halukgta tarafından postalanan herşey
-
HADİSLERİN DOĞRULUĞUNUN KONTROL YÖNTEMİNE BAKAR MISINIZ.
Günümüz İslam anlayışında, hadislerin önemi çok büyüktür. Hatta önemini daha iyi anlatabilmek için, bir Diyanet görevlisinin Cuma hutbesinde, hadisler konusunda söylediklerini sizlere nakletmek istiyorum. “Hadisler tıpkı Kur’an ayetleri gibidir, nasıl bir ayeti kabul etmediğimizde, gerçek iman etmiş olmuyorsak, peygamberimizin hadislerinden birisini dahi, ben bunu kabul etmiyorum dersek, gerçek iman etmemiş sayılırız.” Bu sözleri söyleyen herhangi cemaatin ya da tarikatın elamanı değil, Diyanetin kontrolünde bir vaiz. Hadis nakli ya da yazımı, peygamberimiz zamanında yasaklanmıştır. Daha sonra peygamberimiz izin vermiştir diyenler, lütfen dört halife devrinde hadis nakli ve yazımı konusunda nasıl yasaklar getirilerek, mücadele edildiğini iyi araştırmalıdırlar. Peygamberimizin döneminde yazılmış ve günümüze kadar gelmiş, hiçbir hadis kitabı yoktur. Eğer yazdırmış olsaydı ve Allah koruması altında olsaydı, tıpkı Kur’an gibi bizlere günümüze ulaşmaz mıydı? Hatta dört halife devrinden günümüze toplanıp, kitap halinde ulaşmış da hiçbir hadis kitabı yoktur. Hadislerin toplanmaya başlanması, dinin mezheplere bölünmesi ile başlamıştır. Yani peygamberimizin ölümünden yüzlerce yıl sonra. Lütfen bu gerçeği göz ardı etmeyelim. İslam ı Kur’an merkezli yaşamayan, hadis rivayetleri ile inançlarını şekillendirenler, Kur’an ın asla onay vermediği, hadislerinde Allah koruması altında olduğunu söylemekte bir kusur görmemişlerdir. Hâlbuki Allah yalnız Kur’an ı koruması altına aldığını, bizlerin Kur’an ın ipine sarılarak, Kur’an ın sınırlarını aşmamamız için, emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, bunun hesabını sorarım diyerek bizleri uyarmıştır. Oysa bizler, Kur’an ile aramıza girenlerin sayesinde, Allah ın apaçık hüküm verdikleri ayetleri görmezden gelerek, beşerin rivayetlerine hiç düşünmeden, Kur’an süzgecinden geçirmeden onlara sarılarak, emin olmadığımız bir yolun yolcusu olmuşuz. Hadislerin günümüze gelişi konusunda, aşağıda vereceğim örnek, eğer sizleri hala hiç tedirgin etmeyip korkutmadıysa, bu söylediklerimi lütfen dikkate almayınız. Günümüzde bazı kesimler, Buhari nin bir hadisini inkâr eden, dinden çıkmıştır diyecek kadar ileri gideler. Acaba bunu söyleyenlerin, Buhari nin hadis toplarken, izlediği yöntemi konusunda bilgisi var mı? Bakın Buhari 600 000 hadisin içinden, nasıl bir yöntemle seçmeler yapmış, diğerlerini hurafe diye ayıklayıp ve bu hadislerin içinden de, 9082 sini kabul edip, kitabına nasıl dâhil etmiş. “Herhangi bir hadisi Sahih’e dâhil etmezden önce yıkanıp iki rekât namaz kılarak, Allah’a istihârede Bulunup manevi bir işaret aramış, ondan sonra hadisin sıhhatine hükmetmiştir“Bu şekilde sıhhati nazarımda sübût bulmayan hiçbir hadisi Sahih’e almadım”der. ”.(K.S. Sayfa 197) Değerli din kardeşlerim, bugün belirli bir kesimin hiç şüphe duymadan kabul ettiği ve dinin temelini oluşturdukları hadis rivayetleri, bizlere bu yöntemle ulaşmış. Ne dersiniz, bu bilgiler bu yöntemle bizlere ulaşmışsa, bizlerin tavrı nasıl olmalıdır sizce? Ne yazık ki bu bilgiyi, günümüz cemaat ve tarikat eksenli İslam ı yaşayan kardeşlerimiz hiç konuşmazlar, söz etmezler. Belki de bu bilgilerden haberleri dahi yoktur. Haberleri olanlarında, gönülleri çok fazla rahat değil bu yöntemden. Ama bununda üstü örtülerek, toplumdan saklamayı seçiyorlar, çünkü o acımasız nefis ağır basıyor. Peygamberimizin ölümünden sonra, gizli saklı hadis toplama çabasına girenler, yaklaşık 500 civarında hadis topladıkları rivayet edilir. Çünkü dört halife devrinde de hadis yazımı, nakli yasaktı. Daha sonraki dönemlerde, hadis sayılarının yüzlerce kat oluşu bile, bu yolun nasıl büyük bir dikkatle incelenmesi gerektiğini gösteriyor. Buhari 600 000 hadis içinden, 9082 i seçmiş. Ya bugün ne kadar biliyor musunuz hadis sayısı? Milyonları aşmış, tam sayısını bilen bile yok. Maşallah o kadar bereketli ki (!) günden güne artıyor. Acaba bu kadar hadis nereden çıktı diye, soran bile yok. Dört halife devrinden sonra, Rabbin sakın dinde bölünmeyiniz, emrini duymazdan gelerek, İslam ın bölünmesi sonucunda, hadis toplama yarışına girmişlerdir. Mezhepleri ve topladıkları hadisleri araştırınız lütfen, bir mezhepte yasak olan diğerinde değildir. Hepside bahsettikleri konuyu, peygamberimize dayandırırlar. Acaba peygamberimiz aynı konuda, birbirinin tam tersi hükümler, bilgiler verir mi? Hadisler konusunda öyle bir liste vardır ki, o listeyi gören ve biraz düşünen hadis naklinin nasıl tuzaklarla dolu olduğunu anlar ve gereken önlemi Kur’an ile alır. Kur’an ın onay vermediği hiçbir bilgiyi almaz. İmtihanımızın en zor kısmı da, bu konu olsa gerek. Allah yardımcımız olsun. İstihare konusu, o kadar ilginç hallere dönüşmüştür ki günümüzde, araştırdığımızda korkmamak, ürkmemek elde değil. Kendisini peygamber zanneden, ona tabi olanlarında, bu şahsın gerçek peygamber olduğunu anlamamız için önerdikleri acı gerçek, içinde bulunduğumuz İslam anlayışını bizlere çok iyi anlatıyor. Bu kişiler, bizler abdest alıp, namaz kıldıktan sonra, istihareye yattığımızda, bahsedilen kişinin gerçek peygamber olduğunu görebileceğimizi söylüyorlar. İnternetten araştırınız, bu gerçeği göreceksiniz. Bakın bu yanlış yöntem, bizleri nerelere kadar götürebiliyor. Bu yol acaba bizi nereye götürür dersiniz? Şeytanın tam kucağına değil mi dostlar? Kur’an da verilen kıssaları masal zannedenler, Kur’an merkezli inancını yaşamayanlar, elbette rüyalarla aldatılacaktır. Rüya tabiri öyle herkesin anlayacağı, bileceği bir şey değildir. Kur’an da Rabbin verdiği Yusuf peygamberimizin kıssasından hisse çıkaramayanlar, Allah ın elçisine verdiği o eşsiz rüya tabiri gücünü, bizler küçük aklımızla, eğitemediğimiz nefsimizle, edindiğimiz velilere ya da kendimize bile layık görmenin yanlışlığını yapıyoruz. Bu Allah ın peygamberlere has verdiği, çok özel bir yetkidir güçtür. Bunlardan elbette haberi olmayanları aldatmak, çok daha kolay olacaktır. Bu konuda anlatılan rivayetlerde çok ilginçtir. Bakın rüyada gördüklerimiz, nelere delaletmiş. (Rüyada beyaz veya yeşil görürse o işte hayır vardır, siyah veya kırmızı görürse hayır yoktur. Ondan sakınmak daha iyidir.) Bu konuda o kadar çok detaylar var ki, burada onlardan bahsedip kafanızı karıştırmak istemiyorum. Tüm anlatılanları peygamberimize mal etmek, yaptığımız en büyük yanlıştır. Bu tür bilgilerin kaynağını, sormaya bile gerek duymadan inanıyoruz. Kur’an ın bu konudaki önerilerine gelince. Elbette yapmak istediğimiz bir iş, ya da arzu ettiğimiz olayların isteğimiz doğrultuda olması için, işi bilen bir kişi ile istişarede bulunabilir, ondan bilgiler alabiliriz. Bunda hiçbir sakınca yok, hatta böyle olması da gerekir. Bu yolu Allah önerip, ehil kişilere danışılmasını ister. Bir başka Kur’an ın önerdiği yol da, olmasını istediğimiz bir iş için, gereken çabayı bizzat bizler gösterdikten sonra, Allah a dua ederiz, işimizin isteklerimizin olması adına. Bunu namaz kılarak ta yaparız. Rabbimiz ne diyordu ayetinde, namazla benden yardım dileyiniz. Bakın Allah ın ayetleri nasıl tahrif ediliyor ve beşerin arzu ve istekleri doğrultusunda, nasıl yanlışa yönlendiriliyoruz. Hâlbuki bunun yolunu Rabbimiz çok güzel anlatmış ve açıklamış Kur’an da. Ama Kur’an devre dışı kalınca, yerini elbette hurafe ve batıl alacaktır. İstihare konusu günümüzde rant kapısı da olmuştur. Bilmem kim efendi, ya da şeyhime bu isteğimizi sunarak, tabi gereken bağışı yaparak, onun istihareye bizim için yatmasını sağlayıp, isteklerimizin olup olmayacağı da öğrenilmeye çalışılmaktadır günümüzde (!) Allah yardımcımız olsun. Peygamberimiz eğer bu konuda bir şey söylemişse, elbette Kur’an ın emrettiği şekliyle anlatmıştır. Bunun dışında bir şey söylemesi asla beklenemez. Bekleyenler Allah ın yolundan sapacağını unutmamalıdırlar. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, yani Kur’an dan hesaba çekeceğim diyorsa açık ve net, sizce Kur’an ın bahsetmediği, onay vermediği bir bilgiden de sorumlu tutarak hesaba çeker mi? Hadis konusu günümüze nasıl ve hangi yol, yöntemle ulaştığını gördünüz. Sanırım bu konuda çok dikkatli olmamız gerektiğini fark etmişsinizdir. Din ve iman şaka götürmez bunu unutmayalım. Hepimiz imtihandayız, imtihan olduğumuz kitap Kur’an ise, her bilgiyi, her konuyu mutlaka Kur’an a danışalım. Eğer Kur’an onay veriyorsa, alalım faydalanalım. Yok, eğer Kur’an süzgecinden geçmiyorsa, ondan sakınalım uzaklaşalım. Tabi hesabın görüleceği o çetin gün, yüzlerimizin gülmesini, amellerimizin boşa gitmemesini istiyorsak, hakka batıl asla karıştırmamalıyız. Dilerim Allah dan, FURKAN ın kıymetini bilen, eğri ile doğruyu ayırmak için ona müracaat eden, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
RABBİNDEN SANA VAHYEDİLENE UY.
Değerli din kardeşlerim. Vakit geçiyor, emaneti teslim edeceğimiz o an, belki de çok yakın. Gelin hurafeden, batıldan uzak, elimizde Kur’an onu anlamaya çalışalım ki, kurtuluşa erebilelim. Allah elçisine bakın ne diyor. Tur 48: Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, gözlerimizin önündesin. Ve her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et. Ahzap 2: Rabbinden sana vahyedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Bu iki ayette Allah, sana sorulan konularda hüküm konusunda sabret diyor. Diğerinde ise, Rabbinden sana gönderilene uy. Bu konuda da Kur’an da birçok örnekler vardır. Zıhar konusunu düşünün lütfen. Bir kadının peygamberimize gelip, eşinden dolayı yakınmasına karşı peygamberimiz, o devrin geleneği olan boşanma nedeni ZIHAR konusunda, bir çözüm getiremiyor, ama Allah sizi işittim diyerek, bu konudaki ayetini hemen indiriyor. Aşağıdaki ayette, yukarıdaki ayetlerin onayı değil mi sizce. Kefh 26: De ki: 'Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybı O'nundur. O, ne güzel görmekte ve ne güzel işitmektedir. O'nun dışında onların bir velisi yoktur. Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz. Dikkat ediniz lütfen, Allah kendi hükmüne kimseyi ortak etmez diyor. Tüm bu ayetlerden sonra, Allah ın vermediği hükümleri de, peygamberimiz vermiştir, onun hüküm verme yetkisi vardır diyebiliyoruz. Bakın bizlerin nereye iman etmemiz gerektiği söyleniyor. Bakara 4: Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahi ret gününe de kesinkes inanırlar. Bakara 5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır. Allah iman edenlerin, sana indirilene yani Kur’a na iman ederlerdir diyor. Gerçek kurtuluşa erenlerin ise, Allah tan indirilen üzerinde olanlardır diyor. Buda apaçık Kur’an dan başka ne olabilir? Bu durumda bizlerin sarılması gereken, yalnız Kur’an olduğu apaçık anlaşılmıyor mu? Allah bizlerin dostu, yol göstericisi, şefaatçisi bakın kim olduğunu söylüyor. Secde 4: Allah'tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O'nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız? Yine Allah bilerek, hakkı batılla karıştırmayın diye bizleri uyarıyordu hatırlayanız. Hatta Kur’an ı kendi koruması altına aldığını da söylüyordu. Bakara 42: Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin. Batıl emin olmadığımız, Kur’an ın onay vermediği bilgilerdir. Fakat bizlere bugün yüzlerce yıl öncesinden intikal eden, birbiriyle hatta çelişen rivayetlerinde, Allah koruması altında olduğunu söylemiyorlar mı? Bakın aşağıdaki ayette Yaradan, bizlerin takip etmesi gereken yolu, sizce çok açık anlatmıyor mu? Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.3. Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır. Değerli kardeşlerim, Allah apaçık ne diyor? Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir diyor. Peki, bizler bu kadar açık ayetler karşısında neler söylüyoruz? Kur’an tek başına yeterli değildir. Kur’an da her şey yazmaz, herkes Kur’an ı anlayamaz. Aman Allah ım bu ne cüret, bu ne saygısızlık, hala farkında değil miyiz yaptığımız yanlışın? Allah elçisine deki onlara diyerek, bakın ne söylüyor. Beşerin sözlerini doğrulamak adına, ne yazık ki bu ve buna benzer ayetleri görmezden gelebiliyoruz. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Ne dersiniz, bu ayetten dersimizi almadık mı hala? Peygamberimizin ne söylemesini istiyor Rabbimiz? Bana vahyedilenden başkasına uymam diyor. Bunu da söylemesini özellikle, Yaradan istiyor. Daha da dikkat çekici olan, peygamberimizin yetki ve sorumluluğunu açıkça söylüyor. Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Tüm bu gerçekleri hala görmemekte ısrar edenlere, elbette söyleyecek sözümüz olamaz. Herkes kendi imtihanını yaşıyor. Allah bizlerin imtihan olduğumuz kitabın, Kur’an olduğunu söylüyorsa, bu gerçeği de görmezden gelenler, Kur’an ı anlaşılması zor, özet bilgi ve her şeyin olmadığı bir kitap ilan ediyorlarsa, edindikleri velilerin kitaplarına sarılarak, doğruya ulaşacaklarına inanıyorlarsa, gerçekleri gördüklerinde, iş işten geçmiş olacağını ve mahşer günü bakın nasıl bu üzüntülerini dile getireceklerini hatırlatırım. Furkan 28: Eyvah! Keşke falancayı dost edinmeseydin. Furkan 29: Bana geldikten sonra Kur'an, vallahi o beni saptırdı." Öyle ya şeytan insanı yapayalnız, yardımsız bırakır. Dilerim Rabbimden, o çetin hesap günü geldiğinde, pişmanlık yaşamayan, hurafeye değil Kur’an ın ipine sarılan, Rabbin halis kullarından oluruz. Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
BEN SÖYLEMEDİĞİM HALDE, KİM BU PEYGAMBER SÖZÜDÜR DERSE....
İslam ı yaşarken yaptığımız en büyük yanlış, Allah ın rehberinden zerre kadar haberdar olmayıp, onunla aramıza veliler ve onların kitaplarını koymamızdan kaynaklanmaktadır. Elbette Allah ın rehberi anlaşılmaz ilan edilip, edindiğimiz velilerin kitapları ardı sıra gidersek, aşağıdaki hatayı da yapmamız kaçınılmaz olacaktır. Konumuza geçmeden önce, peygamberimizin bir sözünü hatırlatmak isterim. (Her kim ki, ben söylemediğim halde, bu sözü peygamber söyledi dese, BUYURSUN KENDİNİ CEHENNEMDEKİ YERİNE HAZIRLASIN.) Yazdığım yazılara cevap veren bazı din kardeşlerimizin, bana verdikleri cevaplardan, İslam ı nasılda Kur’an ın sınırlarını aşarak yaşadıklarını, daha açık görüyor ve yapılan yanlışlar karşısında, kendi inancımı sorguladığımda, Rabbim e şükrediyorum. Elbette bende hata yapıyorumdur, ama ben en azından elimde rehber Kur’an, iman ve inanç sınırlarımı Kur’an çizgisinden çıkmaması için, çaba harcıyorum. Rabbim bilmeden yaptığım hatalarımı affetsin ve doğruyu görmemi sağlasın inşallah. Bir arkadaşımız yazıma verdiği cevapta, peygamberimize ait olduğunu iddia ederek, bir hadis örneği vermiş ve beni uyarmış. Gelin bu sözlerin peygamberimize ait olup olamayacağını birlikte, Kur’an ışığında anlamaya çalışalım. Peygamberimiz söylemediği halde, bu peygamber sözüdür demenin cezasını, asla unutmamalıyız. Bakın bu arkadaşımız nasıl bir örnek vermiş. Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) “Kur’an bize yeter” diyenler hakkında asırlar öncesinden ne buyuruyor: “Şunu kat-i olarak biliniz ki; Bana Kur’an ile birlikte, onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir. Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bazı kimselerin ‘Bize Kur’an yeter! Onda helâl olarak ne görmüşseniz onu helâl, neyi de haram görmüşseniz onu da haram kabul ediniz.’ diyeceği zamanlar yakındır. Bilin ki, Allah Resûlü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.” (Ebu Davud, Sünnet: 6, Tirmizî, İlim: 10, İbni Mâce, Mukaddime: 2, Dârimî, I, 117) Peygamberimiz bu sözleri söylemiş olabilir mi? Bu sözleri ilk okuduğumda, dine nifak sokanların, kendi uydurmalarına hazırladıkları güzel bir kılıf olduğunu söyleyebilirim. Peygamberimize Kur’an ile birlikte, onun benzeri Allah ın vermediği hükümleri de verme yetkisi verilmiştir, demiş olabilir mi? Önce bu sözler üzerinde düşünelim. Çünkü emin olmadığımız sözlere inanırsak, peygamberimize iftira atmış olacağımızı, lütfen unutmayalım. Hangimiz peygamberimize iftira atmak ister? Allah Kur’an dışından da, bizleri bağlayan, sorumlu olduğumuz bilgileri peygamberimize vermiş olsaydı, ya da peygamberimiz kendi yetkisiyle dine hüküm koyabilseydi ve bizlerde bunlardan sorumlu olsaydık, aşağıda ki ayeti bizlere tebliğ eder miydi Rabbimiz? Zühruf 44: Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz. Allah çok açık bir hüküm vermiş ve demiş ki, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim, yani Kur’an dan sorumlusunuz. Lütfen dikkatle düşünelim. Bunu söyleyen bizlerin Yaratıcısı Allah. Bu sözlerden sonra, Kur’an da hükmü olmayan bir bilgiden, bizleri sorumlu tutar mı? Aslında başka örneklere gerek yok, ama gönüller düşünmeden başka yöne meyledince, ne yazık ki yeterli gelmiyor. Kur’an ın onay vermediği rivayetlere inanırsak, dinde çelişki yaratmış olacağımızın da farkında olmalıyız. Araştırmaya devam edelim. Yaradan bizleri nereye yönlendiriyor, sizce bu ayetleri tebliğ alan Allah elçisi, yukarıdaki sözü söyler mi? Enam 57: De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. İbrahim Sur.52.: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. Ahzap 2: Rabbinden sana vah yedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Enam Suresi 50: Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?" Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Maide Suresi 45. ayet; …. Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir. Bakın Allah ayetlerinde bizleri nasıl uyarıyor ve nereye yönlendiriyor. Yemin ederek, bizlerin bütün şanı, şerefi, kurtuluş reçetesi KUR’AN da olduğunu sizce daha nasıl açık söylesin. Kur’an ın kalp gözlerimizi açacağını, bizlere rehber olacağını söylüyor. Uyarılacağımız, aklı ve gönlü işleyenlerin ibret alacağı kitabın, yalnız Kur’an olduğu açıklamasını yapıyor. Hani en az Kur’an kadar peygamberimizde dine hüküm koymuştu? Allah bahsediyor mu bunlardan? Bahsetmiyor da, bizleri yalnız Kur’an a yönlendiriyorsa, nasıl olurda bunun tersini söyleriz? Ya da kelimeleri cımbızlayıp, onlara anlamlar yükleyerek iman ederiz? Düşünen, aklını kullanan yok mu? Allah yalnız, Rabbinizden size vah yedilene uyun diye ikazda bulunuyor. Allah elçisine söyle onlara, ben yalnız Allah dan vahyedilene uyarım diyerek, bizleri tekrar uyarıyor. Allah tan indirilene uymamızı, sakın velilerin sözlerine kanmamamız içinde uyarıda bulunuyor. Allah ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendisidir diyerek, bunlarda Allah katındandır diyerek, Kur’an dışından hükümlerle topluma hükmedenlerin, zalim oldukları hükmünü veriyor. Tüm bu ayetlerden sizler, bizlerin Kur’an dışından da Allah ın koymadığı hükümleri, peygamberimiz koymuştur diye mi anladınız. Yoksa sakın Kur’an ın dışına çıkmayın, Kur’an ın sınırlarını aşmayın, çünkü Allah ın elçisi de, yalnız Kur’an a uymuştur diye uyarıldığımızı mı anladınız? Peygamberimizin döneminde, Kur’an a iman etmek isteyen, ama atalarının hurafe itikatlarından da vazgeçmeyenlere, Rabbin gönderdiği ayetler çok düşündürücüdür. Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Araf 185: Onlar göklerdeki ve yerdeki sınırsız hükümranlık ve nizama, Allah’ın yarattığı her şeye, ecellerinin yaklaşmış olabileceğine hiç bakmadılar mı? Peki, bundan sonra artık hangi söze inanacaklar? Cahiliye dönemindeki aynı hata, ne yazık ki günümüzde de devam ediyor. Kur’an ın hükümleri yeterli görülmüyor. Allah size Kur’an yetmiyor mu diyerek uyardığı halde, sanki Rahmanla inatlaşırcasına, Kur’an bizlere yetmez denebiliyor. Ayrıca Kur’an dışından neredeyse, Kur’an kadar hatta daha fazla hükümleri de, dine peygamberimizin koyduğuna inanılıyor. Düşünebiliyor musunuz, verdiğim örnekte, Kur’an bize yeter diyenler adeta küçümsenerek, günahkâr ilan ediliyor. Hâlbuki peygamberimizin de yalnız Kur’an a iman ettiğini anlatan, o kadar çok ayet var ki. Allah Kehf 26. ayetinde açıkça hükmünü bakın nasıl veriyor. (Allah Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.) Tüm bu ayetleri görmezden gelerek, nasıl bir yolun yolcusu olduğumuzu, eğer anlayamıyorsak hala, söyleyecek sözün bittiği noktaya gelmişiz demektir. Gelelim yazımızın başındaki sözlerin devamına. Bakın devamında ne diyordu hatırlayalım. (Bize Kur’an yeter! Onda helâl olarak ne görmüşseniz onu helâl, neyi de haram görmüşseniz onu da haram kabul ediniz.’ diyeceği zamanlar yakındır. Bilin ki, Allah Resûlü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir.”) Sizce yukarıdaki sözleri peygamberimiz söylemiş olabilir mi? Yukarıda Ankebut 51 ve Araf 185. ayet aslında peygamberimizin söylemeyeceğinin kanıtıdır. Allah elçisine bakın görevi ile ilgili nasıl bir ayet indiriyor. Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Anlayana anlamak isteyene, o kadar çok ibretlik ayet var ki. Siz bu ayetten, Allah ın indirdiğinden başka hükümlerin de, elçisinin vereceğini mi anladınız. Yine bir ayetinde Allah elçisine deki onlara diyerek, bakın ne söylemesini istiyor. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Ne güzel, apaçık bir ayet. Ama tüm bunları görmeyenler, görmek istemeyenlere elbette sözümüz olamaz. Peygamberimiz ben, bana vahyedilenden başkasına uymam diyor açıkça, hala birileri inatla bunun tersini söyleyerek, peygamberimize iftira attığının farkında bile değil. Bakın haram ve helal koyma yetkisinde, Rabbin hükmü nasılda çok açık hatırlayalım ayetleri. Acaba Allah tan başka, elçisine de helal haram koyma yetkisi veriyor mu? Enam 150: Şunu da söyle: "Allah şunu haram etmiştir diye tanıklık edip duran şahitlerinizi getirin." Eğer tanıklık ederlerse sakın onlarla birlikte tanıklık etme! Ayetlerimizi yalanlayanlarla âhirete inanmayanların keyifleri ardınca gitme! Onlar, kendi Rablerine başkalarını denk tutuyorlar Enam 140: Şu bir gerçek ki, ilimsizlik yüzünden öz evlatlarını beyinsizce katledenlerle, Allah'ın kendilerine verdiği rızkları, Allah'a iftira ederek haramlaştıranlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. İnan olsun, sapıtmışlardır onlar; hiçbir zaman doğruyu ve güzeli bulamazlar. Sur. 116.; Yalan düzerek Allah'a iftira etmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "Şu helaldir, şu da haramdır!" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenler kurtulamazlar. Yunus 59. De ki: "Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz? Yukarıdaki ayetler, sizce ne anlatıyor helal ve haram koyma konusunda? Haram ve helal koyma yetkisinin, yalnız Allah ın olduğu çok açık belirtiliyor. Allah ın haram demediği bir şeye haram diyenlerin, Allah a iftira attığı bilgisi veriliyor. Allah a iftira atanların, mahşer günü yüzlerinin simsiyah olacağını ve doğru cehenneme gideceklerini de, bir başka ayetinde Allah bildiriyor bizlere. Kur’an öyle devre dışı bırakılmış ki, Allah ne söylüyorsa, tersine iman ettiğimizin farkında bile değiliz. Hakka 44–45–46: Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Bu kadar açık bir ayet varken, hala peygamberimizin, Kur’an dışından, haram hükmü koyma yetkisi vardır diyerek, ne denli yanlış yolda olduğumuzu göremiyoruz. Allah bizim gönderdiğimiz Kur’an ın dışında, bunlarda Allah katındandır demiş olsaydı elçimiz, onun açıkça canını alırdık dediği halde, nasıl olurda bizler bunun tersine hala inanırız? Bunun izahını ben yapamıyorum. Allah elçisine kullarını uyarmak ve yol göstermek için yalnız ve yalnız Kur’an ı gönderdiğini, bakın bir başka ayetinde nasıl tekrar anlatıyor. Enam 19: De ki: “Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Allah benimle sizin aranızda şahittir. İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu. …….. Allahın elçisinin, bakın bizlere ne söylemesini istiyor. (İşte bu Kur’an bana, onunla sizi ve eriştiği herkesi uyarayım diye vahyolundu.) Bu ayetten de ders almayana, ne anlatsak boşuna demektir. Gözler perdeli, gönüller mühürlüyse, ne söylesek fayda etmeyecektir. Şimdi de peygamberimizin Kur’an süzgecinden geçen, gerçekten onun söylemiş olabileceği o güzel hadislerinden, bu konuyla ilgili örnekler vermek istiyorum. Bu örnekleri birçok kez verdim. Ama işine gelmeyenler bunları da görmezden geliyor. Allah Kur’a na göre amel eden kavimleri yükseltir, onun gösterdiği yoldan gitmeyenleri de alçaltır. Rivayet Ömer b. Hattab Müslim Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. İbni Hişam Siret 4 sayfa 332 Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20 Yazdığım hadislerin, eğer peygamberimizin sözleri olduğuna inanıyorsak, yazıma konu olan hadis diye nakledilen sözlerin, peygamberimize ait olduğunu söyleyenler, Allah ın elçisine iftira attığının, bilincinde olmalıdırlar. Hepimiz imtihandayız. İmtihanımızın asıl kaynağının, Kur’an olduğunu Allah söylüyorsa, sizce kime güvenmeliyiz, onun seçimi herkesin kendisine kalmıştır. Dilerim cümlemiz doğru seçimi yapan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'AN IN KADINA VERDİĞİ GERÇEK DEĞER.
