halukgta tarafından postalanan herşey
-
YALNIZ ALLAHTAN YARDIM DİLEMEK....
Değerli arkadaşlarım bizler her gün namazlarımızda Yaradan a Fatiha suresini okurken bir söz veriyoruz, ne sözümü dersiniz, lütfen dikkatle okuyunuz. ( Fatiha 5: Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.) Acaba gerçekten her gün bu sözü verirken rabbim e, sözümüz de duruyor muyuz dersiniz. Yaradan kur’an da bakın ne söylüyor bize iletilmesi için. Zümer sur.44;De ki: "şefaat, tümden ve sadece Allah'ındır. Göklerin ve yerin mülkü/yönetimi onundur. Sonunda O'na döndürüleceksiniz. Bu ayete baktığınızda çok açık ve net şefaat yani bağışlama yetkisinin Allah tan başka kimsede olmadığını söylüyor bizlere. Şefaatin kur’an da ki anlamı affetmek ve bağışlamaktır, onun içindir ki Yaradan affetme yetkisinin tamamen kendisinde olduğunu söylüyor. Ama bizler bu ve buna benzer onlarca ayeti gördüğümüz halde, Allah tan başka peygamberler, din ulemaları ve şehitler şefaatçidir diyenlere inanmıyor muyuz? Ayrıca tüm bunları peygamberimizin hadisidir diye söyleyip, kur’an ayetlerine ters olmasını bile hiçe sayıp, dinde çelişki yarattığımızın farkında değil miyiz yoksa? Yaradan kur’an ayetinde şefaat tümden bana aittir dedikten sonra, acaba yine kur’anın bir başka kısmında bunun tersini söyler mi hiç, düşünmeden söylenenleri kabul ediyoruz, acaba neden zerre kadar düşünmüyoruz? Şimdi düşünmeden iman edersek, hesap günü kara kara düşünmenin hiçbir faydası olmayacaktır. İmtihan kâğıdını öğretmen açıp, notumuzu okuduğunda, yani imtihan için bizlere verilen süre bittiğinde, acaba eyvahhhh hocam, o sorunun cevabı şimdi aklıma geldi desek, bizlere not verir mi dersiniz? Şimdide bakın ne diyor Rabbim, önce ayete dikkat edin, daha sonrada peygamberimizin söyledikleri ile ayeti karşılaştırın. Yunus 18: Allah'ın yanında bir de kendilerine zarar veremeyen, yarar sağlayamayan şeylere kulluk ediyorlar ve şöyle diyorlar: "Bunlar bizim Allah katındaki şefaatçılarımızdır." De onlara: "Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği şeyleri mi haber veriyorsunuz?" Şanı yücedir O'nun, ortak koştuklarından arınmıştır O. Bakın ayet ne kadar açık anlatıyor, günümüzde bizlere öğretilen yanlışları. Sanırım bizler hala ibret almıyoruz ve aynı yanlışa devam ederek, kendi nefsimizce şefaatçiler ediniyoruz. Ayette kendilerine ne yarar nede zarar veremeyecek kişilerden bahsediyor Rabbim. İnsanlar bu kişiler için, Allah katında kendileri ile ilgili şefaatçi olacağını söylüyorlar. Ama Allah bunu asla kabul etmiyor ve açıkça söylüyor, peki bu sözleri bizler göremiyor muyuz dersiniz, yoksa Rabbim mi göstermiyor bazılarına? Yorum sizlerin. Şimdide yazacağım ayetleri özellikle dikkatle okuyunuz, söylediklerimizi iyice onaylarcasına, bakın peygamberimiz bize ne söylüyor. Cin 21.ayet. De ki: "Şüphesiz ben, size ne zarar verebilir ne de fayda sağlayabilirim." Araf sur.188. ayet: De ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar sağlayabilirim, ne de bir zarar verebilirim. Değerli arkadaşlarım, demek ki peygamberimiz dahi Rabbim in bizleri uyarısıyla, Allahın dilediğinden başka kişiye, asla ne fayda sağlayacağı nede zarar veremeyeceğini açıklıyor. Yunus suresi 18. ayetinde ne diyordu hatırlayalım. (Allah'ın yanında bir de kendilerine zarar veremeyen, yarar sağlayamayan şeylere kulluk ediyorlar ve şöyle diyorlar: "Bunlar bizim Allah katındaki şefaatçılarımızdır .) diyordu ayet. Demek ki Yaradan şefaat konusunda, affetme bağışlama konusunda kimseye yetki vermiyor, bu çok açık anlaşılıyor. Dua etme kapısını ise her zaman iman eden kendisinden hoşnut olan tüm kulları için ise açık bırakıyor. Şükürler olsun Rabbim e. Şimdide bizlere öğretilen en büyük yanlışa gelelim, tüm bu ayetleri gördükten sonra. Bizlere her namaz kılışımızda Yaradan a, yalnız senden yardım dileriz sözlerini verdikten sonra, bakın ne söylememizi istemişlerdi onu hatırlayalım.( şefaat ya resul Allah ) Bu sözün Türkçesi neydi onu da yazalım. Bizi affet, bağışla ey Allahın resulü. Rabbim bilmeden yaptıklarımızdan dolayı bizleri affetsin. Bakın yukarıda yazdığım ayetleri gördünüz, Rabbim tek bağışlayıcı kendisi olduğunu söyleyerek, çok net açıklamalar yapıyor ve şefaati bizzat kendisinden istenmesini de söylüyor. Şimdide Fatiha suresinde her namazda Yaradan a verdiğimiz sözü hatırlayalım ve hep birlikte düşünelim. Ayette ne diyorduk Rahmana? Yalnız senden yardım dileriz. Peki, Allah tan değil de peygamberimizden dilediğimiz şefaat ne olacak o zaman dersiniz? Bunu hiç düşündünüz mü? Bunu söylemekle doğru mu yapıyoruz? Namaza durduğumuzda rabbim e karşı, yalnız senden yardım dileriz diyeceğiz, namaz bitince de peygamberimizde yardım isteyeceğiz, sizce bizler ne yaptığımızın bilincin demiyiz? Ne söylediğimizi biliyor muyuz, Allah bizleri affetsin inşallah. İşte İslam ın geldiği nokta. Bu konuyu Diyanet İşleri başkanlığına sorduğumda elbette peygamberler şefaat edemez, ama onun aracılık yapmasında bir sakınca yoktur diye cevap verdiler. Allaha dua etme, yakınlarımızın günahlarını bağışlama kapısı her iman eden için açıktır. Allah kendisinden hoşnut olduklarımın duasını kabul ederim der bizlere. Bakın Allah elçisi için dahi ne söylüyor. Muhammet 19; Allah’tan başka tanrı olmadığını kuşkusuzca bil! Hem kendi günahın için hem de mümin erkeklerle mümin kadınlar için af dile. Allah sizin, dönüp dolaşacağınız yeri de varıp ulaşacağınız yeri de bilir. Bakın ayet ne kadar açık ve net. Allah Elçisine bile kendi günahların için dua et bana diyor. Devamında da, iman eden kadın ve erkek müminler için dua et diyor, yani iman ettiğini bildiğin insanlar için dua etmesini söylüyor. Peygamberimiz de bir beşerdi. Bugün oda aramızda yok, taki hesap gününe kadar. Şimdi soralım kendimize, Diyanet İşleri Başkanlığının söylediği gibi, diyelim ki biz bu sözle peygamberimizden şefaat dilemiyor, Allah ile aramızda aracı ol diyoruz desek, peki peygamberimiz bizlerin nasıl bir insan olduğumuzu, gerçek iman eden bir mümin olduğumuzu biliyor mu da, bizlere dua etsin aracı olsun? Bizleri şuanda duyacağını ve Rahmanla aramızda aracı olacağını nasıl ve neye dayanarak söyleyebiliriz? Bunu düşünebiliyor muyuz? Hatırlayalım Rabbim bir ayetinde ne diyordu? Benimle yarattığım kulumu baş başa bırak. Tebliğ etmek sana, hesap sormak bana düşer demiyor muydu? Hatta peygamberimize bir kısım insanlar için, yetmiş kez dua etsen de onları affetmem diyen Rabbimin ayetinden, hiç mi dersler çıkarmıyoruz? İbrahim peygamberimizi hatırlayınız, babası iman etmemişti. Kendisine sana Allaha dua etmekten başka bir şey yapamam sözleri, her şeyi o kadar açık anlatıyor ki, yeter ki rehber olarak beşerin rivayetlerini değil, kur’anı alalım. Her şey o kadar açık bir güneş gibi önümüzde parıl parıl parlıyor. Tabi anlayana, anlamak isteyene. Gerçekten rabbim bizler, düşünüp ibret alma yeteneğimizi herhalde kaybettik. Çünkü kafamızı kur’an ayetleri ile değil, veliler edindiğimiz kişilerin yanlış sözleriyle, hurafe bilgilerle o kadar doldurmuşuz ki, Rabbin kitabındaki gerçek bilgiler, bu yanlış bilgilerin yanında yer almamak için adeta uzaklaşıyorlar. Bu sözlerimi lütfen düşününüz, geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde, kitap önümüze konduğunda, bizlere yardım edecek kimse olmayacak. Toplumu kur’ana, onun sözlerini anlamaya, düşünmeye davet ettiğimde, sen peygamberimizi devre dışımı bırakıyorsun iftirası ile karşılaşıyorum. Hâlbuki O örnek Allah elçisinin de yalnız ve yalnız kur’ana uyduğunu, bir tek kelime bile eklemeden insanlığa, onunla hükmettiğini asla unutmayalım. Bizleri süslü sözlerle, duygusal yalanlarla Allah ile aldatmak isteyenler, hesabın görüleceği gün, Rabbim e ve elçisine attığı iftiralar yüzünden, yüzleri kapkara olacağını ve cehennemin ebedi kalıcıları olduğunun uyarısını, Rabbim çok açık yapıyor. Rabbimden dileğim, hesabın görüleceği o çetin gün, cümlemizin yüzleri ak olur. O çetin günde hesabın tutulduğu kitabımızın, sağ tarafımızdan verilen kullarından oluruz inşallah. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
İSLAMI YAŞARKEN YAPTIĞIMIZ BÜYÜK YANLIŞLAR.
Bugün sizleri aşağıda vereceğim fikri, inancı, düşünceyi önce mantığımızla, aklımızla düşünüp, daha sonra kur’an süzgecinden geçirdiğimizde, doğru olup olamayacağını anlamaya, davet ediyorum. (İmam Şafii Sadece Kuran diyenlere karşı münazara da "sadece hadis üzere konuşun der, çünkü hadis olmazsa kuran ayetleri istenildiği gibi yorumlanabilir" ifadesini kullanır.) Önce bu sözleri anlamaya çalışalım. Bir konuşmada ya da tartışma esnasında, kur’anın verdiği hükümlerine uymalıyız, Rahmandan başka hüküm veren yoktur, Allah hükmünü başkası ile paylaşmaz, kur’an a sarılın, doğruyu bulacaksınız diyenlere karşı, sadece hadislerle cevap verin diyerek, hadis bilgileri ile cevap verilmesini, bu fikrin ve inancın karşı tezini hadisle savunun diye, İmamı Şafii nin önerdiğini söylüyor. Çünkü hadisler olmasaydı kur’anın anlatmak istediği gerçek manası anlaşılamazdı şeklinde açıklama yapıyor. Hadisleri devre dışı bıraktığımızda kur’anı her okuyan, istediği anlamı çıkarır, böylece kur’anın anlaşılması da mümkün olamazdı fikrini, bu kardeşimiz doğru bulmuş ki bu satırları yazmış. İlk önce şunu sormak isterim. İmamı Şafii nin bu sözleri söylediğine kesin olarak garanti veren var mı aramızda? Yüzlerce yıl önce yaşamış bu insanın, acaba söylemediği, kur’anın onay vermediği bir sözünü, bizler dilden dile dolaştırıyor da, birde din ve iman adına uyguluyorsak, ne olur bizlerin hali hesap günü? İşte yanlışlık buradan başlıyor. Gelin bu düşünceyi önce kendi aklımız ile daha sonrada kur’ana müracaat ederek nasıl feyiz alıyoruz, onun nuruyla nasıl nurlanıyoruz ona bakalım. Önce düşünelim İmamı Şafii acaba bu sözü söylemiş midir? Diyelim ki söylemiş, peki hangi mezhebin hadisleri en doğrudur da, kur’anı onlara göre anlamaya çalışalım? Çünkü bir mezhebin uyguladığı, iman ettiği aynı konular, diğerlerinde çok farklı olabiliyor. Bakın koskoca bir soru işareti. Buna inandığımızda benim aklıma bir soru daha geldi. Madem kur’anı her okuyan farklı şeyler anlıyor, peygamberimiz kur’anı yazarken, bizlere iletirken, niçin bizlerin anlayacağı şekilde yazmadı? Hatırlayınız peygamberimiz önce ses çıkarmadığı hadis yazımına, daha sonra yasak getirmiştir. Bu yasak sağlığında devam ettiği gibi, dört halife devrinde de, titizlikle uygulanmıştır bu yasak. Bu yasağın devam ettiğine dair dört halife devrinden günümüze yüzlerce hadis ulaşmıştır. Kimisi bu hadisler doğru değildir diyebilir, buna da kimse itiraz edemez, çünkü hatırlayınız hadis bilgileri günümüze, rivayetler kanalıyla ulaşmıştır. Şimdide bunu düşünelim, eğer hadisler olmasaydı bizler kur’anı anlayamazdık fikri doğru olduğunu kabul edersek, peygamberimiz, bizlerin kur’anı anlamasını mı engelledi, bu durumda peygamberimiz bizim kur’anı anlamamızı istemiyor muydu da hadisleri yazdırmadı? Hatırlayınız hadisler dört halife devrinden sonra, dinin mezheplere bölünmesine müteakip, daha sonra toplanmaya başlanmıştır. O devirde beş yüz kadar olan hadisin, günümüzde birkaç milyonu bulmasını da düşündüğümde, bu yolun hiç doğru bir yol ve yöntem olamayacağı aşikârdır. Şimdide şunu düşünelim. Yüce Rabbimden öyle bir kitap geliyor ki, bu kitap beşeri bilgiler olmazsa doğru anlaşılması mümkün değil. Değerli kardeşlerim bunu nasıl düşünürüz ve söyleriz? Böyle bir ithamda nasıl bulunuruz? Ne söylediğimizin farkında mıyız? Beşerin yazdığı kitaplara bile atfetmediğimiz bir şeyi, Rabbimin kitabına söylediğimizin farkında mıyız? Yemin ederek kolaylaştırdığını söyleyen Rabbimin sözlerini görmezden gelip, beşerin tam tersi sözlerine inanmanın cezasının farkında mıyız? Şimdide sizlere kur’an ile ilgili Rabbin sözlerini hatırlatmak istiyorum, acaba yazımızın başındaki fikri, düşünceyi kur’an onaylıyor mu, yoksa tam tersini mi söylüyor ona bakalım. Kamer 17. Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Kamer 22 Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Enbiya 10: Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâla akıllanmaz mısınız? Nisa 174: Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. Yukarıdaki ayetleri tebliğ alan bizler, acaba Rabbin ne söylediğini anlamakta zorlanıyor muyuz? Allah yemin ederek bizlere rehber olsun diye gönderdim dediği kitabı hala anlaşılması zor, başka bilgilere, daha açıkçası anlamak için bir beşere ihtiyaç var dersek, ne olur biliyor musunuz? İnanın bu Dünyada da, mahşerde de Rabbimin hışmından kurtulamayız. Allah Enbiya 10. ayette yine yemin ederek bizlere, içinde öğütlerin bulunduğu kitap indirdim diyecek, ama bu sözleri hala bizler anlayamayız diyerek, akıllanmak istemediğimizi göstereceğiz. Allah sizlere apaçık nur indirdim diyecek, bizler nurun farkına bile varamayacağız öylemi? Dostlar, kardeşlerim, normal bir kitaptan bahsetmiyoruz, Rabbin rehberinden, güneşinden, gönül gözünden bahsediyoruz. Nasıl olurda Rabbin katından gelen bir kitap için, beşeri bir açıklama bilgi olmadan anlaşılmaz diyebiliriz? Rabbimin gücünü sınamayalım, yoksa azabın içinde belamızı öyle bir buluruz ki, yerimizden bile kalkamayız. Şimdide aşağıdaki ayetlere bakalım, acaba kur’an için daha neler söylüyor. İsra 89: Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler. Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Nisa Suresi 28. Allah size hafiflik getirmek istiyor. Çünkü insan çok zayıf yaratılmıştır. Nur 34: Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik. Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. Enam 38: Yeryüzünde hiç bir canlı ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap'ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık, sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. Yukarıda sizlere hatırlattığım ayetlerde, rabbim kitabını herkes anlayamaz, açıklanmaya ihtiyacı var mıdır diyor sizce? Muhammet suresi 24. ayette bakın ne diyor. (Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı?) Demek ki dikkatle okuyan, anlayacak ki Rabbim inceden inceye okuyup düşünen anlar diyor. Daha sonrada bunu anlayamayanların, anlamak isteyenlere engel olmaya çalışanların halini, durumunu açıklıyor ve bakın ne diyor. (Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var?) Nisa 28. ayet aslında önemli açıklamalar yapıyor ve diyor ki, (Allah size hafiflik getirmek istiyor. Çünkü insan çok zayıf yaratılmıştır.) Bizleri yaratan kullarını biliyor, zayıf nefiste yaratıldığımız için bizlere hafiflik getiriyor, zor bir din zor bir kitap tebliğ etmediğini söylüyor. Peki, bizler neler söylüyoruz? Kur’anı anlayabilmemiz için, beşeri bilgilere, ciltlerce dolu kitaplara ihtiyacımız olduğu gibi, birçok ilim yapmamız gerektiğini de söylemiyorlar mı? Mutlaka beşeri bilgilere ihtiyacımızın olduğunu söyleyerek, Rabbin kitabına yaptığımız kötülüğün, saygısızlığın farkında bile değiliz. Tam bu esnada kendimize bir soru soralım. Siz bir kitap yazdınız, üniversitede okunsun öğrenciler faydalansın diye. Bu kitabı öğrencilere dağıttınız, bir öğrenci size şöyle dese ne düşünürsünüz? Hocam iyide sizin kitabınızı biz anlayamıyoruz, bunu anlamak için birde tercüman lazım, yani birilerinin açıklamasına ihtiyacı var dese, sanırım çok üzülürsünüz. Çünkü bir kitabın yazarı, ilk önemsediği dikkat ettiği konu, okuyanların hepsinin anlayacağı dilden yazılmış olmasına dikkat etmesidir. Hiçbir kitap zor anlaşılsın diye yazılmaz. Peki, bu mantıksız düşünceyi, beşeri kitap yazarlarına bile doğru bulmuyorsak, nasıl olurda Yüce Rabbimin kitabına böyle bir isnatta bulunuruz? Yani Allah kullarını imtihan edeceği kitabı elçisi kanalıyla gönderecek, ama herkesin anlayacağı gibi bir kitap olmayacak, daha sonrada kur’anın birçok yerinde, sakın velilerin ardına düşmeyin kur’ana sarılın diyecek öylemi? Bu nasıl bir tezatlıktır hiç düşünen var mı? Hiç düşündüklerini sanmıyorum, çünkü bizler din konusunda düşünmeyi, aklı fikri, emanete veriyoruz, fakat menfaatimiz olunca hemen aklı devreye sokuyoruz. Acaba böyle yapmaya devam edersek, halimiz hesap günü nice olur dersiniz. Allah bakara suresi 42. ayette bakın bizleri nasıl uyarıyor. Bakara 42: Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin. Sizlere sormak isterim hak batılla nasıl gizlenir? Eğer Rabbin hak olan kitabına, bunlarda Allah katındandır diye, kur’an dışından bilgileri sokarsan, işte bunlarla kur’anın gerçeklerini böylece gizlemiş batılı sokmuş olursunuz. Hatırlatırım Rabbim böyle yapanlara bakın ne diyor? Zümer 60: Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Allah hüküm vermediği, kur’an da hiç bahsedilmeyen konuları, bunlarda Allah katındandır diyerek, ALLAHA YALAN İSNAT EDENLER, kıyamet günü yüzleri kapkara olacaktır diyor. Bu durumda olmak istemeyen, rabbin sözlerini dinler. Yazdıklarımı okudunuz ve sizlerde konu hakkın da düşündünüz. Acaba söyledikleri gibi hadisler olmazsa, kur’anı doğru anlamamız mümkün değildir, fikri düşüncesi, inancı kur’an ayetlerinden ve mantığınızdan, aklınızdan onay alıyor mu? Yorum ve karar sizlerin. Rabbim cümlemizi hayata, yaşama, kur’anın gözlüğüyle bakan kullarından eylesin. Beşerin gözlüğünü takan, rabbin gerçeklerini asla göremez. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'ANIN EVRENSEL OLUŞU....
Kur’an bütünüyle evrensel bir kitap mıdır? Evet, konu bana göre çok önemli. Kur’an evrenseldir, tüm zamana hitap eder diyorsak, kur’an ayetleri içinde hükmü bizleri ilgilendirmeyen, ya da hükmü kaldırılmış hiçbir ayetin olmadığına öncelikle inanmış olmalıyız. Günümüzde bir kısım düşünce, bazı ayetlerin hükmünün kalktığını, yani nesih edildiğini söylediği gibi, bazı ayetlerinde yalnız peygamberimizi, ya da eşlerini ilgilendirdiği için, bizleri hiç ilgilendirmeyeceğini söylemektedir. Eğer iki fikrin herhangi birisini kabul edersek, kur’anın tümüyle evrensel olduğunu söylemek, sanırım pek doğru olmaz. Bir arkadaşım bana verdiği cevapta peygamberimize hitap eden ayetlerin, o döneme hitap etmesinden dolayı, bu ayetlerden bizlere kıssadan hisse düşmediğine inandığı için olsa gerek, bu ayetlerin evrensel olmadığını anlatmak için şu sözleri söyledi. (Bu sorunun cevabı o döneme ait bir konu başlığı ise işte o zaman bu ayet evrensel bir ayet değil anlamı çıkmaz mı?) Yazımın başında da söylediğim gibi, bir kısım düşünce, birçok ayetleri öne sürüp, hükmünün kalktığına inanırlar. Yani kur’an da bahsedilen bu tür ayetlerin olduğunu kabul ettiğimizde, bu ayetlerin günümüzde hiçbir hükmü, yaptırımı yok demektir. Eğer bunu kabul edersek, kur’anın evrensel oluşundan da bahsetmemiz yanlış olur. Şöyle düşünelim, madem bazı ayetlerin hükmü kaldırıldı, peygamberimiz hükmü kalkan bir ayeti niçin kur’an a dâhil etti? Ya da Rabbim hükmü kalkanları, geçersiz olanları niçin kur’an dan çıkarmadı ve bu konuda tek bir açıklama bile yapmadı da, onlarca ayetinde ayrım yapmadan kur’ana sarılın diyor bizlere. Niçin tek bir açıklama bile olmadan, yani hükmü kalkan bir ayetten bahsedilmediği halde, bizler böyle bir düşünceye inanabiliyoruz? Hani Rabbim her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyordu, ne oldu bu ayetlerin hükümleri? Yoksa tüm bu ayetlerin üstünü örtüp, görmezden mi geliyoruz? Yazımın asıl konusu kur’an da nesih konusu değil. Üzerinde duracağımız konu, kur’an da geçen peygamberimiz ve eşlerine hitap eden ayetlerin, acaba bizlere vereceği hiçbir şey yok mu? Bu ayetlerden bizler kıssadan hisse almayacaksak, kur’an da ne işi var? Gelin bu konuyu kur’an bütünlüğünde birlikte düşünelim. Önce şu iki ayete bakalım. Araf 3: Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Nur 34: Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik. Önce yukarıdaki iki ayeti anlamaya çalışalım. Allah bizlerin uyacağı kitabın kur’an olduğunu söylüyor. Acaba bu ve buna benzer onlarca ayetinde Rabbim, bizleri kur’ana yönlendirdiği halde, içinde hükmü kalkmış, bizleri günümüzde ilgilendirmeyen, fayda sağlamayıp kıssadan hisse almayacağımız, yalnız peygamberimize ve eşlerine hitap eden ayetler olabilir mi? Eğer öyle olsaydı, kur’an da yer alacağına, direk kendilerine tebliğ edilmez miydi? Nur suresi 34. ayetinde de, sizlere gerçekleri açıklayan, sizden önce gelip geçmiş olanlardan örnekler verdik ki, öğütler alasınız diyor. Demek ki bunlar geçmişte olan kimseleri ilgilendiriyor demek, doğru bir yaklaşım olmasa gerek. Hitap ve emir peygamberimiz ve eşleri olabilir, ders alınacak konu bizleri ilgilendiriyor ki, Rahman bu örnekleri kur’an da bizlere iletmiş. Tüm bu ayetlerden eğer öğüt alamıyorsak, sanırım kur’an a bakarken, taktığımız gözlüğü mutlaka değiştirmemiz gerekir. İbrahim peygamberimizi düşünün lütfen. Babası iman etmiyor ve babası için dua ederken, senin için dua etmekten başka hiç bir şey yapamam diyor ve bu bilgi de peygamberimiz dönemindeki topluma ve bizlere iletiliyor, kur’an ayetleriyle. Peki, neden iletiliyor, o devirde İbrahim peygamberimizin söylediği, bizlere ne gibi bir faydası olabilir diyebilir miyiz? Bu bilgi yalnız bunu söyleyeni bağlar diyemiyor da, burada anlatılmak istenen öğüdü, anlamaya çalışıyorsak, kur’an da verilen tüm ayetlerin de, bizlere anlatmak istediği, çok ama çok şeyler olduğunu bilmeliyiz. Allah kur’an da birçok olayı, çok iyi anlayabilmemiz için örnekleme yöntemini kullanmıştır. Bu yöntem daha iyi anlaşılması ve akılda kalması içindir. Okulda öğretmenler bile bu yöntemle ders anlatır öğrencilerine. Eğer ayetlerde geçen konu, hitap edilen kişileri ilgilendirir dersek, bu mantıkla yola çıkarsak, peygamberimiz döneminde kur’anı tebliğ alanlar, bizden önceki olaylar, örneklerde geçenleri ilgilendirir der, o ayetleri siler. Bizlerde peygamberimiz devrine ait örnekler için, bu ayetlerde peygamberimiz devrindeki muhatapları ilgilendir dememiz gerekir ki, bu durumda kur’an ı ellerimizle silmiş, üstünü örtmüş yok etmiş oluruz. Gerçi ne yazık ki buna benzer bir durum günümüzde kanayan bir yaradır. Acısını da hep birlikte çekiyoruz. Rabbim yardımcımız olsun. Başka örneklere bakmaya devam edelim. Taha 99: İşte böylece, geçip gitmişlerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Biz sana katımızdan da bir Zikir vermişizdir. Bakın Rahman ne diyor bizlere. Geçip gitmiş ve yaşanan olaylardan haberler veriyoruz ki, ibret alasınız diyor. Peygamberimiz devrinde yaşayanlar, onların geçmişinde olanlardan ibretler aldılar, bizlerde hem onların geçmişlerinden, hem de peygamberimiz devrinde yaşanan örneklerden ve olaylardan ibretler alalım diye Rahman, tüm yaşanmış örnekleri kur’ana dâhil etmiştir. Gelin konuyu daha iyi anlamak için Rabbimin direk peygamberimize hitap ederek, onun şahsı ya da eşleri ile ilgili ayetlerden bir kısmını alarak, ayetleri anlamaya çalışalım, acaba bizlerin alacağı kıssadan hisse yok mu bu ayetlerden? Tahrim 1: Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. İsra 73. Az kalsın seni, sana vah yettiğimizden uzaklaştırarak ondan gayrisini uydurup bize isnat edesin diye fitneye düşüreceklerdi. İşte o takdirde seni dost edinirlerdi. 74. Eğer biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, yemin olsun, onlara birazcık meylediverecektin. Abese sur.1234. ayetler: Yüzünü ekşitti ve öteye döndü; Yanına kör adam geldi diye. Nereden bilirsin, belki de o arınıp temizlenecek. Belki de düşünüp taşınacak da öğüt kendisine yarayacak.) Yukarıdaki ayetlere dikkatlice baktığımızda, rabbimin elçisini ikaz ettiğini görüyoruz, yani direk bizzat kendisine hitap ediliyor. Peki, Yüce Rabbim elçisine bizzat hitap eden, yalnız şahsına münhasır bu ayetleri, niçin kur’ana dâhil etmiştir, bunu hiç düşünüyor muyuz? Eğer bu ayetlerde bizlere anlatacağı hiçbir bilgi, ibret, ders yoksa niçin elçisi ile arasındaki diyalogu bizlerin duymasını sağlasın, özel bildirirdi elçisine. Kur’an da geçen her olayın bizlere anlatacakları çok şeyler vardır, yeter ki düşünüp öğüt almasını bilelim. Yukarıdaki ayetlerden ibret alacağımız küçük örnekler verelim kısaca. Tahrim 1. ayette Allah, kendisinin haram demediği bir şeye elçisinin bile haram diyemeyeceğini örnekle bizlere vermektedir. İsra 73. ayette her beşer yanılabilir, hata yapabilir bu Allahın elçisi dahi olsa. Fakat Rahmana dayanan ondan yardım isteyene ben yardım ederim, doğru yola iletirim örneğini bizzat elçisi üzerinden vermiştir bizlere. Abese suresinde de, kimin iman edeceğini sizler bilemezsiniz, yalnız ben bilirim, onun içindir ki insanlara ön yargılı yaklaşmayın. Allahın tebliğini hiçbir ayrım yapmadan iletiniz, gerisi bana kalmıştır ben bilirim, dersini vermektedir bizlere. Yine bazı ayetlerde elçisi için izin verdiği, ama başkalarına yasak koyduğu konular vardır. Yine peygamber eşlerine hitaben onları ikaz eden, hatta onlara has indirilen ayetlerde vardır. Bir örnek alalım acaba bu ayetlerden bizlere düşecek kıssadan hisse yok mu dersiniz? Ahzap 32: Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin. Yukarıdaki ayeti okuduğumuzda, bizlere vereceği hiçbir ders yok diyebilir miyiz? Hâlbuki bakın peygamber eşlerine hitap ediyor. Buna benzer daha birçok ayet vardır. Hatta sizin yaptığınız bir yanlışa, iki kat günah yazarım diyerek de, Rabbin peygamber eşlerinin dikkatlerini çektiğini hatırlayalım. Bu ayetlerden eğer bizler alacak hiçbir dersimiz yok diyorsak, bu ayetin üzerini örtmüş olacağımızı unutmayalım. Allah burada özellikle çok özel konumdaki bir insanın eşinin de, çok özel bir konumda olduğunun dikkatini çekiyor. Yaşantımızda hatırlayalım. Bizleri yöneten başbakan, ya da Cumhurbaşkanı olsun, bizlerin gözleri ya da basının dikkati, eşleri üzerinde yoğunlaşır. Hepimiz onların konuşmasına, davranışına dikkat eder, onların yaptığı yanlış bir hareket ve davranışı da eşlerine mal ederiz. İşte çok özel konumdaki insanların eşlerinin de çok özel olacağı, onların kendilerine dikkat etmeleri gerektiği ikazı, kur’an da çok güzel örneklendirilmiştir. Biraz araştırınız devleti yöneten özel insanların eşleri ile ilgilide kanunlar vardır ve onlara da çok özel haklar tanınır. Örneğin özel araç tahsisi. Eşleri ile birlikte seyahatte onlara eşlik etme hakkı, onlara da harcırah tahsisi. Kim bilir daha bu ayetlerden ne kadar güzel kıssadan hisse çıkaranlar vardır, bizimle paylaşanlardan, Allah razı olsun. Demek ki buradan da anlıyoruz, liderler ya da çok özel konumdaki insanların ve eşlerinin, bazen normal vatandaşlardan çok farklı hakları vardır. Buda konumundan dolayı olduğu verilen örneklerden anlaşılıyor. Yine peygamber ve eşleriyle ilgili bir başka ayete bakalım, konu daha iyi anlaşılması için. Ahzap 53: Ey iman edenler! Size bir yemek için izin verilmedikçe Peygamber'in evlerine girmeyin. Vaktini bekleyip durmaksızın çağırıldığınızda girin, ancak yemeği yiyince hemen dağılın. Söze dalıp lafı koyulaştırmayın. Çünkü böyle davranmanız Peygamber'i rahatsız eder. Fakat o size bir şey söylemekten utanır. Allah ise hakkı dile getirmekten çekinmez. Peygamber'in eşlerinden bir şey istediğinizde, onlardan perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha temiz bir yoldur. Allah'ın resulüne rahatsızlık vermeniz ve kendisinden sonra onun eşleriyle nikâhlanmanız, size helal kılınmamıştır. Böyle bir şey Allah katında büyük bir vebaldir. Ayeti okuduğumda, günümüzde yaşadığımız devletin yönetici kademelerinde olan kişilerden gelen, şikâyetler geldi aklıma. İş ya da özel isteklerini anlatmak için, memleketlerinden habersiz ve sık sık evlerine gelen misafirlerinden yakınırlar. Onları ağırlamaktan görevlerini yapamadıklarını söylerler. Ayrıca hemşerilerinin yüzlerine, bu sıkıntılarını söyleyemedikleri için yakınır dururlar, televizyondan duyarız tüm bunları. İşte kur’an, işte bizlere verdiği kıssadan hisse. Peygamberimizin eşlerine gelince, bakın burada Allah elçisinin evine sık sık gelenleri nasıl uyarıyor ve eşleri ile muhatap olurken dikkatli ve saygılı olun diyor. Ayrıca çok özel bir hükümle elçisinin eşlerini de koruma altına alarak, onlara sakın art niyetle bakmayın, daha sonra bile olsa evlenmenizi yasaklıyorum diyor. Şimdi buradaki çok özel konuma bakalım ve bizlere bu hükmüyle ne anlatmak istiyor onu düşünelim. Allahın elçisi hem kur’anı tebliğ eden, hem de devletin başı, yani yöneticisi durumundaydı. Daha önceki ayette Allah ne demişti eşlerine hitap ederek? (Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz.) Peki, özellikleri nedir ki böyle söylüyordu Allah? Elbette çok özel konumlarından dolayı, hem Allahın elçisi hem de devletin, yönetimin, adaletin başı konumunda olan birinin eşleri. Demek ki bazen kişinin konumu, çok özel kanunlarla korunabildiği ve bunun da gerekliliği anlatılıyor bizlere. Başbakanımızı ya da Cumhurbaşkanımızı düşünün, işleyeceği yüz kızartıcı suç hariç, görev sürecinde her hangi bir suçtan yargılanmıyor bile. Demek ki özel insanlara yine çok özel yetki ve sorumluluk vermenin, rabbin örneklerinden doğru olduğu anlaşılıyor. Bizler bu örnekleri gördüğümüzde, yönetici konumunda olan bir insana verilen, konumundan dolayı farklı hak ve üstünlüklerin normal olduğunu, Rabbin örneklerinden çok güzel anlamaktayız. Bu ve buna benzer ayetler için, çok daha farklı yaklaşımlarla dersler alınabileceği, akıldan çıkartılmamalıdır. Bakın Allah kur’an ayetleri üzerinde nasıl düşünmemizi ve ondan yararlanmamızı istiyor. Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Demek ki Rabbin kitabını okurken, yalnız gözlerin okunuşu ile değil, aklın, fikrin ve kalbin de devreye girmesini, okuduklarımızı inceden inceye düşünmemizi emrediyor. Düşünüp de anlamayanlara bakın ne diyor Rahman. Kalpleri üzerinde yoksa kilitlerimi var? Allah bu durumdan bizleri korusun. Demek ki bizlere düşen görev, ayetler üzerinde düşünmek ve o ayetlerden ne gibi fayda sağlarız, nasıl nasibimizi alırız, onun yöntemini bulmalıyız önce. Bir şeyi yok etmek, kaldırmak çok kolaydır, asıl olan var olandan nasıl yararlanırız, onu bulmaktır. Allah Bakara suresi 26. ayette çok dikkat çekici bir örnek veriyor. Ayeti önce yazalım ve üzerinde düşünelim. Bakara 26: Şu bir gerçek ki Allah, bir sivrisineği hatta onun da üstündeki bir varlığı örnek göstermekten sıkılmaz. Böyle bir durumda, inananlar bilirler ki o, Rablerinden bir gerçektir. Küfre sapmışlar ise şöyle derler: "Allah, bunu örnek vermekle ne demek istedi?" Allah onunla birçoğunu saptırır, birçoğunu da onunla doğruya ve güzele kılavuzlar. Allah onunla yoldan çıkmışlardan başkasını saptırmaz. Allah kur’an da verdiği örnekler ve bilgiler için bakın ne söylüyor. Bir sivrisineği ya da onun benzerini örnek vermekten, onun üzerinden dersler anlatmaktan çekinmez. İman edenler verilen örnekler ve anlatılan hikâyelerin Rabbin bizlere vereceği dersler olduğunu bilirler, burada Allah bizlere ne anlatıyor diye, düşünüp öğüt almanın yollarını ararlar diyor. Küfre sapanlar ise, burada küfre sapanlar sözünden kur’an a iman etmeyenler anlaşılmamalıdır. İnandığı halde, imanını hurafelerle yaşayıp, Allahın saf, katıksız dinini emin olmadığımız bilgilerle karıştıranlardan bahsediyor. Küfre sapmak, doğru bilgiden düşüncesizce sapmak anlamını taşıyor. İşte bunlar Rabbin verdiği bazı örnekler için, Allah, bunu örnek vermekle ne demek istedi?" diyerek, ayetin anlatmak istediğinden uzaklaşırlar, anlamaya çalışmak istemezler diyor. Ayetin devamında ise çok daha dikkat çekici bir söz söylüyor Rahman. Bu kısmı çok iyi anlamadığımız takdirde aynı yanlışı hepimiz yapma tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz. (Allah onunla birçoğunu saptırır, birçoğunu da onunla doğruya ve güzele kılavuzlar.) Dikkat ederseniz Allah verilen örneklerden faydalanmak ta nazlanan, üstünü örten, işi yokuşa süren, bu konu bizleri ilgilendirmiyor o devirde yaşayan insanları ilgilendiriyor, ya da artık bu ayetlerin hükmü kalkmıştır diyerek, ayetleri görmezden gelenleri, özellikle gerçekleri görmemelerini sağlarım diyor. Gerçek iman edenlerinde istifade etmeleri için, gerekeni yapacağını, alması gereken dersleri alacaklarını belirtiyor ve onları doğruya ve güzele kılavuzlarım diyor Rabbim. Dikkat edin aynı bilgilerden bahsediyor, bir kısmı bu ayetleri görmezden geliyor ve yoldan sapıyor gereken bilgiden nasiplenmiyor, bir kısmı da yine diğerlerinin görmezden geldiği bilgilerden, doğru yolu buluyor. Doğrusu üzerinde çok düşünülmesi gereken bir ayet. Anlayana, anlamak isteyene. Kur’an zerresine kadar evrenseldir. Kur’an her zamana her çağa ayak uyduran, her topluma hitap eden bir rehberdir. Allah kur’an için, sizlere rehber olsun diye indirdik diyorsa, o rehberin bir kısmının geçerliliğini kaybettiğini düşünmek, kur’an dan gerektiği kadar nasiplenmemek demektir. Kur’an ayetlerini dikkatle incelediğimizde, Allahın kelimeleri çok özel itinayla seçtiğini görürüz. Eğer kur’an dan Rabbin ne söylediğini tam olarak anlamak istiyorsak batılı, hurafeyi karıştırmadan, onu bir bütün olarak alıp, üzerinde Rabbin söylediği gibi, inceden inceye düşünürsek, inanın birçok gerçeğin farkına varacağımızı unutmayalım. Dilerim Rabbimden, gönül gözleri mühürlenmemiş, aklını kullanarak iman eden, kur’an dan gereği gibi yararlanan, dersler, ibretler alan, zikir ehli kulları arasına, bizleri de alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
SAY. HAKKI YILMAZIN SALAT SÖZCÜĞÜNDEN ANLADIĞI İLE, KUR'ANIN ANLATMAK İSTEĞİ ARASINDAKİ FARK.
Konu çok önemli lütfen yazıyı sonuna kadar sabırla okuyunuz.
-
SAY. HAKKI YILMAZIN SALAT SÖZCÜĞÜNDEN ANLADIĞI İLE, KUR'ANIN ANLATMAK İSTEĞİ ARASINDAKİ FARK.
Nisa–142:Şüphesiz ki münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O, onların aldatıcısıdır. Ve onlar, salâta kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah’ı ancak, pek az olarak anarlar. Yukarıdaki ayete geçen şu cümleye bakalım.( Ve onlar, salâta kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar) Demek ki salata bazen erken vakitte bazen işi olduğunda da kalkıyor yani niyet ediyor ki, tembel insanların, gönülsüz insanların kalkışı örneğini veriyor. Hani rabbim salât vakti olarak gündüzün yakın vakitleri, erken bir vakitten bahsetmişti hatırlayalım. Herhalde bu saatte ne birisine zihni, ya da mali yardım yapacaktır, nede birisine ders verecektir bu insan. Zaten hitap bizzat bireye yapılıyor ve onların durumları tasvir ediliyor. Peki, tembel tembel kalkan ne yapacak bu kalkışında? Tek başına yanında da kimse yok. Eğer onu gören bir insan olsa, hareketlerine dikkat eder, çeki düzen verir ama bu durumda kendisi yalnız ki davranışları, gönlü hareketlerine yansıyor. İşte demek ki salât çok daha farklı bir anlama geliyor ki, Allah bunu yapanların bir kısmının gönülsüz yaptığını söylüyor ve dikkatlerini de çekiyor aynı zamanda. Tekrar hatırlatmam gerekirse, yazdığım mealler Sayın hakkı Yılmaz a aittir. Bakara–43:Salâtı [eğitim-öğretimi, sosyal yardım kurumunu] dikiniz/ayakta tutun, zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin! Allah salâtı ayakta tutun diyor yani koruyun, bırakmayın. Daha öncede söylediğim gibi Allah ayetinde salâtı ayrı zikrediyor, yanın dada zekâtı verin diye belirtiyor. Eğer salât sosyal yardım anlamında olsaydı, devamında ayrıca yine sosyal yardım anlamında, zekâttan ayrıca niçin bahsetsin. Ayetin son kısmında bir cümle var, rükû edenlerle birlikte siz de rükû edin! . Peki, bu rükû sözüyle ne anlatmak istiyor Allah? Daha öncede bir ayette geçmişti hatırlarsanız, salât tanda bahsediyordu ve rükû edenlerle rükû edin diyor yine. Bu saygı ile eğilmeyi kime, niçin ne zaman yapacağız? Bakın salât kelimesine farklı bir anlam yüklediğimiz zaman nasılda soru işaretleri çıkıyor ortaya. Aşağıda vereceğim örnek ayette salât sözcüğünün aslında ne anlama geldiği çok açık anlaşılıyor. Cum‘a 9–10: Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için seslenildiği zaman, Allah'ın anılmasına hemen koşun, alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için en hayırlıdır. Sonra da salât gerçekleştirildiğinde yeryüzünde dağılın ve Allah'ın lütfundan arayın. Ve felah bulmanız [zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız] için Allah’ı çok anın. Demek ki salât burada Allah ı anmak onu zikretmek, ona şükranlarımızı sunmak anlamına geldiği anlaşılıyor. Zaten namaz da bu anlamda değil mi? Namaz kılan Allah ı anıp, ondan istekte bulunup onu zikretmiyor mu? Devamında ise doğru yolu bulmanız içinde Allah ı çok anın diyor, yani burada yaptığınız yetmez. Evlerinize gittiğinizde de burada yaptığınız gibi yapmaya devam edin ki, doğruya eresiniz diyor. Yani salâtı evinizde de devam ettirin. Demek ki salât bir başka kişiye ne maddi olarak yardım etmek, nede bir başka insana fikri yardımda bulunmak olmadığı çıkıyor ortaya. Sayın Hakkı Yılmaz salât kelimesine mali yardım anlamını vermesini bakın şöyle anlatıyor. “Kur’ân’da, Salâtı ikame edin, Salâtı ikame ettiler ve Salâtı ikame ederler ifadeleri ile birlikte Zekâtı da verin, Zekâtı da verdiler ve Zekâtı da versinler ifadelerinin de yer almasının nedeni, malî destek olmadan salâtın ikame edilemeyeceğidir, yani sosyal destek ve eğitim-öğretim kurumlarının parasız, malî yardımsız oluşturulamayacağı ve yaşatılamayacağı gerçeğidir.” Şimdide bu düşüncenin doğru olup olamayacağını düşünelim kur’an bütünlüğünde. Dikkat ederseniz hitapların hepsi neredeyse bireyseldir kur’an da. Yani Allah yarattığı direk kuluna hitap eder. Ayrıca sizlerin kaldıramayacağı bir yükte yüklemem der bizlere. Eğer salâtı Gerçekleştirmek için maddi bir şey, yani para gerekmiş olsaydı, bu salâttan yalnız zenginler istifade etmez miydi? Yani madem Allah bu kadar övdüğü salâtı yerine getirmenin, bizlere çok büyük faydaları var, durumu iyi olmayan bundan istifade edemeyecek demektir. Şimdi de Sayın Yılmaz, Salât ile zekâtı Allahın yan yana kullanmasından çıkardığı anlama tekrar dönelim. Allah tüm ayetlerinde ikisini de ayrı zikretmiş. Bu durumda aynı anlamın çıkartılması asla mümkün olamaz. Çünkü zekât, infak ve hayırda bulunma konusunu kur’an içinde çok daha detaylı anlatılmıştır, ayrıca teşvik etmiştir. Örneğin zekât vermeyi kendisine borç verme olarak anlatır ve huzura geldiğinizde sizin yaptığınız bir hayır ve iyiliğin karşılığı on kat veririm der. Daha da ileri gider başak örneğini verir, hayrınızın karşılığı yüzlerce misli olacağı müjdesini verir. Buradan da anlaşılıyor ki salât ve insanlara yardımda bulunmak, kur’an da iki ayrı ibadet ve ikisi de ayrı açıklanıyor, örnekler veriliyor. Kur’anı çok iyi okuyan bir insan, ibadetlerin kişiye has olduğu ve ayetlerin şahıslara hitap ettiğini anlayacaktır. Bu durumda bizlerin imtihanından bahseden Allah, bireysel olarak yaptığımız her şeyden sorumlu olacağımızı bilmeliyiz. Şimdide artık salât sözcüğünden Allah şekilsel olarak neler emrediyor onu anlamaya çalışalım. Tabi yine Sayın Yılmazın mealinden alıntılar yaparak. Bakara 125: Ve Biz bir zaman bu Beyt'i, insanlar için bir sevap kazanma/dönüş yeri ve bir güven yeri kılmıştık. –Siz de İbrahim’in makamından bir musallâ [salât gerçekleştirilecek yer] edinin.– Ve Biz İbrâhîm ile İsmâîl'e, “Beytimi, dolaşanlar, ibâdete kapananlar ve secde edenler, rükû edenler için tertemiz tutunuz” diye ahit almıştık. Ayete baktığımızda Allah İbrahim peygamberimizin hazırladığı evden bahsederek, bakın ne diyor. Sevap kazanma yeri olarak, İbrahim’in makamından salât gerçekleştirme yeri edinin diyor. Bahsedilen yerin günümüzdeki HAC mekânı olduğunu unutmayalım. Burada sevap kazanmak için bakın neler yapın diyor salât ile. Burasını dolaşanlar gezenler, ziyaret edenler ibadet e kapananlar, secde edenler, rükû edenlerle için burasını temiz tutunuz. İşte salât için hazırlanan yerde yapılması gerekenler ne kadar güzel anlatılıyor. İbadete kapanan rükû ve secde etmekle yapıldığının da açıklamasını yapıyor, detay veriyor bizlere. Eğer hayır bunlar başka şeylerdir dersek, ayette bir bütünlük sağlamamış olacağımız gibi, bahsedilen detaylarında üstünü örtmüş oluruz. Yani kur’ana uymak yerine, kur’anı kendimize uydurmuş oluruz. Salât konusunda kur’anın açıklamalarını, anlamaya devam edelim yine aynı mealden. Hac 26:Ve hani Biz, bir zamanlar, “Sakın Bana hiçbir şeyi ortak koşma; dolaşanlar, orada kıyam edenler [zulme baş kaldıranlar], rükû edenler, secde edenler için evimi tertemiz et. Yukarıdaki ayette rabbim yine İbrahim peygamberin yaptığı Allah ı anarak, toplanılacak evde yapılması gereken salât ibadetini tarif etmeye devam ediyor. Çünkü Bakara 125. ayette salâtı gerçekleştirecek yer olarak zikrediyordu. Orada kıyam edin sözünden meali yazan zulme baş kaldıranlar diye nakletmiş. Ama devamında rükû ve secde edenlerin yaptığı şeklin ne olduğunu yazmamış. Bizler kıyam sözcüğünden anlıyoruz ki saygıyla ayakta durmaktır. Eğer bir bütünden parçalar çıkartırda başka anlamlar verirsek, ayetin bütünlüğünden koparmış oluruz. Bu evde çok açık Allah, benim huzurumda saygıyla ayakta durunuz, rükû ve secde ediniz diyor, yani burada beni anınız, benden yardım isteyiniz bana bağlılığınızı gösteriniz yani namaz kılınız diyor. İşte salâtın özü, yapılması gereken şekilsel boyutu bu kadar açık anlatılıyor. Bir başka ayete daha bakalım ve salâtın şekilsel boyutunu anlamaya çalışalım, tabi yine Sayın Yılmazın mealinden. Hac 77: Ey iman etmiş kimseler! Felâh bulmanız [zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız] için rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin, iyilik yapın ve Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin. Allah iman edenlere sesleniyor ve ey iman edenler, felah bulmanız kurtulup huzura kavuşabilmeniz için, rükû edin, secde edin yani Rabbinize kulluk edin, ona dua edip ondan yardım isteyin diyor. Devamında ise yine aynı tavsiyede bulunuyor, iyilikler yapın Allah için her zorluğa baş koyun, gerekirse savaşın. Ayette felah bulmanız için rükû ve secde edin diyor, yazar ise felah sözcüğünü parantez içinde zafer kazanmak, durumunuzu korumanız olarak anlıyor. Bana göre konu ile hiçbir ilgisi yok. Bu ayetten de anlaşılacağı gibi, salât sözcüğü ile Allah kendisine bir ibadet şeklinden bahsediyor ve onu da tarif ediyor bizlere. Bakın yine bir başka salâtın şekilsel boyutu. Furkan 64: Onlar (Rahman’ın kulları), Rablerine secdeler ve kıyamlar ederek gecelerler. Demek ki Allahın sevgili kulları, bizzat ferdi olarak rabbine yalvarırken, ona ibadet edip ona şükrederken, kıyam ve secde ederek ona saygısını belirtiyorlar. İşte salâtın şekilsel olarak anlatımına bir başka örnek. Fetih 29:…. Sen onları, Allah'ın fazlından ve bir hoşnutluk isteyerek rükû edenler, secde edenler olarak görürsün. Onların secde izinden [Allah'a teslimiyetlerinden] nişanları, yüzlerindedir [tüm varlıklarındadır]….. Yukarıdaki ayet de konuya açıklık getiriyor. İman eden müminleri sen rükû ve secde edenler olarak görürsün diyor. Onların secde izinden bahsediyor Allah. Peki, secde ettiğimizde nerede iz kalabilir? Tabiî ki alnımızda, çünkü yalnız orası yere değiyor. Fakat meali çeviren yazar nedense secde izi konusuna açıklık getirmek için, Allaha teslimiyetlerinden açıklamasını yapmış. Hâlbuki Allah açıklamayı netleştirircesine, bu izin yüzlerinde olduğunu, söylediği ve açıklık getirdiği halde, yine yazar bu kelimeye de bir başka anlam verip, tüm varlıklarındadır demiş. Bu parantez içindeki anlamlara baktığımızda ayetin akışını bozduğunu, anlam bütünlüğünden saptırdığını görüyoruz. Allah her şeyi açık ve net söylerim dediği halde, açık olan sözlerin, anlam saptırıldığı anlaşılıyor. Ayette açıkça Allah için secde edenlerin izleri yüzlerindedir diyor. Bu cümle çok açık değil mi sizce? Bu cümlenin parantez içinde açıklamaya ihtiyacımı var? Mücâdele–13: Baş başa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten korktunuz mu? İşte, yapmadınız. Ve Allah, sizin tövbenizi kabul etti. Artık salâtı ikame edin, zekâtı verin, Allah’a ve Elçisi’ne itaat edin. Ve Allah, yaptıklarınızdan en çok haberi olandır. Bu ayette anlatılan, Allah peygamberimizle özel konuşmak isteyen bir kişi, bir fakire önce sadaka versin, daha sonra görüşün diye ayet indiriyor. Lütfen bu konu üzerinde dikkatle düşünelim. İşin içine para ya da maddiyat girdiği için insanların birçoğu, hayır yapmaktan kaçınarak peygamberimizle bile belki de görüşmekten kaçıyorlar. Sizi affettim bağışladım diyerek, bu kuralını kaldırıyor. Peki, Allah insanların bunu yapmayacağını para ve maddiyata tamah edeceklerini daha önceden bilmiyor mu? Elbette biliyor, ama buradan alınacak dersi, eğer göremezsek almamız gereken ibreti de alamayız. İnsanoğlu çok zayıf karakter de yaratıldığını söyler Rabbim. Elindeki malın mülkün gerçek sahibi olduğunu zannederek, adeta paraya taparcasına onun için her şeyi yapar. İşte Yüce Rabbim ayetinde her salât sözcüğüyle zikrettiği, zekât verin hayırda bulunun sözlerini çok iyi değerlendirmeliyiz. Eğer salata Rabbin vermediği bir anlam verirsek, kur’an dan tamamen kopmuş oluruz. Allah salâtı çok fazla zikreder, onun yanında da zekât verilmesini emreder. Peki neden? Salâtla Allahın huzuruna bolca duran, onu anan ondan yardım dileyen, ona sözler veren bir insan, daha kolay bonkörce zekât verirde ondan. Şimdi tekrar konuyu pekiştirmek için düşünelim. Allah elçisi ile görüşme şerefine nail olacak insanların bile mala, paraya tamah ederek bu emri yerine getirmediğine göre, salât sözünü, her zekât verin sözünden önce söylediğine göre Rabbim, bu kelimenin bu isteğin çok özel bireysel Allah ile bağın kurulduğu bir anlamı olmalı ki, salâtı yapan, takip eden, Allah ile gerekli bağını kurmayı başaran bir insan, zekâtı da gönülden verebilsin. Allah salât sözcüğüyle, salâtın vaktinin de belirlenmiş olduğunu söyledikten sonra, şekilsel açıklamalarını da yaparak, kendisi ile sürekli ilişkide bulunacak, bir bağ oluşturmuştur kulu arasında. İşte bu bağ salâttır, yani namazdır. Günümüze kadar namazın şekline birçok ilaveler yapılmıştır, ama bu ayrı bir konudur, ayrı konuşulmasında yarar var. İlaveler farzlaştırılmadan, ibadetin özünden uzaklaştırmıyorsa hiçbir sorun olacağını düşünmüyorum. Biz insanlar her güzel şeyi, kendimizce süslemeyi çok severiz. İnsanoğlu, namaz ile yaratıcı arasında iletişim halindedir. Her gün ona bazı sözler verir, ondan istekte bulunuruz. Bu insanların adeta meditasyonudur. Onunla huzur bulur, onunla doğruya yönelir, yanlıştan korunuruz. Daha açıkçası bu yolu takip eden, meşgul olan bir insan, şeytandan uzak kalır. Her an takipte olduğunun, imtihanının bilincine vardığı için, kötü şeylerden uzaklaşır. Salât sözcüğünün devamında zekâtın verilmesi, hayırlarda bulunulmasını emretmesinin nedeni, Allah madem bana salât ile sözler veriyorsun, benden istekte bulunuyorsun, sende benim istediklerimi yap, benim ihtiyacı olan kuluma yardım et ki, bende sana yardım edeyim. İşte salât ve zekâtın neredeyse her ayette birlikte anılmasının, emredilmesinin nedeni budur. Sizlere son olarak bir ayeti daha hatırlatmak istiyorum, tabi yine Sayın Hakkı Yılmazın mealinden. Sayın Yılmaz kur’an da geçen salât sözcüğünden, eğitim sosyal faaliyet ve maddi yardımlaşma olarak kabul etmişti. Aşağıdaki ayete bakalım. Maide 6: Ey iman etmiş kişiler! Salâta [eğitime-öğretime, sosyal yardım çalışmasına] doğru kalktığınız zaman, hemen yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar ayaklarınızı el ile silin. Maide 6. ayette Allah iman edenlere seslenerek, salata niyetlenip kalktığınız zaman, önce yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı ve iki topuğa kadar da ayaklarınızı silin, ya da mesh edin diyor. Lütfen dikkatle düşünelim. Sayın Yılmaz salât için eğitim öğretim, ya da mali destek demişti. Tüm bunlara başlarken yüzün, kolların yıkanmasının, başı ve ayakları mesh etmemizin mantığı nedir? İnsanlara mali destek yapacağım, ya da onlara fikri dersler vereceğim, bundan önce bahsedilen yerleri yıkamanın ne alakası nasıl bir bağlantısı olabilir? Bunu kimse sormuyor mu? Eğer bugün bizler birilerine sormaz isek, yarın Rahman hesap günü bizlere soracaktır. Buradan da anlaşılıyor ki SALÂT, RAHMANLA KULUNUN BİR OLDUĞU ANDIR. SALÂT KULUNUN YARATICISI İLE EN ÖNEMLİ BAĞIDIR. Huzura durmadan öncede, yaptığımız bir ön temizlikten bahsediyor ayet. Bağından kopanın nerelerde duracağını kimse bilemez. Hesap günü yüzlerimizin kapkara olmasını istemiyorsak, Allahın ne söylediğini, doğru anlamaya çalışmalıyız. Daha doğrusu Allah ile bağımızı koparmayıp, SALÂTI doğru yerine getirmeliyiz. Dilerim Rabbim, gönül gözlerimiz parıl parıl parlayan, gözleri ile yalnız bakmayıp, gerçekleri görebilen, beşerin değil, Rabbin kulu olanlardan eylesin. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
SAY. HAKKI YILMAZIN SALAT SÖZCÜĞÜNDEN ANLADIĞI İLE, KUR'ANIN ANLATMAK İSTEĞİ ARASINDAKİ FARK.
