halukgta tarafından postalanan herşey
-
ANNEYE VE BABAYA ZEKAT VERİLMEZ Mİ?
(Yukarıda anlatmaya çalıştığım konuyu, daha iyi anlayabilmeniz için, aşağıdaki açıklamalarımı da okumanız, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağına inanıyorum.) Değişik Kur’an meallerine lütfen bakınız, araştırınız. Birçoğunda zekât, infak, Allah yolunda harcama anlamında kullanılmış ve çevrilmiştir. Bunu dikkatle araştırmanızı rica edeceğim sizden. Yani Allah yolunda malımızdan gelirimizden harcamak hem zekât hem de infak olarak çevrilmiş, bazılarında Allah yolunda harcamak diye meal edilmiş. Bu iki kelimeyi farklı anlamamız bizi yanıltmaktadır. Eğer farklı olsaydı, bu konuda Allah gereken açıklamayı yapardı. Ama böyle bir açıklama yok. Çünkü Allah birçok kez, her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız Kur’an da diyor Rabbim. Dikkat ediniz bu farklı kelimeleri kullandığında, istenilen amaç aynı. Allah yolunda fakire, olmayana harcamak. Farklı anlamları olduğu konusunda tek bir açıklama bile yok. Örneğin Ali Bulaç meali: Bakara 254: Ey iman edenler, hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kâfirler... Onlar zulmedenlerdir. Diyanet İşleri başkanlığı. Bakara 254: Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir. Aynı iki ayeti karşılaştırdığımızda, birisinde rızık olarak verdiklerimizden infak edin diyor. Diğerinde ise Allah yolunda harcayın diyor. Bakın ikisi de aynı anlamda, farklı sözcükle anlatılmış. Peki, zekât konusunu anlatırken ne diyordu. Bakara 110. ayetinde; (Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah'ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.) Demek ki zekât vermek, kendimiz için Allah uğruna fakire ihtiyacı olana yaptığımız iyilikler, hayırlarmış. Aynı manaya gelen sözcükleri Allah infak etmek, sadaka vermek gibi sözcüklerde de kullanmıştı hatırlayınız. Şimdi bir başka örnek üzerinde düşünelim. Diyanet İşleri Başk. Meali: Tevbe 60: Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yukarıdaki ayete baktığımızda, genel anlamda kullanılan sadaka, yani yine Allah yolunda harcananlardan bahsederken, sadaka kelimesini genel bir anlamda kullanmış ki, Kur’anı meal eden, parantez içine açıklama gereği duymuş ve parantez içine zekât kelimesini de yazmış. Demek ki birbirinden farklı anlamları yok. Bu anlamları veren bizleriz. Diyanet Vakfı meali: Bakara 271: Eğer sadakaları (zekât ve benzeri hayırları) açıktan verirseniz ne ala! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir. Yine yukarıdaki ayette sadakaların nasıl dağıtılacağını anlatırken, sadaka kelimesinden sonra açıklama gereği duyulmuş ve zekât ve benzerleri diye açıklık getirilmiş. Bu farklılığı yaratan Kur'an değil, bizler yaratıyoruz. Dikkat ederseniz, sorun Kur’anı meal eden kişilerden kaynaklanmakta ve sanki farklı anlamlara geliyor izlenimi yaratılmış. Sorun bizlerde. Zekât yani infak, daha açıkçası Allah yoluna harcayacaklarımız, zekât, infak, sadaka sözcükleri ile anlatılmış. Esas sorun sanırım kendi içimizde yaratılmaktadır. Gelin şimdide onu düşünelim. Bizler Allahın asla bu konuda farklı bir açıklama yapmamasına rağmen, bizler bu ayrımı yaparak, çok büyük bir yanlışa imza atmışız ve zekât yılda bir verilir demişiz. İşte bu hataların affedilmeyecek olanıdır. Bir Allahın kulu Kur’an dan bu hükmü çıkarabilir mi? Kesinlikle çıkaramaz. Peki, Allah böyle bir hüküm vermediği halde bizler, nasıl söyleyebilmişiz, işte onu bilemiyorum. Yine kendimizce infak kelimesine öyle bir anlam vermişiz ki, doğrusu şaşırmamak elde değil. İnfak kelimesinin nafaka olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişiz. Buradan yola çıkarak bunun yılda bir değil, ihtiyacı olanın ihtiyacını karşılamak anlamına getirmişiz. Sadakada yine bu anlamda her zaman verilir ama zekat çok farklıdır, bu yılda bir kez gelirimizin kırkta birini vermektir diyerek, Kur’an dan ne yazık ki uzaklaşmışız. Bu bilgiye ve inanca Kur’an asla onay vermez. Allah fakiri, garibi yılda bir hatırlamamızı istiyor demek, ne kadar büyük bir yanlış olduğunu, sanırım bu Dünyada öğrenmemiz mümkün görünmüyor. Onun içinde gelir dağılımı konusunda, toplumda uçurum gittikçe açılmaktadır. Şimdi sizlere soruyorum, zekâtın yılda bir verilmesi gerektiğini nereden çıkartıyoruz? Kur’an dan mı? Elbette hayır. Peki, nereden, işte üzerinde düşünmemiz gereken en önemli soru. Allah sizlere her konuda açıklama yaptım, Kur’an ın hükümlerinden hesaba çekeceğim dedikten sonra, namaz kılın emrinin yanında her zaman tekrar ettiği, zekât verin emrine açıklama getirmemesini düşünebiliyor musunuz? Eğer yılda bir ve kazancımızın kırkta birini vermemiz gerekseydi, Yüce Rabbim onu da Kur’an da en güzel bir şekilde açıklardı. Yılda bir fakiri hatırlamak, Rabbin adaletine asla sığmaz. Bu olsa olsa devlete verilecek vergi olabilir, buda konumuz dışı. Bizler ne yazık ki Kur’anı topluma anlatırken, inandığımız rivayetleri Kur’an dan kanıt bulmak için, öyle yanlışlar yapıyoruz ki, doğrusu daha sonra bizlerde inanıyoruz. İşin kötüsü düzeltmek ve Allahın söylediğini anlamakta o kadar zorlaşıyor. Gerçekten anne ve babaya hayır yapmayı kabullenmek, alıştığımız fikirlerden sonra bizlere zor geliyor. Bana da zor geliyor. Ama Kur’an ın gerçeklerinden sapmamız, kendi duygularımızla hareket etmemiz düşünülemez. Böyle tepkilerin geleceğini biliyordum, fakat bu konuyu gündeme getirmek ve Bakara 215. ayeti tartışmaya açmak zorundaydım. Bu gerçekle artık yüzleşmemizin zamanı geldi diye düşünüyorum. Çünkü bizler ne yazık ki en yakınımız olan Anne ve Babalarımızı unuttuk. Ama sözle çok güzel hatırlıyoruz ve anneye babaya hayır yapılmaz, biz onlara zaten bakmakla yükümlüyüz diyor ve geçiştiriyoruz. Özellikle çağımızda, bu acı gerçeğin farkına varmalıyız diye düşünüyorum. Allah çok açık Bakara suresi 215. ayette bir şeyler anlatıyor bizlere, lütfen onu anlamaya çalışalım. Ben bu yazım la sizleri, ayetler üzerinde düşünmeye davet etmek istedim. Karar sizlerin. Bazı sorularımızın cevaplarını bizler kendimiz Kur'an dan bizzat aramalıyız. İşte o zaman Rahmanın rehberiyle aydınlanıp, doğruları apaçık göreceğimizden kuşkumuz olmasın. Her beşer kendi imtihanından sorumludur. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ANNEYE VE BABAYA ZEKAT VERİLMEZ Mİ?
Zekât genel anlamda kullanılan bir kelime olup, Allah yolunda, onun rızasını kazanmak adına, harcayacağımız para ya da mal olarak kazancımızdan, gelirimizden durumu iyi olmayanlara verdiklerimizdir. Bunlar, infak, hayır, sadaka olarak değişik isimlerde adlandırılır. Hepsindeki ana amaç Allah adına, malımızdan ya da kazancımızdan fakirlere vermek, onların ihtiyaçlarını gidermektir. Allah bir ayetinde bizleri zekât vermeye, hayırlarda bulunmaya davet için, öyle güzel bir benzetme yapar ve örnek verir ki, üzerinde çok ama çok düşünmemiz gerekir. Bakara 245: Kimdir Allah’a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak O’na döndürüleceksiniz. Allah için hayır yapan bir kişinin, (zekât veren, infakta bulunan, sadaka veren) Rabbim kendisine borç vermiş sayıyor. Bu ne güzellik, bu ne muazzam bir fırsat bizler için. Bir atasözü vardır, sanırım bu ayetten sonra, bu sözün doğru olmadığını anlayacağız. ( Kefenin cebi yoktur.) Demek ki varmış. Yaşadığımız bu Dünyada yaptığımız hayırların, Allah için verdiğimiz zekâtların hepsini, birlikte Rahmanın huzuruna götüreceğimiz çok açıktır, hem de kat kat fazlasıyla geri alarak. Allah yoluna yapacağımız tüm hayırların, kimlere verileceğini de, Kur’an da açıklanmıştır. Gelin şimdide ona bakalım. Acaba anaya, babaya zekât verilir mi, ya da hangi şartlarda verilir. Tevbe 60: Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, yolcuya mahsustur. Allah pekiyi bilendir, hikmet sahibidir. Yukarıda ki ayette Rabbim, kimlere sadaka( zekât) verileceğini çok açık anlatmış. Rabbim her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız der bizlere Kur'an da. Hiçbir eksik bırakmadığı konusunda, da açıklık getirir. Şimdide yine aynı konuda, Allah rızası için, Allah yolunda nerelere infak edeceğimizi, harcayacağımız konusuna açıklık getirmeye, bakın nasıl devam ediyor Kur’an. Bakara 215: Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: 'Hayır olarak infak edeceğiniz şey, ANNE - BABAYA, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır, olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir. Demek ki anaya babaya verilmez diyerek, toplumu yanlış yönlendirmek, büyük hata olur. Fakat bir şartla verilir, şimdide aşağıdaki ayeti önce okuyalım, anlamaya çalışalım ve üzerinde düşünelim. Bakara 219: ……Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: İHTİYAÇTAN ARTA KALANI.' Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz. Burada Allah, ihtiyaçtan arta kalanı sözüyle, bakmakla yükümlü olduğumuz, ailemizin geçimini sağladıktan, ihtiyaçlarını gördükten sonra, artan kısımdan zekât vermemizi, hayır yapmamızı yani infak etmemizi söylüyor ve vereceğimiz zekâtın miktarını da bizzat kendimize bırakıyor. Tabi yine Kur’an da birçok ayetinde de, bolca zekât vermemiz için teşvik ediyor Rabbim bizleri. Tıpkı yazımızın başında verdiğimiz örnek ayet gibi. İşte imtihanımızın en zor kısmı da bu olsa gerek, malımızdan, paramızdan ihtiyacı olanlara gönülden verebilmek. Eğer anne ve babamızın geçimini bizler sağlıyorsak, onlara bizler bakıyorsak, başka gelirleri yoksa, elbette onlara zekât veremeyiz. Yok, eğer geçim kaynağımız farklı, kazançlarımız ayrı ise, o zaman Bakara 215. ayet devreye giriyor. Burada da Allah ne diyordu hatırlayalım. ('Hayır olarak infak edeceğiniz şey, ANNE- BABAYA, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır.) Bizler ne yazık ki Kur’an ı rehber almaktan uzak, onu anlamaya çalışmak yerine, öyle batıl inançlarla yaşıyoruz ki, bunun cezasını da hep birlikte toplum olarak çekiyoruz. Hatırlayınız öyle aileler var ki, geçimleri, gelir kaynakları çok farklı. Farklı yerlerde yaşıyorlar evlatlarıyla. Anne babalar, zor durumda, fakat çocukları farkında bile değil. Çünkü evlatlarının bunu anlamasını, hissetmesini istemiyorlar. Evlatlar ise, anne babayı unutmuş, birde anne babaya hayır yapılmaz, zekât verilmez, düşüncesi ile ilk yardım edeceğimiz yerden değil, belki de en son yerden başlarız hayırlarımızı, zekâtlarımızı vermeye. Bizler Kur’an ın rehberliğinden uzaklaştırılmışız. Ne yazık ki, beşerin rivayetleri olmuş rehberimiz. Öyle olunca da, ne huzur kalmış toplumda, nede mutluluk, nede adalet. Gelin Allah ın nurunu rehber alalım. Gelin Rahmanın güneşi ile aydınlanalım, onun ne anlatmak istediğini anlamak için çaba harcayalım. Gelin rivayetlere göre değil, Kur’an a göre dinimizi yaşayalım. Elbette Kur’an a uyan her bilgiden de istifade edelim, faydalanalım. İşte o zaman farkını anlayacak ve yaptığımız yanlışın farkına varacağız. Dilerim Rabbimden İslam âlemi, bu gerçeğin geç olmadan farkına varır. Eğer farkına varamazsak, sonumuzu düşünmek bile istemiyorum. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'ANI ZOR ANLAŞILIR YAPARAK, ALLAH IN REHBERİNDEN UZAKLAŞMAYALIM.
Kur’an, Allahın katından gelen, eşi benzeri olmayan, biz Rabbin kulları içinde, bir yaşam rehberi, güneşi, gönül gözüdür. Bu kadar önemli, eşsiz bir kitabın, Allah tarafından gönderiliyor ve kullarına doğru yolu gösteriyor olması, daha da önemlisi, Allah bu kitaptan bizleri sorumlu tuttuğunu söylemesi, sizce hesabımızı vereceğimiz bu Kur’anın, nasıl bir kitap, nasıl bir rehber olmasını gerektirir? Böyle bir kitabın özellikleri, nasıl olmalıdır? Anlaşılması zor mu, yoksa Rabbimin hesap soracağı kitap, anlaşılması kolay mıdır? İşte bu soruyu lütfen nefsimize önce bir soralım, Kur’an a bakalım, acaba Kur’an kendisi hakkında neler söylüyor, daha sonrada hiçbir etki altında kalmadan, düşünelim. Eğer bizlere öğretilenler ile Kur’an ve mantığımız uyuşuyorsa, sorun yok demektir. Ya anlatılanlar, öğretilenler Kur’an ile uyuşmuyorsa? İşte o zaman imtihanımızın en zor bölümü, başlıyor demektir. Cevabını herkes kendisi verecektir, tabi sonucuna da katlanacağımızı, asla unutmayalım. Allah bizlere rehber olsun diye gönderdiği kitap için, birçok kez yemin ederek bakın neler söylüyor. Sizce çok açık ve net değil mi? Kur’anın en büyük özelliği, aşağıdaki ayetlerden anlaşılmıyor mu? Kamer 17: Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Kamer 22: Andolsun biz Kur'an'ı düşünüp öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu? Kamer 32: Andolsun biz Kur'an'ı, anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. O halde düşünüp öğüt alan yok mu? Kamer 40: Andolsun biz Kur'an'ı, öğüt almak için kolaylaştırdık. O halde düşünüp ibret alan yok mu? Allah yemin ederek, kendi garantisini vererek, bizlerin iman adına sorumlu olduğu Kur’anı, birçok kez tekrarlayarak, öğüt alabilmemiz için kolaylaştırdığını apaçık söylediği halde, bizler hala Rahman ın kitabına sanki inatla, onun ayetlerini görmezden gelerek, beşerin öğretisini doğrulamak adına, bakın neler söylüyoruz? -Kur’anı herkes anlayamaz. -Kur’anı veli insanlar anlar. -Kur’an da her şey yoktur, özet bilgileri içerir. -İslam ı doğru ve tam anlayabilmek için, fıkıh kitaplarından faydalanmalıyız. İşte bu sözlere inandığımızda, Kur’an devre dışı kaldı bile, Rabbim korusun. Onun yerini alan beşerin kitapları ise, bu güzelim dini bölüp, parçalayıp neler yaptığını, sanırım anlatmaya gerek yok. Birçok yazımda bu konuyu, bıkmadan usanmadan gündeme getirdim, getirmeye devam da edeceğim, Allah ın izniyle. Çünkü gerçekten çok önemli bir konu. Bugün bizleri Kur’an dan uzaklaştıran bu inanç, bizleri bilinmeyene yönlendiren, yaptığımız büyük bir yanlıştır. Eğer bu yanlışın farkına varamaz isek, yanlış yoldan gitmeye devam ediyoruz demektir. Yüce Rabbim sen bizleri affet ne olur. Gözlerimizdeki bu perdeyi kaldır bizlerden. Kulaklarımızdaki ve gönlümüzdeki mührünü kır ne olursun. Rabbim sen neler söylüyorsun bizlere gönderdiğin rehber için, biz kulların neler söylüyoruz. Senin yemin ederek kolaylaştırdığın kitabı, dini bizler ellerimizden geldiği kadar, ciltlerce dolusu beşeri hükümlerle, bunlarda Allah katındandır diyerek zorlaştırdık. Şimdide neyin doğru, neyin yanlış olduğunun içinden çıkamaz haldeyiz. Kendi yalanlarımıza kendimiz inanır olduk. Ne olur affet bizleri. Kur’an ın nurundan uzak bizler, İslam ı öyle zorlaştırdık ki, çocuklarımıza gerçek İslam ı anlatamaz, yaşatamaz olduk. Gelecek nesiller bu yolla Kur’an dan uzaklaştıkça uzaklaşıyor. Senin halis, katıksız kolaylaştırılmış dininden öyle uzaklaştık ki bizler, yaşadığımız toplumda ne huzur kaldı, nede mutluluk. Ne olursun bizleri affet, doğruyu görmemizi sağla bizlere Rabbim. Bizler Allahın rehberini anlaşılması zor kabul edip uzak kaldığımız, beşerin kitaplarını anlaşılır yapıp, rehber aldığımız sürece, Allahın hışmından, cezalarından asla kurtulamayacağımızı bilmeliyiz. Huzuru mahşerde, hesap günü yüzlerimizin gülmesini istiyorsak, Allahın şu ayeti üzerinde, çok dikkatle düşünmeliyiz. Zümer 69: Yeryüzü, Rabbinin nuru ile aydınlanır, kitap ortaya konulur, peygamberler ve şahitler getirilir ve aralarında hakkaniyetle hüküm verilir. Onlara asla zulmedilmez. Allah hesabın görüleceği gün geldiğinde, peygamberleri şahit olarak çağıracağını ve kitabın ortaya konacağını söylüyor. Onlara hakkaniyetle hüküm verilecektir diyor. Bizler, hesabımızın görüleceği kitaba karşı söylediklerimizi, isterseniz çok dikkatle bir kez daha düşünelim. Çünkü geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde, son pişmanlık fayda vermeyecektir. Elçilerini de şahit olarak çağıracak Rabbim, acaba onları neyin şahitliği için çağıracaktır dersiniz? Elbette gönderdiği kitapların tebliği adına, şahitlik yapacakları çok açıktır. Bugün bizler, Kur’an da her hüküm yoktur, bir kısmına peygamberimiz hüküm vermiştir diyenlere inandığımızda, ortaya konacak Kitaba uygun iman etmiş mi oluyoruz dersiniz? Hatırlayınız Allah Hz. İsa ya, sen mi insanlara Allahın oğlu olduğunu söyledin dediğinde, verdiği cevaptan bizler hiçbir ders almadığımız anlaşılıyor. Hz. İsa, Rabbim hâşâ ben böyle bir söz söylemedim, söyleseydim sen bunu bilirdin demesi, çok düşündürücüdür. Bugün bizler yaptığımız yanlışların ve peygamberimizin üzerinden söylenen sözlere, Kur’an süzgecinden geçirmeden, kayıtsız şartsız inanmamızın sonucunda, peygamberimizde mahşerde aynı sorular ile karşılaşacağı açıktır. Sizce Allah elçisine, bazı lafları bizim sözümüzdür diye ortaya sürseydi, onun şah damarını keserdik dedikten sonra, Kur’an da hükmü olmayan bir konuda peygamberimiz hüküm verir miydi? Bakın Allah Araf sur. 6. ayetinde ne diyor. Araf 6: Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz. Allah elçi gönderdiği kullarını da, elçilerini de hesaba çekeceğini söylüyor. Peki, nereden ve ne maksatla hesaba çekecek diye, bir an düşünelim. Allah biz kullarını gönderdiği rehber Kur’an dan hesaba çekeceğini çok açık söylüyor. Peki, elçileri nereden hesaba çekecek dersiniz? İşte yukarıda Kur’an da örneği geçen Hz. İsa kıssası, birçok konuda da gerçek olacağı bu ayetten de anlaşılıyor. Bu bilgiler ışığında, şimdide şöyle düşünelim. Bizlere Kur’an da her şey yazmaz, birçok konuda da hüküm verme, helal haram koyma yetkisini de elçisine vermiştir diye inandığımızı düşünelim. Rabbimde hesap günü peygamberimize bu soruyu sorarak, Resulüm sen mi söyledin kullarıma, bende Kur’an da olmayan hükümler koyma, helal haram yapma yetkisine sahibim diye dediğinde, sizce Allah resulü, ne cevap verecektir dersiniz? Bunun cevabı da Kur’an da çok açık veriliyor. Merak eden, işini garantiye almak isteyen, anladığı dilden Kur’anı bolca okur ve hesabın görüleceği gün yüzleri gülenlerden, ak olanlardan olur. Çünkü Allah Kur’an da hüküm vermediği halde, bunlarda Allah katındandır diyenlerin halini, bakın mahşerde nasıl olacağını söylüyor. Zümer 60: Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Gözlerinde perde olmayan, gönülleri Kur’an nuruyla parlayan, her şeyi çok açık anlayacaktır. Dilerim Rabbim cümlemizi, kıyamet günü yüzleri ak olan, cennetin kalıcı kulları yapar. Dilerim Rabbim e yalan isnat eden, kullarına tabi olmayan, aklıyla Kur’an ı birleştiren, kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ORUCA BAŞLAMA VAKTİ VE KUR'AN....
Çok şükür bu yılda Ramazan ayına kavuştuk. Rabbim yalnız bizlere değil, bizden öncekilere de oruç tutmayı farz kıldığını, Kur’an da şöyle anlatır. Bakara 183: Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekiler üzerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazılmıştır. Bu sayede korunmanız umulmaktadır. Bu ayetten de anlaşılıyor ki oruç, bizlerin korunması maksadıyla emredilmiştir. Rahman yine bir ayetinde, orucun faydasını anlatmak içinde, şöyle söyler bizlere. ( Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır.) Allah bizler için faydası olan, oruç konusunda Kur’an da, çok detaylı bilgilerde vermektedir. Benim üzerinde durmak istediğim konu ise, bugün bizlerin oruca başlama vaktinin, Kur’an ın emrettiği vakit ile aynı olup olmadığı konusunda, konuşmak ve sizleri bu konu hakkında, düşünmeye davet etmek olacaktır. Her yıl dağıtılan imsakiyelerde, Diyanet İşleri Başkanlığının verdiği imsak ve namaz vakitleri yazılıdır. Sabah ezanı okunduğunda, artık oruca başlamamız gerektiği öğretilmiştir bizlere. Gerçekten bu bilgi doğrumudur. Allah ın rehberinde, oruca başlama vaktini izah ettiği örneğiyle, örtüşüyor mu bu bilgiler. Yine sabah ezanı günümüzde, Kur’an ın tarif ettiği vakitte mi okunuyor? İşte bir başka düşünmemiz gereken soru. Aslında konuyla da çok bağlantılı. Bizlerin Kur’an ile irtibatımız kesik olduğu için, ne söyleniyorsa yapmak zorunda kalıyoruz. Din adına Kur’an dan konuşmak isteyenlere de kızarak, senin eğitimin ne ki bu konuda konuşuyorsun, diyerek susturulduğundan, kimse düşüncesini dahi söyleyememektedir. Böyle olunca da, ne Allah ın rehberine müracaat ediyoruz, nede Rahmanın ayetleri üzerinde düşünüyoruz. Din adına düşünme ve iman işini birilerine bırakmışız ne yazık ki. Bizler ruhban sınıfı İslam da yok dememize rağmen, açıkça bir ruhban sınıfı yaratmışız kendimize. Ne söylenirse, hiç itiraz etmeden yapıyoruz, herhalde bu daha kolayımıza gelmiş ki, itirazsız uyguluyoruz. Tabi sonucuna da katlanacağımızı unutmayalım. Dün akşam ilk sahurumuza kalktık, Allah devamını da getirsin inşallah. Sabah ezan 04:15 gibi okundu, yani bizlere öğretildiği gibi, ezan okunmasıyla, artık oruç başlamıştı. Fakat işin ilginci, sabah namazına kalkanlar bilir, Ramazandan önceki birkaç gün öncesinde sabah ezanı, Ramazanın birinci gününde okunduğundan yaklaşık 35 dakika daha sonra okunuyordu. Yani sabah ezanı yaklaşık 35 dakika geri alındı. Ne oldu da birden bire, bir günde 35 dakika yaklaşık geriye geldi. Ramazan başlamadan evvel, geç mi sabah namazı kılıyorduk ta, Ramazan gelince daha geri gidildi. İşte düşünülmesi gereken sorular. Allah sabah namazının vaktini tarif ederken, oruca başlama vaktine benzer bir vaktin tarifini yapar. Buda fecir vaktidir. Yani gecenin gündüze yakın anı. Gecenin gündüze dönüş anıdır. Buradan da anlaşılıyor ki, Allahın sabah namazının vaktini tarif ettiği zaman ile oruca başlama vaktinin zamanı aynıdır, fakat günümüzde sabah ezanı o kadar erken okunuyor ki, Allahın oruca başlama vaktiyle uyuşmuyor. Sabah ezanının okunduğu saatte, lütfen başımızı pencereden çıkartıp dışarıya bakalım. Ezanın okunduğu zamandaki gecenin karanlığı ile yaklaşık 50–60 dakika sonrasında ki gecenin karanlığını karşılaştıralım. Daha sonrada Allahın bu konuda ki ayetini düşünelim. Bakalım Rabbim oruca ne zaman başlayın diyor, bizleri din adına yönetenler neler söylüyor, onu karşılaştıralım. Acaba aynı şeylerimi söylüyorlar, yoksa bu yaz gününün uzunluğunda, bir saate yakın, daha öncemi oruca başlatıyorlar, buna da sizler karar verin. Bakara 187:….. Tan yerinin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar yiyin için; sonra da orucu gece oluncaya değin tamamlayın. ….. Tan yerinin ilk ağarmaya başladığı, fecir vakti, yani gecenin gündüze yakın vaktinden itibaren ki esas sabah namazının kılınma vaktidir, beyaz iplikle siyah ipliğin ayırt edilme anından itibaren, yemeyi içmeyi kesin diyor Rabbim. Bu andan itibaren oruca başlayın diyor. Dikkat ediniz güneşin doğuşundan bahsetmiyor. Gecenin gündüzle buluşma anını tarif ediliyor. Gecenin konumunu açıklamak adına, bazı şeylerin fark edilecek duruma, geliş anının tarifini, örneğini veriyor Rabbim bizlere. Peki, bizler Allahın bu tarif ettiği zamanda mı başlıyoruz oruca, yoksa Rabbin tarif ettiği vakte yaklaşık bir saat mi var? Denemesi sizden. Allah o kadar basit ve anlaşılır veriyor ki örneğini, hala anlamayana, onu dinlemeyene sözüm olamaz. Bundan yüzlerce yıl önce yaşayanlar, eminim ki oruca günümüzden daha doğru bir zamanda başlıyorlardır. Şimdi teknoloji var deniyor, ama şimdide Kur’an dan o kadar uzak yaşıyoruz ki dinimizi, söyleyecek söz bulamıyorum. Şimdide yukarıdaki ayetin, sonundaki cümleye bakalım. Orucu gece oluncaya değin tamamlayın. Peki, bizler Allahın gece oluncaya değin, orucunuzu tamamlayın sözünden ne anlamışız? Oruca, günümüzde zifiri karanlıkta başladığımız gibi, gece tamamen karanlık olunca mı bitiriyoruz? Elbette hayır. Bu kısmı her ne hikmetse farklı anlamışız ve Allahın akşam namazını tarif ettiği vakte yakın, akşam ezanıyla orucumuzu bitiriyoruz. Amacım Kur’an a uymayan, uygulamada yapılan yanlışlığı, gündeme getirmek ve üzerinde sizleri düşünmeye davet etmektir . Ben Rabbin kitabından anladıklarımı aktardım. Sizlere düşen Allahın ayetleri ile bizlere öğretilenleri karşılaştırmak ve Kur’an ı rehber alıp, kendi imtihanımızı doğru yaşamak olmalıdır. Allah yanlışlarımı affetsin. Allah daha nice Ramazanlara kavuşmayı nasip etsin cümlemize inşallah. Dilerim Rabbimden cümlemizin oruçları, bedenimize ve ruhumuza şifalar verir. Orucun nimetlerinin farkına varamayanlarında, farkına varmalarını sağlar. Ve yine dilerim Rabbimden, aklını kullanıp, Kur’an ın rehberliğinde iman eden, kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK Dünyagündemi.net
-
PEYGAMBERE İTAAT EDİN, SÖZÜNDEN NE ANLAMALIYIZ?
Bizler ne yazık ki, Kur’an a bakarken, onun rehberliğinden, ışığından, nurundan faydalanmak yerine, bizlere öğretilenlere delil aramak adına, kelimelerin anlamları ile oynayarak, onların ardı sıra farklı manalar verdiğimiz içindir ki, nefsimizi, kendimizi kandırmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Allah apaçık, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, sana indirdiğimi kullarıma tebliğ etmezsen, görevini yapmamış sayarım. Bilmediğiniz, emin olmadığınız sözlerin ardı sıra gitmeyin, yoksa hesabını verirsiniz, diye apaçık tembihte bulunduktan, elçisine de sana tebliğ ettiğimi, kullarıma tebliğ et, sakın benim sözlerimden başka bir söz ekleme diye ikaz ettikten sonra, acaba aşağıdaki ayetleri nasıl anlamamız gerekir dersiniz? Allah a ve elçisine itaat edin sözlerinden, Allahın verdiği hükümleri ayrı, elçisinin verdiği hükümler ayrı, yani farklı olarak düşünmemiz, bizleri şirk batağına götürmez mi? Allah hiç kimseyi hükmüne ortak etmez ayetinin üstünü örtenler, nefsini tatmin için görmezden gelenler, işte bu büyük yanlışı ne yazık ki yapmaktadır. Gelin hep birlikte, Kur’an ışığında bu sözlerden Rabbim ne anlatmak istiyor, birlikte anlamaya çalışalım. Ali İmran 32: De ki: 'Allah'a ve elçisine itaat edin.' Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz Allah, kâfirleri sevmez. Al-i İmran 132: Allah`a ve Peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin. Nisa 80: Kim peygambere itaat ederse, Allah`a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik. Ne yazık ki, Allahın asla hüküm vermediği, hatta Kur’an ın özüne uymayan onca itikatlara delil aramak adına, yukarıdaki ve benzerleri ayetlere, öyle anlamlar veriliyor ki, çık çıkabilirseniz işin içinden. Allahın elçisini hâşâ, Rabbin hükümlerine ortak ederek, affedilmeyecek büyük günahları işlediğimizin, farkında bile değiliz. Lütfen artık kendimize gelelim, yoksa Rabbin hışmından asla kurtulamayız. Ucu açık, sonu olmayan, Allahın hüküm vermediği yüzlerce hurafeye, kanıt gösteriliyor yukarıdaki ayetler. Hâlbuki Allah elçisine uyulmasını neden istemişti, gelin şimdide onu yine Kur’an ayetlerinden anlamaya çalışalım, bakalım Rabbim elçisine uyulmasını neden istiyor, acaba elçisi, Kur’an dışından da hüküm verebilir mi diyor, yoksa elçisine çok önemle dikkat çektiği direktifler mi veriyor. Gelin şimdide onlara bakalım. Aşağıdaki ayetleri okuyup, üzerinde biraz düşündüğümüzde, acaba yukarıdaki ayetlerde Rabbim elçisine uyun demekle, neyi kast etmiş olabilir, bunu dikkatle düşünelim. Çünkü Allah düşünerek, aklımızı kullanarak iman etmemizi, onlarca ayetinde söylüyor. Nur 54: De ki: Allah'a itaat edin; Peygamber'e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber'in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber'e düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır. Kehf 56: Biz resulleri, sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfir olanlar ise, hakkı bâtıla dayanarak ortadan kaldırmak için bâtıl yolla mücadele verirler. Onlar âyetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri alaya almışlardır. Hakka 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45 Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Gaşiye 21: Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Yunus 109. Sana vah yedilene uy ve Allah hüküm verinceye kadar sabret. O, hâkimlerin en hayırlısıdır. Zühruf 43:Sen, sana vah yedilene sımsıkı sarıl! Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Araf 3: Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Enam 57:….. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Enam 19:…. Bu Kur’an bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım…… Araf 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Nisa 105: Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Sakın hainlere yardakçı olma. İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Tur 48: Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, gözlerimizin önündesin. Ve her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et. Kefh 26:. ………Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz. Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Ankebut 18: "Eğer yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki ümmetler de yalanlamıştı. Resule de düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir. Ahzap 2: Rabbinden sana vah yedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. İbrahim 52.: İşte bu, onunla( Kur’an la) uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. Ahzap 45: Ey Peygamber! Hiç kuşkusuz, biz seni bir tanık bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. 46 Ve Allah'ın izniyle bir davetçi, ışık saçan bir kandil olarak. Yukarıdaki ayetleri okudunuz. Acaba bu ayetlerde Rabbim, özet olarak ne diyor bizlere? Sizlere öyle bir rehber kitap gönderdim ki, görevlendirdiğim elçime uyarsanız, size ayetlerimi tebliğ edecek ve sizlere doğru yolu gösterecektir. Oda sizlere yalnız ve yalnız benim gönderdiğim ayetleri tebliğ etmekle görevlidir. Asla başka bir şey tebliğ etmeyeceğinden, ona kesinlikle uyunuz, güveniniz. Resule düşen açık bir tebliğdir. Sizden sorumlu olmayıp, onun tebliğlerine uyunuz. Çünkü onun sizlere tebliğ ettiği, benim vah yettiğim Kur’an dır. Ona uymayan bana uymamış demektir. Sizlerin uyacağı yalnız elçimin tebliğ ettiği Kur’an dır, sakın onun dışında emin olmadığınız sözlerin ardına düşmeyin, Kur’a na sarılın. Benim elçim sizler için örnektir diyor Rabbim, çünkü ona ilettiğim vahyi hayatına geçirmiştir, onu örnek alın diye de bakın aşağıdaki ayette neler söylüyor. Ahzap 21: Yemin olsun, Allah resulünde sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenlerle Allah'ı çok ananlara güzel bir örnek vardır. İşte Kur’an, işte Rabbin verdiği akıl fikir. İsteyen hiçbir etki altında kalmadan Rahmanın sözlerini düşünür ve ardı sıra gider öyle iman eder, isteyen, sen Kur’an dan anlayamazsın diyenlerin sözlerine inanıp, beşerin kanıtsız, mesnetsiz delillerin peşinde gider. Örnek alacağımız peygamberimizin Kur’anı yaşarken verdiği yaşam örneğidir. Bunu çok iyi araştırmalı ve bu örnek yaşamın takipçileri olmalıyız. Bizlere düşen Kur’an a uymaktır, Kur’an ı kendimize uydurmak değil. Verdiğimiz imtihanda zorlama asla yoktur. Her beşer, kendi imtihanından sorumludur. Elimizde imtihan olduğumuz Kur’an, üzerinde düşünerek imtihanımızı vermeliyiz. Bu imtihandan kaçış asla yoktur. İmtihanını başkalarına havale edenler, dipsiz bir kuyuya düşer, sonunu da Allah korusun hiçbirimiz tahmin bile edemeyiz. Kur’an ın ışığını kalbinde hisseden, nasibini alan, tüm gerçekleri görecektir. Çünkü Allah Kur’an ı art niyetsiz okuyanların, gönül gözünü açacağını söyler bizlere. Görenlere, hissedenlere, duyanlara ne mutlu. Dilerim Rabbimden Kur’an a, beşerin sözlerine delil aramak adına değil, Rabbin sözlerini, uyarılarını, önerdiği yolu yöntemi anlamak adına bakan, kulları arasında oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'ANA YAPTIĞIMIZ SAYGISIZLIĞIN FARKINDA MIYIZ?
Bir işe başlarken, eğer çok iyi düşünmeyip, araştırma gereği duymadıysak, yalnız gözlemlerimize dayanıp, duyduklarımızla, duygularımızla kararlar vermiş isek, asla o işten de doğru sonuç alamayız. Bu sözleri söylemekte ki amacım, bizler acaba İslam ı yaşamaya başlarken, takip ettiğimiz yol, Allahın emrettiği, istediği yol mu? İslam ı yaşamaya, doğru bir noktadan mı başlıyoruz? Bilgi aldığımız kaynaklardan, ne kadar eminiz? Bilgilerin korunduğu, emin kaynaklardan mı faydalanıyoruz. İşte bu sorunun cevabını gelin birlikte arayalım, ama aklımızı mantığımızı bir kenara bırakmadan tabi. Çünkü Allah rehberinde yüzlerce kez, aklımızı kullanarak, düşünerek iman etmemizi emrediyor. Allah bizlere Kur’anı gönderirken, acaba nasıl göndermiştir? Bizler Kur’an dan mı sorumluyuz, yoksa onun dışından da hükümler de var mı sorumlu olduğumuz? Sorumlu olduğumuz konuların açıklandığı, hükümlerin verildiği Kur’an, Anlaşılması zor bir kitap olabilir mi? Eğer gerçekten anlaşılması zor, yılların eğitimini görmüş insanların anlayacağı bir kitap ise, bu durumda dini, Kur’anı anlatan bir ruhban sınıfın olması gerekmez mi, tıpkı Hıristiyanlarda olduğu gibi? Ama bizlere sorduklarında bizim dinimizde ruhban sınıfı yoktur diyoruz. Çünkü bunu Rabbim söylüyor. Eğer Kur’an herkesin anlayacağı bir kitap değil de, özel eğitimden geçen insanların anlayacağı bir kitaptır diyorsak ve bunda iddia ediyorsak, demek ki İslam dininde de bir ruhban sınıfı yaratmışız demektir. Bir arkadaşımız bana şöyle bir soru sormuştu, sizinle paylaşmak isterim, çünkü yaptığımız en büyük yanlış bu sözlerin ardında yatıyor. Toplum Kur’an dan adeta bu sorularla uzaklaştırılıyor, korkutuluyor ve emin olmadığımız bilgilere yönlendiriliyor. (Kur’an dilini, Arapçayı mükemmel derecede biliyorsanız, çok derin bir İslam tarihi bilginiz varsa senelerce tefsir ilimi üzerine dirsek çürütmüşseniz tabiî ki Kuran-ı Kerim i anlamak için kimsenin yardımı gerekmez. Kendi başınıza da anlayabilirsiniz.) Yukarıdaki fikri savunan arkadaşımızın, düşüncesinin doğru olduğunu düşünelim. Demek ki Kur’anı anlayabilmek için, önce çok iyi Arapça bilmemiz gerekiyor, yani Kur’an hiçbir dile doğru tercüme edilmiyor demektir bu durumda. Zaten bu fikir işlenmeye çalışılıyor. Kur’an ı anlayabilmek için, çok derin İslam tarihi bilgimiz olması gerektiği, senelerce de tefsir ilmi üzerine dirsek çürütmemiz düşüncesin, doğru olduğunu var sayalım. Demek ki Kur’anı anlamak o kadar kolay değilmiş. Bu durumda bizlere söylendiği gibi, çok özel insanlar yani veli ve âlim insanlar ancak Kur’anı anlayabilirmiş, bu sözlerden bu sonuç çıkıyor. Yani İslam dininde de bir ruhban sınıfı var demek ki. Ama biz hep yok diyoruz. Demek ki bu bilgide yanlışmış demek gerekir, tüm söylenenlere inanırsak. Düşünmeye devam edelim. Allahın adaleti acaba bu durumda nasıl olabilir, onu düşünelim bu fikre göre. Allah öyle bir rehber gönderiyor ki bizlere, bizler bu rehber kitabı okuduğumuzda anlayamıyoruz. İşin kötüsü, sakın velilerin ardına düşmeyin diye de tembihte bulunuyor Rabbim. Bu durumda bu kitap bizlere nasıl rehber olacak, düşünen var mı? Bakın farkında olmadan Allahın kitabına yaptığımız saygısızlığı görüyor musunuz? Daha da ilginci sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum, bu kitaptan hesaba çekeceğim diye de açıklık getiriyor. Sakın emin olmadığın bilgilerin peşinden gitmeyin, sorumlu tutarım sizleri diyor. Birde birçok kez dikkatlerimizi çekmek adına, Kur’anı yemin ederek anlamamız için kolaylaştırdığını söylüyor. Rabbim ne söylüyor, beşer neler söylüyor. İşte içinde çırpındığımız açmaz. Peki, bizlerin durumu ne olacak bu durumda? Hem herkesin anlayamayacağı, anlamak için yıllarca eğitim görülecek bir kitap verecek Allah, daha sonrada aynı kitaptan herkesi sorumlu tutacak, öylemi? Böyle bir adaleti nasıl olurda Allaha layık görürüz, hiç düşünen var mı? Beşerin yazdığı kitaplara dahi layık görmediğimiz bir düşünceyi, nasıl olurda Allaha isnat ederiz, lütfen aklımızı başımıza toplayıp düşünelim artık. Yemin ederek bu kitabı kolaylaştırdığını söyleyen Rabbim e inanmak yerine, beşerin yalanlarına inanıyoruz. Bizler nasıl bir yanlışın içinde olduğumuzun, hala farkında değil miyiz? Herhangi bir kitabın yazarıyla karşılıklı konuşurken, bizlere dese ki; Yazdığım kitabı nasıl buldunuz, düşüncenizi söyler misiniz dese. Sizde şöyle bir cevap verseniz, acaba o yazarın bu cevap karşısındaki tavrı ne olur? Yazdığınız kitap ta her konuda açıklık yok. Konuları özet geçmişsiniz. Okuyan herkes bu kitabın ne anlattığını anlayamaz. Bu kitabı anlamak için, yıllarca eğitim görmek gerek, daha açıkçası bunu anlamak için âlim olmak lazım desek, acaba o yazarın yüzü ne hallere girer? Bu sözler karşısında sevinip öğünür mü, yoksa üzülür mü? Bakın bu soruya cevap bile vermek istemiyorum, ama bu hakareti bu saygısızlığı biz hiç farkında olmadan Yüce Rabbim e bizlerin yaratıcısına, gönderdiği kitaba yaptığımızın, hala farkında bile değiliz. Allah herkesin anlayamayacağı bir kitap gönderip, daha sonrada her kulunu bu kitaptan sorumlu tutar mı? Ne dersiniz sizin aklınıza mantığınıza uyuyor mu? Böyle bir adaleti, Allaha isnat etmenin korkunçluğunun hala farkında değiliz. Bu saygısızlığı yapan bizlere de Allah, ne huzur veriyor nede mutluluk. Elbette bu düşüncelerle, Allaha ettiğimiz dualarda, karşılıksız kalıyor. Şimdide Kur’an a bakalım, gerçekten Kur’anın sorumlu olduğumuz muhkem ayetlerini anlamak için yıllarca eğitim alıp, dirsek çürütmemiz gerekiyor mu? Bu konuda Allah ne diyor. Kamer 17. Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Kamer 22 Yemin olsun ki, biz, Kur an'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var. Nisa 174: Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. Allah yemin ederek bizlere öğüt almanız için, sizlere kolaylaştırılmış bir Kur’an, kesin bir delil, apaçık bir nur indirdiğini söylüyor. Peki, bizler neler söylüyoruz? Sanki Allah ile inatlaşırcasına, Allahın söylediğinin tam tersini söyleyenlere, nasıl inanabiliyoruz bunu düşünen var mı? Devam edelim bakalım Allah Kur’an için daha neler söylüyor. İsra 89: Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler. Nisa 28. Allah size hafiflik getirmek istiyor. Çünkü insan çok zayıf yaratılmıştır. Araf 174: Belki inkârdan dönerler diye ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz. Bakar mısınız lütfen. Allah Kur’an da her türlü misali, çeşitli şekillerde anlattık ki, anlayabilsinler diyor. Bizlere hafiflik, kolaylık getirdiğini de belirterek, bizlerin zayıf yaratıldığını söylüyor. Acaba bizleri zayıf yaratan Rabbin, zor anlaşılan bir rehber gönderir mi? Daha da açıkça söyleyip, inkârlarından dönerler diye, ayetleri açıkladığını belirtiyor, ama bizler bırakın açıklandığını söylemeyi, Kur’anı anlamak için yıllarca eğitim görülmesi gerektiğini söyleyip, hala Kur’anı anlamamakta inat ettiğimizi gösteriyoruz. Bu inadın sonu sizce nereye varacak dersiniz? Sanırım hesap gününe. Ne kötü bir inattır, Rahmanın sözleri yerine, beşerin hurafelerine iman etmek, sonunu elbet bir gün göreceklerdir. Ama o gün pişmanlıkları asla fayda etmeyeceğini, Rabbim şimdiden hatırlatıyor. Devam edelim Kur’ana bakmaya, acaba söyledikleri gibi, zor anlaşılan, ayrıntılı açıklanmayan bir kitapmı? Yunus 37: Bu Kur'an, Allah'tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu, önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, âlemlerin Rabbindendir Nur 34: Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik. Yukarıdaki iki ayeti okuduğunuzda, Kur’anın anlaşılması zor bir kitap olduğunu mu anladınız? İşte Kur’anı gereği gibi okumayanlar, ondan nasıl faydalanacağının bilincinde olmayanların takip ettiği yol. Bu gerçeklerin farkına varmamızı istemeyenlerde, işte böyle bizleri Kur’an dan uzaklaştırmaktadırlar. Kur’anı anlayarak okuyanlar, onun ayetleri üzerinde düşünenler, Kur’an dan uzaklaşarak kendilerine bir inanç yaratanların tuzaklarına düşmeyeceklerdir. Tüm korku, yarattıkları beşeri imparatorluğun sona erme korkusudur. Bunu yıkmak isteyen Kur’an ın ipine sarılır. Yıkmak istemeyenlerde, onun girdabına kapılır. Şimdide Rabbimin gösterdiği yola bakalım. Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? İbrahim Sur.52.: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. . Enam 104: Gerçek şu ki, size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim. Bizler eğer çıktığımız yola yanlış yerden başladıysak, ulaşmak istediğimiz yere de ulaşmamız, mümkün olamayacaktır. Allahın kitabını elleriyle zorlaştıranlar, elbette ondan istifade edemeyecek, onun nuruyla nurlanamayacaktır. Kur’anı anlayarak okumayanların, aklını kullanmayanların, kalp gözlerine Kur’an ışığı girmeyeceğine göre, doğru anlaması ve Allahın gerçeklerini görmesi de, mümkün olmayacaktır. Allahın önerdiği gibi, Kur’anı anlayarak okumayanlar, onu inceden inceye düşünmeyecekleri için, doğru anlamaları da mümkün değildir. Ayetler üzerinde düşünemeyen, aklını kullanamayanların, kalpleri elbette kilitlidir. Allah Kur’anın bir uyarıcı olduğunu, aklı ve gönlü işleyenlerin ibret alacakları, bu kitabın bir tebliğ olduğunu söylüyor. Anlaşılması zor bir kitaptır diyenlere, aklını ve gönlünü işletemeyenlere elbette sözümüz olamaz. Allah Kur’anın bizler için gönül gözü olduğunu söylüyorsa, kimler görürse ne mutlu onlara, göremeyenlere tavsiyemiz, Rahmanın ipine sarılın ona gönlünüzü açın, O size gereken ışığı verecektir demekten başka tavsiyemiz olamaz. Kur’an ı bizzat bizler anlamaya çalışmadığımız için, gönlümüze Kur’an ın nuru da, ışığı da girmiyor. Apaçık rehber elimizde olduğu halde, birbirimize karşı ihtirastan, çekişmelerden düşman olmuşuz. Allahın Kur’an için söylediklerini görmezden gelip, beşerin yanlışları ile ihtirasımızın esiri olmuşuz. Bakın böyle olanlara Rabbim ne diyor. Aliimran 19: Doğrusu Allah katında din, İslam'dır. O kitap verilenlerin ayrılığa düşmesi ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtirastandır. Her kim de Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphe yok ki Allah, hesabı çabuk görendir. Sanırım Allahın bu ayetinden sonra, kendimize çekidüzen vermekten, düşünüp yanlışlarımızı görmekten başka, yapacak hiçbir şeyimiz yok. Allah Zühruf 44. ayetinde, İleride bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız dediği halde bizler, hala bu kitabı anlaşılması zor yapıp, devre dışı bırakarak, beşerin kitaplarına yöneliyorsak, sonumuzun hiçte iyi olmayacağını bilmeliyiz. Sizce bu yol ve yöntemi mantığınız onaylıyor mu? Onaylıyor diyenlere, sözüm meclisten dışarı. Dilerim Rabbim bizleri artık, Kur’an ın nuruna, güneşine, gönül gözüne karşı yaptığımız bu saygısızlıktan, iftiradan ve Allahın adaletini basite almaktan kurtarır. Yoksa pisliğin içinde, çırpınmaktan asla kurtulamayız. Rabbim bizleri bağışla, aklı gönlü işleyen, gönül gözleriyle görebilen, Kur’anı inceden inceye düşünebilen, yalnız Rahmanı VELİ edinen, kulların arasına al bizleri. ÂMİN. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
FARKINDA OLMADAN YAPTIĞIMIZ BÜYÜK YANLIŞ.
Bugün sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim konu, meleklerin cinsiyeti konusunda, cahiliye devrinde söylenenler ile günümüzde farkında olmadan, bizlerin yaptığı aynı hatalara, sizlerin dikkatinizi çekmek istiyorum. Hatırlayınız Kur’anın indirildiği devirlerde, kız çocuklarının istenmediği, hatta diri diri toprağa gömdüklerini biliyoruz. Bu cahiliye döneminde meleklerin dişi oldukları söylenir ve resimleri de yapılırken, dişi olarak yapılırmış. Allah da buna kızarak bakın ne diyor bir ayetinde. İsra 40: Rabbiniz erkek çocukları size seçip ayırdı da kendisine meleklerden kız çocukları mı edindi? Gerçekten çok büyük bir söz söylüyorsunuz. Bakar mısınız lütfen, Rabbim bunu söyleyenlere ve böyle düşünenlere nasılda kızıyor. Gerçekten çok büyük bir söz söylüyorsunuz diyor. Yani Allah siz bu sözünüzle, büyük bir iddiada bulunuyorsunuz diyerek, kızgınlığını belirtiyor. Bugün kiliselerin içini süsleyen resimlere baktığımızda, meleklerin bir dişi olarak resmedildiğini görürüz. İşte bu cahiliye devrinden günümüze kadar gelen, yanlış inancın etkisindendir. Peki, biz Müslümanların durumu, acaba çok mu farklıdır dersiniz. Sizlere sormak isterim, hatırlayınız evlatlarımıza melek ismini koyarız. Siz hiç erkek çocuğuna melek ismini koyduğumuzu gördünüz ya da duydunuz mu çevrenizde? Cevabınızı duyar gibiyim. Evet, hiçbir zaman bir erkek çocuğa melek ismini her nedense koymayız, o ismi kızlarımıza layık görürüz. Ne dersiniz inançlarımızın gizli bir yerinde, hala cahiliye döneminin izleri çok baskın bir şekilde hayatımızı etkilemiyor mu? Bu yanlışları yapanları Allah, nasıl yukarıdaki ayette ikaz ediyordu. Bu yanlışları yapanlara, Rabbin ikazı devam ediyor ve bakın neler söylüyor. Saffat 150: Yoksa biz, melekleri, bunların tanıklık ettikleri bir sırada, dişiler olarak mı yarattık. Zühruf 19: Rahman'ın kulları olan melekleri, dişiler saydılar. Onların yaratılışına tanık mıydılar? Tanıklıkları yazılacak ve sorguya çekilecekler. Allah bizleri bu kadar açık ikaz ettiği halde, sakın sizlere açıklama yapmadığım, söylemediğim konularda yorumlar yapmayın, konuşmayın dediğim halde sizler, meleklerimin yaradılışına sanki şahit olmuşçasına onları dişiler sayıp, dişi isimleri takıyorsunuz diyor. Bunu yapanlar için bakın ne diyor. (Tanıklıkları yazılacak ve sorguya çekilecekler.) Rabbim bu yanlışlardan bizleri korusun. Bu hatalara benzer günümüzde yüzlerce hatayı, Rahmanın rehberi apaçık yazmasına rağmen, hala devam ettirdiğimizin farkında bile değiliz. Bu örneği sizlere hatırlatarak, yaptığımız diğer yanlışları görebilmek ve düşünebilmemiz için verdim. Son olarak hatırlatacağım ayet ise, böyle yanlışları yapan, Kur’anın ayetlerine gözlerini yuman, üstünü örten, beşerin sözleri ile imanını yaşayanlara, ciddi bir ihtar niteliğinde, bakın ne söylüyor Rabbim. Necm 27: O âhirete inanmayanlar, meleklere mutlaka dişilerin adlarını takarlar. Allahın hüküm vermediği, açıklamadığı bir konuda hükümler veren ve inancını böyle yaşayanlara, Rabbim çok sert bir söz söylüyor. O ahirete inanmayanlar, meleklere mutlaka dişilerin adlarını takarlar diyor. İşte bu sözlerden çok şeyler anlamalıyız, burası önemli. Meleklere dişilerin isimlerini takanlar, Allaha, elçisine iman etmeyenler değil. Hatta meleklerine, kıyamete, hesap gününe de iman ediyorlar. Peki, Rabbim neden O ahirete inanmayanlar sözünü kullanıyor bu ayetinde o zaman? Değerli dostlar, Allah size gönderdiğim kitaba tam iman etmediğiniz sürece, sizleri gerçek iman eden saymam diyor. Sizlere gönderdiğime ne ilave yapabilirsiniz, nede çıkarabilirsiniz. Ayette anlatılmak istenen çok açık, tabi anlayabilene. Bir bina yaparken harcını eksik koyarsanız, ya da koymanız gereken malzemeden başka malzemelerde koyarsanız, küçük bir sarsıntıda yıkılır. İşte bizleri yaratan mülkün sahibi de, bizlerin iman adına yapacaklarımızın yalnız Kur’an merkezli olmasını ve bu hükümlerinin dışına asla çıkmadan yaşamamız gerektiğini, yüzlerce kez söylüyor bizlere Kur’an da. Çünkü Allahın elçisi, bizlerin Başöğretmeni Hz. Muhammet de yalnız ve yalnız Kur’anı tebliğ etmiş ve ona sarılmamızı öğütlemişti. Peki, bizler neler yapıyoruz? Nasıl yaşıyoruz dersiniz günümüzde İslam ı? İşte bunu düşünmek bile istemiyorum. Yaradan benim açıklamadığım konularda konuşmanızı HARAM kılıyorum diyorsa bizlere, Kur’an da her şey yazmaz, O özet bilgidir diyenlere inandığımızda, Rahmanın asla Kur’an da bahsetmedikleri konularda yaşadığımız İslam, acaba bizleri nereye götürür dersiniz? Yorum ve karar sizlerin. Herkes kendi imtihanını yaşıyor. Elimizde Allahın rehberi apaçık duruyor. İsteyen Allahın rehberine sarılır, isteyen beşerin rehberine. Kimin doğru yolda olduğunu huzurda göreceğiz. Allah aklını kullan, seni Allah ile aldatanlar çıkacaktır diyor da, sizleri Kur’an dan sorumlu tutacağım diyorsa, sanırım aklını kullananlara söylenecek başka söz olmasa gerek. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
BİZLER YOKSA HALA, AYNI YANLIŞLARI YAPMAYA DEVAM MI EDİYORUZ?
Bugün sizlerle Kur’an da geçen, puta tapanlar sözünden Rabbim kimlerden bahsediyor ve puta tapanların inançlarının neler olabileceğini, yine Kur’an dan yola çıkarak anlamaya çalışalım ki, Rabbimin kızdığı bu inanç şeklinden, bizler de uzak kalabilelim inşallah. Önce şöyle bir düşünelim. Bu Kur’an peygamberimize indirildiğinde, Allahın varlığına inanmayanlar mı, Allah yerine putlara tapıyordu? Kur’an a baktığımızda tam tersine putlara tapan, onlardan yardım isteyenlerin büyük kısmının, ehli kitap toplumu olduğunu görüyoruz. Yani bunlar, Yahudi ve Hıristiyan olduğunu söyleyenler. Demek ki bunların hepsi edindikleri putlara Allah diye tapmıyorlar, tam aksine kendileri ile Allah arasında aracı olmalarını istedikleri, edindikleri beşeri putlaştırmış, tağutların ardı sıra giderek, onlardan yardım ister olmuşlar. Örneğin isimleri Kur’an da da geçen, veli edinerek ondan yardım istedikleri putlardan olan LAT, o devirde hacca gelen insanlara yiyecek, su gibi ihtiyaçlarını dağıtan, buraya gelen insanların ihtiyaçlarını gören, toplumda çok sevilen bir insan olduğu rivayet edilir. Yine o devirde putlaştırılan, Allah tan istenecek yardımı, bunların aracılığıyla, bu şahısların putlarından, heykellerinden dileyen MENAT ise, o devrin insanlarının refah ve iyiliği için uğraşan bir insan olduğu, bununda toplumca çok sevildiği rivayet edilir. UZZA ise, o devrin insanlarının sağlığı ile ilgilenen, onların sağlığına koşan bir insan olduğu anlatılır. Tabi tüm bu bilgilerin doğruluğu konusunda, kesin bir bilgide yoktur. Yalnız bilinen bir gerçek varsa, yaşadığı devirde çok sevilen, saygı duyulan, yardım sever bir insan olduklarıdır. Yaşadıkları dönemlerde üzerinde çok fazla durulmayan, ama öldükten sonra adeta putlaştırılan bir insan oldukları anlaşılıyor. Sanırım bu sözlerimi okuyunca, günümüzde aynı hataların, hala devam etiğini düşündünüz değil mi? Yine atalarının inancında direten, Rabbin gönderdiği ehli kitaptan iyice uzaklaşan, atalarının hurafe inançlarının ardı sıra gidip, Allahın gönderdiği elçisine sırt çeviren, onu dinlemek bile istemeyenlere bakın ne söylüyor. Sad 4–5:İçlerinden kendilerini uyarıp irşad edecek birinin gelmesine her nedense şaşırdılar ve o kâfirler: “Bu bir sihirbaz, bir yalancı! İşte tutmuş bunca ilahı bir tek ilah yapmış! Bu gerçekten şaşılacak, çok tuhaf bir şey! Dediler. Dikkat ederseniz bu ayetler ümmi topluma hitap ettiği gibi, ehli kitap toplumuna da hitap ediyor. Putlar edinenlerin içinde ehli kitap olanlarda var. Hâlbuki ellerinde hem İncil, hem de Tevrat var. Bu kitaplar olduğu halde, hiçbirisi kitaba değil, atalarından öğrendiklerinin peşi sıra gider olmuşlar. Hemen düşünelim, bizler günümüzde nasıl davranıyoruz? Elimizde ki Kur’an için, burada her şey var, gelin onun hükmüne göre mi yaşayalım diyoruz? Yoksa aynı hataları bizlerde yapıyor muyuz? Yorum sizlerin. Eğer yaptığımız hataların hala farkında değilsek, sonumuzun da ne olacağını tahmin etmek o kadar zor olmasa gerek. Bakın hesabın görüleceği o çetin gün geldiğinde, peygamberimiz ne söyleyecekmiş, Rabbim aklını zerre kadar kullananları, ne güzel ikaz ediyor. Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Ne dersiniz Kur’anı devre dışı bırakanlar, acaba içimizde kimler olabilir? Bu sorunun cevabını bilmek sanırım o kadar zor olmasa gerek. Kur’an da her şey yoktur, O özet bilgiler içerir. Kur’anı herkes anlayamaz veli insan anlar diye iman edersek ve bunları topluma anlatırsak, sizce Kur’an devre dışı kalmaz mı? Peki, onun yerine neler devreye girer? Kur’an devre dışı kalmışsa, onun yerine şeytanın devreye gireceği çok açıktır, ahhh bir düşünebilsek. Şimdide bu konu ile ilgili, Rabbin bir ayetini sizlere hatırlatmak istiyorum. Bakalım Allah kendisi ile arasına aracı konarak, yardım istenmesine ne cevap veriyor. Zümer 3: Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) 'Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.' Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kâfir olan kimseyi hidayete erdirmez. Demek ki Bizler Allaha yaklaşmak onun rızasını almak, ondan yardım istemek için, asla bir beşeri veli edinip aracı koyamayacağımızı, bunu yapanların ise puta tapmak, tağut un peşinden koşmak olduğunu söylüyor. İşin daha kötüsü aracı koyanlara KÂFİR diyor Rabbim. Şimdide sizlere şöyle bir bilgi nakletmek istiyorum, LAT isimli edindikleri put hakkında. Bunu da günümüz inançlarımızla karşılaştıralım. ( Lat, Taifliler in baş putu idi. Anlatıldığına göre Lât, vaktiyle iyi ve yardımsever bir adamın adı idi. Bu adam Mekke'ye gelen ziyaretçilere un dağıtırdı. Ölünce halk, bir süre mezarını ziyaret yeri edindi. Arkasından heykelini diktiler. Daha sonra da heykelini n üzerine “Beytür Rabbe” adını verdikler i bir anıt yapı kurdular. Hicri dokuz yılında Mekke'nin ardından Taif de fethedilince Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) sahabeler den Muğıre b. Şube'yi göndererek bu putu yıktırdı. (Bkz. İbn Kesir, El-Sireti'n-nebeviyye, c. 4, s. 61.) Yukarıdaki bilgileri okuyunca günümüzde yaptığımız yanlışlara ne kadar benzediğini hatırladım. Acaba bu yanlışların birçoğunu bizler günümüzde yapmıyor muyuz? Allah sakın din ve iman adına velilerin peşine düşmeyin, onlardan medet ummayın, aramıza aracı koymayın, şefaat dilemeyin dediği halde, bizler bunun tam tersini yaparak, bugün günümüzde bu şahısların mezarlarına gidip, sabahlara kadar mezarının yanında yatarak, ondan yardım istemiyor muyuz? Ölmüş bazı kişiler için bunlar Allah dostuydu, bizlere şefaat edecek diyerek, onlardan medet ummuyor muyuz? Belki bugün, daha önce yapılanlar gibi onların heykellerini yapmıyoruz, ama bizler Rabbin uyarısına kulak tıkayarak, veli edindiğimiz kişilerden, tıpkı peygamberimizin devrinde putlara yaptıkları gibi, Allahtan yardım isteyeceğimiz yerde, bugün bizler bu kişileri Allah ile aracı yaparak bunlardan yardım istemiyor muyuz? Veliler şefaatçidir dersek, şefaati Rabbimden dilemek yerine, edindiğimiz velilerden dilersek, puta tapanlardan farkımız kalır mı dersiniz? Allah şefaati yalnız benden dileyin, hiçbir şefaatin kabul edilmediği o günden sakının sözlerine kulaklarını tıkayanlar, acaba o devrin puta tapanlarından çok mu farklı? Sanırım tek fark, bu gün bizler onların heykellerini yapmadığımız olsa gerek. Kur’ana danışmaya devam edelim. İbrahim peygamber putlara tapan babasına bakın ne diyor. Enbiya 52–53: Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir? "Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" dediler. Demek ki atalarımız böyle ibadet ediyor, demek kadar büyük bir yanlış olamaz. Bugünde aynı yanlışın içinde çırpınıp duruyoruz, ama Kur’anı rehber alıp, düşünen mi var? Allah Kur’an da peygamberimizden bahsederken, O kendi hevasın dan konuşmaz, onun sözleri Rabbin ilettikleridir, yani Kur’an dır diye bizleri uyarır. İşte Kur’an da geçen heva, nefsin arzu ve hevesleri, istek ve tutkuları anlamına gelir. Hevanın ilah edinilmesi de, insanın kendi nefsinin isteklerini, Allah'ın emir ve isteklerinden önde tutması ile olur. İşte önemli olan bunun farkında olabilmektir. Bizler farkında olmadan nefislerimizin esiri olup, beşeri putlaştırdığımız da, sapkınlığın içinden asla kurtulamayız. Eğer bizler nefsimizin etkisinde kalırda, veliler edinerek Rahmandan istememiz gereken yardımı şefaati, edindiğimiz velilerden istemeye devam edersek, ne olur biliyor musunuz? Bunu da herkes kendisi düşünsün. Çünkü herkes kendi imtihanından sorumlu tutulacaktır. Dostlarım, hepimiz bir imtihandayız, artık bunun farkına varalım. Bizi Allah ile aldatmak isteyenler, imtihanımızda başarısız olmamız için, çaba gösterenler var. Gelin geçmişte edindikleri velileri putlaştırıp, tağut un peşinden gidenler gibi olmayalım. Gelin peygamberimize indirilen ve Allah elçisinin bizlere tebliğ ettiği emaneti, Rahmanın koruması altında olan, Kur’anın ipine sarılalım. Onu anlayarak bolca okuyup, Allahın söylediği gibi, üzerinde düşünelim ki, bu hayatımızdaki imtihanda karşılaşacağımız sorunları, doğru çözümleyebilelim. Emaneti teslim ettikten sonra, son pişmanlığın hiçbir faydası olmayacaktır, bunu da unutmayalım. Bakın Rabbim bizleri nereye yönlendiriyor, aklı olan bu ayetlerin üzerinde çok ama çok iyi düşünür. Kehf 27: Rabbinin Kitabı'ndan sana vah yedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın. Enbiya 10: Andolsun ki, size öyle bir kitap indirdik ki. Bütün şanınız ondadır, hala akıllanmayacak mısınız? Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır. Nahl 89:… Sana bu Kitap'ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun. Ankebut 51. Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Puta tapan, beşeri putlaştırıp ilahlaştıranlar ne yazık ki günümüzde belki şekil değiştirmiş haliyle, aramızda güç sahibi olmuşlar, bizleri sindirmeye çalışıyorlar. Yukarıdaki Rabbin sözlerini sizlere hatırlattım. Amacım sizleri Kur’ana davet etmek ve üzerinde düşünmenizi sağlamaktır. Allah yukarıdaki ayetlerde söylediği gibi, Rabbimden vah yedilen kitabı okumamızı ve ondan başka sığınılacak bir kitabında olmadığını söylüyorsa, bütün şanımızın Kur’an da olduğu ikazını yapıyorsa, bu kitapta her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle gözler önüne koyduğunu belirtiyor da, her şeyin ayrıntılı açıklandığı bilgisini verip, karşımızda okunan kitabın bizlere yeteceğini apaçık bildiriyorsa Rabbim, lütfen bu sözlerin tersini söyleyenlere inanmayalım. Eğer inanmaya hala devam edersek, hiç unutmayalım, Allah pisliği üzerimizden eksik etmeyecek, namerde de bizleri muhtaç edecektir. Allah bizleri bu durumdan korusun inşallah. Dilerim Rabbim cümlemizi, Kur’anın nuru ile nurlandırır, yine dilerim Rabbim tagutun ardı sıra gidenlerden değil, Kur’anın yolunu izleyenler arasına alır bizleri. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
BAKARA 2-4 VE 5. AYETLERİ DİKKATLE DÜŞÜNELİM.
Bizlere yüzyıllar boyu Kur’anı anladığımız dilden okutmadıklarının en önemli nedeni, söyledikleri ve inandıkları ile Kur’anın aynı şeyleri söylemediğinin, fark edilmesini istemediklerindendir. Aklını zerre kadar kullanan bir insan, Rabbinden gelen bir kitabın, bilginin, rehberin yetersiz, özet ve anlaşılması zor olduğunu söyleyenlere inanması, mümkün değildir. Allah sizlere rehber, güneş, gönül gözü olsun ve sizlere yol göstersin diye indirdim dediği kitabın, anlaşılması zor olduğunu düşünmek, daha sonra bu kitaptan sorumlu tutulacağımıza inanmak, Rahmanın adaletini sorgulayıp, ona saygısızlık yapmaktır. Her yazımda aynı konulara işaret etmeye çalışıyorum, çünkü yaptığımız hatanın en büyüğü Kur’anı yeterli görmeyip, Kur’an dışından hükümlere inanmakla, Allaha giden yolu ellerimizle değiştirdiğimizin, engellediğimizin inancımıza, yani hakka bakıl karıştırdığımızın, hala farkında bile değiliz. Bizler Kur’anı doğru anlamak, hayatımıza rehber olarak yansıtmak istiyorsak, ilk önce onu ilk elden anladığımız dilden, anlayıncaya kadar okuyup, üzerinde düşünmeliyiz, bu yolu öneren Rahmanın bizzat kendisidir, bunu da unutmayalım. Okulda okurken, bizlere sorumlu olduğumuz dersin kitabı verilir. Hiç birimiz bu kitabı bizler anlayamayız demeden, dikkatle okur ve anlamaya çalışırız, iyice anlamak için çaba gösteririz. Çünkü öğretmenimiz sınıfı geçmemiz için yapacağı imtihanda, bizlere verdiği kitaptan sorular soracaktır. İşte Rabbimde aynısını söylüyor Kur’an da bizlere. Sizlere bir rehber gönderdim, bu rehberi anlayarak okuyup, üzerinde çok dikkatle düşünün. Bu kitap sizler için rehberdir diyor. İşin ilginci, okulda öğretmenimiz bizlere çalışmamız için verdiği kitabın dışından, imtihanda yanlışlıkla tek bir soru sorsa, hocam işlediğimiz kitapta bu konu yok, nasıl bu konudan soru sorarsınız diye, hemen karşı savunmaya geçeriz. İşte aynı mantıkla Rabbim bizlere sesleniyor ve hatırlayalım bakalım ne diyordu? Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Allah çok açık ve net, sizleri Kur’an dan sorumlu tutacağım diyorsa, acaba bu kitabın dışından bizlere öğretilen, onlarca Kur’anın hiç bahsetmediği bilgilerden, hükümlerden sorumlu tutar mı? Beşerin öğretisinde bile yapacağına inanmadığımız bir adaleti, nasıl olurda Rabbim e layık görürüz, bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Sizlere bugün üzerinde düşünmeye davet edeceğim Bakara suresi 2. 4. ve 5. ayetler olacak. Önce 2. ayeti ele alalım. Aynı ayeti iki farklı meallerden yazalım önce. Diyanet işleri Başk. Bakara 2: Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Elmalı Hamdi Yazır Bakara 2: İşte o Kitap, bunda şüphe yok; korunacaklar için hidayetin ta kendisi. Gerçekten hiç şüphemizin olmadığı, açıkça bizlerinde söylediği, iman ettiğimiz Kur’an, Allaha karşı gelmekten sakınanlar için YOL GÖSTERİCİDİR diyor. Yani bir başka deyişle, hidayetimizin ta kendisi Kur’an dır diyor. Şimdi Rabbin bu sözleri üzerinde düşünelim birlikte. Üzerinde hiçbir şüphemizin olmadığı bir kitap olduğunu, kabul etmemizi söylüyor Rahman. Bizlerde buna inanıyoruz. Peki, gerçekten inandık diyoruz ama, yaşantımızda bunu uyguluyor muyuz? İşte en öneli sorunun cevabını gelin birlikte arayalım. Bir örnek verelim, yine okuldayız ve öğretmenimiz dersimiz ile ilgili bir kitap dağıttı ve dedi ki; Çocuklar size öyle bir kitap verdim ki, işlediğimiz konuyu hiç şüpheniz olmasın, buradan okuduğunuzda örnekleriyle beraber çok iyi anlayacaksınız, size rehber olacak dedi. Fakat başka bir öğretmen de gelip bizlere, çocuklar hocanızın size verdiği kitapta konular çok açık anlatılmamıştır, sizler anlayamazsınız bizler zor anlıyoruz, kitapta tüm örnekler verilmemiştir, özet bilgiler vardır. Hem sizin anlayacağınız şekilde yazılmamıştır dese, bu durumda siz bu kitap için, kendisinden şüphe etmeden güvenebileceğiniz bir kitap olarak bakar mısınız? Bu kitap sizin için hidayeti gösteren, yani doğruyu gösteren, anlatan bir kitap olur mu? Elbette olmaz, çünkü eğer okumadan söylenenlere inanırsak, etki altında kalmışsak, artık biz bu kitabın açıklayıcı, anlaşılır bir tarzda bir kitap olduğunu anlayamayız. İşin ilginci, bu kitaba şüphe ile yaklaşırız. Şimdi gelin aynı örneği düşünerek, bizler Kur’an için neler söylüyoruz. Önce yukarıdaki ayeti hatırlayalım. Allah kur’an için ne diyordu; 1. Kendisinden şüphe olmayan bir kitaptır. 2. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Yazdığımız bu ayette geçen, kendisinden şüphe olmayan bir kitaptır sözlerini okuduğumuzu ve iman ettiğimizi söyleyen bizler, acaba günümüzde Kur’an için neler söylüyoruz ve bu sözlerimizle, Kur’an için şüpheleri kendi ellerimizle yaratıp, şirk batağına boğazımıza kadar batmıyor muyuz, gelin şimdide ona bakalım. Bakın bizler Kur’an için neler söylüyoruz, Kur’anın kendisi için söylediğinin tam tersi olan, beşerin öğretisine, sözlerine inanarak, nasıl bir yanlışın içinde oluyoruz. 1.Kur’an özet bilgi içerir. 2. Kur’an da iman adına her şey açıklanmamıştır, detay verilmemiştir. 3.Kur’anı herkes anlayamaz, onu âlimler, veliler anlar. 4. İslam ı tam ve doğru yaşamak, anlamak istiyorsanız, fıkıh kitaplarından istifade edeceksiniz. Buna benzer daha birçok şüpheleri, bizler ne yazık ki Kur’an adına söyleyebiliyoruz günümüzde. Peki, tüm bunları kabul ettiğimiz de, yukarı da yazdığım ayette geçen, kendisinden şüphe olmadığımız bir kitabın özelliklerine yakışıyor mu? Bunların olduğuna inandığımız da, Kur’a na hiç şüphe etmeden bakabilir misiniz? Bunlara inandığımızda, başta hata yapmaktan korkar, onu anlayarak okumak, üzerinde düşünmeye çalışmak yerine, beşerin peşi sıra gider onların öğretilerini okuruz. İşin ilginci Kur’anı anlayarak okuyan bir insan, Allah ın bunu da yasakladığını çok iyi bilir. Din ve iman adına, Velilerin ardı sıra gitmeyin diyen Rahman, Kur’anı zor anlaşılır gönderip, daha sonrada velilere muhtaç kılar mı kullarını? İşte İslam âlemini Kur’an dan uzaklaştırdıkları, onunla buluşmasına engel oldukları ve Kur’ana yaptıkları en büyük saygısızlığı, ne yazık ki bu rivayetlere inanmakla yapmaktayız. Eğer Kur’anı herkes anlayamaz ise, bir Müslüman ona müracaat etmekten korkar, belki yanlış anlarım diye, her an şüphe içinde olur. Kur’an da her şey açıklanmamışsa, her şeyin açıklandığını söyledikleri kitaplara bakmak, daha akılcı olmaz mı bu durumda. Bakın nasıl şüpheler doğuyor kafamızda, yanlış bilgilere inandığımızda, nasıl uzaklaşıyoruz Rabbin rehberinden. Kur’an tabiriyle gerçekten Kur’anı devre dışı bırakmışız da, haberimiz bile yok. Hâlbuki Kur’an da olmayanların, bizlere beşerin öğretisi olduğunu, din ve iman adına sorumlu olmadığımız bilgiler olduğunu düşünmüyoruz bile. İşte bunu yarattığımızda, ne yazık ki Kur’an ile bizlerin arasına, beşerin kitapları girmekte ve istedikleri gibi toplumu da yönlendirmektedirler. Tabi Kur’an dan yani Rahmandan uzaklaştırarak. Hâlbuki Rabbim ayetin sonunda ne diyordu hatırlayalım tekrar. (Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.) Şimdide bu cümle üzerinde düşünelim. Allah kendisinden sakınanlar için, Kur’anın yol göstermeye yeteceğini çok açık ve sade bir şekilde anlatmış bizlere. Bu durumda Allaha karşı gelmemek adına, yol gösterici olarak, Kur’anı yeterli görmeyenlerin, ona özet bilgidir, onu herkes anlayamaz diyenlerin durumu, nedir diye düşünürsek ortaya ne çıkıyor? Doğrusu onu da siz düşünün, sanırım çok fazla düşünmeden bulacağınıza eminim. Bulamayanlara da zaten sözüm yok. Şimdide Bakara suresi 2. ayetten sonra gelen iki ayete bakalım ki, anlatmak istenilen çok daha açık anlaşılsın. Bakara 4: Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahi ret gününe de kesinkes inanırlar. 5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır. Kur’an ayetlerinin açık, anlaşılır ve her şeyden nice örneklerle izah edildiğini söyler bizlere. Gerçektende Bakara suresi 2. ayetinde anlatılan daha net anlaşılması için, bakın 4 ve 5. ayetinde de bizlere, üzerine basa basa nasıl konuya açıklık getiriyor. Allah çok açık ve net sana indirdiğimiz Kur’ana inananlar, yani Rabbimden gelen hidayet üzerinden ayrılmayanlar, onun dışından hükümlere sapmayanlar, ancak kurtuluşa erenlerdir diyor. Peki, dostlar Rabbimin hidayet kitabına bizler özet bilgidir dersek, orada her hükmün olmadığından bahsedip, bu kitabı herkez anlayamaz inancı ile imanımızı yaşarsak, sizce Rabbin KURTULUŞA ERENLER listesinde olabilir miyiz bu durumda? Yorum sizlerin. Gerçek doğruyu huzuru mahşerde göreceğiz, şimdi ne söylesek boşuna biliyorum. Allahın, ayetlerini hatırlattığımızda, bazı kardeşlerim, hani peygamberimizin hadisleri yok, sen hadis düşmanısın, peygamberimizi devre dışı bırakıyorsun diyorlar. Hâlbuki peygamberimizde yalnız ve yalnız Kur’an ile topluma hükmetme görevi almamış mıydı? Kur’an onun bizlere emaneti değil mi? O yalnız Kur’anı yaşayan, onun dışına asla çıkmayan bizler için örnek bir insan değil miydi? Başöğretmenimiz, peygamberimiz bize bir hadisinde, benim adıma uydurulacak sözlere sakın kanmayın, benim sözüm olup olmadığını Kur’an ile karşılaştırarak anlayınız dediğini, sakın unutmayalım. Peygamberimiz Rahmanın vermediği bir hükmü asla vermeyeceğini, onun verdiği hükümlerle topluma hükmettiğini, hatırımızdan çıkarmayalım. Peygamberimiz söylemediği halde bu peygamberimizin sözü diye inananların, ona iftira attıklarını, onun ardı sıra gidenlerden olamayacağını bilmeliyiz. Yalnız şunu da hatırlatmakta fayda görüyorum, bakın Rabbim akıllarını güzelce çalıştırmayanlara hurafe, rivayet peşinden gidenlere hitaben ne söylemiş. Yunus 100: Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah pislik içinde bırakır. Gerçekten Kur’an akla, düşünmeye çok önem verir. Onun içindir ki, bizlere anlayamayacağımız bir rehber asla göndermez. Birçok ayetinin sonunda bizleri düşünmeye sevk ediyorsa Rabbim, demek ki bu kitap düşünüldüğünde, akıl edildiğinde anlaşılıyor demektir. Muhkem ayetleri herkezin anlayamayacağını söyleyenler, akıllarını kullanmayanlardır. Allah hükmü yalnız ben veririm der ayetinde. Rahmanın hüküm vermediği, açıklık getirmediği hiçbir konuda da bizlerin konuşmasını, HARAM kıldığını çok açık söyler. Bunun tersini yapanların, yani Kur’an da hüküm vermediği halde, bunlarda Allah katındadır diyenlere, elbette Rabbimin çok ciddi bir ikazı vardır, onu da hatırlatmak isterim. Zümer 60: Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Bu ayeti ve Rabbimin bu sözlerini çok ama çok dikkatle düşünmenizi rica ediyorum. Allah ben Kur’an da söylemediğim, açıklamadığım halde, bunlarda Allah katındandır diyenlere, bakın neler söylüyor? Eğer hesap günü şaşırıp kalmak istemiyorsak, beşerin sözlerine değil, RABBİN SÖZLERİNE KULAK VERELİM. Son olarak bir ayet daha hatırlatmak istiyorum sizlere. Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. Bu ayeti okuduğumda doğrusu şunları düşündüm. Kur’an için bizler eğer, özet bilgi ve herkes anlayamaz dersek, bu kitabı anlayarak okuyup üzerinde düşünmezsek, acaba Kur’an bizlerin kalp gözlerimizi aydınlatıp, onun nurundan faydalanmamıza müsaade ederek, bizlere rehber, kılavuz olur mu? Yorum sizlerin. Allah çok açık ve net bakın Kur’an için yukarıdaki sözlerin söyleneceğini bildiğinden, birçok kez tekrar ederek, aklını kullanan kullarına neler söylemiş. Kamer 17: Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Kamer 22: Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Lütfen çok değil, birazcık düşünelim yetecektir. Beşerin öğretisi, Kur’anı herkes anlayamaz, onu büyük eğitimlerden geçmiş veli insanlar anlar diyor, ama bakın Yüce Rabbim ne diyor? Yemin ederek bu kitabı düşünen, aklını kullanan kullarına rehber olsun diye kolaylaştırdığını söyleyende Rabbim, sizce kime inanmak gerekir? Bununda yorumunu sizlere bırakıyorum, çünkü herkes kendi imtihanını yaşıyor ve kendisinden sorumludur. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ALLAH HIRSIZLIK YAPANIN ELLERİNİ KESİN Mİ DİYOR? YOKSA......
Kur’an öyle bir kitap ki, aklıyla ondan istifade etmeye çalışanlara, bir şifa, yol gösterici, rehber, aklını kullanmayıp, beşerin sözlerine delil aramak adına, hurafeleri geçerli kılmak için, kelimelerin ardına saklanıp bakanlara da, adeta yoldan çıkarıcı, saptırıcı daha açıkçası niyete, amaca, gönlüne göre hitabeden bir nur, eşi benzeri olmayan bir imtihanın rehberidir. Şimdi sizlere bir ayeti hatırlatmak, daha sonrada bu ayet üzerinde sizleri çok hassas, dikkatle hiçbir etki altında kalmadan, kur’an bütünlüğünde, düşünmeye davet etmek istiyorum. Çünkü bu ayete öyle anlamlar veriyoruz ki günümüzde, Kur’an ın özüne, yani bütününe ters düşüyor. Maide 38: Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir. Gerçekten Allah bu ayette hırsızlık yapan kadın, erkek bizzat ellerini kesin diyor olabilir mi? Yoksa ellerini kesmek bir deyim olmasın sakın. Örneğin kur’an da geçen bazı deyimler vardır, ayaklarını kaydırdı, ayaklarımızı yere sağlam bastır, adaleti dimdik ayakta tutmak, kökünü kesmek, sağır kesilmek, kulak kesilmek, ardını arkasını kesmek, kökleri kesilmek, simsiyah kesilmek, ümidi kesmek. Kur’an bu yöntemi çok kullanır ve üzerinde düşünerek, Kur’an bütünlüğünde verdiği örnekler yoluyla, ayetleri anlamamızı sağlar. İşte imtihanımızın en zor kısmı da bu olsa gerek. Gelelim ayete. Bu ayette yazıldığı gibi, hırsızlık yapanların, kadın erkek ayrımı yapmadan ellerini kesin diyor olabilir mi Allah? Hiç uyarı yapılmadan, tövbe etmesine zaman tanımadan, pişman olmasına zemin hazırlamadan, hırsızlıkta yakaladığınız kişilerin ellerini hemen kesin diyor olabilir mi? Ayete dikkat edin çoğul anlamda, yani her iki elden bahsediyor. Eğer Allah hırsızlık yapanın gerçek anlamda elinin kesilmesini isteseydi, detay vererek şu şartlar oluştuğunda bir elini, bu şartlar olduğunda iki elini kesin diye, açıklama yapmaz mıydı rehberinde? Bu Kur’an adaleti ile kur’an ın anlatım, açıklama, hüküm verme şekline uyuyor mu? Düşünmeye başlamadan öncede, bu ayetin devamına bakalım, acaba Allah hırsızlıktan vazgeçip, tövbe edenler için nasıl bir açıklama getirmiş? Maide 39: Kim (bu) haksız davranışından sonra tövbe eder ve durumunu düzeltirse, şüphesiz Allah onun tövbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. Lütfen şimdi düşünmeye başlayalım. Hırsızlık yapan bir insanın ellerini, ona mühlet vermeden, zaman tanımadan kestik. Bu insanda yaptığı bu yanlışı anladı, farkına vardı, Allaha tövbe edip vazgeçti. Allah bile ben tövbesini kabul ederim diyor. Bu durumda bu insanın tövbe etmesi, ellerini geri getire bilir mi? Elbette getirmez, bakın bu ayet ile bir önceki ayeti karşılaştırdığımızda, Maide 38. ayette geçen, ellerinin kesilmesi sözünden, bizzat ellerinin bıçakla kesilmesini anlarsak, devamındaki ayetle bütünlük arz etmiyor. Demek ki ellerinin kesilmesi bir deyim, benzetme, teşbih bu durumda, başka bir anlamı olmalı. Örneğin bugünde bizlerin kullandığı bir deyim vardır, ellerini ayaklarını kestiler. Bu sözün anlamı artık bizlere uğramıyorlar, gelmiyorlar, onlarla ilişkimiz kalmadı anlamındadır. Ne dersiniz yukarıdaki ayette geçen, ellerini kesin sözünden, başka bir şey anlatıldığı sizce de çıkmıyor mu ortaya. Gelin onu daha iyi anlamaya, netleştirmeye çalışalım, Rabbimin izniyle. Şimdi Kur’an bütünlüğünde düşünmeye devam edelim. Sizlere sormak isterim, Kur’anı anlayarak okuyan bir insan isek ve bu bilgiyi Kur’an süzgecinden geçirdiğimizde, şöyle bir soru sorsak kendimize ve desek ki; Zina yapmak mı daha büyük bir suç Allah katında, yoksa hırsızlık yapmak mı? Elbette bunun ayrımını yapmak bizlere düşmez, ikisi de suçtur. Bize düşen aklımızı ve mantığımızı Kur’an ışığında kullanmak olmalıdır. Hatırlayalım Nur suresi 2. ayetinde Allah ne diyordu? Nur suresi 2: Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahi ret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir gurup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun. Dikkat ediniz tıpkı, Maide suresi 38. ayette olduğu gibi, hem kadından hem de erkekten bahsediyor. Yani hırsızlık yapan ya da zina yapan erkek ve kadın diye başlıyor her iki ayet. Sizce hırsızlık yapan için ellerini kesin, zina yapanlar için ise, yüz kırbaç vurun hükmü arasında büyük bir fark görülmüyor mu? İki suç içinde Allah eğer vazgeçerler ve bağışlanma dilerlerse onları affedeceğini söyler bizlere. Bu durumda zina yapan, yanlışını anlayıp, bir daha bu suçu işlemediğinde kaybı belki vücudunda biraz acı, geçecek olan yara izleri, nefsinin ızdırabı, üzüntüsü olacaktır, ya hırsızlık yapanın tövbe edip bu yanlıştan vazgeçmesi halindeki durumu ne olacak dersiniz? Eller gitti, geride gelmesi mümkün değil. Dikkat ediniz Nur suresi 2. ayetinde kırbaçlanma konusunda sakın onlara acımanız tutmasın diyordu. Ayrıca ibret olsun diye bir toplumun huzurunda yapılmasını istiyordu. Eğer hırsızlık yapanın ellerini kesin sözünden, bizzat kesmeyi kast etseydi, aynı ikazı da özellikle yapmaz mıydı Rabbim bizlere? Hem ellerinin kesilmesine acımayın, hem de toplumun göreceği yerde yapında ibret olsun demez miydi? Ellerinin kesilmesi mi daha çok acınacak bir durum, yoksa bir insanın kırbaçlanması mı, ne dersiniz? Şimdide aşağıdaki ayeti anlamaya çalışalım. Mümtehine 12: Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Yukarıdaki ayete bakalım. İman eden kadınların peygamberimize gelerek bir söz vermelerini, bir anlaşma yapmalarından bahsediyor. Ayete dikkat ediniz lütfen. Bu kadınların hırsızlık ve fuhuş yapmaktan uzak kalmaları konusunda sözleşmelerini, kabul et ve onlar için Allahtan bağışlanma dile diyor. Şimdide bu ayette geçen, şu cümle üzerinde lütfen sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. (elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek..) Bakın, başka bir deyim, benzetme. Elleri ve ayakları arasında bir iftira atmak. İşte kur’a nın anlatım şekli. Olmamış bir konuda kendi kafalarından uydurup, iftira atmak. Anlamaya çalıştığımız ayette geçen, hırsızlık yapanın ellerini kesin sözleri de böyle bir deyim olmasın sakın. Eğer gerçekten ellerinin kesilmesi emredilmiş olsaydı, bu konuda çok açık bir izah yapılmış olmalı değil miydi sizce? Örneğin el kesilme cezası nelerin çalındığında uygulanmalıdır. Hiçbir ayrım yapmadan mı kesilecektir. Tek elimi, çift elimi. Çünkü Allah ayetleri konusunda nasıl bir açıklama yapıyordu Kur’an da? Biz Kur’an da her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki, anlayasınız diyordu. Detaylı açıklamalar yaptığını söylüyordu. Bu durumda eğer Allah hırsızlık yapanın ellerinin kesilmesini isteseydi, bu konuda detaylı bilgi vermez miydi bizlere? Çünkü sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, her konuda örnekler verdim, Kur’an ın ipine sarılın diyordu bizlere. Sizlere bir örnek vermek istiyorum. Bizlere ulaşan rivayet bilgilere göre, Hz. Ömer in yaşadığı halkın kıtlık yıllarında, bu ayetin hükmünü askıya aldığı anlatılır. Bu emir, yani hırsızlık yapanın ellerinin kesilmesi emri, adaletli bir yaşamın hükmü oluştuğunda geçerlidir diye de açıklık getirilir toplum genelinde. Kur’an öyle bir kitaptır ki, Dünya durdukça ondan istifade ederiz, onun ışığından faydalanırız. Allah bu konuda açıklama yapmayıp, eksik mi hâşâ bıraktı da bizler, bu sözleri söylüyoruz? Hırsızlık yapanın Ellerinin kesilmesini istenseydi, bizim bugün söylediklerimizi zaten Allah apaçık, en ince detayına kadar rehberinde açıklardı bizlere. Şu ya da bu şartlar oluştuğunda hırsızın elini kesmeyin diye açıklık getirirdi. Fakat Kur’an da tek kelime dahi bu konu ile ilgili detay, açıklama yoktur. Bu durumda nasıl olurda hırsızlık yapanın, ellerini kesin diye anlarız. Şöyle bir düşünün şeriat ile yönetilen ülkelerde günümüzde bile, hırsızın ellerinin kesildiği örneğini duyuyor muyuz? Hz. Ömer kıtlık döneminde bu emri askıya aldı da, ondan sonra askıda mı kaldı Rabbin bu emri? Allahın koyduğu bir hükmü, hiçbir beşer ne askıya alabilir, nede kaldırabilir. Şartları Allah koyar, bizler uygularız. Allah gerektiği yerde açıklama yapmıştır, şu ya da bu şartlar oluştuğunda diye açıklık getirir. Hz. Ömer bu ayetten hırsızlık yapanın, ellerinin kesilmesi gerektiğini anlamış olsaydı, bu emri asla askıya alamazdı. Çünkü el kesilme emri verilseydi, şartlarının da konulması gerekirdi. Allah bir hüküm verince, onu en ince detayına kadar açıklar, örnekler verir. Allah verdiği hükümler konusunda bakın nasıl net açıklamalar yapıyor. Örneğin peygamberimize savaş açarak, bozgunculuk çıkaranlara neler yapılacağı konusunda, nasılda çok net açıklama yapıyor. Maide 33: Allah'a ve Resulü’ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyadaki aşağılanmalarıdır, ahi rette onlar için büyük bir azab vardır. Yukarıdaki ayet, Allah resulüne karşı savaş açanların durumu ile ilgili, ne kadar net açıklama yapıyor. Bir kısmı ölümü hak etmiştir, öldürülür diyor. İbret olsun diye ellerini ve ayaklarını çaprazlama kesin diyor. Ya da yine durumlarına göre sürgün edilebileceği açıklamasını yapıyor. Bu ayeti okuyan bir insan başka sorular soruyor mu? Çünkü birçok şartlarda insan var peygamberimize karşı savaşa giren. Her türlü alternatif sunulmuş. Peki, hırsızlık yapanın, kadın erkek ellerini kesin diye anlarsak, sorular aklımıza gelmiyor mu? Hemen soruyoruz kendimize, ne çalarsa çalsın kesilecek mi? Her iki el de mi kesilecek? Ona hiçbir hak tanımayacak mıyız, bu işten vazgeçmesi için? Bir ekmek çalanla, milyonları çalan aynımı olacak? Eğer böyle sorular sormaya başladıysak, hiçbir açıklamada yoksa bu ayeti doğru anlayamamışız demektir. Çünkü Allahın ayetlerinde ki sadelik, açıklık, örneklemelerle izah ve kolaylık en önemli özelliğidir. Bakın Allah bizlere, rehber olsun diye gönderdiği kitap için ne diyor. Kamer 17: Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Kamer 22: Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Acaba Allahın birçok kez yemin ederek, öğüt almak için kolaylaştırdığı kitapta, zina yapana yüz kırbaç vurun derken, hiç ayrım yapmadan, hangi konularda nasıl davranılacağı konusunda açıklama dahi getirmeden, onlara bir şans dahi vermeden, hırsızlık yapanın ellerini kesin der mi? Kur’an dan, Hz. Yusuf ve kardeşinin kıssasını hatırlayınız lütfen. Allah Kur’an da verdiği örnekleri, konuyu daha iyi anlamamız için verdiğini söyler. Kardeşinin yükü içine, kralın su tasını koyduğu ve bu kafileyi hırsızlıkla suçlamasından sonra, kardeşine verilen cezayı hatırlayınız. Bakın Allah Bu örnekleri bizlere boşuna vermiyor. Eğer hırsızlığın karşılığı ellerin kesilmesi olsaydı, bu örnekten çok açık anlaşılırdı. Burada Hz. Yusuf özellikle kardeşinin çuvalına, kendisinin koyduğu ve bunu neden gösterip, onun özgürlüğüne bedel istemesi, yani onu alıkoyarak göndermemesi, bir başka deyimle hiçbir yere gidemeyerek, ellerinin kollarının bağlanması, hatta Kur’an deyimiyle ellerinin kesilmesi, istediklerini yapamaz hale getirmesi, özgürlüğünün kısıtlanması, sizce çok açık anlatılmıyor mu, hırsızlığın bedelinin ne olduğu? Hz. Yusuf kıssasından, sanırım alacağımız büyük ders var bu konuda. Yusuf suresi 74. 75. ayette heybesinde kralın tası çıkıp hırsızlık ile suçlananlar, bakın bu suçun cezası nedir diye soruyor ve ne cevap alıyorlar. (Sordular: "Eğer yalan söylüyorsanız, hırsızlığı yapanın cezası nedir? "Cezası şu: Çalınan mal kimin yükünde çıkarsa yükün sahibi çalınan mala karşılık olacaktır. Biz zalimleri böyle cezalandırıyoruz.) Peki, bu sözler ne anlama geliyor? Hırsızlık yapan, çaldığı malın sahibine, kendisinin özgürlüğünü emanet edecek ve adeta elleri kesilmiş bir insanın durumu gibi, karşılık veremez halde itaat edecektir. Bir insanın eli, onun her şeyidir. En değerli varlığıdır. Her şeyi onunla yapar. Dikkat edin ayette tek eli demiyor, ellerini diyerek çoğul kullanıyor. Çünkü her iki el, bir insanın can damarıdır, iyi ya da kötü her şeyi onunla yapar. Polisler bile yakaladığı suçlunun iki elini bağlarlar. Bir insanı yaptıklarından dolayı durdurmak istiyorsanız ellerini bağlayın, onun özgürlüğünü kısıtlayın yeter. İşte ayette de bu anlatılıyor, hırsızlık yapanın ellerinin kesilmesi yani ona engel olunmasından bahsediyor. Buradaki ellerin kesilmesi de ancak Kur’an da geçen birçok ayette de olduğu gibi, bir deyimden başka olamaz. Hırsızlık yapan, yaptığı suçun karşılığını, hiç itiraz etmeden çaldığı malın sahibinden alacaktır. Allah Nahl suresi 126. ayetinde bizlere bir öğüt verir ve derki. Nahl 126: Eğer ceza ile karşılık verecekseniz, ancak size yapılan kötülüğün türü ve miktarı ile karşılık verin. Eğer sabrederseniz, elbette ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır. Diyelim bir insan bizim bir miktar paramızı çaldı. Sizce Allah bu durum da, yukarıdaki ayet doğrultusunda düşündüğümüzde, bu çalan kişinin elinin kesilmesini istediğini söylüyor diyebilir miyiz? Yoksa bu hırsızlığa denk bir cezamı verin diyor? Onun özgürlüğünün kısıtlanması yani hapsedilmesi, ya da çaldığı malın ya da paranın iadesi gibi. Yine Rabbim bizlere verdiği örneklerde, kısasta sizler için hayat vardır der ve Maide suresi 45. ayetinde: (Kim kısası bağışlarsa, bu bağışlaması kendisi için günahlara bir perde olur.) Diye bizlere öğütte bulunur. Düşünün lütfen, haksız yere bir insan öldüren kişinin, kısas hükmü gereği en yakınının, onun ölümünü isteme hakkı vardır. Allah en kötü durumda dahi, onun canını bağışlayana ödül vereceğini söylüyorsa, sizce bu öğütlerde bulunan Rabbim, hiç ayrım yapmadan hırsızlık yapanın ellerini kesin mi der, yoksa onun ders almasını sağlayarak, bu işten vazgeçerek tövbe etmesi halinde, bağışlanmasını mı ister bizlerden. Bakın hırsızlık yapanın ellerini kesin diye anladığımızda, Kur’an ayetlerine, Kur’an ruhuna nasıl da ters düşüyor. Kur’an ayetleri akla, mantığa hitap eden bir rehberdir. Bu rehberi akıl ve mantık süzgecinden geçirmez isek, doğru anlamamızda mümkün olmayacaktır. Bizlere düşen Kur’anın hüküm vermediği, rivayetlerin etkisinde kalmadan, Rabbim bizlere neler söylüyor onu anlamaya çalışmalıyız. Çünkü imtihanımız elimizdeki kitaptan olacaktır, bunu da unutmayalım. Bu yazdıklarım benim Kur’an dan anladıklarımdır, yalnız beni bağlar. Sizlere düşen Kur’anı birçok kez anlayarak okuyup, Rahmanın önerdiği gibi, ayetler arasında bağ kurup, üzerinde düşünüp, akıl yürütüp, Rabbin adaletini de göz ardı etmeden, onu anlamaya çalışmak olmalıdır. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
BİZLER İNANCIMIZI İŞTE BÖYLE YAŞIYORUZ.
Geçen gün yeni bir yazımı sitelere eklemeye çalıştığımda, bir siteden yasaklandığımı gördüm. Yasaklanma nedeni olarak da aynen şu sözler yazıyordu. (Aşağıdaki sebepten dolayı yasaklandınız: “Benim emrettiğim veya nefyettiğim bir konu kendisine iletildiğinde, sakın sizden biriniz, koltuğuna yaslanmış olarak, biz onu bunu bilmeyiz, Allahın kitabında ne bulursak ona uyarız, işte o kadar derken bulmayayım. ( Ebu Davud) Evet, beni sitelerine girmemi yasaklamalarının nedeni olarak, peygamberimizin bu hadisinin olduğunu söyleyip, benim buna muhalif yazı yazdığımdan dolayı, yasaklandığımı yazmışlar. Önce peygamberimiz böyle bir söz söylemiş midir, gelin onu düşünelim. Eğer gerçekten söylediğine kanıt kur’an dan ve peygamberimizin kendi sözlerinden onay alırsak, ben büyük bir yanlış yapmışım demektir. Yok eğer bu hadis, kur’an dan ve yine peygamberimizin diğer hadislerinden onay almıyorsa, benim siteye girişimi bu nedenle engelleyenler, toplumun kur’an ile kucaklaşmasını engellemiş olacakları gibi, içimize sokulan hurafelerin temizlenmesine de engel olduklarını bilmelidirler. Bunun vebali ve sorumluluğu çok çetin olacaktır hesap günü. Benim her zaman hatırlatmaya çalıştığım, peygamberimizin bazı hadisleri vardır ki, bizlere çok önemli yol gösterir. Benden sonra, benim adıma söylenecek çok söz duyacaksınız, Bu sözleri KURAN İLE KARŞILAŞTIRINIZ ki, benim sözüm olup olmadığı hakkında delalete düşmeyesiniz. Her kim ki, ben söylemediğim halde bu sözü peygamber söyledi dese, BUYURSUN KENDİNİ CEHENNEMDEKİ YERİNE HAZIRLASIN. Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20 Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. İbni Hişam Siret 4 sayfa 332 Ne dersiniz, bu örnek hadisler, yazımızın başında, benim sitelerine yasaklanmama neden olan, peygamberimizin hadisidir diye naklettikleri düşünceye, sözlere ters düşmüyor mu? Onay alıyor mu peygamberimizden? Peygamberimiz, benim adıma uydurulacak sözleri kur’an ile karşılaştırınız ki, benim sözüm olduğunu anlayasınız diyecek, Allahın helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır, bunun dışında hiçbir hüküm vermediğini belirtecek açıkça, daha sonrada ben, kur’an ın dışından da, onun bahsetmediği hükümleri veririm, onlara da uyacaksınız diyecek, öylemi dostlar? İşin ilginci, benim yasaklanmama neden olan hadisi nakleden olarak aynı isim, yani Ebu Davud ismi var, tam tersi düşünceyi nakleden isimde aynı. Ne dersiniz hangisi doğru olabilir? Seçim sizin. Allah kur’an da Kefh suresi 26. ayetinde, Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz dediği halde, bizler Allahın elçisini hangi konuma getirip, İslam dininden nasıl uzaklaştığımızın farkında bile değiliz. Bakın peygamberimizin yalnız hangi kitaba uyacağını söylüyor Rabbim. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Değerli din kardeşlerim, biz neler söylediğimizin, kendimizce nasıl bir inanç yarattığımızı biliyor muyuz dersiniz. Allahın elçisi ben, bana vah yedilenden başkasına uymam diyor, bizler ise peygamberimizin uyduğu, Rabbin tebliği kur’an dışından da vahiylerin olduğuna inandırılıp onların peşine düşerek, bir bilinmezin kapısını aralama çabasında olduğumuzun farkında bile değiliz. Ankebut 18: Eğer siz yalanlarsanız, bilin ki, sizden önce bir takım milletler de yalanlamışlardı. Peygamberin görevi ise açık bir tebliğden ibarettir. Allah elçisinin görev ve sorumluluğunu çok açık ve net onlarca kez söylediği halde, bizler hala yanlış hurafe inançlarımıza, nasıl da kılıflar arıyoruz. Allah yunus suresi 109 ayetinde ne diyordu elçisine hüküm verme konusunda hatırlayalım. Yunus 109: Sana vah yedilene uy ve Allah hüküm verinceye kadar sabret. O, hâkimlerin en hayırlısıdır. Görüyor musunuz? Hüküm veren yalnız Rabbim olduğu çok açık değil mi? Yine Nisa 105. ayetinde Rabbim elçisine bakın toplumu hangi kitap ile hükmet diyor. Nisa 105: Doğrusu Biz sana gerçeğin ta kendisi olan kitap (Kur'an)'ı indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin. Sakın hainlerin savunucusu olma. Allah elçisine sana indirdiğimiz kur’an ile hükmet diyor, fakat birileri çıkıp, peygamberimizin kur’an dışından hükümlerinin olduğunu söyleyerek, kur’an da adeta çelişki yaratmaya çalışıyorlar. İşte bunları yapanların, yani Rabbim e ve elçisine iftira atanların, hesap günü yüzleri kapkara olacağını, Allahın onların yüzlerine asla bakmayacağını söylüyor. Tabi ebedi gidecekleri yerin neresi olduğunu, söylemeye gerek yok sanırım. Allah bu ve buna benzer şeylerin olacağını bildiği için, çok açık uyarısını yapıyor ve bakın ne diyor. İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Hakkında emin olamayacağımız bilgi, neler olabilir dersiniz? Elbette Rahmanın koruması altında olan kur’an ın dışındaki bilgiler. Ona uyan her bilgi, ondan onay alan her konu, bizlerin başının tacıdır. Günümüzdeki mezhepleri düşünün. Bazen aynı konuda dört farklı hadisten bahsedilir, hepside farklı. Peki, hangisi peygamberimizin sözüdür. Bunu nasıl anlayacağız? İşte kur’an hükümlerinden başka hükümler ararsak, sonucu meçhul bir yöne doğru gideceğimizi unutmayalım. Sorduğumuzda her mezhep kendi inancının doğru olduğunu söylüyor, en kötüsü hiç kimse bu bilgilere kur’an dan onay almayı ve en doğru bilgiye ulaşmayı dahi düşünmüyor. Şimdi vereceğim ayet, acaba elçisinin kur’an dışından da hükümler koyup, tebliğler yapmasına izin veriyor mu dersiniz? Acaba elçisinin nereye sarılmasını istiyor Rahman? Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Zühruf 43: Sen, sana vah yedilene sımsıkı sarıl! Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Bakın ne kadar açık her şey. Allah elçisine, sana indirdiğimi tebliğ et diyor. Bunu yapmazsan görevini yapmamış sayarım diye de ekliyor. Şimdide şunu düşünelim. Allah elçisine benim hüküm vermediğim konularda da sen hüküm verebilirsin diyor mu, birde ona bakalım. Hakka 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45- Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Lütfen ayet üzerinde çok dikkatle düşünelim. Allah elçisi için, biz söylemediğimiz halde, bunlarda Allah katından hükümlerdir demiş olsaydı, onun canını alırdık diyor. Peki, bizler bu ayetleri bu kadar açık seçik gördüğümüz halde, peygamberimizin kur’an dışından da hükümleri, yasakları vardır, buna uymayanları sakın bulmayayım der mi? Der diyenler, çok iyi düşünmelidir derim bende. Son olarak bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Bakın rabbim hesabın görüleceği gün bizleri nereden sorumlu tutacağını söylüyor. Sizce bunu söyleyen Rabbimin ayetini tebliğ eden elçisi, yazımın başında benim yasaklanma nedenim olarak verilen hadisi doğruluyor onaylıyor mu, yoksa bunu söyleyenler buna iman edenleri, iftiradan dolayı cehennem mi bekliyor, ne dersiniz? Doğrusunu Rabbim bilir, bizlere düşen kur’an a sarılıp, onu anlamaya çalışmak olmalıdır. Hesabın görüleceği gün, tüm gerçekleri göreceğiz. Hepimiz kendi imtihanımızı yaşıyoruz, elbette imtihan olduğumuz kitabın kur’an olduğunun tebliği de çok açık. Yorum ve karar sizlerin. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
SORUNLARI ÇÖZERKEN YAPTIĞIMIZ YANLIŞLAR.
Bizler her nedense sorunlarımızı çözmede yöntem olarak, hem kavgayı seçmişiz, hem de sorunlarımızın cevabını kendi yöntemlerimizle, almaya çalışıyoruz. Ondandır ki bir birimizi de dinlemez olmuşuz. Hâlbuki yöntem bellidir. Allah kur’anı sizlere açık ve anlaşılır, her konuda örneklerle dolu, rehber olsun diye gönderdim diyorsa, danışacağımız yer bellidir. Bizler Allahın rehberine, orada her şey yoktur, özet bilgiler içerir, kur’anı herkes anlayamaz, kur’anı anlayabilmemiz için şu ya da bu kişinin kitaplarını okumalıyız diyerek, toplum ile kur’anın arasına beşeri soktuğumuz sürece, sorunlarımıza da gerçek, kökten, doğru çözümler bulmamız mümkün olmayacaktır. Allah bile elçisine, tebliğ etmek sana, hesap sormak bana düşer derken, bizlere çok şeyler anlattığının farkında olmalıyız. Sayın Mehmet Şevket Eygi köşesinde, kendi fikri doğrultusunda karşılaştığı sorunları çözmek adına, ulema şurası toplanmalıdır derken, gördüğü yanlışları çözme yöntemi de, elbette kendi düşünce ve inancının yansımasıdır. Toplamak istediği şurayı tarif ederken de, bakın bu şura üyelerinin özelliklerini nasıl saymış. Önce şura üyelerinin şartlarını sayayım: (1) İcazetli âlim, fakih ve müftü olacak. (İcazetsizler katılamaz) (2) İslam’ı yaşayan, sahip oldukları bilgileri hayatlarına aksettirip uygulayan ahlaklı ve faziletli kimseler olacak. (3) Reformcu, mezhepsiz, ılımlı İslamcı, dinde yenilik ve değişim taraftarı, BOP’çu, Fazlurrahmancı, Kemalist olmayacak. (4) Cumhur-i ulema yolundan gidecek. (5) Sevad-ı Azam dairesi içinde bulunacak. (6) Halkın güven, hürmet ve sevgisini kazanmış olacak. İşte Sayın Eygi nin şurasının özellikleri. Bizler eğer din kardeşlerimizi karşımıza alıp, onları adeta düşman, hasım gibi görürsek, bırakın sorun çözmeyi, sorunlar yumağını ellerimizle sarmış oluruz. Sayın Eygi yazısında bazı sorular yazmış ve bu soruların cevaplarını toplamak istediği şuranın vermesini istiyor. Ne kadar güzel, şartları ben koyarım, benim imanım ve inancım gibi iman edeceksiniz, kararları da benim inancım doğrultusunda ki şura heyeti verecek. Karşımdaki düşünceye, inanca yer yok zihniyeti. İşte günümüzdeki inanç anlayışımıza çok çarpıcı örnek. Ne yazık ki her mezhep ya da tarikat, aynı düşünceyle hareket ederek, kardeşkanını akıtmaktan bile çekinmiyorlar. Sayın Eygi, gördüğü sorunları, yine kendi yöntemi ve kendi fikri doğrultusunda kişileri toplayıp, bir araya getirerek, çözmenin yolunu gösteriyor. Acaba önerdiği yöntem doğrumu? Aslında hiç şaşırmadım, bu yanlış günümüzde çok yapılıyor. Sorduğu soruların cevabını önerdiği, kendi ölçütlerinde toplamak istediği kişilere sormak yerine, Rahmanın rehberine sormayı deneseydi, bence kesin ve net cevapları zaten alırdı. Çünkü Allah hiçbir eksik bırakmadım diyor rehberinde ve her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyorsa, bizlere düşen bu sözlerin üzerinde iyice düşünmek olmalıdır. Çünkü bizlere iyice düşünün, akıl edin demiyor mu zaten Rabbim? Kur'anı gereği gibi okuyanın gönül gözünü açıp, tüm gerçekleri göreceğini söyleyen Rahman a, lütfen kulak verelim. Sorunlarımızın çözme kaynağını beşer olarak göstermeyelim, kaynak Rahmandır onun nuru kur’an dır. Beşer şaşar, şaşmayan yalnız Rabbimdir. Kur’an a sarılın o sizi bana ulaştıracak diyorsa, o kitap ta cevabı olmayan hiçbir konu olamaz. Hatırlayınız peygamberimize bazı sorular sorulduğunda, Rabbim sabret sana o konudaki hükmümü ben vereceğim diyerek, birçok örnekler veriyor bizlere. Bu ayetlerden demi hiçbir ibret almıyoruz? Sayın Eygi Kendisince, şura üyelerinin şartlarını sayarken bile, toplumun birçok kesimini karşısına alıyor. Onları adeta küçümseyerek kendisini de temize çıkarıp, en iyi en doğru inanç benim inancım, düşüncem dercesine, sorunlara çözüm öneriyor. Bu çözüm yolu, ortaya yolu izleyen bir ümmet olun önerisinde bulunan, Allahın rehberine sizce uyuyor mu? Gerçekten Sayın Eygi, günümüz politikasının içler acısı halinden örnekler vermiş yazısında. Şikâyette bulunuyor yapılanlardan. Acaba bu içler acısı halin bir başka yüzünü, olayların kökenini bizler zaten İnancımızın, imanımızı yaşayışımızın içinde yaptığımız yanlışlarla, tüm bunlara zemin hazırlamıyor muyuz? Sayın Eygi nin kendi kıstasları içinde toplayıp, çözüm getirmeye çalıştığı soruların doğru cevaplarını, topladığı şurada alabileceğinden bu kadar nasıl emin olabiliyor? Yoksa bu önerdiği yöntem, sorunlara bir sorun daha mı ekler dersiniz? Yorum sizlerin. İşte bizlerin sorun çözme yöntemi. Birileri dindar liderlerimiz olduğunu söylemişti hatırlayınız. Acaba o dindarlık kıstasları, ölçüsü hangi şurada belirlendi dersiniz? İşte bizler Rabbin rehberinden uzak, beşerin menfaat içerikli inancı ile yaşamaya devam ederde, edindiğimiz velilerin yarattığı itikatlarla hayatımızı, yaşamımızı yönlendirirsek, içimizden çıkacak liderlerden de şikâyet etme hakkımız olmayacaktır. İmamı Azam Ebu Hanife yi hatırlayınız, zamanın yöneticilerinin, kendisine vermek istedikleri görevi almama nedeninin üzerinde dikkatle düşünmeliyiz. Beşerin hükümleri ile iman yönlendirilemez. İman, Rahmanın hükümleri ile yönlendirilir, şekillendirilir ve karar verilir. Oda şükürler olsun elimizin altında dimdik, apaçık duruyor. Kullarım gelsin de ondan istifade etsin diye. Ama bakan yok, çünkü toplumun kur’an ile ilişiği kesilmiş, beşerin hükümlerine itibar edilir olmuş. Birbirimizin ardından sözler söyleyip, kendi zihniyetimizi düşüncemizi, en doğru kabul edip, kavgaya devam ettiğimiz sürece, bu ülkede ne huzur buluruz, nede bir arpa boyu yol gideriz. Birbirimize düşürülmüş, kardeşkanı içmekten hoşnut olan bir toplum olduğumuzun farkında bile değiliz. İnancımızı Rahmanın rehberi ile şekillendirmek yerine, beşerin şekillendirmesine izin verdiğimiz sürece, bu kardeş kavgası yıllar boyu sürer gider. İslam düşmanlarını da, içimize ektiklerini biçmenin mutluluğuyla, mutlu etmiş oluruz. Bizler Rahmanın sakın bölünmeyin sözlerini kulak arkası ettiğimiz sürece, tek bir yumruk olmamız mümkün değildir. Bizler Rabbin rehberinden gereği gibi istifade etmeden, hala birilerine sorular sorarak cevap alma yolunu seçiyor da, rabbin rehberine danışmıyorsak, elbette onun nurundan da istifade edemeyiz. Peygamberimiz mahşer günü, benim ümmetim kur’an ı devre dışı bıraktılar diyecekse, bu ayetin üzerinde çokkkk ama çok düşünmediğimiz sürece, gerçekleri de görmemiz mümkün olmayacaktır. Rahman yardımcımız olsun. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
GENEL SEÇİMLERE GİDERKEN.
Çok yakında ülkemizde genel seçimler olacak. Ülkemizin gelecek dört yılını şekillendirecek, bizleri yönetecek yöneticilerimizi seçeceğiz Allahın izniyle. Ülkemiz demokrasi ile yönetilen bir yönetim şeklini benimsemiştir. Demokrasi hepimizin bildiği gibi, kısaca halk idaresi demektir. Devlet politikasını şekillendirmede, halkın her ne inançta olursa olsun, eşit hakka sahip olduğu yönetim şeklidir. İnsanlar inançlarından, düşüncelerinden dolayı asla kınanamaz, inançları kısıtlanamaz. Bu demokrasinin temel prensibidir. Elbette bu prensibin ülkemizde ne oranda hayata geçirildiği tartışılır. Demokrasi anlayışımızı kendimizce şekillendirmek yerine, her inanca ve fikre aynı oranda yaklaşarak, özgürce gerçek demokrasi örneğini hayata geçirmeliyiz. Dünya üzerinde gelmiş geçmiş yönetimler, demokrasiyi her zaman kendilerince şekillendirip, süsleyip halka sunmuşlardır. Yani kendi demokrasilerini kendileri yaratmışlardır. O ülkelere baktığımızda günümüz hariç hepsi ya krallıklarla yönetilmiş, ya da onun benzeri despot yönetimler hüküm sürmüştür. Hâlbuki gerçek demokrasi, halkın kendi kendisini yönetmesi ve kendi yöneticisini seçmesini bizzat bizlerin rehberi kur’an önermiştir. Kur’an bizlerin daha huzurlu, daha mutlu yaşamamız için bizlere yol gösterir, peki bizler bunun farkında mıyız? Hiç sanmıyorum. Çünkü kur’an ile toplumun arasına girilmiştir. Allahın elçisi hesap gününde, benim toplumun kur’anı devre dışı bıraktılar diyeceği uyarısını, kur'an da yapmıyor mu bizlere? Allah sizleri yönetenleri sizler aranızdan seçmelisiniz diyor, peki peygamberimizden sonra gelen yönetimler ve günümüzde bazı İslam ülkeleri, hala bu ayeti görmüyorlar mı? Elbette görüyorlar, ama işlerine gelmiyor. İşte rabbin ayetlerinin bu yöntemle onlarcasının üzeri örtülmekte ve görmezden gelinmektedir. Bunu yapan toplumların huzur bulması da elbette düşünülemez. İslam ın merkezi saydığımız Suudi Arabistan halkı, ne yazık ki Rahmanın bu emrini yaşayamıyor, peki neden? Yorum sizlerin. Bizler bu gerçeği çok şükür Atatürk ün sayesinde görebildik. Yoksa kendi yöneticilerimizi hala seçemeyen bir toplum olarak devam edecektik. Geçmişte içlerinden bir Atatürk çıkartamayan İslam ülkeleri daha yeni uyanıp, yöneticilerine isyan bayrağını çekmeye başladılar. Kendi yöneticilerini seçme hakkını istediklerini haykırdılar. İnşallah bu arzuları gerçekleşir. Yakında seçim var ülkemizde. Seçim telâşesin de liderlerin birbirlerine nasıl sözlerle hitap ettiğine, birbirlerini nasıl suçladıklarına, üzülerek hepimiz şahit oluyoruz. Birbirlerini karalamak adına, basında çıkan haberler, gizli kayıtlar adeta daha önceden hazırlığı yapılmış, çirkin bir çalışmanın, planın ürünü olduğu izlenimini veriyor bizlere. Kanunların kişilere göre esnetilip, görmezden gelindiği bu ortamda yapılacak seçimlerin sonunda, acaba bizlere ne kadar huzur ve mutluluk getirebilir dersiniz? Her şeyi göze alıp, işimize yarayan her delili mubah sayarak, ne olursa olsun mantığıyla seçilmeyi istemek, acaba bizlerin inancına uygun bir yöntem midir? Allah elçisine dahi yönetimde, şuraya git yani bir iş yaparken bilenlere danış diyorsa, bizleri yönetenlerin kalkıp ta bilenlere hiç danışmadan, araştırmadan sırf kendi nefisleriyle hareket edip, toplumu yönetmeye kalkması, kur’anın öğretisine asla uymaz. Devlet yönetimi ciddiyet ister, araştırmadan kanun çıkartıp, daha sonra kusura bakmayın, yanlış oldu diyerek düzeltilmez. Bu arada haksızlığa uğrayanların vebalini de yüklenmek, büyük sorumluluktur. Önemli konularda Allah yöneticilere seslenerek, şuraya gidin sözüyle, toplumda bir birliğin, beraberliğin sağlanmasını istediği, çok açık değil midir sizce? Seçim kampanyalarını televizyondan doğrusu izlemek bile istemiyorum. Birbirlerine hitap edişte kullanılan üslup, davranış bundan elli sene önce ailelerin velilerin çocuklarına izletmemeleri gereken sözler ve davranışlar olduğuna inanıyorum. Peki, ne oldu bizim toplumumuza da, tüm bunları normal karşılayıp, hiç tepki vermeden adeta macera filmi seyreder gibi seyrediyoruz. İşte kokuşmuşluğun, yozlaşmanın içimize nasıl girdiğinin kanıtıdır tüm bunlar. İçimize nifak sokanlar, meyvelerini alıyorlar. Bu işi çok iyi başardıkları belli oluyor. Acaba bizler kendimizi yönetecek kişileri, seçme özelliğine sahip miyiz toplum olarak. İşte bu soruya eğer doğru cevap bulabilirsek, doğru tespitte bulunursak, sanırım bizlerde doğru yöneticilerimizi seçebiliriz. Doğru bir seçim yapabilmemiz için, önce düşünmeyi, yani aklımızı devre dışı bırakmamamız gerekir. Eğer düşünmeden özgürce oyumuzu kullanmayıp, sırf birilerinin isteği, işareti doğrultusunda, topluca seçme hakkımızı kullanıyorsak, buna seçme özgürlüğü, yani demokrasi değil, ancak güdülenmiş bir toplumun, sonucu belli olmayan hareketleri diyebiliriz. Güdülenmiş toplumlar, yaptıkları eylemlerin büyük çoğunluğunun farkında değildir. Genelde öne çıkarılan gözle görülen, toplumun istediği hoşuna giden konularıdır. Fakat güdülenen toplumlar, asıl amacın ardındaki niyeti asla bilemezler. Bu yol ve yöntem toplumları huzura ve mutluluğa götürmeyeceği gibi, tehlikeli sonuçları da olacaktır. Yakında yapacağımız seçime, toplumumuz acaba bu konuların farkında olarak mı giriyor. Bunun bilincinde mi halkımız? Doğrusu yorum yapmak istemiyorum. Hepimiz şunu unutmamalıyız, bu konularda da Rabbimin imtihanından geçtiğimizin, bilincinde olmalıyız. Yaptıklarımız geleceğimizin teminatı olacaktır. Bizleri yönetmeye aday kişileri, futbol takımı tutar gibi değil, bu konuda ehil olanları seçmeliyiz. Çünkü Allah kendinizi yönetecekleri, ehil insanlardan seçiniz diyorsa, düşünmeden yapacağımız yanlışların sonucuna da, katlanmasını bilmeliyiz. Rabbimden dileğim önümüzdeki seçimler, aklın ve mantığın öne çıktığı, güdülenmeden özgür irademizle vereceğimiz bir kararın, aydınlık sonucu olur inşallah ülkemize. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'ANI ÖĞRENMEYE ÇALIŞAN BİR İNSANIN DİKKAT ETMESİ GEREKENLER.
Bizler eğer Müslüman olduğumuzu söylüyorsak, Rabbin sizlere rehber olsun diye gönderdim dediği kur’anı, anlayarak ve üzerinde düşünerek imtihanımızı vermeliyiz, çünkü bu yolu öneren mülküm sahibi Rahmandır. Bu Dünyada imtihanda olduğumuzu söylüyorsak, bu imtihana bizzat kendimizin hazırlanması gerektiğinin bilincinde olmalıyız. Yani imtihanımızı başkalarına havale etmekle aldığımız riskin büyüklüğünün, korkusunu hem bedenimizde hem de ruhumuzda hissetmeliyiz. Birileri bizlere, siz kur’an dan anlayamazsınız, hüküm çıkartamazsınız diyerek Rahmanla aramıza girmeye çalışıyor ve bizleri beşeri kitaplara yönlendiriyorlarsa, şunu asla unutmayalım, bunun tersini söyleyenlerin, bizlerden gizlemeye çalıştığı çok şeyler var demektir. Allah sizleri bu kitaptan sorumlu tutacağım, ayetlerin üzerinde düşünün diyorsa bizlere, o kitap asla zor anlaşılır olamaz, hele bu rehber Allah katından geliyorsa. Bunları söylemek Rabbin adaletini sorgulamak demektir, bunu da unutmayalım. Kur’an dan nasıl istifade etmeliyiz, kur’an dan nasıl faydalanmalıyız konusundaki sorulara, çok güzel bir cevap olduğunu düşündüğüm, aşağıda İmam Kurtubi nin bir düşüncesini, sizlere hiç yorumsuz aktarmak istiyorum. Her mezhebe, düşünceye saygısı olan bu âlim kişinin, aşağıdaki sözlerinden sanırım çıkaracağımız çok dersler olacaktır. (İmam Kurtubi, El Cemiul li-Alkami’l Kur an adlı tefsir kitabının mukaddimesinde "Kur’anı Öğrenen Kimsenin Dikkat Etmesi ve ****** Olmaması Gereken Hususlar" konusunda şunları söylüyor: "Ezberinden Kur’ân-ı Ke-rim’in farz ve hükümlerini ezbere okuduğu halde, okuduğunun ne anlama geldiğini bilmeyen kimsenin, bu durumundan daha çirkin ne olabilir! Böy¬le bir kimse, anlamını bilmediği şey ile nasıl amel edebilecektir? Okuduğu Kur’ân’ın incelikleri hakkında kendisine soru sorulduğu halde bunları bilme¬mesi ne kadar çirkindir? Bu durumda olan kimse, olsa olsa koca koca kitap¬lar yüklenmiş eşeğe benzer." Kur an Resullah’a hakkı batıldan ayıran, hidayet kaynağı, İnsanlara dosdoğru yolu gösteren bir rehber olarak vah yedildi. Kur anı okumaktan bazı Müslümanlar yalnızca kitapta yer alan Arapça lafızların tecvid kurallarına uygun olarak seslendirilmesini anlıyorlar. Arapça bilmeyen bir Müslüman ın yalnızca kur an harflerini tecvid kurallarına göre seslendirmesi, kur anın vah yediliş gayesine uygun bir kur an okuma olamaz. Şuursuz ne dediğinden habersiz bir seslendirme, nasıl kur anın İlk ayeti olan "ikra/oku" emrinin karşılığı olabilir?) Bu güzel yazıdan, fikir ve düşünceden gereken dersleri çıkarmamız dileklerimle. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ALLAHIN PEYGAMBER EŞLERİNE HİTABINDAN, ÇIKARMAMIZ GEREKEN DERSLER.
Bu yazımda sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim ayetler, Ahzab suresinde peygamberimizin eşlerine hitaben gelen ayetlerden nasıl dersler çıkarmalıyız ve bu ayetlerde geçen bazı sözleri nasıl anlamalıyız, bu konuda sizleri kur’an bütünlüğünde düşünmeye davet etmek istiyorum. Burada yazdıklarım ve benim ayetlerden anladıklarım yalnız beni bağlar. Onun için sizlerde bu ayetler üzerinde kur’an bütünlüğünde düşünerek, doğruları bulmaya çaba göstermelisiniz. Kur’an a baktığımızda görev verdiği elçisi ve onun eşlerine yönelik, çok dikkat çekici ikazların olduğunu görürüz. Daha açıkçası Allah görev verdiği elçisi ve onun şanını yüceltecek, namusunu koruyacak eşleri ile de ilgili çok özel hükümler getirmiştir. Buradan da anlıyoruz ki, Allah hem elçisini hem de eşlerini kontrol altına almış, hata yapmalarına izin vermemiştir. Buda çok doğaldır. Allahın vahyini tebliğ edecek bir insanın, her yönüyle kusursuz olması kadar normal bir şey olamaz. Çünkü peygamberler, Allahın bu Dünyadaki temsilcileridir. Gelelim peygamberimizin eşlerine hitaben indirilen ayetlere. İlk önce Allah elçisine, eşlerine şunları söyle diyor. Ahzab 28: Ey Peygamber, eşlerine şöyle söyle: "Eğer şu iğreti dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, haydi gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de sizi güzellikle serbest bırakayım. Ahzab 29: Eğer Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Demek ki peygamber eşleri olarak çok önemli bir mesuliyet altına giriyorlar ki, Allah isteyen ayrılabilir de onlara diyor. Fakat kalmayı seçerseniz, sizleri büyük mükâfatlar bekliyor diye de açıklık getiriyor. Fakat kalmayı seçmekle nasıl bir mesuliyetin altına girdiklerini de bakın hangi sözlerle belirtiyor. Ahzab 30: Ey peygamberin kadınları, sizden kim açık bir çirkin-utanmazlıkta bulunursa, onun azabı iki kat olarak arttırılır. Bu da Allah'a göre pek kolaydır. Hatırlarsanız kur’an da yaptığımız bir yanlışın, hatanın, günahın karşılı, yaptığımız kadardır der bizlere rabbim. İyiliğin karşılığı ise kat kat olacağının örneklerini verir. Fakat dikkat ederseniz peygamberimizin eşlerinin yapacağı bir hatanın, yanlışın karşılığının iki katı olacağını söylüyor. Demek ki burada çok özel bir durumla karşı karşıya, peygamber eşleri. Peygamber eşi olmakla, gerçekten büyük bir sorumluluk altına girdikleri açıkça belli oluyor. Bu ikazların sonunda zaten rahman, peygamber eşlerine, sizler normal kadınlar gibi değilsiniz diyerek bakın ne söylüyor. Ahzab 32: Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin. Demek ki onların konumları çok farklı. Hatta onlarla ilgili kurallarda, diğer kadınlar gibi değil. Bunun detaylarını diğer ayetlerde daha net göreceğiz. Allah peygamber eşlerini çok açık ikaz ederek, diğer erkeklere karşı çekici bir edayla kırıtarak konuşmayın ki, karşınızdaki erkeklerden nefsini eğitmeyen onun etkisinde kalan kimseler ümide kapılmasın diyor. Bundan dolayı konuşmalarına dikkat etmelerini söylüyor. Allah peygamber eşlerine ikazlarına devam ediyor ve bakın ne söylüyor. Ahzab 33: Evlerinizde vakarla oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Demek ki Allah elçisinin eşlerinin, namus ve iffetli kadına yakışacak şekilde olmalarını istiyor. Cahiliye döneminde olduğu gibi, açılıp saçılmayın giyim ve kuşamınıza dikkat edin diyor. Devamında da yapması gerekenleri söyleyip, elçisine itaat edilmesi uyarısını yeniliyor. Tam bu sırada bir cümle üzerinde durmak istiyorum. Günümüzde bu ayette geçen şu cümle öne sürülerek, kadınların evde oturmaları, dışarıya çıkmamaları, hatta iş hayatına girmemeleri gerektiği söylüyorlar. (Evlerinizde vakarla oturun.) Bu sözler öne sürülerek bu anlamların çıkartılması, ancak beşeri inançlara delil aramaktan öte gidilemez. Allah bu sözleriyle, peygamber eşlerinin evlerindeyken namus ve iffetli bir kadın olmaları istenmektedir. Zaten cümlenin devamında da bakın ne diyordu. (eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın.) Demek ki bu sözlerden kadın evinde oturmalıdır, çalışmamalıdır anlamını çıkarmak ne ayete nede kur’anın anlatım şekline uymuyormuş. Çünkü Allah her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle veririz ki anlayasınız diyordu. Şimdi vereceğim ayet üzerinde lütfen çok dikkatle düşünmenizi rica ediyorum sizlerden. Ahzab 53: Ey iman edenler! Siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet edilmedikçe, Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber'i üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah'ın Resulünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük (bir günah) tır. Yukarıdaki ayet üzerinde dikkatle düşündüğümüzde, Rahman hem elçisini, hem de eşlerini adeta koruma altına aldığını görüyoruz. Ayette anlatılmak istenen ilk ikaz, onun evine gereksiz girip çıkmayın, ziyaretine gittiğinizde gerektiği kadar kalın diyor. Şimdide ziyarete gelen erkeklere yapılan ikaz çok önemli. Dikkat ederseniz bu ikaz peygamber eşlerine değil, ziyarete gelen erkekler için geçerli. Ne diyor Rahman. Peygamber eşlerinden bir şey istediğinizde perde arkasından isteyin diyor. İşte üzerinde durmamız gereken cümle. Bu cümle üzerinde dikkatle durmanızı rica edeceğim sizlerden. Perde arkasından isteyin sözü eve gelen misafirlere hitaben söyleniyor. Peki, burada geçen perde arkası sözünden ne anlamalıyız. Eğer peygamberimizin eşlerinin yüzlerinin kapalı olması gerektiğini anlamış olursak, bu emrin gelen misafirlere değil de, direk peygamber eşlerine, sizler gelen misafirlere yüzlerinizi göstermeyin demez miydi? Dikkat edin gelen misafirlere, peygamber eşlerinden bir şey istediğinizde, onlardan perde arkasından isteyin diyor. Demek ki burada bahsedilen perdenin özel bir anlamı olmalı. Eğer bahsedilen gerçek anlamda perde olsaydı, bu ikaz açıkça peygamber eşlerine söylenirdi. Demek ki burada anlatılan, eve misafir gelenlerin alacağı bir önlem olmalı değil mi sizce? Buradan benim anladığım, peygamber eşleriyle aranıza öyle bir perde, mesafe koyun ki, yanlış anlaşılabilecek, duygusal düşüncelere neden olacak bir yanlış anlaşılma olmasın. Ayetin devamında zaten bu konuya da açıklık getiriyor ve bakın ne diyor. (Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah'ın Resulünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olamaz.) Rabbim bakın söylediği o sözden, neyi kast ettiğini çok açık ne kadar güzel açıklamış. Demek ki Peygamberimize Misafir gelen erkeklere, peygamber eşleri ile konuşurken, aranızda duygusal düşüncelere set çeken bir perde olsun. Sakın ola ki onlarla konuşurken, diğer kadınlar gibi konuşmayınız. Onlar ile konuşurken sanki anneleriniz ile konuşur gibi olunuz. Duygusal bir yaklaşmaya sebep olacak şekilde değil, onlarla aranızda bir perde varmışçasına konuşunu ki, hem sizin hem de onların kalpleri için, bu yol en doğrusudur. Bunun tersini yapmanız benim resulümü üzer. Şunu sakın unutmayınız, onun ölümünden sonra ya da onun boşamasından sonra, eşleriyle nikâhlanmanız sizlere caiz değildir diyor. Sanırım çok net anlaşılıyor. Muhammet Esed mealinde, bu ayette geçen, ARANIZDAKİ PERDE sözcüklerine bir dip notla, bakın nasıl bir açıklama getiriyor. (Hicâb terimi, iki şey arasına giren veya birini diğerinden ayıran, koruyan veya gizleyen nesneyi ifade eder; kullanıldığı yere göre, hem somut hem de soyut anlamlarıyla “bariyer”, “engel”, “duvar”, “cam”, “perde”, “örtü” vb. gibi kelimelerle karşılanabilir. Hz. Peygamber'in eşlerine ancak bir “perde” yahut “pencere” arkasından yaklaşılması emri, Hz. Peygamber'in birçok Sahâbesi'nin yaptığı gibi, lafzî anlamıyla anlaşılabileceği kadar “müminlerin anneleri”ne gösterilmesi gereken derin saygıyı ifade eden mecazî anlamıyla da yorumlanabilir.) Bu ayette geçen perde arkasından isteyin sözlerinden yola çıkarak, ne yazık ki kadınların yüzlerini göstermemesi, peçe takması gerektiği öne sürülmüştür. Hâlbuki anlatılmak istenen çok farklı olduğu gibi, bu cümle peygamber eşlerine hitaben değil, gelen misafirlere hitaben söylenen, yani onların alacağı bir önlem mahiyetindedir. Şimdi vereceğim örnek ise, kadınların dışarıya çıktıklarında, günümüzde bazı tarikat ve cemaatlerin tarif ettikleri gibi bir kıyafeti asla tarif etmeden, çok açık ve net nasıl dışarıya çıkmaları gerektiğine, genel anlamda detaya girmeden, amaca yönelik açıklamalarla, bakın nasıl izah etmiştir. Ahzab 59: Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. Yukarıdaki ayeti lütfen dikkatle okuyalım ve düşünelim. Ayet peygamber eşleri ve iman eden tüm kadınları ilgilendiriyor. Dışarıya çıktıklarında dış örtülerini üstlerine alsınlar diyor, yani evin içinde yaşadığınız serbest kıyafetlerle dışarı çıkmayın diye ikaz ediyor. Daha da ilginci kadınların yüzlerini kapatması bir yana, onların tanınması ve bu yolla kötü bir kadın olmadığı anlaşılarak, rahatsız edilmemesi, incitilmemesi gerektiği anlatılıyor. Demek ki peygamber eşleri gerektiğinde dışarı çıkmışlar ve yüzlerini de asla peçe, ya da başka bir şeyle kapatmamışlardır. Hatırlayınız kadınların çalışmasına İslam karşıdır diyenler, peygamberimizin eşinin zengin bir tüccar olduğunu unutmamalıdır. Şimdide şu cümle üzerinde düşünelim.( dış örtülerini üstlerine almalarını söyle.) Ne yazık ki bu cümleden yola çıkarak, Rahmanın asla tarif etmediği bir kıyafeti, işte Allahın istediği kadın kıyafeti budur diyerek öne sürmüşler ve kendilerince şekillendirmişlerdir. Rabbin asla hüküm vermediği bir konuda hükümler verip, bunlarda Allah katındadır diyerek, Allahın halis katıksız dinini bu şekilde, beşeri bir din haline sokmuşlardır. Üzüntüm bunun sonucunda olan kadınlarımıza olmuş ve mağdur olan yine onlar olmuştur. Hâlbuki Allah kadına asla bir kıyafet şekli belirtmemiş, iffetli, namuslu bir kadına yakışacak bir şekilde giyinmelerini istemiştir. Elbette bu giyim şekli, her toplumda, her kültürde farklılıklar arz edecektir. İşte kur’an onun için evrenseldir. Ne yazık ki bizler kendi ihtiraslarımıza boyun eğip, beşeri inançlarımıza delil aramak adına, kur’anın hüküm vermediği konularda, yine kur’an dan delil aramak maksadıyla kelimelerin, sözcüklerin ardından, aslında Allah burada bunu anlatmak istiyor türünden sözlerle, Rahmanın asla söylemediği sözleri, Allaha mal etmişlerdir. Bu küfürdür, Allaha iftiradır. Allah sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyor da, her şeyden nice örnekler verdim ki anlayasınız diyorsa, gelin Rabbim e inananlım, onun vermediği hükümlerden uzak duralım. İhtiraslarımıza, nefsimize boyun eğip, şeytanın esiri olmayalım, kur’anın ipine sarılalım. Allah peygamberimizin eşlerine çok özel ayetlerle, yaşamlarına müdahale etmiş, onların hata yapmalarını adeta önlemiştir. Elbette bunu elçisinin huzuru ve ilettiği vahyi daha rahat yapması adına yapmış, elçisi ve ailesiyle örnek bir yaşamı bizlerin gözleri önüne sunmuştur. Bizlere düşen bu ibret ayetlerden dersler çıkarmak olmalıdır. Bu ayetlerde geçen sözlerin, kelimelerin ardı sıra anlamlar çıkartıp, Allahın vermediği hükümleri, sanki rahman vermiş gibi göstermek, bizleri asla doğruya iletmeyecektir. Önemli olan verilen kıssalardan doğru hisse çıkarmaktır. Sizler kur’an dan anlayamazsınız diyenlere şunu söyleyelim. Allah bizlerin anlayamayacağı bir rehber, yol gösterici kitap gönderip, daha sonrada bu kitabı anlaşılması zor asla yapmaz. Daha sonrada bizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum asla demez. Bunu söylemek rabbim e saygısızlıktır, küfürdür diyelim ve bunları söyleyenlerden uzak kalalım. Çünkü kur’an da her şey yoktur, özet bilgi vardır, kur’anı herkes anlayamaz onu veli insanlar anlar diyenlerin, bizleri Rahmana ve rehberine yönlendirmeleri gerekirken, beşere ve onların kitaplarına yönlendirenlerin, mutlaka bizlerden sakladıkları bir şeyler var demektir, bunu da unutmayalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ALİİMRAN 79. AYET VE RAHMANIN BİZLERİ UYARISI.
Bugün sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim ayet ise, Aliimran suresi 79. ayet olacaktır. Bu ayeti özellikle seçmemin bir nedeni var. Çünkü Allah da çok önemli bir konuda, hatta günümüzde yaptığımız büyük bir yanlışa işaret ederek, elçisinin görev ve sorumluluğu hakkında dikkatimizi çekiyor ve bakın bizlere neler söylüyor. Aliimran 79: Allah'ın vahiy, sağlam muhakeme ve peygamberlik bağışladığı hiç kimsenin bundan sonra halkına, “Allah'ın yanı sıra bana da kulluk edin!” demesi düşünülemez; aksine, [onlara şöyle öğüt verir]: “ilahî kelâmın bilgisini yayarak ve kendiniz [onu] derinlemesine inceleyerek Allah adamları olun!” Yüce Yaratıcımız, ben görev ve hikmet verdiğim elçilerimin hiç birisi, benimle kendisini eş tutup kendilerine, Rahmanın vermediği bir yetkiyi kullanmaya kalkıp kendilerine de kulluk edilmesini asla istemez diyor. Burası çok önemli. Hemen bir örnek verelim. Allah çok açık ve net ayetinde ne diyordu? Zümer 44: De ki: "şefaat, tümden ve sadece Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü/yönetimi O'nundur. Sonunda O'na döndürüleceksiniz." Kendimize şu soruyu soralım. Allah kur’an da yukarıdaki sözleri söyledikten sonra, yine kur’an içinde şefaat yetkisini başkalarına da vermiş olabilir mi? Ya da peygamberimiz de Allahın yanında bende sizlere şefaat edeceğim der mi? Bir önceki ayetinde de bakın ne söylüyor Rahman.( Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler?) Ne dersiniz günümüzde bizlere öğretildiği gibi, peygamberler ve din ulamaları, şeyhler, dervişler şefaatçi olabilir mi? Bakın ayette Allah, benim görev verdiğim elçim asla böyle bir şey söylemez diyor, sizce çok açık değil mi bu sözler? Yine Allah Kefh 26. ayetinde, Allah hiç kimseyi kendi hükmünde ortak kılmaz dediği halde, bizlere öğretildiği gibi, peygamberimizin de helal ve haram koyma, yetkisi vardır Allah elçisine bu yetkiyi vermiştir diyenlere inanmamız sizce normal mi? Aliimran 79. ayeti anlamaya devam edelim. Demek ki Allahın görev verdiği hiçbir peygamber görevi, yetkisi dışında hiç bir şeyi kendisine mal ederek, insanlığa iletmez diyor. Daha da net açıklamayı yapıyor Rahman ve bakın ne diyor. [onlara şöyle öğüt verir]: “ilahî kelâmın bilgisini yayarak ve kendiniz [onu] derinlemesine inceleyerek Allah adamları olun!” Bu sözlerle her şey çok açık anlaşılıyor. Benim elçilerim kullarıma şunu iletmiştir diyor. Sizlere gönderdiğim ilahi kitapları topluma yayıp, anlatıp onu kendisi bizzat derinlemesine inceleyip, üzerinde düşünerek akıl ederek iman edin ki, Allahın halis kulları olasınız. Yüce Rabbim sana binlerce şükürler olsun. Ayetlerini o kadar güzel anlatıyor ve açıklıyorsun ki, anlamayanın senin söylediğin gibi ya gözlerinde perde vardır, ya da kulakları ile gönlü mühürlenmiştir. Değerli din kardeşlerim. Rahmanın rehberine KUR’ANA sarılın, çünkü Allahın elçisi de yalnız ona sarılmıştı. Rehbere sarılan Allahın nuruyla, güneşiyle aydınlanır. Beşerin rehberine sarılan mutlaka yolda kalır. Allah sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, gelin Allahın sözlerine güvenelim. Bugün aklını kullanmayanlar, başkasının aklıyla iman edenler, geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde çok ama çokkkkk pişman olacaklardır. Dilerim Rabbim den, KUR’ANI rehber edinen, aklı ve fikriyle imanını güçlendiren kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KIYAMET BİZLERE OKADAR YAKIN Kİ. AH BİR FARKINDA OLABİLSEK.
Bugün sizleri düşünmeye davet etmek istediğim konu, kıyamet konusunda olacak. Elbette her zaman yaptığımız gibi, bu konuya da, kur’an ışığında bakarak anlamaya çalışalım Allahın izniyle. Kıyamet konusu günümüzde çok konuşulan, üzerinde fikirler yürütüp, birçok rivayetleri anlattığımız, aslında koskoca bir bilinmeyen, detay verilmeyen, ama Rahmanın bazı ipuçları verdiği konudur. Gelin önce Rabbim kıyamet konusunda elçisine neler söylemiş ona bakalım, daha sonrada aldığımız bilgiler ışığında düşünelim. Araf 187: Ne zaman gelip çatacak diye kıyamet saatini soruyorlar sana. De ki: "Ona ilişkin bilgi Rabbim katındadır. Onu, vakti geldiğinde belirginleştirecek olan yalnız O'dur. Göklere de yere de ağır gelmiştir o. O size ansızın gelecektir, başka değil." Sen onu iyice biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: "O'na ilişkin bilgi Allah katındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar. Aslında yukarıdaki ayet üzerinde biraz düşündüğümüzde, günümüzde bizlere anlatılan kur’an ın hiç bahsetmediği, onca rivayetin ne derece doğru olabileceği konusunda, çok net açıklama yapıyor. Düşünebiliyor musunuz Allah elçisine ne söylüyor, bizler bu apaçık ayetleri gördüğümüz halde, peygamberimizin üzerinden nakledilen, onun adını kullanarak, kur’anın vermediği onca bilgiye nasıl olurda hiç düşünmeden inanıyoruz, işte bunu anlayamıyorum. Kur’an a baktığımızda Allah kıyametin çok yakın olabileceğinden bahseder bizlere. Peki, bu sözlerle ne anlatmak istiyor olabilir? Gelin bunu anlamaya çalışalım. Önce şu ayette geçen hükmü unutmayalım. Bakın Allah ne diyor? Lokman 34: O kıyamet saatine ilişkin bilgi Allah katındadır. Yağmuru O yağdırır. O, rahimlerde olanı da bilir. Hiçbir benlik yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Allah Âlim’dir, Habîr'dir. Demek ki kıyamet saati konusunda, kur’anın açıkladıklarından başka, söylenecek hiçbir söze, bilgiyi kesin kabul edip, iman etmemiz mümkün değildir. Hatta kıyamet saati konusunda Allah açıklama yapmadığı halde, bu konuda tartışma yapıp konuşanlara, fikirler yürütenlere bakın ne söylüyor. Şura 18: Ona inanmayanlar onun çabucak gelmesini isterler. İman ederlerse ondan ürperirler ve bilirler ki o haktır. Dikkat edin, kıyamet saati hakkında tartışıp duranlar, geri dönüşü olmayan bir sapıklığın tam içindedirler. Şimdi hatırlatacağım ayette geçen sözler üzerinde düşünelim şimdide. Ahzap 63: İnsanlar sana kıyametin saatinden soruyorlar. De ki: "Ona ilişkin bilgi Allah katındadır." Ne bilirsin, belki de o saat yakındır. Şura 17: Gerçeğe ilişkin Kitap'ı ve adalet ölçüsünü indiren o Allah'tır. Nereden bileceksin, belki de kıyamet saati çok yakındır. İşte dikkatle düşünmemiz gereken ayetlerdeki cümleler. (Ne bilirsin, belki de o saat yakındır.) Allah elçisine, sana soranlara söyle, belki de kıyamet saati çok yakındır de diyor, iki ayette de aynı sözleri kullanıyor. Allah bir söz söylüyorsa, sırf kullarını tehdit etmek ve korkutmak adına söylemez. Her söylediklerinde mutlaka bir hikmet vardır. Bizde Rabbin bu sözlerinden kasıt ne olabilir, düşüncelerimizi onun üstüne yoğunlaştırarak, kur’an ışığında anlamaya çalışalım. Önce şunu düşünelim. Acaba bizlerin yaşadığı Dünya üzerindeki zamanın akışı ile Rabbin bahsettiği zaman arasında fark var mıdır, önce onu anlamaya çalışalım. Zaman kavramı konusunda bilimsel bir araştırma yaptığımızda, gerçekten uzayda bulunan gezegenler arasında dahi, zaman farklılığının olduğunu görüyoruz. Peki, Allah kendi katındaki zaman ile bizlerin yaşadığı zaman arasındaki farkı bizlere söylemiş mi, gelin şimdi de ona bakalım ki, aradığımız konu hakkında ipuçlarını elde edelim. Hac 47: Senden aceleyle azabı istiyorlar: Allah, vaadine asla ters düşmez. Şu da bir gerçek ki Rabbinin katındaki bir gün, sizin saymakta olduğunuzun bin yılı gibidir. Şimdi en önemli bilgiyi aldık rehberden. Demek ki Yaratan kıyamet belki de çok yakındır derken, kendi zaman dilimi içinde ve bizlerin yaşamının akışı konusunda bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Tam kavrayamadığımız bu konuda bizleri düşünmeye sevk ediyor. Allahın verdiği bu ayetinden yola çıkarsak, peygamberimizin yaşadığı dönem ile günümüz arasında, Rabbin katındaki zaman ölçüsüne göre, yaklaşık bir buçuk gün geçmiş demektir, ne kadar dikkat çekici ve düşündürücü değil mi sizce? Bu konuyu daha net anlayabilmemiz için, daha başka bilgilerden de yararlanalım. Hatırlayınız Allah kur’an da ölümü anlatırken, bizlere uyku örneğini verir. Aslında her uyuduğumuzda ölümü yaşadığımızı anlatır ve vakti dolmayanları iade eder, yani uyandırırız der bizlere. Bilimsel bir bilgiyi de tam bu anda sizlerle paylaşmak istiyorum. Uykumuzda gördüğümüz uzunca ve detaylı rüyalarımızı araştıran ilim adamları, gördüğümüz ve bizlerin çok uzun sandığı rüyaları, aslında bizler çok kısa bir zaman içinde, saniyelerle gördüğümüzü tespit etmişler. Bakın Rabbin verdiği ayetle nasılda aynı sonuçları alıyoruz. Demek ki uyku geçici ölüm halimiz, zaten bunu kur’an söylüyor, yani uykuya dalışımızla, Rabbin katındaki zamanın akışına tabi oluyoruz demek ki uykuda. Yaşadığımız hayatı lütfen bir an düşünün. Geçen onlarca yılın farkına varanımız var mı? Nasıl geçti 50–60 yıl, farkında mıyız bugün? İşte hızla akan zamanın zerre kadar farkında olmayan bizler, artık boşa geçen zamanın farkına varmamızın, almamız gereken önlemleri almamızın, yapmamız gerenleri yapmamızın zamanı sizce de gelmedi mi? Şimdide sizlere tekrar bir hatırlatma yapmak istiyorum. Din adına her konuda yaptıkları gibi, bu konuda da uydurulan onca hurafelere karşı, bakın Rabbim yine nasıl uyarıyor bizleri. Fussulet 40: Ayetlerimiz hakkında eğri ile doğruyu birbirine katanlar, bize gizli kalmazlar. Şimdi, ateşin içine atılan mı hayırlıdır, kıyamet günü güven içinde gelen mi? Dilediğinizi yapın. O, yapıp ettiklerinizi iyice görmektedir. Uyarıya bakar mısınız lütfen. Ayetlerimiz hakkında, eğri ile doğruyu birbirine katanlar hakkında neler söylüyor Rahman. Hala aklımızı başımıza getirmeyecek miyiz? Hala zerre kadar aklımızı kullanmayacak mıyız? Buradan da anlaşılıyor ki, bu konularda alacağımız bilgiler, emin kaynak sizce hangi kitap olabilir? Gelelim konumuza. Allah gerçekten kıyametin belki de çok yakın olduğundan bahsederken, ne demek istemiş onu daha iyi anlamak adına, kur’an a bakmaya ondan feyiz almaya devam edelim. Bakın Allah, kıyametin kopmasından sonra, hesabın sorulacağı o gün geldiğinde, çağrıya uyup kalkan bizler neler söyleyecekmişiz. Sanırım bu ayetlerden alacağımız önemli bilgi var. İsra 52: Sizi çağıracağı gün, onu hamt ederek çağrısına derhal uyacaksınız. Ve sadece az bir süre kaldığınızı düşüneceksiniz. Rum 55: Saat gelip kıyamet koptuğu gün, günahkârlar dünyada bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle çevriliyorlardı. . Sanırım bu iki ayeti de okuduktan sonra Allahın, kıyamet saatini belki de çok yakındır sözüyle ne anlatmak istediğini daha iyi anladınız. Ben anladığımı yazmak istiyorum. Bizlerin ölümü ile kıyametin kopması arasında çok ama çok yakın bir zaman olduğunu söylüyor Rahman. Uyku halimizi hatırlayınız, uyuduğumuz anda, mekânımız değişiyor ve zaman akışı da farklılaşıyor. Buradan yola çıkarak, öldüğümüz andan itibaren de, bizler Allahın katındaki zaman dilimine tabi olduğumuza göre, ölümümüz ile kıyamet arasında ki zaman, o kadar yakın ki, bunu hatırladığımda, zamanımızın çok az olduğunu ve kur’an a bir an evvel, dört elle sarılmamız gerektiğini, çok daha iyi anlıyorum. Allah kur’an da bizler için öyle örnekler vermiş ki, bizler beşerin sözlerine bakmaktan, kur’anı devre dışı bırakmışız. Elbette onun nuruyla da nurlanmadığımızdan, ne yapacağımızı bilmez halde, bir oyana bir bu yana koşturup duruyoruz. Kur’anın yarıdan fazlası kıssalar ve örneklerle doludur. Allah bu konuda verdiği güzel örneğinde, mağarada uykuya yatırıp, tam 309 yıl uyutup, tekrar uyandırdığı, ibret almamız içinde kur’an da yer verdiği kıssası, acaba bizlere ne kadar ders veriyor dersiniz? Allah yardımcımız olsun. Bizler günümüzde o kadar büyük bir yanılgının içindeyiz ki, farkında bile değiliz. Allahın sözlerinin üstünü örtme, anlamını değiştirme, kur’an da her şeyin olmadığını kanıtlama yarışı içine girmiş, çırpınıp duruyoruz. Allah ın apaçık sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum dediğini duyan, o kadar az Müslüman kalmış ki, onlarda din düşmanı ilan edilmişler. Allaha iftira edip, Rabbin dinine, halis katıksız, doğru sözlerine, öyle eğri sözler, hurafeler katmışlar ki, artık toplum kur’anı bir kenara koyup, beşerin kitapları ile iman ettiğinden, nelerin doğru nelerin yanlış olduğunu fark edemez olmuş. Rabbim ne olursun bizlere yardım et. Bizleri uyardığın gibi zamanımız çok kısa. O çetin gün çok yakın, ne olur bunun farkında olmamızı sağla bizlerin. Öyle bir meçhule, bilinmeze kürek çekiyoruz ki, burnumuzun dibindeki tehlikenin farkında bile değiliz. Ne olur farkında olmamızı sağla Rabbim. Sen affedicisin, bağışlayıcısın, bizleri bağışla. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
İBRETLİK BİR KISSADAN HİSSE.
Sizlere vereceğim aşağıda ki örnek üzerinde, lütfen çok dikkatle düşünmenizi rica edeceğim. Çünkü vereceğim örnekte yapılan hatanın, yüzlerce benzerini bizler günümüzde yapıyoruz, ama farkında bile değiliz. İmam-ı Şafii nin başından geçen, kendisinin bizzat yaşadığını anlattıkları bir rivayeti nakletmek istiyorum sizlere, çünkü aklını kullanan, düşünme melekesini yitirmeyenler için, bu kıssadan çok büyük hisselerin çıkarılacağını düşünüyorum. Günümüzde düşünmeden yaptığımız büyük yanlışlara sanırım güzel bir örnek. Bir gün İmam Şafii talebeleriyle birlikte Bağdat sokaklarında gezerken, bir ara bir talebesi bakıyor ki iki kişi bir dini konuda tartışıyorlar. Onlardan biri, kendini haklı çıkarmak için diğerine, ‘Canım bak İmam Şafii bile bu konuda benim gibi demiş’ diyor. Tabi ki Şafii’yi de tanımıyor; ancak duymuş. Öğrenci bunu duyunca onlara yaklaşıyor, olay nedir diye soruyor. Kendisine anlatılıyor; fakat Şafii böyle bir şey dememiş; adam kendini haklı çıkarmak için uyduruyor. Üstelik öyle bir yakışıksız iddia ki, Şafii’nin onu tasvip etmesi mümkün değil. Talebe, ”amca imam böyle bir şey demez” diye müdahale eder; ancak adam onu dinlemez. Sonuçta durumu hocasına iletir, “burdaki adamlardan biri sana layık olmayan bir iftira atıyor, gel bunu hallet” der. İmam gelir; ancak ilk başta ben Şafii’yim demez. İlkin onları dinler, o da öğrencisi gibi, “yanlışsın imam bunu demez” der; ancak adam ona da inanmaz: Şafii söylemiştir diye ısrar eder. Hoca en son, ‘Kardeşim, Şafii benim ve ben bunu söylemedim. Kaldı ki böyle bir şey söylemem de düşünülemez’ deyince adam,’ Haydi ulan sen de nerden çıktın, sen Şafii olamazsın. Şafii başkasıdır ve demiştir’ diyor ve bildiklerine devam ediyor. Hatta talebeleri olmasaydı belki o adam hoca efendiyi dövebilirdi bile! Ne dersiniz, yapılan bu yanlışa benzer, günümüzde yapılanları düşündüğümüzde, bu örnekten alacağımız çokkkk ama çok dersler yok mu sizce. Bu örneği okuyunca, peygamberimiz geldi aklıma, acaba günümüzde yaşamış olsaydı, onun adına, onca söylenenleri duyduğu zaman, neler söylerdi bizlere. Yorum sizlerin. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ZÜHRUF 36. AYETİN BİZLERİ UYARISI.
Elbette nur olan KUR'AN. Elbette iman edenler için bu sözüm, inanmayana sözüm meclisten dışarı. İlk sorduğunuz soruya eksik cevap vermişim fark ettim. Allah kur'anda gönderdiği ayetleri düşünmemizi akıl yürütmemizi ister bizlerden, bakın bazı ayetlerin sonundaki cümleler. (Hâlâ düşünmüyor musunuz?, Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz, Öğüt alan yok mudur, Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var, Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz. Saygıyla ürperene bir hatırlatma/düşündürme/öğüt verme olsun diye indirdik.(Kuranı) Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Biz benzetmeleri insanlar için yapıyoruz ki, inceden inceye düşünebilsinler. Düşünüp taşınacak da öğüt kendisine yarayacak. Dileyen onu düşünüp öğüt alır.)
-
ZÜHRUF 36. AYETİN BİZLERİ UYARISI.
Sayın arkadaşım sanırım orada biraz devrik bir cümle kurmuşum, açıklık getireyim. Beşerin hurafelerinin büyüsünde olmayan bir insan, Allahın apaçık nuruyla nurlandığında, çok fazla düşünmeden dahi rahmanın gerçeklerini anlayacaktır, görecektir demek istiyorum. Uyarınız için teşekkür ederim. Saygılarımla Halukgta
-
KENDİ ELLERİMİZLE CEHENNEMİN KAPISINI AÇMAYALIM.
Bugün sizlerle içinde yaşadığımız, iman ettiğimiz İslam inancının kur’an ile bağının ne durumda olduğunu, yine Allahın rehberi kur’an a bakarak, üzerinde düşünerek anlamaya çalışalım. Çünkü hepimiz bir imtihandan geçiyoruz. İmtihan olduğumuzu söyleyende zaten Yüce Rabbim olduğuna göre, acaba bu imtihanı nereden yapacağını söylüyor ve bizler bunun bilinciyle gerçekten imtihan olacağım kitaba mı sarılıyoruz, bunu da araştıralım. Önce şunu düşünelim, madem bizler bir imtihandayız, Rabbim bu imtihanımızı nereden yapacağını söylemiş olmalı değil mi? Çünkü hepimiz bir okul eğitiminden geçtik. Hiçbir öğretmen, okutmadığı kitaptan, vermediği bilgilerden imtihan etmedi bizleri. Bizleri yaratan, çok daha adaletli ve bağışlayıcı olduğuna göre, tebliğ etmediği bir bilgiden de, asla sorumlu tutmayacağının bilinciyle yaklaşmalıyız olaya. Genelde her yazımda hatırlatmaya çalıştığım, bana göre bizlerin anahtar ayeti olan, Zühruf suresi 44. ayeti sizlere tekrar hatırlatmak istiyorum. Çünkü din ve iman adına açacağımız kapı ve anahtarı eğer yanlış anahtar ve yanlış kapı ise, bizleri asla doğru bir yere ulaştırmayacaktır. Bakın Allah bizleri nereden sorumlu tutuyor ve imtihan edecekmiş? Bence bu ayet, bizler için anahtar olmalıdır. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Sanırım şimdi işimiz çok daha kolay olmalı değil mi sizce? Çünkü çok açık bir hüküm vermiş Rabbim. Sizleri bu kitapta ki emirlerimden, hükümlerimden sorumlu tutuyorum. Rahman bu sözü bizlere verdikten sonra, bu kitabın dışından da, günümüzde bizlere öğrettikleri gibi, bizlerin din ve iman adına sorumlusunuz dedikleri, beşerin yazdığı ciltlerce dolu kitaplardan, hesaba çeker mi dersiniz? Peki, acaba bizler Rabbin, bu kadar açık ve net olan bu ayetini görmezden gelip, üzerini nasıl örteriz hiç düşünüyor muyuz bunu? Hatırlayalım bugün bizlere, sorumlu olduğumuz, imtihanımızın yapılacağı kitabın yalnız kur’an olduğunu mu söylüyorlar. Kesinlikle hayır. Bakın neler öğretmişler bizlere, Rabbin apaçık ayetine gözlerini kapatanlar. (Kur'ân-ı Kerim, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin Sünneti ve fıkıh kitaplarından dinimizi öğrenebilirsiniz. Kur'ân-ı Kerim tek başına yeterli değildir. Zira Kuran-ı Kerim özet bilgiler verir. Bilgilerinizi saygı ile rica ederiz.) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI Bu cevabı bana veren Diyanet İşleri Başkanlığı. Eğer bu sözlere inandığımız takdirde, Rabbin apaçık söylediği Zühruf 44. ayette, (İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.) sözlerine inanmamış, hatta kabul etmemiş olduğumuzun bilincinde değil miyiz yoksa? Yukarıdaki sözler üzerinde lütfen çok ama çok iyi düşününüz, şu anda rabbin imtihanından geçiyoruz hepimiz, bunu unutmayalım. Allah sizlere öğüt olsun diye indirdim dediği kitaba, bakın bizler neler söylüyor ve rahmanın güneşine, nasıl saygısızlık yapıyoruz. Kur’anı kerimin tek başına yeterli olmadığını, onun özet bilgiler içerdiğini söyleyerek, nasıl bir din ve iman yaşarız, bunu hayal edebiliyor musunuz? Bizlerin kur’anı, İslam ı anlamak adına, ciltlerce dolusu beşerin fıkıh kitaplarına muhtaç olduğumuzu söyleyen bir zihniyet, acaba din adına bizlere neler öğretir, bunun hesabını yapabiliyor muyuz? Allahın sakın dinde bölünmeyin emrine bile gözlerini yumanlar, bölünmekten çekinmemişlerdir. Hatta bölünmekte bir güzellik, zenginlik olduğunu söylemekten bile çekinmemiş, hepsinin de kendilerince farklı fıkıh anlayışı yaratmaları dahi, akıllarını başlarına getirmemiştir. Peygamberimiz onlarca ayetinde, Deki onlara diye başlayan ayetlerde, sizlere yalnız kur’an ile hükmetme görevi aldım, onun dışında ben hüküm veremem, hüküm veren yalnız rahmandır, ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı O dur dediği halde, bu ayetlere de gözlerimizi yumup görmezden gelerek, kur’an dan beşeri nefsimizi tatmin adına, sözcükleri seçmemiz, onların ardı sıra anlamlar çıkartıp ve yanlış inançlarımıza deliller göstermemiz, acaba imtihanımızda bizlere geçerli bir not aldırır mı dersiniz? Peygamberimizin adını kullandığımız, onun asla söylemediği, ona adeta iftira olan birçok sözlerin hesabını, hiç dikkate alan var mı aramızda? Hesabın görüleceği o an geldiğinde, peygamberimizin şahitliğinde her şey ortaya döküldüğünde, acaba kur’an ın hiç bahsetmediği, bizlere peygamberimizin hükmüdür dedikleri sözler, hükümler ortaya konup, bunların hesabı bizlere sorulduğunda, peygamberimizin yüzüne nasıl bakacağımızı da hesap ediyor muyuz? Allah elçisi, şu ayetleri sizlere tebliğ ettikten sonra, benim adıma uydurulmuş hurafe rivayetlere nasıl inanırsınız derse, acaba bizlerin durumu nice olur dersiniz? Bakara 4-5: Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar. İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır. Nisa Suresi 105. Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Sakın hainlere yardakçı olma. Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. Maide Suresi 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Aliimran 79: Hiçbir insana yakışmaz ki, Allah kendisine kitap, hüküm-hikmet ve peygamberlik versin de sonra o, insanlara “Allah’ı bırakıp bana kullar olun” desin. O ancak şöyle der: “Okuyup araştırdığınız şeylere, öğrettiğiniz şu Kitap’a dayanarak benliklerini Allah’a adamış kullar olun. Ahzap 2: Rabbinden sana vah yedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Allahın elçisi bu ayetleri bizlere tebliğ ettikten, bu sözleri söyledikten sonra, acaba kur’an haricinde onun bahsetmediği koymadığı hükümleri bizlere tebliğ eder mi? Hani Rahman bizlerin imtihanını kur’an dan yapacaktı ne oldu bu ayetin hükmü? Bakın bu anahtar ayeti görmezden geldiğimizde, rabbin dinine asla doğru yerden giriş yapamayız, bunu unutmayalım. Allah bir ayetinde ne diyordu? Kendi hükmüne kimseyi ortak etmez. Lütfen düşünelim tekrar, acaba Allah elçisi kur’an dışından tekbir söz söylemiş, hüküm vermiş olabilir mi? Eğer vermiştir diyorsak, yaşamımızda imtihanımızda sorulan, yüzlerce hatta binlerce soruya doğru cevap vermemiz düşünülemez. Bu dinde kargaşanın başlangıcı olur. Allah emin olmadığın bilginin ardı sıra gitme, sorumlu tutarım diye boşuna ikaz etmiyor bizleri. Yaptığımız en büyük yanlış, kur’an dan habersiz, İslam ı yaşamaya çalışmamızdır. Eğer kur’an dışından da hesap günü sorumluyuz dersek, Kur’anın karşısına ona eş, beşeri bir kitap daha koymuş oluruz ki, bu Allahın asla affetmeyeceği büyük günahlardandır. İşte bunun kabulü, koskoca bir bilinmeyene kapı açmakta, nelerin doğru nelerin yanlış olduğunu ayırmadan, şeytanın kucağına düşmemizi sağlayacaktır. Kur’an bizlerin kullanma kılavuzudur. Hangi kullanma kılavuzu okunduğunda anlaşılmaz ve yetersizdir, bunu çok iyi düşünelim. Hele bu kitap Allah katından gelmiş ise. Kelime ve sözcüklerin ardı sıra gidip, emin olmadığımız kur’anın onay vermediği, beşerin hurafelerine deliller aramayalım. Bunlar şeytani tuzaklardır, imtihanımızın zor sorularıdır, gelin bu zor soruları kur’an ın nuruyla aşalım. Şeytanlaşmış beşerin tuzaklarına düşmeyelim. Allahın elçisi bakın kendi sorumluluğunu ne kadar güzel açıklıyor bu ve buna benzer onlarca ayetinde. Ankebut 50: Dediler ki: "Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!" De ki: "Mucizeler Allah katındadır. Bana gelince, ben açıkça uyaran biriyim. Hepsi bu. Ankebut 18: "Eğer yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki ümmetler de yalanlamıştı. Resule de düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir. Bizler hala rabbin elçisine vermediği yetki ve sorumluluğu ona yükleyip, kur’anın hiç bahsetmediği konularda da, HÂŞÂ sanki Rabbimin hükmüne ortakmış gibi, ondan hükümler bekleyerek şeytanın tuzaklarına düşüyoruz. Allah ne peygamberimize, nede ondan önce gelen bütün peygamberlere, kendi hükümlerini indirmiş, kendi hükmüne asla ortak etmemiştir. Bunu dikkatle düşünelim, kelimelerin ardına düşüp, yanlış anlamlar çıkarmayalım. Rabbim kur’anı kendi içinde, bizzat kendisinin açıkladığını söyler bizlere. Verdiği bir hükmün daha iyi anlaşılması için, örneklerini de verdiğini anlatır. Sizce Diyanetin söylediği gibi, kur’an özet bilgi olsa, burada her şey olmasa, rabbim şu sözleri söyler miydi bizlere? Nahl 89: Her ümmet içinde kendi nefislerinden üzerlerine bir şahit getirdiğimiz gün, seni de onlar üzerinde bir şahit olarak getireceğiz. Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik Nisa 174-175: Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. İşte Allah'a iman edenler ve O'na sarılanlar, onları kendisinden olan bir rahmetin ve bir fazlın içine yerleştirecektir ve onları Kendisine varan dosdoğru bir yola yöneltip-iletecektir. İsra 89: Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler. Kehf 54: Andolsun ki, gerçekten Biz bu Kuran'da insanlara ibret olacak her türlü misali tekrar tekrar açıklamışızdır. İnsan ise her şeyden çok mücadelecidir. Bu ayetlere onlarca örnek vermek mümkün. Gelin yalnız yazdığım ayetler üzerinde düşünelim. Diyanet ne diyordu kur’an için? (Kur'ân-ı Kerim tek başına yeterli değildir. Zira Kuran-ı Kerim özet bilgiler verir.) Diyanetin bu sözleriyle Rabbin sözlerini karşılaştıralım, bakalım onlara onay veriyor mu? - Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. - Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. O'na sarılanlar, onları kendisinden olan bir rahmetin ve bir fazlın içine yerleştirecektir. - bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. - Kuran'da insanlara ibret olacak her türlü misali tekrar tekrar açıklamışızdır. Ne dersiniz rabbin sözleri ile uyuşuyor mu beşerin sözleri? Kur’an a baktığımızda, Rabbin elçisine çok önemli direktiflerini verdiğini görürüz. Acaba aşağıdaki ihtarı alan, Allah ın örnek elçisi, Rahmanın kur’an dışından ayetlerine ilaveler yaparda, bunlarda Allah katındadır der mi? Yorum sizlerin. Hakka 44–45–46; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Ne dersiniz, hala bu ayetleri, Rabbin bu sözlerini görmezden gelmeye devam mı edeceğiz. Doğrusu içinde yaşadığımız İslam, öyle bir hala bürünmüş ki, bu yolun nereye ulaşacağını herkes kendisi çok iyi düşünmelidir. Okulda imtihan olduğumuz dersin öğretmeni,imtihandan sonra cevap kâğıtlarını önümüze koyup, kitabı açmamızı söylerdi bizlere. Nerede hata yaptığımızı anlamamız için. İşte Yüce rabbim de hesabın görüleceği o gün, aynısını yapacağını söylüyor ve bakın yanlışları anlayabilmemiz için hangi kitabı ortaya koyacağını söylüyor. Zümer 69: Yeryüzü, Rabbinin nuruyla parıldamış, Kitap ortaya konmuş, peygamberler, tanıklar getirilip aralarında hakla hüküm verilmiştir. Onlar asla haksızlığa uğratılmazlar. Hesabın görüleceği o gün kitap ortaya konacak diyor Allah, acaba hangi kitap dersiniz? Dikkatle ayeti okuyalım ve iyice düşünelim. Eğer peygamberimizin gerçek ümmeti olduğumuzu söylüyorsak tabi. Peygamberler tanık olarak çağrılıp, Rabbin gönderdiği kitaplarda ortaya konduğunu, imtihanımızın cevapları da yani, yaptıklarımız söylediklerimiz, inandıklarımız önümüze konarak, her şeyin belli olacağı anı Rabbim, gözlerimizin önüne şimdiden getiriyor bizlere. Acaba ders alabiliyor muyuz, hiç sanmıyorum çünkü Rabbin rehberi için anlaşılması zor diyenlere inananlar ne yazık ki çoğunlukta. Ama Rabbim bunu da bildiği için bizleri uyarıyor ve çoğunluğa uyarsan seni dinden saptırırlar diyor. Rabbin rehberi artık, her şeyin içinde olmadığı özet bilgi ilan edilmiş, yüksek bir yere asılmış duruyor. Rabbin rehberi, anlayarak okunmayıp, velilere teslim edilmiş, onlardan medet umulur olmuş. Daha açıkçası KUR’AN TERKEDİLMİŞ. Rabbim ne olur bizleri affet. İşte bu terk edilişin ikazını rahman, O yüce adaletini gösterip, şimdiden bakın nasıl uyarıyor kur’an da bizleri, hem de elçisinin hesap günü söyleyeceği, o sözü şimdiden nasıl ikaz ederek söylüyor bizlere. Tabi anlayana, anlamak isteyene. Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Allahın elçisini örnek alan, kur’an a sarılır. Onun gerçek ümmeti olup, hesap günü peygamberimizin şahitliğinde, yüzleri kapkara olmak ve ona mahcup olmak istemeyen, yine kur’an a sarılır, çünkü Allah elçisi de yalnız ve yalnız KUR’ANA SARILMIŞTI. Bizler Rabbin kolay imtihanını, ellerimizle zorlaştırdığımızın artık lütfen farkına varalım. Çünkü Rahman sizleri zayıf yarattım der ayetinde. Rabbim kullarına eziyet veren değil, huzur ve mutluluk verendir. O ışıktır, Rahmettir. Zorluk değil kolaylık verendir. Rabbin yemin ederek kolaylaştırdıklarını, ellerimizle zorlaştırıp, şeytanın işini kolaylaştırmayalım. Kendi ellerimizle cehennemin kapısını açmayalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ZÜHRUF 36. AYETİN BİZLERİ UYARISI.
Bugün sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim ayet, Zühruf suresi 36. ayet olacaktır. İnternette dolaşırken bu ayeti okuyup, kafası karışan bir kardeşimizi gördüm, haksızda değil, okuduğu kur’an mealinden, eğer tüm kur’anı okumamış, bir bütün olarak kur’anı düşünmeyen bir kişi, gerçekten bu sözleri yanlış anlayabilir. Önce yazdıklarını alıntı yapalım, daha sonrada ayet üzerinde araştırma yaparak düşünelim, bakalım Rabbim bu ayetiyle ne anlatmak istiyor olabilir bizlere, onu hep birlikte anlamaya çalışalım. (Merhaba, zuhruf suresi 36.ayette geçen "Kim, Rahman’ın Zikri'ni görmezlikten gelirse biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur. "Burada geçen biz onun başına bir şeytan sararız Allah şeytanı insanlara özellikle mi sarıp musallat ediyor yani, şeytanı insanlara musallat olması için görevlendiriyor mu yani, mesela bir insana kuranı inkâr ettiği için bir şeytan mı gönderiyor? Böylece şeytan Allahın emirlerini, görevlerini yerine mi getiriyor yani, Allah istediği insana şeytanı sardırıyor mu? Tam olarak ne demek istemiş kafam karıştı. Eğer böyleyse şeytanı Allah daha önceden lanetlememiş miydi? Bir çelişki olmaz mı?) Yazdıklarını okuduk. Eğer ayeti yazdığı gibi anlamaya çalışır, kur’anı bir bütün olarak düşünmediğimiz takdirde, bu arkadaşımızın kafasında belirdiği sorulara muhatap oluruz. Şimdide size farklı meallerden bu ayeti önce yazmak istiyorum ki, ayeti daha iyi anlayalım. Diyanet işleri Başk.: Zühruf 36: Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur. Yaşar Nuri Öztürk: Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelip, ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de, o ona can yoldaşı olur. Muhammet Esed: Zühruf 36: Rahman’ın uyarısını görmezden gelmeyi tercih eden kimseye gelince, Biz onun içine öteki kişiliğini oluşturmak üzere [kalıcı] bir şeytanî dürtü yerleştiririz. Aynı ayet, fakat çok farklı anlamlara gelen meal. Gerçekten bizlerin günümüzde çok daha dikkatle yazılmış, bir kur’an mealine ihtiyacımızın olduğu burada da önemini gösteriyor. Gelelim bu ayette Rabbim ne anlatmak istiyor, onu anlamaya çalışalım. İlk iki meale baktığımızda arkadaşımızın da anladığı gibi, kim kur’an dan, onun sözlerinden uzak kalırsa, onu görmezden gelirse, ona yanından ayrılmayan şeytanı musallat ederiz diye anlaşılıyor. Bu durumda Allah kur’an da bahsettiği, ateşten yarattığı şeytan ile ondan daha üstün yarattığı ve ona secde etmesini istediği, şeytanında karşı tavrından sonraki durumunu göz önüne aldığımızda, Rahmanın şeytanı özellikle kulunun yanına vermesi, ona görevlendirmesi kur’an a ters düşer. Demek ki burada anlatılmak istenen çok daha farklı olmalı. Yani bizlerin bildiği şeytanı, yarattığı kulu kur’an dan uzak kalsa, görmezden gelse dahi doğruluktan, Allah yolundan uzaklaştırması, gerçekleri göstermemesi için, bizzat şeytana görev vermesini düşünemeyiz. Peki kur’an dan uzak kalan, onun ayetlerini beşerin sözlerine tercih eden, bu insanın yanına dost olarak verdiği şeytan kimler olabilir, gelin şimdide onu anlamaya çalışalım, ama daha önce, Muhammet Esed in mealine bakalım ki, konu çok daha iyi anlaşılsın. Bu meal de anlatılanı anlama çalışalım. Hatırlayınız kur’anın uyarılarını görmezden gelenlerin, ondan uzak yaşayanların, gözlerine perde, kulaklarına ve gönlüne mühür vururuz diyordu kur’an da bir ayetinde Rabbim. Hatta sizler kur’anın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmıyor musunuz diye de ikaz edip bunların cehennemlik kâfirler olduğunu söylüyordu bizlere. İşte böyle insanlar doğruları gerçekleri göremeyecekleri için, içlerindeki şeytanla, kendilerini baş başa bırakırız diyor. Böyle insanların dostları da, aynı düşüncede şeytanın yolundan giden dostlarıdır, onların arkadaşları da şeytana hizmet eder diyor. Kur’an şeytan sözünü, yalnız bizler için görünmez olan, ateşten yaratılmış mahlûklar için kullanmaz. İnsanlar içinde kullanır birçok ayetinde. Burada kullanılan ona arkadaş, can yoldaşı olan da şeytandan farkı olmayan, onun izinden yürüyen insanlardır. İsterseniz bu söylediklerimi ayetin devamına bakarak daha çok netleştirelim ve anlamaya çalışalım. Zühruf 37: Bu şeytanlar onları yoldan saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hâlâ hidayet üzere olduklarını sanırlar. 38: O şeytan dostu kimse, en sonunda bize gelince arkadaşına: Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın! Der. Devamındaki ayetlere de baktığımızda, kur’an dan zikirden uzak kalanların yanına Rabbim, yine kur’an dan uzak kalmış şeytanın dostu insanlardan, arkadaş edinmelerini sağlıyor. Daha açıkça anlatmak gerekirse bizde bir söz vardır, arkadaşını söyle, senin ne olduğunu söyleyeyim. İşte Rabbimde aynen bunu uyguluyor, yoldan sapmışın dostunu, yine sapmış insanlardan yapıyor. Otuz sekizinci ayette ise çok daha net anlaşılıyor ve hesabın görüleceği gün geldiğinde, acı gerçek ortaya çıkıyor ve bakın kendisini iyice azdıran şeytanın dostu arkadaşına ne söylüyor . (Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın.) Buradan da anlaşılıyor ki, Allah kur’an dan uzak kalan, onun uyarısını görmezden gelen, bir kısmına inanıp bir kısmının hükmü kalktığını söyleyip kısmen inanan, Allahın kitabından uzaklaştırıp, beşerin hurafe kitaplarına yaklaşanlara, dini imanı kur’an dan aramak yerine, edindikleri velilerde arayanlara rabbim, şeytanın dostlarını dost yaptığını söylüyor. Çünkü bu ayetlerin devamında, bizleri nereden hesaba çekeceğini, nereye sarılmamız gerektiğini bakın nasıl açıklıyor. Lütfen ayeti dikkatle anlamaya çalışalım, rabbim kitabını, zikrini görmezden gelenler için kullanıyor. Tamamen iman etmeyen, inkâr edenler için değil. Zühruf 43: Şu halde, sana vah yedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin. 44: Ve muhakkak ki o (Kur'an) hem senin için, hem kavmin için bir şereftir ve ileride bundan sorulacaksınız. Bizler hala rabbin rehberi, güneşi, gönül gözü KUR’AN için, orada her şey yoktur özet bilgiler vardır, onu herkes anlayamaz diyenlere inandığımız, ardı sıra gittiğimiz sürece, Rahmanın sana vah yedilen kitaba sımsıkı sarılın, ileride ondan sorguya çekilecek, ondan sorumlu olacaksınız dediği halde, kur’anı yeterli görmeyip, bilinmeyenlerin ardı sıra gidenlere, Allahın bazı ayetlerine gözlerini kapayıp, görmezden gelenlere, rabbimin kimleri dost yaptığını yukarıdaki ayetlerden anlayamadıysak, sanırım iki elimizi başımızın arasına alıp, çok ama çokkkk düşünmeliyiz. Allah affedicidir, bağışlayıcıdır fırsatlar verir. Eğer bizler Rabbin verdiği fırsatları değerlendirmemekte inat edip, ısrarla Allahtan başka veliler edinmeye devam edersek, işte o zaman Rabbim daha da bataklığın içine, boğazımıza kadar batmamızı sağlamak adına, şeytanın dostlarını dost edindirdiğini söylüyor ayetinde. Bu insanlarında kendilerini doğru yolda zannettiklerini söylemesi de üzerinde çok iyi düşünülmesi gereken bir konudur. Zühruf suresi 37. ayetin sonunda bakın ne diyordu tekrar hatırlayalım. (Onlarsa kendilerinin hâlâ hidayet üzere olduklarını sanırlar.) Demek ki bu insanlar ne Allah ı inkâr ediyor, nede ona karşı çıkıyor, peki ne yapıyorlar da Allah kötü dostları onlara dost edindiriyor dersiniz? Hatırlayınız aynı sözleri ve ihtarı Rabbim, kur’anın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmayan onların üstünü örtenlere söylüyordu. Allah kullarına akıl vermiş, düşünüp doğruyu bulsun diye. Bizleri de kur’an dan imtihan ettiğini söylüyor, ama bizler hala imtihan olduğumuz kitabı anlamadan okuyarak, bu imtihandan başarıyla çıkacağımızı söyleyip duruyoruz. İnatla Allahın ayetlerinin bir kısmına gözlerini yumanları Rabbim, şeytanın dostları yapıp, onları bataklığa sürükleyeceğini çok açıkça belirtiyor bizlere. Rabbim yardımcımız olsun. Beşerin hurafelerinin büyüsünde olmayan, kur’an nuruyla nurlanan, sanırım çok fazla düşünmeden, onun güneşiyle aydınlanan, tüm gerçekleri görecektir. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK.
-
MİRAC KONUSU VE KUR'ANIN BU SORUYA CEVABI.
Bugün sizlerle günümüzde çok konuşulan ve bizlere beş vakit namazın mirac ile emredildiği anlatılan, bu konuyu kur’an dan araştırıp, yine kur’ana göre doğru olup olamayacağını, birlikte araştırarak, herkesin bu konuyu kendi nefsinde, benliğine bu sorunun cevabını vermesini istiyorum. Çünkü hepimiz bu Dünyada bir imtihandayız, bu konuya vereceğimiz cevap ile de, çok önemli bir sınav verdiğimizi unutmayalım. Önce MİRAC olayının nasıl olduğunu, rivayetler yoluyla geleneksel İslam’ın bu konuyu nasıl anlattığını ve inandığını sizlere kısaca yazmak istiyorum. (Mirac, Recep ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa'nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miracını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekât namaz kıldırdı, bir hutbe okudu. Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Âdem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin” dediler, tebrik ettiler. Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü'l-müntehâ'ya geldiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra her gün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü'l-Ma'mur'u ziyaret etti. Hz. Cebrail'in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı. “Allah ümmetine neyi farz kıldı?” diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam “50 vakit namaz” buyurdu.) Hz. Musa'nın, “Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez” demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı. Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail'in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke'ye döndü.) MİRAC konusunda anlatılanların bir özetidir yazılanlar. Şimdi yukarıdaki yazıyı kur’an ile karşılaştıralım acaba yazılanlar, söylenenler kur’ana uyuyor mu? Önce miracın anlatıldığı yazının başından bir alıntı yapalım. (Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.) Bu satırlarda geçen Mescidi haramdan mescidi aksaya peygamberimizin götürülüşü Kur’anda İsra suresi 1. ayetinde çok açıkça anlatılır. Peki, daha sonra oradan semaya yükselmesi, bu kadar önemli bir konu, acaba neden hiç ama hiç bahsedilmez, bunu düşündünüz mü? Allah bu kadar önemli bir olayı bizden saklamak isteyeceğini sanmıyorum, peki neden kur’an da bundan sonra olanlar, yani miraca yükseltilmesi geçmediği halde, hiç kuşku duymadan bizler buna inanabiliyoruz? İşte bu sorunun cevabını aramaya devam edelim, eğer kur’ana uyan bir cevap bulursak baş tacı elbette yaparız, yok kur’ana uymuyorsa ben şahsım adına kabul edemem, çünkü kur’ana uymayan bir şeyi kabul etmenin hesabının zor verileceğini söylüyor Rabbim. Daha da kötüsü, Rabbimin hüküm vermediği konulara iman etmenin Allaha iftira atmak olduğunu söyleyen Rabbimin sözlerine kulak vermeyenlerin, hesap günü yüzlerinin kapkara olacağını ve Rabbimin onlarla asla konuşmayacağı açıklamalarını unutmamalıyız. Önce İsra suresi 1. ayeti yazalım okuyalım ki daha iyi anlaşılsın. İsra 1: Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir. Hatırlayınız yukarıdaki ayeti örnek vererek, mirac bu ayetin devamında gerçekleşmiştir deniyor, peki neden Rabbim devamını yazmamış da, kur’an dışından rivayetlerle öğreniyoruz, namazın miracta beş vakit emredildiği bu kadar önemli bir olayı, bunu lütfen iyice düşünelim. Önce yukarıda yazdığım ve MİRACIN anlatılma şekli ve bilgileri üzerinde duralım birazda, acaba gerçekten Rabbim kullarına 50 vakit namazı önce emredip, daha sonra Rabbim HÂŞÂ kullarının bu yükü kaldıramayacağını hesap edemeyip, peygamberimizin Hz. Musa ile karşılaştığında, bu kadar vakit namazı ümmetinin güç yetiremeyeceğini söyleyip, Yaratanla pazarlık suretiyle, peygamberimizin namazı beş vakte düşürdüğüne inanmamız, sizce çok normal bir düşüncemi? Değerli arkadaşım şimdide kur’an dan hiç haberdar olmadığımızı düşünelim, kafamızı çalıştıralım yalnız, acaba Yaradan bizlere 50 vakit namaz emreder mi? Bu zamanı hemen hesaplayalım. 24 saat çarpı 60 dakika=1440 dakika bunu da 50 vakte bölelim, buda 28,8 dakikada bir bizlerin namaza durması gerekiyor dikkat edin hiç yatmamak şartıyla. Sizce Rabbim in böyle bir emir verdiğini düşünmemiz normal mi? Hâlbuki bakın rabbim kur’anda bizlere ne diyordu hatırlayalım. Bakara 286.: Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. Müminun 62: Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. Peki, bu ayetleri ve buna benzer birçok ayetleri gördüğümüz halde, nasıl olur da Rabbimin bizlere 50 vakit namaz emredeceğine ve peygamberimizin pazarlık sonucu bunu beşe indirdiğine inanabiliriz? Yine yazıda geçen peygamberimizin semadaki yedi katı ziyaret ettiğini ve birçok peygamberle görüştüğünü, cenneti cehennemi gördüğünü, ikisi açıkta ikisi gizli olan nehirleri gördüğünü, Allahın en yakın görevlisi Cebrailin bile gidemediği yere gittiğini, işin en ilginci ise(Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref olduğu.) anlatılmaktadır. Hâlbuki Allah ı görmek isteyen Musa peygamber ve buna benzer örneklerde asla rabbim i çıplak gözle görülemeyeceğini örnek ayetlerle açıklamasına rağmen, bakın neler söyleniyor ve bizler bunlara inanabiliyoruz. Kur’anın hiç bahsetmediği onca gaibi bilgileri, peygamberimiz görmüş mü, biliyor mu şimdide kur’an dan bu sorunun cevabını arayalım. Enam Suresi 50. Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?" Maide sur.109. ayet: Allah, resulleri bir araya getireceği gün şöyle der: "Size ne cevap verildi?" Şöyle derler: "Hiçbir bilgimiz yok. Gaybları en iyi biçimde bilen sensin, sen. Araf 188: De ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar sağlayabilirim ne de bir zarar verebilirim. Eğer Gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapardım… Yukarıdaki sözleri boşuna söylemesini istemiyor Rabbim bizlere. Bakın onlara şunu söyle diyor ve(Gaybı da bilmem ben) ama yukarıda o kadar gaybi bilgileri bildiğini saydık ki, düşünün Cebrailin bile gidemediği yere, peygamberimizi hiç bahsedilmeyen bir araçla, yani Rabbin huzuruna bile gittiğine inandık. Rabbin cemalini gördüğü dahi anlatılmadı mı bizlere. Karar sizlerin, çünkü herkes yaptıklarından ve inandıklarından sorumlu tutulacaktır. Şimdide de Miracı, İsra suresi birinci ayetin devamında olmuştur diyerek savunduğu düşünce, kendilerini çok fazla tatmin etmemiş ve kendileri de inandırıcı bulmamış ki, yine kur’andan delil arayış içine girmişler ve bakın yukarıda saydığım tüm ayetlere uymaması onları çok fazla etkilememiş olmalı, şimdi yazacağım bir sözün ardından, Miracın kanıtını arar olmuşlar. Şimdi ayeti geniş bir şekilde yazalım. NECM SURESİ 1. Battığı zaman yıldıza andolsun ki; 2.Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı. 3.O,arzusuna göre de konuşmaz. 4. O (bildirdikleri) vah yedilenden başkası değildir. 5. Çünkü onu güçlü kuvvetli biri (Cebrail) öğretti. 6. Ve üstün yaratılışlı(melek), doğruldu: 7. Kendisi en yüksek ufukta iken. 8. Sonra (Muhammed'e) yaklaştı,(yere doğru)sarktı9. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. 10.Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. 11.(Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı. 12. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız? 13. Andolsun onu, önceden bir başka inişte daha görmüştü, 14.Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında. 15. Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır. 16. Sidre'yi kaplayan kaplamıştı. 17. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. 18. Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. Yukarıdaki yazdığım ayeti lütfen düşünün bu bahsedilen olaylar Mirac tamı geçmiş, yoksa kur’an ayetlerinin indirilişini mi anlatıyor? Ayeti okuduğunuzda zaten hemen anlaşılıyor. Rabbim kur’an ayetlerinin indirilişini bizlere anlatıyor. Bildirilenlerin vahye dilenlerden başkası olmadığını söylemesi, kur’an ayetleri için söylendiği zaten belli oluyor. Peygamberimiz içinde övgü var ve arkadaşınız ne saptı ne batıla inandı diyor Rabbim. Ayrıca kendi kafasından konuşmadığını bu sözlerin yani kur’an ayetlerinin Yaratanın sözleri olduğunu belirtiyor. Hatta açıkçada söyleyerek indirilmiş bir vahiyden başkası değildir diyor. Peygamberimize de iyice bellettirildiğini açıklayarak Kur’anın geldiği yerden bahsediyor ve onu getiren Cebrail ile peygamberimiz o kadar yakın oldu ki diyor ve örnek veriyor, iki yayın beraberliği gibi, hatta ondan daha yakın olduğunu söylüyor. Peygamberimizin Cebrail i görmesi ile kalbinin de tastiklediğini imanın daha da arttığı açıklamasını yapıyor. Bakın tüm bu ayetlerde Miracdan asla bahsedilme yok, yalnız kuran ın indirilişinden bahsediyor. Fakat ayette geçen ama günümüzde dahi tam olarak anlaşılmayan müteşabih bir konumda olan (Son sınır ağacı, Sidretül Münteha yanında) cümlesini, işte bu Miraçta geçen yer denecek kadar zorlama ve delilsiz bir kanıt olarak gösterilmektedir. Hâlbuki bu sözün hemen öncesinde göğe çıkışı bırakın tam tersine, bir başka inişte görmüştü sözüyle bu yerin yeryüzünde olduğu anlaşılıyor.( onu bir başka inişte de görmüştü.) Kur’ana uymak yerine kur’anı kendimize uydurmak bu olsa gerek. Zorlamayla kur’andan delil aramak, gerçeklerin üstünü örtmektir. Buda bizi Allah a değil, şeytana yaklaştırır dinden uzaklaştırır. Allah böyle bir olay vuku bulmuş olsaydı, bizlere rehber olarak gönderdiği kitapta, apaçık ve detaylı yazardı. Çünkü ben ayetlerimi açık, detaylı ve her şeyden nice örneklerle sizlere gönderirim demiyor muydu? Şimdide bu konuyu yine kur’anın diğer ayetleri ile karşılaştırarak doğru olup olamayacağını düşünelim. Bakın Rabbim kur’an ayetleri için ne diyor? ( İsra 89; Yemin olsun, biz bu Kur’an'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler.) ( Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kur’an'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır.) Bu ayetlere benzer onlarca ayet yazabilirim, sanırım bunlar yetecektir. Rabbim bizlerin anlayacağı şekilde yemin ederek, bu kitapta bizler için her benzetmeden nice örnekleri verdiğini, her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduğunu söylüyor. Hatırlayın bizlere beş vakit namazın farz olduğunu anlattıkları MİRAC ise kur’an da yok. Söyledikleri delillerin ise konu ile ilgisi dahi yok. Peki, bu durumda Rabbin söylediği gibi, bir kez örneği dahi verilmediyse ona inanmamız normal midir dersiniz? Yine karar sizlerin, herkes kendisinden sorumludur. Elbette burada açıklamaya çalıştığım konu, namazın beş vakit olmadığını kanıtlamak değildir, Mirac olayının kur’ana uyup uymadığını anlamaya çalışmaktır. Rahmana beş vakit değil, on vakit namaz kılsak azdır. Önemli olan Rabbin doğrularını öğrenmektir amacımız. Allah bir ayetinde ne diyordu? ( Müddesir 11: Benimle, yarattığım kişiyi baş başa bırak!) Bakın bir başka ayetinde yine bunun devamı olarak düşünebileceğimiz bir ayetinde ne söylüyor? Rad 40: Ya onlara vaat ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz yahut da seni vefat ettiririz. O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer. Yine Mirac olayının kur’an da geçmemesi beni düşündürdü ve kur’anda verilmeyen bir hükümden Rahman bizi sorumlu tutar mı diye, gelin kur’an dan bu konuda delil arayalım. Bakın rabbim neler söylüyor? Acaba bu sözleri söyleyen rabbim açıkça hiç bahsetmediği bir konudan hesap sorup, bizleri sorumlu tutar mı sizce? Karar yine sizlerin. Zühruf 43: Sen, sana vah yedilene sımsıkı sarıl! Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Araf 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Maide 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Ankebut Suresi 51. Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Zühruf 44 Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Yukarıdaki ayetleri tebliğ alan bir insan, bizlere vah yedilen Kur’ana sımsıkı sarılmasını istiyorsa, Rabbim özellikle bizlere indirilene uyun diye tembihte bulunuyorsa, elçisine görev verdiğinde yalnız indirdiğimi tebliğ etmesi ve iman edilmesi konusunda detaylı bilgi veriyorsa ve bizleri uyarıyorsa, kur’anı yeterli görmeyen o devrin insanlarına bile Rahman kızarak, sizlere İNDİRDİĞİM KURAN YETMİYORMU diyorsa, en son olarak Yüceler yücesi Rabbim açıkça (. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız.) diyorsa, sanırım söyleyecek sözün bitim noktasıdır diyorum. Rabbim bu kitaptan hesaba çekeceğini söylüyorsa, kur’an dışından da asla sorumlu olacağımızı lütfen artık söylemeyelim. Çünkü bunu söylemek bana göre AÇIKCA RAHMANLA İNATLAŞMAKTIR, bunu da unutmayalım. Sizlere son olarak bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Miracın oluşunda Rabbin kur’anda asla bahsetmediği, peygamberimizin gördüğünü söyledikleri çok önemli detayları hatırlayın. Bunların kur’anda asla bahsedilmediğini de düşünün, daha sonra aşağıdaki ayeti anlamaya çalışın, sanırım birazcık düşünen çok kolay anlayacaktır her şeyi. Araf 33.; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi HARAM kılmıştır . Düşünebiliyor musunuz Rabbim Kur’anda açıklamadığı, hakkında hiçbir delil indirmediği, Allah katında bilmediğimiz şeyleri söylememizi HARAM kıldığını söylediği halde bizler, her gün neredeyse HARAM suçunu işliyoruz, HEMDE TIKA BASA. Hâlbuki Rabbim haram kelimesini, yapmamızı istemediği, hatta kesin sınarlar çizdiği adeta büyük günahları işaret edercesine saymıştı kur’an da bizlere. İşte bizlerin yaptığı büyük yanlışlar bu kadar açık ve net. Rabbim bakın emin olmadığınız sözlerin ardına düşmeyin diye bizi nasıl ikaz ediyordu. İsra Suresi 36. Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Allah Tek güvenilir ve kendi koruması altında olan kitabın KUR’AN olduğunu söyler. Emin olabileceğimiz garantili ve sorumlu olduğumuz tek bilginin kur’an olduğunu unutmayalım. Kur’ana uyan onun süzgecinden geçen her sözü de, elbette kabul edelim. Emin olmadığımız ve kur’anın onaylamadığı hiçbir bilgininde ardından gitmeyelim, Rabbin söylediği gibi sorumlu olacağımızı unutmayalım. Ben bana anlatılanları ve bu bilgiler Allah katındandır dediklerinde, Kur’ana müracaat ediyor ve onun süzgecinden geçirmek için elimden geleni yapıyorum. Rabbim utandırmasın. Bende bir insanım, elbette hata yaparım, ama en az hata yapmak istiyorsak, yaratanın vermediği bir hükmün peşinden gittiğimizde, hataların en büyüğünü yapacağımızı da unutmayalım. Mirac olayını kendi sitesinde değerlendiren, eski Diyanet İşleri Başkanı, Sayın Prof. Dr. Süleyman Ateş, bakın yazısında bu konu ile ilgili neler söylüyor. Sizlere bir bölüm nakledeceğim detayını kendi sitesinden alabilirisiniz. (Bütün rivâyetlerin özünü, Buhârî’nin Enes’ten aktardığı rivâyet oluşturmaktadır. Olay, bir rüyâ biçiminde anlatılsa da gerçeklere ters düşen şeylerle doludur: Henüz Peygamber olmayan Hz. Muhammed’in ümmetine namazın farz kılınması tuhaftır. Çünkü henüz peygamber olmayan Hz. Muhammed’in ümmeti de yoktur ki namaz farz kılınsın. Allah namazı farz ettikten sonra Hz. Muhammed’in, Mûsâ’nın önerisini Cebrâîl’e danışması ve onun önerisi ile beş kez Allah’a dönüp “Ya Rabbi bunu bizden hafiflet, hafiflet” şeklinde itirazda bulunması, akıl ve mantığın alacağı bir şey değildir. Allah, verdiği emri henüz tebliğ edilmeden değiştirir mi? Değiştireceği şeyi neden emretsin? Verdiği emri şartların değişmesiyle değiştirmesi, yani nesh ve tebdîl etmesi, sosyolojik kurallara uygundur. Fakat emrini, daha tebliğ edilmeden, aradan zaman geçmeden geri alması, ma‘kul değildir. Kadîy(Abdu’l-Cebbâr)’a göre bu, henüz yürürlüğe konmayan bir hükmü neshetmektir ki bidâ’ demektir. Bidâ’, iyi olmadığı sonradan anlaşılan şeyi ortadan kaldırmaktır. Yani Allah, önce insanların, buna dayanamayacağını bilmeyip sonra bunu anlamış ve değiştirmiş, hafifletmiş demektir ki muhal(imkânsız)dır. Kabulü caiz olmayan düşünceleri taşıyan bu rivayetin reddedilmesi gerekir.) Mirac konusunu ben, kur’anın süzgecinden geçirmeye çalıştım, ama bir türlü Rabbin süzgecinden geçmedi. Yazdıklarım benim kur’andan anladıklarımdır, yalnız beni bağlar. Sizlere düşen bu söylediklerimi bizzat kendimiz kur’anı anlayarak okuyup, kur’anı bir bütün olarak düşünerek, doğruluğunu araştırmalıyız. Bizlerin asıl görevi birilerinin söylediklerinin ardından gitmek değil, Rabbin ne söylediğini bizzat ilk kaynaktan anlamaya çalışmak olmalıdır. Şunu asla unutmayalım ki, Rabbim anlayamayacağımız bir kitap gönderip, daha sonrada bizi sorumlu tutmaz. Bunu söylemek Rahmanın adaletini sorgulamaktır. Tabi bu söylediklerim MUHKEM ayetler, yani bizleri din ve iman adına bağlayan, Rabbin yapmamızı istediği ayetler içindir. Zaten Allah bu ayetlerin açık ve anlaşılır olduğunu ve bunlardan hesaba çekileceğimizi söyler. Bu ayetlerden bahsederken de, Kitabın anasıdır deyimini kullanır. Rahman sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, kur’anın açıklamadığı izah etmediği hiçbir konudan sorumlu tutmaz. Bunun tersini söyleyenin, Rabbin adaletini sorguladığını hatırlatırım. Sanırım asla bağışlanmayacak büyük günahta bu olsa gerek. Bu yola düşmekten Rabbim cümlemizi korusun. Allah gönül gözleri açık, bakan değil gören, yalnız duyan değil hisseden, aklını kullanmasını bilen, tüm bu özellikleri kur’anı anlamak için kullanan, gönlüyle tastikleyen kulları arasına bizleri alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
İSRA SURESİ 36. AYET VE RABBİN BİZLERE İKAZI....
Bu yazımızda sizleri üzerinde düşünmeye davet edeceğim ayet, İsra suresi 36. ayet olacaktır. Allah bu ayette dikkatimizi çekerek bakın ne söylüyor bizlere? İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Ayeti okuduğumda Rabbim kullarını ikaz ediyor ve emin olmadığın bilginin sakın arkasından gitme, seni bütünüyle sorumlu tutarım diye ikazda bulunuyor. Eğer bizler bu ikazın ne anlama geldiğini görmezden gelirsek, istediğimiz kadar ibadet edelim, sonuç alamayacağımız açıktır. İbadet doğru yapılırsa değer kazanır, eğer Rahmanın istediği doğrultuda yapılmıyorsa, ne yaparsak yapalım hiçbir sonuç alamayız Allah korusun. Madem bu kadar önemli bir ikaz da bulunuyor Allah, gelin bu sözüyle ne demek istiyor onu birlikte anlamaya çalışalım, çünkü her beşer kendi imanından sorumlu tutulacaktır. Önce günümüzde bizlere neler öğrettiler onları hatırlayalım, daha sonrada bu bilgileri yukarıdaki ayetle karşılaştırıp anlamaya çalışalım. Bizlere kur’an ın özet bilgi içerdiğini söyleyip, iman adına her şeyin kur’an da olmadığını, eğer İslam ı doğru ve eksiksiz yaşamak, anlamak istiyorsak, fıkıh kitaplarına ihtiyacımızın olduğu söylendi bu güne kadar. Fıkıh kitaplarına baktığımızda, her mezhep kendi fıkıh kitabını oluşturduğunu görüyoruz. Bu durumda acaba hangisine güvenmeliyiz? Bakın hemen koskoca bir soru işareti. Çünkü bir mezhepte anlatılan, diğer mezhepte çok daha farklı olabiliyor? Bakın İsra 36. ayette ki, Rabbin ikazını hemen düşünelim, bilgin olmayan emin olmadığın sözlerin ardına sakın düşme diyordu Allah. Peki Rabbim elçisine ne diyordu ve kullarımı nasıl uyarmasını istiyordu, hemen ona bakalım kur’an dan. Maide 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun… Ahzap 2: Rabbinden sana vah yedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Nisa 105. Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Sakın hainlere yardakçı olma. Bu ve buna benzer onlarca ayetleri okuduğumuzda, sanırım içimiz daha rahatladı, çünkü peygamberimizde zaten o günkü toplumu yalnız kur’an ile uyarma görevi almış, bu açıkça anlaşılıyor. Yani kur’an da her şey yoktur, o özet bilgidir diyenlere inanmamız asla doğru değilmiş. Allah yoksa sana vah yedilene uy, topluma sana indirdiğimle hükmet, sana indirdiğimi tebliğ et der mi? Her şeyin olmadığı özet bilgiler, nasıl olurda topluma rehber ve güneş olur? Yazımızın konusu neydi? Emin olmadığımız bilgilerin ardına gitmeyin diye Rabbim ikaz ediyordu? Bu durumda düşünelim hiç şüphe etmeden, emin olacağımız bilgi o zaman ne olabilir, bunu bilmeliyiz ki hata yapmayalım. Allah bu kitabı koruduğunu söylüyordu bir ayetinde ve bakın bizleri hangi kitaptan sorumlu tutuyordu onu da hatırlayalım. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Sizce işimiz çok daha kolaylaşmadı mı? Bu ayeti neredeyse her yazımda hatırlatıyorum ki, hareket noktamızı doğru ayarlayabilelim. Allah kur’anı ben koruyorum ve sizi bu kitaptan sorumlu tutuyorum diye apaçık söylemiş. Sizce bu söylediği sözün dışında bir şey yapar mı Rahman? Demek ki bu sözleri çok dikkatle düşünmeliyiz. Şimdide her şeyiyle bizlere örnek peygamberimiz, bakalım bu konularda bizlere neler söylemiş, rabbin uyarısıyla onlara bakalım. Enam 50: Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?" Yukarıdaki ayette Allah elçisine, onlara şunu söyle diyerek ne söylemesini istiyor bizlere, lütfen çok dikkatle şu cümlenin üzerinde düşünelim. (Yalnız bana vah yedilene uyarım ben.) Peki, bizler bu ayetleri görmezden gelip neler neler söylüyoruz, isterseniz bir hatırlayalım. Allahın gönderdiği helal haramlara ilaveler yapmasından tutun, daha birçok konunun peygamberimiz tarafından hükümler verme yetkisine haiz olduğunu söylemiyor muyuz? Hani bizler kur’anın tüm hükümlerine iman etmeden gerçek Müslüman olamazdık ne oldu? Bu ve buna benzer yüzlerce ayeti bugün görmezden gelen, ayetlerin üstünü örtüp, Allahın söylemediği, açıklık getirmediği, hüküm vermediği onlarca hükümleri Rahmana isnat edenlerin durumu, hesap günü nice olur dersiniz? Tabi rabbim onları öyle bir ikaz ediyor ki, gözlerinde perde, gönülleri mühürlüler göremiyor elbette. Bakın ne diyor onlar için? Zümer 60: Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Rabbim söylemediği halde, emin olmayan bilginin ardına düşmeyin ikazını görmezden gelip, hurafe inançların ardına düşenlerin, Allah a iftira atanların kıyamet günü YÜZLERİ SİMSİYAH olacaktır diyor. Allahım sen bu durumdan koru ne olur bizleri. Bu ayeti de hemen hemen her yazımda, kardeşlerime hatırlatmaya çalışıyorum, çünkü gerçekten okadar büyük yanlışlar yapıyoruz ki, izahı çok zor. Demek ki din adına, emin olmadığımız bir bilgi ve hükmün ardından gitmenin tehlikesinden bahsediyor rabbim. Bizler kur’an da her şey yoktur, o özet bilgidir, onu herkes anlayamaz, veli insanlar anlar diyenlere karşı çıkıp, Rabbin ayetlerini hatırlattığımızda, günümüzde İslam âleminin çoğunluğu bunlara inanıyor, siz mi bir akıllı çıktınızda, bunları söylüyorsunuz diyorlar, fakat Rabbim onlara da cevabını veriyor ve bakın ne söylüyor? Enam 116: Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar. Allah İsra 36. ayette emin olmadığınız bilginin ardına düşmeyin derken, sanı yani emin olmayan rivayet bilgi ile amel etmeyin, mutlaka kur’an dan onayını alınız diyor. Bizler aklını kullanan Müslümanlar olarak, her bilgiden faydalanmalıyız elbette. Her doğru bilginin bizlere fayda sağlayacağı aşikârdır. Fakat bizlere düşen en önemli konu, acaba aldığımız bilgiye kur’an onay veriyor mu, işte bu kontrolü yapmak bizlerin en önemli görevidir. Daha doğrusu, imtihanımızın önemli bölümünü oluşturmaktadır. Günümüz İslam yaşamımıza bir örnek vermek istiyorum. Okulda öğretmen yazılı imtihan yapıyor, bizler kitaptan dersimizi gereği gibi çalışmadığımızdan, imtihanda sağımızdan solumuzdan kopyalar çekmeye çalışıyoruz. Acaba çektiğimiz kopyalar sorulan sorunun doğru cevabımı? Bundan hiç birimiz emin olamayız. Gelin hiçbir kopyaya meyletmeden, bizler dersimizi kur’an dan önce çalışalım. Emin olmadığımız bilgilerle kendimizi oyalamak yerine, alalım rabbin rehberini, anlayarak bolca okuyalım. Onu sen anlayamazsın diyenlere de, Allah bizlerin anlayamayacağı bir kitap, bir rehber gönderip de, daha sonra bizleri asla sorumlu tutmaz diyelim, yani bizleri kur’an dan uzaklaştırmak isteyenlerin kapanına düşmeyelim. Bizler ilk önce kur’ana danıştığımızda, bizlere bunlar Allah katındandır dediklerinde konuya, anlatılanlara yabancı olmayız ve bizleri aldatmaya çalışanların farkına varırız. Allah öyle bir kitap gönderdiğini söylüyor ki bizlere, bakın ne diyor? Kamer 22: Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Bu sözleri birkaç kez tekrarlayan Rabbim, acaba anlaşılması zor bir din ve kitap gönderip daha sonrada bizleri sorumlu tutar mı? Bu adalet anlayışını nasıl olurda Rabbim e isnat ederiz hiç düşünüyor muyuz? Allah peygamberimiz devrinde elçisinin tebliğ ettiği kur’anı yeterli görmeyip, kendi atalarının rivayetlerinden vazgeçmeyenlere, bakın nasıl bir ayet indiriyor. Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Demek ki, o devirde de eski inançlarından vazgeçmek istemeyenler, kur’anın yanında, kur’an da hiç bahsedilmeyen, hükmü olmayan, atalarının inançlarını da devam ettirmek istiyorlar ki, Allah onlara bakın ne söylüyor. ( Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu?) Demek ki yetiyor ki kur’an, rahman böyle söylüyor. Ya bugün günümüzde de aynı şeyler söylenmiyor mu? Bakın yine yazımızın ana konusu ayet çok daha iyi anlaşıldı. Emin olmadığımız hiçbir bilginin ardı sıra gitmemeliyiz. Gideceğimiz bilgiye kur’an mutlaka onay vermelidir. Tabi işi garantiye almak istiyorsak. Doğru olan, emin olduğumuz yani HAK olan bilginin hangisi olduğunu bakın rabbim nasıl açıklıyor. Rad 19: Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kişi, kör olan biriyle aynı mıdır? Sadece aklı ve gönlü işleyenler düşünüp ibret alır. Araf 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. İbrahim 52: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.3. Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır. Yukarıdaki ayetlere baktığımızda hakkın, doğru bilginin Allahtan indirilen kur’an bilgileri olduğunu görüyoruz. Çünkü Allah bizleri uyarıyor ve ne diyor? Rabbinizden size indirilene uyun. Muhammet suresi 2. ve 3. ayet aslında çok önemli bir konuya son noktayı koyuyor ve bakın ne diyor? (Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.) Şu sözlere bakar mısınız, şükürler olsun Rabbime. Muhammed e indirilene, yani KUR’ANA inananların günahlarını Allah affetmiştir diyor. Ya devamındaki cümleyi okurken acaba dikkatle düşündük mü? Bakın kur’an iki zümreden bahsediyor. Birincisi Allahın indirdiğine uyanlar, ikincisi batıla uyanlar. İkinci toplum Allah ı inkâr edenler değil bunu iyi düşünelim. Bakın Muhammet 1. ayette bu tip insanların kim olduğu anlatılıyor ve ne diyor Rabbim? (Küfre saplanıp Allah'ın yolundan alıkoyanların yapıp ettiklerini O, boşa çıkarmıştır.) Allah kur’an dan bahsederken, ilim diye söz ediyor. Eğer ilim Rabbimden gelmişse orada her soruya cevap vardır, yeter ki onu anlamaya çalışalım. Bakın Rabbim ne diyor? Aliimran 19: Doğrusu Allah katında din, İslam'dır. O kitap verilenlerin ayrılığa düşmesi ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtirastandır. Her kim de Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphe yok ki Allah, hesabı çabuk görendir. Allah bizlere ilim gönderdiğini söylüyor. Bizler beşer olarak bugün ayrılığa düşmüş isek, kendi ihtiraslarımızdan, çekişmelerimizden olduğunu apaçık söylüyor Rabbim bizlere. Hatırlayınız mezheplerin doğuşu insanların yeniden halife seçemeyip, kendi ihtiraslarından İslam ı bölmekten bile çekinmediler mi? Hakkın yolundan gitmek isteyen, Rabbin İLMİNE SARILIR. Allah sizlere indirdiğim rehbere, ilme, gönül gözüne, güneşe sakın batıl karıştırmayın diye bizleri bakın nasıl uyarıyor. Bakara 42: Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin. Beşerin batıl rivayetlerini öne çıkarıp, kur’an da her şey yoktur diyerek, kur’anın vermediği hükümlere iman edip, rabbin ilminin bir kısmının artık hükmü yoktur, nesih edilmiştir, bazı ayetler geçmiş toplumları ilgilendiriyor diyerek, hakka batıl karıştıranın hesap günü yüzleri kapkara olacağının, Rabbim ayetinde söylediğini tekrar hatırlatırım. Allah ın kolaylaştırdığı güzelim dini, bizler zorlaştırıp, peygamberimizin emanetine hıyanet etmeyelim. Peygamberimizin yolunu izlediğini söyleyen, kur’anın ipine sarılır. Onun ümmeti olduğunu söyleyen, hurafelerden uzak durur, Rabbin hüküm vermediği hiçbir konunun, hiçbir sözün ardı sıra gitmez. Allah sizleri kur’an dan hesaba çekeceğim diyorsa, o vaadinde durandır. Kur’anın ilk emri OKU diye başlıyorsa, böyle bir kitap asla anlaşılması zor olamaz, bunu lütfen çok iyi düşünelim. Peygamberimiz bizler için kur’an da gösterilen örnek bir insandır. Onun hayatı, felsefesi yaşam biçimi kur’anın hayata geçirilmiş şeklidir. Onu ne bıraktığı sakalında, nede giydiği yöresel kıyafette aramak yerine, onun kur’anı yaşamına nasıl geçirdiğini, adalet anlayışını, toplumdaki davranış biçimini örnek alıp, onun ardı sıra gitmeliyiz. Şekilci değil, akılcı olursak, onu gerçekten doğru anlamış oluruz. Ben sizlere Rabbin sözlerini hatırlattım ve düşünmeniz için vesile olmaya çalıştım. Rabbim bizlere verdiği ibret ayetleri, beşerin etkisinde olmadan anlamaya çalışırsak, en az hatayla anlamanın kapısını aralamış oluruz kendimize. Hiç kimse peygamberimizi devre dışı bırakamaz, onu yok da sayamaz. Ama Rabbin vermediği hiçbir yetkiyi, sorumluluğu da elçisine veremez. Bugün varsak yarın yokuz. Birbirimizi kırmak yerine karşılıklı dinleyelim. Aklımızın, mantığımızın ışığında kur’anı anlamaya çalışalım. Daha sonrada tüm bilgileri beşeri bilgilerle değil, KUR’AN İLE KARŞILAŞTIRALIM. Eğer bir beşer, kur’anın onay vermediği bir bilgi veriyorsa bizlere, o mutlaka dine nifak sokmaya çalışan, hurafenin peşinden koşuyor demektir. Allah İsra suresi 36. ayette Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme diyorsa, KUR’ANIN ONAY VERMEDİĞİ bilgilerin ardına düşmeyelim, yoksa hesap günü yüzlerimizin kapkara olmasından kurtulamayız, bunu da unutmayalım. Rabbim cümlemizi hakkın peşi sıra gidip, batıldan uzak kalan kullarından eylesin. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ALLAH KUR'AN AYETLERİNİ ELÇİSİNE, RÜYASINDA DA VAH YETMİŞ OLABİLİR Mİ?
Bizler İslam ı ne yazık ki doğruluğundan emin olmadığımız, beşeri rivayetleri, hiç düşünmeden kur’an ile karşılaştırmadan, yaşamaya kabul etmeye devam ettiğimiz sürece, gerçek İslam ın güzelliğini, nurunu, güneşini de görmemiz, ondan gereği gibi istifade etmemizde, mümkün olmayacaktır. Bu yazımda sizleri düşünmeye davet etmek istediğim konu, bir yazıma cevap veren bir kardeşimiz, bana sitemkâr sözlerle, peygamberimize rüyasında tebliğ edilen, kur’an dışından kur’an ayeti hükmünde hadislerin olduğunu söyleyip, benim bunları kabul etmediğime karşılık söylediği sözleri sizlere hatırlatıp, acaba bu sözlerde, birazda olsa doğruluk payı var mı diye ben çok düşündüm, sizleri de düşünmeye davet etmek istiyorum. Tabi düşünürken elimize, güvenilir rehber kur’anı alalım, ona soralım bakalım, bu sözlere kur’an ne cevap veriyor. Bakın arkadaşımız bana neler söylemiş. (Allah'ın resulüne ilhamı olan, ayet hükmünde olan rüya hadislerini dahi kabul etmezsiniz. Sizi uyarıyorum, yolunuz yol değil.) Bu arkadaşımız bizlerin, din ve iman adına sorumlu olduğumuz, tıpkı kur’an ayetleri gibi, bazı bilgilerin, hükümlerin peygamberimize Allah tarafından rüyasında vah yedildiğini ve bizlerinde bunlardan sorumlu olduğumuzu söylüyor. Bizler bu sözleri hemen kur’an a müracaat ederek soralım, bakalım Allah elçilerine bu yolla, yani rüya yoluyla bizlerinde sorumlu olduğu, vahiy tebliğ etmiş olabilir mi? Şura 51:Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vah yeder. O yücedir, hakîmdir. Önce vahiy kelimesinin anlamına bakalım. Vahiy genel anlamda Allahın buyruğu, yani emirlerinin elçilere bildirildiği sözlerdir. İşte bu sözlerini bakın hangi yöntemlerle bildirdiğini söylüyor Rabbim. İlk iki cümleyi önce anlamaya çalışalım. Allah bir insanla vahiy yoluyla, ya da kendisini göstermeden sesli olarak konuştuğunu söylüyor. Gerçektende kur’an a baktığımızda, Musa peygamberimizle sesli olarak, kendisini göstermeden konuştuğu örneğini görüyoruz. Peki, burada bahsedilen Allahın bir insanla vahiy yoluyla konuşması sözünden ne anlamalıyız? Burada anlatılan yine kendisini göstermeden ama sesli değil de, başka bir yol ile de görüşebileceğini anlatmaya çalışıyor bizlere, ben bunu anladım. Peki, bu nasıl bir yöntem olabilir? Size bir ayet ile bunu anlatmak istiyorum. Nahl 68: Rabbin, balarısına şöyle vah yetti: "Dağlardan evler edin, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan da..." Bu ayete baktığımızda Rahmanın bir başka vahye diş şeklini, daha iyi anlıyoruz. Bu yönteminde gönüllerine verdiği, İLHAM, sessizce hükümlerinin seslenişi diyebiliriz. Ayete baktığımızda Allahın bir insana vah yediliş şekli olarak da bahsediliyor, demek ki Rabbim elçisi ne ya da herhangi bir kulunun, kalbine ilham ile konuşmadan sessiz vah yedebilir diyebiliriz. Ben bunu anladım. Ayete devam ettiğimizde ise, bir başka vahyin iletiş şekli çıkıyor ortaya. Görev verdiği elçisine, melekleri aracılığıyla, dilediğini vah yetmesi. İşte kur’an a baktığımızda genellikle kur’anın vah yediliş şeklinin bu yöntemle, Allahın meleği Cebrail aracılığıyla olduğunu görüyoruz. Rabbimin verdiği bu bilgi ışığında hemen düşünelim. Arkadaşımızın bana söylediği gibi, bizlerin sorumlu olduğumuz kur’an ayetleri hükmünde, peygamberimize rüyasında vahiy gelmiş olabilir mi? Rabbimin yukarıda bizlere tebliğ ettiği vahiy yöntemlerine baktığımızda rüyada vahiy yolu, asla zikredilmiyor. O halde bunu söyleyenlere inanmamız mümkün değildir. Çünkü Allah eğer bu yöntem ile elçisine rüyasında eğer bizlere iletecek, bizleri ilgilendiren bir vahiy göndermiş olsaydı, Allah elçisi bunu kur’a na hemen geçirmez miydi? Bakın bizler peygamberimizin rüyada bizleri din ve iman adına bağlayıcı, vahiy aldığını söyleyip, buna inandığımızda nelere inanmış oluyoruz önce onu düşünelim. Allah kur’anı ben koruyorum dediği halde, kur’an a geçmesi gereken, kur’an ayeti değerindeki rüyada vah yedilen ayetlerin, bu durumda Allah tarafından korunmadığını söylemiş oluyoruz. Çünkü Rabbim ne diyordu? Sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim, bu kitaptan sorumlusunuz. Bu kitabı ben koruma altına aldım. Bu durumda elimizdeki kur’an da her vahyin olmadığını da söylediğimizin ve inandığımızın farkın damıyız? Bakın hâlbuki rabbim onlarca ayetinde bizleri nereye yönlendiriyor. Enbiya 10: Andolsun ki, size öyle bir kitap indirdik ki. Bütün şanınız ondadır; hala akıllanmayacak mısınız? Kehf 27: Rabbinin Kitabı'ndan sana vah yedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın. Yasin 69. Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır. Enam 19: Sor: "Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Bu Kuran bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım… Şimdide Allah elçilerine ve özellikle peygamberimize, rüyasında bazı ilhamlarla bilgiler vermiş midir, verdiyse bunlar hangi konuları içeriyor, şimdide ona bakalım kur’an dan. Yusuf suresi 4. ayetinde, Yusuf peygamberimiz bir rüya görüyor ve bu rüyasını babasına anlatıyor. Rüyasında on bir yıldız ile güneş ve ayı bana secde ederken gördüğünü söylediğinde, bunu kardeşlerine anlatmaması için babasından tembih aldığı ayeti düşünelim. Ayette anlatılan ve örnek verilenlerin tamamı kişisel bilgi ve gelecekte olacakları işaret eden konuları içeriyor. Yine başka bir örnek verelim rüya konusu ile ilgili peygamberimizden. Önce bir ayet hatırlatmak istiyorum. Fetih 27: Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi. Peygamberimiz Medine de gördüğü bir rüyasında, kendisine iman edenlerle birlikte huzur içinde, Mescid-i Harama gittiklerini ve kabeyi tavaf ettiklerini görüyor. Bu rüyasını da topluma anlatıyor. İman edenler buna inanmak istemiyor, çünkü iman etmeyenlerin bu ziyarete engel oldukları ve iman edenlerin zorluklar içinde kaldığı bir ortamda görüyor bu rüyayı peygamberimiz. Allah elçisi bu rüyayı görüp topluma rüyasını anlattıktan kısa bir süre sonra, yukarıdaki ayet nazil oluyor. Bakın burası çok önemli, Allah elçisine yakın zamanda olacak bir olayı rüyasında gösterip, onu onurlandırıyor ve bu olayı da kur’an a geçirerek ayetiyle sabitlendiriyor. Tabi daha sonra bu rüya gerçek oluyor ve iman edenlerin zaferleri ile toplum Mescid-i harama huzur içinde giriyorlar. İşte alacağımız kıssadan hisse. Demek ki Allah elçisine rüyasında, bizlere hüküm bazında herhangi bir ayet bildirmiyor, ancak onu, onu re edecek, saygın lığını artıracak bir konuma getirecek bir bilgi ile onurlandırıyor. Sonunda da rüyasını gerçekleştiriyor. Demek ki verilen örneklere baktığımızda, Allah elçisine rüyasında gösterdikleri, kur’an hükmünde asla bir bilgi olmayıp, onun gücüne güç katacak, onu onurlandıracak, gelecekte olacak bir olayın ipuçlarını içeren, bilgiler olduğunu görüyoruz. Ama en önemlisi gördüğü rüyayı kur’ana geçirip bilgi vermesidir. Buda demektir ki, her söylenen sözlere değil, kur’ana bakarak tüm gerçeklerin farkına varabiliriz, yeter ki düşünelim, aklımızı çalıştıralım tabi kur’anın ışığında. Sonuç olarak, buradan da anlaşılıyor ki Allah, bizlere iletilecek ve bizlerin din ve iman adına sorumlu olacağımız vahiylerini elçisine rüyasında değil, bahsettiği diğer yöntemlerle bildirmiştir. Bildirdiği ve sorumlu olduğumuz tüm vahiylerde kur’an ile sabittir. Çünkü rabbim bizlerin kur’an a sarılmasını emredip, daha sonrada bu kitaptan sorumlu olacağımızı apaçık bildirmiştir. Kur’an dışından, tıpkı kur’an ayetleri gibi vahiylerinde olduğunu söylemek, kur’anın onlarca ayetine ters düşer, bu açıkça KUR’ANA ŞİRK KOŞMAKTIR. Bunları kabul ettiğimizde kur’anın onlarca ayetine iman etmediğimizin artık lütfen bilicine varalım. Zamanında yanlışımızdan dönmeyip, gerçekleri huzuru mahşerde farkına varırsak, iş işten geçmiş olacaktır, bunu da unutmayalım. Bizler Allahın emrettiği yolda gitmek ve hesap günü şaşkın bir halde kalmak istemiyorsak, Rabbin önerdiği gibi kur’anın ipine sarılmalıyız. Onu anlayarak okuyup, rabbin neler söylediğini anlamaya çaba göstermeliyiz. Birileri bizi Allah ile aldatmanın yarışına girmiş, belli ki bizleri hak yolundan alıkoymak isteyenler var. Bakın rabbim apaçık hesap günü hesabın görüleceği hangi kitap ortaya konacak diye bizlere hatırlatıyor. Zümer 69: Yeryüzü, Rabbinin nuruyla parıldamış, Kitap ortaya konmuş, peygamberler, tanıklar getirilip aralarında hakla hüküm verilmiştir. Onlar asla haksızlığa uğratılmazlar. Rahman çok açık söylüyor, ama ne yazık ki bizler gözlerimizi, gönlümüzü, aklımızı kur’an a kapatmış, beşerin sözleriyle iman eder olmuşuz. Çok ama çok büyük yanılgılar içinde yaşıyoruz. Lütfen artık aklımızı başımıza toplayalım, silkinip kur’anın güneşine gönlümüzü açalım. Yoksa hesap günü yüzlerimizin kapkara olmasından asla kurtulamayız. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK