halukgta tarafından postalanan herşey
-
Hz. Mehdi (as)'ın Çıkacağı Ortamın Özellikleri
Lütfen konu ile ilgili aşağıda linkini verdiğim yazımı okuyunuz http://www.turkish-media.com/forum/topic/282199-mehdi-yi-bekleyenlere/
-
KUR'AN IN NAMAZ KONUSUNDA VERDİĞİ DETAYLAR
Namaz konusunu Kur’an dan araştırmaya devam edelim. Kısaltılmış namazın bizim anlayışımızla, bir rekât olduğunu Kur’an örneğinde de görüyoruz. Normal durumlarda kılacağımız rekât sayısı neden zikredilmemiş, bunu hiç düşündük mü? Yüce Rabbimiz yemin ederek, sizler için bu kitabı kolaylaştırdım hükmünün, bir tezahürünü görüyoruz. Çünkü namazımızı kaç rekât ya da uzunlukta kılacağımızı, Allah bizlere bırakmıştır ve bizleri bağlayıcı bir hüküm bu konuda asla vermemiştir. Sizce açıkça vermediği bir hükümden, Allah bizleri sorumlu tutar mı? Hatırlatırım, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, demiyor muydu? Kısaltılmış namazın örneğini veren Rabbimiz, eğer normalde kılacağımız namaz konusunda bizleri bağlayıcı bir hüküm vermiş olsaydı, onun da örneğini elbette Kur’an da verirdi. Biz her şeyden nice örnekleri anlayasınız, yoldan sapmayasınız diye verdik, Kur’an da hiçbir eksik bırakmadık diyorsa, bunun tersini düşünmek ve Kur’an namaz konusunda detay vermemiş demek, Yaradan a saygısızlıktır, bunu da unutmayalım. Bakın ne diyor Rabbimiz, Sükûnet bulduğunuzda, namazı tam bir biçimde yerine getirin. Eğer bu sözlerden, yani tam bir biçimde yerine getirin sözünden, belirli bir kalıp ve şekil ya da belli bir rekât anlaşılsaydı, Rabbimiz her şeyden nice örnekleri verdim diyorsa, onu da açıkça bizlere söylerdi. Demek ki kılacağımız namazlarda, rekât sayısını da Allah bizlere bırakmıştır. Tam bir biçimde yerine getirmek, huşuyla Rabbin huzuruna durup, onu tespih etmek ve ondan yardım istemektir. Namazın rekât sayısını, uzunluğunu onun huzurunda huşuyla durup, ondan yardım dilemenin ölçüsünü bizlere bırakmış ve namazla bizlerin şeytandan uzak kalacağımızı ve Allah a yaklaşacağımızı açıklamıştır. Bakın namazı Rabbimiz ne için bizlere emretmiş? Ankebut 45: (Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor. Ta-ha 14: Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl. Bizlere namazın, ne maksatla emredildiğini, bakın ne kadar güzel açıklıyor ayetler. Namaz bizleri hayâsızlıktan ve kötülüklerden alıkoyacağını belirtiyor. Demek ki ne kadar çok namaz kılarsak, o kadar Allah a yakın olur, kötülükten uzak kalırız. Hatırlayınız peygamberimizin, bazen saatlerce namaz kıldığını, secdede dahi uzun kaldığı anlatılır. Ankebut 45. ayetinde Allah elçisine, kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da dosdoğru kıl diyor. Demek ki peygamberimiz namazın nasıl kılınacağını, Kur’an dan öğrenmiş. Diğer ayette ise Allah, bana kulluk görevini yerine getirmek için ibadet et, beni hatırla ve beni an diyor namazla. Ne kadar çok hatırlar ve anarsan Allah ı, o kadar şeytanın tuzaklarından uzak kalır ve dualarımız karşılık bulur. Daha önce söylediğim gibi, mezheplerde namaz, hepsinde farklılıklar arz eder. Fakat hiç birisinde Allah ın emrettiği kıyam, rükû ve secdenin olmadığı bir namaza rastlamazsınız. Kimisi başlangıcında ilave yapmıştır, kimisi kıyam duruşu, yani saygıyla Allah huzurunda duruş sözünden elleri yana salmıştır, diğeri ise elleri bağlamıştır. Ellerin bağlanış şekli bile mezheplerde değişiktir. Namaz esnasında bazı hareketleri ilave etmişlerdir kendi düşünceleri ve itikatları, gelenekleri doğrultusunda. Kadınlarda, erkeklerde bile farklı uygulamalar olmuştur. Namazda okudukları dualarda, mezheplerde hepsinde aynı değildir. Mezheplerde rekât sayıları bile farklıdır. Kur’an ışığında baktığımızda hiç kimsenin kıldığı namaza, bu namaz yanlıştır diyemeyiz. Çünkü her mezhebin kıldığı namaz da Allahın emrettiği kıyam, rükû ve secde yapılmaktadır. Yani farzlar yerine getirilmektedir. Belki okunacak dua konularında söylenecek söz olabilir, oda benim huzuruma durduğunuzda, benden başka kimseyi muhatap almayın ve aracı koymayın sözleri unutulmamalıdır diyebiliriz. Tüm bunları düşündüğümüzde, eğer peygamberimiz nasıl kıldıysa öyle kılmalıyız, çünkü namazın kılınış şekli ve okunacak dualar, hatta rekât sayıları peygamberimizin koyduğu kurallardır dersek, günümüzde kılınan namaz şeklinin hangisinin peygamberimizin kıldığı namaz, ya da hangilerinin peygamberimizin gösterdikleri olduğu konusun da, sanırım mezheplerin anlaşması çok zor olacaktır. Her mezhep benim yaptığım en doğru diyerek, işin içinden sıyrılıyor. Eğer peygamberimiz, namaz yada başka konularda, dine ilaveler yapma yetkisi olsaydı ve bizlerde bunlardan sorumlu olsaydık, sizce Yarardan sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, Kur’an dan hesaba çekeceğim, Kur’an ın ipine sarılın diye, hükümler verir miydi? Allah ben hükmüme kimseyi ortak etmem diyorsa, sizce Kur’an da Rabbin verdiği hükümlere, elçisini de dinin ortağı yapar mı? Tüm bu ayetlerin tersini düşünür ve iman edersek, dinde çelişki yaratmış oluruz, lütfen bunu unutmayalım. Buradan yola çıkarak düşündüğümüzde, namazın olmazsa olmaz şeklini ve namazlarımızda neler okunabileceği konusunda, bizlerin sorumlu olduğu konularda, Kur’an gerektiği kadar detaylı açıklama yapmıştır. Namazlara yapılan tüm ilaveler de bir sakınca olmadığı gibi, bir zenginliktir diyebiliriz, yeter ki bunlar Allah emridir denmemesi kaydıyla. Bize öğretilenleri Kur’an da bulamadığımızda, demek ki her şey Kur’an da yokmuş dersek, büyük hata yapmış olacağımız gibi, Kur’an a da saygısızlık yapmış oluruz. Buradan da şunu çıkarabiliriz. Allah Kur’an da namazın nasıl kılınması gerektiğini, İbrahim peygamberden bu yana anlatmış, izah etmiş ve aynısı devam ettirilmektedir. Namazlarımızda nasıl dualar okunacağı da açıklanmıştır. Rekât sayıları ise kısaltılmış rekâtın bir rekât olduğu, normal zamanda huşu içinde kılınacak namazın rekât sayısı, uzunluğu, kısalığı ise bizlere bırakıldığı anlaşılmaktadır. Cami kültürü zamanla yaygınlaştıkça, rekât sayılarının toplumlarca belirlenmesi, camilerde bir kargaşayı önlemiş olabilir, elbette hiçbir sakıncası yoktur, ama Kur’an gerçeklerini anlamak ve bilmek şartıyla. Allah Kur’an da toplu kılınan namaz olarak yalnız CUMA namazından bahseder. Normal vakit namazlarımızda, çağrılmaktan bahsetmez, özel durumlar hariç, toplu kılınma örneklerini vermez, nerede olursak olalım, vakti girdiğinde namazınızı kılın der. Kur’an ı daha iyi anlamamızda peygamberimizin yaşamındaki örnekleri bilmemiz, ayetleri çok daha iyi anlamamıza neden olabilir, ama hangi sözlerinin onun sözleri olduğunu Kur’an ile karşılaştırmak şartıyla. Her insan kendi hesabını bizzat kendisi verecektir, onun için sanırım çok dikkatli olmanın vaktidir, bizlere düşen yalnız bir hatırlatmadır. Sizlere son olarak bir ayeti örnek vermek istiyorum, özellikle Allah Kur’an da her şeyi yazmamıştır, bir kısmını da hüküm vermek için peygamberimize bırakmıştır diyenlere, özellikle hatırlatmak istiyorum. Bakın peygamberimizden bazı konularda hüküm isteyenlere, bizzat kendisi nasıl cevap vermesini istiyor ALLAH? Enam 57: De ki: "Ben Rabbimden gelen bir beyyine üzerindeyim. Ama siz onu yalanladınız. Acele istediğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm yalnız ve yalnız Allah'ındır. Hakkı o anlatır. Ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı O'dur. Değerli dostlar, bakın Allah peygamberimize, deki onlara diyerek bizlere ne söylemesini istiyor, hala aklımızı çalıştırmayacak mıyız? Peygamberimiz sizin istediğiniz hüküm benim yanımda değil, yani ben hüküm veremem diyor. Ben Rabbimden gelen bilgileri, hükmü sizlere aktarırım. HÜKÜM YALNIZ VE YALNIZ ALLAH INDIR diyor, hakkı o anlatır ve ayırt edip çözüm getiren yalnız Allah tır diye apaçık belirtiyor. Sanırım peygamberimiz için, ne yani peygamberimiz postacımıydı diyerek, belki de bilmeden, Allah ın elçisine saygısızlık edenler, dilerim birazcık bu ayetten yanlış yaptıklarını anlayabilirler. Çünkü Allah ayetinde, ben hükmüme kimseyi ortak etmem diyorsa, lütfen bu uyarıları dikkate alalım. Lütfen şu konuyu hepimiz, dikkatle düşünelim. Diyelim ki namaz konusunda gereken bilgiler Kur’an da yok, peki niçin peygamberimiz sağlığında, bizlere gereken bu bilgileri yazdırmamıştır? Hadislere dikkat ediniz, hepsi bir rivayete göre diye başlar ve bir kişinin duyduğunu, bir başka kişiye ya da kişilere nakledilmesi şeklindedir. Daha da ilginci aynı konuda çok farklı kişiler, peygamberimizin bahsedilen konuda çok farklı namaz kıldığını rivayet etmişlerdir. Acaba hangisi doğru, bilen var mı? Peygamberimiz namaz kılarken, Kur’an ın bahsetmediği ve bizlerin sorumlu olduğu bir konu olsaydı, sizce tüm bu bilgileri yazılı olarak, sağlığında bizlere iletmez miydi? Elbette iletirdi. Hadis yazımı peygamberimizin sağlığında önce serbest bırakılmış olup, daha sonra yanlış sözlerle iletildiğini gördüğünden peygamberimiz yasaklamıştır. Daha sonra serbest bırakmıştır diyenlere, dört halife devrinin tamamında, hadis yazımı ile ilgili yasağın nasıl devam ettirildiğini araştırmalarını rica ederim. Birkaç örnek vermek istiyorum. Hz. Ebu Bekir, peygamberin vefatından sonra Müslümanları toplayarak şöyle demişti: “Sizler, Peygamberden hadis rivayet ediyorsunuz ve bu hadislerde ihtilafa düşüyorsunuz. Sizden sonrakiler ise daha fazla ihtilaf edecektir. Peygamberden hiçbir şey tahdis etmeyin. Size bir soru soran olursa, “Bilgimizle sizin aranızda Allah’ın kitabı var” deyin ve onun helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kılın” [Zehebi, “Teskiretu’l Huffaz, I, 2-3] Hadisler Ömer döneminde çoğalmıştı. Ömer halktan beraberlerinde bulunan hadis sayfalarını getirmelerini istedi. Sonra bunların yakılmasını emrederek şunu söyledi: Kitap Ehli’nin Mişna’sı gibi Müslümanların Mişnası’dır bunlar. [İbn Sad/Tabakat 5/140] Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden ötürü Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle, Kab’ı Kırede dağlarına göndermekle tehdit etmiştir. [Tahzırul Havas 10b. ] Hz. Ali’den rivayet edildiğine göre o yanında yazılı sahifeler bulunan kimseleri, bunlara müracaat etmekten sakındırmış ve “Sizden önceki insanlar, Rabb’lerinin Kitabını terk ederek âlimlerinin sözlerine uydukları için helak olmuşlardır” demiştir. [İbn Abdilberr, 108] Ne dersiniz peygamberimiz sağlığında hadisler yazdırılmadıysa, dört halife devrinde de bu yazım yasağı devam ettiyse, sizce bu konuda çok dikkatli davranmamız gerekmez mi? Peki, hadisler ne zaman yazılmaya başlandı. Dört halife devrinin sona ermesi ve toplumların siyasi çekişmeleri ile dini mezheplere bölmeleri sonucu, her mezhep kendince hadis toplamaya başladı. İşin ilginci o dönemde toplanan hadis sayısı 500 civarında olduğu söylenir. Ya bugün günümüzde hadis sayısının nerelere geldiğini biliyor musunuz? Doğrusu sayısını tam bilen yok ama milyonları geçtiğini söyleyebilirim. Sizce bu yolla mı imanımızı yaşamalıyız ve ibadetlerimizi yapmalıyız yoksa…..? Yoksa nın cevabını, herkes kendisi vermelidir. Ben sizlere Kur’an dan, Rabbin sözlerinden açıkça anladıklarımı aktardım, sizleri düşünmeye davet ettim. Sizlere düşen benim söylediklerimi Kur’an süzgecinden geçirmeden, yani Kur’an ile karşılaştırmadan kabul etmek olmamalıdır. Bizzat Kur’an ı anlayarak defalarca okuyup, Rahmanın ne söylediğini doğru anlamaya çalışmak olmalıdır. İmtihanında gereği, bu değil midir zaten. Kur’an ı rivayetler den istifade ederek anlamak ve yaşamak yerine, yine Kur’an ın diğer ayetlerinden faydalanarak, anlama yolunu seçmeliyiz. Çünkü bu yanlışı çok yapıyoruz. Bende bir beşerim elbette hata yapabilirim, ama ben Allah ın sözlerini anlamaya ve onun söylediği gibi ayetleri düşünmeye, aklım ile iman etmeye çalışıyorum, bu yolu öneren Yüce Rabbimiz dir. Ya Allahın ayetlerini biz anlayamayız diyerek, beşerin sözlerine hiç düşünmeden inansaydım, imanımı başkalarına havale etseydim, benim hata yapma riskim ve doğruya ulaşma şansım sizce ne olurdu? Bizlerin hesaba çekileceği, Allah ın yemin ederek kolaylaştırdım dediği kitabı, anlamaya çalışmak mı daha akılcı ve mantıklı, yoksa beşerin ciltlerce dolusu rivayet kitaplarını anlamaya çalışmak mı daha mantıklı? Yorum sizlerin. Eğer gerçekten Rabbimiz yemin billâh ederek, Kur’an ın birçok yerinde sizler için bu kitabı kolaylaştırdım diyor da, birileri hayırrrr kolay değil, Kur’an ı herkes anlayamaz, veli insanlar anlar diyenlere inanıyorsak, bu işin sonunu tahmin etmek zor olmasa gerek, ne dersiniz? Allah yardımcımız olsun, gerçekten gözlerimizi kapatmış yürüyoruz bir meçhule. Allah ın verdiği aklı ve beyni ise hiç kullanmıyoruz. Çünkü içi o kadar yanlış ve boş bilgilerle doldurulmuş ki, doğru bilgiyi içine koyacak yer kalmamış. Zorla sokulan doğru bilgi ise, daha önce metabolizmanın alışık olduğu yanlış bilgilere göre yapılandırıldığından, doğru bilgiler kabul edilmeyip, ne yazık ki dışarıya atılmaktadır. Daha açıkçası günümüzde doğrular yanlış, yanlışlar doğru görünür olmuş topluma. Doğruları anlatmak, Kur’an dan örnekler vermek bile artık yeterli gelmiyor. Çünkü Rehber Kur’an yüksek bir yere asılmış, beşerin rivayet kitapları rehber olmuş. Elbette Kur’an konusunda yazılmış, birçok âlimin kitaplarını okumalıyız, araştırmalıyız. Hepimiz Kur’an ı aynı kapasitede anlayamayız. Ama bizlerin dikkat etmesi gereken, önce bizzat Kur’an ı anlayarak okumak onun özüne inmek ve üzerinde düşünmek olmalıdır. Çünkü Allah ayetlerinin, bizlerin gönül gözlerini açacağını söylüyor. Peygamberimizin mahşer günü söyleyeceği o acı gerçek, sanırım günümüzde gerçek olmuş. Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Ne yazık ki genel çoğunluk Kur’an ı anlaşılması zor ilan ettiği için, ciltlerce dolusu beşerin kitapları rehber edinildi. Allah ın, çoğunluğa uyarsan seni dinden saptırırlar, ikazını dikkate alan bile yok. Toplumu Kur’an ile uyarmaya kalkanlar, peygamber düşmanı ilan edildi günümüzde. Sen peygamberimizi devre dışımı bırakıyorsun sözleri ile rivayetler koruma altına alındı adeta. Peygamberimizin yalnız Kur’an ı tebliğ ettiği ve yalnız Kur’an ile hükmetme görevini aldığı ayetlerin üstü örtüldü, sırf atalarının itikatlarını yaşatmak adına. Allah cümlemizin yardımcısı olsun. Çünkü çok ama çok zorlu bir dönemden geçiyoruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'AN IN NAMAZ KONUSUNDA VERDİĞİ DETAYLAR
Bugün sizlerle Kur’an dan araştırmaya çalışacağımız konu, acaba Rabbimiz Kur’an da en çok bahsettiği, namaz kılın emrini verip, nasıl namaz kılacağımızdan ve ne dualar okuyacağımızdan bazılarının söylediği gibi, Kur’an da yeteri kadar bahsetmemiş olabilir mi, onu birlikte araştırmaya çalışalım. Ama önce aşağıdaki ayeti dikkatle okuyalım ki, bahsettiğimiz konuda yanılma ihtimalimizi, en aza indirmiş olalım. Hud 1: Elif, lâm, râ. Bu, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri önce sağlam kılınmış, sonra da detaylandırılıp açıklanmış bir kitaptır. Hatırlatmak isterim, Allah namaz kılmasını, oruç tutmasını, zekât vermesini, Hacca gitmesini, İbrahim peygamberden bu yana, tüm dinlere emrettiğini bizlere açıklıyor. Hatta Kabenin kurulmasını İbrahim peygambere emrettiğini ve tüm inananların ziyaret edip, çevresinde hep birlikte namaz kılmalarını emrediyor. Hud suresi 1. ayette de Allah Kur’an için, açık bir hüküm veriyor ve ayetler önce sağlamlaştırıldı, daha sonrada detaylandırılıp açıklandı diyor. Bu durumda acaba, Allah namaz kılın diye emir verdiyse, nasıl kılınacağını açıklamamış olduğunu söylememiz, doğru olur mu? İsterseniz şimdide aşağıdaki ayete bakalım. Bakara 239: Eğer korkarsanız, yaya veya binekte iken (namazı) kılın. Güvenliğe girdiğinizde ise, yine Allah'ı, bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi zikredin. Bakın Allah ne söylüyor namaz konusunu anlatırken. (bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi zikredin.) Buradan da çok açık anlıyoruz ki, Allah Kur’an da namaz konusunu ya da emrettiği herhangi bir farz hükmü, gerektiği kadarını açıklamış ve bizlere öğretmiştir Kur’an da. Allah Bakara suresi 128. ayetinde, İbrahim peygamberimizin Kâbe de, Allah a yaptığı dua üzerinde düşünelim şimdide. Bakara 128: “Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.” İbrahim peygamberimiz Yaradan a yakarıyor ve bizlere ibadet yerlerini ve buralarda yapmamız gereken ilkelerin kurallarını göster, anlat diye dua ediyor. Örneğin Allah namaz kılın diye emir verdiyse, İbrahim peygamberimizde nasıl kılacağı konusunda ilkelerini açıklamasını istiyor Rabbinden. Demek ki şöyle demiyor, ey resulüm ben detayları sana bırakıyorum, ana hükmü ben veriyorum demiyor. Kur’an Hac konusunu da, bizlerin uyması gereken konuları da, en ince detayına kadar anlatıyor bizlere. Oruç da aynı şekilde, bizden öncekilere de farz olduğunu söyledikten sonra, onun da tüm açıklamalarını Kur’an da buluyoruz. Ne zaman başlayacağından tutun, ne zaman sona ereceğine, tutulmayan orucun ne olacağı, oruç gecelerinde cinsel ilişkinin serbest olmasına kadar açıklamalar yapılmıştır. Namaz kılmak bizden öncekilere de farz olduğu halde, bazılarının söylediği gibi, kılınışı ve nasıl dualar okuyacağımız ve rekât sayıları konusunda, Kur’an ın hiçbir şey bahsetmediğini söyleyip, bu konudaki detayları Allah ın peygamberimize bıraktığına inanmamız, Kur’an a göre normal midir? Hacca gitme ve oruç konusunda en ince detaya giren Kur’an, neden namaz konusunda bizlere, gereken detayları vermesin? Bu konuyu Kur’anı bir bütün olarak düşünüp, öğrendiğimiz rivayetlerin etkisinde kalmadan, daha sonrada bu konuya Kur’an dan cevap arayalım, Allahın izniyle. Namaz konusunda Kur’an da detay yoktur diyenler, acaba peygamberimizin dine ilaveler yaptığını mı düşünüyorlar dersiniz? Hani Rabbimiz ne diyordu bazı ayetlerinde? Bizim indirdiklerimize, tek kelime kendi sözünü bizim sözümüzdür diye ekleseydi, onun şah damarını keserdik demiyor muydu? Hani Rabbimiz Kur’an ın ipine sarılın diyordu? Hani sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim diyordu? Hani her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diyordu. Sakın emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, sorumlu olursunuz diye ikaz etmiyor muydu bizleri, ne oldu bu ayetlerin hükümleri? Dikkatli olalım, farkında olmadan inkârcı konumuna düşeriz Allah korusun. Bizlere Kur’an dışından gelen ve bir rivayete göre diye başlayan bilgilerin tümünü, hiçbir kontrolden geçirmeden kabul etmemiz, doğrumudur? Kur’anı Rabbimiz ben koruyorum diyor, sormak isterim hiç sorgu sual etmeden, bizlere gelen bilgileri, rivayetleri kimler koruyor olabilir? Bizlere Kur’an benzeri, Rahmanın garantisini veren var mı? Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum dedikten sonra, Kur’an da olmayan, Kur’an dışından hükümlerin, detayların ve sorumlulukların olacağına nasıl inanabiliriz? Allah Kur’an ın ipine sarılın derken, neden yalnız Kur’an ipi demişte, başka kaynaktan söz etmemiş, bunu da sanırım çok iyi düşünmeliyiz. Tüm bu ayetleri indiren Rabbimiz, daha sonraki ayetlerinde bir kelimeden yola çıkarak, daha önce indirdiği ayetlerin tam tersi, başka kitapların bilgilerin de gerekli olduğunu söyler mi, bunu da çok iyi düşünmeliyiz. Buna inanmakla Kur’an da çelişki yaratmış oluruz. Bizlerin yaptığı en büyük yanlış, mezheplerin ve zamanla geleneklerin, namazın şekline yaptığı ilaveleri, Allah emri sanmamız ve onları da Kur’an da aramamızdan kaynaklanmaktadır. Kur’an da bulamadığımızda ise, bakın demek ki her şey Kur’an da yokmuş, yazmıyormuş deme gafletine düşmemiz, bizleri yanıltmaktadır. Allah bizlere, her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyorsa, namaz konusunda bizlerden istediklerini de sade, kolay bir şekilde mutlaka Kur’an da anlatmıştır, önce bunu bilmeliyiz. Çünkü bu kitabı yemin olsun ki, sizler için kolaylaştırdım demiyor mu birçok kez? Gelin Kur’an a birlikte bakalım, acaba bizden öncekilere de farz olan, namaz kılın sözcüğüyle Allah bizlerden ne istiyor. Daha önce Rabbimiz bizleri nereye yönlendiriyordu, Kur’an dan başka dine hüküm koyan kaynaklar var mı, onları Kur’an dan anlamaya çalışalım. Enam 104: Gerçek şu ki, size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim. Nisa 136: Ey iman edenler! Allah'a, onun resulüne, resulüne indirmiş olduğu Kitap'a, daha önce indirmiş olduğu Kitap'a inanın……. Yasin11: Sen ancak o Kuran'a uyan ve görmediği halde Rahman'dan korkan kimseyi uyarırsın. Böylesini, bir bağışlanma ve seçkin bir ödülle müjdele. Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Nisa Suresi 105. Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Sakın hainlere yardakçı olma. Maide suresi 49 Sen de aralarında, Allah'ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. Maide Suresi 67: Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Enam 50: ….. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!"….. Zühruf Suresi 43 Sen, sana vah yedilene sımsıkı sarıl! Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Yukarıdaki ayetleri elbette çoğaltabiliriz. Dikkat ediniz, Allah tamamında bizleri Kur’ana sarılmamızı emrediyor. Kur’an için bizlere gelen, gönül gözü olduğunu söylüyor. Allah a ve Resulüne inanın, çünkü elçim o Allah ın kitabını sizlere tebliğ edecek, onun ardından gidin diyor. Sen ancak Kur’an a inanan insanları uyarabilirsin, Rabbinizden size indirilen Kur’an a uyun, onun berisinden başka velilerin ardına düşmeyin, sana Kur’an ı insanlara onun la hükmedesin diye indirdik, sende insanlara onunla hükmet, sana indirilen Kur’anı tebliğ et diyor ve daha sonraki ayette de peygamberimiz bakın ne diyor? Yalnız bana vah yedilene uyarım ben. Zühruf 43. ayetinde ise SEN SANA VAHYEDİLENE SIMSIKI SARIL. Şimdi birlikte düşünelim, namaz gibi Kur’anın çok önemsediği ve çok bahsettiği konularda Kur’an açıklama yapmayıp, detay vermemiş olabilir mi? Sımsıkı sarılmamızı istediği bir rehberde namaz, gerektiği kadar detaylı açıklanmamış olabilir mi? Yoksa bize Kur’an dışından öğretilenleri, Kur’an da bulamadığımız damı bizler bu yanlışı yapıyoruz? Yukarıdaki ayetlerden anlaşılıyor ki, bizlerin Kur’an a sarılmamızı istiyor Rabbimiz. Tüm bu ayetleri gördükten sonra, Allah bir ayetinde Peygamberiniz size neyi verdiyse onu alın ayetinden, nasıl olurda Kur’an da hiç bahsedilmeyenleri peygamberiniz verdiğinde alın anlamı çıkartırız, bunu hiç düşündük mü? Bu ayete baktığımızda savaşlarda ele geçirilen, ganimetlerin bölüşülmesinden bahseder, bu konuya açıklık getirir. Şimdi Kur’an dan namaz konusunu araştırmaya devam edelim. Önce yazımızın başında, İbrahim peygambere hac yerini, Kabeyi ne maksatla yaptırdığını ve çevresinde bakın nasıl namaz kılmamızı istediğini bizlere anlatıyor, onu anlamaya çalışalım. Hac 26: Bir zamanlar İbrahim için, o evin yerini, şöyle diyerek hazırlamıştık: Bana hiçbir şeyi ortak koşma, evimi; tavaf edenler, kıyamda duranlar, rükû-secde edenler için temizle. Bakara 125: Hatırla o zamanı ki, biz Beytullah'ı insanlar için sevap kazanmaya yönelik bir toplantı yeri ve güvenli bir sığınak yaptık. Siz de İbrahim'in makamından bir dua yeri edinin. İbrahim ve İsmail'e şu sözü ulaştırmıştık: "Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rüku-secde edenler için evimi temizleyin. Ayeti okuduğunuzda Allah İbrahim peygambere şu anda kıldığımız namazın, olmazsa olmazını ne kadar güzel anlatıyor. O evi benim için kıyamda duranlar, rükû-secde edenler için temizle. Demek ki Allah huzurunda saygıyla durulmasını, onun önünde saygıyla eğilmesini ve yine ona saygıyla secde edilmesini istiyor. İşte namazın nasıl kılınacağının şekli izahı, o günde aynı, günümüzde de aynı, peygamberler arasında namazın farklı kılındığını düşünmek, büyük yanlış olur. Devam edelim Kur’an a namaz konusunda bakmaya. Aliimran 43: Ey Meryem, Rabbine divan dur, secdeye kapan ve rükû edenlerle birlikte rükû et. Bu ayette de Meryem anamıza sesleniyor ve bakın yine günümüzde Allah ın huzuruna namaz kılarken durduğumuz ve saygıyla el bağladığımız (divan durduğumuz), rükû ve secde ettiğimiz namazın kılınmasını anlatıyor bizlere, dikkat edin bu emir peygamberimizden çok önceki bir zamana, daha Hz. İsa bile doğmamış döneme ait. İbrahim peygamberimiz zamanında dahi, namaz konusunda yapılması gerekenler aynı, kıyamda dur, rükû et, secde et, Allaha dua et. Devam edelim Kur’an a bakmaya. Hac77: Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin; Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin ki kurtulabilesiniz. Furkan 64: Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyama durarak gecelerler. Fetih 29: Muhammed, Allah'ın resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkârcılara karşı çok çetin, kendi aralarında çok merhametlidirler. Sen onları rükû eder, secdeye kapanır halde görürsün. Allah'tan bir lütuf ve hoşnutluk ister dururlar………. Şuara 218–219: O ki görüyor seni kıyam ettiğin zaman, Secde edenler arasında dönüp dolaşmanı da. Tevbe 112: O tövbe edenler, o ibadet edenler, o ham dedenler, o oruç tutanlar, o rükûa varanlar, o secdeye kapananlar, o iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah'ın koyduğu sınırı koruyanlar... Müjdele o müminleri. Yukarıdaki ayetleri okuduğunuzda, sanırım sizde namazın olmazsa olmazı olan ve Allah ın tarif ettiği namazın, KIYAM ETMEK yani onun huzurunda saygıyla durmak, RUKÜ ETMEK yani onun önünde saygıyla eğilmek, SECDE ETMEK yani onun yüceliği önünde secdeyle yerlere kapanmak, ona teslim olmak namazın şekli boyutuymuş, çok açıkça anlatıyor Kur’an. Bu namaz şekli, İbrahim peygamberden bu yana aynı hiç değişmemiş. Elbette daha sonra, beşeri ilaveleri saymazsak. Demek ki namazı Allah, Kur’an da anlatmıyor demek, çok büyük bir yanlış olduğu anlaşılıyor. Şimdide namazlarımızda ne okuyacağımız da Kur’an da yazmaz, hadisler olmasa namazımızı kılamazdık, sözlerine bakalım. Gerçekten Kur’an namazlarımızda neler söyleyeceğimizi ne okuyacağımızı, nasıl Rahmanla iletişim kuracağımızdan, bahsetmiyor olabilir mi? Yoksa günümüzde bu duaları okumadığımızda namaz kabul olmaz diyenlerin, büyük bir yanılgı içinde olduğunu mu söylüyor Kur’an. Müzzemil 20:…… O halde Kur’an'dan, kolay geleni okuyun. Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın lütfundan bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O halde Kur’an'dan, kolay geleni okuyun! Namazı kılın!...... Bakara 45: Sabra ve namaza sarılarak yardım dileyin. Hiç kuşkusuz bu, kalbi ürperti duyanlardan başkasına çok ağır gelir. Bakara 153: Ey iman sahipleri! Sabra ve namaza sarılarak yardım dileyin. Hiç kuşkunuz olmasın ki, Allah sabredenlerle beraberdir. Aliimran 113: Ama hepsi bir değildir. Ehlikitap içinden Allah için baş kaldıran/Allah huzurunda el bağlayan/hak ve adaleti ayakta tutan/kalkınıp yükselen bir zümre de vardır; gece saatlerinde secdelere kapanmış olarak Allah’ın ayetlerini okurlar. Yukarıdaki ayetler, namazlarımızda neler okumamız gerektiği konusunda bizlere çok net ve geniş bilgiler veriyor ve diyor ki; Kur’an dan kolayınıza geleni okuyun ve benden namaza sarılarak, namazlarınızda yardım dileyin, yani benden istekte bulunup dua edin diyor. Ayrıca Kur’an da nasıl yardım dileyeceğimiz konusunda da birçok ayet örnekleri veriyor. Hani namazlarımızda ne okuyacağımız yazmıyordu Kur’anda? Demek ki Kur’anı anlayarak okumadığımızda, ya da taraflı ve yanlı okuduğumuzda, bizleri Allah ın doğru yolundan ayırmaları, çok daha kolay olacağı anlaşılıyor. Namaz konusunda, Allah ın farz hükümleri dışında, bugün bazı ilaveler vardır, bunlar her mezhepte farklıdır. Bunların olmasının bir zararı da yoktur. Yanlış olan bunlar olmasaydı, bizler namazımızı kılamazdık demektir. Lütfen bunu unutmayalım. Sanırım şimdide bu satırları okuyan bazı kardeşlerim, eeeee bak kaç rekât kılacağımızda yazmıyor, bu durumda ne yapacağız dediklerini duyar gibiyim. Bu konuya açıklık getirmeden önce, Kur’an da kısaltılmış namazın bizzat peygamberimiz tarafından kıldırıldığı örneğine bakalım. Savaş halinde ya da çok zor durumlarımızda, Allah namazlarımızı kısalta bileceğimiz kolaylığını da getiriyor ve bizzat örneğini Kur’an da veriyor. Bakın kısaltılmış namaz, bizim anladığımız şekliyle kaç rekâtmış. Nisa 102: Sen içlerinde olup da onlara NAMAZ kıldırdığın vakit, içlerinden bir grup seninle NAMAZA dursun; silahlarını da alsınlar. Bunlar secdeye varınca, diğerleri arkalarında beklesinler. Sonra NAMAZ kılmamış olan diğer grup gelip seninle birlikte kılsınlar. ……… Nisa 101: Yeryüzünde dolaştığınız zaman, küfre sapanların size tedirginlik vermesinden korkarsanız, namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şu bir gerçek ki, küfre batanlar sizin için açık bir düşmandır. Nisa 103: Korku halindeki namazı tamamlayınca, artık Allah'ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda, namazı tam bir biçimde yerine getirin. Namaz, müminler üzerine vakti belirlenmiş bir farz olmuştur. Yukarıdaki ayet örneği, bizzat peygamberimizin imamlığında yapılıyor ve dikkat ediniz, zor bir anımızda kılınan namazın ilk secde de bittiğini görüyoruz. Buda demektir ki bizim anlayacağımız şekliyle, kısaltılmış namaz bir rekâttır. Allah hiçbir detay vermeden, istenileni anlatıyor. Yalnız savaş değil, herhangi bir zor anımızda, tedirgin durumumuzda namazı kısaltabileceğimiz kolaylığını, çok şükür Rabbimiz bizlere veriyor. Bakın namazın bitişinde, günümüzde verdiğimiz selamdan bahsedilmiyor, çünkü onlar farz olanlar değil, daha sonra geleneklerin ve mezheplerin ilaveleridir. Zaten sorduğunuzda bunların sünnet olduğu, farz olmadığı söylenir. Bunları yapmanın hiçbir sakıncası da elbette yoktur. Fakat bunlar olmazsa namaz olmaz demeden yapmalıyız ve bu bilinçte olmalıyız. Namazın bitimindeki selam konusunu, mezheplerde ve rivayet hadislerde araştırdığımızda, çok farklı bilgilere ulaşırız. Bir kısım hadislerde peygamberimizin her iki tarafa selam verdiğinden bahsedilir. Bir kısmında yalnız sağ tarafa verdiğini söyledikleri gibi, yalnız öne selam vererek, namazını bitirdiği de rivayet edilir. Hepside bugün elimizde olan, Kütüb-i sitede geçer. Acaba hangisi peygamberimizin uygulamasıdır diye kendimize sorduğumuzda, sanırım tedirgin oluruz. Uydudan diğer Müslüman ülkelerin, namaz kılışlarındaki farklılıkları izlerseniz ne anlatmak istediğimi anlayacaksınız. Çok ilginçtir, bir kısım Müslümanların, namaz kılarken, kıyam halinde eller açılıp, namazda dua eder şeklinde, kıyam da durduklarını da görebilirsiniz. Hatta kıyamdayken elde Kur’an okuduklarına da şahit olursunuz. Gördüğünüz gibi mezheplerde namaz kılma, şekil bakımından hepsinde farklılıklar arz eder, ama farzlarda hiçbir değişiklik, farklılık yoktur. Sorduğunuzda peygamberimiz böyle kılarmış derler. İşte rivayetleri Farzlaştırmanın tehlikesi, burada daha iyi anlaşılıyor. Kendilerine sorduğumuzda hepsi peygamberimiz böyle kılarmış, diye kendilerini savunurlar. Rivayet hadisleri örnek gösterirler. Acaba kimin söylediği doğrudur? Allah bizlere namazın detaylarını Kur’an da bildirmeyip, rivayetler yoluyla bilgilendirmiş olabilir mi? Hatırlayınız lütfen, Allah emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, sizleri sorumlu tutarım demiyor muydu? Bu durumda emin olan, en garanti verilen yol hangisidir, nereden öğrenmeliyiz diye kendimize sormalıyız. Bu sorunun doğru cevabını, Kur’an dışından arayanların yanılgıda olacağını, Yaradan birçok kez, ayetlerinde bizlere anlatıyor. Tam bu esnada sizlere bir örnek vermek istiyorum. Bu konu ile ilgili bir yazıma, bakın bir kardeşim bana nasıl bir cevap vermişti. (Benim elimde 6 ciltlik, bilmem kaç bin sayfa siyer kitabı var.. Orada Cebrail aleyhisselamın peygamberimize namaz kılmayı gösterdiği yazıyor.. Cebrail bir melek ve peygamberimiz (sav) ile Allah'ımız arasında elçi…) Bu kardeşimiz namazın kılınışını, Cebrail in peygamberimize öğrettiğini, dini bugün bizlere anlatan, ciltlerce dolusu kitapta yazdığını söylüyor. Bunu söylemesine söylüyoruz ama neden şu soruyu kendimize sormuyoruz. Allah namazın kılınışının detaylarını, neden Kur’an da açıklamayıp, özellikle peygamberimizin bizzat kendisinin öğrenmesini, Cebrail aracılığıyla sağlamıştır? Düşünebiliyor musunuz buna inanmakla, yüzlerce ayeti görmezden gelmiş, üstünü örtmüş oluyoruz. Allah Cebrail yoluyla elçisine ilettiği her konunun, Kur’an a geçirilmesini ve tebliğ edilmesini bizzat kontrol ettiğini belirtmiştir Kur’an da. Allah yemin ederek bu kitabı kolaylaştırdığını söylediği halde, bizler Kur’an dışından ciltlerce dolusu din ve iman konularında kitaplardan bahseder ve onlar olmasaydı imanımız eksik kalırdı demekte, bir sakınca görmeyiz. YAZI DEVAM EDİYOR, LÜTFEN DEVAMINI OKUYUNUZ
