halukgta tarafından postalanan herşey
-
YAHUDİLER VE SOYKIRIM YAPAN ATALARI.
Bizlerin yaptığı en büyük yanlış, İslam ı gereği gibi, Allaha özgüleyerek, onun halis, katıksız dinini yaşamadığımızdan kaynaklanmaktır. Allahın rehberinden habersiz yaşadığımız içinde, onun uyarılarından uzak, dostunu düşmanını ayıramayan bir toplum olmuşuz. Düşmanımız içimize, yaşantımıza, inancımıza öyle bir sızmış ki, hala farkında bile değiliz. Bu sözlerimi neden söylediğime gelince. Allah Kur’an da öyle bir toplumdan bahseder ki, bu toplum Rabbin emirlerine karşı geldiği için, Allah ın bu toplumu şiddetle cezalandırdığı, hatta diğer kavimlere, toplumlara helal olan şeyleri, bu topluma haram kılarak cezalandırdığını anlatır. Sanırım bu toplumun kimler olduğunu hemen anladınız. İşte bizler, Allahın Kur’an da özel olarak birçok örnek verdiği bu toplumu, kendi geçmişlerindeki izlerinden, yaptıklarından çok iyi tanımalıyız ki, kendimizi onların şerrinden koruyabilelim. Bugün Dünyanın başına açıkça bela olan Yahudileri, çok iyi tanımalıyız. Geçmişte Allahın hışmına uğramış bir nesil, eğer aynı yol ve yöntemi bugünde kullanıyorsa, aynı yanlıştan kurtulamamışlar demektir. Bugün sizlere Yahudilerin, aynı kutsal kitap gibi gördükleri, geçmiş tarihlerini anlatan ve bu günde yaşamlarına geçirip örnek alan, atalarının yaptıkları yöntemi hala benimsediklerini, 12 kutsal saydıkları tarihi kitaptan birisi olan ESTER başlıklı bölümünden alıntılar yaparak, zihniyetlerini daha iyi anlamanıza yardımcı olmak istiyorum. Geçen gün Yahudilerin yaptıkları anlaşılan bir filimde, ESTER konusunu işleyen kaderin çağrısı ismiyle, bir özel kanalda yayınlanan filmi seyrettim. Film Yahudilerin Ester konusunu sinsice işledikleri, kendilerini masum gösterip, Yahudilere karşı tavır alan, sanki Kralın yanında yalnız bir yöneticinin marifeti gibi gösterilip, güzel bir sonla bitiriliyor. Fakat kendilerinin kutsal saydıkları 12 kutsal kitaptan olan ESTER bölümünde yazılan, Esterin kraliçe olup, Krala istediğini yaptırmaya başladıktan sonra olanlar, Yahudilere düşman olan topluma karşı yaptıkları soy kırım, filimde hiç işlenmemiş ve tek kelime dahi bahsedilmiyor. İşte sizlere, cesaret edip filimde tek kelime dahi bahsedemedikleri, Esterin kraliçe olduktan sonraki Yahudilerin, kendilerine karşı olan toplumlara, yöneticilere davranış ve hareketlerinden, kendi inandıkları, kutsal saydıkları kitaplardan alıntılar yaparak, anlatmak istiyorum. Asi, itaatsiz, kanunlara uymayan davranışlarından dolayı cezalar verilmekten kurtulan Yahudiler, kendilerine ceza vermek ve ülkelerinde isyanı önlemek isteyen yöneticilere ve birlikte yaşadıkları toplumlara neler yaptığını, lütfen kendi kitaplarından aldığım alıntıdan ibretle okuyunuz. Önce ESTER bölümden sizlere bir özet yapmak istiyorum ki, konu daha iyi anlaşılsın. Ester bir Yahudi kraliçedir. Kraliçe olmadan önce, Kralın yanındaki yöneticiler, Yahudilerin yaşadıkları ülkenin kanunlarına isyan etmeleri, baş kaldırmaları, birlikte yaşadıkları toplumlarla geçimsiz oluşları, söz dinlememeleri ve diğer toplumlarla yaşadıkları sorunlar neticesinde, kralı Yahudiler aleyhine yönlendirip, cezalandırılmaları yönünde ikna ediyorlar. Kralda bunun uygulanması, yani Yahudilerin cezalandırılmasını emrediyor. Fakat Ester Yahudi yöneticiler tarafından krala yaklaştırılıp, onu baştan çıkarıp, kendi güzelliği ve cazibesini kullanıp, onunla evlenerek kraliçe oluyor. Toplumunu, ırkını kurtarmak adına. Ester Kralı kendisine o kadar bağlıyor ki, o ne isterse vereceğini söylüyor. Tabi Ester halkının affedilmesini istiyor. Bundan sonra, Yahudiler aleyhine esen hava birden değişiyor, tersine esmeye başlıyor. Yahudilerin Ester örneğindeki taktiklerini, yaşadıkları bütün ülkelerde her zaman kullanmışlardır. Günümüzde dahi hükümetlere, yönetimlere sızarak, tüm Dünyanın yönetim kadrolarının içlerine girip, kendi inanç ve düşüncelerini kendi menfaatleri yönünde, nasıl gerçekleştirmeye çalıştıklarına, güzel bir örnektir. Bakın Esterin Kralı, kendi güdümüne aldıktan sonra, Yahudilerin kendi düşmanlarına nasıl davrandıklarını ibretle görünüz. Acaba toplumu kendilerine bağlamaya, onları ikna edip onlarla birlikte dostça, kardeşçe yaşamanın yollarını mı aramışlar, yoksa….? Evet, yoksa nın cevabını, aşağıda kendi inandıkları değerlerde göreceksiniz. Bu inancında, nesiller boyu devam etmesi gerektiğini, nasıl kendi nesillerine öneriyorlar ibretle okuyalım. Bu inanca sahip olan bir toplumun etkisi altına girersek, içimize, yönetime sokarsak, Allah bizleri korusun, halimiz nice olur diye de, lütfen iş işten geçemeden çok iyi düşünelim. Bizler bu gerçekleri gördüğümüz halde, gözlerimizi hala kapamaya devam mı edeceğiz? Yorum sizlerin. ESTER 9: 2.Kral Artakserkses'in tüm illerindeki kentlerde Yahudiler bir araya geldiler. Onlara zarar vermeyi tasarlayanlara bir darbe indirmek istiyorlardı. Hiç kimse onla¬ra karşı koymadı, çünkü çeşitli uluslar şimdi Yahudilerden korkuyordu. 3.İl yöneticileri, prensler, valiler ve kralın memurları, hepsi de Mordekay'dan ürktükleri için Yahudileri destekli¬yordu. 5.Böylece Yahudiler tüm düşman¬larını kılıçtan geçirdi, bunun sonucun¬da ülkede kan döküldü, yıkım oldu. Yahudiler düşmanlara karşı başarılı oldular. 6.Yalnız Sus Kalesi'nde Yahudiler beş yüz kişi öldürdü. 12.O da Kraliçe Ester'e şöyle dedi: "Sus Kale¬si'nde Yahudiler beş yüz kişiyi ve Haman'ın on oğlunu öldürdü. Krallığın öbür illerinde kim bilir neler yaptılar? İstediğini bildir, sana vereyim. Dileği¬ni söyle, bildirdiğin an senin olsun." 13.Ester şu yanıtı verdi: "Eğer kral isterse, Sus'taki Yahudiler kralın bu¬günkü bildirisini yarın da uygulasın. Haman'ın on oğluna gelince, onların vücudu darağacına asılsın." 14.Ardın¬dan kral bütün bunların yerine getiril¬mesini buyurdu. Sus'un bildirisi ya¬yınlandı ve Haman'ın on oğlu asıldı. 15.Böylece Sus'taki Yahudiler Adar ayı¬nın on dördüncü günü yeniden toplan¬dılar ve kentte üç yüz erkek öldürdü¬ler. Ama kenti yağma etmediler. 16.Kralın illerinde yaşayan öbür Ya¬hudiler hayatlarını korumak ve düşman¬larından kurtulmak için toplandılar. Düşmanlarından yetmiş beş bin kişiyi kılıçtan geçirdiler. Ama çevreyi yağma etmediler. 17.Bütün bu olaylar Adar ayı¬nın on üçüncü günü oluştu. On dördün¬cü günü dinlendiler, şölenler verip se¬vindiler, 27.Yahudiler her yıl, buyrulan biçimde ve tarihte, bu iki günü kesinlikle kutlamaya ant içtiler. Kendi soylarından olanların ve onlara katılanların da aynı şekilde davranma¬larını salık verdiler. 28.Böylece her kent¬te, her ailede bir kuşaktan öbür kuşa¬ğa anımsanan ve kutlanan bu Purim günleri asla kaldırılmayacak ve bu günlerin anısı soylarında asla yok ol¬mayacaktır. Purim olayları bugün İran diye adlandırılan topraklarda yaşanmış olup, bu devrin kalıntıları da bu Ülkede olduğu söylenmektedir. Bugün bu büyük olay, çoğumuz tarafından bilinmemekte, hiçbir tarihçi bu olaylardan özellikle bahsetmeyerek, aslında Yahudilerin ne derece soy kırımcı bir nesil, ırk olduğu saklanmaktadır. Yukarıdaki bilgileri okudunuz, işte Yahudilerin düşmanlarına yaptıkları. Düşmanlarını siyasi olarak yenmeleri onlara yetmiyor. Hatta düşmanlıkları ortadan kaldırıp, tersine çevirmeleri de onların kinlerini, nefretlerini yatıştırmıyor. Kendilerine zarar vermeyi planlayanlardan, (hiç kimse onla¬ra karşı koymadı, çünkü çeşitli uluslar şimdi Yahudilerden korkuyordu) Diye de çok açık kendileri kitaplarında yazdıkları halde, onlar bu insanlara nasıl davranıyorlar, işte burası çok önemli. Hâlbuki peygamberimiz kendisine saldırmayan hiç kimseye savaş açmamıştı, hatta daha önce düşman oldukları açık belli olduğu halde, onları kazanmak için çaba göstermiştir. Çünkü sana düşman olana, sen dost elini uzatacaksın ki, onlara doğruları anlatıp, dostluklarını kazanacaksın. İşte aramızda ki inanç farkımız. Bakın onlardan korkar hale gelenlere bile, onlar neler yapmış özetleyelim. (Böylece Yahudiler tüm düşman¬larını kılıçtan geçirdi, bunun sonucun¬da ülkede kan döküldü, yıkım oldu.) (Yalnız Sus Kalesi'nde Yahudiler beş yüz kişi öldürdü.) (Krallığın öbür illerinde kim bilir neler yaptılar?) (ve kentte üç yüz erkek öldürdü¬ler.) (Kralın illerinde yaşayan öbür Ya¬hudiler hayatlarını korumak ve düşman¬larından kurtulmak için toplandılar. Düşmanlarından yetmiş beş bin kişiyi kılıçtan geçirdiler.) Yukarıdaki katliamlara uğrayanlar, karşılık verecek güçleri olmayan, daha önce birlikte yaşadıkları toplumlar, halk olduğunu unutmayalım. Öldürülenlerin sayısını iyi analiz etmeliyiz. Çünkü o devirde nüfus çok kalabalık olmadığı halde, öldürdükleri rakamlar ürkütücüdür. Fakat Yahudi düşmanları bunlar. İşte Yahudi zihniyeti. Ya sonradan bizlere düşmanlık yapmaya kalkarlarsa? İşte sırf bu düşünceden kurtulmak için, düşmanlarının soylarını kurutmak adına, nasıl bir katliam yapıyorlar. Hiç düşünmeden yok etmenin, kılıçtan geçirmenin, kendilerinin hakkı bir davranış olarak görebilmek, aklın ötesinde şeytanın bile yapabileceği bir davranış olmasa gerek. Tüm bu gerçekleri yeni nesil Yahudilerin, atalarının yaptığı büyük yanlışları farkına varıp, vazgeçmelerini umut ederim. Kendisini sevdiremeyen, değişik toplumlarla uyumsuz bir millet, işte karşısındaki toplumdan ancak böyle pervasızca intikam alır. Birde onlara Osmanlının nasıl kucak açtığını düşünün. İşte millet olarak aramızdaki fark, şükürler olsun. Bu apaçık SOYKIRIMDIR. Ama kendileri soykırım yaptığında soykırımdan söz etmeyenler, kendilerine yapıldığında takındıkları tavır düşündürücüdür. Geçenlerde bir haber dikkatimi çekti. 27 Ocak Uluslararası Yahudi Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü nedeniyle tören yapıldı, Diye yazıyordu ülkemizde. Kendi ırklarının soykırıma muhatap olmalarını anıyorlardı. Buraya katılan ilk, Türk üst düzey yöneticilerin katılmaları dikkat çekti, diye yazıyordu haber başlığında. Elbette onlara yapılanları kınıyoruz. Ya onların geçmiş yüzyıllarda toplumlara yaptığı ve kendi kutsal kitaplarında yazan toplumlara reva gördükleri soy kırımları kimler kınayacak? Bu düşüncenin, zihniyetin yanlış olduğunu kalplerinin bir köşesinde duydukları, insanlık kırıntılarından olsa gerek, toplumların geçmişte atalarının yaptıkları duyulmaması için, ellerinden geleni yapıyorlar ve duyulmasın diye önlemler alıyorlar. Gerçi bunu da başarıyorlar. Bu olayı hangimiz daha önce duymuştuk, bir düşünün isterseniz. Ben bu konuyu başka bir yazımda, daha önce dile getirmiştim, Rabbim izin verirse bıkmadan, usanmadan anlatmaya devam edeceğim. Lütfen bu yazıyı bu bilgiyi dostlarımızla paylaşalım ki, karşımızdaki soykırımcı bir nesil, çok daha iyi anlaşılsın. Çok ilginçtir ki yaptıkları bu soy kırımların asla unutulmaması için, bu olayın kuşaktan kuşağa aktarılması isteğidir. Bakın soylarının devamının da, nasıl aynı şekilde davranmasını istiyor. ( Kendi soylarından olanların ve onlara katılanların da aynı şekilde davranma¬larını salık verdiler. ) Bu anıyı soylarında taptaze yaşatmak isteyen bir ırk, nasıl olurda insancıl ve karşısındaki topluma Allahın yarattığı bir kul olarak değer verir, hiç düşündünüz mü? Bu sorumun cevabını da, sizler nefsinizde değerlendiriniz. Yine aynı kitabın 10. bölümünde bakın Yahudiler kendi ırklarını nasıl görüyorlar. Böyle bir ırk, böyle bir nesil hayalinizde canlandırabiliyor musunuz? Lütfen aşağıdaki sözleri, zihniyeti bir an karşınızda canlandırın, hayal edin. Daha sonrada bu Dünya nasıl bir tehlike ile karşı karşıya, onları da düşünün? Bir gün Dünya, Yahudi zihniyetinin ne olduğunu, kendilerine de zarar vermeye başladığında farkına varacaklardır, tabi iş işten geçmediyse. ESTER 10: 5.Uluslar, Ya¬hudi adını ortadan silmek için birle¬şenlerdi. 6.Tek ulus, benimkidir, İsra¬il'dir. Tanrı'ya yakardılar ve kurtul¬dular. Evet, Rab ulusunu kurtardı, Rab bizi tüm bu kötülüklerden kurtardı. Tanrı uluslar arasında asla görülme¬yen belirtiler ve doğaüstü olaylar oluş¬turdu. 7.O, iki yazgı saptadı, biri kendi ulusu içindi, öteki de tüm öbür ulus¬ları ilgilendiriyordu. 8.Bu iki yazgı Tanrı'nın tüm uluslarla ilgili olarak sapta¬dığı saatte, zamanda ve günde ortaya çıktı. 9.Böylece Tanrı ulusunu anımsa¬dı ve mirasını korudu. Yahudiler tüm insanlığı ikiye ayırıyor ve bakın ne diyorlar? 5.Uluslar, Ya¬hudi adını ortadan silmek için birle¬şenlerdi. 6.Tek ulus, benimkidir, İsra¬il'dir. Ne kadar korkunç bir düşünce değil mi? Tek gerçek ulus, Allahın sevdiği ulus, kendi ulusları olduğunu söylüyorlar ve karşısındaki uluslar içinde kendilerine düşman olan, daha açıkçası kendisinden olmayan uluslar olarak ayırıyor. Tek ulusun İsrail olduğunu söyleyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu bencil düşünce Dünya toplumlarına neler yapar, Rabbim bunların şerrinden ülkemizi ve Dünya uluslarını korusun ve gerçekleri görmemizi sağlasın. Şu sözleri söyleyen ve tüm insanlığı biz ve diğerleri diye ayıran bir inancın, nasıl bir inanç olduğunu, şeytanın bile bu sözleri söylemeye korkacağını düşünmüyor musunuz? 7O, iki yazgı saptadı, biri kendi ulusu içindi, öteki de tüm öbür ulus¬ları ilgilendiriyordu. Allahın ulusu olarak, yalnız Yahudiler kendilerini görüp, şu sözlere inanıyorlarsa, bu toplumdan ne beklersiniz siz. 9.Böylece Tanrı ulusunu anımsa¬dı ve mirasını korudu. Yani Tanrı kendi ulusu olarak Yahudileri hatırladı ve onları korudu. Acaba diğerleri kimin ulusu ve kulları? İşte Yahudi zihniyeti. Ben Allahın ulusuyum, sizlerde bizlerin emrinde emir kullarısınız düşüncesiyle, karşısındaki insana bakanlardan, ne insaf beklenir nede adalet. Bir gün tüm Dünya, bunun farkına varacaktır. Yüzlerce yıl öncesinden günümüze kadar, tüm Dünyanın içine sızmış, hatta karşı dinlerin içine girip, onlara kendi inançlarını benimsetmiş bir ırk, bir nesil ile bugün karşı karşıyayız. Ama bunların maskeleri Allahın izniyle düşüyor artık. Bizlere düşen hep birlikte bu gerçeklerin farkına varıp, dinimize soktukları hurafelerden temizlenip, Rabbin saf, katıksız, halis dinine, kitabına sarılıp gerçek İslam ı yaşamak olmalıdır. Bizler Kur’an ı devre dışı bıraktığımız, aklımız yerine beşeri rivayetler ve hurafelerin peşinden koştuğumuz sürece, Allah bizleri böyle insanlara muhtaç edecektir. Şeytanı yaratan Rabbim, şeytanlaşmış kullarının, toplumların yoluyla da kullarını, imtihan edecektir elbette. Zor imtihandan geçmek istemiyorsak, dersimize doğru çalışalım, Rabbin emirlerini doğru yerde arayalım. Dilerim mahşer günü, hesabın görüleceği O gün yüzleri gülen, eğriyi ve doğruyu Rahmanın gönderdiği FURKAN ile ayırt ederek huzura giden, yüzleri ak, gönülleri mutlu olan kullarından oluruz. Yine dilerim Rabbimden, artık toplumumuz ve tüm DÜNYA, Yahudi oyunlarının farkında olur. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
İBRAHİM SURESİ 52. AYET ÜZERİNDE, DİKKATLE DÜŞÜNELİM.
Bizler İslam ı yaşarken, acaba Allahın Kur’an da emrettiği şekilde mi yaşıyoruz? Ya yanlış yaşıyorsak, bu ihtimali lütfen göz ardı etmeyelim. Allahın rehberini anlayarak okuyalım ve üzerinde düşünelim ki, sonra pişman olmayalım. Hangimiz Kur’an ı anlayarak kaç kez okudu? Bu soruyu kendimize soralım. Cevabınızı tahmin ediyorum. İbrahim suresi 52. ayeti sizlere hatırlatıp, sizlerin üzerinde düşünmenizi rica ediyorum. İbrahim 52: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. Allah bizlere öyle bir kitap göndermiş ki, bu kitap bizleri uyarıyor, yol gösteriyor. Çok daha güzeli ve düşündürücü olanı ise, aklı ve gönlü işleyenlerin, yani düşünenlerin aklını kullananların ibret alacağını, doğru yolu bulacağı bir tebliğ olduğunu söylüyor. Bunu söyleyen bizlerin yaratıcısı, lütfen bunu unutmayalım. Bizlerin doğru yola ulaşmamız için, aklını kullanan kullarına gönderdiği, bir rehber, doğru yolu bulmak adına verilen öğüt, olduğunu söylüyor. Peki, bizler neler söylüyoruz Kur’an için, isterseniz hatırlayalım. Çünkü bu konu çok önemli, bende bu konu üzerinde çok duruyorum ve her yazımda bıkmadan usanmadan gündeme getirip, yaptığımız bu büyük hatanın bizleri nerelere götüreceğini iyi hesap etmemiz gerektiğini, düşünmeye davet ediyorum. Günümüzde ne yazık ki toplum ile Kur’anın arasına girenler, Toplumu Kur’an dan uzaklaştıranlar, bakın neler öğrettiler bizlere. Sizce Rahmanın kullarını uyarmak ve aklı gönlü işleyenler içinde ibret olsun diye gönderdiği Kur’an, aşağıdaki ithamları hak ediyor mu? -Kur’an ı herkes anlayamaz, hüküm çıkaramaz. -Kur’an da her şey yoktur, özet bilgiler vardır. -Kur’anı veli insanlar, alimler anlar. -Kur’an doğru bir şekilde, hiçbir dile çevrilemez. -Anlamasan da Arapçasından oku, Allah sevap yazar. -İslam ı doğru anlamak ve yaşamak istiyorsanız, fıkıh kitaplarına bakacaksınız. Bu sözleri herhangi bir yazarın kitabına atfen söylesek, acaba kitabın yazarı bu sözleri duyduğunda nasıl karşılardı? Sanırım çok ama çok üzülürdü. Çünkü bir yazar kitap yazarken, dikkat etmesi gereken en önemli konu, toplumun geneline hitap edecek şekilde, anlaşılır yazmasıdır. Sizce Kur’an yukarıdaki sözleri hak ediyor mu? Bunları duyan rahman bunun hesabını sormaz mı bizlerden? Allah bizleri affetsin. Rabbim Kur’an da ki tebliğleri anlasınlar diye, Araplara Arapça bir Kur’an indirdiğini söyler. Hatta Arapça indirmeseydik, Araba yabancı dilde bir Kur’an mı diyecektiniz diye de, Arapça indirme nedenini açıklar. Önce şunu düşünelim, bu Kur’an yalnız Araplara mı indi? Elbette hayır, tüm cihana, tüm âleme tebliğdir, uyarıdır yol göstericidir Kur’an. Peki, bizler neden anladığımız dilden okumuyoruz. Çünkü anlamamız öncelikle şart, daha sonra üzerinde düşünmemiz, aklımızı kullanmamız emrediliyor. Yoksa nasıl tebliğ alırız Rahmanın sözlerini. Fakat yukarıda Kur’an için söylenenlere inandığımızda, artık bizim Kur’an ile aramıza girilmiş, gerçek tebliği alamaz olmuşuz demektir. Bu durumda yaşadığımız İslam, Rabbin istediği bir İslam olur mu? Günümüzde Kur’anın, çok ileri derecede devre dışı bırakıldığını görmek, bana sonsuz acı veriyor. Bir arkadaşım bana şöyle ithamda bulundu. Yazılarınızda hep aynı konuları işliyorsunuz, ezberledik artık diyor. Çok doğru söylemiş arkadaşımız, benim yazılarımda tek bir amacım var. Ben Müslüman ım diyen kardeşlerimi Kur’an ı anlayarak okumaya davet etmek ve bize din adına öğretilenleri, Kur’an ile karşılaştırıp hurafeleri içimizden temizlemektir tek amacım. Müslüman toplumlar ne yazık ki Kur’an dan o kadar uzaklaştırıldı ki, Peygamberimizin hesap günü söyleyeceği o acı söz, sanırım artık gerçek oldu. Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Gerçektende gün bataklıktan kurtulma günüdür. Ya peygamberimizin hesap günü üzüntüyle söyleyeceği, Kur’an ı devre dışı bırakanlardan olacağız, ya da hurafelerden kurtulup bataklığın içinden, Allahın rehberine sarılarak kurtulacağız. Allah açıkça İbrahim suresi 52. ayette, bizlerin Kur’an ile uyarılacağı, aklı ve gönlü işleyenlerin ibret alacağı bir tebliğ olduğunu söylediği halde, bizler hala bu ayetlere gözlerimizi yumup, beşerin hurafelerine uyarak, Allahın kitabına saygısızlık yaptığımızın farkında bile değiliz. Çünkü rehbere müracaat edip, aklımızı kullanma şansımız ortadan kaldırılmıştır. Ayetler üzerinde düşünmeyen, aklını kullanmayanda, elbette ibret alamayacaktır. Allah kullarına her dile çevrilmeyen, herkesin anlayamayacağı, her hükmün detaylı açıklanmadığı bir kitap, rehber gönderip daha sonrada bu kitaptan hesap sorar mı? Buna nasıl inanabiliriz? Bakın Allahın şu ayetini de mi gören yok. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Bıkmadan usanmadan, hep aynı konu üzerinde yazılar yazmamın nedeni, şimdi çok daha açık anlaşılmıştır umarım. Allah sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim, ayetleri anlayarak okuyun ve üzerinde düşünün diyor, fakat birileri Kur’an ile aramıza girip, öyle bir set çekiyor ki, artık Rahmanın gerçeklerini görmek, gönlümüzü onun ışığıyla doldurmak, imkansız hale geliyor. İmanımızı yaşarken eğer yanlış bir yerden başladıysak, bu yolun ulaşacağı yer, Allahın makamı olamaz. Bende tüm yazılarımda tek bir konuyu işliyorum, bıkmadan usanmadan. Gelin din ve iman adına Kur’an a sarılalım, onu anlayarak bolca okuyalım ve üzerinde düşünelim. Bakın hayata bakış açımız, o zaman nasıl daha farklı olacak göreceksiniz. Düşünebiliyor musunuz, Allah sorumlu tutulacağımız bir rehber gönderiyor, açıkça bu kitaptan sorgulanacaksınız diyor, ama bizler bu kitabı anlaşılması zor ve özet bilgiler yaparak, beşerin ve edindiğimiz velilerin kitaplarına yönlendiriliyoruz ve işin kötüsü bunlara da inanıyoruz. Birde Rabbim sakın velilerin ardına düşmeyin diye, tembihler ettiği halde bu hatayı Kur’an dan habersiz olduğumuz için yapıyoruz. Bakın aynı ayetin bir öncesine bakalım, Rabbim ne diyor? İbrahim 51: Çünkü Allah, her benliği kendi kazandığıyla karşı karşıya getirecektir. Allah, hesabı çok çabuk görür. İşte Kur’an ı anlayarak okuyanla, anlamadan okuyanın farkı ne kadar açık anlaşılıyor. Allah sizlere gönderdiğim Kur’anı iyice okuyup anlayacaksınız, düşüneceksiniz, daha sonrada bunları hayatınızda uygulayacaksınız, çünkü bu yolda yaptıklarınızdan, kazandıklarınızdan sorumlu tutacağım diyor. Ama birileri bizlere Kur’anı herkes anlayamaz, orada her şey yoktur özet bilgiler içerir, Kur’an her dile çevrilemez demiyor mu? Eğer söyledikleri doğru olsaydı, bizlerin hali nice olurdu? Anlayamadığımız bir dilde rehber, her dile çevrilemiyor, birilerine güvenip onlardan öğreneceğiz ve hepimiz aynı şartlarda bu kitaptan sorumlu olacağız, öylemi din kardeşlerim? Yazılarımda Kur’an ı anlayarak okuyup, düşünerek aklımızı kullanarak iman etmemiz gerektiğini hatırlattığımda, bazı kesimden inanılmaz tepkilerle karşılaşıyorum ve bana, ne yani peygamberimiz postacımıydı suçlaması yapılıyor. Hatta sünnet inkârcısı diyecek kadar işi ileri götürüyorlar. Aklı başında hiçbir Müslüman peygamberimizin sünnetini inkâr etmez. Çünkü peygamberimiz bizler için örnektir. Ama aklı başında bir Müslüman da, bu peygamberimizin hadisidir dediği sözleri de, Kur’an ile karşılaştırmadan da kabul etmez. Bunu yapmamızı zaten peygamberimiz istemiştir. Şunu sakın unutmayalım, peygamberimizin aldığı görev yalnız Kur’an ı tebliğ etmek ve Allahın dinini anlatmaktı. Peygamberimizin yalnız Kur’an a uyacağı ayetlerini, lütfen aklımızdan çıkarmayalım. Rahmanın elçisine verdiği görev ve sorumluluk çok açık Kur’an da anlatılmıştır. Rabbin vermediği bir yetkiyi bizlerin peygamberimize vermesi, bizleri doğru yoldan saptıracaktır, bunu da unutmayalım. Allah hiç kimseyi hükmüne ortak etmez diyor da, biz Kur’an da hiçbir eksik bırakmadık diyorsa, lütfen artık kendimize gelelim. Dilerim Rabbimden, Kur’an a yaptığımız bu saygısızlığın farkına varıp, yaptıklarımızdan vazgeçeriz. Yine dilerim Rabbimden aklını kullanan, Kur’an ile nefsini terbiye eden ve ona göre yaşayan Rabbimin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
İSLAM I BU HALE GETİRENLER, RAHMAN A HESABINI VERECEKLERDİR.
Hani bir söz vardır, minareyi çalan kılıfını hazırlar derler. İşte bir arkadaşımız öyle bir yazı yazmış ki, ne yazık ki Kur’an dan uzaklaşmış hurafe ve bit atlarla dolu bir inancın korunması adına, Rabbin rehberine uymayan, ona tamamen ters fikirlerle, bu inanca kılıf arama çabasında olduğuna üzülerek şahit oldum. Yazısının başlığı maksatları dini tartışılır hale getirmek ti. Hâlbuki tartışma konusu yapmak dahi istemediği konu, apaçık Kur’an ve Rabbin ayetleri değil, onun yanında rivayetlerle gelen, Kur’an da bahsi dahi geçmeyen yüzlerce hükümlerin, akıl ve mantık kabul görmese dahi, onu yaşamamız kabul etmemiz gerektiğini savunması. Elbette herkesin sözleri kendisini bağlar, benim çabam Kur’an ile uyarmaktır o kadar. Okuduğum yazıdan çok fazla örneğe gerek yok sanırım, arkadaşımız bakın Kur’an için ne söylüyor. İslamiyet akıl ve mantık dinidir diyenlere. (“İslamiyet akıl mantık dinidir.” Hâlbuki İslamiyet vahiy dinidir; Cenab-ı Hakkın, Peygamber efendimize vah yettiği, bildirdiği bize de, Peygamber efendimizden, Eshabından ve İslam büyüklerinden nakledilerek gelen dindir. Bunun akla, mantığa uygunluğu tartışma konusu yapılamaz. Yapılırsa, ortaya atılan din değil, o kimsenin düşüncesi olur.) Acaba gerçekten İslamiyet yani Kur’an ın emirleri, akla, mantığa düşünmeye bizleri yönlendirmiyor mu? Gelin isterseniz bunu da Rabbin rehberine soralım. Bakalım ayetlerini indiren Rahman, siz anlayamazsınız, onun için düşünmeden kabul edin mi diyor, yoksa ayetlerin sonunda bizleri düşünmeye, aklımızı kullanmaya mı yönlendiriyor. (Hâlâ düşünmüyor musunuz?", Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz, Öğüt alan yok mudur, Yemin olsun ki, biz, Kur’an'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var, Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz.) Ne dersiniz, bakın Yüce Rabbim ne diyor, minareyi çalanlar ise nasıl bir kılıf bulmuşlar yalanlarına, kimse itiraz etmesin diye. Elbette sultanlıklarını sürdürmek için, her şeye başvuracaklardır, ama başvurdukları içinde Kur’an ı anlayarak okumak ne yazık ki yok. Çünkü Kur’an ı bizler anlayamayız, onu veli insanlar anlar diyerek, bizleri Kur’an ı anlayarak okumaktan uzaklaştırıp, velilerin yazdığını söyledikleri, ciltlerce dolusu fıkıh kitaplarına muhtaç etmektedirler. Yazıda bu konuda özellikle işlenmekte. Düşünebiliyor musunuz, Rabbim in tüm cihana rehber ve hesabın sorulacağı kitap olarak gönderdiği Kur’an, hiçbir dile çevrilemiyor, herkes anlayamıyor, ama işin ilginci fıkıh kitaplarını yazan ya da veli kişilerin kitapları anlaşılıyor, öylemi dostlar. Bunun hesabı ve Rahmana yapılan bu saygısızlığın cezasını, düşünmek bile istemiyorum. Allah elçisini görevlendirmiş ve vahyettiklerinide kayda geçirip, bizlere iletmesini emretmişti. Kayda geçirilmeyen yani Kur’an da olmayan bir hükümden de sorumlu olacağımızı söylemek, Allahın sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum, hesabınızı bu kitaptan vereceksiniz sözlerine uymadığı halde, nasıl olurda beşerin sözlerine delil aramak adına, bu ve buna benzer yüzlerce ayetleri görmezden gelir, üstünü örteriz? İşin önemini anlatmak için de Rabbim, görevlendirdiğim elçim, eğer vah yettiklerimize bir söz ilave etmiş olsaydı, buda Allah katındandır deseydi, onun canını alırdık diye de bizlere konunun ciddiyetini anlatmıştır. Tabi anlayana, anlamak isteyene. İslam dini rivayetlerle, İslam büyüklerinden geldiğini söylediğimiz din değildir. Din Allahın Kur’an da emrettiği, apaçık arı duru katkısız dindir. Çünkü Hem Allahın elçisi, hem de ashabı, yalnız ve yalnız Kur’an a uymuş ve onu yaşamış tebliğ etmiştir. Bugün bizlere ulaşan onca bilginin, bahsettiğimiz kişilere ait olup olmadığından dahi emin olmadığımız halde, nasıl olurda hiç tereddütsüz, Kur’an ile karşılaştırmadan, bunları kabul eder iman ederiz, bunu çok iyi düşünmeliyiz. Allah Kur’an ayetleri üzerinde düşünmemizi, akıl yürütüp öyle kabul etmemizi istemesine rağmen, beşerin rivayetleri üzerinde düşünmeden, akıl mantık zinciri kurup, Kur’an ile karşılaştırmadan kabul edilmesini söylemek, Allahın dinine uymadığı gibi, bunu söyleyenlerin mutlaka sakladıkları, gizlemeye çalıştıkları bir şeyler var demektir. Son pişmanlık fayda etmez onu da unutmayalım. Allah emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, sizleri sorumlu tutarım diyorsa, aklını kullanmayanlara, düşünmeden iman edenlere, başka sözüm olamaz. İmtihanda olduğumuzu söylüyorsak, aklını kullanmadan imtihan olamayacağımızı da bilmeliyiz. Arkadaşımızın yazdığı sözler, günümüz İslam ın ne halde olduğunu gösteriyor bizlere. Rivayetler yoluyla gelen bilgiler için bakın ne söylüyor. (Bunun akla, mantığa uygunluğu tartışma konusu yapılamaz.) Düşünebiliyor musunuz, Rabbim Kur’an da gönderdiği ayetler için, düşün aklını kullan diyor, ama rivayetler yoluyla gelen beşeri sözler hakkında, akla mantığa uygunluğu tartışma konusu bile yapılmaz diyor. İşte içinde yaşadığımız İslam ın bu hale gelişinin ana nedeni. Dostlar, kardeşlerim bu Dünya hayatı bizlere çok uzun gibi geliyor. Düşünmeyi, aklı bir kenara koyduğumuz içinde, şeytanın ve şeytanlaşmış beşerin vesveselerine kanıp, bir oyana bir bu yana savrulup gidiyoruz. Ömür boşa geçiyor. İşin kolayını bulmuş, kendi imtihanımızı başkalarına havale etmiş, güzelim hayatımızı boşa geçiriyoruz. Uyanalım, kendimize gelelim. Ömrümüzün sonuna geldiğimizde, pişmanlığımız artık fayda etmeyecektir. Hesap günü Rahmanın huzurunda yüzlerimizin AK olmasını isteyen, Kur’anın ipine sarılır. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Başbakanımızın Mısır çıkartması ve laiklik söylemleri.
Sayın Başbakanımız bizleri şaşırtmaya devam ediyor. Tabi kendisine oy verenleri de. Geçen gün Mısır ziyaretinde söyledikleri sözler, yaptığı açıklamalar karşısında toplum olarak, yine gözlerimiz açık kaldı. Tabi kendisine oy verenlerinde gözleri, tabiri caizse öyle bir açık kaldı ki, hala kapandığını sanmıyorum. Peki, neydi bu sözler ve açıklamalar? Basından aldığım bölümleri önce aktarmak istiyorum. (Türkiye’de anayasa laikliği, devletin her dine eşit mesafede olması olarak tanımlar. Laiklik kesinlikle ateizm değildir. Ben Recep Tayyib Erdoğan olarak Müslüman’ım ama laik değilim. Fakat laik bir ülkenin başbakanıyım. Laik bir rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır. — Ben Mısır’ın da laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum. Çünkü laiklik din düşmanlığı değildir. Laiklikten korkmayın. Umarım ki Mısır’da yeni rejim laik olacaktır. Umuyorum ki benim bu açıklamalarımdan sonra Mısır halkının laikliğe bakışı değişecektir.) Yukarıdaki sözler bilgiler, laiklik adına çok doğru söylenen sözlerdi. Bunları okuyunca çok mutlu oldum, fakat bu mutluluğum uzun sürmedi. Çünkü bu söyledikleri kendi inancı, düşüncesi olamaz dedim, bu sözleri ülkemizde bir kez dahi söylemeyen Başbakanımız, laiklik konusunda tam tersini söylediği, görüntülü videoları hala internet sitelerinde dolaşıyor, isterseniz bir araştırın bakın, Başbakanımız laiklik konusunda geçmişte neler neler söylemiş. Laiklik konusunda Başbakanımızın konuşmasından tek bir cümle hatırlatmak istiyorum. ( Hem laik, hem Müslüman olamazsınız. Ya laik olacaksın ya Müslüman.) Peki, Laikliğe karşı olan, ya laik olacaksın ya da Müslüman karşılaştırmasını yaparak, adeta laikliği dinsizlikle karşılaştırması, laikliği kişiye indirgeyen bu düşüncesine rağmen, devlet yönetiminde Mısıra laik devlet yönetimini öneren bu sözleri, Başbakanımız Mısırda neden söylemişti? İşte bu soru aklıma gelince sevincimin yerini, tedirginlik aldı. Başbakanımız Laikliği bir devlet yönetimi olarak tarif ettikten ve Mısırın devlet yönetimine de Laiklik düzenini önerdikten sonra söylediği bir cümle, aslında kendisine oy verenleri ve geçmişte söyledikleri sözlerine kılıf uydurmaktan başka hiçbir şey değildi. Çünkü Başbakanımız laikliği, daha önce her inanca sağladığı özgür bir ortam sağlayan yönetim şekli olarak tarif etmeyip, tam tersine ona düşman olanların safında yer alarak, laikliği kişiye indirgenmiş dinsizlikle eş tutan anlayış olarak algılayıp, topluma sunmuşlardı. Mısırda daha önceki söylemlerinin tam tersini söylemesi, asla kendi düşüncesi olamaz. Peki, kimin düşüncesi ya da yönlendirmesi sonucu bu sözler söylenmiş olabilir? İşte burası çok önemli. Onu Rabbim bilir, ama bizlerinde biraz tahmin etmesi zor olmasa gerek. Mısırda sözlerinin arasına özenle sıkıştırmaya çalıştığı sözcük neydi? (Ben Recep Tayyib Erdoğan olarak Müslüman’ım ama laik değilim.) Bu söz çok doğruydu, gerçekten bir insan laik olamazdı. Yani kendi inancı adına tarafsız değil, tam tersine kendi inandığını yaşama hakkına sahipti. Fakat cümlenin kuruluşu, daha önce ve sonra tarif ettiği laik sözcüğünün ne anlama geldiğiyle hiç bağdaşmıyordu. Başbakanımız laik yönetim şeklini tarif ederken, bu bir devletin yönetim şekli ve anlayışıdır, yani devlet yönetiminin her dine aynı yaklaşıp, onlara özgürce dinlerinin yaşanmasını sağlar diye tarif etmesi, daha sonra laik sözcüğüyle bireyi karşılaştırmasında anlatmak, mesaj vermek istediği çok önemli bir şey vardı. Elbette kişi, yani birey laik olamaz. Bu tarifi yapmak laik devlet olmanın karşılığı da değildir. Bizzat kendisi laik sözcüğünü tarif ederken devletlerin, anayasanın laik olmasından bahsetmişti. Tüm bu açıklamalardan sonra Başbakanımız, neden ben layık değil Müslüman’ım dedi? Elbette bende layık değil Müslüman’ım, çünkü kişi değil, bizleri yöneten devlet, anayasa laik bir yönetim içinde olur. İşte burada Başbakanımız, geçmişte söylediği yanlış sözlerini, düşüncelerini düzeltemeye çalışmanın telaşesi içinde, bu sözleri söylediğine inanıyorum. Başbakanımızın bu denli laiklik konusunda fikir değiştirmesine neden, ne olabilir diye düşündüğümde, yine geçmişte üzücü örnekleri aklıma geldi. Daha önce söyleyip kısa zamanda fikir değiştirdiği konuları lütfen hatırlayınız. Tüm bunların nedeni ne olabilir hiç düşündünüz mü? Arap Ülkelerinde yaşanan özgürlük ateşini, istediği gibi yönetemeyeceğinden korkan Amerika, acaba Sayın Başbakanımızın kanalıyla Mısıra, ülkemizde dahi hiç uygulanmayan LAİK yönetimi teklif ettirmiş olması ihtimali üzerinde durmamız, sizce yanlış mı olur dersiniz? Kendisinin geçmişte asla onaylamadığı, birden bire hangi güç Başbakanımızın bu düşüncesini tersine çevirmiş olabilir? Mısıra kendi rızası ve isteğiyle, laikliği önermiş olabileceğini düşünen, var mı yoksa hala aramızda? Bakalım Başbakanımıza oy veren ve laikliğin dinsizlik olduğunu düşünen bazı vatandaşlarımıza, nasıl bir açıklama yapılacak. Çünkü basında ses seda çıkmıyor, dün laikliğe küfredenler şimdi suskun. Yoksa dereyi geçene kadar, her şey mubahtır sözleri ile mi geçiştirilecek, sakinleştirilecek yine toplum? Demokrasilerde asla rastlanmayan bir durum yaşanıyor ülkemizde. Eğer bizler özgür irademizle oylarımızı verip, yöneticilerimizi seçemiyorsak, dün söylediğini yarın birilerinin zoruyla değiştiren yöneticilerimize de sesimizi çıkaramayız. Allah ömür verirse, kim bilir daha neler göreceğiz. Bugün söyleyip, yarın birileri uyardığında, bakalım daha neler değişecek. Neye layıksak onu yaşayacağız. Körü körüne itaat eden değil, hakkını arayan, düşünen akıl eden, gerektiğinde özgürce sorgulayan, dimdik ayakta duran bir toplum olmamız dileklerimle. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Allah ile Peygamberinin arasını açmak ve çıkmaza girmek.
Bir yazıma karşılık verilen cevapta, bana yöneltilen bir ithamı, sizlerle değerlendirmek istiyorum. Çünkü hepimiz beşeriz, şaşma yanılma ihtimalimiz her zaman vardır. Önemli olan aklı ve Kur’an ı birleştirmek, hurafelerin etkisinden kurtulmaktır. Bakın bir arkadaşımız aşağıdaki ayeti yazımda kullandığım için, neler yazmış yazıma cevaben. Ankebut 51: Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır. (Haluk bey bakın rabbimiz kuran ile birlikte peygamberi de indirmiş[yaratmış,seçmiş ve örnek alın demiştir,ahzab 21] BÖYLE PARÇACI KURAN ANLAYIŞIYLA Bİ YERE VARAMAZSINIZ ,YOKSA SİZ ALLAH İLE PEYGAMBERİN ARASINI MI AÇMAK İSTEYENLERDEN MİSİNİZ HİTABINADA MARUZ KALIRSINIZ....Yoksa sadece yukarda ki Ankebut ayetini parçacı alırsanız çıkmaza girersiniz .....ki girmişsiniz...) Elbette böyle bir ithamla karşı karşıya kaldığınızda, sanırım sizde tedirgin olursunuz ve sözlenenler üzerinde acaba yanlış mı yaptım diye, düşünme gereği duyarsınız. Gelin bu konuyu birlikte düşünelim, bazılarımız İslam ı yaşarken gerçekten büyük çıkmazda, bunların kimler olduğunu araştırmak bulmakta bizlerin görevi olmalı ki, hesabın görüleceği o gün üzülenlerden, yüzleri kapkara olanlardan olmayalım. Rabbim yardımcımız olsun inşallah. Ben Ankebut 51. ayeti örnek gösterip, bakın Allah ne söylüyor diyerek, peygamberimizin o günkü topluma Kur’an ı tebliğ ederken, atalarının rivayet, hurafe inançlarından vazgeçmeyenlere, Rabbin seslenişini örnek vermiştim. Acaba ben bu ayeti günümüzde yaşayan din kardeşlerime örnek vermekle, yanlış yapmış olabilir miyim? Bu ayet bizlere günümüzde hitap etmiyor da, yalnız o devrin insanlarına mı hitap ediyor? İşte kendimize sormamız gereken çok önemli soru. Bu sorunun doğru cevabını bulan, Rahmanın doğru yolunu da bulmuş olacaktır. Allah atalarının hurafe rivayetlerinden vazgeçmeyenlere söylediği, (okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?) sözlerinden bizler günümüzde, hiç mi dersler almamız gerekmiyor? Sanırım Rabbin ayetlerinin bu yöntemle, teker teker saf dışı kalmasının, güzel bir örneğini yaşıyoruz. Kur’an ın her kelimesi bir nurdur ve çağlar ötesi her daim geçerlidir. İşte bunu unutuyor ve hataların en büyüğünü yapıyoruz. Şimdi şöyle düşünelim. Peygamberimizden önce gelen, Hz. İsa ve Hz. Musa peygamberlerimizi hatırlayalım. Eğer bizim peygamberimizin Allahın gönderdiği kitaba ilave hüküm koyma yetkisi var diye inanıyorsak, ondan önce gelen peygamberlerinde, böyle bir yetkisi olmalı değil mi? Eğer vardır diyenlere, işte hatırlattığım ayet asla böyle bir yetkilerinin olmadığının açık kanıtıdır. Çünkü onlarda tıpkı günümüzde olduğu gibi, Allahın gönderdiği kitabın dışından, o kadar çok hurafelere, rivayetlere inanmışlar ki, Allahın indirdiği din elden gitmiş. İşte onun içindir ki Allah onlara, okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz, onlara yetmiyor mu diyor. Kur’an ın o günkü topluma yeteceğini söyleyen ben değilim, Yüce Rabbimdir. Hatırlayınız o günün Yahudilerinden bir kısım insanlar, peygamberimize bir konu için danışmaya geldiğinde, Rabbin indirdiği ayet çok düşündürücüdür. Ellerindeki benim gönderdiğim kitaba bakmıyorlar da, sana mı gelip soruyorlar sözleri, çok ama çok düşündürücüdür. Ya bugün bizler Kur’an için neler söylüyoruz? Acaba bizlerde Kur’an yetmez diyerek, o günkü toplumun yaptığı yanlışı yapmaya devam mı ediyoruz? Allah bizleri affetsin. Gerçekten Kur’an a parçacı yaklaşarak bir ayeti alıp, ona Rabbin hiç bahsetmediği bir anlam verirde, Kur’an bütünlüğünde verdiğimiz anlamı, manayı destekler hiçbir ayet yoksa işte ben o zaman çok büyük yanılgı içindeyim demektir. Şimdide gelin Kur’an dan verdiğim Ankebut 51. ayete delil arayalım, bakalım ben gerçekten Allah ile peygamberimizin arasını açmaya çalışarak çıkmaza mı girmişim, yoksa peygamberimizi HAŞA Rabbimle hüküm vermede eş konuma getirmeye çalışıp, ŞİRK koşanların, yanılgısını ortaya mı çıkarmaya çalışıyorum, gelin bana yapılan bu ithamın cevabını, Kur’an dan arayalım. Enbiya 10: Andolsun ki, size öyle bir kitap indirdik ki. Bütün şanınız ondadır; Hala akıllanmayacak mısınız? Ahzab 2: Rabbinden sana vah yedilene uy. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Araf 3: Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz. Araf 185: Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar. Enam 50: De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz? Ne dersiniz, yukarıdaki ayetler Rabbin Kur’an da bizlere öğüt almamız için verdiği, Ankebut 51. ayetin bugünde bizlere hitap ettiğini, bizlerinde dersler çıkarıp, Kur’an a sarılmamız gerektiğini, bütün şanımızın onda olduğunu, peygamberimizin de yalnız ona uyduğunu anlatmıyor mu? Allah tüm bu ayetleri indirdikten sonra, Kur’an ın başka bir ayetinde, bu hükümlere tezat bir hüküm sizce verir mi? Elbette vermez, ama bizler yaptığımız yanlışlarla, hurafe inançlarımıza delil aramak adına, kelimelere kendimizce manalar vererek, Kur’an içinde zıtlık- çelişki yaratmaktayız ne yazık ki. Acaba ben bu ayetleri hatırlatmakla, Yüce Rabbim ile elçisinin arasını mı açmaya çalışıyorum, yoksa atılan iftiraları, İslam a sokulan hurafeleri temizlemeye mi çalışıyorum, bu sorunun cevabını huzuru mahşerde alacağız inşallah. Kur’an ayetlerine çok daha parçalı yaklaşmanın, büyük yanılgısına örnekler vermek istiyorum. Kur’an dan bir ayet içinden, yalnız bir kelime cımbızlayıp, ayetin verdiği hükümden çok farklı anlamlar günümüzde, ne yazık ki verilmektedir.Verilen bu hüküm, Kur’an ın hiçbir yerinde bahsedilmeyip, açıklaması dahi olmadığı halde, bugün bunlara iman etmekteyiz. Yaptığımız bu hata, hurafe itikatlarımıza sırf delil aramak adına yapılmaktadır. Sizlere iki örnek vermek istiyorum. Bu örnekleri gördükten sonra lütfen düşününüz, acaba ben mi Kur’an a parçalı yaklaşıyorum, yoksa……. Karar sizlerin. Hatırlayınız Allah Nur suresi 31. ayetinde HIMAR (Örtü) kelimesini kullanarak, ayette kadınların yaka açıklarını yani göğüs dekoltelerini kapatmalarını emretmiştir. Peki, biz ne yapıyoruz? Burada geçen HIMAR kelimesine başörtü anlamı verip, Allahın ayette açıkça göğüs bölgesini örtme emrini verdiği halde, bizler kadının başının örtülme emrini, bu kelimeden cımbızlayarak çıkartıp, inançlarımıza delil yapıyoruz. Hımar kelimesine, başörtüsü anlamı dahi verseniz, ayette göğsün örtülme emri verilmiştir. Biran şöyle düşünelim, diyelim ki Allah bu ayette kadının saçını örtmesini de üstü kapalı, dolaylı emrediyor diyelim. Çünkü bu düşünceyi savunanlar var. Bu durumda ne yapmalıyız? Hemen bu emrin açıklandığı, örneğinin verildiği başka bir ayet aramalıyız Kur’an da. Çünkü Rabbim Kehf 54. ayetinde, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk diyor. Peki, biz bu yolu ve yöntemi kullanıyor muyuz? Sorun burada zaten, kadının başını örtme emrini, Kur’an içinden başka delil aramak, her nedense işlerine de gelmemiş. Çünkü Kur’an ın hiçbir ayetinde Allah, kadın saçını örtmelidir diye bir hüküm vermemiştir. Hâlbuki Allah ayetlerini nasıl özelliklerde indirdiğini bakın Nur suresi 34. ayetinde nasıl açıklıyor. Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler indirdik diyor. Yine Allah İsra suresi 89. ayetinde yemin olsun, biz bu Kur'an'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Tüm bu ayetler ne yazık ki görmezden gelip, üstü örtülmüş, geleneği dinselleştirip Allah emri olarak topluma sunulmuştur. Başın örtülme emrine gösterdikleri tek delil, göğüs açıklığının örtülme emrinde geçen HIMAR kelimesine verilen anlamdan kaynaklanmaktadır. Lütfen düşünelim, Rabbim hükümlerini, uymamız gereken kurallarını, böylemi veriyordu Kur’an da bizlere? Bu durumda ben mi Kur’an a parçacı yaklaşmış oluyorum, yoksa kendi inançlarına Kur’an dan delil arayanlar, kelimeleri cımbızlayarak anlam verenler mi Kur’an a parçacı yaklaşmış oluyor? Ne dersiniz? İkinci örneği vermek istiyorum. Bakara 222. ayetinde Allah, kadın ay halinde iken, cinsel birleşme yapılmamasını, çünkü bu halin kadına rahatsızlık vereceğini söyledikten sonra, bu halin bitiminde temizlendiklerinde, cinselliğin serbest olduğunu söylüyor. Ayetin verdiği hüküm sizce çok açık değil mi? Fakat biz ne yapıyoruz, hurafe inançlarımıza delil aramak için, ayetlerde geçen bir kelimeyi cımbızlayıp kendimize delil kabul ediyoruz. İşte bu ayette de, TEMİZLENDİKLERİNDE kelimesini cımbızlayıp, işte bakın Allah kadını bu haldeyken kirli sayıyor, abdest aldıktan sonra diyor anlamı verilip, bu haldeyken kadının ibadet yapamayacağını, oruç tutamayacağını söylüyoruz. Hâlbuki ayetin anlattığı konu o kadar farklı ki, doğrusu söyleyecek söz bulamıyorum. Kur’an ın hiçbir ayetinde, kadın ay halinde kirlidir demez. Hiçbir zaman kadın ay halinde ibadet edemeyeceği konusunda da, tek bir hüküm dahi vermemiştir. İşte Kur’an a parçalı yaklaşmak böyle olur, hem de bir kelimenin ardı sıra anlam verip, Rabbin kitabında asla hüküm vermediği, bahsetmediği, açıklık getirmediği bir inanç, işte böylece ortaya çıkartılıyor. Ne dersiniz, ben mi Kur’an a parçalı yaklaşarak, Rabbim ile elçisinin arasını açıyorum çıkmaza giriyorum, yoksa kelimelerin ardı sıra, anlamlar verenler ve bunlarda peygamberimizin din adına hükümleridir, diyenler mi Rabbim ile elçisinin arasını açmaya çalışıyor? Bir örnek vermek istiyorum Kur’an dan. Allah mahşer günü, Hz. İsa peygamberimize soracağı soruyu, şimdiden bizlere ibret olsun diye hatırlatıyor ve diyor ki. Yoksa sen mi Allahın oğlu olduğunu söyledin ümmetine diyor. Hz. İsa da cevap veriyor. Hâşâ Rabbim ben söylemiş olsaydım, bunu sen bilirdin diyor. İsterseniz bu ibretten gelin bizler ders çıkartalım. Mahşer günü Yüce Rabbim, yukarıda verdiğim iki örneği hesabın görüleceği, peygamberlerinde şahit olarak geleceği o gün, elçisine elbette soracaktır. Resulüm, kadının saçları açık gezmesi HARAMDIR, kadın ay halindeyken Rabbin huzuruna durup namaz kılması, oruç tutması da HARAM kılındığını sen mi söyledin, diye elbette soracaktır. Şimdi kendimize bu sorunun cevabı ne olabilir diye, kendi nefsimizde, Kur’an ışığında Allahın verdiği örnek ayetleri de düşünerek, isterseniz düşünelim. Acaba Allah hükümlerimi açık, detaylı, sizlerin anlayacağınız şekilde, değişik örnekler verip, gönderdim dedikten ve aşağıdaki ayetleri bizlere ilettikten sonra, peygamberimizin cevabı bu sorulara ne olabilir dersiniz? İsra 89: Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler. Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kur’an'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Yorum ve karar sizlerin. Gerçekten birileri Allah ile elçisinin arasını açmaya çalışıyorlar, bunların kimler olduğunu yalnız Rabbim bilir. Gerçi Allah ile elçisinin arasını kimse açamaz, çünkü yapılan her şey kayıt altındadır. Bizlere düşen Rahmanın sözlerini dikkatle, hiçbir etki altında kalmadan anlamaya çalışmak, üzerinde düşünmek olmalıdır. Bu çabayı gösterenlerin tüm gerçekleri göreceği müjdesini Rabbim, çok şükür bizlere veriyor. Onun için gelin hep birlikte Kur’an ın ipine sarılıp, onu anlayarak bolca okuyalım. Kur’anı sen anlayamazsın diyenler, bizleri yanlışa yönlendirip, peygamberimize iftira atanlardır. Çünkü Allah kullarına gönderdiği rehberini, yemin ederek kolaylaştırdığını birçok kez söylüyorsa bizlere, iddia edildiği gibi, anlaşılması zor bir rehber gönderip, daha sonrada bu kitaptan asla hesap sormaz, bunu da unutmayalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
DAHA ÇOKKKK BEKLERİZ.
Ne geldiyse başımıza, yaptıklarımızdan geldi deriz bazen, kendi kendimize hayıflanırız. Adeta yaptığımız yanlışları kendimize itiraf ederek, nefsimizi rahatlatmaya çalışırız. Acaba inancımızı, imanımızı yaşarken, yaptığımız yanlışları da Allah ın önerdiği yöntemle araştırıp, düşünüp akıl yürütüp, görmeye çalışıp, aynı yöntemle kendimize itiraflarda bulunup, Rabbimden bağışlanma dileyebiliyor muyuz? İşte bu sorunun cevabını ancak ben, kendi şahsım adına verebilirim. Sizlerde nefsiniz ile bu mücadeleyi vermelisiniz ki, din ve iman adına, istemeden yaptığımız yanlışların farkına varabilelim ve böylece Rahmanın şefaatine nail olalım. Tüm bu sözleri neden söylediğime gelince. Okuduğum haberde, İran ın MEHDİ nin gelişine hazırlandığı yazıyordu. Acaba ahir zamanda geleceğini söyledikleri mehti yi, yalnız İran mı bekliyor? Bugün açın internet sitelerini, ülkemizde de merakla gelecek bir kurtarıcının, mehdinin beklendiğini, tarikat ve cemaat eksenli sitelerden görebilirsiniz. İşin daha da ilginci, içimizden bazı gruplar bu işin detayını da veriyor ve diyor ki; Hazreti Mehdi ile birlikte Hz. İsa da gelecek ve tüm Dünyayı kötülüklerden kurtaracaktır. İşin kötüsü Hz. İsa nın geleceğini söyleyenler Hıristiyanlar. Hz. İsa ahir zamanda gelip, bizleri kurtaracaktır diyorlar. Fakat Kur’an asla bu bilgiye onay vermez. Kur’an dan onay arayanlar, yine Allahın açıklamadığı halde, ayetinden bir kelimenin ardı sıra anlamlar vererek, Rahmanın vermediği bir hükmü verip, büyük günah işlemişlerdir. Biraz daha detaya indiğimizde mehdi nin nasıl tanınacağı konusunda söylenen sözler, bizlerin nasıl bir inanç içinde olduğumuzu, çok açık gösteriyor. Bakın nasıl tanınacakmış, mehdi bir kısım inanca göre. (Birçok hadis-i şeriflerde buyruldu ki, (Mehdi'nin başı hizasında bir bulut olacaktır. Bulutdan bir melek: Bu Mehdi'dir, sözünü dinleyiniz!) diyecektir.) Şimdi sizlere sormak istiyorum, tüm bu bilgilere Kur’an onay veriyor mu? Asla tek bir açıklama dahi yok. Kıyamete yakın olacaklar konusunda gerektiği kadar açıklamanın dışında, hiçbir bilgi yoktur Kur’an da mehdi ile ilgili. Hani bizler Kur’an dan hesaba çekilecektik, sorumluyduk? Hani her şeyden nice örnekler vardı Kur’an da? Her şey açık seçik ve anlaşılırdı? Hani bizlere rehberdi, güneşti, gönül gözüydü Kur’an. Hani onun hükümlerine uyacaktık, ne oldu. İşte tüm bu ve buna benzer yüzlerce ayetin üzerini örtüp, görmezden gelip, doğru olması mümkün olmayan bilgilere inandığımızda, birde Kur’an dan yanlış inançlarımıza, kelimeler arkasından anlamlar verdiğimizde, hem peygamberimize, hem de Rahmana iftira attığımız bilincinde olmalıyız. Peygamberimiz bir hadisinde, benim sözüm olup olmadığını, Kur’an ile karşılaştırınız diye bizlere öğüt verdiğini, sakın unutmayalım. Ben söylemediğim halde, bu peygamber sözüdür diyenlerin varacağı yerin, cehennem olduğunu söylediğini de bilelim. Ne yazık ki İslam âlemi birilerini bekliyor, yaptığı yanlışları, günahları affettirmek adına. Kedimiz uğraş verip doğruya, güzele Allahın rehberiyle ulaşmak için çaba gösteren bile yok. Hiç kimse boşuna birilerini beklemesin, çünkü gelecek hiç kimse yok. Allah zaten bizlere gönül gözünü, güneşini, zikrini, rehberini göndermiş, bizler daha ne bekliyoruz? Allahın gönderdiği rehberden, Kur’an dan gereği gibi istifade etmeyip, onu anlaşılması zor yaparak, yüksek bir yere ne yazık ki astık. Kur’an ı terk edip velilerin ardına düşerek, zaten elimizdeki Kur’an ın değerini bilmemekle, cezamızı çektiğimizin farkında bile değiliz. Bizler hataların en büyüğünü yaptıktan, elimizdeki güneşin kıymetini bilmedikten sonra, Rabbim neden başka kurtarıcılar göndersin ki? Size Furkan yetmiyor mu? Hastalığının farkında olmayan insan, tedavi olmak için çabada da göstermez. Böylece hastalığımızdan habersiz, yaşayıp gidiyoruz. Rabbim bizleri affetsin. Ülkece içine düştüğümüz bu açmaz, bu kargaşanın tek bir sebebi var. Oda Allahın rehberini, zikrini devre dışı bırakıp, kendimize edindiğimiz Velilerin, hiç düşünmeden ardı sıra gitmektir. İran bekleyedursun mehdilerini, ya bizim ülkemizdekiler hangi mehdiyi bekliyorlar dersiniz? Ya diğer İslam ülkeleri? Acaba İslam ülkeleri bir mehdi de anlaşabilecekler mi? İslam dininde birçok konularda birleşemeyenler, mezheplere bölünenler, acaba mehdi konusunda ne yaparlar? Sakın İslam ülkeleri arasında, ileride mehti savaşı çıkmasın. Ne kadar üzüntü verici bir konu değil mi dostlar. Bunları söylemekten üzüntü duyuyorum, ama bu konuyu gündeme getirip, Kur’an ışığında, artık düşünmemiz ve aklımızı başımıza toplamamız, Kur’an ın özünde birleşmemizin zamanı gelmiştir. Allahın uyarısını duyalım, dinde ayrışmadan tek yumruk olalım. Allah biz İslam ülkelerini öyle bir imtihan ediyor ki, bizler bunun bilincinde bile değiliz. Rabbim İran a, en değerli kaynakları vermiş. Petrol ve doğalgaz ile tüm Dünyanın göz bebeği. Peki, bu gelir, bu önemli kaynaklar gerektiği gibi kullanılıp, halkın huzuru ve refahı için kullanılabiliyor mu? Düşünün lütfen milyarlarım var, ama ben yiyip içemiyorum. İşte elimizdeki rehberden uzak yaşamanın sonuçları. Kendi içinde birlik ve beraberlikten uzak, Dünyaya kafa tutan politikalarla nereye kadar gidilebilir? Elimizdeki tüm kaynakları silaha yatırarak mı, tüm âleme İslam ı anlatacağız? Peygamberimiz böylemi yapmış? Yıllarca İran, Irak savaşını izledik. İşte Allah gereği gibi İslam ı yaşayamayanlara, ellerindeki rehberi devre dışı bırakıp, beşeri bir inanç yaratanlara layık gördüğü bir son. Müslüman Müslüman ın kardeşidir sözlerini Kur’an dan görmezden gelenlerin, birbirini çekinmeden öldürüp, sırf mezhepleri farklı diye, camide bir birilerini katledenler, gerçekten Müslüman olabilir mi sizce? Değerli din kardeşlerim. Lütfen artık kendimize gelelim. Elimizin altındaki GÜNEŞİN, GÖNÜL GÖZÜNÜN farkına varalım. Yoksa bizlerinde daha çokkkkkk, mehdiler beklemekle geçer hayatımız. Boşa geçirecek zamanımız yok. Vakit dolup, emanetin zili çaldığında, pişman olmak istemiyorsak, gelin Rahmanın ipine sarılalım, en sağlam ip Kur’an ın ipidir. Başka birilerinden, beşeri ipler beklemeyelim boşuna. Tüm sorularımızı, gönülden tertemiz kalbimizi açarak, tüm hurafelerden arınmış bir halde, Kur’an a soralım. Bakın her sorunun cevabını nasıl orada bulacağız, o zaman göreceksiniz. Allah bizleri Kur’ana davet ediyor da, her ayetin üzerinde düşünmemizi, akıl etmemizi istiyorsa, gelin başdanışmanımız Kur’an ı, yanı başımızdan eksik etmeyelim. Onu sen anlamazsın diyenlere kulak asmadan, inatla onun ipine iki elimizle sarılalım, anlayarak okuyalım. Şunu asla unutmayalım, Allah kullarına, anlaşılması zor bir rehber gönderip, daha sonrada ondan hesap asla sormaz. Bu Dünyayı çekilmez yapan bizleriz. İşlediğimiz suçların sonunda, Allahın istediği bir kul olamadığımız içindir ki, bizler bir birimizin kanını emiyoruz. Yaptığımız yanlışlardan kurtulmak içinde, başka kurtarıcı bekliyoruz. Boşuna bekleriz, doğruya güzele ulaşmak istiyorsak, kendi yanlışımızı kendimiz düzeltmeliyiz. Çünkü elimizde bunu yapacak, zaten kurtarıcı FURKAN var, gelin ondan yardım isteyelim. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
BOZULAN BİR ORUCUN KEFARETİ, 60 GÜN ORUÇ TUTMAK MIDIR?
Bizler İslam ı yaşarken, ne yazık ki söylenenleri, hiç araştırma gereği duymadan iman ediyor ve sonucunun ne olacağını bilmediğimiz yoldan gitmekte, hiç sakınca görmüyoruz. Hâlbuki Allah emin olmadığınız bilgilerin ardı sıra gitmeyin sorumlu tutarım, diye bizleri uyarmıyor muydu? İşin daha da vahimi, Rahmanın sizler için kolaylaştırdım dediği kitabı, rehberi görmezden gelip, bizlere öğretilen rivayetlere, hiç kuşku duymadan, Allahın kitabına danışmadan dini öyle zorlaştırıyoruz ki, doğrusu tüm bunların hesabını Rabbim e nasıl veririz bilemiyorum. Bakın Allah aşağıdaki ayetin benzerini Kur’an da birçok kez tekrar ederek, acaba bizlere ne anlatmak istiyor olabilir dersiniz? Kamer 22: Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Allah yemin ederek birçok kez, acaba gönderdiği Kur’an ı kolaylaştırdım dedikten sonra, bizlerin bazı nefsi küçük hatalarından kaynaklanan suçlar için, büyük cezalar verir mi? Örneğin nefsimize yenilip sebepsiz bozduğumuz orucun karşılığı olarak, 60 gün oruç tutacaksın der mi? Yoksa bu derece fazla oruç cezaları, kendi şahsi ibadetlerimizin dışında, daha kötü büyük suçlar için mi örnekler verilmiş Kur’an da, gelin onları Rahmanın zikrinden anlamaya çalışalım. Hepimiz biliriz Ramazanda orucumuzu rahatsızlık halinde bozmamız durumunda, daha sonra tutmamız gerektiği Kur’an da apaçık yazar. Yine oruçluyken hastalık ya da zorunlu bir neden yokken bozanlar içinde, 60+1=61 gün tutulması gerektiği hükmü Kur’an da hiç bahsedilmediği halde, rivayet hadislerde geçer. Bu bilgilerin, hükümlerinin de peygamberimize ait olduğu anlatılır. Acaba gerçekten nefsine yenilip, kasti orucunu bozan bir insan, 61 gün Kefaret orucu tutması gerekiyor mu? Bu sözler peygamberimize ait olabilir mi? Gelin yine peygamberimizin bizlere öğütlediği yolu, yani benim adıma uydurulacak sözleri, Kur’an ile karşılatırınız ki, benim sözüm olup olmadığını anlayasınız, önerisinden yola çıkarak, Kur’an dan araştıralım. Bu hükme Kur’an onay veriyor mu? Önce yazacağım şu ayetleri dikkatle düşünelim. Nisa 28: Allah size hafiflik getirmek istiyor. Çünkü insan çok zayıf yaratılmıştır. Kehf 54: Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır Yukarıdaki ayetler çok dikkat çekici ve düşündürücüdür. Allah yarattığı kulları için çok zayıf yaratılmışlardır, onun için sizlere hafiflik, kolaylık getirdim dedikten sonra, acaba nefsine yenik düşüp orucunu nedensiz bozan kuluna, bozduğu oruç kadar mı tutmasını ister, yoksa 60 gün tutacaksın diye cezamı verir? Devamındaki ayette insanın ne denli kanıtsız mesnetsiz, emin olmadan tartıştığına, güzel bir örnektir. Allah ın kolaylaştırdığı İslam dinini, nasıl zorlaştırdığımızın lütfen artık farkına varalım. Bunları yaparak tüm âleme indirilmiş Kur’an ı toplumlara anlatıp, onları İslam dinine davet edemeyiz. Bizler dinimizi en büyük kesin kanıt KUR’ANA göre yaşamalıyız ki, gerçek İslam ın tadına varalım, ruhunu keşfedelim, ondan fayda sağlayalım. Allah bir konuda hüküm vermiyorda susuyorsa, mutlaka bizlere bir rahmettir, kolaylıktır bunu da unutmayalım. Önce bazı ayetleri hatırlayalım. Allah birçok kez ayetinde, her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki, anlayasınız diyordu. Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık diyerek, Allah asla unutucu değildir diye de uyarıyordu bizleri. Yine birçok ayetinde, yemin olsun ki sizlere, gerçeği açık seçik, detaylı anlatan ayetler indirdik diye de üzerine basa basa açıklamıştı. Çok daha net açık olarak ta, SİZLERİ BU KİTAPTAN HESABA ÇEKECEĞİM, diye son noktayı koyduğu ayetleri hepimiz çok iyi biliriz. Hepimiz bu ayetlere iman ediyorsak ve uygulamada da yaşamımıza geçirebiliyorsak, işte o zaman biz Müslüman’ız diyebiliriz. Şimdi Kur’an a bakalım, oruç konusunda ve tutulmayan oruçlar konusunda Rabbim neler söylüyor. Bakara 184: (Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır. Bakara 185: Ramazan o aydır ki; insanlara kılavuz olan, iyi-kötü ayrımıyla hidayetten kanıtlar getiren Kur'an, onda indirilmiştir. O halde bu aya ulaşanınız onu oruçlu geçirsin. Hasta olan veya yolculuk halinde bulunan, tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutsun. Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez. Tutulmamış olan günleri tamamlamanızı, sizi doğru yola kılavuzladığı için Allah'ı yüceltmenizi ister. Ve sizin şükretmeniz umulmaktadır. Yukarıdaki iki ayette baktığımızda, Allah oruç tutulmaması gereken koşulları sayıyor. Hasta ve yolculuk hali dışında oruç tutun çünkü bunu yapmanız sizin için en doğru olanıdır diyor. Üzerinde yine dikkatle düşünmemiz gereken cümle, Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez sözleridir. Bunları söyleyen Allah, bir orucu nefsimize hâkim olamayıp bozduğumuzda, bunun yerine 60 gün tutacaksın diyor olabilir mi? Deseydi diğer hükümleri gibi, bunu da apaçık yazmaz mıydı? Ayette geçen, dikkat çeken bir hüküm ise, Tutulmamış olan günleri tamamlamamızı istiyor Rabbim. Sizce bu cümle, sorduğumuz soruya apaçık cevap vermiyor mu? Dikkat ederseniz daha farklı bir hüküm verilmemiş. Örneğin orucunu kasti bozan, bozduğu günden fazla şu kadar tutsun diye tek bir hüküm yok. Yok olduğunu açıkça gördüğümüz halde, bizler bakın bu konu eksik kalmış deme hakkına sahip miyiz? Yoksa verilmeyen bir hükümden, sorumlu olmayacağımızı mı anlamalıyız? İşte bu soruyu kendimize eğer doğru sorarsak, doğru cevabı da alırız. Oruç konusunda, önemle istenen, daha sonra sayının tamamlanmasıdır. Ayete dikkat ettiğimizde, hiç oruç tutamayacak durumda olanlar içinde, bir açıklama var. Bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermek. Fakat Allah bu yola keyfi sapmamamız içinde, Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır diyor. Buradan da anlaşılıyor ki Allah, bizleri oruç tutmaya en güzel bir yöntemle davet ediyor. Tüm bunları düşünürken aklıma şöyle bir soru geldi. Allah acaba orucunu iradesine yenik düşüp bozan, ama daha sonra tutan bir insana, neden bir Kefaret, yaptırım getirmemiştir. Çünkü oruç insanın şahsına ait bir ibadettir, kendisine fayda sağlaması için Allah ın emrettiği bir ibadet yapılmadığında, ancak yapılması gereken kadar yapılması istenmesi, sizce çok normal değil mi? Örneğin namaz kılmayan bir insana, ya da namazını önemsiz nedenden yarım bırakana, misliyle kılma cezasını nasıl Kur’an vermiyorsa, orucunu tutmayan ya da nedensiz bozan bir insanda, ancak tutmadığı kadarından sorumlu tutulacaktır. Bunun aksini Kur’an söylemediği takdirde, kendimizce hükümler koyamayacağımızın bilincinden olmalıyız. Tabi bunları düşünürken yine peygamberimizin, bizlere doğru yolu gösteren o güzel akıl dolu hadisi aklıma geldi. Bakın ne kadar anlamlı ve bir o kadar Kur’an ın özüne yöneltiyor bizleri. Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 Ne dersiniz dostlar, bu güzel sözler sizce her şeyi açıklamıyor mu? Bu konuda emin olmak için Kur’an dan delil arayalım ve bu bağlamda üzerinde birlikte düşünelim. Acaba Allah bu tür konularda detaya girmemiş ve buna benzer konuların hükümlerini peygamberimize bırakmış olabilir mi diye düşünürken, hemen aklıma yazımızın başında hatırlattığım ayetler geldi. Allah her konuda değişik örnekler verdik diyordu. Biz Kur’an da hiçbir eksik bırakmadık dedikten sonra, sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diye de apaçık belirtmişti. Allah Kur’an da birçok ayetinde, Peygamberinize uyun dedikten sonra, peygamberimiz de yalnız bizleri Kur’an ile uyaracağı tembihini almıştı hatırlayınız. Hatta sana indirdiğimle onları uyar, sakın hiçbir şey ilave etme yoksa görevini yapmamış sayarım diye, kesin talimat vermişti Rabbim elçisine. Bu durumda Allahın vermediği bir hükmü, peygamberimizin verdiğini söyleyenlere inanmamızda büyük hata olacaktır. Allah unutucu değildir. Bu yanlışları yaparak elçisini HÂŞÂ eksik tamamlar konumuna getirmek, günahların en büyüdür. Gelin Kur’an a danışmaya devam edelim ve her şeyden nice örnekler veren Rabbin verdiği, diğer örneklerden dersler çıkaralım birlikte. Nisa 92: Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğerki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola. (Bu takdirde diyet vermez). Eğer öldürülen mümin olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise mümin bir köle azat etmek lâzımdır. Eğer kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mümin köleyi azat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay peş peşe oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Aslında yukarıdaki ayet, biraz düşünene çok şeyler anlatıyor. Yanlışlıkla bir cana kıyan bir insanın kefareti anlatılıyor detaylı bir şekilde. En sonunda tüm bunları yapamayanın hükmünü bakın nasıl veriyor Rabbim. Tövbenin kabulü için iki ay, peş peşe oruç tutması gerekir diyor. Şimdi bu örnekten yola çıkarak, birlikte düşünelim isterseniz. Yüce Rabbim yemin billâh ederek, sizler için kolaylaştırdım dediği bir dinde, kasti nefsimize yenilip bozduğumuz bir oruç ile yine yanlışlıkla dahi olsa öldürdüğümüz, cana kıydığımız bir insana karşılık verilen Kefaret, ceza orucu aynı olabilir mi? Allahın verdiği aklı kullanmasını bilen, doğru sonuca ulaşacaktır. Yine Rabbin rehberinden örneklere bakalım. Mücadile 4. ayetin öncesinde. Allah kadınlarına zıhar edip, yani eşlerini boşamak için sudan nedenler uydurup, boşadıktan sonra, pişman olup tekrar geri almak isteyenlerin, yaptığı hatalı davranışlarına karşılıkta Rabbim, bir köleyi azat etmeleri yani özgürlüğüne kavuşturmalarını istiyor. Bu imkânı bulamayanlar içinde bakın nasıl bir Kefaret, sorumluluk yüklüyor. Mücadile 4: Özgürlüğe kavuşturma imkânını bulamayan, ilişkiye girmelerinden önce, aralıksız iki ay oruç tutacaktır. Buna da gücü yetmeyen, altmış yoksulu doyuracaktır. Bütün bunlar Allah'a ve resulüne inanasınız diyedir. Ve işte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Küfre sapanlara korkunç bir azap vardır. Allah, eşlerine kendi nefsi arzularının esiri olup, yoktan sebeplerle, keyfi nedenlerle boşamaya çalışanlara, bakın nasıl çok sert bir ceza öngörüyor. Elbette bu ceza kadının haklarını korumak adına verilen, çok dikkat çekici ve düşündürücü bir cezadır. Sizce bu büyük yanlışları yapanlarla, kendi nefsine yenilerek bir orucunu bozan, ama daha sonra tutan bir insanla aynı cezayı alması, Rahmanın adaletine uygun düşüyor mu? Düşmediği çok açık, çünkü Allah bu konuda biz kullarına rahmetini, bağışlayıcılığını gösteriyor ve bu tür nefsi hatalarımıza Kur’an da bir ceza, kefaret öngörmüyor. Şükürler olsun sana Rabbim. Kur’an a bakmaya devam edelim. Maide 89: Allah sizi yeminlerinizdeki boş lakırdıdan ötürü hesaba çekmez, ama bilinçli olarak gerçekleştirdiğiniz yeminlerden sizi sorumlu tutar. Böyle bir yeminin kefareti, ailenize yedirmekte olduğunuzun orta derecesinden on yoksulu doyurmak yahut onları giydirmek yahut da özgürlüğünden yoksun kalmış bir benliği özgürlüğüne kavuşturmaktır. Bunlara imkân bulamayan üç gün oruç tutar. Yemin ettiğinizde yeminlerinizin kefareti işte budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah size ayetlerini böyle açıklar ki şükredebilesiniz. Yukarıdaki ayette anlatılmak istenen çok ciddi bir konu var. Allah konuştuğunuz boş sözlerinizden, lakırdılarınızdan değil ama Allah ı şahit tutarak, onun adını kullanarak ettiğiniz yemin, yani verdiğiniz sözlerinizden, sizleri sorumlu tutarım diyor ve yapılması gereken kefareti açıklıyor. Dikkat ederseniz maddi gücü olmayıp onları yapamayanlara da üç gün oruç tutması gerektiğini belirtiyor. Yine burada ki yapılan yanlışı düşünelim. Bir insan yaptığı bir işte ya da karşısındaki bir insana, Allah ı şahit gösterip yemin etmiş ise, buna sadık kalınmasını istiyor. Hem Allah ı şahit göstereceksiniz, yemin edeceksiniz, hem de sözünüzü tutmayacaksınız. Bakın burada dahi en son tutulacak oruç 3 gün. Değerlendirmesini ve yorumu nu sizlere bırakıyorum. Mümin suresi 40. ayetinde Allah bakın ne diyor bizlere, ("Kötü bir iş yapan, sadece yaptığı kadarıyla cezalandırılır ).Kur’an ın adaletinin temeli aşağıdaki şu ayetlerde çok net anlaşılmaktadır. Enam 160: Kim bir güzellikle gelirse ona, getirdiğinin on katı var. Kötülükle gelene ise yaptığının kadarından fazla ceza verilmez. Onlar, haksızlığa uğratılmayacaklardır. Bakara 179: Ey aklı ve gönlü işleyenler, kısasta sizin için hayat vardır. Bu sayede korunmanız umulmaktadır. Yukarıdaki ayetlere baktığımızda, yaptığımız hatanın, yanlışın aynı misliyle karşılık verilmesi, Kur’an ın adalet anlayışını göstermektedir. Örneğin Nisa 92. ayette yanlışlıkla bir adam öldürenin cezası çok farklı anlatıldığı halde, kasti adam öldürenin cezası Bakara 178. ayette kısas emrinin uygulanması istenir. Daha birçok ayetinde Allah, yapılan kötü olayların, suçların akışına ve oluşumuna göre, misliyle ya da hafifletilerek verilmesi anlatılır. Tüm bu ve buna benzer Kur’an ın adaletini göz önünde bulundurduğumuzda, sizce bir gün orucunu nefsine yenik düşüp, nedensiz bozanın, 60 gün oruç tutması gerektiğini, Allah istiyor diyebilir miyiz? Elbette diyemeyiz, zaten böyle bir hükümde Kur’an da asla yoktur. Bu düşüncede Kur’an ın adalet anlayışına ters düşer. Kur’an da ki cezalar ve kefaret kişinin karşısındaki kişiye yapılan suçlar için verilmiştir. Bir insanın kendi sorumlulukları ile ilgili hükümlerini yapmaması, yerine gereği gibi getirmemesi, zaten kendisine zarar vereceğinden, ayrıca bir cezaya yada kefarete gerek olmadığını Kur’an dan anlıyoruz. Zaten bunları yerine getirmemekle bizler alacağımız cezayı almış, namazın, orucun getireceği güzelliklerinden, faydasından, nefsi terbiyesinden gerekli yararları sağlayamamışız demektir. Yani bu durumda cezamızı kendimiz kendime zaten vermişiz. Peygamberimiz Şura suresi 15. ayetinde, ben Allah'ın indirdiği Kitap’a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum diyor. Daha sonra gelen ayet üzerinde lütfen dikkatle düşünelim. Şura 16: Daveti kabul edildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rableri katında boştur. Onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır. İşte bizler tartışmaya girdiğimiz bu konuda, o kadar boş şeyler söylüyoruz ki, ahhhh bir farkında olabilsek. Bizler Kur’an a iman ettik diyor ve daveti kabul ediyoruz. Allah bu davetinde sizleri, KUR’ANDAN sorumlu tutuyorum diyor, ama bizler davete sadık kalmayıp, Allahın asla hüküm vermediği onca bilgininde ardından gidip, bunlarda Allah katındandır diyerek, büyük yanlışlar yapıyoruz. Ayetin sonunda böyle yapanlara, Rahmanın cevabını lütfen çok iyi değerlendirelim. (Onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır.) Ayeti doğru anlamaya çalışalım. Bu çetin azap, iman etmeyenler için değil. İslam a daveti kabul ettikten sonra, Allah ın vermediği bir hükmü Allah a iftira atarak, bunlarda Allah katındandır diyerek, dinde fitne çıkaran tartışmacılar için söyleniyor. O kadar büyük yanılgı içindeyiz ki, sanırım bu yanılgımızı bu Dünyada fark etmemiz çok zor olacak gibi görünüyor. Çünkü akıl devre dışı kalmış, Kur’an yüksek bir yere asılmış ve anlaşılmadan okuma yarışmaları ile oyalanıp gidiyoruz. Beşerin ciltlerce dolusu kitapları revaçta, onlar okunur olmuş. Siz Kur’anı anlayamazsınız, bu kitaplar ya da şu ya da bu veli kişi, en doğru anlamıştır diyerek, bölünmüş parçalanmış bir şekilde emin olmadığımız bilgilerin peşinde, hesap gününe doğru hızla yol alıyoruz. Allah yardımcımız olsun. Allah vakıa suresi 95. ayetinde, İşte budur, o tartışmasız, o kesin gerçek, dediği sözlerini duyan yok artık. Çünkü Allah ın nuru arasına giren beşer, Kur’anın aydınlığının gönlümüze dolmasına mani oluyor. Allah ın tartışmasız gerçek dediği kitabına bizler, bu kitapta her şey yoktur, özet bilgiler vardır diyerek, saygısızlığın en büyüğünü zaten yapmışız. Şunu sakın unutmayalım, Allaha saygısızlık yapanları, Kur’anı apaçık tebliğ aldıktan sonra, bu konuda tartışmaya girenlerin sonunu sakın unutmayınız. Tekrar hatırlatmakta sanırım büyük yarar var. (Onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır.) Dilerim Rabbim den, İslam a daveti kabul ettikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girmeyen, aldığı tebliği gereği gibi anlamaya, yaşamaya çalışan kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
PEYGAMBERİMİZ HAYATINDA, HİÇ ESNEMEMİŞ OLABİLİR Mİ?
Günümüzde bizler Kur’an dan habersiz, din adına öyle şeylere inanıyoruz ki, bunu akılla, mantıkla, Kur’an ile izah etmek mümkün değil. İçimize fitne sokan, İslam ı yozlaştırmak adına içimize girmiş Yahudi fitnesi, bu konuda çok ustaca çalışmış ve de başarılı olmuştur. Sizlere bu konuda bir örnek vermek istiyorum. Lütfen bu örnekten yola çıkarak, bu söylenenleri değerlendiriniz, daha sonrada buna benzer yüzlerce hatta binlerce yanlışın ardı sıra nasıl gittiğimizin de değerlendirmesini, lütfen kendi nefsinizde yapınız. Aşağıdaki rivayet bilgileri, günümüzde çok güvenilen Buhari ve Müslim in hadis nakillerinden alınmıştır. Lütfen aşağıdaki sözleri önce değerlendirelim, daha sonra da, günümüz ilminin esneme konusuna verdiği cevaba bakalım. Acaba birileri İslam inancına ne fitneler sokmuş, farkına vara bilecek miyiz? (Uyku, yorgunluk veya can sıkıntısı halinde, elde olmadan, ağzın kendiliğinden açılarak, uzunca bir nefes alıp verme hali Bu hal bir bakıma dalgınlık ve gaflet haline benzer Bu ise Müslüman a pek yakışır bir durum değildir Bunun için Hz Peygamber (s a s ) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Allah (c c ) aksırmayı sever fakat esnemeyi sevmez Bir kimse aksırıp "Elhamdülillâh" derse bunu işiten Müslümanların "yerhamükellah " diye karşılık vermesi gerekir Esneme ise şeytandandır Bunun için esneme ihtiyacı duyan kişi, mümkün olduğu kadar buna mani olsun Çünkü biriniz esnediği zaman şeytan ona güler" (Buhâri, Edeb, 165, 166; Müslim, Zühd, 54; Tirmizî Edeb, 1 4; Nesaî, Cenâiz, 52) Şeytanın gülmesinden maksat esneyenin içine düştüğü gaflet ve bitkinlik hali ile gülünç durumundan şeytanın hoşlanmasıdır Zaten inanan bir kişinin başına gelecek her kötülük, şeytanı memnun eder ve onu güldürür Şeytanı güldürmemek için kişinin esneme belirtileri olunca; hareket ederek elini yüzünü yıkayarak abdest alarak yorgunsa dinlenerek, bu gaflet halinden kurtulmaya çalışması gerekir Bütün bunlara rağmen esnemeden kurtulunamazsa esneme halinde ağzın el veya başka bir şeyle kapatılması İslâmi edep gereğidir Bir yazıda şöyle bir soru sorulmuş: Peygamberimiz (S A V) esnerken ağzını sol eli ile mi kapatırdı sağ eli ile mi? Cevabı şu; Hiçbiri Çünkü Peygamberimizin (S A V) esnediği hiç görülmemiştir Namazda esnemek şeytandandır. [buhari] Yukarıda yazılanları ben değerlendirecek değilim. Doğru olup olmadığını, aklı olan zaten anlayacaktır. Sorgusuz sualsiz iman etmeninde, ne denli büyük bir yanılgı olduğunu, bizleri Allahtan nasıl uzaklaştıracağını da fark edecektir. Şimdide gelelim bugünün ilmine, bakalım ESNEME konusunda yaptığı araştırmalar, da ne gibi sonuçlara ulaşılmış. (Henüz doğmamış bir bebek bile, 11. haftadan itibaren anne karnında esnemeye başlar. Doğduktan sonra, son nefesimizi verene dek ortalama 250.000 kez esneriz. Bu "çene esnetme egzersizi", aslen ciğerlerimizin çalışmasını düzenleyen koruyucu bir reflekstir. Ciğerlerimizde bulunan keseciklerin (karbon dioksit-oksijen dönüşümünün yapıldığı kesecikler) çökmesini önler.) (Esneme nedir? Neden yapılır? Esneme istemsiz olarak kademeli nefes almaları takiben kademesiz ve derin bir nefes vermedir. Alt çene ileri derecede açılır ve boyun adaleleri kasılır. Oluşunun sebebi; kanda birikmiş CO2′nin atılmasını temin etmek için boynun büyük toplardamarlarına baskı yaparak kanın temizlenmek üzere kalbe dönümünü hızlandırmasıdır. ) (Esnemek görme gücünü artırıyor... Çinli bilim adamları yorgunluğun sinyali olan bazı hareketlerin, sadece uyarı anlamı taşımadığını, yapılmaları halinde organlara faydalı olduğunu bildirdi. Çin Uluslar arası Radyosu'nun haberine göre, esnemek göz kaslarının gevşemesine yardımcı olduğu gibi, gözdeki kan dolaşımını da hızlandırabiliyor, gözü parlatıyor ve rahatlatıyor.) (Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Aksu, sadece uykusu gelenin esnemediğini kaydetti. Prof. Dr. Aksu, esnemenin kandaki oksijen oranının düşmesi sonucu ortaya çıktığını belirtti. Aksu, esnemenin yalnızca insanlara özgü olmadığını, kuşlar ve memelilerle, bazı sürüngenlerin de esneyebildiğini söyledi. İnsanlarda esnemenin anne karnında 11'inci haftada başladığını ifade eden Prof. Dr. Aksu, "Vücudun oksijen gereksinimi koşullara bağlı olarak gün içinde değişir. Organizmanın artan oksijen ihtiyacı esneme ile karşılanır." dedi.) (Yeni yapılan araştırmada ortaya çıkan bulgular, yorulduğumuz zaman niçin esnediğimizi açıklıyor. Esnemek, beyni serinletiyor ve daha randımanlı çalışmasını sağlıyor. Esnemenin birincil amacı beyin sıcaklığını kontrol altına almak olduğunu açıklayan araştırmacılar, ortaya çıkan bulguların uykudan önce ve sonra niçin esnediğimiz, niçin belirli hastalıkların esnemeye yol açtığı, burundan nefes aldığımızda ve alnımız serinleyince esnemenin niçin durduğu gibi esneme hakkındaki çeşitli sırları çözdüğünü belirtiyorlar. Binghamton Üniversitesi Biyoloji Bölümü'nde araştırmacı Andrew Gallup, "Beyin bilgisayarlar gibidir. Serinlediği zaman daha iyi çalışır. Esnemek de beyni serinletiyor ve dolayısıyla daha randımanlı çalışmasına yol açıyor. Başka bir deyişle esneme bilgisayarlardaki vantilatörün işlevini görüyor" dedi. ) Ne dersiniz, yazımın başında sizlere hatırlattığım rivayet bilgiler, sizce doğru olabilir mi? Peygamberimiz hayatında hiç esnememiş olabilir mi? Esnemek, sizce şeytandan mıdır, yoksa Yüce Rabbimin yarattığı kullarının en önemli ihtiyacımıdır? Yorum sizlerin. Bizlere düşen Allahın rehberiyle yatıp, Allahın rehberiyle kalkmak olmalıdır. Eğer bunu yaparsak, dine nifak sokmaya çalışanlar yanımıza bile yaklaşamazlar. Yok eğer, sen Kur’an dan anlayamazsın diyenlere kanıp, onu yüksek bir yere asmış isek, birde üstüne üstlük Rabbin sakın velilerin ardına düşmeyin uyarısını göz ardı edip veliler, şeyhler edinmişsek, işte o zaman akı kara, karayı ak görmemiz kaçınılmaz olacaktır. Dilerim Rabbimden Kur’an ı rehber alan, onu anlayarak okuyup, ayetler üzerinde düşünen aklını kullanan, kendi imtihanına bizzat kendisi hazırlanmak adına, çaba gösteren kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
TÜM RAMAZAN GECELERİNİ, KADİR GECESİ ANLAYAŞINDA YAŞAMAK DİLEKLERİMLE.
Şükürler olsun ki yine Ramazanın son günlerine erişmeyi Rabbim nasip etti. Bugün Ramazanın 27. günü. İslam âlemi Kur’an da çok önemsenen, Kur’an ın indirilmeye başlandığı akşam olarak kabul ettiği, bu gece KADİR gecesi. Tüm İslam âlemine, sağlık, mutluluk ve huzur getirsin inşallah. Bu yazımda, kadir gecesi konusunu konuşmak ve sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Önce konuyla ilgili ayetlere bakalım, daha sonrada geleneksel İslam ın inandığı bilgilerle, Kur’anı karşılaştıralım. Bakalım gerçekten belli olan bir KADİR gecesi var mı? Yoksa Allah özellikle mi, bu gecenin hangi gece olduğunu söylememiştir? Onun üzerinde düşünerek, daha doğruyu bulmaya çalışalım. Bakara 185: Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun………. Kadir 1: Biz onu Kadir Gecesi'nde indirdik. 2: Bilir misin nedir Kadir Gecesi? 3: Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. 4: Melekler ve Ruh, Rablerinin izniyle o gecede her iş için iner de iner! 5: Bir esenlik ve huzur vardır; sürüp gider o, tan yeri ağarıncaya kadar! Allah Kur’an ı Ramazan ayında indirilmeye başlandığını söylerken, Kadir suresinde de, ismini verdiği Kadir gecesinde indirilmeye başlandığını açıklıyor. Devamında ise bu gecenin öneminden bahsederek, bin aydan hayırlı olduğu müjdesini veriyor. Hesaplarsak bin ay, neredeyse bir insan ömrü. Sanırım bizler yine aç gözlülüğümüzü, kolaya kaçma alışkanlığımızı, nefsimizin zayıf yönünü kullanıp, ille de bu gecenin hangi gece olduğunu öğrenmeye çalışmışız. Dikkat ediniz Allah, asla hangi gece olduğunu söylemeden, yalnız Ramazan ayı içinde bir gece olduğu bilgisini verip, adeta bizleri yarışmaya davet etmiştir. Sizce nasıl bir yarışma olabilir? Elbette Ramazan ayı boyunca durmadan, Allahın istediği doğru, dürüst, hayırda, barışta yarışan ibadet ederek ruhunu temizleyen bir kul olmanın yarışmasından başka ne olabilir? Tabi bu yarış sanırım bizlere zor gelmiş. Bunu peygamberimizin devrinde zaten görüyoruz. İlle de peygamberimizden, hangi gece olduğunu öğrenmek için, birçok çaba gösterildiğini bizlere ulaşan rivayet hadislerden anlıyoruz. Bu rivayet hadislerden bazı örnekler vermek istiyorum. (Ubade b. Sâmit diyor ki: "Resulullah, kadir gecesinin ne zaman olduğunu bildirmek için dışarı çıktı. O sırada Müslim ani ardan iki kişi birbirleriyle tartışıyorlardı. Resulullah buyurdu ki: "Ben, kadir gecesini size bildirmek için dışarı çıkmıştım. Fakat falan ve filan tartıştılar. Gecenin bilgisi benden alındı (unutturuldu). Belki de bu sizin için daha hayırlıdır. Siz onu, dokuzuncu, yedinci ve beşinci günlerde arayın.) Yine bir başka rivayetlerde şu bilgiler yer alıyor. (Kadir gecesini Ramazanın son on gününde arayın.) [Müslim](Kadir gecesini, Ramazanın son on gününün 21, 23, 25, 27 ve 29 gibi tek gecelerinde veya Ramazanın son gecesinde arayın. Sevabını umarak Kadir gecesini ibadetle geçirenin günahları affolur.) [İ. Ahmed](Kadir gecesi Ramazanın 27. gecesidir.) [Ebu Davud]İmam-ı a’zam hazretleri, Kadir gecesinin, Ramazanın 27. gecesine çok isabet ettiğini bildirmiştir. (Kadir gecesine rastlamış olan bir geceyi ihya eden, Kadir gecesini ihya etmiş gibi sevap kazanır) hadis-i şerifini düşünerek, sık sık vaki olan 27. gece ihya edilirse, o gece Kadir gecesi olmasa bile, büyük sevaba kavuşulur.) Şimdi de tüm bilgiler ışığında bir değerlendirme yapalım. Allah Kur’anın indirilmeye başlandığı ayın Ramazan ayı olduğunu söylemiş, fakat asla Ramazanın hangi gecesi olduğu konusunda hiçbir ipucu vermediği gibi, tam tersine peygamberimizi sıkıştırmaya çalışıp, illa o gecenin hangi gece olduğunu öğrenmeye çalışanlara da bir ders verip, elçisine o gecenin hangi gece olduğunu Rabbim unutturmuştur. Peygamberimizin sözleri de aslında düşündürücüdür. (. Gecenin bilgisi benden alındı (unutturuldu). Belki de bu sizin için daha hayırlıdır.) Bizler peygamberimizin bu cümlesinden dahi ders almadığımız, hala kendimize bir gece edinmenin çabası içinde, çırpındığımız çok üzücüdür. Bu sözlerden sonra, peygamberimizin kadir gecesi için, belli günleri işaret edip etmediğini, kendi nefsimizde değerlendirelim. İşte bizlerin ders alması gereken en önemli kısım burası. Allah hangi gece olduğunu özellikle belirtmemesinin nedenlerini hiç düşünmek, akıl etmek dahi istememişiz, çünkü o geceyi öğrenmek çok işimize, kolayımıza gelmiş. Allah ın elçisinden öğrenememişiz ama biz yine de bir geceyi sanki o geceymiş gibi kutluyoruz. Şimdi gelin birlikte düşünelim, acaba Allah elçisine hangi gece Kur’an ı indirmeye başladığını, unutturmasının asıl nedeni ne olabilir? İslam âlemi ay takvimini kullanır, çünkü Kur’an da bu takvimden bahseder. Ay takvimin özelliği, ayların sabit olmaması ve diğer güneş takvimine göre 10–11 gün erken gelmesidir. Böylece Ramazan tüm mevsimleri dolaşır. Allah hangi yıl ve hangi Ramazan ayında indirildiğini peygamberimize özellikle unutturup, haber vermemekle, bakın bizleri nasıl yaşamaya yönlendiriyor, özendiriyor. Lütfen bu konuda dikkatle düşünelim. Böylece Rabbim bizlerin, Ramazanın her gününü, gecesini KADİR gecesi gibi yaşamamızı istemiştir. Bu yetmiyor, çünkü içinde yaşadığımız Ramazan ayının, acaba gerçekten Allah ın Kur’an ı indirmeye başladığı aynı mevsimde, zamanda olup olmadığını da bilemediğimiz için, Allah bizleri 33 yılda aynı yere gelen tüm Ramazanlarda da aynı huşu ve güzellikte Ramazanı yaşamamızı arzu ediyor. Bu inanılmaz bir fırsattır, hatta belki de ömür boyu, en az iki kez yakalayacağımız çok büyük bir fırsat. Adeta kurtuluş reçetemiz. Peki, bizler ne yapıyoruz? Rabbim bu gecenin özelliğinden bahsedip, bağışlayıcılığının, affının müjdesini bizlere verdiği, cennetin garantisinin yolunu gösterdiği halde bizler, ille de Kadir gecesini Ramazan da bir gün edinip, Allah ın bizlere anlatmak istediğinden, bizlere sunduğu lütfundan, fırsatından ne yazık ki faydalanamıyor, uzaklaşıyoruz. Allah kullarına bu gecenin hangi gece olduğunu söylememekle, elçisine de unutturarak, aslında çok önemli bir mesaj veriyor bizlere. Ömrünüz yettiğince Ramazan ayını ve gecelerini en güzel şekilde geçirmeye özen gösterin. Belki de ömrünüzün bir Ramazan gecesinde, KADİR gecesine rastlarsınızda, o geceyi de gereği gibi geçirip, bağışlanmanız umulur. İşte cenneti müjdeleyen bin aydan hayırlı gece. Düşünebiliyor musunuz 83 yıldan daha hayırlı çok özel bir gece. Elbette Rabbim bu gecenin hangi gece olduğunu söyleyecek değildir. Öyle kolaya kaçmak yok. Zor bir yarışın, çabanın, özverinin elbette ödülü de büyük olacaktır. Bu geceyi yıllarca arayıp, adeta ömrümüzün her Ramazan gecesini, Kadir gecesi gibi yaşamamız gerekmektedir. Allah ta bunun yapılmasını bizlerden istiyor. Ama farkında bile değiliz. Bizler ne yazık ki çok fazla sıkıya gelememişiz. Ramazan ayının her gününü aynı huşu içinde, ibadette, hayırda, barışta yarışarak geçirmek zor gelmiş bizlere. Allah ın rehberinden de uzak yaşadığımız için İslam ı, Rabbin bizlere sunduğu bu kurtuluş reçetesinden de, böylece istifade edememişiz, değerini anlayamamışız. Rabbim bizleri afetsin. Dilerim bizler bir gün, Allah ın ayetleriyle verdiği örneklerle, bizlere ne anlatmak istediğinin farkına varırız. Yoksa Kur’anı anlamadan okuyan, onun üzerinde düşünmeyen, ona anlamadan iman edenlerin, geçmiş toplumların düştüğü durumlarına düşerek, şeytanın kucağında buluruz kendimizi. Rabbim yardımcımız olsun. Yaşamımızda gelecek, tüm Ramazan aylarının tüm gecelerini, KADİR gecesi olarak bilip, gereği gibi yaşayan kullarından olmamız dileklerimle. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ALLAH IN ELÇİSİNE HİKMET VERMESİ, NE ANLAMA GELİR?
