Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

Ana ekranınızda anlık bildirimler, rozetler ve daha fazlasıyla tam ekran uygulama.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

halukgta

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

halukgta tarafından postalanan herşey

  1. İslam toplumuna Yahudiler ve Hıristiyanlar, kendi inançlarını öyle bir sokmuşlar ki, hiçbir şeyin farkında bile değiliz. Bunun en büyük nedeni ise elbette, inancımızı yaşarken, Kur’an ı ve aklı devre dışı bırakmamız, rivayet ağırlıklı bir inanç yaşamamız, büyük etken olmuştur. Bizler Allah ın ayetlerini anlayarak okumadığımız için, Kur’an ın nuru ile buluşamıyor, onun aydınlığından istifade edememenin acısını da, elbette çekiyoruz. Çünkü Kur’an ile aramıza engeller koymuşuz. Sizlere inancımıza sokulan, hurafe bir geleneğimizi hatırlatmak istiyorum önce. Bir kadın yeni doğum yaptığında, yani loğusa döneminde 40 gün yalnız bırakılmayacağına inanılır. Loğusa kadına kötü ruhların, karabasan adı verilen yaratıkların zarar vereceği anlatılır. Buna toplumlarda farklı isimlerde verilir. Yine batıl inançlar arasında, akşamları özellikle yeni doğan çocuk bezleri dışarıya asılmaz, ya da tam tersine, gündüz dışarı asılmaz şeklinde inançlar vardır. Her bölgede değişik itikatlar olup, bir kısmında ise, loğusa kadının ve çocuğun yanına Kur’an, bıçak, türü şeylerde konmasıdır. Peki, nedir bunun aslı hiç düşündünüz ya da araştırdınız mı? Önce olaya bilimsel açıdan bakalım kısaca. Gerçektende loğusa kadın ve yeni doğmuş bir çocuğu, belirli bir zaman yalnız bırakmamak, tıbbi açıdan gereklidir. Kadının doğum sonrası oluşacak psikolojik durumları, ya da tıbbi açıdan, ani çıkacak rahatsızlıklara karşı bir sigortadır, loğusa kadının yalnız bırakılmaması. Şimdide yazımızın başında bahsettiğim, geleneklerimize girmiş olan, asıl konuya bir göz atalım. Kötü ruhlardan korumak, loğusa kadına zarar verecek bir görünmezden bahsedilmesi, loğusa kadının yanına konan kesici aletler, akşam olduğunda bebeğin bezlerinin dışarıya asılmaması, ya da tam tersine gündüz asılmaması itikatları, nereden geliyor ve ne anlam taşıyor? Ne yazık ki bu batıl inanç, Yahudi ve Hıristiyanların, tıpkı bizlerde olduğu gibi, Allah ın hiçbir ehli kitabında yazmadığı halde, inanılan hurafe itikatlardan girmiştir bizlere de. Bu konuda birbirinden çok farklı hurafe inançlar anlatılır. Bu inanışlara birçok kaynakta gösterilir. Fakat asıl nedeni, aşağıda inanılan hurafe bir dini inanıştan kaynaklanmaktadır. Lütfen dikkatle okuyalım. (Lilith Musevilik ve Hıristiyanlık inançlarında Âdem'in ilk eşidir. Tevrat’ın ilk bölümü olan Yaradılış bölümünün 1. Babı’nda Âdem ile beraber bir dişi yaratıldığından, 2. Bölümde ise Âdem'in kaburga kemiğinden bir dişi yaratıldığı yazılıdır. Tevrat'ta açıkça yer almamasına rağmen; birçok Musevi dini kaynağı 2. Bölümde sözü geçen dişinin Âdem'in 2. karısı olduğu, birinci bölümdekinin ise ilk karısı olan Lilith olduğuna inanırlar. İnanışa göre Lilith, Âdem ile aynı zamanda ve aynı anda yaratıldıklarından Âdemin kendisine eşit olduğu görüşündedir. (Tarihin ilk Feministi) bu sebeple de Âdem'e tabi olmayı şiddetle reddeder Tanrı'ya asi olur ve cennetten uzaklaştırılır. Bundan sonra Tanrı Âdem'in kaburga kemiğinden Havva'yı yaratır, Havva sonuçta erkeğinin bir parçasından yaratıldığından ona tabi olur. Âdem ile Havva ilk günahı işleyip cennetten kovulduktan sonra, çocukları olur Lilith bunu kıskanır ve bundan sonra âdem oğullarından doğacak her bebeği öldürmeye yemin eder. İnanışa göre kötü bir ifrit haline gelen Lilith gece hava karanlıktan sonra yeni doğum yapmış evlere girerek lohusa kadınların bebeklerini boğmaktadır. Bu sebeple günümüzde bazı Museviler arasında bir adet olarak, Lohusa kadın akşamları evde yalnız bırakılmaz ve akşamları çamaşır ipinde çocuk bezi bırakılmaz, çünkü bunları gören Lilith'in o evde çocuk olduğunu anlamasından endişe edilir.) İşte Yahudi nin, Hıristiyan’ın batıl inancı, böyle içimize girmişte, bizler farkında bile değiliz. Bunlar ne ki, daha o kadar batıl inanç var ki inancımıza giren, çıkar çıkarabilirsen. O kadar kanıksanmış, kabullenilmiş ki batıl ve hurafe inançlar, Rabbim affetsin ama Allah ın ayetleri ne yazık ki göz ardı edilmiş, görmezden gelinmiş. Allah ın rehberinden sapan bizler, beşerin yarattığı hurafe bir inancın peşi sıra, hiç düşünmeden koşup duruyoruz, hiç sorgulamadan. Allah ın, sizlere rehber olsun diye gönderdim dediği rehbere, FURKAN a danışmadan yaşayıp gidiyoruz. Çünkü rivayetler Kur’an ın önüne geçmiş. Dinimizi Kur’an a göre değil, rivayetlere göre yaşar olmuşuz. Rivayetleri Kur’an a göre anlamak yerine, Kur’an ı rivayetlere göre anlamanın yolunu seçmişiz. Elbette bu yolu izlediğimiz içinde, bizden önceki cahiliye dönemin düştükleri hatalarına, düşmekten de kurtulamıyoruz. Peygamberimizin ümmeti olduğunu iddia eden büyük bir çoğunluk, Kur’an ı ne yazık ki devre dışı bıraktı. Sanırım mahşer günü, peygamberimizin söyleyeceği o üzücü sözler gerçek oldu. Rabbim yardımcımız olsun. İşimiz çok ama çok zor. Furkan 30: Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  2. Bizler Kur’an ı anlamaya çalışırken, eğer nefsimizin esiri olarak, beşeri itikatlarımıza delil aramak adına bakıyorsak, ondan doğru bilgiyi almamızda asla mümkün olmayacaktır. Çünkü Allah bizlere, niyetlerimize göre cevap verecektir. Kur’an da Nisa suresi 3. ayette geçen, bazı kelimeler öne sürülerek, Allah bir erkeğin dört eşe kadar evlenmesine izin veriyor denmektedir. Gerçekten Allah, birden fazla eşle evlenmemizi öneriyor mu, yoksa zaten Kur’an ın indirildiği dönemde yaygın olan çok eşliliği, Allah indirdiği ayetleriyle, düzene mi sokmaya çalışıyor? Gelin bu konuyu Kur’an bütünlüğünde, ayetler üzerinde düşünerek anlamaya çalışalım. Nisa suresi 3. ayeti daha iyi anlayabilmemiz için, bir önceki ayeti de yazalım ki, ayetler özellikle kimlerden ve ne maksatla bahsedildiği daha iyi anlaşılsın. Nisa 2. Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla (helâli haramla) değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır. Nisa 3. Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın.Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o takdirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. Nisa 2 ve 3. ayete baktığınızda, ilk önce bahsedilen konu yetimler ve bu yetimlerin ailelerinden kalan malları ile ilgili açıklamalar yapılıyor. Dikkat ederseniz, belki savaşlardan belki de başka nedenlerden dolayı, anne ve babalarını kaybetmiş ve onları koruma altına alan kişilerin durumlarından bahsediliyor, ayetlerin ilk bölümü. Sakın yetimlerin mallarını, kendi mallarınıza katmayın diyor Allah. Onların malları için onlarla evlenmeye kalkarda, adaletsiz bir durum yaratırsanız, bu yanlış bir yol olur diyor bizlere. Adaleti koruyamama şüphesi varsa eğer, yetimlerle değil, size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın.Bu sözleri söyledikten sonrada bakın ne diyor Rabbim. Eğer adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o takdirde bir tane alın. Şimdi bu durumda siz nasıl bir mantık yürütürsünüz ve bu ayetten ne anlarsınız? Allah birden fazla evliliği yasaklamıyor bu açık. Eğer birden bire yasaklamış olsa, toplumun neredeyse tamamının böyle bir evlilik yaptığı ortamda, sizce bu yasak nasıl karşılanırdı toplum tarafından? İşte Kur’an ın güzelliği ve toplumu ikna ile eğitim şekli. Ayette özellikle yetimlerin mallarının korunmasından bahsediyor ve üzerinde dikkatle duruyor. Toplumun geleneklerinden olan, birden fazla evlilik konusunu düzene sokmak için, birden fazla evliliği yasaklamadan, fakat topluma en doğru evliliğin önerisini yaparak, en adaletli evlilik yoluna doğru yönlendiriyor. Evlilikte adaleti ön planda tutmamızı söylüyor. Allah ın Önerisi de çok açık, adaletin olduğu tek eşli evlilik. Allah Nisa suresi 129. ayetinde bizleri birden fazla evlilik için, bakın nasıl uyarıyordu ayeti hatırlayalım. (Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, kadınlar arasında adaleti yerine getiremezsiniz.) Allah bunu söylerken, acaba bizlere ne anlatmak istiyor, işte burası önemli. Bizler eğer nefsimizin etkisiyle, Kur’an dan delil arıyorsak, buluruz ve deriz ki, bakın Allah çok eşliliği yasaklamamış. Doğrudur yasaklamamıştır, ama Allah bu konuda bizlere en güzel yolu göstermiş ve önerisini de yapmıştır. Allah ın önerisi adaletin sağlanabildiği, tek eşliliktir. Sizce bizler adaletin asla sağlanamayacağı, bir evlilik yaparak mı mutluluğu huzuru buluruz, yoksa adaletin sağlanabileceği tek eşliliği seçerek mi huzurlu ve mutlu bir yuva kurarız? Elbette Allah seçimi bizlere bırakmıştır, ama doğru yolu göstererek. Örneğin nisa suresi 3. ayetin sonunda, tek eşle evlenin dedikten sonra, o devrin bir gerçeği olan, bir öneride daha bulunuyor Allah, şimdide ona bakalım. (veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. ) Dikkat ederseniz Allah ayette, adaletin sağlanması için tek eşliliği önerdikten sonra, sahip olduğumuz cariyelerden bahsediyor. Peki, şimdi cariye diye bir şey var mı? Madem Allah birden fazla evliği yasaklamamış ve Kur’an da var, ben de diyorum ki cariyede geçiyor, bende cariye almak istiyorum. Diyebilir miyiz? Daha da dikkat çekici olanı, ayetin sonunda Allah ın önerdiği güzelliğe bakar mısınız ne diyor Rahman bizlere. Tabi gören gözler, duyan kulaklar için. (Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. ) Bakar mısınız lütfen Allah ın önerisine. Neymiş daha uygun olanı? Tek eşle evlenmek sizler için daha uygundur dediği halde bizler, hala nefsimizin etkisiyle nelerin peşinde gidiyoruz ve neler söylüyoruz. Allah çok eşliliği yasaklamamıştır, çünkü çok eşlilik gerektiğinde lüzumu olduğunda, kullanılması gereken bir ruhsattır, izindir. Dünya ülkelerinde savaşlar ve hastalıklar sonucunda, kadın erkek dengesinin bozulması durumlarında, kadının korunması adına, zaten ülkeleri yönetenler tarafından, birden fazla evlilik bazen özendirilmiş ve uygulanmıştır. Allah Kur’an ın indirildiği devirde yanlış olan, toplumun alışık olduğu birçok konuyu birden yasaklamamış, indirdiği ayetlerle, öneriler ve tavsiyelerle, zamana yayarak kalkmasını sağlamıştır. Örneğin kölelik, cariyelik gibi. Bugün diyebilir miyiz Kur’an da kölelik, cariyelik geçiyor, Allah yasaklamamış, hatta onlarla ilgili birçok hüküm de var Kur’an da. Kölelik, cariyelik geri gelmelidir, diyen var mı aramızda? Çok eşliliğin Kur’an da yeri var, onun için serbesttir diyenlere sormak istediğim bir soru var. Kölelik ve cariyelikte Kur’an da geçiyor ve yasaklanmıyor. Hatta kanunlarla düzene sokuluyor. Acaba çok eşliliği savunanlar, geri gelmesini isteyenler, kölelik ve cariyeliğinde serbest bırakılmasını isteyebiliyorlar mı? Eğer bunu söyleyemiyorlarsa, şunu dikkatle tekrar düşünmelidirler. Allah Kur’an ın indiği devrin gerçekleri olan, çok eşlilik, kölelik ve cariyelik konusunu, zamana yayarak indirdiği ayetleriyle, en güzel yaşamın tavsiyelerini yaparak, bizleri Kur’an ile imtihanımızla baş başa bırakmıştır. Allah ın rehberine, onun tavsiyelerine uyan toplumlar mutluluğu bulmuşlardır. Kur’an ı yeterli görmeyen, orada her şeyin olmadığını söyleyerek, beşerin rehberliğiyle, hakkı batılla karıştıranların ne halde olduğunun örneklerini, ne yazık ki üzülerek izlemekteyiz. Kur’an bizlere en güzel yol ve yöntemleri, önümüze sunmuştur ve imtihanda olduğumuzu hatırlatarak, doğru yaşamanın şifrelerini vermiştir. Bizlere düşen o basit şifreleri, nefsimizin ve beşeri ihtiraslarımızın etkisi altında kalmadan, Allah ın rehberinden bulup çıkarmak olmalıdır. Elbette buda imtihanımızın en önemli bölümü olsa gerek. Tekrar hatırlatmak istiyorum, Rabbin önerisini. Allah tek eşlilik konusunda şu cümleyi bizlere söylediyse, sizce bu konuda ki son nokta ne olmalıdır? Karar ve seçim sizlerin. (Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. ) Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  3. Ülkemizde bir şeyler oluyor, sessiz ve derinden. Toplum yaratılmak istenen, çok farklı bir düzene hazırlanıyor. Birileri öyle güzel planlar yapmış ve bu görevlerini uygulamaya başlamışlar ki, adeta yılanın zehrini akıtırcasına, sinsi ve acımasızca bunu uyguluyorlar. İşin üzücü tarafı da yapılanları, İslam a ve Kur’an a bağlayarak, toplum adeta Allah ile Kur’an ile aldatılmaktadır. Cumhuriyet döneminin değerleri yıkılıp, adeta kendi inançları doğrultusunda, toplumu yönlendirmeye çalışanlar, bizim inancımız en doğrusudur edasıyla, Allah ile kulunun arasına girenler, bugün çok kötü ve sonucu toplumda acı yararlar açacak, bir planın içindedirler. Kur’an ı rehber almak yerine, beşerin hurafe inançlarını rehber alanlar, Kur’an ı anlamak yerine, ona kendi nefislerini tatmin edecek şeylere delil aramak için bakanlar, yani Kur’an ı kendilerine uyduranlar, elbette Kur’an dan doğru cevabı alamayacaklardır. Allah Kur’an da iman ettiklerini söyleyen Bedevi Arapların, iman ettik sözlerini kabul etmeyen, gerçek iman etmenin sözle değil kalple ve söylenenlere boyun eğerek, teslim olmakla olacağını anlatmıştır bizlere. Çok daha önemlisi gerçek iman edenlerin, bakın Tevbe suresi 97. ayetinde, nelere dikkat etmesi gerektiğini söylüyor. (Elçisine indirdiği şeylerin sınırlarını tanımak.) Peygamberimizin devrinde, Allah ın elçisine indirdiği Kur’an ın sınırlarını zorlayan ve atalarının inançlarından da vazgeçmeyen, Bedevi Araplardı. Ya bugün aynı hataları yaparak, Kur’an ın sınırlarını aşan, zorlayan yalnız Kur’an yetmez, orada her şey yoktur diyenler, acaba Rabbin katında gerçek iman etmiş olanlar diyebilir miyiz? Onun cevabını elbette huzurda göreceğiz. Allah ın ayetlerinin ne anlattığını anlamak için değil de, beşerin hurafelerine delil aramak için bakanların, kurmak istedikleri düzende, elbette adaletli olmayacaktır. Bizleri Allah ile aldatmaya devam edenler, Allah ın sınırlarını zorlayanlar ve ihlal edenler, bugün kalkmışlar çok eşliliği topluma kabul ettirme arayışına girmişler. Birde sıkılmadan buna karşı gelmek, Kur’an a karşı gelmektir diyerek, Kur’an a iftira atmaktadırlar. Sibel Üresin isminde bir bayana, AKP nin bazı belediyelerinde özel görevler verilerek, bu toplum da kurmak istedikleri düzenin tohumları, ekilmek istenmektedir. İşin daha da vahimi bu bayan, aileden sorumlu danışmanlık görevi yapmaktadır, AKP belediyelerine. Televizyondan konuşmalarını izledim ve bu bayanın, söylediklerine bir erkek olarak gözlerim, tabiri caizse, fal taşı gibi açık kaldı. Bu devirde böyle bir zihniyetin, düşüncenin olabileceğini hayal bile edemeyenler, inşallah doğabilecek tehlikenin farkına varabilmişlerdir. Bahsettiğimiz aileden sorumlu bayan, bakın kadınlarımıza nasıl tavsiyelerde bulunuyor ve onları nasıl eğitiyor. Bir evli erkek, beğendiği başka kadınla nikâhsız fuhuş yapacağına, onu eş olarak alıp, fuhuştan kurtulur diyebilmektedir. Buna erkeğin eşinin, izin vermesi gerektiğini, vermediği takdirde, kocasını fuhşa sürükleyeceğini söylemekte bir sakınca görmeyen bir kadına ve zihniyete, söyleyecek söz bulamıyorum. İşte kurulmak istenen düzen ve ayak sesleri. Kendisinden örnek veren bu bayan, kocam isterse onu evlendiririm, dedikten sonra, bu tür kişilerin topluma dayatmaya çalıştığı fikrin, ne derece bu toplumu nerelere götüreceğini tahmin etmek, zor olmasa gerek. Rabbim bizleri bu zihniyetten korusun. Erkek olsam çok eşli olurdum diyen bu bayan, acaba bu topluma nasıl bir düzen getirmenin ayak seslenirini dinletiyor bizlere? Hani nerede kadınlarımız, bu şahsa verecek cevapları yok mu? İşte bunun farkına varamayan toplumumuz, uykusunda ninni dinler gibi uyumaya devam ediyorsa, uyandığında olacaklardan mesul tutulacaklarını bilmelidir. Bu Bayan AKP nin belediyelerinde kadın ve aile danışmanı olduğuna göre, elbette onların zihniyetini anlatıyor. Hiçbir AKP li bu bayanın sözleri bizi bağlamaz, bizim düşüncelerimiz değil diyemez. Çünkü bu düşüncelere karşı çıkan, bu görevde bu şahsı tutmazdı. Nefislerinin esiri olanlar, Allah ın imtihanından geçmek yerine, imtihan sorularını kendileri hazırlamaya çalışan ve sonunda yakalanıp ceza görenlere benzerler. Allah kadını ve erkeği eşit görmüş ve her iki cinsin birbirilerine karşı sorumlu olduğundan bahseder bizlere. O halde nefsinizin arzusuna uyarak adaletten sapmayın, diye de öğüt verir bizlere. Kur’an indirilmeye başladığında, kölelik ve çok eşlilik toplumda çok yerleşmiş bir gerçekti. Kur’an, tabiat kanunlarının bile karşı çıktığı, bu iki yaşam şeklini hemen kaldırmamış, fakat yavaş yavaş indirdiği ayetlerle vazgeçirilmesini, kaldırılmasını sağlamıştır. Lütfen şöyle bir düşünün, öyle hayvanlar vardır ki, esareti, yani bizim değimimizle köleliği asla kabul etmezler. Yine öyle hayvanlar vardır ki, ölene kadar yalnız tek bir eş ile yaşar çoğalırlar. Bunlarda sizce ibret alacağımız dersler yok mudur dersiniz? Allah çok eşliliği anlatırken, istediğiniz kadar çaba gösterin, adaletini aralarında sağlayamazsınız demiş ve bu durumda bir tanesi ile yetinin diyerek son noktayı koymuştur. Madem çok eşlilikte istesek de adalet sağlanamıyor, sizce Allah adaletin sağlanamadığı bir evliliği, bizlere önerir mi? Nefsine yenik düşenler, ama peygamberimiz çok eşliydi diyerek, adeta kendilerini peygamberimizle eş tutma yarışına, hatasına düşmüşlerdir. Örneğin kölelik konusunda Kur’an, kölelik haramdır, yasaktır dememiş ama verdiği Kur’an eğitimiyle, hatta bazı konularda koyduğu hükümlerde, köle azat etme yarışıyla, köleliğin Kur’an a, İslam a uymayan bir yöntem olduğunu anlatmıştır. Tabi anlayana anlamak isteyene. Birde Kur’an ile arasına yüksek duvarlar örmeyene. Bugün şöyle diyebilir miyiz? Kur’an köleliği yasaklayan bir hüküm koymamıştır, onun için kölelik geri gelmelidir, çünkü Kur’an da kölelik geçer, hatta onlarla ilgili birçok hükümde vardır Kur’an da, diyebilir miyiz? Elbette hayır. İşte çok eşlilikte aynen böyledir. Allah yasak getirmeden, toplumu ikna ederek, bu yanlıştan vazgeçirilmesini sağlamıştır. Çok eşlilikte adaletin sağlanamayacağını söyleyen Allah, acaba adaletsiz bir aile Kurmanın, tavsiyesini verir mi sizce bizlere? Savaşlar ya da afetler sonucunda, kadın erkek dengesinin bozulması durumunda, zamanla birçok toplumlarda bu yola başvurulmuş, bir erkeğin birkaç kadınla evlenmeleri, özelikle devletler tarafından teşvik edilmiştir. Fakat bu zaruri bir neden sonucunda olmuştur. Nefsi arzuların etkisinden değil. İşte bugün bizleri yönetenlerin, bizleri getirmek istedikleri nokta. Sayın Sibel Üresin AKP nin fikri ve inanç doğrultusunda görevini yapmakta ve toplumu bu yanlışa hazır hale getirmeye çalışmaktadır. Daha açıkçası toplumun nabzını yoklamaktadır. Kadınlarımızın bir kısmı, Kur’an ı öğrenme çabası ile çırpınıyorlar, fakat büyük bir bölümü ise ne yazık ki söylenenlerle, anlatılanlarla yetiniyorlar. Bunlar Kur’an dan dır dediklerinde, Allah ın rehberini anlayarak okuma, ona danışma gereği bile duymuyorlar. Camilerde Kur an kurslarında, kadınlarımıza Kur’an ı anlamadan okutup, ayetler üzerinde düşünme imkânı sağlamıyorlar, bundan mahrum bırakılıyorlar. Düşünmeyen aklını kullanmayan, hakkını aramayan, elbette doğruya, güzele de ulaşamayacaktır. Sanırım toplum olarak, bazı şeyleri yaşamadan, gerçekleri fark edemeyeceğiz. Bu yanlışlar, acılar yaşanacak gibi görünüyor toplum olarak. Belki de yaşanması gerekli kim bilir, toplum olarak ders almak için. Çünkü yakın geçmişimizde de yapılan yanlışlardan dersler alamadık. Geçmişinden dersler alamayanlar, bir başka yanlışı da yaşamaktan kurtulamazlar. Ama yaptığımız bu yanlıştan geri dönüşümüz, acaba kolay olacak mı? Onu da hep birlikte, ömrümüz yettiğince göreceğiz. Allah neye layık isek onu verecektir. Rabbim bizlerin yardımcısı olsun. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  4. Yazdığım Bir yazıma bir kardeşimizin verdiği tenkit, uyarıcı cevaplar, beni dikkatle bu konuda düşünmeye yönlendirdi. Tenkitleri ve uyarıları her zaman ciddiye almalıyız. Çünkü hepimiz beşeriz, her zaman hata yapabiliriz. Gelin birlikte bir din kardeşimizin, bana yaptığı uyarılar üzerinde düşünelim. Gerçekten bu uyarılar, rehberimiz Kur’an ın önerdiği doğrultuda mı, yoksa? İşte o yok sanın, cevabını birlikte arayalım, tabi yine elimizde Allah ın rehberi olmak şartıyla. Bakın kardeşimiz bana nasıl bir uyarıda bulunmuş. (Şimdi böyle bir Sahih Hadisi şerifi inkâr etmek Ayeti Kerim'eyi inkar etmek gibidir. Çünkü Ayet'i Kerime'yide Allah c.c. bildirmiştir, Efendimiz s.a.v.'in mübarek ağzından çıkan Hadis'i Şerifler'ide Allah c.c. bildirmiştir. Sizin ben Kur'an da yazılana inanırım, "Hadis'te yazanlar doğru olmayabilir" şeklindeki düşünceniz, "Allah'a inanırım Peygamberine inanmam demeniz kadar saçmadır. Ehli sünnet vel cemaat itikadına göre de Mütavatir Hadislerin (kesinlikle Efendimiz sav. Tarafından söylendiği) inkârı durumunda Ayet'i inkar etmesi gibi olacağını bu durumda da mürted yani kafir olacağını hatırlatırım. ) Yukarıdaki sözlerin üzerinde düşünelim şimdide. Peygamberimize atfedilen hadisi şeriflerin, tamamının doğru olduğunu hiç şüphelenmeden kabul etmemiz, doğru bir inanç yöntemi olabilir mi, İslam dininde? Bu konuda dikkatli olmanın, gerektiğinde bu yolla yanlış bilgilerin bizlere ulaşabileceğini söylemek, bizleri dinden mi çıkartır, yoksa dinden çıkmamızı mı engeller? Diyanet yakın geçmişte, yüzlerce hadisin hurafe olduğunu ve dine nifak sokmak için, din düşmanları tarafından içimize sokulduğunu söyleyip, inanmamızın yanlış olacağını söylemişti hatırlarsanız. Peki, peygamberimiz bizleri bu konuda nasıl uyarmıştır, şimdide yine onun bazı hadislerini hatırlayalım ve her zaman din kardeşlerimize, bıkmadan usanmadan hatırlatalım. Benden sonra, benim adıma söylenecek çok söz duyacaksınız, Bu sözleri KURAN İLE KARŞILAŞTIRINIZ ki, benim sözüm olup olmadığı hakkında delalete düşmeyesiniz. Her kim ki, ben söylemediğim halde bu sözü peygamber söyledi dese BUYURSUN KENDİNİ CEHENNEMDEKİ YERİNE HAZIRLASIN Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. İbni Hişam Siret 4 sayfa 332 Yukarıdaki hadislere baktığımızda, peygamberimizin bizleri bu konuda uyardığını görüyoruz. Demek ki peygamberimizin adını kullanarak, Müslümanların aldatılacağını özellikle söylüyor Allah ın elçisi. Ayrıca kendi sözü olup olmadığını anlamamız içinde, bizlere çok güzel ve garantili bir yol öneriyor. KUR’AN İLE KARŞILAŞTIRINIZ. Bundan daha güzel yol ve yöntem sizce olabilir mi? Demek ki peygamberimiz Kur’an dışından hiçbir bilgiyi topluma anlatmamış, tebliğ etmemiş bu çok net anlaşılıyor bu sözünden. Şimdide şöyle düşünelim. Acaba Allah bizlere söylendiği gibi, elçisine Kur’an dışından da hükümler iletmiş midir? Eğer böyle bir şey olsaydı, peygamberimiz benim sözüm olup olmadığını, Kur’an ile karşılaştırınız der miydi? Allah Kur’an da, sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyorsa, Kur’an dışından da bir bilgi elçisine göndermesi ve bizlerin sorumlu olması mümkün olamaz. Bu düşünce Kur’an ın yüzlerce ayetine ters düşer. Arkadaşımızın ayrım yapmadan tüm hadislerle, Kur’an ayetlerini karşılaştırarak, ikisini de aynı kefeye koyması büyük hata olduğu gibi, bizlerin doğru yolda, Allah ın yolundan sapmamıza neden olur. Çünkü Kur’an ın koruyucusu bizzat Allah benim diyor. Peki, yüzlerce yıl öncesinden, rivayet yoluyla gelen hadislerin hiç değişmeden, korunarak bizlere ulaştığına inanmamız doğru olur mu? Elbette karar sizlerin. Kur’an ayetleri ile bizler hiçbir bilgiyi eş tutamayız. Peygamberimiz de yalnız Kur’an a uymuş ve onu hayatına geçirmiştir. Bizlerde peygamberimizin yolunu izlediğimizi söylüyorsak, aynı yolun yolcusu olmalıyız. Bu konuda ne yazık ki en güvenmemiz gereken kişiler bile, toplumu büyük yanlışlara yöneltmektedir. Şahit olduğum bir anımı sizlere nakletmek istiyorum, bu örneği birçok çek verdim. Bir Cuma hutbesinde müftü aynen şöyle söylüyordu. ( Hadislerde Kur’an ayetleri gibidir. Eğer bir tanesine inanmazsanız, Kur’an a inanmamış gibi sayılırsınız, yani gerçek iman etmemiş olursunuz.) İşte dini anlatan çok önemli şahsın, topluma söyledikleri. İlginçtir bağlı olduğu Diyanet İşleri başkanlığı, yüzlerce hadis hurafe diyerek, inanılmasının yanlış olacağını söylemişti yakın geçmişte. Tabi Diyanet öyle bir kurum ki, başkanları değiştikçe, söylemleri de değişiyor, sanki HÂŞÂ din değişmiş gibi. Dün söylediğinden bugün vazgeçebiliyor. Kur’an ın emrinde olmayıp, siyasetin, tarikat ve cemaatlerin emrinde olmak bu olsa gerek. Allah ın ayetleri ile yüzlerce yıl öncesinden rivayetler yoluyla gelen bilgileri, Kur’an süzgecinden geçirmeden, aynı tutmak bizleri şirk batağına sürükler. Bakın Allah bu konuda bizleri nasıl uyarıyor ve dikkatimizi çekiyor. İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır Bakara 42: Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin. Yukarıdaki Rabbin iki ayeti üzerinde düşünelim. Allah, hakkında emin olmadığın şeylerin peşine düşme sakın diye uyarıyor. Daha sonrada, emin olmadığınız bir bilginin ardı sıra giderseniz, bunun hesabını sorarım diyor. Diğer ayette de, hakkı batılla ile karıştırmayın diye uyarıda bulunuyor. Hadislerin tamamı, rivayetler kanalıyla bizlere ulaşmıştır. Hatırlayınız hepsi bir rivayete göre diye başlar. Rivayet emin olmadığımız, ama içinde doğru bilgininde olabileceği sözlerdir. İşte bizlere düşen, bu konuda dikkatli olmak ve hangi sözün peygamberimize ait olup olmadığını çok iyi anlamak için, Kur’an ile karşılaştırma yapmak olmalıdır. Bu durumda emin olduğumuz bilgi hangisidir, önce onu düşünelim. Elbette Allah ın koruması altındaki KUR’AN. Onun dışından gelen bilgilere, tıpkı Kur’an gibi emin olabilir miyiz? Asla olamayız, bunun uyarısını da zaten Allah yapıyor. Bizler için hak olan Allahın emri ve hükümleri nerede yazıyordu? KUR’AN da. Zaten peygamberimizde yalnız Kur’an a inanmış ve onun ile bizleri uyarmamış mıydı? Bakın Allah Enam suresi 19. ayette, peygamberimizin bizleri neyle uyardığını söylüyor. (Bu Kuran bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım.) Yine Allah ayetinde; Araf 3: (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Nahl 89: O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu Kitabı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. Bakın Allah, çok açık ve net ne söylüyor bizlere. Rabbinizden size indirilene uyun. Ondan başka velilerin sözlerine kanmayın. Bu durumda Rabbimizden indirilen Kur’an dan başka hüküm veren, bizleri bağlayıcı olan, bir kitabın olduğuna inanmak, doğru olur mu? Allah Kur’an ı bizlere, her şey için açıklama ve bizler için bir hidayet, rahmet ve MÜJDE olsun diye indirdiğini söylediği halde, bizlerin hala başka hidayetler aramamız, Allaha saygısızlık olmaz mı? Peygamberimizin ben size Kur’an ile hükmetme görevi aldım, bunun dışında sizlere ilettiğim hiç bir şey yoktur dediği halde, bizler hala bunları anlamazlıktan geliyorsak, yapacak hiç bir şey yok demektir. Hatırlayınız Allah elçisine verdiği yetki ve sorumluluğu bizlere anlatırken, bakın elçisinin ona vah yettiğimiz Kur’an dışından bazı sözleri, bunlarda Allah katındandır diyerek bazı hükümleri, bizlere iletebileceğini acaba söylüyor mu? Hakka 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45 Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Sanırım bizler bugün günümüzde, Rabbin bu ayetinden hiç ders almıyoruz. Daha açıkçası görmezden, anlamazlıktan geliyoruz. Çok ilginçtir, bizlere Kur’an ın hüküm vermediği, bunlarda peygamberimizin hükümleridir diyenler, sanırım aşağıdaki ayeti de görmezden geliyorlar. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Aklını kullanamayanı, pislik içinde bırakırım diyen Rabbim e şükürler olsun. Ayetlerini o kadar açık ve net indirdiği halde, hala Allah ın sözlerine kulak asmayıp, beşerin sözlerine kulak kesilenler, şunu sakın unutmasınlar. Allah bizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyorsa, onun dışından bilgilerden, hükümlerden sorumlu tutmayacaktır. Çünkü Rabbim sözünde durandır. Allah elçisinin yetki ve sorumluluğunu, çok açık ve net bakın ayetlerinde nasılda açıklamış. Hala bu ayetleri görmezden gelenlere, ayetleri hatırlattığımızda, ne yani peygamberimiz postacımıydı diyerek ona saygısızlık yapanlara, sözüm meclisten dışarı. Yetkiyi Allah verir, bizlere düşen ona iman etmek olmalıdır. Beşerin sözlerini doğrulamak için, Kur’an da bir kelimenin ardına saklanıp, Rabbin hiç bahsetmediği hükümleri, o kelimeye yüklemekle, Rabbin doğrularından sapacaklarını hatırlatırım. Bakın Rabbim, elçisine verdiği görev ve sorumluluğu nasıl apaçık anlatıyor. Ankebut 18: Eğer siz yalanlarsanız, bilin ki, sizden önce bir takım milletler de yalanlamışlardı. Peygamberin görevi ise açık bir tebliğden ibarettir. Ankebut 50: "Ona Rabbinden (başkaca) mucizeler indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım. Neml 92: "Ve Kur'an'ı okumam (emredildi). Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım. Kehf 56: Biz elçileri, müjde vericiler ve uyarıcılar olmak dışında (başka bir amaçla) göndermeyiz. İnkâr edenler ise, hakkı batıl ile geçersiz kılmak için mücadele ediyorlar. Onlar benim ayetlerimi ve uyarıldıklarını (azabı) alay konusu edindiler. Enam 48: Biz elçileri müjde vericiler ve uyarıp-korkutucular olmaktan başka (bir nedenle) göndermiyoruz. Şu halde kim iman ederse ve (davranışlarını) düzeltirse, artık onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır. Ne dersiniz Allah yukarıdaki ayetlerde, elçisine verdiği görevin tanımını çok açık ve net yapmıyor mu? Sanırım açıklamaya gerek dahi yok. Bakın Ahzap suresi 2. ayette elçisine ne diyor. Ahzap 2: Rabbinden sana vah yedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Peygamberimizin uyduğu yalnız Kur’an ise, nasıl olurda bizlerin Kur’an dışından da hükümlere iman etmemizi isteyenlere inanırız, bunu lütfen dikkatle düşünelim. Kur’an a uyan, Allah ın resulüne uymuş ve onun gerçek ümmeti olmuş demektir. Elimizde imtihan olduğumuz Kur’an apaçık duruyorsa, ona uymayan onun onayından geçmeyen, hiçbir bilgi ve peygamberimizden rivayet edilen hiçbir hadis, doğru olamaz. Çünkü peygamberimiz bizleri uyarmış ve benim sözlerim olduğunu anlamanız için, Kur’an ile karşılaştırınız demiştir. Peygamberimiz bizler için bir örnekti. O örnek insan, Kur’an ın onay vermediği tek bir kelimeyi dahi söylemeyeceğini düşünemeyen, onun gerçek ümmeti de olamayacağını bilmelidir. Peygamberimizin ümmeti olduğunu söyleyen, her Müslüman bunu dikkatle, itinayla uygulamalıdır. Bizlere düşen tıpkı peygamberimizin yaptığı gibi, Kur’an ın ipine sarılmak olmalıdır. Kur’an ayetleri üzerinde düşünmeyen, onu anlayarak okumayan, aklını kullanmayıp çaba göstermeyen, Allah ın halis kulları da olamayacağını, Kur’an apaçık belirtiyor. En garantili yol ve yöntemi Allah, Kur’an ın ipine sarılmak tır diye açıklıyorsa, elçisine de kullarıma yalnız Kur’an ile hükmet diyorsa, sizce bizler bu hükmün dışına çıkarak, Kur’an ın sınırlarını zorlayarak, emin olamadığımız bilgilerinde ardı sıra giderek, imanımızı tehlikeye atmış olmuyor muyuz? Yorum ve karar sizlerin. Çünkü her beşer, kendi imtihanından sorumludur. Rabbim cümlemizi Allah ın ipine sarılan, hakla batılı ayırmak için çaba harcayan kulları arasına, bizleri de alması dileklerimle. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  5. Kur’an ı tercüme edenler gerçekten büyük vebal altında oldukları gibi, kendi inançlarına alet edenlerin de sonunu, tahmin bile edemiyorum. Zuhruf suresi 61. ayette geçen (O) işaret zamirinden, o kadar çok anlamlar çıkartılıp, Allah ın bahsetmediği hükümleri vererek, ne yazık ki büyük hatalara toplum sürüklenmektedir. Allah ben ayetlerimi açık anlaşılır gönderdim diyorsa, eğer Hz. İsa tekrar gelecek olsaydı, bunu da bizlere açıkça söylerdi. Gelelim bahse konu ayete. Sizlere daha farklı meallerden bu sefer yazmak istiyorum aynı ayeti. Sanırım içinde bulunduğumuz büyük hatayı daha iyi anlayacaksınız. Muhammed ESED : Zuhruf 61: Bakın, bu [ilahî kelâm] Son Saati[n geleceğini] bildiren bir araçtır; o halde (Son Saat) hakkında hiçbir şüpheye kapılmayın ve Bana uyun: dosdoğru yol [yalnız] budur Diyanet İşleri Başkanlığı yeni.: Zuhruf 61: Şüphesiz o Kıyametin (kopacağının) bir bilgisidir. Artık onun hakkında asla şüphe etmeyin, bana uyun, bu doğru bir yoldur. Elmalı meali orijinal. Zuhruf 61: Ve hakkıkat o, saat için bir ılimdir, onun için sakın o saatin geleceğinde şekk etmeyin de bana tabi' olun, işte bu yegâne doğru yoldur Dikkat ederseniz Elmalı nın Türkçeye çevrilmiş mealinde parantez içinde İsa yazıyordu. Fakat orijinalin de asla böyle bir şey olmadığı gibi, bu anlama gelecek bir bilgide yok. O işareti, Kur’an ı işaret ediyor ve bu mesaj bu ilahi kitapta son saatin bir gün geleceğini bildiriyor bizlere diyerek, bu saatin geleceği ile ilgili şüpheye düşmememize açıklık getiriyor Rabbim. Diyanetin yeni meali de bu anlamı vermiş. Kıyametin kopacağının bilgisidir diyor. Yani Allah ın kitabında bu bilgi vardır, onun için sakın kuşkuya düşmeyin diyor. Sizce bu bilgi Kur’an dan başka ne olabilir? Rabbim cümlemize yardımcı olsun, işimiz çok zor. Zorlu bir imtihandan geçiyoruz. Karşımızda öyle insanlar var ki, Allah ın kitabını kendilerine uydurmak için çaba gösteriyorlar. Hâlbuki bizlere düşen, Kur’an ı kendimize uydurmak değil, Kur’an a bizlerin uymasıdır. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  6. Bugün Kur’an dan birlikte araştıracağımız konu, günümüzde çok konuşulan kıyamet alametleri konusu olacaktır. Kur’an bu konuda bizlere hangi bilgileri verir? Ayrıca bu konuda bizlere rivayetler yoluyla ulaşan diğer bilgiler nelerdir, onları da Kur’an ile karşılaştırıp, doğruluğunu araştıralım. Bu yazıyı yazmama sebep olan Zühruf suresi 61. ayeti önce hatırlatmak istiyorum. Bizler Allahın açıkça söylemediği sözlere ilaveler yaptığımızda, kendi düşünce ve fikirlerimizi ilave ettiğimizde, bakın güzelim İslam dini ne hale geliyor, önce Diyanet İşleri Başkanlığının mealini alalım, daha sonrada diğer meallerden örnekler verelim ki, konu daha iyi anlaşılsın. Diyanet İşleri başkanlığı:Zühruf 61:Biliniz ki o kıyamete ait bir bilgidir. Sakın ondan şüphe etmeyiniz ve bana tabi olunuz. Bu dosdoğru yoldur. Ali Bulaç:Zühruf 61: Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir. Öyleyse ondan (kıyametten) yana hiç bir kuşkuya kapılmayın ve bana uyun. Dosdoğru yol budur. Yaşar Nuri Öztürk:Zühruf 61: Hiç kuşkusuz o, kıyamet saati için bir bilgidir. O halde sakın o saat hakkında şüpheye düşmeyin; bana uyun. Dosdoğru yol budur. Elmalı Hamdi: Zühruf 61: Gerçekten o (İsa) saat için bir ilimdir (kıyametin yaklaştığım gösteren bir bilgidir). Onun için sakın kıyametin geleceğinden şüpheye düşmeyin de bana uyun, işte tek doğru yol ancak budur. Yukarıdaki aynı ayetin değişik meallerdeki verilişini sizlerle paylaştım. Elmalı Hamdi Yazır ın verdiği mealde, dikkat ederseniz o zamirinden Hz. İsa dan bahsediyor diyerek, parantez içine düşüncesini de belirtmiş. (Elmalının orijinal mealinde parantez içinde ki İsa kısmı kesinlikle yoktur daha sonraki Türkçeleştirme yapanların maharetidir bilginize) Bu şekilde birkaç meal var onu da belirtmeliyim. İşte Kur’an ın Türkçe mealini yazarken, parantez içine kendi düşüncelerimizi de yazmamız, bizleri nasıl yanlışlara götürebiliyor, onu da burada bir kez daha görme şansımız olacak. Allah yanıltmasın inşallah. Bu ayette anlatılmak istenen, kıyametin hak olduğu Kur’an da bilgilerin verildiğini anlatarak, müşriklere ve inananlara bir kez daha şüpheye düşmeden, buna inanmaları hatırlatılmaktadır. Hıristiyanlar kendi inançlarına göre, kıyamet kopmadan Hz. İsa nın geleceğini ve tüm insanlığı kurtaracağına inanırlar. İşte bu inanç ne yazık ki yukarıdaki ayeti açıklarken, Allah ın Kur’an da asla söz etmediği, hiç bahsetmediği, açıklamadığı halde bu şekilde yazılıp anlatılarak, bizlerin yani İslam’ın da içine girmiştir. Günümüzdeki birçok tarikatlar ve cemaatler Hz. İsanın geleceğine inanırlar. Ayette geçen (O) zamirinden Hz. İsa yı kastediyor, düşüncesine kapılmalarının nedeni, bu ayetten birkaç ayet öncesinde Hz. İsa dan bahsederek ondan örnekler vermesi olarak açıklanıyor, gerçekten yanılgıya sebep bu olsa gerek. Bahsettiğimiz ayetten iki ayet sonra gelen 63. ayete bakalım şimdide. Zühruf 63:İsa, açık delillerle geldiği zaman demişti ki: Ben size hikmet getirdim ve ayrılığa düştüğünüz şeylerden bir kısmını size açıklamak için geldim. Öyleyse Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Hz. İsa topluma hitap ederken, sizlere açık delillerle, yani ayetlerle geldim diyor. Sizlere hikmet i ilmi, getirdim diyor. Bu bilgiler sizin ayrılığa düştüğünüz konularda açıklama yapacak ve sizleri bilgilendirecektir, açıklamasını yapıyor. Bundan dolayı da kendisine itaat edilmesini istiyor. Lütfen çok iyi düşünelim, bu ayet ve öncesindeki ayetleri okuduğunuzda sizler, kıyamet kopmadan Hz. İsa nın geleceğini Allah söylüyor diyebilir misiniz? Bunumu anladınız Rabbin sözlerinden? Elbette hayır, bunu anlamak için kâhin olmak gerekir. Buda zaten İslam ın kabul etmediği bir konudur, ayrıca Kur’an ın ayetleri indirme şekline de, tamamen ters düşer. Allah ne diyordu hatırlayalım ayetler için? Biz her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız. Biz ayetlerimiz açık, anlaşılır bir şekilde indirdik. Bu konuyu Diyanet İşleri başkanlığına sorduğumda, çok şükür Hz. İsa nın tekrar geleceğini kabul etmediği gibi, Kur’an ın bu bilgiye onay vermediği konusunda bir cevap aldım. Diyanet İşleri Başkanlığı Hz. İsanın kıyamet alameti olarak geleceğini kesinlikle kabul etmiyor. Çok doğru çünkü bunu kabul etmek, Kur’an ın birçok ayetlerine ters düşer. Tabi Diyanetin sağı solu belli olmaz, birisi çıkıp tam tersini söyleyebilir. Başkanlar değişince, bu ülkede dininin bile değiştiği örneklerini çok gördük. İşte bizler İslam ı böyle öğreniyor ve yaşıyoruz, Rabbim yardımcımız olsun. Gerçektende buna inanmakla, bakın nelere inanmamış ya da gözden kaçırmış oluyoruz, şimdide Kur’an dan birlikte araştıralım. Ahzap 40: Muhammed, sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir; O, Allah'ın resulü ve nebilerin sonuncusudur. Allah her şeyi gereğince biliyor. Eğer kıyamet kopmadan Hz. İsa gelecektir sözlerine inanırsak, bunu kabul edersek, bu ayete iman etmiyoruz demektir. Önce bunu aklımızdan hiç çıkarmayalım. Çünkü Açıkça peygamberimizden sonra hiçbir peygamber, hangi konuda olursa olsun gelmeyecek diyerek, bizlere Allah ın ayetini tebliğ etmedi mi? Şimdide kıyamet bizlere nasıl gelecek, bu konuda Kur’an dan bilgilere bakalım, acaba bizlere nasıl bir açıklama yapıyor? Şimdi yazacağım ayet üzerinde, biraz düşündüğümüzde aslında her şey anlaşılıyor sanırım. (Araf 187: Ne zaman gelip çatacak diye kıyamet saatini soruyorlar sana. De ki: "Ona ilişkin bilgi Rabbim katındadır. Onu, vakti geldiğinde belirginleştirecek olan yalnız O'dur. Göklere de yere de ağır gelmiştir o. O size ansızın gelecektir, başka değil." Sen onu iyice biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: "O'na ilişkin bilgi Allah katındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar.) Şimdi bu ayet üzerinde biraz düşünelim. Peygamberimize kıyamet hakkında sorular sorulunca, Rabbim açıklama yapıyor ve onun vaktini yalnız ben bilirim diyor. Vakti geldiğinde onu gerçekleştirecek Allah tır dedikten sonra, aslında çok önemli bir açıklama yapıyor, bu açıklamaları daha sonra yazacağım ayetlerde de üstüne basa basa söylüyor Rabbim. ( O size ansızın gelecektir.) Evet, en önemli ve üzerinde durmamız gereken konu sanırım bu olsa gerek. Kıyametin ansızın, habersiz geleceği. Ayetin devamında da çok ilginç ve düşünmemiz gereken sözler var. Allah, sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar diyor ve peygamberimizin de bu konuda asla bir bilgisi olmadığını belirtiyor Rahman bizlere. Tam burada şunları düşünmemiz gerektiği kanısındayım, Kur’an da hiç bahsedilmeyen, açıklanmayan birçok kıyamet alametlerinin doğruluğu, sizce ne kadar geçerlidir? Bu sözler Kur’an da hiç bahsedilmeyen, peygamberimizin kıyamet alametleri ile ilgili sözleridir diyenler, ne kadar haklı olabilir dersiniz? Yorum sizlerin. Eğer Hz. İsa kıyametten önce gelecek olsaydı, kıyametin ansızın kopacağı, ayetleriyle uyuşuyor olur muydu? Böyle bir bilgi olsaydı, Rabbim her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim dediği halde, bizlere bunu da açıklamaz mıydı? Kur’an kıyamet konusunda, bakalım daha neler söylüyor bizlere. (Lokman 34: O kıyamet saatine ilişkin bilgi Allah katındadır. Yağmuru O yağdırır. O, rahimlerde olanı da bilir. Hiçbir benlik yarın ne kazanacağını bilmez. Ve hiçbir kimse hangi yerde öleceğini bilmez. Allah Alîm'dir, Habîr'dir.) Dikkat ederseniz ayette (O) zamirini kullanıyor ve burada da anlatılmak istenen kıyamet zamanının vaktini hatırlatılmasıdır. Yukarıda yazdığımız Zühruf 61. ayette de Şüphesiz o, kıyamet-saati için bir ilimdir.Sözlerinden Kur’an ın bizlere açıkladığı, o anın geleceğini hem iman edenlere, hem de müşriklere açıklamaktadır. Allah Zühruf 61. ayette eğer söylenildiği gibi Hz. İsa’dan bahsetmiş olsaydı ve bunun kıyamet alametleri olduğunu bizlere anlatıyor olsaydı, açıkça söylerdi. Bakın Allah ben ayetlerimi nasıl açıklarım diyor lütfen dikkat edelim ve hatırlayalım. Allah ın Kur’an da açıklamadığı, kıyametten önce Hz. İsa nın geleceğine inandığımızda, şimdi yazacağım ayetlere iman etmemiş oluruz, bunu da unutmayalım. Kehf Sur54. ayet; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır. İsra suresi 89. ayet; Yemin olsun, biz bu Kuran'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler. Nisa Suresi 174. ayet; Ey insanlar! Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik. 175. ayet; Allah'a inanıp O'na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır. Şimdi lütfen düşünelim, Allah her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduğunu söylüyor. Her benzetmeden nice örnekleri sıraladık açıklamasını yapıyor, ama bizler Rabbin hiç bahsetmediği, sözünü bile kullanmadığı halde (O) işaret zamirinden, ayetten Allah Hz. İsa dan bahsediyor aslında diyerek, işin içinden çıkabiliyoruz. Birde kendimizce hüküm verip, Hz. İsa kıyametten önce gelip, bizleri uyaracak, diyebiliyoruz. Hani her benzetmeden değişik örnekler vardı, neden Allah kıyamet alametlerin den bahsederken Hz. İsa gelecek demediği halde, bizler aslında Allah bundan bahsediyor diyerek, kendi düşüncelerimizi, inançlarımızı Kur’ana ilave yapıyoruz? Hiç korku duymadan, söylenmeyen, açıklanmayan bir sözün ardına nasıl düşüp, ona iman edebiliyoruz, doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum. Bunu söyleyen ve savunan Hıristiyanlardır, hala uyumaya devam mı edeceğiz? En son peygamberimiz dururken, neden ondan önceki peygamber gelsin diye demi düşünemiyoruz? Aklımız, beynimiz bu kadar mı uyuştu bizlerin? Hani Allah ne diyordu bizlere; ( Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik.) Bakın bu ayete eğer iman ediyorsak, Zühruf 61. ayette geçen (O) işaret zamirine asla, Allah ın söz etmediği bir anlam yükleyerek, burada aslında Hz. İsa dan bahsediyor diyemeyiz. Kur’ana danışmaya devam edelim, acaba kıyametin kopuşu hakkında daha neler söylüyor Rahman. Hac 55: İnkâr edenler ise kıyamet ansızın başlarına patlayıncaya kadar yahut kısır bir günün azabı kendilerine gelip çatıncaya kadar, o Kuran'dan yana kuşku içinde olmaya devam edecekler. Zühruf 66: Hiç farkında olmadıkları bir sırada o saatin birdenbire kendilerine gelmesinden başka neyi bekliyorlar. Bu ayetler ve onlarca ayet, kıyametin ansızın geleceğini açıklıyor bizlere. Şimdide bu ayetlerle Hz. İsa nın geleceğini söyleyen ve inananlara şu soruyu soralım. Rahman hiç farkında olmadığımız bir anda geleceğini söylediği kıyametin, nasıl olurda Hz. İsa’yı tekrar gönderip, insanlara büyük bir zaman verip hepsinin iman etmesini sağlar? Hani ansızın başlarına patlayacaktı, hani hiç farkında bile olmayacaktık? Tekrar şu soruyu soralım buna inananlara; Acaba Hz. İsa geldiğinde onu nasıl tanıyacağız? Madem gelecek Allah onu nasıl tanıyacağımızın işaretini de vermeli değil mi bizlere Kur’an da? Nasıl emin olacağız onun olduğuna? Hatırlayın Papaya kurşun sıkan Ağca ne dedi? Ben İsa Mesih im demedi mi? Hatta birçok Hıristiyan bile inandı buna. Sormak isterim Hz. İsa nın geleceğine inananlar, acaba buna inandı mı? Yaksa akıllarından acaba diye bir sorumu geçti? Öyle hesaplar yapılıyor ki, peygamberimizin sözleri diye aktarılanların içinde, Onun gelişinin 1500. yıllarında, Hz. İsa ve deccalın geleceğini söyleyenler, bu tarihin bu yüzyılda gerçekleşeceğine inananlar var aramızda. Peygamberimizden bu yana yaklaşık 1400 yıl geçti, o zaman bu önümüzdeki yüzyılda hem deccal gelecek, hem de Hz. İsa gelecek ve kıyamet kopacak diyorlar ve inanıyorlar. Araf 187. ayette ne diyordu hatırlayalım Rabbim. (." Sen onu iyice biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: "O'na ilişkin bilgi Allah katındadır, fakat insanların çokları bilmiyorlar.) Şimdide bu sözler üzerinde tekrar düşünelim. Allah bu bilginin kimsede olmadığını söylemesine rağmen, günümüzde uydurulan ve Kur’an ın hiç bahsetmediği, kıyamet alametlerini hatırlayalım. Öyle şeyler uyduruluyor ki, peygamberimizin Hz. İsa nın geleceğini söylediğini söylemekte, hiçbir kusur görmüyorlar. Hâlbuki Peygamberimiz kendisinin en son peygamber olduğunu bizlere bildirmemiş miydi Kur’an da? Kur’anın hiç bahsetmediği deccal konusuna gelelim şimdide. Bundan Kur’an asla bahsetmez, ama peygamberimizin hadisidir diye, bizlere çok detaylı anlatırlar bu konuyu. Bakın deccal konusunu Diyanet İşleri başkanlığına sordum ve nasıl bir cevap aldım aynen aktarıyorum. (DECCÂL: Kıyamete yakın bir dönemde çıkıp İslâm dinini ve ümmetini ifsad edip kötülüklere sürükleyecek olan ve aynı zamanda kıyametin alametlerinden sayılan biri. Deccâl'in çıkması haktır. Deccâl, belli bir şahıs olup, Cenâb-ı Allah onunla, kullarını imtihan edecektir. Deccâl olsun, diğer kıyamet alâmetleri olsun bizim için gaybdır. Bunlar hakkında bilgi edinmemiz ancak nakil (Kur'ân ve hadis)le mümkün olur. Akılla verilebilecek bilgilerin isabet etmeme ihtimali büyüktür. Öteden beri kıyâmet alâmetleriyle ilgili olarak çok te'vîller yapılagelmiştir. Herhangi bir dayanağı olmayan bu te'villerin geçerliliği de yoktur. Ayrıca bunlar, akılla ulaşılamayacak bilgiler olduğundan, yapılacak te'viller, halkı yanlış bilgilendirme vebâline sevk edecektir. Aynı yanılgı ve vebâl bunun için de söz konusudur. Hz. Peygamber de ümmetini Deccâl'e karşı uyarmıştır. Zira Deccâl, bazı harikalar gösterecek ve tanrı olduğunu iddia edecektir. İmansızlarla, bazı zayıf imanlılar, ona kanacaktır. İmanı kuvvetli olanlar ise kanmayacaklardır. Dünya, imtihan yeridir. İnsanlar bu dünyada imtihana tabi tutulmaktadırlar. Deccâl da bir imtihan vesilesidir. Allah'ın kendisine verdiği güçle birtakım hârikalar gösterecektir. Deccâl'in göstereceği harikalara "istidrâc" denir. İstidrâc, "inançsız ve şerîr kimselerin arzularına uygun olarak gösterdikleri hârikalara" denir.) Yukarıdaki yazı Diyanetin bana verdiği cevap, dikkat ederseniz bu konuyla ilgili Kur’an dan tek bir bilgi yok. Bu konuda fazla bir şey yazmak istemiyorum, ama doğrusu Dini bizlere anlatmakta görevli bir makamın şu sözleri beni çok üzdü. ( Deccâl'in çıkması haktır.) Bir insanın dinde HAK olduğunu söylemesi için, Kur’an ın yani Rahman ın emretmiş olması gerekir. Ama düşünebiliyor musunuz, Allah bahsetmediği halde, buna HAK tır iman etmemiz gerekir denebiliyor. Diyanet bu, sağı solu belli olmuyor demekten başka, elimden bir şey gelmiyor. Peygamberimizin deccala karşı bizi uyardığını söyleyen Diyanete, şunu sormak isterim. Acaba Yüceler Yücesi Rabbim, bizi deccala karşı uyarmadı da, bu görevi peygamberimize mi bıraktı dersiniz? Hani Kur an bizim için rehberdi, hani her şeyden nice örnekler vardı orada. Bakın sözler Kur’an ın süzgecinden nasılda geçmiyor. İşte İslam ın günümüzdeki durumuna acı bir örnek. Buna benzer o kadar dine ilaveler var ki. Deccalın belirli bir şahıs olduğunu söylüyorlar ve bizleri Rabbin imtihan edeceğini belirtiyor. Allah bunu her zaman yaptığını ve yapacağını zaten Kur’an da söylemiyor mu? Yine yazıda bu bilgilerin gaibi bilgiler olduğunu söylüyor ve bu bilgileri ancak Kur’an ve hadislerden öğrenileceği açıklamasını yapıyor. Şimdi sormak isterim bunu yazanlara, Kur’an bilgisi tamam bu konuda hiçbir sorun yok, ama Kur’an ın onay vermediği, hadis bilgileri kesin doğru diyebilir miyiz? Eğer cevap, evet hadis bilgilerine kesinlikle güvenebiliriz ise, neden birkaç yılda bir yüzlerce hadisin hurafe olduğunu ilan edip İslam dininden çıkarıyor Diyanet İşleri Başkanlığı? Şuanda iman ettiğimiz hadisleri daha sonra hurafe diye çıkarmayacaklarına kimler garanti verebilir, var mı garanti verecek beşer aramızda? İşte Allah ın kitabını rehber almadığımızda, sonuç nerelere gidiyor. Şimdide sizlere bazı ayet örnekleri vermek istiyorum. Bakın peygamberimize kıyametin ne zaman kopacağını soranlara, Rahman ın cevabı nasıl olmuş. (Ahzap 63: İnsanlar sana kıyametin saatinden soruyorlar. De ki: "Ona ilişkin bilgi Allah katındadır." Ne bilirsin, belki de o saat yakındır.) (Şura 17: Gerçeğe ilişkin Kitap'ı ve adalet ölçüsünü indiren o Allah'tır. Nereden bileceksin, belki de kıyamet saati çok yakındır.) Bu iki ayeti düşünelim şimdi de. Yazımızın başında verdiğimiz ve Hz. İsa nın kıyamet kopmadan geleceğini işaret ettiğini söylediklerinin, doğru olmadığı bu iki ayetten bile anlaşılmıyor mu sizce? Dikkat ediniz lütfen Allah, peygamberimiz yaşıyorken dahi kıyametin belki de kopabileceğini söylüyor. Eğer Kıyamet kopmadan Hz. İsa gelecek ise peygamberimizin durumu ne olacaktır, buda asla mümkün olamaz. Bunu kabul etmek Kur an ın ayetlerine tamamen ters düşer. Bakın kıyamet konusunda peygamberimizin ne demesini istiyor Rabbim. (Tur 31: De ki: "Bekleyin! Doğrusu sizinle beraber ben de bekleyenlerdenim.) Demek ki bu konuda peygamberimizin de hiçbir bilgisi yok, hatta belki de kıyamet kopabilir, diye o dahi bekliyor. Şimdide Diyanetin deccal konusunda bizlere hadisler yoluyla gelen bilgilere bakalım. Allah belki de kıyametin yakında kopacağını söyleyen ayetlerini okudunuz, bu durumda peygamberimiz yaşarken de kıyamet kopabileceği anlatılıyor. Bu durumda peygamberimiz acaba deccalın geleceğini söyler miydi? Elçisi yaşarken böyle birinin çıkıp insanları kandırmaya çalışmasını söyler mi sizce? Zaten o devirde iman etmeyen, binlerce insan ile mücadele ediyor, hatta savaşıyordu Peygamberimiz. Bunlardan iyi deccal mı olur. Bakın tüm bu sözlerde Kur’an süzgecinden geçmiyor. Şimdide Kur’anın kıyamet alametleri olarak bahsettiği bazı konulara bakalım. ( Duhan 10: Artık sen göğün açıkça izlenen bir duman getireceği günü gözle.) (Hac 1: Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyamet saatinin zelzelesi gerçekten çok büyük bir şeydir.) (Abese 33: . Kulakları sağır eden o ses geldiğinde,) (Tur 9: O gün gök bir çalkanışla çalkanır. 10: Ve dağlar bir yürüyüşle yürür.11: Vay hallerine o gün, yalanlayanların.) (Kamer 1: Saat yaklaştı, Ay yarıldı.) (Enbiya 96: Ye'cûc ve Me'cûc'ün önü açıldığı zaman onlar, her tepeden akın ederler. 97: Hak olan vaat yaklaşmıştır. İnkâr edenlerin gözleri birden donup kalmıştır. "Vay başımıza! Biz bundan ****** bulunuyorduk. Hayır, biz zalimlerdik!" derler.) Yukarıdaki ayetler dikkat ederseniz, kıyametin kopmasına çok yakın anların belirtileri anlatılıyor. Gökyüzünde dumanın belirmesi, tozu dumana atacak bir olayın belirtisidir. O an büyük depremlerin olacağı, kulakları sağır eden sesin oluşacağı, göğün ve yerin çalkalanması, dağların bile hareketlendiği, ayın yarıldığı bir an tasvir edilmektedir. Enbiya suresinde geçen yecüc, mecüc konusu ise Kur’an da bir başka ayetinde, düzen bozucu bir kavimden bahsedilerek örnek verilir. Buradan kıyamet zamanın da böyle bir toplumun dünyaya bozgunculuk yaratacağı anlatılıyor. Dikkat ederseniz bu konuda detaylı bir açıklama verilmiyor. Kur’an ın verdiği kıyamet alametlerine baktığınızda, verilen işaretlerin çok kısa bir zaman da belireceği ve ansızın geleceği ayetlerde açıklanmıştır. En son verdiğim ayet örneği ise üstü kapalı bir uyarı niteliğinde bana göre. Dünya üzerinde düzeni bozacak, toplumlara zarar verecek ve saldıracak, insanlığı çığırından çıkaracak inançsız bir toplumun hükümranlığından bahsediyor. Böyle bir toplumun daha önce yaşadığı ve onlardan nasıl kurtulmaya çalışıldığı anlatılır Kur’an da. Bu toplumun kim olduğu konusunda birçok düşünce var, doğrusunu Allah bilir. Bizlere düşen uyanık olmak ve bizleri yönetenleri ehil insanlardan seçmektir. Rahmanın vaat ettiği o an mutlaka gelecektir. Bizler o vakit yaşamıyor olabiliriz. Şunu unutmayalım ki, o an geldiğinde mahşerin hazırlıkları da başlamış demektir, yani bizlerinde hesaba çekileceği andır o an. Dilerim hesabı verebilenler arasında oluruz. Yine dilerim Hesabın sorulacağı Kur’an a sarılan, onun nuruyla nurlanıp, hakka batıl karıştırmayan, kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  7. Kur’an ayetleri gerçekten çok düşündürücü ve ibret vericidir, elbette aklını kullanana, ibret alana. Çünkü Allah onlarca ayetinde, bizleri düşünmeye ve aklımızı kullanmaya yöneltmektedir. Sizleri üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim ayet, Hucurat suresi 14. ayet olacaktır. Gerçekten bu ayet, Kur an ışığında düşünene, büyük dersler verdiği gibi, günümüzde yaptığımız yanlışlara da işaret etmektedir. Önce ayeti yazalım, daha sonra Kur’an ışığında, üzerinde birlikte düşünelim. Hucurat 14: Bedeviler: "İman ettik." dediler. De ki: "Siz iman etmediniz. Ancak 'Müslüman' olduk deyin. İman sizin kalplerinize girmemiştir. Eğer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez. Çünkü Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir. Yukarıda yazdığım ayette geçen, Bedevi Arapların Kur’an da geçen özelliğini de, önce sizlere hatırlatmak istiyorum. Bakın Tevbe suresi 97. ayetinde Rabbim, bu Araplardan nasıl söz ediyor. Tevbe 97: Bedevi Araplar, küfür ve iki yüzlülükçe daha yaman ve Allah'ın, Elçisine indirdiği şeylerin sınırlarını tanımamağa daha müsaittirler. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Çok dikkat çekici bir özelliklerinden bahsediliyor, Bedevi Arapların. Küfür ve iki yüzlülükte daha yaman olduğunu söyledikten sonra, daha da düşündürücü bir özelliklerinden bahsediyor. Elçisine indirdiği şeylerin sınırlarını tanımamağa daha müsait olduklarını söylüyor. İşte üzerinde dikkatle düşünmemiz gereken asıl konu burası sanırım. Bedevi Araplar dikkat ediniz, Hucurat 14. ayette biz iman ettik demişlerdi. Yani onlarda bu dini kabul ettiklerini söylüyorlar. Ama inat ettikleri bir konu var. Oda Elçisine indirilen, KUR’AN ın sınırlarına itirazları var. Demek ki Kur’an ın çizdiği bir sınır var. Bu sınırı aşanı Allah gerçek iman etmiş saymıyor. Bu sözleri birde günümüzde yaptığımız yanlışlarla, Allahın kitabının sınırlarını, kendi nefsimizce nasıl aştığımızı karşılaştırdığımızda, sanırım o devrin Bedevi Araplarına çok fazla söyleyecek söz dahi, belki de bulamayız. Şimdi Hucurat suresi 14. ayeti, bu inanç doğrultusunda anlamaya çalışalım. Kur’an ın sınırlarını tanımak sözünden ne anlamalıyız? Önce bunu tespit etmeliyiz. Bedevi Araplar iman ettiklerini söylüyorlar, ama atalarından gelen birçok inançtan da vazgeçmek istemiyorlar bu anlaşılıyor. Hatırlayınız bu ve buna benzer toplumların, Kur’an ı yeterli görmez ve atalarının inançlarından vazgeçmeyen tavırlarına karşılık Allah, bakın nasıl ayetler indirmişti. Araf sur.185. ayet: Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar. Ankebut 51:Karşılarında okunup duran bir kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Hucurat suresi 14. ayetinde bedevi Araplar, inatla Kur’an ı yeterli görmedikleri gibi, onun sınırlarının dışına da çıkmayı istemekteydiler. Hâlbuki Allah birçok ayetinde elçisine, kullarıma Kur’an ile hükmet emrini vermiş, onun dışına çıkamayacağına dair birçok hükmü de indirmiştir. Onun içindir ki Allah, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye, kesin hükmünü de vermiştir. Allah Bedevi Arapların, iman ettik sözünü yeterli bulmuyor. Çünkü iman etmek, sözle değil kalple gönülden yapılması gerektiğini belirtiyor. Allah iman ettik sözünü yeterli görmeyip, Müslüman olduk yani boyun eğdik denmesini istiyor. İşte asıl üzerinde düşünmemiz gereken, bir başka noktada burası sanırım. Peki, neye boyun eğilmesini istiyor Allah? Ya da Bedevi Arapların yaptığı yanlış neler de siz iman etmediniz diyor Rabbim? Bedevilerin Kur’an ın sınırlarını zorlayarak, onun dışına çıkması ne anlama geliyor? Sanırım ayetin anlatmak istediği önemli konuda burası. İman ettik diyen Bedevi Araplar, ne yazık ki kendilerini yalnız Kur’an a verip, onun hükümlerine kendilerini teslim etmedikleri içindir ki, imanları kalplerine yerleşememiş ve onun nuruyla nurlanamamışlardı. Çünkü hakka batıl karıştırıyorlardı da ondan. Rahman siz iman ettik diyorsunuz, ama aslında iman etmediniz diyordu onlara. Ayetin devamında; Eğer Allah'a ve resulüne itaat ederseniz Allah, yapıp ettiklerinizden hiçbir şey eksiltmez diyerek, Allah ın resulüne indirdiği kitaba itaat edilmesini ve bu kitabın sınırlarını tanımalarını istiyor. Çünkü sınırları çizen, belirleyen yalnız Allah tır. Peygamberimizde yalnız Kur’an ı tebliğ edip, eskiden kalan atalarının hurafe inançlarından, onları vazgeçirmeye çalışıyordu. Direnmede bu konuda oluyor, onlara da inanmaya devam etmek istiyorlardı. Bu ayet bizlerin günümüzde yaptığı, çok büyük yanlışların dikkatini çekiyor. Peygamberimiz devrinde, Kur’an ın sınırlarını zorlayanlara Rabbin ikazı neyse, bugünde Kur’an ın sınırlarını aşanlara, onun sınırlarını genişletip, ilaveler eklemeler yaparak, atalarının inançlarını ilave edip, bunlarda Allah katındandır diyenleri, dün Allah nasıl ikaz ediyorsa, bugünde aynı uyarıların geçerli olduğunu unutmamalıyız. İman ettim demekle olmadığını, gerçek iman edenin Kur’an ın sınırlarını aşmaması gerektiğini, Allah bizlere anlatıyor. Dilerim Rabbimden, sözde iman ettik diyenlerden değil, Müslüman olduk dedikten sonra, Kur’an ın hükümlerini tebliğ alıp, boyun eğdik diyenlerden oluruz. Yine dilerim Kur’an ın sınırlarını bilen, onun sınırlarını zorlamayan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  8. Bir televizyon kanalında, sanırım Diyanet görevlisi bir kişi hadisler ve Kur’an konusunda konuşma yapıyordu, ilgiyle izledim. Sizlere bahsetmek istediğim konu hakkında, yaptığı konuşmayı özet olarak anlatmak istiyorum. Daha sonrada üzerinde birlikte düşünelim. Peygamberimizin ilk zamanlar, hadis yazımını kesinlikle yasakladığını anlatıyor ve nedeni olarak da Kur’an ile karışma tehlikesi olabileceği söyleniyordu. Devamında ise Kur’an ın bazı ayetlerinin açıkça anlaşılamayacağı, anlatmak istediği konuların açık olmadığı ayetlerin olduğu söylenerek, peygamberimizin hadislerine, bunun için mutlaka ihtiyaç duyulduğunu söylüyordu. Bir ayeti örnek verip, Rahman elçisine kitabı ve hikmeti verdi sözünden, ona Kur’anı açıklama, anlama gücünü ve bilgisini verdi diyerek, konuyu pekiştirmişti. Peygamberimizin son zamanlarında ise etrafındaki sahabeleri, Allahın elçisine tekrar müracaat ederek, bu hadislerin yazılmasına izin istediği, sahabelerin anlamları anlaşılamayacak ayetlerin, bizden sonrakilere ulaşmasında tehlikeler görüleceği ve bizlerinde ezberinden gideceğini öne sürülerek izin istendiğinde, Peygamberimizin hadislerin yazılmasına, peygamberliğinin son zamanlarda izin verdiğini anlatılıyordu. Şimdide yukarıdaki fikri, düşünceyi, inanışı birlikte Kur’an rehberliğinde düşünelim. Peygamberimiz hadis yazımını, ilk önce yasaklamasının nedeni olarak, Kur’an ile karıştırılmasın diye yasaklamıştı, fikri üzerinde duralım. Peki, madem Kur’an ın muhkem ayetleri açık değil, anlaşılması zor ve anlamları kapalı, neden karışsın anlaşılır sözle, anlaşılmayan söz? Siz olsanız anlamadığınız, açıklayamadığınız bir bilgi ile açıklanmış ve anlatılmış, izah edilmiş bir sözü, bilgiyi karıştırır mısınız? Madem anlaşılması zor bir ayet indi, neden Rabbim elçisine bunu insanlara anlayacağı şekilde Kur’an da yaz demedi? Şöyle de düşünebiliriz, Allah madem sizlere rehber olsun diye indirdim diyor Kur’an ı, neden muhkem ayetlerin bir kısmı anlaşılması zor? Rehber olması için, kolay anlaşılır olması gerekmez mi? Kur’an ın başka bir ayetinde ise, sizlere yemin olsun kolay anlaşılan bir kitap, rehber gönderdim dediği halde, zor anlaşılan ayetlerin olacağını söylememiz, Kur’an a ne derece uyar? Bakın bu düşünce, Kur’an ın yüzlerce ayetine dahi ters düşüyor. Şöyle düşünelim, çünkü böyle düşünen ve savunanlarda var. Kur’an a ilgi azalmasın, yalnız Kur’an a yönelin sin diye yasakladı hadis yazımını peygamberimiz, diyen bir fikirde var. Eğer Kur’an anlaşılması zor bir kitap ise, Allahın ayetleri açık ve anlaşılır değilse, ilginin olmasını nasıl düşünebiliriz? Hiç kimse anlamadığı, ya da açıklayamadığı bir şeye çok fazla ilgi duymaz, hatta ondan çekinir, yanlış anlarım diye. Eğer ilk önce yasaklamasının nedeni ilginin azalmaması ise, daha sonra izin vermesi ilgiyi azaltmaz mı? Açıklanan ve anlaşılır hangi kitapsa, ona yönelir insanlar. Bakın söylenenler, akla ve mantığa uymuyor. Allah Kur’an da bazı ayetlerde elçisine, ayetleri kullarına açıklasın, anlatsın sözünden, o günkü topluma kabul ettirmek, ikna etmek için çaba göstersin ve eski geleneklerinden vazgeçirmek için uğraş versin, hatta hükmü kaldırılan ayetlerin nedenlerini anlatsın diye, ona ilim verdim, hikmet verdim diye aslında anlamak gerekmez mi bu ayetleri? Peygamberimizin daha yaşadığı dönemde, sözlerini naklederken yapılan yanlışları, ilaveleri gördüğünden, bunun devam etmesi halinde, ümmetinin Kur’an dan sapacağını çok iyi gördüğündendir ki, hadis yazımını ve naklini yasaklamıştır. Bu gerçeği gören Allah ın elçisi, daha sonra hadis naklini ve yazımını serbest bırakır mı hiç? Kur’an dan bazı örnekler vermek istiyorum sizlere, acaba Allah ın bu sözlerinden sizler, Kur’an ın zor anlaşılır bir kitap mı olduğunu anladınız? Kamer 17. Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Kamer 22 Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Nahl 89; Gün olur, her ümmet için kendi aleyhlerine kendi içlerinden bir tanık çıkarırız. Seni de şu insanlar hakkında tanık olarak getireceğiz. Sana bu Kitap'ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun. Nisa 174; Ey insanlar! Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik. 175. ayet; Allah'a inanıp O'na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır. İsra 89; Yemin olsun, biz bu Kur’an da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler. Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kur’an'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır. Şimdi sormak istiyorum sizlere, yukarıdaki ayetleri okuduğunuzda, Kur’an ın zor anlaşılan bir kitap olduğunu mu anladınız? Rabbin yemin billâh bu kitabı öğüt alasınız diye kolaylaştırdım ayetine, acaba iman etmiyor mu bu sözleri söyleyenler? Bu kitabı indirdik ki, her şey için açıklayıcı ve sizlere bir kılavuz olsun diyor Allah. Rabbinden apaçık ve çok parlak bir kanıt gelmiş, açık seçik her şeyi gösteren bir ışık gönderdik, her benzetmeden nice örnekler verdik, her türlü örneği değişik ifadelerle anlattık sözlerini hiç mi görmüyorlar da, Kur’anı anlamak ve açıklamak çok zordur diyebiliyor ve buna inanabiliyoruz. Şimdide peygamberimiz son dönemlerde, sahabelerinin isteği üzerine bizler ezberimizde unutabiliriz, bizden sonrakiler birçok ayeti okuduklarında anlayamayacaklar, onun için hadisleri yazmamıza izin ver, ey Allahın resulü dedikleri sözleri düşünelim. İşin ilginci sahabelerin akıl ettiği bu anlayışı, bu düşünceyi acaba peygamberimiz akıl edemedi ve neredeyse Kur’an ın doğru anlaşılmasını, ileri çağlara doğru aktarmayı hesaplayamadı da, çevresindeki sahabeler mi hatırlattı peygamberimize dersiniz? Ne dersiniz Rabbim peygamberimize Kur’an ile birlikte verdiği hikmet( ilim) hiç hesaba katılmadan bu sözleri söylediğimizde, bu sözlerin peygamberimize saygısızlık olacağının farkında bile değil miyiz? Peygamberimizin Kur’an ile karışmasını engellemek, ya da Kur’an a ilginin azalmasını yok etmek için, hadis yazımını yasakladığına inandığımızda, acaba daha sonra izin vermesi ile ilk yasakladığını söyledikleri sözler, çelişmez mi? Madem okunduğunda bizler Kur’anı anlayamayız, neden okuyalım Kur’anı? Yazılan hadisleri okuyup işi garantiye almak varken, yanlış anlama riskine neden girelim? İşte böyle düşünmemizi isteyenler, emellerine ne yazık ki ulaştılar. Artık böylece ilk başvuracağımız kitap, hadis külliyatı oldu, Kur’an değil, çünkü o anlaşılması zor bir kitap ilan edildi. Rabbim affetsin bizleri. Daha sonra peygamberimizin izin verdiğini söylemek, peygamberimize apaçık bir iftiradır. Bu yolla da ne yazık ki Kur’an, devre dışı kalmıştır. Kur’an a ilginin azalması ve Allahın sözleriyle karıştırılmasından korkan ve hadis yazımını yasaklayan Başöğretmenimiz Allahın elçisi Hz. Muhammet asla daha sonra serbest bırakıp, insanları Kur’an dan uzaklaştırmaz. Bu sözleri söylemek, hiçbir aklın onayından geçmez. Bakın peygamberimizden size söylediklerimi doğrulayan birkaç hadis nakledeyim. Benden sonra, benim adıma söylenecek çok söz duyacaksınız, Bu sözleri KURAN İLE KARŞILAŞTIRINIZ ki, benim sözüm olup olmadığı hakkında delalete düşmeyesiniz. Her kim ki, ben söylemediğim halde bu sözü peygamber söyledi dese BUYURSUN KENDİNİ CEHENNEMDEKİ YERİNE HAZIRLASIN. Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi. Tirmizi, Es Sunan, K. İlm 11 Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımıza geldi ve “Yazdığınız şey nedir?” dedi. “Senden işittiğimiz hadisler” dedik. Hz. Peygamber: “Allah’ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.” El Hatib, Takyid 33 Sizce yukarıdaki sözleri söyleyen Allahın resulü, daha sonra izin verir mi? Bizler hadislere çok dikkatle yaklaşmalı ve tıpkı peygamberimizin söylediği gibi, çok dikkatli olmalıyız. Söylenen her peygamber sözüdür dediklerini, Kur’an süzgecinden geçirmeliyiz. Allah bu Kur’anı ben koruyorum diyor, ya bizlere ulaşan rivayet hadislerin doğruluğunu kim ya da kimler koruyor? Bunu da lütfen düşünelim. Allah sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum, bu kitaptan hesaba çekeceğim dedikten sonra, bu kitabı anlaşılması zor gönderip, Kur’an dışından da hesaba çeker mi dersiniz bizleri? Bu düşünceyi, adaleti nasıl olurda Rabbim e layık görürüz, bunu da hesaba katalım ve yaptığımız saygısızlığın farkında olalım. Elbette bizler için peygamberimiz örnektir ve onun sünneti Kur’an ın hayatına geçirilmiş halidir. Bizler bunları öğrenmeli ve onun yaşamından istifade etmeliyiz. Fakat bizlerin yapacağı en önemli konu, onun adına sarf edilen sözleri(hadisleri) yine Kur’an ile tasnif edip, süzgecinden geçirip öyle almalıyız. Böylece peygamberimizin gerçek ümmeti olduğunu da, bu yolla göstermeliyiz. Çünkü peygamberimiz mahşer günü; Benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar diyecekse, bizlere düşen elimizden geldiğince Kur’an ı yanı başımızdan eksik etmeden, onun onayından geçmeyen hiçbir bilgiyi de kabul etmeyerek, onun ardı sıra gittiğimizi göstermeliyiz. Peygamberimizin sağlığında hadis yazımını yasakladıktan sonra, daha sonra izin vermiştir düşüncesini savunanlara, aşağıdaki bilgiler, hadisler sanırım ders olacaktır. Eğer peygamberimiz hadis yazımını kaldırmış olsaydı, onun en yakınındakiler aşağıdaki sözleri söyler miydi, bunun yorumunu ve kararını da sizlere bırakıyorum. Dilerim Rabbimden, Kur’an ı anlamaya çalışmak adına çaba gösteren, kullarından oluruz. Birilerinin sözlerini doğrulamaya çalışmak yerine, gelin KUR’ANI ANLAMAYA ÇALIŞALIM. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK DÖRT HALİFENİN BU KONUDAKİ ÇABALARI; .Hz. Ebu Bekir’in aldığı önlemler: Hz. Ebu Bekir, peygamberin vefatından sonra Müslümanları toplayarak şöyle demişti: “Sizler, Peygamberden hadis rivayet ediyorsunuz ve bu hadislerde ihtilafa düşüyorsunuz. Sizden sonrakiler ise daha fazla ihtilaf edecektir. Peygamberden hiçbir şey tahdis etmeyin. Size bir soru soran olursa, “Bilgimizle sizin aranızda Allah’ın kitabı var” deyin ve onun helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kılın” [Zehebi, “Teskiretu’l Huffaz, I, 2-3] Hz. Ebu Bekir vefat ettiği gece bir hayli huzursuz olmuş ve uyuyamamış, bunun sebebini soran kızı Hz. Aişe’ye sebebinin hadisler olduğunu söylemiş, sabah olunca da evde mevcut olan bütün yazılı hadisleri getirtip yaktırmış. [Zehebi, I, 5] Hz.Ömer’ın aldığı önlemler: Hz. Ömer diğer şehirlerdeki sahabelere mektuplar yazarak ellerinde yazılı bulunan hadis mecmualarını yok etmelerini istedi. [İbn Abdilberr, 108] Hadisler Ömer döneminde çoğalmıştı. Ömer halktan beraberlerinde bulunan hadis sayfalarını getirmelerini istedi. Sonra bunların yakılmasını emrederek şunu söyledi: Kitap Ehli’nin Mişna’sı gibi Müslümanların Mişnası’dır bunlar. [İbn Sad/Tabakat 5/140] Hz. Ömer Irak’a yolcuğa giden arkadaşlarına şöyle demişti: “Siz öyle bir ülkeye gidiyorsunuz ki halkı arı uğultusu gibi Kur-an okur. Hadislerle onları meşgul etmeyiniz ve yollarını saptırmayınız. [Hanbel, Kitabul Ilel 1/62-63] Hz. Ömer şöyle der. “Ancak sizden önceki kavimleri hatırladım, onlar da kitaplar yazmışlardı ve Allah’ın Kitabı’nı bırakarak onlara sarılmışlardı. Allah’ın Kitabi’nı asla başka bir şeyle değiştirmem” başka bir rivayette “Ben yemin ederim ki, Allah’ın Kitab’nı hiçbir şeyle gölgelemem. ” [El Hatip, Takyıdull İlm Sayfa 50; İbn Sad, Tabakat, 3/206] . Hz.Osman’ın aldığı önlemler. Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden ötürü Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle, Kab’ı Kırede dağlarına göndermekle tehdit etmiştir. [Tahzırul Havas 10b. ] Hz.Ali’nin aldığı önlemler: Hz. Ali’den rivayet edildiğine göre o yanında yazılı sahifeler bulunan kimseleri, bunlara müracaat etmekten sakındırmış ve “Sizden önceki insanlar, Rabb’lerinin Kitabını terk ederek âlimlerinin sözlerine uydukları için helak olmuşlardır” demiştir. [İbn Abdilberr, 108] Ayşe annemizin mücadelesi •İbn Abbas’ın Allah’ın görülmesi hakkındaki rivayetine karşı çıkması. (Zerkeşi, IV Fasıl, 6. hadis) •İbn. Ömer’ın “ailesinin ağlamasıyla ölünün azap çekeceğini” rivayetine karşı çıkması. (Zerkeşi, II. Fazıl, Hz. Ömer, 1. hadis) •Ebu Hureyre’nin “Uğursuzluk üç şeydedir” rivayetine karşı çıkması. (Zerkeşi, VII Fasıl, Ebu Hureyre, 2. hadis) •İbn Ömer’ın ölülerin işiteceğine dair rivayete karşı çıkması (Zerkeşi, V. Fasın, İbn Ömer, 10. hadis) Hadis rivayet eden sahabelerin bundan vazgeçmeleri: Şeddad, İbni Abbas’a “Hz. Peygamber bir şey bıraktı mı? ” diye sordu. O da “Sadece Kuran’ın iki kapağı arasında olanları bıraktı” cevabını verdi. [buhari, K. Fezailul Kur-an 16; Müslim K. Fezailus Sahabe 30, 31; Ebu Davud K. Fiten 1, Tırmızı K. Fiten 43] İbn Mesud elinde bir hadis sayfasıyla geldi. Sonra su isteyerek sayfaları sildi, sayfanın yakılmasını emretti ve şunu söyledi: “Allah kime bir hadis sayfasının yerini bildirirse ve o da beni bundan haberdar etmezse Allah’a yemin ederim ki, Hindistan’da dahi olsa onu arar bulur ve yok ederim. [Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, s. 27] Oluşturulan notların yakılması/imha edilmesine dair: Ebu Musa el Eşari’nin bir taraftarı, teşvik üzerine hocasının hadislerini yazmış; ancak o bunu öğrenince hepsini imha ettirmiş. [İbn Sad, IV, 112] Ubeyde b. Kays, kitaplarının yakılmasına veya başka türlü imha edilmesine, vasiyetinde yer vermişti. [İbn Hanble, Ilel, I. 104] Ömer, Şam’a geldiğinde Zeyd b. Sabit’in diyete dair sahifesini sorup getirtti ve onu parçaladı. [İbn Hanbel, Ilel, I, 206]
  9. Bizleri bugün yönetenlerin politika eğitimlerini, tecrübesini bu ülkeyi yöneten, kendisinden önceki liderlerden aldığı anlaşılıyor. Çünkü bu ülke yöneticileri dün dündür, bugün bugündür sloganıyla bizleri yönetmiyorlar mıydı? Eğitimini iyi almış bir öğrenci misali, Sayın Başbakanımızın dün söylediğinin, bugün tam tersini söylemesi, yapması ne toplumda nede basında hiçbir tepki almıyor, yadırganmıyor adeta. Sanırım geçmişte bizleri yöneten liderler, bu toplumu, istedikleri gibi yönetmeye alıştırmış. Tabi ondan sonra gelecek liderlerde, toplumun alıştığı davranışlara göre hareket etmesi çok normaldir. Bunun için Sayın Başbakanımızı ben şahsen kınamıyorum. Çünkü bu toplum böyle davranışları, düşünmeden seçtiği liderlerle, hak ediyor da ondan. Tüm bu sözleri neden söylediğime gelince. Bugünlerde günün konusu olan bedelli askerlik, neredeyse şekillendi kanun çıktı gibi diyebiliriz. İşte sizlere Başbakanımızın bu konu ile ilgili çok uzaktan değil, seçim öncesinde, bedelli askerlik ile ilgili topluma açıklamasını, (Başbakan'ın seçim öncesi bedelli açıklaması) başlığı altında, internet ten sorgulatıp izleyebilirsiniz. Bakın Sayın Başbakanımız seçim öncesi, Türk halkına bedelli askerlik konusunda, neler söylemiş nasıl bir söz vermiş. Tabi bu sözleri, birde geçenler de aynı konu ile ilgili, yaptığı açıklamasıyla karşılaştırmanız gerekecek. (Böyle bir sorumluluğun altınaTayyipErdoğan olarak giremem. Çünkü parası olan var, parası olmayan var. Parası olan bastıracak parayı, askerlikten kurtulacak, eeee parası olmayan da gidecek askerliği yapacak. Kimlerle görüştüysem ben, kenar köşedeki izbe yerlerdeki vatandaşım, Onlar hiç bu işe sıcak bakmıyor. E biz yola çıkarken, kimsesizlerin kimi olarak çıktık. O zaman sormamız lazım, ona göre de adımımızı atmamız lazım. ) Bu sözler Sayın Başbakanımız Tayyip Erdoğan a aittir. Buna benzer birçok konuda ve aradan çok fazla zaman geçmemesine rağmen, her söylediğinin tam tersini söylemedi mi Sayın Başbakanımız? Doğrusu buna çok üzülüyorum. Çünkü kaptanına güvenemeyen bir gemide yol almak, tüm yolcuların korku içinde olmasına neden olurda ondan. Bu gemide bende bir yolcu olduğuma göre, tedirgin olmakta haklıyım sanırım. Tabi insan sormadan geçemiyor. Seçimden önce söylediği bu doğrular, gerçekler, güzel düşünceler, ne oldu da birden değişti? Böyle bir sorumluluğun altına giremem diyen Başbakanımız ne değişti de, böyle bir sorumluluğun altına girdi. Ülkemizde akan kan mı durdu? Artık şehit haberlerini, çok şükür duymuyoruz diyebiliyor muyuz? Parası olan bastırıp parayı askerlikten kurtulacakta, olmayan gidip askerlik yapacak öylemi, serzenişi birden neden değişti? Yoksa seçim öncesi söylenenlere siz bakmayın mı demeliyiz? Oy alabilmek için her yol denenmelimi? Amaca ulaşmak için, her şey mubah mı bu yolda yoksa? Sayın Başbakanımız seçim öncesinde, kenar köşedeki, izbe yerlerdeki vatandaşlarımızla görüştüğünde, hiçbirisi bu işe sıcak bakmadığını söylüyordu. Peki, şimdi bu vatandaşlarımızın fikrimi değişti? Yoksa oyumuzu aldık, onlarda kim oluyor zihniyeti hiç değişmeyecek mi? Sayın Başbakanımız yola çıkarken, kimsesizlerin sahibi olarak yola çıktığını söylüyordu. Ne oldu yoksa artık sahipler el mi değiştirdi de, onları düşünen onlara soran bile yok. Bedelli askerlik, inadına o kadar yüksek bir ücretle belirlendi ki, bırakın köşe bucak halkın istifadesini, normal gelirli vatandaşlar bile istifade edemiyor. Yani yine piyango zengine çıktı, yine adaletin topuzu zenginden taraf vuruyor. Hayırlısı olsun diyelim. Çünkü elden başka bir şey gelmiyor. Toplum olarak sanırım bizlerin yaptığı bir yanlışlık var, önce onu tespit etmeliyiz. Eğer doğru tespitte bulunup, yarayı doğru ilaçla tedavi etmediğimiz takdirde, daha çok kendimiz söyler, kendimiz dinleriz. Çünkü düşünmeyi unutan, aklını kullanamayan toplumları Rabbim, pislik içinde bırakırım diyorsa, bizlere düşen aklını kullanabilen bir toplum olmak olmalıdır. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  10. Günümüzde İslam ı anlatan, hatta gelin gerçek İslam ı sizlere yaşatalım diyen topluluklar, tarikatlar, cemaatler görürüz. Hepside aynı peygambere, aynı kitaba iman ettiği halde, inanılmaz farklılıklar göze çarpar. Bu tarih boyunca da farklı boyutlarda devam etmiş, günümüze kadar gelmiştir. Aslında bu farklılıklar, yalnız İslam dininde değil, diğer ehli kitap dinlerinde de görülmektedir. Peki, nedir bu farklı olanlar ve neden farklı? İşte sizleri düşünmeye davet etmek istediğim konu, bu farklılıkların neler olabileceği, nedenleri konusunda olacaktır. Ben bazı konulara sizlerin dikkatinizi çekmek istiyorum. Bu yazıyı okurken inanıyorum sizlerde, yapılan başka yanlışları hatırlayacaksınız. Çünkü saymakla bitmezde ondan. Önce düşünelim. Allah bizlerden ne istiyor ve bu istediklerini açıkça belirtmiş mi? Burası önemli. Sorumlu olduklarımız tek tek açıklanmış ve apaçık belirlenmiş mi? Gelin önce bu sorumuza, Kur’an dan cevap arayalım. Sanırım tek bir ayet dahi, aklını kullanana yeterli olacaktır. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Allah aslında çok açık bir tebliğde bulunmuş ve demiş ki; Sizlerin sorumlu olduğunuz kitap Kur’an dır. Allaha güvenen, ona dayanan bir insan, bu kadar açık bir hükmü göz ardı ederek yaşıyorsa, sanırım Kur’an ı doğru anlaması ve İslam ı Allah ın emrettiği yolda yaşaması, mümkün olmayacaktır. Şu soruyu kendimize soralım. Allah sizleri bu kitaptan sorumlu tutacağım diye hüküm verdikten sonra, bu kitabın vermediği bir hükümden de, sizce bizleri sorumlu tutar mı?Aklı olana her şey o kadar kolay ki. Onu kullanmayana, sanırım ne yapsak fayda etmeyecektir. Nefsimize sormamız gereken bir başka soru daha. Acaba bizleri imtihan edeceğini apaçık söylediği bir rehber kitap, bizlere gerekli olan her şeyin olmadığı, herkesin anlayamadığı, zor anlaşılan bir kitap olabilir mi? Bu sorulara doğru cevap bulan, yaptığımız yanlışların ana nedenini anlayacaktır. Aynı kitaba inandığımız halde, farklı İslam ı yaşamamız, Allah ın ayetlerine gereği gibi iman etmediğimizden kaynaklanmaktadır. Bakın Allah sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim dediği halde, bizler neler söylüyoruz Allah ın rehberine? İslam ı doğru yaşamak istiyorsanız yalnız Kur’an yetmez. Çünkü Kur’an özet bilgiler verir ve herkes anlayamaz. İslam ı doğru yaşamak isteyen, fıkıh kitaplarından öğrenmelidir. Ne dersiniz, bu düşünce doğru diyebilir miyiz? Allah sizlere rehber olsun diye gönderdim diyor Kur’an ı, fakat biz Rabbin rehberine neleri layık görüyoruz. Aldığımız bir cihazın, kullanma kılavuzuna bile böyle bir saygısızlık yapmayan bizler, nasıl olurda Rabbin katından bizlere, rehber, kılavuz olsun diye indirdiği Kur’an a bu saygısızlığı yaparız, doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum. Ne yazık ki günümüzde, genelde bu soruya verilen cevap, yukarıda yazdığım düşünce doğrultusunda olduğu içindir ki, bizler sayısını dahi bilemediğimiz bir şekilde bölünmüşüz. Bölünmeye de devam ediyoruz. Hâlbuki Allah sakın, dinde bölünmeyin, sizlere kolay anlaşılır, detaylı, aklını kullanana anlayabileceği bir kitap gönderdim, demiyor muydu? Yüce Rabbimi dinleyen bile yok. Kur’an da her şey yoktur diyerek bizleri, beşerin birbirinden çok farklı, fıkıh kitaplarına yönlendirmeleri, bölünmenin ana kaynağını oluşturmuştur. Halbuki Allah bizleri Kur’an dan sorumlu tutmamış mıydı? Sizce Kur’an da her şey açıkça anlatılmış olmasaydı, Rahman böyle bir ayet indirir miydi? Bakın Allah Kur’an için ne söylüyor, bu ayetleri apaçık tebliğ alan bizler, bu rivayetlere inanırsak, elbette kendi nefsimizde yarattığımız bir dine inanmamız kaçınılmaz olacaktır. Enam 38: Yeryüzünde hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap'ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. Nur 34: Yemin olsun ki, size, gerçeği açık-seçik anlatan ayetler, sizden önce gelip geçmiş olanlardan örnekler, korunanlar için de bir öğüt indirdik. Araf 174: İşte ayetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz, olur ki dönerler. Yüce Rahman açıkça, biz bu kitapta hiçbir eksik bırakmadık dediği halde, bizler bu kitapta her şey yoktur diyorsak, gittiğimiz yol sizce Allah a ulaşır mı? Sizlere gerçeği açık seçik ve ayrıntılı verdik dediği halde, bizler bu kitap için hala inatla, özet bilgiler vardır demeye devam edersek, bize öğretilenleri Kur’an da bulamadığımızda, bakın her şey yazmıyormuş Kur’an da diyerek büyük yanlış yaparsak, sonumuz nice olur dostlar? İşte sizlere, yüzlerce farklı İslam yaşanmasına neden olan yol ve yöntemden, bazı örnekler sundum. Bunları söyleyenlere inandığımızda, kendimizce birçok inanç sistemleri yaratırız. Elbette böyle bir yol izlediğimizde, öyle farklılıklar çıkacaktır ki, sonunda bizlerde neye inanacağımızı şaşırmamız, kaçınılmaz olacaktır. Bir arkadaşımız benim bir yazıma verdiği cevapta, bakın neler söylemiş. (Eğer aklınız ile konuları çözümlemeye çalışıyorsanızboşuna kürek sallarsınız. Çünkü Din akıl terazisi ile ölçülmez. Eğer herkes kendi aklına göre İslam dinini yaşamaya çalışırsa, o zaman binlerce ortaya İslam dini ortaya çıkar.) Aslında içinde bulunduğumuz yanlışı, bu sözler çok iyi anlatıyor. Allah Kur’an da bizlere nasıl bir yol yöntem izlememizi emrediyordu? Aklını kullanmayı bırak ta, verdiğim emirlere mi bak diyordu? Yoksa tam tersini yaparak, gönderdiğim ayetler üzerinde düşünün, aklınızı kullanın ve sakın velilerin ardına düşmeden, doğru yolu bulun mu diyordu? İşte aynı kitaba inandığımız halde, belki de birbirinden çok farklı, yüzlerce İslam dini yaratmamızın ana kaynaklarından biriside, bu düşüncenin altında yatıyor. Önemli olan baktığımız pencerenin, doğru pencere olup olmadığıdır. Kur’an penceresinden bakmayıp, edindiğimiz velilerin penceresinden bakan, elbette Rabbin gerçeklerini de göremeyecektir. Gelin bu soruyu Kur’an a soralım. Bakalım Allah aklımızı kullanmadan mı iman etmemizi istiyor, yoksa tam tersine aklımızı özellikle kullanmamız önerisinde mi bulunuyor? Birkaç örnek verelim. —Yunus suresi 100. ayetinde, Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah pislik içinde bırakırımder ve bizleri uyarır. —Aliimran 7. ayetinde Allah, ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar, diyerek düşünmenin önemine işaret eder. —Bakara 197. ayetinde Allah, Ey temiz akıl sahipleri, Benden korkup-sakının uyarısı ile akla atıfta bulunur. _Maide suresi 58. ayetinde Allahın ayetlerini düşünmeyen kullarına seslenişi de düşündürücüdür. Bu davranış, onların düşünemeyen bir toplum olmalarındandır. — Enfal 22. ayetinde, Allah katında en kötü kişilerin bakın kimlerin olduğunu söylüyor. Akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir. Bu ayetlere benzer yüzlerce ayet vardır ki, Rabbim bizleri akılla, düşünerek imanımızı yaşamamızı ister. İşte bu ayetleri görmezden gelip, beşerin sözlerine inananlar, elbette aynı kitaba iman ettiğimiz halde, farklı inançlar yaratıp, peşinden koşacaklardır. Bana cevap veren kardeşimiz, eğer akılla Kur’an ı anlamaya kalkarsak, farklı inançlar, farklı İslam anlayışlarının çıkacağını söylemişti hatırlayınız. Hâlbuki günümüzde, tam tersine bu farklı inançların çıkmasının asıl nedeni, Kur’an ı, İslam ı anlamaya çalışırken, aklımızı kullanmadan iman etmemizden kaynaklandığı, sizce çok açık değil mi? Hastanın tedavisi için, önce doğru teşhis koymak gerekir. Allah velilerin ardına düşmeyin, din ve iman adına veliniz yalnız benim diyen Rabbime kulak vermeyen bizler, elbette kendi nefsimizce edindiğimiz veliler sayesinde, farklı inançlar, dinler yaratmamız kaçınılmaz olacaktır. Bizlerin unuttuğu bir şey var, oda bu Dünyada imtihanda olduğumuz gerçeğidir. Okulda nasıl imtihan olduğumuzda, çok farklı notlar alınıyor ve her öğrenci okul bitiminde çalıştığı, çaba gösterdiği ölçüde başarı sağlıyorsa, bizlerde Allah katında imtihanımızı, bizzat kendimiz yaşamalıyız. Hiç kimse bir diğerinden, kopya çekerek aklını kullanmadan, çaba göstermeden, Allah ın rehberi ile buluşmadan, başarılı olacağını sanmamalıdır. Çünkü kopya çekmeye çalıştığı kişinin verdiği cevaplarının doğru olduğunu bilmeden, bizlerinde aynı hatayı yapma riskimizin olduğunu unutmamalıyız. Geçmişte buna benzer bir örneği hatırlarım. Bir arkadaşımız imtihan notları açıklandıktan sonra şöyle yakınıyordu diğer arkadaşına. Ben seni çalışkan bilirdim. Senin yaptıklarının bende aynısını geçirdim kâğıda. Meğer yanlışmış, senin yüzünden zayıf aldım demişti. Daha sonrada yine aynı arkadaşımız, soruları kitaptan araştırdığında, cevaplarının çok kolay olduğunu, keşke çalışsaydım dediğini hiç unutmuyorum. Bizlerin Yaratıcısı Rahman, bizleri imtihan edeceği kitabı, yemin ederek kolaylaştırdığını söylediği halde, bu kitabı herkes anlayamaz, Kur’an da her şey yoktur, onu veli insanlar anlar diyerek, imtihan olacağımız kitabı ve sorumlu olduğumuz konuları değiştirenlerin peşi sıra gidenler, elbette farklı İslam anlayışı içinde olacaklardır. Sizce bunu yapanların, Rabbin imtihanından geçer not alma şansı ne olabilir? Bu sorunun cevabını Rabbin huzurunda, hep birlikte göreceğiz. Ben bütün yazılarımda, özellikle aynı konu üzerin de durup, dikkatinizi çekmeye çalışıyorum. Oda Kur’an ı anlayarak okumak ve Rabbin ayetlerini bir bütün olarak düşünmeye davet etmektir. Bunu yapanları hiç kimse, Allah ile asla aldatamaz, kandıramaz. Hepimiz Kur’an ın öğrencisi olurda, onun nurundan nasiplenmek adına çaba harcarsak, bir gün Kur’an ın nuruyla gözlerimiz ve gönlümüz parlayacaktır. İşte bundan sonra, yanlış yapmamızda mümkün olmayacaktır. Dilerim Allah ın verdiği aklı kullanan, sorumlu olduğumuz Kur’an ın ipine sıkı sıkı sarılan ve Kur’an ın nuruyla gözleri ve gönlü parlayan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  11. Bizler ne yazık ki inancımızı, imanımızı Rabbin rehberine bizzat müracaat etmek yerine, aracı koyarak bir başkasından İslam ı öğrenmenin, daha doğru olduğuna inandırılmışız. Çünkü bizlerin Rabbin kelamını okuduğumuzda anlayamayacağımız öğretilmiştir. Böyle olunca da Kur’an a müracaat edeceğimiz yerde, bizlere önerilen ve her mezhebin farklı fıkıh kitaplarına yönlendirilerek, İslam ı yaşamamız sağlanmıştır. İşin kötüsü her mezhep kendi fıkhını yarattığı içinde, Rabbin rehberliğinden uzaklaşan bizler, hangi kapıya sığınacağımızın telâşesin de, imanımızı yaşar olmuşuz. Allahın bizleri, Kur’an ın ipine sarılın davetini hatırlatanlara da, sen onca âlimi devre dışımı bırakıyorsun, sen onlardan daha mı akıllısın, türünden sert cevaplar verilmektedir. Hâlbuki unutulan en önemli konu ise Rabbin rehber olsun diye gönderdiği, açık ve anlaşılır olduğunu da özellikle belirttiği halde, Kur’an ı yeterli görmediğimiz gözden kaçmakta, beşerin kitaplarının dini, İslam ı açıklayabileceğini söyleyerek, Kur’an ın yerine koyduğumuz beşerin kitaplarıyla, Rahman a yaptığımız saygısızlığın farkında bile olamıyoruz. Allah ın hadi bir benzerini getirsinler, dediği kitabın açık olmadığını ve herkesin anlayamayacağının söylenmesi, sizce günahların en büyüğü değil de nedir? Rahman sizleri bu kitaptan sorumlu tutacağım dedikten sonra, acaba bizlere yemin ederek kolaylaştırdığını söylediği kitabı, tam tersini yapıp, anlaşılması zor yaparak, bizleri zor anlaşılan bir kitaptan mı hesaba çeker? Birazcık düşündüğümüzde yaptığımız saygısızlığın farkına varmak, sanırım zor olmasa gerek. Yeter ki Rabbin rehberinin ışığından, güneşinden istifade edebilelim. Eğer bu çabamızın önünde, beşerin aydınlatmayan el lambası varsa, asla gerçekleri göstermeyeceğini gözlerimize perde indirip, gönüllerimizi mühürleyeceğini söyleyen Rabbim e artık kulak verelim. Sizlere aşağıda Muhammed Suresi 2 ve 3. ayetleri hatırlatarak, üzerinde düşünmeye davet etmek istiyorum. Aşağıda yazdığım ayetler, peygamberimiz devrinde ona inanan ve inanmamakta ısrar eden toplumun, dikkatini çekmek adına indirilmiştir. Ayetlere çok dikkat edelim ve sözcüklerin üzerinde iyice düşünelim. Önce ayetleri yazalım. Muhammed 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir. 3. Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır. Muhammed suresi 2. ayette Rabbim iman edip yararlı işler yapanların ve çok dikkat edelim, bakın daha sonra ne diyor? (Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların…) Burada özellikle dikkat çekilene dikkat edelim. Rabbin günahlarını affettiği ve hallerini düzelttiği insanların nereye inandığını söylüyor? (hak olarak Muhammed'e indirilene..) Peki, bize böylemi öğrettiler? Kur’anda her şey yoktur, O özet bilgidir demediler mi? Önümüze Kur’an yerine, ciltlerce dolusu beşerin kitaplarını koymadılar mı? Demek ki bize öğretilen ile Rabbin sözleri arasında çok büyük farklar var. Allah hem gönderdiğim kitaba inanın diyecek, ama O kitapta her şey olmayacak ve anlaşılması zor olacak öylemi dostlar? Bu sözlere inanmakla, nasıl büyük bir hata yaptığımızı, sanırım mahşerde hesap günü fark edeceğiz. Çünkü gözlerimiz kapalı, gönüller taş gibi iman eder olmuşuz. Allah bizleri affetsin. Şimdide ayetin devamında, aslında iman etmeyen inkâr edenlere bir sesleniş var. Fakat sanırım buradan bizler günümüzde de çok büyük dersler çıkarmalıyız. Bakın Rabbim ne diyor iman etmeyenlere? (Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır.) Rabbim e şükürler olsun bu kadar açık sözleri de anlayamıyorsak, önce elimizi başımızın arasına koyup çok iyi düşünmeliyiz. Bakın Allah hiç iman etmeyenlerin inandıklarına nasıl işaret ediyor ve ne diyor? (inkâr edenlerin batıla uymaları.) İman edenler için ne diyor burası çok önemli. (inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır) Rabbimden gelen hakkın da Kur’an olduğunu ayetin başından anlıyoruz. Şimdide inkâr edenler ve iman etmeyenler için Rabbim nereye iman ediyorlar diyordu?( inkâr edenlerin batıla uymaları.) Burada bahsedilen batıl ne olabilir sizce? Elbette emin olmadığımız bilgi ve sözler. Emin olunan bilgi ise elbette KUR’AN. Ya da Kur’an ın onayından geçmeyen sözlere de batıl diyebiliriz. Burada bahsedilen batıla inananlar, Allah ı inkâr edenler değil. Allah ın gönderdiği kitapları yeterli görmeyip, hakka batıl katanlardır. Peygamberimizin bizlere Kur’an ile hükmetme görevi aldığı, birçok ayette açıkça belirtilmiştir. Peygamberimiz Kur’an dışına asla çıkmayacağına göre, onun sözüdür diye nakledilen her bilgiyi Kur’an süzgecinden geçirip öyle kabul etmeliyiz. Eğer peygamberimizin ümmeti olduğunu söylüyorsak, onun yolundan gittiğimizi iddia ediyorsak, ona saygı duyuyorsak, bunu mutlaka yapmalıyız. Onun adına uydurulan hurafelere inanmayarak, peygamberimize karşı sevgimizi, saygımızı göstermeliyiz. Bu ayetten çıkarmamız gereken en önemli ders, peygamberimiz devrinde yalnız Kur’an ı yeterli görmeyip iman etmeyerek, atalarından gelen inançlardan vazgeçmeyenlerden bahsedilmektedir. Kur’an da atalarının hurafe inançlarından vazgeçmek istemeyenlere karşı, büyük ikazlarla doludur. Allah hakka batıl karıştırmayın derken, Rabbin ne anlatmak istediğini, lütfen dikkatle düşünelim. Günümüzde Kur’an ın hiç bahsetmediği, hüküm vermediği bir bilgiyi, şüphe etmeden peygamberimizin sözüdür dediklerinde, alıp kabul edersek, sanırım peygamberimizin devrinde hurafelere iman edenlerle, Allah korusun aynı hataya düşmüş olmuyor muyuz? Çünkü bakın bir hadisinde bizleri nasıl uyarıyordu hatırlayalım peygamberimiz. Bu örneği birçok kez verdim yazılarımda, çünkü ders alınacak ve üzerinde dikkatle düşünmemiz gereken bir uyarısıdır bizlere. (Benden sonra, benim adıma söylenecek çok söz duyacaksınız, Bu sözleri KURAN İLE KARŞILAŞTIRINIZ ki, benim sözüm olup olmadığı hakkında delalete düşmeyesiniz. Her kim ki, ben söylemediğim halde bu sözü peygamber söyledi dese BUYURSUN KENDİNİ CEHENNEMDEKİ YERİNE HAZIRLASIN.) İşte bizler bu kadar güzel ve asil bir peygamberin takipçileriyiz, şükürler olsun Rabbim e. Sizlere son olarak bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. İman etmekte zorlanan insanlara hitaben yazılan bu ayetten, sanırım bizler günümüzde daha çok ders almalıyız. Kur’anı herkez anlayamaz, onu veli insanlar anlar diyenlere de, güzel bir cevabı sanırım Rabbim onlara veriyor. Muhammed 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Rahman iman etmeyen, ya da iman etmekte zorlanan topluma bakın ne diyor? Kur’anın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Demek ki düşündüğünüzde anlaşılması zor bir kitap değil, anlaşılabilecek bir kitapmış. Fakat bizler sanırım Kur’an ı anladığımız dilden hiç okumadığımızdan, bunun farkına bile varamıyoruz. Ya ayetin devamındaki sözlere ne dersiniz? Ben buna yorum yapmak istemiyorum. Kalplerinde mühür olmayanlar hemen Rabbin ne söylediğini anlayacaktır. (Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var?) Dilerim Rabbimden kalpleri mühürlenmeyen, gözlerine perde inmemiş kulları arasına, bizleri de Rabbin alması dileklerimle. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  12. Günümüzün konusu, bedelli askerlik. Tüm dertlerimizi unuttuk, bu konuyu tartışıyoruz. Parasını verip, vatandaşlık görevinden, sorumluluğundan kurtulmanın adaletsizliğini, adaletli göstermenin çabasını üzülerek yanlı, taraflı basında izlemekteyiz. Aynı ülkede yaşayan vatandaşların, eğer eşit haklara sahip olduğunu söylüyor ve bu adaleti savunuyorsak, bu görev ve sorumlulukların bir kısmını para karşılığı yapmaktan kurtulamayız. Tabi eşit haklardan bahseden devleti yönetenler, bu sözlerinde samimi ise, vatandaşları arasında ayrım asla yapmayacaklardır. Ayrım yapanlar eğer zerre kadar inançlı ise, bunun kul hakkına girdiğini bilmelidirler. Elbette bu satırları okuduğunuzda, nefsinizdeki isyanı duyar gibiyim. Eşitsizlik adaletsizliklerle dolu, yaşamınızdaki örnekler geldi aklınıza. Çok haklısınız. Peki, tüm bunların suçunu kimin üzerine atmalıyız diye, bir soru sorduk mu kendimize? Hiç sanmıyorum, çünkü kabahati hiç kendimizde aramayız. Allah sizleri yönetecek insanları, ehil insanlardan seçin diye uyardığı halde, hatırlayalım isterseniz, bizler bu kriteri göz önünde tuttuk mu hiç? Babadan oğula geçen parti liderlerini, bol kepçe dağıtıp devletin kasasını boşaltanları, parti yönetiminde kendilerini öne çıkaran, ben olmazsam bu iş olmaz zihniyetini yaratan liderleri, bu dindar adamdır diyerek, bizleri Allah ile aldatanları seçmedik mi bugüne kadar? Bizlerin yöneticilerimizi seçerken ölçümüz eğer, karizma(büyüleyici özellik) sahibi ağzı laf yapan, güzeli çirkin, çirkini güzel gösterecek kadar beceri sahibi olan insanlar ise, Kusura bakmayın ama, bu hataları yapıyorsak, bunların sunacağı adaletinde, eşit olmasını beklemeyelim lütfen. Daha dün bizleri yönetenler, ben halkıma nasıl anlatırım bedelli askerliği, bu ortamda böyle bir konu gündeme gelmez, diyerek muhalefet partinin önerisine, cevap vermemiş miydi? Dün dündür, bugün bugündür zihniyetine bizler, sanırım çok alıştırılmışız ki, hiç yadırgamıyoruz söylenenleri. İşte muhalefetiyle, hükümetiyle, al birinden vur ötekine. Hiç farkları yok birbirinden. Hiç sızlanmayalım, onları bu koltuklara bizler getirdik. Sonucuna da katlanacağız. Ektiğimizi biçiyoruz. Askerlik toplumun ortak sorumluluğudur. Çünkü birlikte yaşadıkları bir ülkenin korunması, savunulması konusunda ayrıcalık yapılamaz. Ben bu görevi yapmak istemiyorum, ya da benim param var, paramı vereyim, ben yapmayayım siz yapın diyemez. Hak eşitse, sorumluluklarda eşittir. Neyse parası verelim zihniyetine hiçbir düşünce izin vermeyeceği gibi, toplum kurallarına, adalet anlayışına da aykırıdır. İşte bizleri yönetenlerin ısrarla bu yola başvurmaları, onların adaletten, toplum değer yargılarından ne kadar uzak, hakkın adaleti yerine, beşerin adaletini seçerek yaşadıklarını göstermektedir. Artık ne yazık ki her şey, maddiyata döküldü. Dinden imandan bahsedenler, İslam ın adeta havarileri kesilenler, birilerinin deyimiyle dindarlık önderliğini yapanlar, ortaya çıkmış parayla askerlik yapmanın, doğruluğunu savunmak adına, ne diller döküyorlar. İşin düşündürücü yanı, muhalefetinde aynı yanlışa, çanak tutmasıdır. Yazık çok yazık. Ülkemiz de kan dökülmesi, ne yazık ki durdurulamıyor. Kardeşi kardeşe düşürenler, tüm bu acıları kullanıp rant sağlayanlar, elbette çok memnun görünüyorlar, bizlerin bu halinden. Ülkesinin bölünmemesi adına canlarını çekinmeden verenler, acaba parası olmadığı için mi öldüler? Bundan sonra vatanı için, şehit olacak kardeşlerimizin ailelerine, siz fakir olmasaydınız da, bekleyip evladınızı paranızla askerlik yaptırsaydınız mı diyecek, bizleri yönetenler? Bu yaptıklarından sonra, şehit cenazelerine katılacak bizleri yönetenler, o ana babanın yüzüne nasıl bakacaklar, nasıl vatan sağ olsun, başınız sağ olsun diyeceklerini düşünüyorlar mı? Cevabınız duyar gibiyim, ama utancımdan yazamıyorum. İşte bizim ülkemiz, işte bulduğumuz çareler. Yaşadığımız bugünkü aynı ortamda, asla hiçbir ülkenin devlet yöneticileri, halkına ne böyle bir kanun hazırlığında olur, nede böyle bir konu tartışılır. Bizler artık aklımızı bir kenara koymuşuz, çünkü aklın ve mantığın onay vermediği şeylerin peşine düşüyoruz da ondan. Bizleri oyalamaya çalışanlar, asıl gerçeklerin üstünü örterek, toplumu gereksiz şeylerle meşgul edip, asıl amaçlarına ulaşmanın çabası içindeler. Aklını kullanmadan yaşayan toplumların sonlarının, Yaratan bakın nasıl olacağını söylüyordu, tekrar hatırlayalım. Yunus 100:Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah pislik içinde bırakır. İşte bizlerde aklımızı kullanmadan yaşamaya devam edersek, varacağımız nokta PİSLİKTEN, acıdan, üzüntüden başka ne olabilir? Rabbim yardımcımız olsun. Dilerim çok geçmeden halkımız, bazı gerçeklerin farkında olur. İşte bizleri yönetenlerin adaleti. Bastır parayı, yapma askerliği. Ya bastıracak parası olmayanlar? Ya parası olmadığından, şehit ya da gazi olanlar? Onlarda elbette susturulacaklar bu adaletsiz düzen içinde. Neyle biliyor musunuz? Yine parayla. Hükümet açıkladı bile, toplanan paraların bir kısmı, şehit ailelerine ve gazilerimize gidecekmiş. Ne güzel adalet (!) Evet, bizlerde yaptıklarımızın karşılığını görüyoruz ve görmeye de devam edeceğiz. Bedelli askere gideceklere müjdeler olsun, beklediklerine değdi doğrusu. Yaşı tutmayanlarda bir dahaki baharı beklesin. Onca parayı rüyasında bile göremeyenlerde, dişini sıksın askerlik yapsın mı demeliyiz? Bu sorunun doğru cevabını, bu akılla gidersek doğru vereceğimizi sanmıyorum. Eeeee bizde bir söz vardır, parası olan düdüğü çalar diye. Yapacak bir şey yok, bu düzeni kuran bizleriz. Böyle atasözleri olan toplumlarda da, ancak böyle kanunlar ve böyle çifte standart yaşam olur.Eğer memnunsak bu adalet anlayışından, bedelli askerlik hepimize hayırlı olsun demekten başka, ne gelir elden. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  13. Bugünlerde yine Avrupa birliğine girmeye çalışmanın, bir başka sancısını daha çekiyoruz. Sanırım ne olduğunu anladınız. VİCDANİ RET. Ülkelerin ayakta kalması adına, bazı şeyler vardır ki, bunlar her kişinin vicdanına göre farklı davranılması, kabul edilemez. Örneğin devletin koyduğu vergileri uygun görmeyip, herkes ben bu kadar vergiyi vermek istemiyorum çünkü adaletsiz, diyebiliyor mu? Ama Ülkenin koşulları düzeldikçe elbette vergilerde azalacak, hatta bazıları kalkacaktır. Adaleti sağlamak adına çıkarılan kanunlar için, bu suçun cezası bu olmamalı benim vicdanım el vermiyor dediğimizde, değiştirebiliyor muyuz kanunları? İşte askerlik konusu da aynen böyledir. Ben askerlik yapmak istemiyorum, hiç kimse diyemez. Herkes ülkesini korumak ve kollamakla yükümlüdür. Eğer toplumun koyduğu bir yükümlülükten kaçarsanız, diğer vatandaşlara sağlanan haklarından da yararlanma hakkınız olmaz. Bazı ülkelerin koşullarına gelince. Bu ülkelerde askerlik zorunlu olmayabilir. Çünkü bu toplumların komşuları ya da diğer ülkelerle, düşmanlık adına bir sorunları yok sa, ordularını güçleri nispetinde, profesyonel askerliğe geçirmek, zorunlu askerliği elbette kaldırmak, ya da farklı şartlar yaratmak, normal bir durumdur. Bugün Avrupa ülkelerinin ordularının büyük bölümü, Profesyonel orduya geçmiştir. Ordunun içinde diğer hizmetlerin görülmesi, herhangi bir savaşa ülkelerini savunmak adına hazırlanmak içinde halk, zorunlu olmadıkları halde askerliklerini yapmaktadırlar. Vicdani ret istekleri Avrupa da normal bir vatandaşın başvurduğu bir yol olmayıp, genelde yolunu şaşırmış gençlerin, tatminsiz, eğitimsiz, inançsız nefislerinin bir sonucudur. Vicdani ret ne anlama geliyor ona bakalım. (Vicdani ret, bir bireyin politik görüşleri, ahlaki değerleri veya dinsel inançları doğrultusunda zorunlu askerliği reddetmesidir. En çok karşılaşılan ret sebepleri şunlar: Düşman olsa bile insan öldürmeyi ahlaki bulmamak, Hiyerarşik ve statüsel yapılandırmalarda yer almayı ahlâki bulmamak, Güncel sorunlardan dolayı o ülkenin silahlı birliğinde bulunmayı ideolojik ve dini inanca aykırı bulmak.) Şimdide bu fikrin üzerinde düşünelim. Bir insanın politik görüşleri, insani düşünceleri ya da dini inançları, ülkesini savunmak adına kurulan bir güce katılmaya, karşı olması aklın, mantığın kabul edeceği bir şey midir? Eğer bir insan politik düşüncesini hayata geçirmek istiyorsa, inancını özgürce yaşamak niyetindeyse, başkalarının emperyalizminden kurtulması ve özgür olabilmesi için, güçlü bir orduya ihtiyacı vardır. Dini inançlarına gelince. Bütün ehli kitap dinleri, dinlerini ve inançlarını korumak adına gerektiğinde, savaşmayı emreder. İsterseniz bizler gelin Kur’an a bakalım, acaba Rabbim bu konuda bizlere neler söylüyor ve uyarıyor. Aliimran 200: Ey iman edenler, sabredin ve sabır yarışında düşmanlarınızı geçin, savaş için hazır ve tetikte bulunun ve Allah'tan korkun ki arzularınıza eresiniz. Bakara 244: Allah yolunda savaşın ve bilin ki Allah, her şeyi duyar, her şeyi bilir. Allah ayetinde, tüm iman edenlere seslenerek bakın ne diyor? Düşmanlarınıza karşı savaşabilmek, dininizi ve imanınızı koruyabilmek için, savaşabilecek şekilde hazır ve tetikte olunuz. Sanırım her şey çok açık, Allah her an tetikte olmamız için hazırlıklı olmamızı istiyor. Elbette bu ayet iman edenlere sesleniyor. Eğer bir insan iman etmiyorsa, ondandan aynı davranışı beklemek, doğru olmayacaktır. Bakın savaş konusunda Rahman yine bizleri nasıl uyarıyor. Bakara 216: Hoşunuza gitmemekle birlikte, savaş üzerinize yazılmıştır. Bir şey sizin için hayırlı olduğu halde siz ondan tiksinebilirsiniz. Ve bir şey sizin için şer olduğu halde siz onu sevebilirsiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Orduda görev almaktan kaçan, asker olup ülkesinin özgürlüğü adına nöbet tutmaktan, gerektiğinde savaşmak istemeyenler, korkanlar yukarıdaki Rabbin ayetini de unutmamalıdır. Allah savaşı da bizler için bir imtihan vesilesi yapmışsa, bundan kaçmakla kurtulamayacağımızı da bilmeliyiz. Yine Allah ın rehberliğinden uzak düşüncelere kapılan kardeşlerimize, Rabbin bir uyarısını daha hatırlatmakta, sanırım yarar var. Enfal 16: Her kim böyle bir günde, savaşmak için başka bir yer tutmak yahut başka bir birliğe katılmaya gitmek dışında onlara arkasını dönerse, Allah'tan bir gazaba çarpılmış olur. Varacağı yer cehennemdir onun. Ne kötü varış yeridir o. Rabbim nede güzel açıklıyor, binlerce şükürler olsun. Allah ülkesini, inancını korumak adına saldırıya geçenlere karşı, savaşan kardeşlerinin yanında yer almayıp, onlara arkasını dönerse, bakın varacakları yer neresiymiş, Rabbim ne kadar açık uyarıyor. (Varacağı yer cehennemdir onun. Ne kötü varış yeridir o.) Geçmiş tarihi şöyle bir hatırlayalım isterseniz. Hıristiyanlar Haçlı seferleri ile dinlerini yaymak adına, milyonlarca insanı katletmişlerdi. Bunlara karşı durabilmek için, hazırlıklı olmayan toplumlar kaybetmiş acı ve yokluklar içinde, esaret altına girmişlerdi. Bugünde aynı taktik uygulanmaktadır. İslam dinine karşı haçlı ve Yahudi zihniyeti artık el ele vermiş, içimizde adeta cirit atmaktadırlar. Toplumumuzu dinimizden uzaklaştırmak için, dinler arası diyalog yalanıyla, içimize kadar girdiler. Şimdide inancımıza el attılar. Bizleri yönetenler toplumu inançları ile aldatmakla meşgul iken, Yahudi ve Hıristiyanlarda bizleri yönetenleri aldatmakla meşgul. Bu ortamı onlara sağlayanlara, hakkımızı asla helal etmeyeceğiz, bunu da sakın unutmasınlar. Bizleri Avrupa toplumuna sokmaya çalışan liderlerimizin, bir gün bu topluma çok acı bir hesap verecekleri gerçeği unutulmamalıdır. Çünkü Avrupa topluluğu bir Hıristiyan toplumudur. İşlerine gelmeyen konuları halk oylamasına götürenler, bizlere sormadan bizleri Hıristiyanlara teslim etmeye çalışanlar, elbette bunun hesabını vereceklerdir. Allah Yahudileri ve Hıristiyanları gönül dostu edinmeyin ve onlara güvenmeyin dediği halde, bizleri yönetenler sanki Rabbin hükümlerine inatla karşı çıkarcasına, tersini yapmaları asla affedilecek bir durum değildir. Bizlere dayatmak istedikleri, inançlarımıza aykırı kanunları gündeme getirenlere, bizler eğer gereken derslerini veremiyorsak, sanırım olacaklardan da bizler sorumlu olacağımız bilincinde olmalıyız. Bugün vicdani ret diyerek gençlerimizi ülke savunmasından uzaklaştırmak isteyenler, yarın ülkeniz çok büyük, bölünün parçalanın ondan sonra gelin diyeceklerdir. Bunu zaten söylediler. Şimdi yapılan ortamın buna hazırlanmasıdır. Lütfen uyanık olalım. Uyumaya ülkece devam edersek, inancımızı Kur’an merkezli değil de, beşeri merkezli yaşarsak, unutmayınız Rabbimde bunu yapan kullarını, namerde elbette muhtaç edecektir. Rabbim cümlemizi korusun. Aklını kullanmayan kullarımı, pislik içinde bırakırım diyen Rabbim e kulak verelim ve artık emanet verdiğimiz aklımızı geri alalım, bizzat kendimiz kullanmaya başlayalım. Yoksa emanet verdiğimiz aklı bir gün, geri alma gücünü de kendimizde, bulamayabileceğimizi unutmayalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  14. Değerli din kardeşlerim, bugün sizlere Furkan suresi 63. ayeti hatırlatıp, sizleri üzerinde düşünmeye sevk etmek istiyorum. Önce ayeti yazalım. Furkan 63: Rahman’ın (has) kulları ki, onlar yeryüzünde tevazu ve vakar içinde yürürler ve ne zaman cahiller (kötü niyetli, dar kafalı kimseler) kendilerine laf atacak olsa, (sadece) selâm derler. Allah ayetinde, çok önemli üç konuyu bizlere hatırlatıyor ve üzerinde düşünmemizi istiyor. 1. Allahın gerçek kulları kimlerdir? 2. Rabbin gerçek kulları nasıl davranırlar? 3. Cahiller yani Kötü niyetli, dar kafalı kimlerdir, nasıl davranırlar ve neden? Gelin bu sorular üzerinde düşünelim ve ayetin bizlere neler anlatmak istediğini anlamaya çalışarak, günümüz gerçekleri ile karşılaştıralım. Allah ın gerçek, halis kulları kimler olabilir. İşte bunu Kur’an bütünlüğünde önce düşünmeli ve ona göre davranmalıyız ki, Rabbin halis kulları olabilelim. Yoksa kendimizi kandırmaktan öte gidemeyiz, Allah korusun. Çünkü Allah Kur’an da; O halde kendi kendinizi temize çıkmış göstermeyin; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur der bizlere. — Yunus suresi 100. ayetinde; Allah Akıllarını güzelce kullanmayanları, pislik içinde bırakacağını söylediğine göre, Allahın halis kulu, demek ki aklını en iyi kullanan olmalıdır. Körü körüne iman etmeyen, rehber Kur’an dan asla şaşmayan Rabbin kulu, ancak onun halis kulu olabilir. — Bakara suresi 42. ayetinde Allah, hakkı batıl ile karıştırmayın, dediğine göre, Allah ın halis kulu, hakka yani Kur’an a asla batılı, emin olmadığı bilgiyi, karıştırmayandır. Çünkü Allah bir başka ayetinde, emin olmadığınız bilgilerin ardı sıra gitmeyin, yoksa sorumlu tutarım, diye öğüt vermiyor muydu bizlere? — Allah ın şefaat tümden bana aittir, sakın velilerin ardı sıra gitmeyin ayetlerini tebliğ alan ve asla Allah tan başka şefaatçi veliler edinmeyenler, Rabbin halis kuludur. —Allah ın halis kulları, Kur’an ın haram ettiğinin dışında haramlar edinmeyen, Allahın haram kıldığını haram, üzerinde hüküm vermedikleri tüm temiz şeyleri helal kabul eden, Allahın halis ve gerçek kullarıdır. —Her gün namazlarımızda Allaha söz verdiğimiz, Fatiha suresinde;(Yalnız senden yardım dileriz) sözüne sadık kalıp, Allah tan başka kimseden yardım dilemeyen, Rabbin kulları ancak onun halis kullarıdır. —Allah ayetinde sizlere bir rehber, güneş, gönül gözü gönderdim, onun ipine sarılın tebliğini alan ve onun rehberliğinden başka bir rehber tanımayan kulları ancak, Allah ın halis kullarıdır. — Rabbin hadi bir benzerini getirsinler bakalım, diye meydan okuduğu halde, bunlarda Allah katındandır diye öne sürdükleri kitapların ardı sıra gitmeyen, Rabbin kulları ancak onun halis kullarıdır. —Allah Araf suresi 185. ayetinde Rabbin, O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar, dediği halde, Kur’an dışından asla hükümler aramayan, Kur’an dışından, Kur’an ın onay vermediği hiçbir sözünün, bilginin ardı sıra gitmeyen Rabbin kulları, ancak onun halis kullarıdır. Tüm Kur’an ın uyarılarına uyanlar, elbette Rahmanın sevdiği, kendisine yakın, halis kulları olacaktır. Cümlemize Rabbim nasip etsin inşallah. Gelelim yukarıdaki özelliklere sahip, Allahın halis kulları, yaşamında nasıl davranırlar. İşte bu insanlar hayatında tevazu, yani alçak gönül sahibi insanlardır ve onların yürüyüşlerinden bile anlarsınız diyor Rabbim. Ya karşısındaki insana, yani kendi düşüncesinden olmadığı halde, ona laf atan onu kıskanan, ona bağırıp çağıran, onu kışkırtan, kendisi gibi düşünmediği için, ona elinden gelen hakareti yapan kişilere karşı nasıl davranır diyor, Rabbin halis kulları? Onların söylediklerini duymazdan gelir, onların kışkırtmalarına kapılmaz ve onlara selam verip geçerler diyor ayette Rahman. Yani cevap bile vermez, çünkü o kişiler artık gerçeklerden uzak, gönül gözleri mühürlü insanlardır. Onlara ne yapsan fayda etmeyecektir, ondan dolayı Allahın has kulları, Rabbin verdiği sabırla, sinirlerine hâkim olan, kızmayan, kendisinden emin olan insanlardır diyor. Gerçektende kendisinden ve inancından emin olan insanlar asla sinirlenmezler. Karşısındaki insan kendisi gibi düşünmese bile ona kızmazlar. Çünkü inançlarından emimdirler. Onlar bilirler ki herkesin yaptığı kendi hesabınadır. Peygamberimizi hatırlayınız, Aliimran 159. ayetinde Rabbim elçisine ne diyordu? (Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi.) İşte peygamberimizin ümmeti olduğunu söylüyorsak, bizlerde aynı yol ve yöntemi kullanmalıyız. Bizler gibi düşünmeyen, inanmayanları da, Kur’an ile uyardıktan sonra hala inat edenlere, senin dinin sana, benim dinim bana deyip, selam verip geçmeliyiz. Şimdide üçüncü sırada incelediğimiz, cahiller yani Kötü niyetli insanlar, dar kafalılar kimlerdir, nasıl davranırlar? İşte burası çok önemli. Bu insanlar Allaha iman etmeyenler değil, önce bu tespiti yapalım. Cahil insanlar, Kur’an ın nuruyla nurlanmak yerine, hurafelerin peşi sıra gidenler. Bu cahil, dar kafalı, art niyetli insanlar kimler olabilir, Kur’an bütünlüğünde anlamaya çalışalım. Hatırlarsanız Allah hakka batıl katmayın dediği halde, atalarının inançlarından vazgeçmeyenleri, Allah birçok ayetinde uyarır. Şefaatçi veliler edinmeyin, tek şefaatçi benim dediği halde, hala atalarından gelen rivayetlerin etkisiyle, inançlarını yaşayanlar vardır. Allah helal ve haram konusunda yalnız ben hüküm veririm, haram demediğim halde haramlar edindiğinizin kanıtını getirin, demesine rağmen, inatla haramlar koyanların ardı sıra giderler. Kur’an sizlere yetmiyor mu dediği halde, Kur’an da her şey yoktur derler. Rahmanın sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum dediği halde, ısrarla yalnız Kur’an yetmez diyenler, cahil kişiler değil midir sizce? Verecek o kadar çok örnekler var ki. Düşünene Kur’an dan ibret, saymakla bitmez. Günümüzde ne yazık ki öyle bir toplum var ki, kendisi gibi inanmayanlara asla sabır ve saygı göstermiyorlar. Tehditler, küfürler, saygısızca söz ve davranışlarla, ellerinden gelen engeli çıkarıyorlar. Bazı siteler kendi düşüncesinde olmayan yazıları, anında siliyor ve bir daha o siteye girişi de engelliyorlar. Peki, bu yol ve yöntem Allahın halis kullarının başvuracağı bir yöntem midir? Allah ın halis kullarının, yukarıdaki ayette nasıl davranması gerektiğini, çok açık söylüyor. Ayrıca peygamberimizin tavrı da bizler için büyük bir örnek olduğuna göre, sanırım herkes Rabbin halis kulları olmak için, nasıl davranmalı ve nasıl bir yol izlemeli kendisi bizzat çok iyi düşünmeli ve kararını vermelidir. İnancından emin olan, sinirlerine hâkim olandır. Karşısındakine bağırıp çağırmaz, saygısızca tek bir söz dahi söylemez. Kur’an terbiyesi alan sabırlıdır, tevazu sahibidir. Onun amacı yalnız ve yalnız Kur’an ın ipine sarılıp, Allah ın önerdiği gibi, aklı ile iman edip, yine din kardeşlerini Kur’an ile uyarandır. Kötü sözle bile karşılaşsa, ona yinede selamını verip geçen, Rabbin halis kullarıdır. Dilerim Rabbim den cümlemizi, Kur’an ın ipine sarılan, yalnız Allah ı veli edinen, aklı ile iman edip, orta yolu izleyen kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  15. Bizleri yönetenler ne yazık ki, bu ülkenin ne çıkarlarını düşünüyor, nede inançlarımızın doğrultusunda bizleri yönetiyorlar. Bizleri seçtiklerimiz değil, apaçık Amerika ve İsrail yönetiyor. Tüm yapılanların anlaşılmaması içinde, görünürde İsrail e diklenen bir görüntü sergileniyor. Daha açıkçası Amerika ve İsrail in yazdığı senaryo, bizleri yönetenler tarafından eksiksiz ve çok başarılı bir şekilde sahneye konuyor. Buna üzülmemek, kahrolmamak elde değil. Komşumuz ve aynı dine mensup din kardeşlerimiz İran ve Suriye ile düşman olduk. Peki neden? Amerika ve İsrail istediği için. Amerika ve İsrail kendi yapamadıklarını bizlere, din kardeşlerimize karşı yaptırıyorlar. Açıkça elleri yanmasın diye, bizi maşa olarak kullanıyorlar. Hani komşularımızla sıfır sorun politikası izleyecektik? Bırakın sıfır sorunu, düşman ettiler komşularımızla, din kardeşlerimizle bizleri. Avrupa, Amerika ve İsrail arkamızdan kıs kıs gülüyorlar. Her nedense hepside, bugünkü hükümetimizi desteliyor ve güveniyorlar, tek söz bile söylemiyorlar. Acaba nedendir dersiniz? Hâlbuki ülkemizde ne adalete güven kaldı, nede toplumda huzur. Daha önceleri, ülkemizde bugün yapılanların yüzde biri yapılmış olsa, hepsi bir ağızdan nasıl bağırıp çağırdıklarını, hatta ülkemizin mahkemelerine milletvekillerini nasıl gönderirlerdi hatırlayınız. Lütfen uyumayalım artık. Yahudi ve Hıristiyan toplumu bizleri yönetenleri göklere çıkarıyorsa, bu işin içinde bir şeyler vardır. Bunu sakın unutmayalım. Filistin’e yardım götüren gemide şehit edilen kardeşlerimiz için, görünürde bağırıp çağıranlar, ölen din kardeşlerimizin üzerinden politika yapanlar, acaba şimdi neredeler? Birkaç gün önce yine ülkemizden ilaç yükleyip, Filistinli kardeşlerimize yardım götüren gemiler, yine İsrail askerleri tarafından durduruldu ve gemi Mısır a ya da kendi limanlarına yönlendirildi. Peki, neden Mısır, çünkü istediği kadar Mısır özgürlük mücadelesi versin, Amerikan ın güdümünden asla kurtulamaz. Çünkü Mısır ordusu, Amerika nın güdümünde de ondan. Amerika hala, Mısır ordusuna her yıl maddi yardımda bulunuyor, milyonlarca dolar vermeye devam ediyorsa, sizce bu ülkede özgürlük meşalesi yanar mı? Hiçbir ülke karşılıksız bir şeyler vermez. Hele bu ülke Amerika ve İsrail ise. Ama basından ses çıkmıyor. Basit birkaç haberin dışında, İsrail in yardım gemisine müdahalesinden bahseden bile yok. O gün bağırıp çağıran Hükümet ve Başbakanımız neredeler acaba? O gün efelenenler, kafa tutanlar, yardım gemilerine refakat ederiz diyenler, bağırıp çağıranları, şimdi göremiyoruz. Neden mi, çünkü derslerini aldılar ve kulakları Amerika tarafından çekildi de ondan. Amerika haksız İsrail ablukasına rağmen, Gazze ye gidecek insani yardım gemilerine, eşlik etmeyeceklerine dair, Türkiye den garanti aldıklarını açıkladı. Amerikan dış işleri bakanlığı, bakın açıklamalarında neler söylüyor. (ABD Dış İşleri Bakanlığı Sözcüsü Victoria Nuland, Perşembe günü düzenlemiş olduğu basın açıklamasında, Amerikalı yetkililerin Ankara’yı, şu dönemde böyle bir girişim içerisinde bulunmanın tehlikelerine karşı uyardığını bildirdi. Ve Türkiye yönetiminden insani yardım filosuna eşlik edilmeyeceğine dair teminat alındığı açıklamasında bulundu. Biz Türkiye’ye bu fikrin hatalı bir fikir olduğunu belirttik; onlar ise bu durumda eşlik etmeyeceklerine dair bize garanti verdiler” açıklamasını da sözlerine ekledi.) Tüm bu açıklamalar, tutarsız izlenen politikalar benim onurumu kırıyor. İsrail e kafa tutmakla, boş sözlerle geçiyor vaktimiz, aldatılıyoruz ama farkında bile değiliz. Amerika nın güdümünde, bir o yana, bir bu yana savrulup gidiyoruz. Bu denli bağımlı olmayı doğrusu akılla ve mantıkla açıklayamıyorum. Açıkça Amerika bizleri birilerini kullanarak, hatta kendi ülkesinde barındırarak, apaçık inancımızla Allah ile aldatıyor. Sanırım verilen öyle sözler var ki, itiraz dahi edemiyoruz. Eğer halkın bilmediği bir şeyler varda, daha sonra bunlar meydana çıkarsa, bu halkına ihanettir bunu sakın unutmasınlar. İhaneti de bu toplum asla affetmeyecektir. Artık halkımızın bunun farkına varmasının, zamanı geldi ve geçiyor bile. Verilen sözler nelerdir, onları elbette bilemem, ama bir gün hepsi tek tek ortaya çıkacaktır. Hiç bir şey gizli kalmaz. Hükümetimiz ve bizleri yönetenler sakın şunu unutmasınlar, Amerika tarihinde, hiçbir zaman verdiği sözü tutmamış, işine geldiğinde hemen verdiği sözleri unutmuştur. Amerika nın ülkemiz üzerinde, planlarının gerçekleştirebilmesi için en büyük engel, Türk ordusudur. Şöyle bir düşünün, Amerika nın en değerli müttefikleri, Krallıkla ya da baskı ile yönetilen İslam ülkeleridir? Acaba neden diye düşünen var mı? Çünkü bu ülkelerin yönetimleri, zaten zorla ayakta kalabilmektedir. Ayakta kalabilmesine yardımcı olan Amerika, böylece her istediğini de yaptırabilmektedir. Özgür demokrasi ile yönetilen bir İslam ülkesi Amerika ve İsrail için büyük bir tehlikedir. Kendi önlerinde ki engeli de böylece kaldırmak için, ülkemizdeki demokrasiden özgürlükçü ortamdan kurtulmak istemektedirler. Bunu yapabilmek ve uygulamak için en büyük engel Türk ordusudur. Türk ordusuna yapılan bu saldırının, komplonun ardında kesinlikle Amerika ve İsrail yatmaktadır. Çünkü Türk ordusu Mısır ordusu gibi Amerika nın her dediğine evet dememiştir. Hatta tam tersine, artık Amerikan silahlarına alternatif silahların yapımına, hem ülkemizde başlandığı, hem de Rusya ile ortak silah yapılması düşüncelerinden dolayı, Türk askerinin susturulması, bertaraf edilmesi gerekiyordu. Amerika nın Irakta Türk askerine çuval geçirme olayı da, Türk ordusuna karşı yapılan bir harekettir. Hatırlayınız hükümetimiz tarafından, doğru dürüst gündem konusu bile yapılmadı. Bunu Türk ordusunun asla unutmayacağını bilen Amerika, planlarını Türk ordusunu gözden düşürüp, saf dışı etmek üzerine kurmuştu. İşte bu plan ne yazık ki, bugünkü hükümetinde planlarıyla uyuştuğu için, birlikte düğmeye basılmıştır. Elbette gerçekler, bir gün ortaya er geç çıkacaktır. Hiçbir şey gizli kalmaz. Gerçekler bir gün anlaşılacaktır. Rabbin adaleti bir gün mutlaka, tecelli edecektir. Bu adaletin erken ya da geç tecelli etmesi, Türk halkının erken uyanması, gerçeklerin farkına varması ile doğru orantılıdır. Amerika bugünkü hükümetten alacağını aldıktan sonra, suyu sıkılmış meyve gibi bir kenara atacak ve kendisine yeni piyonlar arayacaktır. Amerika nın ve İsrail in politikası böyledir. Bunun farkında olmayanlar, geçici heveslerle hareket edip, amaca ulaşmak için şeytandan medet umanlar, asla ne huzuru nede başarıyı bulamayacaklarını bilmelidirler. Kendi inançlarını, karşısındaki insanlara dayatma hevesinde olanlar, bunu gerçekleştirmek için, İslam dairesi dışından yardım almaktan çekinmeyenler, toplumu Allah ile aldatanlar, dini kullanıp rant peşinde koşanlar, Allah ile kulunun arasına girip, Allah ın saf katıksız dinini sulandıranlar, asla başarıya ulaşamayacaklardır. İsrail Yahudi dayatmasına karşı olanlar, Amerikan mandasına boyun eğmeyenlerdir. İstiklal harbinde kanlarını döküp, bizlere özgür bir ülke sağlayanların kemiklerini sızlatmak istemiyorsak, Amerika nın güdümünde politika izleyenler, her kim olursa olsun, artık dersini vermeliyiz. Bunun içinde aklımızı başımıza toplayıp, içimizdeki işbirlikçilerin artık farkına varmalıyız. Rabbim cümlemizin yardımcısı olsun. İnşallah toplum olarak, kapadığımız gözlerimizi artık açarız. Birilerinin bizleri inancımızla, nasıl sinsice aldattığını da görebiliriz. Bu ülkeyi bizlere canları, kanları pahasına özgür teslim edenlerin haklarını helal etmesini istiyorsak, bu vatanı ne Amerika nın, nede onun şımarık evladı İsrail in oyuncağı yapmayalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  16. Değerli din kardeşlerim, bugün sizlere Furkan suresi 63. ayeti hatırlatıp, sizleri üzerinde düşünmeye sevk etmek istiyorum. Önce ayeti yazalım. Furkan 63: Rahman’ın (has) kulları ki, onlar yeryüzünde tevazu ve vakar içinde yürürler ve ne zaman cahiller (kötü niyetli, dar kafalı kimseler) kendilerine laf atacak olsa, (sadece) selâm derler. Allah ayetinde, çok önemli üç konuyu bizlere hatırlatıyor ve üzerinde düşünmemizi istiyor. 1. Allahın gerçek kulları kimlerdir? 2. Rabbin gerçek kulları nasıl davranırlar? 3. Cahiller yani Kötü niyetli, dar kafalı kimlerdir, nasıl davranırlar ve neden? Gelin bu sorular üzerinde düşünelim ve ayetin bizlere neler anlatmak istediğini anlamaya çalışarak, günümüz gerçekleri ile karşılaştıralım. Allah ın gerçek, halis kulları kimler olabilir. İşte bunu Kur’an bütünlüğünde önce düşünmeli ve ona göre davranmalıyız ki, Rabbin halis kulları olabilelim. Yoksa kendimizi kandırmaktan öte gidemeyiz, Allah korusun. Çünkü Allah Kur’an da; O halde kendi kendinizi temize çıkmış göstermeyin; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur der bizlere. — Yunus suresi 100. ayetinde; Allah Akıllarını güzelce kullanmayanları, pislik içinde bırakacağını söylediğine göre, Allahın halis kulu, demek ki aklını en iyi kullanan olmalıdır. Körü körüne iman etmeyen, rehber Kur’an dan asla şaşmayan Rabbin kulu, ancak onun halis kulu olabilir. — Bakara suresi 42. ayetinde Allah, hakkı batıl ile karıştırmayın, dediğine göre, Allah ın halis kulu, hakka yani Kur’an a asla batılı, emin olmadığı bilgiyi, karıştırmayandır. Çünkü Allah bir başka ayetinde, emin olmadığınız bilgilerin ardı sıra gitmeyin, yoksa sorumlu tutarım, diye öğüt vermiyor muydu bizlere? — Allah ın şefaat tümden bana aittir, sakın velilerin ardı sıra gitmeyin ayetlerini tebliğ alan ve asla Allah tan başka şefaatçi veliler edinmeyenler, Rabbin halis kuludur. —Allah ın halis kulları, Kur’an ın haram ettiğinin dışında haramlar edinmeyen, Allahın haram kıldığını haram, üzerinde hüküm vermedikleri tüm temiz şeyleri helal kabul eden, Allahın halis ve gerçek kullarıdır. —Her gün namazlarımızda Allaha söz verdiğimiz, Fatiha suresinde;(Yalnız senden yardım dileriz) sözüne sadık kalıp, Allah tan başka kimseden yardım dilemeyen, Rabbin kulları ancak onun halis kullarıdır. —Allah ayetinde sizlere bir rehber, güneş, gönül gözü gönderdim, onun ipine sarılın tebliğini alan ve onun rehberliğinden başka bir rehber tanımayan kulları ancak, Allah ın halis kullarıdır. — Rabbin hadi bir benzerini getirsinler bakalım, diye meydan okuduğu halde, bunlarda Allah katındandır diye öne sürdükleri kitapların ardı sıra gitmeyen, Rabbin kulları ancak onun halis kullarıdır. —Allah Araf suresi 185. ayetinde Rabbin, O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar, dediği halde, Kur’an dışından asla hükümler aramayan, Kur’an dışından, Kur’an ın onay vermediği hiçbir sözünün, bilginin ardı sıra gitmeyen Rabbin kulları, ancak onun halis kullarıdır. Tüm Kur’an ın uyarılarına uyanlar, elbette Rahmanın sevdiği, kendisine yakın, halis kulları olacaktır. Cümlemize Rabbim nasip etsin inşallah. Gelelim yukarıdaki özelliklere sahip, Allahın halis kulları, yaşamında nasıl davranırlar. İşte bu insanlar hayatında tevazu, yani alçak gönül sahibi insanlardır ve onların yürüyüşlerinden bile anlarsınız diyor Rabbim. Ya karşısındaki insana, yani kendi düşüncesinden olmadığı halde, ona laf atan onu kıskanan, ona bağırıp çağıran, onu kışkırtan, kendisi gibi düşünmediği için, ona elinden gelen hakareti yapan kişilere karşı nasıl davranır diyor, Rabbin halis kulları? Onların söylediklerini duymazdan gelir, onların kışkırtmalarına kapılmaz ve onlara selam verip geçerler diyor ayette Rahman. Yani cevap bile vermez, çünkü o kişiler artık gerçeklerden uzak, gönül gözleri mühürlü insanlardır. Onlara ne yapsan fayda etmeyecektir, ondan dolayı Allahın has kulları, Rabbin verdiği sabırla, sinirlerine hâkim olan, kızmayan, kendisinden emin olan insanlardır diyor. Gerçektende kendisinden ve inancından emin olan insanlar asla sinirlenmezler. Karşısındaki insan kendisi gibi düşünmese bile ona kızmazlar. Çünkü inançlarından emimdirler. Onlar bilirler ki herkesin yaptığı kendi hesabınadır. Peygamberimizi hatırlayınız, Aliimran 159. ayetinde Rabbim elçisine ne diyordu? (Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi.) İşte peygamberimizin ümmeti olduğunu söylüyorsak, bizlerde aynı yol ve yöntemi kullanmalıyız. Bizler gibi düşünmeyen, inanmayanları da, Kur’an ile uyardıktan sonra hala inat edenlere, senin dinin sana, benim dinim bana deyip, selam verip geçmeliyiz. Şimdide üçüncü sırada incelediğimiz, cahiller yani Kötü niyetli insanlar, dar kafalılar kimlerdir, nasıl davranırlar? İşte burası çok önemli. Bu insanlar Allaha iman etmeyenler değil, önce bu tespiti yapalım. Cahil insanlar, Kur’an ın nuruyla nurlanmak yerine, hurafelerin peşi sıra gidenler. Bu cahil, dar kafalı, art niyetli insanlar kimler olabilir, Kur’an bütünlüğünde anlamaya çalışalım. Hatırlarsanız Allah hakka batıl katmayın dediği halde, atalarının inançlarından vazgeçmeyenleri, Allah birçok ayetinde uyarır. Şefaatçi veliler edinmeyin, tek şefaatçi benim dediği halde, hala atalarından gelen rivayetlerin etkisiyle, inançlarını yaşayanlar vardır. Allah helal ve haram konusunda yalnız ben hüküm veririm, haram demediğim halde haramlar edindiğinizin kanıtını getirin, demesine rağmen, inatla haramlar koyanların ardı sıra giderler. Kur’an sizlere yetmiyor mu dediği halde, Kur’an da her şey yoktur derler. Rahmanın sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum dediği halde, ısrarla yalnız Kur’an yetmez diyenler, cahil kişiler değil midir sizce? Verecek o kadar çok örnekler var ki. Düşünene Kur’an dan ibret, saymakla bitmez. Günümüzde ne yazık ki öyle bir toplum var ki, kendisi gibi inanmayanlara asla sabır ve saygı göstermiyorlar. Tehditler, küfürler, saygısızca söz ve davranışlarla, ellerinden gelen engeli çıkarıyorlar. Bazı siteler kendi düşüncesinde olmayan yazıları, anında siliyor ve bir daha o siteye girişi de engelliyorlar. Peki, bu yol ve yöntem Allahın halis kullarının başvuracağı bir yöntem midir? Allah ın halis kullarının, yukarıdaki ayette nasıl davranması gerektiğini, çok açık söylüyor. Ayrıca peygamberimizin tavrı da bizler için büyük bir örnek olduğuna göre, sanırım herkes Rabbin halis kulları olmak için, nasıl davranmalı ve nasıl bir yol izlemeli kendisi bizzat çok iyi düşünmeli ve kararını vermelidir. İnancından emin olan, sinirlerine hâkim olandır. Karşısındakine bağırıp çağırmaz, saygısızca tek bir söz dahi söylemez. Kur’an terbiyesi alan sabırlıdır, tevazu sahibidir. Onun amacı yalnız ve yalnız Kur’an ın ipine sarılıp, Allah ın önerdiği gibi, aklı ile iman edip, yine din kardeşlerini Kur’an ile uyarandır. Kötü sözle bile karşılaşsa, ona yinede selamını verip geçen, Rabbin halis kullarıdır. Dilerim Rabbim den cümlemizi, Kur’an ın ipine sarılan, yalnız Allah ı veli edinen, aklı ile iman edip, orta yolu izleyen kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  17. Atamızın ölüm yıldönümünü, çeşitli etkinlikler ile andık. Atatürk ülkemizin içinde bulunan düşman işgaline boyun eğmeyen, ülkemiz adına özgürlük meşalesini ateşleyen bir liderdi. Bugün özgür bir ülke olduğumuzu söylüyorsak, Atanın sayesinde, onun ateşlediği mücadeleyle olduğunu ne yazık ki unuttuk. Daha açıkçası birileri bunu unutturmak adına, öyle çaba gösterdiler ki, sanırım başarılıda oldular. İçimizdeki düşmanlar, öyle sinsi hareket ediyorlar ki, yılanın zehri gibi yavaş yavaş etkisini gösteriyor. Atatürk ü bugün bile anarken yapılan programlarda, onun düşüncesini, fikirlerini, bu ülke için yapmak istediklerini değil, ne kadar çapkındı, çapkınlık ona yakışıyordu, türünden aptalca ve kasıtlı sözlerle, toplumun gözünden düşürmeye hala devam ettiklerini görmek, beni derinden üzmüştür. Bizler ise her zaman yaptığımız gibi uyuduk, uyutulduk olan biteni seyrettik. Atatürk ü salt sözcüklerle anlattık topluma, gençliğe. Hiçbir zaman özüne inemedik, anlatamadık Atamızı. Düşüncelerini, özgürlük mücadelesini, ülkemizi ulaştırmak istediği aydınlık geleceğini, gösteremedik toplumumuza. Herkes onu kullandı. Siyasetçisi, hırsızı, dolandırıcısı, işine gelen herkes kullandı onu. Yakasına rozetini takanlar, eline resmini alanlar, ben Atatürkçüyüm dedi. Her zaman ki gibi, Atatürk ü alet etti kötü amaçlarına. Ondan yana olduğunu söyleyen yalancıların, düzenbazların sayesinde, toplum düşman edildi Ataya. Tıpkı güzelim dinimizi, kendi çıkarları adına kullanan, ondan çıkar sağlayanlar gibi. Tüm Dünyanın hayran olduğu bir lideri, bizler yok ettik kendi ellerimizle, düşünmeden, aklımızı zerre kadar kullanmadan. Bundan sonra ne yapmalıyız? İşte bu sorunun cevabını herkes, kendi nefsine vermelidir. Eğer aman sende diyor da, hala boşa zaman harcıyorsak, çok yakın zamanda bu ülkenin özgürlük ateşini yakan bir liderin, ne ismini duyacaksınız, nede ismini anabileceksiniz, bunu da sakın unutmayınız. Haçlı zihniyeti, Müslüman toplumları uzaktan yönetmek, kukla bir toplum yapmak adına, çok sinsi ve planlı çalışıyor yıllardır. Yüzlerce yıl önce, İslam a nifak sokarak içimizde yaşayıp, bizden görünenleri eğer bizler hala fark edemiyorsak, sanırım aynı zihniyetle yaşamaya devam ettiğimiz sürece, bizleri Atatürk e de düşman etmeye devam edeceklerdir. Toplumları geçmiş büyük değerlerinden koparmadığınız sürece, güçlü bağlarını asla kaybetmezler, bunun bilinciyle çalışanlara fırsat vermeyelim. İslam ı ne hale kendi ellerimizle, nasıl getirdiğimizi hala fark edemiyorsak, kendi içimizden çıkan değerlerin kıymetini de, elbette bilmemiz beklenemez. Rabbim bizleri affetsin. Atam, bugün bizler özgürce inancımızı yaşıyorsak, senin ateşlediğin özgürlük mücadelesi sayesindedir. Bizleri haçlı zulmünden senin liderliğinde, bu ülkenin vatan evlatları kurtardı. Rabbim senden ve bu uğurda canını çekinmeden veren, tüm şehitlerimizden Allah razı olsun inşallah. Mekânınız cennet olsun. Senin ateşlediğin özgürlük ateşi sayesindedir ki, Ülkemize ve İslam a uzanan haçlı elleri kırıldı. Atam senin yaptıklarına karşı, bizler sana ve şehitlerimize hiçbir şey yapamadık. Sizlere layık olamadık. Verdiğin, emanet ettiğin bu özgür vatanın kıymetini hiç bilemedik, emanetini de koruyamadık. Bunun için senden ve şehitlerimizden özür diliyorum. Toplum olarak içinde bulunduğumuz yanlışın, artık farkına varalım. Bizi bizlere düşman eden, bizden görünen ama bizleri bölenleri, toplumu baskı altında inleten zihniyetin, farkına varmanın zamanı gelmiştir. Türk toplumu Kürdüyle, Çerkeziyle bir bütün olduğunu, iç içe geçmiş bir tohumun meyveleri olduğunu, bizlere unutturmak isteyenlerin, bu gerçeği farkına vararak, bu zinciri kırmanın zamanıdır. Gelin atamızın bu ölüm yıldönümü, bizlere bu gerçeğin bilincinin, farkına varılarak, su yüzüne çıktığı gün olsun. Önce bir olalım, daha sonrada bizi bizlere düşman edenleri içimizden ayıklayalım. İnanıyorum bu toplum, bu ışığı bir gün görecektir. Dilerin o gün bugün olur. Dilerim Rabbim, ülkemiz üzerinde oynanan oyunların, toplum olarak farkına varılmasını sağlar. Atam senin ve bu ülke için şehit olmuş silah arkadaşlarının Ruhları şad, mekânlarınız cennet olsun inşallah. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  18. Allah Kur’an da, yarattığı kullarının özelliklerinden bahsederken, çok dikkat çekici üç özelliğinden bahseder. —Tartışmaya meyillidir. —Aceleci tabiatta yaratılmıştır. —Zayıf yaratılmıştır, diye bahseder Kur’an. Tüm bu özelliklerin üzerinde bir güç olarak da bizlere, akıl ve muhakeme gücü verdiğini ve bunu kullanarak tüm güçlüklerin, zayıflıkların, boş tartışmalardan kurtulmanın, hata ve yanlışların üstesinden geleceğimizi söyler. Aklını Kullanmayanlarında, pislik içinde kalacaklarının, yanlış yollara sapacaklarının örneğini verir. Allah bizlere çok önemli bir uyarıda da bulunup, bizlere rehber olsun diye Kur’an ı gönderdiğini, sakın velilerin ardına düşmeyin diye tembihlerde bulunarak, Kur’an a sarılmamızı bütün şan ve şerefimizin Kur’an da olduğunu söyler. Kur’an dan imtihan edileceğimizi de bizlere hatırlatır. Allah gönderdiği ayetler üzerinde dahi düşünmemizi, aklımızı kullanmamızın öneminden bahsederek, bizlere aslında çok önemli bir işaret verir. Benim gönderdiğim ayetler üzerinde dahi düşünmenizi, aklınızı kullanmanızı istiyorsam, beşerin sözleri, kitapları ve sizlere anlatılan rivayetler üzerinde, çok daha dikkatli olmamız ve düşünmemiz gerektiğini anlatmaya çalışır bizlere. Aklını kullanmadan iman edenlerinde akıbetini, çok açık örneklerle verir. Yunus 100:Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah, pislik içinde bırakır. Bizler günümüzde inancımızı yaşarken, çok büyük bir hata yaptığımızın, farkında bile olamıyoruz. Ne yazık ki aklımızı devreye sokmadan inancımızı, imtihanımızı yaşıyoruz da ondan. Hatırlayınız bizlere, sizler Kur’an ı anlayamazsınız, Kur’an da her şey yoktur, onu veli insanlar anlar diye öğretmişlerdir. Bu Kur’an öğretisine tamamen aykırıdır. Bizlerin Kur’an dan habersiz oluşumuz, Kur’an ile aramıza soktuğumuz veliler, bu yanlışın ardı sıra gitmemizi sağlamıştır. Tabi Kur’an ve akıl devre dışı kaldığından, Rahmanın sakın velilerin ardı sıra gitmeyin ayetlerinden de habersiz aklın, mantığın, düşüncenin gücünden uzak kalmamız nedeniyle, yaratılışımızın özelliklerinden olan, tartışmaya meyilli oluşumuz, nefsimizdeki zayıflıklar, aceleci olmamız, bizlerin din ve iman adına büyük hatalar yapmamıza neden olmaktadır. Eğer Rabbim bizlerin bu Dünya da imtihanda olduğumuzu söylüyorsa, her beşer kendi imtihanı için çaba göstermeli, kendi imtihanını asla başkalarına havale etmeden, kendisi bizzat Kur’an ve akıl ekseninde imtihanını vermelidir. Kur’an ile doğru bir bağ kuramayan bizler, aramıza Onunla inanılmaz yüksek bir duvar ördüğümüzden, din adına öğretilenleri, bunlar Allah katındandır denilen bilgileri, Kur’an ile karşılaştırma imkânını da bulamıyoruz. Böylece çok büyük hatalar yapmaktan da kurtulamıyoruz. Hâlbuki Allah çok açık bir şekilde bizlerin sarılacağı kitabın, bütün şanımızın şerefimizin Kur’an olduğunu, bakın nasıl hatırlatıyor bizlere ve aklını kullanmayanlara bakın ne diyor Rabbim? Enbiya 10:Andolsun ki, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şanınız ondadır; Hala akıllanmayacak mısınız? Bu ayetleri indiren ve tüm şan ve şerefimizin Kur’an olduğunu söyleyen Allah ın sözlerini, hala duymazdan mı geleceğiz? Tüm bu yazdıklarımı, neden sizlere hatırlatma gereğini duyduğuma gelince. Bazı din kardeşlerimizin farkında olmadan, günümüzde yaptıkları büyük bir hatayı, Allah ın izniyle sizlere, dilim döndüğünce anlatmak, hatırlatmak istiyorum. Ne yazık ki İslam ı yaşarken bizler bazı cemaat, tarikat eksenli oluşumlara kendimizi öyle kaptırıyoruz ki, eğriyi doğrudan ayıran FURKAN dan habersiz oluşumuz, bizim yaptığımız affedilmeyecek, ÇOK AMA ÇOK BÜYÜK yanlışı fark etmemizi önlüyor. Sizlere şöyle bir teklifte bulunsam ve desem ki, sizlere Kur’an ı aratmayacak, Kur’an ın geldiği yerden gelen bilgileri içeren bir kitap var elimde desem. Hatta elimdeki kitap, Kur’an ayetlerinin ayetidir ve gelin onu okuyalım, bunları okuduğunuzda imanla kabre girip, cennete gireceksiniz, bu kitaptan başka kitap aramanıza gerek yoktur, desem ne dersiniz? Aslında birçoğunuzun bu sözlerim karşısında, neler düşündüğünüzü duyar gibiyim. Acaba bazı din kardeşlerimiz, farkında olmadan bu söylediğim kitapların olduğuna inanıp, böyle bir toplumun içinde imanını, inancını yaşayıp bu kitapların peşi sıra gidiyor olabilir mi? Evet, bu söylediklerimi iddia eden ve günümüzde de, belki de farkında olmadan, bu düşüncenin ardı sıra giden din kardeşlerimiz ne yazık ki var. Bana düşen değerli din kardeşlerimi FURKAN ile uyarmak ve Kur’an gerçekleri ile yüzleşmelerini sağlamaktır. Gerisi kendilerine kalmıştır. Kimin doğru yolda gittiğini yalnız Rabbim bilir. Benimde geçmiş yıllarımda kısmen girip çıktığım, değerli Nur cemaati mensubu kardeşlerim, acaba bahsettiğim kitaplarla ilgili, aşağıda yazılan bilgileri, düşünceyi biliyorlar mı? Ya da bu düşünceleri Kur’an süzgecinden geçirdiler mi? Yazdıklarım üzerinde lütfen dikkatle düşünmelerini, ondan sonra kararlarını vermelerini rica ediyorum. Çünkü herkes hesabını Rahmana, bizzat kendisi verecektir. Geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde, eğer pişman olmak istemiyorsak, bugün çok ama çok dikkatle düşünmenin zamanıdır. Bir Müslüman a düşen, din kardeşini yalnız ve yalnız KUR’AN ile uyarmaktır. Bakın Risale-i Nur kitaplarının, nereden geldiği söyleniyor. ( Resail-in Nur da aynı şekilde, ne doğunun kültüründen ve ilimlerinden nede batının felsefe ve fen bilimlerinden gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş (alıntılanmış) bir nurdur.Ama semavi olan Kur’an ın, doğu ve batı nın üzerinde olan Arş’ da ki yüksek yerden alınmıştır.) Yukarıdaki sözlere dikkatle baktığımızda, bahsedilen kitapların Kur’an ın geldiği yerden geldiği söylenebilmektedir. Bu apaçık Kur’an a şirk değil midir sizce? Ne yazık ki Risale-i Nur kitaplarının kendisine, gaibi bir şekilde vah yedildiğini, bildirildiğini, kalbine geldiğini söyleyen Said-i Nursi, bakın bu konuda neler söylüyor. ( Ben gönderilen risaleleri mütalaa ettim. Bir kısım hakikatleri mükerrer gördüm. Makam münasebetiyle tekrar edilmiş. Benim arzu ve belki ihtiyarım olmadan niçin böyle olmuş, kuvve-i hafızama (hafıza gücüme) gelen nisyondan (unutmadan) sıkıldım.Birden şiddetle bir ihtar ile ( On dokuzuncu sözün ahirine bak) denildi. Birden bir ihtar-ı gaybi (gaybi bir uyarı) ile kati kanaat verecek bir surette kalbime geldi. Denildi ki: Ciddi alaka ile senin eskiden beri tekrar ettiğin bir ışık var, bir nur göreceğiz diye müjdelerin tevili ve tefsiri ve tabiri, sizin hakkınızda belki iman cihetiyle,alem-i İslam hakkında dahi en ehemmiyetlisi Risale-i Nur dur.) Değerli din kardeşlerim, bu işler asla şaka götürmez. Allahın kitabına şirk koşmak, adeta Kur’an ın karşısına, Allahtan geldiğini söyleyerek kitaplar koymak, insanı dinden çıkartır. Son cümlenin üzerinde biraz düşünen, yapılan yanlışı sanırım anlayacaktır. İslam âlemi için en ehemmiyetli kitabın, bakın hangisi olduğunu söylüyor? Peki, Allah Kur’an da onlarca, yüzlerce kez ne diyordu bizlere? Kur’an ın ipine sarılın, bu kitapta sizlere, her şeyden nice örnekler verdik ki anlayasınız. Hadi bir benzerini getirsinler bakalım. Bütün şanınız ondadır. Bu kitap sizler için bir rehber, bir güneş, bir nurdur. Sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyordu. Allahın ayetleri, yukarı da ki söylenenleri onaylıyor mu? Elbette kime inanıp inanmayacağımız, herkesin kedisine kalmıştır. Buna kimse karışamaz. Lütfen hatırlayalım, Kur’an da Rabbim bir örnek veriyor ve bakın mahşer günü peygamberimizin, ümmetinin nasılda Kur’an ı terk ettiğini söyleyeceği, şimdiden bizlere iletiliyor. Bu ayeti Allah boşuna bizlere iletmiyor, yaptığımız onca yanlışın farkına varmamız için bizleri şimdiden uyarıyor. Bu ayet üzerinde düşünüp ders almayanların halini, huzuru mahşerde düşünmek bile istemiyorum. Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Peygamberimiz mahşer günü, benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar sözünü söyleyeceğini, Rabbim bizlere şimdiden hatırlatıyorsa, gelin bu ayetten büyük dersler çıkartalım. Yoksa son pişmanlık fayda etmeyecektir. Said-i Nursi bu kitapların kendi düşünceleri, kendi yazıları olmadığını, kendisine gaybi bir şekilde Allah tarafından bildirildiğini, bakın bir başka hangi sözlerle anlatıyor. (Bu gelen Mukaddime, lüzumundan fazla izah edilmekle beraber, bir derece uzun olması, ihtiyarsız (iradem dışında) olmuştur. Demek ki ihtiyaç var ki, öyle yazdırıldı. Olan Risale-i Nur un harika yüksekliklerini ve ilmi tahkikatını benim fikrim den zannedip dehşet almuşlar. Yazdığım vakit irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeyi muvafık görmedim.) Çok açık bir şekilde bu kitapların iradesi dışında, Allah tarafından yazdırıldığını söylüyor. En son cümlede söylenen, bu kitapları kendi fikirleri ile yazmadığı için, onları tanzim ve ıslah etme yetkisini kendisinde görmediğini belirtiyor. Bugün bu kitapların anlaşılır Türkçeye çevrilmemesinin asıl nedeni, bakın nasıl açığa çıkıyor. Allahın gönderdiği Kur’an ı, anladığımız dile ya da dillere çevrilmesine ses çıkarmayanlar, itiraz etmeyenler, Risale-i Nur kitaplarının günümüz diline çevrilmesine asla izin vermiyorlar. Doğrusu bunun karşılaştırmasını yapmak bile, bana azap ve üzüntü veriyor. Rabbim affetsin. Yine bu kitapların özellikle anlaşılması için Türkçe indirildiğini, fakat bazen Arapça ve kısmen de Farsça kendisine indirilmesini bakın nasıl açıklıyor. (Şu fıkra (bölüm) Arabî geldiği için, Arabî yazıldı.) (Yani bu münacat, kalbe Farisi olarak tahattur ettiğinden Farisi yazılmıştır.) Bu düşünce ve fikirler için, benim söyleyecek çok fazla sözüm yok. Allah tarafından Arapça ya da farsça indirildiğini söyleme cesaretini, doğrusu ben izah edemiyorum, bu sözler karşısında adeta ürperiyorum. Hepimiz Allahın imtihanından geçiyoruz. İsteyen istediğini seçmekte özgürdür. Yine aynı düşünce ve inanç, bakın bu kitaplar için neler söylüyor. (Kimin haddidir ki, bu nurlarda yanlışlık bulsun…. Onun için bir harfe dokunmayı azim bir günah işliyorum telakki ediyorum.) Hatırlarsanız bu sözleri Allah Kur’an için söylüyordu. Hadi bir benzerini getirsinler diye de meydan okuyordu. Gerçekten Kur’an eşi benzeri olmayan, tek harfine dahi dokunamayacağımız bir güneş, bir rehberdi. Ya bahsedilen kitaplar? Doğrusu ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Yapılan karşılaştırmalardan, Yüce Rabbim e sığınırım. Bakın Allah kendisine vahiy geldiğini söyleyenlere karşı, nasıl bir ayetle bizleri uyarıyor? Anlayana anlamak isteyene. Enam 93: Yalan düzüp Allah'a iftira eden veya kendine bir şey vah yedilmediği halde "Bana vah yedildi" diyen kişi ile "Allah'ın ayet indirdiği gibi ben de indireceğim" diyen kimseden daha zalim kim vardır! Bir görsen o zalimleri ölüm dalgaları içindeyken. Melekler ellerini uzatmış, "Çıkarın canlarınızı!" diye! Bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız; çünkü Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylüyorsunuz ve çünkü O'nun ayetlerine karşı büyüklük taslıyordunuz. Risale-i Nur kitaplarına girmiş, ona inanan kişilerin bazı düşüncelerinden de örnek vermek istiyorum. Bu sözlerin bahsettiğimiz kitaplara girmesine de, Said-i Nursi bizzat hayattayken onay vermiş ve kitaplarda yerlerini dahi kendisi tespit etmiş. Bakın neler söylüyorlar. ( Risale-i Nur yirminci asrın Müslümanlarını ve bütün insanları, koyu fikir karanlığından kurtarmak için müellifinin kendi ihtiyarıyla (iradesiyle) değil,büyük yaratıcımızın ihtiyarıyla yazılmış bir şaheseridir.) Çok zorlu bir imtihandan geçtiğimizin, lütfen artık bilincinde olalım. Eğer Kur’an ın ışığı kalbimize bir nebze yansımadıysa, Kur’an ile aramıza beşeri soktuysak, elbette gerçekleri görmemizde mümkün olmayacaktır. Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim, BU APAÇIK KUR’ANA ŞİRKTİR. Bunu sakın unutmayalım. Bu suç Allahın asla affetmeyeceği suçlar arasındadır. Lütfen dikkatle düşünelim ki, yaptığımız onca ibadetler, boşa gitmesin Allah korusun. Şimdide bu kitaplarda geçen, bu kadar da olmaz dedirtecek sözleri, sizlerin yorumunuza bırakıyorum. Bakın bu kitaplar için, Kur’an ayetlerine atfedilerek neler söyleniyor. ( Resail’in-Nur denilen otuz üç adet söz ve otuz üç adet mektup ve otuz bir adet lem’alar, bu zamanda Kitab-ı Mübindeki ayetlerin ayetleridir.) Yukarıdaki sözleri doğrusu tekrar etmekten bile Rabbim e sığınırım. Anlayan anlayacaktır, anlamayana ne yaparsanız yapın fayda etmeyecektir. Bu kitapları okuyanların cennete nasıl gideceklerini ve başka kitaplar aramalarının hata olacağını bakın nasıl söylüyor. ( Risale-i Nur dairesi içine girenler, tehlikede olan imanlarını kurtarıyorlar ve imanla kabre giriyorlar ve cennete gidecekler…. Zannederim ki hakaik-ı aliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i etmiş, başka yerlerde aramaya lüzum yok. Risale-i Nur talebeleri, Risale-i Nur un dairesi haricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer ararsa Risale-i Nur’un penceresinden ışık veren manevi güneşe bedel, bir lambayı bulur; belki güneşi kaybeder.) Tüm bu bilgileri, düşünceleri lütfen herkes bizzat kendisi, Kur’an ile karşılaştırmalıdır. Kur’an ı devre dışı bırakıp, aramıza beşeri ve kitaplarını sokarsak, huzuru mahşerde inanın çok kötü bir sürprizle karşılaşacağımızı da unutmayınız. Allah yukarıda ki sözleri, gönderdiği Kur’an için kullanıyordu hatırlayınız. Sizce aynı övgüye laik başka kitap, rehber olabilir mi? Karar sizlerin. Allah bizleri apaçık rehberiyle öyle uyarıyor ki, onu anlayarak birkaç kez okuyan, yanlış inançların ardı sıra asla gitmeyecektir. Hâlbuki Allah gönderdiği rehberinde, apaçık hak olarak peygamberimize indirilene inananların günahlarını, Rabbimin affedeceğini bakın nasılda söylüyor? Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir. İsra 88: De ki: "Yemin ederim eğer insanlar ve cinler bu Kur'an'ın benzerini getirmek üzere toplansalar, birbirlerine yardımcı bile olsalar onun bir benzerini getiremezler. Bakara 2: Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır. Bu ayetler üzerinde çok fazla değil, biraz düşündüğümüzde bizlere nasıl bir ders verdiğini ve hangi kitabın bizlere yol gösterici olduğunu, dikkatlice düşünen anlayacaktır? Yaratan madem eşi benzeri olmayan Kur’an ı bizlere gönderdi, o zaman yine Allah katından geldiği söylenen Risale-i Nur kitaplarını neden göndersin? Hâşâ Kur’an da her şey yok mu, Kur’an anlaşılması zor bir kitap mı? Kur’an bizlere yetmiyor mu? Bu düşünceler Rahmanın yüzlerce ayetine sizce ters düşmüyor mu? Kur’an ın ipine sarılın, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim ayetleri ile bu sözler bağdaşıyor mu sizce? Sizlere Rabbin rehberinden, bazı ayetler hatırlatmak istiyorum son olarak. Acaba Allah bizleri, Kur’an dışından gelen tehlikeler için nasıl uyarıyor? Tüm bunları aramak bulmak ve üzerinde düşünmek bizlere düşer. Eğer bu Dünyada imtihan olduğumuza inanıyorsak, imtihan olacağımız kitabında Allah KUR’AN olduğunu söylüyorsa, sizce bu kitap anlaşılması zor ve her şeyin açıklanmadığı bir kitap olabilir mi? Gerisi sizlere kalmış. Allah elçisine bile, tebliğ etmek sana, hesap sormak bana düşer diyorsa, gelin imtihan olacağımız kitabı, anlayarak okuyalım ve ona sarılalım. Sizce aşağıdaki ayetlerde Rahman bizleri, hangi kitaba yönlendirip, nasıl dikkatimizi çekiyor? Düşünen, aklını kullanan, daha da önemlisi velilere ve kitaplarına değil, Rabbine ve onun kitabı Kur’an a güvenen, onun ipine sarılan, her şeyi çok açık ve net anlayacaktır. Kamer 17:Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? İsra 36:Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur. Bakara 79: Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için 'Bu Allah katındandır' diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına. Furkan 1: Furkan’ı âlemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir. Araf 185: Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar. Araf 3:Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz. Araf 52: Yemin olsun ki, biz onlara, ilme uygun biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap getirdik. İnanan bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir o. Zümer 3: Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez. Ankebut 51:Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır. Zümer 60:Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Allah ın ayetlerini tebliğ alan ve yazdığım Rabbin bu ayetlerine iman ettiğimizi söyleyen bizler, acaba yukarıda belirtilen kitapların, Allah katından gönderildiğine inanırsak, halimiz hesap günü nice olur dostlar? Karar ve seçim sizlerin. Hiç kimsenin buna müdahale etme hakkı yoktur. Çünkü her beşer, kendi yaptıklarından sorumludur. Allah kulları için, yemin olsun ki bu kitabı sizler için kolaylaştırdım diyorsa, bizleri aldatmak isteyenlerin kapanına lütfen düşmeyelim. Çünkü Allah anlaşılması zor bir rehber gönderip, daha sonra kullarını zorda bırakıp, O kitaptan asla hesap sormaz. Bunu söylemek Rabbin adaletine büyük saygısızlıktır, bunu da unutmayalım. Rabbim cümlemizin yardımcısı olsun. Gerçek doğruları bir gün Rabbin huzurunda göreceğiz. Kimin takvaca üstün ve doğru yolda olduğunu, yalnız ben bilirim diyen Rabbim e lütfen kulak verelim. Allah ortaya kitabın konup, hesabın görüleceğini söylüyorsa, gelin ortaya konacak ve hesabını vereceğimiz kitabın çevresinde toplanalım ve onu anlamaya çalışalım. Amacımız hiç kimseye ne saygısızlık yapmak, nede hakaret etmektir. Gerçek amaç Kur’anın hakkını vermek, onu layık olduğu yere taşımak, ona iman edenleri onun çevresine davet etmektir. Gerçek amaç Allah a ulaşan en doğru yolu bulmak ve din kardeşlerimizle birlikte, bu doğru yolda güç birliği yapmaktır. O da bölünmeden Kur’an ın çevresinde, tek yumruk olmaktan geçer. Rabbim cümlemizi kendi imtihanını bizzat kendisi vermek için, çaba gösterip mücadele eden, aklını kullanıp Kur’an ın ipine sarılan, onun nuruyla nurlanan, yaşayan kulları arasına girmemizi, nasip etsin inşallah bizleri. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  19. halukgta şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Günlerdir televizyonlardan, Van depreminin acılarını izliyoruz toplum olarak. İçimiz yanıyor, ama çok fazla bir şeyler yapamadığımız için de, çaresiz olan biteni ibretle seyrediyoruz. Bizler geçmiş depremlerde yaptığımız gibi, bugünde hep aynı şeyleri yaptık. Toplum olarak seyrediyoruz ve birden bire galeyana gelip, yardım kampanyaları oluşturuyor, deprem bölgesinde kullanılacak yardım topluyoruz. Peki, neden daha önce önlemler almak yerine, felaket geldiğinde aklımız başımıza geliyor? Gelişmiş ülkeler böylemi yapıyor? Yardım etmek elbette güzel, ama gerçek yardım acılar yaşanmadan, önlem alınmak adına yapılan yardımlardır. Bakın ülke olarak güzel bir organizasyonla, hastalıklara karşı aşı oluyoruz, hiç hasta olmadığımız halde. Peki neden? Hasta olmayalım diye elbette. Çünkü hasta olduğumuzda, iyileşmek için çok daha fazla para harcamak gerekir, ya da çok daha zararı olur bedenimize de ondan. Peki, aynı mantığı, niçin devleti yönetenler deprem, sel, yangın gibi afetler için uygulamıyor? Tek bir sebebi var. Bizler yöneticilerimizi ehil insanlardan değil, nefsimize hitap eden insanlardan seçiyoruz da ondan. Nefis aldatıcıdır, kulağa belki hoş gelebilir, ama akıl eğer devreye girmeden, yalnız nefsimizle hareket ediyorsak, sonunda üzülmemizde kaçınılmaz olacaktır. Depremler hayatımızın gerçeğidir, bu gerçeğin bilincinde olan toplumlar, en az zararla derslerini alırlar. Allah sizleri depremlerle, felaketlerle imtihan ediyorum diyorsa, bizlere düşen bu tür imtihanlara hazırlıklı olmak ve en az zararla çıkmak olmalıdır. Ne yazık Rabbin bu imtihanlarından, bizlerin ders almadığı ve iyi bir notla imtihanımızı veremediğimiz anlaşılıyor. Yine geçer not alamadığımız bir imtihandan geçtik ülke olarak. Ders alınmadan, acılarla dolu geçen boşa zaman. İşte bizler yine aynı yanlışa devam ediyoruz. Yapılan yardımlar, toplanan eşyalar acaba ne kadarı depremzedeye ulaşacak düşünceleri, akıllarda soru işaretleri bırakıyor. Yıllardır deprem adına alınan vergilerin, başka amaçlarla kullanıldığını söyleyen devletin yöneticilerine, sanırım söylenecek söz yok. Savundukları mantık, kendi hatalarına buldukları kılıf, halk olarak bizleri çok ilgilendirmeyip ses çıkarmıyorsak, kula kulluk edercesine suskun tavrımız, Rabbin daha sonra yapacağı imtihanlarından da başarılı çıkamayacağımızın göstergesidir. Allah neye layıksanız onu veririm diyor. Gazetelerin köşe yazarlarını okuyorum. Doğrusu neredeyse hepsi deprem konusunda uzman kesilmişler. Kimisi yüksek bina yaparsan işte böyle olur derken, bir diğeri de hep aynı sözleri tekrar edercesine, bina kolonlarının kesilmesinden, eksik malzeme kullanılmasından bahsediyor. Yapılan yardımların dağıtılma şeklinin üzüntü verdiği, tartışılıp duruyor. Biz bu sözleri, her depremden sonra duymuyor muyuz? Elbette duyuyoruz, ama aklını başına alan ne yöneticilerimiz var, nede halk olarak zerre kadar ders alan toplum var. Boşa konuşmaktan öte giden yok. Neden kendimize bu soruyu sormuyoruz? Aynı yanlışı sürekli yaptığımız halde, önlem almayan yöneticilerin hiç günahı yokta, acıyı yaşayan ne yapacağını bilmez durumda olan, o an ki toplumun mu günahı var? Okulda aynı yanlışı ders almadan tekrar tekrar yapan bir öğrenciye öğretmen, ne der biliyor musunuz? Doğrusu bunu söylemekten utanıyorum, aklını kullanan anlayacaktır. Peki, tüm bu gerçekleri neden göremiyoruz da, önlemlerimizi alamıyoruz? İşte en önemli sorunda buradan kaynaklanıyor. Bizler eğer Allah ın rehberini devre dışı bırakıp, beşerin kitaplarını da Allah katından gelmiştir diye inanırda, ardı sıra gidersek, hiçbir zaman gerçekleri görmemiz ve önlemler almamız da mümkün olmayacaktır. Kendi kendimizce yarattığımız bir inancın, peşi sıra giderde, Kur’an ı devre dışı bırakırsak, daha çok acılar çekeriz, üzülürüz ve hiçbir ders almadan boşa zaman geçiririz. Bunu da lütfen sakın unutmayalım. Allah Kur’an da aklını kullanmayan kullarının durumunu, çok güzel örneklerle anlatıyor. Lütfen onu anlayarak okuyalım ki, yaptığımız yanlışların da farkına varabilelim. Yine aydın geçinenler, boş sözlerle toplumu avutacak, yine bizleri yönetenler, toplumu kandırmaya, aldatmaya, oyalamaya devam edecekler. Üzülüyorum çünkü birileri, bizleri nefislerimizle aldatıyor. Üzülüyorum çünkü ülke olarak inanç adına, din adına bölündük. Dini Allah ile kul arasından alıp, Allah, veli, kul eksenine kaydırdık. Tıpkı Hıristiyan toplumunda olduğu gibi. Sorduklarında bizde ruhban sınıfı yok deriz. Ama bizler öyle bir ruhban sınıfı yaratmışız ki farkında bile değiliz. Kimin takvaca üstün olduğuna bizler karar verip, kendimizi temize çıkartarak, karşımızdaki insanları adeta inançsız ilan ettik. Hâlbuki Rabbim bizleri uyarıp, bakın ne diyordu? (O halde kendi kendinizi temize çıkmış göstermeyin; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur.) İşte bizler gerçekleri, bunun için göremiyoruz. Kendimizi temize çıkarmış, birbirimizi inançsız olmakla itham edip, edindiğimiz velilerin ardı sıra giderek, Allah ın rehberinin nurundan uzak, güneşinin aydınlığından istifade edemez olmuşuz. Yaşadığımız Van depremi, dilerim bazı gerçeklerin toplum olarak görülmesine vesile olur. Yok, eğer hiçbir ders almazsak, Allah bizleri çok daha büyük imtihanlardan geçireceğinin de farkında olalım. Dilerim Rabbimden toplum olarak, Kur’an ın ipine sıkı sıkı sarılan, Allahın saf, katıksız inancına hurafeler katmadan yaşayan kullarından oluruz. Yoksa Allah ın bizleri, daha çok musibetlerle imtihan edeceğini de unutmayalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  20. Değerli din kardeşlerim. Bugün sizlere Kur’an dan Yunus suresi 106. ayette, Rabbin bizleri uyardığı ayeti hatırlatıp, üzerinde düşünmenizi rica ediyorum. Önce ayeti yazalım. Yunus 106: Sana ne bir yarar, ne de bir zarar verebilecek durumda olmayan varlıkları, Allah'la beraber anıp, onlara yalvarıp yakarma: çünkü eğer böyle yaparsan, muhakkak ki zalimlerden olursun! Allah bu ayetiyle çok açık bir şeyler anlatmak istiyor bizlere, peki bu ne olabilir? Allah benim yarattığım varlılardan yardım isteme, yardımı yalnız benden iste diyor bizlere. Çünkü onların sizlere ne faydası dokunur, nede zarar verecek güçleri vardır. Gerçekten Kur’anı anlayarak, düşünerek okuyan bir insan, yaptığımız onca büyük yanlışların hemen farkına varacaktır. Allah her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız der bizlere. İşte bu konu ile ilgili elçisinin görevini, yetkisini anlatacak açıklamayı, bakın nasıl yapıyor ayetlerinde. Sizce çok açık değil mi? Araf 188: De ki: "Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim, elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Ankebut 18: "Eğer yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki ümmetler de yalanlamıştı. Resule de düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir. Ankebut 50:Dediler ki: "Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!" De ki: "Mucizeler Allah katındadır. Bana gelince, ben açıkça uyaran biriyim. Hepsi bu. Neml 92: "Ve Kur'an'ı okumam (emredildi). Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım. Allah bu ayetlere benzer, o kadar güzel örnekler veriyor ki bizlere, aklını zerre kadar kullanan, bütün gerçekleri apaçık görecektir. Yine bu konuların çok daha iyi anlaşılması için verdiği örnek, çok düşündürücüdür. Lütfen bu ayeti, bizlere öğretilen onca rivayetlerle karşılaştırınız, daha sonra sanırım yaptığımız yanlışlar anlaşılacaktır. Muhammet 19: Şu halde bil; gerçekten, Allah'tan başka ilah yoktur. Hem kendi günahın, hem mümin erkekler ve mümin kadınlar için mağfiret (af) dile. Allah sizin dönüp-dolaşacağınız yeri bilir, konaklama yerinizi de. Allah bu ayetiyle de açıklık getiriyor konuya. Allahtan başka yardım istenecek kimse yoktur diyor ve elçisinden örnek verip, kendi günahların ve iman eden diğer insanların günahları içinde dua etmesini söylüyor. Elbette Allah elçisinin günahlarını, ona verdiği görev ve başarılarından ötürü bağışlayacağını da müjdeliyor kendisine. Önemli olan bizlerin günahlarıdır, bizler eğer yanlışlarımıza devam ederde, yanlış kişilerden yardım istemeye çalışırsak, sanırım hesap günü halimizin ne olacağını tahmin etmek, çok zor olmasa gerek. Bakın onu bile söylüyor Rabbim. Zümer 60:Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Allah bu sözleriyle neyi kast ediyor olabilir? Elbette Rabbim sizlere, rehber olsun diye gönderdim dediği, sorumluluğunuz Kur’an dan dır dediği kitapta, hiç bahsedilmediği halde, birilerinin bunlarda Allah katındandır dedikleri sözlere, iman edenlere sesleniyor. Allah bu kitaptan hesaba çekileceksiniz dediği halde, acaba Kur’anın dışından da hükümlerden daha sonra hesap sorar mı? Bunu eğer düşünürsek ve söylersek, o kadar yanlış bir şey yapmış oluyoruz ki, doğrusu bunu söylemeye dilim varmıyor. Sizlere bazı ayetler hatırlattım. Buna benzer yüzlerce ayet var, lütfen onları da okuyunuz. Tüm bu bilgileri bir araya getirdiğimizde, Allahtan başka yardım isteyecek, şefaat dileyecek hiç kimsenin olmadığı çok açıktır. İsterseniz bizlere öğretilen bilgilerimizi hatırlayalım. Bizlere din ulemalarının, şeyh ve tarikat liderlerinin şefaatçi olduğunu söyleyip, hesap günü bizler adına şefaatçi olacaklarını anlatanların, acaba KUR’AN dan hiç mi haberleri yok. Yoksa bu ayetlerin üzerlerini örtüp, toplumdan gizleyerek, kendi çıkarlarına mı hizmet ediyorlar? Ne dersiniz, bu sorunun cevabını da her beşer kendisi bulmalıdır. Çünkü herkes kendisinden sorumludur, kendi imtihanını kendisi verecektir. Eğer beşerden medet umup, ondan yardım isteyerek şefaatçi ediniyorsak, bakın Rabbim Yunus suresi 106. ayetin en sonunda bunları yapanlara ne diyor. (çünkü eğer böyle yaparsan muhakkak ki zalimlerden olursun!) Zalimlerden olmayı istemiyorsak, yalnız Rahmandan yardım dileyelim. Dilerim Rabbimden, Kur’anı rehber alan, onun hükümlerini hayatına geçirmek için çaba gösteren, hesap günüde yüzleri ak olan kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  21. Bizler günümüzde iman adına öyle yanlışlar yapıyoruz ki, yaptığımız hataların farkında bile değiliz. Yaptığımız yanlışın başında dinimizi yaşarken Kur’an ve akıl ölçüsünü zerre kadar kullanmadan, başkalarının verdiği bilgiler ve düşünceler doğrultusunda iman ediyoruz. İşte bu yanlışımız bizleri yavaş yavaş, şeytanın kucağına yaklaştırmaktadır. Sizlere günümüz de yaptığımız yanlışlara, dinimizi yaşamak adına yaptığımız hatalarımıza bir örnek vermek istiyorum. Bir kardeşimiz okuduğu bir yazıma yazdığı bir cevabından alıntı yaparak, onun İslam a bakış açısını, yol ve yöntemlerini, İslam ı nasıl anladığını ve hayatına geçirmeye çalıştığını, kendisine verdiğim cevabı naklederek, sizlere sunmak istiyorum. Yorum sizlerin. Önce arkadaşımızın cevabından, çok önemsediğim sözlerini yazalım. Bundan sonraki söylediklerim, cevap verdiğim arkadaşımıza hitaben olacaktır. (Hadis ulemasının ittifak ettiği hadisleri kabul etmek, aklın gereğidir. Mezheplerin de ittifak ettiği konular bence bağlayıcıdır. Mesela recim konusu, dört mezhebin ittifakıyla vardır. Dört dev âlim görüş birliği etmiş.) Sözlerinizin son kısmından başlayalım. Recm, yani fuhuş yapanı taşlayarak öldürme konusu, kesinlikle Hanefi mezhebinin onay verdiği bir inanç değildir, araya sokulan yanlış düşüncelerdir, bazı tarikat ve cemaat mensuplarının inançlarıdır, söylemleridir. Diyanet İşleri Başkanlığına isterseniz sorun, bu inanca Kur’an ın onay vermediğini söyleyecektir. Tam tersine Kur’an, fuhuş yapan erkek ya da kadın ayrım yapmadan, ikisinin de, herkesin gözleri önünde kırbaçlanması cezasını getirmiştir. Eğer recm cezasına inanırsak, Kur’an da ki bu konuda verilen, Rabbin emirlerine, ayetlerinin tersine hareket etmiş olduğumuz gibi, bahse konu ayetleri de inkâr etmiş oluruz. Bunu da sakın unutmayalım. Kur’an insanın öldürülme konusunu çok özel konumlarda izin verir. Örneğin size öldürmek, yok etmek için saldıran din düşmanlarının karşısında, onlara sakın acımayın öldürün der. Fakat dikkat edin siz saldırın demiyor, onlar size saldırdığında, kendinizi savunmak adına onlara gereken cezayı verin der bizlere. Yoksa size savaş açmamışlarsa, barış istiyorlarsa barışlarına cevap verin der. Yine çok önemli bir yerde ölüme izin verir, ama bunu söyledikten sonra yaptığı açıklamada çok önemlidir. Örneğin haksız yere insan öldürenin de cezası kısas yoluyla ölümdür. Fakat Allah kim onun canını bağışlarsa, ona kat kat sevap yazacağını söyler. Tabi burada canının bağışlanması onu hapisten kurtarır anlamında düşünmemek gerekir. Buradan da anlaşılıyor ki, ölüm o kadar kolay bir karar değildir. Hele canice taşlayarak öldürmek, asla Allahın emri hiç değildir. Örneğin kölelerden bahsederken Kur’an ın tüm hükümlerini içine alan birçok özel ve düşündürücü bir hüküm verir. Kölelerin işleyeceği suçun cezası, hür insana verilen cezanın yarısı kadar verilir der. Dikkat edin bu genel bir hükümdür. Diyelim köle bir fuhuş yaptı, hür insanın fuhuşta cezası recm olsa idi, köle için bunun yarısı nasıl verilecekti? Bakın iyice düşündüğümüzde nasıl her şey ortaya çıkıyor şükürler olsun. Fuhuş konusuna gelince. Recm yani taşlanarak öldürme, Kur’anın insani ölçülerine, bizlere verdiği adalet anlayışına, şefkatle Rabbin yaklaşımına asla uymaz. Peki, recm olayı geçmiş tarihten nereden geliyor olabilir? İşte burası çok önemli. Yahudiler ne yazık ki içimize dinlerini öyle bir sokmuşlar ki, tıpkı bugün Dünyanın başına bela oldukları gibi, dinimizin de başına yüzlerce yıldır, baş belası olmuşlardır. Ama bunun farkında bile değiliz. Bakın günümüzdeki Tevrat ne diyor. Yasanın tekrarı 22: 21 -Kızı baba evinin kapısına çıkaracaklar. Kent halkı taşlayarak kızı öldürecek. Babasının evindeyken fuhuş yapmakla İsrail'de irençlik yapmıştır. Aranızdaki kötülüğü ortadan kaldıracaksınız. Dinlerine çok bağlı Yahudilerin, siz bu Tevrat’taki hükmünü uyguladıklarını, duydunuz yahut gördünüz mü? Uygulamazlar çünkü doğruluğuna inanmıyorlar ki. Peki, İslam âlemi içinde bir kesim toplum, nasıl inanıyor Kur’an da asla böyle bir hüküm olmadığı halde? Bunun açıklamasını ne yazık ki akılla ve mantıkla yapmak pek mümkün değil. Eğer rehber Kur’an olurda, onun çizdiği yoldan asla sapmaz isek, bu tür yollara meyletmemizde mümkün olmayacaktır. Şimdide bir an düşünelim. İslam âleminin bir bölümünde recm cezasına inanan ve uygulayanları hatırlayalım. Acaba kadından başka fuhuş suçundan bir erkeğin recm edildiğini, taşlanarak öldürüldüğünü gördünüz ya da duydunuz mu? Doğrusu ben görmedim, duymadım. Yakın zamanlarda bazı ülkelerde bir kadının recm cezasına çarptırıldığı söyleniyor. Fakat onunla fuhuş yapan erkekten hiç haber yok. Bu kadın kendi başına yapmadı ya bu fuhuş u? Peki erkek nerede? İşte Kur’an ile iman etmeyenlerin, varacağı adaletsiz sonuç. Şimdide bana verdiğiniz cevabın diğer kısmına bakalım ne yazmışsınız? Hadis ulemasının ittifak ettiği hadisleri kabul etmek, aklın gereğidir. Mezheplerin de ittifak ettiği konular bence bağlayıcıdır. Hadis ulemasının kabul ettiği hadislerin kabul edilmesi, aklın ve mantığın gereği dersek, ucu açık dibi görünmeyen bir kuyuya atlamış oluruz. Hiçbir insan, hiçbir beşer hatasız olamaz. Nakil yoluyla, rivayetler kanalıyla yüzlerce yıl öncesinden gelen bilgilerin hepsinin doğru olacağını kabul etmek, önce akla ve mantığa, daha sonrada Kur’an ın tüm ayetlerine aykırıdır. Hatırlayınız peygamberimizin veda hutbesi yaklaşık yüz bin kişinin huzurunda yapıldığı söylenir. Bu kadar kalabalıkta yapılan konuşmanın sözleri dahi günümüze, yedi değişik şekilde gelmiştir. Ya iki kişinin duyduğu sözler nasıl intikal etmiş olabilir günümüze, onu düşünmek bile istemiyorum. Bu konuda karar ve yorum kişinin kendisine kalmıştır. Her insan kendisinden sorumludur. Elbette geçmişten gelen çok doğru bilgiler vardır, bunlardan günümüzde yararlanıyoruz çok da doğru yapıyoruz. Ama tüm bilgilerin gerçekten bahsedilen âlim kişilere ait olduğunu, onların sözleri olduğunu bilemeyiz. Bunlara fitne ve fesat sokanların ilavelerinin olması da çok doğaldır. Bunu da Yahudiler çok güzel başarmışlardır. Ayrıca bizler İslam ı geçmişte yaşamış zaman dilimi içinde, onların gelenekleri ve yaşam şekilleri ile hayatlarına geçirdiği şekliyle anlamaya çalışırsak, yanılgıya düşeriz. O devirde birisi uçaktan, uzaya gitmekten, televizyondan bahsetseydi, sanırım onu asarlardı. Kur’anı yaşadığın çağın gereklerine göre anlamak, bizleri doğruya götürecektir, elbette geçmişten faydalanıp dersler alarak. İmamı Azam büyük bir âlimdir, onun felsefi düşüncelerini eğer anlayabilirsek, sanırım her şeyi çözeriz. Bakın birkaç sözünü hatırlatmak istiyorum. Çünkü onun bu sözleri her nedense hiç konuşulmaz. (Talebesi Züfer'den nakledilen şu rivayet de onun sabit fikirli olmadığını ortaya koyması ve istişareye verdiği önem bakımından dikkat çekicidir. Züfer şöyle der: "Ebu Hanife'nin derslerine devam ederdik, Ebu Yusuf ve Muhammed ibnu Hasan da bizimle birlikte okurlardı. Biz Ebu Hanife'nin görüşlerini yazardık. Bir gün Ebu Hanife, Ebu Yusuf'a hitaben: "Ey Yakup vay haline! Benden her işittiğini yazma. Ben bugün böyle düşünüyorum. Yarın onu bırakabilirim. Yarınki görüşümü ertesi gün terk edebilirim" dedi." (İbnu Muin, Tarih, II. Cilt, sh. 607; Bağdadi, Tarih, XIII. Cilt, sh. 402) (Yine onun: "Bu bizim söyleyebildiğimiz en güzel sözdür. Kim bizim sözümüzden daha doğru bir söz getirirse, o hakikate bizimkinden daha yakındır" dediği; "Senin bu verdiğin fetvalar doğruluğunda hiç şüphe olmayan hakikatler midir?" diye sorulunca da: "Bilmiyorum belki de yanlışlığında hiç şüphe olmayan yanlıştır" şeklinde karşılık verdiği nakledilmektedir. (Bağdadi, Tarih, XIII: Cilt, sh. 352) (Onun talebelerine verdiği öğütlerde, ilimde hür düşünce ve araştırmanın yollarının tutulması, cahil ve mutaassıplardan uzak durulması gibi önemli kayıtlar vardır: "Halka yaklaş, fâsıklardan uzaklaş. İnsanlığında kusur etme, kimseyi küçük görme. Bir meselede görüşünü sorana bilinen görüşü tekrarla ve sonra o meselede şu veya bu şekilde başka görüşler de bulunduğunu zikret.) Bizler İmamı Azam ı hiç tanımıyoruz. Onun adına başkaları tarafından dine sokulan, Yahudi fitneleri ile belki de daha çok onu yanlış tanıyoruz. Onun içindir ki çok dikkatli olmalıyız. Yine şu cümlenize de cevap vermek isterim. (Mezheplerin de ittifak ettiği konular bence bağlayıcıdır.) Bizleri bağlayan yalnız ve yalnız Rabbin KİTABI KUR’ANDIR. Bunu asla unutmayalım. Çünkü peygamberimizi de bağlayan yalnız KUR'AN DI. Neden biliyor musunuz? Bakın Rabbim eğer aşağıdaki ayetleri bizlere indirmiş ise, acaba HÂŞÂ sözünden cayıp, Kur’an da olmayan bir hükümden hesap sorar mı? Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Ahzap 2: Rabbinden sana vahyedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Değerli kardeşim, Yüce Rabbim elçisine bunları kullarıma söyle dedikten sonra, Kur’an dışından acaba sizin söylediğiniz gibi başka bilgilerden, hükümlerden de sorumlu tutar mı? Başka bilgiler bizler için Kur’an gibi BAĞLAYICI OLUR MU? Eğer bunu yaparsak, Kur'an ile beşer sözünü aynı kefeye koymuş oluruz ki, BU ŞİRKTİR. Tüm bu söylediklerimi lütfen nefsinizde değerlendiriniz, ama Rabbin sözlerini de hiç unutmadan. Akıllı Müslüman her doğru bilginin peşinden koşandır. Akıllı Müslüman doğruyu eğriden ayırandır. Akıllı Müslüman aldanmaz, çünkü elinde aldanmamak için kontrol edecek, mihenk taşı FURKAN vardır. Gerçek Müslüman doğru ve güzel bilginin içine hurafe ve yanlış bilgiyi almamak için çaba gösteren insandır. Daha açıkçası GERÇEK MÜSLÜMAN, AKLINI KUR’AN İLE BİRLEŞTİREN İNSANDIR. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  22. Ülkemiz in doğu bölgesi olan Van ve çevresi, yine tabi afet olan deprem ile sarsıldı. TÜm Ülke olarak yastayız, başımız sağ olsun. Burada ölen vatandaşlarımızın, din kardeşlerimizin ailelerine baş sağlığı dilerken, acılı ailelerine Rabbimden sabırlar dilerim. Bizler doğusuyla, batısıyla bölÜnmez bir bÜtÜnÜz. Van da canı yanan bir kardeşimizin, bacımızın acısı bizlerin de acısıdır. Bizleri bölmek ve parçalamak isteyenler, bunu asla başaramayacaklarını, KÜrdÜ ile TÜrk Ü ile çerkez ile gerektiğin de, nasıl tek yumruk olduğumuzu gördÜklerinde, boşa çaba harcadıklarını anlayacaklardır. Kızılay, yardım ekipleri ve Devlet yetkilileri hiç vakit geçirmeden, depremde mahsur kalan Vanlı vatandaşlarımızın yardımına hemen koşmuş, onların yaralarını sarmak için var gÜçleri ile gerek karadan, gerekse askeri nakliye uçaklarıyla, yardımlar ulaştırılmıştır. Bunlar elbette yeterli değildir, ben biliyorum ki Ülke olarak, bu vatandaşlarımızın yardımına, hep birlikte acilen koşup, gerekirse tÜm Ülke olarak yardımlarımızı esirgemeyeceğimizi, burada yaşayan vatandaşlarımızın, din kardeşlerimizin yanı başlarında olacağımızı bilmelerini isterim. Allah bizleri zorluklarla, ÜzÜntÜlerle, yokluklarla elbette imtihan edeceğini söyler. Rabbim Enbiya suresi 35. ayetinde; ( Her canlı, ölÜmÜ tadacaktır. Biz bir imtihan olarak sizi şer ile de hayır ile de deniyoruz. Sonunda bize döndÜrÜleceksiniz.) Allah bizleri şer ve hayır ile imtihan ediyor, gelin bu imtihanda sabrımızı gösterip Ülkece, başarı kazanmış bir toplum olarak çıkalım. Hepimiz imtihandayız, bunun bilincinde olmalıyız. Allah Kur’an da iman edenleri bile, bakın depremlerle, sarsıntılarla verdiği örneklerinde, nasıl imtihan ettiğini söylÜyor. Ahzap 11: İşte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı. Allah bizleri açlıkla, korkuyla depremlerle, evlatlarımızla imtihan edeceğini söyler birçok ayetinde. İsyan etmeden bunun bilinciyle acılarımızı toplum olarak sarmalıyız. Rabbim sabredene de bÜyÜk mÜjdeler verir. çok yakın zaman önce, Ülkemizi bölmeye çalışan, vatan evlatlarını şehit edenlerin acıları, daha kalbimizde tazeliğini koruyorken, Rabbim bizleri bir başka imtihandan daha geçirdi. Allah Kur’an da sizlerin şer sandıklarınız, nerden bileceksiniz belki de sizler için hayırdır der bizlere. Ben inanıyorum ki Ülkemizde ırk ayrımı yaparak, Ülkemizi bölmek ve bizleri birbirimize dÜşman etmek isteyenlerin emelleri gerçekleşmeyecektir. çÜnkÜ bizler Ülke olarak farklı ırklar ile bir bÜtÜn olmuş, nesiller boyu bir birine kaynaşmış, artık özel ve gÜçlÜ bir toplum olmuşuz. Bu iki olay şer gibi görÜnse de, inanıyorum ki sonunda Ülkemize inşallah hayırlara vesile olacak, Ülkemiz Üzerinde oyunlar oynayanlarında emellerini, boşa çıkaracaktır. Allah bizleri, arka arkaya bu iki imtihandan geçirip, dikkatimizi önemli bir noktaya çekiyor. Eğer bizler bu imtihandan başarılı çıkıp, Ülke olarak tek bir yumruk olma başarısını gösterirsek, inanıyorum ki Rabbim çektiğimiz bu acıların sonunda, bizleri mutlu edecek bir sona ulaştıracaktır. çÜnkÜ Allah her acının sonunda, kullarına bir mutluluk vaat etmiştir. Ülkemizin gÜzel bir köşesi olan, Van lı kardeşlerimize tekrar geçmiş olsun derken, ölenlerin ailelerine de baş sağlığı dilerim. Acılarınız bizlerinde acılarıdır, bunu lÜtfen unutmayınız. Sizlerin soğuk kış akşamlarında içinizin titrediğini, bizlerin de yÜreklerimiz de hissedeceğimizi, aynı ÜzÜntÜ ve acıyı da bizlerin gönÜllerinde yaşayacağını biliniz ve buna yÜrekten inanınız. Bir MÜslÜman, din kardeşinin acısına ortak olandır. Yaranızın en kısa zamanda sarılması, Ülke olarak hepimizin görevidir. Bunu yapmak için ayağa kalkacağımızdan, yanı başınız da olacağımızdan, asla hiç şÜpheniz olmasın. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  23. > Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: "Oğlum" der, "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir. > Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkânına girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar. Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; > sonra: "Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der. İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur. Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, "Bu der "benim semerlere iyi süs olur. Bundan "kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm." > En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. "Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?" diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. "Buna kaç lira istiyorsun?" Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?" "Ne istiyorsan veririm." > Öğrenci, "Hayır veremem." diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar: > "Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim." Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. > Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler.. > Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır. Bilge sorar: "Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?" > Öğrenci: "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık" diye cevap verir. > Bilge hoca çok kısa cevap verir: "Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve o değerini bilenin yanında kıymetlidir." Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır. > Mesele kuyumcuyu bulmaktadır... Yukarıdaki çok güzel ve anlamlı hikâyeyi bir arkadaşım gönderdi bana, Allah ondan razı olsun. Bizler yaşamımız boyunca en sevdiklerimizin dahi kıymetini ne yazık ki yaşarken bilmiyoruz. Elimizden yok olup gittiğinde ise, dövünüp duruyoruz. İşte tıpkı yaşamımızda yaptığımız kıymet bilmezliği, Rabbin bizlere rehber diye indirdiği KUR’ANA yapmıyor muyuz? Zora düştüğümüzde Allah deyip, Rabbin yardımıyla kurtulduğumuzda, hemen unutmuyor muyuz tüm olanları? Allah ın kitabına da aynı şekilde vefasız davranmıyor muyuz bizler? Allah bu kitaba sarılın sizleri bana ulaştıracak. Bu kitap her konuda sizlere gerektiği kadar açıklama yapacak dediğini duymazdan gelip, onu yüksek bir yere asarak, beşerin kitaplarına sarılmıyor muyuz? Bu yaptığımız, yukarıdaki mücevherin değerini bilmeyen diğer insanlara benziyor. Biz elimizdeki pırlantayı, elması sahte taklitleri ile değiştiriyoruz, ama farkında bile değiliz. Bize satılan mücevherin sahte olduğunu araştırma gereği bile duymuyoruz, adeta sahte olduğunu öğrenmekten korkarcasına. Altın almak istiyoruz bir dosttan, ama sorma gereği bile duymuyoruz bir erbabına. Elbette bir gün o sahte altınları, ihtiyaçtan erbabına, sarrafa bozdurma gereği duyduğumuzda, hepsinin sahte taklit olduğunu anlayacağız, ama artık iş işten geçmiş olacak. Zor anımızda yardımcı olsun diye biriktirdiğimiz altınlarımız, mücevherlerimizin beş para etmediğini anladığımızda, ne olur halimiz hiç düşünen oldu mu? Bizler bir gün kazanıp biriktirdiklerimizi harcamak için, Rabbin huzuruna varacağız. Acaba biriktirdiklerimizin sahte olup olmadığını, şimdiden araştıran var mı? Eğer araştırmayıp birilerine güvenerek biriktiriyorsak, yanlış şeyleri biriktirdiğimizi asla bilemeyiz. Gelin işi erbabına soralım, ona danışalım onun verdiği değerleri biriktirelim. Onun çizdiği yoldan giderek, toplayalım mücevherlerimizi. Rabbim bizleri, senin kitabının, rehberinin, güneşinin ışığını fark eden, kıymetini değerini bilen, KURAN SARRAFLARI YAP NE OLUR. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  24. Yeter artık! Ülkemiz üzerinde çok ciddi senaryolar, adeta test ediliyor. Bizleri yönetenlerin ise başları hala, son seçim sonucunun sarhoşluğuyla dönmeye devam ediyor. Olaylar karşısında boş sözlerden öteye giden bir davranış ne yazık ki göremedik. Yine 26 vatan evladı şehit edildi, mekânları cennet olsun. Allah ana ve babalarına sabır versin. Yine boş sözlerle, toplantılarla mı geçiştireceğiz bu acıları? Ağlayan ana ve babalara, nasıl sözler verip bizzat harekete geçilecek de, onların yüreklerine su serpeceğiz? İşte bizler halk olarak, bizleri yönetenlerden boş sözler, oyalamalar değil, soruna çözüm olacak çareler bekliyoruz. Ramazan ayında vatan evladını şehit edenlere karşı söylenen sözlerin, Ramazandan sonra ne kadar mesnetsiz, dayanaksız, gayri ciddi söylendiğini, toplumu oyalamak adına sarf edilmiş çaresiz sözler olduğunu, bu gün duyduğumuz evlat acılarıyla tekrar anladık. Ülke adına hepimiz yastayız. Devleti yönetmek ana şefkati ister. Bizleri yönetenlerden, kendi yakınları için gösterdikleri şefkati ve üzüntüyü, vatan ı beklerken şehit olan vatan evlatları içinde göstermesini beklemek, sanırım hakkımızdır. Bizleri yönetenlerin, kendi koltuklarını garantiye almak adına yaptıkları çalışmaların, çabanın küçük bir kısmını, vatanı bölmeye çalışanlara karşı vermedikleri gerçeği, Türk halkını derinden yaralamaktadır. AKP ve hükümet hakkında tek kelime yazmayan yanlı ve taraflı basın, başlarını döndüren seçim sonuçları ile adeta rakipsiz meydanlarda gezen pehlivan misali dolaşıyorlar. Ülke adına değil, kendi gelecekleri, düşünceleri ve inançları adına verdikleri çabalar, ülkenin içinde bulunduğu acı gerçeği onlara unutturmuşa benziyor. Sayın Başbakanım ve Sayın Hükümet yetkilileri, sizlere sesleniyorum. Yeter artık bu sessizlik. Daha ne zamana kadar sabredeceğiz, vatanı bölmeye çalışanların yaptıkları ihanete? Mecliste yanı başınızda, Demokrasinin arkasına saklananları görmüyor musunuz? Eğer görmezden gelmeye devam ederseniz, şunu sakın unutmayınız, her şeyin bir sabrı ve sonu vardır. Herkes de bir gün yaptıklarının hesabını verir, hem Allah a hem de Türk halkına. Hain dış güçler, ülkemiz için sinsi senaryolarını gerçekleştirmek için, çaba harcıyorlar ve PKK yı maşa olarak kullanıyorlar. Bizlere dost görünen düşman ülkelerin farkına varınız. Ülkemizde yapılan hain saldırıların, onların apaçık elleri ve güdümüyle yapıldığını artık fark ediniz. Yoksa güzelim ülkemiz yara alacak. Bunun farkına varamaz iseniz, tarihe acı sayfalar olarak geçeceğinizi unutmayınız. Bunu tam tersine çevirmekte elinizde, lütfen bu şansınızı iyi kullanınız. Lütfen inadı bırakın ve derhal sıkıyönetim ilan ediniz, hem de gerekirse tüm ülke çapında. Hainler içimizde dolaşıyor her yerde. Bırakın asker, polis el birliğiyle onların anlayacağı dilden konuşsunlar. İçimizdeki hainleri tek tek temizlesinler. Sizden bunu Türk halkı olarak bekliyoruz. Lütfen yine toplumu boş sözlerle oyalamayınız. Gün birlik ve beraberlik günüdür. Gün siyasi çekişmelerinin, gelecek menfaat çatışmalarının bırakıldığı, bir yumruk olma günüdür. Gelin şehit anaların yüreklerine su serpelim ve yapılması gerekenleri, alınması gereken kararları korkmadan biran evvel alalım. Bizim sizden beklediğimiz, ülkemizin bölünmez bütünlüğünü sağlamak adına adımlar atmanızdır. Eğer tüm bunları yapmaz ve yine toplumu boş vaatlerle, sözlerle avutursanız, şunu sakın unutmayınız, milyonlarca insan sizlere hakkını asla helal etmeyecektir. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  25. Meclisimiz uzunca bir tatilden sonra hele şükür açıldı. Milletin vekilleri kendi yaptıkları uzun tatilleri görmezden gelip memurun, işçinin cumartesi tatiline göz dikmeleri ve o günüde çalışma günü yapmaya çalışmaları, doğrusu düşündürücüdür. Yakında yeni anayasa çalışmalarına hız verileceği söyleniyor. Daha başlamadan hava gerginleşmeye başladı bile. Acelesi olanların, anayasanın biran evvel hazırlanıp bitmesi için verdikleri tarih, yine amaçların geçmişte yapılanlardan farklı olmadığını gösteriyor. Adeta sıra bizde dercesine. Bundan önceki anayasalarımızı hazırladığımız gibi, yine taraflı, aceleci bazı fikir ve düşünceler ekseninde, yeni bir anayasa hazırlanacağa benziyor. Yine birileri sevinecek, karşısındakiler üzülecek. Toplumca sevineceğimiz bir anayasa, ufukta görünmüyor gibi geliyor bana. İnşallah yanılıyorumdur. Sanırım bu kısır döngünün senaryosu, bu ülkede daha çok filmin konusu olacağa benziyor. Yeni bir anayasa yapmaya niyetlenildiğinde, kıyametler kopuyor. Peki neden? Çünkü kimsenin kimseye güveni, saygısı yokta ondan. Daha önce yapılan anayasalarda nasıl bazı düşünce ve fikirler korunarak yapıldıysa, sıra bizde diyenlerin yapacakları yeni anayasadan korkanlar arasında geçen, söz düelloları ortalığı yakıp yıkıyor. Asgari müşterekte birleşmesini beceremeyen, bir toplum olmuşuz ne yazık ki. Bizleri bölenler, birbirimize düşman edenler, görevini çok güzel yapmışa benziyor. Her konuda öyle kesin ve sert fikirlerle ayrılmış ki toplum, adeta ortak noktamız kalmamış düşman olmuşuz. Yeni Anayasadan Umutlu değilim açıkçası, ama karamsar olmanın da anlamı elbette yok. Korkum toplumu, kendi inanç ve düşünceleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışan bir zihniyetin, laiklik söylemlerini başka ülkelere önerip, kendimize bildiğini okumanın yönteminin seçilmesidir. Yıllardır Laik devlet yönetimi ile yönetildiğimizi söyleyen bizlerin, Ülkemizde laiklik adına hiçbir gelişmenin olmadığını görmek, beni her zaman üzmüştür. Sanırım yine bu düşünce sözde kalacak ve toplum kelimelerle aldatılacak. Bizler karşılıklı konuşmasını, tartışmasını daha açıkçası birbirimize saygılı olmayı unutmuşuz. Herkes ayrı telden çalıyor, sanki mirası bölüşemeyen kardeşler gibi, ortak bir noktada buluşmamak için birbirimizi yok ediyoruz adeta. Hâlbuki neyi paylaşamıyoruz ki? Hepimizin ortak bir noktası var. Hepimiz bu ülkenin evladıyız, Müslüman’ız diyoruz yeri geldiğinde. Dikkat ediniz bu ortak noktalarda dahi birleşemiyoruz, çünkü şeytanın yardakçıları şeytanlaşmış insanlar, bizleri vatanımızda ve inancımızda öyle bölmüş ki, asla iflah etmeyecek bir hale gelmişiz. İşin daha da kötüsü, herkes kendisini temize çıkarıp, kendi düşünceleri ile öğünür olmuş. Hükümetimiz ve milletvekilleri, ellerinden geldiğince dini unsurları ön plana çıkaracak politika yapıyorlar. Bu sözlerinde eğer samimi iseler, toplumu Allah ile aldatmıyorlarsa, gerçekten rehberleri Kur’an ise, yeni bir anaya yaparken Kur’an ın emrettiği şu hükümlere, anayasada yer verirler. -Allah Bakara suresinde, ey iman edenler! Öldürülenler hakkında üzerinize kısas yazılmıştır der ve ölüm cezasının gerektiğinde uygulanmasını anlatır bizlere. Hatta kısasta sizler için hayat vardır örneğini verir. Hükümetimiz eğer sözlerinde samimi ise, yeni anayasa da idam cezasını getirmeli ve ağlayan anaların acısını dindirmelidir. -Allah Kur’an da fuhuş yapanların cezalandırılması örneklerini verir, çünkü fuhuş toplumun doğru yoldan sapmasına büyük bir nedendir. Hükümetimiz kanunlarımızı Avrupa birliğine üye yapmak adına, ne yazık ki fuhuş u suç olmaktan çıkardı. Hükümetimiz ve diğer politikacılar, eğer sözlerinde samimi iseler, yeni anayasada fuhuş suç olarak kanunlaşmalıdır. -Başbakanımız laik devlet yönetimini Mısıra önerirken, eğer gerçekten samimi ise, yeni anayasa da devleti yönetenlerin, dini argümanlar kullanarak toplumu etkilemesine yasak getirecek, maddeler getirmelidir. Biz dini siyasete alet etmiyoruz diyorlarsa, bu konuda yeni anayasada önlemler mutlaka alınmalıdır. Laik devlet yönetimi her insanın kendi inancını özgürce yaşaması ve devletin, şu ya da bu inancı tarif edecek, önerecek, hiçbir işarette bulunmaması gerekir. İnançlara özgür bir ortam hazırlamak, laik devlet düzenin görevidir. Dini param parça edenlerin, şu ya da bu inanç en doğrudur deme hakkı asla yoktur. Her beşer din ve iman adına inancını, kendisi yaşamalı ve kendi imtihanını kendisi vermelidir. - Allah Maide suresi 51. ayetinde, bakın bizlere nasıl sesleniyor ve uyarıyor. Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları gönül dostları edinmeyin. Onlar birbirlerinin gönül dostlarıdır. Sizden kim onları gönül dostu edinirse o, onlardandır. Bu sözler Yüce Rabbin sözleridir. Bu hükmü apaçık tebliğ aldığımız halde, hala bizleri Avrupa birliğine sokmaya çalışan, daha da kötüsü onların kanunlarına tabi olmakta sakınca görmeyenler, acaba yeni anayasada bu konuda nasıl bir çalışma yaparak, Türk toplumuna gerçekten inançlarının samimiyetini gösterecekler, doğrusu bunu merakla bekliyorum. Yeni anayasa AKP hükümetinin samimiyet testi olacaktır. Yukarıda saydıklarım Allahın bizlere rehberindeki önerileridir. Şimdiye kadar bizler ne yazık ki, hiç Allah ın önerilerini dikkate bile almadık. Bakalım dini unsurları ön plana çıkaran, başörtüsünü dahi siyasette kullananlar, yeni anayasada bu konuya çözüm getirecekler mi, yoksa bu inanç sömürüsünü kullanmaya devam etmek için, bir çözüm getirmeyecekler mi onu da göreceğiz. Toplumumuza sözler vererek oylarını alan hükümetimiz, Rabbin çok önemsediği, yukarıda verdiğim konular hakkında Anayasa hazırlanırken neler yapacak, bunu hep birlikte göreceğiz. Türk halkının büyük bir bölümü AKP hükümetine oy verdi ve topluma söz verdiklerinin hayata geçirilmesini halk bekliyor. Eğer halkımız aldatılmak kandırılmak istemiyorsa, verilen sözlerin takipçisi olmalıdır. Takım tutar gibi partilere oy vermeye devam edersek, geçmişte yarattığımız politikacıları tekrar hayatımıza taşımız oluruz. Geçmişte bazı liderlerin şapkalarını kapmaya çalışanlar, günümüzde de benzeri bir başka yarışa girmek istemiyorsak, uyanık olmalı ve yaratılmışların en değerlisi olan bizler, aklımızı kullanarak yöneticilerimizi seçmeliyiz. Çünkü Allah aklını kullanmayan kulları için, bakın ne diyordu hatırlayalım ve üzerinde dikkatle düşünelim. Enfal 22: Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir. Bizleri yönetenler ve muhalefet, yeni anayasayı hazırlarken şunu sakın unutmasınlar. Yaptığınız her yanlışın, kendi inançlarınız, düşünceleriniz doğrultusunda topluma çektireceğiniz acının ve kederin hesabını, bir gün Rabbim e mutlaka vereceksiniz. Çok uzun sandığımız hayat, çok kısadır bunu unutmayınız. Geçici hayatın şatafatı, zenginliği, ikiyüzlü alkışları, sakın sizleri aldatmasın. Sonsuz hayatta makam, mülk isteyen toplumu ayrıştırmaz birleştirir, onlara huzur ve mutluluk verir. Lütfen bizleri din ve iman adına yönetmeye çalışmayın, çünkü bunu sizden istemiyoruz. Bize inancımızı yaşayacak, serbest alanlar yaratınız. Allah ile aramıza lütfen girmeyiniz. Bizim imanımızı yaşayacak, bizlere doğruyu, eğriyi öğretecek rehberimiz FURKANIMIZ var. Sizden istediğimiz bizleri adaletle yönetmenizdir. Toplumları yönetmek zor bir görevdir. Bu göreve sizler talip olduğunuza göre, bu işin zorluğunun ve sorumluluğunun da farkında olmalısınız. Kul hakkını, kendi düşünce ve inançlarınız adına ihlal ederseniz, kendi menfaatleriniz ve inançlarınız için, amaca ulaşmak adına her şey mubahtır derseniz, sizlere hakkımızı asla helal etmeyiz, bunu da sakın unutmayınız. Dilerim Rabbimden toplum olarak, aklını kullanan kullarından oluruz, yoksa Allahın cezasından kurtulamayız. Yine dilerim yeni anayasa çalışmaları, halkımıza mutluluk ve huzur getirir. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Tarayıcı push bildirimlerini yapılandırın

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.