-
Maide Suresi 116, 117. Ayetlerden Alacağımız Dersler
Kur’an öyle eşsiz bir nurdur ki, ondan aydınlanmak isteyen, ancak ona müracaat ederse nurundan nasiplenir. Allah bizlere anlatmak istediği çok önemli konuları, kıssadan hisse almamız için, bazı olayları bizlerin ders alabilmemiz adına Kur’an da anlatır, örnekler verir. Kur’an ın yarısından fazlası, geçmişte yaşanan olaylardan örnekler ve ibretler, ya da daha yaşanmamış, ama yaptığımız yanlışlara dikkat çeken, uyarılarla doludur. Bu şekilde dersler almamızı, yanlışları görmemizi ister Rabbimiz. Bizler bu kıssadan hisselerden, gereken dersleri alır mıyız? Hiç sanmıyorum, çünkü birileri bizlerin Kur’an ile bağlarını kesmiş, adeta Kur’an ı kendi tekellerine almışlardır. Sen anlayamazsın, Kur’an ı herkes anlayamaz diyerek, ne yazık ki Allah ın nurundan uzaklaştırılmışız. İslam dininde ruhban sınıfı yoktur diyenler, öyle bir ruhban sınıfı yaratmışlardır ki, bugün Hıristiyan ve Yahudilerin bile önüne geçmişlerdir. Sizlere çok dikkat çekici ama üstünde hiç durmadığımız örnek bir ayetten bahsetmek ve sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istiyorum. Allah Maide suresi 116 ve 117. ayetlerde, daha yaşanmamış ama hesabın görüleceği o çetin günde, peygamberlerin şahit olarak çağrıldığı gün, Hz. İsa ile Allah ın karşılıklı bir konuşmasını, bizlerin dersler alması için, bugünden bakın nasıl anlatıyor Kur’an da? Tabi bunu niçin anlatıyor ve şimdiden neden Kur’an da bizlere bildiriyor, lütfen bunu dikkatle düşünelim. Maide 116: İşte o zaman Allah; “Ey Meryem oğlu İsa! Beni ve anamı, Allah'tan başka iki ilah edinin dedin mi?” diye sorduğu zaman İsa şöyle cevap verecek: “Hâşâ! Seni tenzih ederim, hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Bunu söylemiş olsaydım sen muhakkak bilirdin! Sen benim içimdeki her şeyi bilirsin, hâlbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin!” Dikkat ettiyseniz, konuşma mahşer günü olacak. Hz. İsa nın, kendi ümmetine şahit olarak çağrıldığı zaman. Peki ne diyor Rabbimiz Hz. İsa ya? Bugün Hıristiyanların yaptığı en büyük yanlışa dikkat çekiyor ve sen mi söyledin annenin ve kendinin Allah ın yanında Tanrı/İlah olduğunu? Bugün Hz. İsa nın Allah ın oğlu olduğu söylenerek, böylece Hz. İsa nın da Tanrı vasıflarında olduğuna inanılmaktadır. Lütfen dikkatle düşünelim, bu konuşma mahşer günü, Hz. İsa nın kendi ümmetinin huzurunda geçecek. Allah ın bu sorusu karşısında Hz. İsa nın vereceği cevap üzerinde düşünelim. Bakın ne diyordu. (Hâşâ! Seni tenzih ederim, hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Bunu söylemiş olsaydım sen muhakkak bilirdin! ) Mahşer günü bu cevabı verecek olan, Hz. İsa nın ümmetinin durumunu düşünelim şimdide. Acaba bu cevabı duyan Hıristiyanların hali ne olur? Bunu hayal bile edemiyorum doğrusu. Şöyle düşünebilirsiniz, Allah Hz. İsa nın vereceği cevabı bildiği halde, neden bu soruyu soruyor ve bugün Kur’an da yer alıp bizlere anlatılıyor? Tabi bu soruya verilecek birçok cevap vardır. Hıristiyanların, Yahudilerin bu yanlış inançlarını kendilerine hatırlatmak için diyebiliriz. Çünkü Yahudilerde, aynı hatayı yapıyorlardı. Peki, biz Müslümanların bu ayetten, çıkartacağımız ders yok mu? İşimize gelmediğinde nefis ne yazık ki yüzlerce ayetin üstünü örtüveriyor. Gelin bu ayetin devamındaki ayete birlikte bakalım. Acaba bu iki ayetten, kıssadan hisse kendimize neler çıkartabiliriz. Maide 117: “Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim. ‘Benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz' dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerinde kontrolcü idim. Beni vefat ettirince, artık onlar üzerinde gözetleyici yalnız sen oldun. Sen her şeyi hakkı ile görensin.” Bakın Hz. İsa mahşer günü, daha neler söylüyor Rabbimize. (Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim. ‘Benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz' dedim.) Bu sözleri duyduğunuzda, sizlere Kur’an ın başka ayetlerinden hatırlatma yaptı mı? Ne diyordu Allah peygamberimize, SANA İNDİRDİĞİMLE ONLARA HÜKMET. Demek ki bütün peygamberlere, aynı görevi vermiş Allah. Hz. İsa da ben onlara, ancak bana emrettiğini, yani bana indirdiğini söyledim diyor. Sanırım bu sözleri okuduktan sonra da, aklınıza bizlere öğretilen bazı bilgiler geldi. Ne öğretmişiler di bazı rivayetler yoluyla? Allah elçisine Kur’an ayetlerinden başka dine ilave yapma, hüküm koyma, helal-haram yapma yetkisi de vermiştir. Çünkü Kur’an da her şey yazmaz demediler mi? Hz. İsa ile Allah ın konuşmasından yola çıkarak, bizlerde şöyle düşünelim. Bugün Kur’an ın hükmü olmadığı halde, bunlarda peygamberimizin dine ilaveleridir, hükümleridir diye önümüze sürdükleri, ciltlerce dolusu bilgilere, dine yapılan ilaveleri, Kur’an süzgecinden geçirmeden inanırsak, Acaba mahşer günü peygamberimizin şahitliğinde, Rabbimiz elçisine buna benzer bir soru sorsa ve şöyle derse, acaba halimiz ne olur? Ey Resulüm, ben sana kullarıma yalnız Kur’an ile hükmet, onları yalnız Kur’an ile uyar, ben hükmüme hiç kimseyi ortak etmem, kullarımı Kur’an dan sorumlu tutuyorum dediğim halde, sen mi söyledin bunlarda Allah katındandır, bunlardan da sorumlusunuz diye derse, acaba peygamberimizin Rabbimizin bu sorusuna cevabı ne olabilir sizce? Lütfen bu konuyu çok dikkatli bir şekilde düşünelim. Düşünmeden iman edersek, inanın çok üzülürüz. Aynı ayette Hz. İsa bir başka şeyi de özellikle emrettiğini söylüyor ümmetine. Lütfen bu konu üzerinde de dikkatle düşünelim. (Benim de rabbim, sizin de rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz' dedim.) Sanırım bu sözleri de duyduğunuzda, yine bugün bizlerin yaptığı yanlışlar geldi aklınıza eminim. Yaşadığımız İslam ın içinde, din ve iman adına güvenilecek ardı sıra gidilecek, edindiğimiz velilere/dostlara öyle kul oluyoruz ki, Allah ın ikazlarını duyan işiten yok. Eğer Allah ın yanında veliler/dostlar edinirde, Allah tan başka iman adına velilerin/dostların ardı sıra giderseniz, Allah ın yanında da edindiğiniz velilere, önderlere kulluk yapmış olursunuz. Bakın Rahman bu konuda bizleri nasıl uyarıyor. Secde 4: Allah'tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O'nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız? Araf 3: “Rabbinizin katından size indirilene uyun; O'ndan başka önderlerin/velilerin ardından gitmeyin. Ne kadar az tutuyorsunuz aklınızda, bu (öğüdü). Bakara 107: Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır. Kehf 102: Küfre sapanlar, beni bırakıp da kullarımı veliler/dostlar edineceklerini mi sandılar. Biz cehennemi bir konuk evi olarak inkârcılar için hazırladık. Hz. İsa ile Allah ın, mahşer günü karşılıklı konuşacak olmasından, alacağımız çok büyük dersler vardır. Yahudi ve Hıristiyanlar ister ders alır, ister almaz. Ama bizlerin ders alacağı çok şeyler anlatıyor, bu kısadan hissede. Bizler Kur’an dan habersiz, Allah ın berisinden edindiğimiz veliler, şeyhler, kendimizce belirlediğimiz Allah ın hiçbir kanıt indirmediği Allah dostları adını verdiklerimize de Kulluk etmeye kalkarsak, mahşer günü hesabın görüleceği o günün sonunda, gireceğimiz yerin neresi olduğunu Allah çok güzel anlatıyor. Din ve iman adına Allah dan başka güveneceğimiz kimsenin olmadığını, secde 4. ayet çok güzel izah ediyor. Allah ın indirdiği bilgilere uyun, onun dışında dostlar edinerek, onlara inanmayın diye sıkı sıkı tembih eden Rabbimizin sözlerini duyalım. Duymayan sonucuna katlanacaktır, bunu da hatırlatırım. Allah ın bunca ayetlerini duymazlıktan gelerek, velisi- şeyhi olmayan cennete gidemez, İslam ı doğru yaşayamaz diyenler, Allah ın tabiriyle inkârcılar topluluğuna katılmış olacağını unutmamalıdırlar. Kur’an ın dinin anası olan, muhkem ayetlerini, herkes çaba gösterdiği ölçüde, kapasitesi nispetinde anlar. Önce bu gerçeğin altını çizelim. Daha sonrada bizlere düşen, Kur’an ı daha iyi anlayabilmek için her kitaptan, ilim adamlarından araştırmalı ve imtihanımızda en iyi safta yerimizi almaya, çaba göstermeliyiz. Bizlerin bizzat ilk müracaatı Kur’an olduğu için, aldatılma riskimizi çok aza indirmiş olacağız. Değerli din kardeşlerim. Amacım sizleri Kur’an a davet etmek ve ayetler üzerinde düşünmenize vesile olmaktır. Buna Rabbimiz şahittir. Lütfen hurafeden ve sanıdan uzak, Allah ın kitabını anlayarak, bilerek ve düşünerek okuyalım. Üzerinde bir öğrenci misali dersimize çalışalım, araştıralım. Çünkü Rabbimiz bizleri Kur’an dan imtihan edeceğini apaçık bildirmiştir. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye hüküm verdiyse, O kitap ta bizlerin sorumlu olduğu kısımlar, anlaşılması zor asla olmaz. Allah adaletlidir, bağışlayıcıdır, affedicidir. Kur’an sizler için rehberdir diyor da, Kur’an ın ipine sarılın diyorsa, lütfen emin olmadığımız bilgilere değil, Kur’an ın ipine sarılalım. Şunu asla unutmayalım. Din ve iman adına güveneceğimiz dayanacağımız, Allah ın dışındakilerden bize, ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Bu uyarıyı Secde suresi 4. ayette yapan Rahmanı, lütfen dikkate alalım. Yoksa çok ama çok üzülürüz. İslam ı anlamak ve yaşamak adına, bu güne kadar Allah ın kitabının önüne, KUL kitaplarını alarak anlamaya çalıştık. Ama sonuç ortada, dinde bölünmüş ve bir birine düşman olan bir İslam toplumu. Gelin şimdi de, Allah ın kitabını ön plana alarak, ondan yararlanmanın yollarını arayalım. Bakın o zaman her şeyin, nasıl çok daha farklı olduğunu göreceksiniz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Nüzul Sebebini Biliyor Musun Yanılgısı
Kur'an, her yönüyle bir harita. Kendimizi o haritanın bir yerinde bulamazsak, hakikatin parçası da olamayız...
-
Nüzul Sebebini Biliyor Musun Yanılgısı
Allah bizlere gönderdiği, rehber Kur’an dan bahsederken, eşi benzeri olmayan eksiksiz, eğriyi doğrudan ayıran bir nur olduğunu söyler. Onun ipine sarıldığımızda, bizleri en doğruya ulaştıracağı bilgisini de verir. Peki ayetleri nasıl anlamamız gerektiği konusunda, Allah ın önerisi nedir diye bir soru sorsak, nasıl bir cevap alırız Kur’an dan? Yaradan her konudan nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız dediğine göre, Kur’an ayetlerini de, bizzat verdiği örneklerle açıklıyor demektir. Bir başka deyişle Kur’an ı, bizzat kendisinden dinlemeliyiz, öğrenmeliyiz. Sizce bir kitabı kendi yazarından daha iyi kim anlatır? Allah çok açık ve net bir hüküm veriyor ve bakın ne diyor. Araf 174: Belki inkârdan dönerler diye, AYETLERİ BÖYLE AYRINTILI BİR ŞEKİLDE AÇIKLIYORUZ. Buradan da anlıyoruz ki, Kur’an bizzat kendisini anlatan, açıklayan eşi benzeri olmayan bir rehberdir. Günümüzde ayetleri anlama konusunda, yaptığımız çabalara karşı, farklı düşüncede ki din kardeşlerimiz, Kur’an ın ayetlerini sizler okuyarak anlayamazsınız, doğru anlamak istiyorsanız, fıkıh kitaplarına bakmalısınız, yardım almalısınız mantığını savunurlar. Çünkü anlamaya çalıştığınız ayetin, NÜZUL SEBEBİNİ bilmek çok önemlidir, Kur’an da nüzul sebebi yazmaz derler. Gerçektende bu düşünce, doğru olabilir mi? Yani bir ayeti doğru anlayabilmek, ondan faydalanabilmek için, o ayetin ne maksatla indirildiğini eğer bilmiyorsak, bahse konu olay hakkında detaylı bilgi verilmemişse Kur’an, ayeti doğru anlamamız mümkün olmaz mı? Kur’an a baktığımızda, genel itibariyle Yaradan, indirdiği ayetlerin birçoğunun nüzul sebebinden bahsetmez. Bir kısım ayetler vardır ki bu konuda bilgi verir. Örneğin Zıhar konusunda, peygamberimize hitaben, bu konuda sana sorununu ileten kadınla, konuştuğunuzu duydum der ve Zıhar konusunda ayetini indirir. Buna benzer bazı ayetleri Allah, sebebini söyler hükmünü de verir. Bu durumda detay vermediği, hükmün hangi nedenden dolayı indirdiğini, özellikle açıklamadığı konularda ne yapmalıyız? Bunu öğrenmek için rivayetlerden yardım mı almalıyız, yoksa Allah ın, sakın emin olmadığın bilginin ardına düşmeyin, ikazını hatırlayarak, yalnız Kur’an ın açıklandığı şekliyle mi anlamaya çalışmalıyız? Allah eğer ayetin nüzul nedeninden, özellikle Kur’an da bahsetmediyse, bunun çok önemli bir nedeni vardır, önce bunu unutmayalım. Yaradan bizleri asla emin olmadığımız kaynaklara, muhtaç etmeyeceğine göre, bizlere düşen Allah ın açıkladıkları üzerinden ayetleri anlamaya çalışmak olmalıdır. Sizlere bir örnek vermek istiyorum ki, anlatmak istediğim konu daha iyi anlaşılabilsin. Tahrim 1: Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Yukarıdaki ayet çok açık ve net bizlere bir şeyler anlatıyor. Dikkat ederseniz konu hakkında, detay bilgi vermiyor. Bizi de ilgilendiren, konunun detayı değil, ayetten çıkarmamız gereken, kıssadan hisse değil midir? Peki ne anladınız siz bu ayetten? Nasıl bir ders çıkardınız? Ben anladığımı söylemek isterim. Allah elçisine, sanırım eşleri ile ilgili bir konu hakkında, Allah ın helal olarak hükmettiği, haramlar arasında saymadığı bir konuda, kendi aile içinde, eşlerinin belki de geçici hoşnutluğunu sağlamak adına, Allah ın helal ettiği bir şeye, gerek kendine, gerekse genel anlamda anlaşılacak bir konuda, haram demesi, Allah tarafından uyarılıyor. İşte bizlerin bu ayetten, alacağımız ders bu kısmı. Yani helal ve haram koyan, yalnız yüce Allah tır. Bu Allah ın elçisi dahi olsa, elçisi tarafından değiştirilemez. Peki Allah bu ayeti, elçisinin aile içi bir sorunu olarak görmeyip önemseyerek, bizlerle Kur’an da niye paylaştı? İşte bu kısmı sanırım, ayetin indirilme nedenini çok daha iyi anlatıyor. Hatırlayınız günümüze ulaşan öyle hadisler vardır ki, peygamberimizin eşlerinden rivayet edilir. Eğer peygamberimiz helal olan bir şeye haramdır demiş olsaydı ve rabbimiz bu konuda uyarmasaydı, bu konu dilden dile dolaşıp, eşleri tarafından topluma ulaştırılırdı. Tabi sözcükler hangi anlamlara bürünürdü, onu düşünmek bile istemiyorum. Günümüzde bu konuda, bolca örneklerini görüyoruz. İşte bu konuda çok dikkatli olmamızı isteyen, Rabbimizi lütfen doğru anlayalım. Bizlere ulaştırılan rivayetleri, Allah ın rehberiyle birlikte anlamaya çalışalım. Ayetin bu kadar açık ve anlatmak istediği manayı, net bir şekilde verdiğini gören bazı kişiler, ne yazık ki atalarından intikal eden inancına ters düştüğü için, öyle rivayetler anlatılmıştır ki bu ayetle ilgili, adeta ayetin anlamı bir kenara itilmiş ve emin olamayacağımız çok farklı bir anlam yüklenmiştir. Daha açıkçası, ayet amacından saptırılmıştır, ayetin hükmünün üstü örtülmüştür. Şimdide sizlere, bu ayetin NÜZUL sebebi ile ilgili günümüze kadar gelen, rivayetlerden birkaç tanesini, sizlere nakletmek istiyorum. (838 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zaman zaman birleştiği bir cariyesi vardı. Hz. Aişe ve Hz. Hafsa (radıyallahu anhümâ) (cariyeye temasını önlemek için) peşini bırakmadılar. Sonunda Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu cariyeyi nefsine haram etti. Bunun üzerine: "Ey Peygamber, sen zevcelerinin hoşnutluğunu arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin kendine haram ediyorsun?..." diye başlayan Tahrim süresi nazil oldu.") Nesâî, İşretu'n-Nisâ, 4, (7, 71). (Ayetin işaret ettiği hadise şudur: Hz. Peygamber, zevcelerinden Zeyneb binti Cahş’ın evinde bal şerbeti içmiş ve bu yüzden onun yanında biraz fazla kalmıştı. Bu durumu kıskanan iki zevcesi, Âişe ve Hafsa, aralarında kararlaştırıp, Peygamber yanlarına vardığında kendisinden megâfir kokusu geldiğini söylediler. Hz. Peygamber meğâfir yemediğini söyledi. «Demek ki balı yapan arı megâfir yalamış» dedi ve bir daha bal şerbeti içmemeye yemin etti. Surenin bu münasebetle indiği rivayet edilmiştir.) ( Hz. Peygamber'in Medine döneminin ikinci yarısındaki bir tarihte, bir ay süreyle eşlerinden hiçbirisi ile birlikte olmayacağına yemin etmesinin kesin sebebi veya sebepleri hakkında birçok çelişik -ve bu nedenle de toplu olarak değerlendirildiklerinde pek güvenilir görünmeyen- rivayet vardır. Tam sebebi hâlâ kesin olarak tespit edilememiş olsa da, yukarıda sözü edilen hâdislerden açıkça anlaşılmaktadır ki, evlilik hayatındaki bu geçici duygusal kopukluğun sebebi, Hz. Peygamber'in bazı eşleri arasında ortaya çıkan kıskançlık işaretleriydi. Ama yine de yukarıda Kur’an'ın bu olaya işaretinin hedefi biyografik olmayıp bütün insanî durumlarda uygulanabilecek bir ahlakî ders vermektir: Bu ders, Allah'ın helâl kıldığı herhangi bir şeyi harâm görmenin, bu davranış başka bir kişiyi veya kişileri memnun etmek için de olsa, kabul edilmezliğidir. Ayrıca bu ders, Kur’an'da sıkça vurgulanan bir gerçeği, Hz. Peygamber'in bir insan olduğu ve bu nedenle beşerî duygusallıklara maruz kalabileceği ve hatta zaman zaman hatalar işleyebileceği (ki Hz. Peygamber'in yaptığı hatalar, ilahî vahiy aracılığıyla kendisine gösterilmekte ve böylece düzeltilmektedir) gerçeğini dile getirmektedir.) Bahsedilen rivayetleri okudunuz. Ayeti ilk okuduğunuzda bizleri ilgilendirmeyen hiçbir düşünceye kapılmadan, gereken dersleri çıkarmıştık. Ayette bahsedilen konunun detayı da, zaten bizleri hiç ilgilendirmez. İlgilendirseydi, Allah ondanda bahsederdi. Peki, bu bilgiler ışığında neler düşündünüz? Sanırım kafanız karıştı değil mi? Acaba hangisi doğru? Onu Allah bilir. Bu konuda emin olan, bizlere garanti verebilecek birisi var mı? Sanırım verdiğim rivayet örneklerinden, en son paragrafta bahsedilen düşünce, ayetin anlatmak istediğine en yakını olsa gerek. Ne diyordu hatırlayalım. (Bu ders, Allah'ın helâl kıldığı herhangi bir şeyi harâm görmenin, bu davranış başka bir kişiyi veya kişileri memnun etmek için de olsa, kabul edilmezliğidir.) Sizlere bu konuda, çok dikkatinizi çekecek ve nüzul sebebini biliyor musun düşüncesinin, bizleri ne derece yanıltacağına dair, güzel bir örnek daha vermek istiyorum. Hicr 24: Yemin olsun, sizin önden gidenlerinizi bilmişizdir; yemin olsun, geriye kalanları da bilmişizdir. Bu ayetin önce ki ayetine de baktığımızda, hayatı veren bizleriz diyor Rabbimiz. Hicr 24. ayetinde de, yarattığımız kullarımızın, kimin doğru yolda giderek, ön saflarda yerlerini aldığını, kimlerin işi gevşek tutup, Allah ın önerdiği yoldan sapanların, kimler olduğunu çok iyi biliyoruz diyor. Devamında ki ayette de Allah, Hiç kuşkusuz, Rabbindir, evet O'dur onları haşredecek olan diyerek, herkesin hesap vereceğini söylüyor. Peki, nüzul sebebini biliyor musun diyerek, ayetlere istedikleri anlamları verenler, sizce bu ayetin nüzul sebebini nasıl açıklamışlardır dersiniz? Gelin şimdide ona bakalım. Bakalım da, bu işin tehlikesinin farkına varalım. Aklınızın ucuna bile gelmeyecek bir konuyla, ayetin bağdaştırılmasının tehlikesini göreceksiniz. (669 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın arkasında çok güzel bir kadın namaz kılıyordu. Cemaatten bazıları onu görmemek için ön safa kaçıyor, (münafık ve cahil takımından) bazıları da en arka safa geliyor, rükuya vardığı zaman koltuğunun altından ona bakıyordu. Bu durum üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: "Andolsun, sizden öne geçenleri de biz biliriz, geri kalanları da biz biliriz") (Hicr, 24). Nesai, İmamet (2, 118); Tirmizi Tefsir, Hicr, (3122). Ne dersiniz, ayetle rivayet edilenin bir ilgisi sizce var mı? Rabbin ayetlerine işte böyle, hiç bahsedilmeyen anlamlar yükleniyor ve ayetlerin böylece üstü örtülüyor, terk ediliyor. Bu ve buna benzer yanlışları yaparak, Kur’an ı rivayetlere göre anlamaya kalkarsak, büyük yanılgılardan kurtulamayız. Ayette bahsedilen konu nerede, verilen rivayet örneğinde ne anlatılıyor? İşte bu konu, bu kadar riskli ve tehlikeli. Kur’an ı doğru anlamak için, gelin bizzat Kur’an ın kendisine soralım. O bizlere kendisini anlatacaktır, ondan şüphe etmeyelim. Şöyle düşünelim isterseniz. Allah bizlere indirdiği ayetinin, en güzel bir şekilde anlaşılması için, nüzul sebebini de indirmesi gerekseydi, elbette onu da indirirdi. Eğer yazmamış ise, mutlaka bir nedeni vardır. Lütfen şöyle düşünün. Bir kısım ayetlerin nüzul nedeninden bahsetmiş, peki neden hepsinden bahsetmemiş? Bunu bir eksiklik olarak görmeden, nedenini idrak etmeye çalışalım. Sanki HÂŞÂ Allah ayetini, en doğru anlaşılması için, eksik indirmiş gibi, sen bu ayetin nüzul nedenini biliyor musun, bilmeden ayeti anlamaya çalışma, günaha girersin diyenler, büyük yanlış yaptıklarını lütfen unutmamalıdırlar. Allah indirdiği Kur’an ı belirli bir dönem için değil, tüm zamana hükmetmek için göndermiştir. Eğer her konuda, nüzul sebebini Kur’an da söylemiş olsaydı, biliyor ki kulları ayetleri belli bir döneme hapsedip, gelecek nesil terk edeceklerdi. Onun içindir ki Rabbimiz genel olarak, nüzul nedeninden asla bahsetmemiş, konuları genelleme yaparak, tüm zamanın istifadesine sunmuştur. Böylece her toplum Kur’an ı, kendi dönemine, çağına adapte etsin, halkı o devrin ilmiyle anlasın istemiştir Rabbimiz. Nüzul sebebini biliyor musun silahını, acımasızca kullananlar, dinide böylece kendi istedikleri şekilde yönlendirmişlerdir. Lütfen bu yanlış yönlendirmelere kanmayalım, Kur’an ı anladığımız dilden, hiçbir etki altında kalmadan, Allah ın Kur’an da verdiği örnek, kıssadan hisseler den yola çıkarak anlamaya çalışalım. Şunu sakın unutmayalım. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, Kur’an ın ipine sarılın diyorsa, sorumlu olduğumuz hükümleri ve örnekleri anlamak ve imanımızı yaşamak için, bizleri asla rivayetlere muhtaç bırakmayacaktır. Bunu unutmayalım. Allah bakın Kur’an ı neden indirmiş, onu nasıl açıklıyor. Nahl 89: (Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. SANA BU KİTABI; HER ŞEY İÇİN BİR AÇIKLAMA, DOĞRU YOLU GÖSTEREN BİR REHBER, BİR RAHMET VE MÜSLÜMANLAR İÇİN BİR MÜJDE OLARAK İNDİRDİK. Yüce Rabbimiz Kur’an ı indirme nedenini, ne kadar güzel açık bir şekilde bildiriyor ve ne diyor? Bu Kur’an sizlere, sizi ilgilendiren her şeyi açıklaması için gönderdik. Bu kitap doğru yolu gösteren bir rehber olup, böylece rahmet edilmenizin yolunu açacaktır. Bu Kur’an Müslümanlara bir MÜJDEDİR. Ne dersiniz din kardeşlerim. Kur’an ın, Allah ın söylediği bu vasıfları taşıdığına iman eden bir Müslüman, acaba Kur’an ı anlayabilmek için, Kur’an dan yardım almak yerine, Kur’an ı doğru anlamak için, rivayetlerden yardım alarak anlama yolunu seçerse, sizce doğru bir yol seçmiş olur mu? Bu yol, Allah a ulaşır mı? Doğru yolu gösteren, rahmet yolunu açan rehber, Müslümanlara müjdeler veren bir nur, Allah katından geliyorsa, nasıl olurda bu kitap anlaşılması için, beşeri bir kaynağa muhtaç olur, bunu da mı düşünemiyoruz? Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Alla tan ve onun ayetlerinden sonra, hangi söze inanacaklar
Bizler inancımızı yaşarken, acaba akıl ve Kur’an ekseninde mi yaşıyoruz? Yoksa Kur’an ve rivayetler doğrultusunda mı? Bu soruma vereceğiniz cevap çok önemli. Allah emin olmadığınız bilgilerin ardına gitmeyin hesabını sorarım, aklını da kullanmayanı pislik içinde bırakırım diyorsa, sizce bu sorumun cevabı çok açık değil midir? Benim yazdığım yazılarıma cevap veren bazı kardeşlerim, sen peygamberimizi devre dışı bırakmak istiyorsun, hadis ve sünnet düşmanısın ithamında bulunuyorlar bana. Hatta bir din kardeşim şöyle cevap vermiş. Atadan ne görmüş ne öğrenmişsek onu yapıyoruz yeni yeni din icat etmeyin. Doğrusu üzerinde düşünmemiz gereken bir cevap. Peygamberimiz Kur’an ı tebliğ etmek istediğinde, o günkü ehli kitabın itirazı da, aynen bu şekildeydi. Atalarımızdan öğrendiklerimizden, bizlerin vazgeçmemizi mi istiyorsun, diye itiraz ediyorlardı. Önce şunu belirtmeliyim ki, hiç kimse Allah ın resulünü devre dışı bırakamaz. Daha doğrusu, hiçbir aklı başında Müslüman buna cesaret edemez. Ama akıllı bir Müslüman, peygamberimizin hadisinde bizleri uyardığı gibi, benim adıma yalanlar uydurmayın ve bunlara inanmayın, yoksa sonunuz cehennem olur, uyarısını dikkate alır ve bu konuda titiz davranır. Çünkü peygamberimiz bizleri her zaman Kur’an a yönlendirmiş, zaten Allah elçisine, yalnız ve yalnız Kur’an ile hükmet görevi vermiştir. Gelelim bizlere ulaşan rivayet hadislere. Ben hiçbir yazımda hadislerin tamamını inkâr edelim, bizlere hiçbir faydası yoktur demedim ve bunu söylemek akla ve Kur’an a da uymaz. Benim söylediğim, rivayetler konusunda her zaman dikkatli olalım, her güzel örnekten, bilgiden faydalanalım, ama mutlaka Kur’an ın onayını alalım dedim. Bugün okullar da okuduğumuz, geçmiş tarihi bilgilerin bir kısmı, kesin bilgi değildir. Kalıntılardan ve bazı bulgulardan yola çıkarak, yapılan değerlendirmelerdir. Ama bizleri bilgi sahibi yapar o dönem hakkında. Yeni bir kanıt, yazıt bulunduğunda, eski bilgiyi siler, yenisini kabul ederiz. Bunda hiçbir sakıncada olmaz. Peki iman ve inanç konusunda da aynı yolu kullanabilir miyiz? İşte bu çok önemli. Kur’an bu konuda ne söylüyor? Allah çok açık ve net hükmünü vermiş ve bakın ne diyor Rabbimiz. İsra 36: Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın(emin olmadığın) şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. Sizlere sormak istiyorum. Rabbimiz emin olmadığın bilginin ardına düşmeyin diye hüküm veriyorsa, nasıl olurda hiç düşünmeden, araştırmadan her peygamberimizin sözü diye rivayet ettikleri bilgiyi kabul ederiz. Unutmayalım ki rivayet, kesin emin olunmayan bilgi, yani söylenti demektir. Değerli din kardeşlerim, işte ben Rabbin bu ayetlerini tebliğ almış ve iman etmiş bir Müslüman olarak, hem Rabbimizin hem de peygamberimizin uyarısını dikkate alıyor ve bu konuda elimden geldiğince titiz davranıyorum. Buna Allah şahittir. Gelelim peygamberimizin sözleri diye nakledilen, rivayet hadislere. Elbette içinde peygamberimizin söyleme ihtimali yüksek olan, birçok rivayet hadisler var. Tüm bunlardan faydalanmalı ve dersler çıkartmalıyız. Çünkü Allah elçisini bizlere örnek göstermiştir. Ama şunu unutmamalıyız, hiçbir rivayet bilgi dine hüküm koyamaz, Allah ın vermediği bir hükmü veremez. Çünkü Allah elçisine verdiği görev ve sorumluluk, Kur’an da çok açık belirtilmiştir. Bugün İslam âleminde büyük bir kesim, rivayet hadisler olmasaydı bizler Kur’an ı anlayamazdık, Kur’an kapalı kalırdı deme cesaretini göstermektedirler. Hadislerin günümüze birçoğunun, sağlıklı ulaşmadığını söylediğimizde verdikleri cevap düşündürücüdür. (Hadislerin bize sağlıklı ulaşmadığını iddia eden kimseler, hâşâ Kur'an ın da bize sağlıklı ulaşmadığını iddia etmektedirler aslında.) Ne yazık ki bu tür örneklerle toplum, İslam ın özünden saptırılmakta, Kur’an dan uzaklaştırılmaktadır. Allah Kur’an ı ben koruyorum diye hükmünü bizlere vermiştir. Bizler Allah korumasında olan bir kitap ile beşerin birbirinden çok farklı rivayetlerini de, aynı seviyede düşünerek, hâşâ Kur’an değerini vermemiz, ne akla ne mantığa, nede Kur’an a asla uymaz. Bu bir şirktir unutmayalım. Rivayetlerinde Allah korumasında olduğunu söyleyenlere sormak isterim, acaba hangi mezhebin topladığı hadisler Allah koruma altında. Çünkü aynı konuda, ama birbirine taban tabana zıt, o kadar hadis rivayet ediliyor ki, doğrusu bu konuda çok dikkatli olmamız gerektiği, biraz düşünen tarafından anlaşılacaktır. Ramazan dolayısıyla dini konularda, birçok sohbetler yapılıyor. Özellikle bir konu işleniyor ve deniyor ki, rivayet hadisler olmasaydı, Kur’an ı bizler anlayamazdık. Televizyonlarda ve internet sitelerinde bu konu ile ilgili çok dikkat çekici sözler söyleniyor. Bir kısmını sizlerle paylaşmak ve sizlerin üzerinde düşünmenizi rica ediyorum. Allah Yunus suresi 100. ayetinde, Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir diyorsa, Rabbin bu hükmünü lütfen unutmayalım. Allah Kur’an ayetlerinin açık olduğunu ve her şeyden nice örneklerle izah edildiğini söyler bizlere. Bu konuda düşüncesini söyleyen bir din kardeşimiz ise, bakın bu konuyu nasıl anladığını anlatıyor. (Kur’an apaçıktır ama hangi meselelerde apaçıktır. Apaçıktır ama her meselede öyle değil. Kitapta açık olan inanç esaslarıdır. Kitapta namaz bile anlatılmıyor nasıl açık olabilir. Kur’anı kerim namazı, orucu, zekâtı haccı anlatmaz. Bu durumda nasıl açık oluyor. Bazı konularda açıktır. Her konuda açık değildir. Kur’anı, ayetleri anlayabilmek için, sünnete, peygamberimizin hadislerine mutlaka ihtiyaç vardır Allah namaz kılın der, Kur’an a göre nasıl kılacağız? Kur’an ruku edin diyor bu eğilme nasıl bir eğilme. Kaç rekât kılınacak. Zekât verin nasıl vereceğiz. Hangi maldan ne kadar. Yılda kaç defa. Tüm bu bilgileri sünnetten öğreniyoruz. Allah her şeyi kitabına koymadı. Peygambere müracaat edelim diye. Eğer her şey kitapta olsaydı, kitap koskoca bir kitap olurdu. Peygamberimizin hadisleri koca koca ciltler halinde. Peygamberimiz 23 yıl konuşmuş. Sahabenin aklında kalanlar söylenmiş daha sonra bunlar yazılmış. Akılda kalıp yazdırılanlar bile, ciltler dolusu kitaplar yapmış. Kur’an da her şey olsa, koskoca kitap olur, kimse onu okumazdı. Onun için ana konuları kuranda anlatır, gerisini peygamberden öğrenin der. Çünkü peygambere itaati emrediyor. Niye emrediyor. Her şey Kur’an daysa, neden peygambere itaati emretsin. Demek ki her şey kuranda yok.) Sizlere naklettiğim bu fikir üzerinde, şimdi birlikte düşünelim. Düşünmek istemeyene sözüm meclisten dışarı. Allah Kur’an ın açık oluşu ve her konuda bilgi verildiğini söyler bizlere. Sizlere anlayasınız diye örnekler, kıssadan hisselerle izah ettik ki doğruyu bulasınız şeklinde yol gösterir. Fakat kardeşimiz Kur’an ın her konuda açık olmadığını, Kur’an ın tam tersini kanıtlamak için verdiği örnekler, aslında düşündürücüdür. Bu kardeşimiz eğer Kur’an madem açık ve her konuda detay var, neden bugün bizlerin kıldığımız namaz konusunda detay yok. Kaç rekât kılacağımız bile yazmıyor. Oruç, hac konusunda gerekli detaylar yok. Zekât konusunda da, ne kadar zekât vereceğimiz, hangi maldan ne kadar? Yılda kaç kez vereceğimiz bilgileri yazmıyor Kur’an da diyor. Tabiî ki yanılıyor, bu kardeşimiz büyük yanılgıda, Çünkü Allah bu konularda da gereken her bilgiyi veriyor. Ama bizlere Kur’an dışından öğretilenleri, Kur’an da göremediğimizde yaptığımız hata, rivayetleri Kur’an ın önüne geçirerek, bakın bu bilgiler Kur’an da yok diyebiliyoruz. Allah namaz kılın, zekât verin diyorsa, onun gereken kısmı kadarını mutlaka Kur’an da vermiştir. Yoksa nasıl rehber olur bizler için? Hani bizlere rehber olsun diye göndermişti Kur’an ı? Lütfen bunu unutmayalım ve Kur’an a karşı takındığımız tavrın farkında olalım. Ne kadar zekât vereceğimizi bilemezdik, diyen kardeşimize, bakara suresi 219. ayeti hatırlatırım (Yine sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan arta kalanı.” Allah, size ayetleri böyle açıklıyor ki düşünesiniz.) Allah ın bu kadar açık seçik emrettiği, zekâtı anlamak istemeyen, yeterli bulmayanlara, elbette söyleyecek sözümüz olamaz. Allah olmayana yılda bir değil, gönül rızanızla ihtiyaçtan arta kalanı fakirle, olmayanlarla paylaş emrini anlamak istemeyenler, yılda bir fakiri hatırlayanlara ne söylesek anlamayacaktır. Allah her şeyi kitabına koymadı, çünkü peygamberine müracaat etsin diye, şeklinde savunma yapmış din kardeşimiz. Acaba Allah her şeyi Kur’an da yazmayıp, elçisinin de Kur’an ın vermediği hükümleri versin, demiş olabilir mi? Yaradan Maide suresi 45. ayetinde, Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendileridir diyorsa, bu fikre doğrudur diyebilir miyiz? Kehf suresi 56. ayetinde Allah, biz elçileri yalnız, müjdeci ve uyarıcı olarak göndeririz diyorsa, sizce elçilerin yetki ve sorumluluklarını Rabbimiz açıkça belirtmemiş mi? Enbiya suresi 10. ayetinde, And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır demesi, bizleri hiç düşündürmüyor mu? Sizce aşağıdaki ayetler, sorumuza cevap vermiyor mu? Zühruf 43: Öyle ise sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen doğru bir yol üzeresin. Araf 3: Rabbinizden size indirilene uyunuz! O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyiniz! Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.3. Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır Bakara 5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır. Yukarıdaki ayetlere baktığımızda, Allah ın bizlerin yalnız Kur’an a sarılmamızı emrediyor. Çok daha dikkat çekici örnek verip bakın ne diyor. (Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.) Hak olan peygamberimize indirilen Kur’an olduğu ve buna iman edenlerin Allah katında makbul olduğu, sizce çok açık anlatılmıyor mu? Bakara suresi 5. ayette, Allah kurtuluşa erenlerin kimler olduğunu söylüyor, lütfen dikkatle düşünelim. (, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.) Ama bizlere Kur’an da her şey yoktur. Ana konular vardır, bunların detaylarını elçim sizlere öğretecek diye öğretmediler mi? Bu konuda şunlar söyleniyordu hatırlayalım. (Allah her şeyi kitabına koymadı. Peygambere müracaat edelim diye.) Şimdide bu konu üzerinde düşünelim. Hadislerin toplanması ve yazılması konusunda açıklama yapan kardeşimiz, şunları söylemişti, tekrar hatırlaydım. (Sahabenin aklında kalanlar söylenmiş daha sonra bunlar yazılmış. Akılda kalıp yazdırılanlar bile, ciltler dolusu kitaplar yapmış.) Bu satırları okuduğunuzda, aklınıza geleni çok iyi biliyorum. Demek ki peygamberimiz kendisi bizzat hadisleri yazdırmamış. Ölümünden çok sonra toplanmaya, yazılmaya başlanmış. Şu soruyu hemen kendimize soralım. Peki, neden kendi sağlığında peygamberimiz yazdırmamış. Madem peygamberimizin rivayet hadisleri olmasaydı Kur’an anlaşılmazdı ve kapalı kalırdı, peygamberimiz bunu akıl edemedi de, yıllar sonra mı birilerinin aklına gelerek kaleme alındı. Değerli dostlar, ne söylediğimizin farkında mıyız? Sahabelerin yıllar sonra aklında kalanlar ile ve yüzlerce yıl sonra rivayetler yoluyla nakledilen bilgilerle mi Kur’anı en doğru anlarız sizce? Ya sahabelerin aklında kalmayan bilgiler varsa? Sizce Allah ve elçisi, bizlerin Kur’an ı bu yöntemle anlamamızı ister mi? Gelelim peygambere itaat konusuna. Eğer bizler kelimelerden medet umarak, hurafe inançlarımıza kanıt ararsak, Kur’an ın yüzlerce ayetine de iman etmemiş oluruz, bunu unutmayalım. Allah elçisine itaat etmemizi emreder. Çünkü elçisine verdiği tembih, topluma yalnız Kur’an ile hükmet görevidir. Hatta hiçbir ilave yapamayacağını da açıklar. Hakka 44…47: Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, elbette onu bundan dolayı kıskıvrak yakalardık; sonra da onun şah damarını keser atardık. Hiçbiriniz buna engel de olamazdınız. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Rad 40: Ya onlara vaad ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz yahut da seni vefat ettiririz. O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak da bize düşer. Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Allah elçisine bu ve buna benzer, birçok ayetle görev ve sorumluluğunu bildirmiş ve topluma yalnız Kur’an ile hükmetme görevi vermiştir. Daha sonrada bizlere hitaben, sizlere gönderdiğim elçime uyun emrini vermiştir. İşte elçiye uymanın anlamı budur. Kur’an a harfiyen uyan, elçiye de uymuş demektir. Yoksa peygamberimiz Kur’an dışından bir bilgi verecek değildir. Bu zaten Allah tarafından yasaklanmıştır. Eğer bizler Kur’anı, peygamberimizin rivayet hadisleri olmasa anlayamayacak olsaydık, peygamberimiz bizzat kendisi bu bilgileri yazdırır bizlere ulaştırırdı, lütfen bunu unutmayalım. Bakın peygamberimiz bu konuda neler söylüyor. ( Benden Kur'an dışında bir şey yazmayın. Kim, benden Kur'an dışında bir şey yazmışsa, onu imha etsin." Muslim-Zuhd/72(3004) /4137 Ebu Davud-İlm/3(3647) /4136 Musned-c.3/12,21,39 Darimi-Mukaddime/42) (4106 - el-Muttalib İbnu Abdillah İbni Hantab radıyallahu anh anlatıyor: "Zeyd İbnu Sabit Hz. Muaviye radıyallahu anhüma'nın yanına girmişti. Hz. Mu'aviye ona bir hadisten sual etti. Zeyd de hadisi ona söyledi. Hz. Muaviye (orada hazır bulunan bir adama) hadisi yazmasını emretti. Zeyd müdahalede bulunarak Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, hadislerinden hiç bir şey yazmamamızı emretmişti" dedi. Bunun üzerine Hz. Muaviye yazılanı derhal imha etti." Ebu Davud, İlm 3, (3647). (Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığınız şey nedir?” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.” El Hatib, Takyid 33 ) Yazdığım hadislerde elbette bir rivayettir, bu sözleri peygamberimizin söyleme ihtimali olan sözler olarak bakmalıyız, çünkü Kur’an ın emrettikleri de aynı doğrultudadır. Bir örnek daha vermek istiyorum. Peygamberimiz veda hutbesinde, yaklaşıl yüz bin kişiye hitap ettiği söylenir. Bu kadar kalabalık bir toplumun karşısında yapılan konuşma bile, günümüze 6–7 değişik şekilde ulaşmıştır. Birde bir kişinin duyduğunu söyleyip, nakledilen bir konu acaba günümüze nasıl ulaşır, yorumunu sizlere bırakıyorum. Peygamberimizin veda hutbesinde, dikkat çeken bir sözünü, günümüze nasıl farklı ulaştığının örneğini vermek istiyorum. —Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir. —Mü’minler! Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah'ın kitabı Kur'an'dır. —Ben sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve benim Ehl-i Beytim. Ne dersiniz, acaba bunlar içinden hangisi doğru olabilir? Sizce bu bilgilerle mi Kur’anı anlamalıyız, yoksa...... ? Evet, o yok sanın cevabını bulabiliyorsak, sanırım Allah ın istediği kul olabilmişiz demektir. Değerli din kardeşlerim. Rabbimiz ben Kur’an da hiçbir eksik bırakmadım diyor ve aşağıdaki hükmü veriyorsa, sizce Kur’an ın dışından da peygamberimiz dine hüküm koymuştur ve bizlerde sorumluyuz diyebilir miyiz? Zühruf 44: Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür VE SİZ ONDAN SORGUYA ÇEKİLECEKSİNİZ. Ne dersiniz, bunca sözü boşuna söyledik değil mi dostlar. Allah apaçık bizleri Kur’an dan hesaba çekecek ve ondan sorumlu tutacaksa, acaba bu hükmünden sonra, Kur’an ın hiç bahsetmediği rivayetlerin koyduğu hükümlerden de, hesap sorar mı? Namaz, zekât, oruç ve hac gibi çok önemli ibadetlerde gereken detayı, bilgiyi Kur’an da vermemiş olabilir mi? Karar sizlerin. Bu hafta Cuma hutbesinde, hoca efendi bir konuyu anlatırken şöyle söyledi. ( Gerçek bir Müslüman, şüphe duyduğu bir şeyi asla yapmaz. Çünkü o şüphe onu HARAM a götürür. Yapacağı bir işten şüphe duyduğu halde, onu yapmaktan çekinmeyen ise, HARAM bataklığına sürüklenir.) Bu sözler çok güzel ve doğru sözler olduğundan, sizlerle paylaşmak istedim. Çünkü Allah ın hüküm vermediği, açıklamadığı konuların konuşulmasını Rabbimiz HARAM kıldığını Kur’an da söyler bizlere. Bu bilgiler ışığında da sizlerin hadisler konusunu düşünmenizi öneririm. Hadis konusu çok dikkatli olmamız, iyi araştırıp öyle yararlanmamız, ya da reddetmemiz gereken çok önemli bir konudur. Yaradan Hükmüme hiç kimseyi ortak etmem diyorsa, lütfen bilmeden peygamberimizi, Rabbimizin dine hüküm koyan ortağı yapmayalım. Yoksa bunun hesabını veremeyiz. Peygamberimiz Ehli kitaba ve ümmi topluma, Kur’an ı tebliğ etmeye çalışırken, bir kısmı atalarının itikadından vazgeçmek istemedikleri ve Kur’an ın yanında, atalarının inançlarına da devam etmek istemişlerdi. Bu isteklerine bakın Rabbimiz nasıl karşılık veriyor. Casiye 6: İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir. Bunları sana gerçek olarak okuyoruz. Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar? Ankebut 51: Kendilerine okunan kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır. Sanırım yazımın tamamının çok güzel bir özeti bu iki ayet. Tabi anlayana anlamak isteyene. Birde gönül gözleri, açık olana elbette. Bakın Rabbimiz ne diyor Kur’an ın yanında, atalarının itikatlarına devam etmek isteyenlere. —Allah’tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar? —Kendilerine okunan kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Ne dersiniz bu ayetlerden, bugün bizler çok ama çok dersler almamız gerekmez mi. Cahiliye devrinin o büyük hatalarını, bizler bugün yapmıyor muyuz? İslam ı doğru yaşamak için, Kur’an tek başına yeterli değildir diyenlere, bu ayetleri hatırlatırım. Lütfen şunu da unutmayalım. Peygamberimiz yalnız Kur’ ana uymuş ve yalnız Kur’an ile topluma hükmetmiştir. Bu emri veren Kur’an ın bizzat kendisidir. Yorum ve karar sizlerin. Hesabın görüleceği O çetin gün çok uzaklarda değil, bir nefes alışı kadar bizlere yakın. Lütfen unutmayalım ve Kur’an ın ipine sıkı sıkı sarılalım. Sanı ve emin olmadığımız bilgilerin ardı sıra gitmeyelim. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Uyumak Ve Yellenmek Abdesti Bozar mı
Bizler inancımızı yaşarken, Kur’an merkezinden o kadar uzaklaşıp, hurafelerin etkisinde kaldık ki, bizlere öğretilen yanlış itikatları, Allah ın ayetleriyle anlatmaya, izah etmeye kalksanız bile, kabul görmez oldu. Çünkü Allah ın koyduğu, sınırların dışına çıktık. Dini bir konuda konuşmak istediğinde, hemen öne sürdükleri, senin Arapça ilmin ne kadar ki din adına konuşabiliyorsun olmakta, böylece toplum susturulup, korkutulmaktadır. Böylece istedikleri inancı ve itikadı, topluma çok daha kolay kabul ettirebilmektedirler. Lütfen şunu asla unutmayalım, Allah başka dillere tam olarak çevrilmeyen bir rehber gönderip, daha sonrada tüm kullarını bu kitaptan asla hesap sormaz. Birçok kez Allah ın yemin ederek, bu kitabı, bu dini sizler için kolaylaştırdım hükmünü lütfen unutmayalım, birilerin aldatmacalarına kanmayalım. Elbette bu yanlışları yapmamızın asıl nedeni, Kur’an ın eğitiminden geçmek yerine beşerin, rivayetlerin, edindiğimiz velilerin eğitiminden geçmemiz, büyük etken olmuştur. Allah Kur’an ın ipine sarılın, sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum dedikçe, bizler tam tersi düşüncelere inandırıldığımız için, Kur’an da her bilginin olmadığı, izah edilmediği fikrini kabul etmemiz, bizlerin inanılmaz yanlışlara yönlenmemize, inanmamıza neden olmuştur. Elbette bu yanlışlara inanmamız dinde bizlere, zorluklarda çıkarmıştır. Bu yazımda sizlerin, üzerinde düşünmenizi istediğim konu, abdesti bozan şartlar nelerdir konusu üzerine olacak. Allah Maide suresi 6 ve Nisa 43.ayetinde namaza başlamadan önce, nasıl abdest almamız gerektiğini, abdesti bozan durumları, açık bir şekilde anlatır. Ayrıca abdest in bozulma şartlarının örneklerini de verir, su bulamadığınızda bile ne yapmamız gerektiğini anlatır bizlere. Abdest in bozulma hallerini, bu ayetlerden yola çıkarak, şunları söyleyebiliriz. —Cünüpseniz, cinsel ilişkiye girdiyseniz temizlenin, yıkanın. —Tuvaletten çıktığınızda yani küçük, büyük abdest yaptığınızda, namaza durmadan önce abdest alın. Buradan da anlaşılıyor ki, Allah abdesti bozan durumları açıkça yazmıştır. Cinsel ilişki ve tuvalete girip ihtiyacımızı gördükten sonra, abdestin bozulduğunu, tekrar alınması gerektiği izah ediliyor. Peki günümüzde bizlere, abdesti bozan şartlar olarak yalnız bunlar mı anlatıldı? Elbette her zaman olduğu gibi, her konuda yaptığımızı bu konuda da yaptık ve Allah ın rehberinde açıkça izah ettikleri, bizlere yetmedi, bunlarla yetinmedik ve emin olmadığımız bilgiler ışığında yapılan ilavelerle, Allah ın kolaylaştırdığı dini zorlaştırdık. Bizlere öğretilen ve Allah ın asla abdesti bozan şartlar arasında saymadığı, iki konuyu gündeme getirmek istiyorum bu yazımda. Tabi bunlardan başka birçok ilaveleri de sayabiliriz. Her mezhepte bu ilavelerin farklı olduğunu da söyleyebiliriz. Yazımda gündeme getirmek istediğim, konu üzerinde konuşmak istiyorum. —Uyumak ve yellenmek. Uyumanın ve yellenmenin abdesti bozduğu anlatıldı bizlere. Ama bu bilgi ne yazık ki Kur’an dan onay almaz. Allah böyle bir hüküm vermemiştir. Gerçi günümüzde, Kur’an ın onayını arayan pek de yok zaten. Yalnız Kur’an ile imanımızı yaşamayız, İslam ı tam olarak yaşayabilmemiz için, fıkıh kitaplarına da ihtiyacımız vardır diyerek, adeta Kur’an ı tek başına yeterli görmeyen bir toplum olduk. Acaba bu tavrımıza Yüce Rabbimiz ne diyordur diye hiç düşündük mü? Hadi bir benzerini getirsinler bakalım, diyen Rahmanın zikrini hatırlatırım. Kur’an da her şeyin olmadığına inandığımızda, elbette ucu açık, sonu gelmeyecek birçok dine ilavelere de inanmamız, bu durumda hiç zor olmayacaktır. Allah abdestin bozulma şartlarını anlatırken, uyumanın ve yellenmenin abdesti bozduğunu söylememiştir. Kur’an da hiç bahsedilmediği halde, bizler bu konudaki ilavelere, söylenenlere inanmakta, birçok konuda yaptığımız gibi, bir sakınca- kusur görmemişiz, Çünkü Kur’an ın da bir sınırları olduğu, emin olmadığımız bilgilerden kaçınmamız gerektiği, öğretilmemiş bizlere. Şimdi de bu konu ile ilgili rivayet hadislere bakalım. Acaba Allah ın koymadığı bir kuralı-hükmü koyarak, kendi nefsimize çıkardığımız zorluklara çareler, bakalım nasıl aramışız. Her nedense, bu rivayet hadisleri topluma anlatmazlar. Benim sizlere hatırlatmamın nedeni, üzerinde Kur’an ın ışığında düşünmeniz adınadır. 6106 - Abdullah İbnu Mes'ud radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm (bir gün) horlayıncaya kadar uyudu. Sonra kalkıp namaz kıldı.'' 6107 - İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın o uykusu, kendisi yani Hz. Peygamber oturur iken olmuştur." Aslında yukarıdaki örnek, çok dikkat çekici ve düşündürücüdür. Bizler Allah ın vermediği bir hükmü vererek, zorlaştırdığımız dini, daha sonra rivayetlerle esnetmeye çalışmamız, Kur’an ın sınırlarını aştığımızda olacaklara, güzel bir örnektir. Eğer uyku abdest bozuyorsa, bunun yatarak ya da oturarak olmasının, farklı olduğunu söylemek, yaptığımız yanlışlara kılıf aramaktan öte gitmez. Bildiğiniz gibi, uyumanın abdesti bozduğunu söyleyenler, uyuduğumuzda kendimizden geçtiğimizi ve bu durumda farkında olmadan yellenebileceğimiz anlatılır. Bu konu ile ilgili, rivayet hadislerden örnekler vermeye ve üzerinde düşünmeye devam edelim. 3648 - Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah'ın ashabı uyurlar, sonra abdest almadan namaz kılarlardı: (Enes'ten bunu rivayet eden) Katade'ye: "Bu sözü Enes'ten bizzat işittin mi?" diye sorulmuştu: "Vallahi evet!" diye te'yid etti." Müslim, Hayz 125, (376); Ebu Dâvud, Tahâret 80, (200); Tirmizi, Tahâret 58, (78). 3651 - İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın anlattığına göre, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ı secde halinde uyurken görmüş ve hatta Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) horlayıp solumuş, sonra kalkıp (abdest almadan) namaz kılmıştır. İbnu Abbas der ki: "Ey Allah'ın Resulü dedim, siz uyudunuz, (abdestiniz bozulmuş olmalı değil mi)?" Bana şu açıklamayı yaptı: "Abdest, yatarak uyuyana gerekir. Zira yatarak uyuyunca mafsalları rahâvet basar.'' Tirmizi, Taharet 57, (77); Ebu Dâvud, Tahâret 80, (202); Nesâi, Ezân 41, (2, 30). Dikkat ederseniz aynı konuda, çok örnek var. Bu konuda yorum yapmak istemiyorum. Aslında biraz düşündüğümüzde, yaptığımız yanlışların dinde zorluklar çıkarmasının, bizlerde yarattığı etki-tepki çok net anlaşılıyor. Şimdi yazacağım rivayet hadis, hadis naklinin çelişkilerini ve bir o kadar da, çok dikkatli olmamız gerektiğini gösteren, güzel ve düşündürücü bir örnek. 3650 - Hz. Ali (radıyallahu ahh) anlatıyor: "Gözler, halkanın bağıdır, öyleyse uyuyan abdest alsın." Ebu Dâvud, Tahâret 80, (203). Ne dersiniz, sizce Hz. Ali böyle bir şey söylemiş olabilir mi? İşte dine ilaveler ne yazık ki böyle günden güne çoğalıp gidiyor. Eğer Kur’an ın onayını almadan, her rivayete inanır ve inancımızı bunlara göre yaşarsak, sizce gittiğimiz yol, bizleri Allah a ulaştırır mı? Dikkat ederseniz verdiğim hadislerin hepsi, bir başkası tarafından, yine bir diğerine nakli kanalıyla oluyor. Bu yolla ulaşan bilgilerin, yüzlerce yıl sonra değişikliğe uğramadan, bizlere ulaşması mümkün değildir. Lütfen bu gerçeği göz ardı etmeyelim. Kendimize şu soruyu neden sormuyoruz? Peygamberimiz bizlere, neden direk hitap etmek, ilk elden bilgi vermek adına, bu bilgileri kendisi bizzat yazdırmamışta, yüzlerce yıl sonra, toplanmaya çalışılmış? Bu sorunun doğru cevabını nefsimize verebilirsek, sanırım her şey çok net anlaşılacaktır. Şimdide yellenme konusuna gelelim. Daha önce söylediğim gibi, Kur’an yellenmenin abdesti bozduğu konusunda bir hüküm vermez. Peki, rivayet hadisler bu konuda neler söylüyor. Gelin şimdide onlara bakalım ve üzerinde düşünelim. Bizleri doğruya ulaştıracak, her bilgiden faydalanmalıyız, yeter ki Kur’an ın onayından geçsin. 3625 - Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Ses ve koku olmadıkça abdest alınmaz.'' Bir rivâyette şöyle gelmiştir: "Biriniz mescidde iken, kabaları arasında bir yel hissetse ses işitmedikçe veya koku duymadıkca dışarı çıkmasın.'' 3626 - "Sizden biri, karnında bir şeyler hissetse ve fiilen çıkıp çıkmadığı hususunda tereddüd içinde kalsa, bir ses işitmedikçe veya bir koku duymadıkça mescidden çıkmasın." 3627 - Ebu Dâvud'da şöyle gelmiştir: "Biriniz namazda iken, dübüründe bir hareket hissetse ve abdestinin bozulup bozulmadığı hususunda tereddüde düşse, bir ses işitmedikçe veya bir koku duymadıkça mescidi terketmesin." Müslim, Hayz 99, (362); Tirmizi, Tahâret,56, (74, 75); Ebu Dâvud, Taharet 68, (177). 3628 - Abdullan İbnu Zeyd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu veselâm'a, namazda iken hayaline abdesti bozuldu gibi gelen bir adamdan bahsedilmişti. Şöyle ferman buyurdular: "Sesi işitip kokuyu duymadıkça namazı sakın terketmesin.'' 3629 - Ebu Dâvud bir rivâyette şu ziyadede bulunmuştur: "Biriniz mescide girince, kabaları arasında bir şey hissedecek olsa, çıkanın sesini işitmedikçe sakın mescidden dışarı çıkmasın.'' Buhari, Vudü 4, 34, Büyü 5; Müslim, Hayz 98, (361); Ebu Dâvud, Tahâret 68, (176); Nesâi, Tahâret 116, (1, 99). Dikkat ederseniz, bu konuda birçok rivayet hadis, Kur’an ın hükmü doğrultusunda kısmen toplumu yönlendiriyor. Yani camide, mescitlerde namaz kılarken, çevreyi rahatsız etmediği durumda, abdestimizin bozulmayacağı açıklaması yapılıyor. Dikkat ederseniz toplum bu konuda, adeta belirli bir eğitimden geçiriliyor düşüncesi hasıl oldu bende. Hadislere dikkat ederseniz, toplum içinde kılınan namazlarda, yellenme konusunda daha dikkatli olmaları konusunda, adeta toplum uyarılıyor, eğitiyor. Ama yellenmenin, aslında abdesti bozmadığı anlatılmaya çalışılıyor. Lütfen rivayet hadisler üzerinde, dikkatle düşünelim. Her zaman olduğu gibi, şimdide yukarıdaki birçok rivayetin, tam tersi olan bir hadis nakletmek istiyorum sizlere. 3630 - Ali İbnu Talk (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Biriniz namazda yellenirse derhal namazdan çıksın, abdest alsın ve namazı iade etsin." Ne dersiniz dostlar, kafanız karıştı değil mi? Bizler imanımızı emin olmadığımız bilgiler ışığında düşünmeden yaşarsak, daha çokkkkk kafamız karışacaktır, bunu unutmayalım. Elbette toplu kıldığımız namazlarda, yellenme konusunda camide bulunanları, rahatsız edecek bir durum hâsıl olmuşsa, camiden dışarı çıkmak en doğrusu olacaktır. Allah bizlere namaz kılmamızı ve namazdan önce abdest almamızı emrettiyse, bu konuda bizlerin bilmesi gerekenleri açıklamış, izah etmiş olması gerekmez mi? Bilgilendirmediği, hüküm vermediği bir konudan, detaydan sizce Rahman, bizlerden hesap sorar mı? Allah ın herhangi bir konuda verdiği açık hükümlere, geleneklerimizin yaptığı ilaveler, dinde verilen ana hükmün şartlarından sayılır mı? Eğer evet sayılır diyorsak, lütfen bugün mezheplere, hatta tarikatlara bölünmüş ve birçok konuda dine yapılan, ama her birinin bir diğerinden çok farklı ilaveleri, nasıl açıklarız? Sanırım açıklayamadığımız için olsa gerek, birbirimize düşman olmuş, hatta bir birimizi öldürecek kadar da, nefret etmişiz. Verdiğim rivayet hadisleri okuduğunuzda, şöyle düşünebilirsiniz. Yaşlı bir kişi düşünün, kulağı az işitiyor, burnu az koku alıyor. Bu durumda, yellendiğinden şüphe eden bir kişi, ne ses duyabilir, nede kokuyu. Her yellenenden de, koku duyulacak da değildir zaten. Ne dersiniz, iyice kafanız karıştı değil mi? Kafaları karıştıran, aslında bizlerin doyumsuz nefsimizdir. Eğer nefsimizi aklın ve Kur’an ın kontrolünden çıkartırsak, bu sonuç kaçınılmaz olacaktır. Nefsimize hükmetmesini öğrenmediğimiz sürece, her zaman aynı şüphede yaşamaktan asla kurtulamayız. Yaradan bu kitabı, yemin olsun ki sizler için kolaylaştırdım diyor da, bizlere kolaylaştırılmış bir yol, yöntem gösteriyorsa, lütfen bu hak yolu, batılla zorlaştırmayalım. Yaradan sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyorsa, gelin Rabbimizin söylediklerinin ve bizler için çizdiği sınırların dışına çıkmayalım. Sınırları zorlayıp, kendimize eziyet etmeyelim. Allah açıkça hüküm verip, bizlerin bütün şan ve şerefimizin Kur’an da olduğunu söylüyor da, biz Kur’an da hiçbir eksik bırakmadık diyorsa, sizce bizleri ilgilendiren, bizlerin sorumlu olduğumuz her şey, Kur’an da yok dersek, Rabbimize ve kitabına saygısızlık yapmış olmaz mıyız? Yorum ve karar sizlerin. Hepimiz imtihandan geçiyoruz. İmtihan olduğumuz kitap ta yalnız Kur’an olduğunu söylüyorsa Yaradan, bizlere düşen imtihanımızı, elde Kur’an, aklımızla düşünerek yaşamak olmalıdır. Aklını kullanmayanı, PİSLİK İÇİNDE BIRAKIRIM diyen Rabbimize, lütfen kulak verelim. Yoksa pislikten, Allah ın lanetinden kurtulamayız. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Peygamberimizin Kur'an ı Açıklaması Sözünden Ne Anlamalıyız
Bir kardeşimiz, benim Kur’an ı anlamak için, emin olmadığımız bilgilerden yararlanmak yerine, yine Kur’an dan yardım almalıyız şeklindeki bir yazıma, aşağıdaki ayeti kendi okuduğu mealden yazmış ve rivayet hadisler olmasaydı, Kur’an ı bugün bizler anlayamazdık, düşüncesini savunmaya çalışmış. Ayeti önce, arkadaşımızın yazdığı şekliyle yazalım. "Biz sana zikri indirdik. Tâ ki kendileri için indirilen Kur'an'ı insanlara açıklayasın ve tâ ki onlar da iyice fikirlerini kullansınlar" (Nahl, 44) Şimdide aynı ayeti Diyanetin mealinden yazalım. Bakalım farklılık var mı? Diyanet İşl. Bşk. Meali Nahl 44: (O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik. Allah bu ayetin de, gönderdiği diğer peygamberlerle, doğruyu bulmaları için gönderdiği kitapları, açık ve anlaşılır belgelerle gönderdiğini söylüyor. Devamında ise peygamberimize indirilen Kur’an ı topluma anlatması, geçmiş kitaplarla arasındaki farkı izah etmesi, gerektiğinde açıklaması, tebliğ etmesi görevinin de olduğunu söylüyor. Böylece toplumun ayetler üzerinde düşünmeleri gerektiğini belirtiyor. Dikkat ederseniz arkadaşımızın yazdığı aynı ayet, Diyanetin mealiyle çok farklı anlamlara geliyor. Ne yazık ki Kur’an ayetleri ile işte böyle oynanıyor. Mehdi konusunda bir yazıma yine bir kardeşimiz, mehdi konusu Kur’an da geçmez, onun için mehdilik konusu İslam ın içine sonradan sokulmuş bir olgudur dediğimde, bakın bana nasıl bir cevap vermişti bana. (Değerli arkadaşım, öncelikle mehdi hadislerde geçer. Sadece Kur'an-ı Ker'im deki manalarla bir yere varılamaz.) Kur’an dışı düşüncelerle İslam ı yaşadığımızda, işin sonunu tahmin etmemiz asla mümkün olmayacaktır. Kur’an ı emin olmadığımız, böyle bilgilerle anlarsak, acaba doğru yapmış olur muyuz sizce? Hani Rabbimiz, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyordu? Ne oldu bu ayetin hükmü, yoksa bu ayete iman etmiyor muyuz? Gelelim konumuza. Ayette geçen, kendisine indirileni açıklaman sözünden ne anlamalıyız, burası çok önemli. Eğer ayetler anlaşılması zor, herkes tarafından anlaşılması mümkün değilse, bu durumda Kur’an ın birçok ayetinde geçen, biz ayetleri açık, seçik, anlaşılır bir şekilde indirdik ki öğüt alasınız, sözlerini görmezden gelmiş oluruz. Yaradan birçok kez, yemin olsun ki bu kitabı sizler için kolaylaştırdım diyorsa, nasıl olurda Rahmanın gönderdiği kitabın, anlaşılması zor olduğunu söyleriz. Bu durumda peygamberimizin topluma Kur’an ile ilgili yaptığı açıklamaların, izahların anlamı çok daha farklı olmalı değil mi sizce de? Peygamberlerin açıklamak, izah etmek ve ikna etmek gibi çok önemli görevleri vardır. Yoksa Allah ın indirdiği ayetler, verdiği örnekler anlaşılmıyor da, elçisi açıklıyor, anlaşılmasını sağlıyor, anlatıyor anlamında asla düşünemeyiz. Bunu düşünmek, Rahmana ve kitabına saygısızlıktır, ayrıca yüzlerce ayetine de ters düşer. Allah gönderdiği kitaplar arasında bazı hükümleri kaldırdığını, değiştirdiğini açıklar Kur’an da. Bakara 106; Biz bir ayeti siler, unutturur veya ertelersek ondan daha iyisini veya onun bir benzerini getiririz. Allah'ın her şeye gücü yeter olduğunu bilmedin mi? Yeni indirilen kitaplarda, bu farklılıkları gören toplumlar, eski inançlarının kaldırıldığını gördüklerinde, elçilere itiraz etmişler ve yeni hükümleri kabul etmek istememişlerdir. Peygamberlerin asıl görevi de bunları anlatmak, izah etmek ve toplumu ikna etmektir. Yoksa ayetler, çok açık ve anlaşılır bir şekilde indirilmiştir. Daha doğrusu açık ve anlaşılır olduğunu, bizzat Kur’an ın kendisi söylemektedir. Bakın bu konu ile ilgili bir ayeti daha, sizlere hatırlatmak istiyorum. Maide 101: Ey iman edenler, size açıklandığında sizi üzecek şeyleri sormayın; Kur'an indirildiği zaman sorarsanız, size açıklanır. Allah onu affetti. Allah bağışlayandır, (kullara) yumuşak olandır. Gerçektende peygamberimizin görevi çok zordu. Çünkü o günkü toplumun bir kısmı Yahudi, bir kısmı ise Hıristiyan dı. Kur’an ayetleri indirilmeye başlandığında, daha önce yine ehli kitaba indirilen bazı hükümlerin değiştirildiğini gördüler ve peygamberimize itirazda bulundular, kabul etmek istemediler. İşte bu ayet, bu itiraza cevap niteliğindedir. Ayetler indirilmeye başlandığında, hoşlarına gitmeyen, yani daha önce inandıkları konuların değiştirildiğini gördüklerinde, itiraz etmemeleri gerektiğini belirtiyor. Bu konuda açıklama yapıyor ve diyor ki, bazı ayetlere itirazınız varsa, ayetler indirilmeye başlandığında, yani ayetin tebliği anında sorularınızı elçime sorun, bunun nedeni sizlere açıklanır. Daha sonraki toplumlar, bu konuda tartışmaya girmesin, itiraz etmesin. Çünkü Allah, daha önceki hükümleri kaldırdı, sizler için en doğrusu olan, en güzelini indirdi diyor Rabbimiz. Peygamberlerin ayetleri anlatması, izah etmesi ve toplumu ikna etmesi konusunu, bu şekilde anlamalıyız. Yoksa HÂŞÂ Rabbimiz bizlerden istediklerini bizzat kendisi anlatamadı da, elçisi tercüme etti ya da bizlere izah etti demek, Rabbimize ve Kur’an a büyük saygısızlıktır. Allah kullarının anlayamayacağı şekilde ayetleri neden göndersin. Allah sizce herkesin anlayamayacağı bir rehber gönderip, daha sonra bu kitaptan herkesi sorumlu tutar mı? Böyle bir adaleti beşere bile layık görmüyorsak, lütfen Rabbimize isnat etmeyelim. Bizler ne yazık ki hurafe itikatlarımıza, Kur’an dan delil aramak için, Kur’an ın bir kelimesinden yola çıkarak, diğer ayetleri görmezden gelerek, onlarca hatta yüzlerce ayetine, taban tabana zıt anlamlar yükleyerek, büyük yanlışlar yapıyoruz. Bakın Allah Kur’an için ne diyor? Kamer 22: Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Yaradan bu ayeti, birçok kez tekrar ederek, Kur’an ı kolaylaştırdığını, kolay anlaşılan bir rehber indirdiğini söylüyor. Ayetin sonunda ise, fakat düşünen mi var diyerek, düşündüğümüzde, aklımızı kullandığımızda ayetleri anlayabileceğimizi söylüyor. Enam suresi 104. ayetinde, bakın ne diyor. Enam 104: Rabbinizden size gerçekleri gösteren deliller geldi. Artık kim gözünü açar hakkı idrak ederse kendi yararına, kim de (hakkın karşısında) körlük ederse kendi zararınadır. Ben başınızda bekçi değilim. Lütfen bu ayeti dikkatle düşünelim. Bu ayette peygamberimizin bizlere ne söylemesini istiyor bakın Rabbimiz. Allah dan bizlere gerçekleri gösteren, gönül gözlerinin, nurunun, Furkan ın indirildiğini söylüyor. Sizce bir kitap, rehber Allah katından geliyorsa, bu rehberin anlaşılması için, bir başka kaynağa, herhangi bir beşerin açıklamalarına, izahına ihtiyacı olabilir mi? Adı üstünde FURKAN, eğriyi doğrudan ayıran. Ayetin devamında söyledikleri çok düşündürücüdür. Kim gözünü açarda, Allah katından gelen bu nura sarılırsa, kendi yararına diyor. Kim körlük ederse de kendi zararına diyerek, aslında çok önemli bir ikaz yapıyor Rabbimiz. Demek ki körlük etmeyen, ayetleri anlayabiliyormuş. Sizce körlük nasıl yapılır? Bugün bizler ne yazık ki bu körlüğü yapıyoruz. Ayetlerin üstünü örterek, görmezden gelerek neler söylüyoruz Kur’an için hatırlayalım. —Kur’an da her bilgi yoktur, özet bilgiler vardır. —Kur’an ı herkes anlayamaz, ilim sahibi kişiler anlar. —İslam ı doğru yaşamak için, fıkıh kitaplarından istifade etmeliyiz. Bu sözlere inanan hiç kimse, İslam ı yaşamak için, ilk önce Kur’an a müracaat etmez. Yani Kur’an ın ipine sarılmaz. Çünkü yanlış anlamaktan korkar. Birde her bilgi yoksa, neden baksın ki Kur’an a. Her bilginin olduğunu söyledikleri, daha anlaşılır fıkıh kitaplarına bakmak, bu durumda daha kolay olmaz mı? İşte bizler ne yazık ki bu düşünceye inandırıldığımız içinde, körlük ediyor Kur’an yerine, doğruluğundan emin olmadığımız bilgilerin ardı sıra gidiyoruz. Her mezhep kendi doğrularına sarılmış yaşayıp gidiyoruz. İşte toplum Kur’an dan, böyle uzaklaştırılıyor. Enam suresi 104. ayetin en sonunda, peygamberimizin bizlere söylediği söz, aslında sorumuza cevap veriyor ve bakın ne diyor. —Ben başınızda bekçi değilim. Düşünene, ibret alana bu cümle çok şeyler anlatıyor. Lütfen üzerinde dikkatle düşünelim. Bakın Rabbimiz Kur’an ı ne için indirmiş. Nahl 89: (Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. Rabbimiz peygamberimizi, bizler için mahşer günü şahit olarak getireceğini söylüyor. Peki şahitliği, sizce hangi konuda olacak? Elbette Kur’an ın şahitliğini yapacak. Tebliğ ettiği ayetler üzerinde olacak. Ya Kur’an ın hiç bahsetmediği, tek kelime bile söz etmediği konuları, bunlarda Allah katındandır diyerek topluma sunulan konular hakkında, o gün ne söyleyecek dersiniz peygamberimiz, bunu düşünen var mı? Ayetin devamında Allah elçisine, bakın Kur’an ı neden indirdiğini söylüyor. (Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.) Her şeyin açıklandığı, doğruyu gösteren bir rehber, Allah katından inen bir rahmet, Müslümanlara müjde olan bir kitap, sizce anlaşılması zor ve her bilginin detaylı açıklanmadığı, anlaşılması için bir beşere muhtaç olabilir mi? Allah bizlerin Kur’an ı doğru anlayabilmesi ve rehberliğinden istifade etmesi için, acaba rivayetlere bizleri muhtaç ederde, daha sonra bu kitaptan bizleri sorumlu tutar mı? Emin olmadığın bilgilerin ardına düşmeyin diye, bizleri uyaran Allah ın ayetlerini, lütfen Kur’an ın rehberliğinde anlamaya çalışalım. Allah sanıya, yani emin olmayan bilgilerle imanını yaşayanlara bakın ne diyor. Enam 116: Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan, seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar. Değerli din kardeşlerim, bizler Kur’an ı sanı ya da rivayetlerle anlamaya, yaşamaya kalkarsak, büyük hata yaparız. Çünkü Kur’an kendisini anlatan, ayetlerini nice örneklerle açıklayan eşsiz bir nurdur. Allah Kur’an a, FURKAN ismini vermiştir. Furkan eğriyi doğrudan ayıran demektir. Eğriyi doğrudan ayıran bir kitap, nasıl olurda kendisini anlatamaz, açıklayamaz. Bunu nasıl düşünür ve inanırız. Peygamberimiz sağlığında Kur’an dan başka hiçbir kitabı yazdırmamıştır. Eğer Kur’an ı okuyanlar anlayamamış olsaydı, onun yanında bunun açıklamasını da yapar ve yazdırırdı. Daha açıkçası, Kur’an ı anlayacağımız şekliyle yazdırırdı. Yaradan açıklanmaya muhtaç bir rehber gönderip, daha sonrada kullarını bu kitaptan sorumlu tutar mı? Bunu da mı düşünemiyoruz. Bugün günümüze kadar gelen hadisler, hiçbir zaman peygamberimiz tarafından yazdırılmamış, hatta hadis naklinde yapılan yanlışları gördüğünden, hadis naklini yasaklamıştır. Lütfen hadisleri araştırınız, hepsi ikinci ya da üçüncü şahıslardan, nakil yoluyla ulaşmıştır. Aynı konuda bile mezheplerin ellerinde, bir birine tamamen zıt hadis vardır. Dört halife devrinin sona ermesiyle toplanan hadisler, o gün sayılarının 500 civarında olduğu söylenir. Lütfen Allah aşkına düşünelim, bugün milyonları aşan hadislerle Kur’an ı anlamaya çalışırsak, sizce halimiz nice olur Rahman katında? Hadislerin gün geçtikçe çoğalmasını, neden sorgulamıyoruz? Nereden çıkıyor bunca hadis diyen neden yok? Yorum ve karar sizlerin. Çok güzel bir söz vardır, sizlerle paylaşmak istiyorum. (Kur'an, her yönüyle bir haritadır. Kendimizi o haritanın bir yerinde bulamazsak, hakikatin parçası da olamayız...) Kur’an ın bir yerinde olmak istiyorsak, ondan nasiplenip kurtuluşa ermek istiyorsak, lütfen Kur’an ı anlamak için, yine Kur’an dan yardım alalım. Kur’an bizlere kendisini anlatacak, nuruyla nurlandıracak ve bizleri en doğruya ulaştıracaktır. Allah boşuna, Kur’an ın ipine sarılın demiyor. Dilerim Rabbimden, Kur’an ın ipine sıkı sıkı sarılan, onu anlayabilmek için çırpınan, çaba harcayan, kendi imtihanını başkasına bırakmadan, düşünerek iman eden, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Rivayetler Kur'an ın Önüne Geçerse