Sizleri Kur’an bütünlüğünde, düşünmeye davet etmek istediğim konu, Allahın elçisine, HİKMETİ vermesi ne anlama gelir, birlikte Rabbin izniyle Kur’an dan anlamaya çalışalım. Araf 62: Size, Rabbimin mesajlarını iletiyorum, size öğüt veriyorum ve ben Allah'tan gelen vahiy ile sizin bilmeyeceklerinizi biliyorum. Ali imran 164: Allah, müminlere, aralarından kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulundu. Oysa bundan önce açık bir sapıklık içinde idiler. Bakara 151: Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik. Allah Araf suresi 62. ayette, Allahtan gelen sizin bilmediklerinizi biliyorum demekle, neyi kast etmiş olabilir? Kur’an dışından bir bilgi olabilir mi acaba, hemen Kur’an ın diğer ayetleri ile bağlantı kuralım, konuyu daha iyi anlamak için. Çünkü bir ayette, bir kelimeden yola çıkarak yanlış anlamlar verirsek, Allah korusun şeytanın kucağına düşer, hesabı da veremeyenlerden oluruz. Ahkaf 9: De ki: 'Ben elçilerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vah yedilmekte olana uyuyorum ve ben, apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim. Maide 109: Allah'ın peygamberleri toplayıp da "Size ne cevap verildi" dediği gün, "Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak sensin" diyeceklerdir. Demek ki elçilerin bildikleri, toplumun daha tebliğ almadıkları, Allahın ayetlerinden başka ne olabilir? Şimdide diğer ayete bakalım. Allahın ayetlerini okuyan, tebliğ eden ve toplumu bu yolla arındıran elçilerine, kitabı ve hikmeti verdiğini söylüyor Allah. Kitap deyince elbette Allahın indirdiği kitap olduğu çok açık. Peki, hikmet nedir, bu sözden ne anlamalıyız. Kur’an dışından farklı bilgiler sizce olabilir mi? Olamayacağı zaten yukarda ki ayetlerden anlaşılıyor. Ne yazık ki bugün bu kelimenin ardından yola çıkarak, Allahın elçisine, Kur’an da olmayan hüküm verme yetkisi verdiği söylenmektedir. Rabbim affetsin. Gelin yine Kur’an dan faydalanarak, bu kelime ile Allah ne demek istiyor, onu anlamaya çalışalım. Hikmet sözcüğünün anlamını araştırdığımızda, İLİM-BİLGELİK-GÜÇ anlamına geldiğini görürüz. Ayette de aynı anlamı vermiştir Allah. Bu ayette Rabbim elçisine Kur’an ile birlikte ilmi, bilgeliği, hükmetme gücünü vermiştir ki, Kur’anı tebliğ ederken, toplumu ikna etsin, geçmiş kitaplarla arasındaki konuları açıklığa kavuştursun. Şimdide bu sözlerimize Kur’an dan delil arayalım. Şuara 21: Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı. Yukarıdaki ayet, Musa peygamberimizle ilgilidir. Dikkat ederseniz bu ayette de Allah, peygamber olarak görev verdiği kuluna HİKMET bahşediyor. Yani bilgelik, ilim, hükmetme gücü veriyor. Allah Kur’an içinde, hikmet dolu bir kitap demiyor mu zaten. Yunus 1: Elif, Lâm, Râ. İşte sana hikmetlerle dolu Kitap'ın ayetleri. Ali İmran 58: İşte bu sana ayetlerden ve hikmetlerle dolu Zikir’den okuduğumuzdur. Demek ki Allah, tüm elçilerine indirdiği hikmet dolu yani ilim dolu kitabın yanında, onlara bu hikmeti, Kur’anı anlatabilmeleri ve topluma yayabilmeleri için ilimden bir nasip veriyor. Yoksa Allah hikmet dolu Kur’an ın yanında, elçisi de yine Kur’an gibi, Kur’an haricinde hükümler verebilir diyor dersek, Kur’an ın tamamına ters düşmüş olur ve hadi bir benzerini getirsinler, yalnız Kur’an ın ipine sarılın, sizi bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyen, Rahmanın sesine kulaklarımızı kapayıp, ona meydan okumuş oluruz. Bunu da unutmayalım. Yine Kur’an dan bir örnek daha hatırlayalım. Zühruf 63: İsa, açık-seçik kanıtlarla geldiğinde şöyle demişti: "Ben size hikmet getirdim ve tartışıp durduğunuz şeylerin bir kısmını size açıklayayım( açıklığa kavuşturayım)diye geldim. O halde, Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Yukarıdaki ayette Hz. İsa tebliğ ettiği kitap için bakın ne diyor. Ben size HİKMETİ getirdim. Yani ilim dolu gerçekleri getirdim diyor. Daha sonra söylediklerini ise dikkatle düşünelim. Bilmediğiniz tartıştığınız konuların bir kısmını sizlere açıklayayım, burası önemli açıklamak için. Peki, bu açıkladığı getirdiği İncil de apaçık yazmıyor mu? Elbette yazıyor. Zaten elçinin görevi geçmişte inandığımız yanlış bilgiler ya da Rabbin kitaplar arasında nesih ettiği kaldırdığı hükümler ile yeni gelen hükümleri, açıklığa kavuşturmaktır görevi. Yani bir başka deyişle, yanlış inançlarından onları kurtarmak, yeni gelen Allah ın hükümlerini onlara anlatıp, ikna etmektir burada anlatılan. Hatırlayınız Allah Kur’an indirilirken, toplum arasında çıkan bazı soru işaretleri konusunda bir ayet indirmiş ve Kur’an indirilirken sormak istediğiniz varsa sorun, size açıklanır demişti. Daha sonra sormayın, çünkü onları Rabbiniz kaldırdı, nesih etti diyordu. İşte tüm bu ve buna benzer sorunları, problemleri topluma anlatmak ve onları ikna etmekte, Allahın elçilerine verdiği HİKMET sayesindedir. Yoksa elçilerine verdiği hikmet, dine hüküm koymak asla değildir. Bunu düşünmek, Allahın hükmüne elçilerini ortak etmek olur ki, bunu düşünmek bile istemiyorum. Hikmet konusuna daha da açıklık getirmek için, bakın Rabbim biz halis kullarının, nasıl dua etmesini istiyor ve İbrahim peygamberin nasıl dua ettiği örneğini veriyor bizlere. Şuara 83: Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat. Şimdi vereceğim örnek ayet ise, sanırım HİKMET kelimesine verilen, günümüzdeki yanlış anlamaya çok net açıklama yapıyor ve noktayı koyuyor. Bakara 269: Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar. Demek ki HİKMET, dine hüküm koyma yetkisi değil. Allahın sevdiği, kendisinden hoşnut olduğu kullarına verdiği ilim, güç insanlara hükmetme, anlatabilme becerisi olduğu, daha da net anlaşılıyor bu ayetle. Allahın dediği gibi akıl sahipleri, Kur’an dan düşündüğünde hikmetin ne anlama geldiğini anlar ve ibret alırlar. Allah ın Kur’an da verdiği örnekler üzerinde biraz düşündüğümüz de, sanırım hiçbir fitne baz, yanımıza bile yaklaşamayacaktır. Sizce Allah, peygamberimizin Kur’anı tebliğine yanaşmayan ve atalarının hurafe inançlarına da iman etmeye devam etmek isteyenlere karşı, indirdiği ayetten bizler, bugün çok ama çokkk dersler almamız gerekmiyor mu? Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Anlayana Rabbin bir cümlesi yeter, anlamayana ne söylerseniz söyleyin boşuna olacaktır. Kur’anı kendilerine yeterli görmeyenlere Rabbin cevabı sanırım çok açık, bizim ekleyeceğimiz hiçbir söz yok. Peygamberimizi Allahın hükümlerine ortak edenler, tekrar düşünmelidirler. Allah hükmüne kimseyi ortak etmez dediği halde, bunun tersini yapmaya hala devam edenlere, aşağıdaki ayeti hatırlatmak isterim. Bakın Allah peygambere düşen görevin ne olduğunu söylüyor. . Ankebut 18: “Eğer siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önce geçen birtakım ümmetler de yalanlamışlardı. Peygambere düşen apaçık tebliğden başka bir şey değildir.” Bizler Kur’an ın rehberliğinden o kadar uzak yaşıyoruz ki, eğriyle doğruyu da ayırt edemez olmuşuz. Çünkü FURKANI terk etmişiz. Peygamberimizin hadislerinden, onun sünnetinden elbette faydalanmalıyız, çünkü o bizler için örnektir. Fakat bizler bu konuda, çok dikkatli ve hassas olmalıyız. Peygamberimizin söylediği gibi, onun sözleri olup olmadığını KUR’AN ile karşılaştırmalıyız. İslam a fitne sokan Yahudiler, içimize öyle bir sızmış ki, yanlışlar doğru, doğrular yanlış görünür olmuş. İşimiz çok zor, ama imtihanımızın en önemli, can alıcı noktası da burası olsa gerek. Dilerim Rabbimden, emaneti teslim etmeden, Kur’anı rehber alan, onun ipine sıkı sıkı sarılıp, peygamberimizi örnek alan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
FURKAN 27 VE 28. AYETLER, BİZLERE NELER ANLATIYOR?
Bugün sizleri Furkan suresi 27 ve 28. ayetler üzerinde Kur’an bütünlüğünde, düşünmeye davet etmek istiyorum. Önce ayetleri yazalım. Furkan 27: O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: 'Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım. 28: Yazık bana! Keşke falancayı (batıl yolcusunu) dost edinmeseydim. Yüce Rabbim e şükürler olsun ki düşünene, aklını kullanana çok şeyler anlatıyor ayetlerinde. Kur’ana başkalarının etkisi altında kalmadan, hurafe inançlara delil aramadan, düşünerek ahhh bir bakabilsek. Ayetlerden anlıyoruz ki, peygamberimizin tebliğ etmeye çalıştığı Kur’an ayetlerini, bir kısım insan atalarından gelen hurafe, batıl inançlarından vazgeçmeyip, Allahın elçisine uymamış, onunla birlikte olmamış. Fakat bu insanların çok pişman olacaklarını söylüyor Allah. 28 ayette bunun açıklamasını zaten yapıyor ve bu insanların mahşer günü çok pişman olacaklarını, keşke falancanın sözlerine inanmasaydım, onu dost edinmeseydim, onun batıl rivayetlerine kanmasaydım diyeceklerini, şimdiden bizlere hatırlatıyor. Bu sözleri ve bu inancı, isterseniz herkes kendi nefsinde, günümüze adapte edip düşünsün. Sanırım düşünen, Kur’anı rehber alan, çok dersler çıkartacaktır. Şimdide bu iki ayeti daha iyi anlayabilmemiz için, derinlemesine Kur’an dan araştırma yapalım, acaba Allah bu ayetlerle bizlere neler anlatmak istiyor ve dikkatimizi çekiyor. Ali imran 101: Size Allah'ın ayetleri okunurken, üstelik Allah Resulü de aranızda iken nasıl inkâra saparsınız? Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir. Bakın Allah çok dikkat çekici bir söz söylüyor. Allahın elçisi aranızda olduğu halde, yani yaşıyor. Sizlere tebliğ edilen, okunan ayetleri, nasıl olurda inkâr edersiniz diyor. Ayetin sonundaki cümlede önemli. Her kim Allah a bağlanırsa, kesinlikle doğru yola iletilmiştir diyor. Allaha bağlı olmayı yine başka birçok ayetinde anlatıyor ve Kur’an ın ipine sarılın diyordu bizlere hatırlayınız. Ahzap suresi 2. ayette sizce uyacağımız kitap çok açık değil mi? Ahzap 2: Rabbinden sana ne vahyolunuyorsa onun ardınca git, muhakkak ki, Allah ne yapıyorsanız haberdardır. Demek ki Allahın elçisinin ve bizlerin ardından gideceği, Rahmanın tebliğ ettiği Kur’an olduğu bu ayette de açıkça belirtiliyor. Dikkat ediniz Rabbim ne diyor? (sana ne vahyolunuyorsa onun ardınca git.) Çünkü bunun açıklamasını da yapıp, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, demiyor muydu bir başka ayetinde? Ama bizler günümüzde öylemi yapıyoruz? Yorum sizlerin. Yukarıda hatırlattığım Ali İmran 101 ayetinde, peygamberiniz aranızdayken nasıl olurda hala inkâra saparsınız diyordu. Bu inkâr, dikkatle düşünelim, Allahın varlığını inkâr değil, burası önemli. Atalarının dininden, inançlarından hurafe itikatlarından, vazgeçmek istemeyenler. Hatta Allah, peygamberimiz hayattayken aranızda doğacak sorunların çözümü için, birçok ayetinde bahsettiği gibi, hakem olarak peygamberimize gelinmesini ve O hüküm verdiğinde, ona itiraz edilmemesini, uyulmasını söylüyordu. Örnek verelim. Ahzap 36: Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mümin bir erkek ve mümin bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır. Nur 51: Allah'a ve aralarında hüküm vermek üzere O'nun resulüne çağrıldıklarında, müminlerin sözleri sadece şunu söylemeleridir: "İşittik, itaat ettik." İşte bunlardır kurtuluşa erenler. Yukarıdaki ayetleri anlamaya çalışalım şimdi de. Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman diyor. Burada dikkatle anlamamız gereken, Allah ayrı, resulü ayrı bir hüküm vermiyor. Eğer böyle anlarsak HÂŞÂ peygamberimizi Allahın hükümlerine ortak etmiş oluruz ki, bu ŞİRKTİR. Hatırlayalım Allah elçisine ne diyordu? Sana indirdiğimle topluma hükmet. Hatta indirdiğim hükümlere ilave yapıp, bunlarda Allah katındandır deseydi, onun canını alırdık diye de, bu konuyu iyice anlamamızı sağlamıştı. Bir başka ayetinde yine, sana indirdiğimizi tebliğ et, bunu yapmazsan görevini yapmamış sayarız demiyor muydu? Demek ki peygamberimiz hayattayken, sorunlarımızın çözüm kaynağının hâkimi, danışılacak makam peygamberimiz olduğunu, Allah çok açık söylüyor. Peki, peygamberimiz vefat etti. Bu durumda ne olacak diye düşünelim şimdide. Eğer peygamberimizin hadisleri var, onlara bakarak hüküm vermeliyiz dersek, iste en büyük yanlışı yapmış ve Kur’an ile aramıza yüksek bir duvar örmüş oluruz. Çünkü peygamberimiz verdiği tüm hükümleri Kur’an dan vermişti.Kur’an ın vermediği hiçbir hükümden, sorumlu olmadığımızı da zaten Kur’an dan ve peygamberimizin hadislerinden anlıyoruz. Birkaç örnek verelim, bakın peygamberimiz ne söylüyor bizlere. Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kur’an ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kur’an ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. İbni Hişam Siret 4 sayfa 332 Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20 Sanırım yukarıdaki peygamberimizin hadisleri, çok şeyler anlatıyor bizlere. Tabi anlayana, anlamak isteyene. Biraz araştırdığımızda, peygamberimizin hadis yazımını da yasakladığını görüyoruz. Bir kısım düşünce, önce yasakladığını kabul edip, daha sonra izin verdiğini söyleseler de, dört halife devrinde de, bu yasakla mücadele ettikleri, daha sonra toplanan birçok hadis kaynaklarından anlaşılıyor. Hadis yazımına, dinin mezheplere ayrılmasından sonra, hız verildiğini görüyoruz. Allah emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, sizleri sorumlu tutarım demiyor mu bizlere? Hadis konusunda da mezheplerde birliktelik olmayıp, aynı konularda dahi mezheplerin, farklı inandıkları ve peygamberimizin sözlerini farklı naklettiklerini açıkça görüyoruz. Hadisleri hatırlayınız, hepsi bir rivayete göre diye başlar. Din ve iman rivayetle değil, Kur’anın kesin hükümleri ile yaşanır, çünkü Allah elçisi de öyle yaşamıştı. Kur’anı ben koruyorum diyen Rabbim, acaba günümüze kadar gelen onca rivayet bilgiyi, hiç değişmeden kimlerin koruduğunu sormak lazım. Tabi işin kolayını bulanlar, hadisleri de Allahın koruduğunu söyleyerek, çok büyük bir yanlışa imza atmışlardır. Sormak lazım, hangi mezhebin hadisleri koruma altındadır acaba? İşte büyük, derin dipsiz bir kuyu. Konuyu daha iyi anlayabilmemiz için Kur’an dan örnek vermek istiyorum. Peygamberimize bir konu hakkında danışmaya gelen Yahudiler için, bakın Rabbim ne diyor. Maide 43: İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında iken, nasıl oluyor da senin hakemliğine başvuruyorlar? Daha sonra da verilen hükümden yüz çeviriyorlar. Bunlar inanan kişiler değillerdir. Aslında yukarıdaki ayet, bizlerin günümüzde hakem olarak, neyi kabul etmemiz gerektiğini çok açık anlatıyor. Yahudiler ellerindeki Allahın kelamı Tevrat ı, günümüzde bizlerinde yaptığı gibi, bir kenara bıraktığı belli oluyor. Hurafe ve atalarının yanlış itikatlarının ardı sıra gittikleri çok açık. Bir konuda peygamberimize danıştıklarında da, Allahın ikazı çok düşündürücüdür. Onlar elleri altındaki benim gönderdiğim rehbere, Tevrat a bakmayıp, nasıl olurda sana geliyorlar diyor Allah. Daha sonrada senin sözlerine de inanmayıp, yüz çeviriyorlar diyor. İşte Allahın ayetleri o kadar çok örneklerle dolu ki, yeter ki biraz düşünelim. Bu ayetten de anlaşıldığı gibi, peygamberimiz her konuda Kur’an dan hüküm çıkarmış ve sorunlara çözüm bulmuştur. Çünkü yukarıdaki ayette, Yahudilere gönderdiği Tevrat a bakmamalarını, ona danışmamalarının yanlışlığından bahsediyor Allah. Dikkat edin Musa peygamberimiz hayatta değil. Allah onun sünnetine, hadislerine bakın demiyor. İşaret ettiği, danışılmasının istendiği, kendisinin indirdiği Tevrat. Şimdide aşağıdaki ayetler üzerinde dikkatle düşünelim. Çünkü aşağıdaki iki ayette, peygamberimizin yalnız ve yalnız, Allahın indirdiğiyle, yani Kur’an ile hükmetme görevi aldığını görüyoruz. Maide 49: Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır. Maide 50: Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir? Tüm bu ayetleri apaçık okuyup tebliğ aldığımız halde, adeta cahiliye döneminde olduğu gibi, peygamberimize iman etmek istemeyen, atalarının inançlarından vazgeçmemekte ısrar edenler gibi, değil miyiz bizlerde bugün. Allah kesin bilgiye inanan bir toplum için HÜKMÜ ALLAHTAN DAHA GÜZEL OLAN KİMDİR, diyen Yüce Rabbimin lütfen sözlerini işitelim. Daha sonrada günümüzde yaptığımız yanlışlar ile karşılaştıralım. Peygamberimiz yaşarken, tartıştığımız herhangi bir konuda ona gidilmesini istiyordu, ona müracaat etmemizi ve onun verdiği kararlara uymamızı istiyordu Allah. Çünkü peygamberimiz bizzat Allahın kontrolünde olup, ona da yalnız Kur’an ile hükmetme görevi vermişti. Hata yapmasını önlüyor, hata riskini sıfıra indiriyordu. Yukarıda verdiğim Yahudilerin ellerindeki Tevrat a danışmadan, peygamberimize geldikleri ayeti hatırlayınız. Allah ne diyordu onlara? (Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında iken, nasıl oluyor da senin hakemliğine başvuruyorlar. ) Demek ki onlarda bizlerin Kur’anı devre dışı bıraktığımız gibi, Tevrat ı devre dışı bırakıp, hurafe inançlara inanır olmuşlar ki, Allah bakılması gereken başka bir kaynak önermiyor, dikkat ederseniz. Elinizdeki Tevrat a bakın diyor. Peki, bu durumda yani peygamberimiz hayatta yok, din ve iman adına danışacağımız rehber ne olmalıdır? Sanırım yukarıdaki ayet bunu çok net anlatıyor. Anlamayana, anlamak istemeyene sözüm meclisten dışarı. Şimdide bir başka örnekle konuyu anlamaya çalışalım. Kur’an a baktığımız, danıştığımız halde, ayrılığa düştüğümüz bir konuda, nasıl hüküm vereceğiz? Tabi bu genel İslam hukuku değil, onlar açık ve nettir tartışılmaz uyulur. Kişisel bir konuda aramızda anlaşamadığımız, tıpkı tartıştığımız sitelerde, bir konuda farklı düşündüğümüz, Kur’an dan farklı anladığımız gibi. İşte onu da elbette söylüyor Rabbim. Çünkü her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim, yeter ki düşünün, aklınızı kullanın diyor. Şura 10: Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim. Ne dersiniz, sizce her şey çok açık değil mi? Bizler din ve iman adına, anlaşamadığımız bazı konularda, bırakın hükmünü Allaha bırakmayı, birbirimize tahammül dahi edemeyip, saygısızca küfürlerle birbirimizi kırmıyor muyuz? Hâlbuki hangimiz birbirimizden sorumluyuz ki? Hangimiz bir başkasının yaptığından hesaba çekilecek? İşte Allahın öğütleri, işte bizlerin gittiği yol. Peygamberimizin İslam ı anlatırken takındığı tavırla, bizlerin birbirimize gösterdiği tavır, birbirine benziyor mu? Sizce bizler Allahın istediği yolu, takip ediyor olabilir miyiz? Allah yüzlerce ayetinde, bizleri Kur’an a yönlendirmiştir. Fakat bizler ne yazık ki, cahiliye devrini aratmayan inançlarımızla, peygamberimizin adını kullanıp, ona adeta iftiralar atarak, İslam inancına hakkı, batıl ile karıştırmışız. Elbette peygamberimizin hayatı, yaşamı, Kur’anı hayatına geçirdiği hadis örnekleri, bizler için ibrettir, ondan gereği gibi yararlanmalıyız. Ama onun adına uydurulan, ona atılan iftiraları da, yine KUR’AN ile ortaya çıkarmak, onun ümmeti olan bizlere düşmektedir. Gelin peygamberimizin üzerinden yayılan, ama asla onun sözleri olmayan bilgileri, hadisleri elimizdeki FURKAN ile temizleyelim. Böylece onun gerçek ümmeti olduğumuzu gösterelim. Sizlere günümüze kadar gelen hadis konusunun, önemini anlatabilmek için, bir örnek vermek istiyorum. Hatırlayınız, peygamberimizin veda hutbesini yaklaşık yüz bin kişinin izlediği söylenir. Veda hutbesini bu kadar kalabalık izlemesine rağmen, günümüze kadar 7 den fazla, birbirinden farklı konuların yazdığı veda hutbesi ulaşmıştır. Düşünün lütfen, yüz bin kişinin izlediği bir konuşma, bilgi bu kadar farklı günümüze ulaşmış ise, iki ya da üç kişinin kendi arasında konuştukları, acaba günümüze nasıl ulaşmış olabilir, işte bunun yorumunu da sizlere bırakıyorum. Çünkü herkes kendi inancından, yaptıklarından hesaba çekilecektir. Veda hutbesinin içinden bir örnek vermek istiyorum, gerisini lütfen araştırınız. Bakın peygamberimizin bir sözü dahi, nasıl farklı gelmiş günümüze. —Size iki emanet bırakıyorum. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-an-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir. —Size iki emanet bırakıyorum. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur-ân-ı Kerim ve diğeri Ehl-i Beyt'imdir. —Size bir emanet bırakıyorum ki, ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'an dır. Sizce hangisi doğru olabilir? Sanırım gönlünü Kur’an ın nuruyla dolduran, gönül gözleri gören, doğrusunu bulacaktır. Dilerim Rabbimden Kur’an gerçeklerini gören, onun nurunu gönlüne doyasıya alan, hakkı batıl ile karıştırmayan, kulları arasında oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ALLAH A VE ELÇİSİNE YAPTIĞIMIZ BÜYÜK YANLIŞ.
Bizler İslam ı yaşarken, ne yazık ki Kur’an ile aramıza öyle yüksek duvarlar örmüşüz ki, Allahın güneşinden, aydınlığından, rehberliğinden istifade edemez olmuşuz. Bugün sizleri düşünmeye davet etmek istediğim konu, bizlere öğretildiği gibi, Kur’an her konuda ayrıntılı bilgi vermemiş midir? Örneğin namaz kılın dediği halde, nasıl kılınacağını anlatmamış olabilir mi? Oruç tutmamızın bizlere sağlık getireceğini anlatan Allah, bu konuda gereken detayı vermemesi mümkün mü? Yine birçok kez bizleri zekât vermek için teşvik eden Allah, nasıl ve ne kadar, kimlere zekât verileceği konusunda, açıklama yapmamış olabilir mi? Hacca gidin emrini vermesine rağmen, bu konuda gerekenleri söylememiş olacağını düşünmek, ne kadar doğru olur? Gerçekten bu konular öne sürülerek, İslam âlemi sonu belli olmayan bir yola doğru sürüklenmektedir. Bizlere Kur’an dışından öğretilenleri, Kur’an da bulamadığımızda, bakın Kur’an da her şey yokmuş diyerek, Allaha çok büyük saygısızlık yapmış olmuyor muyuz? Allah onlarca kez zikrettiği namaz kılın, zekât verin emrini vermesine rağmen, bu konuda açıklık getirmediğini söyleyerek, bu konuların detayını peygamberimize bırakmıştır sözlerine inanmamızı Kur’an onaylar mı, gelin birlikte Allahın rehberine bu soruyu soralım, bakalım ne cevap verecek. Meryem 64: Biz sadece Rabbinin emrini indiririz/biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzdeki, arkamızdaki ve bunlar arasındaki her şey O'nundur. Rabbin asla unutkan değildir. Ankebut 51: Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır. Araf 52: “çünkü Biz, gerçekten de onlara, inanacak bir toplum için bir doğru yol, içinde bilgiye dayalı, ayrıntılı açıklamalarda bulunduğumuz bir kitap ulaştırmıştık”. Enam 38: Yeryüzünde hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap'ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. Yunus 37: Bu Kur'an, Allah'tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu, önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, âlemlerin Rabbindendir. Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır. Nur 34: Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik. Nahl 89 :……. Sana bu Kitap'ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun. Yukarıdaki ayetlere benzer, daha birçok ayet yazabiliriz. Hepsinde anlatılmak istenen konu, Kur’an ın ayrıntılı açıklandığı, her şeyi açık seçik bildirdiği, hiçbir şeyi noksan bırakmadığını bizlere anlatıyor. Peki, bu kadar açık ayetleri görmemize rağmen, bizler neler söylüyoruz? Allah emrettiği ibadetleri detaylı açıklamamış, onu da peygamberimize bırakmıştır. Bunun ne kadar büyük bir hata olduğu, yukarıdaki ayetlerden sizce anlaşılmıyor mu? Bakın bu konu ile ilgili Rabbim elçisine, bizlere neler söylemesini istiyor, bizlerin ve elçisinin, nereye uymasını emrediyor. Ahkaf 9: De ki: 'Ben elçilerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vah yedilmekte olana uyuyorum ve ben, apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim. Enam 19: Sor: "Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Bu Kur’an bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım….. Maide 45: ……Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, zalim olanlardır. Ahzap 2: Rabbinden sana vah yedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Araf 3: (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Aslında ayetler çok açık ve net, her şeyi anlatıyor. Allah elçisine, söyle onlara ben yalnız, bana vah yedilen yani Kur’an a uyuyorum, de onlara diyor. Devamında da yetki ve sorumluluğunu da açıklıyor. Ben apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim. Yine yukarıdaki ayetlerde anlatılmak istenen ana konu, Allahın elçisinin yalnız Kur’an a uyacağı ve Kur’an ı bizlere tebliğ edip, ilmiyle sapmış toplumu ikna edip, onları Kur’an a davet edeceği anlatılıyor. Allah elçisine, sana vah yedilene uy, eğer sana vah yettiğimizi yani Kur’an ı, tebliğ etmezsen, görevini yapmamış sayarız diye de dikkatini çekiyor. Bu ayetleri okuyan bizler, hala nasıl olurda Kur’an da namazın, orucun, zekâtın, Haccın detayı yok deriz dostlar. İşte bu yaptığımız apaçık Allah ın kelamına, nuruna saygısızlıktır. Bizler Kur’an dan öyle uzaklaştırılmışız ki, Allahın ayetlerine karşı kör olmuşuz. Bizler Kur’an dan öyle uzaklaştırılmışız ki, gözlerimize perdeler inmiş, gönüllerimiz taşlaşmış adeta, göremez olmuşuz gerçekleri. Kur’an dışından hurafelerle öyle beynimiz yıkanmış ki, apaçık ayetleri gördüğümüz halde, körlük yapmaya devam ediyoruz. Allah Kur’an da her şeyi detaylı gönderdim ki anlayasınız diyor, bizler hala inatla Kur’an da her detay yoktur, deme gafletine düşüyoruz. Beşerin dine ilavelerini, adeta Kur’an ın HÂŞÂ eksiği gibi görmeye devam ediyoruz. Rabbim bizleri affetsin. Allah ın apaçık söylediği sözlerin üstü örtülmüş, beşerin yalanları muteber olmuş ne yazık ki. Bizler Allahın kelamı elimizin altında olmasına rağmen, anlamadan okuduğumuz içindir ki, Rabbin hükümlerinden habersiz yaşıyoruz. Bundan dolayıdır birileri, bizleri istediği gibi yönlendiriyor. Allahın ne söylediğinden habersiz bizler, kendimizi temize çıkarıp, karşımızdaki insanlara erdemli olmayı, nasıl İslam ı doğru yaşanması gerektiğini öğretmeye çalışıyoruz. Kur’an dan habersiz. Bakın Allah bu insanlara ne söylüyor. Bakara 44: Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz -hem de ilahi kelamı okuyup durduğunuz halde?- Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız? Bizler Allahın kelamını okuyoruz ama anlamadan, bu durum da nasıl olurda ayetler üzerinde düşünebiliriz, aklımızı kullanabiliriz. Ne yazık ki günümüzde birileri Kur’an dan çok uzak, bunlar Kur’an dandır diyerek, büyük bir yanılgının peşinden gidiyorlar. Bunun farkına varalım ve Kur’an ı anlayarak, düşünerek, aklımızı kullanarak iman edelim ki, Rahmanın doğru kulları olabilelim. Allah elçisinin öyle bir dikkatini çekmiştir ki, biz ümmetine Kur’an dışından, hiçbir şeyi, bunlarda Allah katındandır demesi, mümkün değildir. Çünkü bakın elçisine Rabbim ne diyor. Hakka 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45 Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Sizce Yüce Rabbim, daha nasıl anlatsın bizlere. Kur’an dışından bazı hükümleri, bilgileri Allah sözüdür diye, sizlere anlatsaydı, onun canını alırdık dedikten sonra, sizce peygamberimizin Kur’an da olmayan bir hükmü, bilgiyi, detayı, bunlarda Allah katındandır, uymamız gereken kesin hükümlerdir der mi? Allah elçisinin görev ve sorumluluğunu çok açık birçok kez bizlere söylediği halde, bizler hala peygamberimizi, Allahın hükümlerine ortak etmeye çalışarak büyük günahlar işlemekteyiz. Bu yanlışı hatırlatanlara da, ne yani peygamberimiz postacımıydı diyerek, ona da büyük saygısızlık yapmaktayız. Allah affetsin. Hâlbuki Rabbim elçisinin yetki ve sorumluluklarını aşağıdaki ayette çok açık söylemiyor mu sizce? Gaşiye 21: Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın. Neml 92: 'Ve Kur'an'ı okumakla da (emrolundum). Artık kim hidayete gelirse, kendi nefsi için hidayete gelmiştir; kim sapacak olursa, de ki: 'Ben yalnızca uyarıcılardanım.' Ahzap 45: Ey Peygamber! Hiç kuşkusuz, biz seni bir tanık bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. 46 Ve Allah'ın izniyle bir davetçi, ışık saçan bir kandil olarak. Ankebut 50: Dediler ki: “Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” Kehf 56: Biz elçileri, müjde vericiler ve uyarıcılar olmak dışında (başka bir amaçla) göndermeyiz. İnkâr edenler ise, hakkı batıl ile geçersiz kılmak için mücadele ediyorlar. Onlar benim ayetlerimi ve uyarıldıklarını (azabı) alay konusu edindiler. Yukarıdaki ayetleri okuyarak tebliğ alan bir Müslüman, hala peygamberimizin görev ve sorumluluğunu anlamıyorsa, anlamak istemiyorsa, ona söyleyecek söz yok demektir. Allah açıkça biz elçilerimizi, müjde verici ve uyarıcı olmak dışında başka bir amaçla göndermeyiz dediği halde, bizler hala peygamberimizi, Allahın HÂŞÂ hükmüne ortak edercesine, Kur’an dışından hükümler verme yetkisine sahiptir diyerek, nasıl büyük bir hatanın içinde olduğumuzun farkında bile değiliz. Allah bizlere onlarca ayetinde, Kur’an ın ipine sarılmamızı, onu anlayarak okuyup, üzerinde dikkatle düşünmemizi emreder. Bakın bu konuda indirdiği ayet sizce çok açık değil mi? Kur’an ı sizler anlayamazsınız diyenleri, Rabbin bu sözleri onaylıyor mu? Muhammet 24: Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi? 25. Şüphesiz ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, arkalarına dönenleri, şeytan sürüklemiş ve kendilerine ümit vermiştir. İşte üzerinde düşünmemiz gereken çok önemli bir ayet. Allah Kur’an üzerinde düşünmemizi, akıl yürütmemizi emredir. Kendilerine doğru yolu gösteren Kur’an geldikten sonra, sarılacakları rehber Kur’an olması gerekirken, bu kitabı bizler anlaşılması zor yapıp, bu kitapta her şeyin olmadığını söyleyerek, ayette Allahın söylediği gibi, doğru yolu gösteren Kur’an bizlere geldiği halde, başka kaynaklar arayanları şeytan kandırmış, bir bilinmeyene sürüklemiş ve kendilerine ümit vermiştir diyor. Anlayana sanırım yalnız bu ayet bile yeter. Anlamayana sözümüz meclisten dışarı. Kur’an da bahsettiğimiz konu hakkında o kadar çok delil var ki, yeter ki onu anlamak için çaba gösterelim. Bakın Rabbim Kur’an da her şeyi bulamayanlara ne diyor. Araf 185: Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar? Allah bizleri affetsin, bizler bu ve buna benzer onlarca ayetlerin üzerini örtüp, bu ayetler o devrin insanlarını ilgilendiriyor, bizleri kapsamıyor diyerek, şeytanın kucağına düşmüşüz. Kur’an dan sonra hangi sözlere, hangi kitaplara, edindiğimiz hangi velilere inandığımızı ve bugün ne hallere düştüğümüzü, düşünmek bile istemiyorum. Sizlere Allahın rehberinden, birçok ayet örnekleri verdim. Başka bir ayet daha sizlere hatırlatmak istiyorum. Sizce Allah bizleri Kur’an dan imtihan edeceğini söylediği halde, bunun dışından da sorumlu tutar mı dersiniz? Lütfen ayet üzerinde dikkatle düşünelim. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Allah sözünde durandır. Sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyorsa, onun dışından asla hiçbir bilgiden, hükümden, detaydan sorumlu tutmayacaktır. Bize öğretilenleri lütfen Kur’an süzgecinden geçirelim. Kur’anı anlayarak bolca okuyalım, üzerinde bir öğrenci gibi düşünelim, akıl yürütelim, çünkü bu yolu ve yöntemi Rabbim söylüyor. Hepimiz Kur’an dan imtihan olduğumuzun bilincinde olalım. Onu sen anlayamazsın diyenlerin tuzaklarına düşmeyelim. Şunu sakın unutmayalım. Allah kullarına rehber olsun diye gönderdiğini söylediği kitap, asla zor anlaşılır olmaz. Kur’an da her detay yoktur diyenler, bizleri Kur’an dışına yönlendirenlerdir, lütfen onların tuzaklarına da düşmeyelim. Allah vermediği bir detay, açıklamadığı bir hükümden asla sorumlu tutmayacağını da unutmayalım. Allah biz kullarını uyarıp, bakın nasıl dikkatimizi çekiyor. İsra 36: Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. Kesin bilgi, emin kaynak yalnız Kur’an dır. Bunu Kur’an söylüyor. Ona uyan, onun süzgecinden geçen her bilgide, bizlerin başının tacıdır. Bizler eğer emin olmadığımız bilgilerle, Kur’an ın onay vermediği rivayetlerle İslam ı yaşamaya devam edersek, hakka batıl karıştırırsak, bunun hesabını da vereceğimizi lütfen unutmayalım. Yazdıklarım, Rabbin rehberinden ayetler üzerinde düşündüğümde, kendi imtihanıma hazırlandığımda, benim anladıklarımdır. Sizlere düşen kendi imtihanınıza bizzat kendiniz hazırlanmak olmalı ve Kur’anı anlayarak bolca okuyup, onu başucumuzdan ayırmadan, gerektiğinde ona müracaat etmek olmalıdır. Hiçbir şefaatin kabul görmediği o gün, yüzleri gülen kullarından olmak isteyen, Allahın rehberine sarılır ve onu anlayarak okuyup aklıyla, kalbiyle iman eder. Hiçbir velinin ardına düşmeden, yalnız Allah ı veli edinen, Kur’anı rehber alan kullarından olur. Dilerim Rabbimden, kula kul olmayan, Allahın rehberine bilerek, anlayarak sarılan, düşünen aklını kullanan kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ANNEYE VE BABAYA ZEKAT VERİLMEZ Mİ?
(Yukarıda anlatmaya çalıştığım konuyu, daha iyi anlayabilmeniz için, aşağıdaki açıklamalarımı da okumanız, konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağına inanıyorum.) Değişik Kur’an meallerine lütfen bakınız, araştırınız. Birçoğunda zekât, infak, Allah yolunda harcama anlamında kullanılmış ve çevrilmiştir. Bunu dikkatle araştırmanızı rica edeceğim sizden. Yani Allah yolunda malımızdan gelirimizden harcamak hem zekât hem de infak olarak çevrilmiş, bazılarında Allah yolunda harcamak diye meal edilmiş. Bu iki kelimeyi farklı anlamamız bizi yanıltmaktadır. Eğer farklı olsaydı, bu konuda Allah gereken açıklamayı yapardı. Ama böyle bir açıklama yok. Çünkü Allah birçok kez, her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız Kur’an da diyor Rabbim. Dikkat ediniz bu farklı kelimeleri kullandığında, istenilen amaç aynı. Allah yolunda fakire, olmayana harcamak. Farklı anlamları olduğu konusunda tek bir açıklama bile yok. Örneğin Ali Bulaç meali: Bakara 254: Ey iman edenler, hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiç bir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kâfirler... Onlar zulmedenlerdir. Diyanet İşleri başkanlığı. Bakara 254: Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir. Aynı iki ayeti karşılaştırdığımızda, birisinde rızık olarak verdiklerimizden infak edin diyor. Diğerinde ise Allah yolunda harcayın diyor. Bakın ikisi de aynı anlamda, farklı sözcükle anlatılmış. Peki, zekât konusunu anlatırken ne diyordu. Bakara 110. ayetinde; (Namazı kılın, zekâtı verin, önceden kendiniz için yaptığınız her iyiliği Allah'ın katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı noksansız görür.) Demek ki zekât vermek, kendimiz için Allah uğruna fakire ihtiyacı olana yaptığımız iyilikler, hayırlarmış. Aynı manaya gelen sözcükleri Allah infak etmek, sadaka vermek gibi sözcüklerde de kullanmıştı hatırlayınız. Şimdi bir başka örnek üzerinde düşünelim. Diyanet İşleri Başk. Meali: Tevbe 60: Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihad edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yukarıdaki ayete baktığımızda, genel anlamda kullanılan sadaka, yani yine Allah yolunda harcananlardan bahsederken, sadaka kelimesini genel bir anlamda kullanmış ki, Kur’anı meal eden, parantez içine açıklama gereği duymuş ve parantez içine zekât kelimesini de yazmış. Demek ki birbirinden farklı anlamları yok. Bu anlamları veren bizleriz. Diyanet Vakfı meali: Bakara 271: Eğer sadakaları (zekât ve benzeri hayırları) açıktan verirseniz ne ala! Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır. Allah da bu sebeple sizin günahlarınızı örter. Allah, yapmakta olduklarınızı bilir. Yine yukarıdaki ayette sadakaların nasıl dağıtılacağını anlatırken, sadaka kelimesinden sonra açıklama gereği duyulmuş ve zekât ve benzerleri diye açıklık getirilmiş. Bu farklılığı yaratan Kur'an değil, bizler yaratıyoruz. Dikkat ederseniz, sorun Kur’anı meal eden kişilerden kaynaklanmakta ve sanki farklı anlamlara geliyor izlenimi yaratılmış. Sorun bizlerde. Zekât yani infak, daha açıkçası Allah yoluna harcayacaklarımız, zekât, infak, sadaka sözcükleri ile anlatılmış. Esas sorun sanırım kendi içimizde yaratılmaktadır. Gelin şimdide onu düşünelim. Bizler Allahın asla bu konuda farklı bir açıklama yapmamasına rağmen, bizler bu ayrımı yaparak, çok büyük bir yanlışa imza atmışız ve zekât yılda bir verilir demişiz. İşte bu hataların affedilmeyecek olanıdır. Bir Allahın kulu Kur’an dan bu hükmü çıkarabilir mi? Kesinlikle çıkaramaz. Peki, Allah böyle bir hüküm vermediği halde bizler, nasıl söyleyebilmişiz, işte onu bilemiyorum. Yine kendimizce infak kelimesine öyle bir anlam vermişiz ki, doğrusu şaşırmamak elde değil. İnfak kelimesinin nafaka olduğunu söyleyecek kadar ileri gitmişiz. Buradan yola çıkarak bunun yılda bir değil, ihtiyacı olanın ihtiyacını karşılamak anlamına getirmişiz. Sadakada yine bu anlamda her zaman verilir ama zekat çok farklıdır, bu yılda bir kez gelirimizin kırkta birini vermektir diyerek, Kur’an dan ne yazık ki uzaklaşmışız. Bu bilgiye ve inanca Kur’an asla onay vermez. Allah fakiri, garibi yılda bir hatırlamamızı istiyor demek, ne kadar büyük bir yanlış olduğunu, sanırım bu Dünyada öğrenmemiz mümkün görünmüyor. Onun içinde gelir dağılımı konusunda, toplumda uçurum gittikçe açılmaktadır. Şimdi sizlere soruyorum, zekâtın yılda bir verilmesi gerektiğini nereden çıkartıyoruz? Kur’an dan mı? Elbette hayır. Peki, nereden, işte üzerinde düşünmemiz gereken en önemli soru. Allah sizlere her konuda açıklama yaptım, Kur’an ın hükümlerinden hesaba çekeceğim dedikten sonra, namaz kılın emrinin yanında her zaman tekrar ettiği, zekât verin emrine açıklama getirmemesini düşünebiliyor musunuz? Eğer yılda bir ve kazancımızın kırkta birini vermemiz gerekseydi, Yüce Rabbim onu da Kur’an da en güzel bir şekilde açıklardı. Yılda bir fakiri hatırlamak, Rabbin adaletine asla sığmaz. Bu olsa olsa devlete verilecek vergi olabilir, buda konumuz dışı. Bizler ne yazık ki Kur’anı topluma anlatırken, inandığımız rivayetleri Kur’an dan kanıt bulmak için, öyle yanlışlar yapıyoruz ki, doğrusu daha sonra bizlerde inanıyoruz. İşin kötüsü düzeltmek ve Allahın söylediğini anlamakta o kadar zorlaşıyor. Gerçekten anne ve babaya hayır yapmayı kabullenmek, alıştığımız fikirlerden sonra bizlere zor geliyor. Bana da zor geliyor. Ama Kur’an ın gerçeklerinden sapmamız, kendi duygularımızla hareket etmemiz düşünülemez. Böyle tepkilerin geleceğini biliyordum, fakat bu konuyu gündeme getirmek ve Bakara 215. ayeti tartışmaya açmak zorundaydım. Bu gerçekle artık yüzleşmemizin zamanı geldi diye düşünüyorum. Çünkü bizler ne yazık ki en yakınımız olan Anne ve Babalarımızı unuttuk. Ama sözle çok güzel hatırlıyoruz ve anneye babaya hayır yapılmaz, biz onlara zaten bakmakla yükümlüyüz diyor ve geçiştiriyoruz. Özellikle çağımızda, bu acı gerçeğin farkına varmalıyız diye düşünüyorum. Allah çok açık Bakara suresi 215. ayette bir şeyler anlatıyor bizlere, lütfen onu anlamaya çalışalım. Ben bu yazım la sizleri, ayetler üzerinde düşünmeye davet etmek istedim. Karar sizlerin. Bazı sorularımızın cevaplarını bizler kendimiz Kur'an dan bizzat aramalıyız. İşte o zaman Rahmanın rehberiyle aydınlanıp, doğruları apaçık göreceğimizden kuşkumuz olmasın. Her beşer kendi imtihanından sorumludur. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ANNEYE VE BABAYA ZEKAT VERİLMEZ Mİ?
Zekât genel anlamda kullanılan bir kelime olup, Allah yolunda, onun rızasını kazanmak adına, harcayacağımız para ya da mal olarak kazancımızdan, gelirimizden durumu iyi olmayanlara verdiklerimizdir. Bunlar, infak, hayır, sadaka olarak değişik isimlerde adlandırılır. Hepsindeki ana amaç Allah adına, malımızdan ya da kazancımızdan fakirlere vermek, onların ihtiyaçlarını gidermektir. Allah bir ayetinde bizleri zekât vermeye, hayırlarda bulunmaya davet için, öyle güzel bir benzetme yapar ve örnek verir ki, üzerinde çok ama çok düşünmemiz gerekir. Bakara 245: Kimdir Allah’a güzel bir borç verecek o kimse ki, Allah da o borcu kendisine kat kat ödesin. (Rızkı) Allah daraltır ve genişletir. Ancak O’na döndürüleceksiniz. Allah için hayır yapan bir kişinin, (zekât veren, infakta bulunan, sadaka veren) Rabbim kendisine borç vermiş sayıyor. Bu ne güzellik, bu ne muazzam bir fırsat bizler için. Bir atasözü vardır, sanırım bu ayetten sonra, bu sözün doğru olmadığını anlayacağız. ( Kefenin cebi yoktur.) Demek ki varmış. Yaşadığımız bu Dünyada yaptığımız hayırların, Allah için verdiğimiz zekâtların hepsini, birlikte Rahmanın huzuruna götüreceğimiz çok açıktır, hem de kat kat fazlasıyla geri alarak. Allah yoluna yapacağımız tüm hayırların, kimlere verileceğini de, Kur’an da açıklanmıştır. Gelin şimdide ona bakalım. Acaba anaya, babaya zekât verilir mi, ya da hangi şartlarda verilir. Tevbe 60: Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, yolcuya mahsustur. Allah pekiyi bilendir, hikmet sahibidir. Yukarıda ki ayette Rabbim, kimlere sadaka( zekât) verileceğini çok açık anlatmış. Rabbim her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız der bizlere Kur'an da. Hiçbir eksik bırakmadığı konusunda, da açıklık getirir. Şimdide yine aynı konuda, Allah rızası için, Allah yolunda nerelere infak edeceğimizi, harcayacağımız konusuna açıklık getirmeye, bakın nasıl devam ediyor Kur’an. Bakara 215: Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: 'Hayır olarak infak edeceğiniz şey, ANNE - BABAYA, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır, olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz bilir. Demek ki anaya babaya verilmez diyerek, toplumu yanlış yönlendirmek, büyük hata olur. Fakat bir şartla verilir, şimdide aşağıdaki ayeti önce okuyalım, anlamaya çalışalım ve üzerinde düşünelim. Bakara 219: ……Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: İHTİYAÇTAN ARTA KALANI.' Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz. Burada Allah, ihtiyaçtan arta kalanı sözüyle, bakmakla yükümlü olduğumuz, ailemizin geçimini sağladıktan, ihtiyaçlarını gördükten sonra, artan kısımdan zekât vermemizi, hayır yapmamızı yani infak etmemizi söylüyor ve vereceğimiz zekâtın miktarını da bizzat kendimize bırakıyor. Tabi yine Kur’an da birçok ayetinde de, bolca zekât vermemiz için teşvik ediyor Rabbim bizleri. Tıpkı yazımızın başında verdiğimiz örnek ayet gibi. İşte imtihanımızın en zor kısmı da bu olsa gerek, malımızdan, paramızdan ihtiyacı olanlara gönülden verebilmek. Eğer anne ve babamızın geçimini bizler sağlıyorsak, onlara bizler bakıyorsak, başka gelirleri yoksa, elbette onlara zekât veremeyiz. Yok, eğer geçim kaynağımız farklı, kazançlarımız ayrı ise, o zaman Bakara 215. ayet devreye giriyor. Burada da Allah ne diyordu hatırlayalım. ('Hayır olarak infak edeceğiniz şey, ANNE- BABAYA, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır.) Bizler ne yazık ki Kur’an ı rehber almaktan uzak, onu anlamaya çalışmak yerine, öyle batıl inançlarla yaşıyoruz ki, bunun cezasını da hep birlikte toplum olarak çekiyoruz. Hatırlayınız öyle aileler var ki, geçimleri, gelir kaynakları çok farklı. Farklı yerlerde yaşıyorlar evlatlarıyla. Anne babalar, zor durumda, fakat çocukları farkında bile değil. Çünkü evlatlarının bunu anlamasını, hissetmesini istemiyorlar. Evlatlar ise, anne babayı unutmuş, birde anne babaya hayır yapılmaz, zekât verilmez, düşüncesi ile ilk yardım edeceğimiz yerden değil, belki de en son yerden başlarız hayırlarımızı, zekâtlarımızı vermeye. Bizler Kur’an ın rehberliğinden uzaklaştırılmışız. Ne yazık ki, beşerin rivayetleri olmuş rehberimiz. Öyle olunca da, ne huzur kalmış toplumda, nede mutluluk, nede adalet. Gelin Allah ın nurunu rehber alalım. Gelin Rahmanın güneşi ile aydınlanalım, onun ne anlatmak istediğini anlamak için çaba harcayalım. Gelin rivayetlere göre değil, Kur’an a göre dinimizi yaşayalım. Elbette Kur’an a uyan her bilgiden de istifade edelim, faydalanalım. İşte o zaman farkını anlayacak ve yaptığımız yanlışın farkına varacağız. Dilerim Rabbimden İslam âlemi, bu gerçeğin geç olmadan farkına varır. Eğer farkına varamazsak, sonumuzu düşünmek bile istemiyorum. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'ANI ZOR ANLAŞILIR YAPARAK, ALLAH IN REHBERİNDEN UZAKLAŞMAYALIM.
Kur’an, Allahın katından gelen, eşi benzeri olmayan, biz Rabbin kulları içinde, bir yaşam rehberi, güneşi, gönül gözüdür. Bu kadar önemli, eşsiz bir kitabın, Allah tarafından gönderiliyor ve kullarına doğru yolu gösteriyor olması, daha da önemlisi, Allah bu kitaptan bizleri sorumlu tuttuğunu söylemesi, sizce hesabımızı vereceğimiz bu Kur’anın, nasıl bir kitap, nasıl bir rehber olmasını gerektirir? Böyle bir kitabın özellikleri, nasıl olmalıdır? Anlaşılması zor mu, yoksa Rabbimin hesap soracağı kitap, anlaşılması kolay mıdır? İşte bu soruyu lütfen nefsimize önce bir soralım, Kur’an a bakalım, acaba Kur’an kendisi hakkında neler söylüyor, daha sonrada hiçbir etki altında kalmadan, düşünelim. Eğer bizlere öğretilenler ile Kur’an ve mantığımız uyuşuyorsa, sorun yok demektir. Ya anlatılanlar, öğretilenler Kur’an ile uyuşmuyorsa? İşte o zaman imtihanımızın en zor bölümü, başlıyor demektir. Cevabını herkes kendisi verecektir, tabi sonucuna da katlanacağımızı, asla unutmayalım. Allah bizlere rehber olsun diye gönderdiği kitap için, birçok kez yemin ederek bakın neler söylüyor. Sizce çok açık ve net değil mi? Kur’anın en büyük özelliği, aşağıdaki ayetlerden anlaşılmıyor mu? Kamer 17: Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Kamer 22: Andolsun biz Kur'an'ı düşünüp öğüt alınsın diye kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu? Kamer 32: Andolsun biz Kur'an'ı, anlaşılıp öğüt alınması için kolaylaştırdık. O halde düşünüp öğüt alan yok mu? Kamer 40: Andolsun biz Kur'an'ı, öğüt almak için kolaylaştırdık. O halde düşünüp ibret alan yok mu? Allah yemin ederek, kendi garantisini vererek, bizlerin iman adına sorumlu olduğu Kur’anı, birçok kez tekrarlayarak, öğüt alabilmemiz için kolaylaştırdığını apaçık söylediği halde, bizler hala Rahman ın kitabına sanki inatla, onun ayetlerini görmezden gelerek, beşerin öğretisini doğrulamak adına, bakın neler söylüyoruz? -Kur’anı herkes anlayamaz. -Kur’anı veli insanlar anlar. -Kur’an da her şey yoktur, özet bilgileri içerir. -İslam ı doğru ve tam anlayabilmek için, fıkıh kitaplarından faydalanmalıyız. İşte bu sözlere inandığımızda, Kur’an devre dışı kaldı bile, Rabbim korusun. Onun yerini alan beşerin kitapları ise, bu güzelim dini bölüp, parçalayıp neler yaptığını, sanırım anlatmaya gerek yok. Birçok yazımda bu konuyu, bıkmadan usanmadan gündeme getirdim, getirmeye devam da edeceğim, Allah ın izniyle. Çünkü gerçekten çok önemli bir konu. Bugün bizleri Kur’an dan uzaklaştıran bu inanç, bizleri bilinmeyene yönlendiren, yaptığımız büyük bir yanlıştır. Eğer bu yanlışın farkına varamaz isek, yanlış yoldan gitmeye devam ediyoruz demektir. Yüce Rabbim sen bizleri affet ne olur. Gözlerimizdeki bu perdeyi kaldır bizlerden. Kulaklarımızdaki ve gönlümüzdeki mührünü kır ne olursun. Rabbim sen neler söylüyorsun bizlere gönderdiğin rehber için, biz kulların neler söylüyoruz. Senin yemin ederek kolaylaştırdığın kitabı, dini bizler ellerimizden geldiği kadar, ciltlerce dolusu beşeri hükümlerle, bunlarda Allah katındandır diyerek zorlaştırdık. Şimdide neyin doğru, neyin yanlış olduğunun içinden çıkamaz haldeyiz. Kendi yalanlarımıza kendimiz inanır olduk. Ne olur affet bizleri. Kur’an ın nurundan uzak bizler, İslam ı öyle zorlaştırdık ki, çocuklarımıza gerçek İslam ı anlatamaz, yaşatamaz olduk. Gelecek nesiller bu yolla Kur’an dan uzaklaştıkça uzaklaşıyor. Senin halis, katıksız kolaylaştırılmış dininden öyle uzaklaştık ki bizler, yaşadığımız toplumda ne huzur kaldı, nede mutluluk. Ne olursun bizleri affet, doğruyu görmemizi sağla bizlere Rabbim. Bizler Allahın rehberini anlaşılması zor kabul edip uzak kaldığımız, beşerin kitaplarını anlaşılır yapıp, rehber aldığımız sürece, Allahın hışmından, cezalarından asla kurtulamayacağımızı bilmeliyiz. Huzuru mahşerde, hesap günü yüzlerimizin gülmesini istiyorsak, Allahın şu ayeti üzerinde, çok dikkatle düşünmeliyiz. Zümer 69: Yeryüzü, Rabbinin nuru ile aydınlanır, kitap ortaya konulur, peygamberler ve şahitler getirilir ve aralarında hakkaniyetle hüküm verilir. Onlara asla zulmedilmez. Allah hesabın görüleceği gün geldiğinde, peygamberleri şahit olarak çağıracağını ve kitabın ortaya konacağını söylüyor. Onlara hakkaniyetle hüküm verilecektir diyor. Bizler, hesabımızın görüleceği kitaba karşı söylediklerimizi, isterseniz çok dikkatle bir kez daha düşünelim. Çünkü geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde, son pişmanlık fayda vermeyecektir. Elçilerini de şahit olarak çağıracak Rabbim, acaba onları neyin şahitliği için çağıracaktır dersiniz? Elbette gönderdiği kitapların tebliği adına, şahitlik yapacakları çok açıktır. Bugün bizler, Kur’an da her hüküm yoktur, bir kısmına peygamberimiz hüküm vermiştir diyenlere inandığımızda, ortaya konacak Kitaba uygun iman etmiş mi oluyoruz dersiniz? Hatırlayınız Allah Hz. İsa ya, sen mi insanlara Allahın oğlu olduğunu söyledin dediğinde, verdiği cevaptan bizler hiçbir ders almadığımız anlaşılıyor. Hz. İsa, Rabbim hâşâ ben böyle bir söz söylemedim, söyleseydim sen bunu bilirdin demesi, çok düşündürücüdür. Bugün bizler yaptığımız yanlışların ve peygamberimizin üzerinden söylenen sözlere, Kur’an süzgecinden geçirmeden, kayıtsız şartsız inanmamızın sonucunda, peygamberimizde mahşerde aynı sorular ile karşılaşacağı açıktır. Sizce Allah elçisine, bazı lafları bizim sözümüzdür diye ortaya sürseydi, onun şah damarını keserdik dedikten sonra, Kur’an da hükmü olmayan bir konuda peygamberimiz hüküm verir miydi? Bakın Allah Araf sur. 6. ayetinde ne diyor. Araf 6: Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz. Allah elçi gönderdiği kullarını da, elçilerini de hesaba çekeceğini söylüyor. Peki, nereden ve ne maksatla hesaba çekecek diye, bir an düşünelim. Allah biz kullarını gönderdiği rehber Kur’an dan hesaba çekeceğini çok açık söylüyor. Peki, elçileri nereden hesaba çekecek dersiniz? İşte yukarıda Kur’an da örneği geçen Hz. İsa kıssası, birçok konuda da gerçek olacağı bu ayetten de anlaşılıyor. Bu bilgiler ışığında, şimdide şöyle düşünelim. Bizlere Kur’an da her şey yazmaz, birçok konuda da hüküm verme, helal haram koyma yetkisini de elçisine vermiştir diye inandığımızı düşünelim. Rabbimde hesap günü peygamberimize bu soruyu sorarak, Resulüm sen mi söyledin kullarıma, bende Kur’an da olmayan hükümler koyma, helal haram yapma yetkisine sahibim diye dediğinde, sizce Allah resulü, ne cevap verecektir dersiniz? Bunun cevabı da Kur’an da çok açık veriliyor. Merak eden, işini garantiye almak isteyen, anladığı dilden Kur’anı bolca okur ve hesabın görüleceği gün yüzleri gülenlerden, ak olanlardan olur. Çünkü Allah Kur’an da hüküm vermediği halde, bunlarda Allah katındandır diyenlerin halini, bakın mahşerde nasıl olacağını söylüyor. Zümer 60: Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Gözlerinde perde olmayan, gönülleri Kur’an nuruyla parlayan, her şeyi çok açık anlayacaktır. Dilerim Rabbim cümlemizi, kıyamet günü yüzleri ak olan, cennetin kalıcı kulları yapar. Dilerim Rabbim e yalan isnat eden, kullarına tabi olmayan, aklıyla Kur’an ı birleştiren, kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ORUCA BAŞLAMA VAKTİ VE KUR'AN....
Çok şükür bu yılda Ramazan ayına kavuştuk. Rabbim yalnız bizlere değil, bizden öncekilere de oruç tutmayı farz kıldığını, Kur’an da şöyle anlatır. Bakara 183: Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekiler üzerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazılmıştır. Bu sayede korunmanız umulmaktadır. Bu ayetten de anlaşılıyor ki oruç, bizlerin korunması maksadıyla emredilmiştir. Rahman yine bir ayetinde, orucun faydasını anlatmak içinde, şöyle söyler bizlere. ( Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır.) Allah bizler için faydası olan, oruç konusunda Kur’an da, çok detaylı bilgilerde vermektedir. Benim üzerinde durmak istediğim konu ise, bugün bizlerin oruca başlama vaktinin, Kur’an ın emrettiği vakit ile aynı olup olmadığı konusunda, konuşmak ve sizleri bu konu hakkında, düşünmeye davet etmek olacaktır. Her yıl dağıtılan imsakiyelerde, Diyanet İşleri Başkanlığının verdiği imsak ve namaz vakitleri yazılıdır. Sabah ezanı okunduğunda, artık oruca başlamamız gerektiği öğretilmiştir bizlere. Gerçekten bu bilgi doğrumudur. Allah ın rehberinde, oruca başlama vaktini izah ettiği örneğiyle, örtüşüyor mu bu bilgiler. Yine sabah ezanı günümüzde, Kur’an ın tarif ettiği vakitte mi okunuyor? İşte bir başka düşünmemiz gereken soru. Aslında konuyla da çok bağlantılı. Bizlerin Kur’an ile irtibatımız kesik olduğu için, ne söyleniyorsa yapmak zorunda kalıyoruz. Din adına Kur’an dan konuşmak isteyenlere de kızarak, senin eğitimin ne ki bu konuda konuşuyorsun, diyerek susturulduğundan, kimse düşüncesini dahi söyleyememektedir. Böyle olunca da, ne Allah ın rehberine müracaat ediyoruz, nede Rahmanın ayetleri üzerinde düşünüyoruz. Din adına düşünme ve iman işini birilerine bırakmışız ne yazık ki. Bizler ruhban sınıfı İslam da yok dememize rağmen, açıkça bir ruhban sınıfı yaratmışız kendimize. Ne söylenirse, hiç itiraz etmeden yapıyoruz, herhalde bu daha kolayımıza gelmiş ki, itirazsız uyguluyoruz. Tabi sonucuna da katlanacağımızı unutmayalım. Dün akşam ilk sahurumuza kalktık, Allah devamını da getirsin inşallah. Sabah ezan 04:15 gibi okundu, yani bizlere öğretildiği gibi, ezan okunmasıyla, artık oruç başlamıştı. Fakat işin ilginci, sabah namazına kalkanlar bilir, Ramazandan önceki birkaç gün öncesinde sabah ezanı, Ramazanın birinci gününde okunduğundan yaklaşık 35 dakika daha sonra okunuyordu. Yani sabah ezanı yaklaşık 35 dakika geri alındı. Ne oldu da birden bire, bir günde 35 dakika yaklaşık geriye geldi. Ramazan başlamadan evvel, geç mi sabah namazı kılıyorduk ta, Ramazan gelince daha geri gidildi. İşte düşünülmesi gereken sorular. Allah sabah namazının vaktini tarif ederken, oruca başlama vaktine benzer bir vaktin tarifini yapar. Buda fecir vaktidir. Yani gecenin gündüze yakın anı. Gecenin gündüze dönüş anıdır. Buradan da anlaşılıyor ki, Allahın sabah namazının vaktini tarif ettiği zaman ile oruca başlama vaktinin zamanı aynıdır, fakat günümüzde sabah ezanı o kadar erken okunuyor ki, Allahın oruca başlama vaktiyle uyuşmuyor. Sabah ezanının okunduğu saatte, lütfen başımızı pencereden çıkartıp dışarıya bakalım. Ezanın okunduğu zamandaki gecenin karanlığı ile yaklaşık 50–60 dakika sonrasında ki gecenin karanlığını karşılaştıralım. Daha sonrada Allahın bu konuda ki ayetini düşünelim. Bakalım Rabbim oruca ne zaman başlayın diyor, bizleri din adına yönetenler neler söylüyor, onu karşılaştıralım. Acaba aynı şeylerimi söylüyorlar, yoksa bu yaz gününün uzunluğunda, bir saate yakın, daha öncemi oruca başlatıyorlar, buna da sizler karar verin. Bakara 187:….. Tan yerinin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar yiyin için; sonra da orucu gece oluncaya değin tamamlayın. ….. Tan yerinin ilk ağarmaya başladığı, fecir vakti, yani gecenin gündüze yakın vaktinden itibaren ki esas sabah namazının kılınma vaktidir, beyaz iplikle siyah ipliğin ayırt edilme anından itibaren, yemeyi içmeyi kesin diyor Rabbim. Bu andan itibaren oruca başlayın diyor. Dikkat ediniz güneşin doğuşundan bahsetmiyor. Gecenin gündüzle buluşma anını tarif ediliyor. Gecenin konumunu açıklamak adına, bazı şeylerin fark edilecek duruma, geliş anının tarifini, örneğini veriyor Rabbim bizlere. Peki, bizler Allahın bu tarif ettiği zamanda mı başlıyoruz oruca, yoksa Rabbin tarif ettiği vakte yaklaşık bir saat mi var? Denemesi sizden. Allah o kadar basit ve anlaşılır veriyor ki örneğini, hala anlamayana, onu dinlemeyene sözüm olamaz. Bundan yüzlerce yıl önce yaşayanlar, eminim ki oruca günümüzden daha doğru bir zamanda başlıyorlardır. Şimdi teknoloji var deniyor, ama şimdide Kur’an dan o kadar uzak yaşıyoruz ki dinimizi, söyleyecek söz bulamıyorum. Şimdide yukarıdaki ayetin, sonundaki cümleye bakalım. Orucu gece oluncaya değin tamamlayın. Peki, bizler Allahın gece oluncaya değin, orucunuzu tamamlayın sözünden ne anlamışız? Oruca, günümüzde zifiri karanlıkta başladığımız gibi, gece tamamen karanlık olunca mı bitiriyoruz? Elbette hayır. Bu kısmı her ne hikmetse farklı anlamışız ve Allahın akşam namazını tarif ettiği vakte yakın, akşam ezanıyla orucumuzu bitiriyoruz. Amacım Kur’an a uymayan, uygulamada yapılan yanlışlığı, gündeme getirmek ve üzerinde sizleri düşünmeye davet etmektir . Ben Rabbin kitabından anladıklarımı aktardım. Sizlere düşen Allahın ayetleri ile bizlere öğretilenleri karşılaştırmak ve Kur’an ı rehber alıp, kendi imtihanımızı doğru yaşamak olmalıdır. Allah yanlışlarımı affetsin. Allah daha nice Ramazanlara kavuşmayı nasip etsin cümlemize inşallah. Dilerim Rabbimden cümlemizin oruçları, bedenimize ve ruhumuza şifalar verir. Orucun nimetlerinin farkına varamayanlarında, farkına varmalarını sağlar. Ve yine dilerim Rabbimden, aklını kullanıp, Kur’an ın rehberliğinde iman eden, kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK Dünyagündemi.net
-
PEYGAMBERE İTAAT EDİN, SÖZÜNDEN NE ANLAMALIYIZ?
Bizler ne yazık ki, Kur’an a bakarken, onun rehberliğinden, ışığından, nurundan faydalanmak yerine, bizlere öğretilenlere delil aramak adına, kelimelerin anlamları ile oynayarak, onların ardı sıra farklı manalar verdiğimiz içindir ki, nefsimizi, kendimizi kandırmaktan başka bir şey yapmıyoruz. Allah apaçık, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, sana indirdiğimi kullarıma tebliğ etmezsen, görevini yapmamış sayarım. Bilmediğiniz, emin olmadığınız sözlerin ardı sıra gitmeyin, yoksa hesabını verirsiniz, diye apaçık tembihte bulunduktan, elçisine de sana tebliğ ettiğimi, kullarıma tebliğ et, sakın benim sözlerimden başka bir söz ekleme diye ikaz ettikten sonra, acaba aşağıdaki ayetleri nasıl anlamamız gerekir dersiniz? Allah a ve elçisine itaat edin sözlerinden, Allahın verdiği hükümleri ayrı, elçisinin verdiği hükümler ayrı, yani farklı olarak düşünmemiz, bizleri şirk batağına götürmez mi? Allah hiç kimseyi hükmüne ortak etmez ayetinin üstünü örtenler, nefsini tatmin için görmezden gelenler, işte bu büyük yanlışı ne yazık ki yapmaktadır. Gelin hep birlikte, Kur’an ışığında bu sözlerden Rabbim ne anlatmak istiyor, birlikte anlamaya çalışalım. Ali İmran 32: De ki: 'Allah'a ve elçisine itaat edin.' Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz Allah, kâfirleri sevmez. Al-i İmran 132: Allah`a ve Peygambere itaat edin ki size merhamet edilsin. Nisa 80: Kim peygambere itaat ederse, Allah`a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik. Ne yazık ki, Allahın asla hüküm vermediği, hatta Kur’an ın özüne uymayan onca itikatlara delil aramak adına, yukarıdaki ve benzerleri ayetlere, öyle anlamlar veriliyor ki, çık çıkabilirseniz işin içinden. Allahın elçisini hâşâ, Rabbin hükümlerine ortak ederek, affedilmeyecek büyük günahları işlediğimizin, farkında bile değiliz. Lütfen artık kendimize gelelim, yoksa Rabbin hışmından asla kurtulamayız. Ucu açık, sonu olmayan, Allahın hüküm vermediği yüzlerce hurafeye, kanıt gösteriliyor yukarıdaki ayetler. Hâlbuki Allah elçisine uyulmasını neden istemişti, gelin şimdide onu yine Kur’an ayetlerinden anlamaya çalışalım, bakalım Rabbim elçisine uyulmasını neden istiyor, acaba elçisi, Kur’an dışından da hüküm verebilir mi diyor, yoksa elçisine çok önemle dikkat çektiği direktifler mi veriyor. Gelin şimdide onlara bakalım. Aşağıdaki ayetleri okuyup, üzerinde biraz düşündüğümüzde, acaba yukarıdaki ayetlerde Rabbim elçisine uyun demekle, neyi kast etmiş olabilir, bunu dikkatle düşünelim. Çünkü Allah düşünerek, aklımızı kullanarak iman etmemizi, onlarca ayetinde söylüyor. Nur 54: De ki: Allah'a itaat edin; Peygamber'e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber'in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber'e düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır. Kehf 56: Biz resulleri, sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfir olanlar ise, hakkı bâtıla dayanarak ortadan kaldırmak için bâtıl yolla mücadele verirler. Onlar âyetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri alaya almışlardır. Hakka 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45 Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Gaşiye 21: Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Yunus 109. Sana vah yedilene uy ve Allah hüküm verinceye kadar sabret. O, hâkimlerin en hayırlısıdır. Zühruf 43:Sen, sana vah yedilene sımsıkı sarıl! Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Araf 3: Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Enam 57:….. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Enam 19:…. Bu Kur’an bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım…… Araf 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Nisa 105: Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Sakın hainlere yardakçı olma. İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Tur 48: Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, gözlerimizin önündesin. Ve her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et. Kefh 26:. ………Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz. Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Ankebut 18: "Eğer yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki ümmetler de yalanlamıştı. Resule de düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir. Ahzap 2: Rabbinden sana vah yedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. İbrahim 52.: İşte bu, onunla( Kur’an la) uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. Ahzap 45: Ey Peygamber! Hiç kuşkusuz, biz seni bir tanık bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. 46 Ve Allah'ın izniyle bir davetçi, ışık saçan bir kandil olarak. Yukarıdaki ayetleri okudunuz. Acaba bu ayetlerde Rabbim, özet olarak ne diyor bizlere? Sizlere öyle bir rehber kitap gönderdim ki, görevlendirdiğim elçime uyarsanız, size ayetlerimi tebliğ edecek ve sizlere doğru yolu gösterecektir. Oda sizlere yalnız ve yalnız benim gönderdiğim ayetleri tebliğ etmekle görevlidir. Asla başka bir şey tebliğ etmeyeceğinden, ona kesinlikle uyunuz, güveniniz. Resule düşen açık bir tebliğdir. Sizden sorumlu olmayıp, onun tebliğlerine uyunuz. Çünkü onun sizlere tebliğ ettiği, benim vah yettiğim Kur’an dır. Ona uymayan bana uymamış demektir. Sizlerin uyacağı yalnız elçimin tebliğ ettiği Kur’an dır, sakın onun dışında emin olmadığınız sözlerin ardına düşmeyin, Kur’a na sarılın. Benim elçim sizler için örnektir diyor Rabbim, çünkü ona ilettiğim vahyi hayatına geçirmiştir, onu örnek alın diye de bakın aşağıdaki ayette neler söylüyor. Ahzap 21: Yemin olsun, Allah resulünde sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenlerle Allah'ı çok ananlara güzel bir örnek vardır. İşte Kur’an, işte Rabbin verdiği akıl fikir. İsteyen hiçbir etki altında kalmadan Rahmanın sözlerini düşünür ve ardı sıra gider öyle iman eder, isteyen, sen Kur’an dan anlayamazsın diyenlerin sözlerine inanıp, beşerin kanıtsız, mesnetsiz delillerin peşinde gider. Örnek alacağımız peygamberimizin Kur’anı yaşarken verdiği yaşam örneğidir. Bunu çok iyi araştırmalı ve bu örnek yaşamın takipçileri olmalıyız. Bizlere düşen Kur’an a uymaktır, Kur’an ı kendimize uydurmak değil. Verdiğimiz imtihanda zorlama asla yoktur. Her beşer, kendi imtihanından sorumludur. Elimizde imtihan olduğumuz Kur’an, üzerinde düşünerek imtihanımızı vermeliyiz. Bu imtihandan kaçış asla yoktur. İmtihanını başkalarına havale edenler, dipsiz bir kuyuya düşer, sonunu da Allah korusun hiçbirimiz tahmin bile edemeyiz. Kur’an ın ışığını kalbinde hisseden, nasibini alan, tüm gerçekleri görecektir. Çünkü Allah Kur’an ı art niyetsiz okuyanların, gönül gözünü açacağını söyler bizlere. Görenlere, hissedenlere, duyanlara ne mutlu. Dilerim Rabbimden Kur’an a, beşerin sözlerine delil aramak adına değil, Rabbin sözlerini, uyarılarını, önerdiği yolu yöntemi anlamak adına bakan, kulları arasında oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'ANA YAPTIĞIMIZ SAYGISIZLIĞIN FARKINDA MIYIZ?
Bir işe başlarken, eğer çok iyi düşünmeyip, araştırma gereği duymadıysak, yalnız gözlemlerimize dayanıp, duyduklarımızla, duygularımızla kararlar vermiş isek, asla o işten de doğru sonuç alamayız. Bu sözleri söylemekte ki amacım, bizler acaba İslam ı yaşamaya başlarken, takip ettiğimiz yol, Allahın emrettiği, istediği yol mu? İslam ı yaşamaya, doğru bir noktadan mı başlıyoruz? Bilgi aldığımız kaynaklardan, ne kadar eminiz? Bilgilerin korunduğu, emin kaynaklardan mı faydalanıyoruz. İşte bu sorunun cevabını gelin birlikte arayalım, ama aklımızı mantığımızı bir kenara bırakmadan tabi. Çünkü Allah rehberinde yüzlerce kez, aklımızı kullanarak, düşünerek iman etmemizi emrediyor. Allah bizlere Kur’anı gönderirken, acaba nasıl göndermiştir? Bizler Kur’an dan mı sorumluyuz, yoksa onun dışından da hükümler de var mı sorumlu olduğumuz? Sorumlu olduğumuz konuların açıklandığı, hükümlerin verildiği Kur’an, Anlaşılması zor bir kitap olabilir mi? Eğer gerçekten anlaşılması zor, yılların eğitimini görmüş insanların anlayacağı bir kitap ise, bu durumda dini, Kur’anı anlatan bir ruhban sınıfın olması gerekmez mi, tıpkı Hıristiyanlarda olduğu gibi? Ama bizlere sorduklarında bizim dinimizde ruhban sınıfı yoktur diyoruz. Çünkü bunu Rabbim söylüyor. Eğer Kur’an herkesin anlayacağı bir kitap değil de, özel eğitimden geçen insanların anlayacağı bir kitaptır diyorsak ve bunda iddia ediyorsak, demek ki İslam dininde de bir ruhban sınıfı yaratmışız demektir. Bir arkadaşımız bana şöyle bir soru sormuştu, sizinle paylaşmak isterim, çünkü yaptığımız en büyük yanlış bu sözlerin ardında yatıyor. Toplum Kur’an dan adeta bu sorularla uzaklaştırılıyor, korkutuluyor ve emin olmadığımız bilgilere yönlendiriliyor. (Kur’an dilini, Arapçayı mükemmel derecede biliyorsanız, çok derin bir İslam tarihi bilginiz varsa senelerce tefsir ilimi üzerine dirsek çürütmüşseniz tabiî ki Kuran-ı Kerim i anlamak için kimsenin yardımı gerekmez. Kendi başınıza da anlayabilirsiniz.) Yukarıdaki fikri savunan arkadaşımızın, düşüncesinin doğru olduğunu düşünelim. Demek ki Kur’anı anlayabilmek için, önce çok iyi Arapça bilmemiz gerekiyor, yani Kur’an hiçbir dile doğru tercüme edilmiyor demektir bu durumda. Zaten bu fikir işlenmeye çalışılıyor. Kur’an ı anlayabilmek için, çok derin İslam tarihi bilgimiz olması gerektiği, senelerce de tefsir ilmi üzerine dirsek çürütmemiz düşüncesin, doğru olduğunu var sayalım. Demek ki Kur’anı anlamak o kadar kolay değilmiş. Bu durumda bizlere söylendiği gibi, çok özel insanlar yani veli ve âlim insanlar ancak Kur’anı anlayabilirmiş, bu sözlerden bu sonuç çıkıyor. Yani İslam dininde de bir ruhban sınıfı var demek ki. Ama biz hep yok diyoruz. Demek ki bu bilgide yanlışmış demek gerekir, tüm söylenenlere inanırsak. Düşünmeye devam edelim. Allahın adaleti acaba bu durumda nasıl olabilir, onu düşünelim bu fikre göre. Allah öyle bir rehber gönderiyor ki bizlere, bizler bu rehber kitabı okuduğumuzda anlayamıyoruz. İşin kötüsü, sakın velilerin ardına düşmeyin diye de tembihte bulunuyor Rabbim. Bu durumda bu kitap bizlere nasıl rehber olacak, düşünen var mı? Bakın farkında olmadan Allahın kitabına yaptığımız saygısızlığı görüyor musunuz? Daha da ilginci sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum, bu kitaptan hesaba çekeceğim diye de açıklık getiriyor. Sakın emin olmadığın bilgilerin peşinden gitmeyin, sorumlu tutarım sizleri diyor. Birde birçok kez dikkatlerimizi çekmek adına, Kur’anı yemin ederek anlamamız için kolaylaştırdığını söylüyor. Rabbim ne söylüyor, beşer neler söylüyor. İşte içinde çırpındığımız açmaz. Peki, bizlerin durumu ne olacak bu durumda? Hem herkesin anlayamayacağı, anlamak için yıllarca eğitim görülecek bir kitap verecek Allah, daha sonrada aynı kitaptan herkesi sorumlu tutacak, öylemi? Böyle bir adaleti nasıl olurda Allaha layık görürüz, hiç düşünen var mı? Beşerin yazdığı kitaplara dahi layık görmediğimiz bir düşünceyi, nasıl olurda Allaha isnat ederiz, lütfen aklımızı başımıza toplayıp düşünelim artık. Yemin ederek bu kitabı kolaylaştırdığını söyleyen Rabbim e inanmak yerine, beşerin yalanlarına inanıyoruz. Bizler nasıl bir yanlışın içinde olduğumuzun, hala farkında değil miyiz? Herhangi bir kitabın yazarıyla karşılıklı konuşurken, bizlere dese ki; Yazdığım kitabı nasıl buldunuz, düşüncenizi söyler misiniz dese. Sizde şöyle bir cevap verseniz, acaba o yazarın bu cevap karşısındaki tavrı ne olur? Yazdığınız kitap ta her konuda açıklık yok. Konuları özet geçmişsiniz. Okuyan herkes bu kitabın ne anlattığını anlayamaz. Bu kitabı anlamak için, yıllarca eğitim görmek gerek, daha açıkçası bunu anlamak için âlim olmak lazım desek, acaba o yazarın yüzü ne hallere girer? Bu sözler karşısında sevinip öğünür mü, yoksa üzülür mü? Bakın bu soruya cevap bile vermek istemiyorum, ama bu hakareti bu saygısızlığı biz hiç farkında olmadan Yüce Rabbim e bizlerin yaratıcısına, gönderdiği kitaba yaptığımızın, hala farkında bile değiliz. Allah herkesin anlayamayacağı bir kitap gönderip, daha sonrada her kulunu bu kitaptan sorumlu tutar mı? Ne dersiniz sizin aklınıza mantığınıza uyuyor mu? Böyle bir adaleti, Allaha isnat etmenin korkunçluğunun hala farkında değiliz. Bu saygısızlığı yapan bizlere de Allah, ne huzur veriyor nede mutluluk. Elbette bu düşüncelerle, Allaha ettiğimiz dualarda, karşılıksız kalıyor. Şimdide Kur’an a bakalım, gerçekten Kur’anın sorumlu olduğumuz muhkem ayetlerini anlamak için yıllarca eğitim alıp, dirsek çürütmemiz gerekiyor mu? Bu konuda Allah ne diyor. Kamer 17. Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Kamer 22 Yemin olsun ki, biz, Kur an'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var. Nisa 174: Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. Allah yemin ederek bizlere öğüt almanız için, sizlere kolaylaştırılmış bir Kur’an, kesin bir delil, apaçık bir nur indirdiğini söylüyor. Peki, bizler neler söylüyoruz? Sanki Allah ile inatlaşırcasına, Allahın söylediğinin tam tersini söyleyenlere, nasıl inanabiliyoruz bunu düşünen var mı? Devam edelim bakalım Allah Kur’an için daha neler söylüyor. İsra 89: Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler. Nisa 28. Allah size hafiflik getirmek istiyor. Çünkü insan çok zayıf yaratılmıştır. Araf 174: Belki inkârdan dönerler diye ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz. Bakar mısınız lütfen. Allah Kur’an da her türlü misali, çeşitli şekillerde anlattık ki, anlayabilsinler diyor. Bizlere hafiflik, kolaylık getirdiğini de belirterek, bizlerin zayıf yaratıldığını söylüyor. Acaba bizleri zayıf yaratan Rabbin, zor anlaşılan bir rehber gönderir mi? Daha da açıkça söyleyip, inkârlarından dönerler diye, ayetleri açıkladığını belirtiyor, ama bizler bırakın açıklandığını söylemeyi, Kur’anı anlamak için yıllarca eğitim görülmesi gerektiğini söyleyip, hala Kur’anı anlamamakta inat ettiğimizi gösteriyoruz. Bu inadın sonu sizce nereye varacak dersiniz? Sanırım hesap gününe. Ne kötü bir inattır, Rahmanın sözleri yerine, beşerin hurafelerine iman etmek, sonunu elbet bir gün göreceklerdir. Ama o gün pişmanlıkları asla fayda etmeyeceğini, Rabbim şimdiden hatırlatıyor. Devam edelim Kur’ana bakmaya, acaba söyledikleri gibi, zor anlaşılan, ayrıntılı açıklanmayan bir kitapmı? Yunus 37: Bu Kur'an, Allah'tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu, önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, âlemlerin Rabbindendir Nur 34: Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik. Yukarıdaki iki ayeti okuduğunuzda, Kur’anın anlaşılması zor bir kitap olduğunu mu anladınız? İşte Kur’anı gereği gibi okumayanlar, ondan nasıl faydalanacağının bilincinde olmayanların takip ettiği yol. Bu gerçeklerin farkına varmamızı istemeyenlerde, işte böyle bizleri Kur’an dan uzaklaştırmaktadırlar. Kur’anı anlayarak okuyanlar, onun ayetleri üzerinde düşünenler, Kur’an dan uzaklaşarak kendilerine bir inanç yaratanların tuzaklarına düşmeyeceklerdir. Tüm korku, yarattıkları beşeri imparatorluğun sona erme korkusudur. Bunu yıkmak isteyen Kur’an ın ipine sarılır. Yıkmak istemeyenlerde, onun girdabına kapılır. Şimdide Rabbimin gösterdiği yola bakalım. Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? İbrahim Sur.52.: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. . Enam 104: Gerçek şu ki, size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim. Bizler eğer çıktığımız yola yanlış yerden başladıysak, ulaşmak istediğimiz yere de ulaşmamız, mümkün olamayacaktır. Allahın kitabını elleriyle zorlaştıranlar, elbette ondan istifade edemeyecek, onun nuruyla nurlanamayacaktır. Kur’anı anlayarak okumayanların, aklını kullanmayanların, kalp gözlerine Kur’an ışığı girmeyeceğine göre, doğru anlaması ve Allahın gerçeklerini görmesi de, mümkün olmayacaktır. Allahın önerdiği gibi, Kur’anı anlayarak okumayanlar, onu inceden inceye düşünmeyecekleri için, doğru anlamaları da mümkün değildir. Ayetler üzerinde düşünemeyen, aklını kullanamayanların, kalpleri elbette kilitlidir. Allah Kur’anın bir uyarıcı olduğunu, aklı ve gönlü işleyenlerin ibret alacakları, bu kitabın bir tebliğ olduğunu söylüyor. Anlaşılması zor bir kitaptır diyenlere, aklını ve gönlünü işletemeyenlere elbette sözümüz olamaz. Allah Kur’anın bizler için gönül gözü olduğunu söylüyorsa, kimler görürse ne mutlu onlara, göremeyenlere tavsiyemiz, Rahmanın ipine sarılın ona gönlünüzü açın, O size gereken ışığı verecektir demekten başka tavsiyemiz olamaz. Kur’an ı bizzat bizler anlamaya çalışmadığımız için, gönlümüze Kur’an ın nuru da, ışığı da girmiyor. Apaçık rehber elimizde olduğu halde, birbirimize karşı ihtirastan, çekişmelerden düşman olmuşuz. Allahın Kur’an için söylediklerini görmezden gelip, beşerin yanlışları ile ihtirasımızın esiri olmuşuz. Bakın böyle olanlara Rabbim ne diyor. Aliimran 19: Doğrusu Allah katında din, İslam'dır. O kitap verilenlerin ayrılığa düşmesi ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtirastandır. Her kim de Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphe yok ki Allah, hesabı çabuk görendir. Sanırım Allahın bu ayetinden sonra, kendimize çekidüzen vermekten, düşünüp yanlışlarımızı görmekten başka, yapacak hiçbir şeyimiz yok. Allah Zühruf 44. ayetinde, İleride bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız dediği halde bizler, hala bu kitabı anlaşılması zor yapıp, devre dışı bırakarak, beşerin kitaplarına yöneliyorsak, sonumuzun hiçte iyi olmayacağını bilmeliyiz. Sizce bu yol ve yöntemi mantığınız onaylıyor mu? Onaylıyor diyenlere, sözüm meclisten dışarı. Dilerim Rabbim bizleri artık, Kur’an ın nuruna, güneşine, gönül gözüne karşı yaptığımız bu saygısızlıktan, iftiradan ve Allahın adaletini basite almaktan kurtarır. Yoksa pisliğin içinde, çırpınmaktan asla kurtulamayız. Rabbim bizleri bağışla, aklı gönlü işleyen, gönül gözleriyle görebilen, Kur’anı inceden inceye düşünebilen, yalnız Rahmanı VELİ edinen, kulların arasına al bizleri. ÂMİN. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
FARKINDA OLMADAN YAPTIĞIMIZ BÜYÜK YANLIŞ.
Bugün sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim konu, meleklerin cinsiyeti konusunda, cahiliye devrinde söylenenler ile günümüzde farkında olmadan, bizlerin yaptığı aynı hatalara, sizlerin dikkatinizi çekmek istiyorum. Hatırlayınız Kur’anın indirildiği devirlerde, kız çocuklarının istenmediği, hatta diri diri toprağa gömdüklerini biliyoruz. Bu cahiliye döneminde meleklerin dişi oldukları söylenir ve resimleri de yapılırken, dişi olarak yapılırmış. Allah da buna kızarak bakın ne diyor bir ayetinde. İsra 40: Rabbiniz erkek çocukları size seçip ayırdı da kendisine meleklerden kız çocukları mı edindi? Gerçekten çok büyük bir söz söylüyorsunuz. Bakar mısınız lütfen, Rabbim bunu söyleyenlere ve böyle düşünenlere nasılda kızıyor. Gerçekten çok büyük bir söz söylüyorsunuz diyor. Yani Allah siz bu sözünüzle, büyük bir iddiada bulunuyorsunuz diyerek, kızgınlığını belirtiyor. Bugün kiliselerin içini süsleyen resimlere baktığımızda, meleklerin bir dişi olarak resmedildiğini görürüz. İşte bu cahiliye devrinden günümüze kadar gelen, yanlış inancın etkisindendir. Peki, biz Müslümanların durumu, acaba çok mu farklıdır dersiniz. Sizlere sormak isterim, hatırlayınız evlatlarımıza melek ismini koyarız. Siz hiç erkek çocuğuna melek ismini koyduğumuzu gördünüz ya da duydunuz mu çevrenizde? Cevabınızı duyar gibiyim. Evet, hiçbir zaman bir erkek çocuğa melek ismini her nedense koymayız, o ismi kızlarımıza layık görürüz. Ne dersiniz inançlarımızın gizli bir yerinde, hala cahiliye döneminin izleri çok baskın bir şekilde hayatımızı etkilemiyor mu? Bu yanlışları yapanları Allah, nasıl yukarıdaki ayette ikaz ediyordu. Bu yanlışları yapanlara, Rabbin ikazı devam ediyor ve bakın neler söylüyor. Saffat 150: Yoksa biz, melekleri, bunların tanıklık ettikleri bir sırada, dişiler olarak mı yarattık. Zühruf 19: Rahman'ın kulları olan melekleri, dişiler saydılar. Onların yaratılışına tanık mıydılar? Tanıklıkları yazılacak ve sorguya çekilecekler. Allah bizleri bu kadar açık ikaz ettiği halde, sakın sizlere açıklama yapmadığım, söylemediğim konularda yorumlar yapmayın, konuşmayın dediğim halde sizler, meleklerimin yaradılışına sanki şahit olmuşçasına onları dişiler sayıp, dişi isimleri takıyorsunuz diyor. Bunu yapanlar için bakın ne diyor. (Tanıklıkları yazılacak ve sorguya çekilecekler.) Rabbim bu yanlışlardan bizleri korusun. Bu hatalara benzer günümüzde yüzlerce hatayı, Rahmanın rehberi apaçık yazmasına rağmen, hala devam ettirdiğimizin farkında bile değiliz. Bu örneği sizlere hatırlatarak, yaptığımız diğer yanlışları görebilmek ve düşünebilmemiz için verdim. Son olarak hatırlatacağım ayet ise, böyle yanlışları yapan, Kur’anın ayetlerine gözlerini yuman, üstünü örten, beşerin sözleri ile imanını yaşayanlara, ciddi bir ihtar niteliğinde, bakın ne söylüyor Rabbim. Necm 27: O âhirete inanmayanlar, meleklere mutlaka dişilerin adlarını takarlar. Allahın hüküm vermediği, açıklamadığı bir konuda hükümler veren ve inancını böyle yaşayanlara, Rabbim çok sert bir söz söylüyor. O ahirete inanmayanlar, meleklere mutlaka dişilerin adlarını takarlar diyor. İşte bu sözlerden çok şeyler anlamalıyız, burası önemli. Meleklere dişilerin isimlerini takanlar, Allaha, elçisine iman etmeyenler değil. Hatta meleklerine, kıyamete, hesap gününe de iman ediyorlar. Peki, Rabbim neden O ahirete inanmayanlar sözünü kullanıyor bu ayetinde o zaman? Değerli dostlar, Allah size gönderdiğim kitaba tam iman etmediğiniz sürece, sizleri gerçek iman eden saymam diyor. Sizlere gönderdiğime ne ilave yapabilirsiniz, nede çıkarabilirsiniz. Ayette anlatılmak istenen çok açık, tabi anlayabilene. Bir bina yaparken harcını eksik koyarsanız, ya da koymanız gereken malzemeden başka malzemelerde koyarsanız, küçük bir sarsıntıda yıkılır. İşte bizleri yaratan mülkün sahibi de, bizlerin iman adına yapacaklarımızın yalnız Kur’an merkezli olmasını ve bu hükümlerinin dışına asla çıkmadan yaşamamız gerektiğini, yüzlerce kez söylüyor bizlere Kur’an da. Çünkü Allahın elçisi, bizlerin Başöğretmeni Hz. Muhammet de yalnız ve yalnız Kur’anı tebliğ etmiş ve ona sarılmamızı öğütlemişti. Peki, bizler neler yapıyoruz? Nasıl yaşıyoruz dersiniz günümüzde İslam ı? İşte bunu düşünmek bile istemiyorum. Yaradan benim açıklamadığım konularda konuşmanızı HARAM kılıyorum diyorsa bizlere, Kur’an da her şey yazmaz, O özet bilgidir diyenlere inandığımızda, Rahmanın asla Kur’an da bahsetmedikleri konularda yaşadığımız İslam, acaba bizleri nereye götürür dersiniz? Yorum ve karar sizlerin. Herkes kendi imtihanını yaşıyor. Elimizde Allahın rehberi apaçık duruyor. İsteyen Allahın rehberine sarılır, isteyen beşerin rehberine. Kimin doğru yolda olduğunu huzurda göreceğiz. Allah aklını kullan, seni Allah ile aldatanlar çıkacaktır diyor da, sizleri Kur’an dan sorumlu tutacağım diyorsa, sanırım aklını kullananlara söylenecek başka söz olmasa gerek. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
BİZLER YOKSA HALA, AYNI YANLIŞLARI YAPMAYA DEVAM MI EDİYORUZ?
Bugün sizlerle Kur’an da geçen, puta tapanlar sözünden Rabbim kimlerden bahsediyor ve puta tapanların inançlarının neler olabileceğini, yine Kur’an dan yola çıkarak anlamaya çalışalım ki, Rabbimin kızdığı bu inanç şeklinden, bizler de uzak kalabilelim inşallah. Önce şöyle bir düşünelim. Bu Kur’an peygamberimize indirildiğinde, Allahın varlığına inanmayanlar mı, Allah yerine putlara tapıyordu? Kur’an a baktığımızda tam tersine putlara tapan, onlardan yardım isteyenlerin büyük kısmının, ehli kitap toplumu olduğunu görüyoruz. Yani bunlar, Yahudi ve Hıristiyan olduğunu söyleyenler. Demek ki bunların hepsi edindikleri putlara Allah diye tapmıyorlar, tam aksine kendileri ile Allah arasında aracı olmalarını istedikleri, edindikleri beşeri putlaştırmış, tağutların ardı sıra giderek, onlardan yardım ister olmuşlar. Örneğin isimleri Kur’an da da geçen, veli edinerek ondan yardım istedikleri putlardan olan LAT, o devirde hacca gelen insanlara yiyecek, su gibi ihtiyaçlarını dağıtan, buraya gelen insanların ihtiyaçlarını gören, toplumda çok sevilen bir insan olduğu rivayet edilir. Yine o devirde putlaştırılan, Allah tan istenecek yardımı, bunların aracılığıyla, bu şahısların putlarından, heykellerinden dileyen MENAT ise, o devrin insanlarının refah ve iyiliği için uğraşan bir insan olduğu, bununda toplumca çok sevildiği rivayet edilir. UZZA ise, o devrin insanlarının sağlığı ile ilgilenen, onların sağlığına koşan bir insan olduğu anlatılır. Tabi tüm bu bilgilerin doğruluğu konusunda, kesin bir bilgide yoktur. Yalnız bilinen bir gerçek varsa, yaşadığı devirde çok sevilen, saygı duyulan, yardım sever bir insan olduklarıdır. Yaşadıkları dönemlerde üzerinde çok fazla durulmayan, ama öldükten sonra adeta putlaştırılan bir insan oldukları anlaşılıyor. Sanırım bu sözlerimi okuyunca, günümüzde aynı hataların, hala devam etiğini düşündünüz değil mi? Yine atalarının inancında direten, Rabbin gönderdiği ehli kitaptan iyice uzaklaşan, atalarının hurafe inançlarının ardı sıra gidip, Allahın gönderdiği elçisine sırt çeviren, onu dinlemek bile istemeyenlere bakın ne söylüyor. Sad 4–5:İçlerinden kendilerini uyarıp irşad edecek birinin gelmesine her nedense şaşırdılar ve o kâfirler: “Bu bir sihirbaz, bir yalancı! İşte tutmuş bunca ilahı bir tek ilah yapmış! Bu gerçekten şaşılacak, çok tuhaf bir şey! Dediler. Dikkat ederseniz bu ayetler ümmi topluma hitap ettiği gibi, ehli kitap toplumuna da hitap ediyor. Putlar edinenlerin içinde ehli kitap olanlarda var. Hâlbuki ellerinde hem İncil, hem de Tevrat var. Bu kitaplar olduğu halde, hiçbirisi kitaba değil, atalarından öğrendiklerinin peşi sıra gider olmuşlar. Hemen düşünelim, bizler günümüzde nasıl davranıyoruz? Elimizde ki Kur’an için, burada her şey var, gelin onun hükmüne göre mi yaşayalım diyoruz? Yoksa aynı hataları bizlerde yapıyor muyuz? Yorum sizlerin. Eğer yaptığımız hataların hala farkında değilsek, sonumuzun da ne olacağını tahmin etmek o kadar zor olmasa gerek. Bakın hesabın görüleceği o çetin gün geldiğinde, peygamberimiz ne söyleyecekmiş, Rabbim aklını zerre kadar kullananları, ne güzel ikaz ediyor. Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Ne dersiniz Kur’anı devre dışı bırakanlar, acaba içimizde kimler olabilir? Bu sorunun cevabını bilmek sanırım o kadar zor olmasa gerek. Kur’an da her şey yoktur, O özet bilgiler içerir. Kur’anı herkes anlayamaz veli insan anlar diye iman edersek ve bunları topluma anlatırsak, sizce Kur’an devre dışı kalmaz mı? Peki, onun yerine neler devreye girer? Kur’an devre dışı kalmışsa, onun yerine şeytanın devreye gireceği çok açıktır, ahhh bir düşünebilsek. Şimdide bu konu ile ilgili, Rabbin bir ayetini sizlere hatırlatmak istiyorum. Bakalım Allah kendisi ile arasına aracı konarak, yardım istenmesine ne cevap veriyor. Zümer 3: Haberin olsun; halis (katıksız) olan din yalnızca Allah'ındır. O'ndan başka veliler edinenler (şöyle derler:) 'Biz, bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.' Elbette Allah, kendi aralarında hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı, kâfir olan kimseyi hidayete erdirmez. Demek ki Bizler Allaha yaklaşmak onun rızasını almak, ondan yardım istemek için, asla bir beşeri veli edinip aracı koyamayacağımızı, bunu yapanların ise puta tapmak, tağut un peşinden koşmak olduğunu söylüyor. İşin daha kötüsü aracı koyanlara KÂFİR diyor Rabbim. Şimdide sizlere şöyle bir bilgi nakletmek istiyorum, LAT isimli edindikleri put hakkında. Bunu da günümüz inançlarımızla karşılaştıralım. ( Lat, Taifliler in baş putu idi. Anlatıldığına göre Lât, vaktiyle iyi ve yardımsever bir adamın adı idi. Bu adam Mekke'ye gelen ziyaretçilere un dağıtırdı. Ölünce halk, bir süre mezarını ziyaret yeri edindi. Arkasından heykelini diktiler. Daha sonra da heykelini n üzerine “Beytür Rabbe” adını verdikler i bir anıt yapı kurdular. Hicri dokuz yılında Mekke'nin ardından Taif de fethedilince Peygamber imiz (salât ve selâm üzerine olsun) sahabeler den Muğıre b. Şube'yi göndererek bu putu yıktırdı. (Bkz. İbn Kesir, El-Sireti'n-nebeviyye, c. 4, s. 61.) Yukarıdaki bilgileri okuyunca günümüzde yaptığımız yanlışlara ne kadar benzediğini hatırladım. Acaba bu yanlışların birçoğunu bizler günümüzde yapmıyor muyuz? Allah sakın din ve iman adına velilerin peşine düşmeyin, onlardan medet ummayın, aramıza aracı koymayın, şefaat dilemeyin dediği halde, bizler bunun tam tersini yaparak, bugün günümüzde bu şahısların mezarlarına gidip, sabahlara kadar mezarının yanında yatarak, ondan yardım istemiyor muyuz? Ölmüş bazı kişiler için bunlar Allah dostuydu, bizlere şefaat edecek diyerek, onlardan medet ummuyor muyuz? Belki bugün, daha önce yapılanlar gibi onların heykellerini yapmıyoruz, ama bizler Rabbin uyarısına kulak tıkayarak, veli edindiğimiz kişilerden, tıpkı peygamberimizin devrinde putlara yaptıkları gibi, Allahtan yardım isteyeceğimiz yerde, bugün bizler bu kişileri Allah ile aracı yaparak bunlardan yardım istemiyor muyuz? Veliler şefaatçidir dersek, şefaati Rabbimden dilemek yerine, edindiğimiz velilerden dilersek, puta tapanlardan farkımız kalır mı dersiniz? Allah şefaati yalnız benden dileyin, hiçbir şefaatin kabul edilmediği o günden sakının sözlerine kulaklarını tıkayanlar, acaba o devrin puta tapanlarından çok mu farklı? Sanırım tek fark, bu gün bizler onların heykellerini yapmadığımız olsa gerek. Kur’ana danışmaya devam edelim. İbrahim peygamber putlara tapan babasına bakın ne diyor. Enbiya 52–53: Hani babasına ve kavmine demişti ki: "Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsili heykeller nedir? "Biz atalarımızı bunlara tapıyor bulduk" dediler. Demek ki atalarımız böyle ibadet ediyor, demek kadar büyük bir yanlış olamaz. Bugünde aynı yanlışın içinde çırpınıp duruyoruz, ama Kur’anı rehber alıp, düşünen mi var? Allah Kur’an da peygamberimizden bahsederken, O kendi hevasın dan konuşmaz, onun sözleri Rabbin ilettikleridir, yani Kur’an dır diye bizleri uyarır. İşte Kur’an da geçen heva, nefsin arzu ve hevesleri, istek ve tutkuları anlamına gelir. Hevanın ilah edinilmesi de, insanın kendi nefsinin isteklerini, Allah'ın emir ve isteklerinden önde tutması ile olur. İşte önemli olan bunun farkında olabilmektir. Bizler farkında olmadan nefislerimizin esiri olup, beşeri putlaştırdığımız da, sapkınlığın içinden asla kurtulamayız. Eğer bizler nefsimizin etkisinde kalırda, veliler edinerek Rahmandan istememiz gereken yardımı şefaati, edindiğimiz velilerden istemeye devam edersek, ne olur biliyor musunuz? Bunu da herkes kendisi düşünsün. Çünkü herkes kendi imtihanından sorumlu tutulacaktır. Dostlarım, hepimiz bir imtihandayız, artık bunun farkına varalım. Bizi Allah ile aldatmak isteyenler, imtihanımızda başarısız olmamız için, çaba gösterenler var. Gelin geçmişte edindikleri velileri putlaştırıp, tağut un peşinden gidenler gibi olmayalım. Gelin peygamberimize indirilen ve Allah elçisinin bizlere tebliğ ettiği emaneti, Rahmanın koruması altında olan, Kur’anın ipine sarılalım. Onu anlayarak bolca okuyup, Allahın söylediği gibi, üzerinde düşünelim ki, bu hayatımızdaki imtihanda karşılaşacağımız sorunları, doğru çözümleyebilelim. Emaneti teslim ettikten sonra, son pişmanlığın hiçbir faydası olmayacaktır, bunu da unutmayalım. Bakın Rabbim bizleri nereye yönlendiriyor, aklı olan bu ayetlerin üzerinde çok ama çok iyi düşünür. Kehf 27: Rabbinin Kitabı'ndan sana vah yedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur. O'ndan başka bir sığınak da bulamazsın. Enbiya 10: Andolsun ki, size öyle bir kitap indirdik ki. Bütün şanınız ondadır, hala akıllanmayacak mısınız? Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır. Nahl 89:… Sana bu Kitap'ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun. Ankebut 51. Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Puta tapan, beşeri putlaştırıp ilahlaştıranlar ne yazık ki günümüzde belki şekil değiştirmiş haliyle, aramızda güç sahibi olmuşlar, bizleri sindirmeye çalışıyorlar. Yukarıdaki Rabbin sözlerini sizlere hatırlattım. Amacım sizleri Kur’ana davet etmek ve üzerinde düşünmenizi sağlamaktır. Allah yukarıdaki ayetlerde söylediği gibi, Rabbimden vah yedilen kitabı okumamızı ve ondan başka sığınılacak bir kitabında olmadığını söylüyorsa, bütün şanımızın Kur’an da olduğu ikazını yapıyorsa, bu kitapta her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle gözler önüne koyduğunu belirtiyor da, her şeyin ayrıntılı açıklandığı bilgisini verip, karşımızda okunan kitabın bizlere yeteceğini apaçık bildiriyorsa Rabbim, lütfen bu sözlerin tersini söyleyenlere inanmayalım. Eğer inanmaya hala devam edersek, hiç unutmayalım, Allah pisliği üzerimizden eksik etmeyecek, namerde de bizleri muhtaç edecektir. Allah bizleri bu durumdan korusun inşallah. Dilerim Rabbim cümlemizi, Kur’anın nuru ile nurlandırır, yine dilerim Rabbim tagutun ardı sıra gidenlerden değil, Kur’anın yolunu izleyenler arasına alır bizleri. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
BAKARA 2-4 VE 5. AYETLERİ DİKKATLE DÜŞÜNELİM.
Bizlere yüzyıllar boyu Kur’anı anladığımız dilden okutmadıklarının en önemli nedeni, söyledikleri ve inandıkları ile Kur’anın aynı şeyleri söylemediğinin, fark edilmesini istemediklerindendir. Aklını zerre kadar kullanan bir insan, Rabbinden gelen bir kitabın, bilginin, rehberin yetersiz, özet ve anlaşılması zor olduğunu söyleyenlere inanması, mümkün değildir. Allah sizlere rehber, güneş, gönül gözü olsun ve sizlere yol göstersin diye indirdim dediği kitabın, anlaşılması zor olduğunu düşünmek, daha sonra bu kitaptan sorumlu tutulacağımıza inanmak, Rahmanın adaletini sorgulayıp, ona saygısızlık yapmaktır. Her yazımda aynı konulara işaret etmeye çalışıyorum, çünkü yaptığımız hatanın en büyüğü Kur’anı yeterli görmeyip, Kur’an dışından hükümlere inanmakla, Allaha giden yolu ellerimizle değiştirdiğimizin, engellediğimizin inancımıza, yani hakka bakıl karıştırdığımızın, hala farkında bile değiliz. Bizler Kur’anı doğru anlamak, hayatımıza rehber olarak yansıtmak istiyorsak, ilk önce onu ilk elden anladığımız dilden, anlayıncaya kadar okuyup, üzerinde düşünmeliyiz, bu yolu öneren Rahmanın bizzat kendisidir, bunu da unutmayalım. Okulda okurken, bizlere sorumlu olduğumuz dersin kitabı verilir. Hiç birimiz bu kitabı bizler anlayamayız demeden, dikkatle okur ve anlamaya çalışırız, iyice anlamak için çaba gösteririz. Çünkü öğretmenimiz sınıfı geçmemiz için yapacağı imtihanda, bizlere verdiği kitaptan sorular soracaktır. İşte Rabbimde aynısını söylüyor Kur’an da bizlere. Sizlere bir rehber gönderdim, bu rehberi anlayarak okuyup, üzerinde çok dikkatle düşünün. Bu kitap sizler için rehberdir diyor. İşin ilginci, okulda öğretmenimiz bizlere çalışmamız için verdiği kitabın dışından, imtihanda yanlışlıkla tek bir soru sorsa, hocam işlediğimiz kitapta bu konu yok, nasıl bu konudan soru sorarsınız diye, hemen karşı savunmaya geçeriz. İşte aynı mantıkla Rabbim bizlere sesleniyor ve hatırlayalım bakalım ne diyordu? Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Allah çok açık ve net, sizleri Kur’an dan sorumlu tutacağım diyorsa, acaba bu kitabın dışından bizlere öğretilen, onlarca Kur’anın hiç bahsetmediği bilgilerden, hükümlerden sorumlu tutar mı? Beşerin öğretisinde bile yapacağına inanmadığımız bir adaleti, nasıl olurda Rabbim e layık görürüz, bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Sizlere bugün üzerinde düşünmeye davet edeceğim Bakara suresi 2. 4. ve 5. ayetler olacak. Önce 2. ayeti ele alalım. Aynı ayeti iki farklı meallerden yazalım önce. Diyanet işleri Başk. Bakara 2: Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Elmalı Hamdi Yazır Bakara 2: İşte o Kitap, bunda şüphe yok; korunacaklar için hidayetin ta kendisi. Gerçekten hiç şüphemizin olmadığı, açıkça bizlerinde söylediği, iman ettiğimiz Kur’an, Allaha karşı gelmekten sakınanlar için YOL GÖSTERİCİDİR diyor. Yani bir başka deyişle, hidayetimizin ta kendisi Kur’an dır diyor. Şimdi Rabbin bu sözleri üzerinde düşünelim birlikte. Üzerinde hiçbir şüphemizin olmadığı bir kitap olduğunu, kabul etmemizi söylüyor Rahman. Bizlerde buna inanıyoruz. Peki, gerçekten inandık diyoruz ama, yaşantımızda bunu uyguluyor muyuz? İşte en öneli sorunun cevabını gelin birlikte arayalım. Bir örnek verelim, yine okuldayız ve öğretmenimiz dersimiz ile ilgili bir kitap dağıttı ve dedi ki; Çocuklar size öyle bir kitap verdim ki, işlediğimiz konuyu hiç şüpheniz olmasın, buradan okuduğunuzda örnekleriyle beraber çok iyi anlayacaksınız, size rehber olacak dedi. Fakat başka bir öğretmen de gelip bizlere, çocuklar hocanızın size verdiği kitapta konular çok açık anlatılmamıştır, sizler anlayamazsınız bizler zor anlıyoruz, kitapta tüm örnekler verilmemiştir, özet bilgiler vardır. Hem sizin anlayacağınız şekilde yazılmamıştır dese, bu durumda siz bu kitap için, kendisinden şüphe etmeden güvenebileceğiniz bir kitap olarak bakar mısınız? Bu kitap sizin için hidayeti gösteren, yani doğruyu gösteren, anlatan bir kitap olur mu? Elbette olmaz, çünkü eğer okumadan söylenenlere inanırsak, etki altında kalmışsak, artık biz bu kitabın açıklayıcı, anlaşılır bir tarzda bir kitap olduğunu anlayamayız. İşin ilginci, bu kitaba şüphe ile yaklaşırız. Şimdi gelin aynı örneği düşünerek, bizler Kur’an için neler söylüyoruz. Önce yukarıdaki ayeti hatırlayalım. Allah kur’an için ne diyordu; 1. Kendisinden şüphe olmayan bir kitaptır. 2. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Yazdığımız bu ayette geçen, kendisinden şüphe olmayan bir kitaptır sözlerini okuduğumuzu ve iman ettiğimizi söyleyen bizler, acaba günümüzde Kur’an için neler söylüyoruz ve bu sözlerimizle, Kur’an için şüpheleri kendi ellerimizle yaratıp, şirk batağına boğazımıza kadar batmıyor muyuz, gelin şimdide ona bakalım. Bakın bizler Kur’an için neler söylüyoruz, Kur’anın kendisi için söylediğinin tam tersi olan, beşerin öğretisine, sözlerine inanarak, nasıl bir yanlışın içinde oluyoruz. 1.Kur’an özet bilgi içerir. 2. Kur’an da iman adına her şey açıklanmamıştır, detay verilmemiştir. 3.Kur’anı herkes anlayamaz, onu âlimler, veliler anlar. 4. İslam ı tam ve doğru yaşamak, anlamak istiyorsanız, fıkıh kitaplarından istifade edeceksiniz. Buna benzer daha birçok şüpheleri, bizler ne yazık ki Kur’an adına söyleyebiliyoruz günümüzde. Peki, tüm bunları kabul ettiğimiz de, yukarı da yazdığım ayette geçen, kendisinden şüphe olmadığımız bir kitabın özelliklerine yakışıyor mu? Bunların olduğuna inandığımız da, Kur’a na hiç şüphe etmeden bakabilir misiniz? Bunlara inandığımızda, başta hata yapmaktan korkar, onu anlayarak okumak, üzerinde düşünmeye çalışmak yerine, beşerin peşi sıra gider onların öğretilerini okuruz. İşin ilginci Kur’anı anlayarak okuyan bir insan, Allah ın bunu da yasakladığını çok iyi bilir. Din ve iman adına, Velilerin ardı sıra gitmeyin diyen Rahman, Kur’anı zor anlaşılır gönderip, daha sonrada velilere muhtaç kılar mı kullarını? İşte İslam âlemini Kur’an dan uzaklaştırdıkları, onunla buluşmasına engel oldukları ve Kur’ana yaptıkları en büyük saygısızlığı, ne yazık ki bu rivayetlere inanmakla yapmaktayız. Eğer Kur’anı herkes anlayamaz ise, bir Müslüman ona müracaat etmekten korkar, belki yanlış anlarım diye, her an şüphe içinde olur. Kur’an da her şey açıklanmamışsa, her şeyin açıklandığını söyledikleri kitaplara bakmak, daha akılcı olmaz mı bu durumda. Bakın nasıl şüpheler doğuyor kafamızda, yanlış bilgilere inandığımızda, nasıl uzaklaşıyoruz Rabbin rehberinden. Kur’an tabiriyle gerçekten Kur’anı devre dışı bırakmışız da, haberimiz bile yok. Hâlbuki Kur’an da olmayanların, bizlere beşerin öğretisi olduğunu, din ve iman adına sorumlu olmadığımız bilgiler olduğunu düşünmüyoruz bile. İşte bunu yarattığımızda, ne yazık ki Kur’an ile bizlerin arasına, beşerin kitapları girmekte ve istedikleri gibi toplumu da yönlendirmektedirler. Tabi Kur’an dan yani Rahmandan uzaklaştırarak. Hâlbuki Rabbim ayetin sonunda ne diyordu hatırlayalım tekrar. (Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.) Şimdide bu cümle üzerinde düşünelim. Allah kendisinden sakınanlar için, Kur’anın yol göstermeye yeteceğini çok açık ve sade bir şekilde anlatmış bizlere. Bu durumda Allaha karşı gelmemek adına, yol gösterici olarak, Kur’anı yeterli görmeyenlerin, ona özet bilgidir, onu herkes anlayamaz diyenlerin durumu, nedir diye düşünürsek ortaya ne çıkıyor? Doğrusu onu da siz düşünün, sanırım çok fazla düşünmeden bulacağınıza eminim. Bulamayanlara da zaten sözüm yok. Şimdide Bakara suresi 2. ayetten sonra gelen iki ayete bakalım ki, anlatmak istenilen çok daha açık anlaşılsın. Bakara 4: Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahi ret gününe de kesinkes inanırlar. 5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır. Kur’an ayetlerinin açık, anlaşılır ve her şeyden nice örneklerle izah edildiğini söyler bizlere. Gerçektende Bakara suresi 2. ayetinde anlatılan daha net anlaşılması için, bakın 4 ve 5. ayetinde de bizlere, üzerine basa basa nasıl konuya açıklık getiriyor. Allah çok açık ve net sana indirdiğimiz Kur’ana inananlar, yani Rabbimden gelen hidayet üzerinden ayrılmayanlar, onun dışından hükümlere sapmayanlar, ancak kurtuluşa erenlerdir diyor. Peki, dostlar Rabbimin hidayet kitabına bizler özet bilgidir dersek, orada her hükmün olmadığından bahsedip, bu kitabı herkez anlayamaz inancı ile imanımızı yaşarsak, sizce Rabbin KURTULUŞA ERENLER listesinde olabilir miyiz bu durumda? Yorum sizlerin. Gerçek doğruyu huzuru mahşerde göreceğiz, şimdi ne söylesek boşuna biliyorum. Allahın, ayetlerini hatırlattığımızda, bazı kardeşlerim, hani peygamberimizin hadisleri yok, sen hadis düşmanısın, peygamberimizi devre dışı bırakıyorsun diyorlar. Hâlbuki peygamberimizde yalnız ve yalnız Kur’an ile topluma hükmetme görevi almamış mıydı? Kur’an onun bizlere emaneti değil mi? O yalnız Kur’anı yaşayan, onun dışına asla çıkmayan bizler için örnek bir insan değil miydi? Başöğretmenimiz, peygamberimiz bize bir hadisinde, benim adıma uydurulacak sözlere sakın kanmayın, benim sözüm olup olmadığını Kur’an ile karşılaştırarak anlayınız dediğini, sakın unutmayalım. Peygamberimiz Rahmanın vermediği bir hükmü asla vermeyeceğini, onun verdiği hükümlerle topluma hükmettiğini, hatırımızdan çıkarmayalım. Peygamberimiz söylemediği halde bu peygamberimizin sözü diye inananların, ona iftira attıklarını, onun ardı sıra gidenlerden olamayacağını bilmeliyiz. Yalnız şunu da hatırlatmakta fayda görüyorum, bakın Rabbim akıllarını güzelce çalıştırmayanlara hurafe, rivayet peşinden gidenlere hitaben ne söylemiş. Yunus 100: Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah pislik içinde bırakır. Gerçekten Kur’an akla, düşünmeye çok önem verir. Onun içindir ki, bizlere anlayamayacağımız bir rehber asla göndermez. Birçok ayetinin sonunda bizleri düşünmeye sevk ediyorsa Rabbim, demek ki bu kitap düşünüldüğünde, akıl edildiğinde anlaşılıyor demektir. Muhkem ayetleri herkezin anlayamayacağını söyleyenler, akıllarını kullanmayanlardır. Allah hükmü yalnız ben veririm der ayetinde. Rahmanın hüküm vermediği, açıklık getirmediği hiçbir konuda da bizlerin konuşmasını, HARAM kıldığını çok açık söyler. Bunun tersini yapanların, yani Kur’an da hüküm vermediği halde, bunlarda Allah katındadır diyenlere, elbette Rabbimin çok ciddi bir ikazı vardır, onu da hatırlatmak isterim. Zümer 60: Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Bu ayeti ve Rabbimin bu sözlerini çok ama çok dikkatle düşünmenizi rica ediyorum. Allah ben Kur’an da söylemediğim, açıklamadığım halde, bunlarda Allah katındandır diyenlere, bakın neler söylüyor? Eğer hesap günü şaşırıp kalmak istemiyorsak, beşerin sözlerine değil, RABBİN SÖZLERİNE KULAK VERELİM. Son olarak bir ayet daha hatırlatmak istiyorum sizlere. Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. Bu ayeti okuduğumda doğrusu şunları düşündüm. Kur’an için bizler eğer, özet bilgi ve herkes anlayamaz dersek, bu kitabı anlayarak okuyup üzerinde düşünmezsek, acaba Kur’an bizlerin kalp gözlerimizi aydınlatıp, onun nurundan faydalanmamıza müsaade ederek, bizlere rehber, kılavuz olur mu? Yorum sizlerin. Allah çok açık ve net bakın Kur’an için yukarıdaki sözlerin söyleneceğini bildiğinden, birçok kez tekrar ederek, aklını kullanan kullarına neler söylemiş. Kamer 17: Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Kamer 22: Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Lütfen çok değil, birazcık düşünelim yetecektir. Beşerin öğretisi, Kur’anı herkes anlayamaz, onu büyük eğitimlerden geçmiş veli insanlar anlar diyor, ama bakın Yüce Rabbim ne diyor? Yemin ederek bu kitabı düşünen, aklını kullanan kullarına rehber olsun diye kolaylaştırdığını söyleyende Rabbim, sizce kime inanmak gerekir? Bununda yorumunu sizlere bırakıyorum, çünkü herkes kendi imtihanını yaşıyor ve kendisinden sorumludur. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ALLAH HIRSIZLIK YAPANIN ELLERİNİ KESİN Mİ DİYOR? YOKSA......
Kur’an öyle bir kitap ki, aklıyla ondan istifade etmeye çalışanlara, bir şifa, yol gösterici, rehber, aklını kullanmayıp, beşerin sözlerine delil aramak adına, hurafeleri geçerli kılmak için, kelimelerin ardına saklanıp bakanlara da, adeta yoldan çıkarıcı, saptırıcı daha açıkçası niyete, amaca, gönlüne göre hitabeden bir nur, eşi benzeri olmayan bir imtihanın rehberidir. Şimdi sizlere bir ayeti hatırlatmak, daha sonrada bu ayet üzerinde sizleri çok hassas, dikkatle hiçbir etki altında kalmadan, kur’an bütünlüğünde, düşünmeye davet etmek istiyorum. Çünkü bu ayete öyle anlamlar veriyoruz ki günümüzde, Kur’an ın özüne, yani bütününe ters düşüyor. Maide 38: Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan bir ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir. Gerçekten Allah bu ayette hırsızlık yapan kadın, erkek bizzat ellerini kesin diyor olabilir mi? Yoksa ellerini kesmek bir deyim olmasın sakın. Örneğin kur’an da geçen bazı deyimler vardır, ayaklarını kaydırdı, ayaklarımızı yere sağlam bastır, adaleti dimdik ayakta tutmak, kökünü kesmek, sağır kesilmek, kulak kesilmek, ardını arkasını kesmek, kökleri kesilmek, simsiyah kesilmek, ümidi kesmek. Kur’an bu yöntemi çok kullanır ve üzerinde düşünerek, Kur’an bütünlüğünde verdiği örnekler yoluyla, ayetleri anlamamızı sağlar. İşte imtihanımızın en zor kısmı da bu olsa gerek. Gelelim ayete. Bu ayette yazıldığı gibi, hırsızlık yapanların, kadın erkek ayrımı yapmadan ellerini kesin diyor olabilir mi Allah? Hiç uyarı yapılmadan, tövbe etmesine zaman tanımadan, pişman olmasına zemin hazırlamadan, hırsızlıkta yakaladığınız kişilerin ellerini hemen kesin diyor olabilir mi? Ayete dikkat edin çoğul anlamda, yani her iki elden bahsediyor. Eğer Allah hırsızlık yapanın gerçek anlamda elinin kesilmesini isteseydi, detay vererek şu şartlar oluştuğunda bir elini, bu şartlar olduğunda iki elini kesin diye, açıklama yapmaz mıydı rehberinde? Bu Kur’an adaleti ile kur’an ın anlatım, açıklama, hüküm verme şekline uyuyor mu? Düşünmeye başlamadan öncede, bu ayetin devamına bakalım, acaba Allah hırsızlıktan vazgeçip, tövbe edenler için nasıl bir açıklama getirmiş? Maide 39: Kim (bu) haksız davranışından sonra tövbe eder ve durumunu düzeltirse, şüphesiz Allah onun tövbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir. Lütfen şimdi düşünmeye başlayalım. Hırsızlık yapan bir insanın ellerini, ona mühlet vermeden, zaman tanımadan kestik. Bu insanda yaptığı bu yanlışı anladı, farkına vardı, Allaha tövbe edip vazgeçti. Allah bile ben tövbesini kabul ederim diyor. Bu durumda bu insanın tövbe etmesi, ellerini geri getire bilir mi? Elbette getirmez, bakın bu ayet ile bir önceki ayeti karşılaştırdığımızda, Maide 38. ayette geçen, ellerinin kesilmesi sözünden, bizzat ellerinin bıçakla kesilmesini anlarsak, devamındaki ayetle bütünlük arz etmiyor. Demek ki ellerinin kesilmesi bir deyim, benzetme, teşbih bu durumda, başka bir anlamı olmalı. Örneğin bugünde bizlerin kullandığı bir deyim vardır, ellerini ayaklarını kestiler. Bu sözün anlamı artık bizlere uğramıyorlar, gelmiyorlar, onlarla ilişkimiz kalmadı anlamındadır. Ne dersiniz yukarıdaki ayette geçen, ellerini kesin sözünden, başka bir şey anlatıldığı sizce de çıkmıyor mu ortaya. Gelin onu daha iyi anlamaya, netleştirmeye çalışalım, Rabbimin izniyle. Şimdi Kur’an bütünlüğünde düşünmeye devam edelim. Sizlere sormak isterim, Kur’anı anlayarak okuyan bir insan isek ve bu bilgiyi Kur’an süzgecinden geçirdiğimizde, şöyle bir soru sorsak kendimize ve desek ki; Zina yapmak mı daha büyük bir suç Allah katında, yoksa hırsızlık yapmak mı? Elbette bunun ayrımını yapmak bizlere düşmez, ikisi de suçtur. Bize düşen aklımızı ve mantığımızı Kur’an ışığında kullanmak olmalıdır. Hatırlayalım Nur suresi 2. ayetinde Allah ne diyordu? Nur suresi 2: Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüz sopa vurun; Allah'a ve ahi ret gününe inanıyorsanız, Allah'ın dininde (hükümlerini uygularken) onlara acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir gurup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun. Dikkat ediniz tıpkı, Maide suresi 38. ayette olduğu gibi, hem kadından hem de erkekten bahsediyor. Yani hırsızlık yapan ya da zina yapan erkek ve kadın diye başlıyor her iki ayet. Sizce hırsızlık yapan için ellerini kesin, zina yapanlar için ise, yüz kırbaç vurun hükmü arasında büyük bir fark görülmüyor mu? İki suç içinde Allah eğer vazgeçerler ve bağışlanma dilerlerse onları affedeceğini söyler bizlere. Bu durumda zina yapan, yanlışını anlayıp, bir daha bu suçu işlemediğinde kaybı belki vücudunda biraz acı, geçecek olan yara izleri, nefsinin ızdırabı, üzüntüsü olacaktır, ya hırsızlık yapanın tövbe edip bu yanlıştan vazgeçmesi halindeki durumu ne olacak dersiniz? Eller gitti, geride gelmesi mümkün değil. Dikkat ediniz Nur suresi 2. ayetinde kırbaçlanma konusunda sakın onlara acımanız tutmasın diyordu. Ayrıca ibret olsun diye bir toplumun huzurunda yapılmasını istiyordu. Eğer hırsızlık yapanın ellerini kesin sözünden, bizzat kesmeyi kast etseydi, aynı ikazı da özellikle yapmaz mıydı Rabbim bizlere? Hem ellerinin kesilmesine acımayın, hem de toplumun göreceği yerde yapında ibret olsun demez miydi? Ellerinin kesilmesi mi daha çok acınacak bir durum, yoksa bir insanın kırbaçlanması mı, ne dersiniz? Şimdide aşağıdaki ayeti anlamaya çalışalım. Mümtehine 12: Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlarını kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Yukarıdaki ayete bakalım. İman eden kadınların peygamberimize gelerek bir söz vermelerini, bir anlaşma yapmalarından bahsediyor. Ayete dikkat ediniz lütfen. Bu kadınların hırsızlık ve fuhuş yapmaktan uzak kalmaları konusunda sözleşmelerini, kabul et ve onlar için Allahtan bağışlanma dile diyor. Şimdide bu ayette geçen, şu cümle üzerinde lütfen sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. (elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek..) Bakın, başka bir deyim, benzetme. Elleri ve ayakları arasında bir iftira atmak. İşte kur’a nın anlatım şekli. Olmamış bir konuda kendi kafalarından uydurup, iftira atmak. Anlamaya çalıştığımız ayette geçen, hırsızlık yapanın ellerini kesin sözleri de böyle bir deyim olmasın sakın. Eğer gerçekten ellerinin kesilmesi emredilmiş olsaydı, bu konuda çok açık bir izah yapılmış olmalı değil miydi sizce? Örneğin el kesilme cezası nelerin çalındığında uygulanmalıdır. Hiçbir ayrım yapmadan mı kesilecektir. Tek elimi, çift elimi. Çünkü Allah ayetleri konusunda nasıl bir açıklama yapıyordu Kur’an da? Biz Kur’an da her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki, anlayasınız diyordu. Detaylı açıklamalar yaptığını söylüyordu. Bu durumda eğer Allah hırsızlık yapanın ellerinin kesilmesini isteseydi, bu konuda detaylı bilgi vermez miydi bizlere? Çünkü sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, her konuda örnekler verdim, Kur’an ın ipine sarılın diyordu bizlere. Sizlere bir örnek vermek istiyorum. Bizlere ulaşan rivayet bilgilere göre, Hz. Ömer in yaşadığı halkın kıtlık yıllarında, bu ayetin hükmünü askıya aldığı anlatılır. Bu emir, yani hırsızlık yapanın ellerinin kesilmesi emri, adaletli bir yaşamın hükmü oluştuğunda geçerlidir diye de açıklık getirilir toplum genelinde. Kur’an öyle bir kitaptır ki, Dünya durdukça ondan istifade ederiz, onun ışığından faydalanırız. Allah bu konuda açıklama yapmayıp, eksik mi hâşâ bıraktı da bizler, bu sözleri söylüyoruz? Hırsızlık yapanın Ellerinin kesilmesini istenseydi, bizim bugün söylediklerimizi zaten Allah apaçık, en ince detayına kadar rehberinde açıklardı bizlere. Şu ya da bu şartlar oluştuğunda hırsızın elini kesmeyin diye açıklık getirirdi. Fakat Kur’an da tek kelime dahi bu konu ile ilgili detay, açıklama yoktur. Bu durumda nasıl olurda hırsızlık yapanın, ellerini kesin diye anlarız. Şöyle bir düşünün şeriat ile yönetilen ülkelerde günümüzde bile, hırsızın ellerinin kesildiği örneğini duyuyor muyuz? Hz. Ömer kıtlık döneminde bu emri askıya aldı da, ondan sonra askıda mı kaldı Rabbin bu emri? Allahın koyduğu bir hükmü, hiçbir beşer ne askıya alabilir, nede kaldırabilir. Şartları Allah koyar, bizler uygularız. Allah gerektiği yerde açıklama yapmıştır, şu ya da bu şartlar oluştuğunda diye açıklık getirir. Hz. Ömer bu ayetten hırsızlık yapanın, ellerinin kesilmesi gerektiğini anlamış olsaydı, bu emri asla askıya alamazdı. Çünkü el kesilme emri verilseydi, şartlarının da konulması gerekirdi. Allah bir hüküm verince, onu en ince detayına kadar açıklar, örnekler verir. Allah verdiği hükümler konusunda bakın nasıl net açıklamalar yapıyor. Örneğin peygamberimize savaş açarak, bozgunculuk çıkaranlara neler yapılacağı konusunda, nasılda çok net açıklama yapıyor. Maide 33: Allah'a ve Resulü’ne karşı savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuğa çalışanların cezası, ancak öldürülmeleri, asılmaları ya da elleriyle ayaklarının çaprazca kesilmesi veya (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, dünyadaki aşağılanmalarıdır, ahi rette onlar için büyük bir azab vardır. Yukarıdaki ayet, Allah resulüne karşı savaş açanların durumu ile ilgili, ne kadar net açıklama yapıyor. Bir kısmı ölümü hak etmiştir, öldürülür diyor. İbret olsun diye ellerini ve ayaklarını çaprazlama kesin diyor. Ya da yine durumlarına göre sürgün edilebileceği açıklamasını yapıyor. Bu ayeti okuyan bir insan başka sorular soruyor mu? Çünkü birçok şartlarda insan var peygamberimize karşı savaşa giren. Her türlü alternatif sunulmuş. Peki, hırsızlık yapanın, kadın erkek ellerini kesin diye anlarsak, sorular aklımıza gelmiyor mu? Hemen soruyoruz kendimize, ne çalarsa çalsın kesilecek mi? Her iki el de mi kesilecek? Ona hiçbir hak tanımayacak mıyız, bu işten vazgeçmesi için? Bir ekmek çalanla, milyonları çalan aynımı olacak? Eğer böyle sorular sormaya başladıysak, hiçbir açıklamada yoksa bu ayeti doğru anlayamamışız demektir. Çünkü Allahın ayetlerinde ki sadelik, açıklık, örneklemelerle izah ve kolaylık en önemli özelliğidir. Bakın Allah bizlere, rehber olsun diye gönderdiği kitap için ne diyor. Kamer 17: Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Kamer 22: Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Acaba Allahın birçok kez yemin ederek, öğüt almak için kolaylaştırdığı kitapta, zina yapana yüz kırbaç vurun derken, hiç ayrım yapmadan, hangi konularda nasıl davranılacağı konusunda açıklama dahi getirmeden, onlara bir şans dahi vermeden, hırsızlık yapanın ellerini kesin der mi? Kur’an dan, Hz. Yusuf ve kardeşinin kıssasını hatırlayınız lütfen. Allah Kur’an da verdiği örnekleri, konuyu daha iyi anlamamız için verdiğini söyler. Kardeşinin yükü içine, kralın su tasını koyduğu ve bu kafileyi hırsızlıkla suçlamasından sonra, kardeşine verilen cezayı hatırlayınız. Bakın Allah Bu örnekleri bizlere boşuna vermiyor. Eğer hırsızlığın karşılığı ellerin kesilmesi olsaydı, bu örnekten çok açık anlaşılırdı. Burada Hz. Yusuf özellikle kardeşinin çuvalına, kendisinin koyduğu ve bunu neden gösterip, onun özgürlüğüne bedel istemesi, yani onu alıkoyarak göndermemesi, bir başka deyimle hiçbir yere gidemeyerek, ellerinin kollarının bağlanması, hatta Kur’an deyimiyle ellerinin kesilmesi, istediklerini yapamaz hale getirmesi, özgürlüğünün kısıtlanması, sizce çok açık anlatılmıyor mu, hırsızlığın bedelinin ne olduğu? Hz. Yusuf kıssasından, sanırım alacağımız büyük ders var bu konuda. Yusuf suresi 74. 75. ayette heybesinde kralın tası çıkıp hırsızlık ile suçlananlar, bakın bu suçun cezası nedir diye soruyor ve ne cevap alıyorlar. (Sordular: "Eğer yalan söylüyorsanız, hırsızlığı yapanın cezası nedir? "Cezası şu: Çalınan mal kimin yükünde çıkarsa yükün sahibi çalınan mala karşılık olacaktır. Biz zalimleri böyle cezalandırıyoruz.) Peki, bu sözler ne anlama geliyor? Hırsızlık yapan, çaldığı malın sahibine, kendisinin özgürlüğünü emanet edecek ve adeta elleri kesilmiş bir insanın durumu gibi, karşılık veremez halde itaat edecektir. Bir insanın eli, onun her şeyidir. En değerli varlığıdır. Her şeyi onunla yapar. Dikkat edin ayette tek eli demiyor, ellerini diyerek çoğul kullanıyor. Çünkü her iki el, bir insanın can damarıdır, iyi ya da kötü her şeyi onunla yapar. Polisler bile yakaladığı suçlunun iki elini bağlarlar. Bir insanı yaptıklarından dolayı durdurmak istiyorsanız ellerini bağlayın, onun özgürlüğünü kısıtlayın yeter. İşte ayette de bu anlatılıyor, hırsızlık yapanın ellerinin kesilmesi yani ona engel olunmasından bahsediyor. Buradaki ellerin kesilmesi de ancak Kur’an da geçen birçok ayette de olduğu gibi, bir deyimden başka olamaz. Hırsızlık yapan, yaptığı suçun karşılığını, hiç itiraz etmeden çaldığı malın sahibinden alacaktır. Allah Nahl suresi 126. ayetinde bizlere bir öğüt verir ve derki. Nahl 126: Eğer ceza ile karşılık verecekseniz, ancak size yapılan kötülüğün türü ve miktarı ile karşılık verin. Eğer sabrederseniz, elbette ki bu, sabredenler için daha hayırlıdır. Diyelim bir insan bizim bir miktar paramızı çaldı. Sizce Allah bu durum da, yukarıdaki ayet doğrultusunda düşündüğümüzde, bu çalan kişinin elinin kesilmesini istediğini söylüyor diyebilir miyiz? Yoksa bu hırsızlığa denk bir cezamı verin diyor? Onun özgürlüğünün kısıtlanması yani hapsedilmesi, ya da çaldığı malın ya da paranın iadesi gibi. Yine Rabbim bizlere verdiği örneklerde, kısasta sizler için hayat vardır der ve Maide suresi 45. ayetinde: (Kim kısası bağışlarsa, bu bağışlaması kendisi için günahlara bir perde olur.) Diye bizlere öğütte bulunur. Düşünün lütfen, haksız yere bir insan öldüren kişinin, kısas hükmü gereği en yakınının, onun ölümünü isteme hakkı vardır. Allah en kötü durumda dahi, onun canını bağışlayana ödül vereceğini söylüyorsa, sizce bu öğütlerde bulunan Rabbim, hiç ayrım yapmadan hırsızlık yapanın ellerini kesin mi der, yoksa onun ders almasını sağlayarak, bu işten vazgeçerek tövbe etmesi halinde, bağışlanmasını mı ister bizlerden. Bakın hırsızlık yapanın ellerini kesin diye anladığımızda, Kur’an ayetlerine, Kur’an ruhuna nasıl da ters düşüyor. Kur’an ayetleri akla, mantığa hitap eden bir rehberdir. Bu rehberi akıl ve mantık süzgecinden geçirmez isek, doğru anlamamızda mümkün olmayacaktır. Bizlere düşen Kur’anın hüküm vermediği, rivayetlerin etkisinde kalmadan, Rabbim bizlere neler söylüyor onu anlamaya çalışmalıyız. Çünkü imtihanımız elimizdeki kitaptan olacaktır, bunu da unutmayalım. Bu yazdıklarım benim Kur’an dan anladıklarımdır, yalnız beni bağlar. Sizlere düşen Kur’anı birçok kez anlayarak okuyup, Rahmanın önerdiği gibi, ayetler arasında bağ kurup, üzerinde düşünüp, akıl yürütüp, Rabbin adaletini de göz ardı etmeden, onu anlamaya çalışmak olmalıdır. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
BİZLER İNANCIMIZI İŞTE BÖYLE YAŞIYORUZ.
Geçen gün yeni bir yazımı sitelere eklemeye çalıştığımda, bir siteden yasaklandığımı gördüm. Yasaklanma nedeni olarak da aynen şu sözler yazıyordu. (Aşağıdaki sebepten dolayı yasaklandınız: “Benim emrettiğim veya nefyettiğim bir konu kendisine iletildiğinde, sakın sizden biriniz, koltuğuna yaslanmış olarak, biz onu bunu bilmeyiz, Allahın kitabında ne bulursak ona uyarız, işte o kadar derken bulmayayım. ( Ebu Davud) Evet, beni sitelerine girmemi yasaklamalarının nedeni olarak, peygamberimizin bu hadisinin olduğunu söyleyip, benim buna muhalif yazı yazdığımdan dolayı, yasaklandığımı yazmışlar. Önce peygamberimiz böyle bir söz söylemiş midir, gelin onu düşünelim. Eğer gerçekten söylediğine kanıt kur’an dan ve peygamberimizin kendi sözlerinden onay alırsak, ben büyük bir yanlış yapmışım demektir. Yok eğer bu hadis, kur’an dan ve yine peygamberimizin diğer hadislerinden onay almıyorsa, benim siteye girişimi bu nedenle engelleyenler, toplumun kur’an ile kucaklaşmasını engellemiş olacakları gibi, içimize sokulan hurafelerin temizlenmesine de engel olduklarını bilmelidirler. Bunun vebali ve sorumluluğu çok çetin olacaktır hesap günü. Benim her zaman hatırlatmaya çalıştığım, peygamberimizin bazı hadisleri vardır ki, bizlere çok önemli yol gösterir. Benden sonra, benim adıma söylenecek çok söz duyacaksınız, Bu sözleri KURAN İLE KARŞILAŞTIRINIZ ki, benim sözüm olup olmadığı hakkında delalete düşmeyesiniz. Her kim ki, ben söylemediğim halde bu sözü peygamber söyledi dese, BUYURSUN KENDİNİ CEHENNEMDEKİ YERİNE HAZIRLASIN. Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20 Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. İbni Hişam Siret 4 sayfa 332 Ne dersiniz, bu örnek hadisler, yazımızın başında, benim sitelerine yasaklanmama neden olan, peygamberimizin hadisidir diye naklettikleri düşünceye, sözlere ters düşmüyor mu? Onay alıyor mu peygamberimizden? Peygamberimiz, benim adıma uydurulacak sözleri kur’an ile karşılaştırınız ki, benim sözüm olduğunu anlayasınız diyecek, Allahın helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır, bunun dışında hiçbir hüküm vermediğini belirtecek açıkça, daha sonrada ben, kur’an ın dışından da, onun bahsetmediği hükümleri veririm, onlara da uyacaksınız diyecek, öylemi dostlar? İşin ilginci, benim yasaklanmama neden olan hadisi nakleden olarak aynı isim, yani Ebu Davud ismi var, tam tersi düşünceyi nakleden isimde aynı. Ne dersiniz hangisi doğru olabilir? Seçim sizin. Allah kur’an da Kefh suresi 26. ayetinde, Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz dediği halde, bizler Allahın elçisini hangi konuma getirip, İslam dininden nasıl uzaklaştığımızın farkında bile değiliz. Bakın peygamberimizin yalnız hangi kitaba uyacağını söylüyor Rabbim. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Değerli din kardeşlerim, biz neler söylediğimizin, kendimizce nasıl bir inanç yarattığımızı biliyor muyuz dersiniz. Allahın elçisi ben, bana vah yedilenden başkasına uymam diyor, bizler ise peygamberimizin uyduğu, Rabbin tebliği kur’an dışından da vahiylerin olduğuna inandırılıp onların peşine düşerek, bir bilinmezin kapısını aralama çabasında olduğumuzun farkında bile değiliz. Ankebut 18: Eğer siz yalanlarsanız, bilin ki, sizden önce bir takım milletler de yalanlamışlardı. Peygamberin görevi ise açık bir tebliğden ibarettir. Allah elçisinin görev ve sorumluluğunu çok açık ve net onlarca kez söylediği halde, bizler hala yanlış hurafe inançlarımıza, nasıl da kılıflar arıyoruz. Allah yunus suresi 109 ayetinde ne diyordu elçisine hüküm verme konusunda hatırlayalım. Yunus 109: Sana vah yedilene uy ve Allah hüküm verinceye kadar sabret. O, hâkimlerin en hayırlısıdır. Görüyor musunuz? Hüküm veren yalnız Rabbim olduğu çok açık değil mi? Yine Nisa 105. ayetinde Rabbim elçisine bakın toplumu hangi kitap ile hükmet diyor. Nisa 105: Doğrusu Biz sana gerçeğin ta kendisi olan kitap (Kur'an)'ı indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin. Sakın hainlerin savunucusu olma. Allah elçisine sana indirdiğimiz kur’an ile hükmet diyor, fakat birileri çıkıp, peygamberimizin kur’an dışından hükümlerinin olduğunu söyleyerek, kur’an da adeta çelişki yaratmaya çalışıyorlar. İşte bunları yapanların, yani Rabbim e ve elçisine iftira atanların, hesap günü yüzleri kapkara olacağını, Allahın onların yüzlerine asla bakmayacağını söylüyor. Tabi ebedi gidecekleri yerin neresi olduğunu, söylemeye gerek yok sanırım. Allah bu ve buna benzer şeylerin olacağını bildiği için, çok açık uyarısını yapıyor ve bakın ne diyor. İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Hakkında emin olamayacağımız bilgi, neler olabilir dersiniz? Elbette Rahmanın koruması altında olan kur’an ın dışındaki bilgiler. Ona uyan her bilgi, ondan onay alan her konu, bizlerin başının tacıdır. Günümüzdeki mezhepleri düşünün. Bazen aynı konuda dört farklı hadisten bahsedilir, hepside farklı. Peki, hangisi peygamberimizin sözüdür. Bunu nasıl anlayacağız? İşte kur’an hükümlerinden başka hükümler ararsak, sonucu meçhul bir yöne doğru gideceğimizi unutmayalım. Sorduğumuzda her mezhep kendi inancının doğru olduğunu söylüyor, en kötüsü hiç kimse bu bilgilere kur’an dan onay almayı ve en doğru bilgiye ulaşmayı dahi düşünmüyor. Şimdi vereceğim ayet, acaba elçisinin kur’an dışından da hükümler koyup, tebliğler yapmasına izin veriyor mu dersiniz? Acaba elçisinin nereye sarılmasını istiyor Rahman? Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Zühruf 43: Sen, sana vah yedilene sımsıkı sarıl! Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Bakın ne kadar açık her şey. Allah elçisine, sana indirdiğimi tebliğ et diyor. Bunu yapmazsan görevini yapmamış sayarım diye de ekliyor. Şimdide şunu düşünelim. Allah elçisine benim hüküm vermediğim konularda da sen hüküm verebilirsin diyor mu, birde ona bakalım. Hakka 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45- Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Lütfen ayet üzerinde çok dikkatle düşünelim. Allah elçisi için, biz söylemediğimiz halde, bunlarda Allah katından hükümlerdir demiş olsaydı, onun canını alırdık diyor. Peki, bizler bu ayetleri bu kadar açık seçik gördüğümüz halde, peygamberimizin kur’an dışından da hükümleri, yasakları vardır, buna uymayanları sakın bulmayayım der mi? Der diyenler, çok iyi düşünmelidir derim bende. Son olarak bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Bakın rabbim hesabın görüleceği gün bizleri nereden sorumlu tutacağını söylüyor. Sizce bunu söyleyen Rabbimin ayetini tebliğ eden elçisi, yazımın başında benim yasaklanma nedenim olarak verilen hadisi doğruluyor onaylıyor mu, yoksa bunu söyleyenler buna iman edenleri, iftiradan dolayı cehennem mi bekliyor, ne dersiniz? Doğrusunu Rabbim bilir, bizlere düşen kur’an a sarılıp, onu anlamaya çalışmak olmalıdır. Hesabın görüleceği gün, tüm gerçekleri göreceğiz. Hepimiz kendi imtihanımızı yaşıyoruz, elbette imtihan olduğumuz kitabın kur’an olduğunun tebliği de çok açık. Yorum ve karar sizlerin. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
SORUNLARI ÇÖZERKEN YAPTIĞIMIZ YANLIŞLAR.
Bizler her nedense sorunlarımızı çözmede yöntem olarak, hem kavgayı seçmişiz, hem de sorunlarımızın cevabını kendi yöntemlerimizle, almaya çalışıyoruz. Ondandır ki bir birimizi de dinlemez olmuşuz. Hâlbuki yöntem bellidir. Allah kur’anı sizlere açık ve anlaşılır, her konuda örneklerle dolu, rehber olsun diye gönderdim diyorsa, danışacağımız yer bellidir. Bizler Allahın rehberine, orada her şey yoktur, özet bilgiler içerir, kur’anı herkes anlayamaz, kur’anı anlayabilmemiz için şu ya da bu kişinin kitaplarını okumalıyız diyerek, toplum ile kur’anın arasına beşeri soktuğumuz sürece, sorunlarımıza da gerçek, kökten, doğru çözümler bulmamız mümkün olmayacaktır. Allah bile elçisine, tebliğ etmek sana, hesap sormak bana düşer derken, bizlere çok şeyler anlattığının farkında olmalıyız. Sayın Mehmet Şevket Eygi köşesinde, kendi fikri doğrultusunda karşılaştığı sorunları çözmek adına, ulema şurası toplanmalıdır derken, gördüğü yanlışları çözme yöntemi de, elbette kendi düşünce ve inancının yansımasıdır. Toplamak istediği şurayı tarif ederken de, bakın bu şura üyelerinin özelliklerini nasıl saymış. Önce şura üyelerinin şartlarını sayayım: (1) İcazetli âlim, fakih ve müftü olacak. (İcazetsizler katılamaz) (2) İslam’ı yaşayan, sahip oldukları bilgileri hayatlarına aksettirip uygulayan ahlaklı ve faziletli kimseler olacak. (3) Reformcu, mezhepsiz, ılımlı İslamcı, dinde yenilik ve değişim taraftarı, BOP’çu, Fazlurrahmancı, Kemalist olmayacak. (4) Cumhur-i ulema yolundan gidecek. (5) Sevad-ı Azam dairesi içinde bulunacak. (6) Halkın güven, hürmet ve sevgisini kazanmış olacak. İşte Sayın Eygi nin şurasının özellikleri. Bizler eğer din kardeşlerimizi karşımıza alıp, onları adeta düşman, hasım gibi görürsek, bırakın sorun çözmeyi, sorunlar yumağını ellerimizle sarmış oluruz. Sayın Eygi yazısında bazı sorular yazmış ve bu soruların cevaplarını toplamak istediği şuranın vermesini istiyor. Ne kadar güzel, şartları ben koyarım, benim imanım ve inancım gibi iman edeceksiniz, kararları da benim inancım doğrultusunda ki şura heyeti verecek. Karşımdaki düşünceye, inanca yer yok zihniyeti. İşte günümüzdeki inanç anlayışımıza çok çarpıcı örnek. Ne yazık ki her mezhep ya da tarikat, aynı düşünceyle hareket ederek, kardeşkanını akıtmaktan bile çekinmiyorlar. Sayın Eygi, gördüğü sorunları, yine kendi yöntemi ve kendi fikri doğrultusunda kişileri toplayıp, bir araya getirerek, çözmenin yolunu gösteriyor. Acaba önerdiği yöntem doğrumu? Aslında hiç şaşırmadım, bu yanlış günümüzde çok yapılıyor. Sorduğu soruların cevabını önerdiği, kendi ölçütlerinde toplamak istediği kişilere sormak yerine, Rahmanın rehberine sormayı deneseydi, bence kesin ve net cevapları zaten alırdı. Çünkü Allah hiçbir eksik bırakmadım diyor rehberinde ve her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyorsa, bizlere düşen bu sözlerin üzerinde iyice düşünmek olmalıdır. Çünkü bizlere iyice düşünün, akıl edin demiyor mu zaten Rabbim? Kur'anı gereği gibi okuyanın gönül gözünü açıp, tüm gerçekleri göreceğini söyleyen Rahman a, lütfen kulak verelim. Sorunlarımızın çözme kaynağını beşer olarak göstermeyelim, kaynak Rahmandır onun nuru kur’an dır. Beşer şaşar, şaşmayan yalnız Rabbimdir. Kur’an a sarılın o sizi bana ulaştıracak diyorsa, o kitap ta cevabı olmayan hiçbir konu olamaz. Hatırlayınız peygamberimize bazı sorular sorulduğunda, Rabbim sabret sana o konudaki hükmümü ben vereceğim diyerek, birçok örnekler veriyor bizlere. Bu ayetlerden demi hiçbir ibret almıyoruz? Sayın Eygi Kendisince, şura üyelerinin şartlarını sayarken bile, toplumun birçok kesimini karşısına alıyor. Onları adeta küçümseyerek kendisini de temize çıkarıp, en iyi en doğru inanç benim inancım, düşüncem dercesine, sorunlara çözüm öneriyor. Bu çözüm yolu, ortaya yolu izleyen bir ümmet olun önerisinde bulunan, Allahın rehberine sizce uyuyor mu? Gerçekten Sayın Eygi, günümüz politikasının içler acısı halinden örnekler vermiş yazısında. Şikâyette bulunuyor yapılanlardan. Acaba bu içler acısı halin bir başka yüzünü, olayların kökenini bizler zaten İnancımızın, imanımızı yaşayışımızın içinde yaptığımız yanlışlarla, tüm bunlara zemin hazırlamıyor muyuz? Sayın Eygi nin kendi kıstasları içinde toplayıp, çözüm getirmeye çalıştığı soruların doğru cevaplarını, topladığı şurada alabileceğinden bu kadar nasıl emin olabiliyor? Yoksa bu önerdiği yöntem, sorunlara bir sorun daha mı ekler dersiniz? Yorum sizlerin. İşte bizlerin sorun çözme yöntemi. Birileri dindar liderlerimiz olduğunu söylemişti hatırlayınız. Acaba o dindarlık kıstasları, ölçüsü hangi şurada belirlendi dersiniz? İşte bizler Rabbin rehberinden uzak, beşerin menfaat içerikli inancı ile yaşamaya devam ederde, edindiğimiz velilerin yarattığı itikatlarla hayatımızı, yaşamımızı yönlendirirsek, içimizden çıkacak liderlerden de şikâyet etme hakkımız olmayacaktır. İmamı Azam Ebu Hanife yi hatırlayınız, zamanın yöneticilerinin, kendisine vermek istedikleri görevi almama nedeninin üzerinde dikkatle düşünmeliyiz. Beşerin hükümleri ile iman yönlendirilemez. İman, Rahmanın hükümleri ile yönlendirilir, şekillendirilir ve karar verilir. Oda şükürler olsun elimizin altında dimdik, apaçık duruyor. Kullarım gelsin de ondan istifade etsin diye. Ama bakan yok, çünkü toplumun kur’an ile ilişiği kesilmiş, beşerin hükümlerine itibar edilir olmuş. Birbirimizin ardından sözler söyleyip, kendi zihniyetimizi düşüncemizi, en doğru kabul edip, kavgaya devam ettiğimiz sürece, bu ülkede ne huzur buluruz, nede bir arpa boyu yol gideriz. Birbirimize düşürülmüş, kardeşkanı içmekten hoşnut olan bir toplum olduğumuzun farkında bile değiliz. İnancımızı Rahmanın rehberi ile şekillendirmek yerine, beşerin şekillendirmesine izin verdiğimiz sürece, bu kardeş kavgası yıllar boyu sürer gider. İslam düşmanlarını da, içimize ektiklerini biçmenin mutluluğuyla, mutlu etmiş oluruz. Bizler Rahmanın sakın bölünmeyin sözlerini kulak arkası ettiğimiz sürece, tek bir yumruk olmamız mümkün değildir. Bizler Rabbin rehberinden gereği gibi istifade etmeden, hala birilerine sorular sorarak cevap alma yolunu seçiyor da, rabbin rehberine danışmıyorsak, elbette onun nurundan da istifade edemeyiz. Peygamberimiz mahşer günü, benim ümmetim kur’an ı devre dışı bıraktılar diyecekse, bu ayetin üzerinde çokkkk ama çok düşünmediğimiz sürece, gerçekleri de görmemiz mümkün olmayacaktır. Rahman yardımcımız olsun. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
GENEL SEÇİMLERE GİDERKEN.
Çok yakında ülkemizde genel seçimler olacak. Ülkemizin gelecek dört yılını şekillendirecek, bizleri yönetecek yöneticilerimizi seçeceğiz Allahın izniyle. Ülkemiz demokrasi ile yönetilen bir yönetim şeklini benimsemiştir. Demokrasi hepimizin bildiği gibi, kısaca halk idaresi demektir. Devlet politikasını şekillendirmede, halkın her ne inançta olursa olsun, eşit hakka sahip olduğu yönetim şeklidir. İnsanlar inançlarından, düşüncelerinden dolayı asla kınanamaz, inançları kısıtlanamaz. Bu demokrasinin temel prensibidir. Elbette bu prensibin ülkemizde ne oranda hayata geçirildiği tartışılır. Demokrasi anlayışımızı kendimizce şekillendirmek yerine, her inanca ve fikre aynı oranda yaklaşarak, özgürce gerçek demokrasi örneğini hayata geçirmeliyiz. Dünya üzerinde gelmiş geçmiş yönetimler, demokrasiyi her zaman kendilerince şekillendirip, süsleyip halka sunmuşlardır. Yani kendi demokrasilerini kendileri yaratmışlardır. O ülkelere baktığımızda günümüz hariç hepsi ya krallıklarla yönetilmiş, ya da onun benzeri despot yönetimler hüküm sürmüştür. Hâlbuki gerçek demokrasi, halkın kendi kendisini yönetmesi ve kendi yöneticisini seçmesini bizzat bizlerin rehberi kur’an önermiştir. Kur’an bizlerin daha huzurlu, daha mutlu yaşamamız için bizlere yol gösterir, peki bizler bunun farkında mıyız? Hiç sanmıyorum. Çünkü kur’an ile toplumun arasına girilmiştir. Allahın elçisi hesap gününde, benim toplumun kur’anı devre dışı bıraktılar diyeceği uyarısını, kur'an da yapmıyor mu bizlere? Allah sizleri yönetenleri sizler aranızdan seçmelisiniz diyor, peki peygamberimizden sonra gelen yönetimler ve günümüzde bazı İslam ülkeleri, hala bu ayeti görmüyorlar mı? Elbette görüyorlar, ama işlerine gelmiyor. İşte rabbin ayetlerinin bu yöntemle onlarcasının üzeri örtülmekte ve görmezden gelinmektedir. Bunu yapan toplumların huzur bulması da elbette düşünülemez. İslam ın merkezi saydığımız Suudi Arabistan halkı, ne yazık ki Rahmanın bu emrini yaşayamıyor, peki neden? Yorum sizlerin. Bizler bu gerçeği çok şükür Atatürk ün sayesinde görebildik. Yoksa kendi yöneticilerimizi hala seçemeyen bir toplum olarak devam edecektik. Geçmişte içlerinden bir Atatürk çıkartamayan İslam ülkeleri daha yeni uyanıp, yöneticilerine isyan bayrağını çekmeye başladılar. Kendi yöneticilerini seçme hakkını istediklerini haykırdılar. İnşallah bu arzuları gerçekleşir. Yakında seçim var ülkemizde. Seçim telâşesin de liderlerin birbirlerine nasıl sözlerle hitap ettiğine, birbirlerini nasıl suçladıklarına, üzülerek hepimiz şahit oluyoruz. Birbirlerini karalamak adına, basında çıkan haberler, gizli kayıtlar adeta daha önceden hazırlığı yapılmış, çirkin bir çalışmanın, planın ürünü olduğu izlenimini veriyor bizlere. Kanunların kişilere göre esnetilip, görmezden gelindiği bu ortamda yapılacak seçimlerin sonunda, acaba bizlere ne kadar huzur ve mutluluk getirebilir dersiniz? Her şeyi göze alıp, işimize yarayan her delili mubah sayarak, ne olursa olsun mantığıyla seçilmeyi istemek, acaba bizlerin inancına uygun bir yöntem midir? Allah elçisine dahi yönetimde, şuraya git yani bir iş yaparken bilenlere danış diyorsa, bizleri yönetenlerin kalkıp ta bilenlere hiç danışmadan, araştırmadan sırf kendi nefisleriyle hareket edip, toplumu yönetmeye kalkması, kur’anın öğretisine asla uymaz. Devlet yönetimi ciddiyet ister, araştırmadan kanun çıkartıp, daha sonra kusura bakmayın, yanlış oldu diyerek düzeltilmez. Bu arada haksızlığa uğrayanların vebalini de yüklenmek, büyük sorumluluktur. Önemli konularda Allah yöneticilere seslenerek, şuraya gidin sözüyle, toplumda bir birliğin, beraberliğin sağlanmasını istediği, çok açık değil midir sizce? Seçim kampanyalarını televizyondan doğrusu izlemek bile istemiyorum. Birbirlerine hitap edişte kullanılan üslup, davranış bundan elli sene önce ailelerin velilerin çocuklarına izletmemeleri gereken sözler ve davranışlar olduğuna inanıyorum. Peki, ne oldu bizim toplumumuza da, tüm bunları normal karşılayıp, hiç tepki vermeden adeta macera filmi seyreder gibi seyrediyoruz. İşte kokuşmuşluğun, yozlaşmanın içimize nasıl girdiğinin kanıtıdır tüm bunlar. İçimize nifak sokanlar, meyvelerini alıyorlar. Bu işi çok iyi başardıkları belli oluyor. Acaba bizler kendimizi yönetecek kişileri, seçme özelliğine sahip miyiz toplum olarak. İşte bu soruya eğer doğru cevap bulabilirsek, doğru tespitte bulunursak, sanırım bizlerde doğru yöneticilerimizi seçebiliriz. Doğru bir seçim yapabilmemiz için, önce düşünmeyi, yani aklımızı devre dışı bırakmamamız gerekir. Eğer düşünmeden özgürce oyumuzu kullanmayıp, sırf birilerinin isteği, işareti doğrultusunda, topluca seçme hakkımızı kullanıyorsak, buna seçme özgürlüğü, yani demokrasi değil, ancak güdülenmiş bir toplumun, sonucu belli olmayan hareketleri diyebiliriz. Güdülenmiş toplumlar, yaptıkları eylemlerin büyük çoğunluğunun farkında değildir. Genelde öne çıkarılan gözle görülen, toplumun istediği hoşuna giden konularıdır. Fakat güdülenen toplumlar, asıl amacın ardındaki niyeti asla bilemezler. Bu yol ve yöntem toplumları huzura ve mutluluğa götürmeyeceği gibi, tehlikeli sonuçları da olacaktır. Yakında yapacağımız seçime, toplumumuz acaba bu konuların farkında olarak mı giriyor. Bunun bilincinde mi halkımız? Doğrusu yorum yapmak istemiyorum. Hepimiz şunu unutmamalıyız, bu konularda da Rabbimin imtihanından geçtiğimizin, bilincinde olmalıyız. Yaptıklarımız geleceğimizin teminatı olacaktır. Bizleri yönetmeye aday kişileri, futbol takımı tutar gibi değil, bu konuda ehil olanları seçmeliyiz. Çünkü Allah kendinizi yönetecekleri, ehil insanlardan seçiniz diyorsa, düşünmeden yapacağımız yanlışların sonucuna da, katlanmasını bilmeliyiz. Rabbimden dileğim önümüzdeki seçimler, aklın ve mantığın öne çıktığı, güdülenmeden özgür irademizle vereceğimiz bir kararın, aydınlık sonucu olur inşallah ülkemize. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK