------------------------------------------------------------------ Sen utanma küçük kız, sen utanma yavrucağım. (( Sen yavrucağım, serin tut o küçük "İNSAN YÜREĞİNİ" . Asıl utanması gerekenler, Seni ve sizleri, bir ekmeğe muhtaç eden, YÜREKSİZLERDİR. ((
-
SAHİ ENFLASYON DÜŞTÜ MÜ, GERÇEKTEN KALKINIYOR MUYUZ?
İŞTE TÜRKİYE EKONOMİSİNE DAİR GERÇEKLER, ÜRETİM EKONOMİSİNDEN UZAKLAŞMANIN SONUÇLARI; TARIMDA IMF YIKIMI Türkiye tarımının 2000’de başlayan IMF ile serüveni beş yılını doldurdu ve Mayıs 2005’te yeni bir Stand-by anlaşması ile tekrar yenilendi. Türkiye tarımı üzerinden adeta silindir gibi geçen IMF politikalarının tarımdaki tek etkisi tahribat oldu. Bursa Ziraat Mühendisleri Odası tarafından hazırlanan raporda, 5 yıl içinde Türkiye’de tarım alanlarının azaldığı, üretimin düştüğü, ihracatın gerilediği, ithalatın arttığı ve üreticinin giderek yoksullaştığı çarpıcı bir şekilde ortaya kondu. Rapora göre, 1977-2002 döneminde tarım sektörü yüzde 31 oranında büyürken, üreticinin eline geçen para yüzde 40 geriledi. Üretim arttı, ancak üreticinin zararı artışla telafi edilemedi. Tarımdaki tahribat, tarımın yıllardır ekonomiye yaptığı katkıyı da etkiledi. 1980-99 arasında ortalama yüzde 18 dolayında tarım sektörü Gayri Safi Milli Hasıla’ya katkı sağlarken, IMF politikaları bu rakamı 2000-2004 döneminde yüzde 13’e indirdi. Tarımın en önemli lokomotifleri olan KİT’lere el atıldı. Ziraat Bankası tarımdan kopartıldı. Tarişbank’a el konulup başka bir bankaya devredildi. Tarımsal kredi faiz oranlarında uygulanan sübvansiyon Mart 2000, kimyasal gübre desteği Ekim 2001, tohum ve tarımsal ilaç destekleri ise Aralık 2001 sonundan itibaren kaldırıldı. 1998-2004 döneminde buğday fiyatları 7 kat artarken girdi fiyatları 8.4 kat arttı. Son 10 yıllık (1994-2003) ortalamalara göre kamuya ait gübre fabrikalarının gübre üretimindeki payı yüzde 42 idi. 2004-05 döneminde bu tesislerin tümü özelleştirilerek kamu gübre üretim ve dağıtımından çekildi. Gübre fiyatları 2004 yılında yüzde 40 arttı. 1999 yılında 5.6 milyon ton olan kimyasal gübre tüketimi, 2004 yılında yüzde 7 dolayında bir gerileme ile 5.2 milyon tona düştü. Tarımsal girdilerde büyük ölçüde dışa bağımlı olan Türkiye’nin bu bağımlılığı arttı. 1990-99 döneminde gübre tüketiminin ortalama yüzde 24.8’i ithalat yoluyla karşılanırken, IMF politikalarının uygulandığı 2000-04 döneminde bu rakam yüzde 43.9’ a çıktı. -------------------------------------------------------------------------------- KİT’LER ÖZELE Özelleştirme tarımdaki bu tahribatın önemli bir parçası haline getirildi. 2000-05 yılları tarımda özelleştirmenin ivme kazandığı bir dönem oldu. Tarımsal KİT’ler ya kapatıldı, ya işlevsiz hale getirildi, ya da özelleştirildi. EBK, ORÜS, TZDK ve TÜGSAŞ’a ait işletmelerin özelleştirilmesine devam edildi. TİGEM işletmelerinin ortaklık yöntemiyle özel sektöre kiralanmasına başlandı. Sigara, Şeker Fabrikaları özelleştirme kapsamına alındı. Böylelikle yerli ya da yabancı tekellere yeni vurgun olanakları sağlandı. -------------------------------------------------------------------------------- DGD ALDATMACASI Tarımdaki tüm girdi, kredi fiyat ve desteklerin kaldırılarak dünyanın hiçbir ülkesinde tek başına uygulanmayan doğrudan gelir desteğine (DGD) geçilmesi; gerek üreticiler gerekse bölgeler arasındaki gelir eşitsizliklerinin daha da artmasına yol açtı. Toplam çiftçinin yüzde 5’i DGD ödemelerinin yüzde 25’ini alırken, çiftçilerin yüzde 65’i bu ödemelerin yine yüzde 25’ini alabildi. İller arasındaki dengesizliksizlik de dikkat çekici. Büyük toprak sahipliğinin yaygın olduğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerinden Şanlıurfa’da çiftçinin aldığı ortalama DGD 2.1 milyar TL iken, küçük ölçekli işletmelerin yaygın olduğu Doğu Karadeniz Bölgesi illerinden Ordu’da 433, Giresun’da 373, Trabzon’da 241, Rize’de ise 209 milyon TL. Tüm bu politikalar sonucu üreticinin eline geçen para ile üreticinin ödediği fiyatlar arasındaki fark giderek büyüdü. 2002 yılında tarımsal fiyatlarla sanayi fiyatları arasındaki fark yüzde 36 oranında tarım aleyhine açıldı. 2000’de milli gelirden yüzde 16 oranında pay alan üreticilerin payı, kriz yılı olan 2001’de milli gelirin yüzde 13’üne geriledi. Bu düşüş 2002’de de sürdü ve milli gelirin yüzde 12’sine indi. Üreticinin milli gelirden aldığı pay dolar bazında 2000 yılında 22 milyar dolar iken, 2001 yılında 13 milyar dolar, 2002’de ise ancak 16.3 milyar dolar oldu. 1977-2002 döneminde tarım sektörü yüzde 31 oranında büyürken, çiftçinin cebine giren para yüzde 40 geriledi. -------------------------------------------------------------------------------- ŞEKER VE TÜTÜNE ÖZEL İLGİ 2000 yılında 18.8 milyon ton olan şekerpancarı üretimi, IMF’ye verilen ekim alanlarının daraltılması taahhüdü ve Şeker Yasası’nın ardından 2004 yılında 13.5 milyon tona geriledi. Şeker Fabrikaları’nın özelleştirilmesi öngörülürken, şeker üretimi kısıtlanarak suni tatlandırıcılara geniş kota tanınması gündeme geldi. Öte yandan şekerpancarı ekim alanlarının daraltılması, 450 bin üretici aile ve şekerpancarı tarımında çalışan 100 bini aşkın işçinin gelir kaynaklarını kısıtladı. 2002’de çıkartılan Tütün Yasası ile destekleme alımları kaldırılarak sözleşmeli üretim sistemine geçildi. Tütün üreticisinin örgütsüz olması nedeniyle bu sistemde fiyatlar alıcı firmalar belirlenmeye başlandı. Üretici sektörden kopmak zorunda kaldı. 1999 yılında 251 bin ton olan tütün üretimi 2004 yılında 129 bin tona; 578 bin olan ekici sayısı ise 274 bin kişiye düştü. Aynı şekilde TEKEL’in destekleme alımlarının toplam üretimdeki payı 1999’da yüzde 72 iken, 2004’te sözleşmeli alımdaki payı yüzde 28’e indi. 1999 yılında sigara piyasasının yüzde 70’ini elinde tutan TEKEL, 2001 yılında Özelleştirme İdaresi Başkanlığı’na (Öİ devredildi. ÖİB’ye geçtikten sonra yatırımları tümüyle durdurulan TEKEL, hızlı bir erime sürecine girdi, sigara piyasasındaki payı 2004’te yüzde 47’ye düştü. -------------------------------------------------------------------------------- NÜFUS ARTTI TARIM GERİLEDİ 1990’lı yılların başında 56 milyon olan Türkiye nüfusu, 2004 yılında 71 milyon oldu, yani 13 yılda yüzde 25 dolayında arttı. Ancak dış güdümlü politikalar yüzünden tarım ve hayvancılık ya yerinde saydı ya da geriledi. 1980-2003 arasında nüfus yılda ortalama yüzde 2 dolayında artarken, tarımdaki üretim artışı yüzde 1’de kaldı. 1990 yılında yaklaşık 27.3 milyon hektar olan tarım alanı, günümüzde 26 milyon hektara düştü. 1994’te 9.8 milyon hektar olan buğday ekim alanı 2003 yılında 9.3 milyon hektara geriledi. -------------------------------------------------------------------------------- HAYVANCILIK DA ERİDİ Hayvan varlığındaki erime de devam etti. 1999-2003 yılları arasında koyun sayısı 30.3 milyon baştan 25.4 milyon başa, sığır sayısı 11 milyon baştan 9.8 milyon başa geriledi. Kırmızı et üretimi ise yüzde 28’lik bir gerilemeyle 511 bin tondan 367 bin tona düştü. Üretim azalması Türkiye’nin ihtiyacını karşılayamaz duruma gelmesi, ithalat ve ihracatı da etkiledi. 1990-99 döneminde tarım ürünleri ihracatının toplam ihracat içerisindeki payı yüzde 12.8 iken, 2000-2004 döneminde yüzde 6’ya geriledi
-
BU PARAYLA YAŞANIRMI ? EHHH İNSAFINIZ KURUSUN !
TOPLAM GELİRDE, AVRUPADA 9. “DOKUZUNCU” KİŞİ BAŞINA DÜŞÜN GELİRDE İSE SONUNCUYUZ. Türkiye toplam milli gelir açısından AB’nin en büyük dokuzuncu ekonomisi konumunda bulunuyor. Türkiye, kişi başına milli gelir ve satın alma gücü paritesi açısından ise son sırada yer alırken, nüfus artış hızı ve enflasyonda başı çekiyor. İstanbul Sanayi Odası (İSO), Türkiye ve AB üyesi ülkeleri bazı temel göstergeler açısından karşılaştıran çalışmasını güncelledi. Buna göre Türkiye, geçen yıl AB ülkeleri arasında cari fiyatlarla Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) büyüklüğü bakımından bir basamak yükselerek dokuzuncu sıraya çıktı. 2004 yılında Türkiye’nin GSYİH büyüklüğü 295.3 milyar dolar ile Avusturya’yı geçti. Çalışmada, Türkiye’nin ekonomisinde son üç yılda elde ettiği başarıyı sürdürebilirse birkaç yıl içerisinde yarattığı GSYİH büyüklüğü bakımından AB ülkeleri arasında yedinci sıraya yükselebileceği de bildirildi. Öte yandan Türkiye, kişi başına düşen GSYİH açısından ise 4 bin 112 dolarla AB-25 ülkeleri arasında en düşük gelire sahip ülke durumunda bulunuyor. Türkiye satın alma gücü paritesine göre de en alt sırada yer aldı. Türkiye, AB ülkeleri arasında nüfus büyüklüğü açısından Almanya’nın ardından ikinci sırada bulunuyor. Türkiye nüfusunun 2005 yılında AB üyesi 25 ülke nüfusunun yüzde 15.87’sini oluşturması bekleniyor Öte yandan vergi yükü açısından eleştirilere konu olan Türkiye’nin vergi yükü (Vergi Gelirleri/GSYİH) İSO’ya göre AB ortalamasından daha düşük. İSO çalışmasında günümüzde işsizlik ve yeterli istihdam yaratamamanın Türkiye’nin en önemli sorunlarının başında geldiği vurgulandı. GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILANIN, ADİL BİR BÖLÜŞÜM İLE DAĞITILMASI Bu veriler göstermektedir ki, ülkemizde yaratılan Gayri Safi Milli Hasıla oranı ile, kişi başına düşen gelir arasındaki dengesizlik ve çelişki, Türkiye de, gelir dağılımı sorununun “çarpıklık” derecesinde olduğunu, açıkça ortaya koymaktadır. Günümüzde ise, uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda, İMF ve DB kaynaklı politikalar ile Sosyal Devletin tasfiyesi amaçlanmaktadır. Böylelikle Ülkemizde, kamu yararına hizmet üreten KİT’ lerin “kamu ekonomisinin” özelleştirme veya kapatmalar ile ortadan kaldırılmasıyla da, gelir dağılımındaki bu çarpıklık, hızla artarak daha da derinleşecektir. Öte yandan, ülke halkının satın alma gücünün gitgide azalması ile de yaşam standardı daha da kötüleşmektedir. Yaklaşık 380 milyon civarında bir ücret ile “asgari ücret” yaşmaya çalışan büyük bir halk kitlesi, bu para ile ancak “açlık sınırın altında” bir yaşam sürmektedir. Ülkemizde bir yıllık süreçte yaratılan GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILA’ nın, daha adil bir bölüşüm ile dağıtılması, ASGARİ ÜCRET İLE YAŞAYAN bu halk kitlelerinin, yaşam standardının biraz daha iyileşmesini sağlayacaktır.
-
VERGİ İNDİRİMİ...HERŞEY BÜYÜK SERMAYE PATRONLARI İÇİN...
Ülke ekonomisinin düzlüğe çıkması, ülkenin iç ve dış borç batağından kurtulmasına bağlıdır. Özellikle çok yüksek faiz oranları ile adeta devleti soyan özel bankaların bu vurgununa bir dur denmeli, sermaye, rantiye ve paradan para kazananlara yönelik etkin bir vergileme sistemi kurulmalı, zenginler için servet vergisi çıkarılmalıdır. İşte o zaman ülkemiz bu gırtlağına kadar olan borç batağından kurtulacak, üretim ve istihdama yönelerek, toplumun tüm kesimlerine yayılan bir refah dağılımı ile gerçek bir büyümeyi ve kalkınmayı başaracaktır
-
Utanın!
Sınırları aşmayalım derken, düşünme kapasitenden mi bahsediyorsun? Seni düşünmekten ve düşünceni ortaya koymaktan alıkoyan nedir? Yoksa düşünce üretme kabızlığı mı yaşıyorsun? İnsanı diğer cenlılardan ayıran en temel iki nitelik olan, düşünme ve düşündüğünü beyan etme eylemini yerine getiremiyorsan, insanlığını sorgulamanı öneririm. Üstelik bir insanın kendine ait düşüncesinden bizzat kendisi korkup, "AMAN DÜŞÜNMEYEYİM YOKSA SİSTEMİ YIKARIM" şeklinde sakınması da hayret edilcek bir durumdur. Gelelim sana bak ben sana kendi düşünce sistemini değer yargılarını ve yaşam felsefeni içeren ALTERNATİFİN NEDİR sorusunu yöneltmiştim. Sen hala kendi düşünceni tanımlayamadım. Senin sorduğun sorunun cevabı zaten yukarda verilmiştir. İyice okumanı ve idrak etmeye çalışmanı tavsiye ederim. EMPERYALİST AMERİKANIN, KAPİTALİST SİSTEMİNE DÜŞMAN İLAN ETTİĞİ İŞÇİ-EMEKÇİ İKTİDARI SOSYALİZME KARŞI SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİ, YEŞİL KUŞAK PROJESİ, ANTİ-SOSYALİST ÖRGÜTLENME VE PROPAGANDA. SOSYALİZME yönelik kasıtlı saldırıların ve düşmanca politikaların kökeninde, kapitalist düzenin efendilerinin sınıfsal karşıtlığı ile işçi-köylü devleti düşüncesine ve pratiğine olan düşmanlıkları yatmaktadır ABD emperyalizminin ve kapitalist burjuva efendilerin sosyalizme neden düşman olduklarına dikkat çekmekte yarar vardır. Sosyalist devrime Kapitalistlerin düşmanlığın asıl sebebi, kapitalist düzenin sahibi olan sermaye sınıfının, halkın ve emekçi kitlerin emeğinin sömürülmesi ve haklarının gaspı neticesinde devasa karlar edinerek, üzerlerine yattıkları paralarını, mallarını, servetlerini, krallıklarını, derebeyliklerini, saltanatlarını, oligarşik tiranlıklarını biranda sosyalist yada halk devrimi ile kaybederek, para ve mallarının emekçi halk tarafından el konulup, paylaşılacak olmasının korku ve endişesidir. Bu yüzdendir ki, Dünyada henüz yaşanmamış bir sistem olmasına rağmen, yani doğmamış bir çocuğa KOMÜNİZME bile korkunç ve pervasız saldırılar gerçekleştirilmektedir. Sosyalizme düşümanlığın bir başka sebebi ise; Kapitalizmin 1929-30 lı yıllarda ki kriziyle ayaklanan ve devrimci önderlerin posterlerini taşıyan işçi-köylü milyonların, günlerce süren gösteri ve grevleriyle yükselen emek mücadelesiyle neredeyse bir devrimin eşiğinden dönen ABD li kapitalistler, bu burhanı sinsice yöntemlerle atlattıktan sonra, işi sıkı tutup bir daha aynı korkulu rüyayı görmemek için bütün dünya çapında soğuk savaş dönemine damgasını vuran sosyalizm düşmanlığı başlattılar. Bu dönemde üretilen anti-sosyalist, anti-komünist söylem ve sloganlarla yürütülen psikolojik ve ideolojik savaşla birlikte, Türkiye ve Avrupanın pek çok ülkesinde oluşturulan çeşitli gladio-kontra örgütler ve vakıflarla bu düşmanlık iyice yükseltildi. İŞÇİ VE EMEKÇİLER, Ülkemiz halkı, yıllardır ülkeyi yöneten hakim kapitalist sermaye sınıfının, iktidarlarını kendi iktidarı sanmış, onların türlü aldatmacaları-yalanları ve istismarları ile avutulmuş, oyalanmış ve daima sömürülmüştür. İşçi sınıfı ve emekçiler, çok uzun zamanlardan günümüze, din, mezhep, siyasi görüş, milliyet, bölge, meslek grubu gibi ölçütlerle bölünmüş ve birbirlerine karşı kışkırtılmış, çatıştırılmış ve düşman edilmeye çalışılmıştır. SAĞCI-SOLCU, DOĞULU-BATILI, ALEVİ-SÜNNİ, TÜRK-KÜRT, LAİK-ANTİ-LAİK ŞEKLİNDE, SAÇMA VE SUNİ BÖLÜNMELER İLE BİRBİRİNDEN YALITILMIŞ, BİRBİRLERİNE KARŞITLAŞTIRILMIŞ VE ÇATIŞTIRILMIŞLARDIR. Çünkü, ülkeyi yöneten hakim erk olan kapitalist-sermaye sınıfı, emekçi halkın, etnik köken, din ve mezhepsel farklılıklarını-ayrılıklarını kullanarak onların, aynı amaçlar (SAVAŞSIZ SÖMÜRÜSÜZ, İNSANCA BİR YAŞAM) etrafında birleşmesini, yek vücut olarak, işi, ekmeği, emeği, geleceği, özgürlüğü ve demokratik hakları için birlikte mücadele etmesini engellemek için, türlü entrikalar ve sinsi yöntemler kullanmıştır. Şöyle bir düşünürsek, ülkemizde sefalet çizgisinde yaşamaya mahküm edilen asgari ücretliler eğer örgütlenerek birleşip, kararlı ve ortak bir mücadele yürütselerdi, bu insanlık ayıbı asgari ücrete, böyle gülünç bir zam yapılabilir miydi? Şayet bu örnekte olduğu gibi, alt gelir grupları-emekçiler, ortak sorunlar, ortak haklar ve talepler etrafında birleşseydi, işçi sınıfı bilinciyle ortak mücadele etseydi, ülkemizde başta gelir dağılımındaki çarpıklık-adaletsizlik olmak üzere, hayatın hemen hemen her alanındaki, bunca haksızlık, adaletsizlik, çarpıklık ve hukuk dışılık bu boyutlarda olmayacaktı
-
Utanın!
EKONOMİYİ-POLİTİKAYI BİLİMSEL BİR DÜZELEMDE TARTIŞACAKSAN, BEN HAZIRIM. AMA KALKIP BANA SOĞUK SAVAŞ DÖNEMİNDE, AMERİKANCI-İŞBİRLİKÇİLERCE ABD DEN İTHAL EDİLEN SOYALİZM DÜŞMANI ARGÜMANLARLA CEVAP VERECEKSEN, HİÇ ZAHMET ETME, EZBERLEDİK BU BANAL GERİCİ-IRKÇI SÖYLEMLERİ, ÜSTELİK BU SÖYLEMLERİN ASIL AMACINI VE KAYNAĞINI DA ÇOK İYİ BİLİYORUZ. BAK BEN İKTİSATÇIYIM, POLİTİKAYI DA , TOPLUMBİLİMİ DE BİLİRİM. VARSA BİLGİ BİRİKİMİN DONANIMIN GEL TARTIŞALIM. ÖYLE BOL KESEDEN ELEŞTİRİ YAPMA ADINA, KAVRAMLARA VE DEĞERLERE ÇAMUR ATMAK OLMAZ. ELEŞTİRİNİN YANINDA DERHAL ALTERNATİFİNİ DE SUNACAKSIN, YOKSA SENİNKİ SADECE DEMAGOJİ OLUR. SÖYLE BAKALIM; SENİN ALTERNATİF ÖNERİN NEDİR? -GERİCİLİĞE DAYANAN YÖNETİMLERDEN, FUNDAMENTALİZM Mİ? YOKSA TEOKRASİ Mİ? YA LİBERAL DEMOKRASİ-SERBEST PİYASA EKONOMİSİ GİBİ CİCİ MASKESİNİN ALTINDA, SERMAYENİN KAR HIRSIYLA DÜNYAYI VE İNSANLIĞI YOK ETTİĞİ, KAPİTALİZM Mİ? YOKSA BUGÜN ABD NİN BAŞTA IRAK OLMAK ÜZERE, DÜNYA HALKLARINA KAN KUSTURDUĞU, VAHŞİ KAPİTALİZMİN İŞGALCİ SÖMÜRGECİ BOYUTU, EMPERYALİZM Mİ? SENİN ALTERNATİF EKONOMİ-POLİTİK SİSTEM ÖNERİN HANGİSİDİR ?
-
DEVLETİN KÜÇÜLTÜLMESİ NE DEMEKTİR ?
Konuya yönelik ilgi ve katkınız için teşekkür ederim.
-
DHKP/C YANDAŞLARI!
Konu başlığını açan kişinin TAYAD Tutuklu Yakınları Derneğini hedef gösteren bu talihsiz yazısıyla, her ne kadar da bir dernek veya örgütün adı zikredilse de, aslında TÜM SOLCULARA, DEVRİMCİLERE VE SOSYALİSTLERE yönelik, o bilinen anti-sosyalist soğuk savaş döneminden kalan, ülkemizdeki Amerikancı güruhun, kin, nefret ve düşmanlığını taşımakta ve baştan sona gerici-ırkçı, faşizan bir propaganda kokmaktadır. Bu yazıyı yazan ırkçı -şoven şahısa sormak lazım. Trabzon da 4 tane çocuk yaşta gencin, galeya getirilmiş ve sürü güdüsü ile hareket eden, binlerce kişilik bir faşist sürüsü tarafından, vahşice linç edilmesi barbarlığının, burada satırlara dökülmüş haline şahit olmaktayız. Arkasında ABD ve onun kirli işlerini yapan yeraltı örgütü CIA nin ülkemizde tertiplediği, işçi-emekçi ve halk düşmanı, OCAKLARDAN, dernek, vakıf ve IRKÇI partilerden ve bu FAŞİST partilerin TİT ve ETKO gibi katliam tugaylarından kontragerilla örgütlerinden, susurlukçu-çeteci-mafyacı teşkilatlarından, bunların ülkemizde döktüğü onca insanın kanından neden hiç bahsetmiyor? Neden Hizbullahdan, İBDA-C den, bilimum şeriatçi terör örgütünden ve bunların yıllardır döktüğü kandan bahsetmiyor? Neden bu gladiocu-kontracı katliam örgütlerinin, döktüğü kanları, yaptıkları katiamlarını kınamıyor. Yoksa bilimum çeteciler, mafyacılar, Amerikan uşakları, CIA tetikçileri bir anda vatansever mi oldular?
-
Utanın!
İŞÇİ KÖYLÜ İKTİDARI OLAN SOSYALİZME DÜŞMANLIĞIN SANIRIM AİT OLDUĞUN SINIFIN BAKIŞ AÇISINI YANSITIYOR. ELBETTE BİR KAPİTALİST OLARAK, YANINDA ÇALIŞTIRDIĞIN İŞÇİLERİN-EMEKÇİLERİN EMEĞİNİ ALINTERİNİ SÖMÜREREK, KARINA KAR KATTIĞIN BU EKONOMİK DÜZEN, ELBETTE Kİ SENİN ÇIKARINADIR. ELBETTE Kİ SEN SOSYALİZME-KOMÜNİZME İŞÇİ EMEKÇİ İKTİDARINA KARŞI OLACAK, HATTA İKTİDARINA GÖZ KOYDUĞU İÇİN, KİN NEFRET DÜŞMANLIK GÜDECEKSİN. HAA BİR KAPİTALİZ DEĞİLSE, İŞÇİ EMEKÇİ İKTİDARINA KARŞITLIĞIN VE İŞÇİ SINIFINA DÜŞMANLIĞIN, SANA ENJEKTE EDİLEN ANCAK SENİN OLMAYAN ABD MENŞEİLİ ANTİ-SOSYALİST PROPAGADANDANIN SONUCUDUR. Bugün ülkede insanlarımız 380 milyon gibi insanlık ayıbı bir ücrete çalıştırılıyorsa, açlık, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk,hortumculuk,adaletsizlik, hertürden çarpıklık, yozlaşmışlık, sahtekarlık, kalpazanlık, üçkağıtçılık bu had safhaya çıkmış sa bunun tek ve yegane sorumlusu senin zihniyetinin iktidarlarıdır. Özal ile topluma ekilen KISA YOLDAN KÖŞE DÖNMECİLİK, BENİM MEMURUM İŞİNİ BİLİR, BEN ZENGİNLERİ SEVERİM, AKLI OLAN KÖŞEYİ DÖNER, PARA KAZANMAK İÇİN HER YOL MÜBAHTIR, ANAYASAYI BİR KERE DELMEKLE BİŞEYCİK OLMAZ sahtekarlığı ve riyakarlığı gelinen içler acısı noktanın esas kaynaklarından biridir. SENDEKİ VE SİZ GERİCİ IRKÇI GÜRUHTAKİ SOYALİZM KARŞITLIĞI, VE AĞZINIZDAN DÜŞÜRMEDİĞİNİZ KOMÜNİZM DÜŞMANLIĞI VE ANTİ-SOSYALİST ARGÜMANLAR: Seninde dilinden düşürmediğin o kof basma kalıp devrim ve sosyalizm düşmanı argümanların kaynağı ve kökeni bellidir. Büyük efendiniz ABD nin üretip dünyaya yaydığı, anti-sosyalist yalan ve iftiralarla dolu kof sözlerinizin altında yatan düşmanlık da bellidir. Zira SOSYALİZME yönelik kasıtlı saldırıların ve düşmanca politikaların kökeninde, kapitalist düzenin efendilerinin sınıfsal karşıtlığı ile işçi-köylü devleti düşüncesine ve pratiğine olan düşmanlıkları yatmaktadır ABD emperyalizminin ve kapitalist burjuva efendilerin sosyalizme neden düşman olduklarına dikkat çekmekte yarar vardır. Sosyalist devrime Kapitalistlerin düşmanlığın asıl sebebi, kapitalist düzenin sahibi olan sermaye sınıfının, halkın ve emekçi kitlerin emeğinin sömürülmesi ve haklarının gaspı neticesinde devasa karlar edinerek, üzerlerine yattıkları paralarını, mallarını, servetlerini, krallıklarını, derebeyliklerini, saltanatlarını, oligarşik tiranlıklarını biranda sosyalist yada halk devrimi ile kaybederek, para ve mallarının emekçi halk tarafından el konulup, paylaşılacak olmasının korku ve endişesidir. Bu yüzdendir ki, Dünyada henüz yaşanmamış bir sistem olmasına rağmen, yani doğmamış bir çocuğa KOMÜNİZME bile korkunç ve pervasız saldırılar gerçekleştirilmektedir. Sosyalizme düşümanlığın bir başka sebebi ise; Kapitalizmin 1929-30 lı yıllarda ki kriziyle ayaklanan ve devrimci önderlerin posterlerini taşıyan işçi-köylü milyonların, günlerce süren gösteri ve grevleriyle yükselen emek mücadelesiyle neredeyse bir devrimin eşiğinden dönen ABD li kapitalistler, bu burhanı sinsice yöntemlerle atlattıktan sonra, işi sıkı tutup bir daha aynı korkulu rüyayı görmemek için bütün dünya çapında soğuk savaş dönemine damgasını vuran sosyalizm düşmanlığı başlattılar. Bu dönemde üretilen anti-sosyalist, anti-komünist söylem ve sloganlarla yürütülen psikolojik ve ideolojik savaşla birlikte, Türkiye ve Avrupanın pek çok ülkesinde oluşturulan çeşitli gladio-kontra örgütler ve vakıflarla bu düşmanlık iyice yükseltildi.
-
TAHRİP EDİLEN ÇEVRE, KİRLENEN DEĞERLER VE YOZLAŞAN İNSAN
Küresel sermaye kar maksimizasyonunu-birikimini hızlandırma sürecindeki önemli aktörlerden olan, uluslararası finans örgütlerinin(İMF,DB) dayatma reçeteleri ile uygulanan, gelişmekte olan ülkelerdeki enerji, altyapı ve tarım alanlarında yürütülen tasfiye ve özelleştirme projeleri, aynı zamanda o ülkelerde ki doğal ve tarihi çevre ile ekolojik denge üzerinde önemli bir tehdit unsurudur. Örneğin, kağıt üzerinde ki asıl işlevlerinden biri gelişmekte olan ülkelerdeki kalkınma çabalarını desteklemek olan, ancak gerçekte merkezi kapitalizmin talan ve tasfiye dünyayı paylaşma aracına dönüşen Dünya Bankası, 1980'lerden önce desteklediği ekonomik projelerinin, çevresel etkilerini hiçbir biçimde hesaba katmış değildir. Dünya Bankasının Doğal ve tarihi değerler üzerinde ağır baskı kuran büyük ölçekli tasfiye projelerine destek vererek binlerce kişinin zorunlu göçe tutulmasına neden olan Banka'nın kimi projelerine yerel halk ve çevreci örgütler tarafından büyük tepki gösterildiğini de eklemek gerekir. TEKNOLOJİ İLE DÜNYANIN KÜÇÜLÜYOR MU? YOKSA GİTGİDE KİRLENEREK, YOKOLUŞA MI GİDİYOR? Teknolojide, iletişimde ve ulaştırmada yaşanan hızlı gelişmelerin, "dünyanın küçülmesi" gibi olumlu sayılabilecek sonuçlarının yanı sıra tam tersine ekolojik dengeyi bozacak olumsuz etkileri de bulunmaktadır. Bu açıdan, küresel kapitalizmin ekolojik bunalımdaki payının önemli bir bölümünün ulaştırma alanında gerçekleştiği söylenebilir. Ulusal ekonomilerin küresel ekonomiye bağımlı duruma gelmesi ve ihracat yönelimli gelişme modelinin almaşıksız tek kalkınma biçimi olarak kendini kabul ettirmesiyle, uluslararası alanda gerçekleşen mal ve insan devinimi çok büyük biçimde hızlanmıştır. Örneğin, 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra küresel ulaştırma etkinliklerinin 25 kat arttığı hesaplanmaktadır. Ulaştırmanın nicelik ve nitelik açısından dönüşüm geçirmesi, ekolojik denge üzerinde yalnızca hava, deniz ve kara taşıt araçlarının yarattığı kirlilikten kaynaklanan bir baskı yaratmakla kalmaz; bu etkinlikler, doğal çevre üzerinde çok güçlü ve kalıcı etkiler bırakacak havaalanları, limanlar, benzin istasyonları, boru hatları, demiryolları, bağlantı yolları, otoyollar gibi büyük bir altyapı gereksinimini de beraberinde getirir. Anılan yatırımların büyük bölümünün kıyı bölgelerinde, verimli tarım topraklarında ya da ormanlık alanlarda kurulması gerçeği de göz önünde bulundurulursa sektörün doğal denge üzerinde kurduğu baskı daha iyi anlaşılacaktır. Ulaştırma alanında yaşanan gelişmelerin olumsuz etkileri bunlarla da sınırlı değil. Küresel iklim değişikliğinin en büyük nedenlerinden birisinin ulaşım sektörünün aşırı büyümesi olduğu bilinmektedir. Türlü bulaşıcı hastalık virüslerinin, bakterilerin, sineklerin sınır tanımaksızın dünyanın dört bir köşesine yayılarak, bir yandan toplum sağlığını olumsuz etkilemesi, bir yandan da yerli canlı türlerini tehdit etmesinde de bu sektörün payı yadsınamaz. DOĞAL ÇEVRE ÜZERİNDEKİ EN BÜYÜK TEHDİTLERDEN BİRİ DE, EMPERYALİST SÖMÜRÜ VE PAYLAŞIM SAVAŞLARIDIR.… Küresel kapitalizmin, sürekli birikimi sağlamak için OECD, Dünya Bankası, IMF, DTÖ gibi akçalı işlerle uğraşan uluslararası örgütleri; GATT, GATS gibi sermaye akışının kesintisiz işlemesini sağlamayı amaçlayan düzenekleri, "governance" gibi özel girişimleri ön plana çıkaran yönetim biçimlerinden yararlandığı bilinmektedir. Bunlar kadar iyi bilinen bir gerçek de, bütün bu araçlar yetersiz kaldığında kuvvet kullanımından da sermaye birikimini sağlayan bir araç olarak yararlanılması. ABD'nin Irak için başlattığı askeri müdahaleleri tek başına bu duruma örnek olarak vermek yeterli olacaktır. Her ne kadar kamuoyunda Ortadoğu'da demokrasi ve barışı sağlamak üzere kuvvet kullanıldığı inancı yerleştirilmek istense de, gerçek nedenin bölgedeki petrol rezervlerini denetim altında tutmak olduğu bilinmektedir. Doğal kaynakların tükenmesi ile doğrudan ilgili olan bu savaşlarla bozulan yalnızca ekolojik denge olmuyor, bütün coğrafyanın tarihi, kültürel ve toplumsal değerleri de yitirilmiş oluyor. SÖZDE ÇEVREYLE UYUMLU (!) MALLAR Çevre sorunlarını gidermek için alınan önlemler, bu uğurda gerçekleştirilen etkinlikler çoğunlukla küresel kapitalizm için insan hakları, sosyal yardım, sosyal güvenlik, yoksulluğu önleme çabalarında olduğu gibi sisteme bir yük olarak görülmektedir. Ancak küresel ekonomik sistemin varolan ekonomik bunalımdan bütünüyle habersiz olduğu ya da bilim dünyasının yaptığı uyarıları bütünüyle göz ardı ettiği de söylenemez. Modern küresel ekonominin çevresel kaygılardan yola çıkarak aldığı önlemler de yine sistem içinde geliştirilen çözüm politikalarının bir ürünüdür. Bu yolda, öncelikli olarak azgelişmiş dünyanın doğal kaynak ve hammadde birikiminden yararlanılması, atıkların azgelişmiş ülkelere taşınması ya da ağır sanayi yatırımlarının yine bu bölgelere kaydırılması gibi ekolojik bunalımın gelişmiş dünyayı etkilemesini engelleyen geçici çözüm yollarının yeğlendiği bilinmektedir. Bu yaklaşım, aslında çevresel maliyetlerin önemli bölümünü 3. Dünyanın sırtına yüklemek anlamına da gelmektedir. Küresel kapitalist sistemin bu uğurda kullandığı ikinci yol ise, çevresel kaygıları sistemin kendisini sürdürecek bir araç olarak görmektir. Yeni pazarlar, yeni sektörler yaratmak güdüsünün etkisiyle "ekolojik" etiketli pek çok ürün ya da hizmetin tüketim toplumunun hizmetine sunulması bu ikinci yolun en iyi bilinen örneğidir. Yoğun bir reklam, propaganda, eğitim ve yönlendirme bombardımanı altında yaşayan sıradan yurttaş için aslında yalnızca biraz daha "çevreye dost" öğeler taşıyan ürünü yeğlemenin dışında bir seçenek bırakılmış değildir. "Doğal", "ekolojik", "çevreyle uyumlu", "doğayla dost" gibi etiketler altında pazarlanan mal ve hizmetler bu durumun yalnızca bir yönünü oluşturmakta, diğer yanda ise küresel çaptaki çevre sorunlarını sermaye gelişimleri için fırsat olarak gören büyük küresel şirketler bulunmaktadır.. Daha çok kâr elde etmeye, sermaye birikimini sürekli kılmaya ve sürekli yeni pazarlar yaratmaya dayanan bir sistem olarak küresel kapitalizmin ekolojik bunalımın sorumlularından biri olarak görülmesinin temel nedeni, mal ve hizmet üretiminin nasıl ve ne kadar yapılacağının toplumsal gereksinimler doğrultusunda değil kârlılık durumuna göre gerçekleştirilmesidir. Bir anlamda bu sistemde üretim ve dağıtım, gerçek toplumsal gereksinimler çerçevesinde değil, çok uluslu şirketlerin ve gelişmiş ülkelerin benimsediği politikalar gereğince belirlenmektedir. Bunun kaçınılmaz sonucu da, doğal değerler üzerinde ağır baskı kurulması, kaynakların sınırsızca kullanılması, toplumsal ve fiziksel bozulmanın daha önce görülmemiş düzeylere ulaşmasıdır. Küresel Kapitalizmin, daha fazla kar, daha fazla mülkiyet ve daha fazla iktidar hırsı ve ihtirasının sonucunda, hem Dünyamızın doğal dengesi bozulmakta, hemde insanlığın başına türlü türlü hastalıklar, virüsler, yapay ve doğal felaketler gelmektedir. ABD nin enerji kaynakları(petrol,doğalgaz,madenler) ile kendi mallarına tüketim pazarı arayışı ve hırsının sonucunda çıkardığı savaşlar, iç savaşlar, darbeler,işgaller vs. yüzlerce masum insanın ölmesine yada sakat kalmasına yol açmıştır. Öte yandan başta nükler silahların varlığı ile ortaya çıkan korkunç tehditin yanı sıra, başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkelerin, bu silahlarla yapmış olduklerı, denemelerle yarattıkları kirlilik, atmosfere bırakltıkları zararlı SERA GAZLARI, içme suları ile denizlerin kirletilmesi, pek çok bitki ve hayvan türünün neslinin tükenmesi, doğal ve ekolojik dengenin bozulması, daha fazla kar hırsı-ihtirası yüzünden, Dünyanın yaşanamaz hale getirilmesinin bir aşamsıdır. Bu açgözlülük ve gayri insani ihtiras, Dünyada ki tüm canlıların ve insanların yaşama hakkına yönelik bir saygısızlık, aynı zamanda gelecek nesiller adına, en büyük insanlık suçudur.
-
TEFECİ İMF'DEN YAKALARINI KURTARAN ÜLKELER VE TÜRKİYENİN DURUMU !
Sayın CYRANA Forumun acemi bir üyesi olarak ancak bu kadar diyor, konunun Malezya boyutunu ise, siz ustalara bırakıyorum. Saygı ve dostlukla. Sedat.
-
DEVLETİN KÜÇÜLTÜLMESİ NE DEMEKTİR ?
DEVLETİN KÜÇÜLTÜLMESİ SÖYLEMİYLE, GERÇEKTE AMAÇLANAN NEDİR? DEVLETİN KÜÇÜLMESİ DEMEK NE DEMEKTİR? DEVLET KÜÇÜLÜRSE NE OLUR? DEVLETİN, EKONOMİDEN VE TEMEL HİZMETLERDEN EL ÇEKTİRİLMESİ İLE NİTELİĞİ, ADI VE ŞEKLİ NE OLUR? ASLINDA KÜÇÜLEN NEDİR?
-
"SERBEST PİYASA" DENİLEN ŞEY ASLINDA NEDİR?
Evet arkadaşlar. EKONOMİ VE POLİTİKA, BİRBİRİNDEN AYRILAMAYACAK İKİ BİLİM DALI. KAYNAKLARIN NİTELİĞİNİ, DAĞILIM ŞEKLİNİ VE SINIFSAL TERCİHLERİ BELİRLEYEN SİSTEM OLARAK EKONOMİ, AYNI ZAMANDA SİYASETİN DE TEMEL BELİRLEYİCİSİDİR. Liberal Demokrasi-Serbest Piyasa Ekonomisini yani Kapitalizmi savunan arkadaşların, konuya ilişkin görüş ve eleştirilerini bekliyorum.
-
Utanın!
Sayın çok bilmiş arkadaşım. 1-Söyler misin, sana göre siyaset nedir? 2-Sence siyaset ne üzerinden, neye göre ve nasıl yapılmalıdır? 3- İşçi-emekçi sınıfın ne olduğunu ve hangi koşullarda nasıl yaşadığından haberdar mısın? 4- Asgari ücretin bugün kaç YTl olduğunu, yüzde kaç zam yapıldığını, bu para ile ancak kaç gün açlık sınırında yaşanacağını, işsizliğin, yoksulluğun, açlığın ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin asıl nedeninin ve kaynağının ne olduğunu biliyor musun? 5-göre, Nazizme karşı kimler nasıl direnmiştir, insanlığı yok edecek bu belayı, acaba kimler nasıl yenilgiye uğratmıştır? 6-Stalingrad ve Leningradda ülkesi ve işçi-köylü devleti için hayatını kaybeden, 20 milyon sovyet yurtsever, Nazilere karşı değilde, Güney Afrika Cumhuriyetine karşı mı savaşmıştır? 7- Komünizm bir ütopya ise, senin gerçekliğin ve savunduğun düşünce sistemi hangisidir? Şayet savunduğun sistem, liberal demokrasi-serbest piyasa ekonomisi şeklinde cici bir maskenin altına gizlenmiş olan bugünün oligarşik düzeni yani vahşi kapitalizm ve onun sömürgeci ve işgalci boyutu olan emperyalizm ise, bu sistemin aslında ne olduğunu, neye ve kime hizmet ettiğinin açıklamasını yapmanı bekliyoruz. Rica etsek,acaba o engin ve derin siyaset bilgilerinizle bizleri aydınlatma lütfunu gösterir misiniz?
-
ASIL VATAN HAİNİ KİMDİR?
VATANA VE HALKINA KIYANLAR, VATANI SATANLAR, KURUM VE KURULUŞLARINI PEŞKEŞ ÇEKENLER, HALKINI, SEFALET ALTINDA YAŞATAN, SÜRÜM SÜRÜM SÜRÜNDÜRENLER ÇALIŞANINI, İŞÇİSİNİ, MEMURUNU, KÖYLÜSÜNÜ YANİ BU ÜLKENİN ASIL SAHİPLERİNİ AÇLIK, İŞSİZLİK, YOKSULLUK ÇEKTİRENLER TÜRLÜ YOLSUZLUKLARLA, HORTUMLARLA, İHALE VURGUNLARIYLA, HAYALİ İHRACATLARLA TÜYÜ BİTMEMİŞİN HAKKINI YİYENLER, RÜŞVETÇİLER, HIRSIZLAR, SAHTEKARLAR, KALPAZANLAR ÇEK-SENET, UYUŞTURUCU, SİLAH VE BİLİMUM SEKTÖREL MAFYACILIK YAPAN ÇETECİLER ÜLKE HALKINI ETNİK, DİNSEL VE MEZHEPSEL FARKLILIKLARIYLA BİRBİRİNE KARŞI KIŞKIRTIP, KİN, NEFRET DÜŞMANLIK OLUŞTURARAK EMEKÇİ HALKI BİRBİRİNE KARŞI KIRDIRTANLAR. ÜLKEMİZİN BAĞIMSIZLIĞINI TEHLİKEYE DÜŞÜRENLER, EMPERYALİZM İŞBİRLİKÇİLERİ, MANDACILAR, YANAŞMACILAR, -------------------------------------------- ASLA VATANSEVER OLAMAZLAR.
-
İNSAN OLABİLMEK VE İNSANCA YAŞAYABİLMEK
Günümüz Dünyasında,"YENİDÜNYA DÜZENİNİN PİYASACI DEĞERLERİ" yavaş yavaş "EVRENSEL İNSANİ DEĞERLERİNİN" yerine geçmeye, insani değerleri aşındırarak-yok etmeye yeltenmiştir. Ne yazık ki insanlık, göz göre göre insani değerlerini kaybediyor. Kaybettiğimiz bunlarla sınırlı değil. Erezyona uğrayan insanlığımız kadar, içerisinde yaşadığımız yeryüzünü, yani asıl ve büyük evimiz doğayı da, aynı paralellikte zehirliyor, kirletiyor, yok ediyoruz. Oysa tüm bunlara sebep, İnsani "ÖZ"den uzaklaşmadır. İNSANİ ÖZDEN UZAKLAŞMA. -Ne oluyor bu insanlara, neden dostluk, kardeşlik ve barış içerisinde huzur içerisinde yaşanmıyor? -Neden ülkeler işgal edilip, savaşlar çıkartılıyor? -Neden insanlar, ufacık masum çocuklar bile öldürebiliyor? -Ne için doğa kirletiliyor, Dünyanın ekolojik dengesi bozuluyor ? -Ozon tabakası deliniyor, -Sular, kimyasal maddelerle kirletiliyor, bitki örtüsü ve hayvan türleri yok ediliyor. Ne için mi? Çok açık aslında. Öncelikle her türlü kötülüğün, hunharlığın, insana aykırılığın altında yatan sebeplere, dikkat etmekte yarar vardır. Nedir bunlar? -1- "DAHA FAZLASINA SAHİP OLMA, DAHA FAZLA KAR ELDE ETME, DAHA FAZLA MÜLKİYET EDİNME" ŞEKLİNDE GÖZÜ DOYMAZ HIRS VE DOYMAK BİLMEYEN İHTİRASLAR: Sahip olma –mülkiyet hırsı (para, mal-mülk,servet,zenginlik) Daha fazla kar için, daha fazla mal-mülk edinmek sahip olmak, daha güçlü olmak için, daha zengin olmak için, iktidar kurmak için, egemenlik altına almak için, sömürge elde edip, yağmalamak için, insanda temelde var olan bu eğilimlerin insanların "benlik" olgusunun yerine geçmesidir. İnsan olarak "var olmak" ile değil, sahip olduklarıyla var olduğu sanrısı. Burada "insan olmak" amaç olmaktan çıkmış ve araç haline dönüşmüştür. Araç olması gereken para-mal-mülk-zenginlik-olanaklar ise araç olmaktan çıkarak, ASIL AMAÇ haline gelmiştir. Böylece yaşamın öznesi olması gereken İnsan, sahip olduğu paranın ve servetin kölesi durumuna gelmiştir. Yaşamını sevmek-paylaşmak-mutlu olmak üzerine değil, daha fazlasını ELDE ETMEK-SAHİP OLMAK-KAZANMAK şeklinde ki, sonu olmayan, çılgınca yarışa yönlendirmiştir. -2-GÜÇ VE İKTİDAR SAPLANTISI: Güç-iktidar saplantısı (üstünlük sağlama, egemen - otorite olma, kontrol altına alma-yönetme, toplumsal prestij elde etme, stretejik ve fiziksel üstünlük sağlama ) İnsanlar arasında eşitliğe asla tahammül edemeyen bu mantalite, daima üstün olma, söz sahibi olma, güçü olma, yönetme peşindedir. Şayet kendisi bu olanağı elde edememişse, haksız da olsa-zalimde olsa, güçlü olandan-zalim olandan yana olmak, güçlü olana-üstün olana-iktidar olan tapınma ve bu yönde uğraş sarfetmektir. -3- GERİCİLİK-YOBAZLIK, IRKÇILIK ve KÖRÜ KÖRÜNE SAPLANTI: Gericilik-Yobazlık, Irkçılık ve körü körüne cahillik; Aydınlığa, ilericiliğe, eşitlik esasına dayalı adalete, sevgiye, kardeşliğe, barışa, paylaşıma, mücadeleye, emeğe, kısaca tüm evrensel insani değerlere, bilerek veya bilmeyerek karşı olmak. Kendi ırkının en üstün (saf ve ari ırk)olduğu sanrısı-saplantısıyla diğer ırkları köleleştirmek ve yok etmeye yeltenmek(Hitler faşizmi).Tüm insanları kapsayan bir eşitlik ve adalet ilkesi yerine, elit bir zümrenin üstünlüğüne-iktidarına boyun eğmek, krallara imparatorlara kumandanlara biat etmek. Yada kendi hegemonyasını dikta edip, diğerlerini buna boyun eğdirmek. Aydınlığa karşı- karanlığı, Bilime karşı- bilim dışılığa saplanıp, körü körüne savunmak. (İnsanlara iyiyi, güzeli, doğruyu, eşitliği, kardeşliği, barışı, sevgiyi, paylaşımı, dayanışmayı öğütleyen inanç sistemleri elbette bu tanımlamanın dışındadır) İşte tüm bu gayri insani zihniyet ve saplantılara karşı, "Evrensel insani değerleri" ilke olarak alan, eşitliği, adaleti, özgürlüğü, demokrasiyi ve en önemlisi "TEMEL İNSAN HAKLARININ"savunulması , her insanın sahip olması ve sahiplenmesi, talep etmesi ve gerektiğinde bu uğurda mücadele etmesi gerekir.
-
ÜLKEYİ KİM YÖNETİYOR?
Ne kadar sade ve içten yazmışsın kardeş. Ben işçiyim babam köylü yani biz halkız emekçiyiz çalışanı üreteniz, hayatı yaratanız, o devasa çarkı döndüreniz. Ama tövbe billah, sümmü haşa ülkeyi biz yönetmiyoruz. Değil yönetmek hiçbir şekilde söz sahibi değiliz. Değil biz, bizim seçtiklerimiz bile değil. İşte yönetim süreci: İMF,DB, AB, ABD, TÜSİAD,MÜSİAD,TİSK istedi bu yasa çıkacak. El kaldır , Şimdi de İndir. Böyle mi olmalı ülkemizde ki yönetim anlayışı. Hani demokrasi halkın kendi kendini yönetmesiydi. Biz işçiyiz, köylüyüz, memuruz, esnafız, üreticiyiz yani HALKIZ Peki ne kadar katılıyoruz ülke yönetimine? KOSKOCA BİR HİÇ. BİZDEKİ DEMOKRASİ BURJUVA DEMOKRASİSİDİR. PARASI OLANIN HERTÜRLÜ HAKKI ELDE ETTİĞİ, YARGIYI KENDİ LEHİNE ETKİLEDİĞİ, TÜM AVANTAJLARI KAR VE RANTLARI KENDİNE ÇEVİRDİĞİ, YÖNETİMİ İSTEDİĞİ GİBİ YÖNLENDİRDİĞİ, ÖZGÜRLÜĞÜN SADECE PARASI OLANIN DİLEDİĞİNCE MAL VE MÜLKİYET EDİNDİĞİ SÖZDE BİR DEMOKRASİ. BU HALİYLE GÖSTERMELİK VE ŞEKİLCİLİKTEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.
-
Utanın!
Eline, yüreğine ve bilincine sağlık sevgili zeynoo. Görüldüğü gibi Avrupalı sermayenin-kapitalizmin Birliği olan AB li kapitalistler adeta***** akıtarak , işçi emekçi sınıfa(proleteryaya)olan sınıfsal karşıtlıklarını, işçi emekçilerin iktidarı olan soyalizme-komünizme yönelik o eski ve büyük husumet, kin ve düşmanlıklarını iyice kusmuşlar. Demek ki, Avrupada çalışanların haklarına yönelik saldırıların artması, emeğin değerinin ucuzlaması, kayıt dışı istihdamın çığ gibi büyümesi, sosyal devletin tasfiye edilmeye başlaması, (kapitalist ve emperyalist ABD nin yıllardır sürdürdüğü anti-sosyalist propaganda ve sosyalizm düşmanlığıyla içerden ve dışardan yıpratması sonucunda çözülen) Sovyetlerin tasfiye edilmesi ile yakından ilintilidir. Çünkü artık işçi emekçilerin kendilerine örnek alacakları ve emsal gösterecekleri büyük bir İŞÇİ-KÖYLÜ EMEKÇİ CUMHURİYETİ yoktu. Artık işçi ve emekçilerin tüm hakları gasp edilebilirdi, çünkü artık güçlü ve direngen mücadeleci sınıf sendikacılığı da tasfiye edilmişti. Çünkü artık kültürel ve ahlaki yozlaşma ile evrensel insani değerler yozlaştırılmaya başlanmış, onun yerine paranın gücü ve PİYASA DEĞERLERİ revaçta edilmişti. Artık insan "AMAÇ" ve "ÖZNE" olmaktan çıkarılıp, yeniden kapitalizmin dini-imanı olan para ve kar asıl "ÖZNE" ve "AMAÇ" olmaya başlanmıştır. AYRICA BU YORUMU YAPAN ARKADAŞA SORMAK LAZIM. SENİN ALTERNATİF ÖNERİN NEDİR? -GERİCİLİĞE DAYANAN YÖNETİMLERDEN, FUNDAMENTALİZM Mİ? YOKSA TEOKRASİ Mİ? YA LİBERAL DEMOKRASİ-SERBEST PİYASA EKONOMİSİ GİBİ CİCİ MASKESİNİN ALTINDA, SERMAYENİN KAR HIRSIYLA DÜNYAYI VE İNSANLIĞI YOK ETTİĞİ, KAPİTALİZM Mİ? YOKSA BUGÜN ABD NİN BAŞTA IRAK OLMAK ÜZERE, DÜNYA HALKLARINA KAN KUSTURDUĞU, VAHŞİ KAPİTALİZMİN İŞGALCİ SÖMÜRGECİ BOYUTU, EMPERYALİZM Mİ? HANGİSİ SENİN ALTERNATİF ÖNERİNDİR?
-
12 EYLÜL SONRASINDA YETİŞEN KUŞAK
Sevgili zeynoo eline yüreğine ve aydın bilincine sağlık. Faşist 12 Eylül cuntasının asıl amacını ve gerçek misyonu açıkça teşhir ederek, konuya açıklık getirmişsin. Başında NETEKİM PAŞANIN bulunduğu bu kanlı faşist darbe, arkasındaki asıl emperyalist güç olan ABD ve onun yeraltı kirli örgütü olan CIA nin desteği ile, bir yandan ülkenin binlerce genç insanı, işçisi, emekçisi, köylüsü, memuru, devrimci-aydını, şair, yazar, biliminsanı gibi binlerce insanını, tüm devrimci değerlerini, demokratik kitle örgütlerini, katletme-yok etme barbarlığına had safhaya ulaştırdı. Diğer yandan da, ülkemizde yükselen halk hareketini ve emek mücadelesini sindirmek yok etmek amacıyla yapılan bu kanlı faşist darbeyle, bastırılan-sindirilen-yok edilen emekçi muhalefetin boş bıraktığı geniş siyaset alanında, 24 Ocak kararları yüyürlüğe konularak, hem ülkemizde ulus devletin tasfiyesini başlandı, hem de ülkenin ekonomik ve siyasal bağımsızlığını da ipotek altına alındı. Emperyalist güçlerin Dünyayı yeniden paylaşma planlarından biri olan, WTO-GTSS 1979 Fas- Marekeş protokolü ile bütün az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde, ulus devleti ve kamu ekonomilerini tasfiye etme planını, ülkemizde bizzat 12 Eylül darbesinin kucağında, 24 ocak kararları Süleyman Demirelin başbakanlığı döneminde, bizzat Demirelin ekonomi kurmayı olan Turgut Özal tarafından uygulanmaya konulmuştur.
-
TEFECİ İMF'DEN YAKALARINI KURTARAN ÜLKELER VE TÜRKİYENİN DURUMU !
Ekonomi-politiğe ilişkin bilimse perspektifte söyleyecek sözü, ortaya koyacak düşünce ve eleştirisi olan arkadaşları, bu konuyu enine böyune tartışmaya davet ediyorum. Saygı ve dostlukla. Sedat.
-
"SERBEST PİYASA" DENİLEN ŞEY ASLINDA NEDİR?
:excl: Piyasa.. Kuşkusuz “serbest piyasa”… Mali piyasalar.. Para piyasası.. Döviz piyasası.. Menkul kıymet piyasası.. Günümüzde en gözde piyasalar bunlar. Ticari piyasalar zaten öteden beri biliniyor ve işlevsel. Ama, para (kredi, faiz), yabancı para (döviz) ve borsa (menkul kıymet ya da değerli kağıt) gibi yönleri, bileşenleri ya da “altbaşlıkları” ile sermaye piyasası ya da bağlantıları içinde tüm yönlerini belirtmek üzere sermaye piyasaları; bilinen anlamıyla piyasayı –ticari içerikli piyasa– çoktan ikinci plana itmiş bulunuyor. Değişimin gerçekleşmesinin, şu ya da bu görünümüyle “değerleri” ile çakışmak üzere, kuşkusuz içinde toplumsal emek içerilmiş toplumsal ürünlerin ancak birbirleri ile ilişkileri içinde ve birbirleri karşısında fiyatlanmalarını düzenleyen “mekanizma” olarak piyasa; sadece meta ve sermaye ilişkilerinin değil ama tüm toplumsal ilişkilerin oluşma “merkezi” vurgusuyla çoktan kutsallık katına yüceltilmişti. Tüm toplumsal yaşamın, yalnızca ekonomik değil ama en insani yönleriyle bütün bir yaşamın hesabını piyasa tutuyordu. “Tanrı”nınki gibi niteliklere sahip olduğu varsayıldı! Her şeyi, toplumsal ve yaşamsal olanın bütününü, hiçbir sorumluluk üstlenmeksizin ama tam yetkiyle ve kendiliğinden belirliyordu. A. Smith ve D. Ricardo, zamanında, henüz gelişmenin dinamiği olarak hızla dünyaya yayılırken, kapitalizmle kopmaz bağını kurmuşlardı. Ama giderek “öncesiz ve sonrasızlığa” kavuşturuldu; kapitalizme özgülüğü de unutturuldu. Kimi “tarihin sonu” diyerek sonrasızlığını yüceltti, kimi dünyanın kuruluşunu bile payasalarla açıklamaya girişti. Ticaretin kökleri kuşkusuz çok eskilerdeydi. Gorbaçov’a yaklaşan günlerde, aslında epey daha öncelerinden, “piyasa sosyalizmi”ne dair icadlarda bile bulunuldu. İlk kez, feodal parçalanmışlığın ticaretin gelişmesi önüne çıkarmakta olduğu engeller karşısında önem kazandı ve takip ederek İngiliz sanayi kapitalizminin sömürgelerden toparladığı hammaddeleri işleyen bir “fabrika” işlevini yüklendiği atak döneminde, 1700’lerin ikinci yarısıyla 1800’lerin son çeyreğine gelinceye kadar doruk yaparak sömürge siyasetine bağlandı; onun önünü açmanın ilkesi kılındı. Kuşkusuz en başta kapitalist gelişmenin ilkesiydi. Feodal kısıtlamaların yanı sıra himayecilik ve gümrükler vb. yoluyla korumacılık karşısında “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” kendiliğindenliğinin yüceltisi olarak liberalizm, serbest ticaretin ve kuşkusuz onun mekanizması olarak serbest piyasanın kutsallaştırılması işlevini üstlendi. Hammadde ve mamül madde sevkiyatının, değişimin önünde engel olmamalıydı. Hakkını teslim etmek gerek: tüm kırıp dökmesine, sömürgelerin tüm zenginlik ve insan kaynaklarının talan edilmesine karşın, ilerletici, geliştirici bir rol oynadı; egemenliğini ilan ve kabul ettirdiği tarihsel koşullarda başka bir gelişme yolu da henüz olanaklı değildi. İkinci “tarihsel” atılımını ise, geç bir dönemde ve bekleneceği gibi salt ideolojik biçimde, neoliberalizm adıyla, artık nesnel temelinin neredeyse bütünüyle ayağının altından kaydığı koşullarda, “demokrasi”, “barış”, “refah” gibi ezilenlerin yüreğini umutla doldurmaya ve aldatmaya temel sağlayacak “serbesti” unsuru olarak gündeme alındığı son 25-30 yıllık dönemde gerçekleştiriyor. Şimdi yine “serbest piyasa”nın önünde secdeye varmanın zorunluluğuna ilişkin teori ve uygulamalar moda. Sorunun aldatıcı yanının ötesinde, kuşkusuz yine bu aldatıcılığa bulanmış olarak, şimdi, sermaye hareketlerinin (akışkanlığının) önündeki tüm engellerin kaldırılması, sermaye ilişkilerinin, üretim, değişim (ve hatta dağıtımı da kapsayarak) gibi yönlerine ilişkin olarak tüm kısıtlayıcılıklardan kurtulması ihtiyacı, “serbest piyasa” yüceltisinin hareket noktası oluyor. Kapitalizmin yüceltilmesinin ötesinde piyasa tapınması, şimdi artık tekellerin egemenliğine tapınmanın örtüsü durumundadır. Artık milyarla ifade edilebilen dünya işsizlerinin işgüçlerini kiralama “serbest pazarlığı”nı bile yapamadığı, “serbest piyasa”dan kendi paylarına düşebilen köleleşmeyi bile gerçekleştiremeyerek açlığın pençesine itildikleri koşullarda “serbesti” ya da “piyasa” adına günümüz kapitalizminin olumlanması tamamen aldatıcı içeriklidir. Yüz yılı aşkındır bir başka toplumsal düzen bakımından olgunlaşmış, çürüme halindeki kapitalizm son aşamasını yaşamaktadır. Kapitalizm, tekelci kapitalizm biçimini almıştır. Bunun, piyasalar bakımından anlamı, artık sorunun, piyasa ve kapitalizmin olumlanması/olumlanmaması çerçevesinde ele alınmasının yetersizleşmesidir. Piyasa ve kapitalizm, her halükârda olumlanamaz; ancak günümüz kapitalizmi, tekelci kapitalizm, yeni bir toplumsal düzenin, sosyalizmin koşullarının olgunlaşmasıyla –konumuz açısından– aynı anlama gelmek üzere, tersi yüceltiye karşın, “piyasa”nın tabu olmaktan çıkması, “dokunulmazlığı”nın bizzat kapitalizmin kendi gelişmesiyle “delinmesi”, “sorumluluk” ve “yetkileri”nin budanmasıdır. Artık “serbest piyasa”, o her şeyi düzenleyici mekanizma olarak eski mutlak rolüne sahip değildir. Tekeller ve mali sermayenin egemenliği, tekelci kapitalizm, birçok şey gibi “serbest rekabet” ve “serbest piyasa”yı da tahtından etmiştir. Eskiden, 19. yüzyılda, piyasa yüceltisi, kapitalist patronları ve kapitalizmi, sömürü ve zorbalığı örtüleyen bir işlev görür, kapitalist egemenliği gizler; kötülük ve haksızlıkları soyut bir “piyasa”nın sorumluluğuna bağlayarak tek tek kapitalistleri ve kapitalizmi “kurtarıcı” rol oynardı. Suç, görünür olduğunda, ne somut kapitalistlerin ne de devletlerinin, kapitalist sistemin suçu olmazdı ya da “kör” piyasa egemenliği korkuluğu sallanarak boğuntuya getirilirdi. Kısaca, iyi zamanlarda “demokrasi”, “barış”, “refah” gibi talep ve özlemlerin ayrılmaz parçası ve temeli olarak gösterilen “serbest piyasa”, kapitalistlere, zor zamanlarında da, sömürü ve zorbalığıyla sistemlerini örtüleyen bir “günah keçisi” olarak hizmet ederdi. Şimdi, günümüz tekelci kapitalizminde ise, “serbest piyasa” yine “demokrasi”, “barış” gibi hayallere temellik etmek üzere onlarla bir arada bir propagandif “değer” olarak kullanılmaya devam edilirken, örneğin demokrasi ile olan bağıntısını tümden yitirmiştir. Örtüleyici özelliği ise, artık tamamen tekelci büyük patronların, birkaç düzine tekelin egemenliğinin, mali sermaye hükümranlığının gizleyiciliği işlevine bürünmüştür. Artık “serbest piyasa” övgüsü ve onun üzerinden temellendirilen her görüş, başka şeylerin yanında, aldatıcıdır; ve tekellerin azgın sömürüsünü, mali sermaye egemenliğini ve yanlarına yenilerini katıp eskilerini ağırlaştırdığı kapitalizmin tüm çelişkilerini gizlemeye hizmet etmektedir.