Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

halukgta

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

halukgta tarafından postalanan herşey

  1. Bizler eğer Müslüman olduğumuzu söylüyorsak, Rabbin sizlere rehber olsun diye gönderdim dediği kur’anı, anlayarak ve üzerinde düşünerek imtihanımızı vermeliyiz, çünkü bu yolu öneren mülküm sahibi Rahmandır. Bu Dünyada imtihanda olduğumuzu söylüyorsak, bu imtihana bizzat kendimizin hazırlanması gerektiğinin bilincinde olmalıyız. Yani imtihanımızı başkalarına havale etmekle aldığımız riskin büyüklüğünün, korkusunu hem bedenimizde hem de ruhumuzda hissetmeliyiz. Birileri bizlere, siz kur’an dan anlayamazsınız, hüküm çıkartamazsınız diyerek Rahmanla aramıza girmeye çalışıyor ve bizleri beşeri kitaplara yönlendiriyorlarsa, şunu asla unutmayalım, bunun tersini söyleyenlerin, bizlerden gizlemeye çalıştığı çok şeyler var demektir. Allah sizleri bu kitaptan sorumlu tutacağım, ayetlerin üzerinde düşünün diyorsa bizlere, o kitap asla zor anlaşılır olamaz, hele bu rehber Allah katından geliyorsa. Bunları söylemek Rabbin adaletini sorgulamak demektir, bunu da unutmayalım. Kur’an dan nasıl istifade etmeliyiz, kur’an dan nasıl faydalanmalıyız konusundaki sorulara, çok güzel bir cevap olduğunu düşündüğüm, aşağıda İmam Kurtubi nin bir düşüncesini, sizlere hiç yorumsuz aktarmak istiyorum. Her mezhebe, düşünceye saygısı olan bu âlim kişinin, aşağıdaki sözlerinden sanırım çıkaracağımız çok dersler olacaktır. (İmam Kurtubi, El Cemiul li-Alkami’l Kur an adlı tefsir kitabının mukaddimesinde "Kur’anı Öğrenen Kimsenin Dikkat Etmesi ve ****** Olmaması Gereken Hususlar" konusunda şunları söylüyor: "Ezberinden Kur’ân-ı Ke-rim’in farz ve hükümlerini ezbere okuduğu halde, okuduğunun ne anlama geldiğini bilmeyen kimsenin, bu durumundan daha çirkin ne olabilir! Böy¬le bir kimse, anlamını bilmediği şey ile nasıl amel edebilecektir? Okuduğu Kur’ân’ın incelikleri hakkında kendisine soru sorulduğu halde bunları bilme¬mesi ne kadar çirkindir? Bu durumda olan kimse, olsa olsa koca koca kitap¬lar yüklenmiş eşeğe benzer." Kur an Resullah’a hakkı batıldan ayıran, hidayet kaynağı, İnsanlara dosdoğru yolu gösteren bir rehber olarak vah yedildi. Kur anı okumaktan bazı Müslümanlar yalnızca kitapta yer alan Arapça lafızların tecvid kurallarına uygun olarak seslendirilmesini anlıyorlar. Arapça bilmeyen bir Müslüman ın yalnızca kur an harflerini tecvid kurallarına göre seslendirmesi, kur anın vah yediliş gayesine uygun bir kur an okuma olamaz. Şuursuz ne dediğinden habersiz bir seslendirme, nasıl kur anın İlk ayeti olan "ikra/oku" emrinin karşılığı olabilir?) Bu güzel yazıdan, fikir ve düşünceden gereken dersleri çıkarmamız dileklerimle. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  2. Bu yazımda sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim ayetler, Ahzab suresinde peygamberimizin eşlerine hitaben gelen ayetlerden nasıl dersler çıkarmalıyız ve bu ayetlerde geçen bazı sözleri nasıl anlamalıyız, bu konuda sizleri kur’an bütünlüğünde düşünmeye davet etmek istiyorum. Burada yazdıklarım ve benim ayetlerden anladıklarım yalnız beni bağlar. Onun için sizlerde bu ayetler üzerinde kur’an bütünlüğünde düşünerek, doğruları bulmaya çaba göstermelisiniz. Kur’an a baktığımızda görev verdiği elçisi ve onun eşlerine yönelik, çok dikkat çekici ikazların olduğunu görürüz. Daha açıkçası Allah görev verdiği elçisi ve onun şanını yüceltecek, namusunu koruyacak eşleri ile de ilgili çok özel hükümler getirmiştir. Buradan da anlıyoruz ki, Allah hem elçisini hem de eşlerini kontrol altına almış, hata yapmalarına izin vermemiştir. Buda çok doğaldır. Allahın vahyini tebliğ edecek bir insanın, her yönüyle kusursuz olması kadar normal bir şey olamaz. Çünkü peygamberler, Allahın bu Dünyadaki temsilcileridir. Gelelim peygamberimizin eşlerine hitaben indirilen ayetlere. İlk önce Allah elçisine, eşlerine şunları söyle diyor. Ahzab 28: Ey Peygamber, eşlerine şöyle söyle: "Eğer şu iğreti dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, haydi gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de sizi güzellikle serbest bırakayım. Ahzab 29: Eğer Allah'ı, Peygamberini ve ahiret yurdunu diliyorsanız, bilin ki, Allah, içinizden güzel davrananlar için büyük bir mükâfat hazırlamıştır. Demek ki peygamber eşleri olarak çok önemli bir mesuliyet altına giriyorlar ki, Allah isteyen ayrılabilir de onlara diyor. Fakat kalmayı seçerseniz, sizleri büyük mükâfatlar bekliyor diye de açıklık getiriyor. Fakat kalmayı seçmekle nasıl bir mesuliyetin altına girdiklerini de bakın hangi sözlerle belirtiyor. Ahzab 30: Ey peygamberin kadınları, sizden kim açık bir çirkin-utanmazlıkta bulunursa, onun azabı iki kat olarak arttırılır. Bu da Allah'a göre pek kolaydır. Hatırlarsanız kur’an da yaptığımız bir yanlışın, hatanın, günahın karşılı, yaptığımız kadardır der bizlere rabbim. İyiliğin karşılığı ise kat kat olacağının örneklerini verir. Fakat dikkat ederseniz peygamberimizin eşlerinin yapacağı bir hatanın, yanlışın karşılığının iki katı olacağını söylüyor. Demek ki burada çok özel bir durumla karşı karşıya, peygamber eşleri. Peygamber eşi olmakla, gerçekten büyük bir sorumluluk altına girdikleri açıkça belli oluyor. Bu ikazların sonunda zaten rahman, peygamber eşlerine, sizler normal kadınlar gibi değilsiniz diyerek bakın ne söylüyor. Ahzab 32: Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin. Demek ki onların konumları çok farklı. Hatta onlarla ilgili kurallarda, diğer kadınlar gibi değil. Bunun detaylarını diğer ayetlerde daha net göreceğiz. Allah peygamber eşlerini çok açık ikaz ederek, diğer erkeklere karşı çekici bir edayla kırıtarak konuşmayın ki, karşınızdaki erkeklerden nefsini eğitmeyen onun etkisinde kalan kimseler ümide kapılmasın diyor. Bundan dolayı konuşmalarına dikkat etmelerini söylüyor. Allah peygamber eşlerine ikazlarına devam ediyor ve bakın ne söylüyor. Ahzab 33: Evlerinizde vakarla oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor. Demek ki Allah elçisinin eşlerinin, namus ve iffetli kadına yakışacak şekilde olmalarını istiyor. Cahiliye döneminde olduğu gibi, açılıp saçılmayın giyim ve kuşamınıza dikkat edin diyor. Devamında da yapması gerekenleri söyleyip, elçisine itaat edilmesi uyarısını yeniliyor. Tam bu sırada bir cümle üzerinde durmak istiyorum. Günümüzde bu ayette geçen şu cümle öne sürülerek, kadınların evde oturmaları, dışarıya çıkmamaları, hatta iş hayatına girmemeleri gerektiği söylüyorlar. (Evlerinizde vakarla oturun.) Bu sözler öne sürülerek bu anlamların çıkartılması, ancak beşeri inançlara delil aramaktan öte gidilemez. Allah bu sözleriyle, peygamber eşlerinin evlerindeyken namus ve iffetli bir kadın olmaları istenmektedir. Zaten cümlenin devamında da bakın ne diyordu. (eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın.) Demek ki bu sözlerden kadın evinde oturmalıdır, çalışmamalıdır anlamını çıkarmak ne ayete nede kur’anın anlatım şekline uymuyormuş. Çünkü Allah her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle veririz ki anlayasınız diyordu. Şimdi vereceğim ayet üzerinde lütfen çok dikkatle düşünmenizi rica ediyorum sizlerden. Ahzab 53: Ey iman edenler! Siz zamanını gözetlemeksizin, bir yemeğe davet edilmedikçe, Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber'i üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah'ın Resulünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük (bir günah) tır. Yukarıdaki ayet üzerinde dikkatle düşündüğümüzde, Rahman hem elçisini, hem de eşlerini adeta koruma altına aldığını görüyoruz. Ayette anlatılmak istenen ilk ikaz, onun evine gereksiz girip çıkmayın, ziyaretine gittiğinizde gerektiği kadar kalın diyor. Şimdide ziyarete gelen erkeklere yapılan ikaz çok önemli. Dikkat ederseniz bu ikaz peygamber eşlerine değil, ziyarete gelen erkekler için geçerli. Ne diyor Rahman. Peygamber eşlerinden bir şey istediğinizde perde arkasından isteyin diyor. İşte üzerinde durmamız gereken cümle. Bu cümle üzerinde dikkatle durmanızı rica edeceğim sizlerden. Perde arkasından isteyin sözü eve gelen misafirlere hitaben söyleniyor. Peki, burada geçen perde arkası sözünden ne anlamalıyız. Eğer peygamberimizin eşlerinin yüzlerinin kapalı olması gerektiğini anlamış olursak, bu emrin gelen misafirlere değil de, direk peygamber eşlerine, sizler gelen misafirlere yüzlerinizi göstermeyin demez miydi? Dikkat edin gelen misafirlere, peygamber eşlerinden bir şey istediğinizde, onlardan perde arkasından isteyin diyor. Demek ki burada bahsedilen perdenin özel bir anlamı olmalı. Eğer bahsedilen gerçek anlamda perde olsaydı, bu ikaz açıkça peygamber eşlerine söylenirdi. Demek ki burada anlatılan, eve misafir gelenlerin alacağı bir önlem olmalı değil mi sizce? Buradan benim anladığım, peygamber eşleriyle aranıza öyle bir perde, mesafe koyun ki, yanlış anlaşılabilecek, duygusal düşüncelere neden olacak bir yanlış anlaşılma olmasın. Ayetin devamında zaten bu konuya da açıklık getiriyor ve bakın ne diyor. (Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah'ın Resulünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla caiz olamaz.) Rabbim bakın söylediği o sözden, neyi kast ettiğini çok açık ne kadar güzel açıklamış. Demek ki Peygamberimize Misafir gelen erkeklere, peygamber eşleri ile konuşurken, aranızda duygusal düşüncelere set çeken bir perde olsun. Sakın ola ki onlarla konuşurken, diğer kadınlar gibi konuşmayınız. Onlar ile konuşurken sanki anneleriniz ile konuşur gibi olunuz. Duygusal bir yaklaşmaya sebep olacak şekilde değil, onlarla aranızda bir perde varmışçasına konuşunu ki, hem sizin hem de onların kalpleri için, bu yol en doğrusudur. Bunun tersini yapmanız benim resulümü üzer. Şunu sakın unutmayınız, onun ölümünden sonra ya da onun boşamasından sonra, eşleriyle nikâhlanmanız sizlere caiz değildir diyor. Sanırım çok net anlaşılıyor. Muhammet Esed mealinde, bu ayette geçen, ARANIZDAKİ PERDE sözcüklerine bir dip notla, bakın nasıl bir açıklama getiriyor. (Hicâb terimi, iki şey arasına giren veya birini diğerinden ayıran, koruyan veya gizleyen nesneyi ifade eder; kullanıldığı yere göre, hem somut hem de soyut anlamlarıyla “bariyer”, “engel”, “duvar”, “cam”, “perde”, “örtü” vb. gibi kelimelerle karşılanabilir. Hz. Peygamber'in eşlerine ancak bir “perde” yahut “pencere” arkasından yaklaşılması emri, Hz. Peygamber'in birçok Sahâbesi'nin yaptığı gibi, lafzî anlamıyla anlaşılabileceği kadar “müminlerin anneleri”ne gösterilmesi gereken derin saygıyı ifade eden mecazî anlamıyla da yorumlanabilir.) Bu ayette geçen perde arkasından isteyin sözlerinden yola çıkarak, ne yazık ki kadınların yüzlerini göstermemesi, peçe takması gerektiği öne sürülmüştür. Hâlbuki anlatılmak istenen çok farklı olduğu gibi, bu cümle peygamber eşlerine hitaben değil, gelen misafirlere hitaben söylenen, yani onların alacağı bir önlem mahiyetindedir. Şimdi vereceğim örnek ise, kadınların dışarıya çıktıklarında, günümüzde bazı tarikat ve cemaatlerin tarif ettikleri gibi bir kıyafeti asla tarif etmeden, çok açık ve net nasıl dışarıya çıkmaları gerektiğine, genel anlamda detaya girmeden, amaca yönelik açıklamalarla, bakın nasıl izah etmiştir. Ahzab 59: Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. Yukarıdaki ayeti lütfen dikkatle okuyalım ve düşünelim. Ayet peygamber eşleri ve iman eden tüm kadınları ilgilendiriyor. Dışarıya çıktıklarında dış örtülerini üstlerine alsınlar diyor, yani evin içinde yaşadığınız serbest kıyafetlerle dışarı çıkmayın diye ikaz ediyor. Daha da ilginci kadınların yüzlerini kapatması bir yana, onların tanınması ve bu yolla kötü bir kadın olmadığı anlaşılarak, rahatsız edilmemesi, incitilmemesi gerektiği anlatılıyor. Demek ki peygamber eşleri gerektiğinde dışarı çıkmışlar ve yüzlerini de asla peçe, ya da başka bir şeyle kapatmamışlardır. Hatırlayınız kadınların çalışmasına İslam karşıdır diyenler, peygamberimizin eşinin zengin bir tüccar olduğunu unutmamalıdır. Şimdide şu cümle üzerinde düşünelim.( dış örtülerini üstlerine almalarını söyle.) Ne yazık ki bu cümleden yola çıkarak, Rahmanın asla tarif etmediği bir kıyafeti, işte Allahın istediği kadın kıyafeti budur diyerek öne sürmüşler ve kendilerince şekillendirmişlerdir. Rabbin asla hüküm vermediği bir konuda hükümler verip, bunlarda Allah katındadır diyerek, Allahın halis katıksız dinini bu şekilde, beşeri bir din haline sokmuşlardır. Üzüntüm bunun sonucunda olan kadınlarımıza olmuş ve mağdur olan yine onlar olmuştur. Hâlbuki Allah kadına asla bir kıyafet şekli belirtmemiş, iffetli, namuslu bir kadına yakışacak bir şekilde giyinmelerini istemiştir. Elbette bu giyim şekli, her toplumda, her kültürde farklılıklar arz edecektir. İşte kur’an onun için evrenseldir. Ne yazık ki bizler kendi ihtiraslarımıza boyun eğip, beşeri inançlarımıza delil aramak adına, kur’anın hüküm vermediği konularda, yine kur’an dan delil aramak maksadıyla kelimelerin, sözcüklerin ardından, aslında Allah burada bunu anlatmak istiyor türünden sözlerle, Rahmanın asla söylemediği sözleri, Allaha mal etmişlerdir. Bu küfürdür, Allaha iftiradır. Allah sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyor da, her şeyden nice örnekler verdim ki anlayasınız diyorsa, gelin Rabbim e inananlım, onun vermediği hükümlerden uzak duralım. İhtiraslarımıza, nefsimize boyun eğip, şeytanın esiri olmayalım, kur’anın ipine sarılalım. Allah peygamberimizin eşlerine çok özel ayetlerle, yaşamlarına müdahale etmiş, onların hata yapmalarını adeta önlemiştir. Elbette bunu elçisinin huzuru ve ilettiği vahyi daha rahat yapması adına yapmış, elçisi ve ailesiyle örnek bir yaşamı bizlerin gözleri önüne sunmuştur. Bizlere düşen bu ibret ayetlerden dersler çıkarmak olmalıdır. Bu ayetlerde geçen sözlerin, kelimelerin ardı sıra anlamlar çıkartıp, Allahın vermediği hükümleri, sanki rahman vermiş gibi göstermek, bizleri asla doğruya iletmeyecektir. Önemli olan verilen kıssalardan doğru hisse çıkarmaktır. Sizler kur’an dan anlayamazsınız diyenlere şunu söyleyelim. Allah bizlerin anlayamayacağı bir rehber, yol gösterici kitap gönderip, daha sonrada bu kitabı anlaşılması zor asla yapmaz. Daha sonrada bizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum asla demez. Bunu söylemek rabbim e saygısızlıktır, küfürdür diyelim ve bunları söyleyenlerden uzak kalalım. Çünkü kur’an da her şey yoktur, özet bilgi vardır, kur’anı herkes anlayamaz onu veli insanlar anlar diyenlerin, bizleri Rahmana ve rehberine yönlendirmeleri gerekirken, beşere ve onların kitaplarına yönlendirenlerin, mutlaka bizlerden sakladıkları bir şeyler var demektir, bunu da unutmayalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  3. Bugün sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim ayet ise, Aliimran suresi 79. ayet olacaktır. Bu ayeti özellikle seçmemin bir nedeni var. Çünkü Allah da çok önemli bir konuda, hatta günümüzde yaptığımız büyük bir yanlışa işaret ederek, elçisinin görev ve sorumluluğu hakkında dikkatimizi çekiyor ve bakın bizlere neler söylüyor. Aliimran 79: Allah'ın vahiy, sağlam muhakeme ve peygamberlik bağışladığı hiç kimsenin bundan sonra halkına, “Allah'ın yanı sıra bana da kulluk edin!” demesi düşünülemez; aksine, [onlara şöyle öğüt verir]: “ilahî kelâmın bilgisini yayarak ve kendiniz [onu] derinlemesine inceleyerek Allah adamları olun!” Yüce Yaratıcımız, ben görev ve hikmet verdiğim elçilerimin hiç birisi, benimle kendisini eş tutup kendilerine, Rahmanın vermediği bir yetkiyi kullanmaya kalkıp kendilerine de kulluk edilmesini asla istemez diyor. Burası çok önemli. Hemen bir örnek verelim. Allah çok açık ve net ayetinde ne diyordu? Zümer 44: De ki: "şefaat, tümden ve sadece Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü/yönetimi O'nundur. Sonunda O'na döndürüleceksiniz." Kendimize şu soruyu soralım. Allah kur’an da yukarıdaki sözleri söyledikten sonra, yine kur’an içinde şefaat yetkisini başkalarına da vermiş olabilir mi? Ya da peygamberimiz de Allahın yanında bende sizlere şefaat edeceğim der mi? Bir önceki ayetinde de bakın ne söylüyor Rahman.( Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler?) Ne dersiniz günümüzde bizlere öğretildiği gibi, peygamberler ve din ulamaları, şeyhler, dervişler şefaatçi olabilir mi? Bakın ayette Allah, benim görev verdiğim elçim asla böyle bir şey söylemez diyor, sizce çok açık değil mi bu sözler? Yine Allah Kefh 26. ayetinde, Allah hiç kimseyi kendi hükmünde ortak kılmaz dediği halde, bizlere öğretildiği gibi, peygamberimizin de helal ve haram koyma, yetkisi vardır Allah elçisine bu yetkiyi vermiştir diyenlere inanmamız sizce normal mi? Aliimran 79. ayeti anlamaya devam edelim. Demek ki Allahın görev verdiği hiçbir peygamber görevi, yetkisi dışında hiç bir şeyi kendisine mal ederek, insanlığa iletmez diyor. Daha da net açıklamayı yapıyor Rahman ve bakın ne diyor. [onlara şöyle öğüt verir]: “ilahî kelâmın bilgisini yayarak ve kendiniz [onu] derinlemesine inceleyerek Allah adamları olun!” Bu sözlerle her şey çok açık anlaşılıyor. Benim elçilerim kullarıma şunu iletmiştir diyor. Sizlere gönderdiğim ilahi kitapları topluma yayıp, anlatıp onu kendisi bizzat derinlemesine inceleyip, üzerinde düşünerek akıl ederek iman edin ki, Allahın halis kulları olasınız. Yüce Rabbim sana binlerce şükürler olsun. Ayetlerini o kadar güzel anlatıyor ve açıklıyorsun ki, anlamayanın senin söylediğin gibi ya gözlerinde perde vardır, ya da kulakları ile gönlü mühürlenmiştir. Değerli din kardeşlerim. Rahmanın rehberine KUR’ANA sarılın, çünkü Allahın elçisi de yalnız ona sarılmıştı. Rehbere sarılan Allahın nuruyla, güneşiyle aydınlanır. Beşerin rehberine sarılan mutlaka yolda kalır. Allah sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, gelin Allahın sözlerine güvenelim. Bugün aklını kullanmayanlar, başkasının aklıyla iman edenler, geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde çok ama çokkkkk pişman olacaklardır. Dilerim Rabbim den, KUR’ANI rehber edinen, aklı ve fikriyle imanını güçlendiren kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  4. Bugün sizleri düşünmeye davet etmek istediğim konu, kıyamet konusunda olacak. Elbette her zaman yaptığımız gibi, bu konuya da, kur’an ışığında bakarak anlamaya çalışalım Allahın izniyle. Kıyamet konusu günümüzde çok konuşulan, üzerinde fikirler yürütüp, birçok rivayetleri anlattığımız, aslında koskoca bir bilinmeyen, detay verilmeyen, ama Rahmanın bazı ipuçları verdiği konudur. Gelin önce Rabbim kıyamet konusunda elçisine neler söylemiş ona bakalım, daha sonrada aldığımız bilgiler ışığında düşünelim. Araf 187: Ne zaman gelip çatacak diye kıyamet saatini soruyorlar sana. De ki: "Ona ilişkin bilgi Rabbim katındadır. Onu, vakti geldiğinde belirginleştirecek olan yalnız O'dur. Göklere de yere de ağır gelmiştir o. O size ansızın gelecektir, başka değil." Sen onu iyice biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: "O'na ilişkin bilgi Allah katındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar. Aslında yukarıdaki ayet üzerinde biraz düşündüğümüzde, günümüzde bizlere anlatılan kur’an ın hiç bahsetmediği, onca rivayetin ne derece doğru olabileceği konusunda, çok net açıklama yapıyor. Düşünebiliyor musunuz Allah elçisine ne söylüyor, bizler bu apaçık ayetleri gördüğümüz halde, peygamberimizin üzerinden nakledilen, onun adını kullanarak, kur’anın vermediği onca bilgiye nasıl olurda hiç düşünmeden inanıyoruz, işte bunu anlayamıyorum. Kur’an a baktığımızda Allah kıyametin çok yakın olabileceğinden bahseder bizlere. Peki, bu sözlerle ne anlatmak istiyor olabilir? Gelin bunu anlamaya çalışalım. Önce şu ayette geçen hükmü unutmayalım. Bakın Allah ne diyor? Lokman 34: O kıyamet saatine ilişkin bilgi Allah katındadır. Yağmuru O yağdırır. O, rahimlerde olanı da bilir. Hiçbir benlik yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Allah Âlim’dir, Habîr'dir. Demek ki kıyamet saati konusunda, kur’anın açıkladıklarından başka, söylenecek hiçbir söze, bilgiyi kesin kabul edip, iman etmemiz mümkün değildir. Hatta kıyamet saati konusunda Allah açıklama yapmadığı halde, bu konuda tartışma yapıp konuşanlara, fikirler yürütenlere bakın ne söylüyor. Şura 18: Ona inanmayanlar onun çabucak gelmesini isterler. İman ederlerse ondan ürperirler ve bilirler ki o haktır. Dikkat edin, kıyamet saati hakkında tartışıp duranlar, geri dönüşü olmayan bir sapıklığın tam içindedirler. Şimdi hatırlatacağım ayette geçen sözler üzerinde düşünelim şimdide. Ahzap 63: İnsanlar sana kıyametin saatinden soruyorlar. De ki: "Ona ilişkin bilgi Allah katındadır." Ne bilirsin, belki de o saat yakındır. Şura 17: Gerçeğe ilişkin Kitap'ı ve adalet ölçüsünü indiren o Allah'tır. Nereden bileceksin, belki de kıyamet saati çok yakındır. İşte dikkatle düşünmemiz gereken ayetlerdeki cümleler. (Ne bilirsin, belki de o saat yakındır.) Allah elçisine, sana soranlara söyle, belki de kıyamet saati çok yakındır de diyor, iki ayette de aynı sözleri kullanıyor. Allah bir söz söylüyorsa, sırf kullarını tehdit etmek ve korkutmak adına söylemez. Her söylediklerinde mutlaka bir hikmet vardır. Bizde Rabbin bu sözlerinden kasıt ne olabilir, düşüncelerimizi onun üstüne yoğunlaştırarak, kur’an ışığında anlamaya çalışalım. Önce şunu düşünelim. Acaba bizlerin yaşadığı Dünya üzerindeki zamanın akışı ile Rabbin bahsettiği zaman arasında fark var mıdır, önce onu anlamaya çalışalım. Zaman kavramı konusunda bilimsel bir araştırma yaptığımızda, gerçekten uzayda bulunan gezegenler arasında dahi, zaman farklılığının olduğunu görüyoruz. Peki, Allah kendi katındaki zaman ile bizlerin yaşadığı zaman arasındaki farkı bizlere söylemiş mi, gelin şimdi de ona bakalım ki, aradığımız konu hakkında ipuçlarını elde edelim. Hac 47: Senden aceleyle azabı istiyorlar: Allah, vaadine asla ters düşmez. Şu da bir gerçek ki Rabbinin katındaki bir gün, sizin saymakta olduğunuzun bin yılı gibidir. Şimdi en önemli bilgiyi aldık rehberden. Demek ki Yaratan kıyamet belki de çok yakındır derken, kendi zaman dilimi içinde ve bizlerin yaşamının akışı konusunda bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Tam kavrayamadığımız bu konuda bizleri düşünmeye sevk ediyor. Allahın verdiği bu ayetinden yola çıkarsak, peygamberimizin yaşadığı dönem ile günümüz arasında, Rabbin katındaki zaman ölçüsüne göre, yaklaşık bir buçuk gün geçmiş demektir, ne kadar dikkat çekici ve düşündürücü değil mi sizce? Bu konuyu daha net anlayabilmemiz için, daha başka bilgilerden de yararlanalım. Hatırlayınız Allah kur’an da ölümü anlatırken, bizlere uyku örneğini verir. Aslında her uyuduğumuzda ölümü yaşadığımızı anlatır ve vakti dolmayanları iade eder, yani uyandırırız der bizlere. Bilimsel bir bilgiyi de tam bu anda sizlerle paylaşmak istiyorum. Uykumuzda gördüğümüz uzunca ve detaylı rüyalarımızı araştıran ilim adamları, gördüğümüz ve bizlerin çok uzun sandığı rüyaları, aslında bizler çok kısa bir zaman içinde, saniyelerle gördüğümüzü tespit etmişler. Bakın Rabbin verdiği ayetle nasılda aynı sonuçları alıyoruz. Demek ki uyku geçici ölüm halimiz, zaten bunu kur’an söylüyor, yani uykuya dalışımızla, Rabbin katındaki zamanın akışına tabi oluyoruz demek ki uykuda. Yaşadığımız hayatı lütfen bir an düşünün. Geçen onlarca yılın farkına varanımız var mı? Nasıl geçti 50–60 yıl, farkında mıyız bugün? İşte hızla akan zamanın zerre kadar farkında olmayan bizler, artık boşa geçen zamanın farkına varmamızın, almamız gereken önlemleri almamızın, yapmamız gerenleri yapmamızın zamanı sizce de gelmedi mi? Şimdide sizlere tekrar bir hatırlatma yapmak istiyorum. Din adına her konuda yaptıkları gibi, bu konuda da uydurulan onca hurafelere karşı, bakın Rabbim yine nasıl uyarıyor bizleri. Fussulet 40: Ayetlerimiz hakkında eğri ile doğruyu birbirine katanlar, bize gizli kalmazlar. Şimdi, ateşin içine atılan mı hayırlıdır, kıyamet günü güven içinde gelen mi? Dilediğinizi yapın. O, yapıp ettiklerinizi iyice görmektedir. Uyarıya bakar mısınız lütfen. Ayetlerimiz hakkında, eğri ile doğruyu birbirine katanlar hakkında neler söylüyor Rahman. Hala aklımızı başımıza getirmeyecek miyiz? Hala zerre kadar aklımızı kullanmayacak mıyız? Buradan da anlaşılıyor ki, bu konularda alacağımız bilgiler, emin kaynak sizce hangi kitap olabilir? Gelelim konumuza. Allah gerçekten kıyametin belki de çok yakın olduğundan bahsederken, ne demek istemiş onu daha iyi anlamak adına, kur’an a bakmaya ondan feyiz almaya devam edelim. Bakın Allah, kıyametin kopmasından sonra, hesabın sorulacağı o gün geldiğinde, çağrıya uyup kalkan bizler neler söyleyecekmişiz. Sanırım bu ayetlerden alacağımız önemli bilgi var. İsra 52: Sizi çağıracağı gün, onu hamt ederek çağrısına derhal uyacaksınız. Ve sadece az bir süre kaldığınızı düşüneceksiniz. Rum 55: Saat gelip kıyamet koptuğu gün, günahkârlar dünyada bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle çevriliyorlardı. . Sanırım bu iki ayeti de okuduktan sonra Allahın, kıyamet saatini belki de çok yakındır sözüyle ne anlatmak istediğini daha iyi anladınız. Ben anladığımı yazmak istiyorum. Bizlerin ölümü ile kıyametin kopması arasında çok ama çok yakın bir zaman olduğunu söylüyor Rahman. Uyku halimizi hatırlayınız, uyuduğumuz anda, mekânımız değişiyor ve zaman akışı da farklılaşıyor. Buradan yola çıkarak, öldüğümüz andan itibaren de, bizler Allahın katındaki zaman dilimine tabi olduğumuza göre, ölümümüz ile kıyamet arasında ki zaman, o kadar yakın ki, bunu hatırladığımda, zamanımızın çok az olduğunu ve kur’an a bir an evvel, dört elle sarılmamız gerektiğini, çok daha iyi anlıyorum. Allah kur’an da bizler için öyle örnekler vermiş ki, bizler beşerin sözlerine bakmaktan, kur’anı devre dışı bırakmışız. Elbette onun nuruyla da nurlanmadığımızdan, ne yapacağımızı bilmez halde, bir oyana bir bu yana koşturup duruyoruz. Kur’anın yarıdan fazlası kıssalar ve örneklerle doludur. Allah bu konuda verdiği güzel örneğinde, mağarada uykuya yatırıp, tam 309 yıl uyutup, tekrar uyandırdığı, ibret almamız içinde kur’an da yer verdiği kıssası, acaba bizlere ne kadar ders veriyor dersiniz? Allah yardımcımız olsun. Bizler günümüzde o kadar büyük bir yanılgının içindeyiz ki, farkında bile değiliz. Allahın sözlerinin üstünü örtme, anlamını değiştirme, kur’an da her şeyin olmadığını kanıtlama yarışı içine girmiş, çırpınıp duruyoruz. Allah ın apaçık sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum dediğini duyan, o kadar az Müslüman kalmış ki, onlarda din düşmanı ilan edilmişler. Allaha iftira edip, Rabbin dinine, halis katıksız, doğru sözlerine, öyle eğri sözler, hurafeler katmışlar ki, artık toplum kur’anı bir kenara koyup, beşerin kitapları ile iman ettiğinden, nelerin doğru nelerin yanlış olduğunu fark edemez olmuş. Rabbim ne olursun bizlere yardım et. Bizleri uyardığın gibi zamanımız çok kısa. O çetin gün çok yakın, ne olur bunun farkında olmamızı sağla bizlerin. Öyle bir meçhule, bilinmeze kürek çekiyoruz ki, burnumuzun dibindeki tehlikenin farkında bile değiliz. Ne olur farkında olmamızı sağla Rabbim. Sen affedicisin, bağışlayıcısın, bizleri bağışla. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  5. Sizlere vereceğim aşağıda ki örnek üzerinde, lütfen çok dikkatle düşünmenizi rica edeceğim. Çünkü vereceğim örnekte yapılan hatanın, yüzlerce benzerini bizler günümüzde yapıyoruz, ama farkında bile değiliz. İmam-ı Şafii nin başından geçen, kendisinin bizzat yaşadığını anlattıkları bir rivayeti nakletmek istiyorum sizlere, çünkü aklını kullanan, düşünme melekesini yitirmeyenler için, bu kıssadan çok büyük hisselerin çıkarılacağını düşünüyorum. Günümüzde düşünmeden yaptığımız büyük yanlışlara sanırım güzel bir örnek. Bir gün İmam Şafii talebeleriyle birlikte Bağdat sokaklarında gezerken, bir ara bir talebesi bakıyor ki iki kişi bir dini konuda tartışıyorlar. Onlardan biri, kendini haklı çıkarmak için diğerine, ‘Canım bak İmam Şafii bile bu konuda benim gibi demiş’ diyor. Tabi ki Şafii’yi de tanımıyor; ancak duymuş. Öğrenci bunu duyunca onlara yaklaşıyor, olay nedir diye soruyor. Kendisine anlatılıyor; fakat Şafii böyle bir şey dememiş; adam kendini haklı çıkarmak için uyduruyor. Üstelik öyle bir yakışıksız iddia ki, Şafii’nin onu tasvip etmesi mümkün değil. Talebe, ”amca imam böyle bir şey demez” diye müdahale eder; ancak adam onu dinlemez. Sonuçta durumu hocasına iletir, “burdaki adamlardan biri sana layık olmayan bir iftira atıyor, gel bunu hallet” der. İmam gelir; ancak ilk başta ben Şafii’yim demez. İlkin onları dinler, o da öğrencisi gibi, “yanlışsın imam bunu demez” der; ancak adam ona da inanmaz: Şafii söylemiştir diye ısrar eder. Hoca en son, ‘Kardeşim, Şafii benim ve ben bunu söylemedim. Kaldı ki böyle bir şey söylemem de düşünülemez’ deyince adam,’ Haydi ulan sen de nerden çıktın, sen Şafii olamazsın. Şafii başkasıdır ve demiştir’ diyor ve bildiklerine devam ediyor. Hatta talebeleri olmasaydı belki o adam hoca efendiyi dövebilirdi bile! Ne dersiniz, yapılan bu yanlışa benzer, günümüzde yapılanları düşündüğümüzde, bu örnekten alacağımız çokkkk ama çok dersler yok mu sizce. Bu örneği okuyunca, peygamberimiz geldi aklıma, acaba günümüzde yaşamış olsaydı, onun adına, onca söylenenleri duyduğu zaman, neler söylerdi bizlere. Yorum sizlerin. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  6. Elbette nur olan KUR'AN. Elbette iman edenler için bu sözüm, inanmayana sözüm meclisten dışarı. İlk sorduğunuz soruya eksik cevap vermişim fark ettim. Allah kur'anda gönderdiği ayetleri düşünmemizi akıl yürütmemizi ister bizlerden, bakın bazı ayetlerin sonundaki cümleler. (Hâlâ düşünmüyor musunuz?, Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz, Öğüt alan yok mudur, Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var, Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz. Saygıyla ürperene bir hatırlatma/düşündürme/öğüt verme olsun diye indirdik.(Kuranı) Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Biz benzetmeleri insanlar için yapıyoruz ki, inceden inceye düşünebilsinler. Düşünüp taşınacak da öğüt kendisine yarayacak. Dileyen onu düşünüp öğüt alır.)
  7. Sayın arkadaşım sanırım orada biraz devrik bir cümle kurmuşum, açıklık getireyim. Beşerin hurafelerinin büyüsünde olmayan bir insan, Allahın apaçık nuruyla nurlandığında, çok fazla düşünmeden dahi rahmanın gerçeklerini anlayacaktır, görecektir demek istiyorum. Uyarınız için teşekkür ederim. Saygılarımla Halukgta
  8. Bugün sizlerle içinde yaşadığımız, iman ettiğimiz İslam inancının kur’an ile bağının ne durumda olduğunu, yine Allahın rehberi kur’an a bakarak, üzerinde düşünerek anlamaya çalışalım. Çünkü hepimiz bir imtihandan geçiyoruz. İmtihan olduğumuzu söyleyende zaten Yüce Rabbim olduğuna göre, acaba bu imtihanı nereden yapacağını söylüyor ve bizler bunun bilinciyle gerçekten imtihan olacağım kitaba mı sarılıyoruz, bunu da araştıralım. Önce şunu düşünelim, madem bizler bir imtihandayız, Rabbim bu imtihanımızı nereden yapacağını söylemiş olmalı değil mi? Çünkü hepimiz bir okul eğitiminden geçtik. Hiçbir öğretmen, okutmadığı kitaptan, vermediği bilgilerden imtihan etmedi bizleri. Bizleri yaratan, çok daha adaletli ve bağışlayıcı olduğuna göre, tebliğ etmediği bir bilgiden de, asla sorumlu tutmayacağının bilinciyle yaklaşmalıyız olaya. Genelde her yazımda hatırlatmaya çalıştığım, bana göre bizlerin anahtar ayeti olan, Zühruf suresi 44. ayeti sizlere tekrar hatırlatmak istiyorum. Çünkü din ve iman adına açacağımız kapı ve anahtarı eğer yanlış anahtar ve yanlış kapı ise, bizleri asla doğru bir yere ulaştırmayacaktır. Bakın Allah bizleri nereden sorumlu tutuyor ve imtihan edecekmiş? Bence bu ayet, bizler için anahtar olmalıdır. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Sanırım şimdi işimiz çok daha kolay olmalı değil mi sizce? Çünkü çok açık bir hüküm vermiş Rabbim. Sizleri bu kitapta ki emirlerimden, hükümlerimden sorumlu tutuyorum. Rahman bu sözü bizlere verdikten sonra, bu kitabın dışından da, günümüzde bizlere öğrettikleri gibi, bizlerin din ve iman adına sorumlusunuz dedikleri, beşerin yazdığı ciltlerce dolu kitaplardan, hesaba çeker mi dersiniz? Peki, acaba bizler Rabbin, bu kadar açık ve net olan bu ayetini görmezden gelip, üzerini nasıl örteriz hiç düşünüyor muyuz bunu? Hatırlayalım bugün bizlere, sorumlu olduğumuz, imtihanımızın yapılacağı kitabın yalnız kur’an olduğunu mu söylüyorlar. Kesinlikle hayır. Bakın neler öğretmişler bizlere, Rabbin apaçık ayetine gözlerini kapatanlar. (Kur'ân-ı Kerim, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerinin Sünneti ve fıkıh kitaplarından dinimizi öğrenebilirsiniz. Kur'ân-ı Kerim tek başına yeterli değildir. Zira Kuran-ı Kerim özet bilgiler verir. Bilgilerinizi saygı ile rica ederiz.) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI Bu cevabı bana veren Diyanet İşleri Başkanlığı. Eğer bu sözlere inandığımız takdirde, Rabbin apaçık söylediği Zühruf 44. ayette, (İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.) sözlerine inanmamış, hatta kabul etmemiş olduğumuzun bilincinde değil miyiz yoksa? Yukarıdaki sözler üzerinde lütfen çok ama çok iyi düşününüz, şu anda rabbin imtihanından geçiyoruz hepimiz, bunu unutmayalım. Allah sizlere öğüt olsun diye indirdim dediği kitaba, bakın bizler neler söylüyor ve rahmanın güneşine, nasıl saygısızlık yapıyoruz. Kur’anı kerimin tek başına yeterli olmadığını, onun özet bilgiler içerdiğini söyleyerek, nasıl bir din ve iman yaşarız, bunu hayal edebiliyor musunuz? Bizlerin kur’anı, İslam ı anlamak adına, ciltlerce dolusu beşerin fıkıh kitaplarına muhtaç olduğumuzu söyleyen bir zihniyet, acaba din adına bizlere neler öğretir, bunun hesabını yapabiliyor muyuz? Allahın sakın dinde bölünmeyin emrine bile gözlerini yumanlar, bölünmekten çekinmemişlerdir. Hatta bölünmekte bir güzellik, zenginlik olduğunu söylemekten bile çekinmemiş, hepsinin de kendilerince farklı fıkıh anlayışı yaratmaları dahi, akıllarını başlarına getirmemiştir. Peygamberimiz onlarca ayetinde, Deki onlara diye başlayan ayetlerde, sizlere yalnız kur’an ile hükmetme görevi aldım, onun dışında ben hüküm veremem, hüküm veren yalnız rahmandır, ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı O dur dediği halde, bu ayetlere de gözlerimizi yumup görmezden gelerek, kur’an dan beşeri nefsimizi tatmin adına, sözcükleri seçmemiz, onların ardı sıra anlamlar çıkartıp ve yanlış inançlarımıza deliller göstermemiz, acaba imtihanımızda bizlere geçerli bir not aldırır mı dersiniz? Peygamberimizin adını kullandığımız, onun asla söylemediği, ona adeta iftira olan birçok sözlerin hesabını, hiç dikkate alan var mı aramızda? Hesabın görüleceği o an geldiğinde, peygamberimizin şahitliğinde her şey ortaya döküldüğünde, acaba kur’an ın hiç bahsetmediği, bizlere peygamberimizin hükmüdür dedikleri sözler, hükümler ortaya konup, bunların hesabı bizlere sorulduğunda, peygamberimizin yüzüne nasıl bakacağımızı da hesap ediyor muyuz? Allah elçisi, şu ayetleri sizlere tebliğ ettikten sonra, benim adıma uydurulmuş hurafe rivayetlere nasıl inanırsınız derse, acaba bizlerin durumu nice olur dersiniz? Bakara 4-5: Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar. İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır. Nisa Suresi 105. Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Sakın hainlere yardakçı olma. Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. Maide Suresi 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Aliimran 79: Hiçbir insana yakışmaz ki, Allah kendisine kitap, hüküm-hikmet ve peygamberlik versin de sonra o, insanlara “Allah’ı bırakıp bana kullar olun” desin. O ancak şöyle der: “Okuyup araştırdığınız şeylere, öğrettiğiniz şu Kitap’a dayanarak benliklerini Allah’a adamış kullar olun. Ahzap 2: Rabbinden sana vah yedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Allahın elçisi bu ayetleri bizlere tebliğ ettikten, bu sözleri söyledikten sonra, acaba kur’an haricinde onun bahsetmediği koymadığı hükümleri bizlere tebliğ eder mi? Hani Rahman bizlerin imtihanını kur’an dan yapacaktı ne oldu bu ayetin hükmü? Bakın bu anahtar ayeti görmezden geldiğimizde, rabbin dinine asla doğru yerden giriş yapamayız, bunu unutmayalım. Allah bir ayetinde ne diyordu? Kendi hükmüne kimseyi ortak etmez. Lütfen düşünelim tekrar, acaba Allah elçisi kur’an dışından tekbir söz söylemiş, hüküm vermiş olabilir mi? Eğer vermiştir diyorsak, yaşamımızda imtihanımızda sorulan, yüzlerce hatta binlerce soruya doğru cevap vermemiz düşünülemez. Bu dinde kargaşanın başlangıcı olur. Allah emin olmadığın bilginin ardı sıra gitme, sorumlu tutarım diye boşuna ikaz etmiyor bizleri. Yaptığımız en büyük yanlış, kur’an dan habersiz, İslam ı yaşamaya çalışmamızdır. Eğer kur’an dışından da hesap günü sorumluyuz dersek, Kur’anın karşısına ona eş, beşeri bir kitap daha koymuş oluruz ki, bu Allahın asla affetmeyeceği büyük günahlardandır. İşte bunun kabulü, koskoca bir bilinmeyene kapı açmakta, nelerin doğru nelerin yanlış olduğunu ayırmadan, şeytanın kucağına düşmemizi sağlayacaktır. Kur’an bizlerin kullanma kılavuzudur. Hangi kullanma kılavuzu okunduğunda anlaşılmaz ve yetersizdir, bunu çok iyi düşünelim. Hele bu kitap Allah katından gelmiş ise. Kelime ve sözcüklerin ardı sıra gidip, emin olmadığımız kur’anın onay vermediği, beşerin hurafelerine deliller aramayalım. Bunlar şeytani tuzaklardır, imtihanımızın zor sorularıdır, gelin bu zor soruları kur’an ın nuruyla aşalım. Şeytanlaşmış beşerin tuzaklarına düşmeyelim. Allahın elçisi bakın kendi sorumluluğunu ne kadar güzel açıklıyor bu ve buna benzer onlarca ayetinde. Ankebut 50: Dediler ki: "Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!" De ki: "Mucizeler Allah katındadır. Bana gelince, ben açıkça uyaran biriyim. Hepsi bu. Ankebut 18: "Eğer yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki ümmetler de yalanlamıştı. Resule de düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir. Bizler hala rabbin elçisine vermediği yetki ve sorumluluğu ona yükleyip, kur’anın hiç bahsetmediği konularda da, HÂŞÂ sanki Rabbimin hükmüne ortakmış gibi, ondan hükümler bekleyerek şeytanın tuzaklarına düşüyoruz. Allah ne peygamberimize, nede ondan önce gelen bütün peygamberlere, kendi hükümlerini indirmiş, kendi hükmüne asla ortak etmemiştir. Bunu dikkatle düşünelim, kelimelerin ardına düşüp, yanlış anlamlar çıkarmayalım. Rabbim kur’anı kendi içinde, bizzat kendisinin açıkladığını söyler bizlere. Verdiği bir hükmün daha iyi anlaşılması için, örneklerini de verdiğini anlatır. Sizce Diyanetin söylediği gibi, kur’an özet bilgi olsa, burada her şey olmasa, rabbim şu sözleri söyler miydi bizlere? Nahl 89: Her ümmet içinde kendi nefislerinden üzerlerine bir şahit getirdiğimiz gün, seni de onlar üzerinde bir şahit olarak getireceğiz. Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik Nisa 174-175: Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. İşte Allah'a iman edenler ve O'na sarılanlar, onları kendisinden olan bir rahmetin ve bir fazlın içine yerleştirecektir ve onları Kendisine varan dosdoğru bir yola yöneltip-iletecektir. İsra 89: Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler. Kehf 54: Andolsun ki, gerçekten Biz bu Kuran'da insanlara ibret olacak her türlü misali tekrar tekrar açıklamışızdır. İnsan ise her şeyden çok mücadelecidir. Bu ayetlere onlarca örnek vermek mümkün. Gelin yalnız yazdığım ayetler üzerinde düşünelim. Diyanet ne diyordu kur’an için? (Kur'ân-ı Kerim tek başına yeterli değildir. Zira Kuran-ı Kerim özet bilgiler verir.) Diyanetin bu sözleriyle Rabbin sözlerini karşılaştıralım, bakalım onlara onay veriyor mu? - Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. - Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. O'na sarılanlar, onları kendisinden olan bir rahmetin ve bir fazlın içine yerleştirecektir. - bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. - Kuran'da insanlara ibret olacak her türlü misali tekrar tekrar açıklamışızdır. Ne dersiniz rabbin sözleri ile uyuşuyor mu beşerin sözleri? Kur’an a baktığımızda, Rabbin elçisine çok önemli direktiflerini verdiğini görürüz. Acaba aşağıdaki ihtarı alan, Allah ın örnek elçisi, Rahmanın kur’an dışından ayetlerine ilaveler yaparda, bunlarda Allah katındadır der mi? Yorum sizlerin. Hakka 44–45–46; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Ne dersiniz, hala bu ayetleri, Rabbin bu sözlerini görmezden gelmeye devam mı edeceğiz. Doğrusu içinde yaşadığımız İslam, öyle bir hala bürünmüş ki, bu yolun nereye ulaşacağını herkes kendisi çok iyi düşünmelidir. Okulda imtihan olduğumuz dersin öğretmeni,imtihandan sonra cevap kâğıtlarını önümüze koyup, kitabı açmamızı söylerdi bizlere. Nerede hata yaptığımızı anlamamız için. İşte Yüce rabbim de hesabın görüleceği o gün, aynısını yapacağını söylüyor ve bakın yanlışları anlayabilmemiz için hangi kitabı ortaya koyacağını söylüyor. Zümer 69: Yeryüzü, Rabbinin nuruyla parıldamış, Kitap ortaya konmuş, peygamberler, tanıklar getirilip aralarında hakla hüküm verilmiştir. Onlar asla haksızlığa uğratılmazlar. Hesabın görüleceği o gün kitap ortaya konacak diyor Allah, acaba hangi kitap dersiniz? Dikkatle ayeti okuyalım ve iyice düşünelim. Eğer peygamberimizin gerçek ümmeti olduğumuzu söylüyorsak tabi. Peygamberler tanık olarak çağrılıp, Rabbin gönderdiği kitaplarda ortaya konduğunu, imtihanımızın cevapları da yani, yaptıklarımız söylediklerimiz, inandıklarımız önümüze konarak, her şeyin belli olacağı anı Rabbim, gözlerimizin önüne şimdiden getiriyor bizlere. Acaba ders alabiliyor muyuz, hiç sanmıyorum çünkü Rabbin rehberi için anlaşılması zor diyenlere inananlar ne yazık ki çoğunlukta. Ama Rabbim bunu da bildiği için bizleri uyarıyor ve çoğunluğa uyarsan seni dinden saptırırlar diyor. Rabbin rehberi artık, her şeyin içinde olmadığı özet bilgi ilan edilmiş, yüksek bir yere asılmış duruyor. Rabbin rehberi, anlayarak okunmayıp, velilere teslim edilmiş, onlardan medet umulur olmuş. Daha açıkçası KUR’AN TERKEDİLMİŞ. Rabbim ne olur bizleri affet. İşte bu terk edilişin ikazını rahman, O yüce adaletini gösterip, şimdiden bakın nasıl uyarıyor kur’an da bizleri, hem de elçisinin hesap günü söyleyeceği, o sözü şimdiden nasıl ikaz ederek söylüyor bizlere. Tabi anlayana, anlamak isteyene. Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Allahın elçisini örnek alan, kur’an a sarılır. Onun gerçek ümmeti olup, hesap günü peygamberimizin şahitliğinde, yüzleri kapkara olmak ve ona mahcup olmak istemeyen, yine kur’an a sarılır, çünkü Allah elçisi de yalnız ve yalnız KUR’ANA SARILMIŞTI. Bizler Rabbin kolay imtihanını, ellerimizle zorlaştırdığımızın artık lütfen farkına varalım. Çünkü Rahman sizleri zayıf yarattım der ayetinde. Rabbim kullarına eziyet veren değil, huzur ve mutluluk verendir. O ışıktır, Rahmettir. Zorluk değil kolaylık verendir. Rabbin yemin ederek kolaylaştırdıklarını, ellerimizle zorlaştırıp, şeytanın işini kolaylaştırmayalım. Kendi ellerimizle cehennemin kapısını açmayalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  9. Bugün sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim ayet, Zühruf suresi 36. ayet olacaktır. İnternette dolaşırken bu ayeti okuyup, kafası karışan bir kardeşimizi gördüm, haksızda değil, okuduğu kur’an mealinden, eğer tüm kur’anı okumamış, bir bütün olarak kur’anı düşünmeyen bir kişi, gerçekten bu sözleri yanlış anlayabilir. Önce yazdıklarını alıntı yapalım, daha sonrada ayet üzerinde araştırma yaparak düşünelim, bakalım Rabbim bu ayetiyle ne anlatmak istiyor olabilir bizlere, onu hep birlikte anlamaya çalışalım. (Merhaba, zuhruf suresi 36.ayette geçen "Kim, Rahman’ın Zikri'ni görmezlikten gelirse biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur. "Burada geçen biz onun başına bir şeytan sararız Allah şeytanı insanlara özellikle mi sarıp musallat ediyor yani, şeytanı insanlara musallat olması için görevlendiriyor mu yani, mesela bir insana kuranı inkâr ettiği için bir şeytan mı gönderiyor? Böylece şeytan Allahın emirlerini, görevlerini yerine mi getiriyor yani, Allah istediği insana şeytanı sardırıyor mu? Tam olarak ne demek istemiş kafam karıştı. Eğer böyleyse şeytanı Allah daha önceden lanetlememiş miydi? Bir çelişki olmaz mı?) Yazdıklarını okuduk. Eğer ayeti yazdığı gibi anlamaya çalışır, kur’anı bir bütün olarak düşünmediğimiz takdirde, bu arkadaşımızın kafasında belirdiği sorulara muhatap oluruz. Şimdide size farklı meallerden bu ayeti önce yazmak istiyorum ki, ayeti daha iyi anlayalım. Diyanet işleri Başk.: Zühruf 36: Kim, Rahmân’ın Zikri’ni görmezlikten gelirse, biz onun başına bir şeytan sararız. Artık o, onun ayrılmaz dostudur. Yaşar Nuri Öztürk: Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelip, ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de, o ona can yoldaşı olur. Muhammet Esed: Zühruf 36: Rahman’ın uyarısını görmezden gelmeyi tercih eden kimseye gelince, Biz onun içine öteki kişiliğini oluşturmak üzere [kalıcı] bir şeytanî dürtü yerleştiririz. Aynı ayet, fakat çok farklı anlamlara gelen meal. Gerçekten bizlerin günümüzde çok daha dikkatle yazılmış, bir kur’an mealine ihtiyacımızın olduğu burada da önemini gösteriyor. Gelelim bu ayette Rabbim ne anlatmak istiyor, onu anlamaya çalışalım. İlk iki meale baktığımızda arkadaşımızın da anladığı gibi, kim kur’an dan, onun sözlerinden uzak kalırsa, onu görmezden gelirse, ona yanından ayrılmayan şeytanı musallat ederiz diye anlaşılıyor. Bu durumda Allah kur’an da bahsettiği, ateşten yarattığı şeytan ile ondan daha üstün yarattığı ve ona secde etmesini istediği, şeytanında karşı tavrından sonraki durumunu göz önüne aldığımızda, Rahmanın şeytanı özellikle kulunun yanına vermesi, ona görevlendirmesi kur’an a ters düşer. Demek ki burada anlatılmak istenen çok daha farklı olmalı. Yani bizlerin bildiği şeytanı, yarattığı kulu kur’an dan uzak kalsa, görmezden gelse dahi doğruluktan, Allah yolundan uzaklaştırması, gerçekleri göstermemesi için, bizzat şeytana görev vermesini düşünemeyiz. Peki kur’an dan uzak kalan, onun ayetlerini beşerin sözlerine tercih eden, bu insanın yanına dost olarak verdiği şeytan kimler olabilir, gelin şimdide onu anlamaya çalışalım, ama daha önce, Muhammet Esed in mealine bakalım ki, konu çok daha iyi anlaşılsın. Bu meal de anlatılanı anlama çalışalım. Hatırlayınız kur’anın uyarılarını görmezden gelenlerin, ondan uzak yaşayanların, gözlerine perde, kulaklarına ve gönlüne mühür vururuz diyordu kur’an da bir ayetinde Rabbim. Hatta sizler kur’anın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmıyor musunuz diye de ikaz edip bunların cehennemlik kâfirler olduğunu söylüyordu bizlere. İşte böyle insanlar doğruları gerçekleri göremeyecekleri için, içlerindeki şeytanla, kendilerini baş başa bırakırız diyor. Böyle insanların dostları da, aynı düşüncede şeytanın yolundan giden dostlarıdır, onların arkadaşları da şeytana hizmet eder diyor. Kur’an şeytan sözünü, yalnız bizler için görünmez olan, ateşten yaratılmış mahlûklar için kullanmaz. İnsanlar içinde kullanır birçok ayetinde. Burada kullanılan ona arkadaş, can yoldaşı olan da şeytandan farkı olmayan, onun izinden yürüyen insanlardır. İsterseniz bu söylediklerimi ayetin devamına bakarak daha çok netleştirelim ve anlamaya çalışalım. Zühruf 37: Bu şeytanlar onları yoldan saptırırlar. Onlarsa kendilerinin hâlâ hidayet üzere olduklarını sanırlar. 38: O şeytan dostu kimse, en sonunda bize gelince arkadaşına: Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın! Der. Devamındaki ayetlere de baktığımızda, kur’an dan zikirden uzak kalanların yanına Rabbim, yine kur’an dan uzak kalmış şeytanın dostu insanlardan, arkadaş edinmelerini sağlıyor. Daha açıkça anlatmak gerekirse bizde bir söz vardır, arkadaşını söyle, senin ne olduğunu söyleyeyim. İşte Rabbimde aynen bunu uyguluyor, yoldan sapmışın dostunu, yine sapmış insanlardan yapıyor. Otuz sekizinci ayette ise çok daha net anlaşılıyor ve hesabın görüleceği gün geldiğinde, acı gerçek ortaya çıkıyor ve bakın kendisini iyice azdıran şeytanın dostu arkadaşına ne söylüyor . (Keşke benimle senin aranda doğu ile batı arası kadar uzaklık olsaydı, ne kötü arkadaşmışsın.) Buradan da anlaşılıyor ki, Allah kur’an dan uzak kalan, onun uyarısını görmezden gelen, bir kısmına inanıp bir kısmının hükmü kalktığını söyleyip kısmen inanan, Allahın kitabından uzaklaştırıp, beşerin hurafe kitaplarına yaklaşanlara, dini imanı kur’an dan aramak yerine, edindikleri velilerde arayanlara rabbim, şeytanın dostlarını dost yaptığını söylüyor. Çünkü bu ayetlerin devamında, bizleri nereden hesaba çekeceğini, nereye sarılmamız gerektiğini bakın nasıl açıklıyor. Lütfen ayeti dikkatle anlamaya çalışalım, rabbim kitabını, zikrini görmezden gelenler için kullanıyor. Tamamen iman etmeyen, inkâr edenler için değil. Zühruf 43: Şu halde, sana vah yedilene sımsıkı-tutun; çünkü sen dosdoğru bir yol üzerindesin. 44: Ve muhakkak ki o (Kur'an) hem senin için, hem kavmin için bir şereftir ve ileride bundan sorulacaksınız. Bizler hala rabbin rehberi, güneşi, gönül gözü KUR’AN için, orada her şey yoktur özet bilgiler vardır, onu herkes anlayamaz diyenlere inandığımız, ardı sıra gittiğimiz sürece, Rahmanın sana vah yedilen kitaba sımsıkı sarılın, ileride ondan sorguya çekilecek, ondan sorumlu olacaksınız dediği halde, kur’anı yeterli görmeyip, bilinmeyenlerin ardı sıra gidenlere, Allahın bazı ayetlerine gözlerini kapayıp, görmezden gelenlere, rabbimin kimleri dost yaptığını yukarıdaki ayetlerden anlayamadıysak, sanırım iki elimizi başımızın arasına alıp, çok ama çokkkk düşünmeliyiz. Allah affedicidir, bağışlayıcıdır fırsatlar verir. Eğer bizler Rabbin verdiği fırsatları değerlendirmemekte inat edip, ısrarla Allahtan başka veliler edinmeye devam edersek, işte o zaman Rabbim daha da bataklığın içine, boğazımıza kadar batmamızı sağlamak adına, şeytanın dostlarını dost edindirdiğini söylüyor ayetinde. Bu insanlarında kendilerini doğru yolda zannettiklerini söylemesi de üzerinde çok iyi düşünülmesi gereken bir konudur. Zühruf suresi 37. ayetin sonunda bakın ne diyordu tekrar hatırlayalım. (Onlarsa kendilerinin hâlâ hidayet üzere olduklarını sanırlar.) Demek ki bu insanlar ne Allah ı inkâr ediyor, nede ona karşı çıkıyor, peki ne yapıyorlar da Allah kötü dostları onlara dost edindiriyor dersiniz? Hatırlayınız aynı sözleri ve ihtarı Rabbim, kur’anın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmayan onların üstünü örtenlere söylüyordu. Allah kullarına akıl vermiş, düşünüp doğruyu bulsun diye. Bizleri de kur’an dan imtihan ettiğini söylüyor, ama bizler hala imtihan olduğumuz kitabı anlamadan okuyarak, bu imtihandan başarıyla çıkacağımızı söyleyip duruyoruz. İnatla Allahın ayetlerinin bir kısmına gözlerini yumanları Rabbim, şeytanın dostları yapıp, onları bataklığa sürükleyeceğini çok açıkça belirtiyor bizlere. Rabbim yardımcımız olsun. Beşerin hurafelerinin büyüsünde olmayan, kur’an nuruyla nurlanan, sanırım çok fazla düşünmeden, onun güneşiyle aydınlanan, tüm gerçekleri görecektir. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK.
  10. Bugün sizlerle günümüzde çok konuşulan ve bizlere beş vakit namazın mirac ile emredildiği anlatılan, bu konuyu kur’an dan araştırıp, yine kur’ana göre doğru olup olamayacağını, birlikte araştırarak, herkesin bu konuyu kendi nefsinde, benliğine bu sorunun cevabını vermesini istiyorum. Çünkü hepimiz bu Dünyada bir imtihandayız, bu konuya vereceğimiz cevap ile de, çok önemli bir sınav verdiğimizi unutmayalım. Önce MİRAC olayının nasıl olduğunu, rivayetler yoluyla geleneksel İslam’ın bu konuyu nasıl anlattığını ve inandığını sizlere kısaca yazmak istiyorum. (Mirac, Recep ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa'nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miracını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekât namaz kıldırdı, bir hutbe okudu. Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Âdem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin” dediler, tebrik ettiler. Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü'l-müntehâ'ya geldiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra her gün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü'l-Ma'mur'u ziyaret etti. Hz. Cebrail'in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı. “Allah ümmetine neyi farz kıldı?” diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam “50 vakit namaz” buyurdu.) Hz. Musa'nın, “Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez” demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı. Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail'in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke'ye döndü.) MİRAC konusunda anlatılanların bir özetidir yazılanlar. Şimdi yukarıdaki yazıyı kur’an ile karşılaştıralım acaba yazılanlar, söylenenler kur’ana uyuyor mu? Önce miracın anlatıldığı yazının başından bir alıntı yapalım. (Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.) Bu satırlarda geçen Mescidi haramdan mescidi aksaya peygamberimizin götürülüşü Kur’anda İsra suresi 1. ayetinde çok açıkça anlatılır. Peki, daha sonra oradan semaya yükselmesi, bu kadar önemli bir konu, acaba neden hiç ama hiç bahsedilmez, bunu düşündünüz mü? Allah bu kadar önemli bir olayı bizden saklamak isteyeceğini sanmıyorum, peki neden kur’an da bundan sonra olanlar, yani miraca yükseltilmesi geçmediği halde, hiç kuşku duymadan bizler buna inanabiliyoruz? İşte bu sorunun cevabını aramaya devam edelim, eğer kur’ana uyan bir cevap bulursak baş tacı elbette yaparız, yok kur’ana uymuyorsa ben şahsım adına kabul edemem, çünkü kur’ana uymayan bir şeyi kabul etmenin hesabının zor verileceğini söylüyor Rabbim. Daha da kötüsü, Rabbimin hüküm vermediği konulara iman etmenin Allaha iftira atmak olduğunu söyleyen Rabbimin sözlerine kulak vermeyenlerin, hesap günü yüzlerinin kapkara olacağını ve Rabbimin onlarla asla konuşmayacağı açıklamalarını unutmamalıyız. Önce İsra suresi 1. ayeti yazalım okuyalım ki daha iyi anlaşılsın. İsra 1: Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir. Hatırlayınız yukarıdaki ayeti örnek vererek, mirac bu ayetin devamında gerçekleşmiştir deniyor, peki neden Rabbim devamını yazmamış da, kur’an dışından rivayetlerle öğreniyoruz, namazın miracta beş vakit emredildiği bu kadar önemli bir olayı, bunu lütfen iyice düşünelim. Önce yukarıda yazdığım ve MİRACIN anlatılma şekli ve bilgileri üzerinde duralım birazda, acaba gerçekten Rabbim kullarına 50 vakit namazı önce emredip, daha sonra Rabbim HÂŞÂ kullarının bu yükü kaldıramayacağını hesap edemeyip, peygamberimizin Hz. Musa ile karşılaştığında, bu kadar vakit namazı ümmetinin güç yetiremeyeceğini söyleyip, Yaratanla pazarlık suretiyle, peygamberimizin namazı beş vakte düşürdüğüne inanmamız, sizce çok normal bir düşüncemi? Değerli arkadaşım şimdide kur’an dan hiç haberdar olmadığımızı düşünelim, kafamızı çalıştıralım yalnız, acaba Yaradan bizlere 50 vakit namaz emreder mi? Bu zamanı hemen hesaplayalım. 24 saat çarpı 60 dakika=1440 dakika bunu da 50 vakte bölelim, buda 28,8 dakikada bir bizlerin namaza durması gerekiyor dikkat edin hiç yatmamak şartıyla. Sizce Rabbim in böyle bir emir verdiğini düşünmemiz normal mi? Hâlbuki bakın rabbim kur’anda bizlere ne diyordu hatırlayalım. Bakara 286.: Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. Müminun 62: Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. Peki, bu ayetleri ve buna benzer birçok ayetleri gördüğümüz halde, nasıl olur da Rabbimin bizlere 50 vakit namaz emredeceğine ve peygamberimizin pazarlık sonucu bunu beşe indirdiğine inanabiliriz? Yine yazıda geçen peygamberimizin semadaki yedi katı ziyaret ettiğini ve birçok peygamberle görüştüğünü, cenneti cehennemi gördüğünü, ikisi açıkta ikisi gizli olan nehirleri gördüğünü, Allahın en yakın görevlisi Cebrailin bile gidemediği yere gittiğini, işin en ilginci ise(Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref olduğu.) anlatılmaktadır. Hâlbuki Allah ı görmek isteyen Musa peygamber ve buna benzer örneklerde asla rabbim i çıplak gözle görülemeyeceğini örnek ayetlerle açıklamasına rağmen, bakın neler söyleniyor ve bizler bunlara inanabiliyoruz. Kur’anın hiç bahsetmediği onca gaibi bilgileri, peygamberimiz görmüş mü, biliyor mu şimdide kur’an dan bu sorunun cevabını arayalım. Enam Suresi 50. Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?" Maide sur.109. ayet: Allah, resulleri bir araya getireceği gün şöyle der: "Size ne cevap verildi?" Şöyle derler: "Hiçbir bilgimiz yok. Gaybları en iyi biçimde bilen sensin, sen. Araf 188: De ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar sağlayabilirim ne de bir zarar verebilirim. Eğer Gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapardım… Yukarıdaki sözleri boşuna söylemesini istemiyor Rabbim bizlere. Bakın onlara şunu söyle diyor ve(Gaybı da bilmem ben) ama yukarıda o kadar gaybi bilgileri bildiğini saydık ki, düşünün Cebrailin bile gidemediği yere, peygamberimizi hiç bahsedilmeyen bir araçla, yani Rabbin huzuruna bile gittiğine inandık. Rabbin cemalini gördüğü dahi anlatılmadı mı bizlere. Karar sizlerin, çünkü herkes yaptıklarından ve inandıklarından sorumlu tutulacaktır. Şimdide de Miracı, İsra suresi birinci ayetin devamında olmuştur diyerek savunduğu düşünce, kendilerini çok fazla tatmin etmemiş ve kendileri de inandırıcı bulmamış ki, yine kur’andan delil arayış içine girmişler ve bakın yukarıda saydığım tüm ayetlere uymaması onları çok fazla etkilememiş olmalı, şimdi yazacağım bir sözün ardından, Miracın kanıtını arar olmuşlar. Şimdi ayeti geniş bir şekilde yazalım. NECM SURESİ 1. Battığı zaman yıldıza andolsun ki; 2.Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı. 3.O,arzusuna göre de konuşmaz. 4. O (bildirdikleri) vah yedilenden başkası değildir. 5. Çünkü onu güçlü kuvvetli biri (Cebrail) öğretti. 6. Ve üstün yaratılışlı(melek), doğruldu: 7. Kendisi en yüksek ufukta iken. 8. Sonra (Muhammed'e) yaklaştı,(yere doğru)sarktı9. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. 10.Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. 11.(Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı. 12. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız? 13. Andolsun onu, önceden bir başka inişte daha görmüştü, 14.Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında. 15. Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır. 16. Sidre'yi kaplayan kaplamıştı. 17. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. 18. Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. Yukarıdaki yazdığım ayeti lütfen düşünün bu bahsedilen olaylar Mirac tamı geçmiş, yoksa kur’an ayetlerinin indirilişini mi anlatıyor? Ayeti okuduğunuzda zaten hemen anlaşılıyor. Rabbim kur’an ayetlerinin indirilişini bizlere anlatıyor. Bildirilenlerin vahye dilenlerden başkası olmadığını söylemesi, kur’an ayetleri için söylendiği zaten belli oluyor. Peygamberimiz içinde övgü var ve arkadaşınız ne saptı ne batıla inandı diyor Rabbim. Ayrıca kendi kafasından konuşmadığını bu sözlerin yani kur’an ayetlerinin Yaratanın sözleri olduğunu belirtiyor. Hatta açıkçada söyleyerek indirilmiş bir vahiyden başkası değildir diyor. Peygamberimize de iyice bellettirildiğini açıklayarak Kur’anın geldiği yerden bahsediyor ve onu getiren Cebrail ile peygamberimiz o kadar yakın oldu ki diyor ve örnek veriyor, iki yayın beraberliği gibi, hatta ondan daha yakın olduğunu söylüyor. Peygamberimizin Cebrail i görmesi ile kalbinin de tastiklediğini imanın daha da arttığı açıklamasını yapıyor. Bakın tüm bu ayetlerde Miracdan asla bahsedilme yok, yalnız kuran ın indirilişinden bahsediyor. Fakat ayette geçen ama günümüzde dahi tam olarak anlaşılmayan müteşabih bir konumda olan (Son sınır ağacı, Sidretül Münteha yanında) cümlesini, işte bu Miraçta geçen yer denecek kadar zorlama ve delilsiz bir kanıt olarak gösterilmektedir. Hâlbuki bu sözün hemen öncesinde göğe çıkışı bırakın tam tersine, bir başka inişte görmüştü sözüyle bu yerin yeryüzünde olduğu anlaşılıyor.( onu bir başka inişte de görmüştü.) Kur’ana uymak yerine kur’anı kendimize uydurmak bu olsa gerek. Zorlamayla kur’andan delil aramak, gerçeklerin üstünü örtmektir. Buda bizi Allah a değil, şeytana yaklaştırır dinden uzaklaştırır. Allah böyle bir olay vuku bulmuş olsaydı, bizlere rehber olarak gönderdiği kitapta, apaçık ve detaylı yazardı. Çünkü ben ayetlerimi açık, detaylı ve her şeyden nice örneklerle sizlere gönderirim demiyor muydu? Şimdide bu konuyu yine kur’anın diğer ayetleri ile karşılaştırarak doğru olup olamayacağını düşünelim. Bakın Rabbim kur’an ayetleri için ne diyor? ( İsra 89; Yemin olsun, biz bu Kur’an'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler.) ( Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kur’an'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır.) Bu ayetlere benzer onlarca ayet yazabilirim, sanırım bunlar yetecektir. Rabbim bizlerin anlayacağı şekilde yemin ederek, bu kitapta bizler için her benzetmeden nice örnekleri verdiğini, her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduğunu söylüyor. Hatırlayın bizlere beş vakit namazın farz olduğunu anlattıkları MİRAC ise kur’an da yok. Söyledikleri delillerin ise konu ile ilgisi dahi yok. Peki, bu durumda Rabbin söylediği gibi, bir kez örneği dahi verilmediyse ona inanmamız normal midir dersiniz? Yine karar sizlerin, herkes kendisinden sorumludur. Elbette burada açıklamaya çalıştığım konu, namazın beş vakit olmadığını kanıtlamak değildir, Mirac olayının kur’ana uyup uymadığını anlamaya çalışmaktır. Rahmana beş vakit değil, on vakit namaz kılsak azdır. Önemli olan Rabbin doğrularını öğrenmektir amacımız. Allah bir ayetinde ne diyordu? ( Müddesir 11: Benimle, yarattığım kişiyi baş başa bırak!) Bakın bir başka ayetinde yine bunun devamı olarak düşünebileceğimiz bir ayetinde ne söylüyor? Rad 40: Ya onlara vaat ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz yahut da seni vefat ettiririz. O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer. Yine Mirac olayının kur’an da geçmemesi beni düşündürdü ve kur’anda verilmeyen bir hükümden Rahman bizi sorumlu tutar mı diye, gelin kur’an dan bu konuda delil arayalım. Bakın rabbim neler söylüyor? Acaba bu sözleri söyleyen rabbim açıkça hiç bahsetmediği bir konudan hesap sorup, bizleri sorumlu tutar mı sizce? Karar yine sizlerin. Zühruf 43: Sen, sana vah yedilene sımsıkı sarıl! Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Araf 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Maide 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Ankebut Suresi 51. Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Zühruf 44 Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Yukarıdaki ayetleri tebliğ alan bir insan, bizlere vah yedilen Kur’ana sımsıkı sarılmasını istiyorsa, Rabbim özellikle bizlere indirilene uyun diye tembihte bulunuyorsa, elçisine görev verdiğinde yalnız indirdiğimi tebliğ etmesi ve iman edilmesi konusunda detaylı bilgi veriyorsa ve bizleri uyarıyorsa, kur’anı yeterli görmeyen o devrin insanlarına bile Rahman kızarak, sizlere İNDİRDİĞİM KURAN YETMİYORMU diyorsa, en son olarak Yüceler yücesi Rabbim açıkça (. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız.) diyorsa, sanırım söyleyecek sözün bitim noktasıdır diyorum. Rabbim bu kitaptan hesaba çekeceğini söylüyorsa, kur’an dışından da asla sorumlu olacağımızı lütfen artık söylemeyelim. Çünkü bunu söylemek bana göre AÇIKCA RAHMANLA İNATLAŞMAKTIR, bunu da unutmayalım. Sizlere son olarak bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Miracın oluşunda Rabbin kur’anda asla bahsetmediği, peygamberimizin gördüğünü söyledikleri çok önemli detayları hatırlayın. Bunların kur’anda asla bahsedilmediğini de düşünün, daha sonra aşağıdaki ayeti anlamaya çalışın, sanırım birazcık düşünen çok kolay anlayacaktır her şeyi. Araf 33.; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi HARAM kılmıştır . Düşünebiliyor musunuz Rabbim Kur’anda açıklamadığı, hakkında hiçbir delil indirmediği, Allah katında bilmediğimiz şeyleri söylememizi HARAM kıldığını söylediği halde bizler, her gün neredeyse HARAM suçunu işliyoruz, HEMDE TIKA BASA. Hâlbuki Rabbim haram kelimesini, yapmamızı istemediği, hatta kesin sınarlar çizdiği adeta büyük günahları işaret edercesine saymıştı kur’an da bizlere. İşte bizlerin yaptığı büyük yanlışlar bu kadar açık ve net. Rabbim bakın emin olmadığınız sözlerin ardına düşmeyin diye bizi nasıl ikaz ediyordu. İsra Suresi 36. Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Allah Tek güvenilir ve kendi koruması altında olan kitabın KUR’AN olduğunu söyler. Emin olabileceğimiz garantili ve sorumlu olduğumuz tek bilginin kur’an olduğunu unutmayalım. Kur’ana uyan onun süzgecinden geçen her sözü de, elbette kabul edelim. Emin olmadığımız ve kur’anın onaylamadığı hiçbir bilgininde ardından gitmeyelim, Rabbin söylediği gibi sorumlu olacağımızı unutmayalım. Ben bana anlatılanları ve bu bilgiler Allah katındandır dediklerinde, Kur’ana müracaat ediyor ve onun süzgecinden geçirmek için elimden geleni yapıyorum. Rabbim utandırmasın. Bende bir insanım, elbette hata yaparım, ama en az hata yapmak istiyorsak, yaratanın vermediği bir hükmün peşinden gittiğimizde, hataların en büyüğünü yapacağımızı da unutmayalım. Mirac olayını kendi sitesinde değerlendiren, eski Diyanet İşleri Başkanı, Sayın Prof. Dr. Süleyman Ateş, bakın yazısında bu konu ile ilgili neler söylüyor. Sizlere bir bölüm nakledeceğim detayını kendi sitesinden alabilirisiniz. (Bütün rivâyetlerin özünü, Buhârî’nin Enes’ten aktardığı rivâyet oluşturmaktadır. Olay, bir rüyâ biçiminde anlatılsa da gerçeklere ters düşen şeylerle doludur: Henüz Peygamber olmayan Hz. Muhammed’in ümmetine namazın farz kılınması tuhaftır. Çünkü henüz peygamber olmayan Hz. Muhammed’in ümmeti de yoktur ki namaz farz kılınsın. Allah namazı farz ettikten sonra Hz. Muhammed’in, Mûsâ’nın önerisini Cebrâîl’e danışması ve onun önerisi ile beş kez Allah’a dönüp “Ya Rabbi bunu bizden hafiflet, hafiflet” şeklinde itirazda bulunması, akıl ve mantığın alacağı bir şey değildir. Allah, verdiği emri henüz tebliğ edilmeden değiştirir mi? Değiştireceği şeyi neden emretsin? Verdiği emri şartların değişmesiyle değiştirmesi, yani nesh ve tebdîl etmesi, sosyolojik kurallara uygundur. Fakat emrini, daha tebliğ edilmeden, aradan zaman geçmeden geri alması, ma‘kul değildir. Kadîy(Abdu’l-Cebbâr)’a göre bu, henüz yürürlüğe konmayan bir hükmü neshetmektir ki bidâ’ demektir. Bidâ’, iyi olmadığı sonradan anlaşılan şeyi ortadan kaldırmaktır. Yani Allah, önce insanların, buna dayanamayacağını bilmeyip sonra bunu anlamış ve değiştirmiş, hafifletmiş demektir ki muhal(imkânsız)dır. Kabulü caiz olmayan düşünceleri taşıyan bu rivayetin reddedilmesi gerekir.) Mirac konusunu ben, kur’anın süzgecinden geçirmeye çalıştım, ama bir türlü Rabbin süzgecinden geçmedi. Yazdıklarım benim kur’andan anladıklarımdır, yalnız beni bağlar. Sizlere düşen bu söylediklerimi bizzat kendimiz kur’anı anlayarak okuyup, kur’anı bir bütün olarak düşünerek, doğruluğunu araştırmalıyız. Bizlerin asıl görevi birilerinin söylediklerinin ardından gitmek değil, Rabbin ne söylediğini bizzat ilk kaynaktan anlamaya çalışmak olmalıdır. Şunu asla unutmayalım ki, Rabbim anlayamayacağımız bir kitap gönderip, daha sonrada bizi sorumlu tutmaz. Bunu söylemek Rahmanın adaletini sorgulamaktır. Tabi bu söylediklerim MUHKEM ayetler, yani bizleri din ve iman adına bağlayan, Rabbin yapmamızı istediği ayetler içindir. Zaten Allah bu ayetlerin açık ve anlaşılır olduğunu ve bunlardan hesaba çekileceğimizi söyler. Bu ayetlerden bahsederken de, Kitabın anasıdır deyimini kullanır. Rahman sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, kur’anın açıklamadığı izah etmediği hiçbir konudan sorumlu tutmaz. Bunun tersini söyleyenin, Rabbin adaletini sorguladığını hatırlatırım. Sanırım asla bağışlanmayacak büyük günahta bu olsa gerek. Bu yola düşmekten Rabbim cümlemizi korusun. Allah gönül gözleri açık, bakan değil gören, yalnız duyan değil hisseden, aklını kullanmasını bilen, tüm bu özellikleri kur’anı anlamak için kullanan, gönlüyle tastikleyen kulları arasına bizleri alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  11. Bu yazımızda sizleri üzerinde düşünmeye davet edeceğim ayet, İsra suresi 36. ayet olacaktır. Allah bu ayette dikkatimizi çekerek bakın ne söylüyor bizlere? İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Ayeti okuduğumda Rabbim kullarını ikaz ediyor ve emin olmadığın bilginin sakın arkasından gitme, seni bütünüyle sorumlu tutarım diye ikazda bulunuyor. Eğer bizler bu ikazın ne anlama geldiğini görmezden gelirsek, istediğimiz kadar ibadet edelim, sonuç alamayacağımız açıktır. İbadet doğru yapılırsa değer kazanır, eğer Rahmanın istediği doğrultuda yapılmıyorsa, ne yaparsak yapalım hiçbir sonuç alamayız Allah korusun. Madem bu kadar önemli bir ikaz da bulunuyor Allah, gelin bu sözüyle ne demek istiyor onu birlikte anlamaya çalışalım, çünkü her beşer kendi imanından sorumlu tutulacaktır. Önce günümüzde bizlere neler öğrettiler onları hatırlayalım, daha sonrada bu bilgileri yukarıdaki ayetle karşılaştırıp anlamaya çalışalım. Bizlere kur’an ın özet bilgi içerdiğini söyleyip, iman adına her şeyin kur’an da olmadığını, eğer İslam ı doğru ve eksiksiz yaşamak, anlamak istiyorsak, fıkıh kitaplarına ihtiyacımızın olduğu söylendi bu güne kadar. Fıkıh kitaplarına baktığımızda, her mezhep kendi fıkıh kitabını oluşturduğunu görüyoruz. Bu durumda acaba hangisine güvenmeliyiz? Bakın hemen koskoca bir soru işareti. Çünkü bir mezhepte anlatılan, diğer mezhepte çok daha farklı olabiliyor? Bakın İsra 36. ayette ki, Rabbin ikazını hemen düşünelim, bilgin olmayan emin olmadığın sözlerin ardına sakın düşme diyordu Allah. Peki Rabbim elçisine ne diyordu ve kullarımı nasıl uyarmasını istiyordu, hemen ona bakalım kur’an dan. Maide 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun… Ahzap 2: Rabbinden sana vah yedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Nisa 105. Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Sakın hainlere yardakçı olma. Bu ve buna benzer onlarca ayetleri okuduğumuzda, sanırım içimiz daha rahatladı, çünkü peygamberimizde zaten o günkü toplumu yalnız kur’an ile uyarma görevi almış, bu açıkça anlaşılıyor. Yani kur’an da her şey yoktur, o özet bilgidir diyenlere inanmamız asla doğru değilmiş. Allah yoksa sana vah yedilene uy, topluma sana indirdiğimle hükmet, sana indirdiğimi tebliğ et der mi? Her şeyin olmadığı özet bilgiler, nasıl olurda topluma rehber ve güneş olur? Yazımızın konusu neydi? Emin olmadığımız bilgilerin ardına gitmeyin diye Rabbim ikaz ediyordu? Bu durumda düşünelim hiç şüphe etmeden, emin olacağımız bilgi o zaman ne olabilir, bunu bilmeliyiz ki hata yapmayalım. Allah bu kitabı koruduğunu söylüyordu bir ayetinde ve bakın bizleri hangi kitaptan sorumlu tutuyordu onu da hatırlayalım. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Sizce işimiz çok daha kolaylaşmadı mı? Bu ayeti neredeyse her yazımda hatırlatıyorum ki, hareket noktamızı doğru ayarlayabilelim. Allah kur’anı ben koruyorum ve sizi bu kitaptan sorumlu tutuyorum diye apaçık söylemiş. Sizce bu söylediği sözün dışında bir şey yapar mı Rahman? Demek ki bu sözleri çok dikkatle düşünmeliyiz. Şimdide her şeyiyle bizlere örnek peygamberimiz, bakalım bu konularda bizlere neler söylemiş, rabbin uyarısıyla onlara bakalım. Enam 50: Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?" Yukarıdaki ayette Allah elçisine, onlara şunu söyle diyerek ne söylemesini istiyor bizlere, lütfen çok dikkatle şu cümlenin üzerinde düşünelim. (Yalnız bana vah yedilene uyarım ben.) Peki, bizler bu ayetleri görmezden gelip neler neler söylüyoruz, isterseniz bir hatırlayalım. Allahın gönderdiği helal haramlara ilaveler yapmasından tutun, daha birçok konunun peygamberimiz tarafından hükümler verme yetkisine haiz olduğunu söylemiyor muyuz? Hani bizler kur’anın tüm hükümlerine iman etmeden gerçek Müslüman olamazdık ne oldu? Bu ve buna benzer yüzlerce ayeti bugün görmezden gelen, ayetlerin üstünü örtüp, Allahın söylemediği, açıklık getirmediği, hüküm vermediği onlarca hükümleri Rahmana isnat edenlerin durumu, hesap günü nice olur dersiniz? Tabi rabbim onları öyle bir ikaz ediyor ki, gözlerinde perde, gönülleri mühürlüler göremiyor elbette. Bakın ne diyor onlar için? Zümer 60: Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Rabbim söylemediği halde, emin olmayan bilginin ardına düşmeyin ikazını görmezden gelip, hurafe inançların ardına düşenlerin, Allah a iftira atanların kıyamet günü YÜZLERİ SİMSİYAH olacaktır diyor. Allahım sen bu durumdan koru ne olur bizleri. Bu ayeti de hemen hemen her yazımda, kardeşlerime hatırlatmaya çalışıyorum, çünkü gerçekten okadar büyük yanlışlar yapıyoruz ki, izahı çok zor. Demek ki din adına, emin olmadığımız bir bilgi ve hükmün ardından gitmenin tehlikesinden bahsediyor rabbim. Bizler kur’an da her şey yoktur, o özet bilgidir, onu herkes anlayamaz, veli insanlar anlar diyenlere karşı çıkıp, Rabbin ayetlerini hatırlattığımızda, günümüzde İslam âleminin çoğunluğu bunlara inanıyor, siz mi bir akıllı çıktınızda, bunları söylüyorsunuz diyorlar, fakat Rabbim onlara da cevabını veriyor ve bakın ne söylüyor? Enam 116: Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar. Allah İsra 36. ayette emin olmadığınız bilginin ardına düşmeyin derken, sanı yani emin olmayan rivayet bilgi ile amel etmeyin, mutlaka kur’an dan onayını alınız diyor. Bizler aklını kullanan Müslümanlar olarak, her bilgiden faydalanmalıyız elbette. Her doğru bilginin bizlere fayda sağlayacağı aşikârdır. Fakat bizlere düşen en önemli konu, acaba aldığımız bilgiye kur’an onay veriyor mu, işte bu kontrolü yapmak bizlerin en önemli görevidir. Daha doğrusu, imtihanımızın önemli bölümünü oluşturmaktadır. Günümüz İslam yaşamımıza bir örnek vermek istiyorum. Okulda öğretmen yazılı imtihan yapıyor, bizler kitaptan dersimizi gereği gibi çalışmadığımızdan, imtihanda sağımızdan solumuzdan kopyalar çekmeye çalışıyoruz. Acaba çektiğimiz kopyalar sorulan sorunun doğru cevabımı? Bundan hiç birimiz emin olamayız. Gelin hiçbir kopyaya meyletmeden, bizler dersimizi kur’an dan önce çalışalım. Emin olmadığımız bilgilerle kendimizi oyalamak yerine, alalım rabbin rehberini, anlayarak bolca okuyalım. Onu sen anlayamazsın diyenlere de, Allah bizlerin anlayamayacağı bir kitap, bir rehber gönderip de, daha sonra bizleri asla sorumlu tutmaz diyelim, yani bizleri kur’an dan uzaklaştırmak isteyenlerin kapanına düşmeyelim. Bizler ilk önce kur’ana danıştığımızda, bizlere bunlar Allah katındandır dediklerinde konuya, anlatılanlara yabancı olmayız ve bizleri aldatmaya çalışanların farkına varırız. Allah öyle bir kitap gönderdiğini söylüyor ki bizlere, bakın ne diyor? Kamer 22: Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Bu sözleri birkaç kez tekrarlayan Rabbim, acaba anlaşılması zor bir din ve kitap gönderip daha sonrada bizleri sorumlu tutar mı? Bu adalet anlayışını nasıl olurda Rabbim e isnat ederiz hiç düşünüyor muyuz? Allah peygamberimiz devrinde elçisinin tebliğ ettiği kur’anı yeterli görmeyip, kendi atalarının rivayetlerinden vazgeçmeyenlere, bakın nasıl bir ayet indiriyor. Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Demek ki, o devirde de eski inançlarından vazgeçmek istemeyenler, kur’anın yanında, kur’an da hiç bahsedilmeyen, hükmü olmayan, atalarının inançlarını da devam ettirmek istiyorlar ki, Allah onlara bakın ne söylüyor. ( Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu?) Demek ki yetiyor ki kur’an, rahman böyle söylüyor. Ya bugün günümüzde de aynı şeyler söylenmiyor mu? Bakın yine yazımızın ana konusu ayet çok daha iyi anlaşıldı. Emin olmadığımız hiçbir bilginin ardı sıra gitmemeliyiz. Gideceğimiz bilgiye kur’an mutlaka onay vermelidir. Tabi işi garantiye almak istiyorsak. Doğru olan, emin olduğumuz yani HAK olan bilginin hangisi olduğunu bakın rabbim nasıl açıklıyor. Rad 19: Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kişi, kör olan biriyle aynı mıdır? Sadece aklı ve gönlü işleyenler düşünüp ibret alır. Araf 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. İbrahim 52: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.3. Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır. Yukarıdaki ayetlere baktığımızda hakkın, doğru bilginin Allahtan indirilen kur’an bilgileri olduğunu görüyoruz. Çünkü Allah bizleri uyarıyor ve ne diyor? Rabbinizden size indirilene uyun. Muhammet suresi 2. ve 3. ayet aslında çok önemli bir konuya son noktayı koyuyor ve bakın ne diyor? (Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.) Şu sözlere bakar mısınız, şükürler olsun Rabbime. Muhammed e indirilene, yani KUR’ANA inananların günahlarını Allah affetmiştir diyor. Ya devamındaki cümleyi okurken acaba dikkatle düşündük mü? Bakın kur’an iki zümreden bahsediyor. Birincisi Allahın indirdiğine uyanlar, ikincisi batıla uyanlar. İkinci toplum Allah ı inkâr edenler değil bunu iyi düşünelim. Bakın Muhammet 1. ayette bu tip insanların kim olduğu anlatılıyor ve ne diyor Rabbim? (Küfre saplanıp Allah'ın yolundan alıkoyanların yapıp ettiklerini O, boşa çıkarmıştır.) Allah kur’an dan bahsederken, ilim diye söz ediyor. Eğer ilim Rabbimden gelmişse orada her soruya cevap vardır, yeter ki onu anlamaya çalışalım. Bakın Rabbim ne diyor? Aliimran 19: Doğrusu Allah katında din, İslam'dır. O kitap verilenlerin ayrılığa düşmesi ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtirastandır. Her kim de Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphe yok ki Allah, hesabı çabuk görendir. Allah bizlere ilim gönderdiğini söylüyor. Bizler beşer olarak bugün ayrılığa düşmüş isek, kendi ihtiraslarımızdan, çekişmelerimizden olduğunu apaçık söylüyor Rabbim bizlere. Hatırlayınız mezheplerin doğuşu insanların yeniden halife seçemeyip, kendi ihtiraslarından İslam ı bölmekten bile çekinmediler mi? Hakkın yolundan gitmek isteyen, Rabbin İLMİNE SARILIR. Allah sizlere indirdiğim rehbere, ilme, gönül gözüne, güneşe sakın batıl karıştırmayın diye bizleri bakın nasıl uyarıyor. Bakara 42: Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin. Beşerin batıl rivayetlerini öne çıkarıp, kur’an da her şey yoktur diyerek, kur’anın vermediği hükümlere iman edip, rabbin ilminin bir kısmının artık hükmü yoktur, nesih edilmiştir, bazı ayetler geçmiş toplumları ilgilendiriyor diyerek, hakka batıl karıştıranın hesap günü yüzleri kapkara olacağının, Rabbim ayetinde söylediğini tekrar hatırlatırım. Allah ın kolaylaştırdığı güzelim dini, bizler zorlaştırıp, peygamberimizin emanetine hıyanet etmeyelim. Peygamberimizin yolunu izlediğini söyleyen, kur’anın ipine sarılır. Onun ümmeti olduğunu söyleyen, hurafelerden uzak durur, Rabbin hüküm vermediği hiçbir konunun, hiçbir sözün ardı sıra gitmez. Allah sizleri kur’an dan hesaba çekeceğim diyorsa, o vaadinde durandır. Kur’anın ilk emri OKU diye başlıyorsa, böyle bir kitap asla anlaşılması zor olamaz, bunu lütfen çok iyi düşünelim. Peygamberimiz bizler için kur’an da gösterilen örnek bir insandır. Onun hayatı, felsefesi yaşam biçimi kur’anın hayata geçirilmiş şeklidir. Onu ne bıraktığı sakalında, nede giydiği yöresel kıyafette aramak yerine, onun kur’anı yaşamına nasıl geçirdiğini, adalet anlayışını, toplumdaki davranış biçimini örnek alıp, onun ardı sıra gitmeliyiz. Şekilci değil, akılcı olursak, onu gerçekten doğru anlamış oluruz. Ben sizlere Rabbin sözlerini hatırlattım ve düşünmeniz için vesile olmaya çalıştım. Rabbim bizlere verdiği ibret ayetleri, beşerin etkisinde olmadan anlamaya çalışırsak, en az hatayla anlamanın kapısını aralamış oluruz kendimize. Hiç kimse peygamberimizi devre dışı bırakamaz, onu yok da sayamaz. Ama Rabbin vermediği hiçbir yetkiyi, sorumluluğu da elçisine veremez. Bugün varsak yarın yokuz. Birbirimizi kırmak yerine karşılıklı dinleyelim. Aklımızın, mantığımızın ışığında kur’anı anlamaya çalışalım. Daha sonrada tüm bilgileri beşeri bilgilerle değil, KUR’AN İLE KARŞILAŞTIRALIM. Eğer bir beşer, kur’anın onay vermediği bir bilgi veriyorsa bizlere, o mutlaka dine nifak sokmaya çalışan, hurafenin peşinden koşuyor demektir. Allah İsra suresi 36. ayette Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme diyorsa, KUR’ANIN ONAY VERMEDİĞİ bilgilerin ardına düşmeyelim, yoksa hesap günü yüzlerimizin kapkara olmasından kurtulamayız, bunu da unutmayalım. Rabbim cümlemizi hakkın peşi sıra gidip, batıldan uzak kalan kullarından eylesin. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  12. Bizler İslam ı ne yazık ki doğruluğundan emin olmadığımız, beşeri rivayetleri, hiç düşünmeden kur’an ile karşılaştırmadan, yaşamaya kabul etmeye devam ettiğimiz sürece, gerçek İslam ın güzelliğini, nurunu, güneşini de görmemiz, ondan gereği gibi istifade etmemizde, mümkün olmayacaktır. Bu yazımda sizleri düşünmeye davet etmek istediğim konu, bir yazıma cevap veren bir kardeşimiz, bana sitemkâr sözlerle, peygamberimize rüyasında tebliğ edilen, kur’an dışından kur’an ayeti hükmünde hadislerin olduğunu söyleyip, benim bunları kabul etmediğime karşılık söylediği sözleri sizlere hatırlatıp, acaba bu sözlerde, birazda olsa doğruluk payı var mı diye ben çok düşündüm, sizleri de düşünmeye davet etmek istiyorum. Tabi düşünürken elimize, güvenilir rehber kur’anı alalım, ona soralım bakalım, bu sözlere kur’an ne cevap veriyor. Bakın arkadaşımız bana neler söylemiş. (Allah'ın resulüne ilhamı olan, ayet hükmünde olan rüya hadislerini dahi kabul etmezsiniz. Sizi uyarıyorum, yolunuz yol değil.) Bu arkadaşımız bizlerin, din ve iman adına sorumlu olduğumuz, tıpkı kur’an ayetleri gibi, bazı bilgilerin, hükümlerin peygamberimize Allah tarafından rüyasında vah yedildiğini ve bizlerinde bunlardan sorumlu olduğumuzu söylüyor. Bizler bu sözleri hemen kur’an a müracaat ederek soralım, bakalım Allah elçilerine bu yolla, yani rüya yoluyla bizlerinde sorumlu olduğu, vahiy tebliğ etmiş olabilir mi? Şura 51:Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vah yeder. O yücedir, hakîmdir. Önce vahiy kelimesinin anlamına bakalım. Vahiy genel anlamda Allahın buyruğu, yani emirlerinin elçilere bildirildiği sözlerdir. İşte bu sözlerini bakın hangi yöntemlerle bildirdiğini söylüyor Rabbim. İlk iki cümleyi önce anlamaya çalışalım. Allah bir insanla vahiy yoluyla, ya da kendisini göstermeden sesli olarak konuştuğunu söylüyor. Gerçektende kur’an a baktığımızda, Musa peygamberimizle sesli olarak, kendisini göstermeden konuştuğu örneğini görüyoruz. Peki, burada bahsedilen Allahın bir insanla vahiy yoluyla konuşması sözünden ne anlamalıyız? Burada anlatılan yine kendisini göstermeden ama sesli değil de, başka bir yol ile de görüşebileceğini anlatmaya çalışıyor bizlere, ben bunu anladım. Peki, bu nasıl bir yöntem olabilir? Size bir ayet ile bunu anlatmak istiyorum. Nahl 68: Rabbin, balarısına şöyle vah yetti: "Dağlardan evler edin, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan da..." Bu ayete baktığımızda Rahmanın bir başka vahye diş şeklini, daha iyi anlıyoruz. Bu yönteminde gönüllerine verdiği, İLHAM, sessizce hükümlerinin seslenişi diyebiliriz. Ayete baktığımızda Allahın bir insana vah yediliş şekli olarak da bahsediliyor, demek ki Rabbim elçisi ne ya da herhangi bir kulunun, kalbine ilham ile konuşmadan sessiz vah yedebilir diyebiliriz. Ben bunu anladım. Ayete devam ettiğimizde ise, bir başka vahyin iletiş şekli çıkıyor ortaya. Görev verdiği elçisine, melekleri aracılığıyla, dilediğini vah yetmesi. İşte kur’an a baktığımızda genellikle kur’anın vah yediliş şeklinin bu yöntemle, Allahın meleği Cebrail aracılığıyla olduğunu görüyoruz. Rabbimin verdiği bu bilgi ışığında hemen düşünelim. Arkadaşımızın bana söylediği gibi, bizlerin sorumlu olduğumuz kur’an ayetleri hükmünde, peygamberimize rüyasında vahiy gelmiş olabilir mi? Rabbimin yukarıda bizlere tebliğ ettiği vahiy yöntemlerine baktığımızda rüyada vahiy yolu, asla zikredilmiyor. O halde bunu söyleyenlere inanmamız mümkün değildir. Çünkü Allah eğer bu yöntem ile elçisine rüyasında eğer bizlere iletecek, bizleri ilgilendiren bir vahiy göndermiş olsaydı, Allah elçisi bunu kur’a na hemen geçirmez miydi? Bakın bizler peygamberimizin rüyada bizleri din ve iman adına bağlayıcı, vahiy aldığını söyleyip, buna inandığımızda nelere inanmış oluyoruz önce onu düşünelim. Allah kur’anı ben koruyorum dediği halde, kur’an a geçmesi gereken, kur’an ayeti değerindeki rüyada vah yedilen ayetlerin, bu durumda Allah tarafından korunmadığını söylemiş oluyoruz. Çünkü Rabbim ne diyordu? Sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim, bu kitaptan sorumlusunuz. Bu kitabı ben koruma altına aldım. Bu durumda elimizdeki kur’an da her vahyin olmadığını da söylediğimizin ve inandığımızın farkın damıyız? Bakın hâlbuki rabbim onlarca ayetinde bizleri nereye yönlendiriyor. Enbiya 10: Andolsun ki, size öyle bir kitap indirdik ki. Bütün şanınız ondadır; hala akıllanmayacak mısınız? Kehf 27: Rabbinin Kitabı'ndan sana vah yedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın. Yasin 69. Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır. Enam 19: Sor: "Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Bu Kuran bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım… Şimdide Allah elçilerine ve özellikle peygamberimize, rüyasında bazı ilhamlarla bilgiler vermiş midir, verdiyse bunlar hangi konuları içeriyor, şimdide ona bakalım kur’an dan. Yusuf suresi 4. ayetinde, Yusuf peygamberimiz bir rüya görüyor ve bu rüyasını babasına anlatıyor. Rüyasında on bir yıldız ile güneş ve ayı bana secde ederken gördüğünü söylediğinde, bunu kardeşlerine anlatmaması için babasından tembih aldığı ayeti düşünelim. Ayette anlatılan ve örnek verilenlerin tamamı kişisel bilgi ve gelecekte olacakları işaret eden konuları içeriyor. Yine başka bir örnek verelim rüya konusu ile ilgili peygamberimizden. Önce bir ayet hatırlatmak istiyorum. Fetih 27: Andolsun ki Allah, elçisinin rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram'a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi. Peygamberimiz Medine de gördüğü bir rüyasında, kendisine iman edenlerle birlikte huzur içinde, Mescid-i Harama gittiklerini ve kabeyi tavaf ettiklerini görüyor. Bu rüyasını da topluma anlatıyor. İman edenler buna inanmak istemiyor, çünkü iman etmeyenlerin bu ziyarete engel oldukları ve iman edenlerin zorluklar içinde kaldığı bir ortamda görüyor bu rüyayı peygamberimiz. Allah elçisi bu rüyayı görüp topluma rüyasını anlattıktan kısa bir süre sonra, yukarıdaki ayet nazil oluyor. Bakın burası çok önemli, Allah elçisine yakın zamanda olacak bir olayı rüyasında gösterip, onu onurlandırıyor ve bu olayı da kur’an a geçirerek ayetiyle sabitlendiriyor. Tabi daha sonra bu rüya gerçek oluyor ve iman edenlerin zaferleri ile toplum Mescid-i harama huzur içinde giriyorlar. İşte alacağımız kıssadan hisse. Demek ki Allah elçisine rüyasında, bizlere hüküm bazında herhangi bir ayet bildirmiyor, ancak onu, onu re edecek, saygın lığını artıracak bir konuma getirecek bir bilgi ile onurlandırıyor. Sonunda da rüyasını gerçekleştiriyor. Demek ki verilen örneklere baktığımızda, Allah elçisine rüyasında gösterdikleri, kur’an hükmünde asla bir bilgi olmayıp, onun gücüne güç katacak, onu onurlandıracak, gelecekte olacak bir olayın ipuçlarını içeren, bilgiler olduğunu görüyoruz. Ama en önemlisi gördüğü rüyayı kur’ana geçirip bilgi vermesidir. Buda demektir ki, her söylenen sözlere değil, kur’ana bakarak tüm gerçeklerin farkına varabiliriz, yeter ki düşünelim, aklımızı çalıştıralım tabi kur’anın ışığında. Sonuç olarak, buradan da anlaşılıyor ki Allah, bizlere iletilecek ve bizlerin din ve iman adına sorumlu olacağımız vahiylerini elçisine rüyasında değil, bahsettiği diğer yöntemlerle bildirmiştir. Bildirdiği ve sorumlu olduğumuz tüm vahiylerde kur’an ile sabittir. Çünkü rabbim bizlerin kur’an a sarılmasını emredip, daha sonrada bu kitaptan sorumlu olacağımızı apaçık bildirmiştir. Kur’an dışından, tıpkı kur’an ayetleri gibi vahiylerinde olduğunu söylemek, kur’anın onlarca ayetine ters düşer, bu açıkça KUR’ANA ŞİRK KOŞMAKTIR. Bunları kabul ettiğimizde kur’anın onlarca ayetine iman etmediğimizin artık lütfen bilicine varalım. Zamanında yanlışımızdan dönmeyip, gerçekleri huzuru mahşerde farkına varırsak, iş işten geçmiş olacaktır, bunu da unutmayalım. Bizler Allahın emrettiği yolda gitmek ve hesap günü şaşkın bir halde kalmak istemiyorsak, Rabbin önerdiği gibi kur’anın ipine sarılmalıyız. Onu anlayarak okuyup, rabbin neler söylediğini anlamaya çaba göstermeliyiz. Birileri bizi Allah ile aldatmanın yarışına girmiş, belli ki bizleri hak yolundan alıkoymak isteyenler var. Bakın rabbim apaçık hesap günü hesabın görüleceği hangi kitap ortaya konacak diye bizlere hatırlatıyor. Zümer 69: Yeryüzü, Rabbinin nuruyla parıldamış, Kitap ortaya konmuş, peygamberler, tanıklar getirilip aralarında hakla hüküm verilmiştir. Onlar asla haksızlığa uğratılmazlar. Rahman çok açık söylüyor, ama ne yazık ki bizler gözlerimizi, gönlümüzü, aklımızı kur’an a kapatmış, beşerin sözleriyle iman eder olmuşuz. Çok ama çok büyük yanılgılar içinde yaşıyoruz. Lütfen artık aklımızı başımıza toplayalım, silkinip kur’anın güneşine gönlümüzü açalım. Yoksa hesap günü yüzlerimizin kapkara olmasından asla kurtulamayız. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  13. Allah kur’anı bizlere, bir rehber ve bir güneş olsun diye indirdiğini, kur’an da verdiği örneklerden, kıssadan hisseler, dersler çıkarmamızı ister. Bakara suresi 85. ayetinde rabbim, geçmişte yapılan hatalardan bizlere ibret için örnekler verip, İsrail oğullarını nasıl ikaz ettiğini ayette açıklıyor. Önemli olan bugün bizler bu ayetten nasıl bir ders çıkarmalıyız, onu anlamaya çalışalım. Çünkü Allah bu örneği kur’an da bizlere verdiyse, ondan bizlerin mutlaka dersler çıkarmamızı istediği için vermiştir. Bakara 85: Sonra (yine) siz, birbirinizi öldürüyor, bir bölümünüzü yurtlarından sürüp-çıkarıyor ve günah ve düşmanlıkla aleyhlerinde ittifaklar kuruyor ve size esir olarak geldiklerinde onlarla fidyeleşiyorsunuz. Oysa onları çıkarmanız size haram kılınmıştı. Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başka değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir. Allah bu ayetinde İsrail oğullarından aldığı sözü hatırlatıp, yaptığı yanlışı ikaz edip, çok önemli bir hatırlatma yapıyor ve bakın ne söylüyor? (Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da, bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz?) Demek ki o devrin toplumu Tevrat indirildiğinde, rabbin ayetlerinin bir kısmını göz ardı edip, kendi beşeri inançlarını, ihtiraslarını yaşıyorlar ki, Allah bu ikazı yapıyor. Peki, bizler bu sözlerden nasıl bir ders çıkarmalıyız? İşte burası bizler için önemli, yoksa Allah bu ayeti, bu örneği niçin bizlere iletsin. Günümüzde biz Müslümanlar, acaba aynı hatayı yapmıyor muyuz? Kur’an da her şey yoktur, özet bilgi vardır dersek, acaba iman eden toplumu kur’an dışına yönlendirmiş olmuyor muyuz bu durumda. Ya da kur’an da nesih edilmiş, yani hükmü kaldırılmış ayetler vardır diyerek, onlarca hatta yüzlerce ayetin hükmünün kalktığını söylediğimizde ve bunlara da iman etmediğimizde, acaba aynı hatayı ellerimizle yapmış, kur’anın bir bölümüne inanıp, bir bölümüne iman etmemiş olmuyor muyuz? Bu sözlerden yola çıkarak, bizlerin kur’anın bütününe, tamamına iman etmemiz gerektiği gibi, bunun dışından bizlere iletilen hükümlere de iman etmemeliyiz. Çünkü rabbim ne diyordu bizlere Zühruf 44. ayette?( Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.) Allah sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyorsa, bizlere düşen kur’anın tümüne iman etmek olmalıdır. Eğer kur’an ayetlerinin bir kısmının hükmünün kalktığını söylersek, nasıl gerçek iman etmiş olmuyorsak, onun yerine beşeri inançları, rivayetlere de iman ettiğimizde, aynı yanlışı yapmış oluruz. Hatırlatmak isterim, Allah bunları yapanlar için, bakın ayetin sonunda ne diyordu hatırlayalım. (Artık sizden böyle yapanların dünya hayatındaki cezası aşağılık olmaktan başka değildir; kıyamet gününde de azabın en şiddetli olanına uğratılacaklardır. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir.) Ne dersiniz bizler aynı hataları yapmıyor muyuz? Ben iman ettim demekle, namazı kılıp orucu tutmakla, bu işin bitmeyeceğini yukarıdaki ayet çok güzel anlatıyor, tabi anlayanlara, gözlerinde perde olmayıp, gönülleri taşlaşmayanlara. Allah azabın şiddetlisine uğratacak kimselerin kimler olduğunu anlatıyor, lütfen bunların kimler olduğunu çok iyi analiz edelim. Bunlar bütünüyle iman etmeyenler değiller. Hatta tam tersine, Allahın indirdiği kitaba iman eden, Rahmana söz veren bir toplumdan bahsediyor. Fakat daha sonra Allaha söz verdikleri halde, bir kısım konularda sözünden döndüklerini, böylece işlerine geldiği gibi hareket edip, kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmının gereklerini yerine getirmediklerinden bahsediyor, böylece haram suçunu işledikleri anlatılıyor. Acaba bizlerde çok fazla düşünmeden, hatta farkında olmadan Rabbim e, Kur’an a iman ettik diyerek söz verdiğimiz halde, büyük haram suçları işlediğimizin farkın damıyız? İşte bu soruya doğru cevap verebilmemiz için, kur’anı anlayarak bolca okumalı ve üzerinde dikkatle düşünmeliyiz. Örnek verecek çok fazla konu var, fakat sizlere daha öncede birçok kez hatırlattığım, ama çoğu kez gözden kaçan bir hatamızı, farkında olmadan işlediğimiz HARAM ların ne olduğu ayeti, hatırlatmak istiyorum. Araf 33; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. Yukarıdaki ayetin üzerinde çok iyi düşündüğümüzde, günümüz İslam âleminin içinde bulunduğu HARAM BATAKLIĞINI anlamak, zor olmasa gerek. Allah bakın neleri HARAM kıldığını söylediği halde bizler, bunun tersini yaşayıp neler söylüyoruz, bir düşünün isterseniz.( hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.) Bizler kur’an da hiç bahsedilmeyen, açıklanmayan yüzlerce hatta binlerce konular hakkında anlatılan rivayetlere iman edip, nasıl bir yanlışın içinde olup, HARAMI tıka basa yediğimizin farkında mıyız? Kur’an da her şey yoktur diyenlere inandığımızda, nasıl bir bataklığın içine çekildiğimizi lütfen artık fark edelim. Yorum ve karar sizlerin. Çünkü bu yanlışı yapanların sonu ve gideceği yeri Rahman çok güzel işaret etmiş, anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  14. Bugün sizlerle günümüzde çok anlatılan, ama değişik fikirler öne sürülen KADER konusunu konuşmak istiyorum. Kader kur’anın birçok ayetinde ölçü ve takdir etmek, belirli vakit anlamında kullanılmıştır. Kader konusunu araştırdığınızda, kur’anı incelediğinizde, bu konu hakkında gerçekten bir yere kadar ulaşıyor, daha derinliğine inemiyorsunuz. Doğrusu peygamberimizin bile bu konu hakkında detaylı bilgisi olmadıysa, bizlerin bu konuyu tam anlayabilmemiz beklenemez sanırım. Bakın peygamberimizin bu konudaki önerisi. (İlâhi bir sır olarak kabul edilen kaza ve kader konusunda Peygamberimiz, fazla konuşulmamasını, münakaşa edilmemesini, bu konuya fazla dalınmamasını tavsiye etmiştir.) Zaten rabbim de bizlerin bir yere kadar anlamasını istiyor ki, detayını vermemiş. Kur’anın bir bölümünde Rahman kader konusunu, yarattığı âlem içindeki, değişmeyen kanunlarından bahsederken açıklar ayetlerinde kaderi. Yunus 5: Güneş'i ısı ve ışık kaynağı; Ay'ı, hesabı ve yılların sayısını bilesiniz diye bir nur yapıp ona evreler takdir eden O'dur. Allah bütün bunları rastgele değil, şaşmaz ölçülere bağlı olarak yaratmıştır. Bilgiyle donanmış bir topluluk için ayetleri ayrıntılı kılıyor. Rad 8:"...O'nun katında her şey bir ölçü (miktar) iledir" Rahman 7: Ve gök. Yükseltti onu. Ve koydu şaşmaz ölçüyü, mizanı. Yukarıdaki ayetlere dikkat ettiğinizde Allahın tabiat üzerindeki değişmez kanunlarının olduğunu ve bunların yazılı olduğunu belirtiyor bizlere. Ayrıca bir başka anlamda da geçiyor kader, bizlerin üstünde günümüzde çok fazla anlaşamadığımız, farklı yorumladığımız, bu kısmı kur’an dan birlikte anlamaya çalışalım, ama açıklanmayan, hüküm verilmeyen konulardan söz etmeden. Önce günümüz toplumuna öğretilen geleneksel İslam’ın öğretisine bakalım, nasıl izah edilmiş anlaşılmış, daha sonrada kur’an ayetlerinden Rahmanın anlatmak istediğini anlamaya çalışalım. Bazı cemaat ve tarikat sitelerinden aldığım düşünceleri, inançları sizlerle paylaşmak istiyorum önce, acaba kader konusunu nasıl anlamışlar ve inanıyorlar? Yazının en sonunda da Diyanet İşleri başkanlığının düşüncesini aktaracağım. (Gökten, yerden ve nefsinizden size, ne zaman ve nasıl bir musibet isabet ederse etsin, o musibet gök, yer ve nefsiniz yaratılmadan evvel takdir ve tayin edilmiştir. Evet, her şey önceden yazılıp çizilmiştir ve olanların hepsi bu tespit çizgisi içinde cereyan etmektedir.) (İlâhî takdirin manasına gelince; sanki Cenâb-ı Hak, insana şöyle demektedir: 'Ben, şu zamanda, iradeni şu istikamette kullanacağını biliyorum. Onun için de senin hakkında bu işi o şekilde takdir buyuruyorum.' İşte bu, iradeyi teyit etmek demektir.) (Allah'ın her şeyi bir kader ile yaratması en büyük nimetlerden birisidir. Kader insanlar için çok büyük bir konfor, büyük bir rahatlıktır. Kadere iman eden, hayatındaki her şeyi, hayatı boyunca karşılaştığı ve karşılaşacağı her olayı, Allah'ın kaderinde yarattığını bilen bir insan, hayatı boyunca bunun rahatlığını, güvenini ve iç huzurunu yaşar. Kadere inanan insan rahattır, çünkü yarının endişesine kapılmaz. Yarın ne olacağını düşünüp endişe ve sıkıntılar içine girmez. Yarını Allah'ın, kendisi için mutlaka en hayırlı şekilde yaratacağını bilir. Kadere inanan insan geçmişinde yaptığı hatalardan dolayı da mutsuz olmaz. Çünkü geçmişinde o hataları Allah'ın kendisi için yarattığı kader içinde yaptığını bilir, bunun hayır ve hikmetlerini düşünür. Pişmanlık duyup tövbe eder, aynı hataları tekrarlamamaya gayret eder. Kaderde Allah'ın hatayı da insanın vazgeçmesi, tövbe etmesi için birçok hikmet ve güzellikle yarattığının farkında olur. Yukarıda yazanları özetlemek gerekirse, nefsimizden bizlere ne şekilde bir musibet gelirse gelsin, bizler yaratılmadan her şey takdir ve tayin edilmiş, önceden yazılıp çizilmiştir diyor. Bir başka düşünce ise sanki Allahın, ben senin iradeni şu zamanda şu şekilde kullanacağını biliyorum ve onun için bu işi o şekilde takdir ettim ve yazdım diye anladığını belirtiyor. Bir diğer açıklamada, hayatı boyunca karşılaştığı iyi ya da kötü karşılaşacağı her olayı, Allah'ın kaderinde yarattığını bilen bir insan, hayatı boyunca bunun rahatlığını, güvenini ve iç huzurunu yaşar, buna inanan insan aynı hataları tekrarlamamaya gayret eder diyor. Kaderde Allah'ın hatayı da insanın vazgeçmesi, tövbe etmesi için birçok hikmet ve güzellikle yarattığının farkında olur diye anlatılmış. İlginç bir yaklaşımda insanın geçmişindeki hataları, yanlışları kendisi için Allah ın yarattığını bilir demesidir. Hataları tekrarlamamaya gayret eder sözlerini söylediğinde, aslında inandıkları ile yaşama geçirdiği sözlerin, ne denli farklı olduğunu, çeliştiğini gösteriyor. Yukarıda anlatılan düşünceyi şimdide kur’anın bütününü düşünerek ele alalım, Rahmanın adaletini unutmadan tabii ki. Acaba Allah yarattığı kulunun, gelecekte ne yapacağını bilmesi, biliyor olması onun kötü bir amel üzerinde olduğunu görmesi, onun kaderini kötü olarak hiç uyarmadan, ikaz etmeden yazabilir mi, önce onu düşünelim. Yüceler yücesi rahman meleklerin bile insana secde etmesini istemişken, meleklerine vermediği özgür iradeyi yarattığı insanlara verdiği halde, acaba kötü bir son gördüğü kullarını hiç değiştirmeden, kaderini de kötü yazabilir mi? Bence bu sorunun doğru cevabını bulursak, gerçekleri anlamış olacağımızdan şüphem yok, bunu da anlayabilmemiz için Allahın yüce adaletini, bağışlayıcı ve mühlet veren sabrını iyice düşünüp, aklımızdan çıkarmamamız gerekir sanırım. Bunu bir örnekle anlatalım. Bir anne, babayı düşünelim. Evladı ilk doğduğunda onu canından çok severek, elinden geldiğince güzele ve doğruya taşımak için çaba gösterir. Belli bir yaşa geldiğinde onun yanlışlarını, haylazlığını görüp ikazlar ederek, evladının iyi bir insan olması için uğraşır. Hatta yaptığı kötülüklerden, yanlışlardan dolayı, hatasını anlaması için, ona cezalar verir doğruya iletmek için. Ama hiçbir zaman, hiçbir anne baba bu çocuk kesinlikle adam olmaz diye onu küçük yaşında, kesin hükümle yalnız bırakmaz, dışlamaz, bıkmadan sabırla evladını doğruya yöneltmek için canla başla çalışır. Elbette büyüdüğünde artık yapacak bir şey kalmamıştır. Daha başka bir örnek vermek gerekirse, hiçbir fabrikatör imal edeceği malın bir kısmının kötü çıkması için plan yapmaz, elbette hatalı malzeme üretilebilir yanlışlıkla, tam tersine böyle bir durum hâsıl olursa, yapılan yanlışlığın nereden geldiği hemen tespit edilip, en güzel ürün yapma çabası içine girilir. Peki, biz insanlar böyle yapıyorsak, biricik evladımızı haşarı, yaramaz hallerini güzele dönüştürmek için uğraşıyorsak, rabbim neden bizleri dünyaya getirmeden kaderimiz ile ilgili, ben bu kulumu biliyorum, bu insan kötü olacak diyerek, daha dünyaya gelmeden yazımızı kötü bir yol üzerine yazsın? Bu nasıl bir adalet ki, bizler bile yapmadığımız, düşünmediğimiz halde, bunu Rabbim in yaptığını söyleyebiliyoruz? Bakın Allah ne diyor şer konusu ile ilgili. (Nisa Sur.79. İyilik ve güzellikten sana her ne ererse Allah'tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindendir.) ( Şura 30: Başınıza ne musibet geldiyse kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Oysa birçoğunu da bağışlıyor) Bu durumda Allah daha yaratmadığı kulu için neden şer yazsın? Ellerinin kazandığı sözü, bizzat yaşayıp yaptığımız yanlışların sonucudur. Demek ki Allah hiçbir zaman yarattığı kulu için kötü bir şey yazmıyor biliyor, sabrediyor onu doğru yola ulaştırmak için mühlet veriyor, daha da yetmiyor peygamberler ve kitaplarla uyarıyor, daha sonrada tüm bu uğraşın sonucunda hala şeytanın takipçisi olursa, işte o zaman insanın kendi nefsinden, yani yaptıklarının neticesinde şer, yani cezalar veriliyor insana. Biran bunun tersini düşünelim, yani bir insanın kötü olacağı önceden yazılmış olduğunu varsayalım. Peki, o zaman Allah neden elçilerini, resullerini, kitaplarını gönderiyor da, insanların doğruya erişmesini istiyor, bunu düşünen yok mu? Madem o insanın yoldan sapacağını kader olarak yazmış elçilere, kitaplara ne gerek var? Bakın rabbim kendi katındaki kitapta, asla haksızlık edilmeyeceğini ne güzel açıklıyor. ( Müminun 62; Biz, hiçbir benliğe gücünün yeteceğinden daha azını yüklemenin dışında bir teklifte bulunmayız. Bizim katımızda, hakkı söyleyen bir kitap vardır. Onlara haksızlık edilmez.) Bazı insanların daha doğmadan kaderleri kötü yazılmış olsa, sırf rabbim olacakları biliyor diye, kulunun kaderini kötü yazar mı? Hani hepimiz bir imtihandaydık bu Dünyada, bunu unuttuk mu? Sonucu belli olan bir kader varsa, bunun adına imtihan diyebilir miyiz? Böyle bir imtihanı rabbin adaletine nasıl layık görürüz, lütfen bunu da çok iyi düşünelim. Bakın tam bu arada bir ayet hatırlatmak istiyorum. Allah ben uyarıcı elçi ya da kitaplar göndermediğim toplum, ya da tebliğimiz ulaşmayan kulum, yanlış bile yapsa azap etmem diyor. (İsra 15: Biz, bir elçi gönderinceye kadar (hiç bir topluluğa) azab edecek değiliz .) Rabbin adaletini görüyor musunuz, yanlış yapanları uyarmadıysa yanlış yaptıkları için, onları cezalandırmam, hesaba çekmem diyor. Bizlerde kalkmış, neler söylüyoruz. Peki, kulları için Rabbin onca çabası neden dersiniz, resuller, peygamberler, kitaplar bunlar kimler için olabilir o zaman? Kur’anı birkaç kez anlayarak okuyan, bu ayetler üzerinde düşünen bir insan, Rabbin insanı özgür iradesi ile yarattığını ve yapacağı her şeyden sorumlu tutacağını bildirdiğini anlar. Asla zerre kadar haksızlık yapılmayacağını, güzellik yapanın kat kat fazla mükâfatını alacağını, kötülük yapanın ise yaptığı kadar cezasını göreceğini bildirir bizlere. Kur’an da gösterilen bir ayet vardır ki bana göre çok yanlış yerlere çekilmektedir, önce onu hatırlayalım. Hadid 22:Yeryüzünde ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki Biz onu yaratmadan önce o bir kitapta bulunmasın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır." Burada geçen dikkat ederseniz musibet yani kötü bir olay, felaket ten bahsediliyor. Kur’anı anlayarak okuyanlar çok iyi bilir ki, toplumların başına gelen olaylar, onların cezalandırılmaları ibret olması için örneklerle anlatılır bizlere kur’an da. Daha öncede söylediğimiz ve hiç şüphesiz inandığımız gibi, Allah gelecekte olacakları elbette bilir, onlar için önlemler aldığı gibi, kendimize gelmemiz, yaptığımız yanlışları fark edebilmemiz için de, topluca ya da tek tek cezalandırma örneklerini de verir kur’an da bizlere. Lut ve Nuh kavmi gibi örneklerden çok büyük dersler çıkarmalıyız. Dikkat edin ayette musibetler diye özellikle veriliyor ve kitaba geçirildiği söyleniyor. Burada insanın tüm yaşamıyla ilgili kaderi yazılmıştır demiyor, zaten kur’anın hiçbir yerinde bu şekilde bir açıklamada yoktur. Burada bahsedilen ve kayda geçirilen, musibetlerden yani cezalardan ibret alarak, bizlerin ders alması, kendimize gelmesi isteniyor, yoksa biz insanların her konuda hareketinin, yaşamının her safhasının karara bağlandığını söylemek, Rabbin adaletini doğru anlamamış olduğumuzu gösteriyor. Zaten buna inandığımızda, bu Dünyada bizlerin imtihanda olduğumuzu belirten ayetlere de, ters düştüğünü unutmayalım. Eğer insanlar ne yaparsa yapsın, her şey yazılmıştır dersek, ne söylemiş oluyoruz biliyor musunuz? Allah insanların hayat senaryosunu, olacakları bildiğinden yazmış, bizlerde yazılan senaryoyu oynuyoruz anlamı çıkar. Eğer Rabbim in yazdığı senaryoyu bizler oynuyorsak, asla burada yaptıklarımızdan sorumlu olamayız, hesaba çekilemeyiz, özgür iradenin de hiçbir hükmü yok demektir. Tüm bunlarda kur’anın anlatımına, imtihanımızın kurallarına ve öğretisine asla uymaz. Bir filimde kötü rol oynayan bir insanı düşünün, gerçek hayatta onu görseniz, ona filimde oynadığı rol için kızar, hesap sorar mısınız? Size bir ayet hatırlatmak istiyorum, bu ayette insanların özgür iradesine bırakıldığının açık delilidir. (Enam 149: En mükemmel kanıt Allah'ındır. O dileseydi hepinizi toptan doğru yola iletirdi.) Demek ki insana akıl verdi ve özgür bıraktı, istese hepimizi doğruya iletirdi diyor ayet. Buradan tam tersini yani bir kısmımızı isteyerek kötü yarattı düşüncesini çıkarmamız mümkün değil, çünkü geri kalan insanları doğru yola iletmek içinde büyük bir çaba var, sabır var uyarılar zinciri var, hatta hataların affı var. Demek ki Allah hiç kimsenin birey olarak kaderini kötü yazmaz, elbette her şeyi bilir takdir eder, ama insanın özgür iradesi sonucunda yaptıklarının neticesinde, onun cezasının kendi nefsinden geldiğini bilmeliyiz. Bu ayetin bir öncesindeki 148. ayetinde, aslında çok güzel açıklama yapıyor konumuzla ilgili. Şirke batanlar yanlış yolda gidenler, sanki günümüzde söylenen sözlere örnek verircesine, kötü yola gidenler yaptıkları kötülükleri sanki Rahman ın üzerine atarcasına, bakın ne söylüyorlar. (Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık..) Bu sözlere lütfen dikkat edelim, Allah bu sözleri söyleyenlere kızıyor. Peki, neden kızıyor dersiniz? Çünkü Allah bizleri bu Dünyada özgür irademizle bir imtihandan geçiriyor. Bizleri doğruya yönlendirmek için rehberler ve elçiler gönderip, imtihanımızı kolaylaştırıyor, hatta azgınlaştığımızda bizlere cezalar verip, kendimize gelmemizi sağlıyor. Tüm bunlar kullarının doğruya güzele ulaşması için yapmaktadır. Bu insanlar kendi hatalarını, yanlışlarını Rahmanın üzerine atarak işin işinden sıyrılmaya çalışıyorlar adeta. Şimdide size bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Bu ayeti çok dikkatli okuyup düşünelim, eğer insanlar yaratılmadan tüm olaylar, yapacaklarımız yanlışlar ve sevaplar cennete, cehenneme gideceğimiz yazılmış ise, şimdi vereceğim örnekte geçen kayıt altına alınanlar nedir dersiniz? (Kaf 17: İki melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar.) Lütfen iyi düşünelim, madem özgür irademiz dışında her şey daha doğmadan yazıldıysa, sağımızda ve solumuzdaki melekler ne yazıyor olabilir dersiniz? Demek ki daha önce yazılanlar elbette var, onları da konuşacağız ama birçok olaylar insanın yaptıktan sonra kayıt altına alındığının açık kanıtıdır bu ayet. Hatta Rabbim hesap günü her insanın yaptıklarının kaydedildiği kitabının önüne açılacağı söylenmiyor mu? Şimdide biz insanların özgür iradesi ile değil de, rabbin takdir ettiği ve kayıt altına aldığı konuların neler olabileceğini düşünelim. Hiçbir insan nerede doğacağını, anne ve babasının kimler olacağını seçme hakkına sahip değildir. Hatta erkek ya da dişi olacağına da kendisi karar veremez. Bedeni ve sağlığı konusunda da, doğuşunda söz hakkı yoktur. İşte tüm bunların sebep ve sonucu hakkında detaylı bilgilere sahip olmadığımız için bizlerde bir yere kadar düşünebiliyor ve anlayabiliyoruz. Bundan sonrası hakkında Allah bilgi vermemiş ise, bizlerin bilmesini istemediği içindir. Açıklamadığım konular hakkında konuşmanızı haram kılıyorum diyorsa Rahman, bizler abuk sabuk ve mantıksız şeyler anlatmaktansa, haddimizi bilip susmamız en güzeli olduğunu düşünüyorum. Rabbim bu Dünyayı bizler için bir imtihan sahası kılmıştır. İmtihan edeceği kitabı da elimize vermiştir ki, dersimize çok iyi çalışalım. Eğer bizler imtihan olacağımız kitabı anlayarak okumuyorsak, yapacağımız sorumlu olduğumuz konulardan da habersiz olmamız, çok doğal olacaktır. Gelin rabbin rehberini anlayarak okuyalım, ona danışalım, ona sorular soralım. Bakın o zaman nasıl her sorunun cevabını orada bulacağımızı göreceğiz. Bizler gerçekten zorlu bir imtihandan geçtiğimizi unutmayalım. Bakın bu imtihanda, başımıza gelebilecek zorluklar hakkında nasılda bilgiler veriyor rabbim, bunlar üzerinde lütfen dikkatle düşünelim. Bakara 214: Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş olanların karşılaştıklarının benzeri başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara şiddetler, belalar ve zorluklar gelip çattı; sarsıldılar. Öyle ki, resul ve onunla birlikte inananlar, "Allah'ın yardımı ne zaman?" diye yakarıyordu. Haberiniz olsun ki, Allah'ın yardımı çok yakındır. Bakara 155: Yemin olsun ki sizi korku, açlık; mallardan-canlardan-meyvelerden eksiltme türünden bir şeyle mutlaka imtihan edeceğiz. Sabredenlere müjdele. Ali İmran 186: Yemin olsun ki, mallarınızda da canlarınızda da imtihan edileceksiniz. Ve yemin olsun ki, sizden önce kendilerine kitap verilenlerden de şirke batanlardan da incitici çok şey dinleyeceksiniz. Sabreder, takvaya sarılırsanız işte bu, iş ve oluşların en zorlularındandır. Enam 53: Biz böylece onların bir kısmını diğer bir kısmıyla imtihana çektik ki, şunu söylesinler: "Allah aramızdan şunlara mı lütufta bulundu?" Allah şükredenleri daha iyi bilmiyor mu? Enfal 28: Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihan aracıdır. Allah'a gelince, büyük ödül O'nun katındadır. Yukarıdaki ayetleri okuduğumuzda bazı konulara açıklık getirdiğini görüyoruz. Örneğin bazılarımızın bedeninde eksik yarattığını görüyoruz, bazılarını zengin, bazılarımızı çok fakir bir ailede dünyaya getiriyor Allah. Başımıza istemeden gelen belaların olduğu açıklamasını yaparken, tüm bunların bir imtihan aracı olduğunu belirtiyor. Bir kısmı da daha önce ellerimizin kazandıklarından, yani nefislerimizden olduğu anlatılmıştı hatırlarsanız. İşte tüm bu zorluklara dayanan sonunda ödülünü alacağı müjdesini veriyor. Dikkat ederseniz birçok olaylar var, ama bizler bunların sebep sonuç ilişkisini kesinlikle kuramıyoruz, bence bu ilişkiyi kuramamamız imtihanın en zor sorusu olsa gerek, ama isyan etmeden, sabredildiğinde sanırım en çok puan ve ödül bu tür imtihanların sonunda verilecektir.. Rabbim en doğrusunu bilir. Kader konusunu özetlemek gerekirse, Allah her şeyi bilen, gören ve takdir edendir. Bizlerin yaşadığı evreni istediği ölçüde takdir etmiş ve değişmez ölçülerde yaratmıştır, bizleri de oraya bir imtihan aracı olmak üzere göndermiştir. İmtihana gönderirken kimimizi mal ile kimimizi, sağlık ile kimimizi eş ve çocuklarımız kanalıyla, biri birimizle imtihan aracı yapmıştır. Ama asla imtihana başlarken özgür irademiz ile karar vereceğimiz konulara müdahale etmemiştir, yoksa bunun adına imtihan denmeyip, ancak yazılan bir senaryonun oynanması denecektir, zaten bunun tersini düşünmek imtihan kurallarına uymaz, buda kur’anın anlatımına ve ayetlerine ters düşer. Çünkü Allah yanlışa yönelen kullarını doğruya iletmek için çaba gösterir uğraşır kitaplar, elçiler göndererek, onlarında iyi bir kul olmasını ister. Allah kulunun yaşantısı boyunca, her yaptığını kayıt altına aldırır ve gerektiğinde bir babanın evladını uyarması gibi, bazı olaylarla uyarır, mühlet verir. Dikkat edin bir insanın özgür iradesi ile yapacağı olaylar daha önce değil, yaptıklarında kayıt altına alındığı ayette açıkça belirtiliyordu, bunu da asla unutmayalım. Eğer hala dersler almıyor ve nefsine yeniliyorsa bir insan, artık onun için her şey bitmiştir, gerçekleri asla göremeyeceğini belirtiyor. Bu insanların gözlerine perde indirir, kulaklarını ve gönlünü mühürlerim diyor Allah. Rahmanın adaleti, her aklı başında yarattığı insanı değişik konumlarda bile olsa, eşit şartlarda imtihana sokmaktır. Birisini çok zengin yaratabilir imtihan ederken, onun milyarlarca para vererek yaptığı iyiliğin karşılığında alacağı sevabı, fakir bir insan olarak yarattığı, imtihan ettiği bir insanın küçük bir bilgi ve yardım karşısındaki alacağı sevabı karşısında diğerinden daha değerli kılabilir, bunun takdirini Allah tan başka kimse yapamaz. Bizler bazen aciz aklımızla değerlendiremediğimiz onca konu hakkında hiç bahsedilmeyen, açıklanmayan öyle şeyler söylüyoruz ki, farkında olmadan Allahın adaletine bile müdahale edebiliyoruz, Allah bizleri affetsin. Kader konusunda bu yazıyı yazıp yazmamak için çok düşündüm, hatta bir ara vazgeçmek istedim, çünkü gerçekten hata yapmaktan korktum, Allah samimi çabalarımı biliyor, yaptığım hatalarımı ne olur bağışla Rabbim. Ben eminim ki Allah kullarını yaratırken özgür iradesi ile yaratıp, bizleri imtihan ediyorsa hepimizi eşit şartlarda özgür bırakmıştır. Yapacağı imtihan da kullandığı sorular ve uygulamalar elbette değişik olacaktır, bunun hikmetini, kararını yalnız Rabbim bilir, bizler takdir edip değerlendirme yapamayız. Bizlere düşen itaat edip, sabırla her imtihandan başarı ile çıkmaya çalışmak olmalıdır. Elimizde bulunan, beşerin kullanma kılavuzu, rehber, güneş gönül gözü varsa,(KURAN) ona uymak onu bizzat kaynağından anlamaya çalışmak, bizlerin görevi olmalıdır. Allah anlaşılmayacak bir rehber asla göndermez, bunu hiç unutmayalım ve Allahın söylediği gibi kurtuluşa ermek istiyorsak KURANIN İPİNE SARILALIM. Kader konusunda Diyanet İşleri başkanlığı da sitesinde aslında bana göre güzel bir açıklama yapmış onu da aktarıyorum. (Dünyada meydana gelmiş ve gelecek olan her şey, Allah'ın ilmi, dilemesi, takdiri ve yaratması ile olur. Her şeyin bir kaderi vardır. Bunun anlamı ise şudur: Yüce Allah, insanları hür iradeleriyle seçecekleri şeylerin nerede ve ne şekilde seçileceğini ezelî yani zamanla sınırlı olmayan mutlak ilmiyle bilir ve bu bilgisine göre diler, yine Allah bu dilemesine göre takdir buyurup zamanı gelince kulun seçimi doğrultusunda yaratır. Bu durumda Allah'ın ilmi, kulun seçimine bağlı olup, Allah'ın ezelî manada bir şeyi bilmesinin, kulun irade ve seçimi üzerinde zorlayıcı bir etkisi yoktur.) Son olarak kader konusunu, topluma rivayetlerle gelen bilgiler ışığında anlatılan, bizlere peygamberimizin sözüdür diye açıkladıkları bir hadisi aktarmak istiyorum. Bu rivayet konusuna kendi düşüncemi yazmak istemiyorum, tüm yazdıklarım ve Diyanetin düşünceleri ile karşılaştırıp bu sözlerin doğru olup olamayacağını lütfen sizler düşünün. Allah bizlere akıl vermiş birde koskoca, apaçık rehberi KURAN I göndermiş. Bizlere düşen aklımızı ve mantığımızı kur’an ayetleri doğrultusunda kullanmaktır. Kuranda onlarca ayette Allah, söyle onlara ben gaybı bilmem diye peygamberimize söyletmesi pek fazla anlaşılmamış sanırım. Her insanın kendisinden sorumlu olacağını evladının, anne babasının bile bir birinden sorumlu olamayacağı, yardım edemeyeceği o günden sakının ayetlerini, peygamberimizin tebliğ ettiğini unutanlar çoğunlukta olmalı. Kur’an da açıklamadığım konular hakkında konuşmanızı haram kılıyorum sözleri, çok fazla etkili olmamış görünüyor. Bakın peygamberimizin söylediğini aktardıkları konuşmayı lütfen okuyun, bu sözleri peygamberimiz söylemiş midir lütfen çok iyi düşünün, vereceğiniz karardan sorumlu olacağınızı da unutmayınız. (Abdullah b. Amr b. As rivayet ediyor: "Bir gün Allah Resulü elinde iki kitap olduğu halde yanımıza geldi. -Bu kitaplar nedir, biliyor musunuz? diye sordu. —Hayır bilmiyoruz. Haber verirsen biliriz Ya Resûlallah! Dedik. Şöyle buyurdular: -Bu sağ elimdeki kitap, cennet ehli olanların isimlerinin yazılı olduğu kitaptır. Burada onların, babalarının ve kabilelerinin ismi yazılıdır." (Burada Allah Resulü konuşmayı kesti. Yani kitapta, o insanın kabilesi nereye kadar uzanıyorsa hepsi yazılıdır. Melekler o insanın ismini hiç şaşırmadan tespit edebilecektir. Çünkü en küçük teferruata kadar o kitapta tespit yapılmıştır...). Devam eder: "Bu sol elimdeki kitaba gelince onda da bütün cehennem ehlinin isim listesi vardır. Onlar da orada baba ve kabile isimleriyle kaydedilmiştir... Bu her iki kitaptaki isimler ebedî olarak ne artar ne de eksilir." Allah Resulü böyle deyince sahabe sordu: "Ya Rasulallah! Mademki iş neticelenmiş, kitaplar dürülmüş, kalem kaldırılmış biz niçin amel ediyoruz?" Efendimiz şu cevabı verdi: "İstikametten ve itidalden ayrılmayın. Cennet ehlinden olan hayatı boyunca ne yapmış olursa olsun, cennet ehline ait ameli işlemeden defteri kapanmayacaktır." Ve Allah Resulü sözlerine şöyle devam buyurdular: "Eğer kişi cehennem ehliyse, daha önce ne yapmış olursa olsun, cehennem ehline ait bir amel işler ve defteri öyle kapanır.") Yorum sizlerin Peygamberimiz bu sözleri söylemiş olabilir mi sizce? Rabbim ne olur bizleri zor imtihandan geçirme, nefsimizle imtihan etme bizleri. Rabbim bu konuda yanlışım varsa beni affet, bağışla, ben senin rehberinden bunları anladım, yanlışım varsa beni doğruya yönelt. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  15. Bizler İslam ı birilerinin güdümünde yaşayıp, öğretilenleri Rabbimin rehberinden kontrol etme gereği duymadığımızda, ortaya çıkan imanın, Rabbimin önerdiği bir iman şekli olduğunu asla bilemeyiz. Allahın huzuruna vardığımızda eğer, üzücü bir durumla karşılaşmak istemiyorsak imanımızı, inancımızı mutlaka Allahın, sizler için rehber olsun diye gönderdim dediği KUR’AN İLE KARŞILAŞTIRMALIYIZ. Allah bizlere rehber olsun diye gönderdim dediği kitabını, asla anlaşılması zor yapmaz. Allah yine gönderdiği kitap için, yemin ederek sizler için kolaylaştırdım diyorsa birçok kez, bu kitap anlaşılması zor olamaz. Bizler İslam ı, kur’anın güdümünde yaşamadığımız takdirde, beşerin güdümüne gireriz ki, bu bizleri Rabbimden uzaklaştırır. Allah velilerin ardına düşmeyin diyorsa, bu bizleri Allahın yani kur’anın güdümünde olmamızı istediğindendir. Bizler bu Dünyada imtihandayız. İmtihanımızın da, yalnız ve yalnız KUR’ANDAN OLACAĞINI RABBİM SÖYLÜYOR. Ne diyordu hatırlayalım. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Allah açıkça imtihan olacağımız kitabın kur’an olduğunu söylediği ve bu kitapta her şeyden nice örnekler verdim dediği halde bizler, hayırrrr yalnız kur’an dan sorumlu değiliz, kur’an da her şey yoktur, özet bilgiler vardır diyenlere inanırsak, sizce gittiğimiz bu yol, Rabbim e ulaşır mı? Bu sözleri söyleyenlere şunu hatırlatmak isterim. Allah sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum dediği halde (HAŞA)sözünden cayacağını, daha sonrada kur’an dışından da hükümlerden bizleri sorumlu tutacağını mı söylüyorsunuz? Bunu söyleyenin Rabbimle inatlaştığını, adaletini küçümsediğini, hatırlatmak isterim. Bunu yapmanın, buna inanmanın da cezasını, hayal bile etmek istemiyorum. Allah Maide suresi 45. ayetinde, Allahın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendisidir diyorsa, Allahın indirdiği kur’an a özet bilgidir, orada her şey yoktur diyen, ZALİMLERİN TA KENDİSİDİR. Şunu da sakın unutmayalım. Hesabın görüleceği gün, peygamberimizin Furkan suresi 30. ayetinde söylediği gibi, Ey Rabbim benim toplumum bu kur’anı devre dışı bıraktılar diyecekse, bu sözden ibret almayan, burada anlatılmak isteneni anlamak istemeyenler, Rabbin huzurunda hiçbir yardımcı bulamayacaklardır. Bu yazımı yazmakta ki maksadım, Haşr suresi 7. ayette geçen bir cümleyi alıp, ona anlatılan konuda geçmeyen anlamları verip, beşerin yalan ve yanlışlarına delil göstermenin, bizleri nerelere sürükleyeceğini göstermek içindir. Bizler kur’an ayetlerinde geçen bir kelime ya da cümleyi alıp, ona eğer kendi inanç ve hurafe itikatlarımıza delil yaparsak, bizleri nasıl dinden saptıracağını bu örnekte görebiliriz. Ne yazık ki bu yöntem o kadar çok kullanılıyor ki günümüz İslam inancında, bunu yaptığımızda bu inancın nerelere varacağını sizler tahmin edin. Haşr suresi 7. ayettin içinde şöyle bir cümle geçer. (Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.) Yukarıdaki cümleyi bahsedilen ayetten ayırıp düşündüğünüzde, inanılmaz yerlerde kullanıp, dinde açıkça kargaşa yaratabiliriz. İşte ne yazık ki İslam düşmanları içimize öyle yanlış inançları, yine kur’an dan mış gibi gösterip, bizleri can elinden vurmuşlardır, ama bunun farkında bile değiliz. Peki, Allah yukarıdaki sözüyle nelerden bahsediyor da, peygamber size ne verdiyse alın, vermediğinden sakının itiraz etmeyin diyor? Bu cümleyle kur’an dışından bir şey vermesini asla anlayamayız, çünkü sana indirdiğim ile topluma hükmet diyordu elçisine Allah. Sana indirdiğime ilaveler yaparsan, senin canını alırım diye de uyarıyordu. Peki, bu cümleyle bu sözlerle Allah ne anlatmak istiyor bizlere, gelin bu ayetin öncesine ve sonrasına da bakarak, ne anlatmak istiyor Rahman, onu Allahın izniyle anlamaya çalışalım. Önce bahsettiğimiz ayetin, bir öncesine bakalım. Haşr 6: Allah'ın, onlardan (mallarından) Peygamberine verdiği ganimetler için siz at ve deve koşturmuş değilsiniz. Fakat Allah, peygamberlerini dilediği kimselere karşı üstün kılar. Allah her şeye kadirdir. Bahsettiğimiz Haşr 7. ayetin bir öncesinde, savaşlarda kazanılan ganimetlerden bahsediyor ve bir konuda toplumun dikkatini çekiyor. Bu ganimetleri savaşlarda aldığınızda, hepiniz Allah adına at ve deve koşturup savaşmadınız diyor. Bakalım devamındaki ve bahsettiğimiz ayette ne diyor. Haşr 7: Allah'ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir. Allah elçisinin, İslam a karşı savaş ilan edenlerle savaşması neticesinde elde ettikleri ganimetleri, nasıl dağıtacağını topluma anlatıyor. O anı önce hayal edelim isteseniz. Müslüman olduğunu söyleyen birçok insan var, ama bir kısmı malını, karısını, çocuklarını bırakıp savaşa gitmeyi göze almayanlar da var içlerinde. Bu durumda bu insanların nefsi de bu ganimetlerden pay isteyecek, ya da bekleyecektir. Bakın bu insanlara Haşr 6. ayette gerekeni zaten Allah söylemişti. Peki devamındaki ayette neler söylüyor? Bakın toplanan ganimetlerin nasıl dağıtılacağını anlatıyor Allah. Rabbim her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyorsa, buna da açıklık getirmiş demektir. Bakın kimler içindir diyor. (Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir.) Bu açıklamayı yapıyor ki herkes ganimetten pay istemesin. Allah ve peygambere ait kısım, zaten devletin yönetimi için harcanacak bölümdür. Devamında yaptığı açıklamada ise bunun nedenini söyleyip, bu malların yalnız zenginler arasında dolaşması değil, fakirlere de fayda sağlaması içindir diyor. İşte tam burada o toplumun halini, içlerinden çıkacak itirazları düşünün ve hayal edin. Acaba nasıl itirazlar olmuştur ya da olacağını Rabbim bildiği için bakın topluca uyarıp ne diyor? (Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.) Şükürler olsun Rabbim e aklı olanın, ayetleri düşünerek anlamaya çalışanlara ne kadar güzel anlatıyor her şeyi. Allah bu sözleriyle, ganimeti dağıtırken, benim elçime itiraz etmeyin diyor. O en doğru bir şekilde sizlere dağıtacaktır. Peygamberiniz size neyi verdiyse onu alın, size bu konuda yasakladıklarına da itiraz etmeyin ondan sakının. Vermediyse sizin hakkınız olmadığı içindir, başkalarının hakkına müdahale etmekten sakının diyor. Şimdide bu ayetin devamına bakalım ki konuyu daha iyi anlayalım. Haşr 8: (Allah'ın verdiği bu ganimet malları,) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır. İşte Yüce Rabbim çok daha net bir açıklama yapıyor ganimetlerle ilgili. Peygamberimizin ganimet dağıtımında kimsenin itiraz etmemesi için, elçisinin ganimetten kime ne verdiyse onu almasını, kimlerin hakkı yokta istemeye kalkıyorsa, ondan sakınmasını açıkça söylemiştir. Bu malların elçisi tarafından, yurtlarından uzaklaştırılmış, Allahtan yardım dileyen yoksullara, peygamberine canla başla yardım eden fakir muhacirlere dağıtılmasını istiyor. Sonunda da rabbim ganimetlerin dağıtımında en doğru bu yolun olduğunu söylüyor. Lütfen yukarıdaki üç ayeti birleştirip düşünün. Üçü de savaşlarda alınan ganimetlerin nasıl dağıtılmasına dair açıklamalar yapıyor. Peki, bu ayetlerin içinde geçen şu cümleyi nasıl olurda konunun dışında anlamlar yükleriz? (Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.) Allah açıkça ganimetin dağıtımında, peygamberiniz sizlere ne verdiyse onu alın, vermediyse itiraz edip, almak için uğraşmayın bu hareketten sakının diyecek, fakat bizler bu cümleyi alıp, Rabbin asla bahsetmediği başka yerlerde, başka anlamlarda kullanacağız. Bunun bizleri dinden ne derece saptırdığının farkın damıyız dostlar? Eğer farkında değilsek, lütfen Rabbin ayetleri üzerinde dikkatle ve hiçbir etki altında kalmadan, hesabın görüleceği gün gelmeden çok iyi düşünelim ve inancımıza yön verelim. Hepimiz hesabımızı kendimiz tek başımıza vereceğiz. Huzuru mahşerde yanımızda, bu Dünyada edindiğimiz, hatta yardımı olacağına çok güvendiğimiz, inandığımız hiç kimse olmayacak. Çünkü onlarda kendi hesabının telâşesin de olacaklar. Gelin el birliğiyle kur’ana müracaat edelim. Onu anlamaya çalışalım. Onun onaylamadığı hiçbir sözün ardı sıra gitmeyelim. Peygamberimizin yolunu izlemek istiyorsak, bizlerde kur’anın yolunu izleyerek, peygamberimizin gerçek ümmeti olduğunu gösterelim. Hesabın görüleceği gün, yüzlerimizin ak olmasını isteyen, emin olduğumuz bilginin ardında gitmelidir. Rabbim bizleri, hesaba çekeceği kitabı apaçık söylemiş ise, bunun dışındaki kitaplara bizleri yönlendirmek isteyenlere, lütfen artık kanmayalım. Kur’anı anladığımız dilden bolca okuyalım, ayetler üzerinde düşünelim, aklımızı kullanalım. Çevremizden yardımlar alıp, kur’anı çok daha iyi anlamanın yollarını izleyelim. Bunu yapmamızı Rabbim söylüyorsa, en doğru yol bu yol demektir. Birileri bizlere, sen kur’an dan anlayamazsın, anladığın dilden okusan da işe yaramaz, sen hüküm çıkaramazsın, kur’an da her şey yoktur, kur’anı anlamak için büyük ilim tahsil etmen gerekir diyorsa, bilmeliyiz ki bu insanlar, bizleri kur’an dan uzaklaştırmak isteyen, İslam ı kendi çıkarları doğrultusunda kullanan, Allahın emrettiği dışında çok farklı bir inanç yaratan insanlardır. Çünkü Allah sizlere gönül gözlerinizi açacak, sizlere doğruyu gösterecek, kolaylaştırılmış, her şeyden nice örnekler verilen, anlaşılacak bir rehber gönderdim diyor. Beşerin bile bir konuda yazdığı rehber kitap anlaşılıyor da fayda sağlıyorsa, nasıl olurda Yüce Rabbimin imtihan edeceği rehber kitap, güneş, gönül gözü anlaşılması zor olur? Hepimiz bu soruyu düşünelim ve imanımıza bu doğrultuda yön verelim. Rabbim cümlemizi kur’anın rehberliğinden, onun ışığından, nurundan ayırmasın. Aklını kullanarak iman eden kulları arasına alsın inşallah cümlemizi. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  16. Bizler İslam ı birilerinin güdümünde yaşayıp, öğretilenleri Rabbimin rehberinden kontrol etme gereği duymadığımızda, ortaya çıkan imanın, Rabbimin önerdiği bir iman şekli olduğunu asla bilemeyiz. Allahın huzuruna vardığımızda eğer, üzücü bir durumla karşılaşmak istemiyorsak imanımızı, inancımızı mutlaka Allahın, sizler için rehber olsun diye gönderdim dediği KUR’AN İLE KARŞILAŞTIRMALIYIZ. Allah bizlere rehber olsun diye gönderdim dediği kitabını, asla anlaşılması zor yapmaz. Allah yine gönderdiği kitap için, yemin ederek sizler için kolaylaştırdım diyorsa birçok kez, bu kitap anlaşılması zor olamaz. Bizler İslam ı, kur’anın güdümünde yaşamadığımız takdirde, beşerin güdümüne gireriz ki, bu bizleri Rabbimden uzaklaştırır. Allah velilerin ardına düşmeyin diyorsa, bu bizleri Allahın yani kur’anın güdümünde olmamızı istediğindendir. Bizler bu Dünyada imtihandayız. İmtihanımızın da, yalnız ve yalnız KUR’ANDAN OLACAĞINI RABBİM SÖYLÜYOR. Ne diyordu hatırlayalım. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Allah açıkça imtihan olacağımız kitabın kur’an olduğunu söylediği ve bu kitapta her şeyden nice örnekler verdim dediği halde bizler, hayırrrr yalnız kur’an dan sorumlu değiliz, kur’an da her şey yoktur, özet bilgiler vardır diyenlere inanırsak, sizce gittiğimiz bu yol, Rabbim e ulaşır mı? Bu sözleri söyleyenlere şunu hatırlatmak isterim. Allah sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum dediği halde (HAŞA)sözünden cayacağını, daha sonrada kur’an dışından da hükümlerden bizleri sorumlu tutacağını mı söylüyorsunuz? Bunu söyleyenin Rabbimle inatlaştığını, adaletini küçümsediğini, hatırlatmak isterim. Bunu yapmanın, buna inanmanın da cezasını, hayal bile etmek istemiyorum. Allah Maide suresi 45. ayetinde, Allahın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendisidir diyorsa, Allahın indirdiği kur’an a özet bilgidir, orada her şey yoktur diyen, ZALİMLERİN TA KENDİSİDİR. Şunu da sakın unutmayalım. Hesabın görüleceği gün, peygamberimizin Furkan suresi 30. ayetinde söylediği gibi, Ey Rabbim benim toplumum bu kur’anı devre dışı bıraktılar diyecekse, bu sözden ibret almayan, burada anlatılmak isteneni anlamak istemeyenler, Rabbin huzurunda hiçbir yardımcı bulamayacaklardır. Bu yazımı yazmakta ki maksadım, Haşr suresi 7. ayette geçen bir cümleyi alıp, ona anlatılan konuda geçmeyen anlamları verip, beşerin yalan ve yanlışlarına delil göstermenin, bizleri nerelere sürükleyeceğini göstermek içindir. Bizler kur’an ayetlerinde geçen bir kelime ya da cümleyi alıp, ona eğer kendi inanç ve hurafe itikatlarımıza delil yaparsak, bizleri nasıl dinden saptıracağını bu örnekte görebiliriz. Ne yazık ki bu yöntem o kadar çok kullanılıyor ki günümüz İslam inancında, bunu yaptığımızda bu inancın nerelere varacağını sizler tahmin edin. Haşr suresi 7. ayettin içinde şöyle bir cümle geçer. (Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.) Yukarıdaki cümleyi bahsedilen ayetten ayırıp düşündüğünüzde, inanılmaz yerlerde kullanıp, dinde açıkça kargaşa yaratabiliriz. İşte ne yazık ki İslam düşmanları içimize öyle yanlış inançları, yine kur’an dan mış gibi gösterip, bizleri can elinden vurmuşlardır, ama bunun farkında bile değiliz. Peki, Allah yukarıdaki sözüyle nelerden bahsediyor da, peygamber size ne verdiyse alın, vermediğinden sakının itiraz etmeyin diyor? Bu cümleyle kur’an dışından bir şey vermesini asla anlayamayız, çünkü sana indirdiğim ile topluma hükmet diyordu elçisine Allah. Sana indirdiğime ilaveler yaparsan, senin canını alırım diye de uyarıyordu. Peki, bu cümleyle bu sözlerle Allah ne anlatmak istiyor bizlere, gelin bu ayetin öncesine ve sonrasına da bakarak, ne anlatmak istiyor Rahman, onu Allahın izniyle anlamaya çalışalım. Önce bahsettiğimiz ayetin, bir öncesine bakalım. Haşr 6: Allah'ın, onlardan (mallarından) Peygamberine verdiği ganimetler için siz at ve deve koşturmuş değilsiniz. Fakat Allah, peygamberlerini dilediği kimselere karşı üstün kılar. Allah her şeye kadirdir. Bahsettiğimiz Haşr 7. ayetin bir öncesinde, savaşlarda kazanılan ganimetlerden bahsediyor ve bir konuda toplumun dikkatini çekiyor. Bu ganimetleri savaşlarda aldığınızda, hepiniz Allah adına at ve deve koşturup savaşmadınız diyor. Bakalım devamındaki ve bahsettiğimiz ayette ne diyor. Haşr 7: Allah'ın, (fethedilen) ülkeler halkından Peygamberine verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir. Allah elçisinin, İslam a karşı savaş ilan edenlerle savaşması neticesinde elde ettikleri ganimetleri, nasıl dağıtacağını topluma anlatıyor. O anı önce hayal edelim isteseniz. Müslüman olduğunu söyleyen birçok insan var, ama bir kısmı malını, karısını, çocuklarını bırakıp savaşa gitmeyi göze almayanlar da var içlerinde. Bu durumda bu insanların nefsi de bu ganimetlerden pay isteyecek, ya da bekleyecektir. Bakın bu insanlara Haşr 6. ayette gerekeni zaten Allah söylemişti. Peki devamındaki ayette neler söylüyor? Bakın toplanan ganimetlerin nasıl dağıtılacağını anlatıyor Allah. Rabbim her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyorsa, buna da açıklık getirmiş demektir. Bakın kimler içindir diyor. (Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir.) Bu açıklamayı yapıyor ki herkes ganimetten pay istemesin. Allah ve peygambere ait kısım, zaten devletin yönetimi için harcanacak bölümdür. Devamında yaptığı açıklamada ise bunun nedenini söyleyip, bu malların yalnız zenginler arasında dolaşması değil, fakirlere de fayda sağlaması içindir diyor. İşte tam burada o toplumun halini, içlerinden çıkacak itirazları düşünün ve hayal edin. Acaba nasıl itirazlar olmuştur ya da olacağını Rabbim bildiği için bakın topluca uyarıp ne diyor? (Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.) Şükürler olsun Rabbim e aklı olanın, ayetleri düşünerek anlamaya çalışanlara ne kadar güzel anlatıyor her şeyi. Allah bu sözleriyle, ganimeti dağıtırken, benim elçime itiraz etmeyin diyor. O en doğru bir şekilde sizlere dağıtacaktır. Peygamberiniz size neyi verdiyse onu alın, size bu konuda yasakladıklarına da itiraz etmeyin ondan sakının. Vermediyse sizin hakkınız olmadığı içindir, başkalarının hakkına müdahale etmekten sakının diyor. Şimdide bu ayetin devamına bakalım ki konuyu daha iyi anlayalım. Haşr 8: (Allah'ın verdiği bu ganimet malları,) yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır. İşte Yüce Rabbim çok daha net bir açıklama yapıyor ganimetlerle ilgili. Peygamberimizin ganimet dağıtımında kimsenin itiraz etmemesi için, elçisinin ganimetten kime ne verdiyse onu almasını, kimlerin hakkı yokta istemeye kalkıyorsa, ondan sakınmasını açıkça söylemiştir. Bu malların elçisi tarafından, yurtlarından uzaklaştırılmış, Allahtan yardım dileyen yoksullara, peygamberine canla başla yardım eden fakir muhacirlere dağıtılmasını istiyor. Sonunda da rabbim ganimetlerin dağıtımında en doğru bu yolun olduğunu söylüyor. Lütfen yukarıdaki üç ayeti birleştirip düşünün. Üçü de savaşlarda alınan ganimetlerin nasıl dağıtılmasına dair açıklamalar yapıyor. Peki, bu ayetlerin içinde geçen şu cümleyi nasıl olurda konunun dışında anlamlar yükleriz? (Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.) Allah açıkça ganimetin dağıtımında, peygamberiniz sizlere ne verdiyse onu alın, vermediyse itiraz edip, almak için uğraşmayın bu hareketten sakının diyecek, fakat bizler bu cümleyi alıp, Rabbin asla bahsetmediği başka yerlerde, başka anlamlarda kullanacağız. Bunun bizleri dinden ne derece saptırdığının farkın damıyız dostlar? Eğer farkında değilsek, lütfen Rabbin ayetleri üzerinde dikkatle ve hiçbir etki altında kalmadan, hesabın görüleceği gün gelmeden çok iyi düşünelim ve inancımıza yön verelim. Hepimiz hesabımızı kendimiz tek başımıza vereceğiz. Huzuru mahşerde yanımızda, bu Dünyada edindiğimiz, hatta yardımı olacağına çok güvendiğimiz, inandığımız hiç kimse olmayacak. Çünkü onlarda kendi hesabının telâşesin de olacaklar. Gelin el birliğiyle kur’ana müracaat edelim. Onu anlamaya çalışalım. Onun onaylamadığı hiçbir sözün ardı sıra gitmeyelim. Peygamberimizin yolunu izlemek istiyorsak, bizlerde kur’anın yolunu izleyerek, peygamberimizin gerçek ümmeti olduğunu gösterelim. Hesabın görüleceği gün, yüzlerimizin ak olmasını isteyen, emin olduğumuz bilginin ardında gitmelidir. Rabbim bizleri, hesaba çekeceği kitabı apaçık söylemiş ise, bunun dışındaki kitaplara bizleri yönlendirmek isteyenlere, lütfen artık kanmayalım. Kur’anı anladığımız dilden bolca okuyalım, ayetler üzerinde düşünelim, aklımızı kullanalım. Çevremizden yardımlar alıp, kur’anı çok daha iyi anlamanın yollarını izleyelim. Bunu yapmamızı Rabbim söylüyorsa, en doğru yol bu yol demektir. Birileri bizlere, sen kur’an dan anlayamazsın, anladığın dilden okusan da işe yaramaz, sen hüküm çıkaramazsın, kur’an da her şey yoktur, kur’anı anlamak için büyük ilim tahsil etmen gerekir diyorsa, bilmeliyiz ki bu insanlar, bizleri kur’an dan uzaklaştırmak isteyen, İslam ı kendi çıkarları doğrultusunda kullanan, Allahın emrettiği dışında çok farklı bir inanç yaratan insanlardır. Çünkü Allah sizlere gönül gözlerinizi açacak, sizlere doğruyu gösterecek, kolaylaştırılmış, her şeyden nice örnekler verilen, anlaşılacak bir rehber gönderdim diyor. Beşerin bile bir konuda yazdığı rehber kitap anlaşılıyor da fayda sağlıyorsa, nasıl olurda Yüce Rabbimin imtihan edeceği rehber kitap, güneş, gönül gözü anlaşılması zor olur? Hepimiz bu soruyu düşünelim ve imanımıza bu doğrultuda yön verelim. Rabbim cümlemizi kur’anın rehberliğinden, onun ışığından, nurundan ayırmasın. Aklını kullanarak iman eden kulları arasına alsın inşallah cümlemizi. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  17. Bir işi eğer doğru yapmak istiyorsak, önce o işe en doğru yerden başlamalıyız ki, iyi bir sonuç alabilelim. Peki, bizler İslam ı yaşarken, doğru yerden başlıyor muyuz? İşte çok önemli bir soru. Bu sorunun genel anlamda cevabını bizler kendi nefsimize, doğruya en yakın bir şekilde verdiğimiz ölçüde, imtihanımızdan başarılı olarak çıkabilir ve İslam ı da doğru yerden başlamış oluruz. Sevap kazanmak, bir değer oluşturduğumuzda, alınacak mükâfattır Allah katından. Allah tan mükâfat alabilmemiz için, bizlere gönderdiği rehberinde geçen hükümlere uyduğumuzda, yerine getirdiğimizde bizlere sevap yazacağını ve mükâfatlandırıp, cennetine alacağını söyler. Bir bilgiyi sözlü olarak tekrar etmek değil, onu uygulamak la sevap kazanacağımızı artık anlamalıyız. Anlamını bilmeden okuduğumuz kur’anın hiç kimseye bir faydasının olamayacağını fark edemiyorsak, bu işe baştan yanlış başlamışız demektir. Allah kur’an sizlerin gönül gözünüzü açacak, kalplerinizdeki kabukları kıracaktır diyor, ama bir şartla, okuduğunuz bilgiler üzerinde düşünüp, akıl edip, söylenenleri yerine getirmek şartıyla. Düşünebilmek için önce anlamak gerekir. Anlamadan okumanın sevap olacağını düşünmek, bizleri rabbim e değil, bunu söyleyenlere yaklaştıracaktır. Bunun da sonu nereye varır onu da Allah bilir. Rabbin ne söylediğini bilmeden okuduğumuz kur’an, bizlerin ne gönül gözünü oçacak, nede gönüllerimizin taşlaşmış kabuklarını kıracaktır. Allah bilmeden, anlamadan okuduğumuz kitabın örneğini, merkebin taşıdığı kitaplara benzetir. Hele Rabbin, aklını kullanmayanlar için söyledikleri, bizler için çok açık bir uyarıdır. Bizler İslam ı yaşamaya o kadar yanlış bir yerden başlamışız ki, anlamadan kur’anın tamamını hatim etmeyi bir meziyet görüp, daha sonrada yine anlamadan okuduğumuz bu hatim in sevabını da, ölmüşlerimize bağışlarız. Düşünebiliyor musunuz, kendimize bile anlamadan okuduğumuz için fayda sağlamadığı halde, yine amel defteri kapanmış, ölen birisine bağışlamayı ona fayda sağlayacağını, akıl ve mantığımıza sığdırabiliyoruz. Kur’anı Allah ölülere değil, dirilere okunması ve onlara rehber olması için indirdim der bizlere. Ölmüş bir insana kur’anı okuyup, onlara sevabını göndermemiz bu durumda doğru bir davranış mıdır? Ölmüş bir insana nasıl rehber olacağını düşünürüz? Yaşadığı dönemde Allahın emrini yerine getirip, kur’anı rehber almamışsa, imtihanın süresi bitmiş, kalem, silgi artık toplanmış, imtihan kâğıtları ellerinden alınmış, ölmüş bir insana okunan kur’an bir işe yarar mı sizce? Bizler kendimize rehber olarak gereği gibi kur’anı almayıp, onun ışığından faydalanmayı düşünmek yerine, yaptığımız yanlışın artık farkına varalım ve emaneti teslim etmeden, bizzat bizler kendimiz Allahın nurundan faydalanmanın yolunu bulalım. Bakın Allah elçisine bile bu konuda ne söylüyor. Neml 80: Sen, ölülere işittiremezsin. Eğer dönüp giderlerse, sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. Rum 52: Artık sen ölülere işittiremezsin. Dönüp gittikleri takdirde sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. Fatır 22: Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirlerdekilere işittiremezsin. Allah elçisine, bu kitabı ölülere işittiremezsin dediği halde, bizler hala Allah elçisinin bile yapamadığını yapmaya çalışıyor, ölmüşlerimize kur’an okuyup, onlara gönderdiğimizi söyleyip, onlara işittirmeye çalışıyoruz. İşte kur’anı anlayarak okusaydık, bu gerçekleri görecektik. Eğer kur’anı anlayarak okusaydık, hiç kimsenin bir başkası adına hiçbir şey yapamayacağını, herkesin bu Dünyada yaptıklarının karşılığını alacağını bilirdik. İmtihan olduğumuz yaşadığımız dönemde, yapmamız isteneni, yani güzel ahlak sahibi olup, hayırlar, zekâtlar, yardımlarda bulunmayıp, onun yerine öldükten sonra Allahın emirlerini, yakınlarının onun yerine yapması, ölen insana fayda sağlar mı dersiniz? İmtihana girecek kişinin yerine, başkasının imtihana girmesinden ne farkı var. Aslında yukarıdaki ayetler çok anlamlı ve düşündürücüdür. Allah ölülere işittiremezsin diyor, ama yaşayan bazı kişilere de duyuramayacağını söylüyor. İşte bu yaşayan körler ve sağırlara da Allah elçisinin duyuramayacağını söylüyor Rabbim. Ölmüş insana duyurmaya çalışanlar, sanırım Rabbimin ayetlerini duymayanlar olsa gerek. Bakın Allah bizleri nasıl uyarıyor ve ne söylüyor. Nahl 111: Gün olur, herkes kendi nefsi için mücadele eder ve herkese, yaptığının karşılığı tam tamına ödenir; onlar asla zulme uğratılmazlar. Çok açık her insan kendi nefsi için mücadele eder diyor. Bu ne demektir? Hepimiz kendi nefsimizin imtihanını verir. Allah ta nefsimizin yaptıkları sonucunda, tam karşılığını verir diyor. Yani kimse kimsenin adına imtihan olamaz diyor Rabbim. Bunun daha anlaşılır şekli. Hiç kimse imtihan olurken, bir başkasına kopya veremez diyor, imtihan sorusunu onun için cevaplayamaz. Anlayana anlamak isteyene, çok şeyler anlatıyor kur’an. Dilerim Rabbimden kur’anın nuru ile aydınlanırız. Yine dilerim, ölmüş yakınlarımızın ve bizlerin günahlarını Yüce Rabbim bağışlar inşallah. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  18. Benim yazımı ve verdiğim cevabı tam anlayamadığınızı görüyorum,verdiğiniz cevaplardan. İsterseniz birkez daha okuyun. Müslümanlar Allahın yarattığı hiç bir canlıya, ne kin besler nede nefret. Lütfen birkez daha okuyunuz.
  19. Önce bu yazdığım olayların Tevratta değil, Yahudilerin kendi kutsal saydıkları tarihi belgelerinden yola çıkarak, örnekler verdim. Bunuda yazımda açıkça söyledim. Bu belgeler kendi kaynaklarıdır. Tevrata gelince. Elbette bizler Tevrata iman ediyoruz, ama bugünkü ellerinde bulunan Tevrata değil. Çünkü beşer tarafından değişime uğramış, kur'anın ana ilkelerine asla uymayan birçok ilaveler vardır. Allah ana kanunlarında hiç bir değişiklik yapmamıştır. Tevratı okumadıysanız lütfen okuyunuz. Yahudiler kendilerini üstün ırk görmülerdir. Yazıdaki sözlerin çok benzerleri bugünkü Tevratta vardır. Eğer Yahudileri savunacaksanız önce iyice araştırınız. Bizler kimseye iftira atmıyoruz, gerçeklerin ortaya çıkmasını istiyoruz okadar. SAYGILARIMLA
  20. Günümüz Dünyasında İnsanlık adına, kendisinden olmayan toplumlara acımasız, insafsızca davranışlarda bulunan bir toplum, kendi ırkını üstün gören bir nesil, kimler olabilir diye düşündüğümüzde, önce aklımıza Yahudiler gelir. Kadın çoluk, çocuk demeden düşmanlarına korku salarak, onları adeta soy kırıma uğratmak pahasına katleden davranışlar sergilemesi, Yahudilerin yalnız, son yüz yılda yaptıkları bir davranış mıdır, yoksa geçmiş yüzyıllarda, yaşantılarından, atalarından, inançlarından adeta genlerine geçmiş bir zihniyetleri midir? Sizlere bu konu ile ilgili yine Yahudilerin kendi kutsal tarihi belgelerinden yola çıkarak, örnekler vermek istiyorum. Tevrat ı okuyan bir insan, Yahudilerin kendi ırklarının Allah katında üstün ve en değerli ırk olduğunu gördüklerini, karşısındaki insanlara acımasızca davranmanın, onlar için normal bir davranış ve inançları olduğunu görecektir. Zor durumda bir insana yardım etmek, İslam dininde ne dinle, nede herhangi bir ırkla sınırlandırılmamıştır. Fakat Yahudilerin bakın inançlarındaki katı ırkçılığın küçük bir örneğini Tevrat tan hatırlatmak isterim. Kendi Yahudi kardeşinin borcunu bağışlamasını öğütleyen bir inanç, kendisinden olmayana bakın nasıl davranın diyor? Yas.15: 3 Yabancıdan borcunu alabilirsin. Ama İsrailli kardeşinin borcunu bağışlayacaksın. Allah yarattığı tüm kullarına adaletli ve eşit davranılmasını ister. Hangi inançtan olursa olsun, onlara şefkatle yaklaşıp Allahı ve indirdiği kitabı tebliğ etmemizin bizlerin görevi olduğu bilincini aşılar bizlere. Hatta kur’an, İslam ı seçmeyen kişilere de yardım ederek, onları İslam a yaklaştırmanın, ısındırmanın yolunu gösterir bizlere. Fakat Yahudiler dinlerini yaymak ve insanlığa anlatma çabası içinde hiç olmamışlardır. Çünkü onlar Yahudi sonradan olunmaz, Yahudi anne ve babadan doğulacağı inancını taşımaktadırlar. Daha açıkçası kendilerinin özel bir ırk oluşlarını düşünmeleri, yine kendilerine has bir dinin olduğunu savunmaları, bu insanların ne denli tehlikeli olduğunu göstermektedir. Düşünebiliyor musunuz, ellerindeki kutsal kitabın, Allah katından geldiğine inandıkları halde, onu anlatmak, tanıtmak, yaymak gibi bir düşünceleri hiç yoktur, olmamıştır da. İşte Bu zihniyeti, düşünceyi, inancı iyi analiz etmeliyiz. Allah ı ve kutsal değerleri dahi, kendi ırklarına mal eden ve kendilerinden başkasına layık görmeyen bir inanç, nasıl bir ruhun, mantığın, aklın inancıdır düşünebiliyor musunuz? Yukarıdaki Yahudilerin inandığı kutsal kitaplarından olan alıntının, rabbin önerdiği bir yol olması sizce mümkün mü? Yahudilerin Ellerinde kutsal saydıkları, Tevrat a nasıl iman ediyorlarsa, onun gibi gördükleri 12 tarihi kutsal kitapları vardır. Bunlar Yahudilerin geçmişlerini anlatır. Hepsi bu kitapları kutsal görüp, orada geçenleri yaşamlarına, hayatlarına geçirip, kendilerine yaşam felsefesi yapmışlardır. Nesiller boyu devamı içinde, var güçleri ile çalışmaktadırlar. Bu yazımda sizlere bu 12 kitabın içinde olan Ester başlıklı bölümünden alıntılar yapmak istiyorum. Önce bu bölümden sizlere bir özet yapmak istiyorum. Ester bir Yahudi kraliçe. Onun devrinde kraliçe olmadan önce, Kralın yanındaki yöneticiler, Yahudilerin yaşadıkları ülkenin kanunlarına isyan etmeleri, baş kaldırmaları, söz dinlememeleri neticesinde, kralı Yahudiler aleyhine yönlendirip, cezalandırılmaları yönünde ikna ediyorlar. Kralda bunun uygulanması, yani Yahudilerin cezalandırılmasını emrediyor. Fakat Ester krala yaklaşıp, onu baştan çıkarıp, kendi güzelliği ve cazibesini kullanıp, onunla evlenerek kraliçe oluyor. Kralı kendisine o kadar bağlıyor ki, o ne isterse vereceğini söylüyor. Tabi Ester halkının affedilmesini istiyor. Bundan sonra, Yahudiler aleyhine esen hava birden değişiyor, tersine esmeye başlıyor. İşte sizlere bundan sonraki Yahudilerin kendilerine karşı olan toplumlara davranış ve hareketlerinden, kendi inandıkları kutsal saydıkları kitaplardan alıntılar yaparak anlatmak istiyorum. Yahudilerin Ester örneğindeki taktiklerini, yaşadıkları bütün ülkelerde her zaman kullanmışlardır. Günümüzde dahi hükümetlere, yönetimlere sızarak, tüm Dünyanın yönetim kadrolarının içlerine girip, kendi inanç ve düşüncelerini kendi menfaatleri yönünde, nasıl gerçekleştirmeye çalıştıklarına, güzel bir örnektir. Bakın Esterin kralı kendi hükümranlığına aldıktan sonra, Yahudilerin kendi düşmanlarına nasıl davrandıklarını ibretle görünüz. Acaba toplumu kendilerine bağlamaya, onları ikna edip onlarla birlikte dostça yaşamanın yollarını mı aramışlar, yoksa….? Evet, yoksa nın cevabını, aşağıda kendi inandıkları değerlerde göreceksiniz. Bu inancında, nesiller boyu devam etmesi gerektiğini, nasıl kendi nesillerine öneriyorlar ibretle okuyalım. Bu inanca sahip olan bir toplumun etkisi altına girersek, içimize, yönetime sokarsak, halimiz nice olur diye de, lütfen iş işten geçemeden çok iyi düşünelim. Bizler bu gerçekleri gördüğümüz halde, gözlerimizi hala kapamaya devam mı edeceğiz? Yorum sizlerin. ESTER 9: 2Kral Artakserkses'in tüm illerindeki kentlerde Yahudiler bir araya geldiler. Onlara zarar vermeyi tasarlayanlara bir darbe indirmek istiyorlardı. Hiç kimse onla¬ra karşı koymadı, çünkü çeşitli uluslar şimdi Yahudilerden korkuyordu. 3İl yöneticileri, prensler, valiler ve kralın memurları, hepsi de Mordekay'dan ürktükleri için Yahudileri destekli¬yordu. 5Böylece Yahudiler tüm düşman¬larını kılıçtan geçirdi, bunun sonucun¬da ülkede kan döküldü, yıkım oldu. Yahudiler düşmanlara karşı başarılı oldular. 6Yalnız Sus Kalesi'nde Yahudiler beş yüz kişi öldürdü. 12O da Kraliçe Ester'e şöyle dedi: "Sus Kale¬si'nde Yahudiler beş yüz kişiyi ve Haman'ın on oğlunu öldürdü. Krallığın öbür illerinde kim bilir neler yaptılar? İstediğini bildir, sana vereyim. Dileği¬ni söyle, bildirdiğin an senin olsun." 13Ester şu yanıtı verdi: "Eğer kral isterse, Sus'taki Yahudiler kralın bu¬günkü bildirisini yarın da uygulasın. Haman'ın on oğluna gelince, onların vücudu darağacına asılsın." 14Ardın¬dan kral bütün bunların yerine getiril¬mesini buyurdu. Sus'un bildirisi ya¬yınlandı ve Haman'ın on oğlu asıldı. 15Böylece Sus'taki Yahudiler Adar ayı¬nın on dördüncü günü yeniden toplan¬dılar ve kentte üç yüz erkek öldürdü¬ler. Ama kenti yağma etmediler. 16Kralın illerinde yaşayan öbür Ya¬hudiler hayatlarını korumak ve düşman¬larından kurtulmak için toplandılar. Düşmanlarından yetmiş beş bin kişiyi kılıçtan geçirdiler. Ama çevreyi yağma etmediler. 17Bütün bu olaylar Adar ayı¬nın on üçüncü günü oluştu. On dördün¬cü günü dinlendiler, şölenler verip se¬vindiler, 27Yahudiler her yıl, buyrulan biçimde ve tarihte, bu iki günü kesinlikle kutlamaya ant içtiler. Kendi soylarından olanların ve onlara katılanların da aynı şekilde davranma¬larını salık verdiler. 28Böylece her kent¬te, her ailede bir kuşaktan öbür kuşa¬ğa anımsanan ve kutlanan bu Purim günleri asla kaldırılmayacak ve bu günlerin anısı soylarında asla yok ol¬mayacaktır. Purim olayları bugün İran diye adlandırılan topraklarda yaşanmış olup, bu devrin kalıntıları da bu Ülkededir. Bugün bu büyük olay, çoğumuz tarafından bilinmemekte, hiçbir tarihçi bu olaylardan özellikle bahsetmeyerek, aslında Yahudilerin ne derece soy kırımcı bir nesil, ırk olduğu saklanmaktadır. Yukarıdaki sözleri okudunuz, işte Yahudilerin düşmanlarına yaptıkları. Düşmanlarını siyasi olarak yenmeleri onlara yetmiyor. Hatta düşmanlıkları ortadan kaldırıp, tersine çevirmeleri de onların kinlerini, nefretlerini yatıştırmıyor. Kendilerine zarar vermeyi planlayanlardan hiç kimse onla¬ra karşı koymadı, çünkü çeşitli uluslar şimdi Yahudilerden korkuyordu diye de çok açık yazdıkları halde, onlar bu insanlara nasıl davranıyorlar, işte burası çok önemli. Hâlbuki peygamberimiz kendisine saldırmayan hiç kimseye savaş açmamıştı, hatta daha önce düşman oldukları açık belli olduğu halde, onları kazanmak için çaba göstermiştir. Çünkü sana düşman olana, sen dost elini uzatacaksın ki, onlara doğruları anlatıp, dostluklarını kazanacaksın. İşte aradaki inanç farkımız. Bakın onlardan korkar hale gelenlere bile, onlar neler yapmış sonunda. (5Böylece Yahudiler tüm düşman¬larını kılıçtan geçirdi, bunun sonucun¬da ülkede kan döküldü, yıkım oldu.) (6Yalnız Sus Kalesi'nde Yahudiler beş yüz kişi öldürdü.) (. Krallığın öbür illerinde kim bilir neler yaptılar?) (ve kentte üç yüz erkek öldürdü¬ler.) (16Kralın illerinde yaşayan öbür Ya¬hudiler hayatlarını korumak ve düşman¬larından kurtulmak için toplandılar. Düşmanlarından yetmiş beş bin kişiyi kılıçtan geçirdiler.) Yukarıdaki katliamlara uğrayanlar, karşılık verecek güçleri olmayan toplum. Fakat Yahudi düşmanları bunlar. İşte Yahudi zihniyeti. Ya sonrada bizlere düşmanlık yapmaya kalkarlarsa? İşte sırf bu düşünceden kurtulmak için, düşmanlarının soylarını kurutmak adına, nasıl bir katliam yapıyorlar. Çoluk, çocuk demeden yok etmenin, kendilerinin hakkı bir davranış olarak görebilmek, aklın ötesinde şeytanın bile yapabileceği bir davranış değildir. Bir toplum, bir ırk kendisini sevdiremeyen bir millet, işte karşısındaki toplumdan ancak böyle pervasızca intikam alır. Birde onlara Osmanlının nasıl kucak açtığını düşünün. İşte millet olarak aramızdaki fark, şükürler olsun. Bu apaçık SOYKIRIMDIR. Ama kendileri soykırım yaptığında soykırımdan söz etmeyenler, kendilerine yapıldığında takındıkları tavır düşündürücüdür. Geçen gün bir haber dikkatimi çekti. 27 Ocak Uluslararası Yahudi Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü nedeniyle tören yapıldı diye yazıyordu ülkemizde. Bu anma günü kendi ırklarının soykırıma muhatap olmalarını anıyorlardı. Buraya katılan ilk, Türk üst düzey yöneticilerin katılmaları dikkat çekti, diye yazıyordu haber başlığında. Elbette onlara yapılanları kınıyoruz. Ya onların geçmiş yüzyıllarda toplumlara yaptığı ve kendi kutsal kitaplarında yazan toplumlara reva gördükleri soy kırımları kimler kınayacak? Bu düşüncenin, zihniyetin yanlış olduğunu kalplerinin bir köşesinde kalan, insanlık kırıntılarından olsa gerek, toplumların geçmişte yaptıklarını duymaması için, ellerinden geleni yapıyorlar ve duyulmasın diye önlemler alıyorlar. Gerçi bunu da başarıyorlar. Bu olayı hangimiz daha önce duymuştuk, bir düşünün isterseniz. Lütfen bu yazıyı dostlarımızla paylaşalım ki, karşımızdaki soykırımcı bir nesil, çok daha iyi anlaşılsın. Çok ilginçtir ki yaptıkları bu soy kırımların asla unutulmaması için, bu olayın kuşaktan kuşağa aktarılması isteğidir. Bakın soylarının devamının da, nasıl aynı şekilde davranmasını istiyor. ( . Kendi soylarından olanların ve onlara katılanların da aynı şekilde davranma¬larını salık verdiler. ) Bu anıyı soylarında taptaze yaşatmak isteyen bir ırk, nasıl olurda insancıl ve karşısındaki topluma Allahın yarattığı bir kul olarak değer verir, hiç düşündünüz mü? Bu sorumun cevabını da, sizler nefsinizde değerlendiriniz. Yine aynı kitabın 10. bölümünde bakın Yahudiler kendi ırklarını nasıl görüyorlar. Böyle bir ırk, böyle bir nesil hayalinizde canlandırabiliyor musunuz? Lütfen aşağıdaki sözleri, zihniyeti bir an karşınızda canlandırın, hayal edin. Daha sonrada bu Dünya nasıl bir tehlike ile karşı karşıya, onları da düşünün? Tabi düşünme, akıl etme melekemiz hala yerinde duruyorsa. ESTER 10: 5Uluslar, Ya¬hudi adını ortadan silmek için birle¬şenlerdi. 6Tek ulus, benimkidir, İsra¬il'dir. Tanrı'ya yakardılar ve kurtul¬dular. Evet, Rab ulusunu kurtardı, Rab bizi tüm bu kötülüklerden kurtardı. Tanrı uluslar arasında asla görülme¬yen belirtiler ve doğaüstü olaylar oluş¬turdu. 7O, iki yazgı saptadı, biri kendi ulusu içindi, öteki de tüm öbür ulus¬ları ilgilendiriyordu. 8Bu iki yazgı Tanrı'nın tüm uluslarla ilgili olarak sapta¬dığı saatte, zamanda ve günde ortaya çıktı. 9Böylece Tanrı ulusunu anımsa¬dı ve mirasını korudu. Yahudiler tüm insanlığı ikiye ayırıyor ve bakın ne diyorlar? 5Uluslar, Ya¬hudi adını ortadan silmek için birle¬şenlerdi. 6Tek ulus, benimkidir, İsra¬il'dir. Ne kadar ilginç değil mi? Tek gerçek ulus, Allahın sevdiği ulus, kendi ulusları olduğunu söylüyorlar ve karşısındaki uluslar içinde kendilerine düşman olan, daha açıkçası kendisinden olmayan uluslar olarak ayırıyor. Tek ulusun İsrail olduğunu söyleyen bir zihniyetin, bu insanlığa neler yapabileceğini siz hayal edebiliyor musunuz? Hiç sanmıyorum, doğrusu ben hayal dahi edemiyorum. Rabbim bunların şerrinden ülkemizi ve Dünya uluslarını korusun ve gerçekleri görmemizi sağlasın. Şu sözleri söyleyen ve tüm insanlığı biz ve diğerleri diye ayıran bir inancın, nasıl bir inanç olduğu, şeytanın bile söylemeye korkacağını düşünmüyor musunuz? 7O, iki yazgı saptadı, biri kendi ulusu içindi, öteki de tüm öbür ulus¬ları ilgilendiriyordu. Allahın ulusu olarak, yalnız Yahudiler kendilerini görüp, şu sözlere inanıyorlarsa, bu toplumdan ne beklersiniz siz. 9Böylece Tanrı ulusunu anımsa¬dı ve mirasını korudu. Yani Tanrı kendi ulusu olarak Yahudileri hatırladı ve onları korudu. Acaba diğerleri kimin ulusu ve kulları? İşte Yahudi zihniyeti. Ben Allahın ulusuyum, sizlerde bizlerin emrinde emir kullarısınız düşüncesiyle, karşısındaki insana bakanlardan, ne insaf beklenir nede adalet. Yüzlerce yıl öncesinden günümüze kadar, tüm Dünyanın içine sızmış, hatta karşı dinlerin içine girip, onlara kendi inançlarını benimsetmiş bir ırk, bir nesil ile bugün karşı karşıyayız. Ama bunların maskeleri düştü artık. Bizlere düşen hep birlikte bu gerçeklerin farkına varıp, dinimize soktukları hurafelerden temizlenip, Rabbin saf, katıksız, halis dinine, kitabına sarılıp gerçek İslam ı yaşamalıyız. Bizler bunun bilincinde olmadığımız çok açık, çünkü içimize soktukları nifak tohumlarını fark edip, çıkarmaya çalışanlar ile bu gerçeğin farkında olmayanlar arasındaki çatışmaya, sanırım karşıdan bakarak kıs kıs gülen Yahudileri artık sevindirmeyelim. Kur’an ın apaçık gerçeklerine bakarak, içimize soktukları fitneleri el birliğiyle, bölünmeden tek yumruk olarak temizleyelim. Birlik ve beraberliğimizi bozmayalım. Allahın elçilerini bile yok etmek için çalışıp, Allahın lanetine mazhar olan bir toplumun, ırkın kendi despotik, ırkçı, bencil, şeytanın bile akıl etmeyeceği inançlarının gerçeklerini artık görelim. Yahudiler kendi ırklarını tüm Dünya ırklarından, o kadar üstün görüyorlar ki, inançlarını dahi kimseyle paylaşmıyorlar. Kimseyi dinlerine davet bile etmiyorlar. Bunu düşündüğümüzde, bu ırkın güçlenmesinin, söz sahibi olmasının, Dünyaya vereceği zararı görebilmek zor olmasa gerek. Rabbim bunların şerrinden korusun bizleri. Bizler kur’anı devre dışı bıraktığımız, aklımız yerine beşeri rivayetler ve hurafelerin peşinden koştuğumuz sürece, Allah bizleri böyle insanlara muhtaç edecektir. Şeytanı yaratan Rabbim, şeytanlaşmış kullarının, toplumların yoluyla da kullarını, imtihan edecektir elbette. Zor imtihandan geçmek istemiyorsak, dersimize doğru çalışalım, Rabbin emirlerini doğru yerde arayalım. İmtihanın zor olduğunu söyleyen öğrenci, dersini çalışmayan öğrencidir. Çalışkan, gereği gibi, doğru bilgileri kafasına koyan bir öğrenciye, hiçbir imtihan zor gelmez. Her zaman başarılı not alır ve sınıfını birincilikle geçer. Bizlerde Rabbin huzurunda en yüksek notu almak istiyorsak, doğru kitaba çok ama çok iyi çalışırsak, rabbin huzurunda en yüksek notu alacağımızdan hiç şüphemiz olmasın. Dilerim mahşer günü, hesabın görüleceği gün, imtihan notumuz çok yüksek olur, dilerim yüzlerimiz ak, gönüllerimiz mutlu olur. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  21. Bizler ne yazık ki, kur’anın özünü, onu anlamanın yolunu, yöntemini tam olarak kavrayamadığımız içindir ki, bizlere anlatılanlar ile kur’an arasındaki bağıda doğru kuramıyoruz. Elbette bu yanlışı yapmamızdaki neden, bizlerin çoğunlukla kur’anın etkisinden çok, beşeri bilgilerin etkisinde kaldığımız içindir. Allah çok açık işaretlerini bizlere kur’an da verdiği halde, bizler o işaretlerin farkında olamamanın yanılgısıyla, inancımızı yanlış yerlerde arıyoruz. Bu yazımın konusu, yine bir arkadaşımızın, bir yazıma binaen, aşağıda yazdığım sorunun cevabını, kur’an dan birlikte araştıralım. Arkadaşımız bana şöyle bir soru soruyor. (Erkeğin Evlendiği veya evleneceği kadının halası ve teyzesi ile aynı anda evlenebilmenin hükmü kuranda yok. Varsa siz gösterin BİZE. Ama peygamber böyle hüküm koymuş. Şimdi siz peygamberin bu hükmü yok ve olamaz mı diyorsunuz? Mademki kuranda yok.) Arkadaşımın sorduğu bu soruyu birçok kez okudum. Her okuyuşumda rabbin onlarca ayeti geldi aklıma. Bu ayetleri düşündüğümde, acaba bizler Rabbimin hiç bahsetmediği, hüküm vermediği, yasaklamadığı bir konularda, bakın Allah bu konudan kur’an da bahsetmemiş ama bunları da peygamberimiz haram kılmıştır denip, onun adı kullanılarak nakledilen bilgilerin, fikirlerin ardı sıra gitmemiz, kur’an ile karşılaştırmadan inanmamız doğrumudur? Böyle bir hükümden sorumlu olabilir miyiz? Yoksa Rabbin verdiği hükümlerimi anlamaya çalışmalıyız, işte kendimize sormamız gereken asıl sorular. Önce kur’anı düşünelim ve Rabbimin birden fazla evlenme konusunda yasak koymadığını, ama hiç önerilecek bir durum olmadığını söylediğini hatırlayalım. Hatta birden fazla evlenmenin adaletsiz oluşunu bakın şu cümleler de, nasıl Nisa 129. ayette bizlere anlatmak istediğini görelim. (Tutkunluk derecesinde isteseniz de kadınlar arasında adaleti sağlamaya asla güç yetiremezsiniz.) Yine Nisa suresi 3. ayetinde aynı adalet konusunu gündeme getirip, nasıl bir yolu öneriyor. (Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın.) ayetin sonunda da bakın yine ne diyor Rabbim? (Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.) Allah bizlere adaletten şaşmayın, adaletli olun diyorsa birçok ayetinde, zaten bir eşten fazla eş almanın, yanlış olacağının önce bilincinde olmalıyız. Gelelim arkadaşımızın sorduğu konuya. Allah her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle sizlere sundum der kur’an da. Elbette bunu söyleyen Rahman, kimlerle evlenmemizi istemediğini, eksiksiz yazmış olmalı değil mi? İçinizden eksik bırakmış olabilir diye, aklından geçireniniz oldu mu? Hiç sanmıyorum. Gelin şimdide ona bakalım. Allah iman etmemiş müşrik kadınlarla iman edinceye kadar evlenmemizi yasaklar. Geçmişte yapılan hariç, babalarınızın nikâhladığı kadınlarla da evlenmeyin der. Birde yakın akrabalarımızı sayar ve tek tek bizlere anlatır, izah eder. Şimdide bu saydıklarına bakalım. Nisa 23: Size, şu kadınlarla evlenmek haram kılınmıştır: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle birleştiğiniz hanımlarınızdan doğmuş olup evlerinizde oturan üvey kızlarınız -eğer anneleriyle birleşmemişseniz o takdirde sizin için bir günah yoktur- ve sulbünüzden gelen oğullarınızın karıları. İki kız kardeşi birlikte almanız da haram kılınmıştır. Eskide kalanlar müstesna. Allah çok affedici, çok merhametlidir. Arkadaşımın sorduğu soruyu hatırlayınız ve Rabbimin evlenme yasağı getirdiği kişiler üzerinde birlikte düşünelim. Allah analarımız, kızlarımız, kız kardeşlerimiz ile evlenmenin haram olduğunu açıkça söylüyor. Devamına bakalım. Halalarımız ve teyzelerimiz ile de evlenmemizi yasaklıyor Allah. Peki, neden yasaklıyor? Dikkat edin hala ve teyze çocuğundan bahsetmiyor ve yasaklamıyor, peki neden olabilir? İşte burası çok önemli. Hala ve teyzen ile annen ve babandan dolayı direk arada kimsenin olmadığı, kan bağın var. Fakat onlardan doğan çocukların arasına başka bir kişi girerek, bu kan bağı kısmen bozuluyor. Onun içindir ki Allah hala ve teyzesiyle evlenme yasağını koyduğu halde, onların çocuklarıyla evlenme yasağı koymuyor. Aramızdan birisi çıkıp ta, Rabbin haram demediği halde, hala ve teyze çocuklarıyla da evlenmeyi, peygamberimiz haram kılmıştır diyen olsa, ona da inanacak mıyız? Ayeti anlamaya devam edelim. Erkek ve kız kardeş kızlarıyla, yani yeğenlerinizle evlenmemizi de yasaklıyor. Neden yasaklıyor, birinci derece kardeşinizden kan bağı olduğu için. Allah şunu anlatıyor bizlere. Aynı Anne babadan doğan kardeşlerin çocukları arasında, en yakın kan bağı vardır. Hala, teyze anne ve baba dan kan bağı olup, onlarla evlenmenin haram olduğunu söylediği halde, onun çocuklarından doğacaklar için, bu bağ demek ki daha farklı hale geliyor ki, yasak koymuyor Rabbim. Allah daha sonraki açıklamalarında daha da detaya giriyor, hatta bu detay belki de yüzlerce yıl anlaşılmayan, nedeni bilinemeyen, ama günümüzde anlaşılabilecek bir sebeple yasaklanıyor. Aynı anneden süt emmiş sütkardeşlerin de, biri biriyle evlenmesini yasaklıyor Allah. Demek ki emilen o sütten, neler neler geçiyor ki, rabbim bizleri uyarıyor. Bu kadar detaylı açıklamaları yapan Rabbim, eğer bahsedilen konu hakkında da yasak koysaydı, bizlere açıklama yapmaz mıydı? Evlendiğimiz eşlerimizin anneleri ile de evlenmemizi yasaklıyor. Anneleri ile birleştiğiniz üvey kızlarınızla da evlenme yasağını açıkça söylüyor rabbim. Daha da detaya girip, soyunuzdan gelen oğullarınızın karılarıyla da evlenemezsiniz diyor. Hatta hatırlayınız rabbim peygamberimizin üvey evlatlığının boşadığı eşiyle evlenmesinde, aslında ibret verici şeyler vardır, tabi anlayana anlamak isteyene. Tüm bu örnekler birer masal değil, ibret abidesidir, derstir bizler için. Bizlere düşen bunlara karşı sorular sormak değil, verilen hükümlerin ne anlama geldiğini anlamaya çalışmak olmalıdır. Allah daha da detaya girip, iki kız kardeşi aynı kişinin aynı anda evlenmesini de yasaklıyor. Bunun nedenleri de çok açıktır, bilemediğimiz o kadar neden var ki. Bizler bazı şeylerin farkına varamadığımız halde, nefsimizin etkisiyle öyle sorular sorup, adeta eksik tamamlarcasına fikirler üretiyoruz ki, Allah bizleri affetsin. Bir erkeğin aynı anda iki kardeşi almasını yasaklayan Rahman, acaba yine bir erkeğin eşinin hala ve teyzesini birlikte almasını yasaklamış olsa, bizlere açıklamaz mıydı? Şimdide arkadaşımızın sorduğu soruyu düşünmeye devam edelim, bu bilgiler ışığında. Bir erkek bir kadınla evli, daha sonrada yine erkek, kadının hala ve teyzesiyle evlenmesinin hükmü kur’an da yok, bunu da peygamberimizi haram kılmıştır diyor arkadaşımız. Önce şöyle düşünelim, bir erkek kendi hala ve teyzesiyle neden evlenemiyordu, yakın kan bağı olduğu için, demek ki doğacak çocuklarda bir sorun var ki yasaklanıyor. Devam edecek nesildeki bozulma riskinden dolayı olsa gerek, elbette başka nedenleri Rabbim bilir. Fakat sorulan soruda, dikkat edin erkeğin kadının hala ve teyzesiyle hiçbir kan bağı yok, doğacak çocuklarda da olmayacaktır. Buradan yola çıkarak, daha önce verilen yasak örneklerine de benzemiyor. İki kız kardeşi aynı anda almayın diyen Rabbim, bir sakıncası olsaydı buna da yasak koymaz mıydı? Böyle bir hüküm olmadığı halde, verilmeyen bir hükmün peşi sıra gitmemiz sizce doğru olur mu? Allah sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyorsa, bizlere düşen verilmeyen hükümlerin peşinde gitmek değil, verilen hükümlere uymak olmalıdır. Bu konuya kur’an dan bir örnekle anlamaya çalışalım. Bildiğimiz gibi evladımızın eşiyle boşansa bile evlenmemiz yasaklanmıştır. Fakat Allah kur’an da öyle bir örnek verir ki bizlere, kan bağı olmadığında, işin çok daha farklı olduğunu anlatmaya çalışır bizlere. Hatırlayınız peygamberimiz, evlatlığının yani Zeyt in boşadığı eşiyle evlenmiştir. Çünkü arada kan bağı yoktur. Bunun anlaşılması içinde Rabbim bizlere bu örneği, hayata geçirerek vermiştir. Hala ve teyze kızlarıyla da evlenme yasağı yoktur, peki neden yoktur? Çünkü araya başka bir soy girmiştir. Örneğin bazı insanlar peygamberimizin evlatlığının eşi ile evlenmesini anlayamaz, hatta normal karşılayamaz, fakat burada bizler günü birlik anlayışıyla ayete bakarsak yanılırız. Allah burada çok önemli bir örneği vermek istiyor bizlere. Evleneceğiniz kadınlarla çok yakın, birinci derece kan bağınız olmamalıdır. Zaten daha öncede ayet örneklerini verdiğim gibi, Allah bir tek eşliliğe bizleri özendirmiş ve adaletli, huzurlu yaşamak istiyorsanız, buna uyun demiştir. Bizler kur’an da açıklanmayanların peşine düşmek yerine, açıklananları anlamanın yollarını bulmalıyız. Bakın peygamberimiz bir hadisinde ne söylüyor bizlere. Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 Peygamberimizin ümmeti olan, bu sözleri çok iyi anlayacak ve kur’an a sarılacaktır. Gerçekten Allah çok affedici ve merhametlidir ama biz kulları buna layık mıyız, işte onu bilemiyorum. Şimdi tüm bu açıklamalardan sonra, arkadaşımızın söylediklerini tekrar hatırlayalım ve yine kur’an bütünlüğünde düşünmeye devam edelim. (Erkeğin Evlendiği veya evleneceği kadının halası ve teyzesi ile aynı anda evlenebilmenin hükmü kuranda yok. Varsa siz gösterin BİZE.) Bu soruyu ilk okuduğumda, şöyle bir soru geldi aklıma. Acaba bizler böyle bir soruyu kendimize sorabilir miyiz? Ya da böyle bir soru sorulduğunda Rabbin onlarca, hatta yüzlerce ayetini, hiç göz önünde bulundurmadan sorduğumuzun farkında mıyız? Allah onca açıklamaların içinde, bizlere haram kıldığı bazı şeyleri eksik bıraktığını, onları da elçisinin tamamlamasına izin verdiğini düşündüğümüzde, doğrumu yapıyoruz dersiniz? Sizlere bazı ayetler hatırlatacağım. Bu ayetler ışığında, acaba Rabbin vermediği bir hükmü, yasağı, haram ve helali Allahın elçisi verebilir mi, onu anlamaya çalışalım şimdide, Allahın izniyle. Kamer 4: Andolsun onlara, kötülükten önleyecek nice önemli haberler gelmiştir. 5: (Ki her biri) Doruğunda-olgunlaşmış bir hikmettir. Fakat uyarmalar bir yarar sağlamıyor. Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. Ankebut 18: "Eğer yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki ümmetler de yalanlamıştı. Resule de düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir. Ahzap 2: Rabbinden sana vahyedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Önce yukarıdaki ayetleri anlamaya çalışalım. Allah kamer suresi 4. ayetinde, bizleri kötülükten sakındıracak, nice önemli haberleri verdiğini, kur’anın doruğunda yani en olgun haliyle bizlere geldiğini söylüyor. Sonu da çok acı verici sözlerle bitiyor. (Fakat uyarmalar bir yarar sağlamıyor.) Evet, rabbim ne yazık ki yarar sağlamıyor. Sen en olgun, doruğunda bizler için ibret dolu bir rehber indirdiğini söylüyorsun, ama hala bu kitapta eksik arayanlar var. İşin kötüsü de peygamberimizin tamamladığını söyleyenlerin sözleri. Olgunlaşmış, yani en güzel bilgilerin sunulduğunu söylediği bir kitapta, acaba verilmeyen, izah edilmeyen bir hüküm olabilir mi? Casiye suresi 20. ayette Allah, bu kur’anın okuyanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluştuğunu, iman endenler için, kılavuz ve rahmet olduğunu söylüyor. Fakat bu ışık saçan kitapta bazı şeylerin olmadığını bizler hala söyleyerek, nasıl bir yanlış yaptığımızın farkın damıyız? Ankebut 18. ayette Rabbim daha önceki inkârcıları da hatırlatıp, elçisinin görev ve sorumluluğunu açıkça hatırlatıyor bizlere ve bakın ne diyor? (Resule de düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir.) Fakat bizler bu ve buna benzer onlarca ayetin üstünü örtüp, görmezden gelip, hala peygamberimize rabbin vermediği yetkileri verip, neler söylüyoruz, ne haramları peygamberimizin üstünden topluma anlatıyoruz, bunun farkın damıyız? Acaba peygamberimiz bu ümmetinden memnun olur mu hesap günü? Hesabın görüleceği gün, rabbine bu ümmeti adına, bağışlanmaları için duacı olur mu dersiniz? Allah Ahzap suresi 2. ayetinde bakın ne diyor elçisine.( Rabbinden sana vah yedilene uy.) Allah bu sözleri kur’an da, açıkça onlarca kez söylediği halde, bizler elçisini kur’an da olmayan eksik tamamlayıcısı konumuna getirmemiz, ne kadar büyük bir yanılgı olduğunun, farkına varmamızın zamanı geldi diye düşünüyorum. Bakın Allah nasıl uyarıyor bizleri. Bu sözleri söyleyen Rabbim, evlenme yasağı konusunda eksik bırakmış (HÂŞÂ) bunu da peygamberimiz tamamlamıştır diyebilir miyiz, yorum sizlerin. Nur 34: Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik. Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Araf 174: Belki inkârdan dönerler diye ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz. Araf 185: Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar. Doğrusu bu ayetleri okuduktan sonra, hala kur’an da eksik aramak, ne derece doğrudur bilemiyorum. Allah Nur suresi 34. ayetinde, biz sizlere gerekeni açık açık bildiren ayetler indirdik ki, öğüt alasınız diyor. Ama bizler hala Rabbin verdiği öğütler, örnekler dışında, beşerin örneklerini de sanki rabbin kitabının, (HÂŞÂ) tamamlayıcısı gibi kabul etmemiz, akla ve mantığa uygun mudur sizce? Kur’ana uymadığı çok açık. Araf suresi 3. ayetinde Allah, Rabbinizden size indirilene uyun dediği halde, bizler hala Rabbimizden indirilen rehber de olmayan bir hükmün peşinden gidiyoruz, bunu düşünüyor muyuz? Araf 174, ayet bakın ne diyor ve uyarıyor bizleri. (Belki inkârdan dönerler diye, ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz.) Bizler tüm bu ayetleri gördüğümüz halde, hala açıklananları yeterli bulmadığımızı, rabbin huzurunda nasıl açıklarız? Ondan sonrada peygamberimiz üzerinden söylenen hurafelere nasıl inandığımızı söyleriz de, Allah resulünden duacı olmasını dileriz. Araf 185. ayet, peygamberimiz devrinde kur’anı yeterli görmeyip, atalarından gelen rivayetlere de iman etmek isteyenlere karşı, rabbin ibret verici cevabıdır. Eğer bizler bu cevaptan nasiplenmeyip, bu sözler o devrin insanlarına söylenmiştir, bize değil dersek, bizlerde imanımızı o derece eksik yaşıyoruz demektir. (O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar.) Bakın Allah elçisini nasıl uyarıyor, anlayana yalnız bu ayet yeter. Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Ne dersiniz bu ayet her şeyi açıklamıyor mu? Allah elçisine sana indirdiğimi tebliğ et diyor, hatta bunu yapmazsan görevini yapmamış sayarım diye de ikaz ediyor, ama bizler Rabbin indirdiğine, elçisinin ilaveler yaptığını söylemekten, hiç ama hiç çekinmiyoruz. Bakın bu konuda da açıklık getiriyor Rabbim, ama gözlerde perde olunca, görmek elbette imkânsız. Hakka 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45 Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. İşte kur’an, işte bizlerin yanlış inançları. Birileri çıkıyor, bakın bunu da peygamberimiz haram yapmıştır, bu kur’an da yoktur, bunlara da iman etmeliyiz diyecek, ama Allah açıkça bizim sözlerimize elçimiz ilave yapıp, bunlarda Allah katındandır deseydi, onun canını alırdık diyen rabbim e inatla, bunların tersine iman edeceğiz, öylemi dostlar? Allah o kadar açık söylediği halde, bizlerin kur’anı devre dışı bırakarak, beşerin sözlerini görmemize, doğrusu hiç akıl erdiremiyorum. Peygamberimizi adeta kur’anın eksiğini tamamlayan konumuna getirmekle, İslam dininden uzaklaştığımızın, artık farkına varalım. Allah Meryem suresi 64. ayetinde bizlere; (Senin Rabbin kesinlikle unutkan değildir.) dediği halde, her şey kur’an da yazmıyormuş demenin, büyük bir yanlış olduğunu artık fark edelim. Allah İsra suresinde bizleri nasıl uyarıyor. İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır Bizleri emin olmadığımız bilgilerin ardına düşmekten alıkoymaya çalışan, Rabbim e kulak verelim. Şunu asla unutmayalım ki, Allahın elçisi, Rabbinden gelen kur’anı bizlere tebliğ etmiş, asla ona ilaveler yapmamıştır. Çünkü Rabbim böyle emir verdiğini bizlere söylüyor. Kur’anın vermediği bir hükmü, asla peygamberimiz vermez. Peygamberimiz o günün toplumuna yalnız kur’an ile hükmetme görevi almıştı. Ona ne ilave yaptı, nede eksiltti. Eğer kur’an dışından da bir hükümden sorumlu olsak, rabbim aşağıdaki kesin hükmünü bizlere söyler miydi? Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Allah sizleri kur’an dan sorumlu tutacağım diyorsa, O Yüce Rabbim sözünde durandır, bunu asla unutmayalım. Bizlere düşen kur’an da olmayanların peşine düşmek yerine, Rabbin sorumlu tutacağı kur’anın hükümlerini anlamaya çalışalım. Allah bir konuda haram koymamışsa, şunu unutmayalım ki ona hiç kimse haram diyemez. Bizleri peygamberimizin üzerinden, Allah ile aldatmak isteyenlere karşı uyanık olalım, yoksa hesap günü çok ama çokkkkk pişman oluruz. Bu tür sözleri söyleyenlere karşı; Ne yani peygamberimiz postacımıydı dediğimizde, peygamberimizin rabbin kitabının tamamlayıcı konumuna getirerek, çok büyük günah işlediğimizin artık farkında olalım. Hesabın görüleceği gün, geriye dönüp hatalarımızı düzeltme imkânımız olmayacağına göre, gelin bugünden Rabbin rehberine sarılıp, hurafelerden uzak kalarak, en az hata yapan kullarından olalım. Dilerim Rabbimden mahşer günü yüzü gülen kullarından oluruz. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  22. Değerli arkadaşlarım bizler her gün namazlarımızda Yaradan a Fatiha suresini okurken bir söz veriyoruz, ne sözümü dersiniz, lütfen dikkatle okuyunuz. ( Fatiha 5: Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.) Acaba gerçekten her gün bu sözü verirken rabbim e, sözümüz de duruyor muyuz dersiniz. Yaradan kur’an da bakın ne söylüyor bize iletilmesi için. Zümer sur.44;De ki: "şefaat, tümden ve sadece Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü/yönetimi onundur. Sonunda O'na döndürüleceksiniz. Bu ayete baktığınızda çok açık ve net şefaat yani bağışlama yetkisinin Allah tan başka kimsede olmadığını söylüyor bizlere. Şefaatin kur’an da ki anlamı affetmek ve bağışlamaktır, onun içindir ki Yaradan affetme yetkisinin tamamen kendisinde olduğunu söylüyor. Ama bizler bu ve buna benzer onlarca ayeti gördüğümüz halde, Allah tan başka peygamberler, din ulemaları ve şehitler şefaatçidir diyenlere inanmıyor muyuz? Ayrıca tüm bunları peygamberimizin hadisidir diye söyleyip, kur’an ayetlerine ters olmasını bile hiçe sayıp, dinde çelişki yarattığımızın farkında değil miyiz yoksa? Yaradan kur’an ayetinde şefaat tümden bana aittir dedikten sonra, acaba yine kur’anın bir başka kısmında bunun tersini söyler mi hiç, düşünmeden söylenenleri kabul ediyoruz, acaba neden zerre kadar düşünmüyoruz? Şimdi düşünmeden iman edersek, hesap günü kara kara düşünmenin hiçbir faydası olmayacaktır. İmtihan kâğıdını öğretmen açıp, notumuzu okuduğunda, yani imtihan için bizlere verilen süre bittiğinde, acaba eyvahhhh hocam, o sorunun cevabı şimdi aklıma geldi desek, bizlere not verir mi dersiniz? Şimdide bakın ne diyor Rabbim, önce ayete dikkat edin, daha sonrada peygamberimizin söyledikleri ile ayeti karşılaştırın. Yunus 18: Allah'ın yanında bir de kendilerine zarar veremeyen, yarar sağlayamayan şeylere kulluk ediyorlar ve şöyle diyorlar: "Bunlar bizim Allah katındaki şefaatçılarımızdır." De onlara: "Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği şeyleri mi haber veriyorsunuz?" Şanı yücedir O'nun, ortak koştuklarından arınmıştır O. Bakın ayet ne kadar açık anlatıyor, günümüzde bizlere öğretilen yanlışları. Sanırım bizler hala ibret almıyoruz ve aynı yanlışa devam ederek, kendi nefsimizce şefaatçiler ediniyoruz. Ayette kendilerine ne yarar nede zarar veremeyecek kişilerden bahsediyor Rabbim. İnsanlar bu kişiler için, Allah katında kendileri ile ilgili şefaatçi olacağını söylüyorlar. Ama Allah bunu asla kabul etmiyor ve açıkça söylüyor, peki bu sözleri bizler göremiyor muyuz dersiniz, yoksa Rabbim mi göstermiyor bazılarına? Yorum sizlerin. Şimdide yazacağım ayetleri özellikle dikkatle okuyunuz, söylediklerimizi iyice onaylarcasına, bakın peygamberimiz bize ne söylüyor. Cin 21.ayet. De ki: "Şüphesiz ben, size ne zarar verebilir ne de fayda sağlayabilirim." Araf sur.188. ayet: De ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar sağlayabilirim, ne de bir zarar verebilirim. Değerli arkadaşlarım, demek ki peygamberimiz dahi Rabbim in bizleri uyarısıyla, Allahın dilediğinden başka kişiye, asla ne fayda sağlayacağı nede zarar veremeyeceğini açıklıyor. Yunus suresi 18. ayetinde ne diyordu hatırlayalım. (Allah'ın yanında bir de kendilerine zarar veremeyen, yarar sağlayamayan şeylere kulluk ediyorlar ve şöyle diyorlar: "Bunlar bizim Allah katındaki şefaatçılarımızdır .) diyordu ayet. Demek ki Yaradan şefaat konusunda, affetme bağışlama konusunda kimseye yetki vermiyor, bu çok açık anlaşılıyor. Dua etme kapısını ise her zaman iman eden kendisinden hoşnut olan tüm kulları için ise açık bırakıyor. Şükürler olsun Rabbim e. Şimdide bizlere öğretilen en büyük yanlışa gelelim, tüm bu ayetleri gördükten sonra. Bizlere her namaz kılışımızda Yaradan a, yalnız senden yardım dileriz sözlerini verdikten sonra, bakın ne söylememizi istemişlerdi onu hatırlayalım.( şefaat ya resul Allah ) Bu sözün Türkçesi neydi onu da yazalım. Bizi affet, bağışla ey Allahın resulü. Rabbim bilmeden yaptıklarımızdan dolayı bizleri affetsin. Bakın yukarıda yazdığım ayetleri gördünüz, Rabbim tek bağışlayıcı kendisi olduğunu söyleyerek, çok net açıklamalar yapıyor ve şefaati bizzat kendisinden istenmesini de söylüyor. Şimdide Fatiha suresinde her namazda Yaradan a verdiğimiz sözü hatırlayalım ve hep birlikte düşünelim. Ayette ne diyorduk Rahmana? Yalnız senden yardım dileriz. Peki, Allah tan değil de peygamberimizden dilediğimiz şefaat ne olacak o zaman dersiniz? Bunu hiç düşündünüz mü? Bunu söylemekle doğru mu yapıyoruz? Namaza durduğumuzda rabbim e karşı, yalnız senden yardım dileriz diyeceğiz, namaz bitince de peygamberimizde yardım isteyeceğiz, sizce bizler ne yaptığımızın bilincin demiyiz? Ne söylediğimizi biliyor muyuz, Allah bizleri affetsin inşallah. İşte İslam ın geldiği nokta. Bu konuyu Diyanet İşleri başkanlığına sorduğumda elbette peygamberler şefaat edemez, ama onun aracılık yapmasında bir sakınca yoktur diye cevap verdiler. Allaha dua etme, yakınlarımızın günahlarını bağışlama kapısı her iman eden için açıktır. Allah kendisinden hoşnut olduklarımın duasını kabul ederim der bizlere. Bakın Allah elçisi için dahi ne söylüyor. Muhammet 19; Allah’tan başka tanrı olmadığını kuşkusuzca bil! Hem kendi günahın için hem de mümin erkeklerle mümin kadınlar için af dile. Allah sizin, dönüp dolaşacağınız yeri de varıp ulaşacağınız yeri de bilir. Bakın ayet ne kadar açık ve net. Allah Elçisine bile kendi günahların için dua et bana diyor. Devamında da, iman eden kadın ve erkek müminler için dua et diyor, yani iman ettiğini bildiğin insanlar için dua etmesini söylüyor. Peygamberimiz de bir beşerdi. Bugün oda aramızda yok, taki hesap gününe kadar. Şimdi soralım kendimize, Diyanet İşleri Başkanlığının söylediği gibi, diyelim ki biz bu sözle peygamberimizden şefaat dilemiyor, Allah ile aramızda aracı ol diyoruz desek, peki peygamberimiz bizlerin nasıl bir insan olduğumuzu, gerçek iman eden bir mümin olduğumuzu biliyor mu da, bizlere dua etsin aracı olsun? Bizleri şuanda duyacağını ve Rahmanla aramızda aracı olacağını nasıl ve neye dayanarak söyleyebiliriz? Bunu düşünebiliyor muyuz? Hatırlayalım Rabbim bir ayetinde ne diyordu? Benimle yarattığım kulumu baş başa bırak. Tebliğ etmek sana, hesap sormak bana düşer demiyor muydu? Hatta peygamberimize bir kısım insanlar için, yetmiş kez dua etsen de onları affetmem diyen Rabbimin ayetinden, hiç mi dersler çıkarmıyoruz? İbrahim peygamberimizi hatırlayınız, babası iman etmemişti. Kendisine sana Allaha dua etmekten başka bir şey yapamam sözleri, her şeyi o kadar açık anlatıyor ki, yeter ki rehber olarak beşerin rivayetlerini değil, kur’anı alalım. Her şey o kadar açık bir güneş gibi önümüzde parıl parıl parlıyor. Tabi anlayana, anlamak isteyene. Gerçekten rabbim bizler, düşünüp ibret alma yeteneğimizi herhalde kaybettik. Çünkü kafamızı kur’an ayetleri ile değil, veliler edindiğimiz kişilerin yanlış sözleriyle, hurafe bilgilerle o kadar doldurmuşuz ki, Rabbin kitabındaki gerçek bilgiler, bu yanlış bilgilerin yanında yer almamak için adeta uzaklaşıyorlar. Bu sözlerimi lütfen düşününüz, geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde, kitap önümüze konduğunda, bizlere yardım edecek kimse olmayacak. Toplumu kur’ana, onun sözlerini anlamaya, düşünmeye davet ettiğimde, sen peygamberimizi devre dışımı bırakıyorsun iftirası ile karşılaşıyorum. Hâlbuki O örnek Allah elçisinin de yalnız ve yalnız kur’ana uyduğunu, bir tek kelime bile eklemeden insanlığa, onunla hükmettiğini asla unutmayalım. Bizleri süslü sözlerle, duygusal yalanlarla Allah ile aldatmak isteyenler, hesabın görüleceği gün, Rabbim e ve elçisine attığı iftiralar yüzünden, yüzleri kapkara olacağını ve cehennemin ebedi kalıcıları olduğunun uyarısını, Rabbim çok açık yapıyor. Rabbimden dileğim, hesabın görüleceği o çetin gün, cümlemizin yüzleri ak olur. O çetin günde hesabın tutulduğu kitabımızın, sağ tarafımızdan verilen kullarından oluruz inşallah. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  23. Bugün sizleri aşağıda vereceğim fikri, inancı, düşünceyi önce mantığımızla, aklımızla düşünüp, daha sonra kur’an süzgecinden geçirdiğimizde, doğru olup olamayacağını anlamaya, davet ediyorum. (İmam Şafii Sadece Kuran diyenlere karşı münazara da "sadece hadis üzere konuşun der, çünkü hadis olmazsa kuran ayetleri istenildiği gibi yorumlanabilir" ifadesini kullanır.) Önce bu sözleri anlamaya çalışalım. Bir konuşmada ya da tartışma esnasında, kur’anın verdiği hükümlerine uymalıyız, Rahmandan başka hüküm veren yoktur, Allah hükmünü başkası ile paylaşmaz, kur’an a sarılın, doğruyu bulacaksınız diyenlere karşı, sadece hadislerle cevap verin diyerek, hadis bilgileri ile cevap verilmesini, bu fikrin ve inancın karşı tezini hadisle savunun diye, İmamı Şafii nin önerdiğini söylüyor. Çünkü hadisler olmasaydı kur’anın anlatmak istediği gerçek manası anlaşılamazdı şeklinde açıklama yapıyor. Hadisleri devre dışı bıraktığımızda kur’anı her okuyan, istediği anlamı çıkarır, böylece kur’anın anlaşılması da mümkün olamazdı fikrini, bu kardeşimiz doğru bulmuş ki bu satırları yazmış. İlk önce şunu sormak isterim. İmamı Şafii nin bu sözleri söylediğine kesin olarak garanti veren var mı aramızda? Yüzlerce yıl önce yaşamış bu insanın, acaba söylemediği, kur’anın onay vermediği bir sözünü, bizler dilden dile dolaştırıyor da, birde din ve iman adına uyguluyorsak, ne olur bizlerin hali hesap günü? İşte yanlışlık buradan başlıyor. Gelin bu düşünceyi önce kendi aklımız ile daha sonrada kur’ana müracaat ederek nasıl feyiz alıyoruz, onun nuruyla nasıl nurlanıyoruz ona bakalım. Önce düşünelim İmamı Şafii acaba bu sözü söylemiş midir? Diyelim ki söylemiş, peki hangi mezhebin hadisleri en doğrudur da, kur’anı onlara göre anlamaya çalışalım? Çünkü bir mezhebin uyguladığı, iman ettiği aynı konular, diğerlerinde çok farklı olabiliyor. Bakın koskoca bir soru işareti. Buna inandığımızda benim aklıma bir soru daha geldi. Madem kur’anı her okuyan farklı şeyler anlıyor, peygamberimiz kur’anı yazarken, bizlere iletirken, niçin bizlerin anlayacağı şekilde yazmadı? Hatırlayınız peygamberimiz önce ses çıkarmadığı hadis yazımına, daha sonra yasak getirmiştir. Bu yasak sağlığında devam ettiği gibi, dört halife devrinde de, titizlikle uygulanmıştır bu yasak. Bu yasağın devam ettiğine dair dört halife devrinden günümüze yüzlerce hadis ulaşmıştır. Kimisi bu hadisler doğru değildir diyebilir, buna da kimse itiraz edemez, çünkü hatırlayınız hadis bilgileri günümüze, rivayetler kanalıyla ulaşmıştır. Şimdide bunu düşünelim, eğer hadisler olmasaydı bizler kur’anı anlayamazdık fikri doğru olduğunu kabul edersek, peygamberimiz, bizlerin kur’anı anlamasını mı engelledi, bu durumda peygamberimiz bizim kur’anı anlamamızı istemiyor muydu da hadisleri yazdırmadı? Hatırlayınız hadisler dört halife devrinden sonra, dinin mezheplere bölünmesine müteakip, daha sonra toplanmaya başlanmıştır. O devirde beş yüz kadar olan hadisin, günümüzde birkaç milyonu bulmasını da düşündüğümde, bu yolun hiç doğru bir yol ve yöntem olamayacağı aşikârdır. Şimdide şunu düşünelim. Yüce Rabbimden öyle bir kitap geliyor ki, bu kitap beşeri bilgiler olmazsa doğru anlaşılması mümkün değil. Değerli kardeşlerim bunu nasıl düşünürüz ve söyleriz? Böyle bir ithamda nasıl bulunuruz? Ne söylediğimizin farkında mıyız? Beşerin yazdığı kitaplara bile atfetmediğimiz bir şeyi, Rabbimin kitabına söylediğimizin farkında mıyız? Yemin ederek kolaylaştırdığını söyleyen Rabbimin sözlerini görmezden gelip, beşerin tam tersi sözlerine inanmanın cezasının farkında mıyız? Şimdide sizlere kur’an ile ilgili Rabbin sözlerini hatırlatmak istiyorum, acaba yazımızın başındaki fikri, düşünceyi kur’an onaylıyor mu, yoksa tam tersini mi söylüyor ona bakalım. Kamer 17. Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Kamer 22 Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Enbiya 10: Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâla akıllanmaz mısınız? Nisa 174: Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. Yukarıdaki ayetleri tebliğ alan bizler, acaba Rabbin ne söylediğini anlamakta zorlanıyor muyuz? Allah yemin ederek bizlere rehber olsun diye gönderdim dediği kitabı hala anlaşılması zor, başka bilgilere, daha açıkçası anlamak için bir beşere ihtiyaç var dersek, ne olur biliyor musunuz? İnanın bu Dünyada da, mahşerde de Rabbimin hışmından kurtulamayız. Allah Enbiya 10. ayette yine yemin ederek bizlere, içinde öğütlerin bulunduğu kitap indirdim diyecek, ama bu sözleri hala bizler anlayamayız diyerek, akıllanmak istemediğimizi göstereceğiz. Allah sizlere apaçık nur indirdim diyecek, bizler nurun farkına bile varamayacağız öylemi? Dostlar, kardeşlerim, normal bir kitaptan bahsetmiyoruz, Rabbin rehberinden, güneşinden, gönül gözünden bahsediyoruz. Nasıl olurda Rabbin katından gelen bir kitap için, beşeri bir açıklama bilgi olmadan anlaşılmaz diyebiliriz? Rabbimin gücünü sınamayalım, yoksa azabın içinde belamızı öyle bir buluruz ki, yerimizden bile kalkamayız. Şimdide aşağıdaki ayetlere bakalım, acaba kur’an için daha neler söylüyor. İsra 89: Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler. Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Nisa Suresi 28. Allah size hafiflik getirmek istiyor. Çünkü insan çok zayıf yaratılmıştır. Nur 34: Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik. Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. Enam 38: Yeryüzünde hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap'ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. Yukarıda sizlere hatırlattığım ayetlerde, rabbim kitabını herkes anlayamaz, açıklanmaya ihtiyacı var mıdır diyor sizce? Muhammet suresi 24. ayette bakın ne diyor. (Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı?) Demek ki dikkatle okuyan, anlayacak ki Rabbim inceden inceye okuyup düşünen anlar diyor. Daha sonrada bunu anlayamayanların, anlamak isteyenlere engel olmaya çalışanların halini, durumunu açıklıyor ve bakın ne diyor. (Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var?) Nisa 28. ayet aslında önemli açıklamalar yapıyor ve diyor ki, (Allah size hafiflik getirmek istiyor. Çünkü insan çok zayıf yaratılmıştır.) Bizleri yaratan kullarını biliyor, zayıf nefiste yaratıldığımız için bizlere hafiflik getiriyor, zor bir din zor bir kitap tebliğ etmediğini söylüyor. Peki, bizler neler söylüyoruz? Kur’anı anlayabilmemiz için, beşeri bilgilere, ciltlerce dolu kitaplara ihtiyacımız olduğu gibi, birçok ilim yapmamız gerektiğini de söylemiyorlar mı? Mutlaka beşeri bilgilere ihtiyacımızın olduğunu söyleyerek, Rabbin kitabına yaptığımız kötülüğün, saygısızlığın farkında bile değiliz. Tam bu esnada kendimize bir soru soralım. Siz bir kitap yazdınız, üniversitede okunsun öğrenciler faydalansın diye. Bu kitabı öğrencilere dağıttınız, bir öğrenci size şöyle dese ne düşünürsünüz? Hocam iyide sizin kitabınızı biz anlayamıyoruz, bunu anlamak için birde tercüman lazım, yani birilerinin açıklamasına ihtiyacı var dese, sanırım çok üzülürsünüz. Çünkü bir kitabın yazarı, ilk önemsediği dikkat ettiği konu, okuyanların hepsinin anlayacağı dilden yazılmış olmasına dikkat etmesidir. Hiçbir kitap zor anlaşılsın diye yazılmaz. Peki, bu mantıksız düşünceyi, beşeri kitap yazarlarına bile doğru bulmuyorsak, nasıl olurda Yüce Rabbimin kitabına böyle bir isnatta bulunuruz? Yani Allah kullarını imtihan edeceği kitabı elçisi kanalıyla gönderecek, ama herkesin anlayacağı gibi bir kitap olmayacak, daha sonrada kur’anın birçok yerinde, sakın velilerin ardına düşmeyin kur’ana sarılın diyecek öylemi? Bu nasıl bir tezatlıktır hiç düşünen var mı? Hiç düşündüklerini sanmıyorum, çünkü bizler din konusunda düşünmeyi, aklı fikri, emanete veriyoruz, fakat menfaatimiz olunca hemen aklı devreye sokuyoruz. Acaba böyle yapmaya devam edersek, halimiz hesap günü nice olur dersiniz. Allah bakara suresi 42. ayette bakın bizleri nasıl uyarıyor. Bakara 42: Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin. Sizlere sormak isterim hak batılla nasıl gizlenir? Eğer Rabbin hak olan kitabına, bunlarda Allah katındandır diye, kur’an dışından bilgileri sokarsan, işte bunlarla kur’anın gerçeklerini böylece gizlemiş batılı sokmuş olursunuz. Hatırlatırım Rabbim böyle yapanlara bakın ne diyor? Zümer 60: Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Allah hüküm vermediği, kur’an da hiç bahsedilmeyen konuları, bunlarda Allah katındandır diyerek, ALLAHA YALAN İSNAT EDENLER, kıyamet günü yüzleri kapkara olacaktır diyor. Bu durumda olmak istemeyen, rabbin sözlerini dinler. Yazdıklarımı okudunuz ve sizlerde konu hakkın da düşündünüz. Acaba söyledikleri gibi hadisler olmazsa, kur’anı doğru anlamamız mümkün değildir, fikri düşüncesi, inancı kur’an ayetlerinden ve mantığınızdan, aklınızdan onay alıyor mu? Yorum ve karar sizlerin. Rabbim cümlemizi hayata, yaşama, kur’anın gözlüğüyle bakan kullarından eylesin. Beşerin gözlüğünü takan, rabbin gerçeklerini asla göremez. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  24. halukgta şurada bir başlık gönderdi: İslam ve Şeriat
    Kur’an bütünüyle evrensel bir kitap mıdır? Evet, konu bana göre çok önemli. Kur’an evrenseldir, tüm zamana hitap eder diyorsak, kur’an ayetleri içinde hükmü bizleri ilgilendirmeyen, ya da hükmü kaldırılmış hiçbir ayetin olmadığına öncelikle inanmış olmalıyız. Günümüzde bir kısım düşünce, bazı ayetlerin hükmünün kalktığını, yani nesih edildiğini söylediği gibi, bazı ayetlerinde yalnız peygamberimizi, ya da eşlerini ilgilendirdiği için, bizleri hiç ilgilendirmeyeceğini söylemektedir. Eğer iki fikrin herhangi birisini kabul edersek, kur’anın tümüyle evrensel olduğunu söylemek, sanırım pek doğru olmaz. Bir arkadaşım bana verdiği cevapta peygamberimize hitap eden ayetlerin, o döneme hitap etmesinden dolayı, bu ayetlerden bizlere kıssadan hisse düşmediğine inandığı için olsa gerek, bu ayetlerin evrensel olmadığını anlatmak için şu sözleri söyledi. (Bu sorunun cevabı o döneme ait bir konu başlığı ise işte o zaman bu ayet evrensel bir ayet değil anlamı çıkmaz mı?) Yazımın başında da söylediğim gibi, bir kısım düşünce, birçok ayetleri öne sürüp, hükmünün kalktığına inanırlar. Yani kur’an da bahsedilen bu tür ayetlerin olduğunu kabul ettiğimizde, bu ayetlerin günümüzde hiçbir hükmü, yaptırımı yok demektir. Eğer bunu kabul edersek, kur’anın evrensel oluşundan da bahsetmemiz yanlış olur. Şöyle düşünelim, madem bazı ayetlerin hükmü kaldırıldı, peygamberimiz hükmü kalkan bir ayeti niçin kur’an a dâhil etti? Ya da Rabbim hükmü kalkanları, geçersiz olanları niçin kur’an dan çıkarmadı ve bu konuda tek bir açıklama bile yapmadı da, onlarca ayetinde ayrım yapmadan kur’ana sarılın diyor bizlere. Niçin tek bir açıklama bile olmadan, yani hükmü kalkan bir ayetten bahsedilmediği halde, bizler böyle bir düşünceye inanabiliyoruz? Hani Rabbim her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyordu, ne oldu bu ayetlerin hükümleri? Yoksa tüm bu ayetlerin üstünü örtüp, görmezden mi geliyoruz? Yazımın asıl konusu kur’an da nesih konusu değil. Üzerinde duracağımız konu, kur’an da geçen peygamberimiz ve eşlerine hitap eden ayetlerin, acaba bizlere vereceği hiçbir şey yok mu? Bu ayetlerden bizler kıssadan hisse almayacaksak, kur’an da ne işi var? Gelin bu konuyu kur’an bütünlüğünde birlikte düşünelim. Önce şu iki ayete bakalım. Araf 3: Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Nur 34: Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik. Önce yukarıdaki iki ayeti anlamaya çalışalım. Allah bizlerin uyacağı kitabın kur’an olduğunu söylüyor. Acaba bu ve buna benzer onlarca ayetinde Rabbim, bizleri kur’ana yönlendirdiği halde, içinde hükmü kalkmış, bizleri günümüzde ilgilendirmeyen, fayda sağlamayıp kıssadan hisse almayacağımız, yalnız peygamberimize ve eşlerine hitap eden ayetler olabilir mi? Eğer öyle olsaydı, kur’an da yer alacağına, direk kendilerine tebliğ edilmez miydi? Nur suresi 34. ayetinde de, sizlere gerçekleri açıklayan, sizden önce gelip geçmiş olanlardan örnekler verdik ki, öğütler alasınız diyor. Demek ki bunlar geçmişte olan kimseleri ilgilendiriyor demek, doğru bir yaklaşım olmasa gerek. Hitap ve emir peygamberimiz ve eşleri olabilir, ders alınacak konu bizleri ilgilendiriyor ki, Rahman bu örnekleri kur’an da bizlere iletmiş. Tüm bu ayetlerden eğer öğüt alamıyorsak, sanırım kur’an a bakarken, taktığımız gözlüğü mutlaka değiştirmemiz gerekir. İbrahim peygamberimizi düşünün lütfen. Babası iman etmiyor ve babası için dua ederken, senin için dua etmekten başka hiç bir şey yapamam diyor ve bu bilgi de peygamberimiz dönemindeki topluma ve bizlere iletiliyor, kur’an ayetleriyle. Peki, neden iletiliyor, o devirde İbrahim peygamberimizin söylediği, bizlere ne gibi bir faydası olabilir diyebilir miyiz? Bu bilgi yalnız bunu söyleyeni bağlar diyemiyor da, burada anlatılmak istenen öğüdü, anlamaya çalışıyorsak, kur’an da verilen tüm ayetlerin de, bizlere anlatmak istediği, çok ama çok şeyler olduğunu bilmeliyiz. Allah kur’an da birçok olayı, çok iyi anlayabilmemiz için örnekleme yöntemini kullanmıştır. Bu yöntem daha iyi anlaşılması ve akılda kalması içindir. Okulda öğretmenler bile bu yöntemle ders anlatır öğrencilerine. Eğer ayetlerde geçen konu, hitap edilen kişileri ilgilendirir dersek, bu mantıkla yola çıkarsak, peygamberimiz döneminde kur’anı tebliğ alanlar, bizden önceki olaylar, örneklerde geçenleri ilgilendirir der, o ayetleri siler. Bizlerde peygamberimiz devrine ait örnekler için, bu ayetlerde peygamberimiz devrindeki muhatapları ilgilendir dememiz gerekir ki, bu durumda kur’an ı ellerimizle silmiş, üstünü örtmüş yok etmiş oluruz. Gerçi ne yazık ki buna benzer bir durum günümüzde kanayan bir yaradır. Acısını da hep birlikte çekiyoruz. Rabbim yardımcımız olsun. Başka örneklere bakmaya devam edelim. Taha 99: İşte böylece, geçip gitmişlerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Biz sana katımızdan da bir Zikir vermişizdir. Bakın Rahman ne diyor bizlere. Geçip gitmiş ve yaşanan olaylardan haberler veriyoruz ki, ibret alasınız diyor. Peygamberimiz devrinde yaşayanlar, onların geçmişinde olanlardan ibretler aldılar, bizlerde hem onların geçmişlerinden, hem de peygamberimiz devrinde yaşanan örneklerden ve olaylardan ibretler alalım diye Rahman, tüm yaşanmış örnekleri kur’ana dâhil etmiştir. Gelin konuyu daha iyi anlamak için Rabbimin direk peygamberimize hitap ederek, onun şahsı ya da eşleri ile ilgili ayetlerden bir kısmını alarak, ayetleri anlamaya çalışalım, acaba bizlerin alacağı kıssadan hisse yok mu bu ayetlerden? Tahrim 1: Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. İsra 73. Az kalsın seni, sana vah yettiğimizden uzaklaştırarak ondan gayrisini uydurup bize isnat edesin diye fitneye düşüreceklerdi. İşte o takdirde seni dost edinirlerdi. 74. Eğer biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, yemin olsun, onlara birazcık meylediverecektin. Abese sur.1234. ayetler: Yüzünü ekşitti ve öteye döndü; Yanına kör adam geldi diye. Nereden bilirsin, belki de o arınıp temizlenecek. Belki de düşünüp taşınacak da öğüt kendisine yarayacak.) Yukarıdaki ayetlere dikkatlice baktığımızda, rabbimin elçisini ikaz ettiğini görüyoruz, yani direk bizzat kendisine hitap ediliyor. Peki, Yüce Rabbim elçisine bizzat hitap eden, yalnız şahsına münhasır bu ayetleri, niçin kur’ana dâhil etmiştir, bunu hiç düşünüyor muyuz? Eğer bu ayetlerde bizlere anlatacağı hiçbir bilgi, ibret, ders yoksa niçin elçisi ile arasındaki diyalogu bizlerin duymasını sağlasın, özel bildirirdi elçisine. Kur’an da geçen her olayın bizlere anlatacakları çok şeyler vardır, yeter ki düşünüp öğüt almasını bilelim. Yukarıdaki ayetlerden ibret alacağımız küçük örnekler verelim kısaca. Tahrim 1. ayette Allah, kendisinin haram demediği bir şeye elçisinin bile haram diyemeyeceğini örnekle bizlere vermektedir. İsra 73. ayette her beşer yanılabilir, hata yapabilir bu Allahın elçisi dahi olsa. Fakat Rahmana dayanan ondan yardım isteyene ben yardım ederim, doğru yola iletirim örneğini bizzat elçisi üzerinden vermiştir bizlere. Abese suresinde de, kimin iman edeceğini sizler bilemezsiniz, yalnız ben bilirim, onun içindir ki insanlara ön yargılı yaklaşmayın. Allahın tebliğini hiçbir ayrım yapmadan iletiniz, gerisi bana kalmıştır ben bilirim, dersini vermektedir bizlere. Yine bazı ayetlerde elçisi için izin verdiği, ama başkalarına yasak koyduğu konular vardır. Yine peygamber eşlerine hitaben onları ikaz eden, hatta onlara has indirilen ayetlerde vardır. Bir örnek alalım acaba bu ayetlerden bizlere düşecek kıssadan hisse yok mu dersiniz? Ahzap 32: Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin. Yukarıdaki ayeti okuduğumuzda, bizlere vereceği hiçbir ders yok diyebilir miyiz? Hâlbuki bakın peygamber eşlerine hitap ediyor. Buna benzer daha birçok ayet vardır. Hatta sizin yaptığınız bir yanlışa, iki kat günah yazarım diyerek de, Rabbin peygamber eşlerinin dikkatlerini çektiğini hatırlayalım. Bu ayetlerden eğer bizler alacak hiçbir dersimiz yok diyorsak, bu ayetin üzerini örtmüş olacağımızı unutmayalım. Allah burada özellikle çok özel konumdaki bir insanın eşinin de, çok özel bir konumda olduğunun dikkatini çekiyor. Yaşantımızda hatırlayalım. Bizleri yöneten başbakan, ya da Cumhurbaşkanı olsun, bizlerin gözleri ya da basının dikkati, eşleri üzerinde yoğunlaşır. Hepimiz onların konuşmasına, davranışına dikkat eder, onların yaptığı yanlış bir hareket ve davranışı da eşlerine mal ederiz. İşte çok özel konumdaki insanların eşlerinin de çok özel olacağı, onların kendilerine dikkat etmeleri gerektiği ikazı, kur’an da çok güzel örneklendirilmiştir. Biraz araştırınız devleti yöneten özel insanların eşleri ile ilgilide kanunlar vardır ve onlara da çok özel haklar tanınır. Örneğin özel araç tahsisi. Eşleri ile birlikte seyahatte onlara eşlik etme hakkı, onlara da harcırah tahsisi. Kim bilir daha bu ayetlerden ne kadar güzel kıssadan hisse çıkaranlar vardır, bizimle paylaşanlardan, Allah razı olsun. Demek ki buradan da anlıyoruz, liderler ya da çok özel konumdaki insanların ve eşlerinin, bazen normal vatandaşlardan çok farklı hakları vardır. Buda konumundan dolayı olduğu verilen örneklerden anlaşılıyor. Yine peygamber ve eşleriyle ilgili bir başka ayete bakalım, konu daha iyi anlaşılması için. Ahzap 53: Ey iman edenler! Size bir yemek için izin verilmedikçe Peygamber'in evlerine girmeyin. Vaktini bekleyip durmaksızın çağırıldığınızda girin, ancak yemeği yiyince hemen dağılın. Söze dalıp lafı koyulaştırmayın. Çünkü böyle davranmanız Peygamber'i rahatsız eder. Fakat o size bir şey söylemekten utanır. Allah ise hakkı dile getirmekten çekinmez. Peygamber'in eşlerinden bir şey istediğinizde, onlardan perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temiz bir yoldur. Allah'ın resulüne rahatsızlık vermeniz ve kendisinden sonra onun eşleriyle nikâhlanmanız, size helal kılınmamıştır. Böyle bir şey Allah katında büyük bir vebaldir. Ayeti okuduğumda, günümüzde yaşadığımız devletin yönetici kademelerinde olan kişilerden gelen, şikâyetler geldi aklıma. İş ya da özel isteklerini anlatmak için, memleketlerinden habersiz ve sık sık evlerine gelen misafirlerinden yakınırlar. Onları ağırlamaktan görevlerini yapamadıklarını söylerler. Ayrıca hemşerilerinin yüzlerine, bu sıkıntılarını söyleyemedikleri için yakınır dururlar, televizyondan duyarız tüm bunları. İşte kur’an, işte bizlere verdiği kıssadan hisse. Peygamberimizin eşlerine gelince, bakın burada Allah elçisinin evine sık sık gelenleri nasıl uyarıyor ve eşleri ile muhatap olurken dikkatli ve saygılı olun diyor. Ayrıca çok özel bir hükümle elçisinin eşlerini de koruma altına alarak, onlara sakın art niyetle bakmayın, daha sonra bile olsa evlenmenizi yasaklıyorum diyor. Şimdi buradaki çok özel konuma bakalım ve bizlere bu hükmüyle ne anlatmak istiyor onu düşünelim. Allahın elçisi hem kur’anı tebliğ eden, hem de devletin başı, yani yöneticisi durumundaydı. Daha önceki ayette Allah ne demişti eşlerine hitap ederek? (Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz.) Peki, özellikleri nedir ki böyle söylüyordu Allah? Elbette çok özel konumlarından dolayı, hem Allahın elçisi hem de devletin, yönetimin, adaletin başı konumunda olan birinin eşleri. Demek ki bazen kişinin konumu, çok özel kanunlarla korunabildiği ve bunun da gerekliliği anlatılıyor bizlere. Başbakanımızı ya da Cumhurbaşkanımızı düşünün, işleyeceği yüz kızartıcı suç hariç, görev sürecinde her hangi bir suçtan yargılanmıyor bile. Demek ki özel insanlara yine çok özel yetki ve sorumluluk vermenin, rabbin örneklerinden doğru olduğu anlaşılıyor. Bizler bu örnekleri gördüğümüzde, yönetici konumunda olan bir insana verilen, konumundan dolayı farklı hak ve üstünlüklerin normal olduğunu, Rabbin örneklerinden çok güzel anlamaktayız. Bu ve buna benzer ayetler için, çok daha farklı yaklaşımlarla dersler alınabileceği, akıldan çıkartılmamalıdır. Bakın Allah kur’an ayetleri üzerinde nasıl düşünmemizi ve ondan yararlanmamızı istiyor. Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Demek ki Rabbin kitabını okurken, yalnız gözlerin okunuşu ile değil, aklın, fikrin ve kalbin de devreye girmesini, okuduklarımızı inceden inceye düşünmemizi emrediyor. Düşünüp de anlamayanlara bakın ne diyor Rahman. Kalpleri üzerinde yoksa kilitlerimi var? Allah bu durumdan bizleri korusun. Demek ki bizlere düşen görev, ayetler üzerinde düşünmek ve o ayetlerden ne gibi fayda sağlarız, nasıl nasibimizi alırız, onun yöntemini bulmalıyız önce. Bir şeyi yok etmek, kaldırmak çok kolaydır, asıl olan var olandan nasıl yararlanırız, onu bulmaktır. Allah Bakara suresi 26. ayette çok dikkat çekici bir örnek veriyor. Ayeti önce yazalım ve üzerinde düşünelim. Bakara 26: Şu bir gerçek ki Allah, bir sivrisineği hatta onun da üstündeki bir varlığı örnek göstermekten sıkılmaz. Böyle bir durumda, inananlar bilirler ki o, Rablerinden bir gerçektir. Küfre sapmışlar ise şöyle derler: "Allah, bunu örnek vermekle ne demek istedi?" Allah onunla birçoğunu saptırır, birçoğunu da onunla doğruya ve güzele kılavuzlar. Allah onunla yoldan çıkmışlardan başkasını saptırmaz. Allah kur’an da verdiği örnekler ve bilgiler için bakın ne söylüyor. Bir sivrisineği ya da onun benzerini örnek vermekten, onun üzerinden dersler anlatmaktan çekinmez. İman edenler verilen örnekler ve anlatılan hikâyelerin Rabbin bizlere vereceği dersler olduğunu bilirler, burada Allah bizlere ne anlatıyor diye, düşünüp öğüt almanın yollarını ararlar diyor. Küfre sapanlar ise, burada küfre sapanlar sözünden kur’an a iman etmeyenler anlaşılmamalıdır. İnandığı halde, imanını hurafelerle yaşayıp, Allahın saf, katıksız dinini emin olmadığımız bilgilerle karıştıranlardan bahsediyor. Küfre sapmak, doğru bilgiden düşüncesizce sapmak anlamını taşıyor. İşte bunlar Rabbin verdiği bazı örnekler için, Allah, bunu örnek vermekle ne demek istedi?" diyerek, ayetin anlatmak istediğinden uzaklaşırlar, anlamaya çalışmak istemezler diyor. Ayetin devamında ise çok daha dikkat çekici bir söz söylüyor Rahman. Bu kısmı çok iyi anlamadığımız takdirde aynı yanlışı hepimiz yapma tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz. (Allah onunla birçoğunu saptırır, birçoğunu da onunla doğruya ve güzele kılavuzlar.) Dikkat ederseniz Allah verilen örneklerden faydalanmak ta nazlanan, üstünü örten, işi yokuşa süren, bu konu bizleri ilgilendirmiyor o devirde yaşayan insanları ilgilendiriyor, ya da artık bu ayetlerin hükmü kalkmıştır diyerek, ayetleri görmezden gelenleri, özellikle gerçekleri görmemelerini sağlarım diyor. Gerçek iman edenlerinde istifade etmeleri için, gerekeni yapacağını, alması gereken dersleri alacaklarını belirtiyor ve onları doğruya ve güzele kılavuzlarım diyor Rabbim. Dikkat edin aynı bilgilerden bahsediyor, bir kısmı bu ayetleri görmezden geliyor ve yoldan sapıyor gereken bilgiden nasiplenmiyor, bir kısmı da yine diğerlerinin görmezden geldiği bilgilerden, doğru yolu buluyor. Doğrusu üzerinde çok düşünülmesi gereken bir ayet. Anlayana, anlamak isteyene. Kur’an zerresine kadar evrenseldir. Kur’an her zamana her çağa ayak uyduran, her topluma hitap eden bir rehberdir. Allah kur’an için, sizlere rehber olsun diye indirdik diyorsa, o rehberin bir kısmının geçerliliğini kaybettiğini düşünmek, kur’an dan gerektiği kadar nasiplenmemek demektir. Kur’an ayetlerini dikkatle incelediğimizde, Allahın kelimeleri çok özel itinayla seçtiğini görürüz. Eğer kur’an dan Rabbin ne söylediğini tam olarak anlamak istiyorsak batılı, hurafeyi karıştırmadan, onu bir bütün olarak alıp, üzerinde Rabbin söylediği gibi, inceden inceye düşünürsek, inanın birçok gerçeğin farkına varacağımızı unutmayalım. Dilerim Rabbimden, gönül gözleri mühürlenmemiş, aklını kullanarak iman eden, kur’an dan gereği gibi yararlanan, dersler, ibretler alan, zikir ehli kulları arasına, bizleri de alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  25. Konu çok önemli lütfen yazıyı sonuna kadar sabırla okuyunuz.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.