Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

SeDatsan

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    251
  • Katılım

  • Son Ziyaret

SeDatsan tarafından postalanan herşey

  1. SeDatsan doğum gününüz kutlu olsun!

  2. Elle tutulur, gözle görülür, deneyle isbatlanır bir Bilimsel bir gerçek olan Evrim Teorisini sadece insanın maymundan geldiği şeklinde sığ bir noktaya taışınması kadar saçma bir şey olamaz. O halde ben de sana soruyorum? Sen topraktan, çamurdan nı hasıl oldun? Ya kadınlar, erkeğin kaval kemiğinden mi hasıl edildi?
  3. Ağca' nın bindiği Mercedes, Türkeş'in parasıyla mı alındı! Anlamışsınızdır. Benim bu yazıya; "Ağca'nın hapishaneden çıktığı gün bindiği S 350 siyah Mercedes, merhum Alpaslan Türkeş'in ingiliz Bankası'ndaki parasıyla mı alındı?" diye başlık koyarak yaptığım, ironidir. İroni! Yani kara mizah! Çulsuz Ağca! 20 yaşındayken bile "Abdi İpekçi'nin katilliğini üstlenip" askeri cezaevine giriyor. Oradan kaçıyor. Kaçmıyor, kaçırılıyor. Organizasyon büyük! Para ister. İran'a gidiyor. Gitmiyor, götürülüyor. İran'dan Bulgaristan'a geçiyor. Geçmiyor. Geçiriliyor. Bulgaristan'da bakılıyor, besleniyor. Bu da örgüt işi... Bu da para ister. İtalya'ya geçiriliyor. Papa'nın vuruluşunu da üstleniyor. İtalya'da hapse düşüyor. Hapislik bedava. Yemek, yatak beleş. Türkiye'ye iade ediyorlar. Türkiye'de de hapis yatmak para istemiyor. Fakat işsiz, güçsüz, ailesi fakir, çulsuz Mehmet Ali Ağca, Türkiye'de hapishaneden "kaçak villa müteahhidi zengin işadamı arabası Mercedes"le çıkıyor. Kimin bu Mercedes! Sahibi belli değil. *** Al sana kara mizah! Çulsuz Ağca'ya siyah Mercedes'i sunanlar, eski ülkücü gelenekten geliyor. Ağca'nın katilleştiği yıllarda ülkücülerin lideri Alpaslan Türkeş'ti... O zaman bu Mercedes'in parası merhum Alpaslan Türkeş'in, sağken mal varlığında göstermeyip gizlediği ve ölümünden sonra İngiliz ve Alman bankalarında ortaya çıkan 575 bin mark, 846 bin dolar, 549 bin İngiliz Sterlini'nden mi ödendi? Türkeş'in parası ne oldu? Kızları aralarında anlaşma yapıp bu parayı paylaştılarsa "veraset ve intikal vergisini" ödediler mi? Para ülkücülerin bağışlarından toplanmıştı, ülkücü harekete geri mi döndü? Bilemiyoruz. Bilemediğimiz için de "Ağca'nın kara Mercedes'i Alpaslan Türkeş'in parasıyla mı alındı?" diye ironi yapıyoruz. Gerçek ortaya çıksın. Durum aydınlansın istiyoruz. Ayrıca bu paranın içinde Alpaslan Türkeş'in Adnan Menderes iktidarını ordu darbesiyle devirdikten sonra "örtülü ödenek kasasında bulunması gerekirken kaybolan 270 bin dolar ile 250 bin Türk lirası da" var mıydı? Bu paranın Alpaslan Türkeş tarafından alındığını dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın torunu Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali, "Yassıada mahkeme zabıtlarına" dayanarak yazdığı bir kitapta iddia etmişti. *** Ayrıca bir iddia daha var. Alpaslan Türkeş'in de lider kadrosunda yer aldığı ordu darbesiyle devrilen o dönemin iktidarının Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'nun kızı Sevin Zorlu, bana bir mektup yazdı. Mektup şöyle: "Hemen darbeden sonra Alpaslan Türkeş Dışişleri Bakanlığı'na gelmiş ve kasanın şifresini bilen Dışişleri Bakanı Özel Kalem Müdürü Alaattin Talu'ya babamın (Zorlu'nun) kasasını açtırmıştır. Özel Kalem Müdürü Talu, zabıt tutturmak istemişse de zabıt tutulmamıştır. Kasada bulunan 160 bin dolan ve bir adet altın tabakayı alarak Türkeş bakanlıktan ayrılmıştır. Bu meblağın 80 bin dolan harcırah parası olduğu için Dışişleri Bakanı babam Fatin Rüştü Zorlu'nun üzerine zimmetlidir. Zorlu Ailesi, bu parayı devlete ödemek zorunda kalmıştır. Bu kasanın varlığını ve olayı bana babamın Yassıada'dan yazdığı mektuplardan bilmekteyim. Bu mektupları yakında kitap olarak da basacağım. Kasanın Türkeş tarafından nasıl açtırıldığını bana aynca özel kalem müdürü Alaattin Talu da şifahen anlatmış ve 1980'li yılların ortalarında gerekirse mahkemede şahitlik yapacağını söylemiştir." Evet! Türkeş'in paralan ne oldu? Kızları mı paylaştı? NECATİ DOĞRU SABAH Alpaslan Türkeş'in, sağken mal varlığında göstermeyip gizlediği ve ölümünden sonra İngiliz ve Alman bankalarında ortaya çıkan 575 bin mark, 846 bin dolar, 549 bin İngiliz Sterlini SAHİ YA! BU PARALAR NEREDEN GELDİ ? Türkeş'in parası ne oldu?
  4. Hadi bakalım, din bezirganları, bu konuya da bir yorum yazın. Yoksulluk kader miymiş görelim, bilelim.
  5. Sapkın tarikatındaki adıyla, Adnan Hoca, Gerçek adı, Adnan Oktar. Bilimsel eser diye bastırdığı zırvalarındaki adıyla HY Peki kimdir bu ? sosyete çevrlerinde kendini bir "din alimi" olarak tanıttı. ve seks şantajlarıyla etrafına bir çevre topladıktan sonra kendini "Mehdi" ilan etti. 1986 yılında kokain kullanırken yakalandı ve cezaevine gönderildi. Cezaevinden çıktıktan sonra Askerliği gündeme geldi. Avukatının talebiyle Bakırköy Ruh ve sinir hastalıkları hastanesine sev edildi ve şizofren raporu aldı. peki bu ilk aldığı rapor mu? Hayır. "Kamuoyunda Adnan Hoca olarak bilinen Adnan Oktar'ın tam 7 sağlık kurumundan tescilli "şizofren" raporu var. Bu raporlar nedeniyle Adnan Oktar'ın Türk Ceza Kanunu'nun 46'ncı maddesindeki "akıl hastalarına ceza verilemeyeceği" hükmünden yararlanacağı öne sürülüyor. Adnan Oktar'a ilk şizofren raporu 1983 yılında Şişli Etfal Hastanesi tarafından verildi. Bu raporu ertesi yıl Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nden alınan rapor izledi. 1985'de askerlik için çağrılan Oktar, askeri hastaneden üçüncü raporunu alırken, 1986'da Bulvar Gazetesi'nde yayınlanan yazısından dolayı tutuklanınca Adli Tıp'tan dördüncü raporu aldı. Hapishaneden gönderildiği Bakırköy'de ise 7 ay tedavi gördü. Hastanede antipsikotik ilaçlarla yapılan tedaviden sonra bırakılan Adnan Hoca, Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve Eskişehir Hava Hastanelerinden de paronoid şizofren teşhisli raporlar aldı." Hangi hastaneler deli raporu verdi? 1İlk rapor Şişli Etfal Hastanesi'nden 1983 yılında verildi. Bu raporda Oktar'a şizofren tanısı kondu. 2İkinci raporu 1984 başında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi verdi. Buradaki tanı "paronoid" idi. 31985 yılında son yoklamayı yapan Beşiktaş Askerlik Şubesi'nin gönderdiği İstanbul Gümüşsuyu Askeri Hastanesi'nden üçüncü raporu aldı. Bu raporda teşhis "ayırt edilemeyen tip" şeklindeydi. 4 1986 sonunda tutuklanan Oktar'a bu kez Adli Tıp Kurumu rapor verdi. Rapordaki teşhis "Paranoid" oldu. 51987'de hapishaneden gönderildiği Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nde 7 aylık tedaviden sonra 5'inci raporu aldı. 61988'de yeniden Beşiktaş Askerlik Şubesi'ne müracat eden Oktar bu kez ileri tetkik için GATA'ya gönderildi ve 6'ncı raporunu aldı. Teşhis "Hastalık müzminleşmiş" şeklindeydi. 