Bugün sizlerle, Yaradan acaba Kur’an da kadını ve erkeği nasıl anlatmış, ikisi arasında bir ayrım yaparak, erkeği daha mı üstün göstermiş, onu anlamaya çalışacağız. Yazı biraz uzun ama lütfen konuyu anlamak istiyorsak, sabırla okuyalım. Gerçekten söylendiği gibi Kur’an erkeğe önem vermişte, kadını ikinci plana mı itmiş, şahitlik olarak bir erkeğin iki kadına eşit olduğunu mu anlatmaya çalışmış, ya da kadın mirastan her zaman erkekten daha az mı almalı demiş? Erkeğin haklarını, her zaman kadının haklarından daha mı üstün olarak anlatmış, daha doğrusu Kur’an erkeği yüceltip, kadını yermiş mi, onu araştırmaya çalışacağız Kur’an dan. Tam bunları söylerken, bazı uydurma hadisler geldi aklıma. Doğrusu bunları hiç yazmak istemiyorum, ama hatırlatmakta bence biraz yarar var sanırım. Bizleri dünyaya getiren analarımıza, kadınlarımıza, Kur’an dan nasibini almayanlar, bakın neler söylemişler, hem de peygamberimize iftira atarak onun üstünden bu sözleri naklederek. Önce kısaca onlara bakalım, daha sonra bizlerin rehberi KUR’A NA danışalım, bakalım aşağıdaki sözleri onaylıyor mu? 1.Eğer bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emretseydim, erkeklerin kadınlar üzerinde olan haklarından dolayı kadınların erkeklere secde etmelerini emrederdim. Tirmizi, Rada, 10/1159; Ebu Davud, Nikah 40/2140 Ahmed b. Hanbel, Müsned VI, 76; İbn Mace, Nikah 4/1852 2.Kocanın vücudu irin ile kaplı dahi olsa ve karısı onu yalayarak temizlese yine de kocasının hakkını ödemiş olmaz. İbni Hacer El Heytemi 2/121 Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 239 3.Ey kadınlar! Eğer kocalarınızın size olan haklarını bilseydiniz, ayaklarının tozunu yüzlerinizle silerdiniz. Hafız Zehebi Büyük Günahlar Sayfa 187 4.Kadınların dinleri ve akılları eksiktir. Sahihi Buhari 5.Kadınlar arasında iyi kadın, yüz tane karga arasında alaca bir karga gibidir. Sahihi Buhari. 6.Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz ve çok istiğfar ediniz. Çünkü ben Cehennem halkının çoğunun sizler olduğunu gördüm. Müslim, İman, 34/132 İbn Mace, Fiten 19/4003 7.Bir kadın kocası kendisinden razı olduğu halde ölürse Cennete girer. Riyazus salihin. 8. Kadınların hayırlısı, erkeklerin yaramazlıklarına, kötü huylarına sabredendir, bu sabır onların cennete girmesine sebeptir. Kadınlara Dini Bilgiler sayfa:88 Yukarıda verdiğim birkaç örnek bile geleneğin, yani mezheplerin, hadislerin kadın üzerindeki bakış açısını göstermektedir. Böyle bir düşünce ve baskının ürünü sonucunda, acaba kadın gerçek yerini almış mıdır dersiniz İslam toplumunda? Yorum sizlerin. Şimdide Rabbin gönderdiği ve de sorumlu tuttuğunu söylediği Kur’ana bakalım, acaba Kur’an kadın ve erkek arasında gerçekten ayrım yapıp, erkekten yana mı tavır almıştır, yoksa tam tersine kadının yanında mı yer almıştır, hep birlikte inceleyelim ve ayetleri etki altında kalmadan düşünelim. Yüce Rabbimiz Kur’an da kadınlardan bahsederken, çok ilginç örnekler verir. Örneğin peygamber olmasına rağmen Nuh peygamber ile lut peygamberin eşlerinin kendilerine tam iman etmeyip, onun istemediği şeyleri yaparak, yoldan çıkmalarını örnek verir ve derki, onları benim azabımdan kimse kurtaramaz. Sonunda da peygamber olmasına rağmen, eşleri dahi kendilerini kurtaramayıp, Allah ın nasıl cezalandırdığı anlatılır. Bunun tam tersi örneğini de verir Kur’an. Firavunun iman etmediği ve kendisini tanrı ilan etmesine rağmen, eşinin Allah a iman eden ve her şeyi Allah için terk eden bir hanif kul olduğu anlatılır. Burada anlatılmak istenen, herkesin yaptıklarından hesaba çekileceği ve kimsenin kimseye fayda sağlayamayacağı anlatılmak istenir. Yine çok özel bir kadın olarak Kur’an Hz. İsa nın annesi Meryem anamızdan bahseder, hatta onun annesini de anlatır. Çok özel bir değerle anlatılan bu kadınların nasıl mükâfatlandırıldığı da çok dikkat çekicidir. Bakın Rabbim Meryem anamızı, yani bir kadını nasıl bir mertebeye oturtuyor. (Ali İmran 42: Bir de melekler şöyle demişlerdi: “Ey Meryem, Allah seni seçti. Seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınları üstüne yüceltti.) Meryem anamızın, bir erkek olmadan da Rabbin emriyle evlat sahibi olunacağı, aslında erkeklerin üstünlük taslamalarına da ibretlik bir ders taşır. Onun sabrı anlatılır ve övgüyle bahsedilir. Yine Musa peygamberimizin çocukluğunu anlatır Kur an. Lütfen dikkat edin, babasına değil annesine vahye dilerek, çocuğu bir ırmağa bırakılması emredilir. İşte burada çocuğunun kurtarılması için bir annenin nelere katlanacağı anlatılır. Çocuk nehre bırakılacak ve kurtarılacağı söylendiğinde de, bu emir yerine tereddütsüz getirilecektir, ana tarafından. Acaba neden babasına değil de, annesine vahye diliyor dersiniz? Burada annenin evlat sevgisi babadan daha üstün olduğunu anlatıyor aslında Rabbim bana göre. Bu kadar güzel örnekleri veren Allah, acaba kadın ve erkeği ayırt edip, erkeği daha üstün tutar mı sizce. Şimdide onu araştıralım ayetlerde. (Hucurat 13: Ey insanlar! Biz sizi, bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve örfler yoluyla tanışıp kaynaşasınız diye sizi milletlere, boylara ayırdık. Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanınızdır. Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.) Önce yukarıdaki ayete bir bakalım. Yaratan bizleri erkek ve dişi olarak yarattığını söylüyor ve hiçbir ayrım yapmadan sonunda ne diyor lütfen dikkat. (Hiç kuşkusuz, Allah katında en seçkininiz, sakınılması gereken şeylerden en çok sakınanınızdır.) Demek ki Allah katında seçkin, yani özel bir konumda olmak, erkek olmakla değil, sakınılması yani Allahın yasakladığı şeylerden uzak durmakla oluyormuş. Şimdide şu ayete bakalım. (Mümin 40: Kötü bir iş yapan, sadece yaptığı kadarıyla cezalandırılır. Erkek ve kadından mümin olarak iyi bir iş yapana gelince, işte böyleleri cennete girerler ve orada hesapsız bir biçimde rızıklandırılırlar.) Allah dikkat ederseniz, mükâfatlandıracağını cennete, yine hiç ayrım yapmadan, mümin olarak iyi işler yapan kadın ya da erkek hepsini sokacağını açıkça söylüyor. Şimdi yazacağım bu ayet ise herkesin kendisine, kazandığından ayrı bir pay olduğunu, bakın ne güzel açıklıyor. (Nisa sur.32: Allah'ın, bir kısmınıza bir kısmınızdan farklı olarak lütfettiği şeyleri isteyip durmayın. Erkeklere kendi kazandıklarından bir pay var; kadınlara da kendi kazandıklarından bir pay var. Allah'tan, O'nun lütfunu isteyin! Allah, her şeyi iyice bilmektedir.) Şu ayete de lütfen dikkatle bakalım. (Nisa 124: Erkek veya kadın, inanmış olarak hayra ve barışa yönelik işler yapanlar cennete gireceklerdir. Ve zerre kadar zulme uğratılmayacaklardır.) Demek ki önemli olan, hayra ve barışa yönelik işler yapmak, ister erkek ol, isterse kadın. (Tevbe sur. 71: Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır…..) (Aliimran 195: Rableri onlara cevap verdi: “Ben sizden, erkek-kadın hiçbir çalışanın ürettiğini boşa çıkarmayacağım. Hep birbirinizdensiniz…….) Bu ayette ise mümin erkek ve kadın birbirinin dostlarıdır diyor, acaba hangi dost kendi arasında sen üstünsün ben üstünüm çekişmesine girer dersiniz? Erkek ya da kadın, hiçbir çalışanın boşa çıkarılmayacağının müjdesini Yaradan veriyor, acaba ayrım olsaydı böylemi olurdu. Şimdide günümüzde çok tartışılan bir konuyu, Kur’an dan açıklığa kavuşturmaya çalışalım. Önce şunu düşünmenizi istiyorum, çünkü Yaradan Kur’an da her şeyden o kadar güzel bahsetmiş ki, hiçbir açık kapı bırakmamış. Düşünmenizi istediğim şey acaba hangimiz, ölümün bizlere geleceğini düşünüp de, biran evvel vasiyet edelimde, öldükten sonra kimlere nasıl ve ne kadar miras bırakılacak belli olsun, diye düşünürüz? Ya da bunu ne zaman yapmamız gerekir dersiniz? Kırk yaşında mı, elli yaşında mı, altmış yaşında mı, yoksa daha sonraki yıllarda mı yapmalıyız? Acaba ne zaman öleceğimizi düşünebiliyor muyuz ki bir vasiyette bulunmayı aklımıza getirelim. İşte Yüce Rabbimiz tüm bunları hesap ederek, her iki durum hakkında da açıklama yapmıştır. Kur’an bakın önce nasıl bu konuda bizleri uyarıp bir vasiyette bulunmamızı öncelikle istiyor. Çünkü geride yalnız eş ya da çocuklar değil, başka yakınlarımız ve akrabalarımızda olabilir düşüncesiyle. Şimdi bu ayetlere göz atalım. (Bakara sur.180: Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur. 181: Kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirse hiç kuşkusuz bunun günahı onu değiştirenler üzerinedir. Allah her şeyi işitir, her şeyi bilir. 182. Kim vasiyet edenin haksızlığa sapmış veya günah işlemiş olmasından endişelenip de ilgililerin arasını bulursa, ona günah yoktur. Allah çok affedici, çok merhamet edicidir.) ( Maide sur. 106: Ey iman edenler! Herhangi birinize ölüm gelip çattığında, vasiyet zamanı aranızdaki tanıklık şöyle olsun: Kendinizden adalet sahibi iki kişi yahut yolculuk etmekte iken ölüm musibeti başınıza geldiyse sizin dışınızdan iki kişi. Bunları namazdan sonra alıkoyarsınız; kuşkulanırsanız şöyle yemin ederler: "Vallahi, yakınlarımız da olsa yeminimizi hiçbir ücret karşılığı satmayacağız, Allah'ın tanıklığını saklamayacağız. Çünkü böyle yaparsak mutlaka günahkârlardan oluruz.) Demek ki Allah önce emrettiği ve Allah tan korkan, yani adaleti sağlamak isteyenler için üzerine bir borç olarak, vasiyet etmemizi istiyor. Ayrıca vasiyet ederken nasıl tanık tutmamız gerektiğini de, ne kadar güzel açıklıyor. (Nisa suresi 7: Ana-baba ve akrabanın geriye bıraktığından erkeklere bir pay vardır. Ana-baba ve akrabanın geriye bıraktığından -onun azından da çoğundan da- farz kılınmış bir nasip olarak kadınlara da bir pay vardır.) Şimdide bu ayete lütfen dikkat edelim ve o devri düşünelim. Kadınların parayla alınıp satıldığı o dönemde dahi Rabbimiz, kadınları nasıl erkek ve kadın eşit tutuyor ve bakın ne söylüyor. Ana baba ve akrabanın geriye bıraktığından erkeklere bir pay vardır derken, devamında ise çok güzel bir açıklama getiriyor ve bakın ne söylüyor, acaba erkeğin yarısını mı diyor, ya da daha azımı diyor? ( onun azından da çoğundan da- farz kılınmış bir nasip olarak kadınlara da bir pay vardır.) Demek ki bir pay ona da var, hatta çok ilginçtir azıda olabilir çoğu da, ama ona da bir pay var diyerek, onunda adaletli bir hisse almasını nasılda garanti ediyor. Şimdide bu ayetler ışığında, günümüzde yukarıdaki ayetleri hiç görmeden yorum yaptıkları ayete gelelim. Bu ayet hiç vasiyet edemeden ölen insanlara bir tavsiye niteliğinde bir ayettir, burada bile kadının hakkının en az olabilecek, dikkat ediniz tekrar ediyorum, kadının hakkının en az erkeğin yarısı kadarının altına düşmesini engellemek adına yapılmıştır. Yoksa yarısı kadar verin anlamında değil, çünkü yukarıda asıl mirasın, nasıl dağıtılması gerektiği ayetlerini yazmıştık. Asıl yapılması gereken vasiyetti. Hatta azından da çoğundan da verilebileceğini söylüyordu. (Nisa suresi 11: Allah size çocuklarınızla ilgili olarak şunu öneriyor: Erkek için, iki dişinin payı kadar. İkiden fazla kadın iseler ölenin bıraktığının üçte ikisi onlarındır. ……) Bu ayetin esas amacı, daha önce söylediğim gibi, vasiyet yapmayan insanlara, kadının mirasını korumak ve erkeklerin kadınların hakkını alma ihtimalini en aza indirmek, kadınların hakkını garantiye almak amacını taşımaktadır. Burada Rabbimiz, aslında yine erkekler farkında olmadan, kadınlara iltimas geçmiştir. Miras dan en az erkeğin yarısını garanti ettikten sonra, kadın evlendiğinde kendisine bir mehiri, yani maddi bir menfaat sağlandıktan, bazı şeyler bağışlandıktan sonra evlenme emrini getirmiştir. Düşünün lütfen, kadının erkekten daha az miras alma durumunda bile ki, bu her zaman olmayabilir en kötü durumda böyledir, buradan eksiği tamamlanmış, hatta erkekten daha fazla olabilecek duruma gelmiştir. Bakın Allah yine miras konusunda başka bir örnek verirken, nasıl vasiyetten bahsediyor, eğer vasiyet yoksa açıkça nasıl dağıtılması gerektiğini anlatıyor. (Nisa 12: Zevcelerinizin geriye bıraktığının yarısı sizindir, eğer onların çocuğu yoksa. Eğer onların çocuğu varsa, vasiyet ettikleri ve borçları ödendikten sonra geriye bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Eğer sizin çocuğunuz yoksa bıraktığınızın dörtte biri zevcelerinizindir. Eğer sizin çocuğunuz varsa bu durumda, yaptığınız vasiyet ve borcunuz ödendikten sonra geriye kalanın sekizde biri zevcelerinizindir. Eğer miras bırakan erkek veya kadının ana-babası ve çocuğu yok da erkek kardeşi veya kız kardeşi varsa, bu kardeşlerden her birine altıda bir düşer. Kardeşler bundan fazla ise bu takdirde onlar, yapılmış bulunan vasiyet ve borç ödendikten sonra üçte bire ortaktırlar. Kimseye zarar verilmemelidir. Allah'tan bir öneridir bu. Allah Âlim’dir, Halim’dir.) Demek ki Allah önce vasiyeti öneriyor ve bunun üzerimize borç olduğunu söylüyor. Daha sonrada vasiyet etmeyenlere ise, öneride bulunarak kadının da mirastan en az erkeğin payının yarısı kadar almasını garanti ediyor, ama dikkat edin yarısını alır fazla almaz diye kesin hüküm vermiyor, çünkü diğer ayetlerinde kadın için, azını ya da çoğunu da alabilir diye belirtiyordu. Eksik alması durumunda bile, yine kadının bu hakkını evlendiğinde, belki de çok fazlasını alarak, erkekten daha iyi duruma gelebiliyor. Şimdide yine bazı kesimin, Kur’an da kadının şahitliğinin kabul edilmediği, hatta iki kadın bir erkeğe bedel olarak gösterildiğinin Kur’an da yazdığını söylüyorlar, acaba Rabbimiz böyle mi söylüyor, yoksa ona iftiramı atıyorlar, şimdide ona bakalım. (Bakara 282: Ey iman sahipleri! Belirli bir süre için birbirinize borç verdiğinizde onu yazın. Aranızda bir yazıcı adaletle yazsın. Yazıcı, Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın. Borç altına giren kişi de onu kayda geçirtsin ve Rabbinden korksun da borcundan hiçbir şey eksiltmesin. Borç altına giren, aklı ermez yahut zayıf-çaresiz biri ise yahut yazdırmaya gücü yetmiyorsa, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu kadınlardan biri şaşırırsa/unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir…………..) Yukarıda yazan ayeti okuyup, konumuz olan kısmı alıntı yapalım. (Erkeklerinizden iki kişiyi de tanık tutun. Eğer iki erkek yoksa rızanızla kabul edeceğiniz tanıklardan bir erkek ve iki kadın gerekir. Bu kadınlardan biri şaşırırsa/unutursa ötekisi ona hatırlatsın diyedir. Tanıklar, çağırıldıklarında çekimser davranmasınlar.) Ayette yapılan açıklamaya baktığımızda, Allah ticarette hâkim kişi olarak erkeklerin önce tanık olmasını özenle istiyor. Peki, daha sonra söylediği söze bakalım, yani iki erkek bulamadığınızda bir erkek, iki kadın tanık olmalıdır mı diyor? Yoksa bir erkek iki kadın belirlendikten sonra tanıklık yapılması gerektiğinde, kadınlardan birisi unutur ya da şaşırsa diğeri devreye girsin mi diyor? İşte Kur’anı ve ayetleri kendine uyduranlar, Allahın ne söylemek istediğini değil, nasıl anlamak istediğine göre anlayanlar, ne yazık ki bu inceliği görmezden gelip, bir erkek iki kadına bedeldir deme cehaletini göstermişlerdir. Allah burada kadını koruma altına alarak, onu yalnız bırakmadan, üzülmesini istemediğinden yanına yardımcı bir güç olması kaydıyla, başka bir kadının olmasını da özellikle istemiştir. Dünyanın erkek hükümranlığında olduğunu düşünün lütfen. Tanık olarak bir kadın ve bir erkek olduğunu da hayal edin. Tanıklık gerektiğinde ve de erkeğin, kadının söylediğinin tersine söylemesi durumunda, tek başına kalan kadına mı inanır toplum, yoksa erkek hâkimiyetindeki erkeğe mi? Ama itiraz durumunda, gerektiğinde iki kadın devreye girmesi halinde, hem kadın yalnız kalıp baskı görmeyecek, hem de gerçekler ortaya çıkacaktır. Burada anlatılmak istenen, bir erkek karşısında iki kadının şahitliği kabul edilir olması mümkün olmadığı gibi, kadın korunup kollanmaktadır. Birde o devrin kadınını düşünün, parayla alınıp satılan bir meta gibi görülmesi ve gerçek değeri verilmemesi konumunu da göz ardı etmeyiniz. Demek ki bir erkek, iki kadın sözünden anlamamız gereken, erkeğin karşısında ters bir durumda, kadının tanıklığının tersine hareket edilmesi halinde, kadının yalnız kalmayıp, korunması yalnız bırakılmaması ve tanıklık gerektiğinde çekimser davranmaması için olduğu anlaşılıyor. Yoksa bir kadın ve bir erkek yeterli oluyor. Şimdide sizlere Kur’an ın kadına ve erkeğe nasıl eşit baktığına, hatta kadının tarafında olduğunu, onun sözüne daha çok önem verildiğini örnek ayetle göstermek istiyorum, önce ayetleri yazalım. (Nur suresi 6: Kendi eşlerine bir zina isnat edip de kendilerinden başka tanıkları olmayanların her birinin tanıklığı, kendisinin kesinlikle doğru sözlülerden olduğu hususunda Allah'a yeminden ibaret dört kez tanıklık ikrarıdır. 7. Beşincide, eğer yalancılardansa, Allah'ın laneti üzerine olsun diye söz söyler.) Ayeti okuduğumuzda aslında her şey anlaşılıyor, bir erkek kendinden başka şahidi olmayıp, karısına zina suçlaması yaparak, diyelim ayrılmak istedi. Bakın bakalım Yüce Rabbimiz kimin sözünü dinliyor ve ondan yana çıkıyor. Bu ayette erkeğin dört kez yemininden sonra beşincide söylediği, eğer yalan söylüyorsam, Allah ın laneti üzerime olsun demesine rağmen, şimdide bakalım kadına nasıl bir cevap hakkı vermiş. Yoksa erkek böyle söyledi diye kabul edip, kadın cezalandırılmalı hükmünü verip, boşayabilirsin mi demiş? (Nur sur.8: İtham edilen eşin, itham eden kocanın kesinlikle yalancılardan olduğuna ilişkin, Allah adına dört kez yemin şeklindeki tanıklığı, ondan cezayı düşürür. 9: Bu durumda kadının beşinci sözü, suçlayan erkek doğru söyleyenlerdense, "Allah'ın gazabının kendisi üzerine Olması”nı söylemekten ibarettir.) İşte Rabbin adaleti ve bakın nasılda suç isnat edilen kadın olmasına rağmen, bu işi yapmadığına yemin eden kadının yanında yer alıyor Allah. Demek ki bu Kur’an, bu din erkek sultasında değil, tam tersine eşit ve kadının da korunmasına daha sıcak yaklaşıyor. Örnekler vermeye devam edelim, acaba Kur’an kadın ve erkeğe farklımı davranıp, erkeğin yanında mı yer alıyor, yoksa bazen tam tersine yukarıda gördüğümüz gibi birazda kadınımı kolluyor. (Nisa sur. 15: Kadınlarınızdan eşcinsellik/sevicilik yapanlara karşı içinizden dört tanık getirin; eğer tanıklık ederlerse o kadınları, ölüm canlarını alıncaya ya da Allah kendileri için bir yol açıncaya kadar evlerde tutun.(dışarı çıkarmayın) Ayete baktığınızda kadınların eş cinsellik yapmaları halinde, önce dört şahit getirilmesi koşulunu koyuyor Allah. Daha sonrada bu kanıtlanmışsa bu işten vazgeçene, Allah doğruya yöneltene kadar evlerin dışına çıkarmayın diyor. Şimdide bu işi yapan yani eş cinselliği erkek yaparsa nasıl davranılmasını istiyor onu görelim. (Nisa sur. 16: Eşcinselliği içinizden iki erkek yaparsa onlara eziyet edin. Bu ikisi tövbe eder, durumlarını düzeltirlerse onlara eziyetten vazgeçin. Allah Tevvâb'dır, tövbeleri çok kabul eder; Rahîm'dir, merhametine sınır yoktur.) Bakar mısınız, Yaradan her iki cins aynı suçu işlemesine rağmen, kadına evde doğru yolu bulana kadar alıkoyma cezası veriyor, erkeğe ise ceza olarak vazgeçene kadar eziyet edilesi emrini veriyor. İşte Rabbin kadını bu halde bile nasıl koruyup kolladığının ve açıkça kadının tarafında olduğunun delilidir. Şimdide açık fuhuş yapan erkek ve kadına bakın nasıl aynı cezayı verilmesini emrediyor hiç ayrım yapmadan. (Nur sur.2: Zina eden kadınla zina eden erkek... Yüz vuruş vurun her birinin ciltlerine... Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini konusunda bunlara acıma duygusu sizi yakalamasın. Müminlerden bir grup da bunların cezalarına tanık olsun.) Şimdide sizlere, Rahmanın kadınlarımıza nasıl önem ve öncelik verdiğini gösteren, bir başka ayeti örnek vermek istiyorum. Peygamberimiz döneminde ailede geçen bir olayın neticesinde kadının şikâyetine derhal cevap veren Rabbim, bakın nasıl ayetini indirmiş hemen. Ama önce ayetin indirilme sebebini kısaca anlatalım. Bir kadın peygamberimize şikâyete geliyor ve şunu söylüyor? Ben kocamı çok seviyorum, ama kocam bana artık seni anam gibi görmeye başladım diyor, ama ben bunu kabul edemiyorum ve eşim benden bunu öne sürerek boşanmak istiyor diye şikâyete geliyor. O devirde geleneklerinde olan ve kabul gören bir boşanma sebebi olarak, erkekler genelde bunu gösterirler ve boşanırlarmış. Yani erkeğin artık seni anamın sırtı gibi görüyorum, seninle yatamam anlamında imiş. (Bu kelimenin Arapça anlamı ve Kur an da geçen kelimesi ZIHAR) Peygamberimize bu şikâyetini anlatan kadın, ondan bir karar vermesini istemiş. Ama o güne kadar bu konuda herhangi bir ayet inmediğinden de, peygamberimiz karar verememiş ve geleneklerin uygulanacağını söylemiş. Tabii ki bu durumda üzülen kadının feryadını ve duasını o Yüceler yücesi Rabbimiz duymuş, bakın nasıl bir ayet indirerek, kadının tarafını tutan ve bu bahaneyi artık kaldıran ayetini indirmiş. (Mücadile sur.1: Allah, kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü işitmiştir. Allah, ikinizin karşılıklı konuşmasını işitir. Çünkü Allah en iyi işiten, en iyi görendir. Mücadile sur.2: İçinizden, kadınlarına zıhar edenlerin, o kadınlar anneleri değildir. Onların anneleri ancak kendilerini doğuran kadınlardır. Böyleleri, kabul edilemez bir söz ve boş bir lakırdı sarf ediyorlar. Bununla birlikte Allah, gerçekten çok affedici, çok bağışlayıcıdır) Bu ayetleri boşuna örneklerle vermiyor Rabbimiz, hepsinden bir ibret ve dersler alınsın istiyor. Şimdide bir başka örneğe bakalım, acaba Yaradan kadının namus konusunda dikkatini çekiyor da, erkeğin dikkatini çekmiyor mu dersiniz? Çünkü her nedense biz erkekler kendimizden bahsetmeyip, suçu kadınlara atarız. Bakalım Allah nasıl ikaz ediyor. (Nur 30: Mümin erkeklere söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını/ırzlarını korusunlar….Nur 31: Mümin kadınlara da söyle: Bakışlarını yere indirsinler. Cinsel organlarını/ırzlarını korusunlar……) Demek ki öyle yağma yok, her iki cinste kendisini haramdan sakınacak. Yaradan asla bahsetmemesine rağmen, biz erkekler kadının saçını namahrem kılarak, onun kıyafetini Allah kesinlikle tarif etmediği halde, ellerine bile yazın eldiven giydirerek, Allah emridir diyenler, bir gün elbette Rabbim e hesap verecektir. Ama her ne hikmetse erkeğin kıyafet serbestliği çok daha rahat ve özgür, buda düşünen bir Müslüman için bir ibrettir. Yukarıda Allah ın Kur’an da, kadınlarımıza bakış açısını anlatmaya çalıştım. Hata ve eksiklerimden dolayı Rabbim bağışlasın beni. Birilerinin söylediği gibi, kadın ikinci sınıf bir insan değil, tam tersine Rabbin huzurunda anlayana, birinci sınıf insan muamelesi yapıyor ve onun tarafını tutuyor. Bunları anlamak zor değil, yeter ki Kur’anı anlayarak birçok kez okuyalım. O zaman bize anlatılanların nasıl hurafe, dedikodu ve Rabbin sözüyle sanıdan öteye gitmediğini göreceksiniz. Allah yardımcımız olsun. Çünkü günümüzde Kur’an tozlu raflara mahkûm edilerek, siz Kur’anı anlayamazsınız sözleriyle, ona başvurmak yerine, bizi ciltlerce dolusu velilerin rivayet kitaplarına mahkûm ediyorlar. Şu ayeti hiç unutamıyorum, bakın mahşer günü peygamberimiz Rabbim e nasıl seslenecekmiş, bunu bile Allah bizlere hatırlatıyor, ama duyan, ders alan, aklını zerre kadar çalıştıranlar nerede acaba? (Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. ) Evet, şanı yüce asil peygamberimiz çok doğru, Kur’an üzerinde düşünmedik aklımızı hiç kullanmadık. Allah karşınızda okunan Kur’an sizlere yetmiyor mu diye açıkça söylemesine rağmen, onu dinlemedik, Kur’an da her şey yoktur o özet bilgiyi içerir diyenlere inandık. Ne olur bağışla bizleri Rabbim. Ne olur affet bizleri ve gözlerimizdeki perdeyi, gönüllerimizdeki ve kulaklarımızdaki mühürü kaldır ki, Kur’an gerçeklerini artık görebilelim. Yoksa öyle bir bataklığın içine sürükleniyoruz ki, bir daha çıkış asla mümkün olmayacak. Ne olursun affet ve yardım et bizlere. Sen affedicisin bağışlayıcısın ÂMİN. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KIYAMET ALAMETLERİ VE HZ. İSA NIN GELECEĞİ KONUSU.
Daha önceki Diyanet İşleri Başkanlığı dönemlerinde, Hz. İsa nın geleceği konusunun Kur’an da geçmediğini ve Kur’an dan onay almadığını söylemişlerdi. Fakat yeni atanan başkanımız, sanırım bu düşünceye katılmıyor ki, Diyanet sitesinde Hz. İsa nın geleceği konusu, kıyamet alametleri arasında geçiyor. İşte bizlere dini anlatmakla görevli makamların üzücü ve bir o kadarda düşündürücü hali. Bizler İslam ı böyle öğreniyor ve yaşıyoruz, Rabbim yardımcımız olsun.
-
KIYAMET ALAMETLERİ VE HZ. İSA NIN GELECEĞİ KONUSU.
Hani ansızın başımıza patlayacaktı, hani hiç farkında bile olmayacaktık? Tekrar şu soruyu soralım buna inananlara; Acaba Hz. İsa geldiğinde onu nasıl tanıyacağız? Madem gelecek Allah onu nasıl tanıyacağımızın işaretini de vermeli değil mi bizlere Kur’an da? Nasıl emin olacağız onun olduğuna? Hatırlayın Papaya kurşun sıkan Ağca ne dedi? Ben İsa Mesih im demedi mi? Hatta birçok Hıristiyan bile inandı buna. Sormak isterim Hz. İsa nın geleceğine inananlar, acaba buna inandı mı? Yaksa akıllarından acaba diye bir sorumu geçti? Öyle hesaplar yapılıyor ki, peygamberimizin sözleri diye aktarılanların içinde, Onun gelişinin 1500. yıllarında, Hz. İsa ve deccalın geleceğini söyleyenler, bu tarihin bu yüzyılda gerçekleşeceğine inananlar var aramızda. Peygamberimizden bu yana yaklaşık 1400 yıl geçti, o zaman bu önümüzdeki yüzyılda hem deccal gelecek, hem de Hz. İsa gelecek ve kıyamet kopacak diyorlar ve inanıyorlar. Araf 187. ayette ne diyordu hatırlayalım Rabbim. (." Sen onu iyice biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: "O'na ilişkin bilgi Allah katındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar.) Şimdide bu sözler üzerinde tekrar düşünelim. Allah bu bilginin kimsede olmadığını söylemesine rağmen, günümüzde uydurulan ve Kur’an ın hiç bahsetmediği, kıyamet alametlerini hatırlayalım. Öyle şeyler uyduruluyor ki, peygamberimizin Hz. İsa nın geleceğini söylediğini söylemekte, hiçbir kusur görmüyorlar. Hâlbuki Peygamberimiz kendisinin en son peygamber olduğunu bizlere bildirmemiş miydi Kur’an da? Kur’anın hiç bahsetmediği deccal konusuna gelelim şimdide. Bundan Kur’an asla bahsetmez, ama peygamberimizin hadisidir diye, bizlere çok detaylı anlatırlar bu konuyu. Bakın deccal konusunu, Diyanet İşleri başkanlığına sordum ve nasıl bir cevap aldım aynen aktarıyorum. (DECCÂL: Kıyamete yakın bir dönemde çıkıp İslâm dinini ve ümmetini ifsad edip kötülüklere sürükleyecek olan ve aynı zamanda kıyametin alametlerinden sayılan biri. Deccâl'in çıkması haktır. Deccâl, belli bir şahıs olup, Cenâb-ı Allah onunla, kullarını imtihan edecektir. Deccâl olsun, diğer kıyamet alâmetleri olsun bizim için gaybdır. Bunlar hakkında bilgi edinmemiz ancak nakil (Kur'ân ve hadis)le mümkün olur. Akılla verilebilecek bilgilerin isabet etmeme ihtimali büyüktür. Öteden beri kıyâmet alâmetleriyle ilgili olarak çok te'vîller yapıla gelmiştir. Herhangi bir dayanağı olmayan bu te'villerin geçerliliği de yoktur. Ayrıca bunlar, akılla ulaşılamayacak bilgiler olduğundan, yapılacak te'viller, halkı yanlış bilgilendirme vebâline sevk edecektir. Aynı yanılgı ve vebâl bunun için de söz konusudur. Hz. Peygamber de ümmetini Deccâl'e karşı uyarmıştır. Zira Deccâl, bazı harikalar gösterecek ve tanrı olduğunu iddia edecektir. İmansızlarla, bazı zayıf imanlılar, ona kanacaktır. İmanı kuvvetli olanlar ise kanmayacaklardır. Dünya, imtihan yeridir. İnsanlar bu dünyada imtihana tabi tutulmaktadırlar. Deccâl da bir imtihan vesilesidir. Allah'ın kendisine verdiği güçle birtakım hârikalar gösterecektir. Deccâl'in göstereceği harikalara "istidrâc" denir. İstidrâc, "inançsız ve şerîr kimselerin arzularına uygun olarak gösterdikleri hârikalara" denir.) Yukarıdaki yazı Diyanetin bana verdiği cevap, dikkat ederseniz bu konuyla ilgili Kur’an dan tek bir bilgi yok. Bu konuda fazla bir şey yazmak istemiyorum, ama doğrusu Dini bizlere anlatmakta görevli bir makamın şu sözleri beni çok üzdü. ( Deccâl'in çıkması haktır.) Bir insanın dinde HAK olduğunu söylemesi için, Kur’an ın yani Rahman ın emretmiş olması gerekir. Ama düşünebiliyor musunuz, Allah bahsetmediği halde, buna HAK tır iman etmemiz gerekir denebiliyor. Diyanet bu, sağı solu belli olmuyor demekten başka, elimden bir şey gelmiyor. Peygamberimizin deccala karşı bizi uyardığını söyleyen Diyanete, şunu sormak isterim. Acaba Yüce Rabbimiz, bizi deccala karşı uyarmadı da, bu görevi peygamberimize mi bıraktı dersiniz? Hani Kur an bizim için rehberdi, hani her şeyden nice örnekler vardı orada. Bakın sözler Kur’an ın süzgecinden nasılda geçmiyor. İşte İslam ın günümüzdeki durumuna acı bir örnek. Buna benzer o kadar dine ilaveler var ki. Deccalın belirli bir şahıs olduğunu söylüyorlar ve bizleri Rabbin imtihan edeceğini belirtiyor. Allah bunu her zaman yaptığını ve yapacağını zaten Kur’an da söylemiyor mu? Bu Dünyada hepimiz, her gün imtihanda değil miyiz? Yine yazıda bu bilgilerin gaibi bilgiler olduğunu söylüyor ve bu bilgileri ancak Kur’an ve hadislerden öğrenileceği açıklamasını yapıyor. Şimdi sormak isterim bunu yazanlara, Kur’an bilgisi tamam, bu konuda hiçbir sorun yok, ama Kur’an ın onay vermediği, hiç bahsetmediği hadis bilgileri kesin doğru diyebilir miyiz? Eğer cevap, evet hadis bilgilerinin hiç şüphe etmeden hepsine kesinlikle güvenebiliriz ise, neden birkaç yılda bir yüzlerce hadisin hurafe olduğunu ilan edip, İslam dininden çıkarıyor Diyanet İşleri Başkanlığı? Şuanda iman ettiğimiz hadisleri daha sonra hurafe diye çıkarmayacaklarına kimler garanti verebilir, var mı garanti verecek beşer aramızda? İşte Allah ın kitabını rehber almadığımızda, sonuç nerelere gidiyor. Diyanet İşleri geçmiş yıllarda böyle çalışmaları vardı. Bu dönemde böyle çalışmalar duymuyoruz. Kim bilir belki de hurafe diye iptal edilenlerin bir kısmı, geri gelmiş bile olabilir. Şimdide sizlere, bazı ayet örnekleri vermek istiyorum. Bakın peygamberimize kıyametin ne zaman kopacağını soranlara, Allah ın cevabı nasıl olmuş. (Ahzap 63: İnsanlar sana kıyametin saatinden soruyorlar. De ki: "Ona ilişkin bilgi Allah katındadır." Ne bilirsin, belki de o saat yakındır.) (Şura 17: Gerçeğe ilişkin Kitap'ı ve adalet ölçüsünü indiren o Allah'tır. Nereden bileceksin, belki de kıyamet saati çok yakındır.) Bu iki ayeti düşünelim şimdi de. Yazımızın başında verdiğimiz ve Hz. İsa nın kıyamet kopmadan geleceğini işaret ettiğini söylediklerinin, doğru olmadığı bu iki ayetten bile anlaşılmıyor mu sizce? Dikkat ediniz lütfen Allah, peygamberimiz yaşıyorken dahi, kıyametin belki de kopabileceğini söylüyor. Eğer Kıyamet kopmadan Hz. İsa gelecek ise peygamberimizin durumu ne olacaktır. Buradan da anlıyoruz ki, Hz. İsa nın kıyametten önce geleceğini düşünmek, büyük hata olur. Bunu kabul etmek Kur an ın ayetlerine tamamen ters düşer. Bakın kıyamet konusunda peygamberimizin ne demesini istiyor Rabbim. (Tur 31: De ki: "Bekleyin! Doğrusu sizinle beraber ben de bekleyenlerdenim.) Demek ki bu konuda peygamberimizin de hiçbir bilgisi yok, hatta belki de kıyamet kopabilir, diye o dahi bekliyor. Şimdide Diyanetin deccal konusunda bizlere, hadisler yoluyla gelen bilgilere bakalım. Allah belki de kıyametin yakında kopacağını söyleyen ayetlerini okudunuz, bu durumda peygamberimiz yaşarken de kıyamet kopabileceği anlatılıyor. Bu durumda peygamberimiz acaba deccalın geleceğini söyler miydi? Elçisi yaşarken böyle birinin çıkıp insanları kandırmaya çalışmasını söyler mi sizce? Zaten o devirde iman etmeyen, binlerce insan ile mücadele ediyor, hatta savaşıyordu Peygamberimiz. Bunlardan iyi deccal mı olur. Bakın tüm bu sözlerde, Kur’an süzgecinden geçmiyor. Şimdide Kur’an ın kıyamet alametleri olarak bahsettiği bazı konulara bakalım. ( Duhan 10: Artık sen göğün açıkça izlenen bir duman getireceği günü gözle.) (Hac 1: Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet saatinin zelzelesi gerçekten çok büyük bir şeydir.) (Abese 33: . Kulakları sağır eden o ses geldiğinde,) (Tur 9: O gün gök bir çalkanışla çalkanır. 10: Ve dağlar bir yürüyüşle yürür.11: Vay hallerine o gün, yalanlayanların.) (Kamer 1: Saat yaklaştı, Ay yarıldı.) (Enbiya 96: Ye'cûc ve Me'cûc'ün önü açıldığı zaman onlar, her tepeden akın ederler. 97: Hak olan vaat yaklaşmıştır. İnkâr edenlerin gözleri birden donup kalmıştır. "Vay başımıza! Biz bundan ****** bulunuyorduk. Hayır, biz zalimlerdik!" derler.) Yukarıdaki ayetlere dikkat ederseniz, kıyametin kopmasına çok yakın anların belirtileri anlatılıyor. Gökyüzünde dumanın belirmesi, tozu dumana atacak bir olayın belirtisidir. O an büyük depremlerin olacağı, kulakları sağır eden sesin oluşacağı, göğün ve yerin çalkalanması, dağların bile hareketlendiği, ayın yarıldığı bir an tasvir edilmektedir. Enbiya suresinde geçen yecüc, mecüc konusu ise Kur’an da bir başka ayetinde, düzen bozucu bir kavimden bahsedilerek örnek verilir. Bu toplum kıyametin kopacağı güne kadar, diğer insanlardan ayrıldığını, aralarına engel konduğu açıklanıyor Kur’an da. Yani bu toplum, kıyametin kopması ile serbest kalacağı belirtiliyor. Dikkat ediniz bu toplum, kıyamet kopmadan çok önce serbest kalmayacak. Bizler ne yazık ki inancımızı, Kur’an merkezli yaşamak yerine, rivayet ve sanıya endekslemiş yaşıyoruz. Daha doğrusu Allah ın dinini, kendi hurafelerimize uydurmuş yaşayıp gidiyoruz. Dilerim hesabını verebilenler arasında oluruz. Yine dilerim, Kur’an ın ipine sarılan, onu anlamak için yine Kur’an dan yardım alan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KIYAMET ALAMETLERİ VE HZ. İSA NIN GELECEĞİ KONUSU.
Bugün Kur’an dan birlikte araştıracağımız konu, günümüzde çok konuşulan kıyamet alametleri konusu olacaktır. Kur’an bu konuda bizlere hangi bilgileri verir? Ayrıca bu konuda bizlere rivayetler yoluyla ulaşan diğer bilgiler nelerdir, onları da Kur’an ile karşılaştırıp, doğruluğunu araştıralım. Bu yazıyı yazmama sebep olan Zühruf suresi 61. ayeti önce hatırlatmak istiyorum. Bizler Allahın açıkça söylemediği sözlere ilaveler yaptığımızda, kendi düşünce ve fikirlerimizi ilave ettiğimizde, bakın güzelim İslam dini ne hale geliyor, önce Diyanet İşleri Başkanlığının mealini alalım, daha sonrada diğer meallerden örnekler verelim ki, konu daha iyi anlaşılsın. Diyanet İşleri başkanlığı: Zühruf 61: Biliniz ki o kıyamete ait bir bilgidir. Sakın ondan şüphe etmeyiniz ve bana tabi olunuz. Bu dosdoğru yoldur. Ali Bulaç: Zühruf 61: Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiç bir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur. Yaşar Nuri Öztürk: Zühruf 61: Hiç kuşkusuz o, kıyamet saati için bir bilgidir. O halde sakın o saat hakkında şüpheye düşmeyin; bana uyun. Dosdoğru yol budur. Elmalı Hamdi: Zühruf 61: Gerçekten o (İsa) saat için bir ilimdir (kıyametin yaklaştığım gösteren bir bilgidir). Onun için sakın kıyametin geleceğinden şüpheye düşmeyin de bana uyun, işte tek doğru yol ancak budur. Yukarıdaki aynı ayetin, değişik meallerdeki verilişini sizlerle paylaştım. Elmalı Hamdi Yazır ın verdiği mealde, dikkat ederseniz o zamirinden Hz. İsa dan bahsediyor diyerek, parantez içine düşüncesini de belirtmiş. (Elmalının orijinal mealinde parantez içinde ki İsa kısmı kesinlikle yoktur daha sonraki Türkçeleştirme yapanların maharetidir bilginize) Bu şekilde birkaç meal var onu da belirtmeliyim. İşte Kur’an ın Türkçe mealini yazarken, parantez içine kendi düşüncelerimizi de yazmamız, bizleri nasıl yanlışlara götürebiliyor, onu da burada bir kez daha görme şansımız olacak. Allah yanıltmasın inşallah. Bu ayette anlatılmak istenen, kıyametin hak olduğu, Kur’an da bilgilerin verildiğini anlatarak, müşriklere ve inananlara bir kez daha şüpheye düşmeden, buna inanmaları hatırlatılmaktadır. Hıristiyanlar kendi inançlarına göre, kıyamet kopmadan Hz. İsa nın geleceğini ve tüm insanlığı kurtaracağına inanırlar. İşte bu inanç ne yazık ki yukarıdaki ayeti açıklarken, Allah ın Kur’an da asla söz etmediği, hiç bahsetmediği, açıklamadığı halde bu şekilde yazılıp anlatılarak, bizlerin yani İslam’ın da içine girmiştir. Günümüzdeki birçok tarikatlar ve cemaatler Hz. İsanın geleceğine inanırlar. Ayette geçen (O) zamirinden Hz. İsa yı kastediyor, düşüncesine kapılmalarının nedeni, bu ayetten birkaç ayet öncesinde Hz. İsa dan bahsederek ondan örnekler vermesi olarak açıklanıyor, gerçekten yanılgıya sebep bu olsa gerek. Bahsettiğimiz ayetten iki ayet sonra gelen 63. ayete bakalım şimdide. Zühruf 63: İsa, açık delillerle geldiği zaman demişti ki: Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyleyse Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Hz. İsa topluma hitap ederken, sizlere açık delillerle, yani ayetlerle geldim diyor. Sizlere hikmet i ilmi, getirdim diyor. Bu bilgiler sizin ayrılığa düştüğünüz konularda açıklama yapacak ve sizleri bilgilendirecektir, açıklamasını yapıyor. Bundan dolayı da kendisine itaat edilmesini istiyor. Lütfen çok iyi düşünelim, bu ayet ve öncesindeki ayetleri okuduğunuzda sizler, kıyamet kopmadan Hz. İsa nın geleceğini Allah söylüyor diyebilir misiniz? Bunumu anladınız Rabbin sözlerinden? Elbette hayır, bunu anlamak için kâhin olmak gerekir. Buda zaten İslam ın kabul etmediği bir konudur, ayrıca Kur’an ın ayetleri indirme şekline de, tamamen ters düşer. Allah ne diyordu hatırlayalım ayetler için? Biz her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız. Biz ayetlerimiz açık, anlaşılır bir şekilde indirdik. Bu konuyu Diyanet İşleri başkanlığına sorduğumda, çok şükür Hz. İsa nın tekrar geleceğini kabul etmediği gibi, Kur’an ın bu bilgiye onay vermediği konusunda bir cevap aldım. Diyanet İşleri Başkanlığı Hz. İsanın kıyamet alameti olarak geleceğini kesinlikle kabul etmiyor. Çok doğru, çünkü bunu kabul etmek, Kur’an ın birçok ayetlerine ters düşer. Tabi Diyanetin sağı solu belli olmaz, birisi çıkıp tam tersini söyleyebilir. Başkanlar değişince, bu ülkede dininin bile değiştiği örneklerini çok gördük. İşte bizler İslam ı böyle öğreniyor ve yaşıyoruz, Rabbim yardımcımız olsun. Gerçektende buna inanmakla, bakın nelere inanmamış ya da gözden kaçırmış oluyoruz, şimdide Kur’an dan birlikte araştıralım. Ahzap 40: Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; O, Allah'ın resulü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi gereğince biliyor. Eğer kıyamet kopmadan Hz. İsa gelecektir sözlerine inanırsak, bunu kabul edersek, bu ayete iman etmiyoruz demektir. Önce bunu aklımızdan hiç çıkarmayalım. Çünkü Açıkça peygamberimizden sonra hiçbir peygamber, hangi konuda olursa olsun gelmeyecek diyerek, bizlere Allah ın ayetini tebliğ almadık mı? Şimdide kıyamet bizlere nasıl gelecek, bu konuda Kur’an dan bilgilere bakalım, acaba bizlere nasıl bir açıklama yapıyor? Şimdi yazacağım ayet üzerinde, biraz düşündüğümüzde aslında her şey anlaşılıyor sanırım. (Araf 187: Ne zaman gelip çatacak diye kıyamet saatini soruyorlar sana. De ki: "Ona ilişkin bilgi Rabbim katındadır. Onu, vakti geldiğinde belirginleştirecek olan yalnız O'dur. Göklere de yere de ağır gelmiştir o. O size ansızın gelecektir, başka değil." Sen onu iyice biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: "O'na ilişkin bilgi Allah katındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar.) Şimdi bu ayet üzerinde biraz düşünelim. Peygamberimize kıyamet hakkında sorular sorulunca, Rabbim açıklama yapıyor ve onun vaktini yalnız ben bilirim, vakti geldiğinde onu belirginleştirecek benim diyor. Vakti geldiğinde onu gerçekleştirecek Allah tır dedikten sonra, aslında çok önemli bir açıklama yapıyor, bu açıklamaları daha sonra yazacağım ayetlerde de, üstüne basa basa söylüyor Rabbimiz. ( O size ansızın gelecektir.) Evet, en önemli ve üzerinde durmamız gereken konu sanırım bu olsa gerek. Kıyametin ansızın, habersiz geleceği. Ayetin devamında da çok ilginç ve düşünmemiz gereken sözler var. Allah, sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar diyor ve peygamberimizin de bu konuda asla bir bilgisi olmadığını belirtiyor Rahman bizlere. Tam burada şunları düşünmemiz gerektiği kanısındayım, Kur’an da hiç bahsedilmeyen, açıklanmayan birçok kıyamet alametlerinin doğruluğu, sizce ne kadar geçerlidir? Bu sözler Kur’an da hiç bahsedilmeyen, peygamberimizin kıyamet alametleri ile ilgili sözleridir diyenler, ne kadar haklı olabilir dersiniz? Yorum sizlerin. Eğer Hz. İsa kıyametten önce gelecek olsaydı, kıyametin ansızın kopacağı, ayetleriyle uyuşuyor olur muydu? Böyle bir bilgi olsaydı, Rabbim her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim dediği halde, bizlere bunu da açıkça söylemez miydi? Kur’an kıyamet konusunda, bakalım daha neler söylüyor bizlere. (Lokman 34: O kıyamet saatine ilişkin bilgi Allah katındadır. Yağmuru O yağdırır. O, rahimlerde olanı da bilir. Hiçbir benlik yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Allah Alîm'dir, Habîr'dir.) Dikkat ederseniz ayette (O) zamirini kullanıyor ve burada da anlatılmak istenen kıyamet zamanının vaktini hatırlatılmasıdır. Yukarıda yazdığımız Zühruf 61. ayette de Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Sözlerinden Kur’an ın bizlere açıkladığı, o anın geleceğini hem iman edenlere, hem de müşriklere açıklamaktadır. Allah Zühruf 61. ayette eğer söylenildiği gibi Hz. İsa’dan bahsetmiş olsaydı ve bunun kıyamet alametleri olduğunu bizlere anlatıyor olsaydı, açıkça söylerdi. Bakın Allah ben ayetlerimi nasıl açıklarım diyor, lütfen dikkat edelim ve hatırlayalım. Allah ın Kur’an da açıklamadığı, kıyametten önce Hz. İsa nın geleceğine inandığımızda, şimdi yazacağım ayetlere iman etmemiş oluruz, bunu da unutmayalım. Kehf Sur54. ayet; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır. İsra suresi 89. ayet; Yemin olsun, biz bu Kuran'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler. Nisa Suresi 174. ayet; Ey insanlar! Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik. 175. ayet; Allah'a inanıp O'na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır. Şimdi lütfen düşünelim, Allah her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduğunu söylüyor. Her benzetmeden nice örnekleri sıraladık açıklamasını yapıyor, ama bizler Rabbin hiç bahsetmediği, sözünü bile kullanmadığı halde (O) işaret zamirinden, ayetten Allah Hz. İsa dan bahsediyor aslında diyerek, işin içinden çıkabiliyoruz. Birde kendimizce hüküm verip, Hz. İsa kıyametten önce gelip, bizleri uyaracak, diyebiliyoruz. Hani her benzetmeden değişik örnekler vardı, neden Allah kıyamet alametlerin den bahsederken Hz. İsa gelecek demediği halde, bizler aslında Allah bundan bahsediyor diyerek, kendi düşüncelerimizi, inançlarımızı Kur’ana ilave yapıyoruz? Hiç korku duymadan, söylenmeyen, açıklanmayan bir sözün ardına nasıl düşüp, ona iman edebiliyoruz, doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum. Bunu söyleyen ve savunan Hıristiyanlardır, hala uyumaya devam mı edeceğiz? En son peygamberimiz dururken, neden ondan önceki peygamber gelsin diye demi düşünemiyoruz? Aklımız, beynimiz bu kadar mı uyuştu bizlerin? Hani Allah ne diyordu bizlere; ( Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik.) Bakın bu ayete eğer iman ediyorsak, Zühruf 61. ayette geçen (O) işaret zamirine asla, Allah ın söz etmediği bir anlam yükleyerek, burada aslında Hz. İsa dan bahsediyor diyemeyiz. Kur’ana danışmaya devam edelim, acaba kıyametin kopuşu hakkında daha neler söylüyor Rahman. Hac 55: İnkâr edenler ise kıyamet ansızın başlarına patlayıncaya kadar yahut kısır bir günün azabı kendilerine gelip çatıncaya kadar, o Kuran'dan yana kuşku içinde olmaya devam edecekler. Zühruf 66: Hiç farkında olmadıkları bir sırada o saatin birdenbire kendilerine gelmesinden başka neyi bekliyorlar. Bu ayetler ve onlarca ayet, kıyametin ansızın geleceğini açıklıyor bizlere. Şimdide bu ayetlerle Hz. İsa nın geleceğini söyleyen ve inananlara şu soruyu soralım. Allah hiç farkında olmadığımız bir anda geleceğini söylediği kıyametin, nasıl olurda Hz. İsa’yı tekrar gönderip, insanlara büyük bir zaman verip hepsinin iman etmesini sağlar? YAZI DEVAM EDİYOR
-
KUR'AN MI TEMEL BELİRLEYİCİDİR, HADİSLER Mİ?