Geçen gün Sayın Hakkı Yılmazın SALÂT, yani günümüzde namaz, dua anlamındaki kur’an da geçen sözcükten ne anladığını anlattığı, yazısını okudum. Önce Sayın Yılmazın kur’an da ki salât kelimesinden ne anladığını, yazısından alıntı yaparak sizlere nakletmek istiyorum. Çünkü Sayın Yılmaz salât sözcüğünden, günümüzde kıldığımız namazı anlamadığını, çok daha farklı bir anlam vererek, anlatmaya çalışmış. Konunun daha iyi anlaşılması için yazı biraz uzun, ama lütfen sabırla okuyunuz. Bizler eğer birbirimize saygılı olmayı öğrenirde, karşı düşünceleri de dinlemesini bilirsek, inanıyorum ki, İslam ın içindeki başıbozukluğu, fitne ve fesat karıştıranları içimizden ayıklamakta, hiçte zorluk çekmeyeceğimize inanıyorum. Eğer kendi düşüncelerimizi, inançlarımızı karşımızdaki tüm insanların dinlemesini ve saygı göstermesini istiyorsak, bizlerinde onların düşüncelerini dinleyerek, saygı göstermemiz gerektiğini unutmamalıyız. Böyle yaparsak birlik ve beraberliğe daha yakın oluruz. Gelelim Sayın Hakkı Yılmazın Kur’an daki SALÂT sözcüğünden ne anladığına. Düşüncesini iyi anlayalım ki, kur’an bütünlüğünde tüm ayetleri birleştirip, doğru bir sonuca varabilelim. Çünkü her insan bizzat kendisinden ve yaptıklarından sorumludur. Bakın Sayın Yılmaz ne anlamış kur’an da ki salât sözcüğünden. (Sonuç olarak [salât] sözcüğünün anlamını; “destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak” şeklinde özetlemek mümkündür. Dolayısıyla [salât] sözcüğünün anlamını, “yakın çevrede bulunan muhtaçlara yardım” boyutuna indirgemek doğru olmayıp, “topluma destek olmak, toplumu aydınlatmak, toplumun sorunlarını sırtlamak, üstlenmek ve gidermek” boyutunu da içine alacak şekilde geniş düşünmek gerekir. Yapılacak yardımın, sağlanacak desteğin gerçekleştirilme şeklinin ise “zihnî” ve “malî” olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. • Zihnî yönü ile salât; eğitim ve öğretimle bireyleri, dolayısıyla da toplumu aydınlatmak, rüşde erdirmek; en sağlam yola iletmek; • Malî yönü ile salât; iş imkânları ve güvence sistemleri ile ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, onları zor günlerinde sırtlamak, böylece de toplumun sıkıntılarını gidermektir. Kur’ân’daki, “salât’ın ikamesi” ile ilgili emir ve haber cümlesi niteliğindeki ifadeler genellikle “namazı doğru kılın, namazlarını dosdoğru kılarlar” şeklinde çevirilegelmiştir. Bizim, sözcüklerin anlamları üzerinden yaptığımız tahlil ise bu çevirilerin, ifadenin anlamını yansıtması bakımından yetersiz kaldığını, hatta yanlış olduğunu göstermektedir. Bunu somutlaştırarak ifade etmek gerekirse “salâtın ikamesi”; • Zihnî yönü ile eğitim ve öğretimin yapılması için okullar, halk evleri, halk eğitim merkezleri açılması ve bunların ayakta tutulması, • Malî yönü ile iş alanları açılması, Emekli Sandığı, Bağkur, SSK gibi sosyal güvenlik sistemlerinin teşkil edilmesi, yoksul ve yetimlerin desteklenerek -bekâr ve dulların evlendirilmesi de dâhil- sorunlarının sırtlanması, dertlerine deva olunması için kurumlar oluşturulması ve bunların yaşatılarak ayakta tutulması demektir. ) Yukarıdaki sözlere, açıklamalara baktığımızda günümüzde anladığımız salât, yani Allaha dua etmek, onun huzuruna durmak, günümüz ifadesi ile namaz kılmak anlamının olmadığını söylüyor yazar. Her fikri ve düşünceyi sabırla dinleyip, onu anlamaya çalışıp, kur’an süzgecinden geçirebiliyorsak, en az hatayla doğruya ulaşacağımızı Rabbim söylüyor. Önce yukarıdaki düşünceyi daha iyi anlamaya çalışalım. Ben yazılanlardan anladığım kadarıyla, salât sözcüğünden anladığını özellikle düşünürsek, salâtın ikamesinin Allaha değil, beşere yönelik yapılmasını emrediyor Allah diye anladım. Çünkü bakın ne diyor Sayın Hakkı Yılmaz? (destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak; sorunların çözümünü üzerine almak.) Yani Allahın rızasını kazanmak isteyen, yardıma muhtaç olana yardım etmeli, sorunları varsa onlara yardımcı olmalı, çözüm getirmelidir manasındadır diyor. Önce SALÂT sözcüğüne verdiği manayı anlayalım ki, gerçekten Rabbim bu sözcüğü, bahsedildiği anlam damı kullanmış doğru anlayabilelim. Çünkü Sayın Yılmaz diğer açıklamaların da, detaya girdiğinde SALÂTI ikiye ayırıp, ZİHNİ ve MALİ olarak tespit etmiş. Bu yazımda verdiğim ayet örnekleri, bizzat Sayın Hakkı Yılmazın yazılarından alınmıştır, önce onu belirtmek isterim. Gerçekten Rabbim SALÂT sözcüğüyle verdiği emri bu anlamda mı kullanmıştır, gelin kur’an ayetlerine bakarak anlamaya çalışalım, tabi hiçbir etki altında kalmadan, kur’an bütünlüğünde tüm ayetleri düşünerek, bu kelime ile Rabbim ne anlatmak istiyor onu anlamaya çalışalım. Allah kur’an da bu sözcükle bizlere bir şey emrediyorsa, mutlaka bunun detaylı açıklamasını da yapmıştır. Çünkü ben sizleri sorumlu tuttuğum her konuda, nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyor. Burada geçen salât sözcüğüne namaz kelimesini, anlamını vermeden anlamaya çalışalım, bakalım Rabbim burada ne söylemek istiyor? Ankebut 45:Sana kitaptan vah yedileni oku ve salâtı ikame et. Muhakkak ki salât fahşâ’dan ve kötülükten alıkoyar. Ve Allah’ın anılması, elbette daha büyüktür. Ve Allah ürettiğiniz [yaptığınız] şeyleri bilir. Yukarıdaki ayeti anlamaya çalışalım. Sayın Yılmaz, salât kelimesinden [zihnî ve malî desteği oluşturup ayakta tutan] anlamını vermişti. Bakalım sözcükler bu anlam ile bütünleşecek mi? Allah elçisine sana gönderdiğim kur’anı oku ve salâtı ikame et diyor. Peki, kur’anın okunması ile zihni ve mali yardımın yan yana gelişi ve daha sonraki cümlelerle bağdaşıyor mu ona bakalım. Kur’anı okuyan ve salâtı ikame eden fuhuştan ve kötülükten kurtulur diyor Allah. Hemen düşünelim bir başkasına yardım bizi fuhuştan yalnız kurtarabilir mi? Salata birçok anlam verirsek hangisini nerede kullanacağımıza nasıl karar vereceğiz? Dikkat ederseniz tüm emirler ferdi ve kişisel emirler kur’an da. Ayetin devamına bakın, Allahın anılması elbette daha büyüktür diyor. Sonunda da Allahın bizlerin yaptığını bileceğini söylüyor. Dikkat ederseniz ayette mana ve anlam kopukluğu oldu, bahsedildiği anlamı verirsek. Gelin birde salata dua etmek Rabbim i anmak, ondan yardım dilemek anlamını verelim bakalım ne olacak? Sana kur’an dan vah yedileni oku, Allaha dua et, şükret. Muhakkak i Allah ı anmak, ona saygıda bulunmak, onun emirlerini hayatına geçirmek, seni fuhuştan ve kötülükten alıkoyar ve Allahın anılması elbette daha büyüktür. Bakın Allah tüm bunları salâtla yani namazla, diğer ayetlerinde de açıklama yaparak, huzuruma durarak yap diyor. Eğer salât sözcüğüne farklı anlam verirsek, ayette bütünlük bozuluyor. Başka örneklere bakalım. Tâ-Hâ -132:Ve ehline salâtı emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz senden bir rızk istemiyoruz. Seni Biz rızıklandırıyoruz. Akıbet takvâ içindir. Şimdide SALÂT sözcüğüne verilen anlamı hatırlayınız. Neydi, zihni ve mali destekte bulunmak. Bakalım bu anlam, ayetin bütünlüğüne uyacak mı? Allah elçisine salâtı emret ve kendinde ona sabırla devam et diyor. Demek ki ferdi yapılacak bir şey ki, sen onlara söyle yapsınlar, sende sabırla devam et diyor. Eğer topluca beraber toplanıp, fikri ve maddi yardım toplantıları olsaydı, sen ayrıca yap onlarda ayrı ayrı yapsın demez, birlikte yapın derdi. Şimdi söyleyeceklerimi lütfen çok iyi düşünelim. Allah zengin, fakir hiçbir ayrım yapmadan herkese salâtı emrediyor. Peki, bu durumda mali imkânı olmayan, zihni yardımda da kimseye bulunamayacak insanlar ne olacak? Çünkü ayrım yapılmadan salât emri var. Bu emir her insanın yapabileceği bir şey olmalı ki, ayrım yapılmadan emredilsin. Bakın salata bu manayı da verdiğimizde ayette kopukluk oluyor. Ayetin son kısmında Rabbim biz senden rızık istemiyoruz, sizlere ben rızık veriyorum diyor. Demek ki kimseye verecek bir şey yok burada. Herkesin bireysel yapılmasının sabırla istendiği bir şeyler var. Ayeti anlamaya çalışalım. Allah elçisine, ümmetine sana inananlara, Allaha bağlı olmayı, onu zikretmeyi, her an anmayı onun huzurunda ona söz vermeyi, yardım istemeyi emret diyor. Kendinde bunu sabırla devam ettir diyor. Senden ne rızık istiyorum nede başka bir şey, beni an, zikret diyor. Peki, bu salâtın özel bir konumu da var mı acaba? Şekilsel ve detaylardan bahsediyor mu? Onu da ileride örnekle göreceğiz, o kısma girmeyelim. Biz Sayın Hakkı Yılmazın örneklerine bakmaya devam edelim, tabi onun mealinden. Tâ-Hâ 14:Hiç şüphesiz ki Ben, Allah’ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et. Yukarıdaki ayete bakalım şimdide. Bakın Allah ne diyor bizlere? (O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et.) Allah bana kulluk et ve beni anmak için salâtı yerine getir diyor. Eğer Sayın Yılmazın dediği gibi salât burada, zihnî ve malî desteği oluşturup ayakta tutan, yardım eden anlamı olduğunu kabul edersek, Allahın anmak emri ile yan yana geldiğinde bahse konu anlam uyuşmuyor. Allah ı anmak için illaki yardımda bulunulması gerekiyorsa, böyle imkânı olmayanlar çok büyük zorda kalmış olmaz mı bu durumda? Dikkat edin salâtın beraberinde verilen emirler, mutlak ve kesin itaat edilmesi yerine getirilmesi gereken emirler. Eğer salât yardım etmek, mali destek anlamında olsaydı böylemi olurdu emir? Allah açıkça SALÂT İLE BENİ AN diye belirtiyor. Zekât, infak, sadaka ayetlerine bakınız, orada mali durumu yerinde olanlar, kendi ihtiyacından artanların verilmesi açıklamaları yapılmaktadır kur’an da. Eğer SALÂT bahsedilen zihni ve mali yardım olsaydı, Allah zekât, infak konularını aynı başlıkta anlatırdı, fakat dikkat edin Allah salât sözcüğünü kullandığı her ayetinde neredeyse, zekât yani yardımı da ayrı bir konu olarak zikrediyor. Demek ki birbirinden çok farklı bir emir. Devam edelim, bir başka ayette geçen salât kelimesinin ne anlama geldiğine. Enbiya–73: Ve Biz onlara hayırlar işlemeyi, salâtı ikame etmeyi, zekâtı vermeyi vah yettik. Ve onlar, sadece Bize kulluk yapanlar idiler. Yukarıdaki ayette aslında salâtın Sayın hakkı Yılmazın anlam verdiğinden çok farklı olduğu çıkıyor ortaya. Bakın Rabbim çok açık nasıl yazmış ayrı ayrı istediklerini kullarından. 1.Hayırlar işlemeyi, 2.Salâtı ikame etmeyi, 3. Zekâtı vermeyi vah yettik. Hâlbuki Sayın Hakkı Yılmaz salet kelimesine zihni ve mali desteğin oluşturulması anlamını vermişti. Ama Allah hepsini burada ayrı ayrı zikrediyor. Zaten hayır yapmak, başlı başına olmayana vermek, mali yardımda bulunmaktır. Zekât da aynı yardımlaşmanın bir başka boyutu. Peki, burada yine ayrı zikrettiği salât ne anlama geliyor o zaman? Demek ki burada bahsedilen salâtın anlamı çok farklı. Örneklere devam edelim. Hûd-87:Onlar dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Atalarımızın taptıklarını veya mallarımızda dilediğimizi yapmayı terk etmeyi sana senin salâtın mı emrediyor? Şüphesiz sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.” Ayete lütfen dikkatle bakalım. Halk bakın ne diyor elçiye, atalarımızın taptıklarını veya mallarımızı istediğimiz gibi harcayamayacağımızı sana senin salâtın mı emrediyor diyor. Demek ki salata Sayın Yılmazın verdiği anlamı verirsek, bu ayette yerine oturmaz. Demek ki eski inançlarda bir değişiklikler var, oda kitaplarla bildirilmiş Allah tarafından ve diyor ki senin ibadetin, inandıkların, yalvarıp yardım istediğin mi emrediyor bunu senden diyor. Bakın bu anlamı verdiğimizde ayet çok daha iyi anlaşılıyor. Konuyu anlamaya devam edelim. Nûr–56:Ve rahmet olunmanız için salâtı ikâme edin [zihnî ve mâlî desteği oluşturun ve ayakta tutun[, zekâtı verin ve o Elçi’ye itaat edin. Yukarıdaki ayete bakalım, salâtı ikame edin, yani yerine getirin diyor. Zaten yazar salâttan anladığını parantez içine yazmış. Ama Allah eğer salât kelimesine yardım anlamını verseydi, daha sonra ikinci emir olarak zekâtı verin der miydi? Kur’an da geçen salât sözcüğünden sonra dikkat edin, ikinci bir emir olarak hep zekâtı da verin diye özellikle üstüne basa basa söyler. Demek ki salâtın buradaki anlamı çok daha farklı olmalı. Ayetin başındaki kelime üzerinde lütfen dikkatlice düşünelim. Allahın rahmetine nail olmamız için salâtı ikame edin diyor rabbim. Burada bizzat ayrım yapmadan, kişiye bir hitap var. Eğer salât maddi ve fikri yardım ise, bunu yapamayanlar elinden gelmeyenlerin vay hallerine. Onların ellerinde böyle bir meziyet, imkân yoksa Allahın rahmetini nasıl isteyecekler? Hatırlayalım Allah kur’an da sizlerin duanıza ben karşılık veririm diyordu. Demek ki salâtın özü dua olmalı. Allah ben sizlere bu dini bu kitabı kolaylaştırdım diyerek birde yemin ediyorsa, bizlere zor bir din asla göndermeyecektir. Ayetlere bakmaya devam edelim. Mâide–55: Sizin veliniz Allah’tır, O’nun Resulü’dür, bir de rükû eder bir halde [hanif olarak] salâtı ikâme eden, zekâtı veren iman eden kimselerdir. Yukarıdaki ayeti okuduğunuzda sanırım bazı şeylerin daha netleştiğini anladınız. Bakın Rabbim bizlere yakın olabilecekleri sayıyor ve neler söylüyor. Bizlerin yakını Allah tır, onun resulüdür, birde rükû eder bir halde, salâtı ikame edenlerdir diyor. Bakın bazı şeyler netleşmeye başladı, salâtın ne olduğu hatta şekilsel boyutu da ortaya çıkmaya başladı. Demek ki salâtı yapanlar, rükû eder halde oluyorlar. Peki, rükû nasıl oluyor? Saygıyla öne doğru eğilme. Yavaş yavaş salât, netleşmeye, anlaşılmaya başladı. Nisâ–103:Sonra (korku halindeki) salâtı tamamlayınca, artık Allah’ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Sükûnet bulduğunuzda/güvene erdiğinizde, salâtı ikame edin. Hiç şüphesiz ki salât, müminler üzerine vakti belirlenmiş bir yazgıdır. Yukarıdaki ayette zor bir anımızdaki salâtta ne yapacağımızı söylüyor Rabbim. Dikkat ederseniz burada ne zihni ve mali destek anlamında tek bir açıklama olmadığı gibi, zor bir anımızda Allah ı anmamızı söylüyor. Zor bir durumda ne başkasına maddi yardım düşünülür, nede fikri dersler verilir. Tekrar rahata kavuştuğumuzda yine salâtı tam olarak tamamlamanın yollarından bahsediyor. Allah bakın ne diyor? Allah ı ayakta, oturarak, yan yatmışken anın. Demek ki salât sözcüğünün, hem Allah ı anmak, hem de şekilsel bir boyutu var. Ayetin sonunda ise salâtın anlamı, çok daha net anlaşılmaya başladı. Eğer salât sözcüğünden zihni ve mali desteği oluşturmak olarak kabul edersek, bu işin vakti belirlenmiş bir yazgı olduğunu da kabul etmeliyiz. Peki, bu yardımı yapmanın zamanı, vakti olur mu? Zor durumdaki bir insana her an her zaman yardım edilmeyi Allah emretmiyor mu? Bakın bu ayete bu anlam uymuyor. Demek ki salât kur’an da açıkça belirlenmiş bir ibadet ki, belirlenmiş zamanda yapılacağını söylüyor. Nisâ 101–102:Ve yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfir kimselerin sizi fitnelendirmesinden korkarsanız, salâtan kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Şüphesiz kâfirler sizin için apaçık düşmandırlar. Ve sen onların içinde bulunup da onlar için salât ikame ettiğin zaman [eğitim, öğretim verdiğin zaman], içlerinden bir kısmı seninle beraber dikilsinler [eğitime katılsınlar], silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar boyun eğdiklerine [ikna olduklarında], arka tarafınıza geçsinler. Sonra salâta katılmamış [eğitim-öğretim almamış] diğer bir kısmı gelsin seninle beraber salât etsinler [eğitim, öğretim yapsınlar] ve tedbirlerini ve silahlarını alsınlar. …… Yukarıdaki ayeti yine Sayın hakkı Yılmazın anladığı şekliyle bakalım. Bu ayette ki salâttan daha önce örnek verdiği gibi, zihni, yani fikirsel eğitim salâtı olarak anladığını söylüyor ki, salât sözcüğü gördüğü yere, eğitime katılsınlar diye yazmış. Tüm bunları yani anlam ve manalarını kendi nefsimizce verirsek, Allahın onlarca ayetine ters düşmüş oluruz. Hâlbuki Rabbim ne diyordu, ben ayetlerimi açık seçik gönderip, her konudan nice örnekleri veririm. Bu ayet sefer yani savaş halinde, tedirgin olunan tehlikenin olduğu bir zamandan bahsediyor. Acaba bu tehlikenin olduğu vakitte, eğitim öğretim yapılır mı? Biz yinede bu ayeti yazıldığı gibi anlamaya devam edelim. Zor bir anımızda salâtı kısaltmamızda bir sakınca yoktur diyor Allah. Elçisini örnek verip konuyu anlatıyor. Peygamberimiz onlarla birlikteyken onlar için salât ikame ettiğin zaman diyor. Bu cümleye dikkat edelim. Hâlbuki kur’an da geçen salât sözcüğüne baktığımız zaman, bizzat bireysel emirlerle salâtı kendimizin ikame etmemizi, yani yerine getirmemizi emrediyordu Allah. Burada salât sözcüğü ile askerlerin bir kısmına ders verdiğini söylüyor Sayın Hakkı Yılmaz. Şimdi şu cümleye bakınız, peygamberimizi bir kısmına ders verdiğini söylediği kişilerle nasıl bir konuma giriyor. (içlerinden bir kısmı seninle beraber dikilsinler [eğitime katılsınlar.) Madem peygamberimiz burada bir kısım askere ders veriyor, neden birlikte ayakta dikiliyorlar? Ayakta neden dikilerek ders yapsınlar? Ayetin devamında ise; (Bunlar boyun eğdiklerine [ikna olduklarında], arka tarafınıza geçsinler.) Bu cümle, baktığım bütün meallerde secde ettiklerinde diye meal edilmiş. Fakat nedense yalnız bu mealde boyun eğdiklerinde, yani ikna olduklarında diye yazılmış. Biz yine iyi niyetle bakalım ve düşünelim. Madem peygamberimize iman etmiş askerlerin bir kısmına ders veriyor ve onlar bir müddet sonra yan tarafa geçiyor, acaba içlerinde boyun eğmeyecek, ikna olmayacak birisi var mıdır? Allah adına elçisiyle canını ortaya koyan, savaşa gelenler, acaba gerçekten imanından şüphesi mi varda, peygamberimizin ders verdiği konuda şüpheleri olsun. Bakın hiçbir mantık bağı kurulamıyor. Bir başka ayete bakalım şimdide. Hûd–114:Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde salâtı ikame et [zihnî ve malî desteği oluştur ve ayakta tut]; çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, ibret alanlara bir öğüttür. Yukarıdaki ayeti, yine salata verilen anlam dam yola çıkarak, anlamaya çalışalım. Salât Sayın Hakkı Yılmazın anladığına göre, zihni ve mali destek anlamında düşünelim ayeti anlamaya çalışırken. Daha önce Allah, salât vakti belirlenmiş bir yazgıdır demiştik. Burada da bu vakitlerin neler olduğunu açıklıyor. Ayete baktığımızda vakti belirlenmiş, Sayın Yılmazın deyimiyle zihni ve mali destek oluşturmak, zaman olarak herkesin yaşadığı gündüz zamanına nedense hiç denk gelmemiş bu ayette. İnsanların ihtiyaçlarının olduğu, çalıştığı zaman gündüz vakti ama Allahın bahsettiği salâtın yapılacağı vakitle her nedense ya çok erken zaman, ya da akşam olduğu vakit. Sizce Allahın bahsettiği bu zamanlarda insanlara zihni ve mali yardım mı yapılır, yoksa o sakin vakitlerde iş ve telâşe nin olmadığı zamanlarda, hem dinlenip istirahat edip, Allaha şükredip onu yüceltip, ondan yardım isteyip, ona ibadet mi yapılır? Bakın salata verilen anlam, ayette bir bütünlük ve mana birliği sağlıyor mu? Birisi çıkıp şunu savunabilir. Gündüz çalışılıp para kazanılır, diğer boş zamanlarda fakire yardım planları, çalışmaları yapılır diyebilir. Bahsedilen saatler tüm insanların dinlenme ve istirahat saatleridir, burası önemli. Günümüzde hatırlayınız topluma karşı yapılan tüm hayır ve hasenat çalışmaları, kermesler, toplantılar gündüz insanların faal yaşadığı zaman içinde gerçekleştirilir. Bakın tüm bunlar ayette anlam bütünlüğünü bozuyor. Ayetlere bakmaya devam edelim. Bakara 45-46 :Bir de sabırla, salâtla [eğitimle, öğretimle, sosyal destek kurumlarıyla] yardım isteyin. Şüphesiz bu [salât ve sabırla yardım isteme], saygılı olanlardan; gerçekten Rab’lerine kavuşacaklarına ve gerçekten kendilerinin O’na dönücü olduklarına inanan kimselerden başkasına çok ağır gelir. Yukarıdaki ayete baktığımızda salâtla Allah benden yardım dileyin diyor. Demek ki salât Allahtan yardım isteme, dilekte bulunmanın bir yolu, yöntemi. Fakat salât sözcüğüne eğitimle öğretim ve sosyal faaliyetler dersek bakın yine anlam bütünlüğü bozuluyor. Burada yapılmasını istenen bir hareket var. Sabırla salât etmek ve Allahtan yardım dilemek. Bir kişiden yardım istemek niyetimiz olduğunu düşünelim, ona nasıl yaklaşırız. Onunla nasıl bir diyalog içinde bulunuruz ki bize yardım etsin? İşte bizlere düşen, sözcüklere değişik anlamlar vermek değil, kur’an bütünlüğünde bu sözcüğün, emrin ne anlama geldiğini anlamaya çalışmak olmalıdır. Dikkat ederseniz aynı kelime bazen eğitim, öğretim sosyal faaliyetler oluyor, bazen zihni ya da mali yardım oluyor. Bu durumda herkes istediği anlamı verip, kur’ana uymak yerine, kur’anı kendisine uydurmuş olmuyor mu? Devam edelim YAZI DEVAM EDİYOR
-
CUMA NAMAZI KADINLARA FARZ DEĞİL MİDİR?
Geçen gün Cuma namazı için camiye gittiğimde, hutbede aynen şu sözleri söyledi Müftü. “Peygamberimiz Cuma namazının kadınlara farz olmadığını, yalnız erkeklere farz olduğunu söylemiştir.” Tabi hiç şaşırmadım, ne yazık ki günümüzde İslam dini yaşanırken, Rabbimin rehberi bir kenara bırakılmış, rivayetlere iman edilip yaşanır olduğundan, bu tür sözleri artık yadırgamıyor insan. Peki, gerçekten peygamberimiz böyle bir söz söylemiş olabilir mi? Eğer peygamberimiz böyle bir söz söylemediyse mahşer günü, hesabın görüleceği gün, peygamberimizin şahitliğinde bu sözlere inananlar, peygamberimize iftira atanların saflarında olacaklarını da bilmelidirler. Gelin böyle bir sözü peygamberimiz söylemiş olabilir mi, şimdide onu kur’anın yardımıyla anlamaya çalışalım. Önce Rabbimin cuma namazına davet eden ayeti yazalım. Cumua 9: Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır. Yukarıdaki ayeti sizler okuduğunuzda, Yüce Rabbimin Ey iman edenler seslenişinden, hitabından siz yalnız erkeklere hitap ettiğini mi anladınız? Eğer yalnız erkeklere davet olsaydı, aşağıdaki ayetlerde Rabbin açıkça söylediği gibi, bu kesin bir dille örneklerle açıklanıp izah edilmez miydi? Kehf 54: Andolsun, bu Kur'an'da insanlar için her örnekten çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsan, her şeyden çok tartışmacıdır. İsra 89: Andolsun, bu Kur'an'da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkârda ayak direttiler. Bu açıklamaları okuyan bizler, Cumua 9. ayetinde Rabbin yalnız erkeklere seslendiğini mi düşünüyorsunuz? Eğer öyle olsaydı, bu konu açıkça belirtilmez miydi? Diyelim ki Rabbim bu ayetinde yalnız erkeklere sesleniyor, ayetin sonundaki uyarıya bakar mısınız ne diyor? (Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.) Demek ki iman edenlerin cumaya davetine gitmeleri, gidenler için çok hayırlı bir iş olduğunu söylüyor Allah. Peki, Rabbim hayırlı bir işi kadın, erkek diye ayırıp, kadınları hayırlı bir şeyden mahrum edip, onları yararlandırmayıp engeller mi? Bu ayetin devamındaki ayete de bakalım söylediklerimizi nasıl onaylıyor. Cumua 10: Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan isteyin. Allah'ı çok zikredin; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Lütfen ayetin son cümlesine bakar mısınız? Cuma yani, toplantı namazına gidenler için bakın ne diyor Rabbim,( umulur ki kurtuluşa erersiniz.) Allah bu kadar önemli toplantı namazına katılanların kurtuluşa erebileceği müjdesini dahi verdiği halde, bizler nasıl olurda Rabbimin asla bir ayrım yapmadığı halde, peygamberimizin kadınlara Cuma namazı farz değildir dediğini söyleriz? İşin daha da kötüsü, bu sözlere nasıl inanırız? Yoksa bizler kadınlarımızın kurtuluşa ermesini istemiyor muyuz? Bakın ne kadar mantıksız bir sonuca vardık, eğer kadınlarımıza Cuma farz değil dersek. Bizlerin en büyük hatası kur’an ile bağımızın olmamasıdır. Kur’an ile aramıza girenler, sen ondan anlamazsın diyerek, kendilerini ruhban sınıfının görünmez kahramanları ilan etmişlerdir. Rehbere müracaat olmayınca, söylenenleri Allahın sözü sandığımızdan, gözü kapalı inanmışız her söylenen sözlere. Hâlbuki eğer baksaydık Rabbin rehberine, eğer onun yöntemini uygulasaydık, neler görecektik, anlayacaktık, hissedecektik ah bir bilsek. Bakın Allah kullarına ne yapmasını öneriyor kur’an için. Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? İşte izleyeceğimiz yol ve yöntem. Kur’anı anlayarak bolca okuyup, anlamını inceden inceye düşünmek olmalıdır. Düşünün lütfen beşerin yazdığı ciltlerce dolusu kitapları okuduğumuzda anlıyoruz da, Rabbin rehber olsun sizlere dediği kitabımı anlayamayacağız? Bakın kur’anı okuyanlar, anlamaya çalışanlar için ne diyor Allah? Bunu yapanın kalpleri üzerindeki kabukları, kilidi açılacak ve Rabbin güneşi nuru dolacaktır. Böyle bir insan nasıl olurda yaratıcısının sözlerini anlayamaz? İşte kalplerimizin kilitli kalmasının nedeni, bu ayetten anlaşılıyor. Bizlerin kur’an ile bağımız koparılmışta ondan. Bakın Allah Araf suresi 31. ayetinde ne diyor. Araf 31: Ey âdemoğulları!(âdemin evlatları) Tüm mescitlerde süslü, güzel giysilerinizi kuşanın. Yiyin, için fakat israf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez. Allah ayette Ey âdemoğulları diyor, bu hitabı sakın erkeklere hitap ediyor diye anlamayınız. Burada hitap edilen, âdem soyundan gelen tüm insanlaradır. Yani daha anlaşılır şekliyle hitap, EY ADEMSOYU şeklindedir. Peki, ne diyor âdem soyundan gelen kadın, erkek ayrımı yapmadan hepsine? Mescitlere giderken, yani topluca ibadete giderken süslü, temiz, güzel kıyafetlerinizi giyin de öyle gidin diyor bizlere. Süslü kıyafeti sizce kimler daha çok giyer ve özenir, erkekler mi kadınlar mı? Şimdi bu durumda da hitap edilen toplum yalnız erkeklere diyebilir miyiz? Bunu söyleyen Rabbim e ve elçisine yalan sözler isnat etmiş olacağının farkında olmalıdır. Allah her şeyden nice örnekler verdim diyorsa, Rabbin açıklamadığı, hüküm vermediği bir konuda peygamberimizin hüküm vermeyeceğini çok iyi bilmelidir. Bizler kur’anı kendi nefislerimizin doğrultusunda anlamaya çalışırsak bu güzel dini yaymamız, insanları İslam a davet etmemiz, mümkün olmayacaktır. İyice araştırdığımızda şu sözleri bizlere isnat ettiklerini göreceksiniz. İslam dini ve kur’an erkeklere hitap ediyor. İşte Rabbimin asla söylemediği halde, bizlerin bu yanlışa düşmemizi İslam düşmanları o kadar güzel kullanıyorlar ki, inanın huzuru mahşerde bunun hesabını Rabbim e veremeyiz, bunu da unutmayalım. Allah kur’an da kadın ve erkek ayrımı yaparak açıkladığı konuları hatırlayınız, çok açık detaylar verir ve izah eder bizlere. Örnek olarak şu ayete bakınız. Nisa 127: Senden kadınlar hakkında fetva soruyorlar. De ki: "Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor." Yazılmış hakları olanı kendilerine vermeyip de kendileriyle nikâhlanmak istediğiniz kadınların yetimleri hakkında, ezilip horlanan çocuklar hakkında, yetimler için adaleti yerine getirmeniz hakkında. Kitap'ta olup da yüzünüze karşı okunan şeyler var. Hayır olarak yaptığınız her şeyi Allah, hakkıyla bilmektedir. Peygamberimize yalnız kadınları ilgilendiren bir konu soruluyor ve bakın Rabbim hemen nasıl devreye giriyor ve ne diyor? Sana kadınlarla ilgili konuda ki fetvayı ben sana veriyorum diyor ve açıklama yapıyor. Açıklamaya dikkat edin, kur’a nın başka bir yerinde onlar için açıklama yaptığı konuları hatırlatıp, onların hakkını sakın yemeyin diye izah ediyor. Bu ve buna benzer çok örnek vardır kur’an da. Sizler tüm bu örnekleri gördükten sonra, acaba Cumua suresi 9. ayetinde Rabbimin EY İMAN EDENLER diye seslenişinden yalnız erkeklere hitap ediyor diyebilir misiniz? Peygamberimizin Cuma namazı yalnız erkeklere farzdır, dediğine inanabilir misiniz bu durumda? Şimdide bu konunun, Rabbin huzurunda hesap günü, nasıl bir sorguyla karşılaşabileceğimizi hayal edelim. Huzuru mahşerde Allah, elçisine dönüp de, ben Ey iman edenler diye tüm kullarıma hitap ettiğim halde, sen mi yalnız erkeklere Cuma namazı farzdır dedin diye sorduğunda, acaba peygamberimiz nasıl bir cevap verecektir? Bu örneği verdiğimde ne geldi biliyor musunuz aklıma? Rabbin Hz. İsa kıssasında şöyle soracağını söylüyor hesap günü elçisine. Ey resulüm sen mi söyledin, ben Allahın oğluyum diye kullarıma dediğinde, Hz. İsa şöyle cevap vereceğini söylüyor. Elbette hayır Rabbim, ben söyleseydim sen bunu bilirsin. İşte değerli kardeşlerim aynen bu örnek bahsettiğimiz konu içinde gerçek olacak, huzuru mahşerde ve Rabbim elçisine bu konuyu aynı bu şekilde soracak ve diyecek ki? Ey resulüm sen mi söyledin Cuma namazının yalnız erkeklere farz olduğunu dediğinde, acaba Allah resulü ne cevap verecektir? Gelin bu sorunun cevabını huzuru mahşerde birlikte alalım. Merak etmeyin o gün göz kapayıncaya kadar çok çabuk geçecektir. Şunu sakın unutmayalım, Allah anlayasınız diye apaçık ve detaylı gönderdim dediği kur’an da, Cumua suresinde hiç ayrım yapmadan, Ey iman edenler diye sesleniyorsa tüm iman edenlere, peygamberimizin bu önemli toplantı namazının yalnız erkeklere farz olduğunu söylemeyeceği çok açıktır. Tüm bunları çok iyi düşünüp, hesap gününe hazırlıklı olmamızın en doğrusu olacağını hatırlatırım. Her cumaya gidişimde, eşimi evimde bırakarak tek başıma gitmemin üzüntüsünü Rabbim biliyor. Böyle bir ortamı yaratarak kadınlarımızı toplumdan ve kurtuluşa yaklaştıran yoldan uzaklaştıranlar, Rahmana elbette hesap vereceklerdir. Rabbim bu ve buna benzer soruların sorulduğu hesap günü, sanıya değil, kur’an gerçeklerine iman eden ve hesap günü yüzleri gülen kullarından eylesin bizleri inşallah. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ALLAHIN ELÇİSİNE VERDİĞİ GÖREV, YETKİ VE SORUMLULUK.
Bugün sizlerle konuşmak ve üzerinde birlikte düşünmeye davet etmek istediğim konu, Rabbimin elçisine nasıl bir görev verdiği, bu görevin tanımı, yetki ve sorumluluklar konusunda olacaktır. Önce Rabbim elçisine kur’anı daha rahat tebliğ edebilmesi, sözlerinin dinlenmesi için Bakın elçisine kesinlikle itaat edilmesini nasıl emrediyor. Aliimran 32: Şunu da söyle: “Allah’a ve resule itaat edin.”Eğer yüz çevirirlerse, Allah küfre sapanları sevmez. Aliimran 132: Allah’a ve resule itaat edin ki, merhamet görebilesiniz. Haşr 7….. Resul size ne verdiyse onu alın; sizi neden yasakladıysa ona son verin ve Allah'tan korkun. Hiç kuşkusuz, Allah'ın azabı çok şiddetlidir. Yukarıdaki ayetlere benzer onlarca ayet vardır ki Rabbim elçisine kesin itaati emreder. Eğer benim doğru bir kulum olmak ve cennetime gitmek istiyorsanız, onun sözlerine uyun diyerek, kullarını elçisine itaat etmesi konusunda uyarır. Bakın bu sözüyle Rabbim neyi kast eder? Nisa 170: Ey insanlar! Resul size Rabbinizden gerçeği getirdi, şu halde kendi iyiliğinize olarak ona iman edin. Eğer inkâr ederseniz, göklerde ve yerde ne varsa şüphesiz hepsi Allah'ındır. Allah geniş ilim ve hikmet sahibidir. Bakın ayet ne güzel açıklıyor ve Ey iman edenler diyor, resulünüz size benim gönderdiğim gerçekleri, yani kur’anı getirdi. Demek ki peygamberimizin bizlere vereceği kur’an mış ki, Rabbim resulünüz size ne verdiyse onu alın, neyi yasakladıysa onu yapmayın diyor. Çünkü emri veren, yasak getiren bizzat Rahmanın kendisi olduğu çok açık ayetten anlaşılıyor. Tüm bu emirlerden sonra, şimdide kur’ana tekrar bakalım, acaba Rabbim nasıl bir görev vermiş elçisine? Daha açıkçası elçisinin görev tanımını nasıl yapıyor. Bunu öğrendikten sonra işimiz daha kolay olacak. Çünkü görevi veren Rabbim, elbette yetki ve sorumluluklarını da O tespit edecektir. Eğer Rabbin vermediği bir yetkiyi bizler vermeye kalkarsak, çok büyük bir günah işlemiş, RABBİME YALAN BİR SÖZ İSNAT ETMİŞ OLURUZ. Bunu yapanların, hesap günü yüzlerine bile bakmayacağım, onların yüzleri kapkara olacaktır diyor Rahman. . Ahkaf 9: De ki: 'Ben elçilerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vah yedilmekte olana uyuyorum ve ben, apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim. Ankebut 18: Eğer siz yalanlarsanız, bilin ki, sizden önce bir takım milletler de yalanlamışlardı. Peygamberin görevi ise açık bir tebliğden ibarettir. Ahzap 45–46: Ey Peygamber! Biz seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Allah'ın izniyle, bir davetçi ve nûr saçan bir kandil olarak (gönderdik). Neml 92: 'Ve Kur'an'ı okumakla da (emrolundum). Artık kim hidayete gelirse, kendi nefsi için hidayete gelmiştir; kim sapacak olursa, de ki: 'Ben yalnızca uyarıcılardanım. Nur 54: De ki: Allah'a itaat edin; Peygamber'e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber'in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber'e düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır. Araf 188: De ki: 'Allah'ın dilemesi dışında kendim için yarardan ve zarardan (hiç bir şeye) malik değilim. Eğer gaybı bilebilseydim muhakkak hayırdan yaptıklarımı arttırırdım ve bana bir kötülük dokunmazdı. Ben, iman eden bir topluluk için, bir uyarıcı ve bir müjde vericiden başkası değilim. Enam 48: Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler. Gaşiye 21: Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen, yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Kehf 56: Biz resulleri, sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kâfir olanlar ise, hakkı batıla dayanarak ortadan kaldırmak için batıl yolla mücadele verirler. Onlar ayetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri alaya almışlardır. Rabbim çok açık ve net görev verdiği elçisinin görev tanımını yapmış. Lütfen dikkatle tekrar okuyunuz, bu görevin içinde, kur’anın vermediği hükümleri de elçisi verir, helal haram koyma yetkisi de vardır, benim hüküm verdiğim gibi, hüküm koyma yetkisini de veriyorum türünden tek bir görevi var mı, böyle bir yetkiyi Rabbim vermiş mi? Buraya kadar iki konuyu gördük, birincisi Rabbim kesinlikle elçisine uyulmasını ve o ne verdiyse alınmasını, neyi yasakladıysa ona uyulmasını emretmişti. Daha sonrada peygamberimizin görev ve yetkisini anlatan ayetleri görmüştük. Sırası gelmişken hemen düşünelim, Allah elçisinin neyi verdiyse alınmasını, neleri yasakladıysa ondan sakınılmasını emrediyorsa, bu durumda Allah elçisi topluma neyi verip neyi yasaklar? Elbette tebliğ görevi aldığı kur’anın emirlerini ve onun helal dediklerini ve onun haram deyip uzaklaşmamızı istediği konulardır tümü, bunun dışında nasıl olurda başka helal haram koyma yetkisini bu sözlerden çıkarırız? Hatırlayınız benim sözlerimin dışında ilaveler yapsaydı, onun canını alırdık demiyor muydu? Rabbim hem kur’anın ipine sarılın, sizleri kur’an dan sorumlu tutuyorum diyecek, hem de daha sonra kur’anın dışından helal haram koyma, kur’anın vermediği hükümleri verme yetkisini, elçisine verecek öylemi dostlar? Bunu söylediğimizde bakın kur’an ayetleri arasında çelişki yaratıyoruz. Bunun cezasının çok çetin olacağını unutmayalım. Bunu söylediğimizde yüzlerce ayetin üstünü örtmüş ve hükmüne iman etmemiş olacağımızın bilincin de olmalıyız. İşin daha da kötüsü Rabbimin vermediği bir yetkiyi bizler vermeye çalışarak, Rabbim e şirk koştuğumuzu da hatırlayalım. Şimdide acaba Rabbim bu görevi elçisine verirken, bizzat kendisine nasıl bir tembihte bulunmuş ve görev esnasında nasıl hareket etmesini istemiş, onu anlamaya çalışalım. Çünkü Rabbim elçisine bir görev verdiyse, sınırlarını da belirlemiş olmalı, kendisine bizzat bazı tembihler, ikazlar yapmış olmalı, şimdide onları araştıralım. Maide 67: Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Zühruf 43: Sen, sana vah yedilene sımsıkı sarıl! Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Hakka 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45 Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. Yukarıdaki ayetlere dikkat ederseniz, peygamberimize hitaben yapıyor ve bakın neler söylüyor. (Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun.) Demek ki asıl görevi Rabbin indirdiği kur’anı tebliğ etmek, insanlığa bunları anlatmak olduğu çok açık. Daha sonrada çok açık bir tembihte bulunuyor. (Sen, sana vah yedilene sımsıkı sarıl.) Demek ki sarılacağı, dayanacağı kitap yalnız kur’an. Şimdide elçisini bakın nasıl açıkça tehdit ediyor ve ne söylüyor? ( Bazı lafları bizim sözümüz yani Allah sözdür diye ortaya sürseydi onun canını alırdık.) diyor. Sanırım her şey çok açık. Bu kadar açık bir tembih alan elçi, Rabbin emretmediği bir konuda hükümler verir mi? Zaten verilen hükümlerde kur’an da apaçık var. Değerli kardeşlerim, bakın Rabbim elçisine uyulmasını kesinlikle emrediyor, ama kendisine de çok önemli uyarılarda bulunuyor. Tam bu esnada düşünelim, Rabbim din ve iman adına yardım istenecek veliniz yalnız benim dedikten sonra, dikkat edin beşer olarak bir tek peygamberimize güvenilmesini istiyor ve başka isimden asla zikretmiyor kur’anda. Peki, neden olabilir? İşte burası çok önemli. Gelin şimdide onu anlamaya çalışalım. Kur’ana baktığımızda bazı ayetlerde neredeyse peygamberimizin yanlışa meyledeceğini, fakat Yüce Rabbimin duruma müdahale ederek, onu doğruya yönlendirildiğinden örnekler verir. Peki, niçin bu örnekleri verir ve bu olayları anlatır Rabbim bizlere kur’an da? Elbette hiçbirisi boşuna değildir, bizlere çok önemli mesajları vardır. Tüm bu ayetlerle Rabbim şunu anlatıyor bizlere. Ben elçimi yalnız bırakmadım, benim kontrolümdedir. O benim yönetimimde asla yanlış yapmaz, onun için onun sözlerine kesinlikle uyunuz, onun söyledikleri benim sizlere gönderdiğim kur’andır diyor. Çünkü o sizleri kur’an ile uyaracaktır, diye bizlere kesin garanti veriyor. Bakın bahsettiğimiz ayetlerden, birkaç örnek verelim. İsra 73: Onlar neredeyse, sana vah yettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman seni dost edineceklerdi. 74. Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin. Buradan da anlıyoruz ki Rabbim işi garantiye almış, elçisinin yalnız kur’an ile hükmetmesi için kontrol altında tutuyor. Rabbin kontrolündeki elçisi içinde kullarına bakın ne diyor? Ahzap 21: Yemin olsun, Allah resulünde sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenlerle Allah'ı çok ananlara güzel bir örnek vardır. Peki, rabbim bu örnek olarak sunduğu elçisinin, nesini örnek almamızı istiyor olabilir? Elbette yaşamı, davranışları, kur’anı hayatına geçirmesindeki örneklik, adalet anlayışı hepsi peygamberimizde toplanmış ki, sizler için en güzel örnek benim resulümdür diyor. Buraya kadar Rabbin açıkça verdiği görev, yetki ve elçisine yaptığı göreviyle ilgili tembihleri, ikazları gördük. Dikkat ederseniz bu görevleri arasında Rahmanın hüküm verdiği gibi, anayasa konumunda hüküm getirme yetkisi yok. Rabbin verdiği anayasa hükümlerinden yola çıkarak, hüküm verme, karar verme yetkisi var. Zaten bakın hüküm verme konusunda çok net hükmünü veriyor ve neler söylüyor bizlere? Kehf 26:…. O hiçbir kimseyi hükmünde ortak kabul etmez. Enam 57: De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Tur 48: Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, gözlerimizin önündesin. Ve her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et. Yunus 109: Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hüküm verenlerin en iyisidir Bakın bu ayetlerden de açıkça anlaşılıyor ki, hüküm verme konusu yalnız Rabbim e aitmiş. Hiç kimseyi hükmüne ortak etmeyeceğini, hükmü verecek yalnız kendisinin olduğu ve herhangi bir konuda Allah hüküm verinceye kadar sabırla bekle, yalnız sana vah yettiğimize uy diyor Rabbim. Buna benzer çok ayet vardır, Allah elçisine bu konuda hükmü ben vereceğim diyor ve hükmünü indiriyor. Hatırlayınız peygamberimize bazı konularda hüküm sorduklarında, Rabbim ayet indirip o konuda hükmü ben vereceğim diye birçok örnek ayetlerde mevcuttur kur’an da. Sizce ayetler çok açık değil mi? Şimdi de şöyle düşünelim. Peki, peygamberimizin görevi yalnız tebliğ etmek miydi? Elbette hayır, eğer öyle olsaydı onca savaşlar yapılmazdı. Demek ki bu iş bu kadar kolay değil. Toplumu Rabbimden gelen yeni bir kitaba alıştırmak, onlara yeni gelen ayetlerin nedenlerini, sebeplerini anlatmak ve en zoru onları ikna etmek, sanırım o kadar kolay olmasa gerek. Çünkü kur’an da öyle ayetler var ki, daha önce gelen kitaplarda hükmü kaldırılıp, yerine yenileri gelmiş, bu durumda ehli kitabı ikna etmek çok zor olsa gerek. Alıştıklarından vazgeçmek kolay değildir. İşte peygamberimiz o devrin uslanmaz, isyankâr, fuhşun, sapıklığın kol gezdiği bir ortamda, Rabbin kitabını dinini tebliğ etmek, büyük bir beceri, güç ve Rabbin verdiği hikmetin, ilmin sayesinde başarı ile görevini yapmıştır. Yine peygamberimizin yetki ve sorumluluğu konusunda, onunda helal ve haram koyma yetkisi olduğu söylenmektedir. Yukarıda verdiğimiz ayetlerde açıkça gördüğünüz gibi, bu konuda da hüküm verme yetkisi yalnız Rabbimde olduğu, aşağıdaki örnek ayetlerden de anlaşılmaktadır. Bugün günümüzde kur’anın açıkça haram olarak saydığı yiyecekler dışında, elimizde uzun bir liste vardır onları hatırlayalım. Hatta tek tırnaklı, çift tırnaklı hayvanlar ve bir sürü detaylı liste. Acaba bunlar nereden dine girmiştir diye araştırdığımızda, hepsinin bugün günümüzdeki elde bulunan Tevrat ta olduğunu görüyoruz. Hemen soralım kendimize, madem bizler kur’an dan sorumluyuz, kur’an dan hesaba çekileceğiz, bu liste ve inandığımız onlarca yenmesi haram hayvanlar niçin kur’an da yok? İşte içimize giren fitnelerin esas kaynağı çok açık anlaşılıyor. Ayetleri hatırlatmadan önce bir örnek vermek istiyorum. Kur’an da asla geçmeyen ama günümüz deki Tevrat ta yazan, recim (taşlayarak öldürme) olayını lütfen hatırlayalım. Bu konuyu çok iyi düşünmeye davet ediyorum sizleri. Yahudiler çok dindar görünürler dışardan baktığınızda. Kendi inandıkları kutsal kitap ta yazan, fuhuş yapanın recim edileceği ayetini siz hiç Yahudilerde uygulandığını gördünüz ya da duydunuz mu? Onlar uygulamıyor ama Kur’an da olmadığı halde, nasıl olurda biz Müslümanların bir kısmında uygulanıyor ve hatta aslında recim de kur’an da vardır, ama kur’ana geçmemiş deme cesaretini bile göstermiyor muyuz? İşte bizlerin içine kimler ne fitne sokmuş, ama kendileri karşıdan bizleri seyrediyorlar, sanırım içlerinden kıs kıs halimize gülüyorlardır. Gelelim helal haram konusunda tek yetkili kimmiş, onu anlayalım şimdi de Rabbin rehberinden. Bakara 173: Allah size leşi, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası adına kesileni haram kılmıştır. Ama zorda kalanın, sınırı aşmadan, şuna-buna haksızlık ve tecavüze gitmeden yemesinde kendisi için günah yoktur. Allah çok affedici, çok merhametlidir. Enam 119: Size ne oluyor da üzerine Allah'ın adı anılmış olanlardan yemiyorsunuz? Zorda kalışınız dışında üzerinize haram kıldığını bizzat kendisi size ayrıntılı olarak açıklamıştır. Birçokları ilimsiz bir biçimde kendi keyiflerine uyarak halkı şaşırtıyorlar. Hiç kuşkusuz, seni Rabbin sınır tanımaz azgınları çok iyi bilmektedir. Önce bu iki ayeti anlamaya çalışalım. Rabbim açıkça haram kıldığı şeyleri saymış. Peki, daha sonraki ayette ne demiş burası çok önemli. Demek ki bazı hayvanlar için, onları Allahın adını anarak kestikleri halde, bunlarda haramdır onun için biz yemeyiz diyenlerden bahsediyor Rabbim. Sizce bunlar neler olabilir? İşte burası çok önemli. Demek ki daha önce Yahudi ve Hıristiyanlar hurafe inançlarına, kitaplarında Rabbim haram demediği, bugünde Tevrat ta geçen onca hayvana haram diye o zamanda inanıyorlar ki, bunlara rabbim kızıyor ve bakın ne söylüyor? Elçime zorda kalışınız dışında, haram dediklerimi size ayrıntılı olarak açıklamış ve tebliğ etmiştir. Niçin buna inanmayıp, ilimsiz mesnetsiz hurafe bilgilere dayanıp, kendi keyiflerince halkı şaşırtıyor ve kandırıyorsunuz diyor. Lütfen dikkat edelim elçim kendi kafasından söylemiyor, daha önce size ayrıntılı açıklamıştır diyor yani sizlere benim ayetlerimi tebliğ etmiştir diye bizleri uyarıyor. Her şey ne kadar açık ve anlaşılır. Kur’an dan haram konusuna bakmaya devam edelim. Maide 87:Ey iman edenler, Allah'ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez. Yunus 59. De ki: "Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" Nahl 116: Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa ermezler. Enam 140: Çocuklarını hiç bir bilgiye dayanmaksızın akılsızca öldürenler ile Allah'a karşı yalan yere iftira düzüp Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiklerini haram kılanlar elbette hüsrana uğramışlardır. Onlar, gerçekten şaşırıp sapmışlardır ve doğru yolu bulamamışlardır. Yukarıdaki Rabbin apaçık ayetlerini şimdide anlamaya çalışalım. Maide 87. ayette Allahın bizler için haram kılmadığı güzel şeyleri haram kılmayın, haddi aşmayın diyor. Dikkat edin Rabbin haran demediği bir şeye haram demenin haddi aşmak olduğunu söylüyor. Zaten haddi aşanları da rabbimin sevmediğini belirtiyor. Sizce bu haddi bizler çok ama çokkkk aşmadık mı dersiniz? Daha düne kadar deniz ürünlerinden, balığın haricinde çok faydalı insanlar için vitamin kaynağı olan, birçok deniz ürünlerinin haramdır diyerek yenmediğini hatırlayınız lütfen. Yunus suresi 59. ayette Allah, Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz diyor bizlere. İşte sorduğumuz sorunun çok açık cevabı. Dikkat edin benim açıkladıklarımın dışında yaptığınız haramları, ALLAH MI izin verdi diyor. Demek ki haram yapma yetkisi tek bir makamda, oda Rabbin tek elinde olduğu anlaşılıyor. Ayetin sonundaki cümlede çok anlamlı. Yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz. Yüce Rabbim sen koru bizleri. Bakar mısınız Rabbim haram demediği halde, haramlar icat edenlere Rabbim bana iftiramı atıyorsunuz diyor, ama bizler hala anlamsız bakıp nelerin olduğunun farkında bile olamıyoruz. Nasıl yapıyoruz bu hataları bilmiyorum. Her gün Yüce Rabbim e iftira attığımızın farkın damıyız? Nahl 116. ayette de aynı ikazı yapıyor Allah. Dillerinizin yalan yere nitelendirmesi dolayısıyla şuna helal, buna haram demeyin. Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Demek ki Rabbimin haram demediği hiç bir şeye bizlerin haram demesi, Allaha karşı yalan uydurmak olduğunu asla unutmayalım. Enam 140. ayette aynı dikkati çekiyor ve bakın ne diyor bizlere? Allah'a karşı yalan yere iftira düzüp Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiklerini haram kılanlar. Buradan da çok açık anlıyoruz ki, Rabbimin bizlere rızık olarak verdiği, haram demediği şeylere haram diyenler, Allaha iftira atmış olduklarını hiç ama hiç unutmamalıdırlar. Bunları hatırlattığımızda içinde bulunduğumuz ortamın, bizlere öğretilenlerin etkilerinden olsa gerek, ne yani at ve eşek etti demi yiyeceğiz, bunlarda kur’an da yok yazmıyor diyerek, Rabbin okuduğumuz hükümlerine karşı ithamda bulunuyoruz. Önce şunu unutmayalım. Bizler Rabbin ayetlerini günübirlik lütfen düşünmeyelim. Allah gönderdiği kitabı tüm zamanlara, tüm âleme hitap edecek şekilde göndermiştir. Allah açlıkla imtihan etmesin, öyle bir kıtlık ve yoklukla imtihan ediliriz ki, bu sözleri söyleyenler önce pişman olurlar ve iyi ki Rabbim bu konuda haram koymamış diyebilirler. İleride neler olur bilemeyiz. Geçmiş yüzyıllarda neler yaşandı onu da tam olarak bilemiyoruz. Lütfen fikir yürütürken geçmişi tam olarak bilmediğimizi, gelecekte bizleri nelerin beklediğini, nelerin olacağından habersiz olduğumuzu unutmayalım. Daha doğrusu büyük konuşmayalım, bir gün söylediklerimize pişman olabiliriz. Geçmişte yük taşıyan hayvanlara ihtiyacın çok olması nedeniyle, beşeri bir yasak konmuş olabilir. Elbette bunları karıştırmamalıyız. Şimdi vereceğim örnek ise peygamberimizin aile içinde geçen ve konusu açıklanmayan bir olayda, eşlerinin hoşnutluğunu kazanmak adına peygamberimiz, Rabbin helal dediği bir şeye haram diyor. Belki şaka, belki de bir olayı geçiştirmek adına söylemişte olabilir. Bakın Rabbim hemen ayetini indiriyor ve ne söylüyor elçisine? Tahrim 1: Ey Peygamber, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek, Allah'ın sana helal kıldıklarını niçin haram kılıyorsun? Allah çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Bakar mısınız lütfen, acaba Rabbim bu ayette bizlere nasıl bir ders veriyor, işte burası çok önemli. Yoksa elçisinin özel bir konumunda yaptığı bir olayı, niçin bizlerle paylaşıp, kur’an da yer versin. Bizler her ayette bir hikmet vardır düşüncesi ile bakmadığımız takdir de, o ayetten almamız gereken dersleri almamızda, mümkün olmayacaktır. Bakın peygamberimiz Rabbin haram kılmadığı bir şeye peygamberimiz aile içinde nedeni açıklanmayan bir konuda haram diyor, ama Rabbim hemen ikaz ediyor ve bunu yapman doğru değildir diyor. Peki, neden buna kur’an da yer verme gereği duymuş olabilir? Birincisi eğer bu olay anlatılmasaydı daha sonra peygamber eşleri bunu topluma yayıp, peygamberimiz buna haram demişti diyebilirlerdi. İkincisi ve en önemlisi helal ve haram koyma yetkisinin yalnız Rabbimde olduğunun çok iyi anlaşılmasını bu örnekle pekiştirmiş olmaktadır. Ayetlere dikkatle baktığımızda her şey Rabbin sözlerinden anlaşılıyor. Şimdi gelelim önemli bir sorunun cevabına. Peygamberimiz yaşadığı devirde hem resul hem de devletin başkanıydı. Bu durumda hükmettiği toplumu nasıl yönetiyordu ve nasıl hükümler veriyordu burası çok önemli. Yazımızın başında da ayetlerden açıkça görmüştük, Rabbim elçisine topluma KUR’AN İLE HÜKMET emrini vermişti. Bu durumda toplumu yöneteceği ANAYASA KUR’AN DEMEKTİR. Şimdi sizlere bazı ayetler hatırlatmak istiyorum. Bakın Rabbim elçisi için neler söylüyor? Ahzap 36: Allah ve resulü bir işte hüküm verdiklerinde, inanmış bir erkekle inanmış bir kadının, işlerini kendi isteklerine göre belirleme hakları yoktur. Allah'a ve resulüne isyan eden, açık bir sapıklığa batıp gitmiş demektir. Nur 51: Allah'a ve aralarında hüküm vermek üzere O'nun resulüne çağrıldıklarında, müminlerin sözleri sadece şunu söylemeleridir: "İşittik, itaat ettik." İşte bunlardır kurtuluşa erenler Nisa 65: Hayır, Rabbine yemin olsun ki iş, onların sandığı gibi değil. Onlar, aralarında çıkan karmaşık işlerde seni hakem yapıp verdiğin hükümle ilgili olarak, içlerinde hiçbir burukluk duymadan tam bir teslimiyete ulaşmadıkça iman etmiş olamazlar. Yukarıdaki ayetlerin ne anlattığını eğer çok iyi anlarsak, tüm soruların cevabını da doğru vermiş oluruz. Ne demiştik, peygamberimiz o devrin aynı zamanda devlet başkanı ve adalet konusunda, ya da ortaya çıkacak tüm sorunlarda, son noktayı koyan, HÜKÜM VEREN danışma ve karar verme MAKAMI olduğunu görüyoruz. Peki, nasıl veriyor HÜKMÜNÜ? Gelin onu da günümüz kanunlarıyla karşılaştıralım, daha iyi anlarız. Günümüzde elimizde kanun yapıcılar bir anayasa yapmış ve bu anayasaya uygun hükümler veren birde hâkimler bulunmaktadır. Bu hâkimler ellerindeki anayasaya, kanunlara göre, olaylar karşısında kararlar verirler. Karara itiraz edenler, burada bir hata olmuştur düşüncesiyle, karar temyiz edilir ve üst mahkemede tekrar incelenir ve orada son karar verilir. Burada verilen karara artık itiraz edilmez. İşte peygamberimizin o günkü yetki ve sorumluluğunu bu örnekten yararlanarak netleştirelim. Peygamberimiz Rabbin kontrolünde olduğu için, güvenilen bir karar vericidir. Daha açıkçası itirazın yapılamadığı hüküm vericidir. Peki, bu hükmünü nasıl verir? Elbette elindeki anayasadan, yani KUR’ANDAN. Dikkat ederseniz Ahzap 36. ayette Allah ve resulü bir işte karar verdiğinde inanmış insanlar buna uymak zorundadır diyor. Ayette geçen söz çok önemli. Allah ve resulü diyor. Şimdi burada ki anlamı iyi bilmeliyiz. Rabbim başka, elçisi resulü başka hüküm vermiyor. Çünkü Rabbim kimseye hükmünü ortak etmez diye, daha önce başka bir ayetiyle tebliğ etmişti. Allahın hükmüne göre, resulü karar veriyor. Nisa 170. ayette Rabbim ne diyordu? Resul size Rabbinizden gerçeği getirdi. Demek ki Rabbimin gerçeğiyle kararlar veriliyor. Dikkat ederseniz ikisini bir anıyor Allah ve resulü diyor. Eğer tam tersini düşünüp Allahın kararı başka, resulün kararı başkadır dersek, Allah korusun Rabbimle elçisini aynı konuma getirmiş oluruz ki, bunu söylemek kur’anın tamamına ters düşer. Ne diyordu Rahman, ben kimseyi hükmüme ortak etmem. Hüküm veren yalnız benim diyordu. Demek ki peygamberimiz olaylar karşısında verdiği kararlarda, Rabbimin hükümlerini kullanıyormuş, onun için bu karara hiç kimse itiraz edemez, kesin sonuçtur diyor Allah. Hatırlayınız Rabbim birçok ayetinde ne diyordu? Maide 44. Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. Maide 45: Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir. Buradan da çok net anlaşılıyor ki, peygamberimizde Rabbimin Anayasası olan KUR’AN dan hüküm veriyordu. Buradan da anlaşılıyor ki peygamberimiz hükümler veriyor, ama Rabbimin anayasa konumundaki hükümlerden yola çıkarak veriyor. Bu demektir, hüküm kur’an da iki anlamda kullanılmış. Birincisi Rabbimin ana yasa kanunlarını koyduğu ve her konuda açıklık getirilen ANA HÜKÜMLER. İkincisi de bu ana hükümlerden yola çıkarak, olaylar karşısında Rabbin verdiği hükümlerden istifade ederek, onlardan sapmadan verilen, HÜKÜMLER diyebiliriz. Değerli kardeşlerim, yukarıda bahsettiklerim, günümüz İslam âleminde ne yazık ki çok yanlış inanılan ve içimize sokulan hurafelerin çok yoğun olduğu konulardır. Gelin sanıya, hurafelere değil, Rabbin rehberine bakalım. Size bir soru sormak istiyorum. Lütfen bu soruma vereceğiniz cevabı, Rabbimin sözleriyle de kıyaslayınız. Okulda öğretmenimiz bizlere bir kitap verdi ve dedi ki; Size dağıtacağım kitaba çok iyi çalışın. Sizi yılın sonunda, bu kitaptan imtihan edeceğim ve sınıf geçme notunuz olacak. Korkmayın kolay anlaşılacak bir kitaptır dese, siz başka kitaplara çalışır mısınız? Öğretmen sizi bu kitaptan imtihan edeceğim dediği halde, aklınıza bu hoca başka kitaplardan da sorar, bizlerin sınıfta kalmamızı ister diye bir düşünce gelir mi aklınıza? Sanırım gelmez. Değerli dostlar işte Rabbimde aynısını biz kullarına söylüyor. Öğretmene itiraz etmeyen ve verdiği kitaba çalışan öğrenciler gibi yapmayan bizler, rabbin sözlerine inanmayıp, birilerinin bu kitapta her şey yoktur, bu kitap özet bilgidir diyenlere inanıp, kur’anı bir kenara bırakarak, Rabbime güvenmediğimizin farkın damıyız? Hiç sanmıyorum. Farkında olsaydık geceleri uyku girmezdi gözlerimize. Bizler kafamızı koyduğumuz gibi uyuyorsak, hala birilerinin hipnozunda kaldığımızın delilidir. Ya hipnozdan kurtulduğumuzda işler ne olacak dersiniz? İşte orasını da transa girenler düşünsün. Değerli arkadaşlarım Rabbim sizleri kur’an dan hesaba çekeceğim diyorsa, şunu bilelim ki kur’an da açıkça olmayan hiçbir hükümden bizleri sorumlu tutmayacaktır. Bunun aksini düşünen Rahmanın adaletini sorgulamış olduğunu bilmelidir. Sizlere hatırlatacağım şu ayeti, hiçbir Müslüman asla unutmamalıdır. Araf 33; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. Yukarıdaki ayet her şeyi o kadar kolaylaştırıyor ki, aklını kullanan her şeyi anlayacaktır. Aslında bizlerin işi çok kolay, takip edeceğimiz yol ve bizlere din adına sunulanlara karşı tavrımızı kolaylaştıran Zühruf 44. ayette Rabbim ne diyordu? (Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız.) Şimdide yukarıdaki ayette nasıl bir uyarı yapıyor? (hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.) Allah hakkında delil indirmediğim, açıklamadığım, Allah hakkında bilmediklerinizi söylemenizi HARAM kılıyorum diyor. Aman Allahım lütfen kendimize gelip bir daha okur musunuz şu sözleri. Allah Kur’an da delil indirmediğim konularda konuşmanızı HARAM kılıyorum diyor, bizler ise kur’an da her şey olmaz, O özet bilgidir diyenlere inanıyoruz ve kur’anın açıklamadığı neler neler söylüyor ve onlara da Allah katındandır diye iman ediyoruz. Peki, bu durumda yediğimiz HARAMLARI SAYABİLİR MİSİNİZ? Hiç sanmıyorum biz en iyisi yine görmezden mi gelelim dersiniz bu ayetleri ve uyarıları? Sizler bilirsiniz benden hatırlatması, gerisi sizlere kalmış. Çünkü her insan hesabını kendisi verecektir. Yukarıda sizlere birçok örnekler verdim. Hüküm koyucu, helal ve haram yapan yalnız Rabbimin olduğu çıkıyor. Biran tüm ayetleri unutalım ve aşağıdaki ayeti yalnız hatırlayalım. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Değerli kardeşlerim, Rabbim Zühruf suresi 44. ayetinde, sizleri hesap günü kur’an dan sorumlu tutacağım, HATTA BİR AYETİNDE DE HESAP GÜNÜ KUR’AN ORTAYA KONDUĞU ZAMAN dediği halde, HAŞA Rabbim sözünden dönüp de, kur’an dışından peygamberimiz inde hüküm verdiğini söyledikleri sözlerden, hesaba çeker ve sorumlu tutar mı? Böyle bir sözü Rabbim e isnat etmekle, nasıl bir adaleti Rahmana uygun gördüğümüzün farkın damıyız? YORUM VE KARAR SİZLERİN. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
GELİN ONLARIN OYUNLARINI BOZALIM.
Bu yazımda sizlere, ne herhangi bir ayet nede kur’an dan bir hatırlatma yapmayacağım. Fakat bunlar kadar önemli bir konuya, sizlerin dikkatinizi çekmek istiyorum. Nasibi olan kıssadan hisse alacaktır. Yazılarımı yayınladığım bir sitede, yazdığım yazılara cevap veren, karşı çıkan fakat ne Allah a, peygamberlerine nede kitabına inanmadığını sözlerinden çıkarttığım bir insanın, inanmadığı halde gerektiğinde neleri savunduğunu, kitaba ve peygamberimize saygısızlık yaptığı halde, benim kur’an a davet edişimi, hurafe hadis ve rivayetler konusunda dikkatli olmamız gerektiği uyarılarıma karşı, neler söylediğini ve kimlerin, hangi düşüncenin yanında gerektiğinde yer aldığını, savunduğunu sizlere nakletmek istiyorum. Buradan da yola çıkarak, din düşmanlarının bile gerektiğinde, hurafenin, sanıya dayanan bilgilerin yanında nasıl yer aldığını sizlere göstermek istiyorum. Peki, neden ve niçin? İşte düşünmemiz gerek de burası zaten. Önce Allah a, kitabına ve elçine saygısı dahi olmayan, bu kişiyi sözlerinden tanımaya çalışalım, acaba İslam dini, kur’an ve elçisi için neler söylüyor. Verdiği cevaplardan birkaç örnek nakletmek istiyorum sizlere ki, bu kişi hakkında bilgi edinebilelim. (Hatta evlenebilmek için bir de kendi evliliğini meşrulaştırmak niyetiyle ayet uydurmuştur.) (Ben bu kitabı okudum ve gördüm ki bana göre değil. Böyle bir din olmaz. Böyle bir Tanrı olmaz. Kitaptan çıkarttığım sonuç budur.) (İçinde 1400 yıl öncesinin Arap toplumuyla ilgili köhnemiş bilgiler barındıran ve bugüne dair hiçbir şey içermeyen bir kitabı nasıl olacak da bugünün şartlarına göre okuyacağız? Biz mi okuma bilmiyoruz yoksa siz mi çok hayalperestsiniz ben anlamadım.) (Peki, refah getirmeyi başarabilmiş midir? Başaramamıştır. Zaten böyle çağdışı bir kitabın çağın sorunlarına çözüm üretip refah getirebilmesine de imkân yoktur. Kaldı ki henüz İslam'ın yayılışı esnasında bile bu yeni dinin kılıçla yayılmaya çalışıldığını görüyoruz. Kılıçla ve savaşla refah getirildiği nerde görülmüş?) Her insan söylediklerinden ve yaşamına geçirdiklerin den sorumludur, mutlaka bir gün hesabını da verecektir, bundan kaçış yok. Hesabını da kendisi vereceğine göre, bizlere düşen dilimizin döndüğünce doğruları anlatmak, kur’anı tebliğ etmek ona davet etmek olmalıdır. Eğer anlamıyorsa, anlamamakta ısrar ediyorsa, hatta Allah a, peygamberine, kitaba saygısızca konuşmaya devam ediyorsa, onu kendisiyle baş başa bırakmaktan başka hiçbir şey gelmez elden. Ona yapacak hiç bir şey yok demektir. Yazdığım yazıma bu kişinin konu olmasının nedeni, inanmadığı, saygı duymadığı bir şeye düşmanlığının ve nefretinin, nefsinin sinsi planlar yaparak, ona daha çok nasıl zarar verebilirim düşüncesiyle nasıl hareket ettiğini ve gerekirse işine geldiğimde inanmadığı bir kitaba, peygamberine, bir kısım inananlarla birlikte görünüp, onları savunup, nasıl aynı safa geçebildiğini sizlere göstermek istedim. İşte İslam düşmanları, bizlerin din ve iman adına zaaflarımızı, yanlışlarımızı böyle kullanıyorlar ve gerekirse bizden nasıl görünüyorlar, örneğini sizlere vermek istiyorum. Ben bahse konu sitede, günümüzde İslam âleminin çok dikkatli olması gerektiğini, İslam a sokulan hurafeleri, aldatmacaların, yalan ve yanlışların, Yahudi fitnelerinin yine kur’an ile temizleyip, gerçeklerin ortaya çıkması için çalışmamız gerektiğini anlatmaya çalışıyordum yazılarımda. Birçok hadisin peygamberimize yalan, yanlış ve iftira olduğunu, İslam’ın özünün bunlara asla müsaade etmeyeceği örneklerini veriyordum. Kur’an içinde asla çelişki olmadığını, onun her ayetinin bizlere anlatmak istediği çok önemli görevlerinin olduğundan söz ederken, Kur’an içinde hükmü kalkmış hiçbir ayetin olmadığını ve Kur’anın tüm ayetlerinin bugün geçerli olduğunu anlatmaya çalışıyordum yazılarımda. Tabi bu sitede bazı kardeşlerim, kendi düşüncelerini gayet güzel anlatıyor, benim sözlerimin bir kısmına katılmadıklarını söylüyordu. Bu elbette çok normaldi, buna asla itirazım olamaz. Önemli olan iyi niyetle kur’anı anlamaya çalışmaktır, bu yolda elbette hepimiz hata yaparız, bizler beşeriz şaşmayan yalnız Allah tır. Şimdi sizin dikkatinizi çekmek istediğim konuya gelelim. Ben uydurma hadisleri çok dikkatle seçmeli ve kur’an ile kontrol etmeliyiz, kur’an da hükmü kalkan, nesh edilmiş hiçbir ayet yoktur derken, bakın bu kişi ısrarla neyi savunuyor ve inanmadığı halde o silahı nasıl kullanarak, Kur’an a peygamberimize ve Rabbim e nasıl O silahla saldırıyor. Lütfen söyledikleri sözleri dikkatle düşünelim, acaba istemeden yaptığımız yanlışlarla, KUR’ANA düşman insanların ekmeğine yağ sürmüş olmuyor muyuz? Bakın neler söylüyor bu zat. (Bilir misiniz bilmiyorum ancak Kuran'da mensuh (nesh olunmuş, hükümsüzleştirilmiş) bazı ayetler yer alır. Mesela içki içmenin yasaklanışı birbirini nesh eden bir dizi ayet sonucunda gerçekleşmiştir. Keza savaşlarla ilgili ayetler de böyledir. Yeni hükümler, eski hükümleri hükümsüzleştirir. Bir başka ifadeyle, yeniler eskileri yürürlükten kaldırır. Dolayısıyla zaten "senin dinin bana, benimki sana" gibi bir anlayış ortadan kalkmıştır. "Muhammed", "Tevbe" gibi savaşı kışkırtan sureler bu hoşgörülü ayetleri nesh etmiştir. Mensuh ayetler ise; Allah'ın fikir değiştirdiğini (yani bir diğer deyişle sözünden döndüğünü, yani alim-i mutlak olmadığını) göstermesi bir yana, Kuran'ın ne derece Tanrısal bir kitap olabileceğini de tartışmaya açmaktadır.) Yukarıdaki sözleri görüyor musunuz? Kur’anı ve elçisini kabul etmeyen, ona elinden geldiğince nasıl saygısızlık yapacağının hesabını yapan kişi, ben kur’an da hükmü kalkan hiçbir ayet yoktur derken, bana karşı çıkanların yanında yer alıyor, ama sonunda zehrini bu düşünceyle nasılda akıtıyor. Ben kadınları hakir gören, aşağılayan hadisleri yazıp, bunlar asla kur’anın, İslam’ın onay vermediği sözlerdir. Bu gibi hadisler hurafe ve din düşmanlarının dine soktukları bilgilerdir, din âlimlerine ve peygamberimize atılan iftiralardır, bu sözleri kur’an ile karşılaştırmalı ve ondan onay almalıyız dediğimde, hiddetle o yalan yanlış hadisleri savunup, bana verdiği cevapta çok manidar ve anlamlıdır. (Öncelikle yukarda sıraladığınız ilgili hadislerin uydurma veya gerçek oluşuna hangi merci karar veriyor, bunu sormak istiyorum. Siz uydurma demişsiniz, peki neye dayanarak uydurma olduğunu iddia ediyorsunuz? Hoşunuza gitmeyen şeylere uydurma diyip işin içinden sıyrılmak ne kadar doğrudur?) (Her hadisin Kuran'dan doğrulatılması gibi bir şey imkânsız çünkü her hadisin Kuran'da bir karşılığı yoktur. Zaten hadis kaynaklarında geçen uygulamalar ve hükümler çoğu zaman Kuran'da olmayan bilgilerin, tamamlayıcısı durumundadırlar. Hadis kaynaklarının işlevi budur: tamamlayıcılık.) İşi daha da ileri götürüp, kur’an a bile inanmayan bu zat, bakın hadislerden neler öğrendiğinin bilgisini de veriyor, onlara kesin kanıt yaftasını yapıştırıp, peygamberimize nasıl saldırıyor, adeta yalan ve nifak silahına sarılarak. (Oysa biz kanıtlarla ve belgelerle konuştuk. Aişe'nin 6 yaşında nikâhlanıp 9 yaşında evlendiğini gerek hadis kaynaklarından gerekse ünlü sîret yazarlarının eserlerinden referanslar vererek ispatladık.) Çok daha ilginci kur’an a elçisine hatta Yüce Rabbim e inanmayan bu zat, bakın hadisleri kesin kanıt gördüğü halde, kur’an için neler söylüyor? (Bunun haricinde ben Kuran'ı bir ispat kaynağı olarak görmüyorum. Çünkü bu kitabın gerçekliğine inanmıyorum.) Değerli dostlarım, ben bu kişiyle yaptığım söyleşiden çok faydalandım, bilmem siz ne düşünürsünüz. Bu söyleşiden biz İman edenlerin çok daha dikkatli olmamız gerektiği çıktı ortaya. İslam ı işine geldiğinde savunan bu insan, benim yazdığım yazılara cevap vermeleri için kendi sözlerine destek aramak adına, diğer kardeşlerimi kışkırtıyordu ve onların benim haddimi bildirmelerini istiyordu. Tabi o kardeşlerim aklı başında ve Rabbin rehberinden aydınlanmaya çalışan Müslüman kardeşlerimiz olduğu için, gerekenin dışında hiçbir şey söylemediler. Bu örnekten yola çıkarak içimize Müslüman olarak giren ve yakın zamanda da bunu itiraf edenler, ortam müsait olduğu için, artık bizler Müslüman değiliz, ama bir Müslüman gibi yıllarca yaşadık, diyenleri bir düşünelim. Bu İslam düşmanları acaba bu güzel dinimize ne fitneler sokmuştur, bunları düşünen hayal eden var mı? Bizler İslam dinini yaşarken, anlatırken ve savunurken sanırım çok büyük hatalar yapıyoruz. Yaptığımız bu hataları da İslam düşmanları çok iyi kullanıyor. Bu örnek çok önemli bir örnek bana göre, onun için sizlerle paylaşmamın doğru olacağını düşündüm. Hıristiyan sitelerini ve televizyondan misyonerlik çalışmalarını bir izlerseniz, ne anlatmak istediğimi o zaman çok daha iyi anlayacaksınız. Yukarıda verdiğim örneklerin birçok benzerini acımasızca bizlere karşı kullanıyorlar. Bu silahı onlara bizler veriyoruz. İslam ı, kitabı ve peygamberini seven artık bu yanlışın farkına varmalıdır. Din adına inandığımız her şeyi KUR’ANA danışmalıyız. Onun onay vermediği hiçbir şeyi kabul etmemeliyiz. Bunu yaparsak, aklını şeytana emanet etmişlerin planlarını bozar, onların yok olmasını sağlarız. Gelin onların oyunlarını bozalım. Gelin şeytanın yardakçılarının azığına zehir salalım ki, kendi bataklıklarında boğulsunlar, yok olsunlar. Bizlerin birbirimize düşmesini, içimize soktukları yılanların bizlere zehirlerini akıtmasını, kıs kıs gülerek seyrediyorlar. Ne yazık ki bizler de kur’an gerçeğinden uzak, Rabbin güneşi ile hayata bakmak yerine, beşerin sinsi, aldatıcı gözlüğünü takmış yaşıyoruz. Kur’an düşmanları ile mücadele edeceğimize, birbirimizle mücadele edip, Kur’anı göklere çıkaracağımız yerde, beşerin kitaplarını göklere çıkarıyoruz. Hem de birbirimizi yok etmek, rencide etmek pahasına. Tüm bunlara bizler layık değiliz. Bunları yapmakla İslam düşmanlarını sevindiriyoruz. İşlerini kolaylaştırıyoruz. Kur’an ehli, din kardeşine saygısızlık yapmaz. Kur’an ehli, din kardeşini önce dinler, sonra da Yüce Rabbin sözleriyle konuşur, uyarır. Çünkü onun elçisi de kur’an diliyle konuşmuş ve uyarmıştı. Bizleri aldatanlar içimizde, uzakta değil. Bizi aldatanlar siz kur’an dan anlayamazsınız diyenlerdir. Bizi kur’an dan uzaklaştıranlardır. Allah, kulunun anlayamayacağı bir kitap gönderip, daha sonrada bu kitaptan hesap sormaz. Artık bu gerçeğin farkına varalım. Elbette her insan bir başka insana muhtaç yaratılmıştır. Birbirimizden faydalanmalıyız. Hiç kimse ben her şeyi bilirim, ben kur’anı tek başıma anlarım diyemez. Her insan kendi kapasitesi, kur’ana bakış niyetince ve nasibince anlar. Bundan dolayı önce rehbere müracaat etmeli, üzerinde çok iyi düşünmeli, daha sonrada ulaşabildiği tüm bilgilerden faydalanmalıdır. Yanlış bilgi dahi insana bir şeyler öğretir, ama önce doğruyu öğrenirsek. Tıpkı yukarıda konusunu yaptığımız olaylar gibi. Rabbim yardımcımız olsun. Rabbim İslam âleminin, bu acı gerçeğini görmesini inşallah sağlasın, yardım etsin bizlere. Tüm İslam âlemini KUR’ANIN özünde birleşmesini ve Kur’anın gözlüğüyle hayata bakmasını sağlasın inşallah Rabbim. Çünkü Allahın resulü, O güzel peygamberimizde tüm yaşamında, kur’anın gözlüğü ile hayata bakmış ve onu kendisine rehber edinmiştir. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'ANIN VELİLERİN ARDINA DÜŞMEYİN SÖZÜNDEN NE ANLAMALIYIZ?
Bir kardeşim, benim yazımda velilerin ardı sıra gitmenin, Rabbim tarafından yasaklandığı ayetini hatırlatmam neticesinde bana şöyle bir cevap verdi. (Yasaklanan veli kavramı, şeytan ve avanelerine davet eden velilerdir. Bu kezzaplardır, belamlardır, putlardır vs..) Gerçekten Yüce Rabbim aşağıdaki ayette, bizleri velilerin ardına düşmeyin derken, şeytanın yoluna, putlara davet eden, kur’anı inkâr edip peygamberimizi kabul etmeyen kişilerden mi bahsediyor olabilir, gelin onu yine Rabbin yöntemi ile kur’ana danışarak anlamaya çalışalım. Fakat önce şunu hatırlatmakta yarar var. Allah veli sözcüğünü bir başka anlamlar da da kullanmıştır kur’an da. Örneğin bizimde günümüzde kullandığımız bakmakla yükümlü olan, aile büyüğümüz velimiz gibi. Ayrıca dost anlamın da da kullanmıştır. Örneğin şu ayeti verebiliriz. Maide 55: Sizin gönül dostunuz (veliniz) Allah'tır, O'nun resulüdür, bir de rükû eder bir halde namazı kılıp zekâtı vererek iman edenlerdir. Fakat bizim bahsettiğimiz VELİ, Rahmanın söz ettiği, din ve iman adına ardı sıra gidilecek, yardım istenecek VELİLER konusudur, gelin birlikte bu sözcükten Rabbim kimlerden bahsediyor ve ardı sıra gitmeyi yasaklıyor onu anlamaya çalışalım. Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. İlk önce bu ayeti anlamaya çalışalım. Bu ayetin önceki ve sonra ki ayetlere baktığımızda, Rabbimin bizlerin uyması gereken tek rehberin kur’an olduğunu ve bunun dışında hiçbir kişinin ve bilgilerin ardı sıra gidilmemesini istiyor. Dikkat ederseniz burada iman edenlere sesleniyor Rabbim. Yoksa iman etmeyenin kur’an ile bir ilgisi olamaz, o zaten kabul etmediği bir kitaba neden uysun? Şu sözlere dikkat edelim ki daha iyi anlayalım konuyu. Onun berisinden yani Allah tan başka önderlerin velilerin ardından gitmeyin diyor. Çünkü din ve iman adına güvenilecek, dayanılacak her sözüne güvenilecek veliniz yalnız benim diye de belirtiyor. Size hatırlatacağım ayette bakın bizlerin gönül gözü olarak neyi öneriyor? Enam 104: Gerçekten Rabbinizden size birçok deliller geldi, artık kim gözünü açara, onları görürse kendi lehine, kim de körlük ederse, kendi aleyhinedir. Ve o durumda ben sizin bekçiniz değilim. Dikkat ederseniz Allah bizleri elçisi kanalıyla gönderdiği birçok delillere YANİ KUR’ANA yönelmemizi emrediyor. Daha da ilginci kim aklını kullanır ve gözlerini açıp kur’an dan nasiplenmeye çalışırsa, kendi faydasına diyor. Kim körlük ederse de kendi zararına. Demek ki aklını kullanan kur’an dan nasipleniyor, anlıyor ki Rabbim bunu söylüyor. Daha sonrada Rabbim elçisine söyle onlara ben size kur’anı, gönül gözünü, güneşi tebliğ ettim, gerisi size kalmıştır, ben sizin bekçiniz değilim diyor. Dikkat edin Allah elçisi bile bir yerden sonra, aradan çıkıyor ki başka birisinin araya girmesini Rabbim asla müsaade etmez. Aşağıdaki ayette aslında din ve iman adına kimseye kayıtsız şartsız güvenilmeyeceğinin, ikazını yapan bir ayet. Enam 116: Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler. Dikkat edin bu ayette de iman etmeyenlerden bahsedilmiyor. Çünkü hiç iman etmeyenler konusunda zaten çok açık ayetler vardır ve onları zaten dost edinmeyin sakın diye bizleri uyarır Allah. Burada bahsedilenler ne şeytanlar nede iman etmeyen insanlar. Peki, kimler olabilir bu kişiler? Onları da açıkça söylüyor. (Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler.) Bakar mısınız lütfen kimlermiş? Emin olmadıkları söz ve bilgilerin ardı sıra gidip, dinini imanını zan ve tahminlerle yaşayan insanlar olduğunu söylüyor. Rabbin bu ayetini bu sözlerini, günümüz İslam yaşayışımızla lütfen karşılatırınız, kimler olduğunu, nasıl büyük hatalar yaptığımızı o zaman çok daha iyi anlayacaksınız. Şimdi yazacağım ayette bakın Rabbim bizi nasıl uyarıyor ve bazı insanların bizi ALLAH İLE ALDATACAĞINI söylüyor. Fatır 5: Ey insanlar, hiç şüphesiz Allah'ın vaadi haktır; öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın ve aldatıcılar da, sizi Allah ile (Allah'ın adını kullanarak) aldatmasın. Bizi aldatma ihtimali olacak kimseler, bizim yakınımızda olanlar olduğu anlaşılıyor. Yoksa bizim dinimizden, inancımızdan olmayan bir insanın, zaten ne sözünü dinleriz, nede yanımıza yaklaşabilirler. Demek ki bizi Allah ile aldatacak olanlar içimizden birileri. İşte bunun için Rabbim bizleri uyarıyor. Şimdi hatırlatacağım ayet ise sorumuzun tam cevabını veriyor. Yunus 106: Sana ne bir yarar, ne de bir zarar verebilecek durumda olmayan varlıkları Allah'la beraber anıp onlara yalvarıp yakarma: çünkü eğer böyle yaparsan muhakkak ki zalimlerden olursun! Ayete bakar mısınız lütfen. İşte apaçık sözleriyle anlatmak bu olsa gerek. Bizlere ne fayda nede zarar verecek güce sahip durumda olmayanları yani beşeri, Allah ile birlikte anıp anlardan yardım isteme, bunu yapanlar zalimlerden olur diyor. Peki, bizler günümüzde ne yapıyoruz bunun benzeri şeyleri bir düşünün isterseniz? Allah dostu dedikleri kişilerden şefaat istedikleri, onları Allah huzurunda kurtarıp cennete götüreceklerini söylemiyorlar mı? Hâlbuki Rabbim kimin takvaca üstün olduğunu yalnız ben bilirim dediği halde, yaptığımız yanlışların sonu nereye varır dersiniz? Bakın bu sözlerime açıklık getiren ayeti anlamaya çalışalım şimdide. Zümer 3: Gözünüzü açıp kendinize gelin! Arı-duru din yalnız ve yalnız Allah'ındır! O’nun yanında birilerini daha veliler edinerek, "Biz onlara, bizi Allah'a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz." diyenlere gelince, hiç kuşkusuz, Allah onlar arasında, tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü verecektir. Şu bir gerçek ki, Allah, yalancı ve nankör kişiyi iyiye ve güzele kılavuzlamaz. İşte konu daha da açıklık kazandı. Demek ki edindiğimiz içimizden çok güvendiğimiz ve bizleri din iman adına yöneten öyle insanları veli edinmişiz ki, bu insanları veli edinmemizin nedenini Rabbim örnekle veriyor, bakın ne diyor? (Biz onlara, bizi Allah'a yaklaştırmaları dışında bir şey için kulluk etmiyoruz.) Demek ki bu durumda edindiğimiz veli bizlerin içinde, hatta çok güvendiğimiz bir insan, yoksa neden güvenelim ona da, bizi o kişi Allaha yaklaştıracak diyelim. Rabbin bu sözlerini okuyunca günümüzde veliler edinenlerin kendince sebepleri geldi aklıma, bakın ne diyorlar, Rabbin söylediklerinden hiçbir farkı yok. ( Her insanın bir velisi olmalıdır, hesap günü her Müslüman velisi ile birlikte anılacaktır. Veliler şefaatçidir, onlar bizlere şefaat edeceklerdir.) İşte Rabbimin çok büyük tehlike gördüğü ve sakın yapmayın, bunlardan sakının dediği olay bu kadar açık gerçekleşmiştir. Hâlbuki bakın onlarca ayette Rabbim tek şefaatçi benim dediği halde bizler, neler söylüyoruz farkında mıyız acı gerçeklerin? Hiç sanmıyorum, çünkü kur’an ile aramıza girenler öyle bir girmiş ki, Rabbin sözleri yerine, beşerin sözleri dinlenir olmuş. Secde 4: Allah'tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O'nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız? Allah apaçık şefaat tümden bana aittir, kimin takvaca üstün olduğunu yalnız ben bilirim dediği halde, bizlerin şefaatçi edinmemiz, veliler edinip onlara sığınmamızı, onlardan yardım istememizi nasıl açıklarız hesap günü Rabbime? Bugün tarikat ve cemaatleri bir düşünün lütfen. Neler söyleniyor şeyhleri liderleri için. Doğrusu hala aklımızı işletmeyecek miyiz? Allah hesap günü olacak bir olayın sahnesini bile bizlere bugünden gösteriyor, ama biz hala duymazdan geliyoruz. Bakın mahşer günü yüzü kapkara olan, iman ettiğini zannedip, birilerinin ardına düşen, veliler edinen bir insanın acı feryadını lütfen duyalım artık. Eğer duymazdan gelirsek, bir gün bizlerde aynı feryadı üzülerek yapacağımızı bilelim. Furkan 28: Yazık bana! Keşke falancayı (batıl yolcusunu) dost edinmeseydim. 29- Çünkü zikir (Kur'an) bana gelmişken o, hakikaten beni ondan saptırdı. Şeytan insanı (uçuruma sürükleyip sonra) yüzüstü bırakıp rezil rüsvah eder. Rabbin verdiği bu örnek, zerre kadar düşünene gerçek cevabı veriyor. Burada bahsedilen kur’ana iman ettiğini zanneden birisinin feryadıdır. Bu kişi çok güvendiği birisini dost veli edinmiş ve ona o kadar çok güvenmiş ki, sonunda iman ettiği kur’an dan, farkında olmadan sapmış. Tabi işin kötüsü bunu Rabbin huzurunda fark ediyor. Ne kadar kötü bir durum. Bakın işte şeytan burada nasıl bir görevde olduğunu da hatırlatıyor Rabbim. İman edenleri kur’an dan uzaklaştırmak batıla, sanıya, rivayetlere iman etmeleri için var gücüyle çalışıyor. Rabbim açıkça KUR’ANIN İPİNE SARILIN DEDİĞİ HALDE. Ayete dikkatle bakalım burada ardı sıra gittiğimiz, dost edindiğimiz yabancı birisi değil. Tanıdığımız güvendiğimiz hatta bu Allah dostudur, ne söylüyorsa doğrudur diye hiçbir kuşku duymadan, ona güvendiğinden bahsediyor. Peki kur’anı tebliğ aldığını söyleyen kişi kur’an dan nasıl sapar, burası önemli. Dost edindiği kişi kur’anı kabul etmeyen birisi değil, peki nasıl saptırıyor olabilir? Rabbin hüküm vermediği konularda, bunlarda Allah katındandır diyerek dine hurafeler, katıp saf ve temiz İslam ı bulandırmaktır elbette yoldan saptırmak. Ne yazık ki bizler yalnız ve yalnız Rabbimden yardım istememiz gerekirken, hatta her namazda Elham ayetinde, Yalnız senden yardım isteriz dememize rağmen, acaba şefaati, yardımı kimlerden istiyoruz? Edindiğimiz velilerden nasıl olurda yardın isteriz, şefaat bekleriz. Bakın Rabbim ne diyor? Nisa 45: Allah sizin düşmanlarınızı daha iyi bilir. Dost olarak, Allah yeter. Yardımcı olarak da Allah yeter. Tevbe 116….. Sizin için Allah dışında ne bir dost vardır ne de bir yardımcı. Allah din ve iman adına bizleri kur’ana yöneltir ve ona sarılmamızı ister. Kur’anı rehber alanı hiç kimsenin aldatamayacağını anlatır bizlere. Kur’an dan nasiplenmeyenlerin kolay kandırılacağı örneklerini verir. Aşağıdaki ayette kur’an dan habersizlerin nasıl bir yöntemle kandırıldığını anlatır bizlere. Bakara 79: Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için "Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların. İşte günümüz İslam’ının içine düştüğü bataklık. Kur’an dan habersiz toplumu aldatma ve kandırma yöntemi. Hatırlayınız bugün bizlere kur’an da her şey yoktur, O özet bilgidir diyenlerin ciltlerce dolusu yazdığı kitaplar acaba nerden almış bilgilerdir dersiniz? Rabbimin hiç bahsetmediği, hüküm vermediği onca bilgileri nerden aldılar da bizlere veriyorlar, bunu hiç düşünen var mı? İşte çok güvendiğimiz hatta Allah dostu ilan ettiğimiz kişilerin yazdığı onca bilgilere, kitaplara karşı, rabbin sözlerini lütfen artık duyalım işitelim. Şunu da unutmayalım, yüzlerce yıl önce yaşamış birçok âlimin sözleridir diye bugün bizlere sunular sözlerin, gerçekten kendilerine ait olup olmadığına emin olan var mı aramızda? Geçmişte yaşamış peygamberimizden feyiz almış, üstat âlimlerin söylemediği sözleri onlar üzerinden yayarak, batıl sözlere inanmakla, bu âlim kişilere atılan iftiraları onayladığımızı unutmayalım. Peygamberimiz bizleri kur’an ile uyarma görevi aldıysa, ondan feyiz alan âlimlerimizin de bu yolu izleyeceğini bilmeliyiz. Bakın Allahın kitabında olmayıp, bunlar Allah katındadır diyenlere Rabbin sözlerini tekrar hatırlatıyorum. ( Bu Allah katındandır" diyenlere yazıklar olsun.) Allah hangi sözlerden bahsediyor bu sözüyle? Elbette Rahmanın kur’an da hiç bahsetmeyip, hüküm vermediği konuları, bunlar Allah katındandır diyerek, RABBİME İFTİRA ATANLARDAN BAHSEDİYOR. Unutmayalım Rabbimin tehdidi bir gün gerçek olacaktır. O gün bir göz açıp kapayınca ya kadar gelecektir, bunun farkına varalım. Günümüzde Allah tan gayri şefaatçi edinip veliler peşinde koşanlara bakın Rabbim apaçık ne söylüyor? Enam 51: Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. Öyle ki, kendileri için O'nun huzurunda ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır. Gerekir ki Allah'tan korkarlar. Şükürler olsun Rabbim e o kadar açık ki her şey. Huzura gittiğimizde, yüzlerinin aydınlık olmasını isteyenleri sen kur’an ile uyar diyor Yaratıcımız. Peki, bugün bizlere ne öğretiyorlar onu hatırlayalım? Kur’an özet bilgidir orada her şey yoktur. İşte şeytanın kur’an dan bizleri uzaklaştırdığı ve inanmasını sağladığı koskoca bir yalan, rabbimin kitabına atılan iftira. Buna inanan şunu asla unutmasın. Huzuru mahşerde bunlara inananların yüzlerinin kapkara olacağını söylüyor Rabbim. Daha da önemlisi ayetin sonunda, Dünyada edindikleri şefaatçileri, hesap günü yanlarında bulamayacaklardır diyor. Peygamberimiz devrindeki putlara hiç kimse Allah diye tapmıyordu. Hepside ehli kitap insanlardı. O putlar, yaşadıkları dönemlerde çok sevdikleri, saydıkları Allahın sevgili kulları kabul ettikleri kişilerin putlarıydı. İnsanlar bu putlardan şefaat bekliyor ve onları Allah huzurunda cennete götüreceklerine inanıyorlardı. Günümüzde ise yapılan çok mu farklı dersiniz. Belki bugün putlarını yapmıyorlar, ama edindikleri velilerden şefaat dileyerek onların ardı sıra gidip, onlardan yardım isteyerek aynı şeyleri yapmıyorlar mı? Yorum sizlerin. Sizlere son olarak bir ayeti, Rabbimin verdiği örnekle açıkladığı uyarıyı hatırlatmak istiyorum. Allah bu örneğiyle bizleri o kadar güzel uyarıyor ki, anlayana anlamak isteyene. Tabi birde gözlerinde perde olmayıp, gönülleri mühürlenmeyenlere. Ankebut 41: Allah'ın dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilselerdi. Bu ayeti ilk okuduğumda doğrusu fazla bir şey anlamamıştım. Sizlerde okuduğunuzda, eğer araştırmadıysanız çok fazla bir şey anlamamış olmanız normaldir. Önce ayette geçen örümcek hakkında sizlere bilgi vermek istiyorum, o zaman Rabbimin ne demek istediğini daha iyi anlayacaksınız. Canlı türleri genelde evlerini; sıcaktan, soğuktan, düşmanlardan ve her türlü zarardan korumak için inşa ederler. Oysa örümcek evini; yok etmek, zarar vermek, evine yanlışlıkla uğrayanları yemek için inşa eder. Bu yüzden evlerin en güvenilmezi, örümceğin evidir. İşte Allah bizlere öyle bir örnek veriyor ki, zerre kadar aklını kullanan, din ve iman adına Rabbin rehberinden saparak, beşeri veliler edinip ondan yardım ummak, onları şefaatçi edinmenin büyük bir yanlış olduğunu, bunu yapanların sonunu örümceğin evine sığınan insanlara benzetiyor. Sizce böyle bir eve, böyle bir insana sığınmak, bizi Rabbim e ulaştırır mı? Ya da bu kişinin gerçekten Allah dostu olduğunu bilebilecek, garanti veren var mı aramızda? Kur’anı anlayarak birkaç kez okuyan bir insan şunu çok açık anlar. Allah elçisine, insanlığı kur’an ile uyarma görevi vermiş ve bu görevi esnasında elçisini kontrol altında tuttuğunu, asla onun sizlere yanlış bir şey söylemeyeceğinin garantisini de vererek, elçisine kayıtsız şartsız uyulmasını emreder. Bunun dışında hiçbir beşerin hatasız olamayacağını, hatta gönderdiği peygamberlerin bile hatalar yapabileceğini, ama onları kontrol altında tutup yanlışlarına müdahale ettiği örneklerini verir bizlere. Rehber alacağımız ardı sıra gideceğimiz ve sarılacağımız tek kitabın KUR’AN olduğunu yüzlerce kez hatırlatır kur’an da. Bizlere düşen Rabbin kelamını anlamaya çalışmaktır. Rabbin kitabına anlaşılması zor ve orada her şey yoktur diyenler, bizlerden gerçekleri gizlemeye çalışanlardır bunu unutmayalım. Ben sizlere bize öğretilenlerin, kur’an ile karşılaştırdığımızda ne kadar tutarsız, yanlış bilgiler olduğunu anlatmaya çalıştım. Bende bir beşerim elbette hata yaparım, benim yaptığım Rabbin emrini uygulamaya çalışmaktır o kadar. Allah kur’ana sarıl, onu anlamaya çalış diyorsa, Allaha ulaşacak yolunda kur’an dan geçeceğinden şüphem yoktur. Sizlerinde yapması gereken yazdıklarımı kur’an ile karşılaştırmanız ve imanınızı ona göre yönlendirmek olmalıdır. Bizlere düşen beşerin sözlerini doğrulamaya çalışmak değil, rabbin ne söylediği anlamaya çalışmak olmalıdır. Rabbim cümlemizi gerçekleri gören onun nuruyla nurlanmış, gönül gözleri açık kullarından eylesin. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
YAPTIĞIMIZ ÇOK BÜYÜK YANLIŞLARIN ARTIK FARKINDA OLALIM.
Bugün sizlerle kur’an dan bir konuyu birlikte araştırmak ve üzerinde sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Bizler eğer kur’anın zerresini bile zayi etmeden istifade etmek, yararlanmak istiyorsak, Kur’anın 1400 yıl öncesinde insanlara indirilmiş gibi düşünmeden, bizlere peygamberimizin bugün, yeni tebliğ ettiğini düşünerek bakmamız ve kur’an dan öyle istifade etmeye çalışmamız gerekir. Çünkü kur’an Dünya yaşadıkça tüm âleme yaşadıkları sürece, rehber olsun diye indirilmiş bir kitaptır. Şimdide kur’an dan araştıracağımız konuya bakalım. Kur’an da birçok ayetinde Allah lanetlediği, inkârları sonucu cehennemlik olduklarını belirttiği, inkârcı ve kâfir sözlerini çok kullanır. Acaba bu sözleri Allah, peygamberini ve gönderdiği kur’anı tümden inkâr edenler için mi kullanır yalnız Rabbim? Çünkü gerçekten Kur’anın bu sözlerinden anladığımız kadarıyla, bizleri çok kötü bir sonuca, cehenneme götürdüğünü ayetlerden anlıyoruz. Yani Rabbim bu sözleri söylediği kişilerin, çok büyük günahlar işlediğini ve bu insanları affetmeyeceğini anlatıyor bizlere. Allah ı inkâr edenlerin, cehennemde ebedi kalacaklarını ve onları asla bağışlamayacağını, kur’anın onlarca ayetinde görüyoruz. Peki, Allah bu sözleri kur’an da, başka kişiler içinde kullanıyor mu, inkârcı ve kâfir sözlerini, iman ettiği halde yaptığı bazı yanlışlar neticesinde, bu duruma düşen insanlar içinde kullanıyor olabilir mi? Gelin isterseniz bu çok önemli sorunun cevabını birlikte kur’andan arayalım. Acaba farkında olmadan yaptığımız büyük bir yanlış var mı? Sizlere şimdi hatırlatacağım ayette Allah şeytan için kâfir oldu diyor, ayeti yazalım üzerinde düşünelim. Bakara 34: Hani biz meleklere (ve cinlere): Âdem'e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu. Lütfen çok iyi düşünelim bu sözleri. Bizler kâfir sözünü Allah ı inkâr edenler için kullanırız genelde. Dikkat edin şeytan Allah ı ve kitaplarını inkâr etmiyor, tam tersine onun huzurunda onu biliyor, tanıyor fakat Rabbin istediği bir şeyi yerine getirmediği için, büyüklük tasladığından Rabbim şeytan için kâfir sözünü kullanıyor. Demek ki tek bir konuda bile Kur’anın ayetini görmezden gelsek, onun bir ayetinin bile hükmünün artık olmadığını söylersek, aynı suçu işlemiş olmuyor muyuz dersiniz? Buradan da anlaşılıyor ki Rabbin kur’an dan ayetlerinin anlamını değiştiren, Rahmanın vermediği manaları, hükümleri yükleyen, şu ya da bu ayetin artık hükmü yoktur, hükmü kalkmıştır diyerek ayetleri görmezden gelenler, ayetleri gizleyenler içinde Rabbim aynı şeyleri söylüyor. ONLAR KÂFİRDİRLER DİYOR. Bu söylediklerime Kur’an dan vereceğim bazı ayet örnekleri açıklık getirmektedir. Lütfen vereceğim ayetler üzerinde çok dikkatle düşünelim. Hiçbir etki altında kalmadan rabbin ayetlerini anlamaya çalışalım. Çünkü hesap günü gelmeden alacağımız önlemler, hatalarımızdan vazgeçmemiz sayesinde, kurtuluş reçetemiz olacaktır. Aşağıdaki ayetin bizlere anlatacak çok ama çokkk şeyleri var. Birazcık düşünene aklını çalıştırana tabiî ki. Bundan sonra vereceğim örnekleri de, yukarıdaki örnek verdiğim ayetin özünde düşünmeye, anlamaya çalışalım. Bakara 159–160: İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder. Ancak tövbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira ben onların tövbelerini kabul ederim. Ben tövbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim. Yukarıdaki Rabbin sözlerinden anlaşılıyor ki, iman edenler içinde öyle bir grup insan var ki, Rahmanın tebliğ ettiği apaçık kur’an ayetleri içinde, hidayetin, doğrunun, güzelin yolunu gizleyenlerin, yani bazı ayetleri örtbas edenlerin olduğunu söylüyor. Ayetlerin bir kısmına adeta inanmıyorlar. Gerek geleneklerin etkisi, gerek şahsı menfaatler bu yola itiyor insanları. Bugünde aynı şeyler yapılmıyor mu? Ayetlerin bir kısmının artık hükmü yoktur, onlar nesh edilmiştir dersek, bazı ayetleri gizlemiş, hükmünü kaldırmış olmuyor muyuz? Bakın burada bütünüyle iman etmeyenden bahsedilmiyor. İman ettiği halde kur’an gerçeklerinden bir kısmın ı gizlemeye çalışanlardan bahsediyor. İşte bu insanlara Allahın lanet etiğini söylüyor. Elbette bundan vazgeçenleri, gerçeği açıkça ortaya koyanları Allah affedeceğini de belirtiyor. Aşağıda ki ayette Rabbim bakın ne diyor? Bakara 161: Ancak, ayetlerimizi inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüş olanlar işte, Allah'ın laneti, meleklerin laneti, insanların laneti hep onların üstüne olsun. Yukarıdaki ayette Allah ayetlerimizi inkâr edenler ve onların kâfir oluşundan bahsediyor. Tabiî ki bu insanların lanetlendiğini de belirtiyor. Peki, bu insanlar Allah ı, peygamberini, kur’anı hiç kabul etmeyip inkâr edenler mi? Kesinlikle hayır. Yukarıda bu ayetin öncesi ayetleri vermiştim, okudunuz. Orada kimler için söylüyordu hatırlayalım. (kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere.) Demek ki bu insanlar tamamen inkâr edenler değil, tam tersine iman etmiş ama atalarından gelen inançların etkisinde olan, ya da nefislerinin esiri olduğundan dolayı, bazı ayetleri hidayet yolunu gizlemeleri, anlamlarını değiştirmeleri neticesinde, Rabbim söylüyor bu sözleri. Bunu yapmak çok çeşitli yollarla olur. Kimisi bu ayetin artık hükmü kalkmıştır der görmezden gelir, kimisi de ayetlerin anlamlarını çeşitli yollarla değiştirir. Demek ki inandım iman ettim demekle bu iş olmuyormuş. Rabbin istediği bir Müslüman, kur’anın bütün hükümlerine iman eden bir Müslüman olması gerektiği, çok açık anlaşılıyor. Yine bakara suresi 42. ayette zaten bizleri Rabbim uyarıyor ve bakın ne diyor? Bakara 42: Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin. Hak olan yalnız ve yalnız KUR’ANDIR. Kur’anın dışından Rabbin vermediği bir hükmü, yine Allah katındandır diye dine sokarsak, hakkı batılla karıştırmış ve gizlemiş oluruz. Temiz bir bardak suya bir damla mikrop damlattığımızda, nasıl artık o su içilmez oluyorsa, imanımız da aynen böyledir. Hakkın içine batıl karıştırdığımızda da, bu bilgiyle ulaşacağımız yolun sonu, asla Rabbim e ulaşmayacaktır. Bu bilgiler ışığında, lütfen günümüz İslam anlayışını karşılaştırınız. Verdiğim tüm ayet örneklerinde Rabbim hakkı batılla gizlemeyin diyerek, gizleyenlere lanet ediyor ve kâfir diyor. Yazdığım ayetleri anlamaya çalışırken, Rabbin bu uyarısını unutmayalım. Şimdide aşağıdaki ayete bakalım. Bakara 174: Allah'ın indirdiği Kitaptan bir şeyi göz ardı edip saklayanlar ve onunla değeri az (bir şeyi) satın alanlar; onların yedikleri, karınlarında ateşten başkası değildir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azab vardır. Demek ki iman edenler arasında da yine bir kısım insanlar var ki, Rabbim lanet ediyordu, onu yukarıda ki ayette görmüştük. Allahın indirdiği kitap tan bir şeyi saklayanlarda var. Yani anlamını değiştirenler, ayetin anlamını saptıranlar, hatta bazı apaçık ayetleri görmezden gelip artık hükmü kalkmıştır diyenler var demek ki. Bakın Rabbim bunu yapanlara ne diyor? Karınlarındaki ateşten başka değildir. Demek ki cehennemin ateşi bunları saracaktır diyor. Kıyamet günü yani hesap günüde bunların yüzlerine bile bakılmayacağını, şimdiden bizlere hatırlatıyor. Tekrar hatırlatmakta yarar var. Tüm bu lanetlenen insanlar, iman ettiğini söylediği halde, kur’an gerçeklerinin bir kısmını saklayan ve ayetleri saptıranlar için söyleniyor. Acaba bizler tüm bu gerçeklerin farkında mıyız? Yine bir başka ayete bakalım. Allah burada kitap ehli insanlardan bahsederek yaptıkları yanlışlar neticesinde, bakın nasıl uyarıyor ve ne diyor? Aliimran 105–106: Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır. O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara, “İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın” denilir. Rahman gönderdiği apaçık deliller olan kur’anı tebliğ alan, iman ettim diyen, bazı Müslümanların ya da daha önce ehli kitabın yaptığı gibi gönderilen kitaba bakmak yerine, kitap dışı iman edenlerin, düştüğü durumu anlatıyor ve bakın onların yaptığı yanlışı nasıl değerlendiriyor. Sizlere apaçık delillerle kur’anı gönderdikten sonra, kitap üzerinde tartışmaya girip, onun sözleri üzerinde ayrılığa düşüp, sakın dinde bölünmeyin diyor. Böyle yapanlara BÜYÜK AZAP edileceğini belirtiyor. Peki, buradan ne anlamalıyız. Çok açık anlaşılıyor ki, kur’anın dışında hükümler aramak, bölünmek Rabbin en çok kızdığı bir konu. Bu sözleri birde günümüz İslam ın durumu ile karşılaştırınız, acaba halimiz nicedir dersiniz? Kur’anın bütününden sakın ayrılmayın diyen Rabbim, benim vermediğim bir hükmün peşinden sakın gitmeyin diye özellikle bizleri uyarıyor. Bunun tersini yapanlara büyük azap vaat ediyor. Ayetin devamında ise çok güzel bir sahnenin adeta resmini çiziyor Rabbim bizlere. Hesap günü iman ettiğini zanneden insanları iki grupta topluyor. Bazı yüzlerin kararacağını söylüyor. Peki, bunlar kimler? Hiç iman etmeyenler mi? Elbette hayır. İmanlarından sonra inkâr edenlerden bahsediyor. İşte burada çok dikkatle düşünelim, acaba yüzleri kararacak olan inkârcılar kimler olabilir? Onu da açıklıyor iman ettiklerini söyledikleri halde, gerçek iman edenler gibi kur’anın ipine sarılmayanlar, hurafenin rivayetin peşine koşarak, Rabbin apaçık indirdiği ayetlerin anlamlarını saptıranlar olduğu ayetlerden anlaşılıyor. İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, sözünden elbette tamamen inkâr etmek anlaşılmamalıdır. İnkâr edilen apaçık bazı ayetlerin, hükümlerini görmezden gelerek, ya da işlerine gelmediği için ayetlerin anlamını değiştirmekten, bu konularda ayrılığa düşenleri kast ediyor Rabbim bu sözleriyle, yani hakka batıl karıştıranlardan bahsediyor. İşte bu insanlara da azap vereceğini belirtiyor. Hatırlayınız Rabbim nasıl uyarıyordu bizleri, bilmediğimiz emin olmadığımız konular için? Enam 116: Yeryüzündeki insanların çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Sadece sanıya uyarlar onlar ve sadece saçmalarlar. İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Hemen bu ayetler üzerinde düşünelim. Sanı nedir? Sanmaktan, zannetmekten gelen bir sözcük. Yani emin olmadığımız, doğru olması da mümkün olabilecek, yanlış olması da mümkün olan bilgi anlamındadır. Din ve iman konusunda Rabbim sanıya, bilinmeyen emin olmadığımız bilgilere asla yer vermemizi istemiyor. İsterse bu çoğunluğun kabul ettiği bir konu dahi olsa. Bu sizi sakın yanıltmasın diyor. Bilgin olmayan sözlerin, düşüncenin ardından gidersen, senden bunun hesabını sorarım diye ikaz ediyor. Hesap soracağı kitap hangisiydi? Elbette apaçık olduğunu söylediği kur’an. Peki, dostlar rabbim tüm bunları söyledikten sonra, acaba hâşâ sözünden cayarda, başka kitaplardan, bilgilerden, hükümlerden hesaba çeker mi bizleri? Elbette çekmez diyeceksiniz. Peki, günümüzde yaşadığımız dini, nasıl yaşadığımızın farkın damıyız o zaman? Yorum sizlerin. Biraz aklımızı başımıza almanın zamanı, sizce gelmedi mi dersiniz? Aşağıda sizlere hatırlatacağım ayet üzerinde lütfen çok iyi düşünmenizi rica edeceğim. Tahrim 9: Ey Peygamber! Küfre sapanlarla ve münafıklarla mücadele et ve onlara karşı sert davran! Varacakları yer cehennemdir onların. Ne kötü dönüş yeridir o. Yukarıdaki ayette Rabbim küfre sapanlar ve münafıklardan bahsediyor. Önce her ikisinin de kur’anı tebliğ almış olan insanlar olduğunu bilelim. Küfre sapan yani ilk önce Rabbin gerçeklerini tebliğ almış, Müslüman olduğunu söyleyen, fakat daha sonra tüm bu gerçekleri gördükleri halde, yolunu sapıtan, yalnız kur’ana iman etmek yerine, hakka batıl karıştıran insanlardan bahsediyor. Peki, münafık sözüyle Rabbim kimlerden bahsediyor olabilir? Bunlarda kendilerinin Müslüman olduğunu, iman ettiğini her yerde söyleyen kişiler, ama bakın bu kelimenin anlamı neymiş onu anlarsak bu insanların ne tür kişiler olduğunu çok daha iyi anlamış oluruz. Münafık: İkiyüzlü, araya nifak sokan. Fitnekâr. Ahdini bozan, yalan söyleyen, hıyanet eden. Demek ki sözde Müslüman olduğunu söyleyen, ama hayatına yaşamına bunu tam olarak yansıtamayan sözde Müslümanlar diyebiliriz. Peki, rabbim bunlar için neler söylüyor, nasıl bir son bekliyor bunları? Bunların varacakları yer cehennemdir diyor. Hatırlayınız bu münafık tipler günümüzde çok fazla yok mu sizce? Aramızda namaz kılar, oruç tutar, kurban keser, hacca da birkaç kez gider ama her türlü lanetliktende geri kalmaz. Lütfen hatırlayınız bizlere ne öğretmişlerdi? Müslüman olan cehenneme asla gitmeyecektir, azap çekmeyecektir. Sizce bu ayetti okuyan sizler, bu sözün doğru olabileceğine, bu işin bu kadar basit olduğuna inanıyor musunuz? İşte kur’ana uymak yerine, kur’anı kendimize uydurmak bu olsa gerek. Yine aynı konuyu işleyen bir ayeti daha hatırlatmak istiyorum sizlere. Beyyine 6: Ehlikitap'ın küfre sapanlarıyla müşrikler, içinde sürekli kalıcılar olarak cehennem ateşindedirler. İşte onlardır yaratılmışların en şerlisi. Yukarıdaki ayette yine müşrikler yani Allaha ortak koşanlardan ve en önemlisi de Ehlikitap içinde olup, küfre sapanlardan bahsediliyor. Peki, küfre sapma şekli ne olabilir bunların? İşte bir ayet öncesine bakarsak onu da anlıyoruz. Beyyine 5: Hâlbuki onlara, ancak dini Allah’a has kılarak, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir. İşte buradan çok net anlıyoruz ki, iman edenlerin yani ehli kitaptan olanların bir kısmı, dini yaşarken Allaha has dini yaşamak yerine, başka veliler edinip onlara da kulluk edenler den söz ediyor. Bu nasıl olur, Rabbin yalnız benden yardım dileyeceksin, yardım isteyecek veliniz yalnız benim emrini, ayetini aldığı halde, beşere de kulluk edip bizlere bu kişilerde şefaat edecek, Allaha yaklaştıracak dedikten sonra, başka velilerde edindiysek, İslam ı Rabbim e has, kur’ana has yaşamamış oluruz. Böyle yapanlara Rabbim küfre sapma olarak niteliyor. Sanırım bunları yapanlarında cezasının ne olduğu çok açıktır. Dosdoğru dini yaşamak istiyorsak, Allaha has kılarak yaşamalıyız. Bunun yolu da yalnız ve yalnız KUR’ANDAN GEÇİYOR bunu da unutmayalım. Yine araştırdığımız konuya çok önemli açıklık getiren, bir ayet daha hatırlatmak istiyorum sizlere. Aliimran 19: Doğrusu Allah katında din, İslam'dır. O kitap verilenlerin ayrılığa düşmesi ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtirastandır. Her kim de Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphe yok ki Allah, hesabı çabuk görendir. Ayeti çok dikkatli inceleyelim, düşünelim. Burada Rabbim birilerinden bahsediyor, ama bunların Allahın ayetlerini kendi ihtirasları yüzünden, ayrılığa düştüklerini söylüyor. Bu ne demektir, Rabbin ayetlerde emrettiği manası dışında, ayetlere kendi menfaatlerince, çıkarlarınca anlamlar, manalar verip gerçek anlamından saptırmaktır. Gerçek iman, Rabbin kitabının tamamına kayıtsız şartsız iman etmekle olur. Eğer kitabın içinden ayetleri seçerek alır veya bazılarını görmezden gelirsek, bir kısmının da hükmü günümüzde yok diyerek, onların nesih edildiğine inanırsak, işte hataların en büyüğünü yapmış oluruz. Ayetleri İNKÂR ETME SUÇUNU İŞLEMİŞ OLURUZ. Allah gönderdiği kitabın tümüne iman etmemizi emrediyor, eğer nesih edilmiş, çıkartılmış ayetler olsaydı bunu da açıkça söylerdi. Allah cümlemizi bu düşüncelerden korusun. Ayette ne diyor? Kitap verilenler, yani kur’ana iman etiğini, kabul ettiğini söyleyenlerin bakın neler yaptığını söylüyor? Kendilerine ilim yani kur’an geldikten sonra ihtiraslarından, çıkar ve menfaatlerinden dolayı ayrılığa düşmeleri anlatılıyor. Bu kadar açık sözleri, gerçekleri anlamayanlar Rabbimin gözlerine perde çektiği, gönüllerine mühür vurdukları insanlardır. Onlara ne söylersek söyleyelim, kur’an gerçeklerinin asla farkına varamayacaklardır. Yine iman edenler içinde rabbimin çok kızdığı bir gruptan söz ediliyor. Bakara 79: Yazıklar olsun o kişilere ki, Kitap'ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye, "İşte bu, Allah katındandır!" derler. Vay haline onların, ellerinin yazdıkları yüzünden! Vay haline onların, kazanıp durdukları yüzünden! Buradan da anlaşılıyor ki, Allahın yazıklar olsun dediği, iman ettiğini söyleyen bir grup için söyleniyor. Fakat bunlar kur’an da olmadığı halde insanları aldatmak ve kandırmak menfaat elde etmek için, bunlar Allah katından derler diyor. Daha açıkçası hakka batıl karıştıranlardır. Bu ayetten de anlaşılıyor ki, hesabımızın görüleceği, sorumlu olduğumuz kitap apaçık KURANDIR. Demek ki böyle insanlarında din ve imanla bir ilgisi olmadığı ve Rabbimin onları lanetlediği çok kötü cezalandıracağı anlaşılıyor. Yorum sizlerin. Yine Allah iman ettiğini söyleyen, kur’anı okuyan bir topluluğa bakın ne diyor? Bakara 44: Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz -hem de ilahi kelamı okuyup durduğunuz halde?- Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız? Sanırım bu ayeti çok fazla izaha gerek yok. Kur’anı apaçık okudukları halde, işine gelen ayetleri görüp istifade eden, kimisini görmezden gelip faydalanmadıkları anlaşılıyor ki, rabbim bu insanları uyarıyor. Önce sen kendine bak ve okuduğun apaçık ayetlerimi düşün ve yerine getir, onları gizleme, ondan sonra başkalarını eleştir diyor. Bu tip insanlar çevremizde o kadar çok var ki, düşünen akleden anlayacaktır. Aşağıda sizlere hatırlatacağım ayetler yine iman ettiğini söyleyen, fakat kalpleri taşlaşmış ve şeytanın esiri olmuş insanlardan bahsediyor. Lütfen ayetler üzerinde dikkatle düşünelim. Hac 51: Ayetlerimizi işe yaramaz kılmak için gayret gösterenlere gelince, onlar cehennemin dostlarıdır. Rabbim bir kısım insanlar var, ayetlerin anlamlarını işe yaramaz hale getirirler diyor. Bu insanlarında cehennemlik olduğunu belirtiyor. Peki, bu insanlar kimler olabilir? Hiç iman etmemiş olanlar mı, yoksa iman edipte bazı ayetleri devre dışı bırakmaya çalışanlar mı? Hiç iman etmeyenler dersek yanılırız, çünkü onlar kur’anın bir kısmına değil, tümüne iman etmiyorlar. Gelin bu ayetin devamındaki iki ayetten bunların kimler olduğunu öğrenelim. Şimdi hatırlatacağım ayetler üzerinde çok dikkatli düşünelim lütfen. Hac 52: Biz senden önce bir resul ve bir nebi göndermedik ki, o bir şey yapmak arzu ettiğinde, şeytan onun arzularına şüpheler karıştırmasın. Bunun üzerine Allah şeytanın karıştırdığı şüpheyi derhal giderir. Sonra da Allah, ayetlerini güçlendirir. Allah, bilendir, hikmet sahibidir. Hac 53: (Allah, şeytanın böyle yapmasına müsaade eder ki) kalplerinde hastalık olanlar ve kalpleri katılaşanlar için, şeytanın kattığı şeyi bir deneme (vesilesi) yapsın. Zalimler, gerçekten (haktan) oldukça uzak bir ayrılık içindedirler. Rabbimin verdiği iki örnekte çok önemli. Allah gönderdiği peygamberlere bile şeytanın musallat olduğunu, onları bile yoldan çıkarmaya çalıştıklarını söylüyor bizlere. Fakat Rabbim elbette buna müsaade etmediğini de belirtiyor. Peki, 53. ayette ne anlatıyor, işte burası çok önemli. Bizlerin bu dünyada birer imtihanda olduğumuzu, kur’an dan anlıyoruz. Şeytanı da imtihanın en büyük sorusu olarak kabul etmeliyiz. Bakın bu ayette Rabbim bizlerin dikkatini çekerek neler söylüyor. Şeytanın insanlar üzerinde etkisine müsaade ederiz diyor, peki niçin? Kalplerinde hastalık olanlar, fitne fesat insanlar, kalpleri katılaşanları denemek ve imtihan etmek için şeytan ile imtihan edeceğini söylüyor. Nasıl bir imtihandı onu hatırlayalım hac 51. ayette söylüyordu Ayetlerimizi işe yaramaz kılmak için gayret gösterenlere. İşte bizlerin bu konu üzerinde çok dikkatle durmamız gerekir. Günümüzde bizlere söylenenleri lütfen hatırlayınız. Kur’an da birçok ayetin nesh edildiğini, artık hükmünün kalmadığını söylediğimizde, Rabbin söylediği gibi, ayetlerin bir kısmını işe yaramaz kılmak için, çaba göstermek değil de nedir? Rabbin apaçık ayetlerini gördüğümüz halde, aslında Allah burada şunları ya da, bunları da söylüyor hüküm veriyor, bunu herkes anlayamaz demekte çok mu farklı? Rabbim ne diyordu bizlere? Ben ayetlerimi açık, seçik ve her şeyden nice örneklerle, kolaylaştırarak gönderdim demiyor muydu? Bunu söyleyen Rabbim, acaba kur’an da bir hüküm verirken, bir kelimenin ardında herkesin anlayamayacağı bir hüküm verip, daha sonrada bizleri bu hükümden emrinden, sorumlu tutar mı dersiniz? Rabbim söylemediği halde bunlar Allah sözüdür diyenlere bakın, Yüce Rabbim ne diyor. Bunları yapanlar binlerce kez düşünüp öyle söylemelidir. Zümer 60: Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Rabbim söylemediği, hüküm vermediği halde bu Allah emridir diyerek, Allaha yalan isnatta bulunanlar, şunu sakın unutmasınlar; Kıyamet günü bu insanların YÜZLERİ SİMSİYAH OLACAK VE CEHENNEME GİDECEKLERDİR. Sizlere şöyle bir örnek versem ve desem ki; Siz bilmem kim için o kadın kötü bir kadındır, ondan her şey beklenir dedi desem, söylemediğiniz halde, yalan bir sözü isnat etsem size, bunu söyleyene nasıl bir duyguyla bakarsınız? Onun hakkında ne düşünürsünüz? Sanırım en medenice olanı yapar, onu mahkemeye vermek istersiniz. Birde bunu Rabbim e uyarlayalım ve düşünelim. Rabbimin asla söylemediği, bahsetmediği bir sözü, hükmü bu Allah sözüdür, emridir diye söylersek, Rabbim hesap günü bizlere ne söyler, neler yapar bunu hiç düşünüyor muyuz? Rabbim böyle olmaktan bizleri korusun inşallah, çünkü bu hata günümüzde o kadar çok yapılıyor ki, örnek vermeye dahi gerek yok sanırım. Şimdide aşağıdaki ayeti anlamaya çalışalım. Ahkaf 9: De ki: 'Ben elçilerden bir türedi değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilemiyorum. Ben, yalnızca bana vahye dilmekte olana uyuyorum ve ben, apaçık bir uyarıcıdan başkası değilim. Yukarıdaki ayet aslında çok şeyler anlatıyor, ama birazcık özgür iradesiyle düşünene tabiî ki. Rabbim elçisine, deki onlara diyor ve bakın ne söylüyor? Ben, yalnızca bana vahye dilmekte olana uyuyorum. Peki, bu kadar açık söylenildiği halde, bizler neler söylüyoruz? Birde onları düşünün isterseniz. Çok ilginçtir bizlerin günümüzde çok söylediği ve savunduğu bir düşünce geldi aklıma. Peygamberimiz onlarca ayetinde bizleri uyarıp BEN RABBİMİN İNDİRDİĞİ KURANA UYARIM bundan başka hiçbir söze uymam sizde ona uyun diyor, fakat bizler tüm bu ayetlerin üstünü örtüp, görmezden gelip, kur’anın hiç söz etmediği, bahsetmediği, hüküm vermediği onlarca, yüzlerce hükümlerin peygamberimizin hükmüdür diye inanmakta hiç bir kusur görmüyoruz. Hâlbuki kur’an da onca ayette peygamberimiz bizlere, ben yalnız kur’ana uyarım siz de ona uyun demiyor mu? Ne kadar ilginç ve bir o kadar da tezat bir durum yaşadığımızın farkında mıyız? Peygamberimiz ben kur’ana uyarım diyor, bizde peygamberimize uyarız diyoruz, ama acaba uygulamamız sözlerimizi, davranışlarımızı onaylıyor mu? Bakın size iki ayetin sonundaki iki cümleyi, hükmü hatırlatmak istiyorum. Rabbim insanlara neyle hükmedilmesini istiyor? Maide 44. Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir. Maide 45: Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir. Düşünebiliyor musunuz Allah insanları Kur’an ile hükmedilmesini emrediyor. Bunu yapmayanları da kâfir ilan ediyor. Allahınız aşkına birazcık düşünün bu sözleri ve yazdıklarımı. Bu emirleri alan bizler, hayatımıza din ve iman adına geçirdiğimiz şeyleri bir düşünelim, hatırlayalım. Bizlere Allah emri diye kabul ettirmek istedikleri kur’an da hiç bahsedilmeyenleri, hatta Rabbin şeriatı, kur’an emri diye dayatmaya çalıştıkları konuları hatırlayalım. Birçoğunu asla kur’an da bulamayız. Bunları hatırlatıp söylediğimizde ise ne cevap aldığımızı düşünelim. Her şey kur’an da yoktur, orada özet bilgiler vardır demiyorlar mı bizlere? Kur’an da bizleri ilgilendiren şeyin, her hükmün olduğunu söyleyen ve peygamberimizin de onun dışına asla çıkmadığını hatırlatan ayetleri görmezden gelmenin, ayetleri saklayanın, hükümsüz bırakmaya çalışanların, Rabbin katında nasıl bir sona ulaşacağını tekrar hatırlatmak isterim. Çabalarının boşuna gitmesini istemeyen, RABBİN KELAMINA, ZİKRİNE SARILIR. Onun vermediği hiçbir hükümden sorumlu olmadığını bilir. Çünkü peygamberimizde yalnız ve yalnız kur’an a sarılmış, topluma Kur’an ile hükmetmişti. Bizi de kur’ana sarılmaya davet etmiştir. Bunun dışına çıkanlara Rahmanın neler söylediğini, sizlere hatırlatmaya çalıştım. Bizlerin yapacağı Rabbin sözlerinden dersler almak olmalıdır. Bir kısım beşer, bu hatırlatmalarımdan hoşlanmaya bilir, ama gerçekler acıdır, kimisini üzer kimisine mutluluk verir. Ne mutlu Rabbin ışığından hoşnut olanlara. Hesap günü yanımızda hiç kimseyi bulamayacağımızı asla unutmayalım. Gelin en garantili yolu seçelim, yanımıza kur’anı alalım, onu anlamaya çalışalım. Onun onayından geçen her bilgiden de yararlanalım. İnanın hayatımızın nasıl değiştiğini o zaman çok daha iyi göreceksiniz. Kusursuzluk Allaha mahsustur, elbette hepimiz hatalar yapacağız, ama önemli olan büyük hatalar, günahlar yapmamak olmalıdır amacımız. Rabbim cümlemizin yardımcısı olsun. Sizlere Rabbin uyarılarını hatırlattım. Kalbi mühürlenmeyen tüm gerçekleri fark edecek, adeta titreyip kendine gelecektir. Ayetleri görmezden gelenler, üstünü örtmeye çalışanlar ise, bu yazımı okuduğunda bir fitne yine dine fesat sokmaya çalışıyor diyerek, ayetlerin üzerini örtmeye devam edecek, gerçeklerin farkına varamayacaktır. Dilerim Rabbimden rehberi kur’an olan, onun ışığıyla nurlanan, yalnız gözleri ile değil gönlüyle, aklıyla da gören, düşünen iman eden kulları arasında oluruz inşallah. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
YUNUS SURESİ 100. AYETİ NASIL ANLAMALIYIZ?
