Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

SeDatsan

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    251
  • Katılım

  • Son Ziyaret

SeDatsan tarafından postalanan herşey

  1. SeDatsan

    GÜNDEM

    Herkes bir DIŞ MİHRAKLAR lafı tutturmuş gidiyor. Kim bu dış mihraklar ? Adı, sanı, yeri, yurdu belli değil mi? Neden hep muğlak bir ifade ile görünmez, bilinmez bir adres gösterilerek kafa karışıklığı yaratılır? Ülkeyi yöneten hakim statükonun bu muğlak söyleminin altın yatan nedir? DIŞ MİHRAKLAR(!,?) muğlak ifadesi ile gösterilmeyen adres, kim yada neresidir? Şayet bu DIŞ MİHRAKLARIN(!,?) kim olduğu biliniyorsa, adı adresi belliyse, neden adıyla-sanıyla anılmıyor? Neden kamuoyuna açıklanmıyor ? Madem ki bu DIŞ MİHRAKLAR(!,?) bize karşı kötülük düşünüyor ve ediyorsa, neden düşmanımızı açıkça bilmiyor ve tedbirimizi almıyoruz? Şayet bu DIŞ MİHRAKLAR(!,?) ifadesi ile ima edilen ABD ise, bugün hala bu ülkeye uşaklık etmenin manası-mantığı nedir? Yada bu dış mihraklar AB ise, o halde kapısında dilenci gibi yalvar yakar beklemek niye? Bence bu DIŞ MİHRAKLAR(!,?) ifadesi tamamen EMPERYALİZME karşı mücadeleyi engellemek için hedef şaşırtmak-saptırmak aldatmacasından başka birşey değildir. PKK bu MELUN MİHRAKLARIN(!,?) emrinde maşalık yapıyormuş. Doğrudur, bu örgütün böyle bir hezeyanı yok değil. Ancak neden bu KÖTÜ NİYETLİ MİHRAKLARA karşı açıkça cephe alınamıyor, net tepki gösterilemiyor? Peki ya ABD ye uşaklık-kuklalık eden, ülkeyi ABD mandası haline getirmeye uğraşan, ülkenin hakim erkine, ABD işbirlikçisi kompradorlarına ne demeli? Kısa adı AB olan Avrupa Sermayesinin Birliğine dahil olmak için hertürlü gayretkarlığı sergileyen, yerli işbirlikçi sermayeye ne demeli?
  2. SeDatsan

    4.KUVVET

    İletişim araçlarının tüm imkan ve olanaklarını, gerçekleri tersyüz etmek, asıl gündemi saptırmak- çarpıtmak için, halk kitlerini yozlaştırmak ve dejenere etmek için televizyondan-radyoya, gazeteden-deriye, internete kadar iletişim araçlarını son kertesine kadar kullanmaktadırlar. Tele-vole, tele-magazin formatı ile ekranlarda yaratılan kültürel ve ahlaki kirlilik, şiddet içerikli, mafya ve ağalık özendirici birbirinin kopyası diziler popçu-topçu idollerin fan clup hayran kitleleri ve çöpçatan yarışmalar ile bu dejenerasyon had safhaya ulaşmıştır. Halkın haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkı ellerinden alınarak, sahte gündemler, suni-sanal hayatlar naylon starlar ile oyalanıp, uyutululmaları ve avutulmaları sağlanmaktadır. Ülkemizin sosyo-ekonomik-politik durumuyla ilgili konularda yada halkın en temel yaşamsal talep ve sorunlarına ilişkin, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi hayati öneme sahip konularda bile, gündemi ve haberleri çarpıtarak, sulandırarak, magazinleştirerek veren holding medyasının televizyon kanalları, böylelikle, konuların önemini sabote ederek, gerçeklikle konuşulup tartışılmasını ve bu konuda kamuoyu yaratılmasını taa en başından önlemiş oluyorlar.
  3. SeDatsan

    İŞKENCE UÇAKLARI, TÜRKİYE

    Kendisine VATANSEVER diyen MİLLİYETÇİLERİN neden bu konuda hiç sesi soluğu çıkmaz? Neden gözmezden duymazdan geliyorlar ? ABD milli bağımsızlığımızı ayaklar altına alan çirkin bir tecavüzde bulunuyor, en kirli işlerini ülkemiz topraklarında yapıyor ama bizim milliyetçiler suspus. Bu mu sizin VATANSEVERLİK anlayışınız? Trabzonda binlerce kişiyi galeyan getirip sürü güdüsüyle, 16-17 yaşında 4 çocuğu linç ettirenler neden bu olay karşısında gıklarını çıkarmazlar ? Yoksa eski dost CIA yi üzmek istemiyorlar mı?
  4. Sayın koyu mavi rumuzlu arkadaşım. Tarafıma yönelttiğin, oldukça manidar sorularını, tek tek ele alıp, cevap vermeye çalışacağım. Ülkemizin içinde bulunduğu koşulların ekonomi-politiğine ilişkin sorularına, her birine neden-sonuç ilişkisi içerisinde, etraflıca bir cevap olacağından dolayı, cevabım bölüm bölüm ve birazcık da uzun olabilir. Umarım sorularını tek tek okuyup cevaplandırma samimiyetini ve ciddiyetini gösterdiğim gibi, sende aynı ilgiyi göstererek okur, böylelikle de sorularının cevaplarını bulursun. Ekonomi-politiğe, insana ve yaşama ilişkin sormuş olduğunuz anlamlı sorulara, vereceğim cevaplar sizi tatmin eder mi bilemiyorum. Şayet zihninizde yer eden bazı kavram ve olgulara yeniden ve farklı bir açıdan bakmanıza faydalı olacaksa ve klişeleşmiş bu kavram ve olguları bir kez daha sorgulayarak yeniden düşünmenize yardımcı olacaksa ne mutlu. Öncelikle belirtmeliyim ki, benim dünyaya, yaşama ve insana bakış açım, kendi “sınıfsal değerlerimin” perspektifi dahilindedir. Düşünce ve değer yargılarımı belirleyen esas ilkelerim,“İNSAN” ve “BİLİM” dir. Elbette ki benim yaşam koşullarım, gelir düzeyim, sosyal çevrem ve sosyal konumum da, bu perspektifin bütünselliği dahilindedir. Bir insan ve bir emekçi olarak, yaşamda edindiğim bilgi birikim ve yaşam tecrübesi dahilinde kendi düşüncelerimi aktarmaya, bilimsel ve sayısal istatistiki verilerle tamamlamaya çalışacağım. BİR EKONOMİK VE POLİTİK MODELDE "TEMEL AMAÇ" NE OLMALIDIR? Adına ne denirse densin, bir ekonomik-politik model, İNSANI TEMEL AMAÇ yani “ÖZNE olarak almıyorsa MARJİNAL KARI, daha fazla mülkiyeti, tümüne sahip olmak şeklinde bir amaca yönelmiş ise, kanımca insani-insana yakışır olamayacağı gibi bilimsel de değildir. Temel belirleyici ayıraç, neyin “AMAÇ” neyin ise “ARAÇ” olduğudur. Bir başka değişle, “ ÖZNE” nedir “ve “TÜMLEÇ” hangisidir sorusuna verilecek cevaptır. İnsan ÖZNE ve AMAÇ, buna karşın tüm ekonomik ve politik sistemler, organizasyonlar, devlet ve kurumları, yasalar ve uygulamalar ise İNSANIN İNSANCA YAŞAMASININ ARACI olmalıdır. Üretimin amacı, daha fazla kar için değil, İNSAN için ve toplumsal fayda için olmalıdır. Ekonomik ve politik politikalar, daha fazla karı hedef alan KAR MARJINA göre değil, İnsanın insanca yaşamsını temel ilke edinen ve toplumsal faydayı amaçlayan HİZMET MARJINA göre düzenlenmelidir. Bu gerçekten hareketle, devletin asıl amaç ve görevi; tüm yurttaşlarının İNSANCA YAŞAYABİLMESİNİN olanaklarını hazırlaması, ayrıca halktan topladığı her kuruş vergiyi yine halkına hizmet olarak geri iade etmesi ASIL ve TEMEL AMAÇ olmalıdır. Bugün neo-liberal politikaların bir dayatması olan özelleştirme ile yaşanan ve yaşanacaklar, halkın zaten vergisini ödeyerek önceden hak ettiği bu en temel ve insani hizmetlerin, halka tekrar para ile satılması işgüzarlığıdır. Bunun sonucunda devlet bu en temel görevlerinden arındırarak, niteliği de değiştirilerek, adeta güçlünün güçsüzü ezdiği, zenginin fakiri çiğnediği, sermayenin emeği iliğine kadar sömürdüğü sistemin gözcüsü ve takipçisi olacaktır. Demokrasinin ve adaletin göstermelik olduğu, zenginin ve parası olanın bunlarla beraber herşeyi satın alacağı, bir sistemde İNSANLIĞIN DAHİL, HERŞEY PARAN KADAR SENİN OLACAK. PARAN KADAR EĞİTİM, PARAN KADAR SAĞLIK, PARAN KADAR SOSYAL GÜVENLİK, PARAN KADAR ADALET, PARAN KADAR DEMOKRASİ, PARAN KADAR SAYGINLIK-İTİBAR, PARAN KADAR MUTLULUK ve nihayetinde PARAN KADAR HAYAT. Peki YA PARANIZ YOKSA !
  5. Konuya yönlik ilgi ve desteğiniz için teşekkür ederim arkadaşlar. Saygı ve dostlukla. Sedat.
  6. Sayın koyu mavi rumuzlu arkadaşım. Çok "ZOR" (önemli ve belirleyici) sorular sormuşsunuz. ) Öncelikle konuya dair ilginiz, düzeyli yazışma çizginiz ve ekonomi biliminden politika bilimine, daha doğrusu yaşamın kendisine dair ince detaylardan sorular yöneltip, bizleri yeni açılımlara yönelttiğiniz için, size yürekten teşekkür ediyorum. Hayata nasıl bakıyorsunuz, yaşam felsefeniz nedir, varsa politik düşüncenizin temeli neye dayanır, hangi ekonomik modeli benimsiyorsunuz, gelir düzeyiniz ve sosyal sınıfınız nedir, sosyal durumunuz ve statünüz nedir ? Aslında tüm bunlar insanın hayata bakışının ve düşüncesini belirleyen temel etkenlerdir. Sizin hayata bakışınız, yaşam felsefeniz, değer yargılarınız, benimsediğiniz politik ve ekonomik model her ne olursa olsun, konuya ilişkin yaklaşımınızı, çok gerçekçi, bilimsel ve samimi bulduğumu belirtmek isterim. O nedenle sorularınızı aklımın ve elimin yettiğince cevaplamaya gayret sarf edeceğim. Sözde eleştiri yapmak adına, tabulaştırılmış bilimdışı dogmalar ve basmakalıp anti-sosyalist sloganlarla yüklü art niyetli karşıt ideolojik bir saldırı şeklinde karalama ve çamur atma, işgüzarlığında bulunanların aksine, bilakis sizin yaklaşımınız, insan zekasının, düşünme, mantık yürütme ve sorgulama etkinliğinin bir sonucudur. Ekonomi-politiğe, insana ve yaşama ilişkin sormuş olduğunuz anlamlı sorulara, vereceğim cevaplar sizi tatmin eder mi bilemiyorum. Şayet zihninizde bazı kavram ve olgulara yeniden farklı bir açıdan bakmanıza faydalı olacaksa ve klişeleşmiş bu kavram ve olguları bir kez daha sorgulayarak yeniden düşünmenize yardımcı olacaksa ne mutlu. Öncelikle belirtmeliyim ki, benim dünyaya, yaşama ve insana bakış açım, kendi “sınıfsal değerlerimin” perspektifi dahilindedir. Düşünce ve değer yargılarımı belirleyen esas ilkelerim,“İNSAN” ve “BİLİM” dir. Elbette ki benim yaşam koşullarım, gelir düzeyim, sosyal çevrem ve sosyal konumum da, bu perspektifin bütünselliği dahilindedir. Bir insan ve bir emekçi olarak, yaşamda edindiğim bilgi birikim ve yaşam tecrübesi dahilinde, konuya ilişkin kendi düşüncelerimi aktarmaya, bilimsel ve sayısal istatistiki verilerle tamamlamaya çalışacağım.