Bizler Kur’an ı anlamaya çalışırken, yararlandığımız yöntem yanlış ise, edindiğimiz bilgiler Kur’an ın önüne geçerek, bizleri yanıltacaktır. Bu konuda sizlere, bazı örnekler vermek istiyorum. Kur’an eşcinselliği yasaklamış ve bu konuda önlemler alınması için, tedbirler de almıştır. Önce Kur’an dan bu konuda ki ayeti hatırlayalım. Nisa 16: İçinizden iki erkek fuhuş/livata yaparsa onlara eziyet ediniz; eğer tövbe edip uslanırlarsa, artık onlara eziyetten vazgeçiniz. Çünkü Allah, tövbeleri kabul edendir, merhamet sahibidir. Sanırım ayet çok açık, izaha bile gerek yok. Şimdide rivayetlere bakalım, bu konuda neler söylüyor. Bu suçu işleyene, nasıl bir ceza verilir diyor. (1586 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Kimin Lüt kavminin sapık işini yaptığını görürseniz, fâili de mef'ülü de öldürün." Tirmizî, Hudud 24, (1456); Ebü Dâvud, Hudud 29, (4462, 4463). Tirmizî, Ebü Hüreyre'nin de böyle bir rivayette bulunduğunu belirtir. Ebü Dâvud'da İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)'tarı yapılan bir rivâyette: "Livata yaparken yakalanan bekâr (yani muhsan olmayan kişi) de recmedilir" denmiştir.) Ebû Dâvud, Hudud 30, (4464); Tirmizî, Hudud 23, (1454). Ne dersiniz, peygamberimiz apaçık Allah ın ayeti dururken, zina yapan kişilerin öldürülmesine emir verir mi? Düşünmeden Kur’an ile karşılaştırmadan bu sözlere iman edersek, şunu unutmayalım, peygamberimize iftira atmış oluruz. Rivayetlerin Kur’an ın önüne geçtiğine, bir örnek daha vermek istiyorum. Allah kimlerle evlenilemeyeceği konusunda detaylı bir liste vermiştir bizlere. Ayeti hatırlayalım. Nisa 23: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla (nikâhlanıp da) henüz birleşmemişseniz kızlarını almanızda size bir mahzur yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. Ayette dikkatimizi çeken ve konumuzla ilgisi olan bölümü, SÜT BACILARINIZ yani, farklı anneden süt emmiş, normalde kan bağı olmadığı halde, aynı anneden süt emerek büyüyen, sütkardeşlerinizle evlenemeyeceğimiz açıklanıyor. Sütkardeşlerinizle evlenemeyeceğimizi söyleyen Yaradan, bu konuda fazla detay özellikle vermemiştir. Sanırım detay vermemesinin nedeni, bizleri çok daha sıkıntılı bir konuma düşürmeyip, sorumluluk altına sokmamak için olsa gerek. Çünkü Rabbimiz ne diyordu, yemin olsun ki bu kitabı, bu dini sizler için kolaylaştırdım, gereken her bilgiyi verdim. Örneğin farklı anneden yanlışlıkla, birkaç yudum emen bir çocuğun, bilmeden sorumluluk altına girebileceği bir durumla karşı karşıya gelebilirdi. Allah aynı anneden emen ve aynı sütle beslenerek büyüyen çocukların, birbiriyle ve emzirenle evlenmemesi gerektiğini söylüyorsa, demek ki sütten geçen bünyenin gelişimini etkileyen, çok önemli bir durum var demektir. Bizlerin Kur’an ı anlamaya çalışırken unutmamamız gereken, İslam dininin akıl ve ilim dini olduğudur. Yaradan bir emir veriyorsa, onun ilimle ve akılla çelişmesi mümkün değildir. Birkaç damla emilen sütten, hiçbir şey olmayacağını, bünyeyi kalıcı etkilemeyeceğini, uzun zaman emerek gelişimini, bu şekilde tamamlamasının gerektiği, ilmi ve akli bir düşüncedir. Ayette detay göremeyen geçmiş Müslüman toplumları, bu konuda çok farklı inançlara sahip olmuşlardır. Bu konuda küçük bir alıntı yapmak istiyorum. (İki buçuk yaşından küçük iki çocuk aynı kadından süt emince, sütkardeşi olurlar. Birbirleri ile evlenemezler. Hanefî ve Malikî mezheplerinde, bir kadından bir damla bile süt emen erkek ve kız, sütkardeşi olur. Kadın bunların sütanneleri olur. Şafiî ve Hanbelî'de ise ayrı ayrı beş defa içmedikçe sütkardeşi olmazlar. Hanbelî'de her yaşta içen sütkardeş olur. Diğer üç mezhep imamı iki buçuk yaşından yukarı iken içince, sütkardeş olmazlar der.) Bu konuyu Kur’an bütünlüğünde düşündüğümüzde, Allah bebeklerimizi 2 yaşına kadar emzirmemizi önerir. Buradan da anlaşılıyor ki, anne sütü bebeklere iki yaşına kadar gerekli. Tıbbın ilerlemesi ile bu konuya çok daha güzel bir cevap alacağımızı düşünüyorum. Acaba anne sütünden çocuğa, ne kadar emzirmenin sonucunda, annenin genlerindeki özellikler geçer? Yaradan bu konuda bir detay vermediyse, bu konuyu araştırmak ve bulmak bizlere düşer. Toplumlar mezheplere bölününce, inançlar ve itikatlarda bu kadar çeşitlilik arz ediyor. Bu çeşitliliği körükleyen, elbette rivayet hadisler çok etkili. Bakın size bir örnek. 5639 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Kur'ân olarak inenler meyanında "Ma'lüm on emme ile haram sabit olur" âyeti de vardı. Sonra (Rab Teâla) onları, malum beş emme ile neshetti. Bu (beş emme) ayetleri, Kur'ân'ın okunan ayetleri arasında iken Aleyhissalâtu vesselâm vefat etti." Müslim, Radâ' 24, (1452); Muvatta, Radâ' 17, (2, 608); Ebu Dâvud, Nîkâh 11, (2062); Tirmizi, Radâ' 3, (1150); Nesâî, Nikâh 51, (6,100). Yine Kur’an ayetlerinin önüne geçen bir rivayet. Bu konu ile ilgili çocuğun on kez emme ile sütkardeşlerinin, evlenmesi haram oluşturduğuna dair, önce bir ayetin indirildiği söyleniyor. Daha sonra Rabbimiz HÂŞÂ fikrini değiştirip, bunu beş emme ye indirip, diğer ayetin hükmünü kaldırdığı belirtiliyor. Çok daha korkuncu, beş emme Kur’an da olmasına rağmen, o sıralarda peygamberimiz vefat etti diyerek, bu ayetin şu anda Kur’an a geçmediğini söyleyebiliyor ve bizlerde bu hadisi kitaplarımıza geçirebiliyoruz. Bu sözlere göre, Kur’an şuanda eksik diyoruz, farkında mısınız? Hiç sanmıyorum, çünkü inancımızı Kur’an a göre değil, rivayetlere göre yaşıyoruz da ondan. Ne diyebilirim ki, bizler İslam ı işte böyle yaşıyoruz. Elbette Kur’an dan uzak İslam ı yaşamanın da cezasını çekiyoruz. Daha ne musibetlerle cezalandırılacağız kim bilir. Allah yardımcımız olsun. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Allah ilmini ne zaman geri alır
Kur’an öyle bir nurlu ışık ki, ondan istifade etmek isteyenin, önce gönül gözüne, Kur’an ın gözlüğünü takması gerekir. Eğer gönül gözüne Kur’an ın gözlüğünü takmayıp, hakka batıl karıştırmışsa, onun nurundan istifade etmesi, gerçekleri görmesi de, asla mümkün olmayacaktır. Allah ilmini ancak, bu ilmin değerini bilmeyenlerden, ondan istifade etmek yerine, edindikleri velilerin kitaplarını rehber almaya kalkanlardan ilmini geri alır. Bakın Allah, Kur’an için ne söylüyor. Enam 104: Gerçekten Rabbinizden size birçok deliller geldi, artık kim gözünü açarda, onları görürse kendi lehine, kim de körlük ederse, kendi aleyhinedir. Ve o durumda ben sizin bekçiniz değilim. Muhammed 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Yaradan doğru yolu bulabilmemiz adına, bizlere birçok delili Kur’an ile gönderdiğini söylüyor. Lütfen dikkat ediniz, yalnız Kur’an. Kim gözünü açarda Rabbin sözlerini dinlerse, kendi lehine, kimde Rahmanın sözleri yerine, beşerin sözlerine kulak verirse, kendi aleyhinedir diyor. Devamındaki ayette de, bizlere çok dikkat çekici bir ipucu veriyor Yaradan. Kur’an ayetleri üzerinde dikkatle ve itinayla düşünmemizi istiyor. Devamında ise çok daha düşündürücü bir söz söylüyor. Ayetler üzerinde düşünüp de, anlayamadığını söyleyenleriniz varsa, onların mutlaka kalpleri üzerinde kilitleri vardır diyor. Bu uyarıdan ders alana ne mutlu. Allah Kur’an ın ipine sarılarak, ayetler üzerinde düşünerek, asla Kur’an ın sınırlarını zorlamadan, orta yolu izleyen bir toplum olmamızı ister. Yine bakara suresi 42. ayetinde de bizleri bakın nasıl uyarır. (BİLEREK HAKKI BATIL İLE KARIŞTIRMAYIN, HAKKI GİZLEMEYİN.) Peki, bu sözden bizler ne anlamalıyız? Allah ın emrettiği Kur’an dışından, dine asla ilaveler yapmadan, inancımızı Kur’an ın özünde yaşanması gerektiğini söylüyor Rabbimiz. Fakat bizler ne yazık ki, Kur’an dışından öyle ilaveler yaptık ki dine, şimdi de neyin doğru neyin yanlış olduğunun ayrımını yapamıyoruz. Hurafeler öyle içimize girmiş ki, bunlar dinden değildir diyenleri, dinsiz ilan eder olmuşuz. İslam dininin tek kaynağı ve sorumlu olduğumuz yalnız Kur’an dır. Bunu söyleyen Yaradandır, Kur’an dır bu gerçeği göz ardı etmeyelim. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, Kur’an ın ipine sarılın diyorsa ayetinde, sizce İslam dininde, sorumlu olduğumuz başka kaynak olabilir mi? Peygamberimizin sünnetini yani Kur’an ı yaşamına geçirme şeklini, günümüzde sanki Allah ın hükümlerine ilave gibi gösterenler, şunu sakın unutmasınlar, Allah hükmüne hiç kimseyi ortak etmez diyorsa ayetinde, lütfen Rabbimize kulak verelim. Peygamberimizin sünnetti farklı, Allah ın sünneti farklı gösterenler, dini bölen ve parçalayanlardır. Peygamberimizin sünneti, yaşamı Allah ın sünnetinin hayata geçiriliş şeklidir. Bunları farklıymış gibi gösterenler yüzünden, bu din bölündü, parçalandı. Rivayetler ve sanı dinde hüküm koyucu asla olamaz, bunu unutmayalım. Elbette tamamen yokta saymak doğru olmaz. Her bilgi dikkatle araştırılmalı ve mutlaka Kur’an dan onay alınmalı ve öyle yararlanılmalıdır. Eğer Kur’an din ve iman adına bizlere yeterli olmasaydı, peygamberimiz sağlığında, tıpkı Kur’an gibi bu bilgileri de yazdırıp, bizlere sağlıklı ulaşmasını sağlar, Rabbimizde bu bilgileri koruması altına alırdı. Allah o günkü topluma, size indirdiğimiz Kur’an yetmiyor mu, bu Kur’an dan sonra hangi söze inanacaksınız diyorsa, bugün bizler bu ayetleri görmezden gelmemiz, bizleri Kur’an dan uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Peygamberimiz sağlığında, hiçbir hadis yazdırmamış, hatta yazımını yasaklamıştır. Önce yasaklamış, daha sonra izin vermiştir diyenler, dört halife devrinde, hadis naklinin yasaklandığı konusunda verilen çabaları iyi araştırmalıdırlar. Dikkat ederseniz hadislerin hitap şeklinde, genel olarak, peygamberimizin ümmetine hitabı yoktur. Hepsi ikinci, üçüncü şahıslar tarafından duyduklarını, nakil yoluyla günümüze ulaştırmışlardır. Bu çok riskli bir nakil şeklidir. Dört halife devrini araştırdığımızda, bu yasağın devam ettiğini görmekteyiz. Ne zamanki kendi aralarında halife seçilemedi ve İslam mezheplere bölündü, işte bundan sonra her mezhep, kendince doğru rivayet hadisleri toplamaya ve bu yönde imanlarını yaşamaya başladı. SİZCE BU YOLU ALLAH VE RESULÜ BİZLERE ÖNERİR Mİ? Çok daha ilginci, hadislerin ilk toplanmaya başlandığı dönemde, toplanan hadis sayısının, 500 kadar olduğu rivayet edilir. Günümüzde ise milyonları geçmesi ve daha da ilginci, sayının gün geçtikçe artması, İslam ı bu bilgilerle yaşamanın, ne derece büyük tehlikelerle dolu olduğunu göstermeye sanırım yetecektir. Lütfen unutmayalım, Allah yalnız Kur’an ı koruması altına aldığını söylüyor. Birileri çıkıp ta, hayır yalnız Kur’an ı değil, peygamberimizin rivayet hadislerini de Allah koruması altına almıştır diyorsa, lütfen bu ve buna benzer sözlere inanarak, Allah ın ilminden uzaklaşmayalım. Peygamberimizin yaşamı, hayata bakışı, bizler için örnektir. Bu örneği verende Kur’an dır. Bu konuları doğru araştırmalı ve peygamberimizin hayata bakışını iyi öğrenmeliyiz. Allah elçisine verdiği görev, yetki ve sorumluluk çok açık bir şekilde anlatılmıştır Kur’an da. Bunu doğru anlamalıyız. Hiç kimse bu yetki ve sorumluluğa ilaveler yapamaz. Yapmaya çalışırsa dinden uzaklaşır. Yüce Rabbimiz ilmini, nasıl bu toplumdan geri alacağını, peygamberimizin Kur’an ın özünü, amacını anlatan aşağıdaki rivayet hadisinden, ibretle okuyalım. Okuyalım ki, içinde bulunduğumuz korkunç yanlışın farkında olalım. Doğru ve faydalı bilgiden kim faydalanmaz? Yeter ki Kur’an dan onay alsın. İşte peygamberimizin sünnetinden, o güzel sözlerinden, böyle faydalanmalıyız. 4108 - İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Allah ilmi (verdikten sonra), insanların (kalbinden) zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ülemayı kabzetmek suretiyle alır. Ülema kabzedilir, öyle ki, tek bir âlim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın (kendi reyleriyle) fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını dalâlete atarlar." Buhari, İlim 34, İ'tisam 7; Müslim, ilm 13, (2573); Tirmizi, ilm 5, (2654). O kadar güzel bir örnek ki, tamda günümüz olaylarını, içinde bulunduğumuz açmazı ve yaptığımız yanlışları tarif ediyor. Günümüzde, âlim- ilim sahibi dediğimiz kişiler, bu örneğe ne kadar çok uyuyor. Bu kişilerin, topluma karşı din ve iman adına konuşmalarına, sohbetlerine baktığımızda, Allah ın hiç bahsetmediği, hüküm vermediği o kadar çok konuları, bunlarda Allah katındandır, sorumluyuz dediklerini görüyoruz. Televizyonlarda boy gösteren ve halkın sorularına cevap veren kişilerin söylemlerine bakıp, Kur’an ile karşılaştırdığımızda, ne yazık ki bu toplumun âlim, ulema dediği kişilerden Rabbimizin Kur’an ilmini, geri aldığını açıkça görüyoruz. Hâlbuki Rabbimiz açıklamadığı, hüküm vermediği konularda konuşmamızı, nasıl HARAM kıldığını, bakın ayetinde nasıl açıklıyor. Araf 33; De ki: "Rabbim, ancak şunları HARAM kıldı: "İğrençlikleri-görünenini, gizli olanını-günahı, haksız yere saldırmayı, hakkında hiçbir kanıt indirmediği şeyi Allah'a ortak koşmayı, bir de Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemeyi." Allah ayetinde çok açık bir hüküm veriyor ve diyor ki, hakkında hiçbir kanıt indirmediği konuları, Allah a nispet etmeyi ve Allah hakkında yani onun katından açıklama yapmadığı, detay vermediği konuları da söyleyip, konuşmamızı HARAM KILDIĞINI SÖYLÜYOR. Değerli din kardeşlerim, lütfen Rabbin bu hükmü üzerinde bir an düşünelim. Allah Kur’an da açıklamadığı, detay vermediği halde, bunlarda Allah katındandır diyerek, televizyonlarda âlim, din bilgini sıfatıyla konuşanların anlattıkları, sizce HARAMI tıka basa yemek değil midir? İşte Allah ilmini, böyle geri alır toplumdan. İlimden bahseden ilimsizlerin ardına düşersek, Kur’an da her şey yazmaz diyerek, Allah ın hiç bahsetmediklerine, bunlarda Allah katındandır diye inanırsak, BU TOPLUMDA NE İLİM KALIR, NEDE ÂLİM. Toplum olarak Kur’an ı anlamaya çaba harcamamız gerekirken, emin olmadığımız bilgilerin ardına düştük, Kur’an ı rivayetlerle anlamaya çalışıyoruz. Bu yanlışı yapanları uyarıp, bu bilgileri gelin Kur’an a soralım, ondan onay alalım dediğimiz de ise, sen bilmem kim âlimden, ulemadan, şeyh efendiden daha iyimi bileceksin sözleriyle, emin olduğumuz Kur’an ın tarafında olmamız gerekirken, emin olmadığımız bilgilerin, kişilerin savunuculuğunu yapıyoruz. Allah bizleri affetsin. Bizler eğer inancımızı Kur’an merkezli, Kur’an onaylı yaşamayıp, sanı ve emin olmadığımız rivayetler üzerine yaşarsak, âlim, ulema zannettiklerimizin, bataklığında boğulup gideriz. Her bilgiden elbette yararlanmalıyız, ama bir şartla. Kur’an onay veriyorsa, onun iznini alıyorsak. Yaptığımız ibadetlerimizin, Rahmana yaptığımız dualarımızın kabul edilmesini, karşılık bulmasını istiyorsak, Kur’an dan başka rehber edinmeden, onun ipine sarılmalıyız. Din ve iman adına takip edilecek ilim yalnız Kur’an dır. Aramızda bölünerek, eğer din adına farklı şeyler söylüyorsak, ilimden uzaklaşmışız demektir. Bakın Yaradan bu konuda nasıl uyarıyor bizleri. Allah açıkça bilgiye yani ilme dayalı, ayrıntılı açıkladığımız bir kitap indirdik diyor ayetinde. Araf 52: Gerçekten, onlara inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, bilgiye dayalı ayrıntılı açıklamalarda bulunduğumuz bir kitabı ulaştırmıştık. Peki, bizler bu kadar açık ayetler dururken, nasıl bir saygısızlık yapıyoruz Allah ın ilmine? Kur’an ı herkes anlayamaz, Kur’an da her konu detaylı açıklanmamıştır diyoruz. İşte böylece bizler, bunlara inandığımız için, kendi ellerimizle Allah ın ilminden uzaklaşıyoruz. İlimsiz, rehbersiz bir toplum oluyoruz. Allah dayanılacak, yardım istenecek veliniz yalnız benim diyorsa, yardımı, şefaati yalnız Allah dan dilemeliyiz. Bütün şan ve şerefimizin Kur’an da olduğunu söylüyorsa Yaradan, sizce o kitapta her bilgi, detaylı ve açık anlatılmayıp, anlaşılması zor olabilir mi? Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Gönül gözleri açık olup, tüm gerçekleri görenlere ne mutlu. Dilerim, Allah ın gerçek ilmi ile gönlünü aydınlatan, Rabbin halis kullarından oluruz. Yine dilerim, imanını hurafe ve sanı ile değil, eğriyi doğrudan ayıran, Allah ın nuru FURKAN ile yaşayan, kulları arasında oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Kur'an ı Bolca Okumalıyız, Ama nasıl Okumalıyız
Allah Kur’an ı, sizlere rehber olsun diye indirdim der bizlere. Madem rehberimiz Kur’an, onun tüm ayetlerine koşulsuz iman etmeliyiz. Öyleyse ayetlerin emredildiği şekliyle, değiştirmeden, bazı ayetleri görmezden gelmeden, gerçek manasıyla hayatımıza geçirmeliyiz ki, Allah ın nurundan, rehberliğinden gerektiği ölçüde istifade edebilelim. Allah bizlere, rehber olsun diye indirdiği Kur’an ı, yalnız sizler için rehberdir diyerek, serbest bırakmamıştır bizleri. Çok açık ve net bir hüküm veriyor Zühruf suresi 44. ayetinde ve bakın ne diyor? ( BU KİTAPTAN SORUMLU TUTULACAKSINIZ.) Madem Kur’an dan sorumlu tutulacağız, hesaba çekileceğiz, o zaman sorumlu olduğumuz, Kur’an ı anlamaya çalışırken izlememiz gereken yol, yöntem nedir, onu önce doğru anlamalıyız. Kur’an a baktığımızda, bizlerin anlamadığı bir dilden yazıldığını görürüz. Bu durumda ne yapmalıyız? Çünkü Yaradan büyük bir sorumluluk yüklemiş bizlere ve demiş ki, bu kitaptan hesaba çekeceğim sizleri. Şöyle düşünelim, acaba sorumlu olduğumuz, imtihana çekileceğimiz Kur’an ı anlayabilmemiz için, Arapça bilmeyen tüm toplumların, Arapça mı öğrenmesi gerekir? Allah böyle bir zorlukla, bizleri karşı karşıya bırakır da, birde ondan sorumlu tutar mı? Önce bu soruya, doğru cevap bulmalıyız. Bazı kesimin söylediği gibi, Kur’an başka dillere, tam olarak çevrilemez mi? Bu düşünce Kur’an dan, asla onay almaz. Çünkü Allah, yemin olsun ki sizler için, bu kitabı kolaylaştırdım diyorsa birçok kez ayetlerinde, başka dile tam olarak çevrilmeyen bir rehber gönderip, daha sonrada tüm kullarını sorumlu asla tutmaz. Bu düşünce, Allah ın adaletine büyük saygısızlıktır. Lütfen bunu unutmayalım. Peki, Allah Kur’an ı neden Arapça indirmiş? Gelin şimdi onu anlayalım ki, bizlere yol göstersin. Fussilet 44: Eğer biz bu Kur'ân'ı yabancı bir dilde indirseydik, onlar kesinlikle, “Ayetlerinin açıklanması gerekmez miydi? Bir Arap'a yabancı bir dille söylenir mi?” diyeceklerdi. De ki: “O, inananlar için bir yol gösterici ve gönüllerine şifadır. Kâfirlerin kulaklarında ağırlık vardır ve Kur'ân onlara kapalıdır; sanki onlara uzak bir yerden sesleniliyor.” Rabbimiz ne kadar güzel açıklamış değil mi dostlar, Kur’an ın neden Arapça indirildiğini. Eğer yabancı bir dilde indirseydik, itiraz ederdiniz ve bizim anlamadığımız dilden indirilir mi Kur’an derdiniz diyor. İşte aynı soruyu bugün bizler, Kur’an başka dile tam olarak çevrilmez, diyenlere sormalıyız ve demeliyiz ki; ALLAH ARAPÇADAN BAŞKA DİLE, TAM OLARAK ÇEVRİLMEYEN BİR REHBER GÖNDERİP, DAHA SONRA TÜM ALEMİ KUR’AN DAN MI SORUMLU TUTACAK? Ne dersiniz, Rabbimiz başka dile tam çevrilmeyen bir rehber gönderip, daha sonra tüm kullarını sorumlu tutar mı? Elbette mümkün değil. Allah ın adaletini bu denli basitleştirenler, elbette bunun hesabını mahşer günü vereceklerdir. Lütfen Fussilet 44. ayeti tekrar okuyalım ve Rabbimiz neden Kur’an ı Arapça indirmiş, onu önce çok iyi anlayalım. Eğer ayetlerin manalarını, anlatmak istediklerini doğru anlayamazsak, ondan gereği gibi istifade etmemizde mümkün olmayacaktır. Yaradan yukarıdaki ayetle, Kur’an ile ilk muhatap olan toplumların elinden, öne sürebilecekleri bahanelerini alıyor ve o toplumun anladıkları dilden, apaçık indiriyor Kur’an ı. Peki ya diğer toplumların durumu ne olacak? BU DURUMDA ARAP OLMAYAN, TÜM YARATTIĞI KULLARINA, BAHANE YARATABİLECEK BİR DURUMLA KARŞI KARŞIYA BIRAKIRDA, BAŞKA DİLLERE TAM OLARAK ÇEVRİLMESİ MÜMKÜN OLMAYAN, BİR REHBER KİTAP İNDİRİP, DAHA SONRADA BU KİTAPTAN HESAP SORAR MI SİZCE RABBİMİZ? Elbette böyle bir düşünce, Allah a ve Kur’an a saygısızlıktır. Peki, bu düşüncelere nereden kapılıyoruz? Kur’an ı rehber almayıp, sanı ve rivayetler ile Kur’an ı anlamaya çalışırsak, böyle bir sonuç çıkması kaçınılmaz olacaktır. Günümüzde bizlere öğretilen bir yanlışta, sen anlamını bilmesen de Kur’an ı oku, Allah sevap yazar mantığıdır. Önce sevabın ne olduğunu, doğru anlamalıyız. Sevap, Allah ın istediği, hoşnut olduğu bir değeri üretmekle kazanılır, önce bunun bilincine varmalıyız. Bu değeri üretmeninde yolunu, Kur’an öğretir bizlere. Eğer bizler Kur’an ı anlamadan okuyorsak, nasıl olurda bir değer üretmenin yolunu öğrenmeden, güzel bir başarıyı ortaya çıkarmadan, sevap kazanacağımızı söyleriz ve buna inanırız? Bakın Rabbimiz bizleri ne için yaratmış. Mülk 2:"O hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O üstündür, bağışlayandır" Elbette Arapçasından okumamızda, hiçbir sakınca yok. Ama önce Kur’an ın indiriliş amacını yerine getirmek için bilerek, anlayarak, düşünerek okumalıyız ki, onun rehberliğinden gereği gibi istifade ederek, sevap kazanabilelim. Ben iyilik yapacağım, ben zekât vereceğim, ben namaz kılacağım, ben doğru ve güzel işler yapan bir insan olacağım demekle mi sevap kazanırız, yoksa bu güzellikleri hayatımıza geçirmekle mi sevap kazanırız? Okulda imtihan yapan öğretmene, hocam ben kitabı çok okudum, dememiz mi bizlere yüksek not aldırır, yoksa imtihana girip, dersimizi çalıştığımızı hocamıza kanıtladığımızda mı geçerli not alırız? Lütfen bizleri Allah ile aldatanların oyununa, artık gelmeyelim. Kur’an gerçeklerinden bizleri uzaklaştırıp, kendi nefislerinin esaretine alanların oyunlarını, FURKAN ile bozalım. Kur’an ile aramıza ördüğümüz, beşeri duvarları yıkalım ki, Rabbin istediği gerçek kullar olabilelim. Tüm İslam âlemi, Kur’an ı anlamasa da bolca okuyor, hatta bir makam ilave ederek, kulağa hoş gelen güzel okuma yarışmaları da yapıyor. Ama Allah ın istediği ölçüde, amaçta okumadığımız için, sonuca ulaşamıyoruz, okuduğumuzla kalıyoruz. Okuduklarımızın meyvesini ortaya çıkarmadığımız sürece, Allah ın istediği bir toplum olmamızda, asla mümkün olmayacaktır. Allah Kur’an da düşünmeye, aklımızı kullanmaya çok önem verdiğini gösterir ayetlerinde. Bizler İslam toplumu olarak, din ve iman konusunda düşünen, aklını kullanan, sorgulayan bir toplum olamadığımız içindir ki, dinde bölündük, parçalandık, yetmiyormuş gibi, birbirimize düşman olduk. Demek ki Kur’an ı çok okumakla değil, GEREĞİ GİBİ OKUMAKLA ve okuduğumuzu anlayıp, yaşamımıza geçirmekle huzuru, mutluluğu yakalarız. Kur’an ı böyle okumakla, onun rehberliğinden istifade ederiz. Elbette bu şekilde ancak sevap kazanabiliriz, bunu unutmayalım. Demek ki Kur’an ı mutlaka, ANLADIĞIMIZ DİLDEN OKUMALIYMIŞIZ. Hatırlayınız Allah ın indirdiği tüm kitaplar, o günkü toplumun dili ile indirildi. Anlasınlar, düşünsünler ve onlara rehber olsun diye. Hıristiyan toplumlarda, ruhban sınıfının güç kaybetmemesi ve toplumu istedikleri gibi yönetebilmek için, onlarda yüzlerce yıl, indirilen İncil i başka dillere tercüme ettirmediler. Bunun günah olduğunu söylediler. Böylece ruhban sınıfı, Allah ın dinini, kendi nefis ve ihtirasları yönünde yönettiler. Daha sonra toplumların bilinçlenmeleri sonunda, bu yanlışın farkına vardılar. Şimdi her ülke, kendi dilinden okuyor İncili. Buradan da anlaşılıyor ki, ilk yapmamız gereken, Kur’an ı anladığımız dilden okumak. Niçin anlayarak okumalıyız, sanırım burası önemli. Duhan 58: Böylece biz Kur'ân'ı senin kendi dilinde kolay anlaşılır kıldık ki, DÜŞÜNÜP ÖĞÜT ALSINLAR. Demek ki anlayarak okumamızın asıl nedeni düşünmek, aklımızı devreye sokmak içinmiş. Rabbimiz Kur’an ı, öğüt almanız için indirdim demiyor muydu? Ama bugüne kadar birileri, siz Kur’an ı anlayamazsınız, onu veli insanlar anlar demiyorlar mıydı bizlere? Ne dersiniz, bizler Allah ın söylediği gibi, Kur’an ın muhkem ayetlerini anlayarak, düşünerek okuduğumuzda, anlamamız mümkün değildir diyenlere, inanmalı mıyız bu durumda? Yoksa Rahmanın söylediği gibi, ayetlerin üzerinde düşündüğümüzde, aklımızı kullandığımızda anlayabilir miyiz? Bunun kararını herkes kendisi verecektir. Bakın Allah bu sorumuza nasıl cevap veriyor. Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Ne yazık ki düşünen bir toplum olmaktan çıkarıldık. Sorgusuz itaat eden bir toplum olduk. Kalplerimiz kilitli, kilidi açıp aydınlığı, gerçekleri görebilmemiz için, anahtarını Kur’an dan almak yerine, beşerin kitaplarından almaya çalıştık. Öyle olunca da, sonuç ortada, ama farkında bile değiliz. Madem imtihanımız Kur’an dan, onun tam olarak her dile çevrilemediğini ve herkesin Kur’an ın muhkem ayetlerini anlayamayacağını söylememiz, sizce Rabbimize karşı nasıl bir saygısızlıktır, bunun farkın damıyız? Böyle bir zorlukla Allah, kullarını imtihan eder mi? Her zaman verdiğim örneği, tekrar vermek istiyorum. Okuldayız ve öğretmenimiz bizlerin sınıf geçme imtihanı için bir kitap dağıttı. Bu kitabı okuyun, sizleri bu kitaptan imtihan edeceğim dedi. Bizler baktık ki kitap, bizlerin anlamadığı bir dilden yazılmış. Bu durumda öğrenciler olarak, öğretmene karşı tavrımız ne olur? Samimiyetimle söylüyorum, sınıfın tamamı güler ve öğretmenin şaka yaptığını bilir, kimse ciddiye bile almaz. Peki, bizlere aynı yol ve yöntemi, çok daha ciddi bir konuda, yani imanımız konusunda yapanlara karşı, neden aynı tavrı takınmıyoruz. Bizler o sınıfın öğrencileri kadar olamıyor muyuz yoksa? Sizler Kur’an ı anlayamazsınız diyenlere itiraz edip, Allah bizleri Kur’an dan imtihan edeceğini söylüyorsa, nasıl olurda bizler Kur’an ı anlayamayız, böyle bir imtihan, mantık olur mu, neden demiyoruz? İşimize öyle geliyor. İmtihana bizzat çalışmak, çaba göstermek yerine, birileri bizim yerimize çalışıp, bizlerin imtihanını kolaylaştırsın diye düşünüyoruz. Ama yanılıyoruz. Gerçekleri göremiyoruz, çünkü kalplerimiz mühürlü, mühürü açmak için, hiçbir çaba harcamıyoruz. Ya yanlış bir yol üzerinde ise, güvendikleri kişiler, edindikleri veliler, şeyhler, dervişler, efendiler. Allah İslam dininde, ruhban sınıfı yoktur derken, sizce neyi kast ediyor olabilir? Hiç kimsenin, bir başkasının yerine imtihanını yaşayamayacağı, hiç kimseyi din ve iman adına yönlendirme yetkisinin olmadığıdır, ruhban sınıfının dinde olmaması. Ama bizler, hem İslam dininde ruhban sınıfı yoktur deriz, hem de velisi, şeyhi olmayan cennete gidemez diyerek, iman ettiğimiz onca ayetin tersini yapmakta, bir sakınca görmeyiz. Çünkü nefsimizin azgınlığı, ayetleri görmemizi engeller de ondan. Allah çok dikkat çekici bir uyarıda bulunur, bu konuda Kur’an da. Elbette beşerin sözlerini daha çok öğüt olarak aldığımız için, Rabbin bu gerçeklerini göremiyoruz. Araf 3: “Rabbinizin katından size indirilene uyun; O'ndan başka önderlerin (velilerin) ardından gitmeyin. Ne kadar az tutuyorsunuz aklınızda, bu (öğüdü). Allah çok açık bir uyarıda bulunuyor ve Rabbinizin katından size indirilene uyun diyor. Tüm bunları okuyoruz ve inandık diyoruz. İşte bundan sonra hayatımızda yaşadıklarımızla, ayetlerin tam tersini yapacak kapıyı aralıyoruz ve diyoruz ki, Allah katından indirilenleri, bizler anlayamayız. Düşünebiliyor musunuz Allah, kullarının anlayacağı şekliyle indirmiyor, bizleri başka velilere mi muhtaç ediyor? Ayetin devamındaki sözler, aslında bunları söyleyenleri yalanlıyor ve bakın ne diyor. (O'ndan başka önderlerin (velilerin) ardından gitmeyin.) Aslında ayetler o kadar açık ve net her şeyi söylüyor ki anlayan a, anlamak isteyene elbette. Allah bizleri Kur’an dışından, hiçbir kaynağa yönlendirmiyor. Her bilgininde Kur’an da apaçık ve birçok örneklerle açıklandığını yazıyor. Hiçbir eksik olmadığını dahi söylüyor bizlere. Ayrıca din ve iman adına, beşeri kişilerin de veli-önder edinilmesini de yasaklıyor. Burada bahsedilen, düşünmeden Kur’an ın rehberliğinden uzak, kişileri din adına önderler, veliler edinilmesinin yanlış olduğudur. Yoksa din adına başka kitaplar okumayın, sorup araştırmayın anlamında elbette değildir. Bizler ilk önce Kur’an ı anlayarak, üzerinde düşünerek Allah ın bizlerden neler istediğini öğrenmek için çaba harcamalıyız. Yani imanımız adına, önce temeli bizler atmalıyız ki, üzerine bina edeceğimiz imanımız, sağlam temellerde olsun. Daha sonrada bu konularla ilgili, tüm kitapları okumalı ve her bilgiden istifade etmeliyiz. Ufkumuzu genişletmeliyiz. Çünkü hepimiz aynı kapasitede değiliz, BİRBİRİMİZDEN MUTLAKA YARDIM ALMALIYIZ. İMTİHANINDA GEREĞİ, BU DEĞİL Mİ ZATEN? KİM EN DOĞRU BİLGİYİ, EN DOĞRU KAYNAKTAN ALIR, ARAŞTIRIR VE DOĞRU SONUCU BULURSA, İMTİHANDA DA EN GEÇERLİ NOTU O ALACAKTIR. Kur’an öğüt almamız için indirildiyse eğer bizlere, onu önce anlayarak okumalıyız. Daha sonrada yapmamız gerekeni, Rabbimiz onlarca ayetinde, bakın ayetlerin sonunda ne söyleyerek bizleri uyarıyor. (Hâlâ düşünmüyor musunuz? Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var, Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Biz benzetmeleri insanlar için yapıyoruz ki, inceden inceye düşünebilsinler. Düşünüp taşınacak da öğüt kendisine yarayacak. Dileyen onu düşünüp öğüt alır.) Allah bu sözleri, boşuna söylemiyor bizlere. Düşünelim, aklımızı kullanalım, imtihanımızda emin olmayan kişilerin ardına düşmeden, öğüt alalım diye bizleri uyarıyor. Açıkçası İslam toplumlarında, ruhban sınıfı İslam dininde yok ayetlerini gördüğümüz halde, diğer dinlerden daha etkili ve daha güçlü bir ruhban sınıfı yarattık kendimize. Bugün büyük çoğunluğumuzun, bu yanlışı görmesi fark etmesi, artık imkânsız görünüyor. Bizlere düşen, batan gemiden kendimizi kurtarmanın yollarını aramak olmalıdır. Peygamberimizin de mahşer günü söyleyeceği gibi, artık İslam toplumu Kur’an ı yüksek bir yere asarak, onu anlaşılması zor ve her şeyin olmadığı bir kitap ilan ederek, DEVRE DIŞI BIRAKTI. Edindikleri velilerin, şeyhlerin, dervişlerin kitapları ise baş tacı, rehberler oldu. Çok zor bir dönemden geçiyoruz. Adeta Nuh tufanı misali. Kurtuluşa ermek isteyenlere reçete, apaçık önümüzde duruyor. Kurtuluşa ermek isteyenler, Rabbin sözlerine kulak versin. Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Yorum ve karar sizlerin. İsteyen ben Kur’an ı anlayamam der, emin olamadığımız, beşerin sözlerine uyar. İsteyen önümüzdeki apaçık Rabbin ayetlerini okur ve üzerinde düşünerek, imtihanına bizzat hazırlanır. Sizce hangi yol, en garantili olanıdır? Hangi imtihan vardır ki bir çaba harcamadan, başka birisinin verdiği kopyalarla başarı elde etsin. Kur’an dan imtihan olduğumuza iman ettiğimizi söylüyorsak, lütfen imtihan olmanın gerçeklerini göz ardı ederek, bir bilinmeyenin ardına düşmeyelim. Mahşer günü edindikleri dostların, velilerin kendilerini yanlışa götürdüklerini gördüklerinde, pişman olduklarında söyleyecekleri sözleri, sizlere ibret olsun diye tekrar hatırlatıyorum. Furkan 28: “Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost-veli edinmeseydim!” 29. “Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir.” Dilerim cümlemiz, Kur’an ı anlamak adına çaba harcayan, Onu anlaşılması zor ilan etmeden onun ipine sarılan, ayetler üzerinde düşünen aklını kullanarak iman eden, mahşer günüde, bu dünyada yaptıklarından pişmanlık duymayan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Dinler Arası Diyalog ve Kur'an ın Uyarısı
Bugün sizlerle, günümüzde çok konuşulan ve Türk toplumuna kabul ettirilmeye çalışılan, dinler arası diyalog konusunu konuşmak istiyorum. Slogan haline getirilmiş bu düşünce, ilk baktığınızda kulağa çok hoş geliyor. Din ve diyalog. İki kelime yan yana, çok güzel kullanılmış ve bana sorarsanız çokta etkili. Eğer konunun detaylarına girmeden, yüzeysel bakarsak, hiç kimsenin karşı çıkmaması gerekir, dinler arası diyalog çağrısına. Çünkü din, her zaman diyalogdan, yanadır. Şimdi bu düşünce üzerinde yavaş yavaş, düşünmeye işin özüne inmeye, bu konu ile ilgili yaşananlara, söylenenlere bakalım ve araştırmaya başlayalım. Dikkat ederseniz, ülkemiz haricinde böyle bir diyalogdan bahseden, hiçbir Müslüman ülke yok. İlginç değil mi sizce. Dinler arası diyalogu, kimler arasında yapılacağı söyleniyor? Yahudiler ve Hıristiyanlarla mı? Yahudilerle yapamazsınız, çünkü onlar kendilerini üstün bir ırk olarak görürler. Bir başka deyişle, Yahudi olunmaz, Yahudi bir anne babadan doğulur mantığıyla hareket ederler. Yani ırkçı bir inançları vardır. Yahudiler Allah ı bile yalnız kendilerine laik gördüklerinden, İsrail in Tanrısı diye geçer kitaplarında. Hiç kimseyi Yahudi yapmaya çalışmazlar. Bu durumda Yahudilerle, dinler arası diyalog yapmamız, söz konusu bile değil. Çünkü onlar kendilerini üstün bir ırk kabul edip, kendisinden olmayanları yönetmek için var olduklarına inanırlar. Geriye Hıristiyanlar kalıyor. Peki, onlar ne diyor dinler arası diyalog konusunda? Papa dinler arası diyalogun, gerçek anlamda mümkün olmadığını söylediği halde, bazı Müslüman kardeşlerimizin, hala bunda ısrar etmelerini, nasıl değerlendirmeliyiz sizce? Papa elbette Müslüman toplumlara yaklaşmak istiyor ve diyalog içinde olmanın yollarını arıyor. Ama bunu yaparken, kendi inançlarını nasıl Müslüman toplumlarına kabul ettiririm, onun hesabını yapıyor. Bunun adı diyalog değil, dayatma ve aldatmacadır. Bunu da aslında açıkça itiraf ediyorlar ve dinler arası diyalogun asıl amacının, Hıristiyanlığı yaymak olduğunu da söylüyorlar. Bizleri diyaloga davet edenlere, sormak isterim. Karşımızdaki kişiler, din adına bizlerle diyalog yapmak istiyorlar mı? Bundan bahseden yok. Bahsetmeleri de mümkün değil. Çünkü diyalog yapmak istediğiniz kişi ya da toplumun inançlarını, temel hatlarıyla kabul etmelisiniz ki, ayrıldığınız konularda diyalog yapabilesiniz. Böyle bir konu yok. Yani bizim inancımızı, kitabımızı, peygamberimizi kesinlikle kabul etmiyorlar. Bu durumda neyin diyalogunu yapacağız. Beni yok sayanla, nasıl olurda oturup bir noktada buluşuruz. Tüm bu yanlış adımlar, Kur’an ı rehber almak yerine, beşerin kitaplarını ve edindiğimiz velileri rehber almamızdan kaynaklanıyor. Şimdide gelin gönül gözümüzü aydınlatan, Kur’an a bakalım. Dinler arası diyalog konusunda, Rabbimiz ne diyor bizlere. Gerçi Kur’an devre dışı kaldığı için, ne yazık ki ona bakan, danışan bile yok. Yaradan Bakara suresi 111 ayetinde, Yahudi ve Hıristiyanların, kendileri gibi iman etmeyenlere, bakın ne diyorlar. Bakara 111: Dediler ki: 'Yahudi veya Hıristiyan olmayan hiç kimse kesin olarak cennete giremez.' Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: 'Eğer doğru sözlüyseniz, kesin-kanıtınızı getirin. Eğer Yahudi ve Hıristiyanlar böyle düşünüyorlarsa, neyin diyalogunu yapacağız onlarla? Onlar bu düşünce ve fikirlerle, ancak biz Müslümanları, kendi inançlarına nasıl kabul ettireceklerinin hesabını, diyalogunu yaparlar. Eğer bu şartlarda, onlarla diyalog yapmaya kalkarsak, onlara hizmet etmiş oluruz ki, Allah bunu yapanları, onların saflarında olmakla cezalandıracağını söylüyor. Yine Bakara suresi 120. ayetinde, bakın onlarla diyalog yapmaya çalışan peygamberimize, Yüce Rabbimiz ne diyor. Bakara 120: Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar. De ki: 'Şüphesiz doğru yol, Allah'ın (gösterdiği) yoludur.' Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (istek ve arzu) larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı. Değerli din kardeşlerim, ayetin güzelliğine ve apaçık uyarısına bakar mısınız lütfen. Allah ın kelamını rehber alanlar nerede? Gören, duyan yok mu bu uyarıları. Ayet üzerinde biraz düşündüğümüzde, PEYGAMBERİMİZİN DE O DEVİRDE, YAHUDİ VE HIRİSTİYANLARLA UZLAŞMAK, DİYALOG YOLLARINI ARAMA ÇABASINDA OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ. Peki, bu çabaları konusunda, yaradan elçisini nasıl uyarıyor. (Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olmazlar.) İşte dostlar, bizler onların dinlerine uymadıkça, onlarda bizlerden asla hoşnut olup, diyalogda bulunmazlar. Onların amacı, bizleri kendi saflarına, kendi inançlarına, çekmekten başka bir niyetleri yoktur. Lütfen bu sözleri Rabbimiz söylüyor, bunu unutmayalım ve dikkate alalım. Ayetin devamındaki sözler, aslında konumuzla çok ilgili. (Eğer sana gelen bunca ilimden sonra, onların heva (istek ve arzu) larına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.) Ayet aslında çok net, bugün yaptığımız yanlışa işaret ediyor ve Allah elçisine bakın ne diyor. Sana gönderdiğimiz Kur’an dan, ilimden sonra, onların istek ve arzuları yönünde anlaşma yapıp, diyalog kurarsan, Allah ın dostluğunu kaybedersin diyor. Değerli din kardeşlerim, ayetler bahsettiğimiz konuda o kadar açık ki, doğrusu söyleyecek bir söz bulamıyorum. Rahman bu konuda elçisini uyarıyor, sakın onların heva hevesine, isteklerine uyarak din ve iman adına, Kur’an ın emretmediği konularda anlaşma yapma diyor. Bu apaçık ayetler dururken, bizler tam tersini yapıyoruz. Tabi sonuçları ortada. Dinler arası diyalog konusunda, yine Allah ın bir uyarısını daha hatırlatmak istiyorum. Yaradan a kulak verene ne mutlu. Maide 51: Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez. Ayet bakın nasıl bizleri uyarıyor ve diyor ki, Yahudi ve Hıristiyanları gönül dostu edinerek, onların inançlarına, itikatlarına sakın yakın olma, onların inançlarına tolerans gösterip, onlarla bu konuda anlaşma. Çünkü Bakara 120 ayetinde ne diyordu Allah, sen onların dinlerine uymadıkça, onlar senden hoşnut olmazlar. Hatırlayınız Yahudi ve Hıristiyanların bir kısmı, peygamberimize iman etmek istiyorlardı, ama kendi itikatlarına da devam etmek istiyorlardı. Allah bu konuda elçisini uyarıp, böyle bir şeyin asla kabul edilmeyeceğini bildirmiştir. Buradan da anlıyoruz ki, bir Müslüman hakka batıl karıştıramaz, Kur’an dan başka rehberler edinemez. Diğer inançların yayılmasına zemin hazırlayamaz. Elbette herkes istediği inancı yaşamakta özgürdür. Dinde zorlanamaz. Yukarıdaki ayette geçen DOST edinmeyin sözünden, inanç ve itikatları adına onlarla yakın olmayın, onların inançlarından uzak durun, şeklinde anlamalıyız. Çünkü ayetin devamında ne diyor? Kim onları dost edinirse, kuşkusuz oda onlardandır. Demek ki bu kişiler, onların inançlarına yakınlık duyuyor ki, Rabbimiz bunu söylüyor. Maide suresi 57. ayet bu konuda bakın ne diyor. Maide 57: Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine Kitap verilenlerden dininizi alay ve oyun konusu edinenleri ve kafirleri dost edinmeyin. Allah'tan korkun; eğer müminler iseniz. Bakın yukarıdaki ayet, sanırım Maide 51. ayeti daha net açıklıyor. Yahudi ve Hıristiyanlar bizlerin inancını, yani kitabını ve peygamberini kabul etmiyorlar, hatta alaya alıyorlar. İşte bu insanlara çok yakın olmayın, onlara güvenmeyin, gönül dostu olmayın diyor. Dikkat ederseniz buradaki dostluk, onların dinlerine yakınlaşmak adına yapılmamasından bahsediliyor. Böyle bir toplumla sizce, din adına diyalog yapılabilir mi? Bizlerin elbette Yahudi ve Hıristiyan arkadaşlarımız olacaktır. Hatta ailecekte, gidip gelmemizde bir sakınca yoktur. İslam ı onlara ancak bu şekilde anlatabiliriz. Allah Maide 5. ayetinde, ehli kitap toplumunun kestiği ve pişirdiği yemekleri, birbirinin yemesini helal kıldıysa, bu toplumların birlikte yaşamasını ve birbirileriyle bazı şeyleri paylaşmasını istediğindendir. Hatta olabildiğince çok fazla arkadaşımız olmalı ki, İslam ı onlara tanıtabilelim, bu bizlerin görevidir. Peygamberimizde öyle yapmamış mıydı? Peygamberimizin zamanında Yahudiler ve Hıristiyanlar, birçok konuda peygamberimize gelip, danışmıyorlar mıydı? Konumuzu özetlemek gerekirse, dinler arası diyalogun oluşmasına, şartlar müsaade etmiyor, önce bu gerçeği görmeliyiz. Diyalog, karşılıklı iki tarafın, genel anlamda anlaştığı, fakat bazı konularda ayrı fikirlerin olduğu bir konuda uzlaşmak, tartışmak demektir. Peki, bizlerin din adına Yahudi ve Hıristiyanlarla tek bir ortak yanımız, birleştiğimiz tek bir konu var mı? Ne dersiniz, gerçekten var mı? Elbette hiçbir ortak noktamız yok. Biz Müslümanlar, onların iman ettiği peygamberlerine ve gönderilen kitaplarına iman ediyoruz, ama onlar ne peygamberimiz Hz. Muhammed e, nede Kur’an ı asla kabul etmiyorlar. BU DURUMDA NEYİN DİYALOGUNU YAPMAMIZ BEKLENİYOR? İslam dininde, mezhepler arası bir diyalog tan bahsedebiliriz. Ama bu konuyu gündeme bile getiren yok. Bunu bizler eğer kendi içimizde başaramıyorsak, diğer dinlerle başarmamızı nasıl düşünebiliriz. Lütfen bu aldatmaca ve uyutma çabalarının arkasında yatan gerçeği, artık fark edelim. Rahmanın uyarılarına kulak verelim, yoksa çok pişman oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
İslam Dininde, Allah dan Başka Dine Hüküm Koyan Varmıdır
Yazılarıma yapılan tenkitleri, hatta ikazları çok dikkate alır ve üzerinde tekrar, tekrar Kur’an ın rehberliğinde düşünürüm. Şunu asla unutmam, ben bir beşerim, hata riskim her zaman vardır. En az hata yapmak istiyorsak, İslam ı doğru öğrenme çabasındaysak, bu gerçeği hiç birimiz göz ardı etmemeliyiz diye düşünüyorum. Yazımı okuyan bir kardeşimiz, sanırım yazının konusuna ve ana fikrine katılmadığı için olsa gerek, bakın bana cevaben ne demiş. Çok önemsediğim ve içinde yaşadığımız İslam ın, adeta bana göre bir özetini anlattığı için, sizlerle paylaşmak ve üzerinde yine Kur’an ışığında, düşünmek istedim. (İslam yalnız Kur an dan ibarettir diyenlerden, hiç Müslüman olanını görmedim...) Aslında üzerinde durmamız ve dikkatle düşünmemiz gereken bir iman şekli. Önce kendimize soralım ve diyelim ki, İslam inancını yaratan, kurallarını koyan makam-güç kim? Eğer bu sorumuzun cevabı, bizleri yaratan Allah tır ise, İslam dininin sahibi, kanun ve kural koyanda Allah tan başkası, yani Kur’an dan başka ne olabilir? Bizler bile yaptığımız özel bir işimize, koyduğumuz kurallara, kimsenin karışmasını istemiyor ve karıştırmıyorsak, nasıl olur Allah koyduğu kanunlarına, imtihanımızın yol ve yöntemine, yarattığı bir kullunu ortak yapar. Acaba İslam dininin kanun koyucusu, Allah ve elçisidir diyebilir miyiz? Bunu söylersek, Kur’an ın tamamına ters düşeriz. Eğer bunu kabul edersek, hâşâ Yaradan ile elçisini eş tutmuş ve İslam dininin kurucusu, hüküm koyucusu olarak, elçisini ortak etmiş oluruz ki, buda en büyük günahtır. Hatırlayınız, Allah hükmüne kimseyi ortak etmez, demiyor muydu? Bu ayetleri görmezden mi geliyoruz, yoksa atalarımızın itikadı, Kur’an dan daha mı ağır basıyor. Kur’an da geçen bazı kelimelerden yola çıkarak, yanlış itikatlarımıza delil gösterirsek, ancak kendimizi avutmuş oluruz. Allah elçisine, sana indirdiğimle onlara hükmet demiyor muydu? Yüce Rabbimiz birçok kez Kur’an ın ipine sarılın diyorsa, nasıl olurda başka kaynak ararız din ve iman adına kendimize. Allah elçime uyun diyorsa, nasıl olurda elçisinin, Kur’an dışından farklı şeyler söyleyebileceğini düşünürüz. Hatırlamıyor muyuz, Allah ın elçisine söylediği sözleri, yaptığı uyarıları. Allah kurtuluşa erenlerin, Rablerinden gelen hidayet yani Kur’an üzerinde olanlar olacağını söylüyorsa açıkça, hala Kur’an ın karşısına, onun değerinde ya da onsuz olmayan, nasıl olurda başka kaynaklar koyma cesaretini buluruz kendimizde. Allah elçisine, deki onlara diyerek bizlere, bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim, dediği sözlerini nasıl duymazlıktan, anlamazlıktan geliriz. O örnek peygamberimiz, yalnız Kur’an a uyduğunu söylüyorsa, nasıl olurda bizler Kur’an dan başka dine hüküm koyan kaynaktan bahsederiz. Yoksa Kur’an ın bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmıyor muyuz? Allah Ahzab suresi 2. ayetinde elçisine seslenerek, Rabbinden sana vahyedilene uy hükmünü görmezden gelerek, edindikleri velilerin sözlerini, hâşâ Allah ın kitabına eşdeğer yaparak, nasıl bir şirk batağında olduğumuzu göremiyor muyuz hala? Böylece dini Allah a Has olmaktan çıkardığımızın, farkındamıyız? Peygamberimiz yalnız, Kur’an a uyma emri aldıysa ve yalnız Kur’an a uyduysa, nasıl olurda bizler dinimizin ana kaynağına, Rahmanın kanunlarına ilaveler yapıldığına inanırız. İslam dininin yalnız Kur’an dan ibaret olmadığını söylersek eğer, Allah ın kanunlarını yeterli görmediğimizi de söylemiş oluruz, bunu unutmayalım. Allah hadi bir benzerini getirsinler bakalım diyerek, Kur’an ın gücünü anlatmaya çalışırken, nasıl olurda Allah ın kanunlarına peygamberimizin ilaveler yaptığını söyler ve buna inanırız. İslam ı yalnız Kur’an dan ibaret olmadığını savunanlar ucu açık, dipsiz bir kuyuya atılan taş misali, inancını yaşadığını bilmelidirler. Allah ayetinde, emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, sizleri sorumlu tutarım diyorsa, bu hükmün mahşer günü, karşımıza çıkacağını unutmamalıyız. Bu soruyla muhatap olacak olan bizler, acaba Kur’an dışından, bunlarda Allah katındandır, bunları da dine peygamberimiz ilave etmiştir diyenlere inandığımızda, hesabın görüleceği gün, Rabbimiz sizleri Kur’an dan sorumlu tutacağım hükmünü gerçekleştirdiğinde, ben sizlere böyle bir emir verdim mi diye sorduğunda, acaba bu bilgilerin doğruluğu konusunda şahitleri kimler olacak? Lütfen son cümlemi bir daha düşününüz. Kur’an ın emretmediği bir hükme iman edenler, Allah ın bu sorusu karşısında, kimleri şahit gösterecekler? Peygamberimizi şahit asla gösteremezler, bunu unutmayalım. Çünkü peygamberimiz ümmetini, yalnız Kur’an ile uyarma görevi aldığı, açıkça onlarca ayetinde yazıyor Kur’an da. Kur’an ın yazdığı bir uyarıyı, hatırlatmak isterim. Peygamberimiz şahitlik yapacağı o çetin gün, ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar sözlerinden, eğer bugün bizler dersler almıyorsak, o gün bunun acısını çekeceğimizi bilmeliyiz. Hatırlayınız, Rabbimiz ne diyordu elçisine? Hakka 44–45–46: Eğer (Peygamber) bize isnat ederek, bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Peki, bu kadar açık ayetler varken, bizler ne diyoruz? Bunları da Kur’an dışından dine peygamberimiz ilave etmiştir. Nasıl söyleriz bu sözleri. Hani sana indirdiğimle onlara hükmet diyordu, unuttuk mu buna benzer onlarca ayetleri. Hani Yaradan bizleri, Kur’an dan sorumlu tutacağını söylemişti ayetinde. Nasıl olurda bu ayetlerin, tamamen tersi düşüncelere iman ederiz. Düşünen, aklını kullanan, Kur’an ı rehber alan yok mu? İslam yalnız Kur’an dan ibaret değildir diyerek, atalarının itikatlarından da vazgeçmeyenlere, Allah ın aşağıdaki ikazlarını tekrar hatırlatırım. —Karşılarında okunup duran bir kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? (Ankebut 51) — Artık bu Kur’ân’dan sonra, başka hangi söze inanacaklar. ( Araf 185) Kur’an ı yeterli görmeyerek, emin olmadıkları başka itikatları, atalarının rivayetlerini de inançlarının ana temeli yapanlara, geleneklerini dinleştirenlere, Allah ın cevabı yeterli değilse, sonucuna da elbette katlanacaklardır. Peygamberimiz Kur’an ı tebliğ ederken, müşriklerde aynı itirazı yapmışlardı. Tamam, Kur’an a iman edelim, ama atalarımızın inançlarını da devam ettirelim demişlerdi. Elbette Rabbimiz, buna asla izin vermemişti. Allah elçisinin görev ve sorumluluğunu, o kadar açık ve net bizlere, bakın nasıl anlatıyor. Anlayana, anlamak isteyene. Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Apaçık, izaha bile gerek olmayan bu emri anlamayana, ne yani peygamberimiz postacımıydı diyerek, peygamberimizi dinde Allah ın ortağı gibi gösterenlere, başka ne söylersek fayda etmeyecektir. Allah elçisine deki onlara diyerek, yine konumuzla ilgili o kadar güzel ve açık bir hüküm bakın nasıl veriyor. Enam 57: De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah’ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Allah ın elçisi, örnek peygamberimizin, bakın ne söylemesini istiyor Rabbimiz. —De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. — Hüküm ancak Allah’ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Dostlar, değerli din kardeşlerim. Bunca açık ayetlerden sonra, sizlere tekrar sormak isterim, İslam yalnız Kur’an dan ibaret değildir diyerek, dine sokulan, Kur’an dan onay almayan, onca beşeri hükümlere inananlar mı gerçek iman eden Müslümanlardır, yoksa İslam yalnız Kur’an dan ibarettir, hükmü veren, kanun koyan yalnız Allah tır, diyenler mi gerçek iman eden Müslümanlardır. Tekrar hatırlatmak isterim, Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutacağım diye bizlere bir söz verdiyse, sizce Kur’an ın dışından, Kur’an da hiç bahsedilmeyen, açıklanmayan bir hükümden de sorumlu tutar mı? Sorumuzun cevabı o kadar açık ki, gözler perdeli, gönüller mühürlüyse, elbette bu gerçekleri göremeyenler olacaktır. Peygamberimiz Allah ın hükümlerine uyan, onun hükümleri ile topluma hükmeden bir peygamberdi. Bunu söyleyen, elçisine böyle bir görev ve sorumluluk verdiğini anlatan, Kur’an ın bizzat kendisidir. Yalnız peygamberimiz değil, daha önce gelen tüm peygamberlerin görev ve sorumlulukları aynıydı. Allah ın indirdikleri ile hükmetmek, topluma tebliğ etmek, onları uyarmak. Peygamberimiz Kur’an ı hayatına eksiksiz geçiren, yaşamıyla bizlere çok önemli bir örnektir. Allah da bizlere, onun yaşamını örnek almamızı emreder. Elbette örnek yaşamı giydiği kıyafette, yediği yemekte, bıraktığı sakalda aramak yerine, Kur’an ın terbiyesini hayatına, yaşamına nasıl geçirdiği yönünde olmalıdır. Bakın Allah bu konuda, ne tavsiye ediyor bizlere. Ahzab 21: Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir. Allah ın elçisinin örnek davranışları, insanlarla karşılıklı diyalogları, Kur’an ın adeta yaşamına yansımalarıdır. Bunları doğru kanallardan öğrenelim ve yaşantımıza geçirelim. Onu iyi tanımak için, önce Kur’an ı çok iyi anlayalım, öğrenelim. Onun asla yapmayacağı, söylemeyeceği sözleri, onun adını kullanarak, anlatanlara itibar etmeyelim, inanmayalım. Çünkü peygamberimiz söylemediği halde, bu peygamber sözüdür demenin, bizleri cehenneme götüreceğini unutmayalım. Bu konu çok dikkat etmemiz ve üzerinde titizlikle durmamız gereken bir konudur. Rivayet nakletmek ve o rivayetleri doğru aktarmak ciddiyet ister. Bire bir anlamını değiştirmeden nakletmekse, neredeyse imkânsızdır. Bizlere nakledilen, peygamberimizin rivayet hadislerini, mutlaka Kur’an a arz edelim ve ondan onay alalım. Şunu da unutmayalım, Kur’an ın dışından dine hüküm koyan, hiçbir güç yoktur. Bu hükmü Kur’an ın bizzat kendisi vermiştir. Kur’an Allah korumasındadır, hiçbir beşeri bilgi Allah korumasında değildir, bu gerçeği asla göz ardı etmeyelim. Birileri çıkıp, peygamberimizin rivayet hadislerinin de, tıpkı Kur’an gibi Allah korumasında olduğunu söylüyorsa, bu sözlerin Kur’an a muhalif sözler olduğunu bilelim, asla inanmayalım. Şunu da unutmayalım, hadisler peygamberimizin devrinde kayıt altına alınmamış, hatta dört halife döneminde de yazdırılmamıştır. Dört halife devrinin sona ermesi ve siyasi menfaatlerin ayyuka çıktığı bir dönemde, İslam ın mezheplere bölünmesiyle, her mezhep kendi düşüncesi doğrultusunda, hadis toplama yarışına girmişlerdir. O günlerde toplanan hadis sayısının 500 civarında olduğu rivayet edilir. Peki, dostlar, bugün milyonlarca hadisin kol gezdiği İslam âleminde, bu acı gerçekleri görmezden gelirde, önlemler almazsak, halimiz nice olur sizce. Kur’an dine hüküm koyan tek kaynaktır. Bu demek değildir ki, İslam ı öğrenmek için, başka kitaplar-kaynaklar okumayalım. Elbette okuyacağız. Çünkü herkes aynı kapasitede değildir, detaylı düşünemeye bilir. Kur’an ı anlatan, onun özünden şaşmayan her kitabı-bilgiyi okumalı ve faydalanmalıyız. Çünkü herkes bir birine muhtaçtır. Kur’an bir deryadır, onun nurundan istifade etmek isteyen, onu en çok okuyup üzerinde düşünendir. Bu gerçeğinde farkında olalım. Çünkü Allah Kur’an ayetlerinin, bizlerin gönül gözlerini açacağını söyler. Gönül gözü açık olmayan, bakan kör gibidir, okuduğunu anlayamaz, hissedemez. Günümüzde bizlere, din ve iman adına ibadetlerimizle ilgili, Kur’an da her bilgi, detay yoktur diye öğretilmiştir. Buna inandığımız içinde, her mezhep birbirinden farklı ilaveleri dinleştirmiştir. Hâlbuki Allah biz Kur’an da hiçbir eksik bırakmadık, her konudan nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız demiyor mu? Hakka batıl karıştırmayın ayetini, unuttuk mu yoksa. Geleneklerimizin dine yapılan ilavelerini öyle kanıksamışız ki, Kur’an da göremediğimizde, bakın demek ki Kur’an da her şey yazmıyormuş, diyenlere inanıyoruz. Hatta bazı kardeşlerimiz, hadi yalnız Kur’an ile namazını kıl bakalım diyerek, adeta Kur’an ı din ve iman adına, yeterli olmayan bir rehber ilan etmiş. Sizce Allah namaz kılın, oruç tutun, zekât verin emrini verdikten sonra, bizlerin bilmesi gereken detayları, yapmamız gerekenleri rehberinde yazmayıp, Kur’an dışından elçisine bildirmiş olabilir mi? Lütfen bu soruyu kendinize sorunuz. Allah Kur’an ın ipine sarılın, sizlere detaylı bir rehber indirdim ve sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim dedikten sonra, bugün her mezhebin geleneğinin, dine ilavelerinden de hesap sorar mı? Bu gerçeğin bilincine varamadığımız sürece, Kur’an ı da doğru anlamamız asla mümkün olmayacaktır. Hatırlayınız her mezhebin dine ilaveleri farklıdır. Hepside bizim yaptığımız en doğrudur der. Elbette geleneğin ilaveleri ve farklılıklarında hiçbir sorun yok. Hiç birisine de yapılanlar yanlıştır, günahtır diyemeyiz. Önemli olan Allah ın emrettiği farzların, yaptığımız ibadetin içinde olmasıdır. Sizce Allah ibadetlerimizin, olmazsa olmaz detaylarını Kur’an da açıklamayıp, bizlere rivayetler yoluyla ulaşmasını ister miydi? Bu sorumun cevabını, Allah ın bizleri uyardığı, emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, sizleri sorumlu tutarım ayetiyle, lütfen birlikte düşününüz. Allah açıklamadığı, detay vermediği hiçbir konudan, hesap sormayacağını söylüyorsa, bu gerçeği artık görelim. Yoksa mahşer günü çok pişman oluruz ve keşke falancayı dost, veli edinmeseydim, beni o yoldan saptırdı diyerek, pişmanlığımızı dile getiririz. Onunda faydası olmayacağının uyarısını, Rabbimiz açıkça bu gün bizlere yapıyor ki, dersimizi alabilelim. Peygamberimizin en yakınlarının, Allah ın resulünün sözlerini naklederken, daha o günlerde bile, bu konunun nasıl sulandırıldığını gösteren, bir rivayet hadis nakletmek istiyorum. İşte bu bilgiler elbette, bizlerin dikkatle düşünmesine vesile olacaktır. (5179 - Mücâhid merhum anlatıyor: "Büşeyr el-Aşevi, Hz. İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ’ya gelip: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki..." diyerek bir şeyler anlatmaya kalktı. Ancak İbnu Abbâs onu konuşmaya bırakmadı ve kendisine iltifat etmedi. Büşeyr: "Sözlerimi niye dinlemiyorsunuz? Ben size Resülullah aleyhissalâtu vesselâm’dan anlatıyorum, hiç tınmıyorsunuz, niçin?" diye sordu. İbnu Abbâs ona şu cevabı verdi: "Biz vaktiyle, bir kimsenin "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki" dediğini işitince, gözlerimizi ona çevirip kulaklarımızı da dinlemek üzere uzatıyorduk. Ne zaman ki, insanlar hadis rivayetinde laubalileştiler, biz de onlardan ancak bildiklerimizi almaya başladık.") Müslim, Mukaddime 7, (7). Bu güzel örnek, sanırım çok şeyler anlatıyor. Peygamberimizin vefatından çok geçmeyen bir zaman sonra bu yanlışlıklar, bu hatalar yapılıyorsa, günümüzde bu yanılgının sınırını, düşünmek bile istemiyorum. Sizlere son olarak Yüce Rabbimizin bir ayetini hatırlatmak istiyorum. (Enbiya 10: And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?) Ne dersiniz dostlar, bütün şan ve şerefimizi, Allah a ulaşacak en doğru yolu, nerede aramalıymışız? Yaradan, İslam yalnız Kur’an dan ibaret değildir diyerek, bizleri başka kaynaklara da mı yönlendiriyor? Yoksa İslam ın hüküm koyucusu, kurtuluşumuzun kaynağı, hüküm veren , bütün şan ve şerefimiz yalnız Kur’an dır mı diyor? Elbette Allah yalnız Kur’an olduğunu, bu kadar açık söylüyor. Peki, gözler neden görmüyor bu ayetleri, kulaklar neden duymuyor bu uyarıları? Gönüller neden taş kesilmiş hissetmiyor da, nefsimizin esaretiyle dinde başka kaynaklar arıyoruz. Elbette bunun nedeni, Kur’an ı terk edip, ataların itikatlarına yönelmemizdir. Tıpkı peygamberimizin döneminde, atalarının dininden vazgeçemeyenlerin durumuna düşmüşüz. Hepimiz bu Dünyada imtihandaysak, yorum ve karar sizlerin. Gerçekleri hep birlikte, O çetin gün göreceğiz. Sizce şahidi Kur’an olan, emin olduğumuz bilgilerin ardından gitmek, bizleri Allah ın istediği, gerçek Müslüman yapmaz mı? Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Risale-i Nur öğretisinden bir bölüm ve düşündürdükleri
Risale-i Nur ile ilgili bir yazı okurken, dikkatimi çeken bir bölümü sizlerle paylaşmak ve bu konuyu sizlerin düşüncenize sunmak istiyorum. Bu kitaplardan ve içindeki bilgilerden bahsedip açıklama yapan bir kardeşimizin, çok dikkat çekici ve düşündürücü, şu sözlerini, sizlere nakletmek istiyorum önce. (Her meseleye hakikat noktasında bakar. Her hadisenin hakikatini bizlere ders verir. Bu açıdan Risâle-i Nur’un bir benzeri yoktur.) Dikkat çekici olduğu kadar, düşündürücü. Sizler bu sözleri ve bu güçteki bir rehberin olduğunu, bir yerden hatırlıyorsunuz biliyorum. Allah bizlere gönderdiği Kur’an için, bu özelliklerden bahseder ve eşi benzeri yoktur diyerek, hadi bir benzerini getirsinler bakalım, diye de bizleri uyarıyordu ayetinde, hatırladınız değil mi? Ayrıca yüzlerce yıldır gelip geçen, onca âlimlerin yazdığı eserleri düşünün isterseniz bir de. Bizler hiç birisine, yukarıdaki payeyi, onuru vermedik. Çünkü beşerdir, her zaman şaşabilir diyerek, temkinli yaklaştık. Doğrulukları konusunda, Kur’an dan referans, yardım aldık. Demek ki bazı din kardeşlerimiz, tıpkı Kur’an gibi eşi benzeri olmayan kitaplar olduğuna da inanıyorlar. Tabi bu herkesin kendi seçimidir, kimse buna müdahale edemez. Çünkü her beşer, kendi imtihanından sorumlu tutulacaktır. Yazıda Risale-i Nurdan bir bölüm verilmiş. Yukarıdaki sözlerden yola çıkarsak, bu kitapların her hadisenin hakikatin den ders alınır dediğine göre, bakalım örnek verilen konudan bizler nasıl bir ders alacağız, hep birlikte bu örnek üzerinde, Kur’an ı rehber alarak, onun ışığında düşünelim. Bakın verilen bölümde neler yazıyor. (Said-i Nursî Hazretleri önce lise mektebinde okuyan talebelerin durumunu nazara verir. Bir zaman, Eskişehir hapishanesinin penceresinde bir cumhuriyet bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ediyorlardı. Birden manevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki: O elli-altmış kızlardan ve talebelerden kırk-ellisi kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş-seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar. Katî müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler. Geldiler, sordular. Ben dedim: ‘Şimdi beni kendi halime bırakınız, gidiniz.’ “Evet, gördüğüm hakikattir, hayal değil.) Ne dersiniz, bu sözlerden nasıl bir ders aldınız? Peygamberimiz bile böyle sözler söylememiş, bu tür örnekler vermemiştir. Çünkü böyle sözlerin söylenmesine, Rabbimiz asla izin vermezdi de ondan. Geleceği görmek, bilmek yalnız Allah a mahsustur. Hepimiz hayal kurarız, hatta rüyalar görürüz, geçmiş ya da gelecek için. Ama hiç birisi için bunlar hayal ya da rüya değil, HAKİKATTIR DEMEYİZ. Peygamberimiz Gaybı bilmem ben, gelecekten haber veremem, yani bende sizler gibi beşerim, demiyor mu Kur’an da? Avluda oynayan genç kızların, geleceğini gördüğünü söyleyip, olacakları kesin doğru, hakikattir, hayal değildir diyerek anlatması, bizlerin nefsini, duygularını belki çok etkilemiş olabilir. Ya aklımızı, mantığımızı ve Kur’an gerçekleri ile yoğurduğumuzda, bu bilgileri Kur’an süzgecinden geçirdiğimizde, bizleri nasıl etkiledi? Tabi Kur’an dan haberdar isek, bu son soruma cevap verebilirsiniz. Ya Kur’an dan çok fazla haberimiz yokta, onu anlamadan okuyan bir toplumsak. Bunu düşünmek bile istemiyorum. Risaleleri okuyan kardeşlerimiz çok iyi bilir, bu kitaplarda Kur’an ın hiç bahsetmediği, birçok olaylar anlatılır. Bu bilgilerin kendisinin kalbine, Allah tarafından indirildiği yazılıdır. Hatta kıyamet ile ilgili Kur’an ın söz etmediği, birçok bilgilerde yazar. Allah Araf 33. ayetinde, hakkında hiçbir delil indirmediğim bir şeyi, konuşmanızı HARAM kılıyorum dediği halde, bizler bu kitaplarda yazan, Rabbin bilgi vermediği, onca bilgiye inanmakta bir kusur görmüyoruz. Lütfen üzerinde dikkatle düşünelim ki, azabın takipçisi olmayalım. Allah bizlerin, Kur’an ın açıklamadığı konularda konuşmamızı HARAM kılıyorsa, bizler bu ayetlerden habersiz, bu derece büyük hataları yapıyorsak, sizce bizler HARAMI her gün, tıka basa yiyenlerden olmuyor muyuz? Kıyamet konusunda peygamberimize, onca sorular soranlara karşı Araf 187. ayetinde, Rabbimiz ne diyordu hatırlayalım. (Sen onu, iyice biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: "O'na ilişkin bilgi Allah katındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar.) Düşünebiliyor musunuz, Allah elçisine bile onca bilgileri söylemediği ve tam tersine, Deki onlara diye başlayan birçok ayetinde, gaybı, geleceği bilmem ben, sizlere ne faydam dokunur ne zararım, ayetleri ne yazık ki hatırlanmıyor. Bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum, bana vahye dilenden başkasına uymam ve ben açıkça uyaran bir elçiden başkası değilim, sözlerini sanırım görmezden gelen, üstünü örten bizler, dersimizi alamadığımız anlaşılıyor. Sizlere yukarıdaki konu ile ilgili, Kur’an dan tek bir ayeti hatırlatmak istiyorum. Bu ayete iman eden bizler, ACABA GAİP TEN BİLGİLER VERENLERE NASIL YAKLAŞMALIYIZ, sanırım konu daha iyi anlaşılacaktır. Aliimran 179: Allah, müminleri şu üzerinde bulunduğunuz halde bırakmayacaktır. Sonuçta pisi temizden ayıracaktır. Allah sizi gaybı bilir duruma da getirmeyecektir. Şu var ki Allah, resullerinden dilediğini seçer. O halde Allah'a ve resullerine inanın. Eğer inanır, korunursanız sizin için büyük bir ödül vardır. Rahman kullarını, gaybı bilir duruma getirmeyeceğini apaçık söylediği, Yunus suresi 20 ayetinde de, Gayb Allah ın tekelindedir dediği halde, bizlere Kur’an ın hiç bahsetmediği, gaybi bilgileri anlatarak dikkatimizi çekenlere karşı, nasıl davranmamız gerektiğini, sanırım daha iyi anladık. Allah yalnız seçtiği resullerinden, dilediğini seçip bu bilgileri vereceğini söylüyorsa, bizlere düşen Rabbin uyarılarına kulak vermek olmalıdır. Kur’an ın açıkladığı gaybi bilgiler dışında söylenenlere inanırsak, Rahmandan uzaklaşacağımız gibi, mahşer günü Allah a iftira attığımız için, yüzlerimizin de, kapkara olacağını unutmayalım. Her düşünceye, her fikre, her şahsa sonsuz saygımız var. Herkes kendi imtihanını yaşıyor. Kimin doğru yolda olduğunu, yalnız Rabbimiz bilir. Amacımız kişileri küçük düşürmek, ya da kötülemek asla değildir. Amacımız Allah ın en doğru yolunu bulmak, O yolda yürümek ve din kardeşlerini Kur’an a davet etmektir. Çok önemsediğim bir konuyu da, sizlerin düşüncelerinize sunmak istiyorum. Sayın Said-i Nursi ye verilen bir unvan vardır, hatırlarsınız ona BEDİÜZZAMAN derler. Peki, bu unvanın anlamı nedir? Bedi kelimesi "benzersiz, eşsiz" demektir. Bediüzzaman da zamanın benzersizi anlamına gelir. Bir başka deyişle zamanın harikası, kimseye benzemeyen, asrın mükemmel insanı demektir. Bu payeyi verdiğiniz kişinin de, hatasız bir insan olması gerekir. Acaba hatasız, günahsız insan olur mu? BU UNVAN, TARİH BOYUNCA HİÇ KİMSEYE, PEYGAMBERLER DÂHİL VERİLMEMİŞ VE BU UNVANLA HİÇ KİMSE, HİÇ BİR ÂLİM ANILMAMIŞTIR, SAİD-İ NURSİ HARİÇ. PEKİ, SİZCE BU NORMAL Mİ? Peygamberimiz bile, bende sizler gibi bir beşerim, sizlerden bir farkım yok. Gaybı bilmem ben, sizlere ne zararım dokunur, nede fayda sağlarım sözleri ile bu unvan karşılaştırıldığında, acaba sizlerin kafasında, nasıl bir düşünce hâsıl oldu? Düşünebiliyor musunuz bırakın peygamberleri, peygamberimizin en yakınlarına ashabına ve daha sonra yaşamış onlarca din âlimlerine bile verilmeyen bir unvanın verilmesi, dikkat çekici ve düşündürücü değil mi sizce? Yorum ve karar sizlerin. Bu fani Dünyada, nefsimizin esiri olmuş, Allah ın önerdiği gibi düşünmeden, bir değer üretmeden, imtihan olduğumuz bilincinden çok uzak, edindiğimiz velilerin ardına takılmış, yaşayıp gidiyoruz. Şunu sakın unutmayalım, kıyamet günü o kadar yakın ki hepimize. Hem de bir nefes alışı kadar yakın. Ama bunun farkında bile değiliz. Geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde, pişman olmak istemiyorsak, emin olmadığımız kitaplara değil, EN EMİN FURKAN’A sarılmalıyız. Allah verdiği örnek ayetinde, mahşer günü bir kısım Müslüman ın, edindikleri velilerin onları saptırdığını anladıklarında, yapacakları acı feryadı, o çetin gün yaşamak istemeyenler, lütfen çok ama çokkkkk düşünmelidirler. Din kardeşlerime hatırlatırım. Dilerim Rabbimden kula kulluk etmeyen, Allah dan başka veli edinmeyip, Kur’an dan başka rehberi olmayan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
DOĞRUYU HAK TAN ÖĞRENİRSEK, BATIL YOK OLUR
Allah bizleri bu dünyada, imtihan ettiğini ve bakın neden yarattığını söylüyor. Mülk 2: O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır. Demek ki asıl amaç, bu dünyada güzellikler, topluma faydalı şeyler yapmakmış yaratılmakta ki asıl amacımız. Peki, nasıl ve ne şekilde güzellikler yapmamızı istiyor Yaradan? Gerçeği öğrenelim ki, işimizi garantiye alalım. İşte tüm bu bilgilerin detayını da, Kur’an da veriyor. Çünkü Kur’an ın ipine sarılın, sizleri Kur’an dan imtihan edeceğim diyerek, apaçık doğrunun yolunu gösteriyor. Bu apaçık gerçekleri gören bizler, bu durumda ne yapıyoruz, işte bu kısmı sanırım çok önemli. İmtihan olduğumuz kitaba mı çalışıyoruz, yoksa…..? İşte o yoksa sorusunun cevabı, ne yazık ki bizleri mahvediyor. Aynı kitaba iman ettiğimizi söylüyoruz, ama her nedense aynı konuda bile, farklı farklı şeylere inanıyoruz. Peki neden, bunun sebebi ne olabilir? Tek bir nedeni var. Bizler Kur’an ı rehber aldığımızı söylediğimiz halde, onu yeterli görmeyip, farklı kaynaklara yönelmemiz bizleri bölüyor, parçalıyor ve birbirimize düşman ediyor. Onun içindir ki, dinimizi de çok farklı yaşıyoruz. Peki, bu yol ve yöntem doğru olabilir mi? Lütfen şöyle düşünelim. Okulda herhangi bir derste, elimizde bir kaynak var, öğretmen öğrencileri bu kitaptan çalıştırıyor ve imtihan ediyor. Ek bir kaynak kullanıyorsa öğrenci, o kaynak ders gördüğü ana kaynaktan asla farklı olmuyor, daha açıkçası farklı olursa, yardımcı kaynak olarak kabul edilmiyor. Aynı kitaba çalışan öğrenciler, hiçbir farklılık-çelişki yaşamıyorlar aralarında. İmtihanda öğretmende, eğitim verdiği kitaptan sorularını soruyor. İşte bizler aynı yöntemi kullanmadığımız içindir ki, İslam âlemi olarak aynı noktada birleşemiyor, anlaşamıyoruz. Halbuki Allah bizleri uyarıp, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim dememiş miydi? Bizlerin kana kana içeceği ana kaynak, yalnız Kur’an olması gerekirken, tertemiz akan pınara öyle ilaveler yapıyoruz ki, güzel ve doğru bilgilerin bile üstünü örtüyor. Allah boşuna, hakka batıl karıştırmayın demiyor. Bizler peygamberimizin sünnetine, yani onun yaşam felsefesine çok önem verdiğimizi söyleriz. Fakat bu felsefeyi yaşam şeklini, ne yazık ki bizler gereği gibi anlayamadık. Bu konuda söylenecek, o kadar çok şeyler var ki, saymakla bitmez. Sizlerin dikkatinizi çekmesi adına, bir konuyu gündeme getirmek istiyorum. Cuma yani toplantı ibadeti, her ehli kitap dinlerde benzeri vardır. Yahudi ve Hıristiyanlar, haftada bir gün kadın erkek, çoluk çocuk toplanır ve çok önemli bir görevi yerine getiririler. Bu görev toplum olarak, sosyalleşme bilincini topluma aşılamaktır. İşte İslam toplumu olarak bizler, Allah ın bu emrini yerine getirmediğimiz için, gerektiği gibi sosyal bir toplum olamadık. Cuma günleri Allah ın, Ey iman edenler, çağrılınca salata gelin emrini, bizler kendi nefsimizde değişikliklere uğratmış, kendimize beşeri deliller yaratarak, Allah ın emrinden kendimizi çok uzaklaştırmışız. Böylece de kadınlarımızı, bu güzel sosyal olgudan mahrum etmişiz. Kadını sosyal toplumdan uzaklaştırarak, dine hizmet edeceğini düşünenler, İslam a yaptıkları büyük kötülüğün, hala farkında değiller. Peygamberimiz Cuma günleri, bırakın toplantı namazını, normal vakit namazlarında bile, kadının mescitlere, camilere gelmesini özellikle istemiş, teşvik etmiştir. İşte bizler bunun nedenini ne yazık ki hala kavrayamadık. Peygamberimizin sünnetini takip etmek isteyen, onun hayat felsefesini, önce doğru öğrenmelidir. Şunu asla unutmamalıyız, peygamberimizin sünneti, Allah ın sünnetinin yaşama geçirilmiş şeklidir. Birileri bizlere peygamberimizden hadis naklettiğinde, bizlere düşen, Kur’an ın verdiği öğretiye, felsefeye uymuyorsa, asla bunları kabul etmeden reddetmek olmalıdır. Peygamberimiz bizleri uyarmış ve kendi adına birçok sözler uydurulacağını ve bu sözlerle sizleri, aldatmaya çalışacakların çıkacağı konusunda bizleri uyarmıştır. Ayrıca bu sözleri, Kur’an onayından geçirmemizi tavsiye etmiştir. Peygamberimiz kadınlarında, mescitlere gelmelerini o kadar önemsemiştir ki, hatta onların rahat girip çıkmaları için, ayrı bir kapı bile yapmıştır. Çok daha ilginci, günümüzde yapıldığı gibi, erkek ve kadınlar arasına perde dahi çektirmemiştir. İşte nefsin imtihanı, nefsin eğitimi budur. Allah bizleri birbirimizle her an imtihan etmektedir. Bu imtihandan, kadını toplumdan uzaklaştırarak kaçamazsınız. Kaçarsanız nefsinizi eğitemez, şeytanın oyuncağı olursunuz. Peygamberimizin yaşadığı yakın dönemlerinde bile, onu gereği gibi anlayamayan dar kafalıların, bugün anlamalarını zaten beklemek hayal olur. Bakın sizlere bu konuda, rivayet bir hadis örneği vermek istiyorum. Bu hadis üzerinde düşünen, içinde bulunduğumuz yobazlığın, gafletin, ihanetin sınırlarının nasıl aşıldığını daha iyi anlayacaktır. 5478 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’ın: "Birinizin hanımı mescide gitmek için izin talep ederse ona mani olmasın (izin versin)" dediğini haber vermişti. Bilâl İbnu Abdillah: "Allah’a yemin olsun, biz onlara mani olacağız!" dedi. Bunun üzerine Abdullah radıyallahu anh, ona yaklaşıp öyle hakâretâmiz söz sarfetti ki, böylesini hiç işitmedim. Sonra şunu ekledi: "Ben sana Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’dan haber veriyorum; sen ise durmuş, "Vallahi mani olacağız" diyorsun!" Buhari, Cum’a 12, Ezân 162, 166, Nikâh 116; Müslim, Salât 134, (442); Muvatta, Kıble 12, (1, 197); Ebu Dâvud, Salat 53, (566, 567, 568); Tirmizi, Salât 400, (570). Gördünüz mü acı gerçeği. İslam ı gereği gibi anlamayıp, dini hurafelerle, nefsimizle yaşadığımızda, peygamberimizi de doğru anlamamız asla mümkün olmayacaktır. Peygamberimizin yaşadığı yakın dönemlerden bahsediyoruz, lütfen bu konuyu göz ardı etmeyelim. Peygamberimizin en yakınında olan bir kişi, peygamberimizin kadınlarınız sizden mescide-camiye gitmek istediklerinde izin versin dediğini nakletmesi üzerine, karşısındaki kişinin söylediği sözler, bugün içinde yaşadığımız yanlışların apaçık bir kanıtıdır. Peygamberimiz söylediği halde, bu şahsın tam tersini söylediklerine, bakar mısınız? ("Allah’a yemin olsun, biz onlara mani olacağız!" dedi.) Evet, bu ve bunun gibi İslam ı dar pencereden anlayanlar, yeminlerini tuttular ve kadınlarımızı sosyal toplumdan, camilerden uzaklaştırdılar. İyi yaptıklarını zannettiler, ama bu zihniyetin sayesinde İslam toplumu, (A) sosyal bir toplum oldu. Kadına karşı nefsini eğitemeyenler, kendilerine hâkim olabilme bilincini geliştiremeyenler, onu toplumdan yakınından uzaklaştırarak, bu imtihandan kurtulacağını zannettiler. Böyle olunca da, Allah ın fıtratımıza yerleştirdiği, kadın erkek birlikte yaşama bilincine, sahip olamadık. Kendilerine sorsanız bu zihniyet, bizler peygamberimizin sünnetine uyuyoruz derler. Çünkü bu yemini edenler, yine peygamberimizin ismini kullanıp, kadınlar evlerinde namaz kılar, erkeklerde camide namaz kılarsa, daha sevap alacaklarına toplumu inandırdılar. Kur’an akla özellikle önem verir, vurgu yapar. Düşünerek iman etmemizin örneklerini verir. Çünkü Kur’an ı, akılla anlayabileceğimizi anlatmaya çalışır bizlere. İşte bizler Kur’an ı anlamanın en önemli unsurunu fark edemediğimiz için, Kur’an ı akıl yerine, duygularımızla, hurafelerle anlamaya çalıştık. Anlamını dahi bilmeden okuduğumuz Kur’an ı, duygularımızla anladığımız için, hep duygulandık, ağladık. Böyle okuduğumuzda ondan faydalanacağımız, istifade edeceğimiz öğretildi bizlere. Hatta ona bir makam da ilave ederek, daha da duygusal bir okuma şekli yarattık. Anlamını bilmesen de olur, Allah sevap yazar, sen oku dediler. Genel çoğunluğumuz, Yaradan ne söylüyor, ne anlatıyor merak bile etmedik. Nasıl olsa birileri bizlere anlatıyor dedik, üstünde bile durmadık. Öyle şeyler öğrettiler ki yüzlerce yıldır, yanlışlığını Kur’an ile anlatmaya çalışanlara, sen dine nifak sokuyorsun dediler, ayetleri bile görmezden geldiler. Kur’an ı anlamadan okuyarak, sevap kazanacağımıza inandırıldığımız içinde, Yüce Rabbimizin nasıl bir kul olmamızı istediğini hiç anlayamadık. Ne anlatıldıysa doğru sandık. Hiçbir güzel değer üretmedik, ver dediler verdik, al dediler aldık. Neden veriyoruz, nereye veriyoruz sormadık. Nedir bu verdiğiniz diye açıklama yapılmadığı içinde, yanlış yaparız korkusuyla sormaya bile korktuk, Allah katındandır dediler aldık. Sorgusuzca, sorgulamadan iman etmemiz gerektiği öğretildiği için sorgulamadık, araştırmadık. İşin en üzücü yani ise, rivayetler ayetlerin üstünü örter, kimisinin de hükmünü siler oldu. Daha açıkçası İslam dini, peygamberimizin bizlere tebliğ ettiği din olmaktan çoktan çıktı, ataların dini oldu. Tıpkı geçmişte olduğu gibi. Peygamberimizin mahşer günü, benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar diyecek olması da, nefsimizin duyguları arasında kaybolup gitti. Akıl devre dışı kalınca, gerçekler görünmez oldu. Çok çetin bir dönemden geçiyoruz. Ya benim gibi inanacaksın, ya da sana hak tanımıyoruz zihniyeti, günümüzde güç kazandı. İşimiz gerçekten çok zor. Dilerim Rabbimden, toplum olarak bu yanlışımızın farkına varırız. Kur’an ın ipine sarılıp, onun nuruyla nurlanan, hakka batıl karıştırmayan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ZEKAT KONUSUNDA YAPTIĞIMIZ YANLIŞLAR
Peygamberimiz yaşadığı dönemde, aynı zamanda devletin başkanıydı. Yani toplumu yöneten bir liderdi. Elbette devleti yönetirken, o devrin şartlarında, çağın gerektirdiği ölçüde, kanunlar Koymuştur. Bunları Kur’an da aramamız ve bu güne bazı konuları, bire bir taşımamız beklenmemelidir. Örnek vermemiz gerekirse. 6910 - Hz. Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalâtu vesselam göçeğen kuşu (surad), kurbağa, karınca ve hüdhüd kuşunu öldürmeyi yasakladı." 6515 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam’ın: "Üzerinden bir yıl geçmedikçe, bir malda zekat yoktur" dediğini işittim." Önce şunu söylemeliyim ki, vereceğim örneklerin hepsi rivayettir, doğruluğu konusunda kesin emin olamayız. Yukarıdaki iki rivayet hadis üzerinde düşünelim. İlk hadiste peygamberimizin bazı hayvan türlerinin avlanmasını, öldürülmesini yasakladığı söyleniyor. Dikkat ediniz bu türlü ve buna benzer yasaklar hükümler, din ile bağlantılı değildir. Günümüz de de belirli zamanlarda gerektiğinde, bazı hayvanların avlanması yasaklanır, daha sonra serbest bırakılır. Bunun mutlaka bir nedeni vardır. Gelelim diğer rivayete. Hz. Aişe validemiz, peygamberimizin üzerinden bir yıl geçmedikçe bir maldan zekât yoktur dediğini işittiğini söylüyor. Peki, bu sözlerden sizler, Kur’an ın emrettiği zekâtımı anladınız, yoksa devlete verilecek vergiden mi bahsediliyor? Önce bir konuyu tekrar hatırlatmak isterim. Peygamberimiz halkın, devletin başkanıydı. Toplumu yönetebilmek için, halktan vergi toplanması gerekliydi. Hatta hatırlayınız savaşlarda toplanan ganimetten, halkı yönetmesi adına gereken pay ayrılırdı. Sizlere bazı rivayet hadis örneklerinden bahsetmek istiyorum, konunun daha iyi anlaşılması için. 6519 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Müslümanların zekâtları (sürülerini suladıkları) su başlarında alınır. (Zekât memurları oralara gider, halk, zekâtını vermek için, zekât memurlarının ayağına gelmez)." 6516 - Hz. Cabir İbnu Abdillah radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Beş deveden aşağı mal için zekât yoktur. Beş okiyyeden az (gümüş için de) zekât yoktur. Beş vask miktarından az olan (hurma, üzüm ve hububat) için de zekât yoktur." 6521 - Amr İbnu Şu’ayb an ebihi an ceddihi radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, (yerden çıkan mahsullerden) şu beş şeyden zekât verilmesini teşri buyurdu: "Buğday, arpa, hurma, üzüm ve darı." 6514 - İbnu Ömer ve Hz. Aişe radıyallahu anhüma’nın anlattığına göre: "Resulullah aleyhissalatu vesselam, her yirmi dinar ve daha fazlası için yarım dinar (zekât) alırdı, kırk dinar için de bir dinar (zekât) alırdı. İlk yazdığım rivayet hadiste ne anlatılıyor? Müslüman ın zekâtlarını toplamak için ayaklarına gider ve malının başında alırlarmış. Dikkat ediniz bahsedilen hayvanların zekâtı tabiri kullanılıyor, ama bunu devletin memurları yapıyor ve yılda bir kez. Bahsedilen bu zekât fakire, olmayana verilen zekâtla, infakla hiçbir ilgisi yok. Kur’an ın tarif ettiği zekât, infak çok daha farklı. Hadis rivayetlerine dikkat ederseniz, zamanın bir gerekliliği olarak örneğin, beş deveden aşağı zekât yani vergi alınmayacağına, beş okiyyden az gümüş içinde zekât olmadığı hükmü verilmiş. Ama lütfen unutmayalım, bu kanunların dini emir olmadığını, bugün bizlerin kanunlarından, hiç farkı olmadığını bilmeliyiz. Yine peygamberimiz yerden çıkan mahsulden, Buğday, arpa, hurma, üzüm ve darı dan, zekat verilmesi emrini verdiğinden bahsediliyor. Zekât diye bahsedilenlerin hepsi, devlete verilen vergiden başka bir şey değil. Günümüzde bahsedilen bu ürünlerden başka şeyler ekilmiyor mu? Elbette ekiliyor. Hatta topraktan çıkan, daha çok kıymetli neler neler var. En son örnek verdiğim rivayet hadis ise, aslında zekât diye bahsedilen ve peygamberimizin hükmettiği vergiden başka bir şey olmadığını çok açık gösteriyor. (Her yirmi dinar ve daha fazlası için yarım dinar (zekât) alırdı, kırk dinar için de bir dinar (zekât) alırdı.) Bunu alan devlet, yani peygamberimiz devletin idamesi için toplatıyor. Peygamberimiz bu hükmü verirken, toplumun ödeyebilecek şartlarına göre verdiği de açıktır. Bu konularda birçok örnekler var. Ama hiçbirisi dine ilave edilen ve gelecek zamanı kapsayan hükümler değil bunlar. Hepside peygamberimizin döneminde, devletin bekası için verilen kararlardır. Birçoğu peygamberimizin döneminde bile, değişikliğe uğramıştır zamanla. Şimdi gelelim Allah ın bahsettiği zekâta, bir başka deyişle infak etmeye, yani yoksula yardım etmeye. Allah ın bahsettiği zekâtı hiç kimse toplamaz. Hatta ona bir sınırda koyamaz, çünkü Allah böyle bir sınır asla koymamıştır. Elbette tek elden toplanıp dağıtılabilirde, bunda bir yasakta yoktur. Yalnız zekâtın ne kadar verileceği konusunda bir miktar belirlenmemiştir. Allah özellikle bunu yapmayıp bizlere bırakarak, bu yolla bizleri imtihan etmektedir. Hele hele zekâtın yılda bir kez verilmesi emri, asla Kur’an ın emri değildir. Allah yılda bir kez fakiri, yoksulu düşünmemizi sizce ister mi? Allah zekâtı bolca fakirlere vermemiz için, teşviklerde bulunur Kur’an da. Hatta zekât vermeyi kendisine borç verme olarak gösterip, yok mu bana bir borç verecek diyerek, zekâtın bolca verilmesini teşvik eder. Yakınlarımıza, imkânı olmayana yardım edilmesini, başak örneğiyle bizlere anlatarak, kat kat fazlasıyla karşılık bulacağımızı anlatır bizlere. Hiçbir zaman zekâtın, yılda bir kez verileceğinden bahsetmez. Kazancımızın kırkta birini verin diye, bir sınırda koymamıştır. Allah ın böyle bir hükmü de zaten yoktur. Fakirin yılda bir hatırlanması, Rabbimizin adaletine de sığmaz. Çünkü Allah zekâtı, infak etmeyi, ihtiyacımızdan arta kalandan, her an dağıtmamızı emreder bizlerden. Yılda bir kez verilen, hadislerde geçen ve adına zekât denilen, olsa olsa ancak, devlete verilen vergiden başka bir şey değildir. Bakın Allah zekât, infak etme konusunda, Bakara 219. ayetinde nasıl bir açıklama yapıyor. Üç farklı mealden veriyorum ki, Allah ın zekât yani infak konusunda bizlere ne emrediyor, daha iyi anlaşılsın. ([Allah yolunda] neyi harcayacaklarını sana sorarlar. De ki: “O’nun için ayırabileceğiniz her şeyi.” Böylece Allah mesajlarını size açıklıyor ki tefekkür edebilesiniz.) (Yine sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. "İhtiyaçtan fazlasını" de. Allah size ayetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.) ( Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: "Helal kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin." Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz.) Ayetten de çok açık anlaşılacağı gibi, Allah infak yani olmayana zekât vermenin, miktarını bizlere bırakmış ve her zaman, imkânımızın nispetince bunu yapmamızı emretmiştir. Dikkat ediniz yılda bir, ya da kırkta bir gibi düşünceler, asla Kur’an ın önerileri değildir. Anladığımız kadarıyla o günkü toplumlar, devlete kazandıklarından verdikleri yılda bir vergiye de, zekât ismini vermişler. Konuyu özetlemek gerekirse, zekât verilecek malın cinsi önemli değildir. Allah böyle bir liste verip, şu ya da bu malın zekâtını verin şeklinde değil, tüm helal kazancımızın toplamından, ihtiyacımızdan arta kalanını, gerekli ihtiyacı olan yere, gerekli olduğu anda vermemizi önermiştir. Böylece malımızın, paramızın daha çok bereketleneceğini müjdelemiştir. Tekrar hatırlatmakta yarar görüyorum. Sizce Allah, bugün bizlere öğretildiği gibi, yılda bir kez, kazancımızdan zekât vermemizi bizlerden ister mi? Yılda bir fakiri, yoksulu doyurmayı, onların ihtiyacını karşılamamızı istediğini nasıl düşünür de, bu adaleti Rabbimize layık görürüz? Yorumunu sizlere bırakıyorum. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Ehl-i Kitap Arasındaki Çekişmelere, Allah ın Cevabı
İnsanoğlu tarih boyunca, Allah ın indirdiği kitaplar ile yetinmeyip, adeta kendilerince bir din yaratıp, Allah ın halis, katıksız, saf inancını, nefislerinin etkisi, şeytanın ve şeytanlaşmış beşerin vesvesesiyle, her zaman saptırmışlardır. İnsanın yapısı gereği tartışmaya meyilli oluşu, imtihanda olduklarının unutulması, daima üzücü sonlar hazırlamıştır kendilerine. Günümüz İslam anlayışını, şöyle bir hatırlayalım. Bizler Müslüman olmayan diğer kitap ehli tüm insanların, hiç ayrım yapmadan cennete giremeyeceğini, hepsinin cehennem ehli olduğunu söyleriz. Peki, bu hükme, kanıya nereden varırız? Kur’an dan dersek bu mümkün değil. Çünkü Rabbimiz böyle bir hüküm vermediği gibi, çok daha farklı açıklamalar yapar. Daha açıkçası Allah, nasıl bir kul olmamızın çok özel şartlarını koyar Kur’an da. Bizlerde ne yazık ki Kur’an ile yetinmediğimiz için, Müslüman olmayan herkese, geçmişte yapılan yanlışın aynısını yapıyor ve Rabbin hükmünde ve yetkisinde olan bir değeri, mükâfatı ya da cezayı bizler verip, bizden değilsen cehennemliksin yaftasını yapıştırıyoruz. Sanki Müslüman olup ta, cehenneme gidecek yokmuş gibi, kendi kendimizi temize çıkarıp, asla cehennem azabı görmeyeceğimizi de, söyleme cesaretini gösteriyoruz. Gelin isterseniz Kur’a na bakalım, acaba günümüzde söylenen, diğer kitap ehli olup ta, Müslüman olmayanlar, gerçekten hiç sorgusuz ve sualsiz ayrım yapılmadan, hepsi cehenneme mi gidecek diyor Allah? Bu konuda yorum yapmak yerine, bizleri yaratan Allah ın sözlerini anlamaya çalışmak, sizce de en akıllıca olanı değil mi? Bakara 62: Şüphesiz iman edenler; yani Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sâbiîlerden Allah’a ve ahi ret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için, Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir. Maide 69: Şu bir gerçek ki, iman edenler, Yahudiler, Sâbiîler ve Hıristiyanlardan Allah’a ve âhi ret gününe inanıp hayra ve barışa yönelik iş yapanlar için korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar. Hac 17: İman edenler, Yahudiler, Sâbiîler, Hıristiyanlar, Mecusîler ve şirke sapanlar arasında Allah, kıyamet günü ayrım yapacaktır. Allah, her şey üzerine Şahit’tir, tanıktır. Yukarıdaki ayetlerde üç önemli nokta dikkat çekiyor. Yüce Rabbimiz iman adına çok önem verdiği, bizlerden istediği, gerçekten dikkatle üzerinde düşünmemiz gereken üç önemli nokta. 1. Allah ın birliğine iman etmek. 2. Ahi ret gününe inanmak ve iman etmek. 3. İyi ameller işleyip, hayra ve barışa yönelik işler yapmak. Gerçektende günümüzde çok fazla bahsedilmeyen, ama Rabbin olmazsa olmazı, kulunda aradığı üç önemli özelliği bunlar. Yukarıdaki ayetlere dikkatle baktığımızda, Allah ın kulunda istediği birinci öncelikli özellikler, bunlar olduğunu anlıyoruz. Peki, bizlere günümüzde böylemi anlatılıyor? Hiç sanmıyorum, bizlere iyi bir Müslüman olmak için, öne sürdükleri öncelikleri söylemeye dilim varmıyor. Hatırlayınız Allah Dünyada barışı ve hayrı, yardımlaşmayı ön plana çıkaran bir inancın, istediği dinin ilk şartları olarak sayarken, bizler savaştan, din adına öldürmekten, kendi aramızda bölünmüşlükten bahsederek, nasıl Rabbin sevgili kulu oluruz da, cennetine layık oluruz? Allah Kur’an da, sizlere gönderdiğim din, İbrahim peygamberden bu yana gönderdiğim dinin aynısıdır der bizlere. Fakat bizler günümüzde tıpkı geçmişte Yahudilerin, Hıristiyanların yaptığı gibi, nefislerimizin esiri olmaktan kurtulamamışız. Alla hın has dininden uzaklaşıp, nefsimizin esiri olmuşuz. Kitap ehli mensubu her toplum, aynı yanlışı yaptıkları içinde, birbirlerini suçlamaktan öte gidememiş ve Allah ın en son gönderdiği rehberi, Kur’an ın çevresinde de buluşamamışlardır. Bugün bizler, bizden önceki ehli kitap toplumu için söylediklerimizi, bizim söylediklerimizden hiç farksız, onlar karşısındaki, kendisinden olmayan toplumlara söylüyorlardı. Bakın O devirde Yahudiler ve Hıristiyanlar neler söylüyormuş ve Allah da onlara nasıl cevap veriyor? Maide 18: Yahudiler ve Hıristiyanlar dediler ki, biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz. De ki: "O halde niçin size günahlarınız yüzünden azap ediyor?" Hayır, siz de O’nun yarattıklarından birer insansınız. Dilediğini affeder O, dilediğine azap eder. Hem göklerin, hem yerin hem de bunlar arasındakilerin mülk ve yönetimi Allah’ındır. Dönüş de O’nadır. Bakara 111 Dediler ki: ’Yahudi veya Hıristiyan olmayan hiç kimse kesin olarak cennete giremez.’ Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: ’Eğer doğru sözlüyseniz, kesin kanıtınızı getirin. 112: İş onların sandığı gibi değil! Kim güzel davranışlar sergileyerek yüzünü Allah’a teslim ederse, Rabbi katında ödülü vardır onun. Korku yoktur böyleleri için; tasalanmayacaklardır onlar. 113: Hepsi de kitabı (Tevrat ve İncil’i) okumakta oldukları halde Yahudiler: Hıristiyanlar doğru yolda değillerdir, dediler. Hıristiyanlar da: Yahudiler doğru yolda değillerdir, dediler. Kitabı bilmeyenler de birbirleri hakkında tıpkı onların söylediklerini söylediler. Allah, ihtilâfa düştükleri hususlarda kıyamet günü onlar hakkında hükmünü verecektir. Şimdi de yukarıdaki ayetleri düşünelim. Dikkat ederseniz bizim bugün onlar için söylediklerimizi, Yahudi ve Hıristiyanlar hem bize, hem de birbirlerine söylemişler. Yahudi ve Hıristiyan olmayanın cennete giremeyeceğini söylediklerinde, Rabbin onlara cevabı gerçekten dikkat çekici. ( Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: ’Eğer doğru sözlüyseniz, kesin kanıtınızı getirin.) (İş onların sandığı gibi değil! Kim güzel davranışlar sergileyerek yüzünü Allah’a teslim ederse, Rabbi katında ödülü vardır onun. Korku yoktur böyleleri için; tasalanmayacaklardır onlar.) Aynı soruyu gerçekten bizler, kendimize sormalıyız diye düşünüyorum. Müslüman olmayanlar cennete asla giremez diyenlere, sanırım Rabbimiz aynı cevabı verecektir. Rahmanın katındaki büyük ödülün kararını, şartlarını bizler koyarak, Allah ın işine karıştığımızın, farkına varmamız gerekmez mi sizce? 112. ayette bahsettiğimiz, Allah ın önem verdiği güzel davranışlarla, hayırda ve barışta yarışarak, yüzünü Allah a teslim edenlerin, Rabbin katında ödülleneceğini ve bunların tasalanmamasını söylüyor bizlere. Bizler tüm bu apaçık Allah ın ayetlerini görmemize rağmen, ne yazık ki beşerin sözlerine inanarak, bakın daha önce düşülen hatanın tıpa tıp aynısını, nasıl tekrar ediyoruz ve hala bunun farkında bile değiliz. (Hepsi de kitabı (Tevrat ve İncil’i) okumakta oldukları halde Yahudiler: Hıristiyanlar doğru yolda değillerdir, dediler. Hıristiyanlar da: Yahudiler doğru yolda değillerdir, dediler. Kitabı bilmeyenler de birbirleri hakkında tıpkı onların söylediklerini söylediler.) Yukarıdaki sözleri birbirine söyleyen Yahudiler ve Hıristiyanlar, karşısındaki inancı suçlayarak, her ikisi de birbirlerinin doğru yolda olmadıklarını söylüyorlar ve kendilerini temize çıkarıyorlar. Hâlbuki ellerindeki kitapları okusaydılar, Rabbin apaçık söylediklerini göreceklerinden bahsediyor. Demek ki bugün Kur’an da yazılanlar, o günde benzerleri ellerindeki kitapta yazılı olduğu halde, görmezden geliniyormuş, tıpkı bugün bizlerin yaptığı gibi. İşte aklını kullanmayan, Kur’an ı rehber almak yerine, beşerin kitaplarını, rivayetlerini rehber alıp, nefsinin esiri olmak bu olsa gerek. Allah affetsin. Kitabı bilmeyen, ondan habersiz olanlarda, onların söyledikleri gibi konuşuyorlar, sözlerine lütfen dikkat edelim. Allah kitabı okuyan ve ondan haberdar olup hurafelere inananlar ile hiç bilgisi olmayan, habersiz ya da dinden uzak insanlar gibi boşa konuştuklarını söylüyor. Bu sözleri günümüzle karşılaştırmak, çok doğru olacaktır. Allah ayetin sonunda tıpkı cahil insanlar gibi konuşan, hurafelere iman edenler hakkında bakın ne diyordu? (Allah, ihtilâfa düştükleri hususlarda kıyamet günü onlar hakkında hükmünü verecektir.) İşte bizlerde bugün aynı hatanın içinde, Rabbin kelamından habersiz, okumuş cahillere benzer durumdayız. Birbirimizi itham etmekte, sanki cennetin ve cehennemin biletini kesmekle görevli vezne görevlisiymiş edasında, kendimizi temize çıkararak, konuşmaya devam ediyoruz. Yüce Rabbimiz, bakın biz tüm Ehl-i Kitap toplumuna, nasıl bir mesaj vererek, nasıl bir yöntem izlememizi öneriyor. Yazacağım ayetleri lütfen çok iyi düşünelim. Bakara 135: "Yahudi yahut Hıristiyan olun ki doğruya kılavuzlanasınız." dediler. De ki: "Hayır, öyle değil. Şirk ve yozlaşmadan uzak bir biçimde, İbrahim milletinden olalım. O, şirke bulaşanlardan değildi. Ankebut 46: İçlerinde zulmedenleri hariç olmak üzere, Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin. Ve deyin ki: ’Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuz. Bakara 135. ayette, Yahudi ve Hıristiyanların çağrısına, Allah bakın nasıl hükmünü veriyor? Benim isteğim, şirk batağına batmadan, hurafelerden uzak, İbrahim in dinine tabi olun, çünkü o şirke bulaşan, hurafelere sapan birisi değildi diyor. Acaba bizler şirk batağına batmadan, imanımızı Allah ın istediği gibi yaşayan kullarından olabildik mi? Ankebut 46. ayet de ise, Allah ın önerisini çok doğru anlamalı ve kendi kendimizi temize çıkarmadan, doğru bir yolla mücadele etmeliyiz. Bu yolunda tarifini yapıyor Yaradan. Birbirinize dini, İslam ı ve Rabbin yolunu anlatırken en güzel yöntemle mücadele ediniz diyor. Bakın Allah bizlere, karşımızdaki ehlikitaba nasıl yaklaşacağımızın yöntemini çok net ve apaçık nasıl söylüyor? (Bize ve size indirilene iman ettik; bizim ilahımız da, sizin ilahınız da birdir ve biz O’na teslim olmuşuz.) Bu ayetleri ve günümüzde yaşanan olumsuzlukları düşünün lütfen. Sanırım Allah ın önerdiği yoldan bizler, çok uzak olduğumuz, ne kadar açık anlaşılıyor. İslam ı ve Kur’anı tüm âleme tanıtmak ve anlatmak istiyorsak, önce Kur’an ın emrettiklerini bizler doğru öğrenip, uygulamalıyız ki, örnek olalım. İslam ı anlatacağımız, tebliğ edeceğimiz insanlar ile aramıza duvarlar örmeden, onlara yaklaşmalıyız. Böyle yaparsak ancak onları, Kur’an ile buluşturabiliriz. Allah Kur’an da bizlere çok önemli bir işaret verir. Dininizi ve inancınızı yaşarken, asla kendinizi temize çıkarıp, karşınızdaki insanları suçlamayınız der bizlere. Çünkü kimin gerçek iman ettiğini, yalnız ben bilirim der. Yukarıda ki ayetler üzerinde lütfen dikkatlice düşünelim ve şunu sakın unutmayalım. Ben Müslüman oldum demekle, Allah ın istediği kul asla olamayacağımızı ve bunu söylemekle cennete gideceğimizi lütfen söylemeyelim. Allah ın sevgili kulu olmak, çabayla, özveriyle, hakka batıl karıştırmamakla olur, bunu da unutmayalım. Bizlere düşen kendimizi temize çıkarmak yerine, nasıl tertemiz insan olunur, onun yolunu öğrenelim. İyi ameller işleyip, hayırda ve barışta yarışalım. Allah ın halis ve katıksız dinini yaşayarak çevremize örnek olup, gerçek İslam ın yaşam örneğini, diğer ehli kitap mensuplarına gösterelim ki, onlar da Kur’an ı merak etsinler, etkilensinler ve Kur’an a tabi olsunlar. İslam dini üzerinde oynanan oyunları ancak, gerçek Kur’an ehli olan Müslümanlar bozabilir. Bizlere düşen, kanmadan- kandırmadan, korkmadan -korkutmadan Rabbin rehberini anlatmaya çalışmak olmalıdır. Bunu yapabilmek için, önce bizler İslam ı doğru anlamalıyız ki, doğru anlatabilelim. Allah Kur’an da bizlere, İbrahim peygamberden bu yana gönderdiğim dinlerin özünde bir olduğunu söyler. En inkişaf etmiş, en gelişmiş ve bundan sonra başka peygamber ve kitap gönderilmeyeceği için korunmuş kitabın da, Kur’an olduğunu bildirir bizlere. Allah gönderdiği kitapları, kullarının doğruya, güzele ulaşması, mutlu olması adına göndermiştir. Hz. İbrahim den Hz. İsa ya kadar gelen kitaplar, geçmiş toplumlarının, çağın gerektirdiği ölçüde gerçek rehberleri olmuş, yoldan sapmış nesli doğruya iletmek adına gönderilmiştir. Allah ın gönderdiği kitaplar arasında bazı değişiklikler olmuş, toplum yaşadıkları devrin-zamanın koşullarında, doğruya yönlendirilmiştir. Neden tüm insanlık Kur’an ı rehber almalıdır? Çünkü Kur’an Allah ın gönderdiği, en son ve en gelişmiş ilimle donatılmış bir rehberdir. Geçmişte gelen kitaplarda, kendi çağının elbette en gelişmiş rehberleri idi. Şöyle düşünelim. Bir konuda yüz, yüz elli yıl önce yazılmış bir beşeri ilmi kitap, nasıl kendi çağın ilmiyle, bilgi ve gerçekleri ile yazılıp, okunup toplumun anlayacağı şekilde yazılıp istifade edildiyse, yüz yıl sonra aynı konuda yazılan bir beşeri kitabında, kendi çağının gerçekleri, ilmi verileri ışığında yazılacağı ve o günün toplumuna gerektiği ölçüde fayda sağlayacağı açıktır. Hiç kimse geçmişte yazılan ilmi bir kitabı almaz, en yenisini en inkişaf etmiş, günümüz şartlarında hazırlanmış, yazılmış olanı alır. Çünkü en yararlı ve faydalı bilgi, en gelişmiş ilmin yazıldığı bu kitaptadır da ondan. Kur’an Allah ın bizlere sunduğu, ilmin ışığında günümüz şartlarına göre, en son gönderdiği rehberi olduğuna göre, bizler Müslüman olmayan Ehl-i kitaba, bu gerçeği doğru anlatabilmek için, önce bizler doğru anlamalıyız. Hakka batıl karıştırmadan, bizler eğer doğru anlayamadıysak, aramızda bölünüp parçalandıysak, Allah ın nurundan bizler gereği gibi istifade edemiyorsak, nasıl olurda başkalarına Allah ın gerçeklerini anlatabiliriz. Yabancı TV kanallarını şöyle bir dolaşın. Birçok Hıristiyan inancını anlatan kanallar görürsünüz. Hem Türkçe, hem de Arapça. Peki, nerede bizim Diyanetimiz? Neden hem Türkçe, hem de diğer dillerden, İslam ı anlatmıyor? Anlatamaz, böyle bir yayında yapamaz. Çünkü bizler kendi içimizde daha, Kur’an ı doğru anlayıp, doğru yaşayamıyoruz ki. Hıristiyanlık propagandası yapan, kanallarını seyredenler bilir. Bizlerin Kur’an a uymayan rivayet hadislere inancımızı, çok iyi kullanıyorlar. Ne diyorlar biliyor musunuz? Kur’an da çelişki vardır. İşte bu düşünceyi yaratan bizlerin inandığı yanlış hurafe, rivayet inançlarımız. Çünkü Allah Kur’an da açıkça bir hüküm veriyor, ama inandığımız rivayet hadisler, Kur’an ın tam tersini söylüyor. Bizler kendi içimizde, bu gerçeği önce görmeliyiz. İslam toplumunda, aynı peygambere, aynı kitaba iman eden, farklı mezheplerin bile, birbirine tahammülü yoksa kendi içinde, nasıl olurda diğer Ehl-i kitabı, Kur’an a davet ederiz. Yaşadığımız bölünmüşlüğümüzle, düşmanlıklarımızla mı örnek olacağız diğer toplumlara. İçinde yaşadığımız zaman, gerçeklerin, hakkın üstünün örtülmüş, gizlenmiş ve batılın güçlü olduğu bir devirdir. Daha açıkçası Peygamberimizin mahşer günü söyleyeceği, benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar, sözünün gerçekleştiği bir çağda yaşıyoruz. Tüm insanlık âlemi, Allah ın imtihanından geçiyor, önce bu gerçeği unutmayalım. Daha sonrada unutmamamız gereken, imtihanımızda yaşadığımız gerçeklerin ne kadarının, Allah ın istekleri doğrultusunda olduğu gerçeğidir. Kim Allah ın çizgisine en yakın, imtihanını yaşıyorsa, kurtuluşa erecekte onlar olacaktır. Allah ın bizlere müjdelediği cennetinde, en üst makamda olmak, burada sonsuzluğunu yaşamak isteyen, zamanın ve çağımızın ilmi, rehberi Kur’an dan nasibini bolca almalıdır. Bu bir yarıştır, yarışında kuralını Rabbimiz koymuştur. Bizler kendi nefsimizin etkisinde, kendimizce kurallar koymaya çalışmayalım. Son noktayı koyacak, hakkımızdaki kesin kararı verecek, bizleri değerlendirecek, bizleri yaratan Yüce Rabbimizdir, bunu da unutmayalım. Gelin dostlar, Kur’an ın çevresinde toplanalım. Üzgünüm ama gemi yara almış su alıyor, yarada çokkkk ama çok derin. Tamir edilecek gibi de görülmüyor. Gelin can yeleklerimizi hazırlayalım. Kurtuluşa erenlerden olmak istiyorsak eğer, Bakara suresi 5. ayetinde Allah ın söylediği gibi, Rabbimizden gelen hidayet, yani Kur’an üzerinde olalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Peygamberimizin vasiyetine, mirasına sahip çıkamadık
Bizler İslam ı yaşamaya çalışırken, birbirine tamamen ters düşen söylemlerle karşılaşıyoruz. Bu durum karşısında tedirgin oluyor ve korkuyoruz. Acaba hangi bilgi doğru düşüncesi, sorusu hâsıl oluyor bizlerde. Bu durumda ne yapmalıyız? İşte bu soruya doğru cevap bulabildiğimiz ölçüde, Rabbin istediği yol üzerinde oluruz. Rabbim cümlemizi, yanlış yoldan gitmekten korusun. Allah bizlerin orta yolu izleyen, bir ümmet olmamızı ister Kur’an da. Peki, bu orta yolu izlemek ne anlama gelir? Aşırılardan uzak, Allah ın hükümlerine riayet eden ve sınırları aşmayan, Kur’an ın ipine sarılarak iman etmek olduğunu, yine Kur’an kendi içinde verir bu sorunun cevabını. Nisa suresi 87. ayetinde Allah, bakın nasıl dikkatimizi çeker. (Söz bakımından Allah'tan daha doğru kim vardır!) Yine Kefh 26. ayetinde; (Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz.) Enam 57. ayetinde de; (Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır.) Enam 19. ayetinde; (Bu Kuran bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım.) Diyerek bizlerin izleyeceği yolu aydınlatmış ve bakın aşağıdaki ayetlerle de, nasıl noktayı koymuştur. Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Bu ayetleri gördükten ve tebliğ alıp, iman ettikten sonra, sizce Kur’an ın dışından da, Allah ın vermediği hükümleri, peygamberimizin verebileceğine ve bizlerinde bunlardan sorumlu olacağımıza inanmamız, doğru olur mu? Böyle ucu açık, sonu belli olmayan bir imana, Rabbimiz bizleri yönlendirir mi? Bir başka deyişle, peygamberimiz aşağıdaki sözleri söylemiş olabilir mi? 55 - Mikdâm İbnu Ma'dîkerib (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Haberiniz olsun, rahat koltuğunda otururken kendisine benim bir hadisim ulaştığı zaman kişinin: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı vardır. Onda nelere helâl denmişse onları helâl biliriz. Nelere de haram denmişse onları haram addederiz" diyeceği zaman yakındır. Bilin ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın haram kıldıkları da tıpkı Allah'ın haram ettikleri gibidir" Ebu Dâvud, Sünne, 6, (4604); Tirmizî, İlm 60, (2666); İbnu Mace, Mukaddime 2, (12). Bu sözleri Kur’an ile karşılaştırdığınızda, peygamberimizin bu anlama gelebilecek bir söz söylemiş olabileceğini gösteriyor mu? Yani peygamberimiz, dine tıpkı Kur’an hükmünde, helal ve haram koyabilme yetkisi var mı? Lütfen bu sözleri Kur’an ın tüm ayetleri ile birlikte düşününüz. Kelimeleri cımbızlayıp, bunlara istediğimiz manaları yüklemek, bizleri büyük yanlışlara götürecektir. Kendimize şu soruyu sormamız, sanırım yeterli olacaktır. Allah sizlerin, bütün şan ve şerefiniz Kur’an dadır dedikten sonra, ileride sizleri Kur’an dan sorumlu tutacağım diye hüküm verdiyse, acaba Kur’an ın hiç bahsetmediği bir konudan, bizleri hesap günü sorumlu tutar mı? Bazı din kardeşlerimiz, rivayet hadisleri örnek verip, peygamberimizin tıpkı Yaradan ın hüküm koyduğu gibi hükümler, yani helal ve haramlar koyduğuna dair birçok rivayet hadis örnekleri gösterirler. Bende yine bu rivayet hadislerin içinden, peygamberimizin bu düşüncenin tamamen tersi sözlerinden örnekler vermek istiyorum. Hangilerin doğru olduğuna, elde Kur’an herkes kendisi karar verecektir. (Benden Kur'an dışında bir şey yazmayın. Kim, benden Kur'an dışında bir şey yazmışsa, onu imha etsin. Muslim-Zuhd/72(3004) /4137 Ebu Davud-İlm/3(3647) /4136 Musned-c.3/12,21,39 Darimi-Mukaddime/42 Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20 Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. İbni Hişam Siret 4 sayfa 332 Abdullah b. Abbas ve Abdullah b. Ömer'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah minbere çıkarak: "Yazdığınızı duyduğum kitaplar nedir? Allah'ın Kitabı'ndan başka bir kitap mı istiyorsunuz? Kitab'ının terk edilişi sebebiyle Allah'ın bir gece ansızın ezberinizdeki ve yazılı olan âyetlerini yok etmesi yakındır..." buyurdu. ) Yukarıdaki rivayetlere baktığımızda, peygamberimizin Kur’an dışında sorumlu olduğumuz, dine ilave hiçbir hüküm vermediğini görüyoruz. Eğer hadis külliyatını geniş bir şekilde okuduysanız, peygamberimizin o devrin devlet başkanı olarak, beşeri konularda ve devletin, toplumun yürütülmesi adına verdiği bazı hükümleri vardır. Bunları lütfen inceleyiniz. Birçoğu dönemin toplumunun, kendi şartlarında halkı yönetmekle ilgilidir. Sizlere desem ki, peygamberimizin vasiyeti-mirası neydi? Bu konuda ne söyleyebilirsiniz? Bakın peygamberimizin vasiyeti-mirası neymiş, o gün peygamberimizin en yakınlarının tespiti ne kadar doğru. Siz bu hadislerin topluma nakledildiğini hiç duydunuz mu? Duymazsınız, çünkü bugün o vasiyet-miras, birilerinin işine gelmediği için unutturuldu, başka şeylerle karıştırıldı. 5370 - İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm muhtazar (ölmeye yakın) iken evde bir kısım erkekler vardı. Bunlardan biri de Ömer İbnu'l-Hattâb radıyallahu anh idi. Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Gelin, size bir şey (vasiyet) yazayım da bundan sonra dalâlete düşmeyin!" buyurdular. Hz. Ömer: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'a ızdırap galebe çalmış olmalı. Yanınızda Kur'ân var, Allah'ın kitabı sizlere yeterlidir" dedi. Oradakiler aralarında ihtilâfa düştü. Kimisi: "Yaklaşın, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm size vasiyet yazsın!" diyor, kimi de, Hz. Ömer radıyallahu anh'ın sözünü tekrar ediyordu. Gürültü ve ihtilâf artınca, Aleyhissalâtu vesselâm: "Yanımdan kalkın, yanımda münakaşa câiz değildir!" buyurdu. Bunun üzerine İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ: "En büyük musibet, Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'la onun vasiyeti arasına girip engel olmaktır!" diyerek çıktı." Buhari, Megâzî 83, İlm 39, Cihâd 176, Cizye 6, İ'tisâm 26; Müslim, Vasiyye 22, (1637). 64 - Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den rivayet edildiğine göre bir gün kendisi çarşıya uğrar ve: "Mescidde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mirası taksim edilirken ben sizleri burada görüyorum (Bu ne biçim iş, siz de koşun) buyurur. Herkes mescide koşuşur, bir şey göremeyince: "Taksim edilen bir şey göremedik, sâdece bazıları Kur'ân okuyordu" derler. O cevabı yapıştırır. "İyi ya, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mirası zaten bu değil mi?" Heysemî, Mecma'u'z-Zevâid'de, Taberânî'nin el-Mu'ce'mu'l-Evsat'ından nakleder (1, 123, 124). 5763 - Talha İbnu Musarrıf anlatıyor: "İbnu Ebî Evfâ radıyallahu anh: "Resûlullah vasiyette bulundu mu?" diye sordum. "Hayır dedi. Ben tekrar: "Öyleyse, kendi vasiyette bulunmaksızın halka nasıl vasiyeti farz kılar veya emreder" dedim. "Kitabullah'ı vasiyet etti " diye cevap verdi." Buhârî, Vesâya 1, Megâzî 83, Fezâilu'l-Kur'ân 18; Müslim, Vasiyet 16, (1634); Tirmizî, Vesâya 4, (2120); Nesâî, 2 (6, 240). Gerçekten peygamberimizin vasiyetini, mirasını daha peygamberimiz sağken anlamak bile istemeyenler çıkmıştır. Allah ın kitabı sizlere yeterlidir, Resûlullah ın mirası Kur’an dır diyen, en yakınlarının bu tespitini, bugün görmezden gelenlere hatırlatılır. Daha o günlerde bile fitne toplumu sardıysa, bugün o bölünmenin ne durumda olduğunu düşünmek bile istemiyorum. Hz. Ömer in bu gerçeği göremeyenlere, peygamberimizden daha farklı şeyler bekleyenlere verdiği cevap, dikkat çekici ve düşündürücüdür. Yine rivayet edildiğine göre, peygamberimiz bizlerin neyle iman etmemizi istiyor. 422 - Sehl İbnu Muâz el-Cuhenî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim Kur'ân'ı okur ve onunla amel ederse, kıyamet günü babasına bir taç giydirilir. Bu tacın ışığı, güneş dünyadaki herhangi bir evde bulunduğu takdirde onun vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur'ân'la bizzat amel edenin ışığı nasıl olacak, düşünebiliyor musunuz?" Ebu Dâvud, Salât, 349, 1453.H. Dikkat ederseniz peygamberimiz, amel edeceğimiz kaynak olarak yalnız Kur’an dan bahsediyor. Zaten Kur’an da bunu emrediyor. Bunu söyleyen Allah elçisi, Kur’an dışından da ben, bir o kadar hükümler, helal, haramlar koydum diyor mu? Peygamberimizin döneminde, onun en yakınlarının, hadis naklinden çok çekindiklerini anlıyoruz. Gerçekten sözler, dilden dile dolaşırken, inanılmaz değişime uğruyor. Bu örneğe kendi hayatımızda da şahit oluruz. Bakın bu konuda, yine bizlere ulaşan rivayetlerden örnekler vermek istiyorum. Kur’an a uyan, onun süzgecinden geçen her bilgiden yararlanmak, akıllı bir Müslüman’ın görevidir. (5956 - Amr İbnu Meymûn anlatıyor: "Ben, İbnu Mes'ud radıyallahu anh ile perşembe akşamları karşılaşmayı hiç aksatmazdım. Bu gelişlerimde, onun herhangi bir şey hususunda: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki" dediğini hiç işitmedim. İşte bu akşamlardan birinde, "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki" diyerek (söze başladı, fakat arkasını getirmeyip) başını öne eğdi. (Biraz bekledikten sonra) kendisine baktım. Gömleğinin ilikleri çözülmüş, gözlerinden yaşlar boşanmış, avurtları şişmiş vaziyette ayakta duruyordu. (Bir müddet bu vaziyette, kaldıktan sonra) sözünü şöyle tamamladı: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm öyle veya onun berisinde veya yukarısında veya ona yakın veya ona benzer bir şey söylemişti.") 5177 - İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Babama dedim ki: "Ben niye senin Resülullah'tan hadis rivayetini işitmiyorum. Halbuki falan ve falandan çokça işitiyorum?" Bana şu cevabı verdi: "Evet ben, Müslüman olduğum günden beri Aleyhissalâtu vesselâm'ı hiç terk etmedim. Hep beraber olduk. Ancak O'nun şöyle söylediğini de işittim: "Kim bile bile bana yalan nisbet ederse, ateşteki yerini hazırlasın." Buhâri, İlm 38; Ebü Dâvud, İlm 4, (3651). Bu rivayetler gerçekten, çok düşündürücü ve bir o kadar da anlamlı. Peygamberimizin söylediği bir şeyi, topluma nakletmek istiyor, ama ya yanlış bir şekilde aktarırsam diye korkuyor ve bu korku onun gözlerinden yaş gelmesine bile neden oluyor. Gerçekten bir başkasının sözlerini, bire bir nakletmek çok zordur, hatta imkânsızdır. Bu örneklerden kıssadan hisse alamıyorsak eğer bugün bizler, sanırım bir yerlerde büyük hata yapıyoruz demektir. Değerli din kardeşlerim, ya bugün bizler neler yapıyoruz? Emin olmadığımız ve Kur’an dan asla onay almayan, Kur’an da bahsedilmeyen onca sözleri, peygamberimiz söylemiştir diye, hiç çekinmeden söylemiyor muyuz? Nereden nereye. Peygamberimizin ve sahabelerinin hadislerinden yararlanmak istiyorsak, bu gerçekleri asla göz ardı etmemeliyiz. İşimize gelen hadisleri değil, Kur’an ın onay verdiği hadisleri alıp, yararlanmalıyız. Sizlere hatırlatacağım hadis, üzerinde düşünene çok şeyler anlatıyor. (5179 - Mücâhid merhum anlatıyor: "Büşeyr el-Aşevi, Hz. İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ'ya gelip: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki..." diyerek bir şeyler anlatmaya kalktı. Ancak İbnu Abbâs onu konuşmaya bırakmadı ve kendisine iltifat etmedi. Büşeyr: "Sözlerimi niye dinlemiyorsunuz? Ben size Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'dan anlatıyorum, hiç tınmıyorsunuz, niçin?" diye sordu. İbnu Abbâs ona şu cevabı verdi: "Biz vaktiyle, bir kimsenin "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki" dediğini işitince, gözlerimizi ona çevirip kulaklarımızı da dinlemek üzere uzatıyorduk. Ne zaman ki, insanlar hadis rivayetinde laubalileştiler, biz de onlardan ancak bildiklerimizi almaya başladık.") Müslim, Mukaddime 7, (7). Bu sözlerde, çok büyük dersler var. Ne dersiniz, bugün bu gerçek inanılmaz boyutlarda değil mi? Ama farkında olanımız, o kadar az ki. Şimdi sizlere hatırlatacağım rivayet hadiste, bakın peygamberimiz bugün, içinde bulunduğumuz gerçeği ne güzel anlatıyor. (7184 - Ziyâd İbnu Lebîd radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm bir şey anlatarak: "İşte bu şey, ilmin gitme anlarında olur" buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Bizler Kur'ân'ı okur olduğumuz, evladlarımıza da okuttuğumuz, evlatlarımız da kendi evlatlarına okutur olacakları halde ilim nasıl gider (kaybolur)?" dedim. Aleyhissalatu vesselâm: "Anasız kalasıca Ziyâd! Ben seni, Medine'nin en fakihlerinden biri bilirdim. Şu, (gözümüzün önündeki) Yahudi ve Hıristiyanlar kitapları olan Tevrat ve İncil'i okudukları halde onların içinde bulunanlarla amel ediyorlar mı? (Demek ki keramet okumada değil, okunanı hayata geçirmekte, yaşamakta ve tatbik etmektedir)" buyurdular.") Şu güzel sözlere, bakar mısınız lütfen. Bu gün bizler Kur’an ı elimizden düşürmeden, anlamını dahi bilmeden okuyor, hatta güzel okuma yarışmaları yapıyoruz. Peki, Kur’an ile mi amel ediyoruz? Kur’an ı herkes anlayamaz, Kur’an özet bilgidir, her şey Kur’an da yazmaz. İslam ı doğru yaşamak için fıkıh kitaplarından faydalanmalıyız diyerek, toplumu beşerin kitaplarına yönlendirmiyor muyuz? Kur’an ın verdiği hükümler kadar, peygamberimizde dine hükümler koymuş tur diyerek ucu açık, sınırsız bir yola iletilen toplumda İLİM KALIR MI? Sizlere güzel bir örnek daha vermek istiyorum. Bakın peygamberimizin ölümünden sonra, Hz Ali nasıl bir tespitte bulunuyor. (68 - Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle buyurmuştur: "Sizler geniş bir caddeye bırakıldınız. Bu, üzerinde Ümmü'l-Kitap olan (yâni Allah'ın kesin hükümlü âyetleriyle istikameti tesbit edilmiş) bir yoldur.") Gerçekten çok güzel bir örnek ve tespit. Bu yol, Allah ın bizlerden istediği orta yoldur. Bu yolu izlemek isteyen, Allah ın emrettiği gibi, Kur’an ın ipine sarılır. Çünkü peygamberimizde o yolu izlemiş ve asla sapmamıştır. Peygamberimizin veda hutbesini, yaklaşık yüz bin kişi izlediği rivayet edilir. Bu kadar kalabalık bir toplumun izlemesine rağmen, veda hutbesi günümüze birçok farklı şekillerde ulaşmıştır. Sizlere bu hutbeden küçük bir bölümün, günümüze nasıl çok farklı ulaştığının örneğini vermek istiyorum. Bu kadar kalabalık bir toplumun izlediği bir konu, günümüze bu derece farklı ulaştıysa, varın gerisini siz düşünün. 1-Ey mü'minler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir. 2-Mü'minler! Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah'ın kitabı Kur'an'dır. 3-Ben sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve benim Ehl-i Beytim. Peygamberimizin veda hutbesinden, aynı konuda üç farklı rivayeti okudunuz. Peygamberimiz üçünü de söylemeyeceğine göre, hangisinin doğru olduğuna bizler Kur’an a danışarak karar vermeliyiz. Sizce hangisi doğru olabilir? Yorum ve karar sizlerin. Peygamberimizin en yakınında yaşayanlardan, Allah elçisinin vefatından sonra, acı bir gerçeği bakın nasıl dile getiriyorlar. 6468 - Ubey İbnu Ka'b radıyallahu anh anlatıyor: "Resulullah aleyhissalatu vesselam ile beraberken, biz Ashabın hedef ve gayesi tek idi. O vefat edince, kimimiz şöyle, kimimiz böyle baktı (hedefler ayrıldı)." Peygamberimizin vefatıyla başlayan dinde bölünme, ayrılık günümüz de inanılmaz boyutlara ulaştı. İşimiz çok daha zorlaştı. Sizlere verdiğim örnekler, hepsi bir rivayettir. Doğruluğunu Rabbimiz bilir. Bizler imanımıza doğru bir yön vermek istiyorsak, Kur’an ın ipine sarılıp, asla Kur’an ın sınırlarını zorlamamalıyız. Ben bu güzel örneklerin birçoğunu, Kur’an a arz ettiğimde olumlu cevaplar aldığım için, sizlerle paylaştım. Kur’an dan onay alan her güzel bilgi, bizlerin başının tacıdır. Alır faydalanırız. Kur’an ın onay vermediği hiç bilgiyi, ne peygamberimizin sözüdür deriz, nede Allah katından der alırız. Bizlerin yapması gereken, Kur’an elimizde onu anlamaya çalışarak, akıl ve fikrimizin çabaları ile kıssadan hisselerden derslerimizi alıp, yaşamımıza yön vermeliyiz. Dilerim Rabbimden, gönül gözleri Kur’an ile parlayarak, Rabbin huzuruna çıkan, yüzleri gülen, Allah ın halis kulları arasında oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
DİNDE BÖLÜNMENİN ACISINI ÇEKİYORUZ
İslam toplumları olarak, dinde bölünmüşlüğün acısını çekiyoruz. Allah dinde bölünmeyin diye hüküm verdiği halde, bizlerin günümüzde bölünmüşlüğümüzü açıklarken, bunu bir bereket, güzellik, zenginlik olarak göstermemiz, bizlerin ne derece, Kur’an merkezli yaşadığımızı göstermektedir. Allah dinde bölünmenin tehlikesini, Kur’an da bakın bizlere nasıl anlatıyor. Enam 159: Gerçek şu ki, dinlerini parça parça edip kendileri de gruplaşanlar, sen hiç bir şeyde onlardan değilsin. Onların işi ancak Allah'adır. Sonra O, işlemekte olduklarını kendilerine haber verecektir. Rum 32: (O müşrikler ki,) Kendi dinlerini fırkalara ayırmış ve kendileri de parça parça olmuşlardır ki her grup kendi elindekiyle övünüp sevinç duymaktadır. Müminun 53: Ama insanlar, aralarındaki inanç bağını keserek kendi aralarında parça parça oldular. Her grup kendilerinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedirler. Ali imran 105: Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır. Ne yazık ki bizler güzelim dinimizi, bu hale getirdik. Parçalanıp bölününce de, İslam düşmanlarına kolay lokma olduk. Allah geçmiş toplumların, yaptığı yanlışları bizlere örnek gösteriyor ve sakın onlar gibi dinde bölünmeyin diye bizleri uyarıyor ayetlerinde. Peki, bizler bu uyarılara kulak verip uyuyor muyuz? Elbette uymadık, hatta inatla ayetleri duymazlıktan geliyoruz, böylece Allah ın azabından da kurtulamıyoruz. Allah Yahudi ve Hıristiyanlar dan bahsederek, bakın bizleri nasıl uyarıyor. Bakara 120: Dinlerine uymadıkça, Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır. Çok doğru, bugün bizler ne yaparsak yapalım, onların dinlerine uymadıkça, bizlerin güvenilecek dostları olması mümkün değildir. Fakat bizler bu gerçeği, ne yazık ki hala görmezden geliyoruz. İslam toplumu olarak öyle bir bölündük ki, Yahudi ve Hıristiyanlar artık Müslüman ülkelere karşı, kendileri bir güç kıllanma gereği bile duymuyorlar. Çünkü bizleri birbirimize düşürdüler. Müslüman, Müslüman ı öldürür oldu. Hem de camilerde, Allah ın huzurundayken bile öldürmekte, bir sakınca görmeyenler var aramızda. Ne hallere düştüğümüzün farkında mıyız? Yahudiler ve Hıristiyanlar karşımıza geçmiş, kıs kıs gülüyorlar halimize, başarılarından dolayı. Hala toplum olarak, kendimize gelmeye niyetimiz yok mu? Geçen gün bir haber okudum gazetede. İsrail Başbakanı bakın ne diyor, içinde bulunduğumuz acı gerçeği haykırıcasına. İsrail in İran a saldırmaları durumunda, bunun Ortadoğu da ki tansiyonu düşüreceğini savunarak, İran ın Arap dünyasında sevilmediğini, İsrail in İran ı vurması durumunda, Arapların bir tehditten kurtulmuş olacağını söyleyebiliyor. Bizler İslam âlemi olarak ne derece parçalanmış, bölünmüş ve birbirine düşman edilmiş olduğunun, açık bir örneğini görüyoruz. İsrail in, Yahudi zihniyetinin düşüncelerine bakar mısınız? Bütünüyle yalan söylüyor diyebilir misiniz? Diyemezsiniz, çünkü İslam toplumu birbirine düştü, Yahudi ve Hıristiyanlar ın planları ile birbirimize düşürüldük. Düşman olduk adeta. İran neden bizlerin düşmanı olsun. Onlar bizlerin din kardeşimiz değil mi? Aynı peygambere, aynı kitaba iman edenler, nasıl olurda birbirine düşman olur. Rehberimiz Kur’an olmaktan çıkınca, elbette bu acı sonuçta kaçınılmaz olacaktır. Hakka batıl karıştırılıp, neyin Allah emri, nelerin olmadığının ayrımını yapamaz olduk. Yahudi fitnesi bizleri yönetebilmek için, yüzlerce yıldır dinimize ektikleri, hurafe fitnelerin meyvesini topluyor artık. İşin ilginci, İsrail Başbakanı bu sözleri söyledikten sonra, İslam camiasından hiç ses çıkmadı. Yalan söylüyorsun, biz İslam toplumları olarak, İran a düşman değiliz demediler. Yıllarca İran ile Irak ı savaştıranlar, Irakta milyonlarca Müslüman kanını dökenler, şimdide bir başka Müslüman ülkede, Suriye de aynı planı uygulamaktadırlar. Hem de Müslüman ı Müslüman a kırdırarak. Acaba sıra ülkemize ne zaman gelecek, bunu hesap eden, düşünen var mı? İsrail İran ı bertaraf ettiğinde, Arapların bir tehditten kurtulmuş olacağını söylüyor. Müslüman bir toplumun tehdidi, asla bir başka Müslüman toplum olamaz, olmamalıdır. Bizlerin en büyük tehdidimiz, İsrail, yani Yahudi zihniyetidir, geçmişte de aynen böyle olmuştur ve böylece Allah ın gazabına uğramışlardır. Siyonist’in sözüne asla güvenilmez, bunu unutmayalım. Lütfen artık bu gerçeği görelim ve kendimize gelelim. Allah Kur’an da akla, düşünmeye çok önem verdiği içindir ki, ayetlerin sonunda düşünerek iman etmemizi, düşünerek yaşamamızı ister. Zaten imtihanında özü, aklımızı kullanmaktan geçmiyor mu? Allah aklını kullanmayanları, bakın nasıl bir cezaya çarptıracağını söylüyor. Yunus 100: Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir. Ne dersiniz, İslam âlemi içindeki bu azap, acı, keder, birbirine düşman oluşumuzun nedeni, aklımızı kullanmadan iman ederek, dinde bölünmeyin diyen Rabbin sesini duymadığımız için, Allah ın bizlere bir cezası olmasın sakın. Değerli din kardeşlerim. Gelin Yahudi fitnesinin oyunlarına gelmeyelim. İslam âlemi olarak, tek bir yumruk olalım. Mezhep ayrılıklarımız, bizleri düşman yapmasın. Her toplum istediği şekilde imanını yaşasın. Bizleri tek yumruk yapan, peygamberimizin bizleri davet ettiği, Kur’an ın orta yolunda birleşelim. Yahudi ve Hıristiyanların oyununa gelmeyelim. Onların insafsız adaletine güvenerek, kendimizi teslim etmeyelim. Her acının sonunda bir mutluluk vardır. Gelin İslam âlemi olarak, bu yanlışımızdan dersler alalım ve güç birliği yapalım. Yahudi fitnesi, İsrail Başbakanının söylediği, İran İslam toplumu içinde sevilmez, Arapların düşmanıdır fitnesini boşa çıkarıp, yalanlarcasına, el ele verelim. İslam toplumu içindeki, bu bölünmüşlüğümüze son verelim. Varsa yanlışlarımız kendi aramızda düzeltelim. Çünkü Müslüman Müslüman ın kardeşidir, bunu unutmayalım. Tüm bu gerçeklerin, hala farkına varamazsak eğer, ülkemizi çok acı ve kederli günler beklediğinin bilincinde olalım. Zalimlere boyun eğmeyelim, aldatmacalarına kanmayalım. Bir söz vardır; (Mazlumlar ayağa kalkmayınca, zalimler diz çökmez.) Rabbim, ülkemiz olarak bizler, çok hassas bir imtihandan, dönemden geçiyoruz. Ne olursun zalime muhtaç etme, yardım et bizlere. İslam âlemi olarak, güç birliği yapmamız için, zalimin fitnesinin farkında olmamızı sağla. ÂMİN. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'AN I REHBER ALMAYINCA
Bir yazıma verilen cevapta, genelde yapılan bir yanlışa, güzel bir örnek ile karşılaştım ve bu konuyu, tekrar gündeme getirmenin, yararlı olacağını düşünüyorum. Bizler Kur’an ı rehber aldığımızı söyleriz. Ama ne yazık ki söylediğimiz ile İslam ı yaşadığımız, her nedense birbirini tutmaz. Bunun nedeni üzülerek söylemek zorundayım, Kur’an sözde rehber, beşerin kitapları özde- pratikte rehber olduğu içindir. Peygamberimiz mahşer günü boşuna, benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar demeyecek. Bana verilen cevaptan, bir soruyu önce sizlere nakletmek istiyorum. ( Sual: Domuzun herkese, ipek ve altının erkeklere haram edilişinin hikmeti nedir?) Bizler Kur’an ı rehber almadığımız sürece, bu tür ikilemlerde kalmamızda kaçınılmaz olacaktır. Haram ve yasaklar Kur’an da apaçık belirtilmiştir. Peygamberimizde Kur’an ile hükmetme görevi almıştır topluma. Bunun dışına çıkması da asla düşünülemez. Domuzun haram oluşu Kur’an da apaçık yazıyor da, altın ve ipeğin erkeğe haram olduğu neden Kur’an da yazmıyor diye, hiç kendimize soruyor muyuz? Yaradan, biz hiçbir eksik bırakmadık Kur’an da, Allah unutucu değildir, her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız dediği Kur’an da, altın ve ipeğin erkeğe haram olduğunu eksik mi bıraktı da, (HÂŞÂ) peygamberimiz haram kıldı diyebiliyoruz? Bakın Allah helal ve haram konusunda neler söylüyor. Bu ayetler apaçık dururken, hala Allah ın haram demediğini haramlaştıranlara, söyleyecek sözüm yok. Çünkü bilmeden, düşünmeden, emin olmadan söylediğimiz sözler, Allah a ve elçinse iftira atmaktır, bunu da unutmayalım. Sur. 116. ayet; Yalan düzerek Allah'a iftira etmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "Şu helaldir, şu da haramdır!" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenler kurtulamazlar. Enam 140: Şu bir gerçek ki, ilimsizlik yüzünden öz evlatlarını beyinsizce katledenlerle, Allah'ın kendilerine verdiği rızıkları, Allah'a iftira ederek haramlaştıranlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. İnan olsun, sapıtmışlardır onlar; hiçbir zaman doğruyu ve güzeli bulamazlar. Enam 150: Şunu da söyle: "Allah şunu haram etmiştir diye tanıklık edip duran şahitlerinizi getirin." Eğer tanıklık ederlerse sakın onlarla birlikte tanıklık etme! Ayetlerimizi yalanlayanlarla ahrete inanmayanların keyifleri ardınca gitme! Onlar, kendi Rablerine başkalarını denk tutuyorlar. Yunus Suresi 59. De ki: "Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz? Maide 87: Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri (siz kendinize) haram kılmayın ve sınırı aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez. Siz yukarıdaki ayetlerden, Allah ın haram dediklerinden başka konularda, elçisinin de haram yapabileceğini mi anladınız, yoksa Allah dan başka helal ve haram hükmü verecek kimse olmadığını mı? Allah ın haram demediği, temiz ve güzel şeyleri kendinize haram kılmayın, böyle yaparak sınırı aşmayın uyarısını, hala anlayamadık mı? Ayetlere dikkat ederseniz, Kur’an ın haram demediği konularda haramlar uyduranlara, ne oldu bunları haram diye, Allah mı size izin verdi diyor. Sizce haram koyan makam, çok açık değil mi? İşte bizler böylece, Allah ın sınırlarını aşıyoruz, ama anlayan-farkında olan mı var. Çünkü nefsimizi Kur’an nuru ile nurlandırmamış isek, gönüllerimiz, kalplerimiz kilitli olduğundan, asla gerçekleri göremeyeceğimizi unutmamalıyız. Bakın Allah haram konusunda, nasıl kesin bir hüküm veriyor ve ne diyor. Enam 119: Üzerine Allah'ın adı anılıp kesilenden yememenize sebep ne? Oysa Allah, çaresiz yemek zorunda kaldığınız dışında, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Doğrusu birçokları bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar. Muhakkak ki Rabbin haddi aşanları çok iyi bilir. Bakın ne diyor ayet, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Peki, ne açıklamıştı Allah? Sanırım hatırladınız ama gelenek ve rivayetlerin baskısı o kadar güçlü ki, ayetleri bile unutturuyor. Rabbim affetsin. Allah ın ayetin sonunda söyledikleri düşündürücüdür. (Doğrusu birçokları bilgisizce, kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar.) Allah birkaç kez haram kıldıklarını sayıyor Kur’an da. Bakın bir ayetinde ne diyor. Enam 145: De ki: Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka, yiyecek kimseye haram kılınmış bir şey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşmamak üzere kim (bunlardan) yemek zorunda kalırsa, bilsin ki Rabbin bağışlayan ve esirgeyendir. Allah bu kadar açık ve net söylemesine rağmen, hala bu inat niye, işte bunu anlamak mümkün değil. Değerli din kardeşlerim. Allah sizlere eşi benzeri olmayan bir nur indirdim ve bütün şan ve şerefiniz, tüm ilminiz ondadır diyor da, Kur’an da sizleri sorumlu tuttuğum her konu var diyorsa, gelin sanıyı, Kur’an ın onayından geçmeyen beşerin rivayetlerini değil, Allah ın sözlerini dinleyelim. Yoksa çokkkkk, ama çok pişman oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
GÜÇLÜ BİR İMAN İÇİN NE YAPMALIYIZ
Bir kardeşimiz, Kur’an ın haram dediği bir şeye, Allah ın sırf yasakladığı için uymak, hikmeti nedeniyle uymaktan çok daha iyidir demiş. Bir başka arkadaşımız da, sorgulamadan itaat etsek, kıyamet kopar herhalde diyerek düşüncesini yansıtmış. Acaba böyle mi düşünmeliyiz? Allah Kur’an da bizlerin, böyle mi iman etmesini istiyor? Hiç düşünmeden, araştırmadan mı iman etmemiz daha güçlü, sağlam bir iman olur, yoksa ikisini birleştirdiğimizde, yani düşünerek, araştırarak iman etmemiz mi daha doğru olur. Bu konuda doğru bir yol üzerinde olmak istiyorsak, Kur’an ın bu konuda ki düşüncesini önce öğrenmeliyiz. Elbette ilk yapmamız gereken, kesin itaat etmemiz çok önemlidir, bunda şüphe yok. Çünkü herkes aynı kapasitede değildir, her şeyi hemen anlayamaz düşünemez, ama emredilen hükmün nedenlerini, hikmetini araştırmak da, bizlerin asli görevi olduğunu bilmeliyiz. Bir başka şekliyle söylemek gerekirse, Allah ın emrini, hükmü ayrı, hikmeti ayrı gözüyle bakmamalıyız. Allah ın ayetlerinde dikkat çeken en önemli unsur, sorgulayan ve düşünen bir toplum yaratılması adınadır. Yaradan düşünmemizi, aklımızı kullanmamızı istiyorsa, bu sorgulayan bir toplum olmamızı istediği içindir. Yaşantımızdan bir örnek verelim. Hastasınız ve doktor size ilaç verdi. Siz sırf doktor ilaç verdi diye mi o ilacı aldığınızda memnun olur, en kısa zamanda sağlığınıza kavuşursunuz, yoksa o ilacın etkisi, sizin üzerinizde yapacağı olumlu sonuçlarını bilmeniz, bu konuda yapılan açıklamalar mı, sizin için daha iyi sonuç verir? Kur’an bizlerin, öyle iman eden bir kul olmamızı ister ki, Allah ın emrine önce kuşku duymadan boyun eğen, ama böyle kalmayıp, emredilen hükümlerin üzerinde düşünen, aklını kullanan bir kul olmamızı ister. Allah ayetlerinde hükmünü verir ve en sonunda bakın nasıl bizleri düşünmeye, araştırmaya yönlendirir. ( Hâlâ düşünmüyor musunuz? Fakat düşünen mi var. Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz. Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Dileyen onu düşünüp öğüt alır.) Daha açıkçası, yaptığını bilen, bilinçli, kendisinden emin olan, aklı başında kullar olmamızı ister Kur’an bizlerden. İmtihanımızın da özünde, düşünmek aklımızı kullanmak yatmıyor mu? Bilinçsiz ve düşünmek den uzak bir imanın, nefsimizde etkisinin gerektiği kadar etkin olmayacağını, Rabbimiz Kur’an da bizlere anlatmaya çalışır. Tabi Kur’an ı bilerek, anlayarak okuyup düşünenler, bu gerçeği görecektir. Bizlerin dine ve Kur’an a yaklaşımı, eğer yalnız nefsi ve duygusal olurda aklı, mantığı bir kenara bırakmışsak, şeytanın ve şeytanlaşmış insanların aldatmacalarından asla kurtulamayız. Onların bizlere karşı tuzaklarının, farkına varamayız. Kalıcı, sağlam bir iman üzerinde olmak istiyorsak, nefsimizi, duygularımızı mutlaka akıl ile kontrol altına almalıyız. Aklın var olduğu yerde, şeytan asla hüküm süremez. Çünkü şeytan bizleri nefsimizle, duygularımızla aldatmaya çalışır. Düşünen ve aklını kullanan bir Müslüman, Allah ın emrettiklerinin hikmetini aklıyla, mantığıyla, ilimle anladıkça, imanı daha da güçleneceğinden şüphe yoktur. Kur’an da ki müteşabih ayetler, sizce ne için var hiç düşündünüz mü? Allah bu ayetlerin anlamını, bir ben bilirim, birde ilim tahsili yapmış olanlar diye açıklama yapar bizlere. Hatta kalbinde eğrilik olanlar, anlamlarını bilmedikleri için, bu ayetlerin peşine düşüp, anlamsız şeyler söylerler diye dikkatimizi çeker. İman edenler ise, bunun Allah dan geldiğini bildiği için, kuşku duymadan iman ettiklerini söyler. Dikkat ediniz lütfen, herkesin anlayamayacağı, zamanla ilimle anlaşılacak ayetlerin nedeni ne olabilir? Peki, bu ayetlerin anlamlarının ortaya zamanla çıkması sonucu, biz insanlarda ne gibi bir duygu hâsıl olur diyor Kur’an? İnananların imanları artar diyor. Buradan da anlaşılıyor ki, imanımızın daha güçlü olması için bazı etkenler var. Bu etkenlerin ana kaynağı ilim ve akıl olduğu anlaşılıyor. Demek ki bizler elbette kuşku duymadan önce iman edeceğiz. Ama öylece oturmak yok. İmanımızın daha güçlü ve sağlam olabilmesi için de, araştıracağız düşüneceğiz. İlmin ışığında yaşayacağız. Ne yazık ki bizler bunu yapmayı başaramadık, her zaman göz ardı ettik. Bugün İslam toplumu, bu gerçeği göz ardı ettiği için, Kur’an ın emrettiği İslam ı yaşayamıyoruz. Düşünmeyi bıraktığımız içindir ki, nelerin Allah emri olduğu, nelerin olmadığı kargaşası içinde boğuşup duruyoruz. Çünkü akıl devre dışı kalmış, rehber Kur’an olması gerekirken, beşerin kitapları rehber olmuş. Böyle olunca da, sonuç ortada. Allah birçok ayetinde, düşünmeye, akla vurgu yapıyor ve aklını kullanmayanları pislik içinde bırakırım diyor. Dikkat ediniz lütfen, Allah sırf ben söylediğim için iman edin demiş olsaydı, aklınızı kullanın, ayetler üzerinde düşünün der miydi? Ne dersiniz? İnancımızı, imanımızı daha güçlü ve sağlam bir temel üzerine inşa etmemiz, daha doğru olmaz mı? Kendi kendimize sorular sorup acaba neden, niçin demektense, onun hikmetini araştırıp bilmemiz, imanımıza güç katmaz mı sizce? Yorum ve karar sizlerin. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ALLAH DOMUZ ETİNİ NEDEN HARAM KILMIŞTIR?
Allah Kur’an da, bizlerin ilk okuduğumuzda nedenini tam anlayamadığımız bir emir verdiyse, onu görmezden gelmek yerine, önce ona uymalı daha sonrada nedenini araştırmalıyız. Belki çağımızın ilmi, bu emri gerektiği gibi açıklamaya yeterli olmayabilir. Ama bizler Allah ın yasakladığı şeylere, asla kuşku duymadan elbette kendi nefsimizce, ilavelerde yapmadan uymalıyız. Bilmeliyiz ki Allah bizler için, en güzelini önermiştir. Yüce Rabbimiz domuz etini bizlere haram kılmıştır. Bunun nedenini belki içinde bulunduğumuz yüz yılda, ilmin-bilimin ileri seviyelerde oluşu nedeniyle biliyoruz. Geçmiş yüzyıllar önce, bu bilgilere sahip olmayan, Allah ın emirlerine iman eden insanlar, hiç kuşku duymadan domuz etinden uzak durmuşlardır. Elbette Allah ın emrinden sapanlara, sözümüz meclisten dışarı. Peki, sizce Allah domuz etini, neden yememizi yasaklamış olabilir? Bu konuda edindiğim bazı bilgileri, sizlerle de paylaşmak istedim. Hıristiyanlar eski İncillerinde, domuzun pis olarak geçtiğini bugün itiraf ediyorlar. Bildiğiniz gibi Yahudi inancında da domuz yemek haramdır. Domuz her türlü şeyi yiyen, pis ortamlarda dolaşabilen bir hayvandır. Yemek konusunda hiç ayrım yapmaz. Pis artıklar, çöpler ne koyarsanız önüne yer. Düşünebiliyor musunuz, domuz kendi ölmüş yavrusunu bile yiyen bir hayvandır. Domuzlar en hızlı ve en zayıf sindirim sistemine sahiptir. Sindirimleri 4 saat sürüyor. Bu iyi ve sağlıklı bir süre değildir. Sindirim sistemi çok hızlı ve çok zayıf olduğundan, yediği şeylerdeki toksinleri tamamen temizleyemezler ve domuz kendi hücrelerinde depolar. Bu şu anlama geliyor, domuz pislikleri, çöpleri ve diğer hastalıklı canlıları yiyiyor ve etini yiyenler için, 4 saat sonra kasapta parçalara ayrılıyor ve yemeye hazır hale geliyor. Ne kadar büyük bir tehlike değil mi? Burada ki sorun, toksinlerin tamamen temizlenmemiş olmasıdır. Diğer taraftan Allah ın bizlere helal kıldığı hayvanlardan inek, koyun ve benzerleri, bu hayvanların hepsi temiz beslenen vejetaryenlerdir. Onların sindirim sistemleri, domuza göre, çok daha ileri seviyede. İneklerde 3 mide vardır ve taze temiz sebzeler sindirim sisteminde işlendiğinde, 12 saat sürüyor. Kıyasladığımızda bir tarafta 4 saat, diğer tarafta 12 saat. Pislik çöp yiyen bir hayvanı mı tercih edersiniz, ya da taze temiz beslenen hayvanımı tercih edersiniz? Zayıf sindirim sistemi olan, toksinleri depolayan mı? Yoksa toksinlerden tamamen temizlenmiş olanı mı? Rabbimiz bir hüküm veriyorsa, bizlere düşen onu gereği gibi uygulamak olmalıdır. Elbette Allah ın haram demediği şeyleri de haramlaştırmak, bir o kadar yanlıştır, günahtır. Aklımıza şöyle bir soru gelebilir. Peki, madem yememiz sakıncalı, Allah neden domuzu yarattı? İşte bu soruyu da kendimize elbette sormalıyız, ama cevabını ararken nefsimizle değil, Kur’an ve aklın çizgisinden sapmadan aramalıyız, bu sorunun cevabını. Bu soruya verilecek birçok cevap bulabiliriz. Elbette benimde bazı düşüncelerim var, ama sanırım bu vereceğim cevap erken olabilir. Daha doğru cevabı bulabilmemiz için, ilime-bilime-tıbba, biraz daha zaman tanımalıyız diye düşünüyorum. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
RECM CEZASI VE KUR'AN IN BU KONUDAKİ EMRİ.
Günümüz İslam toplumlarında, ne yazık ki Kur’an terk edildi. Bu çok açık hissediliyor artık. Onun yerini ise, doğruluğundan emin olmadığımız rivayetler, gelenekler ve töre aldı. Bu söylediklerimin bir örneğini, sizlere vermek istiyorum. Allah ın emirlerini, hükümlerini, ne yazık ki Kur’an ile aramıza girenlerin sayesinde, göremiyor ve hissedemiyoruz. Bakın Allah elçisi aracılığıyla, bizlere neler söylemesini istiyor. Ahkaf 9: De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım. Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Enam 50: Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?" Yukarıdaki üç ayete baktığımızda, Allah elçisine verdiği emir çok net ve açık. Ne diyor, onlara bakalım. .Ben sadece bana vahyedilene uyarım. .Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. .Yalnız bana vahyedilene uyarım ben. Allah ın elçisine verdiği görev, çok açık değil mi? Allah benim hüküm vermediğim, sana indirmediğim konularda da, sen hüküm ver diyor mu? Hatırlayınız Maide suresi 45. ayetinde, Allah ın indirdiğiyle hükmetmeyenler zalimlerin ta kendisidir diyor ve bizleri uyarıyordu. Peki, bizleri nasıl uyarıyordu, onlardan birkaç ayet hatırlayalım. Araf 3: (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Allah apaçık ne emrediyor bizlere? Rabbinizden size indirilene uyun. Ondan başka velilerin sözlerine aldanmayın diyor. Peki, daha sonra ne diyor? Hakkında emin olmadığın, Kur’an ın onayını alamadığın bilgilerin ardına sakın düşme, sorumlu olursunuz diye uyarıyor. Enbiya suresi 10. ayetinde de, yemin ederek Rabbimiz bir hüküm veriyor ve diyor ki; Sizlere öyle bir kitap, öyle bir Kur’an indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Rabbin bu sözlerini dinlemeyeceğimizi bildiği içinde, ayetin sonunda, hala akıllanmayacak mısınız diye de, bizlere kızgınlığını belirtiyor. Evet Rabbim akıllanmadık, bu gidişle akıllanmaya da hiç niyetimiz yok gibi görünüyor. Çünkü artık senin nurun, şan ve şerefin devre dışı kaldı. Ne olursun bizleri affet. Bizler o kadar Kur’an dan uzaklaşıp, rivayetlerin ardına düştük ki, Rahmanın Zühruf suresi 44. ayetinde, ileride sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim, sorumlu tutacağım dediğini bile göremez olduk. Bizler Kur’a nı o kadar terk ettik ki, bunun kanıtını sizlere çok acı ve üzücü bir örnekle göstermek istiyorum. Kur’an zina, yani fuhuş yapanlara karşı, nasıl bir ceza verilmesi gerektiğini çok açık örneklerle anlatır Kur’an da. Önce bu konu ile ilgili Kur’an dan detaylı bilgiler alalım, daha sonra Kur’an ın asla onaylamadığı, peygamberimizin sözleridir diye naklettikleri rivayetlerin, İslam dinine nasıl zararlar verdiğini ve peygamberimize nasıl iftiralar atıldığını görelim. Kadınların eşcinsellik yani zina yaptıklarında, bakın Allah nasıl bir yol izlememizi istiyor. Nisa 15: Kadınlarınızdan eşcinsellik (zina) yapanlara karşı içinizden dört tanık getirin; eğer tanıklık ederlerse o kadınları, ölüm canlarını alıncaya ya da Allah kendileri için bir yol açıncaya kadar evlerde tutun. Peki erkekler aynı suçu işlese, yani iki erkek eşcinsellik yaparsa ne yapılmasını emrediyor. Nisa 16: Eşcinselliği içinizden iki erkek yaparsa onlara eziyet edin. Bu ikisi tövbe eder, durumlarını düzeltirlerse onlara eziyetten vazgeçin. Allah Tevvâb'dır, tövbeleri çok kabul eder; Rahîm'dir, merhametine sınır yoktur. Allah biz her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diyorsa, her konudan örneklerini vermiş demektir. Bize düşen bunu Kur’an dan anlamaya çalışmak olmalıdır. Şimdide bir kadın ve bir erkek zina yaparsa, Allah nasıl bir yol izlenmesini emrediyor. Nur 2: Zina eden kadınla zina eden erkek... Yüz vuruş vurun her birinin ciltlerine... Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dini konusunda bunlara acıma duygusu sizi yakalamasın. Müminlerden bir grup da bunların cezalarına tanık olsun. Bahsettiğimiz konularda, apaçık hükümler verilmiş Kur’an da. Zinayı yapan erkek ve kadın ayrım yapılmadan aynı cezayı alıyor. Zina konusunda kafamızda, hiçbir soru işareti kalmadı şükürler olsun. Bu konuda her bilgiyi Kur’an dan aldık. Şimdide gelelim rivayet hadislere, bakalım onlar günümüze kadar nasıl gelmiş ve Kur’an ın onayladığı bir şeriat üzerindeler mi? Örnekler verelim. (1570 - Habib İbnu Salim (rahimehullah) anlatıyor: "Abdurrahman İbnu Huneyn denen bir adam karısının cariyesine temasta bulundu. Hâdise, Küfe emîri Nu'man İbnu Beşir (radıyallahu anh)'e götürüldü. "- Ben, dedi, hakkınızda, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hükmüyle hükmedeceğim: Eğer zevcen, cariyeyi sana helâl ederse, yüz deynek yiyeceksin, helâl etmezse recmedileceksin." Sonra (tahkik etti) karısının cariyeyi adama helâl ettiğini görünce, emir yüz deynek vurdu.") Tirmizî, Hudud 21, (1451); Ebu Dâvud, Hudud 28, (4458, 4459); Nesâî, Nikâh 70, (6,124); İbnu Mlâce, Hudud 8, (2551). Yukarıdaki örnek üzerinde düşünelim. Bir adamın karısının emrindeki cariyesi ile evli olmadıkları halde, cinsel ilişkide bulunmuş, yani zina yapmış. Bu konu o devrin emirine kadar geliyor. Verdiği karar ve söyledikleri üzerinde lütfen dikkatle düşünelim, çünkü peygamberimizin hükmüyle hükmedeceğini söylüyor. Zevcen, zina yaptığın cariyeyi sana helal ederse, yalnız yüz değnekle kurtulacaksın diyor. Eğer eşin sana cariyeyi helal etmezse, recmedileceksin yani taşlanarak öldürüleceksin diye açıklık getiriliyor. Eğer zinanın cezası recmetmek olsaydı, bu Kur’an da apaçık yazardı. Tam tersine zina yapmanın cezası, kadın-erkek yüz deynek vurulacağı apaçık yazıyor Kur’an da. Sizce Kur’an da hükmü apaçık yazıldığı halde, peygamberimiz Allah ın verdiği hüküm yerine, Kur’an da bahsedilmeyen bir hükümle karar verir mi? Hatırlayınız Allah elçisine ne diyordu? Sana indirdiğimle onlara hükmet. Kadının durumuna gelince. Zinayı yapan kadın eğer hür ise oda aynı cezaya çarptırılacaktı. Yok, eğer suçu işleyen cariye yani hür değilse, bakın bu durumda Allah Nisa 25. ayetinde, (fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınlara uygulanan cezanın yarısı uygulanacaktır.) diye hüküm veriyor. Demek ki zina yapan hür kadın, bu suçundan dolayı taşlanarak yani recim edilmiyor demektir. Hür olana ceza 100 kırbaç ise, köle yani cariyeye 50 kırbaç olacağı açıktır. Zina eden kadın ya da erkeğin, recmedilmesi peygamberimizin emriydi ve bu emir uygulanırdı diyenlere, bir ayet daha hatırlatmak isterim. Nur 3: Zina eden erkeği, zina eden bir kadın veya putperest bir kadından başkası nikâhlamaz. Zina eden kadına gelince, onu da zina eden bir erkek veya putperest bir erkekten başkası nikâhlamaz. Müminlere bu, haram kılınmıştır. Yaradan ın ayetleri üzerinde düşünmeyi bırakıp, rivayetlerin ardına düştüğümüzde, elbette Furkan ın nuruyla nurlanmamızda, mümkün olmayacaktır. Ne diyor ayet? Zina eden kadın ile zina eden erkek ancak evlenir diyor. Hani recm ediliyordu? Eğer böyle bir ceza olsaydı, zina eden erkekte, kadında yaşıyor olmazdı. Şimdi vereceğim örnek üzerinde, lütfen dikkatle düşününüz. Çünkü bu bilgilerin peygamberimizin sözleri olduğuna inanan, cehennemdeki yerini hazırlamış olacağını unutmasın. (1561 - İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti: "Allah Teâla hazretleri Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'i hak (din ile) gönderdi ve O'na Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler arasında recm ayeti de vardı! Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zina yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Ben şu endişeyi taşıyorum: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: "Biz Kitabullah'da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah'ın kitabında indirdiği bir farzı terkederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinaları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- süb-t bulduğu takdirde, onlara tatbik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haktır. Allah'a kasemle söylüyorum, eğer insanlar: "Ömer Allah Teâla' nın kitabına ilâvede bulundu" demeyecek olsalar, recm ayetini (Kitabullah'a) yazardım.") Buhârî, Hudud 31, 30, Mezâlim 19, Menâkibu'l-Ensar 46, Megâzi 21, İ'tisâm 16; Müslim, Hudud 15, (1691); Muvatta, Hudud 8, 10, (, 823, 824); Tirmizî, Hudud 7, (1431); Ebu Dâvud, Hudud 23, (4418). Yukarıda söylenenlerin farkında mıyız? Açıkça bugün Kur’an ın eksik olduğu, Allah a yemin edilerek söyleniyor. Ama bizler bu sözleri, peygamberimizin uygulamaları, hadisleridir diye alıyor ve fıkıh kitaplarına yazıyoruz. Birde bunları inkâr edip inanmayanların, dinden çıkacağını bile söylüyoruz. Allah bizleri affetsin. Tam tersine bunlara iman edenler, Kur’an dan sapmış demektir. Allah ın kitabında olmayan bir hükmü yemin ederek, biz bu ayeti gördük vardı ve hatta ezberledik diyor, ama daha sonra bu ayeti Kur’an da göremedik diyebiliyor. Bizlerde seyrediyoruz, fıkıh kitaplarımıza almakta bir sakınca görmüyoruz. Düşünen, Kur’an ı rehber alıp, onunla iman edenler nerede? İşte dostlar rivayetlere düşünmeden, Kur’an süzgecinden geçirmeden inanmanın, çok ama çok büyük tehlikeleri. Hani Kur’an ı Allah, kendi koruması altına almıştı? HÂŞÂ Rabbim verdiği bu sözü, yerine mi getiremedi, deme gafletinde bulunuyoruz yoksa? Bunu belki söyleme cesareti bulamayan, ama aynı anlama gelen bu sözlere iman edenlere hatırlatırım. RABBİN HIŞMINDAN asla kurtuluş yoktur. Peygamberimiz, benim adıma yalan söyleyenler, cehennemdeki yerini hazırlasın diye, bizleri uyarmıştır. Bakın yine bir başka rivayette, peygamberimizin asla hükmetmeyeceği sözleri, nasılda ona isnat ediyorlar. (1580 - Ebû Hüreyre ve Zeyd İbnu Hâlid el-Cühenî (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Bir bedevî, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek: "- Ey Allah'ın Resulü, Allah aşkına, hakkımda Allah'ın kitabıyla hükmet!" diye yemin verdi. Bundan daha fakih olan bir diğeri de: "- Evet aramızda Kitabullah'la hükmet, bana da izin ver!" talebinde bulundu. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz: " Meramını söyle! (seni dinliyorum)" dedi. Adam: "- Oğlum bunun yanında işçi idi. Karısıyla zina yaptı. Bana,"Oğlun için recm gerekir" dediler. Ben de hemen oğlum namına yüz koyunla bir cariyeyi fidye verdim. Sonra bir de ilim adamlarına sordum. Bana: "Oğluna yüz deynek ve bir yıl sürgün cezası gerekir; bu adamın karısına da recm cezası icabeder" dediler" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "- Ruhumu kudret elinde tutan Zât'a yemin olsun ikinizin arasını Kitabullah uygun şekilde hükme bağlayacağım: Cariye ve koyunlar sana geri verilecek. Oğluna yüz sopa ve bir yıl sürgün tatbik edilecek" buyurdu. Sonra, Eslemli bir adama seslendi: " Ey Üneys! bu zâtın hanımına git, eğer zinâyı itiraf ederse onu recmet gel!" Üneys, kadına vardı. O suçunu itiraf etti. Resûlulluh (aleyhissalâtu vesselâm) emretti, kadın recmedildi.") Buhârî, Muhâribin 30, 32, 34, 38, 46, Vekâlet 13, Şehâdât 8, Sulh 5, Şurüt 9, Eymân 3, Ahkâm 39, Haberu'I-Vâhid I, İ'tisâm 2; Müslim, Hudud, 25, f1697,1698); Muvatta, Hudud 6, (2, 822); Tirmizî, Hudud 8, (1433); Ebü Dâvud, Hudud 25, (445); Nesâî, Kudât 21, (8, 240, 241); İbnu Mâce, Hudud 7, (2549). Doğrusunu isterseniz Kur’an ehli bu sözleri asla kabul etmez. Çünkü bunların kabulü, Kur’an ı reddetmiş gibi günaha sokar insanı. Verilen cezaya bakar mısınız lütfen. Zina yapan kadın ve erkek ne kadar farklı cezalara çarptırılıyor. Erkek yüz kırbaç ve sürgün cezası, peki kadına ne ceza veriliyor? Recm yani taşlanarak öldürme? Bu nasıl bir adalet böyle. Birde Kitabullah a göre ceza verileceği söyleniyor, peygamberimize ve Rahman a apaçık iftira atılıyor. Bunu dahi fark edemiyor muyuz? Neden kadın taşlanarak öldürülüyor da, erkek kırbaçlanıyor? Allah böylemi emretti Kur’an da? Yazımızın başında Allah ın bu konudaki emirlerini sizlere hatırlatmıştım. Sizce bu adalet peygamberimizin adaleti olabilir mi? Birde aşağıdaki hadise bakalım. 6754 - Hz. Aişe radıyallahu anhâ anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Cariye zina ederse sopalayın, yine zina yaparsa yine sopalayın, yine zina yaparsa yine sopalayın, yine zina yaparsa yine sopalayın, sonra onu, (bu halini belirterek) bir örgü (ip) bedeliyle de olsa satın!" Cariyenin zina halindeki cezası, bakın ne kadar Kur’an ayetine uygun. Kırbaç ya da sopa cezası. Unutmayınız cariye Müslüman. Hatta hür olana verilen cezanın, yarısı kadar sopa vulacağınıda, Kur’an hükmüyle söyleyebiliriz. Öyle bir inanç sistemi yaratmışız ki, bizleri Kur’an dan uzaklaştırmış. Rehberimiz olması gereken Kur’an a karşı aldığımız tavır, bu kitapta her bilginin olmadığı, herkesin anlayamayacağı yönünde olmuş. Böyle olunca da, imanımıza rivayetler yön vermiş. Bir konunun hükmünün Kur’an da oluşuna bakmak yerine, rivayet yoluyla bizlere ulaşan ve peygamberimizin hadisleri olduğunu söylediğimiz sözler, adeta Kur’an ın önüne geçmiş. Kur’an ın verdiği hükümlere bakan, ondan onay almaya çalışan, neredeyse kalmamış. Bu konuda size vereceğim örnek, içinde yaşadığımız İslam inancının sınırlarının ne derece uçsuz bucaksız ve sınır tanımaz bir duruma geldiğinin acı bir örneğidir. Hâlbuki Yaradan, dinde sınırların aşılmasına asla müsaade etmez ve bizleri uyarır. (1583 - Şa'bî (rahimehullah) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallâhu anh), kadını recmettiği zaman onu perşembe günü dövdü, cuma günü de recmetti. Ve şunu söyledi: "Ona Kitabullah(ın hükmü) ile celde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünneti ile de recm tatbik ettim." Buhârî, Hudud 21) Neler söylüyoruz ve nelere iman ediyoruz, farkında mısınız? Hiç sanmıyorum. Eğer farkında olsaydık, bu sözleri günümüzde bizlere iletenlere gereken cevabı, Kur’an ile verirdik. Ne yazık ki bu acı gerçek, bugün bazı Arap ülkelerinde uygulanıyor. Zina eden kadını taşlıyor öldürüyorlar, ya erkek nerede? Kadın tek başına mı yaptı bu işi? Yoksa kadın silah zoruyla mı yaptı zinayı? İşte beşerin adaleti böyle adaletsiz olur. Kur’an a bakan, aldıran bile yok. Bu ayet Kur’an a geçirilmeye unutulmuş, diyecek kadar gözlerimiz dönmüş. Elbette bunun sonucunda Allah da bizleri, layık olduğumuz pisliğe bulaştırmış, birbirimize düşman etmiş, kin ve nefretle yaşıyoruz. İslam toplumlarında ne huzur, nede mutluluktan eser bile yok. Kim bilir daha ne acılar ile cezamızı çekeceğiz. Birde recm konusunun bir hikâyesi vardır. Recm ayeti peygamberimizin ölümünde ki telaşından dolayı, bir keçinin bu sayfayı yediğini ve Kur’an a böylelikle geçmediği anlatılır. Bizlerde aval aval dinliyor, bu anlatılanlara inanıyoruz. Değerli din kardeşlerim. Benim bütün çabam, içinde bulunduğumuz büyük yanlışın, farkına varılması adınadır. Bizlerin rehberi Kur’an dır. Allah tan başka hüküm veren olmadığını, bizzat Kur’an söylüyor. Allah hükmüne kimseyi ortak etmez diye hüküm verdiği halde, bizler Allah ın verdiği hükümleri kadar, elçisinin de hüküm verdiğine inanarak, öyle büyük hatalar yapmışız ki, Allah ın ayetlerinin bile önüne geçirmişiz. Allah elçisine, kullarıma yalnız Kur’an ile hükmet, sakın hiçbir ilave yapma, canını alırım yoksa diyor da , sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye apaçık hüküm veriyorsa, sizce bizlerin yapması gereken çok açık değil midir? Bizler elbette her bilgiden faydalanmalıyız. Bunda hiçbir şüphe yok. Ama bizlere iletilen her bilgiyi, Kur’an a arz etmek ve ondan onay almak şartıyla, her bilgiden faydalanmalıyız. Kur’an ın onay vermediği, bahsetmediği ve açıklamadığı bir konu ve hükümden sorumlu olmayacağımızı Rabbimiz söylüyorsa, gelin beşerin rivayetlerine değil, Allah ın sözlerine inanalım. Sizlere zina konusundaki verdiğim, rivayet örneklerdeki hükümleri okudunuz. Kur’an ın hükümleri ile karşılaştırdığınızda, sizlere bu bilgilerin doğru olduğu onayını verdimi? Elbette vermedi. O zaman bizlere düşen bu bilgileri, asla kabul etmemek olmalıdır. Elbette kabul edenlere sözümüz olamaz. Herkes yaptıklarından sorumludur. Dünyada kıyametin ne zaman kopacağını bırakalım da, bizlerin kıyameti kopmadan, yani emaneti teslim etmeden, gelin Kur’an ın ipine sıkı sıkı sarılalım ve emin olmadığımız bilgilerin ardına düşmeyelim. Kur’an ın ipine değil de, Rabbin ayetlerini görmezden gelip, üstünü örtüp, beşerin ipine sarılırsak, bu ipin şeytanın ipi olduğunu ve bu ipe sarılanların, ebedi cehennemlik olacağının, lütfen artık farkında olalım. Dilerin cümlemiz, Rabbin ipine sarılan, hakka batıl karıştırmayan, aklı ile iman eden, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
RİVAYETLERE GÖRE KUR'AN I ANLAMAYA ÇALIŞIRSAK.
İslam ı en doğru bir şekilde anlamak ve yaşamak istiyorsak, en garantili yolu seçmeliyiz. Allah Kur’an ın ipine sarılın, size her türlü örneği, değişik ifadelerle verdik, açıkladık sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim diyorsa, gelin Kur’an ı anlamaya çalışırken, rivayetlerin etkisiyle ayetleri anlamak yerine, yardımı bizzat, imtihanımızda sorumlu olduğumuz, FURKAN ın bizzat kendisinden alalım. Kur’an kendisini anlatan, açıklayan, hatta gönül gözlerimizi aydınlatan, eşi benzeri olmayan NURDUR. Bu nuru doğru anlamak istiyorsak, hakka batıl asla karıştırmamalıyız. Bu uyarıyı yapan, bizzat Kur’an ın kendisidir. Daha açıkçası, bunlarda Allah katındadır diyerek, Kur’an dışından, önümüze bazı bilgiler sunuyorlarsa, tüm bu bilgileri Kur’an a arz ederek, mutlaka Kur’an dan onay almalıyız. Yok, eğer Rabbin ayetlerini, rivayetler yoluyla anlamaya kalkarsak, asla Kur’an ın nuru, ışığı kalbimizi aydınlatmayacak ve Kur’an ın bizlere vermek istediği, Rabbin gerçeklerini de anlamamız mümkün olmayacaktır. Böyle yapanlarında yolunun, meçhule doğru gideceğini bilmeliyiz. Sizlere küçük bir örnek vermek istiyorum. Kur’an ın onayını almadan, inancımıza emin olmadığımız rivayetleri de ilave edersek, Allah ın ayetlerini Kur’an dışından bilgilerle anlamaya kalkarsak, bakın bizleri nerelere kadar götürüyor ve nasıl bir çıkmaza sürüklüyor, gelin hep birlikte bu yanlışın getirdiği tehlikeyi anlamaya çalışalım. Allah Kur’an ayetlerinin indirilmeye başlandığı günün, Ramazanın hangi gecesi olduğunu özellikle söylemeden, bir Ramazan ayında KADİR gecesinde indirilmeye başlandığını açıklar bizlere. Peki, bizler günümüzde neler yaparız ve inanırız? Gelin bu konuda sizlere Kütüb-i Sitte de ki bazı hadis örneklerden alıntı yaparak, sizleri bu konuda düşünmeye davet etmek istiyorum. (867 - İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a Kadir gecesi (Ramazan'ın neresinde?) diye sorulmuştu. "O, Ramazan'ın tamamında!" diye cevap verdi." Ebu Dâvud, Salât, 324, ( 1387). 868 - İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in ashabından bazılarına (radıyallahu anhüm), rüyalarında, Kadir gecesinin Ramazan'ın son yedisinde olduğu gösterildi. Rüyaları kendisine anlatılınca Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm): "Görüyorum ki, rüyanız son yediye tetâbuk etmektedir. Öyleyse, Kadir gecesini aramak isteyen son yedide arasın" buyurdu." Buhârî, Teheccüd 21, Leyletü'l-Kadr 2; Müslim, Sıyâm 205, (1165); Muvatta, İ'tikâf 14, (1, 321); (Tirmizî'de bulunamamıştır). 869 - Buhârî'nin Hz. Aişe'den kaydettiği bir rivayette, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle demiştir: "Kadir gecesini, Ramazan'ın son onunda arayın". Buhârî, Leyletü'l-Kadr 3; Tirmizî, Savm 870 - Ebû Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: 870 - Ebû Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kadir gecesi bana (bugün rüyamda) gösterildi, (şu anda hangisi olduğunu unuttum). O gecenin sabahında kendimi su ve toprak içinde secde eder buldum." Derken hava bozdu, yağmur başladı. Zaten mescid çardak şeklindeydi (üstü ağaç dallarıyla örtülü idi). Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın burnu (alnı) üzerinde ve burun yumuşaklarında su ve toprak bulaşığını gördüm. O gün Ramazan'ın yirmi birinci sabahıydı." Buhârî, Leyletü'l-Kadr 1, 13; Müslim, Sıyâm 215, (1165); Ebu Dâvud, Salat 320, (1382-1383) Veya Ramazan 3; İbnu Mâce Savm, 56, (1766); Muvatta, İ'tikâf 9 (1, 319). Değerli din kardeşlerim, işte Ramazan ayında Kadir gecesini kutladığımız ve delil gösterilen rivayetler. Sizce din ve iman, rivayetlere bırakılır mı? Peygamberimiz aynı konuda, bir birinin zıttı şeyler söyler mi? Rivayet edilen hadislere baktığımızda, birisi diğerinin tersini söylüyor. İlkinde Ramazanın tamamında arayın derken, ikincisinde peygamberimizin yakınlarına Kadir gecesinin rüyasında, Ramazanın son yedi günü içinde olduğu gösterildiğini rivayet ediliyor. Onun devamında verdiğim örnekte, Ramazanın son on günü içinde olduğunu Hz. Aişe'den rivayet edildiği belirtilmiş. Çok daha ilginci, peygamberimizin rüyasında hangi gün olduğunu gördüğünü, ama kendisine unutturulduğu anlatılıyor. Tabi unutturulduğu söylendiği halde, yine illaki o günü öğrenmek isteyenler, oradan da istedikleri bir sonuç çıkartarak, bakın ne söylüyorlar? Ve diyorlar ki, O gün Ramazan'ın yirmi birinci sabahıydı." Gerçekten o günü illaki öğrenmek isyetenler, kendi nefislerinin aldatmacası ile amaçlarına ulaşmışlardır. Zaten bizler bu yöntemi her zaman uygulayarak, nefsimizi kandırmıyor muyuz? İşte ayetleri Kur’an dışından, rivayetler yoluyla anlama çabalarının sonucu. Sizce hangi rivayet doğru olabilir? Allah bakın bu konuda nasıl bir açıklama yapmış Kur’an da. Bakara 185: Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır….. Kadr 1. Biz onu Kadir Gecesi'nde indirdik. 2. Kadir Gecesi'nin niteliğini sana gösteren nedir? 3. Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır! Ayetlere baktığımızda, apaçık söylenen, Kur’an ın Ramazan ayında indirilmeye başlandığı gerçeğidir. Bu gece içinde Allah, çok önemli bir açıklama yaparak, bu gecenin öneminden bahsedip, bin aydan hayırlı olduğu gerçeğini bizlere açıklamıştır. Bu durumda yukarıdaki rivayetleri, Kur’an a arz ettiğimizde, Ramazanın her gecesini Kadir gecesi gibi yaşamamız, Allah ın emri olduğu çok açık anlaşılıyor. Ama bizler işimize öyle geldiği için, yukarıda sizlere yazdığım rivayet örneklerinden, en zorunu değil, en kolayını seçmiş ve kendi nefsimizce edindiğimiz bir geceyi, Kadir gecesi ilan etmişiz. Kur’an onay vermediği halde. Nefis bu, bizlere her şeyi yaptırır. Onun esiri olursanız, sonucuna da katlanırsınız. Sanırım bu gerçeği gören bazı kolaya kaçanlar, üşengeçler, her zaman yaptıkları gibi emin olmadığımız bilgiler yoluyla, edindikleri o güne sığınarak, kolayca günahlarından sıyrılacağını zannetmişlerdir. Yok öyle yağma, kolaya kaçmak yok. Allah özellikle Ramazan ayının içinde olduğunu söylemiş, ama hangi yılın hangi Ramazanı ve hatta Ramazanın hangi günü olduğunu da özellikle peygamberimize unutturup açıklamamıştır. Bunun elbette çok önemli bir nedeni vardır. Bunu anlayamayanlara, ne söylesek azdır. Bildiğiniz gibi, bizler ibadetlerimizi ay takvimine göre yaparız. Ay takviminde aylar sabit değil, hareketlidir. Bu durumda ömrümüzün 33 yılı boyunca, her zaman Ramazan ayının her gecesini, gerektiği gibi Rabbimize dua ve ibadetle geçirirsek, işte o zaman ömrümüzün bir Ramazan gecesinde, bu eşsiz geceye ulaşabilir ve Rabbimizin bu gecede bahşettiği bolluğundan, mağfiretinden gerektiği gibi istifade edebiliriz. Dilerim Rabbimden o eşsiz geceyi, ömrümüzün bir gecesinde bizlere nasip etsin. Ve o geceyi de inşallah gerektiği gibi yaşayan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK