Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

halukgta

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

halukgta tarafından postalanan herşey

  1. Değerli din kardeşlerim, bugün sizlere Furkan suresi 63. ayeti hatırlatıp, sizleri üzerinde düşünmeye sevk etmek istiyorum. Önce ayeti yazalım. Furkan 63: Rahman’ın (has) kulları ki, onlar yeryüzünde tevazu ve vakar içinde yürürler ve ne zaman cahiller (kötü niyetli, dar kafalı kimseler) kendilerine laf atacak olsa, (sadece) selâm derler. Allah ayetinde, çok önemli üç konuyu bizlere hatırlatıyor ve üzerinde düşünmemizi istiyor. 1. Allahın gerçek kulları kimlerdir? 2. Rabbin gerçek kulları nasıl davranırlar? 3. Cahiller yani Kötü niyetli, dar kafalı kimlerdir, nasıl davranırlar ve neden? Gelin bu sorular üzerinde düşünelim ve ayetin bizlere neler anlatmak istediğini anlamaya çalışarak, günümüz gerçekleri ile karşılaştıralım. Allah ın gerçek, halis kulları kimler olabilir. İşte bunu Kur’an bütünlüğünde önce düşünmeli ve ona göre davranmalıyız ki, Rabbin halis kulları olabilelim. Yoksa kendimizi kandırmaktan öte gidemeyiz, Allah korusun. Çünkü Allah Kur’an da; O halde kendi kendinizi temize çıkmış göstermeyin; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur der bizlere. — Yunus suresi 100. ayetinde; Allah Akıllarını güzelce kullanmayanları, pislik içinde bırakacağını söylediğine göre, Allahın halis kulu, demek ki aklını en iyi kullanan olmalıdır. Körü körüne iman etmeyen, rehber Kur’an dan asla şaşmayan Rabbin kulu, ancak onun halis kulu olabilir. — Bakara suresi 42. ayetinde Allah, hakkı batıl ile karıştırmayın, dediğine göre, Allah ın halis kulu, hakka yani Kur’an a asla batılı, emin olmadığı bilgiyi, karıştırmayandır. Çünkü Allah bir başka ayetinde, emin olmadığınız bilgilerin ardı sıra gitmeyin, yoksa sorumlu tutarım, diye öğüt vermiyor muydu bizlere? — Allah ın şefaat tümden bana aittir, sakın velilerin ardı sıra gitmeyin ayetlerini tebliğ alan ve asla Allah tan başka şefaatçi veliler edinmeyenler, Rabbin halis kuludur. —Allah ın halis kulları, Kur’an ın haram ettiğinin dışında haramlar edinmeyen, Allahın haram kıldığını haram, üzerinde hüküm vermedikleri tüm temiz şeyleri helal kabul eden, Allahın halis ve gerçek kullarıdır. —Her gün namazlarımızda Allaha söz verdiğimiz, Fatiha suresinde;(Yalnız senden yardım dileriz) sözüne sadık kalıp, Allah tan başka kimseden yardım dilemeyen, Rabbin kulları ancak onun halis kullarıdır. —Allah ayetinde sizlere bir rehber, güneş, gönül gözü gönderdim, onun ipine sarılın tebliğini alan ve onun rehberliğinden başka bir rehber tanımayan kulları ancak, Allah ın halis kullarıdır. — Rabbin hadi bir benzerini getirsinler bakalım, diye meydan okuduğu halde, bunlarda Allah katındandır diye öne sürdükleri kitapların ardı sıra gitmeyen, Rabbin kulları ancak onun halis kullarıdır. —Allah Araf suresi 185. ayetinde Rabbin, O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar, dediği halde, Kur’an dışından asla hükümler aramayan, Kur’an dışından, Kur’an ın onay vermediği hiçbir sözünün, bilginin ardı sıra gitmeyen Rabbin kulları, ancak onun halis kullarıdır. Tüm Kur’an ın uyarılarına uyanlar, elbette Rahmanın sevdiği, kendisine yakın, halis kulları olacaktır. Cümlemize Rabbim nasip etsin inşallah. Gelelim yukarıdaki özelliklere sahip, Allahın halis kulları, yaşamında nasıl davranırlar. İşte bu insanlar hayatında tevazu, yani alçak gönül sahibi insanlardır ve onların yürüyüşlerinden bile anlarsınız diyor Rabbim. Ya karşısındaki insana, yani kendi düşüncesinden olmadığı halde, ona laf atan onu kıskanan, ona bağırıp çağıran, onu kışkırtan, kendisi gibi düşünmediği için, ona elinden gelen hakareti yapan kişilere karşı nasıl davranır diyor, Rabbin halis kulları? Onların söylediklerini duymazdan gelir, onların kışkırtmalarına kapılmaz ve onlara selam verip geçerler diyor ayette Rahman. Yani cevap bile vermez, çünkü o kişiler artık gerçeklerden uzak, gönül gözleri mühürlü insanlardır. Onlara ne yapsan fayda etmeyecektir, ondan dolayı Allahın has kulları, Rabbin verdiği sabırla, sinirlerine hâkim olan, kızmayan, kendisinden emin olan insanlardır diyor. Gerçektende kendisinden ve inancından emin olan insanlar asla sinirlenmezler. Karşısındaki insan kendisi gibi düşünmese bile ona kızmazlar. Çünkü inançlarından emimdirler. Onlar bilirler ki herkesin yaptığı kendi hesabınadır. Peygamberimizi hatırlayınız, Aliimran 159. ayetinde Rabbim elçisine ne diyordu? (Allah’tan bir rahmet sayesindedir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba-saba, katı yürekli olsaydın senin çevrenden kesinlikle dağılır giderlerdi.) İşte peygamberimizin ümmeti olduğunu söylüyorsak, bizlerde aynı yol ve yöntemi kullanmalıyız. Bizler gibi düşünmeyen, inanmayanları da, Kur’an ile uyardıktan sonra hala inat edenlere, senin dinin sana, benim dinim bana deyip, selam verip geçmeliyiz. Şimdide üçüncü sırada incelediğimiz, cahiller yani Kötü niyetli insanlar, dar kafalılar kimlerdir, nasıl davranırlar? İşte burası çok önemli. Bu insanlar Allaha iman etmeyenler değil, önce bu tespiti yapalım. Cahil insanlar, Kur’an ın nuruyla nurlanmak yerine, hurafelerin peşi sıra gidenler. Bu cahil, dar kafalı, art niyetli insanlar kimler olabilir, Kur’an bütünlüğünde anlamaya çalışalım. Hatırlarsanız Allah hakka batıl katmayın dediği halde, atalarının inançlarından vazgeçmeyenleri, Allah birçok ayetinde uyarır. Şefaatçi veliler edinmeyin, tek şefaatçi benim dediği halde, hala atalarından gelen rivayetlerin etkisiyle, inançlarını yaşayanlar vardır. Allah helal ve haram konusunda yalnız ben hüküm veririm, haram demediğim halde haramlar edindiğinizin kanıtını getirin, demesine rağmen, inatla haramlar koyanların ardı sıra giderler. Kur’an sizlere yetmiyor mu dediği halde, Kur’an da her şey yoktur derler. Rahmanın sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum dediği halde, ısrarla yalnız Kur’an yetmez diyenler, cahil kişiler değil midir sizce? Verecek o kadar çok örnekler var ki. Düşünene Kur’an dan ibret, saymakla bitmez. Günümüzde ne yazık ki öyle bir toplum var ki, kendisi gibi inanmayanlara asla sabır ve saygı göstermiyorlar. Tehditler, küfürler, saygısızca söz ve davranışlarla, ellerinden gelen engeli çıkarıyorlar. Bazı siteler kendi düşüncesinde olmayan yazıları, anında siliyor ve bir daha o siteye girişi de engelliyorlar. Peki, bu yol ve yöntem Allahın halis kullarının başvuracağı bir yöntem midir? Allah ın halis kullarının, yukarıdaki ayette nasıl davranması gerektiğini, çok açık söylüyor. Ayrıca peygamberimizin tavrı da bizler için büyük bir örnek olduğuna göre, sanırım herkes Rabbin halis kulları olmak için, nasıl davranmalı ve nasıl bir yol izlemeli kendisi bizzat çok iyi düşünmeli ve kararını vermelidir. İnancından emin olan, sinirlerine hâkim olandır. Karşısındakine bağırıp çağırmaz, saygısızca tek bir söz dahi söylemez. Kur’an terbiyesi alan sabırlıdır, tevazu sahibidir. Onun amacı yalnız ve yalnız Kur’an ın ipine sarılıp, Allah ın önerdiği gibi, aklı ile iman edip, yine din kardeşlerini Kur’an ile uyarandır. Kötü sözle bile karşılaşsa, ona yinede selamını verip geçen, Rabbin halis kullarıdır. Dilerim Rabbim den cümlemizi, Kur’an ın ipine sarılan, yalnız Allah ı veli edinen, aklı ile iman edip, orta yolu izleyen kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  2. Atamızın ölüm yıldönümünü, çeşitli etkinlikler ile andık. Atatürk ülkemizin içinde bulunan düşman işgaline boyun eğmeyen, ülkemiz adına özgürlük meşalesini ateşleyen bir liderdi. Bugün özgür bir ülke olduğumuzu söylüyorsak, Atanın sayesinde, onun ateşlediği mücadeleyle olduğunu ne yazık ki unuttuk. Daha açıkçası birileri bunu unutturmak adına, öyle çaba gösterdiler ki, sanırım başarılıda oldular. İçimizdeki düşmanlar, öyle sinsi hareket ediyorlar ki, yılanın zehri gibi yavaş yavaş etkisini gösteriyor. Atatürk ü bugün bile anarken yapılan programlarda, onun düşüncesini, fikirlerini, bu ülke için yapmak istediklerini değil, ne kadar çapkındı, çapkınlık ona yakışıyordu, türünden aptalca ve kasıtlı sözlerle, toplumun gözünden düşürmeye hala devam ettiklerini görmek, beni derinden üzmüştür. Bizler ise her zaman yaptığımız gibi uyuduk, uyutulduk olan biteni seyrettik. Atatürk ü salt sözcüklerle anlattık topluma, gençliğe. Hiçbir zaman özüne inemedik, anlatamadık Atamızı. Düşüncelerini, özgürlük mücadelesini, ülkemizi ulaştırmak istediği aydınlık geleceğini, gösteremedik toplumumuza. Herkes onu kullandı. Siyasetçisi, hırsızı, dolandırıcısı, işine gelen herkes kullandı onu. Yakasına rozetini takanlar, eline resmini alanlar, ben Atatürkçüyüm dedi. Her zaman ki gibi, Atatürk ü alet etti kötü amaçlarına. Ondan yana olduğunu söyleyen yalancıların, düzenbazların sayesinde, toplum düşman edildi Ataya. Tıpkı güzelim dinimizi, kendi çıkarları adına kullanan, ondan çıkar sağlayanlar gibi. Tüm Dünyanın hayran olduğu bir lideri, bizler yok ettik kendi ellerimizle, düşünmeden, aklımızı zerre kadar kullanmadan. Bundan sonra ne yapmalıyız? İşte bu sorunun cevabını herkes, kendi nefsine vermelidir. Eğer aman sende diyor da, hala boşa zaman harcıyorsak, çok yakın zamanda bu ülkenin özgürlük ateşini yakan bir liderin, ne ismini duyacaksınız, nede ismini anabileceksiniz, bunu da sakın unutmayınız. Haçlı zihniyeti, Müslüman toplumları uzaktan yönetmek, kukla bir toplum yapmak adına, çok sinsi ve planlı çalışıyor yıllardır. Yüzlerce yıl önce, İslam a nifak sokarak içimizde yaşayıp, bizden görünenleri eğer bizler hala fark edemiyorsak, sanırım aynı zihniyetle yaşamaya devam ettiğimiz sürece, bizleri Atatürk e de düşman etmeye devam edeceklerdir. Toplumları geçmiş büyük değerlerinden koparmadığınız sürece, güçlü bağlarını asla kaybetmezler, bunun bilinciyle çalışanlara fırsat vermeyelim. İslam ı ne hale kendi ellerimizle, nasıl getirdiğimizi hala fark edemiyorsak, kendi içimizden çıkan değerlerin kıymetini de, elbette bilmemiz beklenemez. Rabbim bizleri affetsin. Atam, bugün bizler özgürce inancımızı yaşıyorsak, senin ateşlediğin özgürlük mücadelesi sayesindedir. Bizleri haçlı zulmünden senin liderliğinde, bu ülkenin vatan evlatları kurtardı. Rabbim senden ve bu uğurda canını çekinmeden veren, tüm şehitlerimizden Allah razı olsun inşallah. Mekânınız cennet olsun. Senin ateşlediğin özgürlük ateşi sayesindedir ki, Ülkemize ve İslam a uzanan haçlı elleri kırıldı. Atam senin yaptıklarına karşı, bizler sana ve şehitlerimize hiçbir şey yapamadık. Sizlere layık olamadık. Verdiğin, emanet ettiğin bu özgür vatanın kıymetini hiç bilemedik, emanetini de koruyamadık. Bunun için senden ve şehitlerimizden özür diliyorum. Toplum olarak içinde bulunduğumuz yanlışın, artık farkına varalım. Bizi bizlere düşman eden, bizden görünen ama bizleri bölenleri, toplumu baskı altında inleten zihniyetin, farkına varmanın zamanı gelmiştir. Türk toplumu Kürdüyle, Çerkeziyle bir bütün olduğunu, iç içe geçmiş bir tohumun meyveleri olduğunu, bizlere unutturmak isteyenlerin, bu gerçeği farkına vararak, bu zinciri kırmanın zamanıdır. Gelin atamızın bu ölüm yıldönümü, bizlere bu gerçeğin bilincinin, farkına varılarak, su yüzüne çıktığı gün olsun. Önce bir olalım, daha sonrada bizi bizlere düşman edenleri içimizden ayıklayalım. İnanıyorum bu toplum, bu ışığı bir gün görecektir. Dilerin o gün bugün olur. Dilerim Rabbim, ülkemiz üzerinde oynanan oyunların, toplum olarak farkına varılmasını sağlar. Atam senin ve bu ülke için şehit olmuş silah arkadaşlarının Ruhları şad, mekânlarınız cennet olsun inşallah. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  3. Allah Kur’an da, yarattığı kullarının özelliklerinden bahsederken, çok dikkat çekici üç özelliğinden bahseder. —Tartışmaya meyillidir. —Aceleci tabiatta yaratılmıştır. —Zayıf yaratılmıştır, diye bahseder Kur’an. Tüm bu özelliklerin üzerinde bir güç olarak da bizlere, akıl ve muhakeme gücü verdiğini ve bunu kullanarak tüm güçlüklerin, zayıflıkların, boş tartışmalardan kurtulmanın, hata ve yanlışların üstesinden geleceğimizi söyler. Aklını Kullanmayanlarında, pislik içinde kalacaklarının, yanlış yollara sapacaklarının örneğini verir. Allah bizlere çok önemli bir uyarıda da bulunup, bizlere rehber olsun diye Kur’an ı gönderdiğini, sakın velilerin ardına düşmeyin diye tembihlerde bulunarak, Kur’an a sarılmamızı bütün şan ve şerefimizin Kur’an da olduğunu söyler. Kur’an dan imtihan edileceğimizi de bizlere hatırlatır. Allah gönderdiği ayetler üzerinde dahi düşünmemizi, aklımızı kullanmamızın öneminden bahsederek, bizlere aslında çok önemli bir işaret verir. Benim gönderdiğim ayetler üzerinde dahi düşünmenizi, aklınızı kullanmanızı istiyorsam, beşerin sözleri, kitapları ve sizlere anlatılan rivayetler üzerinde, çok daha dikkatli olmamız ve düşünmemiz gerektiğini anlatmaya çalışır bizlere. Aklını kullanmadan iman edenlerinde akıbetini, çok açık örneklerle verir. Yunus 100:Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah, pislik içinde bırakır. Bizler günümüzde inancımızı yaşarken, çok büyük bir hata yaptığımızın, farkında bile olamıyoruz. Ne yazık ki aklımızı devreye sokmadan inancımızı, imtihanımızı yaşıyoruz da ondan. Hatırlayınız bizlere, sizler Kur’an ı anlayamazsınız, Kur’an da her şey yoktur, onu veli insanlar anlar diye öğretmişlerdir. Bu Kur’an öğretisine tamamen aykırıdır. Bizlerin Kur’an dan habersiz oluşumuz, Kur’an ile aramıza soktuğumuz veliler, bu yanlışın ardı sıra gitmemizi sağlamıştır. Tabi Kur’an ve akıl devre dışı kaldığından, Rahmanın sakın velilerin ardı sıra gitmeyin ayetlerinden de habersiz aklın, mantığın, düşüncenin gücünden uzak kalmamız nedeniyle, yaratılışımızın özelliklerinden olan, tartışmaya meyilli oluşumuz, nefsimizdeki zayıflıklar, aceleci olmamız, bizlerin din ve iman adına büyük hatalar yapmamıza neden olmaktadır. Eğer Rabbim bizlerin bu Dünya da imtihanda olduğumuzu söylüyorsa, her beşer kendi imtihanı için çaba göstermeli, kendi imtihanını asla başkalarına havale etmeden, kendisi bizzat Kur’an ve akıl ekseninde imtihanını vermelidir. Kur’an ile doğru bir bağ kuramayan bizler, aramıza Onunla inanılmaz yüksek bir duvar ördüğümüzden, din adına öğretilenleri, bunlar Allah katındandır denilen bilgileri, Kur’an ile karşılaştırma imkânını da bulamıyoruz. Böylece çok büyük hatalar yapmaktan da kurtulamıyoruz. Hâlbuki Allah çok açık bir şekilde bizlerin sarılacağı kitabın, bütün şanımızın şerefimizin Kur’an olduğunu, bakın nasıl hatırlatıyor bizlere ve aklını kullanmayanlara bakın ne diyor Rabbim? Enbiya 10:Andolsun ki, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şanınız ondadır; Hala akıllanmayacak mısınız? Bu ayetleri indiren ve tüm şan ve şerefimizin Kur’an olduğunu söyleyen Allah ın sözlerini, hala duymazdan mı geleceğiz? Tüm bu yazdıklarımı, neden sizlere hatırlatma gereğini duyduğuma gelince. Bazı din kardeşlerimizin farkında olmadan, günümüzde yaptıkları büyük bir hatayı, Allah ın izniyle sizlere, dilim döndüğünce anlatmak, hatırlatmak istiyorum. Ne yazık ki İslam ı yaşarken bizler bazı cemaat, tarikat eksenli oluşumlara kendimizi öyle kaptırıyoruz ki, eğriyi doğrudan ayıran FURKAN dan habersiz oluşumuz, bizim yaptığımız affedilmeyecek, ÇOK AMA ÇOK BÜYÜK yanlışı fark etmemizi önlüyor. Sizlere şöyle bir teklifte bulunsam ve desem ki, sizlere Kur’an ı aratmayacak, Kur’an ın geldiği yerden gelen bilgileri içeren bir kitap var elimde desem. Hatta elimdeki kitap, Kur’an ayetlerinin ayetidir ve gelin onu okuyalım, bunları okuduğunuzda imanla kabre girip, cennete gireceksiniz, bu kitaptan başka kitap aramanıza gerek yoktur, desem ne dersiniz? Aslında birçoğunuzun bu sözlerim karşısında, neler düşündüğünüzü duyar gibiyim. Acaba bazı din kardeşlerimiz, farkında olmadan bu söylediğim kitapların olduğuna inanıp, böyle bir toplumun içinde imanını, inancını yaşayıp bu kitapların peşi sıra gidiyor olabilir mi? Evet, bu söylediklerimi iddia eden ve günümüzde de, belki de farkında olmadan, bu düşüncenin ardı sıra giden din kardeşlerimiz ne yazık ki var. Bana düşen değerli din kardeşlerimi FURKAN ile uyarmak ve Kur’an gerçekleri ile yüzleşmelerini sağlamaktır. Gerisi kendilerine kalmıştır. Kimin doğru yolda gittiğini yalnız Rabbim bilir. Benimde geçmiş yıllarımda kısmen girip çıktığım, değerli Nur cemaati mensubu kardeşlerim, acaba bahsettiğim kitaplarla ilgili, aşağıda yazılan bilgileri, düşünceyi biliyorlar mı? Ya da bu düşünceleri Kur’an süzgecinden geçirdiler mi? Yazdıklarım üzerinde lütfen dikkatle düşünmelerini, ondan sonra kararlarını vermelerini rica ediyorum. Çünkü herkes hesabını Rahmana, bizzat kendisi verecektir. Geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde, eğer pişman olmak istemiyorsak, bugün çok ama çok dikkatle düşünmenin zamanıdır. Bir Müslüman a düşen, din kardeşini yalnız ve yalnız KUR’AN ile uyarmaktır. Bakın Risale-i Nur kitaplarının, nereden geldiği söyleniyor. ( Resail-in Nur da aynı şekilde, ne doğunun kültüründen ve ilimlerinden nede batının felsefe ve fen bilimlerinden gelmiş bir mal ve onlardan iktibas edilmiş (alıntılanmış) bir nurdur.Ama semavi olan Kur’an ın, doğu ve batı nın üzerinde olan Arş’ da ki yüksek yerden alınmıştır.) Yukarıdaki sözlere dikkatle baktığımızda, bahsedilen kitapların Kur’an ın geldiği yerden geldiği söylenebilmektedir. Bu apaçık Kur’an a şirk değil midir sizce? Ne yazık ki Risale-i Nur kitaplarının kendisine, gaibi bir şekilde vah yedildiğini, bildirildiğini, kalbine geldiğini söyleyen Said-i Nursi, bakın bu konuda neler söylüyor. ( Ben gönderilen risaleleri mütalaa ettim. Bir kısım hakikatleri mükerrer gördüm. Makam münasebetiyle tekrar edilmiş. Benim arzu ve belki ihtiyarım olmadan niçin böyle olmuş, kuvve-i hafızama (hafıza gücüme) gelen nisyondan (unutmadan) sıkıldım.Birden şiddetle bir ihtar ile ( On dokuzuncu sözün ahirine bak) denildi. Birden bir ihtar-ı gaybi (gaybi bir uyarı) ile kati kanaat verecek bir surette kalbime geldi. Denildi ki: Ciddi alaka ile senin eskiden beri tekrar ettiğin bir ışık var, bir nur göreceğiz diye müjdelerin tevili ve tefsiri ve tabiri, sizin hakkınızda belki iman cihetiyle,alem-i İslam hakkında dahi en ehemmiyetlisi Risale-i Nur dur.) Değerli din kardeşlerim, bu işler asla şaka götürmez. Allahın kitabına şirk koşmak, adeta Kur’an ın karşısına, Allahtan geldiğini söyleyerek kitaplar koymak, insanı dinden çıkartır. Son cümlenin üzerinde biraz düşünen, yapılan yanlışı sanırım anlayacaktır. İslam âlemi için en ehemmiyetli kitabın, bakın hangisi olduğunu söylüyor? Peki, Allah Kur’an da onlarca, yüzlerce kez ne diyordu bizlere? Kur’an ın ipine sarılın, bu kitapta sizlere, her şeyden nice örnekler verdik ki anlayasınız. Hadi bir benzerini getirsinler bakalım. Bütün şanınız ondadır. Bu kitap sizler için bir rehber, bir güneş, bir nurdur. Sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyordu. Allahın ayetleri, yukarı da ki söylenenleri onaylıyor mu? Elbette kime inanıp inanmayacağımız, herkesin kedisine kalmıştır. Buna kimse karışamaz. Lütfen hatırlayalım, Kur’an da Rabbim bir örnek veriyor ve bakın mahşer günü peygamberimizin, ümmetinin nasılda Kur’an ı terk ettiğini söyleyeceği, şimdiden bizlere iletiliyor. Bu ayeti Allah boşuna bizlere iletmiyor, yaptığımız onca yanlışın farkına varmamız için bizleri şimdiden uyarıyor. Bu ayet üzerinde düşünüp ders almayanların halini, huzuru mahşerde düşünmek bile istemiyorum. Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Peygamberimiz mahşer günü, benim ümmetim Kur’an ı devre dışı bıraktılar sözünü söyleyeceğini, Rabbim bizlere şimdiden hatırlatıyorsa, gelin bu ayetten büyük dersler çıkartalım. Yoksa son pişmanlık fayda etmeyecektir. Said-i Nursi bu kitapların kendi düşünceleri, kendi yazıları olmadığını, kendisine gaybi bir şekilde Allah tarafından bildirildiğini, bakın bir başka hangi sözlerle anlatıyor. (Bu gelen Mukaddime, lüzumundan fazla izah edilmekle beraber, bir derece uzun olması, ihtiyarsız (iradem dışında) olmuştur. Demek ki ihtiyaç var ki, öyle yazdırıldı. Olan Risale-i Nur un harika yüksekliklerini ve ilmi tahkikatını benim fikrim den zannedip dehşet almuşlar. Yazdığım vakit irade ve ihtiyarım ile olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslah etmeyi muvafık görmedim.) Çok açık bir şekilde bu kitapların iradesi dışında, Allah tarafından yazdırıldığını söylüyor. En son cümlede söylenen, bu kitapları kendi fikirleri ile yazmadığı için, onları tanzim ve ıslah etme yetkisini kendisinde görmediğini belirtiyor. Bugün bu kitapların anlaşılır Türkçeye çevrilmemesinin asıl nedeni, bakın nasıl açığa çıkıyor. Allahın gönderdiği Kur’an ı, anladığımız dile ya da dillere çevrilmesine ses çıkarmayanlar, itiraz etmeyenler, Risale-i Nur kitaplarının günümüz diline çevrilmesine asla izin vermiyorlar. Doğrusu bunun karşılaştırmasını yapmak bile, bana azap ve üzüntü veriyor. Rabbim affetsin. Yine bu kitapların özellikle anlaşılması için Türkçe indirildiğini, fakat bazen Arapça ve kısmen de Farsça kendisine indirilmesini bakın nasıl açıklıyor. (Şu fıkra (bölüm) Arabî geldiği için, Arabî yazıldı.) (Yani bu münacat, kalbe Farisi olarak tahattur ettiğinden Farisi yazılmıştır.) Bu düşünce ve fikirler için, benim söyleyecek çok fazla sözüm yok. Allah tarafından Arapça ya da farsça indirildiğini söyleme cesaretini, doğrusu ben izah edemiyorum, bu sözler karşısında adeta ürperiyorum. Hepimiz Allahın imtihanından geçiyoruz. İsteyen istediğini seçmekte özgürdür. Yine aynı düşünce ve inanç, bakın bu kitaplar için neler söylüyor. (Kimin haddidir ki, bu nurlarda yanlışlık bulsun…. Onun için bir harfe dokunmayı azim bir günah işliyorum telakki ediyorum.) Hatırlarsanız bu sözleri Allah Kur’an için söylüyordu. Hadi bir benzerini getirsinler diye de meydan okuyordu. Gerçekten Kur’an eşi benzeri olmayan, tek harfine dahi dokunamayacağımız bir güneş, bir rehberdi. Ya bahsedilen kitaplar? Doğrusu ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Yapılan karşılaştırmalardan, Yüce Rabbim e sığınırım. Bakın Allah kendisine vahiy geldiğini söyleyenlere karşı, nasıl bir ayetle bizleri uyarıyor? Anlayana anlamak isteyene. Enam 93: Yalan düzüp Allah'a iftira eden veya kendine bir şey vah yedilmediği halde "Bana vah yedildi" diyen kişi ile "Allah'ın ayet indirdiği gibi ben de indireceğim" diyen kimseden daha zalim kim vardır! Bir görsen o zalimleri ölüm dalgaları içindeyken. Melekler ellerini uzatmış, "Çıkarın canlarınızı!" diye! Bugün zillet azabıyla cezalandırılacaksınız; çünkü Allah'a karşı gerçek dışı şeyler söylüyorsunuz ve çünkü O'nun ayetlerine karşı büyüklük taslıyordunuz. Risale-i Nur kitaplarına girmiş, ona inanan kişilerin bazı düşüncelerinden de örnek vermek istiyorum. Bu sözlerin bahsettiğimiz kitaplara girmesine de, Said-i Nursi bizzat hayattayken onay vermiş ve kitaplarda yerlerini dahi kendisi tespit etmiş. Bakın neler söylüyorlar. ( Risale-i Nur yirminci asrın Müslümanlarını ve bütün insanları, koyu fikir karanlığından kurtarmak için müellifinin kendi ihtiyarıyla (iradesiyle) değil,büyük yaratıcımızın ihtiyarıyla yazılmış bir şaheseridir.) Çok zorlu bir imtihandan geçtiğimizin, lütfen artık bilincinde olalım. Eğer Kur’an ın ışığı kalbimize bir nebze yansımadıysa, Kur’an ile aramıza beşeri soktuysak, elbette gerçekleri görmemizde mümkün olmayacaktır. Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim, BU APAÇIK KUR’ANA ŞİRKTİR. Bunu sakın unutmayalım. Bu suç Allahın asla affetmeyeceği suçlar arasındadır. Lütfen dikkatle düşünelim ki, yaptığımız onca ibadetler, boşa gitmesin Allah korusun. Şimdide bu kitaplarda geçen, bu kadar da olmaz dedirtecek sözleri, sizlerin yorumunuza bırakıyorum. Bakın bu kitaplar için, Kur’an ayetlerine atfedilerek neler söyleniyor. ( Resail’in-Nur denilen otuz üç adet söz ve otuz üç adet mektup ve otuz bir adet lem’alar, bu zamanda Kitab-ı Mübindeki ayetlerin ayetleridir.) Yukarıdaki sözleri doğrusu tekrar etmekten bile Rabbim e sığınırım. Anlayan anlayacaktır, anlamayana ne yaparsanız yapın fayda etmeyecektir. Bu kitapları okuyanların cennete nasıl gideceklerini ve başka kitaplar aramalarının hata olacağını bakın nasıl söylüyor. ( Risale-i Nur dairesi içine girenler, tehlikede olan imanlarını kurtarıyorlar ve imanla kabre giriyorlar ve cennete gidecekler…. Zannederim ki hakaik-ı aliye-i imaniyeyi tamamıyla Risale-i etmiş, başka yerlerde aramaya lüzum yok. Risale-i Nur talebeleri, Risale-i Nur un dairesi haricinde nur aramamalı ve aramaz. Eğer ararsa Risale-i Nur’un penceresinden ışık veren manevi güneşe bedel, bir lambayı bulur; belki güneşi kaybeder.) Tüm bu bilgileri, düşünceleri lütfen herkes bizzat kendisi, Kur’an ile karşılaştırmalıdır. Kur’an ı devre dışı bırakıp, aramıza beşeri ve kitaplarını sokarsak, huzuru mahşerde inanın çok kötü bir sürprizle karşılaşacağımızı da unutmayınız. Allah yukarıda ki sözleri, gönderdiği Kur’an için kullanıyordu hatırlayınız. Sizce aynı övgüye laik başka kitap, rehber olabilir mi? Karar sizlerin. Allah bizleri apaçık rehberiyle öyle uyarıyor ki, onu anlayarak birkaç kez okuyan, yanlış inançların ardı sıra asla gitmeyecektir. Hâlbuki Allah gönderdiği rehberinde, apaçık hak olarak peygamberimize indirilene inananların günahlarını, Rabbimin affedeceğini bakın nasılda söylüyor? Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir. İsra 88: De ki: "Yemin ederim eğer insanlar ve cinler bu Kur'an'ın benzerini getirmek üzere toplansalar, birbirlerine yardımcı bile olsalar onun bir benzerini getiremezler. Bakara 2: Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır. Bu ayetler üzerinde çok fazla değil, biraz düşündüğümüzde bizlere nasıl bir ders verdiğini ve hangi kitabın bizlere yol gösterici olduğunu, dikkatlice düşünen anlayacaktır? Yaratan madem eşi benzeri olmayan Kur’an ı bizlere gönderdi, o zaman yine Allah katından geldiği söylenen Risale-i Nur kitaplarını neden göndersin? Hâşâ Kur’an da her şey yok mu, Kur’an anlaşılması zor bir kitap mı? Kur’an bizlere yetmiyor mu? Bu düşünceler Rahmanın yüzlerce ayetine sizce ters düşmüyor mu? Kur’an ın ipine sarılın, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim ayetleri ile bu sözler bağdaşıyor mu sizce? Sizlere Rabbin rehberinden, bazı ayetler hatırlatmak istiyorum son olarak. Acaba Allah bizleri, Kur’an dışından gelen tehlikeler için nasıl uyarıyor? Tüm bunları aramak bulmak ve üzerinde düşünmek bizlere düşer. Eğer bu Dünyada imtihan olduğumuza inanıyorsak, imtihan olacağımız kitabında Allah KUR’AN olduğunu söylüyorsa, sizce bu kitap anlaşılması zor ve her şeyin açıklanmadığı bir kitap olabilir mi? Gerisi sizlere kalmış. Allah elçisine bile, tebliğ etmek sana, hesap sormak bana düşer diyorsa, gelin imtihan olacağımız kitabı, anlayarak okuyalım ve ona sarılalım. Sizce aşağıdaki ayetlerde Rahman bizleri, hangi kitaba yönlendirip, nasıl dikkatimizi çekiyor? Düşünen, aklını kullanan, daha da önemlisi velilere ve kitaplarına değil, Rabbine ve onun kitabı Kur’an a güvenen, onun ipine sarılan, her şeyi çok açık ve net anlayacaktır. Kamer 17:Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? İsra 36:Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur. Bakara 79: Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için 'Bu Allah katındandır' diyenlere. Artık vay, elleriyle yazdıklarından dolayı onlara; vay kazanmakta olduklarına. Furkan 1: Furkan’ı âlemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir. Araf 185: Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar. Araf 3:Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz. Araf 52: Yemin olsun ki, biz onlara, ilme uygun biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap getirdik. İnanan bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir o. Zümer 3: Dikkat et, halis din yalnız Allah'ındır. O'nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah'a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez. Ankebut 51:Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır. Zümer 60:Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Allah ın ayetlerini tebliğ alan ve yazdığım Rabbin bu ayetlerine iman ettiğimizi söyleyen bizler, acaba yukarıda belirtilen kitapların, Allah katından gönderildiğine inanırsak, halimiz hesap günü nice olur dostlar? Karar ve seçim sizlerin. Hiç kimsenin buna müdahale etme hakkı yoktur. Çünkü her beşer, kendi yaptıklarından sorumludur. Allah kulları için, yemin olsun ki bu kitabı sizler için kolaylaştırdım diyorsa, bizleri aldatmak isteyenlerin kapanına lütfen düşmeyelim. Çünkü Allah anlaşılması zor bir rehber gönderip, daha sonra kullarını zorda bırakıp, O kitaptan asla hesap sormaz. Bunu söylemek Rabbin adaletine büyük saygısızlıktır, bunu da unutmayalım. Rabbim cümlemizin yardımcısı olsun. Gerçek doğruları bir gün Rabbin huzurunda göreceğiz. Kimin takvaca üstün ve doğru yolda olduğunu, yalnız ben bilirim diyen Rabbim e lütfen kulak verelim. Allah ortaya kitabın konup, hesabın görüleceğini söylüyorsa, gelin ortaya konacak ve hesabını vereceğimiz kitabın çevresinde toplanalım ve onu anlamaya çalışalım. Amacımız hiç kimseye ne saygısızlık yapmak, nede hakaret etmektir. Gerçek amaç Kur’anın hakkını vermek, onu layık olduğu yere taşımak, ona iman edenleri onun çevresine davet etmektir. Gerçek amaç Allah a ulaşan en doğru yolu bulmak ve din kardeşlerimizle birlikte, bu doğru yolda güç birliği yapmaktır. O da bölünmeden Kur’an ın çevresinde, tek yumruk olmaktan geçer. Rabbim cümlemizi kendi imtihanını bizzat kendisi vermek için, çaba gösterip mücadele eden, aklını kullanıp Kur’an ın ipine sarılan, onun nuruyla nurlanan, yaşayan kulları arasına girmemizi, nasip etsin inşallah bizleri. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  4. halukgta şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Günlerdir televizyonlardan, Van depreminin acılarını izliyoruz toplum olarak. İçimiz yanıyor, ama çok fazla bir şeyler yapamadığımız için de, çaresiz olan biteni ibretle seyrediyoruz. Bizler geçmiş depremlerde yaptığımız gibi, bugünde hep aynı şeyleri yaptık. Toplum olarak seyrediyoruz ve birden bire galeyana gelip, yardım kampanyaları oluşturuyor, deprem bölgesinde kullanılacak yardım topluyoruz. Peki, neden daha önce önlemler almak yerine, felaket geldiğinde aklımız başımıza geliyor? Gelişmiş ülkeler böylemi yapıyor? Yardım etmek elbette güzel, ama gerçek yardım acılar yaşanmadan, önlem alınmak adına yapılan yardımlardır. Bakın ülke olarak güzel bir organizasyonla, hastalıklara karşı aşı oluyoruz, hiç hasta olmadığımız halde. Peki neden? Hasta olmayalım diye elbette. Çünkü hasta olduğumuzda, iyileşmek için çok daha fazla para harcamak gerekir, ya da çok daha zararı olur bedenimize de ondan. Peki, aynı mantığı, niçin devleti yönetenler deprem, sel, yangın gibi afetler için uygulamıyor? Tek bir sebebi var. Bizler yöneticilerimizi ehil insanlardan değil, nefsimize hitap eden insanlardan seçiyoruz da ondan. Nefis aldatıcıdır, kulağa belki hoş gelebilir, ama akıl eğer devreye girmeden, yalnız nefsimizle hareket ediyorsak, sonunda üzülmemizde kaçınılmaz olacaktır. Depremler hayatımızın gerçeğidir, bu gerçeğin bilincinde olan toplumlar, en az zararla derslerini alırlar. Allah sizleri depremlerle, felaketlerle imtihan ediyorum diyorsa, bizlere düşen bu tür imtihanlara hazırlıklı olmak ve en az zararla çıkmak olmalıdır. Ne yazık Rabbin bu imtihanlarından, bizlerin ders almadığı ve iyi bir notla imtihanımızı veremediğimiz anlaşılıyor. Yine geçer not alamadığımız bir imtihandan geçtik ülke olarak. Ders alınmadan, acılarla dolu geçen boşa zaman. İşte bizler yine aynı yanlışa devam ediyoruz. Yapılan yardımlar, toplanan eşyalar acaba ne kadarı depremzedeye ulaşacak düşünceleri, akıllarda soru işaretleri bırakıyor. Yıllardır deprem adına alınan vergilerin, başka amaçlarla kullanıldığını söyleyen devletin yöneticilerine, sanırım söylenecek söz yok. Savundukları mantık, kendi hatalarına buldukları kılıf, halk olarak bizleri çok ilgilendirmeyip ses çıkarmıyorsak, kula kulluk edercesine suskun tavrımız, Rabbin daha sonra yapacağı imtihanlarından da başarılı çıkamayacağımızın göstergesidir. Allah neye layıksanız onu veririm diyor. Gazetelerin köşe yazarlarını okuyorum. Doğrusu neredeyse hepsi deprem konusunda uzman kesilmişler. Kimisi yüksek bina yaparsan işte böyle olur derken, bir diğeri de hep aynı sözleri tekrar edercesine, bina kolonlarının kesilmesinden, eksik malzeme kullanılmasından bahsediyor. Yapılan yardımların dağıtılma şeklinin üzüntü verdiği, tartışılıp duruyor. Biz bu sözleri, her depremden sonra duymuyor muyuz? Elbette duyuyoruz, ama aklını başına alan ne yöneticilerimiz var, nede halk olarak zerre kadar ders alan toplum var. Boşa konuşmaktan öte giden yok. Neden kendimize bu soruyu sormuyoruz? Aynı yanlışı sürekli yaptığımız halde, önlem almayan yöneticilerin hiç günahı yokta, acıyı yaşayan ne yapacağını bilmez durumda olan, o an ki toplumun mu günahı var? Okulda aynı yanlışı ders almadan tekrar tekrar yapan bir öğrenciye öğretmen, ne der biliyor musunuz? Doğrusu bunu söylemekten utanıyorum, aklını kullanan anlayacaktır. Peki, tüm bu gerçekleri neden göremiyoruz da, önlemlerimizi alamıyoruz? İşte en önemli sorunda buradan kaynaklanıyor. Bizler eğer Allah ın rehberini devre dışı bırakıp, beşerin kitaplarını da Allah katından gelmiştir diye inanırda, ardı sıra gidersek, hiçbir zaman gerçekleri görmemiz ve önlemler almamız da mümkün olmayacaktır. Kendi kendimizce yarattığımız bir inancın, peşi sıra giderde, Kur’an ı devre dışı bırakırsak, daha çok acılar çekeriz, üzülürüz ve hiçbir ders almadan boşa zaman geçiririz. Bunu da lütfen sakın unutmayalım. Allah Kur’an da aklını kullanmayan kullarının durumunu, çok güzel örneklerle anlatıyor. Lütfen onu anlayarak okuyalım ki, yaptığımız yanlışların da farkına varabilelim. Yine aydın geçinenler, boş sözlerle toplumu avutacak, yine bizleri yönetenler, toplumu kandırmaya, aldatmaya, oyalamaya devam edecekler. Üzülüyorum çünkü birileri, bizleri nefislerimizle aldatıyor. Üzülüyorum çünkü ülke olarak inanç adına, din adına bölündük. Dini Allah ile kul arasından alıp, Allah, veli, kul eksenine kaydırdık. Tıpkı Hıristiyan toplumunda olduğu gibi. Sorduklarında bizde ruhban sınıfı yok deriz. Ama bizler öyle bir ruhban sınıfı yaratmışız ki farkında bile değiliz. Kimin takvaca üstün olduğuna bizler karar verip, kendimizi temize çıkartarak, karşımızdaki insanları adeta inançsız ilan ettik. Hâlbuki Rabbim bizleri uyarıp, bakın ne diyordu? (O halde kendi kendinizi temize çıkmış göstermeyin; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur.) İşte bizler gerçekleri, bunun için göremiyoruz. Kendimizi temize çıkarmış, birbirimizi inançsız olmakla itham edip, edindiğimiz velilerin ardı sıra giderek, Allah ın rehberinin nurundan uzak, güneşinin aydınlığından istifade edemez olmuşuz. Yaşadığımız Van depremi, dilerim bazı gerçeklerin toplum olarak görülmesine vesile olur. Yok, eğer hiçbir ders almazsak, Allah bizleri çok daha büyük imtihanlardan geçireceğinin de farkında olalım. Dilerim Rabbimden toplum olarak, Kur’an ın ipine sıkı sıkı sarılan, Allahın saf, katıksız inancına hurafeler katmadan yaşayan kullarından oluruz. Yoksa Allah ın bizleri, daha çok musibetlerle imtihan edeceğini de unutmayalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  5. Değerli din kardeşlerim. Bugün sizlere Kur’an dan Yunus suresi 106. ayette, Rabbin bizleri uyardığı ayeti hatırlatıp, üzerinde düşünmenizi rica ediyorum. Önce ayeti yazalım. Yunus 106: Sana ne bir yarar, ne de bir zarar verebilecek durumda olmayan varlıkları, Allah'la beraber anıp, onlara yalvarıp yakarma: çünkü eğer böyle yaparsan, muhakkak ki zalimlerden olursun! Allah bu ayetiyle çok açık bir şeyler anlatmak istiyor bizlere, peki bu ne olabilir? Allah benim yarattığım varlılardan yardım isteme, yardımı yalnız benden iste diyor bizlere. Çünkü onların sizlere ne faydası dokunur, nede zarar verecek güçleri vardır. Gerçekten Kur’anı anlayarak, düşünerek okuyan bir insan, yaptığımız onca büyük yanlışların hemen farkına varacaktır. Allah her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız der bizlere. İşte bu konu ile ilgili elçisinin görevini, yetkisini anlatacak açıklamayı, bakın nasıl yapıyor ayetlerinde. Sizce çok açık değil mi? Araf 188: De ki: "Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim, elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Ankebut 18: "Eğer yalanlarsanız bilin ki, sizden önceki ümmetler de yalanlamıştı. Resule de düşen, açık bir tebliğden başka şey değildir. Ankebut 50:Dediler ki: "Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!" De ki: "Mucizeler Allah katındadır. Bana gelince, ben açıkça uyaran biriyim. Hepsi bu. Neml 92: "Ve Kur'an'ı okumam (emredildi). Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: Ben sadece uyarıcılardanım. Allah bu ayetlere benzer, o kadar güzel örnekler veriyor ki bizlere, aklını zerre kadar kullanan, bütün gerçekleri apaçık görecektir. Yine bu konuların çok daha iyi anlaşılması için verdiği örnek, çok düşündürücüdür. Lütfen bu ayeti, bizlere öğretilen onca rivayetlerle karşılaştırınız, daha sonra sanırım yaptığımız yanlışlar anlaşılacaktır. Muhammet 19: Şu halde bil; gerçekten, Allah'tan başka ilah yoktur. Hem kendi günahın, hem mümin erkekler ve mümin kadınlar için mağfiret (af) dile. Allah sizin dönüp-dolaşacağınız yeri bilir, konaklama yerinizi de. Allah bu ayetiyle de açıklık getiriyor konuya. Allahtan başka yardım istenecek kimse yoktur diyor ve elçisinden örnek verip, kendi günahların ve iman eden diğer insanların günahları içinde dua etmesini söylüyor. Elbette Allah elçisinin günahlarını, ona verdiği görev ve başarılarından ötürü bağışlayacağını da müjdeliyor kendisine. Önemli olan bizlerin günahlarıdır, bizler eğer yanlışlarımıza devam ederde, yanlış kişilerden yardım istemeye çalışırsak, sanırım hesap günü halimizin ne olacağını tahmin etmek, çok zor olmasa gerek. Bakın onu bile söylüyor Rabbim. Zümer 60:Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Allah bu sözleriyle neyi kast ediyor olabilir? Elbette Rabbim sizlere, rehber olsun diye gönderdim dediği, sorumluluğunuz Kur’an dan dır dediği kitapta, hiç bahsedilmediği halde, birilerinin bunlarda Allah katındandır dedikleri sözlere, iman edenlere sesleniyor. Allah bu kitaptan hesaba çekileceksiniz dediği halde, acaba Kur’anın dışından da hükümlerden daha sonra hesap sorar mı? Bunu eğer düşünürsek ve söylersek, o kadar yanlış bir şey yapmış oluyoruz ki, doğrusu bunu söylemeye dilim varmıyor. Sizlere bazı ayetler hatırlattım. Buna benzer yüzlerce ayet var, lütfen onları da okuyunuz. Tüm bu bilgileri bir araya getirdiğimizde, Allahtan başka yardım isteyecek, şefaat dileyecek hiç kimsenin olmadığı çok açıktır. İsterseniz bizlere öğretilen bilgilerimizi hatırlayalım. Bizlere din ulemalarının, şeyh ve tarikat liderlerinin şefaatçi olduğunu söyleyip, hesap günü bizler adına şefaatçi olacaklarını anlatanların, acaba KUR’AN dan hiç mi haberleri yok. Yoksa bu ayetlerin üzerlerini örtüp, toplumdan gizleyerek, kendi çıkarlarına mı hizmet ediyorlar? Ne dersiniz, bu sorunun cevabını da her beşer kendisi bulmalıdır. Çünkü herkes kendisinden sorumludur, kendi imtihanını kendisi verecektir. Eğer beşerden medet umup, ondan yardım isteyerek şefaatçi ediniyorsak, bakın Rabbim Yunus suresi 106. ayetin en sonunda bunları yapanlara ne diyor. (çünkü eğer böyle yaparsan muhakkak ki zalimlerden olursun!) Zalimlerden olmayı istemiyorsak, yalnız Rahmandan yardım dileyelim. Dilerim Rabbimden, Kur’anı rehber alan, onun hükümlerini hayatına geçirmek için çaba gösteren, hesap günüde yüzleri ak olan kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  6. Bizler günümüzde iman adına öyle yanlışlar yapıyoruz ki, yaptığımız hataların farkında bile değiliz. Yaptığımız yanlışın başında dinimizi yaşarken Kur’an ve akıl ölçüsünü zerre kadar kullanmadan, başkalarının verdiği bilgiler ve düşünceler doğrultusunda iman ediyoruz. İşte bu yanlışımız bizleri yavaş yavaş, şeytanın kucağına yaklaştırmaktadır. Sizlere günümüz de yaptığımız yanlışlara, dinimizi yaşamak adına yaptığımız hatalarımıza bir örnek vermek istiyorum. Bir kardeşimiz okuduğu bir yazıma yazdığı bir cevabından alıntı yaparak, onun İslam a bakış açısını, yol ve yöntemlerini, İslam ı nasıl anladığını ve hayatına geçirmeye çalıştığını, kendisine verdiğim cevabı naklederek, sizlere sunmak istiyorum. Yorum sizlerin. Önce arkadaşımızın cevabından, çok önemsediğim sözlerini yazalım. Bundan sonraki söylediklerim, cevap verdiğim arkadaşımıza hitaben olacaktır. (Hadis ulemasının ittifak ettiği hadisleri kabul etmek, aklın gereğidir. Mezheplerin de ittifak ettiği konular bence bağlayıcıdır. Mesela recim konusu, dört mezhebin ittifakıyla vardır. Dört dev âlim görüş birliği etmiş.) Sözlerinizin son kısmından başlayalım. Recm, yani fuhuş yapanı taşlayarak öldürme konusu, kesinlikle Hanefi mezhebinin onay verdiği bir inanç değildir, araya sokulan yanlış düşüncelerdir, bazı tarikat ve cemaat mensuplarının inançlarıdır, söylemleridir. Diyanet İşleri Başkanlığına isterseniz sorun, bu inanca Kur’an ın onay vermediğini söyleyecektir. Tam tersine Kur’an, fuhuş yapan erkek ya da kadın ayrım yapmadan, ikisinin de, herkesin gözleri önünde kırbaçlanması cezasını getirmiştir. Eğer recm cezasına inanırsak, Kur’an da ki bu konuda verilen, Rabbin emirlerine, ayetlerinin tersine hareket etmiş olduğumuz gibi, bahse konu ayetleri de inkâr etmiş oluruz. Bunu da sakın unutmayalım. Kur’an insanın öldürülme konusunu çok özel konumlarda izin verir. Örneğin size öldürmek, yok etmek için saldıran din düşmanlarının karşısında, onlara sakın acımayın öldürün der. Fakat dikkat edin siz saldırın demiyor, onlar size saldırdığında, kendinizi savunmak adına onlara gereken cezayı verin der bizlere. Yoksa size savaş açmamışlarsa, barış istiyorlarsa barışlarına cevap verin der. Yine çok önemli bir yerde ölüme izin verir, ama bunu söyledikten sonra yaptığı açıklamada çok önemlidir. Örneğin haksız yere insan öldürenin de cezası kısas yoluyla ölümdür. Fakat Allah kim onun canını bağışlarsa, ona kat kat sevap yazacağını söyler. Tabi burada canının bağışlanması onu hapisten kurtarır anlamında düşünmemek gerekir. Buradan da anlaşılıyor ki, ölüm o kadar kolay bir karar değildir. Hele canice taşlayarak öldürmek, asla Allahın emri hiç değildir. Örneğin kölelerden bahsederken Kur’an ın tüm hükümlerini içine alan birçok özel ve düşündürücü bir hüküm verir. Kölelerin işleyeceği suçun cezası, hür insana verilen cezanın yarısı kadar verilir der. Dikkat edin bu genel bir hükümdür. Diyelim köle bir fuhuş yaptı, hür insanın fuhuşta cezası recm olsa idi, köle için bunun yarısı nasıl verilecekti? Bakın iyice düşündüğümüzde nasıl her şey ortaya çıkıyor şükürler olsun. Fuhuş konusuna gelince. Recm yani taşlanarak öldürme, Kur’anın insani ölçülerine, bizlere verdiği adalet anlayışına, şefkatle Rabbin yaklaşımına asla uymaz. Peki, recm olayı geçmiş tarihten nereden geliyor olabilir? İşte burası çok önemli. Yahudiler ne yazık ki içimize dinlerini öyle bir sokmuşlar ki, tıpkı bugün Dünyanın başına bela oldukları gibi, dinimizin de başına yüzlerce yıldır, baş belası olmuşlardır. Ama bunun farkında bile değiliz. Bakın günümüzdeki Tevrat ne diyor. Yasanın tekrarı 22: 21 -Kızı baba evinin kapısına çıkaracaklar. Kent halkı taşlayarak kızı öldürecek. Babasının evindeyken fuhuş yapmakla İsrail'de irençlik yapmıştır. Aranızdaki kötülüğü ortadan kaldıracaksınız. Dinlerine çok bağlı Yahudilerin, siz bu Tevrat’taki hükmünü uyguladıklarını, duydunuz yahut gördünüz mü? Uygulamazlar çünkü doğruluğuna inanmıyorlar ki. Peki, İslam âlemi içinde bir kesim toplum, nasıl inanıyor Kur’an da asla böyle bir hüküm olmadığı halde? Bunun açıklamasını ne yazık ki akılla ve mantıkla yapmak pek mümkün değil. Eğer rehber Kur’an olurda, onun çizdiği yoldan asla sapmaz isek, bu tür yollara meyletmemizde mümkün olmayacaktır. Şimdide bir an düşünelim. İslam âleminin bir bölümünde recm cezasına inanan ve uygulayanları hatırlayalım. Acaba kadından başka fuhuş suçundan bir erkeğin recm edildiğini, taşlanarak öldürüldüğünü gördünüz ya da duydunuz mu? Doğrusu ben görmedim, duymadım. Yakın zamanlarda bazı ülkelerde bir kadının recm cezasına çarptırıldığı söyleniyor. Fakat onunla fuhuş yapan erkekten hiç haber yok. Bu kadın kendi başına yapmadı ya bu fuhuş u? Peki erkek nerede? İşte Kur’an ile iman etmeyenlerin, varacağı adaletsiz sonuç. Şimdide bana verdiğiniz cevabın diğer kısmına bakalım ne yazmışsınız? Hadis ulemasının ittifak ettiği hadisleri kabul etmek, aklın gereğidir. Mezheplerin de ittifak ettiği konular bence bağlayıcıdır. Hadis ulemasının kabul ettiği hadislerin kabul edilmesi, aklın ve mantığın gereği dersek, ucu açık dibi görünmeyen bir kuyuya atlamış oluruz. Hiçbir insan, hiçbir beşer hatasız olamaz. Nakil yoluyla, rivayetler kanalıyla yüzlerce yıl öncesinden gelen bilgilerin hepsinin doğru olacağını kabul etmek, önce akla ve mantığa, daha sonrada Kur’an ın tüm ayetlerine aykırıdır. Hatırlayınız peygamberimizin veda hutbesi yaklaşık yüz bin kişinin huzurunda yapıldığı söylenir. Bu kadar kalabalıkta yapılan konuşmanın sözleri dahi günümüze, yedi değişik şekilde gelmiştir. Ya iki kişinin duyduğu sözler nasıl intikal etmiş olabilir günümüze, onu düşünmek bile istemiyorum. Bu konuda karar ve yorum kişinin kendisine kalmıştır. Her insan kendisinden sorumludur. Elbette geçmişten gelen çok doğru bilgiler vardır, bunlardan günümüzde yararlanıyoruz çok da doğru yapıyoruz. Ama tüm bilgilerin gerçekten bahsedilen âlim kişilere ait olduğunu, onların sözleri olduğunu bilemeyiz. Bunlara fitne ve fesat sokanların ilavelerinin olması da çok doğaldır. Bunu da Yahudiler çok güzel başarmışlardır. Ayrıca bizler İslam ı geçmişte yaşamış zaman dilimi içinde, onların gelenekleri ve yaşam şekilleri ile hayatlarına geçirdiği şekliyle anlamaya çalışırsak, yanılgıya düşeriz. O devirde birisi uçaktan, uzaya gitmekten, televizyondan bahsetseydi, sanırım onu asarlardı. Kur’anı yaşadığın çağın gereklerine göre anlamak, bizleri doğruya götürecektir, elbette geçmişten faydalanıp dersler alarak. İmamı Azam büyük bir âlimdir, onun felsefi düşüncelerini eğer anlayabilirsek, sanırım her şeyi çözeriz. Bakın birkaç sözünü hatırlatmak istiyorum. Çünkü onun bu sözleri her nedense hiç konuşulmaz. (Talebesi Züfer'den nakledilen şu rivayet de onun sabit fikirli olmadığını ortaya koyması ve istişareye verdiği önem bakımından dikkat çekicidir. Züfer şöyle der: "Ebu Hanife'nin derslerine devam ederdik, Ebu Yusuf ve Muhammed ibnu Hasan da bizimle birlikte okurlardı. Biz Ebu Hanife'nin görüşlerini yazardık. Bir gün Ebu Hanife, Ebu Yusuf'a hitaben: "Ey Yakup vay haline! Benden her işittiğini yazma. Ben bugün böyle düşünüyorum. Yarın onu bırakabilirim. Yarınki görüşümü ertesi gün terk edebilirim" dedi." (İbnu Muin, Tarih, II. Cilt, sh. 607; Bağdadi, Tarih, XIII. Cilt, sh. 402) (Yine onun: "Bu bizim söyleyebildiğimiz en güzel sözdür. Kim bizim sözümüzden daha doğru bir söz getirirse, o hakikate bizimkinden daha yakındır" dediği; "Senin bu verdiğin fetvalar doğruluğunda hiç şüphe olmayan hakikatler midir?" diye sorulunca da: "Bilmiyorum belki de yanlışlığında hiç şüphe olmayan yanlıştır" şeklinde karşılık verdiği nakledilmektedir. (Bağdadi, Tarih, XIII: Cilt, sh. 352) (Onun talebelerine verdiği öğütlerde, ilimde hür düşünce ve araştırmanın yollarının tutulması, cahil ve mutaassıplardan uzak durulması gibi önemli kayıtlar vardır: "Halka yaklaş, fâsıklardan uzaklaş. İnsanlığında kusur etme, kimseyi küçük görme. Bir meselede görüşünü sorana bilinen görüşü tekrarla ve sonra o meselede şu veya bu şekilde başka görüşler de bulunduğunu zikret.) Bizler İmamı Azam ı hiç tanımıyoruz. Onun adına başkaları tarafından dine sokulan, Yahudi fitneleri ile belki de daha çok onu yanlış tanıyoruz. Onun içindir ki çok dikkatli olmalıyız. Yine şu cümlenize de cevap vermek isterim. (Mezheplerin de ittifak ettiği konular bence bağlayıcıdır.) Bizleri bağlayan yalnız ve yalnız Rabbin KİTABI KUR’ANDIR. Bunu asla unutmayalım. Çünkü peygamberimizi de bağlayan yalnız KUR'AN DI. Neden biliyor musunuz? Bakın Rabbim eğer aşağıdaki ayetleri bizlere indirmiş ise, acaba HÂŞÂ sözünden cayıp, Kur’an da olmayan bir hükümden hesap sorar mı? Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Bana vahye dilenden başkasına da uymam! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Ahzap 2: Rabbinden sana vahyedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Değerli kardeşim, Yüce Rabbim elçisine bunları kullarıma söyle dedikten sonra, Kur’an dışından acaba sizin söylediğiniz gibi başka bilgilerden, hükümlerden de sorumlu tutar mı? Başka bilgiler bizler için Kur’an gibi BAĞLAYICI OLUR MU? Eğer bunu yaparsak, Kur'an ile beşer sözünü aynı kefeye koymuş oluruz ki, BU ŞİRKTİR. Tüm bu söylediklerimi lütfen nefsinizde değerlendiriniz, ama Rabbin sözlerini de hiç unutmadan. Akıllı Müslüman her doğru bilginin peşinden koşandır. Akıllı Müslüman doğruyu eğriden ayırandır. Akıllı Müslüman aldanmaz, çünkü elinde aldanmamak için kontrol edecek, mihenk taşı FURKAN vardır. Gerçek Müslüman doğru ve güzel bilginin içine hurafe ve yanlış bilgiyi almamak için çaba gösteren insandır. Daha açıkçası GERÇEK MÜSLÜMAN, AKLINI KUR’AN İLE BİRLEŞTİREN İNSANDIR. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  7. Ülkemiz in doğu bölgesi olan Van ve çevresi, yine tabi afet olan deprem ile sarsıldı. TÜm Ülke olarak yastayız, başımız sağ olsun. Burada ölen vatandaşlarımızın, din kardeşlerimizin ailelerine baş sağlığı dilerken, acılı ailelerine Rabbimden sabırlar dilerim. Bizler doğusuyla, batısıyla bölÜnmez bir bÜtÜnÜz. Van da canı yanan bir kardeşimizin, bacımızın acısı bizlerin de acısıdır. Bizleri bölmek ve parçalamak isteyenler, bunu asla başaramayacaklarını, KÜrdÜ ile TÜrk Ü ile çerkez ile gerektiğin de, nasıl tek yumruk olduğumuzu gördÜklerinde, boşa çaba harcadıklarını anlayacaklardır. Kızılay, yardım ekipleri ve Devlet yetkilileri hiç vakit geçirmeden, depremde mahsur kalan Vanlı vatandaşlarımızın yardımına hemen koşmuş, onların yaralarını sarmak için var gÜçleri ile gerek karadan, gerekse askeri nakliye uçaklarıyla, yardımlar ulaştırılmıştır. Bunlar elbette yeterli değildir, ben biliyorum ki Ülke olarak, bu vatandaşlarımızın yardımına, hep birlikte acilen koşup, gerekirse tÜm Ülke olarak yardımlarımızı esirgemeyeceğimizi, burada yaşayan vatandaşlarımızın, din kardeşlerimizin yanı başlarında olacağımızı bilmelerini isterim. Allah bizleri zorluklarla, ÜzÜntÜlerle, yokluklarla elbette imtihan edeceğini söyler. Rabbim Enbiya suresi 35. ayetinde; ( Her canlı, ölÜmÜ tadacaktır. Biz bir imtihan olarak sizi şer ile de hayır ile de deniyoruz. Sonunda bize döndÜrÜleceksiniz.) Allah bizleri şer ve hayır ile imtihan ediyor, gelin bu imtihanda sabrımızı gösterip Ülkece, başarı kazanmış bir toplum olarak çıkalım. Hepimiz imtihandayız, bunun bilincinde olmalıyız. Allah Kur’an da iman edenleri bile, bakın depremlerle, sarsıntılarla verdiği örneklerinde, nasıl imtihan ettiğini söylÜyor. Ahzap 11: İşte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı. Allah bizleri açlıkla, korkuyla depremlerle, evlatlarımızla imtihan edeceğini söyler birçok ayetinde. İsyan etmeden bunun bilinciyle acılarımızı toplum olarak sarmalıyız. Rabbim sabredene de bÜyÜk mÜjdeler verir. çok yakın zaman önce, Ülkemizi bölmeye çalışan, vatan evlatlarını şehit edenlerin acıları, daha kalbimizde tazeliğini koruyorken, Rabbim bizleri bir başka imtihandan daha geçirdi. Allah Kur’an da sizlerin şer sandıklarınız, nerden bileceksiniz belki de sizler için hayırdır der bizlere. Ben inanıyorum ki Ülkemizde ırk ayrımı yaparak, Ülkemizi bölmek ve bizleri birbirimize dÜşman etmek isteyenlerin emelleri gerçekleşmeyecektir. çÜnkÜ bizler Ülke olarak farklı ırklar ile bir bÜtÜn olmuş, nesiller boyu bir birine kaynaşmış, artık özel ve gÜçlÜ bir toplum olmuşuz. Bu iki olay şer gibi görÜnse de, inanıyorum ki sonunda Ülkemize inşallah hayırlara vesile olacak, Ülkemiz Üzerinde oyunlar oynayanlarında emellerini, boşa çıkaracaktır. Allah bizleri, arka arkaya bu iki imtihandan geçirip, dikkatimizi önemli bir noktaya çekiyor. Eğer bizler bu imtihandan başarılı çıkıp, Ülke olarak tek bir yumruk olma başarısını gösterirsek, inanıyorum ki Rabbim çektiğimiz bu acıların sonunda, bizleri mutlu edecek bir sona ulaştıracaktır. çÜnkÜ Allah her acının sonunda, kullarına bir mutluluk vaat etmiştir. Ülkemizin gÜzel bir köşesi olan, Van lı kardeşlerimize tekrar geçmiş olsun derken, ölenlerin ailelerine de baş sağlığı dilerim. Acılarınız bizlerinde acılarıdır, bunu lÜtfen unutmayınız. Sizlerin soğuk kış akşamlarında içinizin titrediğini, bizlerin de yÜreklerimiz de hissedeceğimizi, aynı ÜzÜntÜ ve acıyı da bizlerin gönÜllerinde yaşayacağını biliniz ve buna yÜrekten inanınız. Bir MÜslÜman, din kardeşinin acısına ortak olandır. Yaranızın en kısa zamanda sarılması, Ülke olarak hepimizin görevidir. Bunu yapmak için ayağa kalkacağımızdan, yanı başınız da olacağımızdan, asla hiç şÜpheniz olmasın. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  8. > Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: "Oğlum" der, "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir. > Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkânına girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar. Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; > sonra: "Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der. İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur. Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, "Bu der "benim semerlere iyi süs olur. Bundan "kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm." > En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. "Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?" diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. "Buna kaç lira istiyorsun?" Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?" "Ne istiyorsan veririm." > Öğrenci, "Hayır veremem." diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar: > "Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim." Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. > Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler.. > Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır. Bilge sorar: "Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?" > Öğrenci: "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık" diye cevap verir. > Bilge hoca çok kısa cevap verir: "Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve o değerini bilenin yanında kıymetlidir." Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır. > Mesele kuyumcuyu bulmaktadır... Yukarıdaki çok güzel ve anlamlı hikâyeyi bir arkadaşım gönderdi bana, Allah ondan razı olsun. Bizler yaşamımız boyunca en sevdiklerimizin dahi kıymetini ne yazık ki yaşarken bilmiyoruz. Elimizden yok olup gittiğinde ise, dövünüp duruyoruz. İşte tıpkı yaşamımızda yaptığımız kıymet bilmezliği, Rabbin bizlere rehber diye indirdiği KUR’ANA yapmıyor muyuz? Zora düştüğümüzde Allah deyip, Rabbin yardımıyla kurtulduğumuzda, hemen unutmuyor muyuz tüm olanları? Allah ın kitabına da aynı şekilde vefasız davranmıyor muyuz bizler? Allah bu kitaba sarılın sizleri bana ulaştıracak. Bu kitap her konuda sizlere gerektiği kadar açıklama yapacak dediğini duymazdan gelip, onu yüksek bir yere asarak, beşerin kitaplarına sarılmıyor muyuz? Bu yaptığımız, yukarıdaki mücevherin değerini bilmeyen diğer insanlara benziyor. Biz elimizdeki pırlantayı, elması sahte taklitleri ile değiştiriyoruz, ama farkında bile değiliz. Bize satılan mücevherin sahte olduğunu araştırma gereği bile duymuyoruz, adeta sahte olduğunu öğrenmekten korkarcasına. Altın almak istiyoruz bir dosttan, ama sorma gereği bile duymuyoruz bir erbabına. Elbette bir gün o sahte altınları, ihtiyaçtan erbabına, sarrafa bozdurma gereği duyduğumuzda, hepsinin sahte taklit olduğunu anlayacağız, ama artık iş işten geçmiş olacak. Zor anımızda yardımcı olsun diye biriktirdiğimiz altınlarımız, mücevherlerimizin beş para etmediğini anladığımızda, ne olur halimiz hiç düşünen oldu mu? Bizler bir gün kazanıp biriktirdiklerimizi harcamak için, Rabbin huzuruna varacağız. Acaba biriktirdiklerimizin sahte olup olmadığını, şimdiden araştıran var mı? Eğer araştırmayıp birilerine güvenerek biriktiriyorsak, yanlış şeyleri biriktirdiğimizi asla bilemeyiz. Gelin işi erbabına soralım, ona danışalım onun verdiği değerleri biriktirelim. Onun çizdiği yoldan giderek, toplayalım mücevherlerimizi. Rabbim bizleri, senin kitabının, rehberinin, güneşinin ışığını fark eden, kıymetini değerini bilen, KURAN SARRAFLARI YAP NE OLUR. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  9. Yeter artık! Ülkemiz üzerinde çok ciddi senaryolar, adeta test ediliyor. Bizleri yönetenlerin ise başları hala, son seçim sonucunun sarhoşluğuyla dönmeye devam ediyor. Olaylar karşısında boş sözlerden öteye giden bir davranış ne yazık ki göremedik. Yine 26 vatan evladı şehit edildi, mekânları cennet olsun. Allah ana ve babalarına sabır versin. Yine boş sözlerle, toplantılarla mı geçiştireceğiz bu acıları? Ağlayan ana ve babalara, nasıl sözler verip bizzat harekete geçilecek de, onların yüreklerine su serpeceğiz? İşte bizler halk olarak, bizleri yönetenlerden boş sözler, oyalamalar değil, soruna çözüm olacak çareler bekliyoruz. Ramazan ayında vatan evladını şehit edenlere karşı söylenen sözlerin, Ramazandan sonra ne kadar mesnetsiz, dayanaksız, gayri ciddi söylendiğini, toplumu oyalamak adına sarf edilmiş çaresiz sözler olduğunu, bu gün duyduğumuz evlat acılarıyla tekrar anladık. Ülke adına hepimiz yastayız. Devleti yönetmek ana şefkati ister. Bizleri yönetenlerden, kendi yakınları için gösterdikleri şefkati ve üzüntüyü, vatan ı beklerken şehit olan vatan evlatları içinde göstermesini beklemek, sanırım hakkımızdır. Bizleri yönetenlerin, kendi koltuklarını garantiye almak adına yaptıkları çalışmaların, çabanın küçük bir kısmını, vatanı bölmeye çalışanlara karşı vermedikleri gerçeği, Türk halkını derinden yaralamaktadır. AKP ve hükümet hakkında tek kelime yazmayan yanlı ve taraflı basın, başlarını döndüren seçim sonuçları ile adeta rakipsiz meydanlarda gezen pehlivan misali dolaşıyorlar. Ülke adına değil, kendi gelecekleri, düşünceleri ve inançları adına verdikleri çabalar, ülkenin içinde bulunduğu acı gerçeği onlara unutturmuşa benziyor. Sayın Başbakanım ve Sayın Hükümet yetkilileri, sizlere sesleniyorum. Yeter artık bu sessizlik. Daha ne zamana kadar sabredeceğiz, vatanı bölmeye çalışanların yaptıkları ihanete? Mecliste yanı başınızda, Demokrasinin arkasına saklananları görmüyor musunuz? Eğer görmezden gelmeye devam ederseniz, şunu sakın unutmayınız, her şeyin bir sabrı ve sonu vardır. Herkes de bir gün yaptıklarının hesabını verir, hem Allah a hem de Türk halkına. Hain dış güçler, ülkemiz için sinsi senaryolarını gerçekleştirmek için, çaba harcıyorlar ve PKK yı maşa olarak kullanıyorlar. Bizlere dost görünen düşman ülkelerin farkına varınız. Ülkemizde yapılan hain saldırıların, onların apaçık elleri ve güdümüyle yapıldığını artık fark ediniz. Yoksa güzelim ülkemiz yara alacak. Bunun farkına varamaz iseniz, tarihe acı sayfalar olarak geçeceğinizi unutmayınız. Bunu tam tersine çevirmekte elinizde, lütfen bu şansınızı iyi kullanınız. Lütfen inadı bırakın ve derhal sıkıyönetim ilan ediniz, hem de gerekirse tüm ülke çapında. Hainler içimizde dolaşıyor her yerde. Bırakın asker, polis el birliğiyle onların anlayacağı dilden konuşsunlar. İçimizdeki hainleri tek tek temizlesinler. Sizden bunu Türk halkı olarak bekliyoruz. Lütfen yine toplumu boş sözlerle oyalamayınız. Gün birlik ve beraberlik günüdür. Gün siyasi çekişmelerinin, gelecek menfaat çatışmalarının bırakıldığı, bir yumruk olma günüdür. Gelin şehit anaların yüreklerine su serpelim ve yapılması gerekenleri, alınması gereken kararları korkmadan biran evvel alalım. Bizim sizden beklediğimiz, ülkemizin bölünmez bütünlüğünü sağlamak adına adımlar atmanızdır. Eğer tüm bunları yapmaz ve yine toplumu boş vaatlerle, sözlerle avutursanız, şunu sakın unutmayınız, milyonlarca insan sizlere hakkını asla helal etmeyecektir. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  10. Meclisimiz uzunca bir tatilden sonra hele şükür açıldı. Milletin vekilleri kendi yaptıkları uzun tatilleri görmezden gelip memurun, işçinin cumartesi tatiline göz dikmeleri ve o günüde çalışma günü yapmaya çalışmaları, doğrusu düşündürücüdür. Yakında yeni anayasa çalışmalarına hız verileceği söyleniyor. Daha başlamadan hava gerginleşmeye başladı bile. Acelesi olanların, anayasanın biran evvel hazırlanıp bitmesi için verdikleri tarih, yine amaçların geçmişte yapılanlardan farklı olmadığını gösteriyor. Adeta sıra bizde dercesine. Bundan önceki anayasalarımızı hazırladığımız gibi, yine taraflı, aceleci bazı fikir ve düşünceler ekseninde, yeni bir anayasa hazırlanacağa benziyor. Yine birileri sevinecek, karşısındakiler üzülecek. Toplumca sevineceğimiz bir anayasa, ufukta görünmüyor gibi geliyor bana. İnşallah yanılıyorumdur. Sanırım bu kısır döngünün senaryosu, bu ülkede daha çok filmin konusu olacağa benziyor. Yeni bir anayasa yapmaya niyetlenildiğinde, kıyametler kopuyor. Peki neden? Çünkü kimsenin kimseye güveni, saygısı yokta ondan. Daha önce yapılan anayasalarda nasıl bazı düşünce ve fikirler korunarak yapıldıysa, sıra bizde diyenlerin yapacakları yeni anayasadan korkanlar arasında geçen, söz düelloları ortalığı yakıp yıkıyor. Asgari müşterekte birleşmesini beceremeyen, bir toplum olmuşuz ne yazık ki. Bizleri bölenler, birbirimize düşman edenler, görevini çok güzel yapmışa benziyor. Her konuda öyle kesin ve sert fikirlerle ayrılmış ki toplum, adeta ortak noktamız kalmamış düşman olmuşuz. Yeni Anayasadan Umutlu değilim açıkçası, ama karamsar olmanın da anlamı elbette yok. Korkum toplumu, kendi inanç ve düşünceleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışan bir zihniyetin, laiklik söylemlerini başka ülkelere önerip, kendimize bildiğini okumanın yönteminin seçilmesidir. Yıllardır Laik devlet yönetimi ile yönetildiğimizi söyleyen bizlerin, Ülkemizde laiklik adına hiçbir gelişmenin olmadığını görmek, beni her zaman üzmüştür. Sanırım yine bu düşünce sözde kalacak ve toplum kelimelerle aldatılacak. Bizler karşılıklı konuşmasını, tartışmasını daha açıkçası birbirimize saygılı olmayı unutmuşuz. Herkes ayrı telden çalıyor, sanki mirası bölüşemeyen kardeşler gibi, ortak bir noktada buluşmamak için birbirimizi yok ediyoruz adeta. Hâlbuki neyi paylaşamıyoruz ki? Hepimizin ortak bir noktası var. Hepimiz bu ülkenin evladıyız, Müslüman’ız diyoruz yeri geldiğinde. Dikkat ediniz bu ortak noktalarda dahi birleşemiyoruz, çünkü şeytanın yardakçıları şeytanlaşmış insanlar, bizleri vatanımızda ve inancımızda öyle bölmüş ki, asla iflah etmeyecek bir hale gelmişiz. İşin daha da kötüsü, herkes kendisini temize çıkarıp, kendi düşünceleri ile öğünür olmuş. Hükümetimiz ve milletvekilleri, ellerinden geldiğince dini unsurları ön plana çıkaracak politika yapıyorlar. Bu sözlerinde eğer samimi iseler, toplumu Allah ile aldatmıyorlarsa, gerçekten rehberleri Kur’an ise, yeni bir anaya yaparken Kur’an ın emrettiği şu hükümlere, anayasada yer verirler. -Allah Bakara suresinde, ey iman edenler! Öldürülenler hakkında üzerinize kısas yazılmıştır der ve ölüm cezasının gerektiğinde uygulanmasını anlatır bizlere. Hatta kısasta sizler için hayat vardır örneğini verir. Hükümetimiz eğer sözlerinde samimi ise, yeni anayasa da idam cezasını getirmeli ve ağlayan anaların acısını dindirmelidir. -Allah Kur’an da fuhuş yapanların cezalandırılması örneklerini verir, çünkü fuhuş toplumun doğru yoldan sapmasına büyük bir nedendir. Hükümetimiz kanunlarımızı Avrupa birliğine üye yapmak adına, ne yazık ki fuhuş u suç olmaktan çıkardı. Hükümetimiz ve diğer politikacılar, eğer sözlerinde samimi iseler, yeni anayasada fuhuş suç olarak kanunlaşmalıdır. -Başbakanımız laik devlet yönetimini Mısıra önerirken, eğer gerçekten samimi ise, yeni anayasa da devleti yönetenlerin, dini argümanlar kullanarak toplumu etkilemesine yasak getirecek, maddeler getirmelidir. Biz dini siyasete alet etmiyoruz diyorlarsa, bu konuda yeni anayasada önlemler mutlaka alınmalıdır. Laik devlet yönetimi her insanın kendi inancını özgürce yaşaması ve devletin, şu ya da bu inancı tarif edecek, önerecek, hiçbir işarette bulunmaması gerekir. İnançlara özgür bir ortam hazırlamak, laik devlet düzenin görevidir. Dini param parça edenlerin, şu ya da bu inanç en doğrudur deme hakkı asla yoktur. Her beşer din ve iman adına inancını, kendisi yaşamalı ve kendi imtihanını kendisi vermelidir. - Allah Maide suresi 51. ayetinde, bakın bizlere nasıl sesleniyor ve uyarıyor. Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları gönül dostları edinmeyin. Onlar birbirlerinin gönül dostlarıdır. Sizden kim onları gönül dostu edinirse o, onlardandır. Bu sözler Yüce Rabbin sözleridir. Bu hükmü apaçık tebliğ aldığımız halde, hala bizleri Avrupa birliğine sokmaya çalışan, daha da kötüsü onların kanunlarına tabi olmakta sakınca görmeyenler, acaba yeni anayasada bu konuda nasıl bir çalışma yaparak, Türk toplumuna gerçekten inançlarının samimiyetini gösterecekler, doğrusu bunu merakla bekliyorum. Yeni anayasa AKP hükümetinin samimiyet testi olacaktır. Yukarıda saydıklarım Allahın bizlere rehberindeki önerileridir. Şimdiye kadar bizler ne yazık ki, hiç Allah ın önerilerini dikkate bile almadık. Bakalım dini unsurları ön plana çıkaran, başörtüsünü dahi siyasette kullananlar, yeni anayasada bu konuya çözüm getirecekler mi, yoksa bu inanç sömürüsünü kullanmaya devam etmek için, bir çözüm getirmeyecekler mi onu da göreceğiz. Toplumumuza sözler vererek oylarını alan hükümetimiz, Rabbin çok önemsediği, yukarıda verdiğim konular hakkında Anayasa hazırlanırken neler yapacak, bunu hep birlikte göreceğiz. Türk halkının büyük bir bölümü AKP hükümetine oy verdi ve topluma söz verdiklerinin hayata geçirilmesini halk bekliyor. Eğer halkımız aldatılmak kandırılmak istemiyorsa, verilen sözlerin takipçisi olmalıdır. Takım tutar gibi partilere oy vermeye devam edersek, geçmişte yarattığımız politikacıları tekrar hayatımıza taşımız oluruz. Geçmişte bazı liderlerin şapkalarını kapmaya çalışanlar, günümüzde de benzeri bir başka yarışa girmek istemiyorsak, uyanık olmalı ve yaratılmışların en değerlisi olan bizler, aklımızı kullanarak yöneticilerimizi seçmeliyiz. Çünkü Allah aklını kullanmayan kulları için, bakın ne diyordu hatırlayalım ve üzerinde dikkatle düşünelim. Enfal 22: Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir. Bizleri yönetenler ve muhalefet, yeni anayasayı hazırlarken şunu sakın unutmasınlar. Yaptığınız her yanlışın, kendi inançlarınız, düşünceleriniz doğrultusunda topluma çektireceğiniz acının ve kederin hesabını, bir gün Rabbim e mutlaka vereceksiniz. Çok uzun sandığımız hayat, çok kısadır bunu unutmayınız. Geçici hayatın şatafatı, zenginliği, ikiyüzlü alkışları, sakın sizleri aldatmasın. Sonsuz hayatta makam, mülk isteyen toplumu ayrıştırmaz birleştirir, onlara huzur ve mutluluk verir. Lütfen bizleri din ve iman adına yönetmeye çalışmayın, çünkü bunu sizden istemiyoruz. Bize inancımızı yaşayacak, serbest alanlar yaratınız. Allah ile aramıza lütfen girmeyiniz. Bizim imanımızı yaşayacak, bizlere doğruyu, eğriyi öğretecek rehberimiz FURKANIMIZ var. Sizden istediğimiz bizleri adaletle yönetmenizdir. Toplumları yönetmek zor bir görevdir. Bu göreve sizler talip olduğunuza göre, bu işin zorluğunun ve sorumluluğunun da farkında olmalısınız. Kul hakkını, kendi düşünce ve inançlarınız adına ihlal ederseniz, kendi menfaatleriniz ve inançlarınız için, amaca ulaşmak adına her şey mubahtır derseniz, sizlere hakkımızı asla helal etmeyiz, bunu da sakın unutmayınız. Dilerim Rabbimden toplum olarak, aklını kullanan kullarından oluruz, yoksa Allahın cezasından kurtulamayız. Yine dilerim yeni anayasa çalışmaları, halkımıza mutluluk ve huzur getirir. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  11. halukgta şurada bir başlık gönderdi: İslam ve Şeriat
    Yüce Rabbim bizlere öyle bir kitap göndermiş ki, zerre kadar farkında bile değiliz. Nasıl farkında olalım onu anlamadan okumanın sevap olacağına inanan bir toplum, nasıl olurda içindeki bilgilerden haberdar olur? Sizlere daha önce ki yazılarımda verdiğim örneği burada da vermek istiyorum, çünkü bu örnek hayatımızdan ve yaşamımızdan konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Öğretmen sınıfa bilmedikleri dilden bir kitap dağıtıyor ve diyor ki, sizi bu kitaptan bir ay sonra imtihan edeceğim, bu kitabı iyice okuyun. Bu durumda öğrenciler ne der öğretmenine sizce? Önce hepsi güler ve öğretmenin şaka yaptığını söylerler, daha açıkçası bu sözü kimse ciddiye bile almaz. Çünkü dilini bilmedikleri bir kitabı okuduklarında, içinde ne söylediğini nelerin açıklandığını bilmeden, nasıl olurda sorulara cevap verirler, elbette bu ne akla nede mantığa uymayan öğretmenlerinin sözü, olsa olsa şakadan başka ne olabilir? Evet, dostlar bu ancak 1 Nisan şakasından öteye gidemez. Peki, yüzlerce yıldır bu şakayı bizlere yapanlara karşı neden duyarsız kalıyoruz da, onların ne akla nede mantığa hatta Kur’an a asla uymayan bu sözlerine inanıyoruz. Bizler düşünme yeteneğimizi mi unuttukta, anlamadan anlamını dahi bilmeden Rabbin ne emrediyor farkında olmadan, Kur’anı okuyacağız ve bizler bundan sevap kazanacağız öylemi dostlar? Peki, Rabbin sizleri bu kitaptan imtihan edeceğim sözünü de mi duyan yok? Rahmanın ne emrettiğini anlamadan nasıl olurda Rabbin imtihanından geçeceğiz, hiç mi düşünmüyoruz bunları? Küçücük öğrenciler için verdiğim örnekle ne farkı var bizim yaptığımızın. Onlar gülüp geçmişken ciddiye bile almamışken bu sözleri, nasıl olurda biz büyükler bunun farkına varamayız, nedir bu içine düştüğümüz yanlış, ne zaman farkına varacağız dersiniz? Bir bilgiyi hiç anlamadan okumakla mı yoksa anlayarak, uygulamakla yerine getirmekle mi bir değer, sevap kazanacağımızın farkında bile değiliz. Sözlüye kalkan öğrenci öğretmenine; İnanın hocam kitabı çok okudum ama sizin sorduklarınıza cevap veremedim, bana en azından geçerli bir not verin diyebilir mi? Rabbin huzuruna gittikten sonra pişmanlığın fayda etmeyeceğini söyleyen Rabbim e kulak verelim. Rabbim birazcık aklı olana bile nasıl sesleniyor ve bizleri bakın nereye yönlendiriyor, daha açıkçası görev verdiği elçisine nasıl bir emir verip, insanlığı neyle uyar diyor. Hala anlamayana davul zurna az sanırım. Kaf 45: Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur’an’la öğüt ver. İşte Rabbin kelamını anlamadan okursan, bu gerçekleri göremezsin. Allah Kur’an da bir ayetinde söylediğini, bir başka ayetinde tersini asla söylemez. Bunun tersini söyleyenlere değil, lütfen artık Rabbim e kulak verelim. Elleriyle yazıp bunlar Allah katındandır diyenlerin, foyasını çıkarmanın zamanı geldi ve geçiyor bile, bunu yapmayıp bana ne der işin kolayına kaçarsak, bir gün bunun acısını hep birlikte çekeceğimizi de unutmayalım. Bakın Rabbim bizleri yaratırken imtihan vesilesi olarak içimize yerleştirdiği, adeta bizi bizimle karşı karşıya bıraktığı nefsimiz ile ilgili, bakın ne söylüyor ve bizleri uyarıyor. Kaf 16: Yemin olsun ki, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz. Biz ona, şah damarından daha yakınız. Yüce Rabbim adeta içimizdeki şeytanın nefis olduğunu ve onun bizlere süslü gösterdiği yanlışların farkında olmamız için, yine imtihanın özü olan aklı devreye sokmamızı emrediyor Kur’anın birçok yerinde. Çünkü nefsimizin bizlere hiçte iyi şeyler fısıldamadığını anlatmaya çalışıyor ve bizleri uyarıyor. Nefsini yola getiren, yanlışı düzelten aklımız olduğunu unutmayalım. Allah ayetlerin sonunda bizlerin düşünmemizi öneriyorsa, bundan çıkaracağımız çok şeyler var demektir. Allah, benim tehdidimden korkanlara KUR’AN ile öğüt ver diye açıkça emrediyorsa, Kur’an da her şey yoktur diyenlerin tuzaklarına düşmenin, Rabbin yolundan uzaklaşmak olduğunun farkına varmalıyız. Aklımızı Kur’an ile birleştirdiğimizde ise, gerçek doğru yolu bulacağımızı da Rabbim apaçık söylüyor. Bunu yapabilmek ve hayata geçirebilmek için de, Kur’anı anlayarak, anladığımız dilden ilk elden ona müracaat ederek, bol bol okumalıyız. Bakın o zaman hayatımızın nasıl değiştiğini, her şeyin nasıl kolaylaştığını, ne kadar büyük yanılgı içinde olduğumuzu ve daha önemlisi, nasıl daha mutlu olduğumuzu göreceksiniz. Rabbim Kur’an gerçeklerinin farkında olan, ona bakan değil onu gören anlayan ve uygulayan kulları arasına bizleri alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  12. Siyasette karmaşa, başıbozukluk alabildiğine kuralsız ne yazık ki devam ediyor. Politikacıların birbirlerine düşmanlıkları halka sıçradı, toplum içinde düşmanlıklar had safhada. Kimse kimseyi dinlemeden konuşuyor, söylenenler ise derdimize çare yerine, düşmanlıkları kamçılıyor. Düşünerek konuşanlar, söylediklerinin arkasında duruyorlar. Ya başkalarının fikirleri sonucunda konuşanlar? NATO nun Libya müdahalesine karşı çıkıp, ne işleri varmış orada diyenler, ertesi gün bu görev Nata nun görevidir, bizlerde yardım edeceğiz demesi ne derece düşünmeden söylenen bir söz ise, komşularımızla sıfır sorun politikası sözleri verilip, daha sonra bu sözlerin tam tersini yapanlar, komşularımızla adeta düşman olmamıza neden olan politikaların izlenmesi, çok ama çokkkk düşündürücüdür. Suriye nin kendi içinde olan olaylara, hükümetimizin bakış açısı ve Başbakanımızın bu konuda ki çok sert açıklamaları, komşularımızın adeta iç işlerine karışırcasına söylenen sözler, sizce komşularımızla sıfır sorun politikası izleyeceğiz düşüncesine uyuyor mu? Yakın geçmişte, bundan daha kötü politika izleyen Suriye ye, bu kadar tepki göstermeyenlere ne oldu da, şimdi bu denli yüksek tepki gösteriliyor? Şöyle bir düşünün isterseniz. İsrail, Amerika ve Avrupa ülkeleri dahi Suriye için bu derece sert açıklamalar yapmadığı halde, ülkemiz Başbakanımızın komşu bir ülke için söylediği bu derece sert açıklamalar yapması ne kadar doğru bir politikanın ürünü olabilir? Unutmayalım Suriye bizim yan komşumuz, diğerleri çekip gidecekler, bizler komşularımızla baş başa kalacağız. Basında yazıyor, Suriye Türkiye den ithalatını kesmiş. Sanırım komşularla sıfır politika derken, başındaki rakam söylenmeyip, sonundaki sıfır söylenmiş olsa gerek. Tüm komşularımızla adeta düşman olduk. Yıllık bir milyar dolardan fazla ihracat yaptığımız bir ülkeye kapılarımızı, birilerinin oyunları ile hiç düşünmeden kapadık. Sizce bizden ithalatı kesen Suriye, kimden alacak dersiniz bizden almadığı malları? Avrupa dan, Amerika dan hatta hiç haberleri bile olmadan, sahipleri Yahudi olan şirketlerden. İşte birileri bizleri öyle kandırıp, öyle pohpohluyor ki, iş işten geçtikten sonra anlıyoruz yaptığımız hataları. Ülkemizde bizleri yönetenler çok büyük hatalar yapıyor gibi geliyor bana. İnşallah düzeltebileceğimiz hatalardır. Amerika ve Avrupa’nın planları ile Sayın Başbakanımız Arap halkının göz bebeği oldu. Geçmişte Osmanlıya yapılanları unutmuşa benziyoruz. Resimler posterler asıldı her tarafa. Dikkat ettiniz mi, Avrupa ve Amerika basını bu haberleri bizden daha çok, baş sayfalarda veriyor ve adeta şeytani bir planın sinsi uygulanışı apaçık görülmektedir. Avrupa ve Amerika bunu yapıyorsa, bizlerin binlerce kez düşünmezi gerekmez mi, ne dersiniz? Saddam ı hatırlayınız, komşu ülkenin topraklarını işkâl etmeden önce, Amerika adeta Saddam a hadi işkâl et dercesine ortam hazırlayıp, ses çıkarmadığını eğer hatırlamıyorsak, aynı hatayı bizlere de yaptırıp, ülkemizi bir uçuruma sürüklediklerini de elbette göremeyiz. Karşımızdaki dost görünen düşmanların, fitne ve oyunlarını göremeyen yöneticiler seçiyorsak, çok üzgünüm sonucuna da hep birlikte katlanmasını bilmeliyiz. Başbakanımız, İsrail e verip veriştirdikten sonra, Amerikanın genelde İsrail in korunması adına ve yine komşumuz Rusya ya karşı Füze kalkanının, ülkemizde kurulmasına izin verilmesine, sizler neler söyleyeceksiniz? İşte her şey bir senaryo ve oyun. Öyle bir oyun oynanıyor ki, önce İsrail e ver veriştir, bak biz İsrail e karşıyız havası yarat, daha sonrada İran ın füzelerinden İsrail i korumak için, ülkemize füze kalkanı konmasına izin ver. Elbette Rusya nın füzelerine de karşı kuruluyor tüm bu füze kalkanları. Bu nasıl bir mantık doğrusu anlamakta zorlanıyorum. Başbakanımız bu füze kalkanı İran a karşı değil diyor, ama Amerika tam tersini söylüyor. Peki, kime karşı? Yalnız Rusya ya karşımı? Bunu yapmak komşularımızla aramızda düşmanlığı körükleyecektir, zaten Amerikanın ve Avrupa nın da istediği budur. Türkiye nin komşuları arasında düşmanlık tohumları ekmek ve Türkiye yi kendilerine muhtaç kılmaktır asıl amaç. Rusya ülkemize konması planlanan füze kalkanına karşı sesini yükseltmeye başladı. Bumu komşuyla dostça, sorunsuz yaşamak? Füze kalkanını kurmak isteyen şimdilik İran a karşı koyuyoruz diyor, daha sonra kimlere karşı kullanılacağını nereden bileceğiz. İçimize kadar soktuğumuz Amerikalının, bizler için kullanmayacağına kim garanti verebilir? Daha dün askerimize çuval geçiren zihniyete, nasıl güvenirde işbirliği yaparız, Allah aşkına bunu açıklayabilecek bir kişi var mı aramızda? Kur’an ın sesine kulaklarını tıkayıp, toplumu Allah ile aldatmanın Allah katında cezası, inanıyorum ki çok çetin olacaktır. Toplumumuzda, olan biteni sanki film seyrediyor gibi seyredip, tek bir ses bile çıkartmıyor, çünkü basın susturulmuş ele geçirilmiş. Şunu sakın unutmayalım, bir gün bu ülkede çok üzücü şeyler olursa, buna sessiz kalanlarında sorumlu olacaklarını, hatırlatmak isterim. Değerli kardeşlerim, ülkemiz üzerinde büyük oyunlar oynanmakta ve halkımız açıkça Allah ile aldatılıp, susturulmaktadır. Televizyonlar yazılı basın, tek bir ses haline geldi, yapılan yanlışlar yazılamıyor, halktan gizleniyor. Adeta dikta rejimlerini hatırlatıyor. Olup biten yanlışlıklardan tek kelime bahseden yok. Lütfen artık kendimize gelelim, uyurgezer halimizden kurtulalım. Bizi bizler değil, apaçık Amerika ve Yahudi zihniyeti, oynadıkları oyunlarla yönetmektedirler. Bizleri yönetenlerin, bu oyunların artık farkına varmalarını ve ülke içinde tüm partilerin bir araya gelerek, bu gerçeklerde birleşmeleri vakti gelmiştir. Elbette bir gün her şey ortaya çıkacaktır ama ülkemiz çok büyük yaralar alacaktır, bunu da unutmayalım. Cumhuriyeti çok büyük zorluklarla kurmuş bir millet olarak, ne yazık ki onun kıymetini de bilemedik. Atatürk liderliğinde tüm toplum, işkâl altında olan vatanı, toplumun kanları, canları pahasına onca zorluk ve yokluklarla hainlerden temizleyip, ülkeyi bizlere teslim etti. Bize teslim edilen vatanımızı ne yazık ki bizler gereği gibi, dâhili ve harici düşmanlardan koruyamadık. Geçmişte bizleri silahla yenemeyeceğini anlayan hainler, bugün yöntem değiştirdiler. Ne top kullanıyorlar, nede silah bizlere karşı artık. İnsanları can elinden vuracak, onların yüce değerleri nelerse, onları kullanıyorlar. Daha düne kadar İslam a küfredenler, bugün övgü yağdırıyorlar. Kendi kafalarında yeni bir İslam anlayışı yaratıp, bunlar ılımlı İslam diyorlar. İçimizden toplumda saygınlığı olan, çok önemli konumdaki kişileri seçip, onu da kullanmaktan çekinmiyorlar. Gün uyanık olma günüdür. Gün Allahın saf, katıksız rehberi Kur’an a sarılma günüdür. Allah birkaç kez Kur’an da bizlere, SAKIN SİZLERİ ALLAH İLE ALDATMASINLAR diyorsa, gelin Rabbin bu sözlerini doğru anlamaya çalışalım ve dikkatli olalım. Rahman söylüyorsa boşuna söylemez, bunu da unutmayalım. Sayın Başbakanımıza, vatandaş olarak bir çağrım var. Değerli Başbakanım, önce başınız sağ olsun demek istiyorum. Hepimiz insanız hepimiz hata yapabiliriz. Hele rakipsiz olmak insanın başını döndürür, büyük hatalar yapmasına neden olur. İşte bunun içindir ki lütfen akşam yatarken bu sözlerimi düşününüz. Bugün varsak yarın yokuz. Yaptıklarımızla anılacağız, Rabbime de hesabını vereceğiz. Ben nerede hata yapıyorum diyerek nefis muhasebesi lütfen yapınız. Çünkü halk iyiden iyiye bölündü. Bizden, bizden olmayan, inanan inanmayan diye. Kimin gerçek iman ettiğini Rabbim yalnız ben bilirim diyorsa, kimin Rahman katında en doğru insan olduğunu bizler değerlendirmeyelim. Toplumu yönetirken inanç değerlerini lütfen kullanmayalım. Bırakalım her beşer kendi imtihanını yaşasın. Toplum korku içinde, Bizler Müslüman kardeşlerimizin hatalarını bağışlarız halk olarak. Yeter ki hatalarımızın farkına varıp, ülkemizi ne Amerika ya nede Avrupa’nın kumandasına vermeyelim. İzlenen politikayı halk olarak, üzüntüyle seyrediyoruz. Daha önce söylenenlerle, daha sonra yapılanlar, bizleri çok üzüyor. Birilerinin çıkarları için Müslüman toplumlara, komşularımıza karşı olmayalım. Onların yanlışlarını elbette söyleyelim, ama yapıcı olalım, onlara yardım edelim. Suriye ve İran geçmişte bizlere çok zararlar vermesine rağmen, onlar hem bizlerin komşusu, hem de din kardeşleridir. Onlarla kavgada ederiz, ama sonunda barışırız. Lütfen izlediğiniz politikayı gözden geçiriniz. Dostumuzu ve düşmanımızı daha iyi tanıyıp, geçmişten dersler alarak, politikamızı daha dikkatle yönlendiriniz, sizlerden Türk toplumu olarak dileğimiz budur. Amerika ve Avrupa nın İran ve Suriye hakkındaki söylemlerine lütfen dikkatle bakınız. Hepsi dikkatli konuşuyor. Çünkü biliyorlar ki tüm bunlar geçici, daha sonra birbirlerine muhtaç olacaklar. Bunun içindir ki Amerikanın ve Avrupa nın lütfen oyunlarına, kışkırtmalarına gelmeyelim. Ülkemiz çok büyük bir imtihandan geçiyor. Gelin bu imtihana aklımızı ve mantığımızı kullanarak hazırlanalım. Sen ben demeyelim. Daha önce siz yaptınız sıra bizde dersek, bunu yaparsak, bu iş sıra takip eder duruma gelir. Bir gün sıra karşı tarafa geldiğinde, daha da sert davranışlar kaçınılmaz olacaktır. Böylece toplum birbirinden intikam alır hale gelecektir. Düşmanlarımızın isteği de budur. Yine olan ülkemize olur. Bunun olmasını isteyenler, bu ülkenin düşmanlarıdır. Dikkatle düşününüz, hem Amerika hem de Avrupa, daha önceleri bugün hükümette olan düşüncenin, tam tersine onay vermiş desteklemiş, hatta bugünkü düşünceye karşı olanlardı. Unutmayınız hainlerin tarafı yoktur. Onlar kimler hükmediyorsa onlardan yanadır. Ülkemizde kan dökülüyor. Vatanı savunmak adına şehit olanların, artık adı bile anılmaz oldu. Bu davranışlar bizlerin ciğerini yakıyor, bizlere azap veriyor. Ben en yakınım öldüğünde ne kadar gözyaşı döküyor üzülüyorsam, kutsal vatanım için ŞEHİT olan vatan evladı içinde, en az o kadar gözyaşı dökebilmeliyim. Yetki verip seçtiklerimizin, bu olaylar karşısında üzüntülerini çeşitli sözlerle dile getirmesini değil, soruna çare olmasını bekliyoruz. Hükmetme makamı, çare üretme makamıdır. Bu Dünya hayatı çok kısadır sakın unutmayalım. Bugün varsak yarın yokuz. Allah cennetinin en güzel katını, barışta ve hayırda yarışanlara ayırdığını söyler bizlere. Bunun tersini yapan, kardeşi kardeşe düşman eden sen, ben, onlar diye toplumu ayıranların durak yerini de, düşünmek bile istemiyorum. Halkı, toplumu birbirine düşürenler, din adına toplumu ayıranlar, İslam ı kendilerince bir şekle büründürenler, dini Allah ile kul arasından uzaklaştırıp, araya beşeri sokanlar, Rabbim e öyle bir hesap verecekler ki, bunun azabını fark edemeyene, şiddetini anlatmak da imkânsız olacaktır. Dilerim güzel vatanımızda dostluk ve kardeşlik rüzgârları eser. Yine dilerim Rabbimden, Amerika nın ve Yahudi oyunlarının farkına varan, özgürce yönetilen, bir ülke oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  13. Bizleri din adına birileri öyle yönetiyor ki, sanırım eğriyi doğrudan ayırabilmemiz için, eğer Rabbin gönderdiği Furkan ile aramıza bir duvar örülmesine müsaade etmiş, onunla bağımız kesilmiş ise, doğrusu nasıl bir yolda yürüdüğümüzün de farkına varmamız, mümkün olmayacaktır. Geleneksel İslam ın öğretisinde Allah a, Tanrı ya da ilah demenin yanlış olduğu öğretilmiş ve Allah ın 99 ismi içinde, Tanrı kelimesi geçmiyor, onun için bu ismi kullanamayacağımız bizlere öğretilmişti. Fakat ayetler üzerinde bir bütün olarak düşündüğümüzde, bu düşüncenin doğru olmadığını göreceksiniz. Bu düşüncelerimi sizlerle de paylaşmak istiyorum. Önce sizlere bazı ayet örneklerini vermek istiyorum, ama aynı ayeti yine Diyanetin yayınladığı, fakat her ne hikmetse bazı kelimeleri zamanla değiştirip yayınladığı, meallerinden dikkatinizi çekmesi adına örnek vermek istiyorum. Acaba gerçekten Kur’an da, TANRI YA DA İLAH kelimesi geçmiyor mu, bunu gelin birlikte anlamaya ve üzerinde düşünmeye çalışalım. Diyanet İşl. Bşk. eski meali: HUd 84: Medyen halkına kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Şöyle dedi: "Ey milletim! Allah'a kulluk edin; O'ndan başka Tanrınız yoktur. Ölçüyü tartıyı eksik tutmayın. Doğrusu ben sizi bolluk içinde görüyorum ve hakkınızda kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum." Diyanet İşl. Bşk. yeni meali: Hud 84: Medyen halkına da kardeşleri Şu’ayb’ı peygamber gönderdik. O, şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum. Ben sizin adınıza kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.” Yukarıdaki Diyanet İşleri Başkanlığının, önce ve daha sonra yayınladığı mealleri üzerinde düşünelim. Çok ilginçtir Diyanet ilk çevirisinde bu sözcüğü, TANRI kelimesiyle çevirmekte hiçbir sakınca görmediği halde, daha sonra sanırım geleneksel İslam ın baskısı sonucu olsa gerek, değiştirme gereği duymuş ve ilah olarak çevirmiş. Hud suresi 84. ayette geçen cümleye bakalım önce. ("Ey milletim! Allah'a kulluk edin; O'ndan başka Tanrınız yoktur.) Cümlenin ilk bölümünde Rahmanın, yaratıcının bizzat özel ismiyle bahsediliyor ve Allah a kulluk etmemiz emrediliyor. Peki, ondan sonra kurulan cümlede geçen, ondan başka Tanrı yoktur, ya da daha sonra değiştirilen mealde geçen O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur sözleriyle ne anlatılmak isteniyor olabilir? Buradan şunu çok açık anlıyoruz ki, ilk cümlede Allahın birçok isimlerinden birisiyle zikredildiği halde, daha sonraki cümlede geçen çok özel bir isimle yani TANRI ya da İLAH kelimesiyle nitelendiriliyor. Demek ki son söylenen kelimenin anlamı, ilk söylenen Allah özel isminden, çok farklı olmalı değil mi sizce de? Ayetten anlaşıldığı gibi, ilk söylenen Rahmanın Kur’an da geçen birçok isminden birisi, ikinci zikredilende ise onun makamını, gücünü temsil eden ismi olduğu anlaşılıyor. Tam burada hatırlayalım, bizlere ne öğretilmişti? Tanrı kelimesi ile Allah ı anamayız, çünkü onun 99 ismi içinde Tanrı ismi yoktur. Eğer Tanrı kelimesini diğer 99 ismi ile aynı manada algılarsak, söylenenlere doğru dememiz gerekir. Fakat aynı cümle içinde, arka arkaya Rabbin çok farklı bir özelliğinden bahsediliyor ki, son bahsedilen ister Tanrı olsun ister İlah, burada geçen TANRI ve diğer kelimelerin anlamı çok farklı olduğu çıkıyor ortaya. Şimdide bu sözcüklerin ne anlama geldiğine bakalım. (İlah kelimesinin anlamı, Tanrı, mabud anlamları ile aynı olup, Kendisine ibadet edilen, mutlak tek güç, her şeyden çok sevilen kutsal olan, yardım istenilen ihtiyaç duyulan, anlamında kullanılır. Çok tanrılı dönemlerde bu kelimeler, birden fazla ilahlar için kullanılırdı. Tek tanrı yani Allahın indirdiği ehli kitap dönemlerinde, Allahtan başka İlah olmadığı, bir başka deyişle Allahtan başka Tanrı olmadığı için, artık bu kelime Yalnız Rahman için kullanılmaya başlanmıştır. Allah, Rahman ve benzerleri özel isimler olup, İlah, Tanrı kelimeleri ise, onun makamına, otoritesine ve yüceliğine verilen isimlerdir.) Yukarıdaki açıklama üzerinde düşünelim şimdide. Dikkat ederseniz öyle büyük, kutsal bir güçten bahsediliyor ki, makamına verilen isimle zikrediliyor. Bu isim Allahın Kur’an da verdiği özel isimlerden çok farklı anlamda gücünü, otoritesini yansıtan anlamında bir isim olduğu anlaşılıyor. Yani bizler TANRI ya da İLAH sözcüğüyle, Allah ı tüm genel özellikleri sıfatlarıyla, gücüyle kabul ettiğimiz anlamında onu anmış oluyoruz. Bu durumda Allah ı andığımızda Tanrı, ilah sözcüğünü kullanmamız, elbette yanlış olmayacaktır, bunu Kur’an dan açıkça görüyoruz. Fakat Kur’an ın zikrettiği diğer özel isimleriyle, bizzat Onu anmamız, ona özel isimleriyle hitap etmemiz, bizlerin yaratıcımıza daha yakın hissetmemize, neden olacağını düşünüyorum. Bu benim şahsi düşüncem olduğunu da belirtmek isterim. Bizleri Yaratan Rahman, kendi sıfatlarıyla bizlerin ona hitap edebileceğimizi, Kur’an da ki örnek ayetlerden anlıyoruz. Yaratanı anarken, Kur’an ın genelinde sıkça kullandığı isimlerle ona hitap etmemiz, daha doğru daha güzel olacağını şahsım adına düşünüyorum. Tanrı ya da ilah kelimesi, bazı yanlış bilgilerin etkisiyle, o kadar yanlış anlamlara dönüştürülüyor ki, anlamak mümkün değil. Örneğin bu konuda bakın neler söyleniyor? (Allah adı yerine, tanrı veya tanrı adı yerine Allah demek caiz değildir. Çünkü tanrı, ilah, mabud-put demektir.) Bu düşünce ve inanç yukarıdaki Hud 84. ayeti ve benzeri birçok ayeti, acaba nasıl çevirip anlıyorlar, bu ayetlerden haberleri yok mu, doğrusu merak ediyorum. Bizlerin her zaman Rahmanı zikredip övdüğümüz ve La ilahe illallah demekle, Rahmana bir söz verdiğimizi hatırlayınız. Acaba bizler bu sözle ne diyoruz? Allahtan başka ilah yoktur diyoruz. İşte bizler ne söylediğimizin farkında bile değiliz. Bizler La ilahe illallah diyerek Allahtan başka İlah, yani Tanrının olmadığını, sahte ilahlara iman etmediğimizi ve buna gönülden iman ettiğimizi Rabbimize her gün söylemiş oluyoruz. Bahsettiğimiz ayette geçen kelime yerine, ister Tanrı deyin, ister ilah hepsi aynı anlama gelmekte olup, bizlere öğretilen Allahın 99 ismi arasında yoktur. Demek ki ayette verilen anlamla, bizlere söylenen isimlerin anlamları çok farklıymış. Lütfen araştırınız, birçok Kur’an meallerinde, bu ayette geçen kelimenin, TANRI olarak çevrildiğini göreceksiniz. Yazımda anlatmak istediğimi daha iyi anlayabilmemiz, Allah ile Tanrı arasındaki farkı daha iyi kavrayabilmek için, Araf suresi 59. ayeti de örnek vermek istiyorum. Bakın Diyanet bile yanlış bir bilginin etkisiyle, neler yapabiliyor. Eski Diyanet İşl. Bşk. meali: Araf 59: And olsun ki Nuh'u milletine gönderdik. "Ey milletim! Allah'a kulluk edin, O'ndan başka Tanrınız yoktur; doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum" dedi. Yeni Diyanet İşl. Bşk. Meali: Araf 59: Andolsun, Nuh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Şüphesiz ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum” dedi. Bakın yine Diyanet İşleri başkanlığı dikkat ederseniz, değişim rüzgârlarını estirmiş. İşte kelimelerden medet umarak, yanlış inançlarımıza Kur’an ı uydurmak, alet etmek bu olsa gerek. Bu yöntem o kadar çok kullanılıyor ki günümüzde, birazcık düşünen tüm gerçekleri anlayacaktır. Biz yinede iyi niyetle bakalım ve doğruyu anlamaya çalışalım. Araf suresi 59. ayete baktığınızda yukarıda verdiğim ayet örneğiyle aynı şeyleri anlattığını görüyoruz. Bizler Yaratıcımızla daha samimi, daha yakın olabilmek, ona duygularımızı daha rahat açabilmek istiyorsak, Kur’an ın bütünlüğünde yüzlerce kez geçen, birbirinden güzel özel isimleri ile onu anmalı, ona hitap etmeli, ona yalvarmalı, ona kulluk etmeliyiz diye düşünüyorum. Bunu yaparak bizler kendimizi, Allah a daha yakın hissedebileceğimiz kanısındayım. Kur’an ı doğru anlamak için, önce kafamızdaki yanlış bilgilerden kurtulmalıyız. Daha sonrada Allahın Kur’an ı anlamamız için verdiği öğütleri hatırlayıp, aklımızı devreye sokmalıyız. Bakın o zaman her şey, nasıl çok daha farklı anlaşılacak göreceksiniz. Dilerim Rabbimden Kur’an ın ipine sıkı sıkı sarılıp, onu anlamak adına çırpınan kulları arasında oluruz. Yine Rabbimden dileğim, en az hata yapan kulları arasında oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  14. Bizlerin yaptığı en büyük yanlış, İslam ı gereği gibi, Allaha özgüleyerek, onun halis, katıksız dinini yaşamadığımızdan kaynaklanmaktır. Allahın rehberinden habersiz yaşadığımız içinde, onun uyarılarından uzak, dostunu düşmanını ayıramayan bir toplum olmuşuz. Düşmanımız içimize, yaşantımıza, inancımıza öyle bir sızmış ki, hala farkında bile değiliz. Bu sözlerimi neden söylediğime gelince. Allah Kur’an da öyle bir toplumdan bahseder ki, bu toplum Rabbin emirlerine karşı geldiği için, Allah ın bu toplumu şiddetle cezalandırdığı, hatta diğer kavimlere, toplumlara helal olan şeyleri, bu topluma haram kılarak cezalandırdığını anlatır. Sanırım bu toplumun kimler olduğunu hemen anladınız. İşte bizler, Allahın Kur’an da özel olarak birçok örnek verdiği bu toplumu, kendi geçmişlerindeki izlerinden, yaptıklarından çok iyi tanımalıyız ki, kendimizi onların şerrinden koruyabilelim. Bugün Dünyanın başına açıkça bela olan Yahudileri, çok iyi tanımalıyız. Geçmişte Allahın hışmına uğramış bir nesil, eğer aynı yol ve yöntemi bugünde kullanıyorsa, aynı yanlıştan kurtulamamışlar demektir. Bugün sizlere Yahudilerin, aynı kutsal kitap gibi gördükleri, geçmiş tarihlerini anlatan ve bu günde yaşamlarına geçirip örnek alan, atalarının yaptıkları yöntemi hala benimsediklerini, 12 kutsal saydıkları tarihi kitaptan birisi olan ESTER başlıklı bölümünden alıntılar yaparak, zihniyetlerini daha iyi anlamanıza yardımcı olmak istiyorum. Geçen gün Yahudilerin yaptıkları anlaşılan bir filimde, ESTER konusunu işleyen kaderin çağrısı ismiyle, bir özel kanalda yayınlanan filmi seyrettim. Film Yahudilerin Ester konusunu sinsice işledikleri, kendilerini masum gösterip, Yahudilere karşı tavır alan, sanki Kralın yanında yalnız bir yöneticinin marifeti gibi gösterilip, güzel bir sonla bitiriliyor. Fakat kendilerinin kutsal saydıkları 12 kutsal kitaptan olan ESTER bölümünde yazılan, Esterin kraliçe olup, Krala istediğini yaptırmaya başladıktan sonra olanlar, Yahudilere düşman olan topluma karşı yaptıkları soy kırım, filimde hiç işlenmemiş ve tek kelime dahi bahsedilmiyor. İşte sizlere, cesaret edip filimde tek kelime dahi bahsedemedikleri, Esterin kraliçe olduktan sonraki Yahudilerin, kendilerine karşı olan toplumlara, yöneticilere davranış ve hareketlerinden, kendi inandıkları, kutsal saydıkları kitaplardan alıntılar yaparak, anlatmak istiyorum. Asi, itaatsiz, kanunlara uymayan davranışlarından dolayı cezalar verilmekten kurtulan Yahudiler, kendilerine ceza vermek ve ülkelerinde isyanı önlemek isteyen yöneticilere ve birlikte yaşadıkları toplumlara neler yaptığını, lütfen kendi kitaplarından aldığım alıntıdan ibretle okuyunuz. Önce ESTER bölümden sizlere bir özet yapmak istiyorum ki, konu daha iyi anlaşılsın. Ester bir Yahudi kraliçedir. Kraliçe olmadan önce, Kralın yanındaki yöneticiler, Yahudilerin yaşadıkları ülkenin kanunlarına isyan etmeleri, baş kaldırmaları, birlikte yaşadıkları toplumlarla geçimsiz oluşları, söz dinlememeleri ve diğer toplumlarla yaşadıkları sorunlar neticesinde, kralı Yahudiler aleyhine yönlendirip, cezalandırılmaları yönünde ikna ediyorlar. Kralda bunun uygulanması, yani Yahudilerin cezalandırılmasını emrediyor. Fakat Ester Yahudi yöneticiler tarafından krala yaklaştırılıp, onu baştan çıkarıp, kendi güzelliği ve cazibesini kullanıp, onunla evlenerek kraliçe oluyor. Toplumunu, ırkını kurtarmak adına. Ester Kralı kendisine o kadar bağlıyor ki, o ne isterse vereceğini söylüyor. Tabi Ester halkının affedilmesini istiyor. Bundan sonra, Yahudiler aleyhine esen hava birden değişiyor, tersine esmeye başlıyor. Yahudilerin Ester örneğindeki taktiklerini, yaşadıkları bütün ülkelerde her zaman kullanmışlardır. Günümüzde dahi hükümetlere, yönetimlere sızarak, tüm Dünyanın yönetim kadrolarının içlerine girip, kendi inanç ve düşüncelerini kendi menfaatleri yönünde, nasıl gerçekleştirmeye çalıştıklarına, güzel bir örnektir. Bakın Esterin Kralı, kendi güdümüne aldıktan sonra, Yahudilerin kendi düşmanlarına nasıl davrandıklarını ibretle görünüz. Acaba toplumu kendilerine bağlamaya, onları ikna edip onlarla birlikte dostça, kardeşçe yaşamanın yollarını mı aramışlar, yoksa….? Evet, yoksa nın cevabını, aşağıda kendi inandıkları değerlerde göreceksiniz. Bu inancında, nesiller boyu devam etmesi gerektiğini, nasıl kendi nesillerine öneriyorlar ibretle okuyalım. Bu inanca sahip olan bir toplumun etkisi altına girersek, içimize, yönetime sokarsak, Allah bizleri korusun, halimiz nice olur diye de, lütfen iş işten geçemeden çok iyi düşünelim. Bizler bu gerçekleri gördüğümüz halde, gözlerimizi hala kapamaya devam mı edeceğiz? Yorum sizlerin. ESTER 9: 2.Kral Artakserkses'in tüm illerindeki kentlerde Yahudiler bir araya geldiler. Onlara zarar vermeyi tasarlayanlara bir darbe indirmek istiyorlardı. Hiç kimse onla¬ra karşı koymadı, çünkü çeşitli uluslar şimdi Yahudilerden korkuyordu. 3.İl yöneticileri, prensler, valiler ve kralın memurları, hepsi de Mordekay'dan ürktükleri için Yahudileri destekli¬yordu. 5.Böylece Yahudiler tüm düşman¬larını kılıçtan geçirdi, bunun sonucun¬da ülkede kan döküldü, yıkım oldu. Yahudiler düşmanlara karşı başarılı oldular. 6.Yalnız Sus Kalesi'nde Yahudiler beş yüz kişi öldürdü. 12.O da Kraliçe Ester'e şöyle dedi: "Sus Kale¬si'nde Yahudiler beş yüz kişiyi ve Haman'ın on oğlunu öldürdü. Krallığın öbür illerinde kim bilir neler yaptılar? İstediğini bildir, sana vereyim. Dileği¬ni söyle, bildirdiğin an senin olsun." 13.Ester şu yanıtı verdi: "Eğer kral isterse, Sus'taki Yahudiler kralın bu¬günkü bildirisini yarın da uygulasın. Haman'ın on oğluna gelince, onların vücudu darağacına asılsın." 14.Ardın¬dan kral bütün bunların yerine getiril¬mesini buyurdu. Sus'un bildirisi ya¬yınlandı ve Haman'ın on oğlu asıldı. 15.Böylece Sus'taki Yahudiler Adar ayı¬nın on dördüncü günü yeniden toplan¬dılar ve kentte üç yüz erkek öldürdü¬ler. Ama kenti yağma etmediler. 16.Kralın illerinde yaşayan öbür Ya¬hudiler hayatlarını korumak ve düşman¬larından kurtulmak için toplandılar. Düşmanlarından yetmiş beş bin kişiyi kılıçtan geçirdiler. Ama çevreyi yağma etmediler. 17.Bütün bu olaylar Adar ayı¬nın on üçüncü günü oluştu. On dördün¬cü günü dinlendiler, şölenler verip se¬vindiler, 27.Yahudiler her yıl, buyrulan biçimde ve tarihte, bu iki günü kesinlikle kutlamaya ant içtiler. Kendi soylarından olanların ve onlara katılanların da aynı şekilde davranma¬larını salık verdiler. 28.Böylece her kent¬te, her ailede bir kuşaktan öbür kuşa¬ğa anımsanan ve kutlanan bu Purim günleri asla kaldırılmayacak ve bu günlerin anısı soylarında asla yok ol¬mayacaktır. Purim olayları bugün İran diye adlandırılan topraklarda yaşanmış olup, bu devrin kalıntıları da bu Ülkede olduğu söylenmektedir. Bugün bu büyük olay, çoğumuz tarafından bilinmemekte, hiçbir tarihçi bu olaylardan özellikle bahsetmeyerek, aslında Yahudilerin ne derece soy kırımcı bir nesil, ırk olduğu saklanmaktadır. Yukarıdaki bilgileri okudunuz, işte Yahudilerin düşmanlarına yaptıkları. Düşmanlarını siyasi olarak yenmeleri onlara yetmiyor. Hatta düşmanlıkları ortadan kaldırıp, tersine çevirmeleri de onların kinlerini, nefretlerini yatıştırmıyor. Kendilerine zarar vermeyi planlayanlardan, (hiç kimse onla¬ra karşı koymadı, çünkü çeşitli uluslar şimdi Yahudilerden korkuyordu) Diye de çok açık kendileri kitaplarında yazdıkları halde, onlar bu insanlara nasıl davranıyorlar, işte burası çok önemli. Hâlbuki peygamberimiz kendisine saldırmayan hiç kimseye savaş açmamıştı, hatta daha önce düşman oldukları açık belli olduğu halde, onları kazanmak için çaba göstermiştir. Çünkü sana düşman olana, sen dost elini uzatacaksın ki, onlara doğruları anlatıp, dostluklarını kazanacaksın. İşte aramızda ki inanç farkımız. Bakın onlardan korkar hale gelenlere bile, onlar neler yapmış özetleyelim. (Böylece Yahudiler tüm düşman¬larını kılıçtan geçirdi, bunun sonucun¬da ülkede kan döküldü, yıkım oldu.) (Yalnız Sus Kalesi'nde Yahudiler beş yüz kişi öldürdü.) (Krallığın öbür illerinde kim bilir neler yaptılar?) (ve kentte üç yüz erkek öldürdü¬ler.) (Kralın illerinde yaşayan öbür Ya¬hudiler hayatlarını korumak ve düşman¬larından kurtulmak için toplandılar. Düşmanlarından yetmiş beş bin kişiyi kılıçtan geçirdiler.) Yukarıdaki katliamlara uğrayanlar, karşılık verecek güçleri olmayan, daha önce birlikte yaşadıkları toplumlar, halk olduğunu unutmayalım. Öldürülenlerin sayısını iyi analiz etmeliyiz. Çünkü o devirde nüfus çok kalabalık olmadığı halde, öldürdükleri rakamlar ürkütücüdür. Fakat Yahudi düşmanları bunlar. İşte Yahudi zihniyeti. Ya sonradan bizlere düşmanlık yapmaya kalkarlarsa? İşte sırf bu düşünceden kurtulmak için, düşmanlarının soylarını kurutmak adına, nasıl bir katliam yapıyorlar. Hiç düşünmeden yok etmenin, kılıçtan geçirmenin, kendilerinin hakkı bir davranış olarak görebilmek, aklın ötesinde şeytanın bile yapabileceği bir davranış olmasa gerek. Tüm bu gerçekleri yeni nesil Yahudilerin, atalarının yaptığı büyük yanlışları farkına varıp, vazgeçmelerini umut ederim. Kendisini sevdiremeyen, değişik toplumlarla uyumsuz bir millet, işte karşısındaki toplumdan ancak böyle pervasızca intikam alır. Birde onlara Osmanlının nasıl kucak açtığını düşünün. İşte millet olarak aramızdaki fark, şükürler olsun. Bu apaçık SOYKIRIMDIR. Ama kendileri soykırım yaptığında soykırımdan söz etmeyenler, kendilerine yapıldığında takındıkları tavır düşündürücüdür. Geçenlerde bir haber dikkatimi çekti. 27 Ocak Uluslararası Yahudi Soykırımı Kurbanlarını Anma Günü nedeniyle tören yapıldı, Diye yazıyordu ülkemizde. Kendi ırklarının soykırıma muhatap olmalarını anıyorlardı. Buraya katılan ilk, Türk üst düzey yöneticilerin katılmaları dikkat çekti, diye yazıyordu haber başlığında. Elbette onlara yapılanları kınıyoruz. Ya onların geçmiş yüzyıllarda toplumlara yaptığı ve kendi kutsal kitaplarında yazan toplumlara reva gördükleri soy kırımları kimler kınayacak? Bu düşüncenin, zihniyetin yanlış olduğunu kalplerinin bir köşesinde duydukları, insanlık kırıntılarından olsa gerek, toplumların geçmişte atalarının yaptıkları duyulmaması için, ellerinden geleni yapıyorlar ve duyulmasın diye önlemler alıyorlar. Gerçi bunu da başarıyorlar. Bu olayı hangimiz daha önce duymuştuk, bir düşünün isterseniz. Ben bu konuyu başka bir yazımda, daha önce dile getirmiştim, Rabbim izin verirse bıkmadan, usanmadan anlatmaya devam edeceğim. Lütfen bu yazıyı bu bilgiyi dostlarımızla paylaşalım ki, karşımızdaki soykırımcı bir nesil, çok daha iyi anlaşılsın. Çok ilginçtir ki yaptıkları bu soy kırımların asla unutulmaması için, bu olayın kuşaktan kuşağa aktarılması isteğidir. Bakın soylarının devamının da, nasıl aynı şekilde davranmasını istiyor. ( Kendi soylarından olanların ve onlara katılanların da aynı şekilde davranma¬larını salık verdiler. ) Bu anıyı soylarında taptaze yaşatmak isteyen bir ırk, nasıl olurda insancıl ve karşısındaki topluma Allahın yarattığı bir kul olarak değer verir, hiç düşündünüz mü? Bu sorumun cevabını da, sizler nefsinizde değerlendiriniz. Yine aynı kitabın 10. bölümünde bakın Yahudiler kendi ırklarını nasıl görüyorlar. Böyle bir ırk, böyle bir nesil hayalinizde canlandırabiliyor musunuz? Lütfen aşağıdaki sözleri, zihniyeti bir an karşınızda canlandırın, hayal edin. Daha sonrada bu Dünya nasıl bir tehlike ile karşı karşıya, onları da düşünün? Bir gün Dünya, Yahudi zihniyetinin ne olduğunu, kendilerine de zarar vermeye başladığında farkına varacaklardır, tabi iş işten geçmediyse. ESTER 10: 5.Uluslar, Ya¬hudi adını ortadan silmek için birle¬şenlerdi. 6.Tek ulus, benimkidir, İsra¬il'dir. Tanrı'ya yakardılar ve kurtul¬dular. Evet, Rab ulusunu kurtardı, Rab bizi tüm bu kötülüklerden kurtardı. Tanrı uluslar arasında asla görülme¬yen belirtiler ve doğaüstü olaylar oluş¬turdu. 7.O, iki yazgı saptadı, biri kendi ulusu içindi, öteki de tüm öbür ulus¬ları ilgilendiriyordu. 8.Bu iki yazgı Tanrı'nın tüm uluslarla ilgili olarak sapta¬dığı saatte, zamanda ve günde ortaya çıktı. 9.Böylece Tanrı ulusunu anımsa¬dı ve mirasını korudu. Yahudiler tüm insanlığı ikiye ayırıyor ve bakın ne diyorlar? 5.Uluslar, Ya¬hudi adını ortadan silmek için birle¬şenlerdi. 6.Tek ulus, benimkidir, İsra¬il'dir. Ne kadar korkunç bir düşünce değil mi? Tek gerçek ulus, Allahın sevdiği ulus, kendi ulusları olduğunu söylüyorlar ve karşısındaki uluslar içinde kendilerine düşman olan, daha açıkçası kendisinden olmayan uluslar olarak ayırıyor. Tek ulusun İsrail olduğunu söyleyen bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu bencil düşünce Dünya toplumlarına neler yapar, Rabbim bunların şerrinden ülkemizi ve Dünya uluslarını korusun ve gerçekleri görmemizi sağlasın. Şu sözleri söyleyen ve tüm insanlığı biz ve diğerleri diye ayıran bir inancın, nasıl bir inanç olduğunu, şeytanın bile bu sözleri söylemeye korkacağını düşünmüyor musunuz? 7O, iki yazgı saptadı, biri kendi ulusu içindi, öteki de tüm öbür ulus¬ları ilgilendiriyordu. Allahın ulusu olarak, yalnız Yahudiler kendilerini görüp, şu sözlere inanıyorlarsa, bu toplumdan ne beklersiniz siz. 9.Böylece Tanrı ulusunu anımsa¬dı ve mirasını korudu. Yani Tanrı kendi ulusu olarak Yahudileri hatırladı ve onları korudu. Acaba diğerleri kimin ulusu ve kulları? İşte Yahudi zihniyeti. Ben Allahın ulusuyum, sizlerde bizlerin emrinde emir kullarısınız düşüncesiyle, karşısındaki insana bakanlardan, ne insaf beklenir nede adalet. Bir gün tüm Dünya, bunun farkına varacaktır. Yüzlerce yıl öncesinden günümüze kadar, tüm Dünyanın içine sızmış, hatta karşı dinlerin içine girip, onlara kendi inançlarını benimsetmiş bir ırk, bir nesil ile bugün karşı karşıyayız. Ama bunların maskeleri Allahın izniyle düşüyor artık. Bizlere düşen hep birlikte bu gerçeklerin farkına varıp, dinimize soktukları hurafelerden temizlenip, Rabbin saf, katıksız, halis dinine, kitabına sarılıp gerçek İslam ı yaşamak olmalıdır. Bizler Kur’an ı devre dışı bıraktığımız, aklımız yerine beşeri rivayetler ve hurafelerin peşinden koştuğumuz sürece, Allah bizleri böyle insanlara muhtaç edecektir. Şeytanı yaratan Rabbim, şeytanlaşmış kullarının, toplumların yoluyla da kullarını, imtihan edecektir elbette. Zor imtihandan geçmek istemiyorsak, dersimize doğru çalışalım, Rabbin emirlerini doğru yerde arayalım. Dilerim mahşer günü, hesabın görüleceği O gün yüzleri gülen, eğriyi ve doğruyu Rahmanın gönderdiği FURKAN ile ayırt ederek huzura giden, yüzleri ak, gönülleri mutlu olan kullarından oluruz. Yine dilerim Rabbimden, artık toplumumuz ve tüm DÜNYA, Yahudi oyunlarının farkında olur. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  15. Bizler İslam ı yaşarken, acaba Allahın Kur’an da emrettiği şekilde mi yaşıyoruz? Ya yanlış yaşıyorsak, bu ihtimali lütfen göz ardı etmeyelim. Allahın rehberini anlayarak okuyalım ve üzerinde düşünelim ki, sonra pişman olmayalım. Hangimiz Kur’an ı anlayarak kaç kez okudu? Bu soruyu kendimize soralım. Cevabınızı tahmin ediyorum. İbrahim suresi 52. ayeti sizlere hatırlatıp, sizlerin üzerinde düşünmenizi rica ediyorum. İbrahim 52: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. Allah bizlere öyle bir kitap göndermiş ki, bu kitap bizleri uyarıyor, yol gösteriyor. Çok daha güzeli ve düşündürücü olanı ise, aklı ve gönlü işleyenlerin, yani düşünenlerin aklını kullananların ibret alacağını, doğru yolu bulacağı bir tebliğ olduğunu söylüyor. Bunu söyleyen bizlerin yaratıcısı, lütfen bunu unutmayalım. Bizlerin doğru yola ulaşmamız için, aklını kullanan kullarına gönderdiği, bir rehber, doğru yolu bulmak adına verilen öğüt, olduğunu söylüyor. Peki, bizler neler söylüyoruz Kur’an için, isterseniz hatırlayalım. Çünkü bu konu çok önemli, bende bu konu üzerinde çok duruyorum ve her yazımda bıkmadan usanmadan gündeme getirip, yaptığımız bu büyük hatanın bizleri nerelere götüreceğini iyi hesap etmemiz gerektiğini, düşünmeye davet ediyorum. Günümüzde ne yazık ki toplum ile Kur’anın arasına girenler, Toplumu Kur’an dan uzaklaştıranlar, bakın neler öğrettiler bizlere. Sizce Rahmanın kullarını uyarmak ve aklı gönlü işleyenler içinde ibret olsun diye gönderdiği Kur’an, aşağıdaki ithamları hak ediyor mu? -Kur’an ı herkes anlayamaz, hüküm çıkaramaz. -Kur’an da her şey yoktur, özet bilgiler vardır. -Kur’anı veli insanlar, alimler anlar. -Kur’an doğru bir şekilde, hiçbir dile çevrilemez. -Anlamasan da Arapçasından oku, Allah sevap yazar. -İslam ı doğru anlamak ve yaşamak istiyorsanız, fıkıh kitaplarına bakacaksınız. Bu sözleri herhangi bir yazarın kitabına atfen söylesek, acaba kitabın yazarı bu sözleri duyduğunda nasıl karşılardı? Sanırım çok ama çok üzülürdü. Çünkü bir yazar kitap yazarken, dikkat etmesi gereken en önemli konu, toplumun geneline hitap edecek şekilde, anlaşılır yazmasıdır. Sizce Kur’an yukarıdaki sözleri hak ediyor mu? Bunları duyan rahman bunun hesabını sormaz mı bizlerden? Allah bizleri affetsin. Rabbim Kur’an da ki tebliğleri anlasınlar diye, Araplara Arapça bir Kur’an indirdiğini söyler. Hatta Arapça indirmeseydik, Araba yabancı dilde bir Kur’an mı diyecektiniz diye de, Arapça indirme nedenini açıklar. Önce şunu düşünelim, bu Kur’an yalnız Araplara mı indi? Elbette hayır, tüm cihana, tüm âleme tebliğdir, uyarıdır yol göstericidir Kur’an. Peki, bizler neden anladığımız dilden okumuyoruz. Çünkü anlamamız öncelikle şart, daha sonra üzerinde düşünmemiz, aklımızı kullanmamız emrediliyor. Yoksa nasıl tebliğ alırız Rahmanın sözlerini. Fakat yukarıda Kur’an için söylenenlere inandığımızda, artık bizim Kur’an ile aramıza girilmiş, gerçek tebliği alamaz olmuşuz demektir. Bu durumda yaşadığımız İslam, Rabbin istediği bir İslam olur mu? Günümüzde Kur’anın, çok ileri derecede devre dışı bırakıldığını görmek, bana sonsuz acı veriyor. Bir arkadaşım bana şöyle ithamda bulundu. Yazılarınızda hep aynı konuları işliyorsunuz, ezberledik artık diyor. Çok doğru söylemiş arkadaşımız, benim yazılarımda tek bir amacım var. Ben Müslüman ım diyen kardeşlerimi Kur’an ı anlayarak okumaya davet etmek ve bize din adına öğretilenleri, Kur’an ile karşılaştırıp hurafeleri içimizden temizlemektir tek amacım. Müslüman toplumlar ne yazık ki Kur’an dan o kadar uzaklaştırıldı ki, Peygamberimizin hesap günü söyleyeceği o acı söz, sanırım artık gerçek oldu. Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Gerçektende gün bataklıktan kurtulma günüdür. Ya peygamberimizin hesap günü üzüntüyle söyleyeceği, Kur’an ı devre dışı bırakanlardan olacağız, ya da hurafelerden kurtulup bataklığın içinden, Allahın rehberine sarılarak kurtulacağız. Allah açıkça İbrahim suresi 52. ayette, bizlerin Kur’an ile uyarılacağı, aklı ve gönlü işleyenlerin ibret alacağı bir tebliğ olduğunu söylediği halde, bizler hala bu ayetlere gözlerimizi yumup, beşerin hurafelerine uyarak, Allahın kitabına saygısızlık yaptığımızın farkında bile değiliz. Çünkü rehbere müracaat edip, aklımızı kullanma şansımız ortadan kaldırılmıştır. Ayetler üzerinde düşünmeyen, aklını kullanmayanda, elbette ibret alamayacaktır. Allah kullarına her dile çevrilmeyen, herkesin anlayamayacağı, her hükmün detaylı açıklanmadığı bir kitap, rehber gönderip daha sonrada bu kitaptan hesap sorar mı? Buna nasıl inanabiliriz? Bakın Allahın şu ayetini de mi gören yok. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Bıkmadan usanmadan, hep aynı konu üzerinde yazılar yazmamın nedeni, şimdi çok daha açık anlaşılmıştır umarım. Allah sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim, ayetleri anlayarak okuyun ve üzerinde düşünün diyor, fakat birileri Kur’an ile aramıza girip, öyle bir set çekiyor ki, artık Rahmanın gerçeklerini görmek, gönlümüzü onun ışığıyla doldurmak, imkansız hale geliyor. İmanımızı yaşarken eğer yanlış bir yerden başladıysak, bu yolun ulaşacağı yer, Allahın makamı olamaz. Bende tüm yazılarımda tek bir konuyu işliyorum, bıkmadan usanmadan. Gelin din ve iman adına Kur’an a sarılalım, onu anlayarak bolca okuyalım ve üzerinde düşünelim. Bakın hayata bakış açımız, o zaman nasıl daha farklı olacak göreceksiniz. Düşünebiliyor musunuz, Allah sorumlu tutulacağımız bir rehber gönderiyor, açıkça bu kitaptan sorgulanacaksınız diyor, ama bizler bu kitabı anlaşılması zor ve özet bilgiler yaparak, beşerin ve edindiğimiz velilerin kitaplarına yönlendiriliyoruz ve işin kötüsü bunlara da inanıyoruz. Birde Rabbim sakın velilerin ardına düşmeyin diye, tembihler ettiği halde bu hatayı Kur’an dan habersiz olduğumuz için yapıyoruz. Bakın aynı ayetin bir öncesine bakalım, Rabbim ne diyor? İbrahim 51: Çünkü Allah, her benliği kendi kazandığıyla karşı karşıya getirecektir. Allah, hesabı çok çabuk görür. İşte Kur’an ı anlayarak okuyanla, anlamadan okuyanın farkı ne kadar açık anlaşılıyor. Allah sizlere gönderdiğim Kur’anı iyice okuyup anlayacaksınız, düşüneceksiniz, daha sonrada bunları hayatınızda uygulayacaksınız, çünkü bu yolda yaptıklarınızdan, kazandıklarınızdan sorumlu tutacağım diyor. Ama birileri bizlere Kur’anı herkes anlayamaz, orada her şey yoktur özet bilgiler içerir, Kur’an her dile çevrilemez demiyor mu? Eğer söyledikleri doğru olsaydı, bizlerin hali nice olurdu? Anlayamadığımız bir dilde rehber, her dile çevrilemiyor, birilerine güvenip onlardan öğreneceğiz ve hepimiz aynı şartlarda bu kitaptan sorumlu olacağız, öylemi din kardeşlerim? Yazılarımda Kur’an ı anlayarak okuyup, düşünerek aklımızı kullanarak iman etmemiz gerektiğini hatırlattığımda, bazı kesimden inanılmaz tepkilerle karşılaşıyorum ve bana, ne yani peygamberimiz postacımıydı suçlaması yapılıyor. Hatta sünnet inkârcısı diyecek kadar işi ileri götürüyorlar. Aklı başında hiçbir Müslüman peygamberimizin sünnetini inkâr etmez. Çünkü peygamberimiz bizler için örnektir. Ama aklı başında bir Müslüman da, bu peygamberimizin hadisidir dediği sözleri de, Kur’an ile karşılaştırmadan da kabul etmez. Bunu yapmamızı zaten peygamberimiz istemiştir. Şunu sakın unutmayalım, peygamberimizin aldığı görev yalnız Kur’an ı tebliğ etmek ve Allahın dinini anlatmaktı. Peygamberimizin yalnız Kur’an a uyacağı ayetlerini, lütfen aklımızdan çıkarmayalım. Rahmanın elçisine verdiği görev ve sorumluluk çok açık Kur’an da anlatılmıştır. Rabbin vermediği bir yetkiyi bizlerin peygamberimize vermesi, bizleri doğru yoldan saptıracaktır, bunu da unutmayalım. Allah hiç kimseyi hükmüne ortak etmez diyor da, biz Kur’an da hiçbir eksik bırakmadık diyorsa, lütfen artık kendimize gelelim. Dilerim Rabbimden, Kur’an a yaptığımız bu saygısızlığın farkına varıp, yaptıklarımızdan vazgeçeriz. Yine dilerim Rabbimden aklını kullanan, Kur’an ile nefsini terbiye eden ve ona göre yaşayan Rabbimin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  16. Hani bir söz vardır, minareyi çalan kılıfını hazırlar derler. İşte bir arkadaşımız öyle bir yazı yazmış ki, ne yazık ki Kur’an dan uzaklaşmış hurafe ve bit atlarla dolu bir inancın korunması adına, Rabbin rehberine uymayan, ona tamamen ters fikirlerle, bu inanca kılıf arama çabasında olduğuna üzülerek şahit oldum. Yazısının başlığı maksatları dini tartışılır hale getirmek ti. Hâlbuki tartışma konusu yapmak dahi istemediği konu, apaçık Kur’an ve Rabbin ayetleri değil, onun yanında rivayetlerle gelen, Kur’an da bahsi dahi geçmeyen yüzlerce hükümlerin, akıl ve mantık kabul görmese dahi, onu yaşamamız kabul etmemiz gerektiğini savunması. Elbette herkesin sözleri kendisini bağlar, benim çabam Kur’an ile uyarmaktır o kadar. Okuduğum yazıdan çok fazla örneğe gerek yok sanırım, arkadaşımız bakın Kur’an için ne söylüyor. İslamiyet akıl ve mantık dinidir diyenlere. (“İslamiyet akıl mantık dinidir.” Hâlbuki İslamiyet vahiy dinidir; Cenab-ı Hakkın, Peygamber efendimize vah yettiği, bildirdiği bize de, Peygamber efendimizden, Eshabından ve İslam büyüklerinden nakledilerek gelen dindir. Bunun akla, mantığa uygunluğu tartışma konusu yapılamaz. Yapılırsa, ortaya atılan din değil, o kimsenin düşüncesi olur.) Acaba gerçekten İslamiyet yani Kur’an ın emirleri, akla, mantığa düşünmeye bizleri yönlendirmiyor mu? Gelin isterseniz bunu da Rabbin rehberine soralım. Bakalım ayetlerini indiren Rahman, siz anlayamazsınız, onun için düşünmeden kabul edin mi diyor, yoksa ayetlerin sonunda bizleri düşünmeye, aklımızı kullanmaya mı yönlendiriyor. (Hâlâ düşünmüyor musunuz?", Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz, Öğüt alan yok mudur, Yemin olsun ki, biz, Kur’an'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var, Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz.) Ne dersiniz, bakın Yüce Rabbim ne diyor, minareyi çalanlar ise nasıl bir kılıf bulmuşlar yalanlarına, kimse itiraz etmesin diye. Elbette sultanlıklarını sürdürmek için, her şeye başvuracaklardır, ama başvurdukları içinde Kur’an ı anlayarak okumak ne yazık ki yok. Çünkü Kur’an ı bizler anlayamayız, onu veli insanlar anlar diyerek, bizleri Kur’an ı anlayarak okumaktan uzaklaştırıp, velilerin yazdığını söyledikleri, ciltlerce dolusu fıkıh kitaplarına muhtaç etmektedirler. Yazıda bu konuda özellikle işlenmekte. Düşünebiliyor musunuz, Rabbim in tüm cihana rehber ve hesabın sorulacağı kitap olarak gönderdiği Kur’an, hiçbir dile çevrilemiyor, herkes anlayamıyor, ama işin ilginci fıkıh kitaplarını yazan ya da veli kişilerin kitapları anlaşılıyor, öylemi dostlar. Bunun hesabı ve Rahmana yapılan bu saygısızlığın cezasını, düşünmek bile istemiyorum. Allah elçisini görevlendirmiş ve vahyettiklerinide kayda geçirip, bizlere iletmesini emretmişti. Kayda geçirilmeyen yani Kur’an da olmayan bir hükümden de sorumlu olacağımızı söylemek, Allahın sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum, hesabınızı bu kitaptan vereceksiniz sözlerine uymadığı halde, nasıl olurda beşerin sözlerine delil aramak adına, bu ve buna benzer yüzlerce ayetleri görmezden gelir, üstünü örteriz? İşin önemini anlatmak için de Rabbim, görevlendirdiğim elçim, eğer vah yettiklerimize bir söz ilave etmiş olsaydı, buda Allah katındandır deseydi, onun canını alırdık diye de bizlere konunun ciddiyetini anlatmıştır. Tabi anlayana, anlamak isteyene. İslam dini rivayetlerle, İslam büyüklerinden geldiğini söylediğimiz din değildir. Din Allahın Kur’an da emrettiği, apaçık arı duru katkısız dindir. Çünkü Hem Allahın elçisi, hem de ashabı, yalnız ve yalnız Kur’an a uymuş ve onu yaşamış tebliğ etmiştir. Bugün bizlere ulaşan onca bilginin, bahsettiğimiz kişilere ait olup olmadığından dahi emin olmadığımız halde, nasıl olurda hiç tereddütsüz, Kur’an ile karşılaştırmadan, bunları kabul eder iman ederiz, bunu çok iyi düşünmeliyiz. Allah Kur’an ayetleri üzerinde düşünmemizi, akıl yürütüp öyle kabul etmemizi istemesine rağmen, beşerin rivayetleri üzerinde düşünmeden, akıl mantık zinciri kurup, Kur’an ile karşılaştırmadan kabul edilmesini söylemek, Allahın dinine uymadığı gibi, bunu söyleyenlerin mutlaka sakladıkları, gizlemeye çalıştıkları bir şeyler var demektir. Son pişmanlık fayda etmez onu da unutmayalım. Allah emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, sizleri sorumlu tutarım diyorsa, aklını kullanmayanlara, düşünmeden iman edenlere, başka sözüm olamaz. İmtihanda olduğumuzu söylüyorsak, aklını kullanmadan imtihan olamayacağımızı da bilmeliyiz. Arkadaşımızın yazdığı sözler, günümüz İslam ın ne halde olduğunu gösteriyor bizlere. Rivayetler yoluyla gelen bilgiler için bakın ne söylüyor. (Bunun akla, mantığa uygunluğu tartışma konusu yapılamaz.) Düşünebiliyor musunuz, Rabbim Kur’an da gönderdiği ayetler için, düşün aklını kullan diyor, ama rivayetler yoluyla gelen beşeri sözler hakkında, akla mantığa uygunluğu tartışma konusu bile yapılmaz diyor. İşte içinde yaşadığımız İslam ın bu hale gelişinin ana nedeni. Dostlar, kardeşlerim bu Dünya hayatı bizlere çok uzun gibi geliyor. Düşünmeyi, aklı bir kenara koyduğumuz içinde, şeytanın ve şeytanlaşmış beşerin vesveselerine kanıp, bir oyana bir bu yana savrulup gidiyoruz. Ömür boşa geçiyor. İşin kolayını bulmuş, kendi imtihanımızı başkalarına havale etmiş, güzelim hayatımızı boşa geçiriyoruz. Uyanalım, kendimize gelelim. Ömrümüzün sonuna geldiğimizde, pişmanlığımız artık fayda etmeyecektir. Hesap günü Rahmanın huzurunda yüzlerimizin AK olmasını isteyen, Kur’anın ipine sarılır. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  17. Sayın Başbakanımız bizleri şaşırtmaya devam ediyor. Tabi kendisine oy verenleri de. Geçen gün Mısır ziyaretinde söyledikleri sözler, yaptığı açıklamalar karşısında toplum olarak, yine gözlerimiz açık kaldı. Tabi kendisine oy verenlerinde gözleri, tabiri caizse öyle bir açık kaldı ki, hala kapandığını sanmıyorum. Peki, neydi bu sözler ve açıklamalar? Basından aldığım bölümleri önce aktarmak istiyorum. (Türkiye’de anayasa laikliği, devletin her dine eşit mesafede olması olarak tanımlar. Laiklik kesinlikle ateizm değildir. Ben Recep Tayyib Erdoğan olarak Müslüman’ım ama laik değilim. Fakat laik bir ülkenin başbakanıyım. Laik bir rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır. — Ben Mısır’ın da laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum. Çünkü laiklik din düşmanlığı değildir. Laiklikten korkmayın. Umarım ki Mısır’da yeni rejim laik olacaktır. Umuyorum ki benim bu açıklamalarımdan sonra Mısır halkının laikliğe bakışı değişecektir.) Yukarıdaki sözler bilgiler, laiklik adına çok doğru söylenen sözlerdi. Bunları okuyunca çok mutlu oldum, fakat bu mutluluğum uzun sürmedi. Çünkü bu söyledikleri kendi inancı, düşüncesi olamaz dedim, bu sözleri ülkemizde bir kez dahi söylemeyen Başbakanımız, laiklik konusunda tam tersini söylediği, görüntülü videoları hala internet sitelerinde dolaşıyor, isterseniz bir araştırın bakın, Başbakanımız laiklik konusunda geçmişte neler neler söylemiş. Laiklik konusunda Başbakanımızın konuşmasından tek bir cümle hatırlatmak istiyorum. ( Hem laik, hem Müslüman olamazsınız. Ya laik olacaksın ya Müslüman.) Peki, Laikliğe karşı olan, ya laik olacaksın ya da Müslüman karşılaştırmasını yaparak, adeta laikliği dinsizlikle karşılaştırması, laikliği kişiye indirgeyen bu düşüncesine rağmen, devlet yönetiminde Mısıra laik devlet yönetimini öneren bu sözleri, Başbakanımız Mısırda neden söylemişti? İşte bu soru aklıma gelince sevincimin yerini, tedirginlik aldı. Başbakanımız Laikliği bir devlet yönetimi olarak tarif ettikten ve Mısırın devlet yönetimine de Laiklik düzenini önerdikten sonra söylediği bir cümle, aslında kendisine oy verenleri ve geçmişte söyledikleri sözlerine kılıf uydurmaktan başka hiçbir şey değildi. Çünkü Başbakanımız laikliği, daha önce her inanca sağladığı özgür bir ortam sağlayan yönetim şekli olarak tarif etmeyip, tam tersine ona düşman olanların safında yer alarak, laikliği kişiye indirgenmiş dinsizlikle eş tutan anlayış olarak algılayıp, topluma sunmuşlardı. Mısırda daha önceki söylemlerinin tam tersini söylemesi, asla kendi düşüncesi olamaz. Peki, kimin düşüncesi ya da yönlendirmesi sonucu bu sözler söylenmiş olabilir? İşte burası çok önemli. Onu Rabbim bilir, ama bizlerinde biraz tahmin etmesi zor olmasa gerek. Mısırda sözlerinin arasına özenle sıkıştırmaya çalıştığı sözcük neydi? (Ben Recep Tayyib Erdoğan olarak Müslüman’ım ama laik değilim.) Bu söz çok doğruydu, gerçekten bir insan laik olamazdı. Yani kendi inancı adına tarafsız değil, tam tersine kendi inandığını yaşama hakkına sahipti. Fakat cümlenin kuruluşu, daha önce ve sonra tarif ettiği laik sözcüğünün ne anlama geldiğiyle hiç bağdaşmıyordu. Başbakanımız laik yönetim şeklini tarif ederken, bu bir devletin yönetim şekli ve anlayışıdır, yani devlet yönetiminin her dine aynı yaklaşıp, onlara özgürce dinlerinin yaşanmasını sağlar diye tarif etmesi, daha sonra laik sözcüğüyle bireyi karşılaştırmasında anlatmak, mesaj vermek istediği çok önemli bir şey vardı. Elbette kişi, yani birey laik olamaz. Bu tarifi yapmak laik devlet olmanın karşılığı da değildir. Bizzat kendisi laik sözcüğünü tarif ederken devletlerin, anayasanın laik olmasından bahsetmişti. Tüm bu açıklamalardan sonra Başbakanımız, neden ben layık değil Müslüman’ım dedi? Elbette bende layık değil Müslüman’ım, çünkü kişi değil, bizleri yöneten devlet, anayasa laik bir yönetim içinde olur. İşte burada Başbakanımız, geçmişte söylediği yanlış sözlerini, düşüncelerini düzeltemeye çalışmanın telaşesi içinde, bu sözleri söylediğine inanıyorum. Başbakanımızın bu denli laiklik konusunda fikir değiştirmesine neden, ne olabilir diye düşündüğümde, yine geçmişte üzücü örnekleri aklıma geldi. Daha önce söyleyip kısa zamanda fikir değiştirdiği konuları lütfen hatırlayınız. Tüm bunların nedeni ne olabilir hiç düşündünüz mü? Arap Ülkelerinde yaşanan özgürlük ateşini, istediği gibi yönetemeyeceğinden korkan Amerika, acaba Sayın Başbakanımızın kanalıyla Mısıra, ülkemizde dahi hiç uygulanmayan LAİK yönetimi teklif ettirmiş olması ihtimali üzerinde durmamız, sizce yanlış mı olur dersiniz? Kendisinin geçmişte asla onaylamadığı, birden bire hangi güç Başbakanımızın bu düşüncesini tersine çevirmiş olabilir? Mısıra kendi rızası ve isteğiyle, laikliği önermiş olabileceğini düşünen, var mı yoksa hala aramızda? Bakalım Başbakanımıza oy veren ve laikliğin dinsizlik olduğunu düşünen bazı vatandaşlarımıza, nasıl bir açıklama yapılacak. Çünkü basında ses seda çıkmıyor, dün laikliğe küfredenler şimdi suskun. Yoksa dereyi geçene kadar, her şey mubahtır sözleri ile mi geçiştirilecek, sakinleştirilecek yine toplum? Demokrasilerde asla rastlanmayan bir durum yaşanıyor ülkemizde. Eğer bizler özgür irademizle oylarımızı verip, yöneticilerimizi seçemiyorsak, dün söylediğini yarın birilerinin zoruyla değiştiren yöneticilerimize de sesimizi çıkaramayız. Allah ömür verirse, kim bilir daha neler göreceğiz. Bugün söyleyip, yarın birileri uyardığında, bakalım daha neler değişecek. Neye layıksak onu yaşayacağız. Körü körüne itaat eden değil, hakkını arayan, düşünen akıl eden, gerektiğinde özgürce sorgulayan, dimdik ayakta duran bir toplum olmamız dileklerimle. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  18. Bir yazıma karşılık verilen cevapta, bana yöneltilen bir ithamı, sizlerle değerlendirmek istiyorum. Çünkü hepimiz beşeriz, şaşma yanılma ihtimalimiz her zaman vardır. Önemli olan aklı ve Kur’an ı birleştirmek, hurafelerin etkisinden kurtulmaktır. Bakın bir arkadaşımız aşağıdaki ayeti yazımda kullandığım için, neler yazmış yazıma cevaben. Ankebut 51: Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır. (Haluk bey bakın rabbimiz kuran ile birlikte peygamberi de indirmiş[yaratmış,seçmiş ve örnek alın demiştir,ahzab 21] BÖYLE PARÇACI KURAN ANLAYIŞIYLA Bİ YERE VARAMAZSINIZ ,YOKSA SİZ ALLAH İLE PEYGAMBERİN ARASINI MI AÇMAK İSTEYENLERDEN MİSİNİZ HİTABINADA MARUZ KALIRSINIZ....Yoksa sadece yukarda ki Ankebut ayetini parçacı alırsanız çıkmaza girersiniz .....ki girmişsiniz...) Elbette böyle bir ithamla karşı karşıya kaldığınızda, sanırım sizde tedirgin olursunuz ve sözlenenler üzerinde acaba yanlış mı yaptım diye, düşünme gereği duyarsınız. Gelin bu konuyu birlikte düşünelim, bazılarımız İslam ı yaşarken gerçekten büyük çıkmazda, bunların kimler olduğunu araştırmak bulmakta bizlerin görevi olmalı ki, hesabın görüleceği o gün üzülenlerden, yüzleri kapkara olanlardan olmayalım. Rabbim yardımcımız olsun inşallah. Ben Ankebut 51. ayeti örnek gösterip, bakın Allah ne söylüyor diyerek, peygamberimizin o günkü topluma Kur’an ı tebliğ ederken, atalarının rivayet, hurafe inançlarından vazgeçmeyenlere, Rabbin seslenişini örnek vermiştim. Acaba ben bu ayeti günümüzde yaşayan din kardeşlerime örnek vermekle, yanlış yapmış olabilir miyim? Bu ayet bizlere günümüzde hitap etmiyor da, yalnız o devrin insanlarına mı hitap ediyor? İşte kendimize sormamız gereken çok önemli soru. Bu sorunun doğru cevabını bulan, Rahmanın doğru yolunu da bulmuş olacaktır. Allah atalarının hurafe rivayetlerinden vazgeçmeyenlere söylediği, (okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?) sözlerinden bizler günümüzde, hiç mi dersler almamız gerekmiyor? Sanırım Rabbin ayetlerinin bu yöntemle, teker teker saf dışı kalmasının, güzel bir örneğini yaşıyoruz. Kur’an ın her kelimesi bir nurdur ve çağlar ötesi her daim geçerlidir. İşte bunu unutuyor ve hataların en büyüğünü yapıyoruz. Şimdi şöyle düşünelim. Peygamberimizden önce gelen, Hz. İsa ve Hz. Musa peygamberlerimizi hatırlayalım. Eğer bizim peygamberimizin Allahın gönderdiği kitaba ilave hüküm koyma yetkisi var diye inanıyorsak, ondan önce gelen peygamberlerinde, böyle bir yetkisi olmalı değil mi? Eğer vardır diyenlere, işte hatırlattığım ayet asla böyle bir yetkilerinin olmadığının açık kanıtıdır. Çünkü onlarda tıpkı günümüzde olduğu gibi, Allahın gönderdiği kitabın dışından, o kadar çok hurafelere, rivayetlere inanmışlar ki, Allahın indirdiği din elden gitmiş. İşte onun içindir ki Allah onlara, okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz, onlara yetmiyor mu diyor. Kur’an ın o günkü topluma yeteceğini söyleyen ben değilim, Yüce Rabbimdir. Hatırlayınız o günün Yahudilerinden bir kısım insanlar, peygamberimize bir konu için danışmaya geldiğinde, Rabbin indirdiği ayet çok düşündürücüdür. Ellerindeki benim gönderdiğim kitaba bakmıyorlar da, sana mı gelip soruyorlar sözleri, çok ama çok düşündürücüdür. Ya bugün bizler Kur’an için neler söylüyoruz? Acaba bizlerde Kur’an yetmez diyerek, o günkü toplumun yaptığı yanlışı yapmaya devam mı ediyoruz? Allah bizleri affetsin. Gerçekten Kur’an a parçacı yaklaşarak bir ayeti alıp, ona Rabbin hiç bahsetmediği bir anlam verirde, Kur’an bütünlüğünde verdiğimiz anlamı, manayı destekler hiçbir ayet yoksa işte ben o zaman çok büyük yanılgı içindeyim demektir. Şimdide gelin Kur’an dan verdiğim Ankebut 51. ayete delil arayalım, bakalım ben gerçekten Allah ile peygamberimizin arasını açmaya çalışarak çıkmaza mı girmişim, yoksa peygamberimizi HAŞA Rabbimle hüküm vermede eş konuma getirmeye çalışıp, ŞİRK koşanların, yanılgısını ortaya mı çıkarmaya çalışıyorum, gelin bana yapılan bu ithamın cevabını, Kur’an dan arayalım. Enbiya 10: Andolsun ki, size öyle bir kitap indirdik ki. Bütün şanınız ondadır; Hala akıllanmayacak mısınız? Ahzab 2: Rabbinden sana vah yedilene uy. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Araf 3: Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka velilere uymayın. Ne az öğüt alıyorsunuz. Araf 185: Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar. Enam 50: De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz? Ne dersiniz, yukarıdaki ayetler Rabbin Kur’an da bizlere öğüt almamız için verdiği, Ankebut 51. ayetin bugünde bizlere hitap ettiğini, bizlerinde dersler çıkarıp, Kur’an a sarılmamız gerektiğini, bütün şanımızın onda olduğunu, peygamberimizin de yalnız ona uyduğunu anlatmıyor mu? Allah tüm bu ayetleri indirdikten sonra, Kur’an ın başka bir ayetinde, bu hükümlere tezat bir hüküm sizce verir mi? Elbette vermez, ama bizler yaptığımız yanlışlarla, hurafe inançlarımıza delil aramak adına, kelimelere kendimizce manalar vererek, Kur’an içinde zıtlık- çelişki yaratmaktayız ne yazık ki. Acaba ben bu ayetleri hatırlatmakla, Yüce Rabbim ile elçisinin arasını mı açmaya çalışıyorum, yoksa atılan iftiraları, İslam a sokulan hurafeleri temizlemeye mi çalışıyorum, bu sorunun cevabını huzuru mahşerde alacağız inşallah. Kur’an ayetlerine çok daha parçalı yaklaşmanın, büyük yanılgısına örnekler vermek istiyorum. Kur’an dan bir ayet içinden, yalnız bir kelime cımbızlayıp, ayetin verdiği hükümden çok farklı anlamlar günümüzde, ne yazık ki verilmektedir.Verilen bu hüküm, Kur’an ın hiçbir yerinde bahsedilmeyip, açıklaması dahi olmadığı halde, bugün bunlara iman etmekteyiz. Yaptığımız bu hata, hurafe itikatlarımıza sırf delil aramak adına yapılmaktadır. Sizlere iki örnek vermek istiyorum. Bu örnekleri gördükten sonra lütfen düşününüz, acaba ben mi Kur’an a parçalı yaklaşıyorum, yoksa……. Karar sizlerin. Hatırlayınız Allah Nur suresi 31. ayetinde HIMAR (Örtü) kelimesini kullanarak, ayette kadınların yaka açıklarını yani göğüs dekoltelerini kapatmalarını emretmiştir. Peki, biz ne yapıyoruz? Burada geçen HIMAR kelimesine başörtü anlamı verip, Allahın ayette açıkça göğüs bölgesini örtme emrini verdiği halde, bizler kadının başının örtülme emrini, bu kelimeden cımbızlayarak çıkartıp, inançlarımıza delil yapıyoruz. Hımar kelimesine, başörtüsü anlamı dahi verseniz, ayette göğsün örtülme emri verilmiştir. Biran şöyle düşünelim, diyelim ki Allah bu ayette kadının saçını örtmesini de üstü kapalı, dolaylı emrediyor diyelim. Çünkü bu düşünceyi savunanlar var. Bu durumda ne yapmalıyız? Hemen bu emrin açıklandığı, örneğinin verildiği başka bir ayet aramalıyız Kur’an da. Çünkü Rabbim Kehf 54. ayetinde, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk diyor. Peki, biz bu yolu ve yöntemi kullanıyor muyuz? Sorun burada zaten, kadının başını örtme emrini, Kur’an içinden başka delil aramak, her nedense işlerine de gelmemiş. Çünkü Kur’an ın hiçbir ayetinde Allah, kadın saçını örtmelidir diye bir hüküm vermemiştir. Hâlbuki Allah ayetlerini nasıl özelliklerde indirdiğini bakın Nur suresi 34. ayetinde nasıl açıklıyor. Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler indirdik diyor. Yine Allah İsra suresi 89. ayetinde yemin olsun, biz bu Kur'an'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Tüm bu ayetler ne yazık ki görmezden gelip, üstü örtülmüş, geleneği dinselleştirip Allah emri olarak topluma sunulmuştur. Başın örtülme emrine gösterdikleri tek delil, göğüs açıklığının örtülme emrinde geçen HIMAR kelimesine verilen anlamdan kaynaklanmaktadır. Lütfen düşünelim, Rabbim hükümlerini, uymamız gereken kurallarını, böylemi veriyordu Kur’an da bizlere? Bu durumda ben mi Kur’an a parçacı yaklaşmış oluyorum, yoksa kendi inançlarına Kur’an dan delil arayanlar, kelimeleri cımbızlayarak anlam verenler mi Kur’an a parçacı yaklaşmış oluyor? Ne dersiniz? İkinci örneği vermek istiyorum. Bakara 222. ayetinde Allah, kadın ay halinde iken, cinsel birleşme yapılmamasını, çünkü bu halin kadına rahatsızlık vereceğini söyledikten sonra, bu halin bitiminde temizlendiklerinde, cinselliğin serbest olduğunu söylüyor. Ayetin verdiği hüküm sizce çok açık değil mi? Fakat biz ne yapıyoruz, hurafe inançlarımıza delil aramak için, ayetlerde geçen bir kelimeyi cımbızlayıp kendimize delil kabul ediyoruz. İşte bu ayette de, TEMİZLENDİKLERİNDE kelimesini cımbızlayıp, işte bakın Allah kadını bu haldeyken kirli sayıyor, abdest aldıktan sonra diyor anlamı verilip, bu haldeyken kadının ibadet yapamayacağını, oruç tutamayacağını söylüyoruz. Hâlbuki ayetin anlattığı konu o kadar farklı ki, doğrusu söyleyecek söz bulamıyorum. Kur’an ın hiçbir ayetinde, kadın ay halinde kirlidir demez. Hiçbir zaman kadın ay halinde ibadet edemeyeceği konusunda da, tek bir hüküm dahi vermemiştir. İşte Kur’an a parçalı yaklaşmak böyle olur, hem de bir kelimenin ardı sıra anlam verip, Rabbin kitabında asla hüküm vermediği, bahsetmediği, açıklık getirmediği bir inanç, işte böylece ortaya çıkartılıyor. Ne dersiniz, ben mi Kur’an a parçalı yaklaşarak, Rabbim ile elçisinin arasını açıyorum çıkmaza giriyorum, yoksa kelimelerin ardı sıra, anlamlar verenler ve bunlarda peygamberimizin din adına hükümleridir, diyenler mi Rabbim ile elçisinin arasını açmaya çalışıyor? Bir örnek vermek istiyorum Kur’an dan. Allah mahşer günü, Hz. İsa peygamberimize soracağı soruyu, şimdiden bizlere ibret olsun diye hatırlatıyor ve diyor ki. Yoksa sen mi Allahın oğlu olduğunu söyledin ümmetine diyor. Hz. İsa da cevap veriyor. Hâşâ Rabbim ben söylemiş olsaydım, bunu sen bilirdin diyor. İsterseniz bu ibretten gelin bizler ders çıkartalım. Mahşer günü Yüce Rabbim, yukarıda verdiğim iki örneği hesabın görüleceği, peygamberlerinde şahit olarak geleceği o gün, elçisine elbette soracaktır. Resulüm, kadının saçları açık gezmesi HARAMDIR, kadın ay halindeyken Rabbin huzuruna durup namaz kılması, oruç tutması da HARAM kılındığını sen mi söyledin, diye elbette soracaktır. Şimdi kendimize bu sorunun cevabı ne olabilir diye, kendi nefsimizde, Kur’an ışığında Allahın verdiği örnek ayetleri de düşünerek, isterseniz düşünelim. Acaba Allah hükümlerimi açık, detaylı, sizlerin anlayacağınız şekilde, değişik örnekler verip, gönderdim dedikten ve aşağıdaki ayetleri bizlere ilettikten sonra, peygamberimizin cevabı bu sorulara ne olabilir dersiniz? İsra 89: Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler. Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kur’an'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Yorum ve karar sizlerin. Gerçekten birileri Allah ile elçisinin arasını açmaya çalışıyorlar, bunların kimler olduğunu yalnız Rabbim bilir. Gerçi Allah ile elçisinin arasını kimse açamaz, çünkü yapılan her şey kayıt altındadır. Bizlere düşen Rahmanın sözlerini dikkatle, hiçbir etki altında kalmadan anlamaya çalışmak, üzerinde düşünmek olmalıdır. Bu çabayı gösterenlerin tüm gerçekleri göreceği müjdesini Rabbim, çok şükür bizlere veriyor. Onun için gelin hep birlikte Kur’an ın ipine sarılıp, onu anlayarak bolca okuyalım. Kur’anı sen anlayamazsın diyenler, bizleri yanlışa yönlendirip, peygamberimize iftira atanlardır. Çünkü Allah kullarına gönderdiği rehberini, yemin ederek kolaylaştırdığını birçok kez söylüyorsa bizlere, iddia edildiği gibi, anlaşılması zor bir rehber gönderip, daha sonrada bu kitaptan asla hesap sormaz, bunu da unutmayalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  19. halukgta şurada bir başlık gönderdi: İslam ve Şeriat
    Ne geldiyse başımıza, yaptıklarımızdan geldi deriz bazen, kendi kendimize hayıflanırız. Adeta yaptığımız yanlışları kendimize itiraf ederek, nefsimizi rahatlatmaya çalışırız. Acaba inancımızı, imanımızı yaşarken, yaptığımız yanlışları da Allah ın önerdiği yöntemle araştırıp, düşünüp akıl yürütüp, görmeye çalışıp, aynı yöntemle kendimize itiraflarda bulunup, Rabbimden bağışlanma dileyebiliyor muyuz? İşte bu sorunun cevabını ancak ben, kendi şahsım adına verebilirim. Sizlerde nefsiniz ile bu mücadeleyi vermelisiniz ki, din ve iman adına, istemeden yaptığımız yanlışların farkına varabilelim ve böylece Rahmanın şefaatine nail olalım. Tüm bu sözleri neden söylediğime gelince. Okuduğum haberde, İran ın MEHDİ nin gelişine hazırlandığı yazıyordu. Acaba ahir zamanda geleceğini söyledikleri mehti yi, yalnız İran mı bekliyor? Bugün açın internet sitelerini, ülkemizde de merakla gelecek bir kurtarıcının, mehdinin beklendiğini, tarikat ve cemaat eksenli sitelerden görebilirsiniz. İşin daha da ilginci, içimizden bazı gruplar bu işin detayını da veriyor ve diyor ki; Hazreti Mehdi ile birlikte Hz. İsa da gelecek ve tüm Dünyayı kötülüklerden kurtaracaktır. İşin kötüsü Hz. İsa nın geleceğini söyleyenler Hıristiyanlar. Hz. İsa ahir zamanda gelip, bizleri kurtaracaktır diyorlar. Fakat Kur’an asla bu bilgiye onay vermez. Kur’an dan onay arayanlar, yine Allahın açıklamadığı halde, ayetinden bir kelimenin ardı sıra anlamlar vererek, Rahmanın vermediği bir hükmü verip, büyük günah işlemişlerdir. Biraz daha detaya indiğimizde mehdi nin nasıl tanınacağı konusunda söylenen sözler, bizlerin nasıl bir inanç içinde olduğumuzu, çok açık gösteriyor. Bakın nasıl tanınacakmış, mehdi bir kısım inanca göre. (Birçok hadis-i şeriflerde buyruldu ki, (Mehdi'nin başı hizasında bir bulut olacaktır. Bulutdan bir melek: Bu Mehdi'dir, sözünü dinleyiniz!) diyecektir.) Şimdi sizlere sormak istiyorum, tüm bu bilgilere Kur’an onay veriyor mu? Asla tek bir açıklama dahi yok. Kıyamete yakın olacaklar konusunda gerektiği kadar açıklamanın dışında, hiçbir bilgi yoktur Kur’an da mehdi ile ilgili. Hani bizler Kur’an dan hesaba çekilecektik, sorumluyduk? Hani her şeyden nice örnekler vardı Kur’an da? Her şey açık seçik ve anlaşılırdı? Hani bizlere rehberdi, güneşti, gönül gözüydü Kur’an. Hani onun hükümlerine uyacaktık, ne oldu. İşte tüm bu ve buna benzer yüzlerce ayetin üzerini örtüp, görmezden gelip, doğru olması mümkün olmayan bilgilere inandığımızda, birde Kur’an dan yanlış inançlarımıza, kelimeler arkasından anlamlar verdiğimizde, hem peygamberimize, hem de Rahmana iftira attığımız bilincinde olmalıyız. Peygamberimiz bir hadisinde, benim sözüm olup olmadığını, Kur’an ile karşılaştırınız diye bizlere öğüt verdiğini, sakın unutmayalım. Ben söylemediğim halde, bu peygamber sözüdür diyenlerin varacağı yerin, cehennem olduğunu söylediğini de bilelim. Ne yazık ki İslam âlemi birilerini bekliyor, yaptığı yanlışları, günahları affettirmek adına. Kedimiz uğraş verip doğruya, güzele Allahın rehberiyle ulaşmak için çaba gösteren bile yok. Hiç kimse boşuna birilerini beklemesin, çünkü gelecek hiç kimse yok. Allah zaten bizlere gönül gözünü, güneşini, zikrini, rehberini göndermiş, bizler daha ne bekliyoruz? Allahın gönderdiği rehberden, Kur’an dan gereği gibi istifade etmeyip, onu anlaşılması zor yaparak, yüksek bir yere ne yazık ki astık. Kur’an ı terk edip velilerin ardına düşerek, zaten elimizdeki Kur’an ın değerini bilmemekle, cezamızı çektiğimizin farkında bile değiliz. Bizler hataların en büyüğünü yaptıktan, elimizdeki güneşin kıymetini bilmedikten sonra, Rabbim neden başka kurtarıcılar göndersin ki? Size Furkan yetmiyor mu? Hastalığının farkında olmayan insan, tedavi olmak için çabada da göstermez. Böylece hastalığımızdan habersiz, yaşayıp gidiyoruz. Rabbim bizleri affetsin. Ülkece içine düştüğümüz bu açmaz, bu kargaşanın tek bir sebebi var. Oda Allahın rehberini, zikrini devre dışı bırakıp, kendimize edindiğimiz Velilerin, hiç düşünmeden ardı sıra gitmektir. İran bekleyedursun mehdilerini, ya bizim ülkemizdekiler hangi mehdiyi bekliyorlar dersiniz? Ya diğer İslam ülkeleri? Acaba İslam ülkeleri bir mehdi de anlaşabilecekler mi? İslam dininde birçok konularda birleşemeyenler, mezheplere bölünenler, acaba mehdi konusunda ne yaparlar? Sakın İslam ülkeleri arasında, ileride mehti savaşı çıkmasın. Ne kadar üzüntü verici bir konu değil mi dostlar. Bunları söylemekten üzüntü duyuyorum, ama bu konuyu gündeme getirip, Kur’an ışığında, artık düşünmemiz ve aklımızı başımıza toplamamız, Kur’an ın özünde birleşmemizin zamanı gelmiştir. Allahın uyarısını duyalım, dinde ayrışmadan tek yumruk olalım. Allah biz İslam ülkelerini öyle bir imtihan ediyor ki, bizler bunun bilincinde bile değiliz. Rabbim İran a, en değerli kaynakları vermiş. Petrol ve doğalgaz ile tüm Dünyanın göz bebeği. Peki, bu gelir, bu önemli kaynaklar gerektiği gibi kullanılıp, halkın huzuru ve refahı için kullanılabiliyor mu? Düşünün lütfen milyarlarım var, ama ben yiyip içemiyorum. İşte elimizdeki rehberden uzak yaşamanın sonuçları. Kendi içinde birlik ve beraberlikten uzak, Dünyaya kafa tutan politikalarla nereye kadar gidilebilir? Elimizdeki tüm kaynakları silaha yatırarak mı, tüm âleme İslam ı anlatacağız? Peygamberimiz böylemi yapmış? Yıllarca İran, Irak savaşını izledik. İşte Allah gereği gibi İslam ı yaşayamayanlara, ellerindeki rehberi devre dışı bırakıp, beşeri bir inanç yaratanlara layık gördüğü bir son. Müslüman Müslüman ın kardeşidir sözlerini Kur’an dan görmezden gelenlerin, birbirini çekinmeden öldürüp, sırf mezhepleri farklı diye, camide bir birilerini katledenler, gerçekten Müslüman olabilir mi sizce? Değerli din kardeşlerim. Lütfen artık kendimize gelelim. Elimizin altındaki GÜNEŞİN, GÖNÜL GÖZÜNÜN farkına varalım. Yoksa bizlerinde daha çokkkkkk, mehdiler beklemekle geçer hayatımız. Boşa geçirecek zamanımız yok. Vakit dolup, emanetin zili çaldığında, pişman olmak istemiyorsak, gelin Rahmanın ipine sarılalım, en sağlam ip Kur’an ın ipidir. Başka birilerinden, beşeri ipler beklemeyelim boşuna. Tüm sorularımızı, gönülden tertemiz kalbimizi açarak, tüm hurafelerden arınmış bir halde, Kur’an a soralım. Bakın her sorunun cevabını nasıl orada bulacağız, o zaman göreceksiniz. Allah bizleri Kur’ana davet ediyor da, her ayetin üzerinde düşünmemizi, akıl etmemizi istiyorsa, gelin başdanışmanımız Kur’an ı, yanı başımızdan eksik etmeyelim. Onu sen anlamazsın diyenlere kulak asmadan, inatla onun ipine iki elimizle sarılalım, anlayarak okuyalım. Şunu asla unutmayalım, Allah kullarına, anlaşılması zor bir rehber gönderip, daha sonrada ondan hesap asla sormaz. Bu Dünyayı çekilmez yapan bizleriz. İşlediğimiz suçların sonunda, Allahın istediği bir kul olamadığımız içindir ki, bizler bir birimizin kanını emiyoruz. Yaptığımız yanlışlardan kurtulmak içinde, başka kurtarıcı bekliyoruz. Boşuna bekleriz, doğruya güzele ulaşmak istiyorsak, kendi yanlışımızı kendimiz düzeltmeliyiz. Çünkü elimizde bunu yapacak, zaten kurtarıcı FURKAN var, gelin ondan yardım isteyelim. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  20. Bizler İslam ı yaşarken, ne yazık ki söylenenleri, hiç araştırma gereği duymadan iman ediyor ve sonucunun ne olacağını bilmediğimiz yoldan gitmekte, hiç sakınca görmüyoruz. Hâlbuki Allah emin olmadığınız bilgilerin ardı sıra gitmeyin sorumlu tutarım, diye bizleri uyarmıyor muydu? İşin daha da vahimi, Rahmanın sizler için kolaylaştırdım dediği kitabı, rehberi görmezden gelip, bizlere öğretilen rivayetlere, hiç kuşku duymadan, Allahın kitabına danışmadan dini öyle zorlaştırıyoruz ki, doğrusu tüm bunların hesabını Rabbim e nasıl veririz bilemiyorum. Bakın Allah aşağıdaki ayetin benzerini Kur’an da birçok kez tekrar ederek, acaba bizlere ne anlatmak istiyor olabilir dersiniz? Kamer 22: Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Allah yemin ederek birçok kez, acaba gönderdiği Kur’an ı kolaylaştırdım dedikten sonra, bizlerin bazı nefsi küçük hatalarından kaynaklanan suçlar için, büyük cezalar verir mi? Örneğin nefsimize yenilip sebepsiz bozduğumuz orucun karşılığı olarak, 60 gün oruç tutacaksın der mi? Yoksa bu derece fazla oruç cezaları, kendi şahsi ibadetlerimizin dışında, daha kötü büyük suçlar için mi örnekler verilmiş Kur’an da, gelin onları Rahmanın zikrinden anlamaya çalışalım. Hepimiz biliriz Ramazanda orucumuzu rahatsızlık halinde bozmamız durumunda, daha sonra tutmamız gerektiği Kur’an da apaçık yazar. Yine oruçluyken hastalık ya da zorunlu bir neden yokken bozanlar içinde, 60+1=61 gün tutulması gerektiği hükmü Kur’an da hiç bahsedilmediği halde, rivayet hadislerde geçer. Bu bilgilerin, hükümlerinin de peygamberimize ait olduğu anlatılır. Acaba gerçekten nefsine yenilip, kasti orucunu bozan bir insan, 61 gün Kefaret orucu tutması gerekiyor mu? Bu sözler peygamberimize ait olabilir mi? Gelin yine peygamberimizin bizlere öğütlediği yolu, yani benim adıma uydurulacak sözleri, Kur’an ile karşılatırınız ki, benim sözüm olup olmadığını anlayasınız, önerisinden yola çıkarak, Kur’an dan araştıralım. Bu hükme Kur’an onay veriyor mu? Önce yazacağım şu ayetleri dikkatle düşünelim. Nisa 28: Allah size hafiflik getirmek istiyor. Çünkü insan çok zayıf yaratılmıştır. Kehf 54: Hakikaten biz bu Kur'an'da insanlar için her türlü misali sayıp dökmüşüzdür. Fakat tartışmaya en çok düşkün varlık insandır Yukarıdaki ayetler çok dikkat çekici ve düşündürücüdür. Allah yarattığı kulları için çok zayıf yaratılmışlardır, onun için sizlere hafiflik, kolaylık getirdim dedikten sonra, acaba nefsine yenik düşüp orucunu nedensiz bozan kuluna, bozduğu oruç kadar mı tutmasını ister, yoksa 60 gün tutacaksın diye cezamı verir? Devamındaki ayette insanın ne denli kanıtsız mesnetsiz, emin olmadan tartıştığına, güzel bir örnektir. Allah ın kolaylaştırdığı İslam dinini, nasıl zorlaştırdığımızın lütfen artık farkına varalım. Bunları yaparak tüm âleme indirilmiş Kur’an ı toplumlara anlatıp, onları İslam dinine davet edemeyiz. Bizler dinimizi en büyük kesin kanıt KUR’ANA göre yaşamalıyız ki, gerçek İslam ın tadına varalım, ruhunu keşfedelim, ondan fayda sağlayalım. Allah bir konuda hüküm vermiyorda susuyorsa, mutlaka bizlere bir rahmettir, kolaylıktır bunu da unutmayalım. Önce bazı ayetleri hatırlayalım. Allah birçok kez ayetinde, her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki, anlayasınız diyordu. Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık diyerek, Allah asla unutucu değildir diye de uyarıyordu bizleri. Yine birçok ayetinde, yemin olsun ki sizlere, gerçeği açık seçik, detaylı anlatan ayetler indirdik diye de üzerine basa basa açıklamıştı. Çok daha net açık olarak ta, SİZLERİ BU KİTAPTAN HESABA ÇEKECEĞİM, diye son noktayı koyduğu ayetleri hepimiz çok iyi biliriz. Hepimiz bu ayetlere iman ediyorsak ve uygulamada da yaşamımıza geçirebiliyorsak, işte o zaman biz Müslüman’ız diyebiliriz. Şimdi Kur’an a bakalım, oruç konusunda ve tutulmayan oruçlar konusunda Rabbim neler söylüyor. Bakara 184: (Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır. Bakara 185: Ramazan o aydır ki; insanlara kılavuz olan, iyi-kötü ayrımıyla hidayetten kanıtlar getiren Kur'an, onda indirilmiştir. O halde bu aya ulaşanınız onu oruçlu geçirsin. Hasta olan veya yolculuk halinde bulunan, tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutsun. Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez. Tutulmamış olan günleri tamamlamanızı, sizi doğru yola kılavuzladığı için Allah'ı yüceltmenizi ister. Ve sizin şükretmeniz umulmaktadır. Yukarıdaki iki ayette baktığımızda, Allah oruç tutulmaması gereken koşulları sayıyor. Hasta ve yolculuk hali dışında oruç tutun çünkü bunu yapmanız sizin için en doğru olanıdır diyor. Üzerinde yine dikkatle düşünmemiz gereken cümle, Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez sözleridir. Bunları söyleyen Allah, bir orucu nefsimize hâkim olamayıp bozduğumuzda, bunun yerine 60 gün tutacaksın diyor olabilir mi? Deseydi diğer hükümleri gibi, bunu da apaçık yazmaz mıydı? Ayette geçen, dikkat çeken bir hüküm ise, Tutulmamış olan günleri tamamlamamızı istiyor Rabbim. Sizce bu cümle, sorduğumuz soruya apaçık cevap vermiyor mu? Dikkat ederseniz daha farklı bir hüküm verilmemiş. Örneğin orucunu kasti bozan, bozduğu günden fazla şu kadar tutsun diye tek bir hüküm yok. Yok olduğunu açıkça gördüğümüz halde, bizler bakın bu konu eksik kalmış deme hakkına sahip miyiz? Yoksa verilmeyen bir hükümden, sorumlu olmayacağımızı mı anlamalıyız? İşte bu soruyu kendimize eğer doğru sorarsak, doğru cevabı da alırız. Oruç konusunda, önemle istenen, daha sonra sayının tamamlanmasıdır. Ayete dikkat ettiğimizde, hiç oruç tutamayacak durumda olanlar içinde, bir açıklama var. Bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermek. Fakat Allah bu yola keyfi sapmamamız içinde, Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır diyor. Buradan da anlaşılıyor ki Allah, bizleri oruç tutmaya en güzel bir yöntemle davet ediyor. Tüm bunları düşünürken aklıma şöyle bir soru geldi. Allah acaba orucunu iradesine yenik düşüp bozan, ama daha sonra tutan bir insana, neden bir Kefaret, yaptırım getirmemiştir. Çünkü oruç insanın şahsına ait bir ibadettir, kendisine fayda sağlaması için Allah ın emrettiği bir ibadet yapılmadığında, ancak yapılması gereken kadar yapılması istenmesi, sizce çok normal değil mi? Örneğin namaz kılmayan bir insana, ya da namazını önemsiz nedenden yarım bırakana, misliyle kılma cezasını nasıl Kur’an vermiyorsa, orucunu tutmayan ya da nedensiz bozan bir insanda, ancak tutmadığı kadarından sorumlu tutulacaktır. Bunun aksini Kur’an söylemediği takdirde, kendimizce hükümler koyamayacağımızın bilincinden olmalıyız. Tabi bunları düşünürken yine peygamberimizin, bizlere doğru yolu gösteren o güzel akıl dolu hadisi aklıma geldi. Bakın ne kadar anlamlı ve bir o kadar Kur’an ın özüne yöneltiyor bizleri. Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 Ne dersiniz dostlar, bu güzel sözler sizce her şeyi açıklamıyor mu? Bu konuda emin olmak için Kur’an dan delil arayalım ve bu bağlamda üzerinde birlikte düşünelim. Acaba Allah bu tür konularda detaya girmemiş ve buna benzer konuların hükümlerini peygamberimize bırakmış olabilir mi diye düşünürken, hemen aklıma yazımızın başında hatırlattığım ayetler geldi. Allah her konuda değişik örnekler verdik diyordu. Biz Kur’an da hiçbir eksik bırakmadık dedikten sonra, sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diye de apaçık belirtmişti. Allah Kur’an da birçok ayetinde, Peygamberinize uyun dedikten sonra, peygamberimiz de yalnız bizleri Kur’an ile uyaracağı tembihini almıştı hatırlayınız. Hatta sana indirdiğimle onları uyar, sakın hiçbir şey ilave etme yoksa görevini yapmamış sayarım diye, kesin talimat vermişti Rabbim elçisine. Bu durumda Allahın vermediği bir hükmü, peygamberimizin verdiğini söyleyenlere inanmamızda büyük hata olacaktır. Allah unutucu değildir. Bu yanlışları yaparak elçisini HÂŞÂ eksik tamamlar konumuna getirmek, günahların en büyüdür. Gelin Kur’an a danışmaya devam edelim ve her şeyden nice örnekler veren Rabbin verdiği, diğer örneklerden dersler çıkaralım birlikte. Nisa 92: Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğerki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola. (Bu takdirde diyet vermez). Eğer öldürülen mümin olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise mümin bir köle azat etmek lâzımdır. Eğer kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mümin köleyi azat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay peş peşe oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Aslında yukarıdaki ayet, biraz düşünene çok şeyler anlatıyor. Yanlışlıkla bir cana kıyan bir insanın kefareti anlatılıyor detaylı bir şekilde. En sonunda tüm bunları yapamayanın hükmünü bakın nasıl veriyor Rabbim. Tövbenin kabulü için iki ay, peş peşe oruç tutması gerekir diyor. Şimdi bu örnekten yola çıkarak, birlikte düşünelim isterseniz. Yüce Rabbim yemin billâh ederek, sizler için kolaylaştırdım dediği bir dinde, kasti nefsimize yenilip bozduğumuz bir oruç ile yine yanlışlıkla dahi olsa öldürdüğümüz, cana kıydığımız bir insana karşılık verilen Kefaret, ceza orucu aynı olabilir mi? Allahın verdiği aklı kullanmasını bilen, doğru sonuca ulaşacaktır. Yine Rabbin rehberinden örneklere bakalım. Mücadile 4. ayetin öncesinde. Allah kadınlarına zıhar edip, yani eşlerini boşamak için sudan nedenler uydurup, boşadıktan sonra, pişman olup tekrar geri almak isteyenlerin, yaptığı hatalı davranışlarına karşılıkta Rabbim, bir köleyi azat etmeleri yani özgürlüğüne kavuşturmalarını istiyor. Bu imkânı bulamayanlar içinde bakın nasıl bir Kefaret, sorumluluk yüklüyor. Mücadile 4: Özgürlüğe kavuşturma imkânını bulamayan, ilişkiye girmelerinden önce, aralıksız iki ay oruç tutacaktır. Buna da gücü yetmeyen, altmış yoksulu doyuracaktır. Bütün bunlar Allah'a ve resulüne inanasınız diyedir. Ve işte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Küfre sapanlara korkunç bir azap vardır. Allah, eşlerine kendi nefsi arzularının esiri olup, yoktan sebeplerle, keyfi nedenlerle boşamaya çalışanlara, bakın nasıl çok sert bir ceza öngörüyor. Elbette bu ceza kadının haklarını korumak adına verilen, çok dikkat çekici ve düşündürücü bir cezadır. Sizce bu büyük yanlışları yapanlarla, kendi nefsine yenilerek bir orucunu bozan, ama daha sonra tutan bir insanla aynı cezayı alması, Rahmanın adaletine uygun düşüyor mu? Düşmediği çok açık, çünkü Allah bu konuda biz kullarına rahmetini, bağışlayıcılığını gösteriyor ve bu tür nefsi hatalarımıza Kur’an da bir ceza, kefaret öngörmüyor. Şükürler olsun sana Rabbim. Kur’an a bakmaya devam edelim. Maide 89: Allah sizi yeminlerinizdeki boş lakırdıdan ötürü hesaba çekmez, ama bilinçli olarak gerçekleştirdiğiniz yeminlerden sizi sorumlu tutar. Böyle bir yeminin kefareti, ailenize yedirmekte olduğunuzun orta derecesinden on yoksulu doyurmak yahut onları giydirmek yahut da özgürlüğünden yoksun kalmış bir benliği özgürlüğüne kavuşturmaktır. Bunlara imkân bulamayan üç gün oruç tutar. Yemin ettiğinizde yeminlerinizin kefareti işte budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah size ayetlerini böyle açıklar ki şükredebilesiniz. Yukarıdaki ayette anlatılmak istenen çok ciddi bir konu var. Allah konuştuğunuz boş sözlerinizden, lakırdılarınızdan değil ama Allah ı şahit tutarak, onun adını kullanarak ettiğiniz yemin, yani verdiğiniz sözlerinizden, sizleri sorumlu tutarım diyor ve yapılması gereken kefareti açıklıyor. Dikkat ederseniz maddi gücü olmayıp onları yapamayanlara da üç gün oruç tutması gerektiğini belirtiyor. Yine burada ki yapılan yanlışı düşünelim. Bir insan yaptığı bir işte ya da karşısındaki bir insana, Allah ı şahit gösterip yemin etmiş ise, buna sadık kalınmasını istiyor. Hem Allah ı şahit göstereceksiniz, yemin edeceksiniz, hem de sözünüzü tutmayacaksınız. Bakın burada dahi en son tutulacak oruç 3 gün. Değerlendirmesini ve yorumu nu sizlere bırakıyorum. Mümin suresi 40. ayetinde Allah bakın ne diyor bizlere, ("Kötü bir iş yapan, sadece yaptığı kadarıyla cezalandırılır ).Kur’an ın adaletinin temeli aşağıdaki şu ayetlerde çok net anlaşılmaktadır. Enam 160: Kim bir güzellikle gelirse ona, getirdiğinin on katı var. Kötülükle gelene ise yaptığının kadarından fazla ceza verilmez. Onlar, haksızlığa uğratılmayacaklardır. Bakara 179: Ey aklı ve gönlü işleyenler, kısasta sizin için hayat vardır. Bu sayede korunmanız umulmaktadır. Yukarıdaki ayetlere baktığımızda, yaptığımız hatanın, yanlışın aynı misliyle karşılık verilmesi, Kur’an ın adalet anlayışını göstermektedir. Örneğin Nisa 92. ayette yanlışlıkla bir adam öldürenin cezası çok farklı anlatıldığı halde, kasti adam öldürenin cezası Bakara 178. ayette kısas emrinin uygulanması istenir. Daha birçok ayetinde Allah, yapılan kötü olayların, suçların akışına ve oluşumuna göre, misliyle ya da hafifletilerek verilmesi anlatılır. Tüm bu ve buna benzer Kur’an ın adaletini göz önünde bulundurduğumuzda, sizce bir gün orucunu nefsine yenik düşüp, nedensiz bozanın, 60 gün oruç tutması gerektiğini, Allah istiyor diyebilir miyiz? Elbette diyemeyiz, zaten böyle bir hükümde Kur’an da asla yoktur. Bu düşüncede Kur’an ın adalet anlayışına ters düşer. Kur’an da ki cezalar ve kefaret kişinin karşısındaki kişiye yapılan suçlar için verilmiştir. Bir insanın kendi sorumlulukları ile ilgili hükümlerini yapmaması, yerine gereği gibi getirmemesi, zaten kendisine zarar vereceğinden, ayrıca bir cezaya yada kefarete gerek olmadığını Kur’an dan anlıyoruz. Zaten bunları yerine getirmemekle bizler alacağımız cezayı almış, namazın, orucun getireceği güzelliklerinden, faydasından, nefsi terbiyesinden gerekli yararları sağlayamamışız demektir. Yani bu durumda cezamızı kendimiz kendime zaten vermişiz. Peygamberimiz Şura suresi 15. ayetinde, ben Allah'ın indirdiği Kitap’a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum diyor. Daha sonra gelen ayet üzerinde lütfen dikkatle düşünelim. Şura 16: Daveti kabul edildikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girenlerin delilleri, Rableri katında boştur. Onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır. İşte bizler tartışmaya girdiğimiz bu konuda, o kadar boş şeyler söylüyoruz ki, ahhhh bir farkında olabilsek. Bizler Kur’an a iman ettik diyor ve daveti kabul ediyoruz. Allah bu davetinde sizleri, KUR’ANDAN sorumlu tutuyorum diyor, ama bizler davete sadık kalmayıp, Allahın asla hüküm vermediği onca bilgininde ardından gidip, bunlarda Allah katındandır diyerek, büyük yanlışlar yapıyoruz. Ayetin sonunda böyle yapanlara, Rahmanın cevabını lütfen çok iyi değerlendirelim. (Onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır.) Ayeti doğru anlamaya çalışalım. Bu çetin azap, iman etmeyenler için değil. İslam a daveti kabul ettikten sonra, Allah ın vermediği bir hükmü Allah a iftira atarak, bunlarda Allah katındandır diyerek, dinde fitne çıkaran tartışmacılar için söyleniyor. O kadar büyük yanılgı içindeyiz ki, sanırım bu yanılgımızı bu Dünyada fark etmemiz çok zor olacak gibi görünüyor. Çünkü akıl devre dışı kalmış, Kur’an yüksek bir yere asılmış ve anlaşılmadan okuma yarışmaları ile oyalanıp gidiyoruz. Beşerin ciltlerce dolusu kitapları revaçta, onlar okunur olmuş. Siz Kur’anı anlayamazsınız, bu kitaplar ya da şu ya da bu veli kişi, en doğru anlamıştır diyerek, bölünmüş parçalanmış bir şekilde emin olmadığımız bilgilerin peşinde, hesap gününe doğru hızla yol alıyoruz. Allah yardımcımız olsun. Allah vakıa suresi 95. ayetinde, İşte budur, o tartışmasız, o kesin gerçek, dediği sözlerini duyan yok artık. Çünkü Allah ın nuru arasına giren beşer, Kur’anın aydınlığının gönlümüze dolmasına mani oluyor. Allah ın tartışmasız gerçek dediği kitabına bizler, bu kitapta her şey yoktur, özet bilgiler vardır diyerek, saygısızlığın en büyüğünü zaten yapmışız. Şunu sakın unutmayalım, Allaha saygısızlık yapanları, Kur’anı apaçık tebliğ aldıktan sonra, bu konuda tartışmaya girenlerin sonunu sakın unutmayınız. Tekrar hatırlatmakta sanırım büyük yarar var. (Onlar için bir gazap, yine onlar için çetin bir azap vardır.) Dilerim Rabbim den, İslam a daveti kabul ettikten sonra, Allah hakkında tartışmaya girmeyen, aldığı tebliği gereği gibi anlamaya, yaşamaya çalışan kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  21. Günümüzde bizler Kur’an dan habersiz, din adına öyle şeylere inanıyoruz ki, bunu akılla, mantıkla, Kur’an ile izah etmek mümkün değil. İçimize fitne sokan, İslam ı yozlaştırmak adına içimize girmiş Yahudi fitnesi, bu konuda çok ustaca çalışmış ve de başarılı olmuştur. Sizlere bu konuda bir örnek vermek istiyorum. Lütfen bu örnekten yola çıkarak, bu söylenenleri değerlendiriniz, daha sonrada buna benzer yüzlerce hatta binlerce yanlışın ardı sıra nasıl gittiğimizin de değerlendirmesini, lütfen kendi nefsinizde yapınız. Aşağıdaki rivayet bilgileri, günümüzde çok güvenilen Buhari ve Müslim in hadis nakillerinden alınmıştır. Lütfen aşağıdaki sözleri önce değerlendirelim, daha sonra da, günümüz ilminin esneme konusuna verdiği cevaba bakalım. Acaba birileri İslam inancına ne fitneler sokmuş, farkına vara bilecek miyiz? (Uyku, yorgunluk veya can sıkıntısı halinde, elde olmadan, ağzın kendiliğinden açılarak, uzunca bir nefes alıp verme hali Bu hal bir bakıma dalgınlık ve gaflet haline benzer Bu ise Müslüman a pek yakışır bir durum değildir Bunun için Hz Peygamber (s a s ) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Allah (c c ) aksırmayı sever fakat esnemeyi sevmez Bir kimse aksırıp "Elhamdülillâh" derse bunu işiten Müslümanların "yerhamükellah " diye karşılık vermesi gerekir Esneme ise şeytandandır Bunun için esneme ihtiyacı duyan kişi, mümkün olduğu kadar buna mani olsun Çünkü biriniz esnediği zaman şeytan ona güler" (Buhâri, Edeb, 165, 166; Müslim, Zühd, 54; Tirmizî Edeb, 1 4; Nesaî, Cenâiz, 52) Şeytanın gülmesinden maksat esneyenin içine düştüğü gaflet ve bitkinlik hali ile gülünç durumundan şeytanın hoşlanmasıdır Zaten inanan bir kişinin başına gelecek her kötülük, şeytanı memnun eder ve onu güldürür Şeytanı güldürmemek için kişinin esneme belirtileri olunca; hareket ederek elini yüzünü yıkayarak abdest alarak yorgunsa dinlenerek, bu gaflet halinden kurtulmaya çalışması gerekir Bütün bunlara rağmen esnemeden kurtulunamazsa esneme halinde ağzın el veya başka bir şeyle kapatılması İslâmi edep gereğidir Bir yazıda şöyle bir soru sorulmuş: Peygamberimiz (S A V) esnerken ağzını sol eli ile mi kapatırdı sağ eli ile mi? Cevabı şu; Hiçbiri Çünkü Peygamberimizin (S A V) esnediği hiç görülmemiştir Namazda esnemek şeytandandır. [buhari] Yukarıda yazılanları ben değerlendirecek değilim. Doğru olup olmadığını, aklı olan zaten anlayacaktır. Sorgusuz sualsiz iman etmeninde, ne denli büyük bir yanılgı olduğunu, bizleri Allahtan nasıl uzaklaştıracağını da fark edecektir. Şimdide gelelim bugünün ilmine, bakalım ESNEME konusunda yaptığı araştırmalar, da ne gibi sonuçlara ulaşılmış. (Henüz doğmamış bir bebek bile, 11. haftadan itibaren anne karnında esnemeye başlar. Doğduktan sonra, son nefesimizi verene dek ortalama 250.000 kez esneriz. Bu "çene esnetme egzersizi", aslen ciğerlerimizin çalışmasını düzenleyen koruyucu bir reflekstir. Ciğerlerimizde bulunan keseciklerin (karbon dioksit-oksijen dönüşümünün yapıldığı kesecikler) çökmesini önler.) (Esneme nedir? Neden yapılır? Esneme istemsiz olarak kademeli nefes almaları takiben kademesiz ve derin bir nefes vermedir. Alt çene ileri derecede açılır ve boyun adaleleri kasılır. Oluşunun sebebi; kanda birikmiş CO2′nin atılmasını temin etmek için boynun büyük toplardamarlarına baskı yaparak kanın temizlenmek üzere kalbe dönümünü hızlandırmasıdır. ) (Esnemek görme gücünü artırıyor... Çinli bilim adamları yorgunluğun sinyali olan bazı hareketlerin, sadece uyarı anlamı taşımadığını, yapılmaları halinde organlara faydalı olduğunu bildirdi. Çin Uluslar arası Radyosu'nun haberine göre, esnemek göz kaslarının gevşemesine yardımcı olduğu gibi, gözdeki kan dolaşımını da hızlandırabiliyor, gözü parlatıyor ve rahatlatıyor.) (Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Aksu, sadece uykusu gelenin esnemediğini kaydetti. Prof. Dr. Aksu, esnemenin kandaki oksijen oranının düşmesi sonucu ortaya çıktığını belirtti. Aksu, esnemenin yalnızca insanlara özgü olmadığını, kuşlar ve memelilerle, bazı sürüngenlerin de esneyebildiğini söyledi. İnsanlarda esnemenin anne karnında 11'inci haftada başladığını ifade eden Prof. Dr. Aksu, "Vücudun oksijen gereksinimi koşullara bağlı olarak gün içinde değişir. Organizmanın artan oksijen ihtiyacı esneme ile karşılanır." dedi.) (Yeni yapılan araştırmada ortaya çıkan bulgular, yorulduğumuz zaman niçin esnediğimizi açıklıyor. Esnemek, beyni serinletiyor ve daha randımanlı çalışmasını sağlıyor. Esnemenin birincil amacı beyin sıcaklığını kontrol altına almak olduğunu açıklayan araştırmacılar, ortaya çıkan bulguların uykudan önce ve sonra niçin esnediğimiz, niçin belirli hastalıkların esnemeye yol açtığı, burundan nefes aldığımızda ve alnımız serinleyince esnemenin niçin durduğu gibi esneme hakkındaki çeşitli sırları çözdüğünü belirtiyorlar. Binghamton Üniversitesi Biyoloji Bölümü'nde araştırmacı Andrew Gallup, "Beyin bilgisayarlar gibidir. Serinlediği zaman daha iyi çalışır. Esnemek de beyni serinletiyor ve dolayısıyla daha randımanlı çalışmasına yol açıyor. Başka bir deyişle esneme bilgisayarlardaki vantilatörün işlevini görüyor" dedi. ) Ne dersiniz, yazımın başında sizlere hatırlattığım rivayet bilgiler, sizce doğru olabilir mi? Peygamberimiz hayatında hiç esnememiş olabilir mi? Esnemek, sizce şeytandan mıdır, yoksa Yüce Rabbimin yarattığı kullarının en önemli ihtiyacımıdır? Yorum sizlerin. Bizlere düşen Allahın rehberiyle yatıp, Allahın rehberiyle kalkmak olmalıdır. Eğer bunu yaparsak, dine nifak sokmaya çalışanlar yanımıza bile yaklaşamazlar. Yok eğer, sen Kur’an dan anlayamazsın diyenlere kanıp, onu yüksek bir yere asmış isek, birde üstüne üstlük Rabbin sakın velilerin ardına düşmeyin uyarısını göz ardı edip veliler, şeyhler edinmişsek, işte o zaman akı kara, karayı ak görmemiz kaçınılmaz olacaktır. Dilerim Rabbimden Kur’an ı rehber alan, onu anlayarak okuyup, ayetler üzerinde düşünen aklını kullanan, kendi imtihanına bizzat kendisi hazırlanmak adına, çaba gösteren kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  22. Şükürler olsun ki yine Ramazanın son günlerine erişmeyi Rabbim nasip etti. Bugün Ramazanın 27. günü. İslam âlemi Kur’an da çok önemsenen, Kur’an ın indirilmeye başlandığı akşam olarak kabul ettiği, bu gece KADİR gecesi. Tüm İslam âlemine, sağlık, mutluluk ve huzur getirsin inşallah. Bu yazımda, kadir gecesi konusunu konuşmak ve sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Önce konuyla ilgili ayetlere bakalım, daha sonrada geleneksel İslam ın inandığı bilgilerle, Kur’anı karşılaştıralım. Bakalım gerçekten belli olan bir KADİR gecesi var mı? Yoksa Allah özellikle mi, bu gecenin hangi gece olduğunu söylememiştir? Onun üzerinde düşünerek, daha doğruyu bulmaya çalışalım. Bakara 185: Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun………. Kadir 1: Biz onu Kadir Gecesi'nde indirdik. 2: Bilir misin nedir Kadir Gecesi? 3: Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. 4: Melekler ve Ruh, Rablerinin izniyle o gecede her iş için iner de iner! 5: Bir esenlik ve huzur vardır; sürüp gider o, tan yeri ağarıncaya kadar! Allah Kur’an ı Ramazan ayında indirilmeye başlandığını söylerken, Kadir suresinde de, ismini verdiği Kadir gecesinde indirilmeye başlandığını açıklıyor. Devamında ise bu gecenin öneminden bahsederek, bin aydan hayırlı olduğu müjdesini veriyor. Hesaplarsak bin ay, neredeyse bir insan ömrü. Sanırım bizler yine aç gözlülüğümüzü, kolaya kaçma alışkanlığımızı, nefsimizin zayıf yönünü kullanıp, ille de bu gecenin hangi gece olduğunu öğrenmeye çalışmışız. Dikkat ediniz Allah, asla hangi gece olduğunu söylemeden, yalnız Ramazan ayı içinde bir gece olduğu bilgisini verip, adeta bizleri yarışmaya davet etmiştir. Sizce nasıl bir yarışma olabilir? Elbette Ramazan ayı boyunca durmadan, Allahın istediği doğru, dürüst, hayırda, barışta yarışan ibadet ederek ruhunu temizleyen bir kul olmanın yarışmasından başka ne olabilir? Tabi bu yarış sanırım bizlere zor gelmiş. Bunu peygamberimizin devrinde zaten görüyoruz. İlle de peygamberimizden, hangi gece olduğunu öğrenmek için, birçok çaba gösterildiğini bizlere ulaşan rivayet hadislerden anlıyoruz. Bu rivayet hadislerden bazı örnekler vermek istiyorum. (Ubade b. Sâmit diyor ki: "Resulullah, kadir gecesinin ne zaman olduğunu bildirmek için dışarı çık­tı. O sırada Müslim ani ardan iki kişi birbirleriyle tartışıyorlardı. Resulullah buyurdu ki: "Ben, kadir gecesini size bildirmek için dışarı çıkmıştım. Fakat falan ve filan tartıştılar. Gecenin bilgisi benden alındı (unutturuldu). Belki de bu sizin için daha ha­yırlıdır. Siz onu, dokuzuncu, yedinci ve beşinci günlerde arayın.) Yine bir başka rivayetlerde şu bilgiler yer alıyor. (Kadir gecesini Ramazanın son on gününde arayın.) [Müslim](Kadir gecesini, Ramazanın son on gününün 21, 23, 25, 27 ve 29 gibi tek gecelerinde veya Ramazanın son gecesinde arayın. Sevabını umarak Kadir gecesini ibadetle geçirenin günahları affolur.) [İ. Ahmed](Kadir gecesi Ramazanın 27. gecesidir.) [Ebu Davud]İmam-ı a’zam hazretleri, Kadir gecesinin, Ramazanın 27. gecesine çok isabet ettiğini bildirmiştir. (Kadir gecesine rastlamış olan bir geceyi ihya eden, Kadir gecesini ihya etmiş gibi sevap kazanır) hadis-i şerifini düşünerek, sık sık vaki olan 27. gece ihya edilirse, o gece Kadir gecesi olmasa bile, büyük sevaba kavuşulur.) Şimdi de tüm bilgiler ışığında bir değerlendirme yapalım. Allah Kur’anın indirilmeye başlandığı ayın Ramazan ayı olduğunu söylemiş, fakat asla Ramazanın hangi gecesi olduğu konusunda hiçbir ipucu vermediği gibi, tam tersine peygamberimizi sıkıştırmaya çalışıp, illa o gecenin hangi gece olduğunu öğrenmeye çalışanlara da bir ders verip, elçisine o gecenin hangi gece olduğunu Rabbim unutturmuştur. Peygamberimizin sözleri de aslında düşündürücüdür. (. Gecenin bilgisi benden alındı (unutturuldu). Belki de bu sizin için daha ha­yırlıdır.) Bizler peygamberimizin bu cümlesinden dahi ders almadığımız, hala kendimize bir gece edinmenin çabası içinde, çırpındığımız çok üzücüdür. Bu sözlerden sonra, peygamberimizin kadir gecesi için, belli günleri işaret edip etmediğini, kendi nefsimizde değerlendirelim. İşte bizlerin ders alması gereken en önemli kısım burası. Allah hangi gece olduğunu özellikle belirtmemesinin nedenlerini hiç düşünmek, akıl etmek dahi istememişiz, çünkü o geceyi öğrenmek çok işimize, kolayımıza gelmiş. Allah ın elçisinden öğrenememişiz ama biz yine de bir geceyi sanki o geceymiş gibi kutluyoruz. Şimdi gelin birlikte düşünelim, acaba Allah elçisine hangi gece Kur’an ı indirmeye başladığını, unutturmasının asıl nedeni ne olabilir? İslam âlemi ay takvimini kullanır, çünkü Kur’an da bu takvimden bahseder. Ay takvimin özelliği, ayların sabit olmaması ve diğer güneş takvimine göre 10–11 gün erken gelmesidir. Böylece Ramazan tüm mevsimleri dolaşır. Allah hangi yıl ve hangi Ramazan ayında indirildiğini peygamberimize özellikle unutturup, haber vermemekle, bakın bizleri nasıl yaşamaya yönlendiriyor, özendiriyor. Lütfen bu konuda dikkatle düşünelim. Böylece Rabbim bizlerin, Ramazanın her gününü, gecesini KADİR gecesi gibi yaşamamızı istemiştir. Bu yetmiyor, çünkü içinde yaşadığımız Ramazan ayının, acaba gerçekten Allah ın Kur’an ı indirmeye başladığı aynı mevsimde, zamanda olup olmadığını da bilemediğimiz için, Allah bizleri 33 yılda aynı yere gelen tüm Ramazanlarda da aynı huşu ve güzellikte Ramazanı yaşamamızı arzu ediyor. Bu inanılmaz bir fırsattır, hatta belki de ömür boyu, en az iki kez yakalayacağımız çok büyük bir fırsat. Adeta kurtuluş reçetemiz. Peki, bizler ne yapıyoruz? Rabbim bu gecenin özelliğinden bahsedip, bağışlayıcılığının, affının müjdesini bizlere verdiği, cennetin garantisinin yolunu gösterdiği halde bizler, ille de Kadir gecesini Ramazan da bir gün edinip, Allah ın bizlere anlatmak istediğinden, bizlere sunduğu lütfundan, fırsatından ne yazık ki faydalanamıyor, uzaklaşıyoruz. Allah kullarına bu gecenin hangi gece olduğunu söylememekle, elçisine de unutturarak, aslında çok önemli bir mesaj veriyor bizlere. Ömrünüz yettiğince Ramazan ayını ve gecelerini en güzel şekilde geçirmeye özen gösterin. Belki de ömrünüzün bir Ramazan gecesinde, KADİR gecesine rastlarsınızda, o geceyi de gereği gibi geçirip, bağışlanmanız umulur. İşte cenneti müjdeleyen bin aydan hayırlı gece. Düşünebiliyor musunuz 83 yıldan daha hayırlı çok özel bir gece. Elbette Rabbim bu gecenin hangi gece olduğunu söyleyecek değildir. Öyle kolaya kaçmak yok. Zor bir yarışın, çabanın, özverinin elbette ödülü de büyük olacaktır. Bu geceyi yıllarca arayıp, adeta ömrümüzün her Ramazan gecesini, Kadir gecesi gibi yaşamamız gerekmektedir. Allah ta bunun yapılmasını bizlerden istiyor. Ama farkında bile değiliz. Bizler ne yazık ki çok fazla sıkıya gelememişiz. Ramazan ayının her gününü aynı huşu içinde, ibadette, hayırda, barışta yarışarak geçirmek zor gelmiş bizlere. Allah ın rehberinden de uzak yaşadığımız için İslam ı, Rabbin bizlere sunduğu bu kurtuluş reçetesinden de, böylece istifade edememişiz, değerini anlayamamışız. Rabbim bizleri afetsin. Dilerim bizler bir gün, Allah ın ayetleriyle verdiği örneklerle, bizlere ne anlatmak istediğinin farkına varırız. Yoksa Kur’anı anlamadan okuyan, onun üzerinde düşünmeyen, ona anlamadan iman edenlerin, geçmiş toplumların düştüğü durumlarına düşerek, şeytanın kucağında buluruz kendimizi. Rabbim yardımcımız olsun. Yaşamımızda gelecek, tüm Ramazan aylarının tüm gecelerini, KADİR gecesi olarak bilip, gereği gibi yaşayan kullarından olmamız dileklerimle. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  23. Sizleri Kur’an bütünlüğünde, düşünmeye davet etmek istediğim konu, Allahın elçisine, HİKMETİ vermesi ne anlama gelir, birlikte Rabbin izniyle Kur’an dan anlamaya çalışalım. Araf 62: Size, Rabbimin mesajlarını iletiyorum, size öğüt veriyorum ve ben Allah'tan gelen vahiy ile sizin bilmeyeceklerinizi biliyorum. Ali imran 164: Allah, müminlere, aralarından kendilerine Allah'ın ayetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulundu. Oysa bundan önce açık bir sapıklık içinde idiler. Bakara 151: Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik. Allah Araf suresi 62. ayette, Allahtan gelen sizin bilmediklerinizi biliyorum demekle, neyi kast etmiş olabilir? Kur’an dışından bir bilgi olabilir mi acaba, hemen Kur’an ın diğer ayetleri ile bağlantı kuralım, konuyu daha iyi anlamak için. Çünkü bir ayette, bir kelimeden yola çıkarak yanlış anlamlar verirsek, Allah korusun şeytanın kucağına düşer, hesabı da veremeyenlerden oluruz. Ahkaf 9: De ki: 'Ben elçilerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vah yedilmekte olana uyuyorum ve ben, apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim. Maide 109: Allah'ın peygamberleri toplayıp da "Size ne cevap verildi" dediği gün, "Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak sensin" diyeceklerdir. Demek ki elçilerin bildikleri, toplumun daha tebliğ almadıkları, Allahın ayetlerinden başka ne olabilir? Şimdide diğer ayete bakalım. Allahın ayetlerini okuyan, tebliğ eden ve toplumu bu yolla arındıran elçilerine, kitabı ve hikmeti verdiğini söylüyor Allah. Kitap deyince elbette Allahın indirdiği kitap olduğu çok açık. Peki, hikmet nedir, bu sözden ne anlamalıyız. Kur’an dışından farklı bilgiler sizce olabilir mi? Olamayacağı zaten yukarda ki ayetlerden anlaşılıyor. Ne yazık ki bugün bu kelimenin ardından yola çıkarak, Allahın elçisine, Kur’an da olmayan hüküm verme yetkisi verdiği söylenmektedir. Rabbim affetsin. Gelin yine Kur’an dan faydalanarak, bu kelime ile Allah ne demek istiyor, onu anlamaya çalışalım. Hikmet sözcüğünün anlamını araştırdığımızda, İLİM-BİLGELİK-GÜÇ anlamına geldiğini görürüz. Ayette de aynı anlamı vermiştir Allah. Bu ayette Rabbim elçisine Kur’an ile birlikte ilmi, bilgeliği, hükmetme gücünü vermiştir ki, Kur’anı tebliğ ederken, toplumu ikna etsin, geçmiş kitaplarla arasındaki konuları açıklığa kavuştursun. Şimdide bu sözlerimize Kur’an dan delil arayalım. Şuara 21: Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı. Yukarıdaki ayet, Musa peygamberimizle ilgilidir. Dikkat ederseniz bu ayette de Allah, peygamber olarak görev verdiği kuluna HİKMET bahşediyor. Yani bilgelik, ilim, hükmetme gücü veriyor. Allah Kur’an içinde, hikmet dolu bir kitap demiyor mu zaten. Yunus 1: Elif, Lâm, Râ. İşte sana hikmetlerle dolu Kitap'ın ayetleri. Ali İmran 58: İşte bu sana ayetlerden ve hikmetlerle dolu Zikir’den okuduğumuzdur. Demek ki Allah, tüm elçilerine indirdiği hikmet dolu yani ilim dolu kitabın yanında, onlara bu hikmeti, Kur’anı anlatabilmeleri ve topluma yayabilmeleri için ilimden bir nasip veriyor. Yoksa Allah hikmet dolu Kur’an ın yanında, elçisi de yine Kur’an gibi, Kur’an haricinde hükümler verebilir diyor dersek, Kur’an ın tamamına ters düşmüş olur ve hadi bir benzerini getirsinler, yalnız Kur’an ın ipine sarılın, sizi bu kitaptan sorumlu tutuyorum diyen, Rahmanın sesine kulaklarımızı kapayıp, ona meydan okumuş oluruz. Bunu da unutmayalım. Yine Kur’an dan bir örnek daha hatırlayalım. Zühruf 63: İsa, açık-seçik kanıtlarla geldiğinde şöyle demişti: "Ben size hikmet getirdim ve tartışıp durduğunuz şeylerin bir kısmını size açıklayayım( açıklığa kavuşturayım)diye geldim. O halde, Allah'tan korkun ve bana itaat edin. Yukarıdaki ayette Hz. İsa tebliğ ettiği kitap için bakın ne diyor. Ben size HİKMETİ getirdim. Yani ilim dolu gerçekleri getirdim diyor. Daha sonra söylediklerini ise dikkatle düşünelim. Bilmediğiniz tartıştığınız konuların bir kısmını sizlere açıklayayım, burası önemli açıklamak için. Peki, bu açıkladığı getirdiği İncil de apaçık yazmıyor mu? Elbette yazıyor. Zaten elçinin görevi geçmişte inandığımız yanlış bilgiler ya da Rabbin kitaplar arasında nesih ettiği kaldırdığı hükümler ile yeni gelen hükümleri, açıklığa kavuşturmaktır görevi. Yani bir başka deyişle, yanlış inançlarından onları kurtarmak, yeni gelen Allah ın hükümlerini onlara anlatıp, ikna etmektir burada anlatılan. Hatırlayınız Allah Kur’an indirilirken, toplum arasında çıkan bazı soru işaretleri konusunda bir ayet indirmiş ve Kur’an indirilirken sormak istediğiniz varsa sorun, size açıklanır demişti. Daha sonra sormayın, çünkü onları Rabbiniz kaldırdı, nesih etti diyordu. İşte tüm bu ve buna benzer sorunları, problemleri topluma anlatmak ve onları ikna etmekte, Allahın elçilerine verdiği HİKMET sayesindedir. Yoksa elçilerine verdiği hikmet, dine hüküm koymak asla değildir. Bunu düşünmek, Allahın hükmüne elçilerini ortak etmek olur ki, bunu düşünmek bile istemiyorum. Hikmet konusuna daha da açıklık getirmek için, bakın Rabbim biz halis kullarının, nasıl dua etmesini istiyor ve İbrahim peygamberin nasıl dua ettiği örneğini veriyor bizlere. Şuara 83: Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat. Şimdi vereceğim örnek ayet ise, sanırım HİKMET kelimesine verilen, günümüzdeki yanlış anlamaya çok net açıklama yapıyor ve noktayı koyuyor. Bakara 269: Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar. Demek ki HİKMET, dine hüküm koyma yetkisi değil. Allahın sevdiği, kendisinden hoşnut olduğu kullarına verdiği ilim, güç insanlara hükmetme, anlatabilme becerisi olduğu, daha da net anlaşılıyor bu ayetle. Allahın dediği gibi akıl sahipleri, Kur’an dan düşündüğünde hikmetin ne anlama geldiğini anlar ve ibret alırlar. Allah ın Kur’an da verdiği örnekler üzerinde biraz düşündüğümüz de, sanırım hiçbir fitne baz, yanımıza bile yaklaşamayacaktır. Sizce Allah, peygamberimizin Kur’anı tebliğine yanaşmayan ve atalarının hurafe inançlarına da iman etmeye devam etmek isteyenlere karşı, indirdiği ayetten bizler, bugün çok ama çokkk dersler almamız gerekmiyor mu? Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Anlayana Rabbin bir cümlesi yeter, anlamayana ne söylerseniz söyleyin boşuna olacaktır. Kur’anı kendilerine yeterli görmeyenlere Rabbin cevabı sanırım çok açık, bizim ekleyeceğimiz hiçbir söz yok. Peygamberimizi Allahın hükümlerine ortak edenler, tekrar düşünmelidirler. Allah hükmüne kimseyi ortak etmez dediği halde, bunun tersini yapmaya hala devam edenlere, aşağıdaki ayeti hatırlatmak isterim. Bakın Allah peygambere düşen görevin ne olduğunu söylüyor. . Ankebut 18: “Eğer siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önce geçen birtakım ümmetler de yalanlamışlardı. Peygambere düşen apaçık tebliğden başka bir şey değildir.” Bizler Kur’an ın rehberliğinden o kadar uzak yaşıyoruz ki, eğriyle doğruyu da ayırt edemez olmuşuz. Çünkü FURKANI terk etmişiz. Peygamberimizin hadislerinden, onun sünnetinden elbette faydalanmalıyız, çünkü o bizler için örnektir. Fakat bizler bu konuda, çok dikkatli ve hassas olmalıyız. Peygamberimizin söylediği gibi, onun sözleri olup olmadığını KUR’AN ile karşılaştırmalıyız. İslam a fitne sokan Yahudiler, içimize öyle bir sızmış ki, yanlışlar doğru, doğrular yanlış görünür olmuş. İşimiz çok zor, ama imtihanımızın en önemli, can alıcı noktası da burası olsa gerek. Dilerim Rabbimden, emaneti teslim etmeden, Kur’anı rehber alan, onun ipine sıkı sıkı sarılıp, peygamberimizi örnek alan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  24. Bugün sizleri Furkan suresi 27 ve 28. ayetler üzerinde Kur’an bütünlüğünde, düşünmeye davet etmek istiyorum. Önce ayetleri yazalım. Furkan 27: O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöyle) der: 'Ah keşke, elçiyle birlikte bir yol edinmiş olsaydım. 28: Yazık bana! Keşke falancayı (batıl yolcusunu) dost edinmeseydim. Yüce Rabbim e şükürler olsun ki düşünene, aklını kullanana çok şeyler anlatıyor ayetlerinde. Kur’ana başkalarının etkisi altında kalmadan, hurafe inançlara delil aramadan, düşünerek ahhh bir bakabilsek. Ayetlerden anlıyoruz ki, peygamberimizin tebliğ etmeye çalıştığı Kur’an ayetlerini, bir kısım insan atalarından gelen hurafe, batıl inançlarından vazgeçmeyip, Allahın elçisine uymamış, onunla birlikte olmamış. Fakat bu insanların çok pişman olacaklarını söylüyor Allah. 28 ayette bunun açıklamasını zaten yapıyor ve bu insanların mahşer günü çok pişman olacaklarını, keşke falancanın sözlerine inanmasaydım, onu dost edinmeseydim, onun batıl rivayetlerine kanmasaydım diyeceklerini, şimdiden bizlere hatırlatıyor. Bu sözleri ve bu inancı, isterseniz herkes kendi nefsinde, günümüze adapte edip düşünsün. Sanırım düşünen, Kur’anı rehber alan, çok dersler çıkartacaktır. Şimdide bu iki ayeti daha iyi anlayabilmemiz için, derinlemesine Kur’an dan araştırma yapalım, acaba Allah bu ayetlerle bizlere neler anlatmak istiyor ve dikkatimizi çekiyor. Ali imran 101: Size Allah'ın ayetleri okunurken, üstelik Allah Resulü de aranızda iken nasıl inkâra saparsınız? Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir. Bakın Allah çok dikkat çekici bir söz söylüyor. Allahın elçisi aranızda olduğu halde, yani yaşıyor. Sizlere tebliğ edilen, okunan ayetleri, nasıl olurda inkâr edersiniz diyor. Ayetin sonundaki cümlede önemli. Her kim Allah a bağlanırsa, kesinlikle doğru yola iletilmiştir diyor. Allaha bağlı olmayı yine başka birçok ayetinde anlatıyor ve Kur’an ın ipine sarılın diyordu bizlere hatırlayınız. Ahzap suresi 2. ayette sizce uyacağımız kitap çok açık değil mi? Ahzap 2: Rabbinden sana ne vahyolunuyorsa onun ardınca git, muhakkak ki, Allah ne yapıyorsanız haberdardır. Demek ki Allahın elçisinin ve bizlerin ardından gideceği, Rahmanın tebliğ ettiği Kur’an olduğu bu ayette de açıkça belirtiliyor. Dikkat ediniz Rabbim ne diyor? (sana ne vahyolunuyorsa onun ardınca git.) Çünkü bunun açıklamasını da yapıp, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, demiyor muydu bir başka ayetinde? Ama bizler günümüzde öylemi yapıyoruz? Yorum sizlerin. Yukarıda hatırlattığım Ali İmran 101 ayetinde, peygamberiniz aranızdayken nasıl olurda hala inkâra saparsınız diyordu. Bu inkâr, dikkatle düşünelim, Allahın varlığını inkâr değil, burası önemli. Atalarının dininden, inançlarından hurafe itikatlarından, vazgeçmek istemeyenler. Hatta Allah, peygamberimiz hayattayken aranızda doğacak sorunların çözümü için, birçok ayetinde bahsettiği gibi, hakem olarak peygamberimize gelinmesini ve O hüküm verdiğinde, ona itiraz edilmemesini, uyulmasını söylüyordu. Örnek verelim. Ahzap 36: Allah ve Resulü, bir işe hükmettiği zaman, mümin bir erkek ve mümin bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resulü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır. Nur 51: Allah'a ve aralarında hüküm vermek üzere O'nun resulüne çağrıldıklarında, müminlerin sözleri sadece şunu söylemeleridir: "İşittik, itaat ettik." İşte bunlardır kurtuluşa erenler. Yukarıdaki ayetleri anlamaya çalışalım şimdi de. Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman diyor. Burada dikkatle anlamamız gereken, Allah ayrı, resulü ayrı bir hüküm vermiyor. Eğer böyle anlarsak HÂŞÂ peygamberimizi Allahın hükümlerine ortak etmiş oluruz ki, bu ŞİRKTİR. Hatırlayalım Allah elçisine ne diyordu? Sana indirdiğimle topluma hükmet. Hatta indirdiğim hükümlere ilave yapıp, bunlarda Allah katındandır deseydi, onun canını alırdık diye de, bu konuyu iyice anlamamızı sağlamıştı. Bir başka ayetinde yine, sana indirdiğimizi tebliğ et, bunu yapmazsan görevini yapmamış sayarız demiyor muydu? Demek ki peygamberimiz hayattayken, sorunlarımızın çözüm kaynağının hâkimi, danışılacak makam peygamberimiz olduğunu, Allah çok açık söylüyor. Peki, peygamberimiz vefat etti. Bu durumda ne olacak diye düşünelim şimdide. Eğer peygamberimizin hadisleri var, onlara bakarak hüküm vermeliyiz dersek, iste en büyük yanlışı yapmış ve Kur’an ile aramıza yüksek bir duvar örmüş oluruz. Çünkü peygamberimiz verdiği tüm hükümleri Kur’an dan vermişti.Kur’an ın vermediği hiçbir hükümden, sorumlu olmadığımızı da zaten Kur’an dan ve peygamberimizin hadislerinden anlıyoruz. Birkaç örnek verelim, bakın peygamberimiz ne söylüyor bizlere. Allah bazı farizalar vazetmiştir, onları aşmayın. Bazı hadler koymuştur, onlara yaklaşmayın. Bazı şeyleri haram kılmıştır, onları yapmayın. Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın. Mahmud Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması, sayfa 403 Ey insanlar ateş tutuşturuldu ve karanlık gecenin parçaları gibi fitneler yakınlaştı. Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kur’an ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kur’an ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım. İbni Hişam Siret 4 sayfa 332 Allah’ın kitabında helal kıldığı helal, haram kıldığı haramdır. Hakkında sustuğu ise serbesttir. Allah’ın serbest bıraktıklarını kabul edin ve bilin ki Allah hiçbir şeyi unutucu değildir. Ebu Davud K. Etime 39/Tırmizi K. Libas 6 İbni Mace K. Etime 60/ El-Müracaat sayfa 20 Sanırım yukarıdaki peygamberimizin hadisleri, çok şeyler anlatıyor bizlere. Tabi anlayana, anlamak isteyene. Biraz araştırdığımızda, peygamberimizin hadis yazımını da yasakladığını görüyoruz. Bir kısım düşünce, önce yasakladığını kabul edip, daha sonra izin verdiğini söyleseler de, dört halife devrinde de, bu yasakla mücadele ettikleri, daha sonra toplanan birçok hadis kaynaklarından anlaşılıyor. Hadis yazımına, dinin mezheplere ayrılmasından sonra, hız verildiğini görüyoruz. Allah emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin, sizleri sorumlu tutarım demiyor mu bizlere? Hadis konusunda da mezheplerde birliktelik olmayıp, aynı konularda dahi mezheplerin, farklı inandıkları ve peygamberimizin sözlerini farklı naklettiklerini açıkça görüyoruz. Hadisleri hatırlayınız, hepsi bir rivayete göre diye başlar. Din ve iman rivayetle değil, Kur’anın kesin hükümleri ile yaşanır, çünkü Allah elçisi de öyle yaşamıştı. Kur’anı ben koruyorum diyen Rabbim, acaba günümüze kadar gelen onca rivayet bilgiyi, hiç değişmeden kimlerin koruduğunu sormak lazım. Tabi işin kolayını bulanlar, hadisleri de Allahın koruduğunu söyleyerek, çok büyük bir yanlışa imza atmışlardır. Sormak lazım, hangi mezhebin hadisleri koruma altındadır acaba? İşte büyük, derin dipsiz bir kuyu. Konuyu daha iyi anlayabilmemiz için Kur’an dan örnek vermek istiyorum. Peygamberimize bir konu hakkında danışmaya gelen Yahudiler için, bakın Rabbim ne diyor. Maide 43: İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında iken, nasıl oluyor da senin hakemliğine başvuruyorlar? Daha sonra da verilen hükümden yüz çeviriyorlar. Bunlar inanan kişiler değillerdir. Aslında yukarıdaki ayet, bizlerin günümüzde hakem olarak, neyi kabul etmemiz gerektiğini çok açık anlatıyor. Yahudiler ellerindeki Allahın kelamı Tevrat ı, günümüzde bizlerinde yaptığı gibi, bir kenara bıraktığı belli oluyor. Hurafe ve atalarının yanlış itikatlarının ardı sıra gittikleri çok açık. Bir konuda peygamberimize danıştıklarında da, Allahın ikazı çok düşündürücüdür. Onlar elleri altındaki benim gönderdiğim rehbere, Tevrat a bakmayıp, nasıl olurda sana geliyorlar diyor Allah. Daha sonrada senin sözlerine de inanmayıp, yüz çeviriyorlar diyor. İşte Allahın ayetleri o kadar çok örneklerle dolu ki, yeter ki biraz düşünelim. Bu ayetten de anlaşıldığı gibi, peygamberimiz her konuda Kur’an dan hüküm çıkarmış ve sorunlara çözüm bulmuştur. Çünkü yukarıdaki ayette, Yahudilere gönderdiği Tevrat a bakmamalarını, ona danışmamalarının yanlışlığından bahsediyor Allah. Dikkat edin Musa peygamberimiz hayatta değil. Allah onun sünnetine, hadislerine bakın demiyor. İşaret ettiği, danışılmasının istendiği, kendisinin indirdiği Tevrat. Şimdide aşağıdaki ayetler üzerinde dikkatle düşünelim. Çünkü aşağıdaki iki ayette, peygamberimizin yalnız ve yalnız, Allahın indirdiğiyle, yani Kur’an ile hükmetme görevi aldığını görüyoruz. Maide 49: Aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır. Maide 50: Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan bir topluluk için hükmü, Allah'tan daha güzel olan kimdir? Tüm bu ayetleri apaçık okuyup tebliğ aldığımız halde, adeta cahiliye döneminde olduğu gibi, peygamberimize iman etmek istemeyen, atalarının inançlarından vazgeçmemekte ısrar edenler gibi, değil miyiz bizlerde bugün. Allah kesin bilgiye inanan bir toplum için HÜKMÜ ALLAHTAN DAHA GÜZEL OLAN KİMDİR, diyen Yüce Rabbimin lütfen sözlerini işitelim. Daha sonrada günümüzde yaptığımız yanlışlar ile karşılaştıralım. Peygamberimiz yaşarken, tartıştığımız herhangi bir konuda ona gidilmesini istiyordu, ona müracaat etmemizi ve onun verdiği kararlara uymamızı istiyordu Allah. Çünkü peygamberimiz bizzat Allahın kontrolünde olup, ona da yalnız Kur’an ile hükmetme görevi vermişti. Hata yapmasını önlüyor, hata riskini sıfıra indiriyordu. Yukarıda verdiğim Yahudilerin ellerindeki Tevrat a danışmadan, peygamberimize geldikleri ayeti hatırlayınız. Allah ne diyordu onlara? (Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında iken, nasıl oluyor da senin hakemliğine başvuruyorlar. ) Demek ki onlarda bizlerin Kur’anı devre dışı bıraktığımız gibi, Tevrat ı devre dışı bırakıp, hurafe inançlara inanır olmuşlar ki, Allah bakılması gereken başka bir kaynak önermiyor, dikkat ederseniz. Elinizdeki Tevrat a bakın diyor. Peki, bu durumda yani peygamberimiz hayatta yok, din ve iman adına danışacağımız rehber ne olmalıdır? Sanırım yukarıdaki ayet bunu çok net anlatıyor. Anlamayana, anlamak istemeyene sözüm meclisten dışarı. Şimdide bir başka örnekle konuyu anlamaya çalışalım. Kur’an a baktığımız, danıştığımız halde, ayrılığa düştüğümüz bir konuda, nasıl hüküm vereceğiz? Tabi bu genel İslam hukuku değil, onlar açık ve nettir tartışılmaz uyulur. Kişisel bir konuda aramızda anlaşamadığımız, tıpkı tartıştığımız sitelerde, bir konuda farklı düşündüğümüz, Kur’an dan farklı anladığımız gibi. İşte onu da elbette söylüyor Rabbim. Çünkü her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim, yeter ki düşünün, aklınızı kullanın diyor. Şura 10: Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim. Ne dersiniz, sizce her şey çok açık değil mi? Bizler din ve iman adına, anlaşamadığımız bazı konularda, bırakın hükmünü Allaha bırakmayı, birbirimize tahammül dahi edemeyip, saygısızca küfürlerle birbirimizi kırmıyor muyuz? Hâlbuki hangimiz birbirimizden sorumluyuz ki? Hangimiz bir başkasının yaptığından hesaba çekilecek? İşte Allahın öğütleri, işte bizlerin gittiği yol. Peygamberimizin İslam ı anlatırken takındığı tavırla, bizlerin birbirimize gösterdiği tavır, birbirine benziyor mu? Sizce bizler Allahın istediği yolu, takip ediyor olabilir miyiz? Allah yüzlerce ayetinde, bizleri Kur’an a yönlendirmiştir. Fakat bizler ne yazık ki, cahiliye devrini aratmayan inançlarımızla, peygamberimizin adını kullanıp, ona adeta iftiralar atarak, İslam inancına hakkı, batıl ile karıştırmışız. Elbette peygamberimizin hayatı, yaşamı, Kur’anı hayatına geçirdiği hadis örnekleri, bizler için ibrettir, ondan gereği gibi yararlanmalıyız. Ama onun adına uydurulan, ona atılan iftiraları da, yine KUR’AN ile ortaya çıkarmak, onun ümmeti olan bizlere düşmektedir. Gelin peygamberimizin üzerinden yayılan, ama asla onun sözleri olmayan bilgileri, hadisleri elimizdeki FURKAN ile temizleyelim. Böylece onun gerçek ümmeti olduğumuzu gösterelim. Sizlere günümüze kadar gelen hadis konusunun, önemini anlatabilmek için, bir örnek vermek istiyorum. Hatırlayınız, peygamberimizin veda hutbesini yaklaşık yüz bin kişinin izlediği söylenir. Veda hutbesini bu kadar kalabalık izlemesine rağmen, günümüze kadar 7 den fazla, birbirinden farklı konuların yazdığı veda hutbesi ulaşmıştır. Düşünün lütfen, yüz bin kişinin izlediği bir konuşma, bilgi bu kadar farklı günümüze ulaşmış ise, iki ya da üç kişinin kendi arasında konuştukları, acaba günümüze nasıl ulaşmış olabilir, işte bunun yorumunu da sizlere bırakıyorum. Çünkü herkes kendi inancından, yaptıklarından hesaba çekilecektir. Veda hutbesinin içinden bir örnek vermek istiyorum, gerisini lütfen araştırınız. Bakın peygamberimizin bir sözü dahi, nasıl farklı gelmiş günümüze. —Size iki emanet bırakıyorum. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-an-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir. —Size iki emanet bırakıyorum. O emanetler, Allah’ın kitabı Kur-ân-ı Kerim ve diğeri Ehl-i Beyt'imdir. —Size bir emanet bırakıyorum ki, ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'an dır. Sizce hangisi doğru olabilir? Sanırım gönlünü Kur’an ın nuruyla dolduran, gönül gözleri gören, doğrusunu bulacaktır. Dilerim Rabbimden Kur’an gerçeklerini gören, onun nurunu gönlüne doyasıya alan, hakkı batıl ile karıştırmayan, kulları arasında oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  25. Bizler İslam ı yaşarken, ne yazık ki Kur’an ile aramıza öyle yüksek duvarlar örmüşüz ki, Allahın güneşinden, aydınlığından, rehberliğinden istifade edemez olmuşuz. Bugün sizleri düşünmeye davet etmek istediğim konu, bizlere öğretildiği gibi, Kur’an her konuda ayrıntılı bilgi vermemiş midir? Örneğin namaz kılın dediği halde, nasıl kılınacağını anlatmamış olabilir mi? Oruç tutmamızın bizlere sağlık getireceğini anlatan Allah, bu konuda gereken detayı vermemesi mümkün mü? Yine birçok kez bizleri zekât vermek için teşvik eden Allah, nasıl ve ne kadar, kimlere zekât verileceği konusunda, açıklama yapmamış olabilir mi? Hacca gidin emrini vermesine rağmen, bu konuda gerekenleri söylememiş olacağını düşünmek, ne kadar doğru olur? Gerçekten bu konular öne sürülerek, İslam âlemi sonu belli olmayan bir yola doğru sürüklenmektedir. Bizlere Kur’an dışından öğretilenleri, Kur’an da bulamadığımızda, bakın Kur’an da her şey yokmuş diyerek, Allaha çok büyük saygısızlık yapmış olmuyor muyuz? Allah onlarca kez zikrettiği namaz kılın, zekât verin emrini vermesine rağmen, bu konuda açıklık getirmediğini söyleyerek, bu konuların detayını peygamberimize bırakmıştır sözlerine inanmamızı Kur’an onaylar mı, gelin birlikte Allahın rehberine bu soruyu soralım, bakalım ne cevap verecek. Meryem 64: Biz sadece Rabbinin emrini indiririz/biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzdeki, arkamızdaki ve bunlar arasındaki her şey O'nundur. Rabbin asla unutkan değildir. Ankebut 51: Kendilerine okunmakta olan Kitabı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu? Şüphesiz bunda iman eden bir kavim için gerçekten bir rahmet ve bir öğüt (zikir) vardır. Araf 52: “çünkü Biz, gerçekten de onlara, inanacak bir toplum için bir doğru yol, içinde bilgiye dayalı, ayrıntılı açıklamalarda bulunduğumuz bir kitap ulaştırmıştık”. Enam 38: Yeryüzünde hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap'ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. Yunus 37: Bu Kur'an, Allah'tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu, önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, âlemlerin Rabbindendir. Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır. Nur 34: Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik. Nahl 89 :……. Sana bu Kitap'ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun. Yukarıdaki ayetlere benzer, daha birçok ayet yazabiliriz. Hepsinde anlatılmak istenen konu, Kur’an ın ayrıntılı açıklandığı, her şeyi açık seçik bildirdiği, hiçbir şeyi noksan bırakmadığını bizlere anlatıyor. Peki, bu kadar açık ayetleri görmemize rağmen, bizler neler söylüyoruz? Allah emrettiği ibadetleri detaylı açıklamamış, onu da peygamberimize bırakmıştır. Bunun ne kadar büyük bir hata olduğu, yukarıdaki ayetlerden sizce anlaşılmıyor mu? Bakın bu konu ile ilgili Rabbim elçisine, bizlere neler söylemesini istiyor, bizlerin ve elçisinin, nereye uymasını emrediyor. Ahkaf 9: De ki: 'Ben elçilerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vah yedilmekte olana uyuyorum ve ben, apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim. Enam 19: Sor: "Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Bu Kur’an bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım….. Maide 45: ……Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, zalim olanlardır. Ahzap 2: Rabbinden sana vah yedilene uy! Allah, yapmakta olduklarınızdan en iyi biçimde haberdardır. Araf 3: (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Aslında ayetler çok açık ve net, her şeyi anlatıyor. Allah elçisine, söyle onlara ben yalnız, bana vah yedilen yani Kur’an a uyuyorum, de onlara diyor. Devamında da yetki ve sorumluluğunu da açıklıyor. Ben apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim. Yine yukarıdaki ayetlerde anlatılmak istenen ana konu, Allahın elçisinin yalnız Kur’an a uyacağı ve Kur’an ı bizlere tebliğ edip, ilmiyle sapmış toplumu ikna edip, onları Kur’an a davet edeceği anlatılıyor. Allah elçisine, sana vah yedilene uy, eğer sana vah yettiğimizi yani Kur’an ı, tebliğ etmezsen, görevini yapmamış sayarız diye de dikkatini çekiyor. Bu ayetleri okuyan bizler, hala nasıl olurda Kur’an da namazın, orucun, zekâtın, Haccın detayı yok deriz dostlar. İşte bu yaptığımız apaçık Allah ın kelamına, nuruna saygısızlıktır. Bizler Kur’an dan öyle uzaklaştırılmışız ki, Allahın ayetlerine karşı kör olmuşuz. Bizler Kur’an dan öyle uzaklaştırılmışız ki, gözlerimize perdeler inmiş, gönüllerimiz taşlaşmış adeta, göremez olmuşuz gerçekleri. Kur’an dışından hurafelerle öyle beynimiz yıkanmış ki, apaçık ayetleri gördüğümüz halde, körlük yapmaya devam ediyoruz. Allah Kur’an da her şeyi detaylı gönderdim ki anlayasınız diyor, bizler hala inatla Kur’an da her detay yoktur, deme gafletine düşüyoruz. Beşerin dine ilavelerini, adeta Kur’an ın HÂŞÂ eksiği gibi görmeye devam ediyoruz. Rabbim bizleri affetsin. Allah ın apaçık söylediği sözlerin üstü örtülmüş, beşerin yalanları muteber olmuş ne yazık ki. Bizler Allahın kelamı elimizin altında olmasına rağmen, anlamadan okuduğumuz içindir ki, Rabbin hükümlerinden habersiz yaşıyoruz. Bundan dolayıdır birileri, bizleri istediği gibi yönlendiriyor. Allahın ne söylediğinden habersiz bizler, kendimizi temize çıkarıp, karşımızdaki insanlara erdemli olmayı, nasıl İslam ı doğru yaşanması gerektiğini öğretmeye çalışıyoruz. Kur’an dan habersiz. Bakın Allah bu insanlara ne söylüyor. Bakara 44: Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz -hem de ilahi kelamı okuyup durduğunuz halde?- Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız? Bizler Allahın kelamını okuyoruz ama anlamadan, bu durum da nasıl olurda ayetler üzerinde düşünebiliriz, aklımızı kullanabiliriz. Ne yazık ki günümüzde birileri Kur’an dan çok uzak, bunlar Kur’an dandır diyerek, büyük bir yanılgının peşinden gidiyorlar. Bunun farkına varalım ve Kur’an ı anlayarak, düşünerek, aklımızı kullanarak iman edelim ki, Rahmanın doğru kulları olabilelim. Allah elçisinin öyle bir dikkatini çekmiştir ki, biz ümmetine Kur’an dışından, hiçbir şeyi, bunlarda Allah katındandır demesi, mümkün değildir. Çünkü bakın elçisine Rabbim ne diyor. Hakka 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45 Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Sizce Yüce Rabbim, daha nasıl anlatsın bizlere. Kur’an dışından bazı hükümleri, bilgileri Allah sözüdür diye, sizlere anlatsaydı, onun canını alırdık dedikten sonra, sizce peygamberimizin Kur’an da olmayan bir hükmü, bilgiyi, detayı, bunlarda Allah katındandır, uymamız gereken kesin hükümlerdir der mi? Allah elçisinin görev ve sorumluluğunu çok açık birçok kez bizlere söylediği halde, bizler hala peygamberimizi, Allahın hükümlerine ortak etmeye çalışarak büyük günahlar işlemekteyiz. Bu yanlışı hatırlatanlara da, ne yani peygamberimiz postacımıydı diyerek, ona da büyük saygısızlık yapmaktayız. Allah affetsin. Hâlbuki Rabbim elçisinin yetki ve sorumluluklarını aşağıdaki ayette çok açık söylemiyor mu sizce? Gaşiye 21: Artık sen, öğüt verip hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici, bir hatırlatıcısın. Neml 92: 'Ve Kur'an'ı okumakla da (emrolundum). Artık kim hidayete gelirse, kendi nefsi için hidayete gelmiştir; kim sapacak olursa, de ki: 'Ben yalnızca uyarıcılardanım.' Ahzap 45: Ey Peygamber! Hiç kuşkusuz, biz seni bir tanık bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik. 46 Ve Allah'ın izniyle bir davetçi, ışık saçan bir kandil olarak. Ankebut 50: Dediler ki: “Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır ve ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.” Kehf 56: Biz elçileri, müjde vericiler ve uyarıcılar olmak dışında (başka bir amaçla) göndermeyiz. İnkâr edenler ise, hakkı batıl ile geçersiz kılmak için mücadele ediyorlar. Onlar benim ayetlerimi ve uyarıldıklarını (azabı) alay konusu edindiler. Yukarıdaki ayetleri okuyarak tebliğ alan bir Müslüman, hala peygamberimizin görev ve sorumluluğunu anlamıyorsa, anlamak istemiyorsa, ona söyleyecek söz yok demektir. Allah açıkça biz elçilerimizi, müjde verici ve uyarıcı olmak dışında başka bir amaçla göndermeyiz dediği halde, bizler hala peygamberimizi, Allahın HÂŞÂ hükmüne ortak edercesine, Kur’an dışından hükümler verme yetkisine sahiptir diyerek, nasıl büyük bir hatanın içinde olduğumuzun farkında bile değiliz. Allah bizlere onlarca ayetinde, Kur’an ın ipine sarılmamızı, onu anlayarak okuyup, üzerinde dikkatle düşünmemizi emreder. Bakın bu konuda indirdiği ayet sizce çok açık değil mi? Kur’an ı sizler anlayamazsınız diyenleri, Rabbin bu sözleri onaylıyor mu? Muhammet 24: Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi? 25. Şüphesiz ki, kendilerine doğru yol belli olduktan sonra, arkalarına dönenleri, şeytan sürüklemiş ve kendilerine ümit vermiştir. İşte üzerinde düşünmemiz gereken çok önemli bir ayet. Allah Kur’an üzerinde düşünmemizi, akıl yürütmemizi emredir. Kendilerine doğru yolu gösteren Kur’an geldikten sonra, sarılacakları rehber Kur’an olması gerekirken, bu kitabı bizler anlaşılması zor yapıp, bu kitapta her şeyin olmadığını söyleyerek, ayette Allahın söylediği gibi, doğru yolu gösteren Kur’an bizlere geldiği halde, başka kaynaklar arayanları şeytan kandırmış, bir bilinmeyene sürüklemiş ve kendilerine ümit vermiştir diyor. Anlayana sanırım yalnız bu ayet bile yeter. Anlamayana sözümüz meclisten dışarı. Kur’an da bahsettiğimiz konu hakkında o kadar çok delil var ki, yeter ki onu anlamak için çaba gösterelim. Bakın Rabbim Kur’an da her şeyi bulamayanlara ne diyor. Araf 185: Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar? Allah bizleri affetsin, bizler bu ve buna benzer onlarca ayetlerin üzerini örtüp, bu ayetler o devrin insanlarını ilgilendiriyor, bizleri kapsamıyor diyerek, şeytanın kucağına düşmüşüz. Kur’an dan sonra hangi sözlere, hangi kitaplara, edindiğimiz hangi velilere inandığımızı ve bugün ne hallere düştüğümüzü, düşünmek bile istemiyorum. Sizlere Allahın rehberinden, birçok ayet örnekleri verdim. Başka bir ayet daha sizlere hatırlatmak istiyorum. Sizce Allah bizleri Kur’an dan imtihan edeceğini söylediği halde, bunun dışından da sorumlu tutar mı dersiniz? Lütfen ayet üzerinde dikkatle düşünelim. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Allah sözünde durandır. Sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyorsa, onun dışından asla hiçbir bilgiden, hükümden, detaydan sorumlu tutmayacaktır. Bize öğretilenleri lütfen Kur’an süzgecinden geçirelim. Kur’anı anlayarak bolca okuyalım, üzerinde bir öğrenci gibi düşünelim, akıl yürütelim, çünkü bu yolu ve yöntemi Rabbim söylüyor. Hepimiz Kur’an dan imtihan olduğumuzun bilincinde olalım. Onu sen anlayamazsın diyenlerin tuzaklarına düşmeyelim. Şunu sakın unutmayalım. Allah kullarına rehber olsun diye gönderdiğini söylediği kitap, asla zor anlaşılır olmaz. Kur’an da her detay yoktur diyenler, bizleri Kur’an dışına yönlendirenlerdir, lütfen onların tuzaklarına da düşmeyelim. Allah vermediği bir detay, açıklamadığı bir hükümden asla sorumlu tutmayacağını da unutmayalım. Allah biz kullarını uyarıp, bakın nasıl dikkatimizi çekiyor. İsra 36: Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. Kesin bilgi, emin kaynak yalnız Kur’an dır. Bunu Kur’an söylüyor. Ona uyan, onun süzgecinden geçen her bilgide, bizlerin başının tacıdır. Bizler eğer emin olmadığımız bilgilerle, Kur’an ın onay vermediği rivayetlerle İslam ı yaşamaya devam edersek, hakka batıl karıştırırsak, bunun hesabını da vereceğimizi lütfen unutmayalım. Yazdıklarım, Rabbin rehberinden ayetler üzerinde düşündüğümde, kendi imtihanıma hazırlandığımda, benim anladıklarımdır. Sizlere düşen kendi imtihanınıza bizzat kendiniz hazırlanmak olmalı ve Kur’anı anlayarak bolca okuyup, onu başucumuzdan ayırmadan, gerektiğinde ona müracaat etmek olmalıdır. Hiçbir şefaatin kabul görmediği o gün, yüzleri gülen kullarından olmak isteyen, Allahın rehberine sarılır ve onu anlayarak okuyup aklıyla, kalbiyle iman eder. Hiçbir velinin ardına düşmeden, yalnız Allah ı veli edinen, Kur’anı rehber alan kullarından olur. Dilerim Rabbimden, kula kul olmayan, Allahın rehberine bilerek, anlayarak sarılan, düşünen aklını kullanan kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.