KUR'AN MI TEMEL BELİRLEYİCİDİR, HADİSLER Mİ? Rabbimiz tarih boyunca, çoğu defa birbirine karıştırılan hakla bâtılın arasını açmak üzere, çeşitli dönemlerde insanlar arasından elçiler seçmiş ve onlara insanların tâbi olmaları gereken ölçüleri vahiy etmiştir. Hz. Muhammed, hidayet önderi olarak seçilen son elçi, ona bildirilen Kur’an vahyi de vahiy halkasının son temsilcisi olmuştur. Hz. Peygamber ve beraberindeki ilk nesil, tüm benlikleriyle, âlemlerin Rabbi yüce Allah’ın insanlığın kurtuluşu için yeryüzüne saldığı son ip (Hablullah) olan Kur’an’a yönelmiş, tasavvur ve şahsiyetlerini onunla inşa etmişlerdir. “Onlara bir ayet getirmediğin zaman: ‘Sen onu derleyip-toplasana' derler. De ki: Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir, iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir.” (A’râf 7 / 203) Kur’ani beyanında ve benzeri birçok ayette de ifadesini bulduğu üzere Hz. Peygamber, kendisine vahyolunan Kur’an’a tâbi olmaktan, onun hükümlerini pratize etmekten başka bir şey yapmıyordu. Hz. Aişe validemizin, kendisinden Hz. Peygamber’i anlatmasını talep edenlere “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı Kur’an’dı” şeklinde cevap vermesi de, bu gerçeğin ifadesinden başka bir şey değildi. Hz. Aişe, Allah Resulü’nün (a. s.), Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş hali olarak yaşadığını çok iyi bildiği için, Allah Resulü’ne herhangi bir söz nispet edildiğini işittiğinde, hemen o sözü Kur’an’ın süzgecinden geçirir, Kur’an’ın ölçüleriyle örtüşmeyen rivayetleri kesin olarak reddederdi. Bedruddin ez-Zerkeşi’nin kaleme aldığı ve Hz. Aişe’nin Kur’an’a aykırı bulduğu için reddettiği rivayetlerden örneklere yer verdiği “Hz. Aişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler” adlı kitabı, bu konuda önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır. Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber adına Kur’an’a aykırı sözler uydurulmasına geçit vermeyen, Kur’an merkezli bu titiz tutumu, sonraki dönemlerde Müslümanlar arasında hep yaşatılmakla birlikte, özellikle hicri 2 ve 3. yy’larda hadislerin tedvini sürecinde, hadis rivayetlerinin Kur’an’a arzını önceleyen metin tenkidi yöntemi yerine, sened zincirlerinin incelenmesine dayalı sened tenkidi yönteminin öne çıkarılması, bu alanda Kur’an’ın hakemliğini önemli ölçüde devre dışı bırakan bir gelişme olmuştur. Bu yöntem değişikliğiyle birlikte, hadis rivayetlerinin Kur’an’la örtüşüp örtüşmediği değil, hadis ravilerinin güvenilir olup olmadıkları üzerinde yoğunlaşılmaya başlanmış, bu da gerek farklı fırkaların iyi niyetlerle hadis uydurma tutumunun, gerekse muharref kültürlere mensup kötü niyetli kimselerin Müslüman görüntüsü altında hadis uydurmaya yönelmesinin önünü açmıştır. Bu büyük kırılmaya, bir de Şafii’nin hadisleri de Kur’an gibi vahy ürünü olarak gören ve böylece Kur’an’ın hakemliğini/belirleyiciliğini buharlaştıran yaklaşımının giderek genel kabul halini alması eklenince, hadis kültürü tamamen Kur’an’ın kontrolü dışına çıkartılmış, “yürüyen Kur’an” olan Allah Resulü adına Kur’an dışı bir kültür ve din anlayışı oluşturulmasına zemin kazandırılmıştır. Böylece Kur’an temel belirleyici olmaktan çıkarılmış, hadis rivayetleri Kur’an’a arz edilecek ve hadis rivayetleri Kur’an’la değerlendirilecek yerde, yer yer apaçık Kur’an ayetleri hadis rivayetlerine tâbi kılınmaya çalışılmış, böylece İslam’ın yapısı tamamen ters yüz edilmiştir. Bu söylediklerimizi somut bir örnekle açmak istiyoruz. Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsa’nın akıbeti ile ilgili şu apaçık beyanlarda bulunmuştur: “Onlar hileye başvurdular, Allah da onların tuzağını boşa çıkardı. Allah hileleri boşa çıkaranların en hayırlısıdır. O zaman Allah şöyle dedi: Ey İsa, şüphesiz ki seni öldüreceğim, seni kendime yükselteceğim ve seni inkârcılardan temizleyeceğim. Hem sana uyanları, kıyamete kadar o küfredenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz banadır, ayrılığa düştüğünüz hususlarda aranızda hükmedeceğim.” (Âl-i İmran 3 / 54 – 55) “Ve Allah demişti ki: Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara: 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki tanrı edinin' dedin? Hâşâ, dedi, sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin, sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise senin nefsinde olanı bilmem, çünkü gaybları bilen yalnız sensin, sen. Ben onlara sadece, senin bana emrettiklerini söyledim. Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. Aralarında olduğum müddetçe onlara şahit idim, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen yalnız sen oldun. Sen her şeyi görensin.” (Maide 5 / 116-117) Kur’an’da Hz. İsa’nın vefat ettiği, bu şekilde apaçık ifadelerle bildirildiği halde, tarihsel süreçte Ehl-i Kitab’ın muharref kültürünün hadis uydurmacılığı yoluyla Müslümanlar arasında yaygınlaştırılmasıyla, Hz. İsa’nın ölmediği ve kıyamet öncesi yeniden yeryüzüne gönderileceği inançları ortaya çıkmış ve yerleşik hale gelmiştir. Müslümanların bu konudaki inançlarını Kur’an’ın apaçık beyanları yerine, önemli ölçüde kaynağı muharref kültürlere dayanan rivayetler oluşturur olmuştur. Tefsir yazarı Elmalılı M. Hamdi Yazır, “Hak Dini Kur’an Dili” adlı ünlü tefsirinde, Âl-i İmran Sûresi 55. ayeti şu şekilde yorumlamaktadır: “Teveffi kelimesi, ‘vefa’ mastarından alınmış olarak esas lügat ta ‘ıstıfa’ gibi tamamen kabzedip almaktır. Fakat ruh sahiplerine ve bilhassa insanla ilgili olduğu zaman vefat ettirmek, yani eceline yetiştirip ruhunu almak manasında açık ve meşhurdur. Buna göre bir delil bulunmadıkça, başka bir mana ile tevili caiz değildir. Fakat burada mekir manasıyla ilgisi bulunmak üzere Nisa Suresi’nde “Onu öldürmediler ve asmadılar, fakat (öldürdükleri) kendilerine (İsa’ya) benzetildi” (Nisa 4/154) ayeti onların Mesih Meryem Oğlu İsa Peygamberi öldüremediklerini ve asamadıklarını ve fakat şüpheye düşürüldüklerini açıkça beyan etmiş, Hz. Peygamber’den de: “İsa ölmedi, kıyamet gününden önce size dönecektir” hadisi şerifi de varid olmuş bulunduğundan buradaki ‘seni öldüreceğim’ kelimesinin, az çok zahir dışı bir mana ile tevil olunması gerekmiştir… İslam inancında İsa vefat etmemiştir ve fakat kıyametten önce vefat edecektir. Demek ki İsa’nın son hali de budur.” Görüldüğü üzere ortada apaçık Kur’ani beyanların bulunduğu bir konuda bile, bu Kur’ani beyanlar yerine konuyla ilgili hadis rivayetleri temel belirleyici kılınmış ve Kur’an’ın apaçık beyanları hadis rivayetleri yönünde tevile tâbi tutulmuştur. Oysa doğrusu, Kur’ani beyanların hadis rivayetlerine göre tevili değil, hadis rivayetlerinin Kur’an’a arzı ve Kur’an’la sağlamasının yapılmasıdır. Başta da belirttiğimiz gibi Hz. Aişe’nin yaptığı tam da buydu. Müslümanlar olarak, yeniden Kur’an’a yönelmek, Kur’an’ı bilgi, akide ve amelimizin merkezine yerleştirmekten başka çıkar yolumuz yoktur. Hz. Peygamber’i ve onun sünnetini doğru anlamak ve muharref kültürlerin sızmalarına karşı sünneti asli haliyle muhafaza etmek de, Kur’an’a yönelmekten ve Kur’an’ı temel belirleyici/hakem kılmaktan geçmektedir. Tarihsel süreçte yaşanan kırılmaları ve alt üst oluşları başka türlü tamir etmek mümkün değildir. [1] Muslim, Salatu’l-Musafirin, 139 [2] Hz. Aişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler, Bedruddin ez-Zerkeşi, Kitabiyat Yayınları [3] M. Hamdi Yazır, Hak dini Kur’an Dili, C. 2, Sh. 371–372, 375–376, Azim Dağıtım Şükrü Hüseyinoğlu
-
MAUN SURESİ VE DİKKAT ÇEKEN UYARILARI.
Maun suresini dikkatle okuyup, eğer üzerinde düşünürsek, yaptığımız yanlışlarında, daha çok farkında olacağımıza inanıyorum. Maun suresinde Yaradan, bizlere öyle şeyler anlatıyor ki, bir bütün değerleri, parça parça edip, içinden işimize gelenleri seçtiğimizde, asla amaca ulaşamayacağımızı, daha da önemlisi yapılan tüm uğraşların, ibadetlerin boşa gideceğini bizlere anlatıyor. Gelin önce sureyi okuyalım, daha sonrada üzerinde düşünmeye çalışalım. Mâ’ûn Suresi Bismillâhirrahmânirrahîm. 1. Dini yalanlayanı gördün mü? 2. İşte o, öksüzü iter, kakar. 3. Yoksulu doyurmaya önayak olmaz. 4. Vay haline o namaz kılanların ki, 5. Kıldıkları namazın değerine aldırış etmezler. 6. Gösteriş yaparlar onlar, 7. Ve yardımlığı sakınırlar. Surenin ilk ayetinde dini yalanlayanı gördün mü sözlerinden, önce ne anlamalıyız onu düşünelim. Bu sözlerden iman etmeyenlerden bahsediliyor diye anlarsak, daha sonra ki ayetlerle ters düşeriz. Çünkü İnanmayan bir insan zaten ne yoksulu doyurur, zekât verir nede namaz kılar. Demek ki ilk ayette, öyle bir insanlardan bahsediyor ki Allah, İman ettiğini söylediği halde imanının, inancının kurallarını yerine getirmekte titizlik göstermeyenlerden bahsediyor. Bunlar kendi hurafe itikat ve çıkarları doğrultusunda hareket eden, ayetlerden istediğini alıp, işine gelmeyenleri almayan, anlamlarını değiştirip gerçeği yalanlayan, Allah ın ayetlerinde geçen kelimelerle oynayan, farklı anlamlar vererek bütünden sapan, kişilerden bahsediliyor. Müslüman olduğunu söylediği halde, kendi amaçları için her şeyi mubah kılarak, imanın, inancın çok önemli kurallarını görmezden gelenler kimsesiz, öksüz insanlara acımaz, yardım etmezler diyor. Kendisi bolluk içinde olduğu halde, yoksulu doyurmak için çaba da göstermeyeceğini, zekâtı da gereği gibi yerine getirmeyip, gösteriş için kullanırlar diyor. Bu insanların kıldıkları namazdan gereken hayır, faydayı göremeyeceğini, çünkü bir bütünden, Kur’an dan saparak, inançlarını yaşadıklarını, onun içinde namazın vereceği nurdan, hikmetten istifade etmelerinin mümkün olmadığını, çünkü namazın gerçek değerini bilmediklerini anlatıyor. Namaz kıldığını zanneden, dinin gerektirdiği özden, Kur’an ın verdiği hükümlerden uzaklaşan kişilerin, kıldıkları namazı da, gösteriş için kılacağından bahsediyor. İşte Kur’an, işte onun nur saçan ayetleri. Ama bizler Kur’an ı anlamadan okumanın yarışlarını yaparken, birileri bizi öyle Allah ile aldatıyor ki, sanırım bunun farkına mahşer günü varacağız. Tabi iş işten geçmiş olacak. Düşünebiliyor musunuz birileri çıkıyor, din ve iman adına söylemlerde bulunuyor, daha sonrada amaca ulaşmak için her şey mubahtır diyerek, Allah ın koyduğu değişmez kuralları istediği zaman esnetip, kaldırıp, daha sonra tekrar getirebiliyor. İşte Maun suresi bizlere bu ve buna benzer olaylara sapanların kılacakları namazların, ne durumda olduğundan bahsediyor, örneklerini veriyor. Tabi anlayana, anlamak isteyene. Yaradan bizlere öyle bir inanç, düzen oluşturmaya çalışıyor ki, bu düzende doğruluk, dürüstlük, eşitlik, adalet, özgürlük asla kısıtlanamaz, geçici dahi olsa, kişilere göre esnetilemez, kaldırılamaz. Eğer birileri amaca ulaşmak için, yalan söylemek mubahtır diyor da, bizler birilerinin amacına ulaşması için yalan söyleyebiliyorsak, o yalanın nerelere varacağını, hangi günahsız canları yakacağını, haksızlıklara sebep olacağını asla bilemeyiz, hesap dahi edemeyiz. Bununda hesabını Allah a veremeyiz. İşte maun suresi bizleri, bir bütünden ayrıldığımızda, ne kadar büyük yanılgılar içinde olacağımızı anlatmaya çalışıyor. Bir bütünü sağlam ve sağlıklı oluşturmak için, tüm parçalarının yerli yerinde olması gerekir. Bir ev yaparken, eksik koyacağımız bir malzemenin, bizlere nelere mal olacağını çok iyi biliriz. Bunun içindir ki Yaradan da bizleri uyarıyor ve bütünden, yani Kur’an ın önerdiği kurallardan asla şaşmadan, onların bir kısmını görmezden gelmeden, bir bütün olarak yaşamamızı emrediyor. Sizlere vereceğim örneği, lütfen Maun suresi ekseninde dikkatle düşününüz. Allah Kur’an ayetlerinin, tümüne iman etmediğimiz sürece gerçek iman etmiş olmayacağımızı söyler bizlere. Hatta ayetlerin bir kısmına iman ediyor, bir kısmına inanmıyor musunuz diye de bizlerin dikkatimizi çeker. Peki, bizler ne yapıyoruz, Kur’an ın tüm ayetlerine iman edip ve tamamının bugün geçerli olduğunu mu söylüyoruz? Ne yazık ki hayır. İslam toplumunun büyük bir kısmı, Kur’an ayetlerinin bir bölümünün bugün hükmü olmadığını, bazı ayetlerin NESİH edildiğini, yani hükmünün kalktığını söyler ve buna da inanılır. Bunlara da delil olarak, bazı rivayet hadisleri gösterirler. Yani işin acı olanı, rivayetler Kur’an ayetlerini bugün hükümsüz kılar, nesih eder, ama bizler bunun bile farkında değiliz. Çünkü din ve iman konusunu bizler araştırmayıp, Kur’an ı anlayarak hiç okumayıp, ona müracaat bizzat etmeyip, inancımızın kurallarını başkalarına bırakmışız da ondan. Demek ki bizlerin genel çoğunluğu, bugün Kur’an ın tümüne iman etmiş olduğumuzu söyleyemez. Eğer bir kısım ayetlerin bugün, hükmünün olmadığına inandırılmış isek, gerçek iman edenlerden olamayacağımızı Rahman apaçık söylüyor. İşte bunun içindir ki Kur’an ın gerçek nurundan da fayda sağlayamıyoruz. Çünkü Allah bütünden sapan, bazı ayetlerin hükümsüz olduğunu söyleyerek dine iftira atan, yalan söyleyerek iman eden bir inancın, itikadın bizlere fayda sağlamayacağını, yapılan ibadetlerin gerçek faydasını göremeyeceğimizi anlatıyor ayetinde. Hatta hakka batıl karıştırmayın diyerek, bizleri Kur’an ın çevresinde toplanmamızı ister. Bugün bizler kıldığımız namazlarımızın, tuttuğumuz orucumuzun, verdiğimiz zekâtımızın gerçek karşılığını bulamıyorsak, bir yerlerde bir yanlış yaptığımızı düşünmeliyiz. Yaradan namaz kılan bir topluma hitaben, VAY HALİNE O NAMAZ KILANLARIN diyorsa, Allah ın bu sözlerle neyi kast ettiğini çok iyi düşünmeliyiz. Allah Cuma yani toplantı namazı hariç, diğer vakit namazlarımızı camide ya da mescitlerde toplu kılınmasından bahsetmez Kur’an da. Namazın vakti girdiğinde kılınmasını ister Allah. Çünkü namaz, Allah ile kulu arasındaki iletişimdir. Yaradan ile kurduğumuz samimi diyalogun kapısı namazdır. Bunu da istediğimiz her yerde yapabiliriz. Fakat bizler namazı öyle gösteriş haline getirmişiz ki toplum olarak, birde Allah hüküm vermediği halde, camide toplu kılınan namazın başka yerde kılınan namazdan, kat kat sevap olduğunu da topluma anlatarak, namazı iyice toplum arasında gösteriş vesilesi yapmışız. Duyarsınız, birbirlerine adeta gösteriş yaparcasına, camide göremiyoruz sizi ne zamandır, nerelerdesin sözleri, adeta toplum arasında bir sınıf yaratmış, övünç ve gurur vesilesi yapılmaktadır. Bizler namazlarımızı toplumsal bir kariyer edinmek için kılar da, bunu şahsi amaçlarımıza alet edersek, kılacağımız o namazlarımızdan fayda göremeyeceğimiz açıktır. Bizler namazın önce anlamını, faydasını, yol ve yöntemini çok iyi kavramalıyız. Yaradan bizlerin hayır yaparken, zekâtlarımızı verirken bile, elimizden geldiğince gizli yapmamızı önerir. Ama biz bu yolu hiç benimsemeyiz genel çoğunluk olarak. Çünkü nefislerimizi gereği gibi eğitmedikte ondan. Namaz kılarken, zekât verirken herkesin görmesini, duymasını isteriz adeta. Peki, bunun nedeni ne olabilir sizce? Allah ın emirlerini, önerilerini ilk elden öğrenmeyip, ona müracaat etmeden, rivayetleri dinleştirmemiz bunun en büyük sebebidir. İslam inancı bir bütündür, onunda kuralları Allah ın rehberi Kur’an da apaçık belirtilmiştir. Onun kurallarının bir tanesini bile görmezden gelenlerin, ayetleri nefsimize uydurarak yaşamanın sonucunu, Maun suresi çok güzel açıklamıştır. Bizler Kur’an ayetlerini kendimize uydurmak yerine, kendimiz Kur’an ın bütününe uymanın yolunu bulmalıyız. Bulamadığımız sürece de, doğru yolu bulmamız asla mümkün olmayacaktır. Kur’an ı rivayetlerden aldığımız bilgilerle anlamak yerine, yine Kur’an ın diğer ayetlerinden yararlanarak anlamanın yolunu seçmeliyiz. Çünkü Kur’an, kendisini anlatan, açıklayan eşi benzeri olmayan bir rehberdir. Eğer bizler hala Kur’an da her şey yoktur, özet bilgiler vardır. Kur’an ı herkes anlayamaz veli insanlar anlar. İslam ı doğru anlamak ve yaşamak için fıkıh kitaplarına müracaat etmeliyiz diyor da, toplumu Kur’an dan uzaklaştırıyorsak, sanırım kıldığımız namazlarında faydasını nefsimizde, ruhumuzda, bedenimizde görmemiz mümkün olmayacaktır. Bu sureden dersler alarak, bütünden ayrılmayana, Kur’an ı bir bütün alarak yaşayarak, namazlarını gösterişten uzak yerine getirene ne mutlu. Dilerim Rabbimden cümlemiz, bu gerçeklerin farkında olan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Toplumlar nefislerimizin, ihtiraslarımızın arzuları ile yönetilemez.
Kontrolsüz güç, güç değildir. Çünkü sonunda mutlaka zarar verir. Bu fikri düşünceyi, söylemi sırası geldiğinde, herkes söyler ve kullanır. Peki, hayatlarına geçirirler mi? Bizler söylemesini severiz, ama iş yaşantımıza geçirmeye geldiğinde, ne yazık ki sözlerimizi nefislerimize kabul ettiremeyiz. Gücü elimize geçirmeye görelim, acımasızca kullanmaktan da kaçınmayız. Çünkü nefis terbiyesini yapmayı hiç başaramayız da ondan. Terbiye ettiğini zannedenlerde, beşerin öğretisi ile nefislerini terbiye ettikleri için, ne yazık ki kendilerini avutmaktan başka bir işe yaramaz. Sizlere sorsam ve desem ki, amaca ulaşabilmek için her şey mubahtır. Bu fikrin doğruluğunu aklımıza, mantığımıza danışmış olsak, asla aklımız, mantığımız onay vermez. Peki, nefsimize danıştığımızda da, aynı cevabı alır mıyız? Hiç sanmıyorum. Sizce bu fikir ve düşünce ile nefsini terbiye edenler, adaletli bir düzenin kurucuları olabilir mi? Peki, bu örnekleri neden verdim. Bizleri yönetenler, eğer nefislerine yenik düşerek, ellerindeki gücü kullanırlarsa, acısını toplum olarak hepimiz çekeriz. Nefsimizi özel amaçlarımıza, düşünce ve itikatlarımıza alet edersek, topluma huzur, adalet vermemizde mümkün olamaz. İslam düşmanlarının oyunlarına gelmeyen, onlarla işbirliği yapmayan liderler seçmediğimiz sürece, bu ülke onların oyuncağı olmaktan asla kurtulamaz. Bizleri bizden birisi yönetiyor sanırız, ama aldanırız. Hatırlarsınız bu yılın içinde, Uluslararası derecelendirme kuruluşundan birisi olan, Standart & Poor's ülkemizin kredi notunu düşürmüştü. Bu kuruluşun kredi notumuzu düşürmesi sonucunda, Sayın Başbakanımızın tavrını hatırlıyor olmalısınız. Ben size hatırlatayım, bakın neler söylemişti. (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Standart&Poors'un Türkiye'nin kredi notunu pozitiften durağana çevirmesiyle ilgili olarak, ''Bu tamamen ideolojik bir yaklaşım. Bunu kimse yutmaz. Bunu sen Tayyip Erdoğan'a yutturamazsın'' dedi. ''Standart&Poors bir açıklama yaptı. Ben bunu çok garipsedim. Neden derseniz, pozitifte olan Türkiye durağana indi. Neye göre sen bunu durağana indiriyorsun? Çünkü belli bir süre pozitifte kalan bir ülkeyi artırması gerekirken, bakıyor ki Türkiye'yi artırırsam ideolojik olarak bu bize sıkıntı doğurur. Biz bunu durağanda tutalım.) İşte Sayın Başbakanımızın, Uluslararası Kredi derecelendirme kuruluşunun kararına verdiği cevap. Aslında Başbakanımızın söylediği gibi, bu karar tamamen ideolojikte olabilir. Çünkü bu tür kuruluşlar Amerikanın elinde, bizim gibi kalkınmakta olan ülkeleri elinde oynatmak, istediklerini yaptırmak adına, gerektiğinde kullandıkları bir tehdit unsurudur. Gerektiğinde bu yolla tehdit edecekleri gibi, tam tersine kendilerince, mükâfatlandırmak adına da kullanırlar. Gelelim çok yakın zamanda, yine aynı konumda olan, uluslararası rating kuruluşlarından birisi olan Fitch, Türkiye nin kredi notunu yükselterek, yatırım yapılabilecek düzeye çıkardı. Bir yıl önce aynı kuruluşun notumuzu düşürdüğünü de hesaba katarsak, bir yıl içinde ülkemizin neler başardığını, nelerin değiştiğini varın siz düşünün. Daha da ilginç olanı, kredi notunun 20 yıl sonra, bu seviyeye çıktığı açıklamasıydı. Acaba 20 yıl öncesinden bu yana değişen neydi? Bir yıl önce notumuzu düşüren kuruluş, acaba ne oldu da bir yıl sonra, çok önemli bir konuma getirdi ülkemizi. Köylümüzün refah seviyesine ulaşması mı işçimizin, memurumuzun, geçim zorluğunun, fakirlik sınırında yaşamasının sona ermesi mi? Emeklimiz artık ikinci bir işte çalışmadan, huzur içinde emeklilik mi yaşıyor? Yoksa işsizliğe çözüm mü bulundu? Gençlerimizin artık okullarından mezun olduklarında iş garantisi varda, bizim mi haberimiz olmadı. Devletin elinde olan dev kuruluşlar satılıp, özelleştirilip toplumun refahını, huzurunu artıracak, derdine deva olacak yatırımlar mı yapıldı? Ne değişti 20 yıl öncesiyle bugün arasında da, yirmi yıl öncesinden daha iyi olduk? Enflasyonu düşürüyoruz diyerek, her şeye zam yaptıkları halde, enflasyonu düşmüş göstererek mi her şey güllük gülistanlık oldu. Sayın Başbakanımız, Standart&Poors'un not düşürmesine, bunu Tayip Erdoğan a yutturamazsınız demişti ve neye göre düşürüyorsun diye de kızmıştı haklı olarak. Bu sözlerden sonra bizlerinde aynı soruyu sorması gerekmez mi? Madem Fitch, notumuzu 20 yıldır olmadığımız konuma getirdi, bu kuruluşa sormamız ve cevap vermemiz gerekmez mi? Ne oldu da notumuz bu kadar iyi konuma geldi, biz bu ülkede yaşıyoruz, nelerin değiştiğini çok iyi biliyoruz. Çünkü onu bizler yaşıyoruz. Sizin ideolojik amaçlı not yükseltmenizi, bizlere yutturamazsınız. Sayın Başbakanımız, Fitch in bu güzel haberi karşısında, sevinç içinde. Bu not artırımı sayesinde, yurt dışı yatırımcılarının Türkiye’de yatırım yapabileceklerini belirtti. İşte nefislerimizle toplumu yönetmek bu olsa gerek. Avrupa, Amerika, Rusya, Çin bu notun ne amaçla yükseltildiğini çok iyi biliyor. Bizler yatırımcıyı daha çokkkkk bekleriz. Toplum olarak genel çoğunluğumuza yutturdular, ama diğer ülkelere bunu yutturamazlar. Sayın Başbakanımıza şöyle bir soru sorsak ve desek ki, Fitch in bu kararı ideolojiktir. Acaba Başbakanımızdan nasıl bir cevap alırdık, bu düşüncemiz karşısında? Alacağımız cevabı elbette hepimiz tahmin ediyoruz. Çünkü Sayın Başbakanımızı artık hepimiz çok iyi tanıyoruz. Güneş balçıkla sıvanmaz. Gerçekler toplumdan bir müddet saklanabilir. Ama hakkın adaletinden kaçış asla yoktur. Haktan, hukuktan bahsedip, topluma korku salarak kurulan bir düzen, asla ayakta duramaz, çünkü Allah adaletten sapanlara yardımcı olmaz. Toplumlar nefislerimizin, ihtiraslarımızın arzuları ile yönetilemez. Yönetmeye kalkanlarda, sonucundan memnun olmayacaklardır. Tarih bu tür örneklerle doludur. Eğer bizleri yönetenler, Amerika, Avrupa gibi toplumların desteğiyle yaşamlarını idame ettirmeye çalışıp, onlarla işbirliği içinde olmaya devam ediyorlarsa, bir gün Rabbin uyarısını hatırlayıp, çok pişman olacaklardır. Çünkü Yaradan bizleri uyarıp, bu insanları gönül dostu edinip, onlara güvenmeyin diyor da, hala bizleri yönetenler Rabbin sözlerine kulak asmıyorsa, bunun cezasını hep birlikte göreceğimizi unutmayalım. Kontrol edilemeyen, dizginlenemeyen gücün baş döndürücü etkisiyle, Sayın Başbakanımız ne yazık ki bu ülkeyi büyük tehlikelere atıyor. Komşularımızla sıfır sorun politikası yürüteceğiz dedi, dostumuz olan komşumuz kalmadı, hepsiyle düşman olduk. Birlik, bütünlük, adalet dedi, toplum bizden - biz den olmayan diye ayrılıp, teröristler tanık sandalyesinde, devletin en önemli yöneticileri sanık konumunda oldu. Daha önce idama karşıyız kesinlikle diyen Başbakanımız, bugünlerde idam tekrar geri getirilmelidir demeye başladı. Laik devlet yönetimine karşı olduğunu söyleyen Sayın başbakanımız, birden bire laik yönetimi överek, Araplara model olarak önerdi. Bedelli askerliği topluma anlatamayız, karşıyım dedi, arkasından bedelli askerlik kanunu çıkardı. İşte bizleri böyle yönetiyorlar, bizler ise kafamızı kuma gömmüş, görmeyen, duymayan, düşünmeyen toplumu yaşıyoruz. Ülkemiz kaçakçılar cenneti adeta. Kaçak sigara, tütün satanlar, mağazalar, iş yerleri açtı, kampanyalar bile düzenleniyor. Şu kadar tütün alana, filtresi bedava. Ne soran var ne kontrol eden. Kaçak sigara ve tütün cenneti olmak mı acaba notumuzu yükselti, ne dersiniz(!) Bu kaçak tütün ve sigaranın hangi kanalla ülkemize girdiğini de hepimiz biliyoruz. Peki, neden bu suskunluğumuz, acizliğimiz? Neden bunu yapanlara hesap sormuyoruz? Çünkü bunu yapanlar bizleri öyle can elimizden vurmuş ki, kımıldayamıyoruz bile. Bizleri en yumuşak karnımızdan vurarak, Allah ile aldattıklarının, farkında bile değiliz. İşte bizler bu hale geldik. Bilmem kim notumuzu yükseltmiş, düşürmüş bizi ilgilendirmiyor. Toplum olarak hepsi birer aldatmaca. Başbakanımızın dediği gibi, bizlere yutturamazsınız. Bu gerçekleri toplum olarak göremiyor da, hala aklımızı birilerine emanet etmeye devam ediyorsak, acısını hep birlikte çekeceğiz. Gerçeklerin farkına varamayan toplum olmaya devam edersek, sonucuna da katlanmasını bilmeliyiz. Allah yardımcımız olsun ve toplum olarak gerçeklerin farkında olabilelim. Yoksa ülke olarak, çok daha büyük acılara doğru yelken açmış gidiyoruz. Kontrol ve komuta rüzgârın eline bırakılırsa, onun nereden eseceğini ve bizleri nerelere götüreceğini asla bilemeyiz. Allah aklını kullanmayanları pislik içinde bırakırım diyorsa, gelin aklımızı kullanalım, bizleri yönetenlerden gerektiğinde hesap soralım. Bizleri yönetenleri ehil insanlardan seçelim. Devleti yönetmeye aday olanların, toplumun inancıyla oynamasına müsaade etmeyelim. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'AN IN EMRETTİĞİ NAMAZ, ORUÇ VE ZEKATIN ÖZÜNÜ, AMACINI DOĞRU ANLAMAK.
Kur’an ı doğru anlamak istiyorsak, önce onunla bizzat tanışmamız ve anlama çabasında olmamız gerekir. Eğer onu anlayarak okumayıp, Rabbin önerdiği gibi ayetler üzerinde düşünmüyorsak, Kur’an ı da asla doğru anlamamız, inancımızı doğru yaşamamız mümkün olmayacaktır. Belki birilerinden, Kur’an hakkında çok şeyler öğrenebiliriz, ama doğruluğundan asla emin olamayız. Emin olabilmek içinde, önce kendimiz mutlaka Kur’an ile buluşmalı ve onu anlamak adına çaba harcamalıyız. Çaba harcamadan, kendimizden bir uğraş vermeden, imtihanımızda başarılı olacağımızı da düşünmemeliyiz. Birileri siz Kur’an dan anlayamazsınız diyorsa, bunu söyleyenlerin bizlerden gizlemeye çalıştıkları bir şeyler var demektir, bunu da unutmayalım. Eğer birileri siz Kur’an ı anlayamazsınız, onu veli insanlar ancak anlayabilir diyorlarsa, şunu unutmayınız ki, bunu söyleyenlerin Kur’an dan gizlemeye çalıştıkları bir şeyler var demektir. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum dedikten sonra, asla kullarının anlayamayacağı bir rehber gönderip, daha sonrada ondan sorumlu tutmaz. Bugün sizleri düşünmeye davet etmek istediğim konu, acaba Allah ın Kur’an da bolca bahsettiği, bizlere önerdiği, namaz, oruç, zekât gibi ibadetler, bizlerin Allah a borcumudur? Çünkü günümüzde namaz her Müslüman ın Allah a borcudur denir. Gerçekten Yaradan ın bizlere Kur’an da zikrettiği, ibadetleri Allah a borcumuzu ödemek için mi yapıyoruz? Ya da onun için mi yapmalıyız? Bu önemli konuyu, gelin birlikte Kur’an ışığında düşünelim, anlamaya çalışalım. Önce namazı ele alalım. Eğer namaz bizlerin Allah a borcumuz olsaydı, borç alacak ilişkisini Yaradan la kurmamız gerekirdi ki, sanırım bu borcu bizlerin ödemesi çok zor olurdu. Borç alacak ilişkisi, aynı değerde kişiler arasında olur. Yaradan la biz aciz kullarının arasında, sizce böyle bir alış veriş olabilir mi? Borç alacak ilişkisi ile Allah a yaklaşırsak, onun yüceliğine, eşi benzeri olmayan makamına, saygısızlık yapmış olmaz mıyız? Namazı Kur’an da bolca zikreden Allah, bu yolu bizlere neden öneriyor olabilir. Namazla ulaşılmak istenen amaç, fayda nedir? Önce bunu gerçek anlamda doğru öğrenmeliyiz ki, namazın faydasını görebilelim. Dikkat ederseniz, Kur’an namazdan bahsederken, bu yolla Yaradan ile bir bağ kurulacağını ve bu irtibat sayesinde, Allah tan yardım istenebileceği örneğini verir. Bakara 45: Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah'a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir. Demek ki namazın asıl amacı, Allah ile diyalog kurmak, ondan yardım istemekmiş. Eğer namazın asıl amacını anlayamayıp, Allah a borcumuzu ödüyoruz fikrinden yola çıkarsak, namazın asıl amacını anlamamış oluruz. Allah ın bizlerin namaz kılmasına ihtiyacı yoktur. Namaz, Yaradan la kulunun bir olduğu andır. Namaz, Allah ın huzurunda saygıyla boyun eğip, tüm benliğimizle ona teslim olduğumuz andır. Namaz riyadan, her türlü kötülükten, kinden, nefretten uzak kalabilmenin yoludur. Namaz, Yaradan a açılan bir kapıdır. O kapının da anahtarı yalnız ve yalnız Kur’an da gizlenmiştir. Onu bulmak isteyen, aklını kullanmalıdır. Aklını kullanmayan, birilerine koşulsuz teslim olan, asla Yaradan a açılan kapıdan geçemez. İşte tüm bu gerçeklerin farkında olan, ancak namazın faydasını görebilecek, o anahtara sahip olacaktır. Başaramayan ise, nefsini aldatmaktan öteye gidemeyecektir. Düşünerek Kur’an ı okuyan bir Müslüman, geçmiş namazların kılınmasından, Allah ın bahsetmediğini görecektir. Böyle bir sorumluluktan Kur’an bahsetmez. Allah geçmişe değil, yaşadığımız o ana ve geleceğimize yön verir. Çünkü geçmiş yaşanmıştır, ancak geçmişten dersler, ibretler alarak geleceğimize yön verebiliriz. Eğer namaz, Allah a borcumuz olsaydı, geçmiş kılmadığımız namazlarımızın, da kılınmasını isterdi bizlerden. Ama böyle bir emri Kur’an da yoktur. Peki, geçmiş namazlar konusunda ne söyleyebiliriz? Geçmiş kılmadığımız namazlarımızın, bizler için büyük bir kayıp olduğunu söyleyebiliriz. Yaradan ile bağlantı kurmadığımız, onun huzuruna durmaktan uzak, onun nurundan, önerilerinden kopuk yaşadığımız, bizler için kayıp günlerimiz diyebiliriz. Geçmişte kılmadığımız namazlarımızı bugün kılarak, yaptığımız yanlışlarımızı düzeltebilir miyiz? Elbette hayır. Yaptığımız her şeyin hesabını vereceğiz. Bugün kılacağımız namazlarımızla belki, geçmişte yaptığımız hataların affı için dua edebiliriz. Buradan da anlaşılıyor ki, bizlerin kıldığı namaza Rabbin ihtiyacı yok, tam tersine bizlerin ihtiyacı vardır. Çünkü namazla bizler Allah a yaklaşır, onun nuru ile nurlanır, gönül gözlerimizi onun ışığıyla aydınlatırız. Onu hatırlarız, onu zikrederiz, tespih ederiz ve hayatımıza onun önerileri ile yön veririz. Doğru, güzel yaşamanın tadını, nefsimizde hissederiz. Bakın Allah namaz konusunda ne diyor. Bakara 277: İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler. Dikkat ederseniz Allah, namaz kılanların, yani Allah ile irtibat kuranların, mükâfatlandırılacağını söylüyor. Peki, neden mükâfat verileceğini söylüyor, bolca namaz kılanların mı mükâfatlandırılacağını söylüyor? Lütfen bu ayete dikkat edelim. İman edip, iyi işler yapmaları halinde. Yoksa ben iman ettim, bol bolda namaz kılıyorum demekle değil. Buradan da anlıyoruz ki, gerçek anlamda kılacağımız namaz, bizleri doğruya, güzele yaklaştıracaktır. Tabi elimizde, Allah ın rehberi olmak şartıyla. Onun çizdiği yoldan yürüyerek, onun kelamını ciddiye alıp, onda her şey yazmaz, her açıklama, detay yoktur demeden Kur’an a yaklaşarak, Allah ın hoşnutluğunu kazanabiliriz. Allah birçok ayetinde, üstünde durduğu bir konu vardır. İyilik, güzellik, barış ve hayırda yarışmak. Hatta cennetinin en güzel makamını hayırda ve barışta yarışanlar için ayırdığı örneğini verir. Dikkat ediniz namazı çok kılan, orucu tam tutan demiyor. Önemli olan sonucu alabilmektir. Namaz, oruç bizleri iyiliğe güzele, doğruya, hayra, barışa ulaştırmanın yol ve yöntemleridir. Bu yolu, yöntemi doğru kullanmıyorsak, işin özüne inmeden görüntüye, gösterişe önem veriyorsak, istenilen amaca da ulaşmamız mümkün olmayacaktır. Bu durumda mükâfat beklemek elbette doğru olamaz. Tüm bunları, doğru bir toplum yaratmak için Allah ister bizlerden. Namazında asıl amacı budur. Allah ı unutmadan, onun rızasının, hoşnutluğunun verdiği mutlulukla, insanlık adına yararlı işiler yaparak yarışmaktır asıl amaç. Eğer Müslüman olduğunu söyleyen bir toplum, barıştan, yardımlaşmadan, iyilikten uzak bir toplum olarak yaşıyorsa, bu toplum NAMAZIN özünde isteneni kavrayamamış, şekilsel boyutta namazı yaşayarak, boşa zamanlarını harcıyorlar demektir. Sanırım İslam toplumunun büyük bir çoğunluğu, bu gerçeği kavrayamamış görünüyor. Gelelim oruç tutma konusuna. Oruç tutmamız da Yaradan a bir borcumuz olmayıp, tam tersine bizlerin hayatında, sağlıklı yaşamanın çok önemli bir yoludur. Eğer Allah a borcumuz mantığıyla bakarsak, oruç tutamayanların borcunu ödemediği çıkar ki, bu düşünce ve fikir yanlıştır. Allah bizlerin ne namazına, nede oruç tutmamıza ihtiyacı yoktur. Çünkü onun eşsizliği, yüceliğinin hesabını dahi bizler yapamayız. Allah oruçtan bahsederken, bizlerin korunması adına orucun farz kılındığını söyler. Oruç tutmamızın, bizler için çok hayırlı olacağı uyarısını da yapar. Demek ki orucun emredilmesinin asıl nedeni, bizlerin sağlıklı bedene ve ruha sahip olabilmesi amacını taşıyor. Yine oruç konusunda açıklama yapan Allah, bulunduğumuz oruç ayında tutamadığımız günleri de, daha sonra fırsatını bulduğumuz, sağlığımıza kavuştuğumuz en kısa zamanda tutmamızı ister. Hiç tutamayanlarında, fakiri doyurmaları yolunu gösterir. Dikkat ediniz geçmiş yıllarda tutulmayan oruçlar konusundan da hiç bahsetmez Kur’an. Çünkü geçmiş artık geçmişte kalmıştır. Geçmiş yıllarımızı, oruçla değerlendirmediysek, sağlıklı olmanın yolunu kaçırmışız demektir diyebiliriz. Elbette buda bizlerin, bedenimiz ve ruhumuz için büyük bir kayıptır. Bunu yapmakla, Yaradan ın bizlere verdiği emanetini, doğru kullanmadığımızı söyleyebiliriz. Zekât konusunda Allah, çok dikkat çekici bir örnek verir. Bakara 245: Kimdir o adam ki, Allah'a güzel bir borç versin de, Allah da ona kat kat fazlasıyla (verdiğini) ödesin! Allah (rızkı) kısar da, açar da. Hep O'na döndürüleceksiniz. Ayetin güzelliğine bakar mısınız lütfen. Allah fakire, maddi imkânı olmayana zekât vermeyi, kendisine borç verme olarak kabul ediyor. Elbette bunu yapan, karşılığını Allah tan görecektir. Allah zekât konusuna Kur’an da çok önem verir ve derki. Zekât sizlerin malınızın, paranızın bereketidir. Zekât verilen bir toplumda, toplumsal barışın sağlanacağı, insanların daha huzurlu ve mutlu yaşaması arzu edilmektedir. Dikkat etmemiz gereken bir konuda, Kur’an da en çok zikredilen, Rabbin bizlere önerdiği, namaz kılmayana, oruç tutmayana ve zekâtını vermeyenlere karşı bir yaptırımdan, cezadan söz etmemesidir. Çünkü dinde zorlama olmadığını ve herkesin yaptıklarının karşılığını alacağını, bu Dünyada imtihanda olduğumuzu söyler. Fakat bu ibadetlerin yapılması ile bizlerin Allah ın istediği yoldan gideceğimiz örneklerini verir ve bizleri teşvik eder. Açıkça Allah bizleri, bu Dünyada özgür bıraktığını söylerken, yapılan her şeyin bir karşılığı olacağının da dikkatini çeker. Emredilen ibadetlerin yapılmadığında, bu Dünyada beşeri kanunlarla bir ceza verilmesinden bahsetmez. Çünkü emrettiği ibadetlerin, yerine getirilmemesinin muhatabı, Allah ın bizzat kendisidir. Cezayı da mükâfatı da Allah yalnız ben veririm der. Toplumun huzurunu, düzenini sağlamak adına koyduğu kuralların uygulanmasında, elbette beşeri cezalar konmuştur. Örneğin toplumda fuhşun, hırsızlığın çoğalmaması için konmuş olan kurallar gibi. Duaların karşılık bulmasını istiyorsak, söz dinleyen, Allah ın önerileri ile yaşayan bir kul olmalıyız. Bizler önce namaz kılın emriyle, Allah ın bizlere neler anlatmaya çalıştığını, doğru anlamalıyız. Toplum olarak bu emri acaba doğru anlayabildik mi? İşte kendimize sormamız gereken çok önemli bir soru. İslam Ülkelerinde bolca kılınan namazları, yapılan duaları düşünün lütfen. Görünen manzara adaletten uzak bir toplum, savaş, yokluk, acı ve keder. İşte namazı Allah ın kriterlerine göre kılmazsak, elbette ondan faydada görmemiz de mümkün olmayacaktır. Allah ın istediği gibi yaşanmıyorsa, dualarında karşılık bulması beklenemez. Rabbin bir başka ayetinde söylediği gibi, iman ettim demekle gerçek iman etmiş nasıl olunmuyor da, Yalnız Rabbin buyruklarına, batıl karıştırmadan teslim olunması, boyun eğilmesi gerekiyorsa, Allah ın önerdiği şekliyle, namazını gereği gibi kılmayanlarda, NAMAZIN faydasını görmeleri mümkün olmayacaktır. Allah her şeyden nice örnekler verdik diyorsa Kur’an da, namazını göstermelik kılanlar içinde elbette bir uyarısı var. Maun suresinde Allah, namazını kılan bir toplumdan söz ederek bakın ne diyor. (Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır.) Demek ki öyle Müslümanlar var ki, namazlarını borcumuzu ödeyelim, borçtan kurtulalım ya da gösteriş olsun diye kılıyor. Ciddiye almama konusuna gelince. Allah namazlarımızı huşu içinde kılmamızı, kendisinden yardım istememizi söyler. Eğer emredilen namaz, Allah ın istediği kalitede, yöntemle yapılmıyorsa, ona ciddiyetle yapılmıyor deriz. Ne yazık ki bizler, namazlarımızı Rabbin istediği ölçüde, değerde yapamıyoruz. Peki, bizler namazımızı nasıl kılıyoruz? Anlamını dahi bilmeden ayetleri okuyarak, namaz kıldığımızı zannediyoruz. Anlamını bilmeden okuduğumuz içinde, Yaradan la huşu içinde onun huzurunda olamıyoruz. Yaradan la doğru yöntemle irtibat kuramadığımız için, boşa geçiriyoruz zamanımızı. Böyle namaz kıldığımız için, aklımıza öyle şeyler geliyor ki, bununda suçunu şeytana atıyoruz ve bakın şeytan vesvese veriyor diyoruz. Kendimizde hiç suç aramıyoruz bile. Bizler Allah ın rehberi ile bulaşmadığımız için, birilerinden İslam ı öğrenmenin yolunu seçiyoruz. İşte o birileri de, dini kendi nefislerinde evirip çevirip ilavelerle topluma sunduğu için, ne yazık ki Rabbin gerçeklerinden habersiz yaşıyoruz. Namazda gösteriş konusu, günümüzde ne yazık ki en çok kullanılan yöntemdir. Birileri camide beni görsün düşüncesiyle, namazımızı kılıyorsak, elbette o namazdan fayda görmemiz de düşünülemez. Allah hüküm vermediği halde, Camide namaz kılmanın sevabının, kat kat daha fazla olduğunu söyleyerek, ne yazık ki camileri siyasete alet etmişler ve topluma istedikleri gibi yön vermenin, kendi çıkarları doğrultuda kullanmanın merkezi yapmışlardır. Allah ın bizlere emrettiği tüm ibadetlerin, bizlere faydası olması adına emredildiğini unutmamalıyız. Bu emirlere uyan, uymayan, ya da gevşek davranan, Allah ın önerdiği yolda yürüme çabaları, azmi nispetinde fayda sağlayacaklardır. Rabbin önerilerine kulaklarını açıp, gönülden uyanlara ne mutlu. Dilerim Rabbimden, namazını gereği gibi kılıp, orucunu tutan, zekâtını gönülden veren, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
İSRA SURESİ 81. AYETTEN, ALINMASI GEREKEN DERSLER.
Değerli kardeşlerim, bugün sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim ayet, İsra suresi 81. ayet olacaktır. Acaba Allah bu ayetinde, hak geldi, batıl yok oldu derken nelerden bahsediyor olabilir? Önce ayeti yazalım, sonra üzerinde birlikte düşünelim. İsra 81: De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.” Yaradan hak geldi derken kimden ve nelerden bahsediyor olabilir, önce onu netleştirelim. Bunu anlamak içinde bu ayetin hemen devamındaki ayete bakalım. İsra 82: Biz Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır. Demek ki Yaradan hak geldi derken, Kur’an dan bahsediyormuş. Yani Kur’an ın iman edenler için, şifa ve rahmet olacağı müjdesini veriyor. Çünkü peygamberimiz devrinde toplum, Allah ın daha önce indirdiği kitaplarından sapmış, atalarının hurafe ve yanlış itikatlarının ardı sıra gider olmuş. Peki Allah bizleri, Kur’an dan başka kaynaklara sevk ediyor mu? Hatırlayalım, Allah rehberinde bizlere, Kur’an ın ipine sarılın diye öğüt verir. Sizlere indirdiğime uyun, başka velilere uymayın der. Hidayete erenlerin, yalnız Rabbinden gelen Kur’an a iman edenler olacağını anlatır bizlere. Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın diye uyarır. Allah kimlerin günahlarını affedeceğini söylerken, Rableri tarafından HAK olarak, Muhammed e indirilene inananların, günahlarını örteceğini, affedeceğini söyler. Kur’an ın insanların, kalp gözlerini açacak ışıklardan oluştuğunu açıklayarak, bizleri yalnız ve yalnız Kur’an ın ardı sıra gitmemizi öğütler. Allah Kur’an ı, alemlere uyarıcı olsun diye indirdiğini ve bizlerin yalnız Kur’an dan hesaba çekileceğimizi söyleyerek, son noktayı koyar ve bizlerin Kur’an dan başka rehber edinmemizin doğrudan, hak yolundan sapmak olacağını apaçık bildirir. Ayetin sonundaki cümle çok düşündürücüdür. Lütfen bu sözler üzerinde dikkatle düşünelim. (Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır.) Bu uyarıyı, çok önemseyerek düşünmeliyiz, kim bu zalimler. Zalimler sözünden iman etmeyen inkârcıları anlamamız yanlış olur. Onlardan bahsediyor olsaydı, ayet kâfirler diye söz ederdi. Zalimlerin kimler olduğunu tam olarak anlayabilmek için, gelin Kur’an ı bir bütün olarak düşünelim, bakalım Allah ın bahsettiği zalimler kimlermiş. Aşağıdaki ayet üzerinde, lütfen dikkatle düşünelim. İbrahim 27: Allah Teala sağlam sözle iman edenleri, hem dünya hayatında hem de ahirette sapasağlam tutar. Zalimleri ise Allah saptırır. Allah dilediğini yapar. Bu ayeti eğer doğru anlayabilirsek, her sorunumuz çözülecektir. Ayette geçen sağlam sözle iman etmek ne demektir. Ya da Allah gerçek iman edenleri, sabit sözle sağlamlaştırması, ne anlama gelir? Ayette Allah, bizlerin kurtuluşa erebilmesi için, en sağlam söz olan Kur’an ayetleri ile yalnız iman etmemizi istiyor. Bundan daha açık nasıl söylesin Yaradan. Demek ki en emin yolu takip etmek isteyen, en sağlam, en sabit söz olan Kur’an ın ardı sıra gitmeli, hurafe, rivayet, emin olmadığımız sözlerin peşine, asla düşmememiz gerektiği anlatılıyor. Ayette bahsedilen zalimlere gelince. Dikkat ediniz, bunlarda inandıklarını söyleyenler. Allah ı ve elçisini inkâr edenler değil. Peki, neden Allah bunları saptırıyor, cezalandırıyor? Çünkü onlar Allah ın sapasağlam sözleri ile yetinmeyenler. Atalarının hurafe inançlarından vazgeçmeyenler. Bugünde yaptığımız yanlışlar, dünden farklı değil. Çünkü onlar bugünde, Rabbin ayetlerini düşünmeden, hakka batıl karıştırmaya devam edenler. Çünkü onlar, Kur’an da her şeyden nice örnekleri anlayasınız diye sıraladık, açıkladık diyen Rahmana inatla, Kur’an da her şey yoktur diyerek, beşerin, velilerin rivayetlerine inananlar. Çünkü onlar, Allah ın sakın velilerin ardına düşmeyin, güvenilecek yardım istenecek, şefaat istenecek veliniz yalnız benim dediği halde, Rabbin sözlerini görmezden gelerek veliler edinenler, onlardan şefaat bekleyenler. Elbette bu yanlışta ısrarla inat edenleri Rabbim, asla doğruya yönlendirmeyecektir. Bakara 59. ayette, bakın zalimlerin neler yaptığını söylüyor. (Fakat zalimler, kendilerine söylenenleri başka sözlerle değiştirdiler.) Şükürler olsun Rabbime, bakın ne kadar güzel örnekler veriyor. Buradan da çok net anlaşılıyor ki, İsra suresi 82. ayette bahsedilen ZALİMLER, iman ettiğini söyledikleri halde, Allah ın ayetlerine, başka sözler karıştırıp, bunlarda Allah katındandır diyerek, ayetlerin anlamlarını değiştirenler olduğu anlaşılıyor. Sanki HAŞA Rabbim yazmayı unutmuşta, birileri akıl etmişçesine, siz bu ayetin nüzul sebebini biliyor musunuz diyerek, Rabbin hiç bahsetmediği anlamlar ayetlere verilmiyor mu? Hâlbuki Rahman ne demişti, HAK GELDİ, BATIL YOK OLDU. Buradan da anlaşılıyor ki, Allah ın bahsettiği zalimler, hakka batıl karıştıranlar olduğu apaçık ortaya çıkıyor. Zalimler konusunu daha iyi anlayabilmek için bir örnek daha vermek istiyorum. Bakara 229. ayetinde Allah, bir konuda açıklama yapıyor ve sınırlamalar getiriyor. Daha sonrada ayetin sonunda çok dikkat çekici bir uyarıda bulunuyor ve bakın ne diyor. (Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.) İşte yaptığımız büyük yanlışlara, çok dikkat çekici bir örnek. Demek ki Allah ın sınırları var. Peki, bu sınırlar nedir ve nerede belirtilmiştir? Elbette sizleri sorumlu tutuyorum dediği Kur’an da, Rabbin apaçık sınırları belirlenmiştir. Eğer bizler bu sınırları yeterli görmeyip, kendimizce genişletmeye, sınırı aşmaya kalkarda, Kur’an da her şey yazmaz, özet bilgiler vardır der, dine ilaveler yaparsak, Allah ın koyduğu sınırları aşarsak, demek ki Rabbin katında ZALİMLERDEN olacağımız kaçınılmaz olacaktır. Allah hakka batıl karıştırmayın diye ayetinde bizleri uyarıyor da, sakın emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin diyorsa, lütfen haddimizi aşarak, Allah ın koymuş olduğu sınırları zorlayıp, kendimizi ZALİMLER arasına sokmayalım. Zalimlerden olmak istemeyen, Allah emretmediği halde, bunlarda Allah katındandır asla dememelidir. Çünkü Rabbin bahsetmediği, açıklama getirmediği konuları, bunlarda İslam ın, dinin emridir dersek, Yaradan a iftira atmış oluruz. Bunu yapanlara da bakın Allah ne diyor? Ali İmran 94: Artık bundan sonra her kim Allah'a karşı yalan uydurursa, işte bunlar, zalimlerin ta kendisidirler. Bizler elimizde, imtihan olduğumuz FURKAN apaçık dururken, nefislerimizin esiri olmaktan kurtulamadığımız için, beşerin öğretisi, baskısı altında öyle kalmışız ki, bize öğretilenleri Kur’an da göremediğimiz de, bakın demek ki her şey Kur’an da yazmıyormuş, deme cehaletini gösteriyoruz. Bu hatamızın en büyük nedeni, Kur’an ile aramıza edindiğimiz velileri sokmaktır.Bunu yaptığımız içinde, Rabbin neleri emrettiğinin elbette farkında olamayız. Ayetin sonunda bahsedilen, Kur’an zalimlerin zararını artırır sözünden ne anlamalıyız, burası çok önemli. Zalimler hakka batıl karıştırdıkları ve Allah ın ayetlerinin anlamlarını değiştirip, beşerin hurafelerine delil aradıkları için, zalimlerin zararları, kaybı da, arttıkça artacaktır diyor Allah. Allah ile kulun arasına hiç kimse giremez. Yaradan elçisine seslenerek, yarattığım kulum ile beni baş başa bırak diyor. Tebliğ etmek sana, hesap sormak bana düşer diyerek, bu gerçeği Kur’an çok güzel anlatmıştır. Tabi anlayana, anlamak isteyene. Kur’an bizlerin niyetine göre sorularımıza cevap verir. Hiçbir art niyet beslemeden, Allah ın ne emrettiğini anlamak amacıyla Kur’an a bakarsanız, tüm gerçekleri Rabbim gösterecektir. Yok, eğer hurafe itikatlarımıza delil aramak adına, Kur’an ın bir kelimesinin ardına anlamlar yükleyerek delil arama çabası içindeysek, zalimlerden olduğumuz içinde, Rabbim böyle insanın zararını artırdıkça arttıracak, gerçekleri asla görmesine izin vermeyecektir. Bizler Kur’an ı yeterli görmeyip, onun özet bil içerdiğini, onda her bilginin olmadığını söylemekten de hiç çekinmemişiz. Kur’an ı herkesin anlayamayacağı bir kitap ilan ederek, beşerin kitaplarını tercih etmişiz. Hatta daha da ileri gidip, beşerin bazı kitapları için, Kur’an ayetlerinin ayetidir bu kitaplar, demekte sakınca bile görmemişiz. Ne yazık ki bu acı gerçek, bu zalimce davranışımızın olacağı, 1400 yıl önce Rabbin bizlere gönderdiği rehberinde bile yazıyor. Peygamberimizin mahşer günü, benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar diyeceği, bizlerin hiç umurunda bile olmamış. Bu uyarıyı kendi üstüne alan bile çıkmamış. Bizler inatla Kur’an açık değil, herkes anlayamaz, her konuda açıklama yoktur dedikçe, Rabbimizde adeta gözümüze sokarcasına, bu fikre sakın inanmayın, Zalimlerden olursunuz DERCESİNE, BAKIN NE DİYOR. Kehf 54: Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür. Ne diyelim, Rabbin gerçeklerini, gönül gözleriyle gören gözlere, duyan kulaklara, hisseden gönüllere ne mutlu. Duymak, görmek ve hissetmek isteyen Rabbin HAK, EN SAĞLAM sözlerine sarılır. Çünkü peygamberimizde bunu yapmış, Rabbin hükümlerine tek bir kelime dahi ilave yapmamıştı. Çünkü Yaradan, elçisinin bazı sözleri bizlere atfederek, bunlarda Allah katındadır deseydi, ona ne yapardık diyor biliyor musunuz hakka 44. ayetinde? (Mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik.) Değerli din kardeşlerim. Lütfen dikkatle düşünelim. Bu ihtarı, bu tembihi almış Allah ın elçisi, Allah ın Kur’an da hükmetmediği, açıklık getirmediği bir konuda, bunlarda Allah katındandır diyerek, dine ilaveler yapar mıydı? Yorum ve karar sizlerin. Dilerim Rabbimden, zalimlerden olmayan, Allah ın rehberine sıkı sıkı sarılan, hakka batıl karıştırmayıp, Allah ın sağlam sözlerine iman eden, Rabbin halis kullarından oluruz. Allah aklını kullanmayan kullarımı, pislik içinde bırakırım diyorsa, gelin dostlar aklımızı kullanarak, Rabbin en sağlam sözlerine iman edelim. Yoksa bizleri Allah ile aldatanların şerrinden, zalimliğinden asla kurtulamayız. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
SAY. İHSAN ELİAÇIK IN, BAŞÖRTÜSÜ KONUSUNDAKİ YAZISI VE KURAN....
Şimdide aynı konuya, daha farklı bir yönden bakalım. Allah ayetlerini en doğru anlamamız için, yine Kur’an ın diğer ayetlerinden istifade etmemizi söyler. Daha açıkçası Kur’an kendisini anlatan, açıklayan bir kitaptır der. İsra suresi 89. ayetinde, Yemin olsun, biz bu Kur'an'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Kehf suresi 54. ayetinde de, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk diyerek, bizlere apaçık bir hüküm vermişti hatırlayınız. Şimdi bu ve buna benzer onlarca ayetinde bizleri uyardığı gibi, hemen kendimize soralım. Madem Allah kadınların saçlarını örtmesi emrini, dolaylı bir şekilde Nur 31. ayetinde vermiş, acaba Kur’an ın başka bir ayetinde bu konuya açıklık getirmiş mi? Dikkat ediniz bahse konu ayette, açıkça söylemesine gerek yok, dolaylı bir hükmü vardır deniyor. Madem açık olmayan, dolaylı anlatılan bir hüküm var, O zaman Rabbimiz bizlere her konuda nice örnekleri değişik ifadeler verdik dediğine göre, acaba Kur’an ın başka bir ayetinde, bu hükmü doğrulayacak, tastikleyecek, açıklayacak apaçık bir ayet var mı? Bu soruyu her ne hikmetse, kendimize sormaktan korkuyoruz. Kur an ehli, Rabbin gerçeklerinden asla korkmaz. Korkarsa gerçekleri yaşayamaz. Şunu lütfen unutmayalım, Allah kadınların başlarını örtmesini emretseydi, bunu apaçık söylerdi bunu da unutmayalım. Böyle önemli bir hükmü, sizce Kur’an ın hiçbir yerinde bahsetmeden, Nur suresi 31. ayette dolaylı, açık olmayan bir hükümle verir mi? Lütfen bu soruyu kendimize soralım. Tabi daha sonra, pişman olmak istemiyorsak. Sayın Eliaçığın verdiği bazı örnekler düşündürücüdür. Gelin birlikte verdiği örnekler üzerinde düşünelim. Acaba Nur suresi 31. ayetinde verdiği örneğe benziyor mu? Yani açık değil de, dolaylı anlatılan bir hüküm var mı? (Örneğin, "Cuma namazı kılın" demez de, "Zaten kılmakta olduğunuz o cuma namazı var ya, işte onun için çağrıldığınızda alışverişi bırakın" der. Yine örneğin, "Namaz (salât) diye bir şey icat edin, kurban (nahr) diye bir uygulama başlatın" demez de, "O yapılmakta olan namaz (salat), kesilmekte olan kurban (nahr) var ya, işte onu siz ALLAH için yapın" der. Yine örneğin, "Dörde kadar evlenin" demez de, "O onar, on beşer evlenip de geçindirmek için yetimin malına el uzatmaya kalktığınız eşleriniz var ya, işte onları dörde, üçe, ikiye, hatta bire indirerek evlenin, yetimlere haksızlık yapmaktan korkuyorsanız böylesi daha iyidir" der. Demek ki bu tür ayetler yürürlükteki duruma müdahale etmek, yanlış taraflarını düzeltmek, ıslahat yapmak amacıyla gelmektedir. Düzelttiği şekliyle de kalıcı emre dönüştürmektedir. Başörtüsünün de böyle olduğunu düşünürsek, denmek istenen; "O zaten takmakta olduğunuz başörtüleriniz var ya, işte onları aşağıya doğru da salın, başınıza toplayıp da boynunuzu, omuzunuzu, göğsünüzü, sırtınızı açıkta bırakmayın" demek olur…) Verilen ayet örneklerine bakalım şimdi de. (Cuma namazı kılın" demez de, "Zaten kılmakta olduğunuz o cuma namazı var ya, işte onun için çağrıldığınızda alışverişi bırakın" der.) Dikkat ediniz Cuma ayetinde, hüküm verilen Cuma toplantı namazına, yani zikre davet var. Davette ne yapılacağı açıktır. Dolaylı olarak farklı bir hüküm yok. Yani Nur suresi 31. Ayetinde olduğu gibi, istenen hüküm açık, ayrıca dolaylı emredildiği söylenen başın örtülmesi benzeri bir konu yok. Daha öncede emredilen, Cuma nazmına davet açıkça belirtilmiş. Namaz konusu ayrıca Kur’an da en çok işlenen bir konudur, onu da hatırlatmalıyım. Bugün İslam toplumunda, bu ayetten farklı, üstü kapalı bir anlam çıkaran var mı? Elbette yok. Allah namaz, oruç, zekât, hac sizlere olduğu gibi, sizden öncekilere de farz kılınmıştı diye açıklar Kur’an da. Bakın daha önce farz olanları, nasıl tekrar ederek söylüyor Yaradan diğer ayetlerinde. Eğer daha önce başın örtülmesi zaten farzdı, onun için tekrar söylemesine gerek yok dersek, şu soruyu sormalıyız kendimize. Allah geçmiş toplumlara emrettiği farzları tekrar dile getiriyor ve bizleri bilgilendiriyorsa, neden başın örtülmesi emri, sizden önceki toplumlara da farzdı, sizlere de farz kılındı, şeklinde tek bir bilgi vermiyor? İşin ilginci Sayın Eliaçık, başın örtülme emrini anladığını söyledikten sonra, bu ayetin Medine deki durumu düzeltmek için indirildiğini, bu konunun şimdi tartışılabileceğini bile söylemişti. Ama dikkat ediniz yukarıdaki sözleri ile çelişerek, bakın ne söylemiş. ( Düzelttiği şekliyle de kalıcı emre dönüştürmektedir.) Madem başın örtülmesi emrini ve göğsün kapatılmasını düzene sokuyor ve kalıcı emre dönüştürüyor, daha sonraki yıllarda, başın örtülmesi emrini nasıl tartışırız? Ayeti doğru anlayamazsak, kendimizle çelişmemiz kaçınılmaz olacaktır. Bu mantığı, Kur’an ın diğer ayetlerinden doğrulamaya devam edelim. Allah Hac konusunda açıklama yaparken, bir ayetinde bakın ne diyor? Hac 27: İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek YAYA olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun DEVELER üzerinde sana gelsinler. Ayete baktığımızda Allah, o dönemin şartlarına uygun örnek vererek, Hacca yaya ya da develerle gidebileceğimiz örneğini veriyor. Şimdi sormak isterim, verilen örnekte Hacca deveyle, ya da yaya gitmek farzdır, diyen var mı günümüzde? Elbette yok. Çünkü önemli olan HÜKÜM dür. AYETTE VERİLEN HÜKÜMDE HACCA GİDİLMESİDİR. Bu emrin yerine getirilmesi de, elbette zaman ve mekâna göre değişecektir. Peki, bahse konu Nur suresi 31. ayette HÜKÜM neydi? Göğsün örtülmesi. İster başını örttüğün örtüyle göğsünü ört, istersen başka bir şeyle. Amaç, emredilen hüküm değişmez, ama istenen hükmü yerine getirmek için, araçlar günün şartlarına, zamana, mekâna, geleneklere göre değişir. İşte Nur suresi 31. ayet de, aynı şekilde anlaşılmalıdır. Verilen diğer örneğe bakalım şimdide. ("Namaz (salât) diye bir şey icat edin, kurban (nahr) diye bir uygulama başlatın" demez de, "O yapılmakta olan namaz (salât), kesilmekte olan kurban (nahr) var ya, işte onu siz ALLAH için yapın" der.) Acaba Allah bu kadar basit mi hükmünü veriyor, bu konularda Kur’an da? Hiçbir açıklama yapmaz mı namaz ve kurban konusunda? Tüm bunları Nur suresi 31. ayette geçen başın örtülmesine delil yaparsak, sizce doğru olur mu? Kur’an da Allah namaz konusunu o kadar çok işler ki ayetlerinde, okuyan namazın Allah ile kulun arasındaki en güzel sohbet anı olduğunu anlar. Bir diğer verdiği örneğe bakalım. ("Dörde kadar evlenin" demez de, "O onar, on beşer evlenip de geçindirmek için yetimin malına el uzatmaya kalktığınız eşleriniz var ya, işte onları dörde, üçe, ikiye, hatta bire indirerek evlenin, yetimlere haksızlık yapmaktan korkuyorsanız böylesi daha iyidir" der.) Bakın bahse konu ayetin konusu ile ilgili, ne kadar güzel açıklama var. Allah ayetinde, birden fazla eş ile evlenmenin sakıncalarından bahseder. Örneğin çoklu evlilikte, asla isteseniz de adaleti sağlayamayacağımız örneğini verir. Daha da net belirterek, adaleti sağlamak istiyorsanız, tek eşle yetinin diye öğüt verir bizlere. Asla bu ayetlerden, dolaylı bir hüküm çıkartamayız. Ayetler apaçık anlaşılıyor. Bu konuya bir örnek daha vermek istiyorum. Allah Kur’an da şöyle bir hüküm verseydi ve deseydi ki, kadının ayaklarını, parmaklarını göstermesi namahremdir. O giydiğiniz mestlerle, aileniz dışındaki kişilere ayaklarınızı göstermeyiniz deseydi. Mest de o devrin toplumunun bir kıyafeti, geleneği olsaydı, bugün bizler kadınlarımızın mest giyerek ayaklarını kapatması gerektiğini, Allah ın farz emridir diyebilir miydik? Yoksa bu ayette Allah, kadınların ayaklarının görünmesini istemiyor, neyle örtersen ört, ister çorap giy, ister patik giy, diye anlaşılıyor mu derdik? Eğer evet, bugünde mest giymelidir diye anlarız dersek, Allah ın hükümlerine, geleneklerimizi de, din diye ilave etmiş olacağımızı unutmayalım. Sayın Eliaçık, zaten o günkü toplumun kadın erkek, başları kapalıydı, onun için başın örtülme emrini, Allah açıkça tekrar söylemesi gerekmezdi dediğinde, O devrin gerçekleri olan CARİYELERİ unutmuşa benziyor. Bildiğiniz gibi cariyelerin başlarını örtmesi yasaktı. Bu gerçek, herkes tarafından da bugün bilinir, kabul edilir. Bahse konu ayet indirildiğinde de, bu değişmedi, Müslüman olan cariyeler başlarını örtemediler. Çünkü başın örtülmesi o dönemin özgür kadınlarına has bir gelenekti. Hatta gelenekten öte, kadınların süs eşyasıydı. Bu hakkı cariyelere vermemelerinin bir nedeni de, cariye ve hür kadının sokakta anlaşılabilmesi adınaydı. Hemen şu soruyu soralım kendimize. Peygamberimiz Nur suresi 31. ayetten, Müslüman kadınlar başını örtmelidir, bu iffetli bir kadının giysisidir, diye anlamış olsaydı, acaba Müslüman olan cariyelerin, başlarının açık olmasına, hala izin verir miydi? Bu sorulara cevap bulamıyorsak, nefsimizin esiri olup, inançlarımıza Rabbin vermediği bir hükmü ilave etmemeliyiz. Şöyle söyleyende çıkabilir, cariyelerin hukuku farklıydı. Doğrudur farklıydı, ama Kur’an onlara da düzen getirmiş, açıklama yapmış, hatta onların yararına hükümler vermiştir. Ama dikkat ediniz, başın örtülmesi konusu hiç geçmez. Eğer başın örtülmesi emri olsaydı ve bu iffetli kadınlar için bir emirdir deseydi, bu durumda Allah cariye, hür olan Müslüman kadın ayrımı yapar mıydı? Konuyu daha iyi anlayabilmemiz için, yine başın örtülmesine dolaylı delil göstermeye çalışılan ve yine ayetten dolaylı bir emir çıkartarak, aslında bu ayette de, başın da örtülmesi çıkartılabilir dedikleri, başka bir ayete bakalım. Ahzab 59: Ey Peygamber! Eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına, dışarı çıkarken üstlerine örtü (Cilbablarını) almalarını söyle; bu, onların namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar. Allah bağışlar ve merhamet eder. Ahzab suresi 59. Ayette Allah, iman eden Müslüman kadınların, evin dışına çıktıkları zaman, nasıl giyinmeleri gerektiğini, bu ayette yine o günkü toplumun kullandığı geleneksel kıyafetten örnek vererek, dikkatlerini çeker ve derki; Toplum içinde dolaşırken, evinizde giydiğiniz daha rahatça hareket edebileceğiniz kıyafetlerle, dışarı çıkmayınız. Toplum huzuruna çıkarken, kullanmış olduğunuz CİLBABLARINIZI giyin öyle çıkın der. Peki, nedir bu cilbab? O devrin toplumunun kadınlarının, evin dışına çıkarken giydikleri yöresel kıyafete, örtüye verilen isim. Yani geleneksel, iklimsel o devrin toplumunun bir giysisi. Değişik meallere bakarsanız, bu kelimeyi yazmadan, dış giysilerini, ya da örtülerini giysinler diye tercüme edilir. O devrin toplumunun hiç bilmediği, geleneklerinde olmayan, günümüzde kullanılan palto, ceket, manto ve benzeri kıyafet isimlerinden birisini, ayette Allah ın zikretmesi, örnek vermesi elbette beklenemez. Şimdide bu ayeti konumuz ile ilgili düşünelim. Dikkat ederseniz bu ayette geçen cilbab kelimesinden yola çıkarak da, bakın cilbab baştan aşağıya giyilen bir örtüdür, onun için bu ayette de Allah, kadınlar başlarını örtmelidir emrini veriyor, diyerek anlatırlar ve başörtüsüne delil gösteririler. Hâlbuki cilbab o devrin geleneksel kıyafetinden başka bir şey değildi. Eğer bu kıyafeti giymekte farz emir olsaydı, KIYAFETİN ŞEKLİ, BİÇİMİ DETAYLI TARİF EDİLİRDİ. Bu konuda bu kıyafetle ilgili, tek bir açıklama, detay yoktur Kur’an da. Açıklama gereği de yoktur, çünkü emir, istenilen hüküm geleneksel kıyafetin giyilmesi değil, iffetli giyinerek, namuslu bir kadın gibi dışarı çıkılmasıdır. Bu kıyafeti kendimizce tarif ederek, itikatlarımıza delil ararsak, ancak nefsimizi tatmin etmiş, kendimizi kandırmış oluruz. Bunu unutmayalım. Ayette ne anlatılmak isteniyor, yani hüküm, amaç nedir bunu doğru anlamalıyız. İman eden kadınlara Allah seslenerek, dışarıya çıkmak istediğinizde, evin içinde giyindiğiniz, daha rahat ve nispeten daha açık kıyafetlerinizle, dışarıya çıkmayın. Dış giysinizi mutlaka giyin diyor. Bunun yapılmasındaki nedeni, amacı da açıklıyor ve diyor ki; Bu davranışınızla, sizlerin namuslu insanlar olduğunuz bilinsin ve sizler yanlış davranışlarla incitilmeyesiniz, diye açıklık getiriliyor. Bu durumda hemen kendimize soralım. Allah hacca gitmemizin örneğini verirken, nasıl o devrin anlayacağı şekliyle örnek verip, uzakta olsa yaya ya da develeriniz yorgun argın bile düşse, Hacca gidin örneğini veriyorsa, Ahzab 59. Ayette de yine o devrin geleneksel kıyafetinden örnek verip, dışarıya çıkarken daha dikkatli olmalarının ikazını yapıyor ve verdiği örnekte, yine o devrin kıyafetini giyerek amacın, hükmedilenin gerçekleştirilmesi isteniyor. Bu konuya, yaşantımızdan da bir örnek verelim. Şöyle düşünelim. Günümüz devrinde bir kadın, İstanbul da evin dışına çıkarken, nasıl bir giysi, kıyafet giydiğinde, o kadın hakkında hiçbir art niyet düşünülmez ve rahatsız edilmez, bu namuslu bir kadındır deriz, önce bunu düşünelim. Daha sonra aynı kadın, aynı kıyafetle, ülkemizin daha muhafazakâr, daha farklı bir yerine gittiğinde, yine aynı kıyafeti giydiğinde, daha önce gördüğü olumlu tepkiyi mi görür, yoksa……? Elbette aynı olumlu tepkiyle karşılanmaz. O bölgenin geleneksel, anlayış ve yaşantısı ölçüsünce, daha farklı bir kıyafet, namuslu, iffetli bir kadının giysisi olarak ortaya çıkar. Bu durumda, İstanbul da normal karşılanan bir kıyafeti, bahsettiğimiz o taşra bölgesinde giyemezsiniz, çünkü normal karşılanmaz. Şehirde yaşayan bir kadın, orada giydiği kıyafetlerini, anne ve babasının köyüne, ziyarete gittiğinde giyebilir mi? Kesinlikle giyemez. Bakın aynı ülkede bile aynı kıyafet, daha farklı tepki görüyor. Önemli olan toplumun anlayışına, geleneklerine, düşünce ve fikir yapısına göre giyinmek olduğu ortaya çıkıyor. Zaten ayetinde bizlere anlatmak isteği amaç, yani verilen hükümde bu konu anlatılmaktadır. Bu ayette, dikkatinizi çekmek ve üzerinde düşünmenizi istediğim bir konu daha var. Allah ayetinde, mümin kadınlardan bahsederek, cariye hür kadın ayrımı yapmadan, dışarıda gezerken daha dikkatli giysiler giymelerini istiyor. Bu durumda bu ayet, Müslüman cariyeleri kapsamıyor diyebilir miyiz? Asla bunu söyleyemeyiz. Madem bu ayet de örnek verilerek, Müslüman kadınların başlarını örtmesi, bu ayette geçen CİLBAB giysisiyle de örnek gösteriliyor, bu durumda bu kıyafeti giyerek, cariyelerinde başlarını örtmeleri gerekmez miydi? Elbette gerekirdi, ama bu ayetin ve bahsedilen kıyafetin, başın örtülmesiyle bir ilgisi olmadığı ve peygamberimizde bu ayetten böyle bir anlam çıkarmadığı için, bu ayette indirilmesine rağmen, cariyeler yine başlarını örtemiyorlardı. Çünkü bu ayetin hükmü, amacı namuslu bir kadına yakışacak bir kıyafetle, dışarıda dolaşmaları adınadır. Bu ister hür olsun, ister cariye hepsini kapsamaktadır. Müslüman bir cariyenin, namuslu ve iffetli olması istenmiyor mu? Elbette isteniyor. Bakın Kur’an ve akıl bir araya geldiğinde, nasılda çözüme yaklaşıyor insanlar. Bu konuyu özetlemek gerekirse, Nur suresi 31. ayetinde geçen bir kelimeye, başörtüsü anlamını dahi vermiş olsak, bu ayetten kadının başını örtme emrini çıkartamıyoruz. Bu yazıyı yazmamdaki neden, asla başını örtenlere saygısızlık anlamında algılanmamalıdır. Amacım Allah ın ayetlerini doğru anlamak adına, sizleri düşünmeye davet etmektir. Buna Rabbim şahittir. Kadınlarda başın örtülmesi, bizlerinde geleneğidir. Bunun devam etmesinde de, elbette hiçbir sakınca yoktur. Yeter ki bunun Allah emri olduğunu, örtenlerin iffetli kadın, örtmeyenler iffetinden şüphe edilmesi gerekenlerdir denmemelidir. Çünkü Allah emretmediği halde, bunlarda Allah katındandır diyenlere, Rabbin uyarısı dikkatle düşünülmelidir. Kur’an din adına, şekilsel bir kıyafet asla emretmemiştir. Çünkü insanların din ve inanç adına ayrışmasına, bölünmesine karşıdır. Dinde bölünmeyin diyen Allah ı, ne yazık ki dinlemediğimiz, anlayamadığımız gibi, şekilsel simgelerle dinde kadınlarımızı bölmenin, ayrıştırmanın da yanlışlığını fark edememişiz. Allah takvaca üstün olmaktan bahseder. Ama bizler takvanın gizli oluşu, Yalnız Allah ın bilmesi, bizlerin çok hoşuna gitmediği için olsa gerek, nefsimizin dürtüsüyle, inancımızı şekilsel hale sokarak, topluma sunmanın acımasız hazını duymaya çalışıyoruz. Böylece komşularımız, hatta en yakınlarımızdan, başını örtmeyen kadınlarımıza takındığımız tavır, onlara söylediğimiz sözler düşündürücüdür. Eğer başını örtmeyen bir kadına, İFFETSİZ yakıştırmasını yapıyorsak, bu düşünce bizlerin Kur’an dan, Allah ın dininden ne derece uzak olduğumuzu gösteriyor demektir. DİN TOPLUMU, ŞEKİLSEL KIYAFETLERLE, SİMGEYLE ASLA AYRIŞTIRMAZ. Kıyafet geleneklere, yaşam şekline ve iklime göre değişiklikler arz edeceğinden, serbest bırakılmış ve bu konuda asla hiç bir hüküm özellikle Kur’an da verilmemiştir. Sizleri tek bir ümmet yaratmadım, dünya üzerine yaydım derken, Rabbin bu sözleriyle, bizlere ne anlatmak istediğini, akıl Kur’an çizgisinde doğru anlamalıyız. EĞER TOPLUM OLARAK, DİN ADINA GİYİM-KUŞAM, KIYAFETLERLE AYRIŞIYORSAK, O DİNDEN ASLA DEĞİLDİR, LÜTFEN BUNU UNUTMAYALIM. Peygamberimizin bu konuyla ilgili bir hadisi geldi aklıma. (Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20 ) Anlayana, düşünene çok şeyler anlatıyor. Fakat bizler öyle yanlış itikatlarımıza, öyle deliller arıyoruz ki, ancak nefsimizi oyalıyoruz. Allah haram ve helal ne emretmişse, bu açıkça Kur’an da vardır. Allah Kur’an da Kadınında, erkeğinde kıyafeti konusunda, hiçbir şekilsel kıyafet belirtilmemiş, yalnız ana kurallar konmuştur. Hz. Ömer in aşağıdaki sözleri, sanırım dikkatle düşünülmelidir. Hz. Ömer: İnancına göre yaşamazsan, yaşadığını inanç zannetmeye başlarsın. Kur’an gerektiği konularda, çok önemli detaya girer ve bizleri bilgilendirir. Örneğin Bakara 233. Ayetinde, bir annenin çocuğunu 24 ay süt emzirmesinin önemine işaret eder. Nisa 23. Ayetinde, aynı anneden süt emmiş, sütkardeşlerin birbiriyle evlenemeyeceğini açıklar. İki kız kardeşi aynı anda alıp, evlenmenin yasak olduğu detayını dahi verir. Boşanmış kadınların, üç adet dönemi geçmeden, tekrar evlenmemeleri gerektiği uyarısını yapar. Sizce bunlar en ince detay değil de nedir? Tüm bunları söyleyen, açıklayan Yaradan, kadının saçı namahrem olup, kapatılmasını emretseydi, apaçık yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, bizlere söylemez miydi? Bazı kelimelerin arkasından, herkesin anlayamayacağı şekilde, açıkça değil de, dolaylımı anlatırdı bizlere? Allah Nahl 116. Ayetinde, bizlerin dikkatini çekerek bakın nasıl uyarıyor. (Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak "Bu helaldir, şu da haramdır" demeyin, çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş oluyorsunuz. Kuşkusuz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.) Demek ki açıkça Allah, kadın saçlarını göstermesi haramdır demediği halde, bizler bazı ayetlerinde ki, kelimelerin ardına sığınarak, aslında burada Allah dolaylı olarak, kadın saçını örtmelidir, saçını göstermesi HARAMDIR diyorsak, lütfen bu yanlışın bizleri nerelere götüreceğini de iyi hesap edelim. Çünkü Allah a karşı yalan uydurmak, haramların, günahların en büyüğüdür. Başörtüsü konusu bugün, içinden çıkılamayacak bir durumdadır. Bu konu ülkemizde siyasete öyle bir alet edildi ki, bu düşünceyi, fikri öne sürenlerin bile, bazen söyledikleri dikkate alınmaz oldu. Sizlere bir örnek vermek istiyorum. Günümüz de başın örtülme şekline dahi yön veren bir kişinin, sözlerini yorumsuz sizlere nakletmek istiyorum. Bu sözleri söylediği dönemde, ilginç yorumlar yapılmış ve bu sözlerin unutulması adına çok çaba harcanmıştı. Düşünen, aklını kullanan gerçekleri anlayacaktır. (Kadınların başlarını örtmesi iman meselesi ölçüsünde önem arz etmez. Allah’a karşı kulluk, umumi manada kulluk ölçüsünde önem arzetmez bunlar. Teferruata ait meseledir. Nitekim Allah’a iman meselesi Mekke’de Efendimize tebliğ edilmiş, namaz meselesi orada bize farz kılınmış, daha sonra da zekât bize farz kılınmış. Ama tesettür meselesine gelince biraz farklı. Zannediyorum Peygamberliğin 16. ve 17. senesinde müslüman kadınların başları açıktır. Temel meseleler varken, teferruatla uğraşılmamalı.” Fethullah Gülen 1995) Dilerim Rabbimden, Kur’an gerçeklerini fark edebilen batılın, hurafenin, sanı ve rivayetin ardı sıra değil, hakkın FURKAN IN peşinden koşan, Rabbin halis kullarından oluruz. Bunu başaramayan toplumlar, Allah ile aldatılmaktan asla kurtulamazlar. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
SAY. İHSAN ELİAÇIK IN, BAŞÖRTÜSÜ KONUSUNDAKİ YAZISI VE KURAN....
Sayın İhsan Eliaçık, Kur’an da başörtüsü emri var mı, konusunda bir yazıyı kaleme almış. Gelin birlikte, kendi yazdığı yazıdan yola çıkarak, bahse konu ayette emredilen, başın örtülme emrimi veriliyor, yine Sayın Eliaçık ın düşüncelerinden yola çıkarak, bu konuyu Kur’an bütünlüğünde anlamaya çalışalım. Tabi Kur’an ın mantığını, ayetleri bizlere nakletme yöntemini, bizlere verdiği örnekleri asla unutmadan. Ben, yazının yalnız başın örtünmesi kısmını sizlere alıntı yaparak, onun üzerinde sizleri de düşünmeye davet etmek istiyorum. Başörtüsü konusunda ülkemizde yaşanan, adaletsiz yasaklamalar konusunda Sayın Eliaçık, bakın neler söylüyor. (Türkiye'de uygulanan başörtüsü yasağı "hukuka" dayanmadığı için hukukî çözüm de olamıyor. Aslında "siyasî" olmadığı için "siyaset" de çözüm üretemiyor. Bu yasağın tek sebebi var; zor. Evet, bu yasak "zora" dayanmaktadır. Başka hiç bir dayanağı yoktur.) Zordan kasıt nedir bilemiyorum, ama dini konularda bu tür sorunların çözümleri, aslında anayasamızda açıkça vardır. LAİK devlet yönetimi. Eğer siz var olan anayasayı yaşamınıza geçirmezseniz, uygulamazsanız elbette sorunun çözümü de zor olacaktır. Laik devlet yönetimini seçmiş Avrupa, Amerika gibi ülkelerde, neden başörtüsü sorun olmuyor, herkes rahatça başını örtüyor ve istediği yerde çalışıyor da, ülkemizde sorun oluyor diye, hiç düşünüyor muyuz? Laik devlet yönetimi her dinin, bizzat birey tarafından kendi inancını, itikatlarını özgürce yaşanması adına önlemler alan, kanunlar koyan bir devlet yönetim şeklidir. Peki, bizler laik devlet yönetimi ile yönetildiğimizi söylediğimiz halde, neden bu kanunlar, kurallar işletilmiyor? İşte kendimize ve bizleri yönetenlere sormamız gereken soru. Eğer sormuyorsak, çözümünü de bulamayız. Çözümü yok demekle, bir soruna çare bulunmaz. Çözümsüz hiçbir sorun yoktur. Çözümsüzlüğü yaratan insanların doymaz, akıllanmaz nefisleridir. Şunu da lütfen unutmayalım. 60 yıldır bizleri yönetenler, laik kelimesinin ardına saklanarak, asla bu kanunu ülkemizde çalışır hale getirmemişlerdir. Ondan sonra da toplum, laik düzene elbette düşman olur. Çünkü hiç yaşamadılar ki kıymetini bilsinler. Gelelim kadının başının örtmesi, Allah emrimidir konusuna. Sayın Eliaçık ın, başörtüsü konusundaki ilk sözlerine önce bakalım. (Öte yandan bir İslâm devletinin (aslında adalet devletinin) insanlara Kuran'da geçiyor diye başörtüsü dayatma hakkının olup olmadığı veya başörtüsünün zamanı geçmiş tarihsel bir hüküm olup olmadığı ayrıca ele alınması gereken konulardır.) Yukarıdaki düşüncelerin ilk bölümünde bahsettiği, bir devletin kanunlarının, hiç kimseye zorla başını örtmesi konusunda zorlayamayacağı belirtiliyor. Bu doğrudur. Tabi tam tersini de söylemeliyiz, zorla örtülen başını, hiç kimse açtıramaz. Çünkü dinde zorlama olmadığı gibi, herkes inancından yaptıklarından kendisi sorumludur. Ayrıca başörtüsü konusunun, zamanı geçmiş tarihsel bir hüküm olup olmadığı, ayrıca ele alınması gereken bir konudur diyerek, başın örtülmesi emri Kur’an da var dedikten sonra, bugün onun devam etmesi gerekmeyebileceği fikrinin, tartışmaya açılması büyük hata olur. Çünkü bir emir ya vardır, ebedi uyarsın, ya da yoktur, zamanla kendi kendine emir değişmez. Değişmesi gerekiyorsa, emri değiştirme makamı, emri veren makamdır, yalnız onun tarafından değiştirilir. Bu değişikliklerde, Allah ın gönderdiği kitaplar arasında, zaten yapılmış ve artık değişmeyeceğinin kanıtı olarak da, başka ne kitap, nede resul gelmeyeceği apaçık bizlere, Kur’an da bildirilmiştir. Kur’an ın toplumu ilgilendiren konularda verdiği hükümleri, belli bir zamana, döneme has değil EVRENSELDİR, bunu asla unutmamalıyız. Çünkü Kur’an yalnız, bir dönemin sorunlarını çözmek için değil, tüm zamana, tüm âleme hitap eden bir rehberdir. Değişen zamanla beşeri gelenekler, adetlerdir. Gelenek ve adetlerimizi inancımıza, Allah emridir diye sokarsak, elbette daha sonra sorunlar yaşamamız kaçınılmaz olacaktır. Ne yazık ki bizler, bu hatayı yapıyoruz. Önce bu düşünceden yola çıkalım. Kur’an da verilen toplumun genelini ilgilendiren hükümlerin, uyulması gereken ayetlerin bir kısmı, o döneme ait olup, bir kısmı gelecek nesilleri mi bağlar? Dikkat ediniz apaçık verilen TOPLUMU İLGİLENDİREN HÜKÜMLER DİYORUM. O dönem ya da geçmiş yaşantılardan verilen, kısadan hisselerden, örneklerden bahsetmiyorum. Bu fikre ve düşünceye inanmamızı söyleyenlere, Rabbin ikazını hatırlatırım. (Siz ayetlerin bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmıyor musunuz?) Allah Kur’an ın, tüm âleme ve gelecek tüm insanlığa hitap ettiğini söyler bizlere. Eğer başın örtülmesi emri Kur’an da var diyorsanız, bunun zamanla kaldırılmasının, doğru olabileceğini de asla ima bile edemezsiniz, tartışmaya da açamazsınız. Çünkü Allah Kur’an da giyim kuşam konusunda, özellikle verdiği hükümlerinde, dikkat ediniz ne şekilsel bir kıyafeti tarif etmiştir, nede bir toplumun geleneklerini, iklimsel bir giysiyi çağrıştıracak hiçbir hüküm vermemiştir. Verdiği hükümler evrensel niteliktedir. Kur’an ın verdiği hükümlerin, uygulanması ve yerine getirilmesinde, zaman ve mekâna göre ancak, araçların değişmesi mümkündür. Amaç yani hüküm asla değiştirilemez. Amacın yerine getirilmesi içinde, verilen örnekler elbette o dönemin yaşantısından, geleneklerinden olacaktır. HACCA GİDERKEN DEVELERLE GİDİLMESİNDEN BAHSEDEN YARADAN, O DÖNEMİN İNSANLARINA, UÇAKTAN BAHSETMESİ BEKLENEMEZ. Sayın Eliaçık, Kur’an da başın örtülmesi emrinin olduğunu, bakın nasıl anlatıyor bizlere. (Önce, var mı yok mu, doğru bir şekilde anlayalım. Öncelikle ne deniyor, serahaten ortaya koyalım. Kuran'da bu konuya tekabül edebilecek birkaç kavram var. Konuyu onlar üzerinden ele almaya çalışacağım. Bunlardan dördü; himar, cilbab, tebberrüc ve kavl-i ma'ruf kavramları ile ifade edilen ve doğrudan kadınların baş ve vücut örtülerini, dışarı çıkmalarını ve konuşma tarzlarını düzenleyen ayetlerdir. Bunlarla ilgili açıklamaları elini vicdanına koyarak ve arka plânını kavrayarak okumak, ne dendiğini seraheten (apaçık bir şekilde) ortaya koyacaktır.) Sayın Eliaçık a göre, ayeti doğru anlayabilmemiz için, elimizi vicdanımıza önce koymamız gerektiğini söylüyor. Bu yöntemle eğer ayeti anlamaya başlarsak, O vicdansızların, nefislerine güç yetiremeyenlerin, bu ayetlerden neler çıkartacağını düşünmek bile istemiyorum. Acaba Rabbin ayetlerini doğru anlamak için, vicdanımıza mı bırakmamız gerekir. Diğer dikkat etmemiz gereken ise, ayetin arka planını kavrayarak okumak olduğunu söylüyordu. Hemen düşünelim bu sözler üzerinde. Ayetlerin arka planları, yani birilerinin söylediği gibi, sen bu ayetin nüzul sebebini biliyor musun, fikri ile mi ayetleri anlamalıyız? Bu şekilde mi ayeti açık bir şekilde anlayacağız? Diyelim ki öyle yapmalıyız. Peki, bu bilgiler nerede? Hani Kur’an ı açıklayan, yine Kur’an dı ana fikri ne oldu? Neden Kur’an da bildirilmemiş, açıklanmamış, örnekleri bile yok? HÂŞÂ Rabbim bunları yazmayı mı unuttu, yoksa Kur’an toplanırken eksik mi toplandı? Hani Kur’an açık ve anlaşılır dilde yazılmıştı? Hadi bir benzerini getirin diyerek bizleri uyarıyordu. Bu sözleri söylerken bile yüreğim sızlıyor, bu düşüncede olmaktan Rabbim e sığınırım. İşin ilginci, bu yöntemle ayetlere bakarsak, apaçık bir şekilde ayetleri anlayacağımızı söylüyor. Allah ayetleri bizlere gönderme ve açıklama konusunda ne diyordu, hatırlayalım bazı ayetleri. Ali İmran 105: Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, parçalanıp ayrılan ve anlaşmazlığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azab vardır. Nahl 89: Her ümmet içinde kendi nefislerinden üzerlerine bir şahid getirdiğimiz gün, seni de onlar üzerinde bir şahid olarak getireceğiz. Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. İsra suresi 89. ayet; Yemin olsun, biz bu Kur'an'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler. Kehf Sur54; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır Yazdığım ayetlerin hepsi, Kur’an ın açık, anlaşılır olduğu, hiç bir şeyi eksik bırakmadıklarını, çeşitli biçimlerde açıklandığını söylüyor. En son yazdığım iki ayete lütfen dikkatlice okuyunuz. Allah yemin ederek, bir şey söylüyor bizlere. Biz bu Kur’an da, her konudan nice örnekler sıraladık dedikten sonra, Kehf suresi 54. ayetinde söylenenler dikkat çekicidir. Allah Kur’an da bizler için, her türlü örneği, değişik ifadelerle gözler önüne koyduk ki anlayasınız diyor. Buna benzer birçok ayet vardır. Konumuz Başın örtülme emri, Kur’an da var mıdır konusuydu. Eğer bazı düşünce ve fikirler ortaya koyarak, kelimelerin arkasındaki manalardan bahsederek, dolaylı başörtüsüne delil gösterilirse bahsedilen ayette, demek ki Rabbin bu hükmünü hemen devreye sokmalıyız, hatırlamalıyız. Neydi bu hüküm? Biz her türlü örneği, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız. Lütfen bu ayeti, yazının sonuna kadar unutmayalım, bizim anahtar ayetimiz olsun. Sayın Eliaçığın başörtüsü konusundaki yazısına bakmaya devam edelim. Dikkat ederseniz, bu konudaki yazdığı fikir ve düşünceleri, Kur’an a arz ediyoruz. Eğer onay veriyorsa, elbette başımızın tacıdır. (Bu kavram doğrudan kadınların "başlarını" örtmeleri ile ilgilidir. "Mümin kadınlara da söyle, bakışlarını sakınsınlar, ırzlarını ve namuslarını korusunlar. Görünmesi zarurî olan yerler dışında cinsel cazibelerini sergilemek için açılıp saçılmasınlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar." (Nur; 24/31) Bu tür ayetlerin o günkü Medine'de yaşanan "yürürlükteki duruma" cevap olarak geldiği unutulmamalıdır. Demek ki o günkü toplumda; 1- Bakışlarını sakınmayan, 2- Irz ve namuslarını korumayan,3- Görünmesi zarurî olan yerler dışındaki yerlerini de cinsel cazibelerini sergilemek için açıp saçan, 4- Başörtülerini yakalarının üzerine salmayan bir takım kadınlar vardır. Ayet "mümin" kadınlara bunlar gibi olmamaları çağrısında bulunuyor. İlk üçü anlaşılabilir olduğu için dördüncüsünden başlayalım. Ayette "başörtülerini" diye çevirdiğimiz "humuruhinne" kelimesi HAMR kökünden gelir ve tam anlamıyla "başörtüsü" manasına gelir. Görüldüğü gibi ayette geçen başörtüsü (hımâr) kelimesinin en önemli özelliği "baş" ile ilgili olmasıdır. Nitekim bu ayetler başı açıklığın yaygın olduğu bir topluma inmiş değildir. O günkü toplumda değil kadınlar erkekler bile, kimisi sıcaktan, kimisi Arap örfünden zaten başlarını bir şekilde örtmektedirler. Yani erkek kadın hemen hiç kimse "başı açık" dolaşmamaktadır. Sarık, kaftan, tül, renkli bez vs. başlarına bir şeyler dolayıp sararak veya alarak dışarı çıkmaktadırlar. On bin nüfuslu Medine'de yaşayan Yahudiler, Evs ve Haçreçliler, Muhacirler vs. dışarıdan bakıldığında üstlerinde "baş"larında bir takım örtüler olan insanlardır. Fakat özellikle kadınlarda bu örtü, örtünmek amacıyla değil, daha da çekici ve egzotik olmak amacıyla, "az aç-az kapa" tarzında olmaktadır. ) Sayın Eliaçık ın başın örtülme emrini anladığı ayette, ikilemde olduğunu, bu konuda çok samimi ve açık konuşamadığını, tedirgin düşünceler sergilediğini düşünüyorum. Yanlış anladıysam, kendisinden peşinen özür diliyorum. Eğer söylediği gibi Nur suresi 31. ayette geçen, HIMAR kelimesiyle Allah başın örtülme emrini vermiş olsaydı ve Sayın Eliaçık ta bu ayetten Allah ın, kadınların başlarını örtmesi emrini algılamış olsaydı, şu sözleri söylememesi gerekirdi diye düşünüyorum. (Bu tür ayetlerin o günkü Medine'de yaşanan "yürürlükteki duruma" cevap olarak geldiği unutulmamalıdır.) Allah verdiği bazı hükümleri, o dönem içinde yapılan bir yanlışı düzeltmek için verdiyse, bu zaten ayetlerde çok açık anlaşılmaktadır. Yok, eğer genel bir konuysa ki başın örtülmesi genel bir konudur, bunu o döneme has olduğunu söylemek, büyük hata olur. Örneğin bahsettiğimiz ayette, kadınların başının örtülme emrini de verdiğini kabul ediyorsak, bunun o döneme ait olduğunu söyleyemeyiz. Nur suresi 31. ayette hükmedileni, önce çok net anlamalıyız. Eğer bu ayette Allah açık olarak, kadınlar başlarını örtmelidir ve o örtüsüyle de göğüs açıklığını örtmelidir emri var diyorsak, başın daha sonra açılmasını asla tartışamayız. Yok, eğer bahse konu ayette Allah, açıkça yalnız göğüs açıklığınızı örtün diye anlıyorsak, o zaman Rabbin vermediği bir hükmü, aslında burada başın örtülmesi emri, örtülü, dolaylı manada veriliyor demek yanlış olacaktır. ÇÜNKÜ ALLAH AYETLERİNİ DOLAYLI DEĞİL, AÇIKÇA VERDİĞİNİ BİRÇOK AYETİNDE SÖYLÜYOR. Örnek vermek gerekirse, Peygamberimiz e misafir gelenlerin çok fazla kalarak, peygamberimizi rahatsız etmemesi türünden uyarıcı ayetler, o döneme has ayetler diyebiliriz. Peygamberimizin eşlerine hitaben, indirilen ayetlerde böyledir. Buna benzer örnekler vardır, ama bunlar zaten açıkça anlaşıldığı gibi, bu ayetlerin bile, bizlere kıssadan hisse verecekleri çok şeyler vardır. Bazı meallerde, Başörtülerinizi yakalarınızın üzerine salsınlar diye çevrilen kelime, yakalarının üzerine vursunlar, örtsünler diye çevrilmiştir onu hatırlatırım. Çünkü salmak ile örtmek farklı konuları çağrıştırır. Sayın Eliaçık, bu kelimenin HAMR kökünden geldiğini ve tam anlamıyla başörtüsü anlamına geldiğini belirtmiş. Bu konuda farklı fikir yürütmeden, ayette geçen kelimenin, başörtüsü anlamında olduğunu kabul edelim. Kur’an da bir kelimeye farklı anlam dahi versek, Rabbin gönderdiği ayetin asıl anlamını, amacını hiç kimse saptıramaz, değiştiremez. Çünkü Kur’an öyle bir kitap ki, birileri araya fitne ve fesatta soksa, aklını Kur’an ile kullanan, Rabbin gerçeklerini FURKAN ın sayesinde, diğer ayetlerden faydalanarak, gönül gözleriyle mutlaka görecektir. Sayın Eliaçık ın bu konudaki yazısına, bakmaya devam edelim. (Peki, öyleyse ayet ne demektedir? Dikkat edilirse "Başörtüsü takın, başınızı örtün" denmiyor da "Başınıza aldığınız o örtüleri boyunlarınıza, omuzlarınızdan aşağıya da salın" deniyor. Bunun sebebi, o dönem kadınlarının başörtülerini arkadan bağlayarak, omuzlarını ve göğüslerine kadar boyunlarını açıkta bırakmalarıydı. Böyle daha çekici olacaklarını düşünüyor olmalılar… Buradan "Başörtüsü değil, boyun örtüsü emrediliyor" diye bir sonuç çıkarmak, işi yokuşa sürmek ve anlamamak için diretmekten başka bir şey değildir. Çünkü Kuran'ın çoğu emri zaten böyledir. Yani ayetler çoğunlukla "yürürlükteki durum" üzerine gelir ve onu düzene sokar.) Sayın yazar ayette Allah, başınızı örtün demiyor, çünkü o toplumda zaten kadın erkek başlarını örtüyorlardı, iklimsel ya da gelenekten demişti hatırlarsanız. Şimdi bu mantıktan yola çıkarak düşünelim. Madem Allah o devrin toplumunda zaten kadının başı örtülüydü, bunu ayrıca zikretmesi gerekmez diyebiliyoruz, bu durumda erkeklerinde o devirde başları birçok şekilde iklimsel ya da yöresel kapalıydı. Hatta Araplarda hala öyledir. Bu mantıkla gidersek, erkeklerin başlarını örtmesi de farz emir olması dolaylı olarak gerekmez mi? Hayır gerekmez, bu konuda dolaylı bahsedilen bir ayet Kur’an da yok, diyerek bu işin içinden kolayca sıyrılabilir miyiz? Nisa suresi 31. ayetinde, Allah başın örtülmesini açıkça emretmiyor, ama dolaylı bir şekilde, başında örtülmesi emrediliyor mantığından yola çıkalım. Peki, Allah ayetlerini dolaylı bir şekilde emrettiğini söylüyor muydu? Kesinlikle hayır. Ne diyordu onlarca ayetinde, biz açık, anlaşılır, detaylı bir şekilde, birçok örneklerle ayetlerimizi indirdik, açıkladık demiyor muydu? Demek ki Kur’an dan, dolaylı bir hüküm aramamız mümkün değil. Bunu yaparsak, bizleri yanlışa götürecektir. YAZI DEVAM EDİYOR
-
PEYGAMBERİMİZ HAYATINDA, HİÇ ESNEMEMİŞ OLABİLİR Mİ?
Aslında islam dini sizin söylediğiniz gibi değildir. Sizin söyledikleriniz, bizlerin din zannettiklerimizdir. Kur'an bizleri düşünmeye aklımızı kullanmaya yönlendirir. Asla söylediklerimi düşünmeden kabul edin demez. Tam tersine, sizlere gönderdiğim ayetler üzerinde, düşünün emrini verir. Bizler Kur'andan çok uzak bir inanç yaşadığımız içinde, bizlere öğretilenleri ne yazık ki din zannediyoruz. Halbuki bizlere öğretilenlerin büyük çoğunluğu Kur'anın onaylamadığı, atalarımızdan bizlere ulaşan hurafelerden başka bir şey değildir. Lütfen gerçek islamı öğrenmek için, Allah ın rehberine anlayarak, bilerek ve düşünerek bakınız. O zaman söylediklerimi daha iyi anlayacaksınız. Saygılarımla
-
HADİSLERİN KUR'AN A ARZI VE......
Bizler inanç sistemimizi öyle yanlış bir yol üzerine oturtmuşuz ki, Kur’an ın hükümlerine inancımızın taban tabana zıt olduğunun, farkında bile değiliz. Yine bir kardeşimizin, bir yazıma verdiği cevap çok düşündürücü olduğu için, sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü bu yanlış her zaman yapılıyor, örnek gösteriliyor. (Haluk bey, sözleriniz Hadis Münkirlerinin sözlerine benziyor. Hadislerin Kur'an'a arzına dâhil tek bir rivayet yoktur. Zaten bu çok absürd bir metod çünkü Kur'an'da meselelerin tamamı yoktur. Kur'an'da meselelerin tamamı yok ise her meseleyi Kur'an'a nasıl arz edeceksiniz?) İşte size günümüz tabiriyle, din ve iman adına meçhule doğru yolculuğa, dikkat çekici bir örnek. Arkadaşımız hadislerin Kur’an a arzı konusunda rivayet arıyor. Hâlbuki Kur’a na bakmış olsaydı, Allah ın uyarılarını görüp, sakın emin olmadığın bilginin ardına düşme, Kur’an ın ipine sarıl, sizlere Kur’an da her konudan nice örnekleri verdik ki anlayasınız, hiçbir eksik bırakmadık biz Kur’an da, dediğini apaçık görecekti. Kur’an dururken, ondan başka kanıt mı arıyoruz. Aradığımız için de, toplum olarak bugün ne hallerdeyiz. Allah bizleri affetsin. Kardeşimiz bu sözleriyle, bizlere iletilen rivayetlerin, helal ve haram hükümlerinin hepsini Kur’an da bulamayacağımızı, onun içinde Kur’an da bahsedilmeyen, hükmü verilmeyen konuları da Kur’an dan aramamız ve Kur’an ın süzgecinden geçirmemiz mümkün olamayacağını söylüyor. Bu doğrultuda, düşünce ve inancını dile getiriyor. Kontrolü olmayan bir inancı, Allah a nispet etmekten, Rabbim e sığınırım. Arkadaşımız hadislerin Kur’an a arzına dâhil, tek bir rivayet yoktur diyerek, kendine delil bulmuş bile. Önce bu kardeşimize rivayetlerin dine hüküm koyamayacağını, rivayetin önce ne olduğunu araştırmasını öneririm. Hadislerin Kur’an a arzı konusunda, yine rivayet arayan bu kardeşimize, MİNAREYİ ÇALAN, KILIFINI HAZIRLAR sözünü hatırlatmak isterim. Aklını kullanan, hurafe den delil aramaz. Aklını kullanan Rabbin koruması altındaki FURKAN dan delil arar. Kendisine rivayet kanıt arayan kardeşimize, peygamberimizin rivayetlerinden de elbette örnek gösterebiliriz. Bir şartla, Kur’an ın onayını almak şartıyla. Peygamberimiz bizlere, Kur’an ın iki kapağı arasındaki bilgilerden başka, hiçbir şey bırakmadığını söyler. Yine bu kardeşimiz eğer iyi araştırmış olsaydı, peygamberimizin önce izin verdiği, ama daha sonra yapılan yanlışları gördüğü için, hadis yazımının, naklinin yasaklandığını bilmesi gerekirdi. Bu yasağın dört halife devrinde de devam ettirildiğine dair, birçok rivayet bilgiler vardır bugün elimizde. Dediğimiz gibi, hepside rivayettir. Hiçbir rivayet dine hüküm koyamaz, doğruluğundan eminde olamayız. Dine hüküm koyan, yalnız Rabbimizdir, onun onayından geçen her bilgide, bizim başımızın tacıdır. Bu arkadaşımız bunları söylerken, bugün bizlere öğretilen ve Kur’an ın bahsetmediği birçok örnekleri de vererek, bakın bu konuda Kur’an da haram olduğuna dair bir bilgi yoktur, yani bunları da peygamberimiz haram olduğuna, hükmederek, bizleri hadisleriyle bilgilendirmiştir, onun için her şeyi Kur’an ile karşılaştıramayız, Kur’an da aramamız mümkün değildir diyebiliyor. Peki, bu inanç ve düşünceye Kur’an onay veriyor mu? Rivayetlerden bu konuda kanıt arayan ve bulamayan kardeşimize, acaba Kur’an bu düşüncesine onay veriyor mu diye, düşünmesini de öneririm. Diyelim ki arkadaşımız haklı, İslam ı yaşamak adına takip edeceğimiz bu yol ve yönteme, eğer onay veriyorsa Kur’an, bu durumda ona hak verebiliriz. Gelin şimdi bu sorunun cevabını Kur’an da arayalım. Yani Allah elçisine, kendisinin haram dediklerinden başka konularda da, haram koyma yetkisi vermiş mi? Önce size her yazımda neredeyse hatırlattığım, bir ayeti hatırlatmak istiyorum. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Dikkat ederseniz Allah, sizleri Kur’an dan sorum tutuyorum diyor. Hatta birçok kez Kur’an ın ipine sarılmamıza önerir bizlere. Bu hükmü veren Rahman, acaba daha sonra Kur’an ın hükmü olmayan, Kur’an da hiç bahsedilmeyen bir hükümden, haramdan sorumlu tutar mı bizleri? Sanırım arkadaşımızın düşüncesi, daha ilk örnek verdiğim ayetten bile onay alamadı. Şimdi sizlere peygamberimizin, haram ve helal koyma yetkisinin olup olmadığına ışık tutacak, bir ayeti hatırlatmak ve üzerinde sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Aşağıdaki ayette, peygamberimiz aile içinde, eşlerinin hoşnutluğu adına, helal olan bir şeye haramdır diyor. Bakın Allah bunu yapan elçisine nasıl bir ayet indiriyor, uyarıyor ve aile içinde söylenmesine rağmen, bu uyarıyı Kur’an a alarak, tüm insanlığın bu konudan haberinin olmasını, acaba neden istiyor olabilir. Önce ayeti yazalım. Tahrim 1: Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun?Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Ayete dikkatle baktığımızda, aslında aile içinde, belki de yalnız eşleri arasında hoşnutluğu sağlamak adına, peygamberimiz helal olan bir şeye haramdır diyor. Fakat Allah, bu aile içindeki olay dışarıya yanlış akseder, duyulur diye, hemen bakın nasıl bir ayet indirerek uyarıyor. İşin ilginci bu uyarıdan bizlerinde haberinin olmasını istiyor. Yoksa gizlicede elçisini uyarabilirdi. İşte bu ayetten almamız gereken, büyük dersler var. Ayette, Allah ın sana helal ettiğimi, neden haramlaştırıyorsun sözleri, sizce her şeyi çok net açıklamıyor mu? Şimdide Allah ın helal ve haram konusunda verdiği hükümlere ve bizleri bu konuda ki uyarılarına bakalım. Bakara 173: Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Yukarıda ki ayette açıkça belirtilenlerin dışında, temiz olan her şeyin helal olduğunu siz bu ayetten anlamadınız mı? Günümüzde bizlere uzun bir liste verilir, helal ve haramları içeren. Hani bu liste neden Kur’an da yok diyenlere, işte kardeşimizin bana söyledikleri yıllardır topluma da söylendiğinden, hiç kimse bu listenin nereden geldiğini de araştırmamıştır. Çünkü her şey Kur’an da yoktur, mantığına inandırılmışız da ondan. Kur’an da hiç bahsi geçmeyen, haramlar listesi nereden bizlere sokulmuştur biliyor musunuz dostlar? Bugün Yahudilerin elindeki, tahrif edilmiş Tevrat ta yazıyor. Tek tırnak hayvanlar yenmez, çift tırnak olacak, yabani şu ya da bu hayvanlar yenmez, denizde şunlar yenir bunlar yenmez ve buna benzer uzun bir liste vardır. Hiç birimiz sormuyoruz bile, neden Kur’an da yok tüm bu haramlar listesi? Hani Kur’an dan sorumluyduk, hani Kur’an ın ipine sarılacaktık, hani biz Kur’an da hiçbir eksik bırakmadık diyordu Rabbim. Ne oldu tüm bu ayetlerin hükümleri. Yoksa bu ayetlere iman etmiyor muyuz? Kimseye soramayız, çünkü sorgulama yetkimiz, gücümüz elimizden alınmışta ondan. Sen düşünme, zaten anlayamazsın mantığını içimize sokanlar, bu işi çok iyi başarmışlar. Artık sorgulamayan, düşünmeyen bir toplum olmuşuz. Kur’an indirilmeden önce, nelerin haram olduğu konusunda detaylı bir bilgimiz yok elbette. Fakat Allah elçisine, o günkü ehli kitap toplumunu uyarmak adına, bakın nasıl bir ayet indiriyor. Aliimran 50: 'Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin.' Demek ki daha önce, bazı şeyler geçmiş topluma harammış. Ama Allah bu haramları kaldırmak için ayetler indirdiğini, yani bundan sonra açıkladıklarımın dışında, haramlar yapmayın sakın kendinize diyor. Şimdi hatırlatacağım ayet üzerinde, lütfen dikkatle düşünelim. Düşünme yetkisini başkalarına verenler düşünmeye bilir. Kendi sorunu. Hakka 44–45–46: Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Ayetin güzelliğine bakar mısınız lütfen. Allah Kur’an dışından bazı sözleri, bunlarda Allah katındandır deseydi, onun canını alırdık diyor. Ama bu ve buna benzer onlarca ayetlere gözlerini yumanlar, hala peygamberimizin Kur’an da olmayan konularda hüküm verebileceğine inanmakta ısrar edebiliyorlar. Sırf hurafe itikatlarından vazgeçmemek adına. Arkadaşımız bana verdiği cevaplarda, Allah sadece Kur’an demiyor, peygambere de itaati vurguluyor diyerek, ayetleri kendi itikatlarına delil aramaya devam ediyor. Hâlbuki Allah elçime uyun, ona uymak bana uymak gibidir derken, elçisinin bizleri yalnız ve yalnız Kur’an ile uyaracağını, onun dışına çıkmayacağını anlatıyordu birçok ayetinde. Kur’an ın dışına çıkamayacağını, onun dışından bazı sözleri bunlarda Allah katındandır demiş olsaydı, onun canını alırdık dediği ayetleri görmezden gelerek, kendi itikatlarına kelimelerin ardından delil arayanlara, ne söylesek anlamayacaklarını çok iyi biliyorum. Bakın Rabbim bu ve buna benzer itikatların ardı sıra giderek, Allah ın Kur’an da hiçbir delil indirmediği şeylerin ardına düşenlere ne söylüyor. Enam 81: “Allah’ın size, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden ne diye korkayım? Öyle ise iki taraftan hangisi güvende olmaya daha lâyıktır? Eğer biliyorsanız söyleyin.” Bana Kur’an da her şey yazmaz diyen kardeşimizin, acaba bu ayetlerin ne söylediğinden haberi yok mu? Allah size hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri, bunlarda Allah katındandır diyenleri, adeta Allah ın yetkilerini edindikleri velilere nispet ettiklerinden, tüm bu davranışlarından dolayı, Allaha ortak koşma olarak görüyor bunları yapanları. Elbette Rabbin hükmetmediklerini de, bunlar Allah katındandır diyenler, Allah ın hükümlerine ortak koştuklarını bilmelidir. Ayetin sonunda, Rabbin sorusu düşündürücüdür. Bakın ne soruyor aklını kullananlara. Öyleyse iki taraftan hangisi güvende olur? Birincisi Allah ın hükümlerine iman edip, hurafe ve sanının ardı sıra gitmeyenler. Diğeri de Kur’an da Allah ın hiçbir delil indirmediği halde, bunlarda Allah katındandır diyenlerin takip ettiği yol. Sizce hangi yol daha emin ve daha doğrudur? Rabbin ayetin sonunda, sorduğu gibi. EĞER BİLİYORSANIZ SÖYLEYİN. Kur’an bu konuda çok açık hükümler vermiş ve Allah ın Kur’an da hüküm vermedikleri hiçbir konuda, sorumlu olamayacağımızı ve yine haram ve helal konusunda da yetkinin yalnız Allah ta olduğunu, apaçık bakın nasıl bildiriyor bizlere. Maide Suresi 87: Ey iman sahipleri! Allah 'ın size helal kıldığı şeylerin temiz ve güzel olanlarını haramlaştırmayın; azıp sınırı aşmayın; Allah azıp sınırı aşanları sevmez. Sur. 116. ayet; Yalan düzerek Allah'a iftira etmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "Şu helaldir, şu da haramdır!" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenler kurtulamazlar. Demek ki bu konuda, apaçık hüküm var. Bilgisizce emin olmadan, Allah ın açıkça haramdır demediklerine, haram deme yetkisi kimsede yok. Ayete dikkat ederseniz, Allah ın helal kıldığından bahsediyor. Demek ki yetki bizzat kendisinde. Bunun dışında şu ya da bu haramdır demek, Allaha iftira atmak olduğunu hatırlatıyor bizlere. Aşağıdaki ayetlerde bu konuyu daha da pekiştiriyor ve bakın ne diyor. Enam 140: Şu bir gerçek ki, ilimsizlik yüzünden öz evlatlarını beyinsizce katledenlerle, Allah'ın kendilerine verdiği rızıkları, Allah'a iftira ederek haramlaştıranlar, gerçekten hüsrana uğramışlardır. İnan olsun, sapıtmışlardır onlar; hiçbir zaman doğruyu ve güzeli bulamazlar. Enam 150: Şunu da söyle: "Allah şunu haram etmiştir diye tanıklık edip duran şahitlerinizi getirin." Eğer tanıklık ederlerse, sakın onlarla birlikte tanıklık etme! Ayetlerimizi yalanlayanlarla ahrete inanmayanların keyifleri ardınca gitme! Onlar, kendi Rablerine başkalarını denk tutuyorlar. Yunus Suresi 59. De ki: "Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz? Yukarıdaki ayetleri apaçık gördükleri halde, hala gözlerini yumarak, Kur’an dışından haramlar edinenlere, daha ne söylemek gerekir bilemiyorum. Allah ın Kur’an da haram demediklerine haramdır diyenler, Allaha iftira ettiklerini söylüyor. Sanırım birde, peygamberimize iftira atıldığını da hatırlatmalıyım. Bu insanların sapmış olduğunu, bu insanların doğruyu asla bulamayacaklarının, uyarısını da yapıyor Allah ayetinde. Enam suresi 50. ayetinde ise, Rabbin haram demediklerine haram dır diyenlere açık tehditle, Allah şunu haram etmiştir diyenler, bunun şahitlerini getirsinler diyor. Eğer tüm bunlara iman edip, Allah ın haram demediklerine, haramdır diye şahitlik yapanlarla birlikte olmayın diye ikaz ediyor bizleri. Yunus 59. ayetinde de şükürler olsun Rabbim, bu konuya çok açık bir şekilde hükmünü veriyor ve bakın ne diyor, tekrar hatırlamakta yarar var. (Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?) Demek ki haram ve helal koyma yetkisi, yalnız Allah ın mış, ama ayetleri okuyup, düşünen mi var. Bunu yapanların, Allaha iftira attıklarını unutmamalıdırlar. Bunun cezasını tahmin bile etmek istemiyorum. Rabbim cümlemizi böyle büyük bir hatadan korusun. Bizler dine öyle hurafeler sokmuş ve buna yüzlerce yıldır inandırılmışız ki, adeta kangren olmuş içimizde. İnancımız Allah yolundan sapmış. Batıl doğru bilindiğinden, hakkın sözlerinin üstü örtülmüş. Yapılan yanlışları ortaya çıkarmaya çalışanlar, ayetleri topluma hatırlatma çabasında olanlar ise, toplumda dışlanır olmuş. Sünnet İnkârcı damgasıyla suçlanır olmuşlar. Hâlbuki peygamberimiz söylemediği halde, bunlarda peygamberimizin sözleridir diyenlerin, cehennemdeki yerini hazırlasın diye uyaran peygamberimizin sözlerini, her nedense duymak istemiyorlar. Allah yardımcımız olsun. Çok zor günlerin içinde yaşıyoruz. Kur’an her konuda detaylı bilgi vermeyen kitap ilan edildiği için, artık ona müracaat edende çok küçük bir azınlık kaldı. Yani artık peygamberimizin söylediği gibi, Kur’an terk edildi.Onun içindir ki Allah ta bizleri cezalandırıyor, dualarımız karşılık bulmuyor. Dilerim Kur’an ın kıymetini anlayan, ona gereken saygıyı gösteren, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
HADİS KONUSUNA KUR'AN IŞIĞINDA BİRLİKTE BAKALIM.
İslam toplumunda hadis konusu, ne yazık ki yanlış algılanmış, adeta Kur’an ile eş tutulan kitaplar haline getirilmiştir. Hâlbuki hadis, peygamberimizin söylediği söylenen sözlerdir. Peygamberimize ait olduğuna dair, kesin bir kanıt yoktur. Bu bilgilere, sözlere peygamberimizin söylediği sözlerinin, bulunma ihtimali olacağı mantığıyla yaklaşarak, araştırmalı Kur’an ın onayını mutlaka almalıyız. Dikkat ederseniz hadislerin tamamı, bir rivayete göre diye başlar. Yani hadislerin tamamına doğru gözü ile bakamayız. Rivayet, içinde doğru bilgi olma ihtimali olan, fakat hurafe ve yanlış bilgininde karışmış olabileceği sözlerdir. Bildiğiniz gibi Allah Kur’an ı, bizzat kendi koruması altına aldığını bizlere, Kur’an da bildirmiştir. Hadisler ise hiçbir koruma altında olmayıp, dilden dile ulaştırılan bilgilerdir. Onun içindir ki, bu bilgilere dikkatle yaklaşmalı ve mutlaka Kur’an süzgecinden geçirmeliyiz. Dine hüküm koyan yalnız Allah tır, onun rehberi Kur’an dır. Kur’an ın bir ayetini bile kabul etmeyen, ya da görmezden gelen, gerçek iman etmiş sayılmayacağını Allah söylüyorsa ayetinde, Kehf suresi 26. ayetinde Yaradan, Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz diyorsa, Enam 57. ayetinde de, HÜKÜM YALNIZ ALLAH IN olduğuna, apaçık hükmediyorsa, başka hüküm koyucular aramakla, dinden uzaklaşacağımızı unutmamalıyız. Bir sarrafa altın bozdurmaya gittiğinizde, sarraf nasıl aldanmaması, zarara uğramaması için mihenk taşı ile kontrol edip, altının ayarını dahi kontrol edip alıyorsa, bizlerde zarara uğramak istemiyorsak, bunlar Allah katındandır dedikleri bilgileri bizlere ulaştıranlara, aynı dikkati ve itinayı göstermeli, bu sözleri, bilgileri bizlerin mihenk taşı Kur’an a sormalı ve danışmalıyız. Onun iznini, onayını almayan hiçbir bilgiyi de kabul etmemeliyiz. Tabi daha sonra, pişman olmak istemiyorsak, bu itinayı özeni mutlaka göstermeliyiz. Din ve iman şaka götürmez. Emin olmadığımız bilginin ardına düşerek, ebedi hayatımızı riske atmaya sizce değer mi? Hadisler konusu, çok dikkat ve itina isteyen bir konudur. Peygamberimiz sağlığında, sözlerinin insanlar arasında yanlış anlatıldığını, nakledildiğini gördüğünde, bu nakli yasaklaması dikkatle düşünülmelidir. Daha sonra peygamberimizin hadis nakline izin verdiğini söyleyenler, dört halife devrinde hadis nakliyle nasıl mücadele edildiği ve naklinin yasaklandığı konusunu da, iyice araştırıp düşünmelidirler. Peygamberimiz sağlığında, asla hadislerini yazdırmamıştır. Hadis yazımı dört halife devrinin sona ermesi ve dinin mezheplere ayrılması ile toplanmaya başlanmıştır. Bu gerçeklerin göz ardı edilmemesi ve dikkatle üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Bakın Peygamberimiz, hadis konusunda neler söylemiş. Bu sözleri söyleyen Allah elçisi, daha sonra bunların tam tersini söyler mi sizce. Yorum sizlerin. Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığınız şey nedir?” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.” El Hatib, Takyid 33 Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. İbni Hişam Siret 4 sayfa 332 Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20 Allah Kur’a na göre amel eden kavimleri yükseltir, onun gösterdiği yoldan gitmeyenleri de alçaltır. Rivayet Ömer b. Hattab Müslim Peygamberimizin hadislerini nakleden, rivayet eden kişileri değerlendiren âlimlerinde, hata yapabileceğini göz ardı etmemeliyiz. Hatasız insan olmadığı gerçeğini unutmadan nefsi etkilerin, menfaat ilişkilerinin, hatta dine nifak sokmak isteyen din düşmanlarının, bu nakle dâhil olma ihtimalinin, yüksek olduğu gerçeği de unutulmamalıdır. Dört halife devrinden sonra toplanan, hadis sayısının yaklaşık 500 kadar olduğu gerçeğinden yola çıkarak, bugün milyonları geçen hadislerin, dikkatli olmadığımız takdirde, bizler için nedenli din ve iman adına tehlikeli olduğu gerçeği ile el birliğiyle elimizde Kur’an, mücadele etmeliyiz. Birileri içimize girmiş, bizleri Allah ile aldatıyor. Bu gerçeği fark edebilmek için, Allah ın rehberinin çevresinde toplanmalıyız. Onun ipine sıkı sıkı sarılarak, bizi yüzlerce yıldır aldatanların tuzaklarından artık, yine Kur’an ın yardımıyla kurtulmalıyız. Peygamberimiz Allah ın kontrolünde idi. Yanlış yapma ihtimali yoktu. Ama bizlere hadis nakleden ya da bu bilgiler üzerinde düşüncelerini söyleyen âlimler, Allah kontrolünde olmadığı için, hata yapma riski her zaman vardır. Lütfen dikkatle düşünelim. Peygamberimizin sağlığında bile, sözlerinin bir diğerine naklinde ihtilafa düşmüşlerse, yüzlerce yıl sonra günümüze kadar gelen bu naklin, ne derece sağlıklı olacağı konusu dikkatle düşünülmelidir. Hadisleri toptan reddetmek yerine, içinden doğru olan bilgileri mutlaka seçip ayırmalıyız. Tüm hadislerin yanlış olduğunu söyleyerek reddetmek, akılcı olmaz. Bugün bizler, binlerce yıl önce tarihin akışı içinde yaşayan toplumları, araştırmalar ve bulduğumuz kalıntılar yoluyla bilgileniyor ve faydalanıyorsak, peygamberimizin hayatı ve yaşamı hakkında da doğru bilgileri araştırmalı ve ondan faydalanmalıyız. Peygamberimizin hayatı, Kur’an ın yaşanmış canlı örneğiyse, peygamberimizin Kur’an ın onaylamadığı hiçbir yaşam şeklini hayatına geçirmeyeceğine göre, bizlere bu konuda iletilen her bilgiyi mutlaka Kur’an süzgecinden geçirmeliyiz. Her doğru bilgi, bizlerin İslam ı anlamasında etken olacaktır. Özellikle peygamberimizin hayatı, yaşamı, olaylara bakış açısı bizler için örnek gösterilmiştir Kur’an da. Rivayet bilgileri eğer, belirli bir tasniften, süzgeçten geçirmeyip, hayatımıza direk geçirirsek, yanlış yolu izlemiş oluruz. Çünkü süzülmeyen, emin olduğumuz doğru bilgiyle kıyas edilmeyen bilginin, mutlaka tortusu olacaktır. Bir kazan suyun içine damlatılan bir damla mikroplu suyun, bizlere neye mal olacağını çok iyi biliyorsak, emin olmadığımız, süzgeçten geçmeyen din adına bilgilerinde, bizlere nasıl zararlar vereceğini unutmamalıyız. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, Kur’an dan hesaba çekeceğim diye hüküm verdiyse, Peygamberimizin de yalnız Kur’an hükümlerine göre yaşadığı açıktır. Yaptığımız büyük yanlış, bizlere din ve iman adına öğretilenleri Kur’an da bulamadığımızda, bakın demek ki her şey Kur’an da yokmuş, deme yanılgımızdan kaynaklanmaktadır. Allah biz her konudan örnekler verdik, hiçbir şeyi unutmadık, Allah unutucu değildir diyor ve bunları bizlere apaçık iletiyorsa, lütfen geleneksel İslam ın öğretisini, ilavelerini Kur’an da bulamadığımızda, Kur’an a takındığımız yanlış tavrın, artık farkına varalım. Yine Rabbim ayetinde, elçisinden örnek vererek bakın ne diyor. Hakka 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45: Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46: Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Buradan da anlıyoruz ki, Allah ın elçisi, Kur’an ın dışında hiçbir bilgiyi, bunlarda Allah katındandır dememiş ve bizlere iletmemiştir. Bunu lütfen unutmayalım. Allah Enam suresi 19. ayetinde, bu Kur’an bana vah yolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım diyorsa, lütfen peygamberimizin Kur’an dışından, Kur’an da hükmü geçmeyen hükümler de verdiğini, artık söylemeyelim ve söyleyenlere inanmayalım. Peygamberimiz Allah ın verdiği hükümlerle topluma, ümmetine hükmettiğini asla aklımızdan çıkarmayalım. Çünkü ne diyordu Rabbim ayetinde. Sana indirdiğimle onlara hükmet. Allah Bakara suresinde, bakın bizleri nasıl uyarıyor. Bakara 42: Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin. Hak olan, Allah ın korumasındaki, sorumlu olduğumuz Kur’an dır. Onun onayından geçmiş her bilgi de, bizlerin faydalanacağı kaynaklardır. Bizlerin imtihan olduğumuz kitabın, Kur’an olduğuna apaçık hüküm veren Rabbimizin, Kur’an ın dışından, bizlere iletilen rivayetlerden de sorumlu tutacağını söylemek, Rabbin adaletine saygısızlık olduğu gibi, Yaradan a da bir iftira olduğunu bilmeliyiz. Allah a iftira atanların, mahşer günü yüzlerinin simsiyah kesileceğini ve onların cehennemin ebedi kalıcıları olacağını unutmamalıyız. Dilerim Rabbimden, içimize sokulan hurafe itikatları, Allahın nuru Furkan ile farkında olan, onun ışığıyla aydınlanarak gerçekleri görebilen, o azınlık mutlu kulları arasında oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
MEHDİ Yİ BEKLEYENLERE......
İslam toplumunun içine sokulan nifak tohumu, öyle yeşermiş dal budak sarmış ki, artık ondan kurtulmakta neredeyse imkânsız olmuş. Birçok konuda yaptığımız yanlışlar gibi, günümüzde İslam toplumu içine sokulan hurafe ve dinde olmayan MEHDİ konusu da, Rabbin Kur’an da hüküm vermediği bir konudur. Bizler Kur’an ı, din ve iman adına yeterli görmediğimiz sürece de, yanlış itikatların peşi sıra gitmekten de asla kurtulamayacağız. Allah istediği kadar, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, Kur’an ın ipine sarılın desin, Rabbin sesini işiten, duyan mı var? Çünkü Kur’an ile aramıza soktuğumuz veliler, şeyhler Kur’an gerçekleri ile buluşmamızı, yüzlerce yıldır engellemiştir. Kur’an anlaşılması zor bir rehber kitap ilan edilip, onu herkes anlayamaz, veli insanlar anlar, fikrine inandırıldığımızdan beridir ki, İslam dini Rabbin orta yolundan saptırılmış ve nereye gittiği belli olmayan, meçhule doğru hızla gitmektedir. MEHDİ nin geleceğini söyleyenler, rivayetlerin ardı sıra giderek buna inananlar, bakın neler söylüyor. ( Mehdi İslami inanca göre, kıyametten önce dünyada adaleti, dirlik ve düzenliği sağlamak için gizlendiği yerden çıkıp, dünyayı egemenliği altına alacağına inanılan kişi. Ezilen kitleler, kendilerini karanlıktan aydınlığa çıkaracak, zalimlerden intikamlarını alacak ve bozuk toplumsal yapıyı değiştirecek bir manevi güç olarak Dünyaya hükmedecektir.) Mehdinin geleceğine inananlar, kıyametin kopmasından önce Dünyaya geleceğini ve İslam toplumlarının içinde bulunduğu zor durumdan kurtarıp, Dünyada adaleti saylayacağından bahsedilir. İşin en ilginç olanı ise, mehdi nin İslam inancının emri gibi gösterilmesidir. Bakın bir kısım Müslüman toplum bu konuda ne diyor ve inanıyor. (Vaat edilen mehdinin varoluşundan hiçbir kuşku yoktur. Üç yüz hadis ve eserle, hatta daha fazlasıyla bu kanıtlanmıştır.) Kanıtlara bakar mısınız lütfen. Gerçektende bizler İslam ı bu kanıtlara göre yaşıyoruz. Birçoğumuz bu konu için, Kur’an dan bir kanıt aramak gibi bir düşünceyi, aklımıza bile getirmiyoruz. Bizler için kesin kanıt Kur’an olmaktan çıkmış, artık rivayetler kesin kanıt olmuş. Ne kadar acı. Acınacak halde olduğumuzun farkında bile değiliz. Elbette bunun nedeni çok açıktır. Çünkü bizlere her şey Kur’an da yazmaz denilmiş ve bizlerde buna inanmışız. Bu durumda itiraz etme hakkımızda olamaz. Mehdinin gelişinin, rivayet hadislerle HAK olduğuna inanan din kardeşlerime, önce şunu hatırlatmak isterim. Hak olanın, sorumlu olduğumuz kitabın, yalnız Kur’an ve onun ayetleri olduğunu Allah apaçık söylüyorsa ve Yaradan Kur’an da mehdi konusunda tek kelime bile açıklama yapmıyorsa, lütfen bu konuyu bir daha düşünün derim. Allah neye layık isek, bizleri öyle yaşatacağını anlatır. Aklını kullanmayıp, Yoldan sapanları ise, pislik içinde bırakacağı örneğini verir. Bu durumda Rabbin yolundan sapmış, onun kitabını devre dışı bırakmış toplumlara Allah, onları kurtaracak bir kurtarıcı gönderir mi? Hiç beklemeyin, boşuna beklersiniz. Bizler kurtarıcı bekleyeceğimize, bu yanlış yoldan kurtulmanın yolunu aramalıyız. Çalışmayana, çaba göstermeyene Allah ın neler yaptığını görmek isteyen, Kur’an ın kısalarını okumasını öneririm. İşin ilginci, her Müslüman toplum, mehdinin kendi içinden çıkacağını iddia etmektedir. Sanırım önümüzdeki yıllarda, Müslüman ülkeler arasında, mehdilik savaşı çıkarsa hiç şaşmayınız. Çünkü senin mehdin hak, benim mehdim hak kavgası çıkacağa benziyor. Tabi Kur’an dan sapan toplumların sonunu, tahmin etmek zor olmasa gerek. Ülkemizde çok önemli görevler almış, tahsil sahibi insanlar bile bu konuya alet edilmiştir. Yakın zamanda Prof Dr. Hüseyin Hatemi, mehdinin 5 yıl içinde İstanbul da çıkacağını dahi söyleyebilmiştir. İlginçtir bu insanlar, Allah ın sizlere rehber olsun diye gönderdim dediği kitabında, tek kelime bile bahsetmediği halde, acaba hangi beşerin rehberinden aldığı bilgilere göre bunu bu kadar açık söyleyebilmektedir? İtiraz eden, nereden çıkardın bu kadar net bilgiyi diyen bile yok. Ama alkışlayan, her ne hikmetse çok. İşte tüm bu acı gerçekler, din ve iman adına İslam toplumlarının, geldiği noktayı çok güzel anlatmaktadır. Peki diğer İslam toplumları, mehdi konusunda ne diyor? Gerçekten Türk toplumu içinden bir kurtarıcı, mehdi bekliyorlar mı? Tabiî ki hayır, her toplum bu çok özel gelecek kişinin, kendi toplumları içinden çıkacağına inanıyor. Örneğin İran bizimkiler gibi, bu konuda çok iddialı ve bakın ne diyorlar. (Mehdi, İran’ın Kum kentinde ortaya çıkacak. İnanışa göre, Mehdi Kıyamet Günü’nden önce ortaya çıkıp dünyadaki bütün haksızlıkları yok edecek. Kum kentinde konuyla ilgili çalışmalar yapan Ayetullah İbrahim El Âmini, Mehdi’nin, Hıristiyanlar ve Yahudilerden İslam dinine geçmelerini isteyeceğini, bunu kabul etmezlerse öldürüleceklerini söylüyor.) Yukarıdaki düşünce ve fikir, elbette Rabbin rehberinden olmadığı için, bu denli Kur’an a da taban tabana zıt olacaktır. Düşünebiliyor musunuz, Mehdi Hıristiyan ve Yahudileri İslam a davet edecek, Müslüman olmayanları da öldürecekmiş. Rabbim sen bizlere akıl fikir ver. Bu düşünce ve fikir sizce Kur’an dan zerre kadar onay alıyor mu? Peygamberimiz kendisine iman etmeyenlere, böylemi yapmıştır? Allah ın kitabını tebliğ ettikten sonra, senin dinin sana, benim dinim bana diyerek, kendisine savaş açmayanlara, asla savaş bile açmamıştır. Peygamberimizin savaşlarının tamamı, savunma amaçlıdır. Bunun birçok örneğini, zaten Kur’an dan görüyoruz. Sizlere bazı ayetler hatırlatmak istiyorum. Bu ayetlerle mehdinin geleceği konusunu lütfen karşılaştırınız, değerlendiriniz. Eğer Allah Kur’an da, anlatıldığı gibi, ahir zamanda bir mehdi gönderecek olsaydı açıkça söylemeyip, bizlere Kur’an dışından rivayetler yoluyla bilgilendirmiş olabilir mi? Allah aklınızı kullanın, aklını kullanmayanı pislik içinde bırakırım diyorsa, gelin Allah ın sizlere rehber olsun diye indirdik, dediği kitaba bakalım ve onun rehberliğiyle doğruları bulalım. Enam 38: Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler. Araf 174: Biz, ayetleri işte bu şekilde ayrıntılı kılıyoruz ki, hakka dönebilsinler. Maide 45; …. Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir. Yukarıdaki ayetlere baktığımızda, Yaradan Kur’an da hiçbir eksik bırakmadığını, ayrıntılı bir şekilde açıkladığını söylüyor. Toplumlara, Allah ın Kur’an da indirmediği, açıklamadığı şeylerle hükmedip, onları Kur’an dan uzaklaştıranlar, zalimlerin ta kendisidir diyor. Yüce Rabbim daha ne söylesin aklı olana. Kur’an a bakmaya, ibret almaya devam edelim. Araf 33; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi HARAM kılmıştır Nahl 89: (Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. İsra 89: Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlara her türlü misali, değişik şekillerde açıkladık. Yine de insanların çoğu ancak inkârda direttiler. Kehf 54: Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür. Çok ilginçtir Allah, çok açık ve net bazı hükümler vermiş ve düşünen kullarına doğru yolu apaçık göstermiştir. Allah hakkında, Kur’an da hiçbir delil indirmediğim bir konuda, konuşmanızı dahi HARAM kılıyorum diyerek hükmünü vermiş. Sana Kur’an ı her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber ve müjde olsun diye indirdiğini apaçık söylüyor. Her türlü misali değişik şekillerde açıkladık ki, doğruyu bulasınız diyor. Peki, bizler bunca açık ayetleri gördüğümüz halde, neler söylüyoruz ve nasıl delillerin peşi sıra gidiyoruz, zerre kadar düşünen yok mu? Tüm bu ayetleri gördüğümüz halde, görmemezlikten gelerek, Allah ın hiçbir örnek dahi vermediği, bizlere anlatılan mehdinin geleceğine inanırsak, Rabbin gazabından kurtulacağımızı mı zannediyoruz. Ya aşağıdaki ayetlere ne diyeceğiz, hala MEHDİ nin geleceğine inanmaya devam mı? Nisa 174: Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. 175: Allah'a iman edip O'na sımsıkı sarılanlara gelince, Allah onları kendinden bir rahmet ve lütuf (deryası) içine daldıracak ve onları kendine doğru (giden) bir yola götürecektir. Araf 3: (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Bizler eğer, hesabın görüleceği O çetin gün, üzülmek istemiyorsak, yukarıdaki Rabbin uyarılarını sakın unutmayalım. Allah Rabbinizden size, kesin bir delil, açık bir nur indirdik diyor, ama bizler Allah ın nurunda hiç bahsetmediği MEHDİ nin geleceğine hala inanabiliyorsak, bu işte bir yanlışlık var demektir. Allah Kur’an a sımsıkı sarılmamızı, çünkü sarılanların doğru yola iletileceğini söylüyor ayetinde. Peki, bizler ne yapıyoruz? Kur’an da her şey yazmaz diyerek, beşerin hurafelerine sıkı sıkı sarılıyoruz. Ne diyebilirim ki. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye, apaçık hükmünü verdikten sonra, sizce Kur’an da hiç bahsedilmeyen, açıklık getirilmeyen MEHDİ konusunda sorumlu tutup, hesaba çeker mi? Hani Kur’an da açıklamadığım konularda konuşmanızı HARAM kılıyorum diyordu Rabbim, ne oldu bu ayetin hükmü, düşünen yok mu? Başımızı toprağa gömmeye devam mı? Her zaman yapıldığı gibi, dine nifak sokanlar, peygamberimizin adını kullanmışlardır. Kur’an da hükmü olmadığı halde, peygamberimizin Kur’an dışından da birçok hükümler koyduğunu söylerler. Peki, aşağıdaki ayetlere gözlerini yuman Müslümanlar, neden tüm bunlara inanırlar dersiniz? Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Enam 19: Sor: "Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Bu Kuran bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım……. Enam 50: Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?" Yaradan bizlere elçisinin, bakın ne söylemesini birçok kez istiyor, çok dikkatle bunun üzerinde düşünmeliyiz. Bana Kur’an da vah yedilenden başkasına uymam ben. Sizi yalnız Kur’an ile uyarma görevi aldım. Onun içindir ki yalnız bana vah yedilen ile sizleri uyarırım. Daha öncede ne diyordu Allah, sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum. Her şey çok açık ama Allah ın ayetlerini görmezden gelip, atalarının itikatlarına uyanlara da Allah, bakın ne diyor. Zühruf 36: Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur. Bakara 5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır. Allah ın zikrini, beşerin öğretisine inanmak adına görmezden gelip, aklını kullanmayanlara Allah ın verdiği cezayı, lütfen çok dikkatle birçok kez okuyalım ki, aklımızı başımıza getirelim. Yoksa yanımızda can yoldaşı olarak, şeytan eksik olmayacaktır, Allah korusun. Allah Kur’an da, benim ayetlerimin bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmıyor musun der bizlere. Bir kısmını görmezden gelenlere de, Rabbin verdiği cezadan tüyleri diken diken olmayanlara, sözüm meclisten dışarı. Çünkü onlara hiçbir söz kâfi gelmeyecektir. Allah kurtuluşa erenlerin, yalnız Rablerinden gelen hidayet, yani Kur’an üzerinde olanların, yalnız kurtuluşa ereceğini apaçık söylediği halde, hala bizlerin Kur’an dışından bizlere öğretilen, mehdinin geleceğine inanmamızın, bizlere nelere mal olacağını anlayamadıysak, sanırım bundan sonrada anlayamayacağımız açıktır. Çünkü gözler perdeli, gönüller taş kesilmiş. Sizlere son olarak hatırlatacağım, Rabbin uyarılarında bakın neler söylüyor rehberimiz. Bakara 79: Vay o kimselere ki, elleriyle Kitabı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, “Bu, Allah’ın katındandır” derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline! İsra 36: Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. Allah bizlere, o kadar güzel örneklerle anlatıyor ki her şeyi, doğrusu anlamamakta inat edenlere, üzülmekten başka yapacak hiçbir şey gelmiyor elden. Birileri size, bunlarda Allah katındandır diyerek, Kur’an da olmayan bilgileri, hükümleri sanki Allah katından gibi gösterenler çıkacaktır diyor ve uyarıyor. İşte bu insanların vay haline diyerek, bu yanlışı yapanların, asla ardına düşmemizi Yaradan istemiyor. Yine açıkça Kur’an da hüküm vermediğim, emin olmadığınız şeylerin peşine sakın düşmeyin, sizleri sorumlu tutarım diye de, son noktayı koyuyor Rabbim. Allah her şeyi o kadar güzel anlatmış ki, gönül gözleri açık olan, Rabbin gerçeklerini görecektir. İslam toplumu olarak, içinde yaşadığımız acı gerçeklerin, eğer farkına Kur’an ile varamıyorsak, Allahtan boşuna kurtarıcı MEHDİ beklemeyelim. Bugün ülkemizde açıkça söylemekten çekinip, mehdi olduğunu söylemeye, anlatmaya çalışanlar var. Hatta birileri tarafından da işaret edilerek, toplum yavaş yavaş alıştırılmaya çalışılıyor. Lütfen tüm bunları, iyi araştıralım ve aldanmayalım. O işaret edilenlerin, Yahudi tuzakları olduğunu da bilelim. Kur’an, sizleri Allah ile aldatacaklar çıkacaktır, dikkatli olun diyorsa, ileride bizleri MEHDİ yalanlarıyla da aldatmaya çalışacaklarını ve bizleri kirli, kanlı elleriyle, gizlice yönetmenin emellerini şimdiden taşıdıklarını lütfen unutmayalım. İsrail den ülkemize gelen, üst düzey Haham misafirlerin ülkemizde kimi ziyaret ederek, ne konuştuklarını lütten internetten videosunu izleyiniz. İzleyiniz ki, bizlere neler yapılmak istenildiğinin farkında olalım. Yahudiler Hıristiyanların ve Müslümanların içine öyle bir çöreklenmiştir ki, onları kendi düşünceleri yönünde kullanmayı başarmışlardır. Yahudiler Hz. İsa peygamberimize iman etmedikleri halde, Hıristiyanların içine öyle bir inanç yerleştirmişlerdir ki, onlara istediklerini bu gün yaptırabilmektedirler. Yahudiler vaat edilmiş topraklara yerleştirilmediği takdirde, İsa Mesih gelemeyecektir inancı, bugün Amerika da Hıristiyanlar içinde, Evangelistler tarafından kabul gören bir inançtır. Onun içindir ki Amerika, İsrail devletini kurdurmuş ve ne pahasına olursa olsun yaşamasını sağlamak için, çaba harcamaktadırlar. İşte yine Yahudiler bizlerin içine de aynı inancı sokarak, Mesih ve mehdinin geleceğini bizzat onlarda söylemektedirler. İsrail den gelen üst düzey haham misafirlerinin kimleri ziyaret ettiğini ve neler konuştuklarını lütfen araştırıp izleyiniz. Rabbim cümlemizi, Kur’an ı rehber alıp, onun ardı sıra giden kullarından eylesin. Yoksa işimiz çok zor. Yüzlerce yıldır, Müslüman toplumu olarak, birilerini beklemekle boşa geçirdik vaktimizi. Doğru yolu bulmak huzura, mutluluğa erişmek için, FURKAN dan başka ne arıyoruz, neyi bekliyoruz? Huzura kavuşacak rehber elimizde, ama farkında bile değiliz. Onun kıymetini bilemeyen bizlere, Allah ın yardım edeceğini, Müslüman toplumlarının içinde bulunduğu yokluk, kin, nefret, düşmanlık ve acı gerçeklerden kurtaracak birisini, Allah ın göndereceğini hala düşünüyorsak, şunu üzülerek söylemeliyim ki, DAHA ÇOKKKKKK BEKLERİZ. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
BİZLERE İSLAM I ANLATANLARA BAKAR MISINIZ LÜTFEN.
Cuma namazına gittiğimde, hutbede görevli hatip, öyle bir hadis örneği verdi ve topluma bunu önerdi ki, duyduğumda içinde yaşadığımız İslam ın, bizleri getirdiği noktayı çok daha iyi anladım. Bakın hutbede topluma verdiği hadis örneğinde, neler anlatıyor. (Kim ki Cuma günü bana 80 Salâvat getirirse, o kimsenin 80 senelik günahları affolunur. Kim ki Cuma günü bana 100 salâvat getirirse, o kimsenin 100 senelik günahları affolunur.) Hatırlatırım bunu söyleyenler, eğitimsiz, bilinçsiz insanlar değil. Diyanetin kontrolünde, bir camide vaaz vermeye yetkili bir kişinin söyledikleridir. Doğrusu söyleyecek söz bulamıyorum. Allah a ve elçisine, söylemediği sözleri söylemiş gibi gösterenlerin cezasını bilmeyenlere, Kur’an ı dikkatle okumalarını öneririm. Cuma namazı toplantı namazıdır. Rabbin kadın, erkek diye ayırmadan tüm iman edenlerin, işi gücü bırakıp gitmesini istediği, önemsediği bu toplantı namazında ki asıl amaç, halkın Kur’an a davet edilerek bilgilendirilmesi, toplum arasında sosyal birliktelik sağlanmasıdır. Peki, bunlar mı yapılıyor günümüzde, yoksa Allah ın hiç bahsetmediği, hatta Kur’an öğretisine tamamen ters, düşüncelere mi yönlendiriliyor toplum? Tabi kadınlarımızın, bu namazdan mahrum bırakılmasının acısını, toplum olarak çektiğimizi de unutmayalım. Onun içindir ki sosyal bir toplum olamadık, böyle devam ederse olmamızda mümkün değil. Bunun yorumunu sizlere bırakıyorum. Kur’an ı anlayarak bir kez okuyan bir insan bile, bu sözleri peygamberimizin asla söylemeyeceğini anlar. Peki, onca dini eğitimden geçmiş ve devletin kontrolündeki bir camide, bu sözler nasıl söylenir? Hatırlayınız peygamberimiz bir hadisinde bizleri nasıl uyarmıştı. (Her kim ki, ben söylemediğim halde bu sözü peygamber söyledi dese, BUYURSUN KENDİNİ CEHENNEMDEKİ YERİNE HAZIRLASIN.) Şimdi Kur’an ı tekrar düşünelim. Peygamberimiz bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim demiyor muydu? Rabbinden sana vah yedilene uy, hakkında emin olmadığın bilginin ardına düşme, herkes yaptıklarının karşılığını mutlaka bulacaktır, sakın bizim söylemediklerimizi, bunlarda Allah katındadır deme ilave etme, Kur’an ın ipine sarılın, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah hakkında bilmediğimiz şeyleri söylememizi haram kılıyorum ayetlerini bizlere tebliğ eden Allah ın resulü, yukarıdaki sözü söylemiş olabilir mi? İslam âlemi dinini inancını, Kur’an merkezli yaşamadığı sürece, Allah ın hışmından da asla kurtulamayacağını bilmelidir. Bizler Allah ın rehberini anlaşılması zor ilan ederek, beşerin rehberi ile Kur’an ı anlamaya devam ettiğimiz sürece, Allah ın bizlere nasıl bir yol çizdiğini, bizlerden neler istediğini, öğrenmemizde mümkün olmayacaktır. Bizler bu ve buna benzer hataları, o kadar çok yapıyoruz ki, bu hataları yapmakla, yüzlerce Rabbin ayetini görmezden geldiğimizin, üstünü örttüğümüzün farkında bile değiliz. Hâlbuki Allah, siz Kur’an ın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmıyor musunuz diyerek, bizleri uyarmış, dikkatimizi çekmiştir. Belki günümüzde inanmıyorum diyen yok, ama dinimizi yaşarken, atalarımızdan gelen hurafe inançları, rivayetleri yaşamak adına, Allah ın apaçık ayetlerini görmezden gelmekle de, gerçek iman etmemiş sayıldığımızın, artık farkına varmalıyız. Bizler Kur’an da her hükmün olmadığını, Kur’an ın özet bilgiler içerdiğini söyleyerek, Kur’an dışından öyle bir inancın ardı sıra gidiyoruz ki, böylece Kur’an ne yazık ki devre dışı bırakılıyor. Kur’an ı rehber alan bir Müslüman, yukarıda örneği verilen hadisin, doğru olmayacağını çok açık bilir. Çünkü peygamberimizin yalnız Kur’an a uyduğunu bahseden, o kadar çok ayet var ki? İşte peygamberimizde bu tehlikeyi gördüğü, bildiği için bizleri uyarmış ve bir hadisinde, benim sözüm olup olmadığını anlamak için KUR’AN İLE KARŞILAŞTIRINIZ demiştir. Bakın Allah, Kur’an ı yeterli görmeyen, cahiliye dönemi toplumunu nasıl uyarıyor. Sizce o devrin cahiliye toplumundan, bugün bizlerin farkı var mı? Araf 185: Allah'ın göklerdeki ve yerdeki mülkiyet ve tasarrufuna, Allah'ın yaratmış olduğu herhangi bir şeye ve ecellerinin gerçekten yaklaşmış olması ihtimaline hiç bakmadılar mı? Artık bu Kur'ân'dan sonra başka hangi söze inanacaklar. Ankebut 51: Kendilerine okunan kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için, bir rahmet ve bir öğüt vardır. O günkü toplum, atalarından rivayetler yoluyla gelen inançlarından vazgeçmek istemedikleri için, Allah da bu toplumu bakın ne kadar açık ve net uyararak, bu Kur’an dan başka hangi söze inanacaklar, sizlere indirdiğimiz Kur’an yetmiyor mu diyor. Hala bu ayetlerden ders almayıp, Kur’an da her şey yoktur, özet bilgiler vardır. İslam ı doğru öğrenmek ve yaşamak için mezheplerin öğretisi olan, fıkıh kitaplarından yararlanmalıyız diyenlere, bu ayetleri tekrar düşünmeye davet ediyorum. Bizler bu ayetlere gözlerimizi yumarak, görmezden gelerek, o kadar büyük bir günahın içinde dinimizi yaşıyor ki, farkında bile değiliz. Bu ayetlerin o günkü topluma indirildiğini, bugün bizleri bağlamadığını söyleyenlere, ne diyebiliriz ki? Allah ın uyardığı gibi, Kur’an ın bir kısmına inanıp, bir kısmına iman etmemek bu olsa gerek. Çünkü yüzlerce ayetinin de nesih edilip, hükmünün kalktığına inananlara, sanırım bunları anlatmak çok zor olsa gerek. İşlediğimiz günahları kolayca affettirmenin peşinden gittiğimiz içinde, nefsimizin etkisiyle, büyük yanılgıların ardı sıra gidiyoruz. Günahlarımızı affettirmek için, Allaha dua edip, yaptığımız yanlışların bağışlanması için, hayırda ve barışta yarışmak yerine, işin nasılda kolayına kaçıp, günahlarımızı affettirme yolunu seçiyoruz. Öyle yağma yok, ne yaptıysak onun karşılığını mutlaka göreceğiz. Allah bağışlanmayacak büyük günahlardan, bizleri korusun inşallah. Bakın ayetlerin bir kısmını görmezden gelip, hala atalarının rivayetlerini Kur’an ile karşılaştırmadan peşi sıra gidenleri, nasıl uyarıyor Rabbim. Zühruf 36: Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur. Allah hükmünü çok açık vermiş ve uyarmıştır bizleri. Kur’an ı anlamaya çalışıp düşünen, aklını kullanan, imtihanında geçer notunu kesinlikle alacaktır. Kur’an bir nurdur. Onu anlayarak okuyanın, gönül gözlerinin açılacağını söylüyorsa Allah, bu kitap ta hiçbir eksik bırakmadığının da hükmünü veriyorsa, gelin siz birilerinin sözlerine değil, Rahmanın sözlerinin ardı sıra gidiniz. İşin kolayına kaçmak yerine, zoru başararak gerçek kurtuluşa erelim. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyorsa, kurtuluşumuz sizce yalnız Kur’an da değil midir? Dilerim Rabbimden, işlediğimiz günahlarımızı affettirmek adına, yaptığımız dualar Rabbimiz katında kabul görür. Yine dilerim cümlemiz, günahlarımızın bağışlanması adına, hayırda ve barışta yarışan, Allah ın halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'ANI ANLAYABİLMEK ADINA YAPTIĞIMIZ YANLIŞLAR.
Günümüzde İslam ı, Kur’an ı anlamaya çalışırken, öyle kaynaklardan, bilgilerden istifade ediyoruz ki, hiç sorgulamadan, düşünmeden Kur’an süzgecinden geçirmeden yaşamımıza geçiriyoruz. Ne yazık ki bu yol ve yöntemi, geçmişte de büyük bir çoğunluk böyle yaşamış, bugünde öyle yaşıyor. Bu konuya örnek olması adına, yazdığım yazıma bir kardeşimizin verdiği cevap üzerinde, sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. (Sen edille-i şeriyye diye bir şey duydun mu hiç? Ayrıca hiç kimse Kuran ayetlerini dizip dizip, bak şurada şu yazıyor, o zaman benim aklıma göre şu anlam çıkar, diyemez. Diyen kişi ya din sapığıdır ya ultra mezhepsizdir ya da özel yetiştirilmiş bir siyonisttir. Sen Kuranın açıklamasının seninin minicik beyninin aldığı kadar olduğunu mu sanıyorsun? Yürü git, burada çoluk çocuk kandıracağım diye uğraşma. Her önüne gelen din şarlatanı olmuş.) Yukarıdaki sözleri değerlendirdiğimizde, bizler şuan ki aklımız ve mantığımızla, Allah ın emrettiği, bizlere rehber olsun diye gönderdiği Kur’an ın muhkem ayetlerini, anlamamızın mümkün olmadığını, Kur’an ı anlayabilmemiz için, başka kaynaklara mutlaka ihtiyacımızın olduğu anlatılmaya çalışılıyor. Düşünün lütfen beşerin dahi yazdığı bir ilmi kitaba, bu sözleri söylesek, sanırım kitabın yazarı çok üzülürdü. Kur’an ı kendi aklı ve çabasıyla anlamaya çalışanlara da, arkadaşımızın layık gördüğü sözlere üzülmemek elde değil. Bu kardeşimiz Kur’an ı anlayarak okumuş olsaydı, bu yolu ve yöntemi Allah ın önerdiğini bilirdi. Elbette Kur’an ı anlamak adına, bir cümlenin ya da kelimenin ardına düşüp, kendimizce anlamlar çıkarmamız büyük hata olur. Bugün bu hata ne yazık ki yapılıyor. Kur’an da bir kelimeden yola çıkarak, açıkça belirtilmeyen gizli anlamlar yükleyerek, hurafe inançlarımıza delil arama çabası içinde kanıt aranıyor. Bu yöntemde elbette bizleri, yanlışa götürecektir. Bizler inandığımız rivayetlere, kelimelerin ardından kanıt aramak yerine, Allah ın bizlere neler anlattığını, bizlerden ne istediğini, nasıl bir yolu izlememiz gerektiğini, bir bütün olarak anlamaya çalışırsak, en doğru yolu izlemiş oluruz. Daha sonra işimiz daha kolay olacaktır. Kur’an ayetlerini doğru anlamak için, mutlaka Kur’an ın diğer ayetlerinden yararlanmalı ve Kur’an ın bir başka ayetine ters düşecek bir anlamı, manayı çıkarmamalıyız. Allah dinin anası, temeli olan muhkem ayetleri, yine Kur’an içinde verdiği nice örneklerle açıkladığını bizlere anlatır ve yalnız Kur’an ın ipine bizlerin sarılması içinde öğüt verir. Gelin Kur’an bütünlüğünde, arkadaşımızın yazdığı cevabı birlikte değerlendirelim ve üzerinde düşünelim. Önce günümüzde Kur’an ı anlamanın kesin şartlarından sayılan, EDİLLE-İ ŞER’IYYE NEDİR onu anlamaya çalışalım. Geleneksel İslam anlayışına göre, Kur’an ı doğru anlayabilmemiz için, bazı ek bilgilere, beşeri kitaplara ihtiyacımız olduğu anlatılır. Bu bilgiler yoksa Kur’an ı doğru anlamakta mümkün değildir denir. Bunun şartları olarak da şunlar sayılır. 1. Kur’an 2. Sünnet 3. İcma 4. Kıyâs Kur’an ı anlamada en önemli kaynak, bizzat kendisi olduğu anlatılır, bu doğrudur. Fakat Kur’an ı, tek başına ayetleri anlamamızın mümkün olmadığı, doğru anlayabilmemiz içinde, peygamberimizin sünneti yani hadislerine mutlaka ihtiyaç duyulduğu vurgulanır. İcma ise, peygamberimizin ölümünden sonra, herhangi bir konuda bütün müctehidlerinin şer’i bir hüküm üzerinde ittifakıyla alınan kararlar olduğu söylenir. Kıyas ise bir şeyi başka bir şeye benzetmek, karşılaştırmak suretiyle anlamaya çalışmaktır. Şimdi gelelim bu dört başlığın, Kur’an ı anlamamızdaki doğruluğuna. Allah Kur’an da birçok kez bizleri uyararak, sizlere yemin olsun ki bu Kur’an ı kolaylaştırdım der. Hatta hala öğüt almayacak mısınız diye de dikkatimizi çekerek, ayetler üzerinde bizlerin düşünmesini emreder. Eğer aklı başında bir insan, ayetleri anlayamayacak olsa, Allah bizlerin, neden ayetler üzerinde düşünmesini istesin? Düşünmeyenlere de ikaz edip, uyarıda bulunsun? İşte bunu da dikkatle düşünmeliyiz. Allah Kur’an ı doğru anlamamız içinde yol gösterir ve Kur’an da, her şeyden nice örnekleri sıraladık ki, anlayasınız diye de açıklama yapar. Bir başka deyişle Kur’an ı, yine Kur’an ayetleriyle anlamamızı öğütler bizlere. Sünnete ve peygamberimizin hadislerine gelince. Yine bu konuda açıklama yapan Kur’an, peygamberimizin yalnız Kur’an a uyduğunu, ümmetine yalnız Kur’an ı tebliğ edip ve yalnız Kur’an ile hükmetme görevi aldığını da çok açık anlatır birçok ayetinde. Hatta öyle bir örnek verir ki, eğer elçim sizlere indirdiğime, tek bir söz ilave etmiş olsaydı bizim adımızı kullanarak, onun şah damarını keserdik diye de, çok açık hükmünü vermiştir. Buradan da anlıyoruz ki, peygamberimizin yolundan gitmek isteyen, yalnız Kur’an a sarılmalıdır. Tüm bu bilgileri, Kur’an bütünlüğünde düşündüğümüzde, peygamberimizin Kur’an dışından ne bir hüküm verebileceğini, nede Kur’an ın dışına asla çıkamayacağını anlıyoruz. Eğer bizler Kur’an ı rivayetlere, ya da yüzlerce yıl önce Kur’an ı anlayanların anladıkları gibi anlamaya çalışırsak, hata yaparız. Şunu asla unutmamalıyız. Dine hüküm koyan yalnız benimdir diyen, Allah ın hükmünü asla unutmadan, peygamberimizin adını kullanarak, bugün bizlere iletilen rivayetleri, Kur’an süzgecinden geçirerek almalı ve yararlanmalıyız. Hiçbir doğru bilgi dışlanmamalıdır tek bir şartla, imtihan olduğumuz Kur’an ın onayından geçmesi şartıyla. Diyelim ki bizler Kur’an ayetlerini okuduğumuzda anlamamız mümkün değil, o zaman neden Kur’an ı bizlerin anlayacağı şekliyle peygamberimiz yazdırmadı diye, bir soru gelmez mi akla? Yine düşünmeye devam ettiğimizde, madem bizler Kur’an ın muhkem ayetlerini okuyup düşündüğümüzde anlamamız mümkün değil, bu durumda peygamberimiz Kur’an ile birlikte, ayetlerin açıklanmış halini neden sağlığında yazdırıp bizlere ulaştırmamış? Bakın ne kadar ilginç sorular çıkıyor ortaya. Hâlbuki Allah hatırlayınız, yalnız Kur’an ın ipine sarılmamızı, onun üzerinde düşünmemizi ve yalnız Kur’an ı koruması altına aldığını, sizlere gönderdiğim elçimin, yalnız sizleri Kur’an ile uyaracağını söylemiyor muydu bizlere Kur’an da? İmtihanda öyle olmaz mı zaten. Herkes kendisi imtihan için düşünüp, aklını kullanıp, çaba göstermesi gerekmez mi? Allah bizlerin anlayamayacağımız bir kitaptan, sizce sorumlu tutarda imtihan eder mi? Allah bakın elçisinin Kur’an dışına çıkamayacağını, topluma yalnız Kur’an ile hükmedeceğini, çok net nasıl açıklıyor hatırlayalım. Nisa 105: Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Sakın hainlere yardakçı olma. Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Ahzap 2: Rabbinden sana vah yedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Araf 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Yukarıdaki ayetlere ve buna benzer onlarca ayetlere gözlerini yumanlara, elbette söyleyecek sözümüz olamaz. Madem okuduğumuzda herkesin anlaması mümkün değil, Allah nasıl olurda sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum der, bunu da mı düşünen yok? Elbette düşünme ve akıl devre dışı kalırsa, neyin doğru neyin yanlış olduğu da anlaşılmayacaktır. Allah hem din ve iman adına veliniz yalnız benim, sakın velilerin ardına düşmeyin diye ikaz ettikten sonra, acaba bizlerin rehberi, dinin anası olan muhkem ayetleri, bizlere anlaşılması zor gönderir de, birilerinin ardı sıra bizlerin gitmesini sağlar mı? Nasıl olur da Allah a böyle bir adaleti layık görürüz, bunu damı düşünemiyoruz? Size küçük bir örnek vermek istiyorum. Peygamberimizin yaşadığı dönemde geçen, bir olayı sizlere nakletmek istiyorum. Peygamberimizin anlattığı bir konu, dilden dile nakledilerek, peygamberimizin kulağına kadar gelmiş. Peygamberimiz ben böyle bir şey söylemedim, diyerek söylenen bu sözleri yalanlamış. Çünkü kendi söylediği sözler değiştirilmiş, ilaveler yapılmış ve asıl anlamından saptırılmış. Bakmış ki bu yol çok tehlikeli ve Allah yolundan saptırıcı, hemen kendisinden bundan böyle hadis naklini yasaklamış ve bakın ne söylemiş. (Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi. Tirmizi, Es Sunan, K. İlm 11 Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığınız şey nedir?” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.” El Hatib, Takyid 33 ) Elbette bunlarda birer rivayettir, peygamberimizin söylediği rivayet edilir, ama önemli olan Kur’an ın onayını almış olmasıdır. Peygamberimizin ilk önce hadis yazımını yasakladığı, fakat daha sonra izin verdiği anlatılır. Hâlbuki dört halife devrine baktığımızda, dört halife döneminde de, peygamberimizden hadis naklinin, yasağının ciddiyetle takip edildiğini görürüz. Bakın sizlere birkaç örnek. Hz. Ebu Bekir, peygamberin vefatından sonra Müslümanları toplayarak şöyle demişti: “Sizler, Peygamberden hadis rivayet ediyorsunuz ve bu hadislerde ihtilafa düşüyorsunuz. Sizden sonrakiler ise daha fazla ihtilaf edecektir. Peygamberden hiçbir şey tahdis etmeyin. Size bir soru soran olursa, “Bilgimizle sizin aranızda Allah’ın kitabı var” deyin ve onun helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kılın” [Zehebi, “Teskiretu’l Huffaz, I, 2-3] Hadisler Ömer döneminde çoğalmıştı. Ömer halktan beraberlerinde bulunan hadis sayfalarını getirmelerini istedi. Sonra bunların yakılmasını emrederek şunu söyledi: Kitap Ehli’nin Mişna’sı gibi Müslümanların Mişnası’dır bunlar. [İbn Sad/Tabakat 5/140] Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden ötürü Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle, Kab’ı Kırede dağlarına göndermekle tehdit etmiştir. [Tahzırul Havas 10b. ] Hz. Ali’den rivayet edildiğine göre o yanında yazılı sahifeler bulunan kimseleri, bunlara müracaat etmekten sakındırmış ve “Sizden önceki insanlar, Rab’lerinin Kitabını terk ederek âlimlerinin sözlerine uydukları için helak olmuşlardır” demiştir. [İbn Abdilberr, 108] Şeddad, İbni Abbas’a “Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı? ” diye sordu. O da “Sadece Kuran’ın iki kapağı arasında olanları bıraktı” cevabını verdi. [buhari, K. Fezailul Kur-an 16; Müslim K. Fezailus Sahabe 30, 31; Ebu Davud K. Fiten 1, Tırmızı K. Fiten 43] Elbette yukarıda yazdıklarımda, daha önce söylediğim gibi rivayettir, önemli olan Kur’an un süzgecinden geçiyor olmalarıdır. Bizim için kriter Kur’an dır. Onun onayladığı her bilgi, bizlerin başının tacıdır. Şimdide bu konuyu kendi akıl süzgecimizden geçirelim ve diyelim ki, eğer peygamberimizin hadisleri olmasaydı, bizler Kur’an ı doğru anlayamazdık. Bu durumda Allah, kullarının anlayacağı bir rehber göndermemiş diye inandığımızın farkında mıyız? Bugün mezhepleri düşünün lütfen. Aynı konuda dahi, çok farklı hadis nakledilmiş günümüze ve hepside farklı bilgileri içeriyor. Sizce peygamberimiz aynı konuda farklı farklı sözler söyler mi? Bu yöntemle Kur’an ı anlamaya çalışırsak, hangisini doğru kabul etmeliyiz, bunun garantisini veren var mı aramızda? Allah Kur’an ı koruması altına aldığını söyler bizlere. Eğer Kur’an anlaşılması zor bir kitap olsaydı, onun açıklanmış bilgilerini de korumasına almaz mıydı? Lütfen dikkatle düşünelim, madem Kur’an ayetlerini peygamberimizin hadisleri olmasaydı anlayamazdık, acaba peygamberimiz neden sağlığında hadislerini toplatıp yazdırmadı? Hatırlayınız hadis toplama ve kayda geçirme çalışmaları peygamberimiz devrini bırakın, dört halife devrinde de yapılmamıştır. Ancak dört halife devrinden sonra, İslam ın mezheplere bölünmesi ile toplanmaya yazılmaya başlanmıştır. Bu durumda ki düşüncelerinizi lütfen irdeleyiniz. Dikkatle düşündüğünüzde gerçekleri anlayacaksınız. Elbette herkes kendi imtihanını yaşıyorsa, istediğine inanmakta da özgürdür. Hâlbuki Allah yüzlerce ayetinde, bizlerin yalnız Kur’an ın ardı sıra gitmemizi söylediği gibi, Kur’an ayetleri üzerinde bizlerin bizzat düşünmesini de emreder. Bizler eğer dinin anası olan muhkem ayetleri okuduğumuzda anlayamasaydık, yaradan bu sözleri söyler miydi? Düşünün lütfen, herkes kendi yaptıklarından sorumlu tutuluyorsa, her beşer kendi imtihanını bizzat Kur’an dan yaşamakla görevliyse, din ve iman adına veliler edinmeyi Rabbim yasakladıysa, nasıl olurda Allah bizlerin anlayamayacağı hükümler koyar, ondan sonrada bizleri sorumlu tutar, bunu da mı düşünemiyoruz? Böyle bir adaletsizliği, nasıl olurda Rabbimize isnat ederiz, bunu anlamak gerçekten çok zor. Kur’an ı doğru anlamak için, mutlaka peygamberimizin hadisleri lazımdır demek, büyük yanlış olur. Çünkü bizlere rivayet edilen bilgilerin, peygamberimizin sözleri olduğundan emin değiliz. Bunun garantisini de kimse veremez. Ayrıca bunları söylemek ve inanmak, Kur’an a da saygısızlıktır. Allah hadi bir benzerini getirsinler bakalım derken, acaba bizlerin Kur’an ın karşısına getirdiğimiz kitapların farkında mıyız? Bugün yaptığımız büyük yanlışlardan biriside, mezheplerin, geleneğin dine ilavelerini Kur’an da göremediğimizde, bakın gerçekten Kur’an da her şey yokmuş, deme yanılgısına düşmemizden kaynaklanmaktadır. Şunu lütfen unutmayalım, Allah sizlere her şeyden nice örnekler verdik Kur’an da diyor ve sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyorsa, lütfen Kur’an ı yetersiz görme yanılgısından kurtulalım. İlavelerin geleneğin ve mezheplerin ilaveleri olduğunu bilelim, onlar olmazsa eksik iman etmiş oluruz diyerek, Rahmana ve kitabına saygısızlık etmeyelim. Peygamberimizin ölümünden sonra, yaklaşık beş yüz civarında hadis toplandığından bahsedilir. Peki, günümüzde bu sayının yaklaşık ne kadar olduğunu biliyor musunuz? Ne yazık ki günümüzde milyonlara yaklaşmıştır. Peygamberimizin ölümünden sonra, hadis toplama yarışlarını lütfen araştırınız. Bu yolun nasıl tehlikelerle dolu olduğunu, o zaman daha iyi anlayacaksınız. Bu yolla mı Kur’an ı anlamaya çalışacağız? Buradan da anlaşılıyor ki, dine nifak sokmaya çalışanlar çok çalışmışlar. Peygamberimizin adını kullanarak, dine nifak sokanların bu acı gerçeğini düşündüğümüzde, Kur’an ı anlamak adına izlediğimiz yolun tehlikelerini artık fark edelim ki, din düşmanlarının oyunları bozulsun. Kur’an ı anlama yöntemlerinden olan, İcma ve kıyasa gelince. Bizler geçmişte yaşamış âlimlerin anladığı şekliyle, bugün Kur’an ı anlamaya çalışırsak, büyük yanlış yaparız. Kur’an her çağa uyan ve ilmin, bilimin ışığında çok daha doğru anlaşılan bir nurdur. Onun içindir ki Allah, müteşabih ayetlerden bahsederken, âlimlerin bu ayetler hakkında yeni buluşlarıyla, iman edenlerin imanlarının artacağından bahseder. Bugün geçmiş âlimlerin bilgileri, müctehidlerinin günümüze ulaşan nakillerini, bizlere doğru ulaştığını asla bilemeyiz. Bunun garantisini verebilecek, hiç kimse de yoktur. Hatırlayınız peygamberimizin sağlığında bile, kendi sözünün dönüp dolaşıp yine kendisine büyük yanlışlarla geri dönmesi örneği, dikkatle düşünülmelidir. Din ve iman şaka götürmez. Allah korusun dönüşü olmayan yola girdiğimizde, pişman olmak istemeyen, Rahmanın koruması altındaki Kur’an ı anlamaya çalışmalıdır. İmtihanımızda yalnız Kur’an dan dır. Bunu söyleyen bizleri yaratan Rabbimizdir. Kıyas yöntemi aslında, her zaman ve her konuda kullanılan bir yöntemdir. Açıklanan ve hüküm verilen bir konuda, benzeri konularla bağdaştırmaktır ki, bu her zaman uygulanmıştır. Önemli olan kıyas ettiğimiz hüküm, Kur’an ın apaçık hükmü olsun. İşte dostlar, bizler imanımızı, inancımızı böyle yaşıyoruz ve kendimiz gibi düşünmeyenleri de, şarlatanlıkla, daha da ileri gidip Siyonistlikle suçluyoruz. İçimize giren Yahudi fitnesi, ne yazık ki yüzlerce yıldır bizden birisi gibi içimizde yaşadığı yetmemiş, İslam toplumu içersinde saygın yerlere de gelmiş. Artık bunun farkında olalım. Öyle yanlışlara inandırılmışız ki, doğrular yanlış görünür olmuş. Allah yardımcımız olsun. Aklımızı devre dışı bırakarak, eğer rivayetler ve sanı ile hala Kur’an ı anlamaya çalışırsak, sanırım Rabbin cezalarından da, kurtulmamız mümkün olmayacaktır. Aklını kullanmayanı Allah, pislik içinde bırakırım diyorsa, gelin artık aklımızı devreye sokalım ve düşünerek Kur’an ı anlamaya çalışalım ve ona göre iman edelim. Aklımızı kullanalım ki, pislikten kurtulalım, huzura kavuşalım. Dilerim Rabbimden, aklını kullanarak Kur’an ı anlama çabasıyla İslam ı yaşayan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KADİR GECESİ VE KUR'AN....
Bu yazımda, Kadir gecesi konusunu konuşmak ve sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Önce konuyla ilgili ayetlere bakalım, daha sonrada geleneksel İslam ın inandığı bilgilerle, Kur’anı karşılaştıralım. Bakalım gerçekten belli olan bir KADİR gecesi var mı? Yoksa Allah özellikle mi, bu gecenin hangi gece olduğunu söylememiştir? Onun üzerinde düşünerek, daha doğruyu bulmaya çalışalım. Bakara 185: Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun………. Kadir 1: Biz onu Kadir Gecesi'nde indirdik. 2: Bilir misin nedir Kadir Gecesi? 3: Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. 4: Melekler ve Ruh, Rablerinin izniyle o gecede her iş için iner de iner! 5: Bir esenlik ve huzur vardır; sürüp gider o, tan yeri ağarıncaya kadar! Allah Kur’anı Ramazan ayında indirilmeye başlandığını söylerken, Kadir suresinde de, ismini verdiği Kadir gecesinde indirilmeye başlandığını açıklıyor. Devamında ise bu gecenin öneminden bahsederek, bin aydan hayırlı olduğu müjdesini veriyor. Hesaplarsak bin ay, neredeyse bir insan ömrü. Sanırım bizler yine aç gözlülüğümüzü, kolaya kaçma alışkanlığımızı, nefsimizin zayıf yönünü kullanıp, ille de bu gecenin hangi gece olduğunu öğrenmeye çalışmışız. Dikkat ediniz Allah, asla hangi gece olduğunu söylemeden, yalnız Ramazan ayı içinde bir gece olduğu bilgisini verip, adeta bizleri yarışmaya davet etmiştir. Sizce nasıl bir yarışma olabilir? Elbette Ramazan ayı boyunca durmadan, Allah ın istediği doğru, dürüst, hayırda, barışta yarışan ibadet ederek ruhunu temizleyen bir kul olmanın yarışmasından başka ne olabilir? Tabi bu yarış sanırım bizlere zor gelmiş. Bunu peygamberimizin devrinde zaten görüyoruz. İlle de peygamberimizden, bu gecenin hangi gece olduğunu öğrenmek için, birçok çaba gösterildiğini bizlere ulaşan rivayet hadislerden anlıyoruz. Bu rivayet hadislerden bazı örnekler vermek istiyorum. (Ubade b. Sâmit diyor ki: "Resulullah, kadir gecesinin ne zaman olduğunu bildirmek için dışarı çıktı. O sırada Müslim ani ardan iki kişi birbirleriyle tartışıyorlardı. Resulullah buyurdu ki: "Ben, kadir gecesini size bildirmek için dışarı çıkmıştım. Fakat falan ve filan tartıştılar. Gecenin bilgisi benden alındı (unutturuldu). Belki de bu sizin için daha hayırlıdır. Siz onu, dokuzuncu, yedinci ve beşinci günlerde arayın.) Yine bir başka rivayetlerde şu bilgiler yer alıyor. (Kadir gecesini Ramazanın son on gününde arayın.) [Müslim](Kadir gecesini, Ramazanın son on gününün 21, 23, 25, 27 ve 29 gibi tek gecelerinde veya Ramazanın son gecesinde arayın. Sevabını umarak Kadir gecesini ibadetle geçirenin günahları affolur.) [İ. Ahmed](Kadir gecesi Ramazanın 27. gecesidir.) [Ebu Davud]İmam-ı a’zam hazretleri, Kadir gecesinin, Ramazanın 27. gecesine çok isabet ettiğini bildirmiştir. (Kadir gecesine rastlamış olan bir geceyi ihya eden, Kadir gecesini ihya etmiş gibi sevap kazanır) hadis-i şerifini düşünerek, sık sık vaki olan 27. gece ihya edilirse, o gece Kadir gecesi olmasa bile, büyük sevaba kavuşulur.) Şimdi de tüm bilgiler ışığında bir değerlendirme yapalım. Allah Kur’anın indirilmeye başlandığı ayın Ramazan ayı olduğunu söylemiş, fakat asla Ramazanın hangi gecesi olduğu konusunda hiçbir ipucu vermediği gibi, tam tersine peygamberimizi sıkıştırmaya çalışıp, illa o gecenin hangi gece olduğunu öğrenmeye çalışanlara da bir ders verip, elçisine o gecenin hangi gece olduğunu Rabbim unutturmuştur. Peygamberimizin sözleri de aslında düşündürücüdür. (. Gecenin bilgisi benden alındı (unutturuldu). Belki de bu sizin için daha hayırlıdır.) Bizler peygamberimizin bu cümlesinden dahi ders almadığımız, hala kendimize bir gece edinmenin çabası içinde, çırpındığımız çok üzücüdür. Bu sözlerden sonra, peygamberimizin kadir gecesi için, belli günleri işaret edip etmediğini, kendi nefsimizde değerlendirelim. Din ve inancımızı rivayetlere göre değil, Allah ın bizleri sorumlu tuttuğu, Kur’an a göre yaşamalıyız. Rivayetlerin dine hüküm koyamayacağını, asla unutmayalım. İşte bizlerin ders alması gereken en önemli kısım burası. Allah hangi gece olduğunu özellikle belirtmemesinin nedenlerini hiç düşünmek, akıl etmek dahi istememişiz, çünkü o geceyi öğrenmek çok işimize, kolayımıza gelmiş. Allahın elçisinden öğrenememişiz ama biz yinede bir geceyi sanki o geceymiş gibi kutluyoruz. Şimdi gelin birlikte düşünelim, acaba Allah elçisine hangi gece Kur’anı indirmeye başladığını, unutturmasının asıl nedeni ne olabilir? İslam âlemi ay takvimini kullanır, çünkü Kur’an da bu takvimden bahseder. Ay takvimin özelliği, ayların sabit olmaması ve diğer güneş takvimine göre 10–11 gün erken gelmesidir. Böylece Ramazan tüm mevsimleri dolaşır. Allah hangi yıl ve hangi Ramazan ayında indirildiğini peygamberimize özellikle unutturup, haber vermemekle, bakın bizleri nasıl yaşamaya yönlendiriyor, özendiriyor. Lütfen bu konuda dikkatle düşünelim. Böylece Allah bizlerin, Ramazanın her gününü, gecesini KADİR gecesi gibi yaşamamızı istemiştir. Bu yetmiyor, çünkü içinde yaşadığımız Ramazan ayının, acaba gerçekten Allahın Kur’anı indirmeye başladığı aynı mevsimde, zamanda olup olmadığını da bilemediğimiz için, Allah bizleri 33 yılda aynı aya gelen tüm Ramazanlarda da aynı huşu ve güzellikte Ramazanı yaşamamızı arzu ediyor. Bu inanılmaz bir fırsattır, hatta belki de ömür boyu, en az iki kez yakalayabileceğimiz çok büyük bir fırsat. Adeta belki de kurtuluş reçetemiz. Rabbim bu gecenin, çok önemli özelliğinden bahsettiğine göre, demek ki bu geceyi yakalayabildiğimizde ve o geceyi gereği gibi yaşadığımızda, bizlerin dualarının da karşılık bulacağı açıktır. Elbette işin kolayına kaçmadan, hayatımızın her Ramazan gecesini, Kadir gecesi gibi yaşayarak, beklide yaptığımız günahları hafifletebiliriz. Ne yazık ki bizler, bu gerçeğin farkında değiliz. Çünkü kendi nefsimiz ağır basmış ve Allah katındaki övgüye mazhar olmuş O geceyi aramak ve O gece için her Ramazan gecesi çaba harcamak yerine, bir geceye indirerek, büyük kayıplar, ziyanlar içinde olmuşuz. Allah kullarına bu gecenin hangi gece olduğunu söylememekle, elçisine de unutturarak, aslında çok önemli bir mesaj veriyor bizlere. Ömrünüz yettiğince Ramazan ayını ve gecelerini en güzel şekilde geçirmeye özen gösterin. Belki de ömrünüzün bir Ramazan gecesinde, KADİR gecesine rastlarsınızda, o geceyi de gereği gibi geçirip, bağışlanmanız umulur. İşte cenneti müjdeleyen, bin aydan hayırlı gece. Düşünebiliyor musunuz 83 yıldan daha hayırlı çok özel bir gece. Elbette Rabbim bu gecenin hangi gece olduğunu söyleyecek değildir. Öyle kolaya kaçmak yok. Zor bir yarışın, çabanın, özverinin elbette ödülü de büyük olacaktır. Bu geceyi yıllarca arayıp, adeta ömrümüzün her Ramazan gecesini, Kadir gecesi gibi yaşamamız gerekmektedir. Allah ta bunun yapılmasını bizlerden istiyor. Ama farkında bile değiliz. Bizler ne yazık ki çok fazla sıkıya gelememişiz. Ramazan ayının her gününü aynı huşu içinde, ibadette, hayırda, barışta yarışarak geçirmek zor gelmiş bizlere. Allah ın rehberinden de uzak yaşadığımız için İslam ı, Rabbin bizlere sunduğu bu kurtuluş reçetesinden de, böylece istifade edememişiz, değerini anlayamamışız. Rabbim bizleri afetsin. Dilerim bizler bir gün, Allah ın ayetleriyle verdiği örneklerle, bizlere ne anlatmak istediğinin farkına varırız. Yoksa Kur’anı anlamadan okuyan, onun üzerinde düşünmeyen, ona anlamadan iman edenlerin, geçmiş toplumların düştüğü durumlarına düşerek, şeytanın kucağında buluruz kendimizi. Rabbim yardımcımız olsun. Yaşantımızda gelecek tüm Ramazan aylarının tüm gecelerini, KADİR gecesi olarak bilip, gereği gibi yaşayan Rabbin HALİS kullarından olmamız dileklerimle. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
MAİDE 13 VE 14. AYETLERİ GÖRMEZDEN GELENLERE.
Kur’an ı anlayarak birkaç kez okuyan bir Müslüman, onun aydınlık nuruyla aydınlanacak ve Kur’an ın gerçeklerini görecektir. Eğer anlamını bilmeden okuyor, üzerinde hiç düşünemiyorsak, işte o zaman Rabbin nurundan, güneşinden de, istifade edemiyoruz demektir. Çünkü Allah ayetlerin üzerinde, özellikle bizlerin düşünmesini ve aklımızı kullanmamızı emreder. Allah Kur’an ı sizlere rehber, yol gösterici olsun diye gönderdim diyor da, onu anlayarak okuyup, üzerinde düşünen kullarının, gönül gözlerini açacağı müjdesini veriyorsa, bizlere düşen Rabbin rehberini bilerek, anlayarak, düşünerek okumak olmalıdır. Allah Kur’an ın yarısından fazlasında verdiği, kıssadan hisseler ve örneklerle, bizlere nasıl yaşamamız gerektiğini, geçmiş toplumların yaptığı hataları örnekler göstererek anlatmıştır. Bunu yapmasının nedeni, aynı hataya bizlerinde düşmemesi içindir. Geçmiş kavimlerin yaptığı yanlışların sonunda, Allah ın bu toplumlara verdiği cezalardan da örnekler vererek, ibret almamızı sağlamıştır. Bizler Kur’an ın verdiği örnekleri, ne yazık ki hikâye dinler gibi dinleyip, o günkü yanlış olayların, bizlere hitap ettiğinin de, farkında değiliz. Daha açıkçası bizler günümüzde, Allah ın ayetlerinde verdiği örnekler, kıssalar sanki o devrin toplumuna has indirilmiş gibi, verilen örneklerden hiç üzerimize alınmıyoruz bile. Hatta bazen bizler, Allah ın o devrin toplumuna, atalarının sanı ve rivayetlere dayalı itikatlarından vazgeçmeyenlere, Araf suresi 185. Ankebut 51. ayetinde seslendiği aşağıdaki uyarıları, bugün görmezden gelenler, üzerine alınmayanlar, acaba Kur’an dan ne derece istifade ediyor olabilir? — Peki, bu Kuran'dan sonra hangi söze iman ediyorlar. — Karşılarında okunup duran bir kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Gerçektende bizler, Kur’an dan gereği gibi istifade edemiyoruz. Çünkü onu anlamak için çaba göstermiyoruz. Anlamını bilmeden okumanın yarışlarını yaptığımız gibi, anlamadan okuyanların kulaklarına ve nefislerine hoş gelmesi adına, onu makamla okuyoruz. Hâlbuki Allah bizlere, Kur’an ı nasıl okumamız gerektiği konusunda, birçok öğütler vermiştir. Kur’an dan istifade edebilmek için, önce anlayarak ve üzerinde düşünerek okumamız gerektiği anlatılır. Kur’an ne bir şiirdir nede masal kitabıdır. Kur’an bir öğüt, yol gösterici ve ilim rehberidir. Onu yavaş yavaş, düşünerek okumamız öğütlenir Kur’an da. Onun içinde bölüm bölüm, zamana yayılarak indirilmiştir. Sizlere bu yazımda, Allah ın bizlere ibret olsun diye örnekler vererek, Yahudi ve Hıristiyan toplumlarının yaptığı yanlışları anlatan, ayetleri hatırlatmak istiyorum. Geçmiş kavimler, Allah ın elçilerine ve gönderdiği kitaplarına, o devirde uyacaklarını, onun dışına sapmayacaklarını Allah a vaat etmiş, sözler vermişlerdi. Fakat daha sonra bu toplumlar sözlerinde durmayıp, Allah ın apaçık söylediklerinin tersine nasıl hareket ettiklerini, gönderdiği rehber kitaplardan nasıl saptığını, Kur’an da örnek vermesi ve bu yanlışları yapan toplumları nasıl cezalandırdığını, birlikte hatırlayalım. Hatırlayalım ki, aynı yanlışı bizlerde yapmayalım, eğer yapıyorsak da farkında olalım ve vazgeçelim. MAİDE 13-Sonra bu sözleşmelerini bozmaları yüzünden, Biz onları lanetledik ve kalplerini kaskatı ettik. Onlar, kelimeleri yerlerinden oynatarak değiştirirler, uyarıldıkları gerçeklerden paylarını almayı unuttular. İçlerinden pek azı dışında, onlardan sürekli bir hainlik görürsün, yine de sen, onları affet ve aldırma! Çünkü Allah, iyilik yapanları sever. 14-Ve: 'Biz Hıristiyanlarız' diyenlerden kesin söz (misak) almıştık. Sonunda onlar kendilerine hatırlatılan şeyden (yararlanıp) pay almayı unuttular. Böylece biz de, kıyamete kadar aralarında kin ve düşmanlık saldık. Allah, yapa geldikleri şeyi onlara haber verecektir. Allah o kadar güzel örnekler veriyor ki Kur’an da, anlayana anlamak isteyene elbette. Bu iki ayet bizlere, günümüzde yaptığımız yanlışları, yüzümüze bir tokat gibi vuruyor, ama anlayan nerede? Allah Yahudilerin, yaptığı çok büyük yanlışa dikkat çekerek, bizim gönderdiğimiz kitabı zamanla devre dışı bırakarak, büyük çoğunluğu gönderdiğimiz kitapta hüküm verdiklerimizin anlamlarını değiştirip, kendi hurafe inançlarının peşi sıra gittiklerini söylüyor. Maide 13. ayetinde elçisine seslenerek, bunları yapanları da sen yinede affet ve onlara aldırma tebliğine devam et diyor Yaradan. Maide 14. ayette de, Hıristiyanların yaptığı yanlışlara örnek vererek, onlardan da söz aldığımız halde, onlarda zamanla gönderdiğimiz rehberin dışına çıktılar ve kitabı unuttular diyor. Şimdi gelelim bu sözlerinde durmayıp, Allah ın rehberinin dışına çıkanlara, onu yeterli görmeyip atalarının rivayetlerinin ardı sıra gidenlere, Allah dışında Veliler edinenlere karşı, Allah ın verdiği cezalara bakalım. Çünkü burası çok önemli. Bakın Allah Rabbin rehberinin dışına çıkanlara, nasıl cezalar vermiş. — Biz onları lanetledik ve kalplerini kaskatı ettik. — Böylece biz de, kıyamete kadar aralarında kin ve düşmanlık saldık. Yüce Rabbim bizleri affet. Çünkü biz senin verdiğin bu ve buna benzer birçok örnekten hiç ders almadığımız gibi, aynı hataları bugünde bizlerin çoğunluğu ne yazık ki yapıyor. Hatırlarsanız yukarıda ki ayette, içlerinden pek azı dışında bu hatayı yaptıklarını Allah söylüyordu. Evet, bugün bizlerinde pek azımız dışında, aynı hatalar yapılmaktadır. Geçmiş toplumlarda, bu hataları yapanlara Rabbin verdiği cezalar, elbette bugünde aynı hataları bizler yaptığımız için, bizlerin üzerine de olması kaçınılmazdır. Yani Allah ın rehberinin dışına çıkıp, onu anlaşılması zor ilan edip, beşerin kitapları, rivayetleri peşi sıra gittiğimizde, Kur’an da hükmü olmadığı halde, bunlarda Allah katındandır diyenlere inandığımızda, Allah ın laneti elbette üzerimize olacaktır. Kalpler kaskatı, toplumlar birbirine düşman kesilmiş, kendi din kardeşini bile öldürmekten çekinmeyen, birbirine kin ve nefret duyan toplumlar olmamız kaçınılmazdır. İslam toplumlarının bugünkü halini düşündüğümüzde, Allah ın kitabına yaptığımız saygısızlığın, Kur’an ı devre dışı bırakmanın cezasını çektiğimizi, Allah ın bizleri nasıl cezalandırdığını görebilirsiniz. Çünkü bizler, tıpkı bizden önceki ehli kitap gibi, Allah ın rehberinden saptık. Sözlerini değiştirdik, anlamlarını kaydırdık. Onu sen alayamazsın diyerek, Kur’an ı anlayarak okumalarını, üzerinde düşünmelerini engelledik. Yani Allah ve Kur’an ın arasına, emin olamayacağımız kişileri soktuk. Kur’an ın önüne perde çektik. Böylece akıl ve Kur’an devre dışı kaldı, beşerin kitapları dinde yerini aldı, topluma hükmetti. Şimdide aşağıdaki ayeti anlamaya çalışalım. MAİDE 15-Ey kitap verilenler, şimdi size, kitabınızın gizlemekte olduğunuz birçok yerlerini sizlere açıklayan birçoğunu da geçiveren Peygamberimiz geldi. İşte size Allah'tan bir nur, bir parlak kitap geldi. Hâlbuki Allah, elçisi kanalıyla Yahudi ve Hıristiyanlara yaptıkları yanlışları hatırlatarak, sizlere daha önce gönderdiğim kitaplardan gizlediklerinizi, unuttuklarınızı, uygulamadıklarınızı hatırlatan, açıklayan hatta bazı hükümleri de sizler için kaldıran Allah ın ayetlerini tebliğ eden, peygamberimizin getirdiği KUR’AN IN geldiğini anlatıyor o günkü topluma. Ayetin son cümlesi üzerinde lütfen dikkatle düşünelim. İşte size Allah'tan bir nur, bir parlak kitap geldi. Yahudi ve Hıristiyanların yaptığı hatalar yüzünden, Allah ın onları nasıl cezalandırdığını, yukarıdaki ayetlerde apaçık gördük. Elbette bizler tüm bu ayetlerden hiç ders almadığımız içinde, aynı hataları daha da ileri götürerek yaptık ve yapıyoruz. Allah peygamberimiz yoluyla, o günkü tüm Ehlikitaba seslenerek, sizlere bir nur ve parlak bir kitap, rehber indirdim dediği halde, bizler bu nura karşı öyle saygısızlıklar yaptık ve yapıyoruz ki, Allah ın lanetinden bu gidişle kurtulmamız pek mümkün olmayacak görünüyor. Bizden önceki ehli kitabın yaptığı hataları, bizlerde yapıyoruz. Onların hatalarını düzeltmeleri için Kur’an ı gönderdiğini söyleyen Rabbin sözlerini hiç anlamadık, anlamakta istemediğimiz görülüyor. Elbette bunu yaptığımız için de aynı kaderi paylaşıyor ve Rabbin lanetini kazanıyoruz. Bizler Allah ın gönderdiği nuruna, aşağıdaki saygısızlığı yaptığımız sürece, İslam toplumu içinde bir birine karşı, kin ve düşmanlık asla bitmeyecektir. - Kur’an her konuda açıklama yapmaz, özet bilgiler verir. - Kur’an ı herkes anlayamaz, âlim ve veli insanlar anlar. - Kur’an her dile çevrilemez. - İslam ı doğru anlamak istiyorsanız, fıkıh kitaplarından öğrenebilirsiniz. - Velisi olmayan İslam ı doğru anlayamaz ve cennete gidemez. İşte bu düşünce ve fikre bizlerde inandığımızda, bizden önceki Ehlikitabın yanılgısına düşmüş oluruz. Onlarda Rabbin rehberine, nuruna aynı yakıştırmaları, saygısızlıkları yaptığı içindir ki, yoldan çıkarak Allah tarafından cezalandırıldılar. Elbette bizlerde Allah tarafından cezalandırılıyoruz, ama farkında bile değiliz. Bizden önceki Ehlikitabın yanlışlarını, bizlerde yaptığımızı kendimize ne yazık ki itiraf edemiyoruz. Allah geçmiş kavimlerin çoğunluğunun, Allah ın gösterdiği yoldan saptığını söylerken, içlerinden çok azının, doğru yolda çaba harcadıklarından bahsediyor. Hatta Enam suresi 116. ayetinde bizleri uyararak bakın ne söylüyor. (Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar.) Bizler sanıya, rivayetlere değil, Allah ın nuruna, güneşine, rehberine uymalıyız, sarılmalıyız ki, kurtuluşa erebilelim. Böylece Rabbin gerçekten iman eden, O azınlık olan Halis kullarından olabilelim. Azınlık olmak zordur. İtilirsin, kakılırsın, dışlanırsın belki bu âlemde. Ama sabredersen, Rabbin gerçeklerini anlamak adına çaba harcarsan, mutlaka ebedi mutluluğa kavuşursun. Dilerim Rabbin doğru yolundan giden mutlu, gelecekten umutlu azınlık kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
RAMAZAN AYININ BEREKETİ,NURU ÜZERİNİZE OLSUN.
Bereketli Ramazan ayına, şükürler olsun bu yılda kavuşmanın, heyecanı içindeyiz ülke olarak. Allah bizlere ve bizden önceki toplumlara, oruç tutmamızı özellikle önermiştir. Peki neden? İşte önce bu sorunun doğru cevabını mutlaka bulmalıyız ki, orucun faziletlerinden gereği faydalanabilelim. Allah Kur’an da indirdiği ayetlerin üzerinde, bizlerin özellikle düşünmemizi, aklımızı kullanmamızı ister. Eğer düşünmeden yerine getirirsek, nefsimizin etkisiyle verilen emirleri, tam anlamıyla yerine getirmekten nefis bizleri alıkoyabilir. Çünkü akıl devre dışı bırakıldığında, inancımızı da güçlü ve doğru yaşayamayız. Onun içindir ki Kur’an ın onlarca ayetinde, Allah bizleri düşünmeye davet eder. Allah bizlerin, sırf kendisi için aç kalmamızı istemeyeceğine göre, demek ki bu bedenin, ruhun ve nefsin oruca ihtiyacı var demektir. Oruç Allah ın bizlere emanet ettiği, bedenimizin dinlenmeye alındığı, ruhumuzun ve nefsimizin de terbiye edildiği aydır. On bir ay bizlere hizmet eden, bedenimiz ve onun çalışan organlarının oruç ayında, bakıma alındığı, tabiri caizse bedenin ve organlarının yavaşlatılmış bir çalışmaya girdiği aydır. Tıpkı fabrikaların bakıma alınması gibi. Elbette bu ayda, yalnız bedenimiz ve organlarımız değil, ruhumuzun ve nefsimizin de, çok önemli bir eğitimden geçtiği aydır. Bu ayın önemini idrak edip, nefsine akılla hükmederek, gereği gibi bu aydan faydalananlara ne mutlu. Ömrünün geri kalan zamanı içinde, daha sağlıklı ve mutlu yaşamak isteyen, Ramazan ayını iyi bir şekilde değerlendirir. Bakın Allah oruç ile ilgili bizlere ne söylüyor? Bakara 183: Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. Demek ki Allah orucu tüm kullarına, korunmaları adına emretmiş. Peki, oruca ne zaman başlamamızı ve ne zaman bitirmemizi emrediyor Allah, gelin ona bakalım. Bakara suresi 187. ayetinde bakın nasıl tarif ediyor, herkesin anlayacağı bir şekilde oruca başlanacak vakti. (Tan yerinin beyaz ipliği, siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar yiyin için; sonra da orucu gece oluncaya değin tamamlayın.) Yaradan o kadar basit ve açık bir şekilde izah ediyor ki oruca başlama anını, anlamadım demek hiç mümkün değil. Peki, bizler Allah ın emrettiği vakitte mi başlıyoruz orucumuza? Tabii ki Kur’an ile bağımızı koparıp, Allah ile aramıza girenler, bizleri bu konuda da yanıltmaktan çekinmemişler. Farklılığı dikkat ettiniz mi bilmiyorum, Ramazan ayına başlamadan bir gün öncesinde, sabah ezanı bizim bölgemizde 04;45 de okunuyordu. Sabah ezanı camilerde biraz erken okunur, çünkü ezan sesini duyana bir zaman verilir ki camiye gelebilsin. Yoksa ezan okunduğu zaman, sabah namazının tam vakti değildir. Onun içindir ki sabah namazının farzı hemen kılınmaz, önce sünneti kılınır, farzı için vaktinin girmesi beklenir. Bu arada Kur’an okunur. Peki, oruca başladığımız ilk günün sabahı, ezan saat kaçta okundu dikkat eden var mı? Bir gün öncesi ile aynımı okundu? Orucun ilk günü, yani ezan okunmasıyla oruca başlama vakti diye ilan ettikleri ilk gün, Sabah ezanı 04;00 de okundu. Yani tüm toplum, hem erken oruca başladı hem de çok daha erken, sabah namazının vakti daha girmeden, namazı kılmaları sağlandı. Ne oldu da birden bire değişti? Bunun farkında olmayanlar, ilk gün oruca başlamaya geç kaldığını zannederek, çok üzüldüler. Toplumu ezan okunmasıyla oruca başlatanlar ve bu vakitle de istediği gibi oynayanlar, Allah ın oruca başlama vaktini tarif ettiği zamandan, çok önce oruca başlatanlar, şunu sakın unutmasınlar, bunun büyük vebali vardır. Lütfen havanın durumunu kontrol ediniz. Yaradan ın oruca başlamak için tarif ettiği vakit, yavaş yavaş günün ağarmasına hazırlandığı bir andır. Tıpkı sabah namazını tarif ettiği, Fecr vaktinde olduğu gibi. Ya bizleri oruca başlattıkları bu vakit nasıl bir zaman? Elbette gecenin zifiri karanlığı. Ne sabah namazının kılınma vakti, nede Allah ın oruca başlayın dediği vakte asla uymuyor. Her ikisinin vaktine, daha en az bir saat var. Lütfen sizlerde kontrol ediniz. İşte bizler sorgulamadan, Allah ın rehberine danışmadan, yaşadığımız inancımıza düşündürücü bir örnek. Elbette bizleri Rabbin rehberinden uzak, kendi hurafe ve nefsi inançları doğrultusunda yönlendirmeye çalışanlar, milyonlarca Müslüman ın vebalini sırtlarında taşıdıklarını, asla unutmamalıdırlar. Bizler din ve iman adına her konuda yaptığımız gibi, bu konuda da birilerinin güdümünde düşünmeden yaşıyoruz. Şunu sakın unutmayalım. Din ve imanımızı yaşamak şakaya gelmez. Eğer bizler bu Dünyada imtihanımızı yaşıyorsak, bu imtihanımızı başkalarına havale edemeyeceğimizin de artık bilincinde olmalıyız. Dilerim bu Ramazan ayı, ülkemize ve tüm İslam âlemine sağlık, mutluluk ve huzur getirsin. Yine dilerim toplum olarak, Kur’an gerçekleri ile yüzleşen, onun nuruyla nurlanma çabasını gösteren, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
HÜKÜM YALNIZ ALLAH INDIR.
İslam ı yaşarken yaptığımız en büyük yanlış, Allah ın verdiği hükümlerine, edindiğimiz yanlış itikatların etkisiyle, elçisini de ortak etmeye çalışmamız olmuştur. Bu yanlışı yapmamızın en büyük nedeni de, bizlerin Kur’an ile arasına girenleri, sorgulamadan kabul etmemizdir. Allah açıkça hüküm verdiği ve HÜKÜM YALNIZ ALLAH INDIR dediği halde, Allah ın bu hükmünü görmezden gelmemiz, bizleri rivayetlerin ve sanının peşi sıra gitmemizi sağlamıştır. Bakın Yaradan, hükmünü nasıl bu konuda açıkça vermiş ve bizlere iletmiş. Enam 57: De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Demek ki Allah ın elçisi de, Allahın gönderdiği delillere dayandığını, onun dışına çıkmadığını, hükmü yalnız Allah ın verdiğini, doğru hüküm veren yalnız Allah olduğunu, çok açık bir şekilde anlatıyor. Maide suresi 44. ayette de Allah bizleri uyararak bakın ne söylüyor? (Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.) Buradan da anlaşılıyor ki, hem peygamberimiz, hem de ondan sonra devleti yönetenler, yalnız ve yalnız Allah ın Kur’an da hüküm verdiği ile topluma hükmetmesi gerektiği apaçık anlaşılıyor. Bu durumda peygamberimiz Kur’an ın hükmetmediği bir konuda sizce hüküm verebilir mi, bu kadar açık ayetler varken? Peygamberimiz de, Allah ın Kur’an da vermediği hükümleri verme yetkisi vardır diye iddia edenlere, aşağıda ki ayeti de hatırlattığımda, hala inat ediyorlarsa, onlara söyleyecek sözümüz yok demektir. Hakka 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45 Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Ayette Allah ın elçisini, apaçık nasıl dikkatini çektiğini anlamaya çalışmayanlara gözlerini, kulaklarını, gönüllerini kapatanlara ne yapılabilir ki? Allah sizlere inancınızı, imtihanınızı yaşamak adına gönderdiğim kitaba elçim, asla hiç bir şey ilave edemez, bunu sakın unutmayın diyor bizlere. Bunu anlamamakta ısrar edip, Kur’an dan hurafe inançlarına delil aramak adına, kelimelerin ardı sıra anlamlar çıkartıp, gönüllerini perdeleyenlere yapacak hiç bir şey yok demektir. Enam suresi 19. ayette Allah elçisine deki onlara diyerek, bakın bizlere ne söylemesini emrediyor. (Bu Kuran bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım.) Sizce her şey çok açık değil mi? Yine Araf suresi 3. ayetinde; Araf 3: (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Enam suresi 50. ayetinde; (Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!") Her şey o kadar açık ve net bizlere iletildiği halde bizler, bu gerçekleri perdeleyerek, ne yani peygamberimiz postacımıydı deme saygısızlığını gösterebiliyoruz. Bunu söyleyenlere şunu sormak gerekmez mi, ne yani peygamberimiz Yüce Rabbin hüküm ortağımıydı? Bunu üzülerek yazıyorum, ama ne yazık ki bunlar günümüzün acı gerçekleri. Bu konuda, yine Kur’an a bakmaya devam edelim. Allah bakın açıkça hükmün kendisinde olduğunu, nasıl bizleri uyararak söylüyor. Enam 62: Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki hüküm yalnız O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur. Maide 49: (Sana şu talimatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır. Bu iki ayetten de anlaşıldığı gibi, hüküm yalnız Allah ın dır, onu uygulamak ve topluma Allah ın hükümleri ile hükmetmek, peygamberimizin ve devleti yönetenlerin görevidir. Zaten Allah Kefh suresi 26. ayetinde bakın ne diyor bizlere. (Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.) Allah Kur’an da, biz her şeyden nice örnekler verdik diyorsa, elçisine verdiği görevin tanımını da yapmıştır. Gelin şimdide ona bakalım. Acaba Allah elçisine, nasıl bir görev vermiş? Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Enam 48: Biz peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Ankebut 18: "Eğer yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki ümmetler de yalanlamıştı. Resule de düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir. Ahzap 45-46: Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik. Ankebut 50: Dediler ki: “Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” Ne dersiniz, Allah ın elçisine verdiği görev ve sorumluluk, sizce çok açık anlatılmamış mı? Anlatılmış ise, bizlerin yaptığı bu yanlışı nasıl açıklayabiliriz? Bu hatanın sonucunu tahmin eden var mı? Hiç sanmıyorum, bunun farkında olabilseydik, her saniyemizi Rahman dan özür dilemekle geçirirdik. Allah bir ayetinde Kurtuluşa erenlerden bahseder ve bakın bu kurtuluşa erenlerin, kimler olduğunu söyler bizlere. Bakara 5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır. Bu ayet üzerinde lütfen dikkatle düşünelim. Eğer hidayete erenlerden olmak istiyorsak hurafenin, sanı bilgilerin ardından değil, Allah katından gelen, FURKAN ın, doğru ile eğriyi ayıran Kur’an ın peşi sıra gidenlerden olalım. Çünkü Allah emin olmadığımız bilgilerin ardı sıra gitmeyin diye, bizleri nasıl uyarıyordu hatırlayalım. İsra 36:Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. Allah o kadar güzel uyarıyor ki bizleri, aklını zerre kadar kullanan, her şeyi çok açık anlayacaktır. Kur’an ı kendi koruması altına aldığını söyleyen Yaradan, yalnız ve yalnız Kur’an ın peşi sıra gitmemizi apaçık anlatıyor. Daha da ileri giderek, Kur’an ile yetinmeyenlere, atalarının yanlış itikatlarına, hurafelerine iman etmeye devam edenleri de uyarıp, bakın ne söylüyor. Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Araf 185: Allah'ın göklerdeki ve yerdeki mülkiyet ve tasarrufuna, Allah'ın yaratmış olduğu herhangi bir şeye ve ecellerinin gerçekten yaklaşmış olması ihtimaline hiç bakmadılar mı? Artık bu Kur'ân'dan sonra başka hangi söze inanacaklar. Evet, Rabbim ne yazık ki, bugün biz Müslümanların büyük çoğunluğu, Kur’an ı yeterli görmüyor ve Kur’an da her şey yoktur, özet bilgiler vardır diyoruz. Ne olursun affet bizleri. Daha da ileri giderek, İslam ı daha iyi anlayabilmeleri ve yaşayabilmeleri için, beşeri kitaplara yönlendiriyorlar toplumu. Böylece Kur’a ile toplumun arasına girilmiş oluyor. Verecek o kadar çok örnekler var ki Kur’an dan. Bizlere düşen Allahtan başka VELİ edinmeden, Kur’an ile aramıza asla kimseyi sokmadan, ondan yararlanmak olmalıdır. Elbette her bilgiden ve âlim kişilerden faydalanmalıyız. Bunda hiç şüphe yok. Çünkü her insan aynı kapasitede değildir, araştırmalı ve daha iyi anlamak adına çaba göstermelidir. Ama önce Allah ın yemin ederek kolaylaştırdığı, Kur’an a bakmalı ve onu anlamaya bizzat çaba harcamalıdır. Allah Zühruf suresi 44. ayetinde bakın ne diyor. (Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.) Yaradan bizleri Kur’an dan sorumlu tutacağını söylüyorsa, sizce bizleri ilgilendiren, muhkem ayetleri anlaşılması zor olarak Kur’an da bizlere gönderip, daha sonrada sorumlu tutar mı? İnanın ne söylediğimizi bilmiyoruz. Daha da kötüsü, nasıl yanlış itikatların peşi sıra gittiğimizin ise, hiç farkında değiliz. Gelin Kur’an ı anlayarak, bilerek, üzerinde düşünerek her gün bolca okuyalım. Allah ayetleri okuyup, anlayanların gönül gözünü açarım diyorsa, bizlere düşen biraz çaba göstermek olmalıdır. Birilerinin söylemlerinin peşi sıra giderek, imtihan olunmaz. Eğer imtihan olduğumuzu biliyor ve inanıyorsanız, lütfen Allah ın rehberini bir öğrenci misali anlayarak ve düşünerek okuyalım dersimizi çalışalım. Bakın her şeyin o zaman, nasıl çok daha farklı olduğunu göreceksiniz. Dilerim cümlemizin gönül gözleri açık, gözleri ve kulakları perdelenmemiş, Rabbin halis kulları arasında oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
NİSA SURESİ 159. AYET BİZLERE NELER ANLATIYOR?
Kur’an bizler için bir rehber ve yine bizler için imtihanımızın asıl kaynağıdır. Madem sorumlu olduğumuz Kur’an, öyleyse ondan faydalanmasını da doğru öğrenmeliyiz ki, yanlışa düşmeyelim. Allah Kur’an ın özelliklerinden bahsederken, biz her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız der bizlere. Ayetler üzerinde düşünmemizi, aklımızı kullanmamızı ister. Kur’an ı kolaylaştırdığını ve her konuyu yine Kur’an içinde örneklerle açıkladığını, eksik bırakmadığını, kendi içinde her konuya açıklık getirdiğini anlatır bizlere. Buradan da anlaşılıyor ki, Kur’an ayetlerini anlamaya çalışırken, beşeri bilgilere, rivayetlere göre değil, yine Kur’an ın verdiği örneklerinden, bilgilerden yola çıkarak, ayetleri anlamamız gerektiğini öğütler. Nisa suresi 159. ayeti, gelin şimdi bu bilgiler ışığında anlamaya çalışalım. Yani Kur’an ın verdiği bilgilerden yola çıkalım. Önce ayeti yazalım. Nisa suresi 159; Ehlikitap'tan her biri, ölümünden önce ona mutlaka inanacaktır. Kıyamet günü de o, onlar aleyhine bir tanık olacaktır. Bu ayetin öncesinde yazılan ayetlere önce bakalım, Allah hangi konulardan ve kimlerden bahsediyor? (Nisa 155: Başlarına gelenler; ahitlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerini inkâr etmeleri, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ve "Kalplerimiz kılıflıdır" demeleri, daha doğrusu, küfürleri yüzünden Allah, kalpleri üzerine mühür basmıştır da pek azı müstesna, iman etmezler. 156: Küfürleri sebebiyle, Meryem aleyhinde büyük bir yalan söylemeleri yüzünden... 157: "Biz, Allah'ın resulü Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük" demeleri yüzünden. Oysaki onu öldürmediler, onu asmadılar da; sadece o onlara benzer gösterildi. Onun hakkında tartışmaya girenler, onunla ilgili olarak tam bir kuşku içindedirler. Onların, ona ilişkin bir bilgileri yoktur; sadece sanıya uymaktalar. Onu kesinlikle öldürmediler. 158: Tam aksine, Allah onu kendisine yükseltti. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.) İnsanların başlarına gelenlerin sözlerinde durmayıp, inkârcı olmalarından ve peygamberlere karşı takındıkları tavrın, onların cezalandırılmasına neden olduğunu söylüyor. İman etmemeleri, Meryem aleyhinde iftira atmaları, onların küfürlerini artırdığı örneğini de veriyor. Daha da ileri giderek, Allah ın resulü Hz. İsa yı öldürdüklerini iddia ediyorlar. Hâlbuki onu asamadıklarını, onlara benzeri gösterildiğini söylüyor. Hz. İsa hakkında bilinçsizce tartışmaya girenler, bilgileri olmadığı halde onu çarmıha gerdik diyenler, ancak sanıya inanmaktadırlar diyor Kur’an. Çünkü Hz. İsa yı öldüremediklerini Allah açıklıyor. Daha da net bir açıklamayla, Allah Hz. İsa yı kendisine yükselttiğini söylüyor. Bu ne demektir? Allah elçisinin, bu Dünya ile ilişkisini kesmiş, ama kimseye göstermemiştir. Dünyaya gelişi nasıl bir mucize ise, Rahmanın huzuruna gidişi de yine bir mucize ile olmuştur. Buradan da anlaşılıyor ki, ayette geçen ehli kitap Yahudi ve Hıristiyanlar. Şimdide gelelim Nisa 159. ayete. Allah bu ayetinde aşağıdaki sözleriyle neyi ve kimleri kast etmiş olabilir? (Ehlikitap'tan her biri ölümünden önce ona mutlaka inanacaktır. Kıyamet günü de o, onlar aleyhine bir tanık olacaktır. ) Önce ehlikitap toplumundan bahsederken, kimlerden bahsettiği ve hangi konuda bu toplumun inanacaklarını anlamaya çalışmalıyız. Bu ayetten önceki ayetleri düşündüğümüzde, Yahudiler Hz. İsa nın Allah ın elçisi olduğuna iman etmiyorlardı, ayrıca Hıristiyanlarda Hz. İsa nın çarmıha gerildiğine inanıyorlardı. Yahudilerde astıklarını zannediyorlardı Hz. İsa yı. Kur’an bütünlüğünde düşünürsek, Hıristiyanların Hz. İsa nın Allah ın oğlu olduğuna da iman ettiklerini ve Allah nın bu konudaki ikazlarını biliyoruz. Bu günde buna inanmıyorlar mı zaten? Bir örnek verelim Kur’an dan. Nisa 171: Ey Ehlikitap! Dininizde aşırılığa gidip doymazlık etmeyin! Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin! Meryem'in oğlu İsa Mesih, Allah'ın resulü ve kelimesidir. Onu, kendisinden bir ruhla beraber Meryem'e atmıştır. Artık Allah'a ve resullerine inanın. "Üçtür!" demeyin. Son verin, sizin için daha iyi olur. Allah Vâhid'dir, tek ve biricik ilahtır. Kendisi için bir çocuk olmasından arınmıştır O. Yalnız O'nundur göklerdekiler ve yerdekiler. Vekil olarak Allah yeter. Demek ki buradaki muhataplar, Yahudi ve Hıristiyan toplumu olduğu çok açık. Çünkü Hz. İsa bu topluma peygamber olarak gönderilmişti. Zaten biz Müslümanlar, tüm bu gerçekleri Kur’an dan öğreniyor, biliyor ve iman ediyoruz. Buradan da anlaşılıyor ki, tüm buna inanan ehli kitap ümmeti(Yahudi ve Hıristiyanlar) ölmeden önce Hz. İsa ile ilgili tüm gerçekleri anlayacaklar, ona inanıp gerçekleri göreceklerdir diyor. Tabi bu gerçekleri ölüm anında mı görecekler, onu bilemiyoruz. Çünkü detay verilmemiş. Ayetin devamında açıklanan da, bu düşünceyi destekliyor ve kıyamet günü peygamberlerin şahit olarak çağrıldığında, Hz. İsa nın tanıklık yapacağını söylüyor. Buradan da anlaşılıyor ki, Hz. İsa tanık olacaksa, kendi dönemine ve tebliğ ettiği kitabın tanıklığını yapacağına göre, buradan anlaşılması gereken, Yahudilere ve Hıristiyanlara tebliğ ettiği konularda tanıklık yapacağı açıktır. Çünkü biz Müslümanların tanığı, mahşer günü Hz. Muhammet (s.a) olduğuna göre, Hz. İsa nın bizlerin tanığı olması mümkün değildir. Zaten bizler Hz. İsa ile ilgili gerçekleri Kur'an dan biliyoruz ve iman ediyoruz. Bugün Müslüman olmayan ehli kitap, ne yazık ki bu gerçeği göremiyor ve kabul etmiyor. İşte bu gerçekleri doğru göremeyen bu ehli kitap ümmeti, ölmeden önce ya da ölürken, bu gerçekleri anlayacağını söylüyor ayet. Detayını Allah bilir. Yaradan bilmemiz gerektiği kadarını açıklamıştır. Açıklanmayan, detay verilmeyen konularda fikir yürütmeyi ve konuşmayı bizlere Allah HARAM kıldığını söylüyorsa, bizlere düşen açıklanan konular hakkında konuşmak, düşünmek olmalıdır. Hz. İsa nın tanık olacağı dönem, kendi ümmetiyle ya da dönemiyle ilgili olacağına göre, bu ayetten bunları anlamamız gerektiğini düşünüyorum. Yoksa Hz. İsa bugünkü peygamberimizin ümmetine neden şahitlik yapsın. Bizlerin şahidi en son peygamberimiz. Hz. Muhammet olduğu, ayetlerle çok açık anlatılmıştır Kur'an da. Bu ayet örnek verilerek, ne yazık ki Allah ın hiç bahsetmediği, tek kelime dahi söz etmediği, bugün Hıristiyanların inandığı ve biz Müslümanlarında bir kısmının inandırıldığı bir inanca delil gösterilerek, bakın Hz. İsa kıyametin kopmasından önce dünyaya gelecek ve tüm ehli kitap ona iman edecektir deniyor ve kıyamet alametleri olarak kabul ediliyor. Nisa 159. ayette dikkat ederseniz Yahudi ve Hıristiyanlardan, bahsedilerek, onlardan her biri ölmeden bu gerçeği görecekler, anlayacaklardır diyorsa, Hz. İsa nın kıyamet kopmadan gelecektir, fikirden yola çıkarak düşündüğümüzde, geçmişte ölen diğer ehli kitabın,(Yahudi ve Hıristiyanların) bu durumda kıyametten önce Hz. İsa yı görmeden ölmüş olacağına ve bu gerçeği göremeyeceğine göre, bu düşünce ve inanç, bahsettiğimiz Kur’an ayetine ters düşmektedir. Böylece bu inancın tamamen yanlış olduğu ortaya çıkmaktadır. Halbuki bu konu ile ilgili Kur’an da hiçbir açıklama, izahat, detay olmadığı gibi, bu ayetin konuyla da bağlantısı yoktur. Ayette de geçen ehlikitaptan her biri, ölümünden önce dediğine göre, kıyametin kopması değil, ölümlerinden önce bu gerçekleri anlayacağından bahsediliyor. Ayetin sonunda belirtilen, kıyamet günü tanık olacağının açıklanması da, Hz. İsa nın hesap günü kendi ümmetine, ya da kendi dönemine ait ehli kitaba iman edenlere ya da etmeyenlere tanıklık yapacağı açıktır. Tanıklık ettiği, Rabbin gerçeklerinin ortaya çıkması adınadır elbette. Bu konuda Kur’an da birçok örnekler vardır. Kur’an mahşer günü Hz. Muhammed in (s.a) bizler adına, diğer peygamberlerde kendi ümmetine şahit olarak çağrılacağını, çok açık bir şekilde bizlere bildirmiştir. Kur’an ayetlerini, yine Kur’an ışığında anlamaya çalışırsak, en doğru yolu izlemiş oluruz. Allah biz her konuyu detaylı açıkladık ve örnekler verdik diyorsa, kıyametin kopmasından önce Hz. İsa nın geleceğini söylemek ve savunmak, kelimelere kendi nefsimizce anlamlar vermek, bizleri Kur’an ın yolundan ayıracak, şeytana yaklaştıracaktır. Ayetleri Kur’an ışığında değil, rivayet ve sanılar ışığında anlamaya çalışırsak, Rabbin doğruları ile asla buluşamayız. Dilerim Rabbimden Kur’an ayetlerini, yine Kur’an ışığında anlamaya çalışan, aklını Kur’an ile buluşturan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK