SeDatsan tarafından postalanan herşey
-
Di Canio'ya inat Livorno
Eline sağlık sevgili othello. Okunmaya değer ve ders çıkarılacak bir yazı olmuş.
-
12 EYLÜL SONRASINDA YETİŞEN KUŞAK
:excl: 12 EYLÜL VE YIKINTILARI Ülke insanının ve demokrasinin üstünden bir cendere olarak geçen, yüzlerce binlerce genci hapislerde çürütüp, idam ve işkence tezgahlarında yok eden, milyonlarca insanın hayatını karartan, işinden-ekmeğinden-öğreniminden-geleceğinden-hayatından eden, aynı zamanda ABD li bir bakanın ABD başkanına "Our boys did it" ( bizim çocuklar Türkiye’de darbe yaptığı) dediği, TİSK Başkanı Refik BAYDUR un işçilere ve haklarına yönelik olarak, " şimdi artık top bizde" dediği, amacı ve arkasındaki güçleri belli olan, o kanlı 12 eylül cenderesini ve sonuçlarını yeniden hatırlamak, bir kez daha tüylerimi ürpertti. ÖZALLI YILLAR Sonrası malum zaten ÖZAL lı neo-liberal ve serbest piyasanın ekonominin, tüm kurum-kuruluş ve değerleriyle birlikte topluma şırınga edildiği, Amerikan kültürünün etkisine girdiğimiz yıllar. ÖZAL'IN "HER YOL MÜBAHÇI" ZİHNİYETİ BENİM MEMURUM İŞİNİ BİLİR, BEN ZENGİNLERİ SEVERİM,AKLI OLAN KISA YOLDAN KÖŞEYİ DÖNER, ANAYASAYI BİR KERE DELMEYLE BİŞEY OLMAZ diyen Özal'ın toplumsal yapıya ektiği tohumlar(piyasa değerleri), bugün salkım saçak meyve vermiş durumdadır. GEÇİŞ KUŞAĞIYIZ Bizler 80 li yıllar ile büyüyen, 90 lı yılları gören, 2000 li yıllarda yaşamaya çalışan, bana göre bir GEÇİŞ KUŞAĞIYIZ. Dünün insani değerlerinin tanığı, bugünün piyasacı çıkarcı-bencilliğin-çıkarcılığın, yozlaşmanın-yabancılaşmanın şikayetçisiyiz. Çünkü damağımızda geçmişten insani değerlerden, güzelliklerden izler kalmış, onlara hep özlem duymuşuz. DÜNDEN DİMAĞIMIZDA VE DAMAĞIMIZDA KALANLAR; SELVİ BOYLUM AL YAZMALIM, ÇİÇEK ABBAS, gibi filmlerde gerçek AŞKI ve SEVGİYİ, HABABAM SINIFI ile arkadaşlığı-afacanlığı, Kemal SUNAL, İlyas SALMAN ve Şener ŞEN in toplumsal konulara yönelik eleştirel bakan güldüren ve düşündüren birçok filmleri ile hayatı ve insanları tanıdık. Can YÜCEL ile şirin tadını, YAŞAR KEMAL ile edebiyatımızın büyüklüğünü gördük. MOĞOLLAR-Cahit BERKAY ile, bu toprakların ezgilerini yeniden dinledik. DÜNÜN İNSANİ DEĞERLERİ, BUGÜN POST-MODERN PİYASCI DEĞERLER KARŞISINDA "OUT" OLDU Sevginin, dostluğun, kardeşliğin, kardeş gibi arkadaşlığın, paylaşımın, dayanışmanın, yardımlaşmanın, misafirperverliğin, doğallığın, dürüstlüğün, sıcak-içten ilişkilerin, komşuluğun-akrabalığın güçlü bağlarının, gerçek ve tertemiz sevgilerin, asırlık aşkların tanığı olarak, dünden-geçmişten bahsedilince, hep bir burukluk ve özlemle birlikte, yüreğimiz sızlar. Sizi bilmem ama ben, geçmişteki bu doğallığı-içtenliği-sıcaklığı, KİRLENMEMİŞ İNSANİYETİ, bu İNSANİ DUYGULARI-İNSANİ İLİŞKİLERİ, özlemle ve hüzünle birlikte yeniden yaşıyor ve anıyorum.. Saygı ve dostlukla… Sedat.
-
ASIL VATAN HAİNİ KİMDİR?
TÜM BUNLARI GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURARAK, KİMİN NE KADAR VATANSEVER OLDUĞUNU, BİR DAHA DÜŞÜNMEK GEREKİYOR.
-
İŞSİZLİK
Sevgili zeynoo Öncelikle ülkemizin en önemli sorunlarından biri olan işsizlik konusunu gündeme getirdiğin için seni yürekten kutluyorum. Bende konuya ilişkin olarak AKp iktidarının tüm yalan propagandasına rağmen işsizlik oranının düşmediğini aksine hergeçen gün işsizler ordusunun gitgide büyüdüğünün kanıtı olan istatistiki bilgileri vermek istedim. İşte rakamlarla gerçekler. Türkiye’deki en büyük sorunlardan biri olan işsizlik oranı, temmuz ayında yüzde 9.1 olarak belirlendi. DİE’nin açıkladığı verilere göre işsizlik oranı haziran ayında da yüzde 9.1 olarak gerçekleşmişti. DİE’nin Hanehalkı İşgücü Anketi’nin haziran-temmuz-ağustos dönemini kapsayan “Temmuz 2005” sonuçlarına göre, bu dönemde işgücüne katılım oranı ise yüzde 50.3 oldu. İşsizlik oranı kentlerde yüzde 12.3 olarak gerçekleşti. Bu rakam, şehirlerde yaşayan her sekiz kişiden birinin işsiz olduğunu ortaya koyuyor. Öte yandan işsizlik oranı kırsalda ise yüzde 4.7 olarak belirlendi. Haziran-temmuz-ağustos döneminde toplam 31 bin 105 hanehalkı ve bu hanehalklarında yaşayan 15 ve daha yukarı yaşta toplam 85 bin 939 fert ile görüşüldü. 12 bin kişi arttı Bu arada temmuz ayında, bir önceki aya göre 169 bin ilave istihdam yaratılmasına karşın, istihdam edilen nüfusa yeni katılımların etkisiyle, işsiz sayısı 12 bin kişi arttı. Buna göre 2005 Haziran ayı itibarıyla 23 milyon 58 bin kişi olan istihdam edilenlerin sayısı, Temmuz 2005’te 23 milyon 227 bin kişiye yükseldi. Resmi işsiz sayısı ise 2 milyon 305 bin kişiden, 2 milyon 317 bin kişiye çıktı. Gençlerde yüksek işsizlik Genç nüfusta işsizlik oranı Türkiye genelinde yüzde 17.6 olarak belirlenirken kentlerde bu oran yüzde 23, kırsal bölgede ise 10 oldu. Türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus 50 milyon 833 bin olurken, bu gruptaki nüfusun 25 milyon 211 bini erkek, 25 milyon 622 bini kadından oluştu. Erkeklerde işsizlik oranı yüzde 9, kadınlarda ise yüzde 9.1 oldu. Toplamda yüzde 9.1 olan işsizlik rakamı, okur-yazar olmayanlarda yüzde 3.6, lise altı eğitimlilerde yüzde 8.1 olurken, lise ve dengi meslek okulu mezunlarında yüzde 12.6’ya yüksekokul ve fakülte mezunlarında ise yüzde 10.8’e ulaşıyor. Lise mezunu kadınlarda işsizlik oranı yüzde 21.5’e kadar çıkarken, üniversite mezunu kadınların işsizlik oranı da yüzde 15.5 olarak tespit edildi.
-
ÜLKE KAYNAKLARI VE TOPLANAN VERGİLER, KİMLERİN HİZMETİNE VE ÇIKARINA ?
Diğer başlıklarda ahkam kesen arkadaşları burada da yorum yapmaya bekliyorum. Sola,soyalizme ve devrimci değerlere kini nefretini düşmanlığını kusan başta BOZAN rumuzlu şahıs olmak üzere, diğer liberal, kapitalist düzenci, orta yolcu ve statükocu zihniyet sahiplerini bu başlıkta ekonomiyi tartışmaya bekliyorum. Mevcut kapitalis ekonomik yapıyı ve AKP iktidarını savunanların, ülkenin içinde bulunduğu bu trajik tablo ile ilgili söyleyecekleri birşeyler var mıdır acaba?
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
TÜRKİYEDE SOLCULUK KONUBAŞLIĞIYLA İLGİLİ SON SÖZ. ------------------------------------------------------------------------------------------------ SOLCULUK ÜZERİNE YANILSAMALAR İLE KASITLI TÜRLÜ ÇARPITMALARA KARŞI, VURGULANMASI GEREKEN GERÇEKLİK VE AMAÇLANAN BİLİNÇ. Ülkemiz halkı, yıllardır ülkeyi yöneten hakim kapitalist sermaye sınıfının, iktidarlarını kendi iktidarı sanmış, onların türlü aldatmacaları-yalanları ve istismarları ile avutulmuş, oyalanmış ve daima sömürülmüştür. İşçi sınıfı ve emekçiler, çok uzun zamanlardan günümüze, din, mezhep, siyasi görüş, milliyet, bölge, meslek grubu gibi ölçütlerle bölünmüş ve birbirlerine karşı kışkırtılmış, çatıştırılmış ve düşman edilmeye çalışılmıştır. İŞÇİ VE EMEKÇİLER, SAĞCI-SOLCU, DOĞULU-BATILI, ALEVİ-SÜNNİ, TÜRK-KÜRT, LAİK-ANTİ-LAİK ŞEKLİNDE, SAÇMA VE SUNİ BÖLÜNMELER İLE BİRBİRİNDEN YALITILMIŞ, BİRBİRLERİNE KARŞITLAŞTIRILMIŞ VE ÇATIŞTIRILMIŞLARDIR. Çünkü, ülkeyi yöneten hakim erk olan kapitalist-sermaye sınıfı, emekçi halkın, etnik köken, din ve mezhepsel farklılıklarını-ayrılıklarını kullanarak onların, aynı amaçlar (SAVAŞSIZ SÖMÜRÜSÜZ, İNSANCA BİR YAŞAM) etrafında birleşmesini, yek vücut olarak, işi, ekmeği, emeği, geleceği, özgürlüğü ve demokratik hakları için birlikte mücadele etmesini engellemek için, türlü entrikalar ve sinsi yöntemler kullanmıştır. Şöyle bir düşünürsek, ülkemizde sefalet çizgisinde yaşamaya mahküm edilen asgari ücretliler eğer örgütlenerek birleşip, kararlı ve ortak bir mücadele yürütselerdi, bu insanlık ayıbı asgari ücrete, böyle gülünç bir zam yapılabilir miydi? Şayet bu örnekte olduğu gibi, alt gelir grupları-emekçiler, ortak sorunlar, ortak haklar ve talepler etrafında birleşseydi, işçi sınıfı bilinciyle ortak mücadele etseydi, ülkemizde başta gelir dağılımındaki çarpıklık-adaletsizlik olmak üzere, hayatın hemen hemen her alanındaki, bunca haksızlık, adaletsizlik, çarpıklık ve hukuk dışılık bu boyutlarda olmayacaktı. Yine ortak sorunlar, talepler ve haklar etrafında birleşmiş, toplumsal sorunlara karşı duyarlı, toplumsal sorumluluğu ile hareket eden halk kitleri, ülkeyi yöneten erkin her türlü, haksızlığının, adaletsizliğinin, hukuksuzluğunun, usulsüzlüğünün, yolsuzluğunun da hesabını sorma bilincini edinecek, böylelikle ülke yönetimine gerçek anlamında tesir edecek ve söz sahibi olacaktı.
-
DEVLETİN KÜÇÜLTÜLMESİ NE DEMEKTİR ?
Önde gelen argümanlarından biri de özelleştirmecilik olan küreselleşmeci neoliberal ideolojik akımın yükselişe geçtiği ’70’li yılların ortalarından bu yana, devletin küçültülmesi, uluslararası sermayenin ideolog ve sözcüleri tarafından, giderek dozu artmak üzere gündeme getirilmektedir. Başta işçi sınıfı olmak üzere emeğin tüm katmanlarını, temel ihtiyaçlarını karşılamakta olan üretim ve hizmetler bakımından olduğu kadar, kazanılmış hakları bakımından da “topun ağzına” süren bu önerme, hızla, bir ideolojik tutum olmanın ötesine geçerek, pratik politikanın bir unsuruna dönüşmeye başlamıştır. Artık devletin küçültülmesine ilişkin zaruri ihtiyaç, burjuva politikacıların dilinde ve uygulanmak üzere gündemlerindedir. Sorun, Türkiye benzeri ülkelerin, yuvarlandıkları ve bir türlü içinden çıkamadıkları kriz koşullarında dayatılmış (IMF ve DB gibi mali kuruluşlarıyla uluslararası sermaye, emperyalistler) ve kabul edilmiş (ekonomi ve mali bürokrasisi başta olmak üzere tüm bürokrasisi ve parlamentosuyla yerli tekelci sermaye, işbirlikçileri) borç sarmalı çerçevesinde, yeni borçlarla borç ödeme nafile uğraşı içinde tamamen güncelleşmiştir. 2002 Bütçesi çatılırken, şimdi temel sorun, borç yönetimini gerçekleştirmek (iç ve dış borçları döndürmek) ve eksiği tamamlamaya yönelik olarak yüksek bir faiz dışı fazla oluşturmak yanında, bunu da mümkün kılmak üzere, başlıca personel harcamaları ve yatırımlardan oluşan devlet harcamalarını kısmak şeklinde şekillenmektedir. Ve çözüm; bugüne kadar ülkenin tüm kaynaklarına, “deve yüküyle” el koymuş ve hâlâ da koymakta olan, son derece küçük bir kesimi oluşturan, büyük bir ciddiyetle spekülasyona yönelmiş, tüm “dar boğazlara” rağmen hâlâ “hortumculuk” ve naylon faturalandırma, “karapara” operasyonları gibi “yasadışı” ve “görev zararı”, “borçların dövize endekslenmesi”, bilanço oyunları, vergi kolaylıkları, otomotiv ve beyaz eşyada KDV indirimi gibi “yasal” türlü dalaveralarla devlet olanaklarını “iç eden”, rantiye niteliği belirgin tekelci ve işbirlikçi sermayeye aktarılan kaynaklarla, doğal ki yabancı sermaye ve emperyalist ülkelere aktarılan kaynakların ve –halkın olup bitene razı edilmesi, olmuyorsa ses çıkaramaz kılınması, yine olmuyorsa sesinin kısılması, kısacası emperyalizme kul-köle sermaye düzeninin korunup kollanması da içinde olmak üzere– bu kaynak aktarımı mekanizmasının “küçültülmesi”nde, kuşkusuz bu aktarımdan ve mekanizmasından vazgeçilmesinde aranmamaktadır. Çözüm açısından, tüm bu kaynak aktarımı ve kaynakların sermaye grupları arasında paylaşımı için gerekli rüşvet alış-verişinin olanaksızlaştırılması ve onun gerçekleşme aygıtı da dahil devlet aygıtının genel ve kesin bir ucuzlamasını hedefleyen demokratikleştirilmesi akla bile gelmemektedir. Kapitalist sistem ve sermaye egemenliği koşullarında, burjuva devlet çerçevesinde ve hele emperyalizme kölece bağımlılık ilişkileri geçerliyse, “devletin küçültülmesi” dendiğinde, devlet harcamalarında tasarruf söz konusu olduğunda, ilk ağızda gündeme getirilen ve getirilmesi doğal olan, sermaye ve temsilcilerinin bugünkü dayatmaları olmaktadır. İşçi ve memur ücret ve maaaşları, ikramiyeleri, kıdem tazminatları vb. kalemlerinde tasarruf; bu tasarrufun, re’sen emeklilik, ücretsiz izin, işten atma ve görevine son verme yoluyla işçi ve memur sayısının azaltılmasıyla göreceliliğin ötesinde mutlak miktarlarıyla sağlanması; tarıma yönelik destekleme alımı türünden sübvansiyonların kaldırılması; devletin, özelleştirmelerle sağlık ve eğitim gibi temel hizmet alanlarından çekilmesi; temel tüketim maddeleri üretimi ve alt yapı da içinde olmak üzere temel hizmetlere yönelik devlet yatırımlarının durması; sadece bunlar da değil, 2002 Bütçesi açısından son olarak gündeme sokulan, devletin köyişleri, karayolları, DSİ gibi temel hizmet birimlerinin büsbütün kapatılması... Bunlar, bugün burjuva “tasarrufçuluğu”nun, emeği ve zorunlu ihtiyaçlarını hedef alan başlıca önlemleri durumundadır. Burjuvazinin geliştirmekte ve uygulamakta olduğu bu tutumda anlaşılmaz bir yön bulunmuyor. Ne denli aldatıcı propagandayla cilalanmaya çalışılırsa çalışılsın –ki, emekçilerin yalnızca haklarına değil, yaşamına, varlığına yönelik önlemler cila tutmamaktadır–, sayılan “tasarrufçu” uygulamaların gerçek içeriği; sanayi, tarım ve hizmet sektöründe emeğiyle geçinenlerin sırtından yerli ve yabancı tekelci sermayeye kaynak aktarılması, ülke ekonomisinin tarihinin en derin batağında, kriz ve borçlar çıkmazında, en pervasız ve hayasız yöntemlerle sermaye birikiminin olanaklarının genişletilmesidir. Ancak bütün bu uygulamalar ve bizzatihi “devletin küçültülmesi” sorunun burjuvaca gündeme alınması ve tartışılmasının kendisi, aynı sorunun, dolayısıyla bizzat devlet ve iktidar sorununun, emeğin talepleri ve emekçi bakış açısından ele alınması, tartışılması ve tutum belirlenmesi bakımından işçi ve emekçilere çıkarılmış bir çağrı niteliği taşımaktadır. “Devletin küçültülmesi” mi, ucuz devlet mi? Evet, işçi sınıfı ve bütün emekçilerin çıkarı, durmadan yetkinleştirilmiş dev bir devlet aygıtında değildir. İşçi ve emekçilerin çıkarı, tamamen ucuz devletten yanadır. Üstelik, burjuvazi lafı ne denli dolandırırsa dolandırsın, ucuz devletten yana olmadığı gibi onu gerçekleştirme olanağına sahip de değildir. O, “devletin küçültülmesi” adına ne gerçek bir tasarruf ve ucuzluktan söz etmektedir ne de bu sözü edebilir. Yaptığı yapacağı, emeğin haklarına ve varlığına daha çok saldırmak ve zamanında emeğe verdiği tavizleri geri alarak, daha da ilerisine geçerek, yaşamı tüm emeğiyle geçinenlere bütünüyle zindan etmektir. Dolayısıyla, “devletin küçültülmesi” adına burjuvazinin, ideologları, sözcüleri ve siyasi temsilci aracılıklarıyla dile getirdiği ve 2002 Bütçesi dolayısıyla pratiğe uygulamaya soyunduğu yaklaşım ve önlemler, iktisadi açıdan karşılanmak ve gereği yapılmak yanında politik açıdan da karşılanmak ve gereği yerine getirilmek zorunluluğu hasıl olmaktadır. “Devletin küçültülmesi” tez ya da talebi, onun gerçekleşme olanağının tartışılmasını, kaçınılmaz olarak politik bir tartışmayı zorunlu kılmaktadır. Artık, işçi ve emekçiler haklarını yalnızca iktisaden savunmakla yetinebilmeyi kabul edebilecekleri sınırın ötesine itilmektedirler. Artık ücret ve maaşlar, kıdem tazminatları, sosyal haklar, destekleme alımları, taban fiyatları, yatırım ve istihdam sorunu salt iktisadi bir tartışma ve kavganın sorunları olmaktan, hükümetten hak talep etme sorunları olmaktan bizzat burjuvazinin kendisi tarafından mutlak olarak çıkarılmaktadır. Bu sorunların tartışılması ve çözümleri, öteden beri salt iktisadi değil ama aynı zamanda politik alanı ve tutumları ilgilendirmektedir. Yakın zamana kadar özellikle sendikal bürokrasi, işçi ve emekçilerin hemen tüm sorunlarını –politik alanı ilgilendirdiğini reddedemediği durumlarda– hükümet ve hükümet üyeleriyle görüşme ve pazarlıkların konusu haline getirmeye yönelerek içeriğini ve elde edilme koşullarının en başında emeğin gücü ve mücadelesinin geldiği gerçeğini bozuşturmaya girişmiş; ama aynı zamanda bu sorunların politik niteliğini üstü örtülü ve çarpıtılmış haliyle de olsa kabul etmiş olmaktan kaçınamamıştır. Bu tutum, özellikle B. Meral eliyle sürdürülmektedir. Ancak, artık sendikal bürokrasi ve benzeri yaklaşıma sahip olanların, emekçilerin sorun ve taleplerini hükümetle pazarlıkların konusu, dolayısıyla sistem-içi sorunlar olarak görüp politik alanı, kendilerinin –ve sözcülüğünü yaptıkları işçi sınıfı ve emekçilerin– hükümetten hak talep etmeyle yetindikleri bir alan olarak, burjuvazi ve politik yosmalarına terkettikleri koşullar, bizzat burjuvazi tarafından kökünden dinamitlenmektedir. Sorunun, koca koca hizmet alanlarının –kuşkusuz tüm işçi ve hizmetlileriyle birlikte– tasfiyesi noktasına vardırılmış ve doğrudan “devletin küçültülmesi” olarak tanımlanmış ortaya konuluşu; artık hükümetle “al gülüm-ver gülüm” öpüşüp koklaşmalarını ve politik alanın burjuvazi ve politik temsilcilerine, düzen parti ve sözcülerine, parlamenter hokkabazlıklara bırakılmasını, geniş işçi ve emekçi yığınların gözünde geçersizleştirmektedir. TÜSİAD ve benzeri sermaye örgütlerinin –kuşkusuz sadece kendi taleplerinin karşılanması bakımından hükümetten yakındıkları için değil ama– bu tehlikeyi görerek, politikacıların yetersizlik ve yeteneksizliklerini, “lider sultası”nın sözde politik alternatifler oluşturulmasının önünü kesiyor olmasını, dolayısıyla partiler ve seçim yasasının değiştirilmesini, hükümet bakımından “güven sorunu”nun ve parlamentonun itibarsızlaşmasının aşılması hesaplarıyla bir erken seçimi dillerine dolamaları, hatta daha ileriye giderek, sorunlarını politik boyutuyla ele alıp tartışmaya ve politika yapmaya mecbur olan ve böyle de yapmaya yönelen işçi ve emekçileri “içeriden” etkilemek üzere Emek Platformu’na katılma isteği göstermeleri, bu nedenle anlaşılmaz değildir. TÜSİAD Başkanı, Radikal’de yayınlanan söyleşisinde (26 Kasım, sf. 12), EP’na katılımını da izah etmek üzere, hükümete ve genel olarak siyasetçilere yönelik eleştirilerinin özünü şu sözlerle ortaya koyuyor: “Ancak bir noktaya geldikten sonra da yanlış olduğunu düşündüklerimizi kamuoyunun önünde söylememizde fayda var. Bu da bir nevi sübap yani. Tansiyonu indiriyoruz.” TÜSİAD, TOBB ve benzeri sermaye örgütlerinin, politika alanına müdahale etme ve bizzat politika yapma, sorunlarını politik yönüyle ele alma ve tutum geliştirme yönelimindeki işçi ve emekçilere yeniden burjuva politikasını dayatma, onları burjuva partileri, parti ve seçim yasaları, erken seçim ve parlamentonun yenilenerek “iyileştirilmesi” ile meşgul etme, sonuç olarak düzen içinde oyalayarak düzeni politik bakımdan sorgulamaktan alıkoyma yönünde doğrudan çaba içine girmeleri; sermaye cephesi ile emek cephesinin giderek gerginleşen karşı karşıya gelişinin, emekçileri sermayenin politik etki ve kontrolü dışına çıkmaya yöneltmesinin dolaysız sonucudur. Devlete ve “küçültülmesi”ne dair başlatılan tartışmaların son derece pratik bir hal almasının, sermayenin topyekûn hayasız saldırılarıyla köşeye sıkıştırılmış işçi ve emekçiler üzerinde burjuva politikasının ve onun politik egemenlik aygıtının denetimi ve bu denetimin geleceği bakımından tahrip edici etkide bulunabilme olasılığının ciddiyeti, sermayenin en rafine örgütlerini duruma canhıraş müdahale etmeye yöneltmiştir. TÜSİAD ve TOBB gibi örgütleriyle sermaye, sanki Emek Platformu tamamen kendisini ve egemenliğini hedef almayı öngörmüyormuş gibi, bu platforma katılma peşine düşmüş, partiler ve seçim yasası değişikliği, erken seçim vb. gibi önerilerle bütünüyle burjuva parlamenter hayallerin yayılmasına, emekçiler bakımından hiçbir inandırıcılığı kalmamış hükümetin değiştirilmesini de kapsayan burjuva politikasının sistem-içi top zıplatmalarına bizzat girişmiştir. Yine sermayenin rafine sözcülerinden birinin kendi oğul ve kızlarını politika yapmaya çağırmasıyla birlikte ele alındığında, sermayenin politika alanındaki iflasının, politik temsilci ve hükümetlerinin aldatıcı yeteneklerinin sonuna geldiğinin, dolayısıyla durumun vehametinin bizzat kendi sözcüleri tarafından da görülmekte olduğunu ve tedbir alınmak üzere çaba içine girildiğini söyleyebiliriz. Ancak sermayenin, temsilcilerini yeterli görmeyerek, politikaya bu doğrudan müdahalesi de; işçi ve emekçiler bakımından, kendilerinin politika yapmak, aynı anlama gelmek üzere devlet işlerinin yürütülmesine, ülkenin yönetilmesine kafa yormak ve katılmak, bu durumda kuşkusuz devletin ne olup ne olmadığının yanında, iktidar olmanın ve kendi iktidarlarının ne anlama geldiğini düşünmek ve buna uygun davranmak zorunda olduklarını bir kez daha hatırlatacak yeni bir etken olmaktadır. İşçi ve emekçilerin analarından emdiği sütü hayatın her alanı ve her adımında burnundan getiren, işten atan, ikramiyelere ve kıdem tazminatına el koyma peşindeki, hortumcu, spekülatör, kâr, faiz ve ranttan başka gözü bir şey görmeyen kapitalistler politikaya bunca ilgi gösteriyorsa işçi ve emekçi neden göstermesin, neden politikayı can düşmanı olduğu her adımda apaçık ortada olan kapitalistlere ve adamlarına bıraksın da, kendisi, kendi ekmeğinin, işinin, özgürlüğünün politikasını yapmaya, kendisinin ve ülkesinin kaderini eline almaya girişmesin? Bu zorunluluk, emek-sermaye cepheleşmesinin giderek sertleşmesi yanında, burjuvazinin politika yapmaya doğrudan heves etmesiyle de giderek daha çok sayıda işçi ve emekçi tarafından benimsenme eğilimindedir. Bugünkü küreselci neoliberal burjuva “tasarrufçuluğu”nun bir unsuru olarak “devletin küçültülmesi” teori ve pratiği, dolaysız olarak emeği hedef almaktadır; bu yaklaşıma göre, emek yine bir taraftır, ancak, haklarına ve doğrudan kendisine saldırılmakla birlikte, edilgen, tam köleleşmeye mahkum edilen ve elinde avucunda olanın en son derecesine kadar gaspedilmeye ve sırtından sermayeye yeni kaynaklar oluşturulmaya çalışılan, ihtiyaçlarıyla, sesi ve soluğuyla dışlanan bir taraf. Oysa, taraf olan, gereğince taraf olmalıdır. Sırtından kaynaklar aktarılarak taraf oluşu teslim edilen emek, toplumsal bir kategori olarak işçi sınıfı ve emekçiler, kendi nesnel çıkarları bakımından, devletin küçültülmesi sorunu karşısında bir tutum almak durumundadırlar. Bu tutum ne olmalıdır? Ya da bir başka söyleyişle, kapitalistler ve sözcülerinin devletçiliği suçlarken her türden devletçiliği sosyalizme eşitleyerek göstermeye çalıştıkları gibi, sosyalizm ya da bilinçli işçi veya nesnel çıkarları itibarıyla işçi ve emekçiler, ağır, hantal, arpalıklar toplamı haline getirilmiş devasa bir devlet aygıtından mı yanadırlar yoksa basit ve ucuz bir devletten yana mı? Hangi tür devlet kimin devletidir? Ucuzluğu ileri sürülerek gerekçelendirilen “küçük” devlet aslında kimindir? Politik bakımdan hangi devlet demokratiktir, işçi ve emekçiler demokrasi mücadelelerini hangi devletle taçlandırmak, nasıl bir devlet iktidarı için mücadele etmek zorundadırlar? Laf kalabalıklığı ve çarpıtmalar ortamında demokrasi sorunuyla birlikte devlet ve iktidar sorununun da, “devletin küçültülmesi” tartışmaları çerçevesinde yerli yerine oturması için uygun bir fırsat doğmuştur. Bu yerli yerine oturuş, gerekli olduğu kadar artık geniş çoğunluk açısından mümkün hale de gelmiştir. Bu, aynı zamanda, emeği dışlayarak tartışma ve uygulamalarının edilgen tarafı olarak kontrol altında tutma çabasında olan neoliberal “devlet küçültücülüğü”nün tersine, sermaye karşısında emeğin, kapitalistler karşısında işçi sınıfının, tüm inisiyatifi ve kendi politikasını yapan olanca pratik katılımıyla devlet ve iktidar sorununu tartışmakla kalmaması ama dışlandığı devlet işlerinin yürütülmesinde gerçek bir taraf olarak sorumluluk üstlenmesinin önünün açılması anlamına da gelecektir.
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
YAĞIZ Kusura bakma ama neleri eleştirip, neyi savunduğun pek anlaşılır değil arkadaş. Birde birbiriyle o kadar çelişkilei sözler ve kavramları kullanmış ki, ne demek istediğin artık tahminlere kalıyor. Tabir yerindeyse "sapla samanı" birbirine katmışsın. Yanlız anlaşılır kadarıyla sende de diğer hjastalıklı zihniyet gibi aynı saplantılı "sol düşmanlığının" izlerine rastlamak mümkün. Solculuk kavramını ben kabül etmediğimi daha konu başlığını açarken ortaya koymuştum. Benim yazdığım konu başlığını öncelikle dikkatle okumanı tavsiye ederim. Eğer idrak ve anlayışın yerindeyse benim temel tözümün, solculuk değil, "EMEKÇİLERİN ve EZİLENLERİN BİRLİĞİ" olduğunu keşfedebilirsin. Bu toplumun her kesiminden insanının, hiçbir ırksal, etnik, bölgesel, dinsel, mezhepsel ayrım gözetmeden, ülkenin hatta Dünyanın tüm ezilenlerinin, mazlumlarının, işçi ve emekçilerinin İNSANCA YAŞAMA mücadelesi için birlikte olması ve örgütlenmesidir. İşgüzarlığı riyakarlığı yapanlar, işte bu ülkenin halkına sırtını dönmüş yüzünü ABD, İMF, DB,ab gibi emperyalistlerine çevirip TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB,TİSK, gibi patron örgütlerin hizmetinde olanlardır. Yine riyakarlık yapanlar, bu ülkenin halkı açlığın, yoksulluğun, işsizliğin, geleceksizliğin pençesinde kıvranırken, asgari ücretliler sefalet ücretine mahküm edilirken, tüm bu olanları görmemezlikten gelip, ülkeyi 50 yıldır yöneten sermaye iktidarlarına KUYRUKÇULUK yapanlardır. Tüm bu açlık yoksulluk işsizlik ve ülkemizin sömürülerek yerli yabancı vurgunculara peşkeş çekilmesine sesi soluğu çıkmayanlar, hala solcu diye tabir ettikleri bu ülkenin ezilen, işçi-emekçi insanlarına, devrimcilerine kin, nefret ve düşmanlıkla hareket edip, "solcular bu ülkeye ne fayda sağlamış" saçmalığı ile saldırıyorlar. Sizin kapitalistlerin bu ülkeye sağladığı fayda(!) işte bu kadardır! AÇLIK, YOKSULLUK, YOLSUZLUK, İŞSİZLİK, EĞİTİMSİZLİK,GELECEKSİZLİK, EŞİTSİZLİK, ADALETSİZLİK, HAKSIZLIK, HORTUMCULUK, VURGUNCULUK, PEŞKEŞ, RÜŞVET, HAKSIZ VE ÇARPIK KADROLAŞMA KALPAZANLIK, SAHTEKARLIK, HAYALİ İHRACAT, VERGİ KAÇAKÇILIĞI, MAFYACILIK, ÇETECİLİK,KAYITDIŞI EKONOMİ, KAYITDIŞI İSTİHDAM, TÜYÜ BİTMEMİŞİN HAKKININ YENİLMESİ, YOKSULUN, FAKİRİN EZİLMESİ, ÇİFTÇİLİĞİN KÖYLÜLÜĞÜN TARIMIN BİTİRİLMESİ, İŞÇİNİN ÇALIŞANIN EMEĞİNİN SÖMÜRÜLMESİ vb....... İŞTE SİZİN SAĞ DİYE TABİR ETTİĞİNİZ O SERMAYE-KAPİTALİST İKTİDARLARIN ÜLKEYE KATTIĞI- SAĞLADIĞI ŞEYLER. EĞER SİZCE TÜM BUNLAR ÜLKEYE FAYDA İSE, ALIN SİZİN OLSUN.
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
BOZ AN RUMUZLU ZAT Bakıyorum yine aynı teraneler, yine aynı saplantı, yine aynı hastalık, yine aynı ***********. Yazısının başlangıcı, içeriği ve bitişi arasında büyük bir anlamsızlık, birbiriyle tamamen zıt düşünce ve savların derin çelişkileri, yine demagoji yine çamur atma, yine karalama, yine iftira, yine gerçekleri çarpıtma ve saptırma aynı GÖBELS ci manüplasyon çabası. Kendi saplantılı tabiri ile Solu yani tüm devrimcileri işey yaramaz zararlı insanlar ve terörist olarak görme saplantı ve yanılgısı yine had safhaya ulaşmış. Burada kapitalist oligarşik sisteme sert muhalefetiyle tanınan, düzenin yasadışı saydığı bazı Parti veya örgütlerin adını sayarak, mevcut kapitalist düzenin statükosu tarafından, bu parti veya örgütlerin yasadışı yada "terör" ilan edilişlerinden adeta nemalanarak-faydalanarak ve sırtını statükocu çizgiye dayayıp, bütün sosyalistleri, devrimcileri, demokratları terörist diye karalayan, hatta daha da ileri giderek Kemalistlere bile bu zihniyetle saldıran bu ilkel, bu bağnaz zihniyetin bakış açısı, bana tıpkı ABD nin anti-sosyalist düşmanlık yayma propagandasını ve özellikle de McCartney ci faşizan barbar zihniyeti çağrıştırdı. Sen oraya sol örgütlerin adını yazarken, ülkede pek çok faili mechulün altında imzası olan, binlerce insanımızı katleden, binlerce evi köyü yakan-yıkan, tel ile insanları kuyularda boğan, sizin o gerici yobazları, şeriatçıları, senin HİZBULLAHI, İBDA-C, TALİBAN, FETULLAHÇI TARİKATÇILARI, IRKÇI-KAFATASÇI TİT , ETKO yu, Nizami Alemleri, Nizami Ceditleri bilmem ne ocaklarının, mafyacı, çeteci, susurlukçuları, kontra-gerillacı ve onların onca cinayetlerini, onca bu ülkeye verdikleri zararı, bu halka çektirdikleri acıları, sanırım atlamış yada aklamışsın, görmemezlikten gelme ikiyüzlülüğünü göstermişsin. Bak BOZ AN rumuzlu zat ! Biz hayata senin gibi saplantılı (solcu düşmanı) faşizan hezeyandan bakmıyoruz. Benim için sağdan veya soldan daha önemli şey, ezenlerin ve ezilenlerin olduğu bu dünyada kişinin sınıfsal tarafıdır. . Önce İNSAN ve her İNSAN için ayrım yapmadan, İNSAN onuruna yakışır bir yaşam talebimiz ve mücadele nedenimizdir. VE BİZ DİYORUZ Kİ; -------------------------- AMACI HER NE OLURSA OLSUN, HER KİMDEN GELİRSE GELSİN, İNSANA VE İNSAN YAŞAMINA KASTETMEYE YÖNELMİŞ, HİÇ BİR AMAÇ VE MÜCADELE KUTSAL VE İNSANİ DEĞİLDİR. HER TÜRLÜ, KİNİ, NEFRETİ, DÜŞMANLIĞI, TERÖRÜ, SAVAŞI, SÖMÜRÜYÜ, İŞGALİ İŞKENCEYİ, TECAVÜZÜ İnsana aykırı ve kabul edilemez buluyor, TÜMÜYLE REDDEDİYORUZ. EN TEMEL HAK YAŞAMA HAKKIDIR. HERKESİN BİR BAŞKASININ ÖNCELİKLE YAŞAM HAKKINA, SONRA DÜŞÜNCE VE İNANÇLARINA SAYGI DUYMASI, EN BAŞTA İNSANLIK GEREĞİDİR. ------------------------- VE YİNE DİYORUZ Kİ; Kula kulluğun olmadığı, kimsenin kimseye el açmadığı, çocukların açlıktan ve hastalıktan ölmediği, savaşsız, sömürüsüz, terörsüz, şiddetsiz, işkencesiz, tecavüzsüz, kansız, gözyaşısız, bir toplum ve Dünya için, Hep birlikte SEVGİ, SAYGI, DOSTLUK, BARIŞ, KARDEŞLİK çemberinin etrafında birleşmeye, Hak ve taleplerimiz için, Eşit ve adaletli demokratik bir yönetim için, , İşimiz, ekmeğimiz, emeğimiz, geleceğimiz için, Ülkemizin bağımsızlığı ve aydınlık yarınlar için, Kısacası, İNSAN ONURUNA YAKIŞIR BİR HAYAT ve, İNSANCA YAŞAM KOŞULLARI için BİRLİKTE, EL ELE MÜCADELEYE. KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ.
-
Gavur İzmir ne demek?
İşte ülkeyi yıllardır yöneten GERİCİ-YOBAZ zihniyetin, insana ve halka bakış açısı bu kadar çağdışı bu kadar ilkel bu kadar yobazcadır. Hiçbir şekilde, din-mezhep,düşünce-felsefe, etnik köken-coğrafik bölge gibi ayrımlara mehil vermeden Halka hizmet etmek için orada bulunanların, halka bakış açısımndaki saplantılı yaklaşım. Önce bir devlet adamına yakışmayacak sözler sarfederler, sonrada kalkıp "yanlış anlaşıldık" yaygarasını koparırlar. Geçen gün bir açılışta yaptığı konuşmada şöyle diyor başvekil efendi; "HASAN ALMAZ, BASAN ALIR". Maliye Bakanı, oğlunun binlerce ton mısır ithal ederek mısır üreticisini zor duruma düşürmesiyle ilgili "OĞLUNUZUN İTHAL ETTİĞİ MISIRLAR NE OLDU" sorusunu soran gazeteciye, "TAVUKLAR YEDİ KAKA OLDU" diyor. Yine aynı Maliye Bakanı, gelir vergisi konusunda şu sözleri söylüyor; "BEN VERGİYİ KOYAR GEÇERİM, YETMEDİ, BİR DAHA KOYARIM, O DA YETMEDİ, DAHA DA KOYAR GEÇERİM, BİZİM İŞİMİZ KOYMAKTIR"diyor. İşte ülkeyi yönetenlerin kullandığı uslüp, işte güzel Türkçemizi katliamı.
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
PARADAN SÖZ AÇILMIŞKEN. ÜLKEMİZE GELEN KISA VADELİ SPEKÜLATİF SERMAYEYE YANİ SICAK PARAYA ŞÖYLE BİR DEĞİNELİM. Piyasalar ufak yollu yoklandı. Aman Tanrım neler oluyordu? Ekonomi yeniden derin krizlerin içersine mi yuvarlanıyordu? Yoksa birileri uyarı mı yapıyor, ya da tokadı açıp kaçıyor muydu? Sıcak para lafları ortalığı kapladı. Lafı döndürüp döndürüp gerçeği söylememenin, kulağı tersten göstermenin bilinen yöntemi. Nasıl ki, dayağa dayak dememek için orantısız güç kullanımı lafı uyduruldu, sıcak para denilen şey de spekülatif yabancı sermayenin inceltilmiş adı oluyor. Spekülatif sermaye serseri mayın gibi dünyanın dört bir tarafını dolanıyor, sömürüyor, vuruyor, daha kârlı vurgunlar bulduğunda başka taraflara kaçıyor. Kaçarken de arkasında viran olmuş çöküntü yığını bırakarak. Devlet kâğıdı alıyorlar, borsada oynuyorlar, döviz kurlarını yönetiyorlar ve nihayetinde kaçınılmaz olarak ülke yönetiminde perde arkasında söz sahibi oluyorlar. Şunu şöyle yap, yoksa paraları çekeriz. Kredi notunuzu indiririz. Çok kafamızı kızdırırsanız hükümetler düşürürüz. Bu yasayı çıkartmazsan, şu şu işletmeleri devretmezsen, gümrükleri indirmez, ithalatın önündeki engelleri yok etmezsen, arkadan dolanıp bindiririz. Ya da bunların hiçbirine gerek kalmayabilir, kapitalist ekonomi kendi içersindeki bunalım ve sıkıntıların sonucunda ister istemez bu yola girebilir. Sen yabancı sermayenin elinde oyuncak olmuşsan, kaderini dolara, Euro’ya bağlamışsan olacağı budur. Kaderin artık başkalarının oyuncağıdır. Türkiye’de 37 milyar dolarlık “sıcak paradan” yani spekülatif sermayenin varlığından söz ediliyor. Düşünün vurguncu sermaye öyle denetimsiz ki, ne kadar olduğu bile kesin olarak bilinemiyor! Ne yaptıkları sorulamıyor. İşçinin üç beş yüz YTL’lik maaşının neredeyse yarısını vergiye kesen, ekmekten sudan KDV alan devlet bu paradan bir kuruş vergi alamıyor. ABD’de faiz 2,5’ken bu memleket devlet kâğıdı satıp aynı dolara birkaç katı faiz ödüyor. Üstelik devlet kâğıtlarındaki faiz garanti kapsamındadır, vergi dışıdır. Sonunda gelinen noktaya bakalım. 2002 yılında yıllık döviz açığı 1,5 milyar dolar. 2003 yılında 8 milyar dolar. 2004 yılının ilk 11 ayında döviz açığı 12,7 milyar dolar. Bugün gelinen noktada cari açık 16,2 milyar doları geçmiş. Dolara endekslenmiş bir ekonominin geleceğini kim belirler? Yarın ABD Merkez Bankası faizleri yükselttiğinde o para Türkiye’den gider. Türkiye borçları döndürebilmek için faizleri yükseltip kısa vadeli para arar. Borçlar bir anda kendini katlar, memleket dönülmez ufkun batağına boğazına kadar batar. Faizler yükselince borsalar gümler. Dolar kıymete biner. Herkes nakit paraya hücum eder. Eder ama, para gitmiştir. Kaçınılmaz son kendini gösterecektir. Bankalar patlar. Sayısız işletme kapılarına satılık levhasını asar. Son yaşananlara bakınca; vurguncu ortalığı ufak yollu yoklamıştır. Mesajlarını ilgili yerlere yollamıştır. Bağımlılığın sonu şudur: Türkiye dolara bir etki yapamaz. Ama dolara, Euro’ya bağımlılık Türkiye ekonomisini sallar.
-
BU PARAYLA YAŞANIRMI ? EHHH İNSAFINIZ KURUSUN !
Asgari ücretten kesintiler yüksek Net aylık asgari ücretten 2005 yılı itibariyle yapılan kesinti oranı yüzde 28.4. Halen uygulanan net 350 milyon lira olan asgari ücretin brütü ise 488 milyon 700 bin lira. Yani asgari ücret üzerinden vergi ve SSK primleri için kesilen miktar yüzde 28.4 oranında olup bu, 138 milyon 55 bin liraya denk geliyor. DİE’nin rakamları uygulanmadı Yaklaşık 350 YTL olan asgari ücrette 12 Kg lık bir tüm gaz parası bile etmeyen, gülünç bir zam yapılarak yaklaşık 380YTL’ye yükseltildi. Yapılan birçok araştırmalar neticesinde, bugün bir kişinin aç kalmaması için gereken gelirin 727 YTL olduğu aşikardır.. Bu durumda 380 YTL alan bir işçinin karnının doyması mümkün değildir. Bir de Türkiye’de ortalama ailenin dört kişiden oluştuğunu düşünürseniz durum çok daha vahimdir. Asgari ücret belirlenirken, DİE’nin, şimdiki adıyla Türkiye İstatistik Kurumu’nun günlük 3 bin 500 kalori besin ihtiyacı ile gıda içi harcamalar baz alınarak yaptığı hesabın dikkate alındığı izlenimi yaratılıyor. Oysa, asgari ücret bugüne kadar DİE’nin önerdiği rakamın çok altında ve brüt olarak belirlendi. DİE Temmuz 2004’te asgari ücretin net 395. 206.957 olmasını istemişti ancak rakam net 318.233.475 TL oldu. Ocak 2005’te DİE’nin önerdiği rakam net 422.059.064 iken, belirlenen rakam net 350.153.550 oldu. Komisyonun geçen hafta Türk-iş’te yaptığı üçüncü toplantıda, DİE’nin, bir işçinin günlük 3 bin 500 kalori besin ihtiyacına ve son üç yıllık enflasyon oranına göre asgari ücretin ne olması gerektiğini hesaplaması kararlaştırılmıştı. Hesaplamalarda, asgari ücretlinin gıda içi harcama payının yüzde 36.4 veya yüzde 30.3 olarak ele alınması önerilmişti. Gıda içi harcama payı yüzde 36.4 olarak alınırsa, DİE’nin net 420 milyon civarında, yüzde 30.3’lük gıda içi harcama payının dikkate alınması halinde ise net 506 milyon lira civarında bir rakam önermesi bekleniyor. DİE’nin hangi hesaplamayı yapacağı veya yapılan hesaplama sonunda belirlenecek rakamı komisyonun kabul edip etmeyeceği net değil. Yüzde 10 değil yüzde 3 Ancak komisyon, artışı, ister enflasyon hedefi doğrultusunda yüzde 5, isterse yüzde 10 olarak belirlesin, ele geçecek para, asgari ücretlinin geçmiş yıllardaki kaybını karşılamayacak. Devlet Planlama Teşkilatı’nın (DPT) komisyona sunduğu rapora göre, asgari ücrete yapılan yüzdelik artışlar, gerçekte çok daha az bir miktara denk geliyor. DPT’nin, DİE Toptan Eşya Fiyatları Endeksi’ni baz alarak yaptığı hesaplamaya göre, 1 Ocak 2005 tarihinde geçerli olan ve halen uygulanan brüt 488 milyon 700 bin liralık asgari ücret nominal olarak yüzde 10 artarken, reel artış yüzde 3.9 olarak hesaplandı. Bu rakam net asgari ücrette yüzde 3. Yani geçen yıl asgari ücretlinin alım gücü sadece yüzde 3 arttı.
-
TEFECİ İMF'DEN YAKALARINI KURTARAN ÜLKELER VE TÜRKİYENİN DURUMU !
İMF DEN YAKASINI KURTARAN İKİ ÜLKE ARJANTİN VE BREZİLYA Borçlandırdığı ülkeleri sömürmek üzere her türlü senaryoyu hazırlayan IMF’nin, program sunduğu hiçbir ülkenin refaha çıktığı görülmemiştir. Yüzde 53 bir payla büyük ortağı durumundaki terorist ABD’nin söz sahibi olduğu bu finans kuruluşunun zaten böyle bir amacı da yoktur. Söylendiği gibi amacı, üye ülkelere kredi sağlayarak, “refaha kavuşmasına” yardımcı olmak değil, aksine gelişmekte olan yoksul ülkeleri borçlandırarak, ABD başta olmak üzere emperyalistlerin bu ülkelere dayattığı talepleri elde etmektir. Sosyal devlet uygulamasını yürüten, iktisadi alanla ilgili kamusal yatırımları elinde bulunduran Türkiye benzeri ülkeler buna en iyi örnektir. Bu fırsatı değerlendirerek borçlandırdığı Türkiye’yi “sosyal devlet” olmaktan giderek uzaklaştırmaktadır. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere her türlü kamu hizmeti ortadan kaldırmaya dönük birçok “yasal düzenleme” çıkarttırılarak, “serbest piyasacı” modeli hakim kıldırmak için bütün seçenekleri zorlamaktadır. Buna benzer yöntemler Latin Amerika ülkelerinde de yürütülmektedir. Bu nedenle Brezilya ve Arjantin bu süreçten rahatsızlığını dile getirerek artık bu sarmaldan kurtulmak için IMF’e olan borçlarını erken kapatacağını beyan etmişlerdir. IMF’nin tepkisi ise, “bundan sevinç duyarız” şeklinde olsa da, “umarım bir daha elimize düşersiniz” türündendir. Arjantin’in 9.9 milyar dolar, Brezilya’nın 15.5 milyar dolar, Türkiye’nin ise 12.1 milyar dolar borcu bulunmaktadır. Türkiye’nin 6 milyar dolar da Dünya Bankası’na borçlu olduğu düşünülürse borç sıralamasında “lider” konumdadır. Ancak sadece IMF’ye olan borç dikkate alınsa bile, Brezilya’nın IMF’nin borç batağından kurtulması durumunda Türkiye yine “lider” konuma yükselecektir. Arjantin ve Brezilya’nın IMF’ye olan borçlarını erken ödeyeceğini açıkladığı günlerde, IMF Birinci Başkan Yardımcısı Anne Krueger ise Türkiye ile ilgili ilginç açıklamalarda bulundu. Krueger’in; “Türkiye çok şey başardı, etkileyici bağlılık gösterdi” açıklaması oldukça düşündürücüdür. IMF’ye bağlılık bu kurum tarafından övgüye değer bulunması “anlaşılır” bir durum, ancak bu bağlılığı sürdürenler açısından utanç kaynağı olması gerekir. Aksine bu bağlılığı sürdüren işbirlikçi zevat övünç duyuyor olabilir, ancak bu ülkenin onurlu emekçileri ve halkı utanç duyuyor. Tıpkı Brezilya ve Arjantin halkı gibi. Yıllarca bütün kaynaklarını borç faiz ödemelerine ayıran, çalışan emekçisine, emeklisine, sağlığına, eğitimine bütçe ayırmaktan yoksunlaşmış, bütün iktisadi politikalarını borçlandığı IMF’nin belirlemekte olduğu, dış politikası bu kuruluşun hakim durumundaki ABD’nin belirlediği ülke böylesi bir tablodan nasıl övünç duyabilir ki? Türkiye’ye “övgüde” bulunan IMF, Arjantin ve Brezilya’yı örnek almasını önlemek için “siz onlara bakmayın, iyi yoldasınız devam edin” imasında bulunarak, fırsatlar ülkesi olma görevini sürdürmesini telkin etmektedir. Tekelci sermaye için fırsatlar ülkesi haline getirilmek istenen Türkiye, elindeki bütün Kamu İktisadi Teşekkülleri’ni (KİT) yağmalamakta, sosyal güvenlik sistemini değiştirmekte vergi indirimlerini sürdürerek bu bağlılığını kanıtlamaktadır! Peki Türkiye IMF’ye olan borcunu erken kapatabilir mi? Erken kapatmak bir yana, bu bağlılığını sürdüreceğini kanıtlamak ve yeni borç almak için IMF’ye mektup üzerine mektup vermektedir. 24 Kasım 2005 tarihli mektup, bu derin bağlılığı sürdürüleceğine kanıttır. Bu mektupta verilen taahhütler bildik ve endişe verici. Bir paragrafı şöyle; “2006 bütçe hedeflerine ulaşılması önemli ölçüde sosyal güvenlik sistemi açığının kontrol altına alınmasına bağlıdır. (…) Sağlık harcamalarının kontrol altına alınmasının, sağlıklı bir bütçe pozisyonun korunması açısından anahtar öneme sahip olduğu bilinmektedir…” Görüldüğü gibi kendi halkını sağlık hakkından yoksunlaştıracak kadar kararlı olan siyasi “ikitidar”, IMF’ye bağlılığın derecesini de göstermektedir. Bütçenin ve kaynakların yetmemesini, sosyal güvenlik harcamalarına bağlarken, bütçenin yaklaşık yarısını faiz ödemelerine ayrılmasına hiç değinilmemektedir. Krueger’in övgüsünü almak, ülke çıkarından ve halkın sağlık hakkından daha mı önemli? İşbirliğini sürdürenler için önemli olacak ki, sosyal güvenlik sistemi IMF’nin talepleri doğrultusunda değiştirilmek istenmektedir. Arjantin ve Brezilya’nın gösterdiği bu tutumu, IMF’ye teslim olmuş işbirlikçilerin örnek almasını beklemek safdillik olur. Ancak bu ülkenin emekçileri, işçileri, işsizleri, köylüleri, onurlu aydınları örnek alarak tepkilerini ortaya koyabilirler. Seçim tartışmalarının yaşandığı şu günlerde bu tablonun bir kez daha değerlendirilmesi, halktan ve emekten yana mücadeleci bir platformun oluşturulması ile IMF ve onun işbirlikçisi hükümetlerden kurtulmak mümkün olacaktır. KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA, YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ.
-
ÜLKE KAYNAKLARI VE TOPLANAN VERGİLER, KİMLERİN HİZMETİNE VE ÇIKARINA ?
Birkaç gün önce sermayeden zar zor tahsil edilen Kurumlar Vergisini, % 30 dan %20 ye 10 puan indirerek patronlara sadakatini gösteren AKP iktidarı, kendisinin açıkladığı oran ve nihayetinde ASGARİ ÜCRETE yapılan insanlık ayıbı gülünç zam ile de, patronlara olan bu sadakatini perçinlemiş ve sınıfsal tarafını iyice netleştirmiş oldu. Yaklaşık 350 YTL olan asgari ücrette 12 Kg lık bir tüm gaz parası bile etmeyen, gülünç bir zam yapılarak yaklaşık 380YTL’ye yükseltildi. Yapılan birçok araştırmalar neticesinde, bugün bir kişinin aç kalmaması için gereken gelirin 727 YTL olduğu aşikardır.. Bu durumda 380 YTL alan bir işçinin karnının doyması mümkün değildir. Bir de Türkiye’de ortalama ailenin dört kişiden oluştuğunu düşünürseniz durum çok daha vahimdir. AKP İKTİDARI SAFINI VE SINIFSAL TARAFINI İYİCE BELLİ ETMİŞ, BAŞTA ASGARİ ÜCRETLİLER OLMAK ÜZERE İŞÇİYE , MEMURA, KÖYLÜYE- ÇİFTÇİYE YANİ EMEKÇİ HALKA SIRTINI DÖNMÜŞTÜR. İktidara gelirken türlü popülist söylemlerle ve kutsal değerleri istismar ederek din sömürücülüğü ile halkı kandıran, fakirin fukaranın, garibanın ve haksızlığa uğrayanın iktidarı olacağı vadinde bulunan, toplumsal kalkınmadan, hukuksal eşitlikten ve sosyal adaletten dem vuran, bu söylemler ile halkımızı kandırıp oyunu alan AKP de önceki iktidarların yürüdüğü yoldan giderek, patronların hizmetinde olup, ülke halkına ve emekçilere ise sırtını iyice dönmüştür. KARTELCİ MEDYA VE ASGARİ ÜCRETİN YORUMU Holding patronlarının emrindeki KARTELCİ MEDYA ise, yarı çıplak kadın resimleriyle süslü boyalı gazetelerinde ve tele-vole, tele-magazinden izlenemez hale gelen televizyonlarında, konuyu patronlarının çıkar süzgecinden geçirip, yeni belirlenen asgari ücreti, sermayeye getireceği yük üzerinden değerlendirirken, bir işçinin bir aylık çalışmasının emeğinin karşılığında alacağı 380 YTL gibi gülünç bir ücretle, bir kişinin açlık sınırının 727 YTL olduğu bir ortamda, ailesini nasıl geçindireceği üzerine, nedense pek haber veya yorum yapmadılar. AÇLIK, YOKSULLUK, İŞSİZLİK KORKUSU VE ÇARESİZLİK NEDENİYLE ASGARİ ÜCRETİN ALTINDA BİLE ÇALIŞMAYA RAZI OLANLAR VAR. Türkiye’de emekçilerin içinde bulunduğu durumun vahameti bu kadarla da kalmamaktadır. Zira bugün, birçok işçi-emekçi, açlıktan, yoksulluktan çözümsüzlükten ve çaresiz kaldığından, işsiz kalmak korkusundan asgari ücretin bile altında bir ücretle çalışmaya razı bırakılmışlardır. Bu koşulları bir de eğitimin, sağlığın finansmanının giderek piyasalaştığını yani, emekçilerin cepten ödemeleri ile karşılandığını düşünerek değerlendirirseniz durumun vahameti çok daha açık biçimde ortaya çıkmaktadır. Asgari ücretin gösterdiği üzerinden ortaya çıkan sonuç; Türkiye’de emekçilerin çok önemli bölümünün yoksulluk ve açlık içinde, eğitim ve sağlık olanaklarına ulaşamayacak biçimde yaşamakta olduğunu göstermektedir. AB üyeliği için tarımdaki nüfusun azaltılıp, kentlere doğru yönlendirildiğini düşündüğümüzde, bu koşullar içerisindeki emekçi sayısı giderek artmaktadır. AB NİN İKİYÜZLÜLÜĞÜ İçinde bulunduğumuz süreçte, YENİ DÜNYA DÜZENİ konseptine göre ve piyasa ekonomisinin gereği de ne pahasına olursa olsun emek maliyetinin en düşük seviyeye çekilmesine dayalıdır. İşte bu nedenle AB, Katılım Ortaklığı Belgesi’nde Türkiye’den IMF, Dünya Bankası programlarına uyulması, özelleştirmelerin bir an önce gerçekleştirilmesi, tarımın payının azaltılması, eğitimin, sağlığın, sosyal güvenliğin piyasa koşullarına göre işletilmesini para ile halka satılmasını istemektedir., Türkiye’nin demokrasi, insan hakları konusunda gelişmesini sağlayacağı beklenen AB, birtakım bireysel hak ihlalleri için Türkiye’yi eleştirirken, birtakım yaptırımlar ile tehdit ederken ne hikmetse açlığın sefaletin giderek derinleşmesine yol açan uygulamalar karşısında sesini çıkartmamaktadır. Yani AB, eğitimi, sağlığı, çalışmayı ve gıda gereksinimini karşılamayı insan hakkı olarak görmemektedir. AB’nin bu tutumunu anlamak aslında hiç de zor değildir. Bunun için AB’nin temel düşüncesini, ortaya koyan belgelerden biri olan Kopenhag Kriterlerine bakmak yeterlidir. Kopenhag Kriterleri içerisinde AB’ye aday ülkelerden demokrasi(burjuva demokrasisi), insan hakları konularındaki beklentilerin yer aldığı siyasi kriterlere karşılık, ekonomik kriterler, tümüyle piyasa ekonomisinin işleyişinin sağlanmasına yöneliktir. Diğer bir söyleyiş ile asgari ücretin açlık ücreti olarak belirlenmesi ve açlığı, yoksulluğu daha da derinleştiren politikaların izlenmesi,Gerçekte Avrupa sermayesinin Birliği olan AB’nin taleplerine bütünüyle uygundur. Bu nedenle AB, Pamuk ve Drink davaları gibi bireysel özgürlüğe dayalı konularda taraf olan VE görüş belirten AB; kendi ülkelerinde de “SOSYAL DEVLETİN TASVİYESİ” sürecine girdiklerinden beri, işçinin- çalışanın-emeğin haklarına yönelik başlatılan hak gasplarına paralel olarak, ülkemizde ki sömürüyü yoğunlaştıran, açlığı, yoksulluğu derinleştiren uygulamalar karşısında da sessiz kalmaktadırlar..
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
Tavsiye ve eleştiriniz için eşekkür ederim sayın kuzey. Oysa ben "demogoji" sözcüğünü doğru bir şekilde yazdığımı düşünüyorum. Ancak büyük harf konusunda sanırım haklısınız. Saygılarımla Sedat.
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
Ne o bozulmuş gibi bir halin var. Yoksa iddia ve sorularıma verecek cevap bulamadın mı? Saplantıdan bahsetmiş ama sen saplantının alasını sergilemişsin. Kan üzerinden siyaset yapan, şehitleri kullanmaktan bile utanmayan şu meşhur gerici-ırkçı-şoven-kafatasçı güruhun, kulak,burun keserek ve ağzından kan akıtarak tekrarladığı, SOLCU=TERÖRİST şeklinde ki o hezeyanını hastaliklı ve saplantılı zihniyeti defalarca tekrarlamışsın. Şayet senin bu hastalıklı zihniyetinden hareket edilecek olursa, en büyük terörist olan ABD nin işbirlikçileri olarak, asıl terörist ve vatan haini sen ve senin zihniyetinin taa kendisidir. Şimdiye kadar elinden gelen tüm çirkeflikleri yapıp devrimci değerlere yapmadığın saygısızlık etmediğin hakaret kalmamayan sen ideolojik de olsa, herhangi bir düşünceye bile sahip değilsin ki. Senin asıl saplantın ve hastalığın psikolojik. Bir arkadaşın da teşhis ettiği gibi, "aykırı görünerek önemsenmek, böylece kaile alınmak", gösterişe dayalı özsever-narşizminin egosunu tatmin ediyordu, öyle değil mi? İşte sen sırf bu yüzden buradasın. Evet senin olmasa da benim bir ideolojim var. EMEKÇİLERİN BİRLİĞİ ve İNSANIN İNSANCA YAŞAMASI uğrunda mücadele. Pekçok insanın ekonomi ve politikaya ilişkin, yani yaşama dair öyle yada böyle herhangi bir düşüncesi vardır. Oysa senin hiçbir felsefen ortaya koyabileceğin hiçbir düşünsel alternatifin yok. Varsa benim önce ki ve bu yazımda ki iddilarıma, tek tek ve cümle cümle cevap verirsin. Senin buradaki varlığın, felsefik sözckleri araklayarak bilmiş gözükmek, gerici-ırkçı demogojik söylemlerle, kendine bir hayran kitlesi oluşturarak, sadece psikolojik açlığına (özsever-nasşizminin görkemci egosuna) sağlayacağın doyumdur. Not:Konuyu bu noktaya getiren sen, azacağın her yazıya, gereken cevabı da alacaksın.
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
MERHABA ARKADAŞLAR. Tarafımdan açılan ve Türkiyede SOLCULUK kavramı iredeleyip, aynı zamanda daha geniş sınıfsal bir perspektifi tanımlayan ve daha insani bir yaklaşım olan "EMEKÇİLERİN BİRLİĞİNİ" gündeme getiren bu konubaşlığının, ne yazık ki, bazı art niyetli kişilerce amacından ve özündan saptırıldığına üzülerek tanık oluyorum. Bu kişilerin kim olduğunu ve amaçlarını açıkça teşhir etmek gerekir diye düşünüyorum.. Konuya yazdığı yazılardan anlaşıldığı üzere, BOZAN rumuzlu ZAT ın, burada ki amacı tamamen başka. Bu çok bilmiş edasındaki kişinin, herhangi bir düşünceyi tartışmak, bilgi-birikimini ortaya koyup, fikir yarıştırmak gibi bir amacının olduğunu hiç sanmıyorum. Bu nedenle kendisinin onca içi boş, kof, anlamsız demogojik söylemlerini, GÖBELS’i bile kıskandıracak provokatörce tavırlarını, artık dikkate bile almayacağım. Size de öneririm. Aklınca polemikler yaratarak sürekli gündemde kalmak ve kendi tabiri ile kendine bir hayran kitlesi FUN CLUP oluşturmakmış )) Fun clup dedikleri ise, medyanın yarattığı şu POPÇU-TOPÇU NAYLON STARLAR ın peşine HAYRAN (!) diye takılan bilinçsiz insanların oluşturduğu cahil ve yozlaşmış topluluklar. Dikkat ettiyseniz bu adam tartışmanın başından sonuna tek aynı bildik karşı devrimci teraneleri tekrarlayıp durmuştur. Ürettiği ve orataya koyduğu herhangi bir somut fikir yoktur. SENİN "EZİLEN KADIKÖYÜN ÇİÇEKLERİ" DEMOGOJİN Kadıköyün çiçeklerine bu kadar duyarlı olan bu arkadaş, neden binlerce gencin işkence tezgahlarından geçirilişine ERDAL EREN gibi 17 yaşında ki bir fidana hunharca kıyılışına, üstelikte yaşı büyütülerek asılışına yüreği sızlamamıştır. 17 yaşında ki gencecik bir insan, Kadıköyün çiçeklerinden daha mı değersiz ve önemsizdir. İkidebir, kan üzerinden siyasi rant sağlayan o gerici-ırkçı-şoven partilerin yaptığı gibi, şehitleri kullanması ise bir başka çirkinliktir. Bu ülkede akan kardeş kanının en çoğunu, 60 lardan buyana CIA nin anti-sosyalist düşmanlık üzerine örgütlediği, neredeyse devrimcilerin kanını içen, sizin gerici ve ırkçı kafatasçı güruh akıtmıştır. Elbeteki Tuncelide ölenlerin hepsi bizim emekçi halkımızın çocuklarıdır. Senin kapitalis efendilerinin-patronlarının çocukları zaten ya askerden kaçmış, yada boğazdaki kendi yalılarının karşısında yapmışlardır askerliklerini. AŞIRMA SÖZCÜKLERLE DEMOGOJİK ŞOV YAPIYORSUN. Oradan buradan duyduğu fakat henüz anlamını bile çözemediği sözcükleri kullanarak türettiği devrik, kuralsız ve anlamsız cümlelerinden anlaşıldığı üzere herhangi bir bilim dalına ilişkin, ne bir bilgi birikimi ne de yaşam tecrübesi mevcut değildir. Anlaşıldığı üzere, sosyalist terminolojiden aşırıp-arakladığı birkaç tane felsefik terimin üzerine, o bildik gerici-ırkçı argümanlardan ekleyip, kendince burada demegojik şov yapmaktadır. Yarattığı polemiklerle ve statükonun da dilinden düşürmediği o bildik basmakalıp demogojik söylemler ile kendini sürekli gündemde tutmak ve sadece narşist egosunu tatmin etmek için burada canhıraş bir çaba sarf etmektedir. Ben bunun her hangi bir düşünce yapısının yada yaşam felsefesinin var olduğuna da inanmıyorum. ELEŞTİRİ ADINA DEVRİMCİ DEĞERLERE SAYGISIZCA SALDIRIYORSUN Bu adam solu eleştirmek görüntüsünün altında, devrimci değerlere pervasızca ve saygısızca saldırmaktan başka, çamur ve iftira atmaktan, gerici ve ırkçı güruhun klişe argümanlarıyla karalama amaçlı provokatörce sözlerinden başka, bir tane bile somut düşünce veyahut somut alternatif üretebilmiş midir? EVET BOZAN RUMUZLU DEMOGOJİ USTASI ŞAHIS ! KENDİNCE DEMOGOJİK SÖYLEMLERLE VE SAYGISIZCA BİR USLÜPLA SALDIRIP, SOLU VE SOLCULARI ELEŞTİRİYORSUN. ÖYLE BOL KESEDEN ATMAK OLMAZ. İŞİN KOLAYINA KAÇIP ELEŞTİRİ YAPMAK YETMEZ, YANINA ALTERNATİFİNİ DE KOYACAKSIN. PEKİ SEN NEYİ SAVUNUYORSUN? HANGİ DÜŞÜNCEYİ, HANGİ FELSEFEYİ ÖNERİYORSUN? BAK BENDE BİR DEVRİMCİ OLARAK “SOLCULUK” KAVRAMINI ELEŞTİRİYORUM. AMA YANINA KENDİ ALTERNETİFİMİ KOYUYORUM. Toplumun her kesiminden, her coğrafik bölgesinden, her ırktan, her etnik kökenden, her dinden ve her mezhepten, işçisiyle memuruyla, köylüsüyle, çiftçisiyle küçük üretici ve esnafıyla tüm emekçi halkın birliğini savunuyor ve öneriyorum. Kısacası SOLUN BİRLİĞİ yerine EMEKÇİLERİN BİRLİĞİ diyorum. TAM BAĞIMSIZ VE GERÇEKTEN DEMOKRATİK BİR TÜRKİYE DİYORUM. -EMPERYALİZME UŞAKLIK VE İŞBİRLİKÇİLİK YAPMAYAN, DIŞ VE İÇ SİYASETTE ULUSAL BAĞIMSIZLIĞI SAVUNUYORUM , -LAİK, SOSYAL BİR HUKUK DEVLETİNİNİ, SÖZDE DEĞİL GERÇEK ANLAMDA BİR DEMOKRASİYİ SAVUNUYORUM -ÜRETİME VE İSTİHDAMA DAYALI, KAYITALTINA ALINMIŞ ULUSAL BİR EKONOMİK KALKINMA MODELİNİ SAVUNUYORUM, -SADECE SERMAYE SINIFININ KARINA ODAKLANMA OLAN “KAR MARJINI” DEĞİL, İNSANA HİZMETİ AMAÇ EDİNEN “HİZMET MARJINI” SAVUNUYORUM. BAK BUNLAR BENİM ALTERNATİFLERİM. PEKİ YA SEN ? SENİN POLEMİK VE DEMOGOJİ DIŞINDA, ÜRETEBİLDİĞİN HERHANGİ BİR DÜŞÜNCE VAR MIDIR?
-
ASIL VATAN HAİNİ KİMDİR?
İŞTE YAŞAMIN GERÇEKLİĞİ VE ÜLKEMİN İÇİNDE BULUNDUĞU KOŞULLAR. NAZIM USTANIN BU ANLAMLI DİZELERİNDEN DAHA GÜZEL NASIL ANLATILABİLİRDİ Kİ?
-
TAHRİP EDİLEN ÇEVRE, KİRLENEN DEĞERLER VE YOZLAŞAN İNSAN
Katkın için teşekkürler heath_fnd arkadaşım.
-
ÜLKE KAYNAKLARI VE TOPLANAN VERGİLER, KİMLERİN HİZMETİNE VE ÇIKARINA ?
Eline ve yüreğine sağlık sevgili zeyoo. Katkın için teşekkürler..
-
SAHİ ENFLASYON DÜŞTÜ MÜ, GERÇEKTEN KALKINIYOR MUYUZ?
İŞTE TÜRKİYEYİ YÖNETEN HAKİM SERMAYE SINIFININ ADALETİNİN VE YÖNETİM ANLAYIŞININ KISA ÖZETİ "Son dönemlerde ülkemizde yaşanan banka hortumlamalarına bakın, 20'ye yakın banka battı ve devlete, dolaylı olarak millete faturası 43 - 45 milyar dolar. Kim cezalandırıldı? Kimden bunun hesabı soruldu? Hiç tahsilat sağlanabildi mi? Kim ne kadar hüküm giydi? Ancak banka tahsildarı ya da veznedarı üç beş kuruş zimmetine para geçirmiş ya da emniyeti suiistimal etmiş ise hüküm giymiştir. Veya ödenmeyen çiftçi borçları için köylüler hüküm giymiş, kredi kartı borçları için küçük sıradan insanlar cezalandırılmıştır. Bunların dışında kalan güçlülere, büyüklere hiç de bir şey olmamıştır. Ancak ay sonunu zor getiren memur ve işçinin daha geliri eline geçmeden vergisi kaynaktan kesiliyor. Ya trilyonlarını devlet tahvili hazine bonosuna yatıran rantiye kesimi ne kadar vergi ödüyor? 15 milyar faizin vergisi 12 YTL, memurun vergisi ortalama 80 YTL, asgari ücretlinin vergisi 61 YTL. araştırmalara göre brüt maaşı 1306 YTL 2 YKr olan bir sözleşmeli devlet memurunun, ayda 360 YTL 80 YKr vergi ödediğini bildirdi. Yapılan araştırmaya göre, devlet memuru 238 YTL
-
VERGİ İNDİRİMİ...HERŞEY BÜYÜK SERMAYE PATRONLARI İÇİN...
Eline yüreğine ve aydınlık aklına sağlık SOKRAT_S rumuzlu arkadaşım. Katkı ve desteğin için yürekten teşekkürler. Saygı ve Dostlukla Sedat.
-
Yoldaş Stalin
SENDEKİ VE SİZ GERİCİ IRKÇI GÜRUHTAKİ SOYALİZM KARŞITLIĞI, VE AĞZINIZDAN DÜŞÜRMEDİĞİNİZ KOMÜNİZM DÜŞMANLIĞI VE ANTİ-SOSYALİST ARGÜMANLAR: Seninde dilinden düşürmediğin o kof basma kalıp devrim ve sosyalizm düşmanı argümanların kaynağı ve kökeni bellidir. Büyük efendiniz ABD nin üretip dünyaya yaydığı, anti-sosyalist yalan ve iftiralarla dolu kof sözlerinizin altında yatan düşmanlık da bellidir. Zira SOSYALİZME yönelik kasıtlı saldırıların ve düşmanca politikaların kökeninde, kapitalist düzenin efendilerinin sınıfsal karşıtlığı ile işçi-köylü devleti düşüncesine ve pratiğine olan düşmanlıkları yatmaktadır ABD emperyalizminin ve kapitalist burjuva efendilerin sosyalizme neden düşman olduklarına dikkat çekmekte yarar vardır. Sosyalist devrime Kapitalistlerin düşmanlığın asıl sebebi, kapitalist düzenin sahibi olan sermaye sınıfının, halkın ve emekçi kitlerin emeğinin sömürülmesi ve haklarının gaspı neticesinde devasa karlar edinerek, üzerlerine yattıkları paralarını, mallarını, servetlerini, krallıklarını, derebeyliklerini, saltanatlarını, oligarşik tiranlıklarını biranda sosyalist yada halk devrimi ile kaybederek, para ve mallarının emekçi halk tarafından el konulup, paylaşılacak olmasının korku ve endişesidir. Bu yüzdendir ki, Dünyada henüz yaşanmamış bir sistem olmasına rağmen, yani doğmamış bir çocuğa KOMÜNİZME bile korkunç ve pervasız saldırılar gerçekleştirilmektedir. Sosyalizme düşümanlığın bir başka sebebi ise; Kapitalizmin 1929-30 lı yıllarda ki kriziyle ayaklanan ve devrimci önderlerin posterlerini taşıyan işçi-köylü milyonların, günlerce süren gösteri ve grevleriyle yükselen emek mücadelesiyle neredeyse bir devrimin eşiğinden dönen ABD li kapitalistler, bu burhanı sinsice yöntemlerle atlattıktan sonra, işi sıkı tutup bir daha aynı korkulu rüyayı görmemek için bütün dünya çapında soğuk savaş dönemine damgasını vuran sosyalizm düşmanlığı başlattılar. Bu dönemde üretilen anti-sosyalist, anti-komünist söylem ve sloganlarla yürütülen psikolojik ve ideolojik savaşla birlikte, Türkiye ve Avrupanın pek çok ülkesinde oluşturulan çeşitli gladio-kontra örgütler ve vakıflarla bu düşmanlık iyice yükseltildi. SENİN HEZEYANLARININ AKSİNE BENİM DÜŞÜNCEM TAM BAĞIMSIZ VE GERÇEKTEN DEMOKRATİK BİR TÜRKİYEDİR TEK KURTULUŞ ULUSAL BAĞIMSIZLIK VE TEK ÇÖZÜM İSE EKONOMİK BAĞIMSIZLIKTIR Ülkemiz kueruluş savaşı ile ele geçirdiği Ulusal bağımsızlığını ve ulusal onurunu, yeniden kazanarak, tüm emperyalist işbirliği ve uşaklık zincirlerinden sıyrılmalı, ekonomik alanda bağımsız ve halktan yana, üretime ve istihdama dayalı ulusal bir kalkınma programını hayata geçirmelidir. ÜLKEMİZDE İŞÇİ VE EMEKÇİLER, Kapitalist sistemin ayrıştırı gerici ve ırkçı argümanları ile işçi ve emekçiler birbiriyleriye suni bölünmeler neticesinde karşı karşıya getirilmiş, bunun neticesinde ise, sermaye sınıfının iktidarı ülke halkını sömürmek için kendisine çok geniş bir alan ve imkan sağlamıştır.
-
TÜRKİYEDE SOLCULUK.
Dinle BOZAN rumuzlu zat. Tarafımdan açılan bu başlığın içerinde değinilen konun ana temasını anlama-idrak etme sorunu yaşadığın apaçık ortadadır.Aksi halde art niyetli yaklaştığını varsayıp senin anlayacağın dilde cevap vermem gerekecek. Sözde SOL u eleştirme görüntüsü altında, o bildik gerici-ırkçı-şoven argümanlar ile devrimci değerlere pervasızca saldırmaya başladığın farkında mısın? Ya konunun amacını tam olarak anlayamamış yada benim savunduğum düşünceyi zerre kadar kavrayamamışsın, ki ortaya attığın düşünce bile olmayan saçmalıklarla adeta GÖBELS misali yalan-karalma provakasyonlara girişiyorsun. Benim yazı başlığında değinmeye çalıştığım düşüncemin özünü SOL değil EMEKÇİLERİN BİRLİĞİNİ oluşturmaktadır. Özellikle bu gerçeği gözmezlikten geliyor ve konuyu özünden saptırıp çarpıtarak, her fırsatta bahaneler yaratıp devrimci değerlere saldırıyor, hücrelerine kadar sinmiş olan o ABD menşeili soğuk savaş döneminin kalıntısı, anti-sosyalist paranoyayı-düşmanlığı ********. Her fırsatta ima ettiğin yada etrafından dolaştırdığın şu gerici-ırkçı-şoven-kafatasçı hezeyan varya, SOLCU= TERÖRİST işte o saplantından kurtulamamışsın. Şayet sana göre tüm devrimciler yada senin tabirinle tüm solcular terörist ise, ki terörist veya terörizm kavramı muğlaktır, bakış açısına göre değişir, benim nazarımda ise en büyük terörist olan ABD ve İSRAİLİN işbirlikçi-destekçileri olarak sizler, Amerikan ******-mandacı dolayısı ile en büyük ***** *****. Yani en büyük ****** ******* ****** sen ve senin gibi gerici-ırkçı-kapitalist güruhtur. Peki 12 eylül öncesi ve sonrasında katledilen bu ülkenin onca değerli aydını ve bliminsanının kanında sizin elleriniz yok mu? Kemal Türkleri, Uğur Mumcuyu, Çetin Emeçi, Bahriye Üçoku daha onlarca, yüzlerce değerli insanı katleden sizin katilleriniz terörist değil miydi yoksa ? Konuyu bu noktaya, devrimci değerlere(insani değerlere) iftira ve çamur atarak, düşmanca saldırarak getiren senin, bu hezeyanlı bakış açından hareket edince varılacak nokta işte burasıdır. Ülkede sol birşey yapmamış şeklinde saçma ötesi bir kelamın var. Bu ülkeyi 50 yıldır kimlerin demeyeceğim hangi sınıfın yönettiğini göremeyecek kadar körsen, sana söyleyecek fazla bir şey yoktur zaten. Ha senin zinhiyetinin ülkeyi getirdiği nokta ise ülkemin bugünün içler acısı durumudur. İşte senin zihniyetinin ülkeyi taşıdığı utanç verici tablo: Ekonomik Siyasi, bağımlılık, ABD ye uşaklık, emperyalizmin hizmetkarlığı. .Bugün ülkede insanlarımız 350 milyon gibi insanlık ayıbı bir ücrete çalıştırılıyorsa, açlık, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk,hortumculuk,adaletsizlik, hertürden çarpıklık, yozlaşmışlık, sahtekarlık, kalpazanlık, üçkağıtçılık bu had safhaya çıkmış sa bunun tek ve yegane sorumlusu senin zihniyetinin iktidarlarıdır. Özal ile topluma ekilen KISA YOLDAN KÖŞE DÖNMECİLİK, BENİM MEMURUM İŞİNİ BİLİR, BEN ZENGİNLERİ SEVERİM, AKLI OLAN KÖŞEYİ DÖNER, PARA KAZANMAK İÇİN HER YOL MÜBAHTIR, ANAYASAYI BİR KERE DELMEKLE BİŞEYCİK OLMAZ sahtekarlığı ve riyakarlığı gelinen içler acısı noktanın esas kaynaklarından biridir. SENDEKİ VE SİZ GERİCİ IRKÇI GÜRUHTAKİ SOYALİZM KARŞITLIĞI, VE AĞZINIZDAN DÜŞÜRMEDİĞİNİZ KOMÜNİZM DÜŞMANLIĞI VE ANTİ-SOSYALİST ARGÜMANLAR: Seninde dilinden düşürmediğin o kof basma kalıp devrim ve sosyalizm düşmanı argümanların kaynağı ve kökeni bellidir. Büyük efendiniz ABD nin üretip dünyaya yaydığı, anti-sosyalist yalan ve iftiralarla dolu kof sözlerinizin altında yatan düşmanlık da bellidir. Zira SOSYALİZME yönelik kasıtlı saldırıların ve düşmanca politikaların kökeninde, kapitalist düzenin efendilerinin sınıfsal karşıtlığı ile işçi-köylü devleti düşüncesine ve pratiğine olan düşmanlıkları yatmaktadır ABD emperyalizminin ve kapitalist burjuva efendilerin sosyalizme neden düşman olduklarına dikkat çekmekte yarar vardır. Sosyalist devrime Kapitalistlerin düşmanlığın asıl sebebi, kapitalist düzenin sahibi olan sermaye sınıfının, halkın ve emekçi kitlerin emeğinin sömürülmesi ve haklarının gaspı neticesinde devasa karlar edinerek, üzerlerine yattıkları paralarını, mallarını, servetlerini, krallıklarını, derebeyliklerini, saltanatlarını, oligarşik tiranlıklarını biranda sosyalist yada halk devrimi ile kaybederek, para ve mallarının emekçi halk tarafından el konulup, paylaşılacak olmasının korku ve endişesidir. Bu yüzdendir ki, Dünyada henüz yaşanmamış bir sistem olmasına rağmen, yani doğmamış bir çocuğa KOMÜNİZME bile korkunç ve pervasız saldırılar gerçekleştirilmektedir. Sosyalizme düşümanlığın bir başka sebebi ise; Kapitalizmin 1929-30 lı yıllarda ki kriziyle ayaklanan ve devrimci önderlerin posterlerini taşıyan işçi-köylü milyonların, günlerce süren gösteri ve grevleriyle yükselen emek mücadelesiyle neredeyse bir devrimin eşiğinden dönen ABD li kapitalistler, bu burhanı sinsice yöntemlerle atlattıktan sonra, işi sıkı tutup bir daha aynı korkulu rüyayı görmemek için bütün dünya çapında soğuk savaş dönemine damgasını vuran sosyalizm düşmanlığı başlattılar. Bu dönemde üretilen anti-sosyalist, anti-komünist söylem ve sloganlarla yürütülen psikolojik ve ideolojik savaşla birlikte, Türkiye ve Avrupanın pek çok ülkesinde oluşturulan çeşitli gladio-kontra örgütler ve vakıflarla bu düşmanlık iyice yükseltildi. SENİN HEZEYANLARININ AKSİNE BENİM DÜŞÜNCEM TAM BAĞIMSIZ VE GERÇEKTEN DEMOKRATİK BİR TÜRKİYEDİR TEK KURTULUŞ ULUSAL BAĞIMSIZLIK VE TEK ÇÖZÜM İSE EKONOMİK BAĞIMSIZLIKTIR Ülkemiz kueruluş savaşı ile ele geçirdiği Ulusal bağımsızlığını ve ulusal onurunu, yeniden kazanarak, tüm emperyalist işbirliği ve uşaklık zincirlerinden sıyrılmalı, ekonomik alanda bağımsız ve halktan yana, üretime ve istihdama dayalı ulusal bir kalkınma programını hayata geçirmelidir. ÜLKEMİZDE İŞÇİ VE EMEKÇİLER, Kapitalist sistemin ayrıştırı gerici ve ırkçı argümanları ile işçi ve emekçiler birbiriyleriye suni bölünmeler neticesinde karşı karşıya getirilmiş, bunun neticesinde ise, sermaye sınıfının iktidarı ülke halkını sömürmek için kendisine çok geniş bir alan ve imkan sağlamıştır. SAĞCI-SOLCU, DOĞULU-BATILI, ALEVİ-SÜNNİ, TÜRK-KÜRT, LAİK-ANTİ-LAİK ŞEKLİNDE, SAÇMA VE SUNİ BÖLÜNMELER İLE BİRBİRİNDEN YALITILMIŞ, BİRBİRLERİNE KARŞITLAŞTIRILMIŞ VE ÇATIŞTIRILMIŞLARDIR. Türkiye XIX. yüzyıl kapitalizminde yaşayan işçilerden daha geri durumda bırakılmıştır. Kuşkusuz bunda kapitalizmin kendisine özgü gelişme koşullarının da etkisi vardır. Ancak egemen sınıf politikaları ve propagandaları da, işçiler ve emekçi halk arasında ciddi duvarlar örmeyi İşçi sınıfı ve emekçiler, çok uzun zamanlardan günümüze, din, mezhep, siyasi görüş, milliyet, bölge, meslek grubu gibi ölçütlerle bölünmüş ve birbirlerine düşman edilmeye çalışılmıştır. Aynı sınıftan olduklarını, her işçinin bir diğerinin 'sınıf kardeşi' olduğunu anlayabilmesi için, öncelikle düzenin iletişim araçlarının uyuşturucu afyon etkisinden kurtarılmaları, böylece yozlaşmanın bertaraf edilmesi gerekmektedir. İşçi–emekçi sınıfının iktidarını ve sınıfsız-sömürüsüz toplumu amaçladığını ileri süren her siyasi akımın, ilk yapması gereken şey, Türkiye'ye özgü 'solculuk'tan kurtulmak olmalıdır. ASIL OLAN SOLCULARIN BİRLİĞİ DEĞİL, TOPLUMUN TÜM KESİMLERİNDEN EMEKÇİLERİN ORTAK MÜCADELESİ, İŞÇİ-EMEKÇİ SINIFIN BİRLİĞİDİR: Bugün Kapitalis sistemin küresel sömürü düzenini kurarak, azgelişmiş ülkeleri ve emekçi halkları sömürü savaşına karşı, dünden daha yakıcı bir zaruriyet olarak, sınıfın birliğinin sağlanması mücadelesi, önümüzde son derece önemli bir mücadele alanı olarak durmaktadır. Bugün sağlanması gereken bir tek birlik en geniş kesimleri ile emekçilerin birliğidir. Birlik konusunda açıkça anlaşılması gereken nokta, dil-din-mezhep-ırk-renk vb.gibi hiç bir suni-yapmacık ayrıma tabi tutmadan, aynı haksızlıklara, eşitsizliklere, yoksulluğa, işsizliğe ve sömürüye maruz kalan,aynı kaderi paylaşan, toplumun en geniş kitlelerin, tüm ezilenlerin ve alt gelir gruplarının, (işçilerin, işsizlerin, memurların, çiftçilerin, köylülerin, küçük esnafın, küçük üreticinin)emekçi kitlelerin birliğinin sağlanmasıdır. Bu gerçekten hareketle, toplumun tüm katmanlarından tüm işçi ve emekçilerin birliğinin sağlanmasının, "solcuların birliği" gibi bütün bu boş uğraşlardan daha önemli olduğu aşikardır. KAHROLSUN AMERİKAN EMPERYALİZMİ VE İŞBİRLİKÇİLERİ YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ GERÇEKTEN DEMOKRATİK TÜRKİYE.
-
GÜNDEM
Herkes bir DIŞ MİHRAKLAR lafı tutturmuş gidiyor. Kim bu dış mihraklar ? Adı, sanı, yeri, yurdu belli değil mi? Neden hep muğlak bir ifade ile görünmez, bilinmez bir adres gösterilerek kafa karışıklığı yaratılır? Ülkeyi yöneten hakim statükonun bu muğlak söyleminin altın yatan nedir? DIŞ MİHRAKLAR(!,?) muğlak ifadesi ile gösterilmeyen adres, kim yada neresidir? Şayet bu DIŞ MİHRAKLARIN(!,?) kim olduğu biliniyorsa, adı adresi belliyse, neden adıyla-sanıyla anılmıyor? Neden kamuoyuna açıklanmıyor ? Madem ki bu DIŞ MİHRAKLAR(!,?) bize karşı kötülük düşünüyor ve ediyorsa, neden düşmanımızı açıkça bilmiyor ve tedbirimizi almıyoruz? Şayet bu DIŞ MİHRAKLAR(!,?) ifadesi ile ima edilen ABD ise, bugün hala bu ülkeye uşaklık etmenin manası-mantığı nedir? Yada bu dış mihraklar AB ise, o halde kapısında dilenci gibi yalvar yakar beklemek niye? Bence bu DIŞ MİHRAKLAR(!,?) ifadesi tamamen EMPERYALİZME karşı mücadeleyi engellemek için hedef şaşırtmak-saptırmak aldatmacasından başka birşey değildir. PKK bu MELUN MİHRAKLARIN(!,?) emrinde maşalık yapıyormuş. Doğrudur, bu örgütün böyle bir hezeyanı yok değil. Ancak neden bu KÖTÜ NİYETLİ MİHRAKLARA karşı açıkça cephe alınamıyor, net tepki gösterilemiyor? Peki ya ABD ye uşaklık-kuklalık eden, ülkeyi ABD mandası haline getirmeye uğraşan, ülkenin hakim erkine, ABD işbirlikçisi kompradorlarına ne demeli? Kısa adı AB olan Avrupa Sermayesinin Birliğine dahil olmak için hertürlü gayretkarlığı sergileyen, yerli işbirlikçi sermayeye ne demeli?