  7. Güzel bir soru. Teşekkür ediyorum. Ben öncelikle ne yapmadım onları sayayım. Ben bir yandan vatansever-milliyetçi gözüküp diğer yandan da, MAFYACILIK, ÇETECİLİK, ÇEK SENET TAHSİLATI yapmadım. Ben faili meçhul cinayetler işlemedim, kimseyi linç etmeye kalkmadım, kimsenin canında malında namusunda gözüm olmadı. Ben sahtekarlık, kalpazanlık, üç kağıtçılık yapmadım, üç kuruş daha fazla kar için sahte raki yapıp halkı zehirlemedim. Ben HALKIMIN ORTAK DEĞERLERİNİ,ULUSAL KÜLTÜRÜNÜ yozlkaştırmadım, ahlaki değerleri dejenere etmedim. Ben ÜLKEMİN EN GÜZİDE VE STRATEJİK KURUM VE KURULUŞLARINI, HARAÇ MEZAT FİYATINA satıp, peşkeş çekmedim. Ben fakirin fukaranın emeğini sömürmedim , tüyü bitmemişin hakkını yemedim. Ben vergi kaçırmadım, sigorta primlerinin üzerine yatmadım, hayali ihracat yapmadım, askerlik görevimden kaçmadım. Ben yerli malı duruken yabancı mal kullanmadım, kaçakçılık,stokçuluk yapadım. Ben feodal-derbeyliği, yobazlığı, ırkçılığı, gerici barbarlığın hertürden dogmalarını değil, bilgiyi, bilimi ve ilerlemeyi kendime ilke edindim. İnsanın yaşamın öznesi oldu şiarını bayrak edindim, insan herşeyin en iyisine layıktırı dilime peresenk edindim. Ben insanlık ve vatandaşlık görevimi tüm bunları göz önüne aldığımızda fazlasıyla yerine getiriyorum. Ben vatanımı ve halkımı çok seviyorum. Bunu da göğsümü gere gere söylüyorum. Ben İNSANCA BİR YAŞAM İSTEDİM VE BU UĞRUDA HEP MÜCADELE ETTİM, EDECEĞİM DE.
  8. Ülkenin kaymağını yiyen hakim sınıf-erk, Sermayeye, her türlü vergi muafiyeti,teşviki, vergi indirimi gibi kolaylıklar sunulurken, sık sık Kurumlar Vergisi indirimi yapılırken, ki pek çok holding patronunun devletin gözünün içine baka baka vergi kaçırdığı orta da iken, neden hala patronların yarı buçuk zar zor ödediği bu vergiler düşürülüyor indiriliyor? Vergi yükünün yaklaşık %76 lık çok büyük kısmını omuzlayan, biz çalışanların ve alt gelir gruplarına mensup,asgari ücretli-işçi,memur,küçük esnaf,küçük üretici-atölyeci,çiftçi-köylü vs. gibi toplum kesimlerinin vergi yükünü neden hafifletmiyor? -En bariz örnek asgari ücretlilerin aldığı insanlık ayıbı ücret ortada iken ve bu ücret açlık sınırının bile çok altında ve bir aylık kira parasına yeterken, neden asgari ücretlileri vergi yükünden kurtarmıyor? -Yapılan gülünç zamlar ile, yaşantısı dar gelirliler arasında asgari ücretlilere daha da yaklaşan ve anca borç çevirerek hayatta kalmaya çalışan, iki yakası bir araya bir türlü gelmeyen kamu çalışanlarından-memurlardan neden yapılmıyor bu indirim? Zaten üç kuruş maaş alan, daha parası cebine girmeden vergisi kesilen memurların sefalete doğru sürüklenmesine göz yuman iktidar, emrinde ve hizmetinde olduğu İMF ve sermaye sınıfının direktifleri doğrultusunda, memurların iş güvencelerini elinden almak isteyerek, kamu çalışanlarının gelecekten ve yaşamdan umudunu ve bağlarını daha da zayıflatarak, onları esnek ve kuralsız bir çalışma şartlarında, ücretli köleliğe mecbur etmek istemektedir.
  9. VERGİ YÜKÜ ÇALIŞANIN EMEKÇİNİN SIRTINDA Kamuda örgütlü sendikaların AR-Ge Merkezleri tarafından memurların ödediği vergi oranlarıyla ilgili yapılan araştırmaya göre, kamu görevlisi olarak çalışan, birinci dilime giren bir kamu çalışanı yüzde 15 gelir, binde 6 damga vergisi, olmak üzere ücretinden toplam yüzde 15.6 vergi ödüyor. Bin 273 YTL brüt maaş alan 9/1 derecedeki bir öğretmen; maaşının yüzde 6.4'ünü, brüt 977 YTL maaş alan 5/1 derecedeki bir hemşire, maaşının yüzde 7.1'ini, bin 057 YTL brüt maaş alan 5/1 derecedeki bir memur maaşının yüzde 6.9'unu, brüt 1.551 YTL alan 7/4 derecedeki bir uzman doktor maaşının yüzde 9,.'ünü, brüt 3 bin 223 YTL maaş alan 1/4 derecedeki bir genel müdür maaşının yüzde 4.2'sini vergi olarak ödüyor. Araştırmaya göre, ortalama memur maaşının 750 YTL, en düşük memur maaşının da 546 olduğu günümüzde, brüt bin 057 YTL, 867 YTL net maaş alan 5/1 derecedeki bir düz memur, 67 YTL gelir, 6 YTL damga vergisi olmak üzere ücretinden toplam 73 YTL vergi ödüyor. Bu memur yılda 876 YTL gelir vergisi, 72 YTL damga vergisi, toplam 948 YTL vergi veriyor. Yine, 1.068 YTL brüt, 930 YTL net maaş alan 4/1 bir hizmetli, 70 YTL gelir vergisi, 6 YTL damga vergisi olmak üzere her ay toplam 76 YTL vergi ödemesi yapıyor. Bu hizmetli senede 840 YTL gelir vergisi, 72 YTL damga vergisi, toplam 912 YTL vergi ödüyor. Oysa beyan edilen gelirlere göre, işadamları ve serbest meslek erbabı, devlette odacı olarak görev yapan ilkokul mezunları kadar bile kazanmıyor. Gelir İdaresi Başkanlığı'nın verilerine göre patronlar odacıdan bile az kazanıyor. Patronlar, doktor, avukat, kuyumcu gibi meslek gruplarının 2005 yılı gelir vergisi beyanları, ülkede çok kazananlar olarak bilinen bu grubun da adeta "yeşil kartlık" olduğunu ortaya koyuyor. HER ZAMAN OLDUĞU GİBİ 2006'DA VERGİ DAHA FAZLA ÇALIŞANININ SIRTINA BİNDİRİLİYOR" 2006 bütçesinde hedeflenen 130 milyar YTL'lik vergi gelirinin yine önemli bir bölümü memurlardan ve asgari ücretliler başta olmak üzere çalışanlardan, dolaylı vergiler yoluyla toplanacak. 2004 yılında elde edilen 90 milyar YTL'lik vergi gelirinin 62 milyar YTL'si dolaylı vergilerden, 16 milyar YTL'si spotaj yoluyla ücretlilerden alındı. 90 milyar YTL'lik vergi gelirine sermayenin katkısı ise sadece 12 milyar olmasına rağmen kurumlar vergisi oranında indirime gidildi. Türkiye'de 2005'te toplanan 11 milyar YTL kurumlar vergisinin yüzde 52'sini yalnızca 20 şirket ödedi. 2006 bütçesinde öngörülen kurumlar vergisi ise 12.4 YTL olarak alınacak. Oysa 2006'da da memurlar açısından değişen bir şey yok. 2005 rakamlarıyla 2006 bütçesi de 2004 aratmayacak nitelikte. 2006 vergi gelirlerinde 2005 'e göre yüzde 23.1 oranında bir artış hedefleniyor. Yani vergiler yine ücretlinin, çalışanın, vatandaşın sırtına bindiriliyor. Kamu çalışanlarının ödediği vergi oranlarıyla ilgili araştırma sonuçlarına göre, rantiyeden, sermayeden vergi alınamazken, bütçedeki açığın tamamen ücretlilerden, vatandaşın sırtından kapatılması doğru mudur? Zengin daha zengin olurken, fakir ise açlığa mahkum bırakılıyor. Memurlara rantiyecilere yapılan müsamahanın onda biri yapılmıyor, rant kesiminin kendisinden çok düşük vergi alınmasına bile tepki gösteriyor, oysa memurların ve asgari ücretlilerin yılda ortalama 80 YTL vergi ödedi. "Son dönemlerde ülkemizde yaşanan banka hortumlamalarına bakın, 20'ye yakın banka battı ve devlete, dolaylı olarak millete faturası 43 - 45 milyar dolar. Kim cezalandırıldı? Kimden bunun hesabı soruldu? Hiç tahsilat sağlanabildi mi? Kim ne kadar hüküm giydi? Ancak banka tahsildarı ya da veznedarı üç beş kuruş zimmetine para geçirmiş ya da emniyeti suiistimal etmiş ise hüküm giymiştir. Veya ödenmeyen çiftçi borçları için köylüler hüküm giymiş, kredi kartı borçları için küçük sıradan insanlar cezalandırılmıştır. Bunların dışında kalan güçlülere, büyüklere hiç de bir şey olmamıştır. Ancak ay sonunu zor getiren memur ve işçinin daha geliri eline geçmeden vergisi kaynaktan kesiliyor. Ya trilyonlarını devlet tahvili hazine bonosuna yatıran rantiye kesimi ne kadar vergi ödüyor? 15 milyar faizin vergisi 12 YTL, memurun vergisi ortalama 80 YTL, asgari ücretlinin vergisi 61 YTL. araştırmalara göre brüt maaşı 1306 YTL 2 YKr olan bir sözleşmeli devlet memurunun, ayda 360 YTL 80 YKr vergi ödediğini bildirdi. Yapılan araştırmaya göre, devlet memuru 238 YTL 14
  10. Sayın BOZAN GÖBELS, sizinle polemiğe girmek gibi bir basit amacım asla olamazdı, ancak sizin bu yöndeki tüm çaba ve gayretlerinizi boş çıkarmak da olmazdı elbette.
  11. Hımmm. Oldukça usta bir provakatör ile karşı karşıyayız. Adı üzerinde BOZAN. Çok bildik görüntüsünün altında, sadece yanılgılar, hezeyanlar ve gerçeği ters yüz etme gayretkarlığı. Tıpkı "Yalan Söyleyin, Mutlaka İnanan Çıkar!" Dr. J. Göbels [Hitler'in Milli Eğitim ve Propaganda Bakanı ] gibisin. Tarihte, sömürücü sınıflar için, halk kitlelerinin aldatılması, kandırılması, yanlış bilgilendirilmesi, kendi çıkarlarına uygun olarak yönlendirilmesi, hemen her zaman "devlet yönetme sanatı" olarak sunulmuştur. Antik Yunan'da Platon'dan İtalyan Makyevelli'ye ve Alman Hegel'e kadar tüm filozoflar, egemen sınıfların baskı aygıtı olarak devleti yüceltmişlerdir. Bir başka deyişle, egemen sınıfların eylemlerini yönelten ve meşruiyet sağlayan tüm ideolojiler, gerçeğin çarpıtılmasına ve çarpık kavranılmasına dayanırlar. Burjuvazinin ideolojik ve siyasal alanda gerçeklerin çarpıtılması ve gizlenmesine yönelik çabalarının proletarya hareketi tarafından bu etkisizleştirilmesi karşısında geliştirdikleri yöntem, gerçeğin yalan ve sahte belge ve bilgilerle bilinemez, anlaşılamaz hale getirilmesi olmuştur. "Medya" diliyle söylersek, "asparagas" haber ve belge sahteciliği, burjuvazinin 20. yüzyılda en geniş ölçüde kullandığı bir araç haline gelmiştir. Bu gelişme, yazılı ya da sözlü her türden bilgi ve haberin kitlelerin gözünde inandırıcılığını ortadan kaldırmıştır. Böylece halk kitleleri, duyduklarına değil, gördüklerine inanma eğilimi içine girmişlerdir. Kitlelerin bu gördüklerine inanma eğilimi, gerçeğin yazılı (gazete) ve sözlü (radyo) kitle iletişim araçları aracılığıyla belirsizleştirildiği, anlaşılamaz hale getirildiği bir dönemin ürünü olmuştur. Alman faşizminin Milli Eğitim ve Propaganda bakanı Göbels'in "yalan söyleyin, mutlaka inanan çıkar" sözleri, kitlelerin gördüklerine inanma eğilimleri karşısında geliştirilmiş yeni bir yöntem olarak ortaya çıkmıştır. Sürekli yalan söylemeye dayanan faşist propaganda, aynı zamanda sinemanın gelişmesiyle birlikte görüntüsel olarak da desteklenmiştir. II. emperyalist paylaşım savaşının sonuna gelindiğinde, Hitler faşizmi yıkılmış olmasına karşın, emperyalist burjuvaziye (özellikle Amerikan emperyalizmine) yalanı ve görüntüsel propagandayı miras olarak bırakmıştır. 1945 sonrasında emperyalist burjuvazi, ideolojik planda tümüyle inandırıcılığını ve etkinliğini yitirmiş olduğundan, kitlelere yönelik yalana dayalı haber ve bilgi akışını yoğunlaştırmıştır. Özellikle televizyonun gelişimine paralel olarak, bu yalana dayalı haber ve bilgi akışı, kurgulanmış görüntülerle desteklenmeye başlanmıştır. Günümüzde desinformasyon adı verilen bu durum, emperyalist burjuvazi tarafından kamuoyunun koşullandırılması ve yönlendirilmesi için kullanılan en yaygın araç haline gelmiştir. "Emperyalizmin 'desinformasyon' politikası, olay ve olgulara ilişkin bilgilerin (informasyonların) kamuoyuna aktarılmadan önce denetlenmesi ve yeniden düzenlenmesi şeklindedir. Eğer mevcut olay ve olgulara ilişkin bilgilerle, istenilen doğrultuda bir kamuoyunun oluşturulması olanaklı değilse, bu bilgilerin yeniden kurgulanması, kamuoyunun 'sağlıklı bilgi alabilmesi' açısından 'gerekli' görülmektedir. Kısacası, 'desinformasyon', emperyalist basın ve yayın organları kullanılarak, istenilen konularda belirli bir kamuoyunun oluşturulması amacıyla olayların ve olguların bilinçli olarak değiştirilmesi demektir. Bunun en temel unsurları ise, haberin kurgulanması ve abartılmasıdır. Sayın Bozan Göbels. Sana kızmıyorum, sana neden kızayım ki, sen görevini yapıyorsun. ))) Görevin belli, ortada ki bütün gerçekleri tersyüz ederek, her türlü yöntemi deneyerek, mevcut düzeni ve iktidarını, her ne pahasına olursa olsun canhıraş savunmak. Şayet senin iktidarının İMF patentli politikaları, bu ülkenin ve halkının yararına olsaydı , ülkenin bu günkü durumu böyle olmayacaktı. İşsizler ordusuna her gün binlerce genç katılmayacaktı. İnsanlar açlık sınırının altında 380 milyonla sefalete mahküm edilmeyecekti. Bunca borç batağı, daha da derinleşmeyecekti. 18 milyon yoksulluk sınırının altın da yaşamayacak, 1.8 milyon insanımız açlık sınırının altında sefalete mahküm olmazdı. SEN SADECE SOSYETİK DÜĞÜNLERDE HAVAYA SAVRULAN YEŞİL DOLARLARI GÖRÜYORSUN. SİZ, ÜLKE EKONOMİSİNE, SADECE SOSYETİK ZENGİNLERİN, BORSADAKİ HİSSELERİNDEN- PORTFÖYÜNDEN BAKIYORSUNUZ. AMA ÜLKENİN VE HALKIN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUM HİÇ DE ÖYLE DEĞİL. Türkiye'de 18 milyon kişinin yoksulluk, 1.8 milyon kişinin de açlık sınırının altında yaşadığı , özellikle çalıştığının emeğinin karşılığını alamama, işsizlik ve işsiz kalma endişesinin, toplumda geçim ve gelecek umudunun giderek azalmasınayla, kasti olarak özendirilen çıkarcı-bireyciliğin, kısa yoldan kolay para kazanmayı teşvikin, toplumda ahlaki çöküşle birlikte, hırsızlık,dolandırıcılık,kalpazanlık,sahtekarlık,kapkaç-vurkaç gibi bireysel suçlarda patlamalar yaşanmasına neden olduğu, gerçeğini göremeyecek kadar kör olamazsınız. EMEKÇİ HALKA VE DEVRİMCİLERE YÖNELİK ÇAMUR ATMA AMAÇLI, IRKÇI-ŞOVEN- FAŞİZAN SÖYLEMLERİN İSE HİÇ YABANCI DEĞİL. BU KAFATASÇI SÖYLEMLERİN, İNSANLARI GAZ ODALARINDA- FIRINLARDA YAKAN ZİHNİYETİN TÜRKİYE ŞUBESİ-UZANTISI OLDUĞUNUZ NE KADAR DA AŞİKAR. İNSANIN AKLINA, FEYZ USTANIZ ELİNİZDEN KİTABINI DÜŞÜRMEDİĞİNİZ AĞABABANIZ ADOLF HİTLERİ GETİRİYOR. İktidar kuyrukçuluğu yapan fanatiklerin, amacı bellidir; Mevcut iktidarın, emekçi halka ve kazanılmış haklarına- yaşam standardına yönelik, İMF patentli "saldırıları politikalarını" meşru ve şirin göstermektir. Ne kadar canhıraş gayret edip gerçekleri çarpıtsanız da, ne kadar iktidar fanatikliği-kuyrukçuluğu ekseninde kalemşörlük yapsanız da gerçeklerin üstünü örtemeyeceksiniz. KRAL ÇIPLAK .HEMDE ÇIRILÇIPLAK. Bunca açlığın, işsizliğin, yoksulluğun, yolsuzluğun, çarpıklığın, haksızlıkların, adaletsizliklerin, torpilin, hukuk dışı kadrolaşmanın, adam kayırmanın, vurgunun, soygunun, peşkeşin, vurkaçın, kapkaçın vs. hesabını, türlü maniplelerle kandırdırılan-aldattılan bu BU HALK , elbet bir gün soracaktır
  12. Türkiye toplam milli gelir açısından AB’nin en büyük dokuzuncu ekonomisi konumunda bulunuyor. Türkiye, kişi başına milli gelir ve satın alma gücü paritesi açısından ise son sırada yer alırken, nüfus artış hızı ve enflasyonda başı çekiyor. İstanbul Sanayi Odası (İSO), Türkiye ve AB üyesi ülkeleri bazı temel göstergeler açısından karşılaştıran çalışmasını güncelledi. Buna göre Türkiye, geçen yıl AB ülkeleri arasında cari fiyatlarla Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) büyüklüğü bakımından bir basamak yükselerek dokuzuncu sıraya çıktı. 2004 yılında Türkiye’nin GSYİH büyüklüğü 295.3 milyar dolar ile Avusturya’yı geçti. Çalışmada, Türkiye’nin ekonomisinde son üç yılda elde ettiği başarıyı sürdürebilirse birkaç yıl içerisinde yarattığı GSYİH büyüklüğü bakımından AB ülkeleri arasında yedinci sıraya yükselebileceği de bildirildi. Öte yandan Türkiye, kişi başına düşen GSYİH açısından ise 4 bin 112 dolarla AB-25 ülkeleri arasında en düşük gelire sahip ülke durumunda bulunuyor. Türkiye satın alma gücü paritesine göre de en alt sırada yer aldı. Türkiye, AB ülkeleri arasında nüfus büyüklüğü açısından Almanya’nın ardından ikinci sırada bulunuyor. Türkiye nüfusunun 2005 yılında AB üyesi 25 ülke nüfusunun yüzde 15.87’sini oluşturması bekleniyor Öte yandan vergi yükü açısından eleştirilere konu olan Türkiye’nin vergi yükü (Vergi Gelirleri/GSYİH) İSO’ya göre AB ortalamasından daha düşük. İSO çalışmasında günümüzde işsizlik ve yeterli istihdam yaratamamanın Türkiye’nin en önemli sorunlarının başında geldiği vurgulandı. GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILANIN, ADİL BİR BÖLÜŞÜM İLE DAĞITILMASI Bu veriler göstermektedir ki, ülkemizde yaratılan Gayri Safi Milli Hasıla oranı ile, kişi başına düşen gelir arasındaki dengesizlik ve çelişki, Türkiye de, gelir dağılımı sorununun “çarpıklık” derecesinde olduğunu, açıkça ortaya koymaktadır. Günümüzde ise, uluslar arası sermayenin çıkarları doğrultusunda, İMF ve DB kaynaklı politikalar ile Sosyal Devletin tasfiyesi amaçlanmaktadır. Böylelikle Ülkemizde, kamu yararına hizmet üreten KİT’ lerin “kamu ekonomisinin” özelleştirme veya kapatmalar ile ortadan kaldırılmasıyla da, gelir dağılımındaki bu çarpıklık, hızla artarak daha da derinleşecektir. Öte yandan, ülke halkının satın alma gücünün gitgide azalması ile de yaşam standardı daha da kötüleşmektedir. Yaklaşık 380 milyon civarında bir ücret ile “asgari ücret” yaşmaya çalışan büyük bir halk kitlesi, bu para ile ancak “açlık sınırın altında” bir yaşam sürmektedir. Ülkemizde bir yıllık süreçte yaratılan GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILA’ nın, daha adil bir bölüşüm ile dağıtılması, ASGARİ ÜCRET İLE YAŞAYAN bu halk kitlelerinin, yaşam standardının biraz daha iyileşmesini sağlayacaktır.
  13. Sorularında ki asıl niyet nedir arkadaşım? Önce onu bileyim. Evet ben iktisat mezunuyum. Ekonomi politik benim temel ilgi alanım. Ekonomi politikanın temel belirleyicisi, politika ise hayatın taa kendisidir. Yukarıda görümüş olduğun yazı, daha önce yazmış olduğum bir makalemin özet halidir. Ben sadece iktisat değil, İNSANA ve YAŞAMA dair her konuda, herkes ile konuşabilir ve tartışlabilirim. Kendime, bilgi, bilinç ve donanımıma güvenim tamdır. Sende güveniyorsan, hangi konuda istersen tartışmaya hazırım. ANCAK İNSAN YAKIŞIR BİR ÜSLUPLA. Saygılar.
  14. Bu arkadaştan rica etsek de bizi özelleştirme, makro-mikro ekonomi, vergi sistemi, para ve maliye politikaları konusunda aydınlatsa.
  15. Bakıyorum da bozan rumuzlu şahıs içindeki tüm kni nefret husumeti düşmanlığı akıtmış. Eleştirme adı altında, elinden geldiğince kirletmeye çamur atmaya karalamaya çalışmış. Hadi diyelim ki bu karalama, çamur atma, pervasızca saldırma değilde bir eleştiri olsun. Peki öyleyse eleştirdiğin kavramın yerine koyacağın alternatifin nedir? Hangi düşünceyi, felsefeyi savunuyorsun ? Nedir senin yaşam felsefen? Hangi sınıftan, neyden-kimlerden yanasın? Ne için yaşıyorsun, seçimlerini-tercihlerini, davranışlarını neler yönlendiriyor? Kendini nasıl tanımlıyorsun, nasıl anlamlandırıyorsun?
  16. ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Ne kadar sade ve içten yazmışsın kardeş. Ben işçiyim babam köylü yani biz halkız emekçiyiz çalışanı üreteniz, hayatı yaratanız, o devasa çarkı döndüreniz. Ama tövbe billah, sümmü haşa ülkeyi biz yönetmiyoruz. Değil yönetmek hiçbir şekilde söz sahibi değiliz. Değil biz, bizim seçtiklerimiz bile değil. İşte yönetim süreci: İMF,DB, AB, ABD, TÜSİAD,MÜSİAD,TİSK istedi bu yasa çıkacak. El kaldır , Şimdi de İndir. Böyle mi olmalı ülkemizde ki yönetim anlayışı. Hani demokrasi halkın kendi kendini yönetmesiydi. Biz işçiyiz, köylüyüz, memuruz, esnafız, üreticiyiz yani HALKIZ, peki ne kadar katılıyoruz ülke yönetimine?
  17. Ne yazık ki ülkemizde başta gelir dağılımında ki korkunç çarpıklık ve adaletsizlik olmak üzere, yaşamın her alanında çok büyük haksızlıklar ve adaletsizlikler had safhaya ulaşmıştır. Bir yandan çöplerden ekmek toplayarak ailesini geçindirmeye çalışan ayakta kalmaya çalışan zavallı insanlar, asgari ücretle asgari bile yaşayamayan insanlar, diğer yandan laila da renia da çılgınce eğlenen, gecede milyarlık yemekler, şaraplar tüketen sosyete, zenginler, ayrıcalıklı-elit zümre.Nasıl bir düzen böyle? Öte yandan demokrasinin sadece ZENGİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ olduğu ülkemizde, adalet sisteminin terazisi de, parası olandan zenginden yana ağır tartıyor. Baklava çalan çocuklar 20 küsür yıl yatıp hayatlarını hapishanelerde çürütürken, öbür taraftan, ülkenin ve halkın vergilerini, tüyü bitmemiş çocuğun bile hakkı olan trilyonlarını HORTUMLAYAN yine aynı sermaye sınıfın mensubu kişiler, bir kaç ay bile hapis yatmadan, elini kolunu sallayarak dolaşıyorlar. Bu nasıl adalet böyle? Görülen o ki ülkemizde tüm kurum-kuruluş yapı ve organizasyonlar, daha çok üst gelir gruplarına, patronlara-sermaye sınıfına hizmet etmek içindir. Çıkarılan kanunlar, KHK ler, oluşturulan Bütçeler, tüm uygulama ve politikalar, hep ve daima zenginin daha da zenginleşmesi ve yüksek karına daha da kar katmak içindir.
  18. Asıl ben teşekkür ederim İÇİMİZDEKİ DENİZ. Konuya gösterdiğin alaka ve düşünsel katkın için. Üstelik düşüncende ki İNSANİ YAKLAŞIMA da aynen katılıyorum. Bizde son zamanlarda LİNÇ HİSTERİSİ yaratıldı. Mersinde başlatılan ve Trabzonda bazı çevrelerin halkı birbirine kırdırma çabalarının çirkin bir oyunuydu bu provakasyonlar. Sözde vatansever mafyacı çeteci ırkçı faşist suç şebekelerinin kışkırtması ve provakasyonu ile, tututklu yakınlarının Ftipi hapishaneler ile ilgili basın açıklaması yapma hakkına saldırıp, bu 4-5 gencin-çocuğun üzerine ağızlarından salyalar saçarak çullanan yüzlerce insanlıktan nasibini almamış barbarlar, tıpkı ilkel çağların vahşi yaratıkları gibiydiler. O görüntüleri izlerken İNSANLIK ADINA UTANÇ DUYDUM. Orhan PAMUK liberal ve batı AB yanlısı düşünceye sahip bir yazardır. Kendisini sevmiyorum ve yazdıklarını da severek okumadım, ancak ben her insanın kendi düşüncesini özgürce orataya koymasından yanayım. Sözleri hoşumuza gitmese de, beğenmesekte kendisine aittir, sadece kendini bağlar. Linç histerisine dönüştürmeyi doğru bulmuyorum. O halde bu ülkede DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN bahsedemeyiz. Her düşüncesini ortya koyanı yargılarsak, hapse atarsak, asarsak, faili meçhul olarak katledersek. DEMOKRASİDEN DE BAHSEDEMEYİZ. Sözde ve şekilci bir demokrasidir bizdeki.
  19. Orahan Pamuk liberal bir yazar olarak, AB yanlısı bir çizgisi vardır. Onu ve düşüncesini bu perspektifte ele almak gerekir.
  20. Bazı sonuçlara ulaştığın aşikar. Ohalde söyler misiniz, tüm bu bulgularının asıl sorumlusu esas nedeni nedir yada kimlerdir?
  21. Sevgili Zeynoo Konuya duyarlılığının ve düşünsel katkın için teşekkür ederim.
  22. Eline sağlık zeynoo çok faydalı bir yazı. Paylaştığın için teşekkürler.
  23. SOLCULUK ÜZERİNE YANILSAMALAR İLE KASITLI TÜRLÜ ÇARPITMALARA KARŞI, VURGULANMASI GEREKEN GERÇEKLİK VE AMAÇLANAN BİLİNÇ. Ülkemiz halkı, yıllardır ülkeyi yöneten hakim kapitalist sermaye sınıfının, iktidarlarını kendi iktidarı sanmış, onların türlü aldatmacaları-yalanları ve istismarları ile avutulmuş, oyalanmış ve daima sömürülmüştür. İşçi sınıfı ve emekçiler, çok uzun zamanlardan günümüze, din, mezhep, siyasi görüş, milliyet, bölge, meslek grubu gibi ölçütlerle bölünmüş ve birbirlerine karşı kışkırtılmış, çatıştırılmış ve düşman edilmeye çalışılmıştır. İŞÇİ VE EMEKÇİLER, SAĞCI-SOLCU, DOĞULU-BATILI, ALEVİ-SÜNNİ, TÜRK-KÜRT, LAİK-ANTİ-LAİK ŞEKLİNDE, SAÇMA VE SUNİ BÖLÜNMELER İLE BİRBİRİNDEN YALITILMIŞ, BİRBİRLERİNE KARŞITLAŞTIRILMIŞ VE ÇATIŞTIRILMIŞLARDIR. Çünkü, ülkeyi yöneten hakim erk olan kapitalist-sermaye sınıfı, emekçi halkın, etnik köken, din ve mezhepsel farklılıklarını-ayrılıklarını kullanarak onların, aynı amaçlar (SAVAŞSIZ SÖMÜRÜSÜZ, İNSANCA BİR YAŞAM) etrafında birleşmesini, yek vücut olarak, işi, ekmeği, emeği, geleceği, özgürlüğü ve demokratik hakları için birlikte mücadele etmesini engellemek için, türlü entrikalar ve sinsi yöntemler kullanmıştır. Şöyle bir düşünürsek, ülkemizde sefalet çizgisinde yaşamaya mahküm edilen asgari ücretliler eğer örgütlenerek birleşip, kararlı ve ortak bir mücadele yürütselerdi, bu insanlık ayıbı asgari ücrete, böyle gülünç bir zam yapılabilir miydi? Şayet bu örnekte olduğu gibi, alt gelir grupları-emekçiler, ortak sorunlar, ortak haklar ve talepler etrafında birleşseydi, işçi sınıfı bilinciyle ortak mücadele etseydi, ülkemizde başta gelir dağılımındaki çarpıklık-adaletsizlik olmak üzere, hayatın hemen hemen her alanındaki, bunca haksızlık, adaletsizlik, çarpıklık ve hukuk dışılık bu boyutlarda olmayacaktı. Yine ortak sorunlar, talepler ve haklar etrafında birleşmiş, toplumsal sorunlara karşı duyarlı, toplumsal sorumluluğu ile hareket eden halk kitleri, ülkeyi yöneten erkin her türlü, haksızlığının, adaletsizliğinin, hukuksuzluğunun, usulsüzlüğünün, yolsuzluğunun da hesabını sorma bilincini edinecek, böylelikle ülke yönetimine gerçek anlamında tesir edecek ve söz sahibi olacaktı.
  24. 2006 BÜTÇESİ NASIL VE KİMİN İÇİN BİR BÜTÇE ? Ülke ekonomisiyle ve yönetimiyle ilgili arkadaşların ilgi ve dikkatini çektimi bilmiyorum ama bütçenin hazırlanışı, içeriği ve bütçenin taksimatı konusu, ekonomi-politiğin en önemli unsurudur. Çünkü bütçe ekonominin baş aktörü, kaynak dağılımın nasıl ve hangi tercihler doğrultusunda yapılacağının göstergesidir. Bütçe bir yıl içerisnde, o ülkede elde edilen hasılanın-gelirlerin, nerelere, kimlere nasıl dağıtılacağının, bu dağıtımdaki tercihin, hesabı-kitabı ve yasasıdır. Yani devlet bütçesi, siyasi iktidarın, hükümetin bir yıllık süre içerisinde uygulayacağı ekonomik, sosyal politikaların gerçek bir göstergesi, aynasıdır. Ülkemizde uzun yıllardır uygulanan ekonomik, sosyal politikalar, siyasi iktidarların bağımsız programlarından çok, IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşların politikalarını yansıtmaktadır. Bu çerçevede son yıllardaki bütün devlet bütçeleri gibi 2006 Bütçesi de, borç ödeme, işsizlik-yatırımsızlık, eğitimsizlik, yoksullaşma bütçesidir. 2006-2008 yıllarını kapsayacak biçimde üç yıllık hazırlanan devlet bütçesinin gerekçesinde, bütçenin 2006 yılı programı doğrultusunda hazırlandığı ifade edilmektedir. 2006 yılı programının temel amacı, IMF’ye söz verilen yüzde 6.5 oranındaki faiz dışı fazlayı elde etmek, mali disiplini güçlendirmek ve yıl sonu için belirlenen yüzde 5 oranındaki enflasyon hedefini sağlamak olarak açıklanmıştır. Mali disiplini güçlendirmek ve faiz dışı fazla hedefini elde etmenin yolu ülke insanına, eğitim, sağılk, daha iyi bir çevrede daha insanca yaşayabileceği bir gelir, işsizlere iş vermemek ve sağlamamaktan geçmektedir. Programın amacının gerçekleşmesi, IMF Başkan Yardımcısı’nın birkaç gün önce bir kez daha belirttiği üzere yeni kemer sıkma uygulamalarından geçmektedir. 2006 Bütçesi’nin büyüklüğü, 174 milyar YTL olarak öngörülmüştür. Bütçenin gelir öngörüleri 156.8 milyar YTL’dir. Bütçe başlangıçta 17.5 milyar YTL bütçe açığı öngörmektedir. 2005 yılına göre başlangıç açık öngörüsü önemli ölçüde azalmış bulunmaktadır. Aynı şekilde 2005 yılında bütçenin yüzde 36.7’sine denk gelen faiz harcamaları 2006 Bütçesi’nde yüzde 26.5’e gerilemiştir. 2006 yılında 31.3 milyar YTL’si iç borç faiz ödemelerine olmak üzere 46.2 milyar YTL faiz ödemesi yapılması öngörülmektedir. Yıllar yılı devlet bütçelerinin yarısına denk gelen, bazı yıllarda vergi gelirlerinin tamamı faiz ödemelerine ayrılmış olmasına karşın devletin iç ve dış borç yükü sürekli biçimde artmaya devam etmiş bulunmaktadır. Yıllardır uygulanan, işsizlik-yoksulluk bütçe politikalarına rağmen bütçe gerekçelerinde ifade edilen kamu borç stokunun azalması sağlanmamış, borç stoku artamaya devam etmiştir. 2006 Bütçesi borçlanma ve faiz ödeme bütçesidir. 2006 bütçesi, işsizlik-yatırımsıklık bütçesidir. “Devletin istihdam kapısı olarak görülmesinden vazgeçilmesi” söylemi son yılların bütün bütçelerinde olduğu gibi 2006 Bütçesi’nde de egemen olmuş durumdadır. Devlet bütçesinde sermaye gideri olarak tanımlanarak yatırımlara ayrılan pay yüzde 7 civarındadır. Milyonlarca işsize her yıl eklenen yüzbinlerce işsize devlet bütçesinden iş umudu bu yıl bütçesinde de yoktur. Nüfusun yüzde 10’unu aşan kayıtlı işsiz sayısında herhangi bir ciddi azalış olmadığı, devlet kurumlarının resmi rakamları ile ortadadır. 2006 Bütçesi yoksullaşma bütçesidir. Bütçeden kamu işçilerine, kamu emekçilerine ayrılan bütçe payı, enflasyon öngörüsüne göre belirlenmiştir. Enflasyon verilerine ilişkin tartışmalar bir yana, ekonomik büyümeden, emekçilere pay vermeyen bir bütçe öngörülmektedir. Bütçeden ücret-maaş alan emekçiler dışında kalan emekçi halk kesimlerine ayrılan paylar da yetersizdir. Temel mal ve hizmetlerin bedelleri artarken, bu artışların gerisinde kalan ücret-maaş artışları yoksullaşmayı artıracaktır. Emekli aylıklarının yüksekliği (!) söylemi önümüzdeki dönemde, emeklilerin yoksulluğunun artacağını göstermektedir. 2006 Bütçesi’nin, ülke halkının eğitim, sağlık, yaşanabilir bir çevre, daha fazla kültür, sosyal harcama beklentisini karşılamaktan uzak olduğu görülmektedir. 2006 bütçesinde, çevre koruma hizmetlerine ayrılan pay onbinde 7 oranındadır. Dinlenme, kültür ve din hizmetlerinin payı olarak görülen yüzde 1.4’lük payın, yüzde 80’i Diyanet İşleri Başkanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü harcamalarına aittir. Gerçek anlamda kültür harcamalarına ayrılan pay yüzde yarım bile değildir. Buna karşın devlet bütçesinden savunma hizmetlerine, kamu düzeni ve güvenlik hizmetlerine ayrılan pay yüzde 12.7 oranındadır. Sağlık hizmetlerine ayrılan pay, savunma-güvenlik bütçesinin üçte birinden biraz fazladır. (yüzde 4.6) Son yılların bütün bütçeleri gibi 2006 Bütçesi’nin bize gösterdiği gerçek, yerli ve yabancı tekellerin hizmetindeki siyasi iktidarlardan, ülkenin halkına, üreticilerine ve değer yaratanlarına, emekçilerine hizmet için ve onlara İNSANCA BİR YAŞAMI sağlamak için bütçe ayrılmadığı dahası ayrılmayacağıdır. Bu noktada alt gelir gruplarından tüm Halk kitlelerinin çalışanların emekçilerin, "İNSANCA BİR YAŞAM İÇİN VE HALKA HİZMET İÇİN BÜTÇE" talebi mücadelesini yükseltilmesi gerekmektedir.
  25. Arkadaşlar lütfen konuyu saptırmadan, özü itibari ile sosyo-ekonomik boyutu dahilinde tartışalım.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.