71993'te ihbar üzerine Eskişehir Hava Hastanesi'ne yeniden sevkedilen Adnan Oktar son raporunu aldı. Raporda "Askerliğe elverişli değildir" deniliyordu. Adnan Oktar yani HY'ya konulan kesin "paranoid" teşhisini uzmanlar nasıl anlatıyor: paranoid şizofreni teşhisini değerlendiren doktorlar hastalığın çok ağır olduğunu ve tamamen tedavi edilmesinin mümkün olmadığını belirtiyorlar. Hasta olan kişi kendisi hakkında kötü bir şeyler olacağını, başkaları tarafından kendisiyle ilgili komplolar kurulduğunu düşünüyor. Hastaların tepkileri şöyle: * Çok zeki olurlar. Kendileri hakkında komplolar kurulduğuna inandıkları için de kendini savunmaya yönelik çok ciddi karşı komplolar hazırlarlar. *Tehditkâr gördüğü insanlar hakkında bilgi, belge toplayıp şantaj yaparlar. Bu vatandaş 1999 yılında adını tekrar duyurdu. Bir siyasetçinin kendisine seks kasediyle şantaj yapıldığını emnyiete bildirmesiyle operasyon başlatıldı. Yapılan operasyonlarda Adnan Oktar'a ait villalarda, Ünlü mankenlerinde aralarında bulunduğu kadınlı erkekli gruplar kokain ve seks partileri düzenlerken curm-u meşut halde yakalandılar. Adnan Oktar bir kez daha tutuklandı. ve Kamuoyunda bilinen adıyla "DELİ RAPORU" ve buna bağlı olarak dava dosyasının bir mahkeme bir bu mahkemede dolaşması sonucu, zamanaşımından yararlandı. Zira türk hukukundaki büyük açmaz. Bu rapora sahip olanlara ceza verilememesi. davanın iddianamesinde Adnan Oktar'ın bu sapkın tarikatı şöyle anlatılıyor "Davanın iddianemesine göre, Oktar'a bağlı iki konsey bulunuyor. Erkeklerden oluşan '7 İmam Kardeş' ve kadınlardan oluşan '3 İmam Bacı' adındaki bu gruplar, Oktar'ın siyasetçiler, bürokratlar ve sosyetenin ünlü isimleriyle bağlantısını sağlıyorlar. 40'a yakın ev ve villada ikamet eden örgüt üyelerin kandırdığı genç kızlar, Oktar'ın 'cinsel sömürü düzeni'nin kurbanı oluyorlar. Üniversiteli kızlar dışında, örgüte seks amacıyla sokulan ünlü manken ve sanatçıları ise kendi aralarında 'motor' olarak adlandırıyor. Sanıklar, bu kişilerle cinsel birliktelikleri sırasında gizli kamerayla çektikleri görüntüleri 'tehdit' unsuru olarak kullanıyor. " İşte forumda sağa sola İslam düşmanı diye saldıranların, iki laflarının başında İslam alimi diye sundukları, Din bezirganının gerçek ve bilinen yüzü. İftiralarla sağa sola saldıranlar. gerçeklere bakmalı. Okuyan , Tartışan, Sorgulayan pırıl pırıl beyinler değil, Böyle Din bezirganları, İslamiyeti kullanarak çirkin sapkın emellerini gerçekleştirenlerdir İslam Düşmanları. YUKARIDA YAZDIKLARIN İŞTE BU ŞİZOFRENİ RUH HASTASININ HEZEYANLARI MI? NE KADAR BİLİMSELMİŞ YAHU ))))))))))
  6. Haklısın aralarında hiçbir fark yoktur. Olmamıştır ki zaten. Her ikisi de milliyetçi ırkçılık yapmaktadırlar. Biri TÜRK MİLLİYETÇİ IRKÇILIĞI, diğeri ise KÜRT MİLLİYETÇİ IRKÇILIĞI. İkisi de biribirini tahrik ederek tahtarevalli gibi yükseltip, alçaltmaktadır. Her ikisi de bu düzenin asıl efendileri olan sermayedarlara, patron ve ağalara hizmet etmektedirler. Biri doğudaki aşiret lideri ağa ve tarikat şeyhlerine, diğeri ise batıdaki holding sahiplerine, sermayedar patronlara, derin devlete, mafya ve çete liderlerine hizmet etmektedir. O yüzden çok haklısın, ikisi arasında pek fark kalmamıştır. Hele hele bir KÜRT kalkıp, MHP İL BAŞKANI olmayı içine sindirebiliyor ve oluyorsa, bu fark iyice ortadan kalkmıştır. Mafyacılığınızı, çeteci, tetikçiliğinizi, ırkçı, asimilasyoncu, katliamcı, zalim ve barbarlığınız burada da gösteriyorsunuz. İnsanları tehditle, şantajla korkutup, sindirerek susturmak. Böylece çeteci mafyacılığınıza alan açmak. Mafyacılık, çetecilik, haraç, fideyecilik gibi maharetlerinizi biliyoruz da, tehdit ve şantajı böyle aleni yapacak kadar fütursuzlaştığınız düşündürücü !
  7. Elbette yazarım hem de istediğin kadar. Ancak ne yazık ki, yazacağım şeyler hoşunuza gitmeyebilir. Bazen gerçeklerle yüzleşmek insanların zoruna gider, acı ama gerçeği söyleyen dostu, ne yazık ki, gerçekle yüzleşmek istemeyenler hep düşman bilirler. Hani bir söz vardır ya, "sana kutsal gelen bin yıllık çınar, fiske vuruşuyla yıkılır birgün" işte o misal. Ben kimsenin kendine hayat felsefesi olarak edindiği, inanç, düşünce ve değerlerine saygısızlık etmeyi asla doğru bulmuyorum. Neyse en iyisi herkes bildiği yoldan gitsin, inandığı gibi yaşasın. Ne senin inancın beni bağlar, ne de benim düşüncem seni ırgalar. Senin dinin sana, benim inancım bana. Ama sen de aynı saygıyı göstermelisin ki, bir arada ve barış içerisnde, savaşmadan-şürtüşmeden, insanca yaşayalım, toplumsal mutabakat oluşsun. Bilmem anlatabiliyor muyum ????
  8. Bırakın bu boş muhabbetleri. HY namı diğer MOTORCU ADNAN HOCA gibi komik oluyorsunuz.
  9. Bölücülük, teröristlik, vatan hainliği! Kim, ne , nasıl, niçin, neye göre, kime göre? Hangi bakış açısıyla, kime ve neye göre, ne şekilde ? Şimdi bir düşünelim, kim neyi nasıl bölmüş? Bölünen nedir ki, bir çeşit pasta mıdır? Yoksa irisinden şöyle bir Adana Karpuzu mudur? Bu ülkede yıllardır, birtakım çevrelerce ( hakim erk ve statükosu ), mevcut sisteme muhalif olanlara bu etiketler yapıştırılıp durdu. Birileri (sermaye-patronlar) kendilerini bu düzenin asıl sahibi yada ortağı olarak görüp, yine düzenin ezip sömürdüğü insanları ehlileştirmek, susturmak ve sindirmek için bu yaftalarla karalamaya ve etkisizleştirmeye çalıştılar. Şimdi soruyoruz. Bu ülkede asıl vatanseverler kimlerdir? Bu sıfatı hak etmek için bu ülke ve halkı için neler yapmışlardır? Ya vatan hainleri ?
  10. Bu adaletsiz ve çarpık düzen, işsizlik, açlık ve sefalet ile her geçen gün binlerce insanı çarkları arasında ezip yok ediyor.
  11. YARINLARIMIZ OLAN ÇOCUKLARIMIZ, GENÇLERİMİZ, HER GEÇEN GÜN ZİYAN OLUYOR. EĞİTİMSİZLİK, İŞSİZLİK VE GELECEKSİZLİĞİN PENCESİNDE HER GEÇEN GÜN ZİYAN OLUYOR. Ülke ekonomisindeki adaletsizlikten gelir dağılımındaki uçurama kadar, her alandaki haksızlık ve adaletsizlikler, belli bir elit tabaka dışında kalan tüm ülke halkının geneline bir çok olumsuzluk olarak yansıyor. Bunların başında alt gelir gruplarının hayat standartları her geçen gün düşerken, ücret geliri ile yaşayan çalışanların çocukları da bu adaletsiz gelir dağılımından kaynaklı yoksulluk ve işsizlikten payını alıyorlar. Zaten git gide niteliksizleşen eğitim sisteminin, son zamanlarda daha da adaletsiz, eşitsiz ve git gide paralı hale gelmesiyle, çocuklarımız ve gençlerimiz eğitimsiz ve işsiz kalarak, gelecekten beklenti ve umutlarını bir bir yitiriyorlar. Bu niteliksiz ve adaletsiz eğitim sisteminin bir parçası olan ve eğitimin en temel insan hakkı olmaktan çıkarılarak bir meta haline dönüştürülmesinin planı olan, OKS, ÖSS, KPSS gibi cendereler ile de gelecekleri ve kaderleri birkaç saatlik sınavla ellerinden alınıyor. Aynı zamanda öğrenci ve velileri birer “SAĞMAL İNEK” gibi gören bazen her oturumu için öğrencilerden yüklüce paraların toplandığı bu sınav sistemi halkı ve öğrencileri hem ekonomik olarak sömürürken, hem de geleceklerini çalıyor. Örneğin; Hayatlarının en güzel ve verimli çağında 4-5 yıl emek harcayarak, Eğitim Fakültelerinden mezun olan, binlerce genç öğretmen adayının içinde bulunduğu içler acısı durum. Bu genç öğretmen adayları, Eğitim Fakültelerinde 4 yıl gibi yaşamda epeyce bir yeri olan bir süre öğretmenlik mesleğinin eğitimini almalarına rağmen, her nedense, MEB bu gençleri KPSS gibi anlamsız bir yarışa sokarak bu gençlerin geleceğini, birkaç saatlik ucube bir sınava/yarışa tabi tutuyor. Üstelik sınavda çıkan soruların bir çoğu branşlarıyla bile ilgisi olmayan konulardan. Türkçe sorularının paragraflarının uzunluğu ve zamanın kısalığı göz önüne alındığında, amacın "üzüm yemek değil, özellikle bağcıyı dövmek" olduğu açıkça anlaşılıyor.
  12. Önceki gün Taksim’de ilginç bir şey oldu. İsrail’i protesto etmek için yürüyüş yapan insanlar coplandı. Dayak bizim memlekette olağandır da… İlginçlik dayakta değildir. İsrail katliamlarını protesto edenlerin coplanmasıdır! Ki, biraz insani yürek taşıyan bir kimsenin İsrail vahşeti karşısında yüreğinin ezilmemesi imkansızdır. Bu katliamlardan etkilenmeyene zaten bir başka gözle bakmak lazımdır! En azından “tür testine” sokup hangi “türe” mensup olabileceği üzerine bir araştırma iyi olur! Ki, bu garip türlerden temsilciler halen medyada da mevcut bulunuyor. Bunlar, Lübnan’ın, Filistin’in, Irak’ın bunu hak ettiğine dair yazılar yazabiliyor! Bu bakımdan aslında medyada yalnızca insan türünden varlıkların yazı yazması şartı düşünce özgürlüğüne aykırı olmayacaktır! Çünkü insan düşünen bir varlıktır! Düşünemeyen… Kendi beyniyle değil de, paranın satın alma gücüyle hareket edenler ise, bir varlıksa da, insan değildir! Ama bunlara da yaşama alanı tesis etmek insani görevlerimizdendir! Bu bakımdan bu türlere kent dışında… Çorak ve geniş arazilerde havlayabilecekleri… Ve yalnızca birbirlerini ısırabilecekleri alanlar kurulabilir! Ki, insanlık bizde kalsın! Düşünün, nasıl bir idare altındayız? Kana’da, İsrail bombaları onlarca çocuğu… Minnacık el kadar yavruları yakıyor… Filistin’de gözü dönmüş bir soykırım sürüyor. Buna karşın, sokağa çıkıp, “bu vahşet dursun” diyenler coplanıyor! Ama Taksim’de katliamı lanetleyenleri coplatan idare… Katliamcı İsrail’e sayısız ihaleler vermiş… Bu memleketin insanlarının ürettiği helal para, İsrailli Yeni Nazilerin elinde bombaya dönüşüp bölgeyi ceset deposuna dönüştürmüş… Bundan en küçük bir rahatsızlık duymuyor! İkili anlaşmaları gözden geçirelim bile demiyor! Onun yerine İsrail’in işgal ettiği topraklara işgal gücü olarak gitmeye gönüllü davranıyor! Ne kadar hisli… Ne kadar insani… Ve ne kadar da imani bir durum! Burada İsrail’e katil diyenleri coplayacaksın! Yanan kavrulan halkların çığlıklarına kulaklarını kapatıp kılını oynatmayacaksın… Ama Amerika, İsrail bir el işareti yapınca, İsrail’in bekçiliği için hemen harekete geçeceksin! Orada ne yapılacak? Lübnanlıların topraklarına Lübnanlılar girmesin diye… İşgal kuvvetliği yapılacak! Amerikan İsrail taşeronluğu imanlı idareye hayırlı olsun!
  13. DİSK/Birleşik Metal İş Sendikası Araştırma Dairesi gelir ve harcama gruplarına göre enflasyon oranlarını açıkladı. * YILLIK ENFLASYON ORTALAMA İÇİN YÜZDE 11,69 OLARAK GERÇEKLEŞİRKEN EN YOKSUL YÜZDE 20 İÇİN YÜZDE 12,53 OLARAK GERÇEKLEŞTİ. * YAZ AYLARINDA GIDA FİYATLARINDAKİ DÜŞÜŞLE BİRAZ OLSUN SOLUK ALMAYA ÇALIŞAN YOKSULLAR, GIDA FİYATLARINDAKİ % 1,41’LİK ARTIŞLA ŞOK OLDU. * TEMMUZ AYI YOKSUL İÇİN YIKIM AYI OLDU. YOKSULUN ENFLASYONU YÜZDE 1,05 OLARAK GERÇEKLEŞTİ. * HEDEFLENEN ENFLASYONA GÖRE YAPILAN ÜCRET ARTIŞLARI ŞİMDİDEN ERİMEYE BAŞLADI. YIL SONU ERİME ORANININ YÜZDE 5 OLMASI BEKLENİYOR * GELİRİ VE DÜZENLİ İŞİ OLMAYAN YOKSULLAR İSE ENFLASYON ORANINDA YOKSULLAŞMAYA DEVAM EDİYOR * ENFLASYON HESAPLAMASINDA KULLANILAN HARCAMA GRUBU AĞIRLIKLARI İLE HALKIN TÜKETİM HARCAMALARI ARASINDA UYUMSUZLUK VAR BU DA ENFLASYONU DÜŞÜK GÖSTERİYOR Türkiye İstatistik Kurumu her ay Tüketici Fiyat Endeksindeki değişimleri kamuoyuna açıklamaktadır. Açıklanan rakamlar Türkiye geneline göre ortalama olarak belirlenmektedir. Buna karşın bilindiği gibi enflasyon oranları yaşanılan il, gelir düzeyi ve gelir getirici faaliyete göre farklılık gösterebilmektedir. Sendikamız farklı gelir grupları ve harcama düzeylerine göre enflasyon verilerinin belirlenmesini bir ihtiyaç olarak değerlendirmektedir. Bu çerçevede gelir gruplarına göre enflasyon oranları, TÜİK 2004 yılı Hanehalkı Tüketim ve Gelir Araştırması harcama kalıpları ile TÜFE verileri esas alınarak, sendikamız araştırma birimi tarafından tespit edilmiş ve kamuoyunun bilgisine sunulmuştur. Şüphesiz resmi olarak açıklanan enflasyon rakamlarının ne kadar gerçeği yansıttığı tartışmalıdır. Sendikamızın yaptığı bu çalışma da söz konusu resmi rakamlar üzerinden hesaplanmıştır. Dolayısıyla araştırmanın gerçekliği TÜİK verilerinin gerçekliği oranındadır. YOKSUL YİNE ENFLASYONA YENİK DİSK Birleşik Metal İşçileri Sendikası (Birleşik Metal-İş) Araştırma Dairesi gelir ve harcama gruplarına göre enflasyon oranlarını açıkladı. Türkiye İstatistik Kurumu Tüketici Fiyat Endeksi ve 2004 yılı Hane Halkı Tüketim anketi sonuçları üzerinden yapılan hesaplamaya göre Geçen yılın temmuz ayından bu yana enflasyon en yoksul 20’lik dilim için yüzde 12,53'ü bulurken, en zengin dilim için yüzde 11,79 olarak gerçekleşti. TÜFE yıl başından bu yana en fakir yüzde 20'lik dilim için yüzde 5,8 olarak gerçekleşirken, en zengin yüzde 20'lik dilim için yüzde 6,24 düzeyine yükseldi. Temmuz ayında ise enflasyon yükü yine yoksulun üzerine yıkıldı. TÜFE bir önceki aya göre en yoksul yüzde 20 için yüzde 1,05 olarak gerçekleşirken, en zengin yüzde 20 için yüzde 1,01 oldu. GIDA BELİRLEYİCİ OLDU Araştırmaya göre gelir gruplarına göre enflasyon, en yoksuldan en zengine sırasıyla, bir önceki yılın temmuz ayına göre yüzde 12,53, 12,32, 12,23, 12,11, 11,79 oranında arttı. yaz nedeniyle gıdada beklenen düşüşün gerçekleşmemesi, rahatlama beklentisindeki yoksul için yıkım oldu. Buna göre temmuz ayı için enflasyon bir önceki aya nazaran sırasıyla yüzde 1,05, 1,02, 1,03, 1,01, 1,01 olarak gerçekleşti. Araştırmaya göre yıl başından bu yana oranlar ise sırası ile yüzde 5,8, 5,81, 5,91, 6,03, 6,24 oldu. ENFLASYON HESAPLAMASINDA HALKIN TÜKETİM TERCİHLERİ DİKKATE ALINMIYOR Birleşik Metal İş Araştırma Dairesi, araştırmaya yönelik bilgi verirken enflasyon için belirlenen harcama grubu ağırlıklarının, halkın tüketim tercihleri ile uyuşmadığına dikkat çekerek, özellikle konut harcamalarının oranının düşük alınmasının enflasyon verilerini düşük gösterdiğini ifade etti. Enflasyon hesaplanmasında kullanılan ağırlıklarda konut harcamalarının payı yüzde 16,29 iken, 2004 yılı harcama kalıbına göre yüzde 29,1. GELİR GRUPLARI ARASINDAKİ FARK HARCAMADAN KAYNAKLANIYOR Yapılan açıklamada, gelir gruplarına göre enflasyon farkının, gelir düzeyine göre tüketim tercihlerindeki değişimden kaynaklandığı belirtilerek şu ifadelere yer verildi: "2004 yılı Hanehalkı Harcama ve Gelir Anketi sonuçlarına göre en zengin yüzde 20'lik dilimin, en yoksul yüzde 20'ye göre harcamalarının payı eğitimde 6 kat, eğlence, kültür ve ulaşımda 3 kat, lokanta ve oteller için 2 kat daha fazladır. Buna karşın gıda harcamalarında en zengin yüzde 20, en yoksul yüzde 20'nin oransal olarak yüzde 40'ı kadar harcama yapmaktadır. Dolayısıyla gıda ürünlerinde gerçekleşen bir artış en yoksul yüzde 20'nin enflasyonunu daha çok etkilemektedir. Benzer bir biçimde eğitim, eğlence, kültür vb. Hizmetlerin fiyatlarında yaşanan artış en zengin yüzde 20 açısından daha önemli görünmektedir." HALKIN GELİRİNE KAYIP OLARAK YANSIYOR Birleşik Metal İş Sendikası Yönetim Kurulu tarafından yapılan açıklamada, fiyat artışlarındaki azalmanın ücret artışlarını da baskı altında tutuğu bu yüzden emekçiler ve yoksullar açısından enflasyon oranlarındaki düşüşün değil, gerçek ücretlerdeki azalmanın önemli olduğu belirtildi. Reel ücretler gerilerken enflasyondaki düşüşün çalışanlar açısından hiçbir anlamının olmadığının ifade edildiği açıklamada, temmuz ayı enflasyonu ile yıl başında hedeflenen enflasyon arasındaki farkın yüzde 5’lere ulaştığına dikkat çekilerek bu farkın halkın gelirine kayıp olarak yansıyacağı vurgulandı. DİSK/Birleşik Metal İş Sendikası Araştırma Dairesi
  14. Yoksulluk kaynak dağılımındaki çarpıklığın ve adaletsizliğin sonucudur.
  15. Milli mukaddesatçıydı Enver Abi En Türkçü, en milliyetçi yazıları onun gazetesinde görmek mümkündü. Bir de mukaddesatçı tarafı vardı ki... Gazetesinde değme hocalar. Televizyonunda hutbeler... Bayrak her zaman elde, hani maazallah düşer falan diye yere... Abimiz devamlı surette nöbette! Ey cemaati müslim! Enver Abi’yi nasıl bilirdiniz? Milli mukaddesatçı...Türk İslam sentezcisi. Al satçı! Finansçılık yapmışlığı da vardı! Faiz haramdır diye, kâr ortaklığı esaslı para toplama işine de daldı! Malum, adı faiz olunca günah oluyor, ama kâr ortaklığı adı altında aynı para alınınca sevap! Parayı topladılar. Kâr paylarını dağıttılar. Sonra daha çok topladılar. Bir gün kapıya kilidi vurdular. Fakat o sırada Enver Abi’miz, televizyon kanalı için şarkıcı hanımlarla milyarlık anlaşmalar imzalıyor... Nezaket sahibi bir adam olduğundan, Sibel Abla’mıza, Kadırgalı Seda’ya helikopterle baklava servisi yapıyor... Baklavaları mübarek elceğizleriyle yediriyordu. Sonra dönüyor, hatim indirip bayrak ezan dersleri veriyordu! Şimdi bu saygıdeğer milli mukaddesatçı, Türk İslam sentezcisi Enver Abi, televizyonunu Amerikalı medya şeytanı Rupert Murdoch’a satıverdi! Böylece Avustralya kökenli, önce İngiliz, sonra Amerikalı olan medya şeytanı Murdoch, en milliyetçi kapıdan Türk basın semalarına dolaysız bir biçimde dalıverdi! Ki, Murdoch deyince beş saat düşüneceksin. Sonra dönüp bir onbeş saat daha düşüneceksin. O medyada tam bir tekeli temsil ediyor. Amerika’dan İngiltere’ye... İtalya’dan Çin’e kadar medya yoluyla girmediği yer kalmıyor. Bush’un en yakın dostudur. Thatcher’dan sonra Blair’le anlaşmış, onun başa gelmesinde önemli bir rol oynamıştır. Irak işgalinin en büyük propagandacısı... Katliam cazgırı... Gerçekleri yalanla değiştiren bir sahtekar ustasıdır o! Ki, eğer yalan abidesi dikilecekse günün birinde, hiç kuşkunuz olmasın, onun heykeli dikilecektir! Şimdi belki şöyle düşünülecektir. Bizim memleket medyası ağırlıklı olarak Amerikancılardan oluşmuyor mu? Murdoch’un piyasaya girmesiyle bu hiç de aynı şey değildir. Elinin nerelere uzanacağı çok yakında daha somut görülecektir. Ama peki, milli mukaddesatçı... Türk İslam sentezcisi... Işıklar saçan Enver Abi’ye ne demelidir? Milliyetçilik kaç dolar etmektedir? Mukaddesatçılığın piyasa değeri nedir Enver Abi?
  16. Kendisine İNSAN diyen herkesi, savaşı, sömürüyü, işgali, işkenceyi, insanlık dışılığı önlemye ve eşitliğin adaletin, demokrasinin tesis edilmesi için insanca yaşam mücadelesine çağırıyorum.
  17. KAPİTALİZMİN ÖZEVLADI FAŞİSMİN PROPAGANDA ARAÇLARI DÜNDEN BUGÜNE IRKÇILIK VE ŞOVENİZM Enver Paşa, Türk burjuva siyaseti açısından karakteristik sayılabilecek özellikler taşıyordu. Daha doğrusu, onun temsil ettiği bir siyasi hareketin politik angajmanı, Türk burjuva siyasetine “karakteristik” olarak yerleşecek yönlere sahipti. 1908 devriminde kendisinin ve hareketinin mutlak monarşiye karşı oynadığı ilerici rolle birlikte Enver Paşa, çeşitlenmiş hevesleri, farklı alanlara yayılmış tutkuları, ve içeriğiyle güdük ama biçimiyle sınırsız hayalgücüyle bir Türk siyasetçi prototipi olarak öne çıkmıştı. Ama bir iktidar kliği haline geldiği andan başlayarak, Abdülhamit’e karşı yürüttüğü “radikal” muhalefetten 1915 dramlarına, bütün bir Birinci Dünya Savaşı sürecinden –fiziksel olarak sonu anlamına da gelecek olan– Ortaasya maceralarına dek, kendisinin ve hareketinin elinin değdiğiher yerde, akıl kabuğuyla gizlenmiş bir akıldışılık, ilericilik ile örtülmüş bir koyu gericilik, ittihat adıyla kamufle edilmiş bir bozgunculuk görülüyordu. Yüzeyinde gezdiği siyaseti daima askeri bir fonksiyon olarak görmüş ve onu da yutan tufandan sonra Avrupa’ya –ve dolayısıyla dünyaya– “yepyeni” ve sapkın bir eğilim olarak görünecek olan faşizmi, belli belirsiz bir yönelim olarak yaşamıştı. Bir sınıfın, burjuvazinin hükmetme biçimlerinden birini, henüz olmayan bir sınıfın “yaratılması” gibi akıldışı bir tutkuyla hissetmiş ve Ermeni sorununun “çözümü” noktasındaki uygulamalarıyla ona ilham kaynağı olmuştu. Karizmatik önderin şahsında toplanmış politik tutkular, kitleler adına ve onların gönenci için alınmış katliam kararları, iradenin gücüne ve askeri hiyerarşinin toplumsal izdüşümlerine körü körüne bağlanmış düşgücü, Enver Paşa’da kristalize olan İttihatçılığın özgün yanları olarak kalmayacak, kuruluş döneminden başlayarak yeni Türk devletinin ve burjuva siyasetinin fonunu oluşturan unsurlardan bazıları olarak kalıcılaşacaktı. Enver Paşa karikatürü, tarihsel olarak, kendisinden başka başka figürlerin türediği, yenilerinin türetilebileceği bir “lider” eskizidir. • * * Bir bilgiden değil de bir inanıştan hareket eden, tersinden giderek, bilgilere değil inançlara kaynaklık eden “kurtarıcı” figürü, mistik olmanın dışında burjuva rasyonelliğine de uygundur. İktidarla gericileşen burjuvazi, “toplum” ismini ve “toplumsal” sıfatını terk edeli beri, toplumun sorunlarının karşısına kurtarıcı mitoslarını sürmektedir. Toplumsal kurtuluşun bireylere, ‘lider’lere, en azından ‘kadro’lara havale edildiği burjuva siyaseti, zaten, aslında tek bir burjuva siyaseti olduğunun üstünü örten bir alan olarak örgütleniyor. Burjuva hizipleri, asla gerçekleştirmeyecekleri değişimin ve kurtuluşun formüllerini ayrı makamlardan söylerken aynı yanılsama alanının üzerinden hareket ediyorlar. “Kurtarıcı”, işte bu yanılsama alanının rasyonelliğine uyum gösteren bir figürdür. HALKIN KUTSAL DEĞERLERİNİN İSTİSMARI ÜZERİNE KURULU FAŞİST İKTİDAR HIRSI. Kitlelerin, politikadan ve politik eylemden uzak durmaları ve ona en fazla yaklaştıkları anda da, bir kurtarıcının ya da kurtarıcılar örgütünün destekçileri olarak davranmaları esasına dayalı bir rasyonelliktir bu. Tüm geçerliliğini, birikmiş öfkeleri boş beklentilere çevirerek söndürmesinden alır. Kimi zaman da, o tersyüz edilmiş “kurtarma” iddiasının işlevlerinden yararlanarak, en koyu baskıların üzerinde yükselen iktidarlara zemin oluşturur. Hitler’in işsiz ve umutsuz bir aylak olmaktan bütün Almanya’nın führeri olmaya kadar giden sıradışı yolculuğu da, bir tesadüf değil, o işlevsel zeminin armağanıdır. • Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, cesur ama yeteneksiz, gözüpek ama yaratıcılıktan uzak bir asker olarak “ıskarta”ya ayrılan Hitler, küçük bir sağcı partiye üye olduğu 1919 yılına kadar, yaşamdan neredeyse hiçbir beklentisi olmayan bir savaş küskünüdür. Ama o küçük parti içerisindeki başdöndürücü yükselişi, neredeyse bütün yakıtını da bu örselenmiş umutsuzluktan almaktadır. • ALMAN IRKÇILIĞININ SİMGESİ HİTLER FAŞİZMİ VE İKTİDARA GELİŞİ • Bu gayrımeşru hizmetçi çocuğunun acı ve başarısızlıklarla dolu, tüm kabuk kırma hamleleri olanaksızlıklarla sınırlanmış yaşamı, bu küçük ama ilk nefes borusundan, yanan bir gaz gibi fışkırır. Almanya, bir dünya paylaşımı yenilgisinin ağır yükü altında, neredeyse bütün bir ulus olarak acı çekerken, Hitler’in kötü kaderin intikamını alacağını ve bütün adaletsizliklerin üzerinde yükselen bir adaleti vaat eden söylemi bölük bölük taraftar toplayacaktır. Toplumsal olan sorunu, toplumsal bir ambalajın içine tıkıştırılmış bireysel yöntemlerle ‘çözme’ iddiasındaki faşist parti serpilip gelişir. Hitler’in buyurgan üslubunda, sadece geçmişe dönük intikamın tutkulu izi değil, kendilerine ait olmayan bir çıkarın peşinde sürüklenmesi istenen kitlelere dönük yanıltıcı bir ton da vardır. Sadece Hitler ve diğer faşist demagoglar için değil, tüm burjuva siyasetçiler için, kitlelere, onların çıkarlarıyla ilişkisi olmayan talepler ve ‘çözümler’ önermek ve bunlar üzerinde örgütlenmek gibi, ilk bakışta zor görünen bir görev düşmektedir. Bu tamamen ters çevrilmiş ilişki, burjuva politikacıdan, bir sihirbaz kadar ‘hünerli’ olmasını bekler: Kitleleri ya yanlış ve kendi çıkarlarının tersine olan bir alana örgütleyecektir ya da doğru talepleri mırıldanarak yanlış yönteme kazanacaktır. Emekçilere genel oy hakkı tanımak zorunda kalmış burjuva, siyasal meşruluğunu sürdürebilmek için bu sıkıntıya katlanmak durumundadır. Hitler, bu sıkıntıdan bir olanak yaratmayı başarmış bir burjuva politikacısıdır. • Alman burjuvalarını, kitleler halinde peşinde sürüklediği Alman halkının görkemiyle partisine kazanmış ve halka, “geçmişin acılarını” unutturacak, gecikmiş bir adaleti tesis edecek ‘radikal’ projeler buyururken, burjuvaziye, dünyanın yeniden paylaşımı cesaretini aşılamıştır. Bütün psikopatik bireysel görüntülerinin ötesinde, dönemin en sığ ve en yüzeysel gerçeklik görüntülerinin üzerinde kasıtlıca ve özenle duran iyi bir demagogdur. Propaganda Bakanı Goebbels’in, faşist propagandacılara, “herkesçe bilineni ısrarla tekrar et” önerisi, basit bir demagoji anahtarı değildir. Naziler, kitleler karşısında uyuşturucu ve yanıltıcı propagandalarının gücünü karmaşıklıktan değil basitlikten alır. Üzerinde hemen herkesin birleştiği ve ortalama bir aklın dünyaya çarpık bakışının ürünü olan basit klişeler, faşistlerin elinde birer propaganda silahına dönüşür. Vatan, bayrak, ırk gibi kavramlar etrafında, en basit ama en keskin, en iç gıcıklayıcı sloganlar örülür. Alman emekçilerinin dolaysız çıkarlarının karşısına soyut bir “Almanya” imgesini çıkaran faşist parti, yıkımla sonuçlanmış bir savaşın korkunç ekonomik sonuçlarını, işsizlik, sürekli kriz, kontrolsüz enflasyon ve pahalılık gibi gündelik yaşamın en ağır sorunlarını, “disiplin” ve “düzen” gibi sözcüklerin, gerçekte kendi seslerinden ibaret olan kerametiyle aşmayı vaat eder. Naziler, ekonomik ve toplumsal olarak kaosun hakim olduğu Almanya’ya, otorite ve bu otoritenin en kristalize olmuş temsilcisi olarak güçlü devlet imgesini önerirler. Hitler’in buyurgan sesi, emir verir gibi konuşması; toplama kampları, genel tutuklamalar, siyasal şiddet ve pervasızlık gibi uygulamaları, devlet ve otoritenin açık görüntüleri olarak ortaya çıkarlar. Hitler, insanların acıları ve sorunların çözümü noktalarında, dayanışmacı bir iyimserliği değil, tehdit eden, itaate çağıran, bireylerden ve kitlelerden kişiliksizleşmeyi bekleyen olumsuz bir otoriter kimliği benimsemiştir. Ekonomik ve toplumsal krizin Almanya’da yarattığı genel ortamın cevap verdiği şey, bu olumsuz rolün yaydığı beklentidir. Gericiliği daha da gericileştirip, çözümsüzlükten çözüm, çaresizlikten çare olarak sözetmek; bütün bir ülkenin kaderini, en geri yurttaşın siyasal bilincini çoğaltıp örgütlemede görmek ve göstermek faşist paradigmanın temellerinden biridir. "YA SEV YA TERKETÇİ" IRKÇILIK Bizim ülkemiz, bunun en tipik örneklerinden birini ‘90’lı yıllarda yaşamış ve “Ya sev ya terk et” sloganı, bütün toplum açısından, şöyle ya da böyle bir “gündem” olan bir sorunun ‘çözümü’ olarak önerilmiştir. Sloganın basit, ikincil çağrışımlardan, siyasal bir derinlikten ve toplumsal sorumluluktan uzak karakteri, Kürt sorunu karşısındaki en geri tepkiyi kalkış noktası olarak alması taraftarlarını artırmıştır. Zaten problem olan şeye kaynaklık eden bir yaklaşımın, ‘çözüm’ olarak hatırı sayılır bir kabul görmesi, tam da o sığlıktan kaynaklanmaktadır. “Ya sev ya terk et”, son tahlilde “başarılı” bir faşist propaganda sloganıdır ve çözümsüzlüğün mekanizmasını çözüm olarak öneren ikiyüzlü demagojinin de tipik bir örneğidir. Yeniden söyleyecek olursak, Almanya deneyiminin çok açıkça gösterdiği gibi, faşist propaganda ve örgütlenmenin dayandığı mekanizmalardan ikisi, otoriter bir kişilik ve o kişi etrafında örülmüş buyurgan örgütlenme ile söylemdeki sığlık ve tehdit havasıdır. Her ikisi de, politik olmalarının yanı sıra –hatta bundan daha çok– psikolojik bir yönelimi hedeflerler. Faşizmin, üslup olarak daima muhtaç olduğu demagoji de, zaten, psikolojik mekanizmaları harekete geçirerek nesnel gerçekliği gizleyen bir yönteme sahiptir. Özellikle bunalım dönemlerinin, “canı burnuna gelmiş” ama bir o kadar da siyasetin dışına itelenmiş kitleleri, umutsuzlukla bıkkınlık arasındaki çelişkinin ortasında, kof demagojilere, hiçbir derinliğe sahip olmayan, gerçekte apolitik ve pasif olan “siyasi” çağrılara daha kolay meylederler. FAŞİZMİN GERİCİ VE GERÇEK DIŞI PROPAGANDASININ PRAGMATİK ÖZÜ: Faşist tasarım, böylesi anlarda, karşısında tek tek bireylerin ve gerçek siyasal irade olarak toplumsal kesimlerin iradesini yitirdiği kişilikler uydurur. “Kurtarıcı” figürü, kurtuluş umudu ve enerjisini emip ertelemek üzere bir kez daha ortaya çıkarılmıştır. Kurtarıcı adayı, geniş kesimler arasında en fazla tepki çeken, en fazla nefret uyandıran geleneksel devlet kurumlarını dahi kolaylıkla ve şiddetle eleştirir [görünürken] bunların meşruiyetini yeniden inşa edecektir. En süslü, en kökten, en şiddet dolu sözlerinin arkasında bile, statükoyla yapılmış pespaye bir uzlaşmanın izlerini taşır. Burjuva politikacı, eleştirdiği makinenin makinisti olmayı talep etmektedir.
  18. HANGİ VATANSEVERLİK ? Bu ülkede birtakım kişi veya çevreler bu payeyi kendilerine bir kalkan-zırh ve maske olarak kullanmaktadırlar. Bu kalkanın -zırhın koruyuculuğunda ülkeye ve ülke halkına ne kadar kötülük varsa yapılır, ne kadar gayri resmi işleyiş, ne kadar karanlık iş, ne kadar entrika varsa yapılır-yürütülür. Bu maskeyi bir kere taktınız mı, bu kalkanın-zırhın altına bir kere girdiniz mi, ne yaparsanız, ne iş çevirirseniz çevirin, bu maske ve zırh sayesinde gayri size kimse dokunamaz. Çünkü siz artık sıradan bir insan değil, sistemin asıl sahibi olan hakim erk sermaye sınıfın iktidarının yandaşı, mevcut düzenin emrinde, mevcut satatükonun izinde, güçlüden-zalimden-ezenden-iktidardan yanasınız. Siz artık düzenci-statükocu kompradorların yanında ve emrindesiniz. Ne yaparsanız yapın, nasıl entrika dümen çevirirseniz çevirin, büyük patronların-baronların, çıkarına dokunmadıktan sonra, sizin her haltınıza ses çıkarmaz ve göz yumarlar. Bu işinibilir ultravatansever(!) cenah, heryere rahataça girer, işini yoluna koyar, dümenini çevirir, volesini vurur çıkar. Bir bakarsınız, ülkenin en tatlı sektörlerinin rantı-kaymağı yenir, bir bakarsınız hemen her sektöre bir mafya kurulmuş, bir bakarsınız okul önlerinde siyah takım elbiseli, eli satırlı-bıçaklı zavatlarca haraç kesilir, bir bakarsınız zenginin-varsılın parasına bekçilik edilir, bir bakarsınız ki tefecinin katmerli alacağı fakirin-yoksuluğun gırtlağına çökülerek tahsil edilir. Ama bütün bunlar VATANSEVERLİK(!) adına yapılır. Sakın yanlış anlamayın zerre kadar çıkar gözetmezler! EMPERYALİST SÖMÜRGECİLİĞE KARŞI UYUMLU VATANSEVERLİK. Emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı verilmiş dünyanın en meşru mücadelesi olan KURTULUŞ SAVAŞIYLA elde edilen ULUSAL BAĞIMSIZLIK ve ULUSAL ONURUN, bugün yerlerde sürükletildiğini görmek gerçekten de içler acısıdır. Emperyalist sömürgeciliğe karşı, dünyanın diğer ezilen emekçi halkları ve mazlumlarına bile örnek olan, dillere desten o mücadelesini veren bir ülkenin, bugün politik ve ekonomik alanda emperyalizmin hizmetine girip, hatta emperyalizmin sömürü ve savaş planlarının bir parçası olması, ulusal onurumuz ve ulusal bağımsızlığımızın ayaklar altına alınmasıdır. Ülkemizde Amerikan emperyalizmine suikastçılık ve tetikçilik yapanların varlığı aynı oranda utanç vericidir. Ülkemizde bazı kişi veya çevreler, siyaset bilimini, esas özünden uzaklaştırarak, iyice yozlaştırıp kirletmekte, ülke halkının ortak değerleri olan BAYRAK, VATAN, MİLLET, DİN gibi kavramlar üzerinden yürütmektedirler. HALKIN İNANÇLARI VE KUTSAL DEĞERLERİNİN İSTİSMARI ÜZERİNE MİLLİYETÇİLİK. Bu ülke halkının tümünün ortak değeri olan kavramların istismarı ve sömürüsü üzerinden yapılan vatan-millet-bayrak edebiyatıyla, bazı kişi veya çevreler, adeta bu kavramları kendilerine birer siyasi ve rant çıkar aracı haline dönüştürmektedirler. Ne gariptir ki, Bayrak,vatan millet, din gibi bu ülke halkının ortak değeri olan kavramları sanki kendi tekelindeymiş, sanki sadece onların babalarının malı-mülkü, sanki sadece onların şahsi özel mülkiyetiymiş gibi görüp-göstermeye çalışanlar, bu kavramları her fırsatta sömürerek ve halkın manevi duygularını istismar ederek, halkı sokaklarda birbirine karşı kışkırtmak için her entrikayı çevirmektedirler. Ancak özellikle dikkat edilmesi gereken şudur ki, kuru lafta mangalda kül bırakmayanlar, sözde keskin vatan millet sakarya edebiyatıyla ortalıkta dolaşıp, bıyık sarkıtanlar, her nedense Amerikan emperyalizmine karşı oldukça duyarsız, tepkisiz, sessiz, sinik ve uslu çocuk oluveriyorlar. Acaba bu tarihi bir ittifaka, eski ve gizli bir işbirliğine yani ortaklığa mı dayanıyor? Bugün ülke kaynaklarının pervasızca peşkeş çekilmesine, Amerikanın dünyayı işgal ve sömürüs planlarında ülkemiz topraklarını adeta bir savaş üssü olarak kullanmasına karşı, bu kesimler böylesine tepkisiz-duyarsız kalıp, duymadım-görmedim-bilmiyorum oyununu oynuyor. GERÇEK VATANSEVERLİK KURU LAFLA OLMAZ. BUNU İÇSELLEŞTİRMEK, ÖZÜMSEMEK VE HAYATIN HER ALANINDA FİİLİYATA DÖKEREK YAŞAMAKTIR. GERÇEK VATANSEVERLİK İSE; -BU ÜLKEYİ VE HALKINI, EN BAŞTA EMPERYALİST SÖMÜRGECİLİĞE KARŞI, -SONRASINDA İSE, YERLİ VE YABANCI TALANCILARA, VURGUNCULARA, PEŞKEŞÇİLERE, SOYGUNCULARA, MAFYACILARA, ÇETECİLERE, VERGİ KAÇAKÇILARINA, HAYALİ İHRACATÇILARA, NAYLON FATURACILARA, RANTİYEYE, SÖMÜRÜCÜLERE, YETİM HAKKI YİYENLERE KARŞI KORUMAKTIR. -------------------- GÜÇLÜDEN VE ZALİMDEN YANA OLMAK İŞİN KOLAYIDIR. ASIL VE ZOR OLANI, YANİ YÜREK İSTEYENİ İSE, ZAYIFIN, EZİLENİN, MAZLUMUN VE HAKLININ YANINDA OLMAK, BİLİNÇ VE YÜREK İLE MÜCADELE ETMEKTİR.
  19. EĞİTİM, SAĞLIK, SOSYAL GÜVENLİK, EN TEMEL İNSANİ HİZMETTİR. SATILAMAZ BAŞKASINA DEVREDİLEMEZ, PİYASANIN KAR HIRSINA TERK EDİLEMEZ. BİZLER VERGİLERİMİZLE ÜCRETİNİ PEŞİNEN ÖDEDİĞİMİZ BU EN TEMEL HİZMETLERİ, YANİ HAKKIMIZI İSTİYORUZ. BİZLER SADECE HAKKIMIZ OLAN İSTİYORUZ. ÇOK ŞEY DEĞİL, İNSANCA BİR YAŞAM İSTİYORUZ. KISACASI VERGİLERİMİZİN KARŞILIĞINI İSTİYORUZ. , PARAN KADAR SAĞLIK, PARAN KADAR EĞİTİM, PARAN KADAR ADALET, PARAN KADAR DEMOKRASİ, PARAN KADAR SAYGINLIK-İTİBAR, PARAN KADAR GÜVENLİK PARAN KADAR RAHAT-HUZUR PARAN KADAR HAYAT ŞEKLİNDEKİ HAKSIZ-ADALETSİZ VE GAYRİ İNSANİ ZİHNİYETE, İŞGÜVENCESİZ ESNEK VE KURALSIZ ÇALIŞMAYA, VE MEZARDA EMEKLİLİĞE, HAYIR!!! ASLA!!!
  20. 'Şimdi Başlıyoruz' Almanya'da metalciler, patronların görüşmelere yanaşmamasına karşı uyarılarına Baden Württemberg eyaletinde de devam ediyor. Gerçekleştirilen uyarı grevlerine onbinlerce işçi katılarak IG Metall'in taleplerinin arkasında durmasını istedi. Dün eyalet çapında 28 bin metal emekçisinin katıldığı eylemlerin en güçlüleri DaimlerChrysler Sindelfingen ve Porsche Zuffenhausen'da yapıldı. İki fabrikada yapılan eylemlere toplam 17 bin 500 işçi katıldı. Sabah saat 9.00 da Porsche'de 3 bin işçi iş bırakarak toplu halde fabrika önünde yapılan mitinge katıldı. Burada işçilere hitaben coşkulu bir konuşma yapan İşçi Temsilciliği (BR) Başkanı Uwe Hück yoğun alkışlarla desteklendi. Sindelfingen Mercedes işçileri saat 10.00'da iş bırakarak üç no'lu kapıda toplandılar. Bir hafta önce aynı yerde yapılan mitinge 12 bin bu kez ise 15 bin işçi katılmıştı. Mitingde, "Şimdi başlıyoruz" sloganı durmaksızın atıldı. Ver.di Baden Württemberg Başkanı Sbylle Stamm Mercedes işçilerine 8 haftasını geride bırakan grevlerini hatırlatarak, mücadelenin birleştirilmesine dikkat çekip "Sizlerin grevi bizimde grevimizdir" dedi. Genç işçilerin coşkusu mitingde ayrı bir havanın esmesine neden oldu. İşçiler, kadınlar ve gençler coşkulu bir şekilde sendikacıların konuşmalarını dinlediler. IG Metall İkinci Başkanı Berthold Huber ise, 21.yüzyılda esnek çalışmanın daha fazla işsizlik getireceğini söyledi. İşverenlerin şu ana kadar hiçbir öneriyle gelmediklerini, böyle devam ederse Paskalya'nın ardından daha değişik eylemlere başvurmalarının kaçınılmaz olduğunu belirtti. Saat 11.00 sıralarında başlayan hafif yağmur mitingin kısa sürmesine neden oldu. Yapılan konuşmaların ardında 15 bin işçi tekrar işbaşı yapmayarak dağıldı. Ergün Lümali: (BR/Mercedes) Bizler sendikamızın gerçekçi taleplerini sonuna kadar destekleyeceğiz. Almanya'da hayat pahalılığının yanında bizlerin talebi olan yüzde 5 neden çok görülüyor. İşverenler "hep bana" diyorlar. Ayrıca Baden Württemberg de bizim üç ayrı önemli talebimiz var. Saat başı beş dakikalık mola hakkı. Kaç kişiyle kaç araba yapılır. Bu konuda bizim de düşüncemiz alınıyor. Her işçiye işveren tarafından 26.65 (tassarruf) veriliyor. İşçiler mücadele ile kazandıkları bu haklarından kesinlikle geri adım atmayacaklar. Bunu fabrikada işçilerle yaptığımız sohbetten hareketle söylüyorum. Kaynak: Evrensel Avrupa
  21. Osman Öztürk “Emeklilik ve sağlık sigortası yasa taslağı tüm toplum kesimlerinin bugününü ve yarınını doğrudan ilgilendirmektedir. Gelecek kuşakları da etkiyecek olan bu yasa taslağını hiçbir hükümetin toplum adına, tek başına onaylayarak yasalaştırması doğru değildir. Bu önemli konuda son söz hakkı toplumun bizzat kendisine aittir. Toplumun %25’inin oyu ile milletvekillerinin 2/3 elde etmiş olan AKP’nin TBMM’deki çoğunluğuna dayanarak, mecliste bulunan siyasi partilerle bile uzlaşıya gitmeden bu yasa taslağını yasalaştırmasını doğru bulmuyoruz. Ayrıca %10 barajı nedeniyle de seçimde kullanılan oyların ancak %53,66 oluşan bir parlamentoya bu sorumluluğun yüklenmesi parlamenter rejimi de yıpratacaktır. AKP Hükümetinin Sosyal Sigortalar ve Genel sağlık Sigortası Yasa Tasarı’sını TBMM Genel Kurulu’nda temel yasa halinde getirilerek, 40 maddenin tek madde şeklinde ele alınarak, TBMM’de dahi tartışmalardan kaçırılarak ‘görüşülmesi’ ve oylanması anlayışı anti demokratik olup, hiçbir şekilde kabul edilemez. Bu nedenle AKP Hükümeti’nin, bu hafta içinde, Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarı’sını referandumu götüreceğini ilan etmesini istiyoruz. HÜKÜMETİN BİZİM REFERANDUM ÇAĞRIMIZI REDDETMESİ DURUMUNDA, DİSK, KESK ve TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ OLARAK HALKA BİZ SORACAĞIZ. “ DİSK, KESK ve TTB 6 Mart günü yaptıkları çağrıda böyle diyorlar. Kendilerinin sadece çağrıcı olduklarının, referandumun asıl sahibinin gönüllü herkes ve gönüllü tüm kuruluşlar ile gönüllü tüm siyasi partiler olduğunun altını özellikle çiziyorlar. Referandum sandıkları 27-31 Mart tarihleri arasında bütün Türkiye’de; sendika, meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri, demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler, sağlık kuruluşları, okullar, belediyeler, üniversiteler, yurtlar, muhtarlıklar, mahalleler, meydanlar, ana caddeler, parklar, üniversite kampusleri, okul bahçeleri, alışveriş merkezleri vb. her yerde kurulacak. Referandum İrtibat Noktası TTB Merkez Konseyi olacak. Referandumla ilgili bütün bilgi, belge ve gelişmelere web sitesinden de ulaşılabilecek. T. C. Vatandaşı olan herkes , yaş şartı aranmaksızın oy kullanabilecek. Kırmızı renkli oy pusulası HAYIR, beyaz renkli olanı ise EVET anlamına gelecek. Oylar 1 Nisan Cumartesi günü açık sayım usuluyle kamuya açık olarak yerel ve ulusal basının önünde sayılacak. Oy tespit tutanakları 2 Nisan Pazar günü Referandum İrtibat Noktası’na bildirilecek. Referandumun Türkiye geneli sonucu ise 4 Nisan Salı günü basın açıklamasıyla kamuoyuna duyurulacak. DİSK, KESK ve TTB’nin referandum çağrısının, daha ilan edilir edilmez iktidar çevrelerinde negatif bir telaş yarattığı gözleniyor. Muhalefet çevrelerinde pozitif bir telaş ise henüz gözükmüyor. Bunun için muhtemelen hazırlıkların tamamlanıp referandumun realize olması gerekiyor. Gene de bir an önce işe başlamakta fayda var. Takvim işlemeye başladı çünkü. Referandum sonuçlarını şimdiden kestirebilmek, tabii ki, mümkün değil. Ama, emeklilik yaşını 68’e, prim gün sayısını 9 bine çıkarmayı, emekli maaşlarını % 23 ile % 33 arasında düşürmeyi öngörecek kadar gayri insani; aylık geliri 127 YTL’den fazla olan herkesten 64 ile 431 YTL arasında sağlık vergisi almayı, ödeyemeyenleri sağlık hizmetinden mahrum bırakmayı düşünecek kadar gayri ahlaki; sağlık hizmetlerini “temel teminat paketi” ile sınırlayıp parası olanın parası kadar hizmet satın almasını önerecek kadar gayri vicdani düzenlemeleri içeren bir “reform”un toplum tarafından kabul edilmeyeceğini söylemek kehanet olmasa gerek. Asıl önemlisi referandumu bütün ülkeye yaygınlaştırıp en geniş katılımın sağlanabilmesi. Bu da, toplumsal muhalefet referandum meselesini öncelikli bir görev olarak benimseyip üzerinde yoğunlaşırsa mümkün olacak. Referandum, bütün toplumsal muhalefet için hem toplumla geniş bir temas imkânı, hem de uzun yıllardır hasret kaldığı güçlü bir zafer şansı sunuyor. Geniş katılımlı bir referandumdan çıkacak sonucu ise hiç kimsenin görmezden gelmesi mümkün olmayacak. Sayım günü sandıklardan çıkacak yüz binlerce, milyonlarca hayır oyunu bir düşünün. AKP için de, IMF için de, Dünya Bankası için de şimdiye kadar görmedikleri ve ömür boyu unutamayacakları bir 1 Nisan şakası olur. Oysa referandum bu; hiç şakaya gelmez. Evrensel
  22. GSS'ye 2 Milyon 228 Bin 592 "Hayır" TTB, DİSK, KESK ve TMMOB'nin Genel Sağlık Sigortası yasa tasarısı referandumu sonuçlandı. Türkiye genelinde 2 milyon 228 bin 592 "Hayır" oyu çıktı. TTB İkinci Başkanı Bakkalcı, "Tasarı geri çekilmezse 'İnsanca Yaşam İçin Büyük Yürüyüş' başlatacağız" dedi. BİA (Ankara) - Türk Tabipleri Birliği (TTB), Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) ve Türk Mimar ve Mühendisler Odaları Birliği'nin, (TMMOB) hükümetin Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası (SSGSS) yasa tasarılarına karşı oylamaya sundukları "Referandum 2006" sonuçlandı. Referandumda 2 milyon 228 bin 592 kişi GSS'ye "hayır" dedi. Tasarı geri çekilmezse demokratik kitle örgütleri yürüyecek. SSGSS yasa tasarısını halka sormak üzere, TTB, DİSK, KESK ve TMMOB tarafından düzenlenen referandumda, Türkiye genelinde kurulan 2 bin 892 sandıktan, 2 milyon 228 bin 592 "hayır" oyu çıktı. Referandum sonuçlarını açıklamak üzere dün TTB Merkez Konseyi binasında basın toplantısı düzenlendi. DİSK Başkanı Süleyman Çelebi, KESK Başkanı İsmail Hakkı Tombul ve TMMOB Başkanı Mehmet Soğancı'nın da katıldığı toplantıda, açıklamayı TTB İkinci Başkanı Metin Bakkalcı yaptı. Bakkalcı: "Bu referandum bir "ilk"tir." Böyle bir etkinliğin Türkiye'de ilk olduğuna dikkat çeken Bakkalcı, "İnsanlık ayağa kalktı, vatandaşlar özgür iradelerini ortaya koydu. Halk sosyal devletin tasfiyesine 'hayır' dedi. Zaten bunun aksini düşünebilmek mümkün değildi. Şimdi vekillerin görevi bu yasa tasarısını geri çekmektir" diye konuştu. Referandumda, Türkiye genelinde toplam 2 bin 892 sandık kurulduğunu bildiren Bakkalcı, internet üzerinden kullanılan oylarla birlikte, 2 milyon 241 bin 738 kişinin GSS'ye ilişkin iradesini belirttiğini aktardı. 2 milyon 228 bin 592 kişi GSS'ye hayır derken, 13 bin 146 kişi de GSS'yi destekledi. Oylama sonucunda, "hayır" diyenlerin oranı yüzde 99.4 olurken, "evet" diyenler ise yüzde 0.6 oranında kaldı. "Hayır" oylarıyla aydınlık geleceğin önünün açıldığını belirten Bakkalcı, "Emeklilik hayal olacak, emekli maaşları düşecek, sağlık paralı hale gelecek. İşte vatandaş bunları öngören yasa tasarısına karşı çıkmıştır. Bu yasayla paran kadar sağlık anlayışı yasal çerçeve altına alınmak isteniyor. Hükümet milli gelirin yüzde 7.6 oranında arttığını söylüyor. Bir yandan da emekli maaşlarını düşürmeye çalışıyor. Yeni bir yol açıldı artık referandum süreci de bu yolun başlangıcıdır" dedi. Bakkalcı, "Hayır" oylarının, tasarının geri çekilmesini gerektirdiğini belirterek, tasarının geri çekilmemesi durumunda "İnsanca Bir Yaşam İçin Büyük Yürüyüş" başlatılacağını da duyurdu. Çelebi: "Bu oyunu bozalım" DİSK Genel Başkanı Çelebi, Türkiye'de bir oyun oynandığını ve bu oyunun bozulması gerektiğini söyledi. Çelebi, "Emekliliğinin hayal olduğu, emekli maaşlarının düşürüldüğü, sağlığın paralı olduğu bir düzen yaratılmaya çalışılıyor. Bu oyunu bozmamız gerekiyor. Vatandaş tepkisini ortaya koydu. Şimdi önemli olan bu tepkiye sahip çıkmaktır. Vekillerin görevi de yasa tasarısını geri çekmektir" dedi. Tombul: "Vekil halkın sözünü dinlemek zorunda" KESK Genel Başkanı Tombul, asıl işin bundan sonra başladığını ve halka büyük görev düştüğünü söyledi. Halkın iradesine sahip çıkması gerektiğini vurgulayan Tombul, "Biz halka sorduk. Halk iradesini sandığa yansıttı. Halkın söz söylediği yerde vekilin ayrı bir söz söylemeye yetkisi yoktur. Halkın kararına saygı duysunlar. Bu etaptan sonra yine vatandaşa büyük iş düşüyor. Herkes iradesine sahip çıkmalı" diye konuştu. Soğancı: "Yasa halkın iradesiyle meşru olamaz" TMMOB Genel Başkanı Soğancı da "Halk bu tasarıyı reddettiğini beyan etti. Türkiye'de insanlar halk etmediği bir muamele görüyor. Ancak bu referandum bir ilki gerçekleştirdi. Halk iradesini sandığa yansıttı. Bu yasa meclisten geçirilebilir. Ama meşru olmaz. Türk halkı kararını ortaya koymuştur" görüşünü aktardı. (EZÖ/AD)
  23. Fransız Gençliğinden Blokaj Eylemleri 06 Nisan 2006 - Fransa’nın başkenti Paris’te lise ve üniversite öğrencileri bir kez daha sokaklara çıkarak yeni istihdam yasaının geri çekilmesini istedi. Öğrenciler tren garına giden yolları kısa süreli kapattıktan sonra yürüyüşe geçti. Yaklaşık 2 bin öğrenci CPE kontratının geri çekilmesi için Saint-Lazare garı önündeki yolları kısa süreli kapattıktan sonra öğrenci sendikalarının çağrısı üzerine saat 14.30’dan itibaren yürüyüşe geçtiler. ‘’Chirac, Villepin ve Sarkozy, sizin deneme süreniz bitti’’ sloganını atan göstericiler eylemlerini rasgele sokaklara girerek devam ettirdi. Bu sabah saatlerinde de Paris’in iki büyük tren garı öğrenciler tarafından bloke edildi. Yaklaşık 50 öğrenci ilkin bir saat boyunca Doğu Garı’nı (Gare de l’Est) kapattı. Daha sonra yaklaşık 200 öğrenci Kuzey Garı’na (Gare du Nord) giderek blokaj eyleminde bulundu. Çok sayıda polisi eylem yerine gelirken, öğrenciler gardan çıkarak sokaklarda eylemlerine devam etti. Ayrıca Fransa’nın Dordogne bölgesi lise öğrencileri CPE kontratına karşı protesto eylemleri düzenlerken, bu bölgedeki Périgueux kentinde tüm liselerde öğrencilerin eylemleri nedeniyle eğitim durdu. Sarlat’ta ise 1200 öğrencinin eğitim gördüşü tek lise 300 eğrenci tarafından bloke edildi. Öte yandan Fransız işçi ve öğrenci sendikalarının iktidar partisi UMP ile görüşmeleri halen devam ediyor. Ancak hükümet kontrat konusunda henüz tavrını belirlemiş durumda değil. Sendikalar 17 Nisan’a kadar kontratın geri çekilmesi uyarısında bulundu. Kaynak: ANF
  24. FRANSA, İNGİLTERE, YUNANİSTAN ve TÜRKİYE Fransa’da milyonlarca işçi, öğrenci, kamu emekçisi, her kategoriden emekçiler “genel grev”deydi. Lise ve üniversite öğrencilerinin boykot, işgal ve yüzbinlerin katıldığı miting ve gösterilerle, haftalardır sürdürdüğü, toplumun öteki kesimlerinden de destek bulan eylemleri, sendikaların da katılımıyla dün, 1 günlük bir genel greve dönüşerek yeni bir aşamaya girdi. 26 yaşından küçüklerin işten atılmasını kolaylaştıran yasaya karşı girişilen ve 1 günlük genel grevle de “taçlanmış” bulunan mücadele elbette ki, sermayenin emeğin haklarına yönelttiği uluslararası saldırıya karşı girişilen mücadelenin ön cephesi, en ileri mevzisi olması bakımından da son derece önemlidir. Hükümetin bugüne kadar uzlaşma önerilerini reddetmesine işçiler ve öğrenciler genel grevle yanıt verdiler ve hükümetin bu uyarıyı dikkate almaması durumunda öğrenci örgütleri ve sendikalar, eylemlerin etkinliğinin ve kapsamının daha da genişletileceğini açıklıyorlar. Fransa Hükümeti’nin genel grevden hangi sonucu çıkaracağını da yakında göreceğiz. Öte yanda dün İngiltere’de birbuçuk milyon dolayında işçi de genel greve gitti. İngiltere’nin Yerel Belediye Emeklilik Ödeneği’ne göre çalışanların emeklilik hakkının gasp edilmesine karşı, dokuz sendika grev çağrısı yaptı. Greve yaklaşık 1,5 milyon emekçinin katılması bekleniyor. Elbette ki Fransa’da ve İngiltere’de öğrencilerin, işçilerin mücadele hattını kurdukları mevzi, “referandum için sandık koymak”tan çok ileri bir mevzidir ve burada bir kıyaslama yapmak; bu kıyaslamadan Türkiye’deki mücadeleyi “önemsiz görme” sonucu çıkarmak, hem yersiz hem de yanlıştır. Ama bugün üç ülkede de (Yunanistan’daki banka çalışanlarının grevi ile Amerika’da göçmenlerin gösterileri de aynı kategoriden eylemler olarak görülebilir) saldırının kaynağı olduğu kadar mücadelenin hedefi de ortak. Saldırının kaynağı sermaye güçlerinin işçi sınıfı ve emekçilerin kazanılmış haklarına yönelttikleri büyük saldırının bir parçası olmasıdır; mücadelenin hedefi de bu saldırıyı, şu ya da bu alanda ama mutlaka geri püskürtmektir. Bu yüzden de Fransa ve İngiltere’deki (Özellikle de Fransa’daki mücadelenin uluslararası bir etki uyandırması ve uluslarası planda sonuçlar doğurması kuvvetli ihtimal olduğu unutulmadan) grevler bir “nihai hamle” olmadığı gibi, referandum da ancak bugün; bu saldırıya karşı mücadele için bir dayanak olarak ele alındığı, daha ileri mevziler için bir nefes toplama olduğu ölçüde anlamlıdır. Yunanistan’da banka grevi Yunanistan’da banka emekçileri dün 24 saatlik grev yaptı. Banka Çalışanları Sendikası (OTOE); toplu sözleşme görüşmelerinin tıkanması ve hükümetin toplu pazarlık sisteminin yasal çerçevesinde yapmak istediği değişiklikleri protesto için eyleme geçti. Türkiye’de ise; pazartesi gününden beri AKP iktidarının sağlığı tamamen paralı hale getiren GSS yasasına karşı TTB, KESK ve DİSK’in çağrısıyla bir “referandum” yapılıyor. Kentlerin çeşitli yerlerine, işyerlerine, hastanelere... konan sandıklarda; halkın Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasası’nın çıkarılmak istenmesine karşı “hayır mesajı” vermesi bekleniyor. Ve sandık başlarında halkın bilgilendirilmesi için çıkarılacak yasaların içeriğini açıklayan bildiri, broşür vb. materyaller dağıtılıyor. Çünkü sermaye hükümetleri ve parlamentoları için işçi sınıfı ve emekçilerin haklarına yönelik saldırı; stratejik anlamı olan, bu yüzden de öyle kolayca geri adım atmayacakları yöneliştir. Onun içindir ki; emek mücadelesi cephesi de kendi stratejisini buna göre belirlemek, her adımını bir sonraki adımını güçlendirecek bir hamle olarak görmek durumundadır.
  25. "Ş İ D D E T" NEYİN SONUCUDUR, "B A S K I" NASIL BİR ÇÖZÜMDÜR?? TOPLUMSAL ÇÖZÜLME VE ŞİDDET: Toplumda son zamanlar hızla artan bir eğilim artık tehlike çanları çalmaya başladı. Daha çok ötekine ve farklı olan, kendinden olmayana, kendisi gibi olmayana, kendi gibi düşünüp-inanmayan yönelik derin ve iflah olmaz bir saygısızlık, hoşgörüsüzlük ve tahammülsüzlük ile iyice açığa çıkan, yoğun bir ŞİDDET furyası yaşanıyor. Özellikle, yetişme çağındaki çocuklarda çığ gibi büyüyen bu tehlikeli durum, son zamanlarda okullarda yaşanan kavgalar, çatışmalar, yaralama ve hatta cinayet ile kendini iyice gün yüzüne çıkarıyor. Peki neden şiddet? Şiddet gerçekten de bir çözüm müdür?
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.