Kur’an öyle bir kitap ki ona nasıl yaklaşırsanız size niyetiniz nispetince cevaplar verir. Okuduğumuz okul dönemlerini hatırlayınız, aynı kitabı okumamıza rağmen herkes farklı notlar alırdı. Peki, bu farklı notlar alışımız acaba yalnız akıl kapasitemizle mi ilgiliydi dersiniz? Elbette hayır. Kimi arkadaşların ders çalışma niyeti dahi olmadan, zorla ders çalıştığını çok iyi bilirim. Daha açıkçası gönülsüz baktığımız her kitap, ya da herhangi bir işten tam verim almamız, ondan gereği gibi faydalanmamızda mümkün olmayacaktır. İşte kur’ana gönülsüz bakan, rabbin ne anlatmak istediğini anlamak yerine, eksikler hatalar arayan bir zihniyetle bakan bir arkadaşımızın örneğini sizlere anlatmak istiyorum. Bir arkadaşımız kur’an da Allahın izni olmadıkça kimse iman edemez diyor. Madem Allah izin vermiyor benim iman etmemde mümkün olamaz demiş. Bu durumda bende hiçbir şeyden sorumlu olamam şeklinde bir yaklaşımla, kur’anın bu sözünü kendince yorumlayıp, yanlışına delil aradığını ve ayetleri küçümser şekilde anlama yoluna gittiğini üzülerek gördüm. Gerçekten üzüldüm ve arkadaşımızın bu ayeti gündeme getirmesiyle, rabbimin bu sözüyle ne anlatmak istiyor, Rabbin yardımıyla onu anladığım kadarıyla kendisine anlattım, fakat bunu sizlerle de paylaşmak istiyorum ve sizleri de bu konuda düşünmeye davet ediyorum. Bu ve buna benzer hatalar bazen ne yazık ki kötü niyetle değil, iyi niyetle beşerin sözlerine delil arama çabalarıyla, ayetlerin anlamları saptırılmaktadır. Çünkü her insan kendi düşüncelerinden ve aklıyla iman edip etmediğinden sorumlu olacaktır. Önce kur'an iman sözünden ne anlatmaya çalışıyor, iman edenler için neler hazırlanmış, ödülleri nedir bunu çok iyi bilirsek, gerçekten herkesin iman ettim demesiyle iman etmiş olmasının mümkün olmayacağını, zaten gerçek iman edenlerde, bu tür insanları aralarında görmek istemeyeceğini bilir. İman etmek Allaha itaat etmek demektir. Onun buyruğuna girip, ona kayıtsız şartsız teslim olmaktır. İslam sözcüğünün de anlamı budur zaten. Onun istediği yolu takip edip, aklını kullanıp hurafelerden uzak yaşayan rehberini, kitabını yanından eksik etmeyip, ona her anında danışan, insan gibi yaşamaktır kısacası. Şimdide gelelim bahsettiğimiz Yunus suresi 100. ayete, önce yazalım daha sonra, Allahın izniyle anlamaya çalışalım. Yunus 100: Allah'ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez. Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır. Yukarıdaki ayet biraz aklını kullanana inanılmaz bir ışık tutuyor, yeter ki doğru pencereden bakalım. Deniz manzarası ön camdan görünüyorsa, denizi seyretmek için inat edip arka pencereye bakarsanız, denizin güzelliklerini görebilir misiniz? Belki denizin dalgalarının sesini duyabilirsiniz, ama o ses size yeterli gelip, nefsinizi ve benliğinizi tatmin etmeyecektir. Her zaman kafanızda soru işaretleri kalacak ve şüpheli yaklaşacaksınız konuya. Daha açıkçası gerçeklerle yüzleşme imkânı bulamayacaksınız. Şimdide ayeti anlamaya çalışalım. Allah bakın ne diyordu? (Allah'ın izni olmadıkça hiçbir benlik iman edemez.) Bizler bu sözden ne anlamalıyız? Önce hatırlayalım Allah bizleri yaratmadan önce bir söz aldığından bahseder kur’an da. Ona iman edeceğimizi, onun yüceliğinin karşısında saygıyla eğileceğimizin sözü. Verdiğimiz bu sözü hatırlamamız içinde, yaşarken fıtratımıza koyduğu iman etme, yaratıcıyı hatırlama duygusunu da hatırlayalım. İşte imtihanında özü burada yatmıyor mu zaten? Hatta bunu hatırlamak istemeyenler içinde, gönderdiği peygamberler ve kitapları düşünelim. Demek ki Rabbim bizlerin, huzuruna gittiğimizde hesap verebilmemiz için, iman eden bir kulu olmamız adına çırpınıyor adeta. Tüm bu uğraşlardan sonra kulu iman etmek istediğinde, acaba Allah imanını kabul etmemesi mümkün mü? Eğer böyle bir düşüncede olsaydı, Kitapları ve resulleri göndermez, aklını kullanan doğruyu bulsun der, bizleri başıboş bırakırdı isteseydi. Kur’anı bir kez okuyan Rabbin bunun tam tersini yapmaya çalıştığını, bizlerin iman eden doğru ve aklını kullanan bir insan olmamız için, nasıl çabaladığını hemen anlayacaktır. Peki, o zaman Allahın izin vermesi zorluğu nereden çıkıyor? Demek ki bir sorun var burada. Allah demek ki iman konusunda bir sınır, bir kıstas koymuş ki, bu sınırda olan ya da başka bir konumda olan var demek ki. Gelin şimdide onu anlamaya çalışalım, bunlar kimler olabilir. Yunus 51: O azap başınıza patladıktan sonra mı iman ettiniz! Şimdi mi? Hani onu aceleden isteyip duruyordunuz. Sad 28: Yoksa biz, iman edip hakka ve barışa yönelik işler yapanları, yeryüzünde fesat çıkaranlarla aynı mı tutacağız? Yoksa takva sahiplerini, arsız sapıklar gibi mi yapacağız. Yukarıdaki ayetleri okuduğunuz zaman sanırım hemen anladınız. Evet, öyle yağma yok. Sen Yüce Rabbimin zamanında bizleri iman etmesi için uğraş verdiğinde, kitaplar resuller gönderdiğinde onu görmezden gel, ona inanma, daha sonra azabın belirtisi geldiğinde, hemen koş ben iman ettim de. Bu örneğin benzeri hayatımızda çok olur. Zorluğa düştüğümüzde ruhumuzun derinliğindeki Yaratıcı duygularımız şahlanır ve hemen Allah tan yardım isteriz, sorun geçtiğinde ise hemen unutuveririz. Demek ki iman etmeninde bir yolu yordamı ve üslubu varmış. Sad 28. ayette ise Rabbim, iman edip hayırda yarışanlarla, yeryüzünde fesat çıkaranları bir tutmamız mümkün değildir diyor. Çünkü onları bir tutmamız, onları beraber aynı yerde bulundurmamız, iman edenlere de bir saygısızlık, adaletsizliktir diyor. Onları bir arada tutmamız iman edenleri de yoldan çıkarır diye, ne kadar güzel izah ediyor. Bakın aklını kullanana her şey ne kadar güzel izah ediliyor. Yeter ki rehbere danışmasını bilesin, tabi niyetin çok önemli. Şimdide Yunus suresi 100 ayetin sonundaki cümleye bakalım. Çünkü ondan bahsetmedik. (Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.) İşte üzerinde çok düşünmemiz gereken cümlede burası bana göre. Rabbim kur’an da en çok üzerinde durduğu ve ayetlerin sonunda her zaman bizleri uyarıp, aklınızı kullanın sözcüğüdür. Peki, nerede kullanabiliriz bu aklı? Tabiî ki her yerde, çevremize baktığımızda, gökyüzüne baktığımızda, bir böceği, sineği incelediğimizde her yerde aklını kullanan, Allah ı görecektir de ondan, düşünün aklınızı kullanın diyor. Allah yalnız tabiata bakarak değil, gönderdiği apaçık Kur’anın da tüm gerçekleri kelimelerle de anlatmıştır bizlere. Elbette gönül gözü ile bakmayan, görmeyen gözleriyle baktığında, farkına bile varamayacaktır. Bizler Dünyaya geldiğimizde tertemiz günahsız doğarız. Daha sonra özgür irademizle gelişir tüm olaylar. Yani hiçbirimiz doğuştan inançsız değil, tam tersine iman eden olarak doğarız. Bakın Allah burada bu düşünceyi onaylıyor. Yunus 33: Bu, budur! Rabbinin yoldan çıkanlar hakkındaki, "Onlar iman etmezler!" sözü gerçekleşmiştir. Demek ki her insan doğuşta zaten iman etmiş doğar, fakat ayette de söylediği gibi kimisi nefsine yenilmesi, şeytanın vesveseyle yoldan çıkarlar, yani iman edenler arasından uzaklaşırlar diyor Rabbim. Daha sonrada tekrar iman etmezler diyor. Bakın yine bu ayete benzer bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Enam 82: İman edenler ve imanlarını zulümle karıştırmayanlar, işte güvenlik onlar içindir ve onlar hidayete ermişlerdir. Bu ayetten de çok açık anlaşılıyor ki, ben iman ettim demekle iş bitmiyor. Önemli olan imanımızı korumasını bilmektir. Güvende olanlarında, imanını koruyanlar olacağını söylüyor Yaratan. Yoksa iman etmek isteyeni niçin kabul etmesin, o bizim yaratıcımız, ilahımız değil mi? Şimdi vereceğim örnek ise sanırım bahsettiğimiz Yunus suresi 100. ayetteki Allah izin vermediği sürece kimse iman edemez sözünün tam cevabını veriyor. Tevbe 66: Özür beyan etmeyin; imanınızdan sona küfre saptınız. İçinizden bir grubu affetsek bile diğer bir grubu, günaha batmış kişiler oldukları için azaba uğratacağız. Binlerce şükürler olsun Rabbim e, bakın Rahman ne diyor? İmanınızdan sonra küfre saptınız. Demek ki daha önce bana inanıyordunuz, fakat iyice yoldan çıkmıştınız. Sizlere yeni elçimi, kitabımı gönderdikten sonra, benin gönderdiklerimi inkâr edip, nefsinizin esiri oldunuz, küfre saptınız. İçinizden bir kısmı işin farkına vardı af diledi, onları affetsem bile, günaha batmış kişiler oldukları için diğerlerini cezalandıracağım diyor. İşte burada anlatılmak istenilen çok önemli. Allah ın affetmek istemediği kişiler yolun sonuna geldiğinde, Allah ı hatırlayıp ona iman ettiğini söylemelerinin hiçbir önemi yoktur, asla onları affetmem diyor. Demek ki Allahın iman etmelerine izin vermediği kişilerde bunlar olduğu anlaşılıyor. Zora gelince iman et, yok öyle yağma. Bunu yapmamasının nedeni de, onun yüce adaletinin apaçık göstergesidir. Doğru yolda gidenle, zorda kaldığında inandım diyen aynı olur mu? Bakın Yüce Rabbim kullarına karşı nasıl merhametli, şefkatli olduğunu söylüyor. Bu sözleri söyleyen yaratıcı, normal koşullarda iman etmek istediği halde, kulunu iman etmesine izin vermez mi? İşte ayetleri tersinden anlamak isteyen, rabbin hışmına uğrayan bir insan, elbette gerçek anlamlarını fark edemez. Daha açıkçası her insan kur’an dan, gönlünde geçenler nispetinde nasiplenir. Bakara 143: ….. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir. Yazdıklarım ve verdiğim tüm örneklerin sonunda sizlere birde ben bir örnekle konuyu özetlemek istiyorum. Size sorsam ve desem ki; çevrenizde adaletsizlikle çevresine hükmeden çok zengin, parasını kendi çıkarları için kullanıp, sizi gerektiğinde sefil ve rezil bırakmaktan kaçınmayan, fakat işine geldiğinde dinden imandan bahsedip, akla gelmeyen rezilliklerin başında gelen, sizinde canınızı insafsızca yakmış bir insan olduğunu düşünelim. Bakın bu insan Allaha inandığını dahi söylüyor, bırakın hiç inanmayanları. Bu insan ile aynı mekânı, Allahın vaat etiği aynı cenneti, paylaşmak ister misiniz? Elbette istemezsiniz, Allahın adaleti de zaten o kadar yüce ki. İman edip hayırda ve varışta yarışanlar ile, kendi menfaati için çalışıp adaletsiz olanlarla, iman etmeyip inkârcıları, asla bir tutmam ve onların son anda pişmanlıklarını da asla kabul etmem diyor. Demek ki son anda iman ettim demekle kurtuluş yok. Çünkü zamanında gerçekleri görmeyip iman etmeyeni, başı sıkıştığında iman etmesini kabul etmem demesi kadar adaletli bir şey olabilir mi? Şükürler olsun Rabbime. Bazı siteler kendisi gibi düşünmeyen, inanmayan fikirlere asla tahammül dahi etmiyor. İşte bu zihniyette olan insanlar, kendi inançlarından emin olmayanlardır. Rabbin apaçık gerçekleri, ayetleri ile yüzleştiklerinde, kendi inançlarının kur’ana uymadığını görmeleri bile, onları kendilerine getirmiyor. Çünkü gözlerde perde, gönüllerde mühür var. Başkasının fikirlerine tahammül edemeyenler, kendi inançlarından emin olmayanlardır. Bunda ısrar edip Kur’anın nuru ile nurlanmayanların sonunu Rabbim, hesap günü yüzleri kapkara olacaklardır diyor. Bu yazımı yazmama neden olan arkadaşımız belki şimdilik inanç konusuna biraz uzak diyebilirim, fakat daha sonra hepimizden da ha dindar, takvaca daha üstün olmayacağını söyleyebilir miyiz? İşte bizlere düşen saygı çerçevesinde, akıl ve mantığımız ile kur’anı açık yüreklilikle konuşabilmemizdir. Din hiç kimsenin tek elinde değildir. Hiç kimsede karşısındaki bir insana, kendisi gibi düşünmediği için ithamda bulunamaz. Mülkün sahibi rabbimdir, gönderdiği rehber ve imtihan edeceği kitapta önümüzde apaçık duruyor. Onun onayından geçmediği halde bu sözler Allah katındandır diyenlerin HARAMI TIKA BASA YEDİKLERİNİ Rahman söylüyor, bunun bilincinde olarak İslam ı yaşayalım, yoksa geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde öyle bir pişman oluruz ki, bizleri artık kimse kurtaramaz. Peygamberimizi düşünün bu dini tebliğ etmek için acaba nasıl davranmıştır topluma? İnsanları inancından, sözlerinden dolayı karşısından kovup onları küçümseyerek, saygısızca sözler söylemiş midir? Elbette hayır, tam tersine, peygamberimize Rabbim ne diyordu? Sen onlara güzel bir şekilde davranmasaydın, seni dinlemezlerdi demiyor mu? İşte kur’an dan nasiplenenlerle, peygamberimizin gerçek sünnetinden haberdar olanlar, her zaman sakindirler, her fikri dinler hiçbir fikirden korkmazlar, çünkü elinde Rabbin güneşi vardır, böyle insanlar Kur’anı ve İslam ı anlatmak için en güzel yöntemi kullanırlar. Hiç kimseden korkmadan mertçe, mücadele eder ve peygamberimizden sonra her Müslüman’ın görevi olan, kur’anı anlatmak ve tanıtmak görevini üstlenirler. Dilerim Rabbimden bizler, kur’anın rehberliğinden, nurundan, güneşinden en güzel istifade eden kulları oluruz. Yine dilerim, cümlemiz peygamberimizin gerçek sünnetinden ayrılmayan kulları arasında oluruz. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'ANDAN UZAKLAŞTIRMANIN YOLLARI.
Toplumu kur’an dan uzaklaştırmak, kur’an ile kucaklaşmasını, buluşmasını engellemek için, insanları tedirgin edecek, acaba hata yapar mıyım düşüncesine kapılacak, tuzak sorular sorularak, senin kur’anı anlayacak eğitimin, tahsilin var mı? Kur’anı herkes anlayamaz onu veli insanlar anlar türünden sorularla, toplum adeta tedirgin edilmektedir. Bu tür sorular toplumu kur’an dan uzaklaştırmak için sorulmuş, kafalarda soru işareti yaratmak amacını taşımaktadır. Bu yöntemle toplumun içine zehir enjekte edilip, İman edenlerin kur’an ile buluşmaları engellenmeye çalışılmıştır. Bunlar Yahudi fitneleridir. Allahın lanetine uğramış bu toplum, daha peygamberimiz zamanında İslam a sinsice yaklaşmış, toplumu kur’an merkezli inancından uzaklaştırmak için, dine kendi inançlarını, fitne ve fesat sokmaya daha ilk günlerde başlamışlardır. Peygamberimiz devrinde taraftar bulamayan bu zihniyet, ne yazık ki daha sonraki dönemlerde zehrini sinsice akıtmak için, büyük çabalar göstermişlerdir. Ne yazık ki günümüzde dinimize yapılan bu tahribatın izleri, zikir ehli her Müslüman’ın fark edeceği, gözlemleyeceği üzücü bir ortam yaratmıştır. Kur’an Rabbimiz tarafından kullarına rehber, güneş ve gönül gözü olsun diye indirildiğini söyler bizlere. Eğer bir rehber rabbimin katından geliyorsa, nasıl olurda anlaşılması zor olup ta, beşerin açıklamasına muhtaç olur? Kur’an da Rabbim bu kitabı yemin olsun ki sizler için kolaylaştırdım dediği halde, onu anlaşılması zor, herkesin anlayamayacağı bir kitap yapanlar, verecekleri hesabı iyi düşünmelidirler. Beşerin yazdığı onca ilmi, edebi eserleri anlayabilen insanlara, dünyevi bilgiler veren kitapları anlayan bizler, Rabbin katından gelen ve Rahmanın anlaya sınınız, doğru ve düzgün insanlar olasınız diye açık ve detaylı gönderdim dediği kitap için, anlaşılması zor diyerek, Rahmanla irtibatımızı kesmeye çalışanlar bilmelidir ki, bunun hesabı çok çetin olacaktır. Bana bir soru soran arkadaşımız, (Ayetleri kendi kafanızca yorumlayabilecek kapasite demisiniz) demekle, Rabbimin adalet anlayışını sınadığını, onu basite aldığını size hatırlatmak isterim. Allah onlarca, hatta yüzlerce ayetinde, ayetleri okuyup düşünmemizi ve akıl etmemizi istiyorsa, tüm bunları görmezden gelenlerin, Rabbin gerçeklerinden saklandığını, fakat beşerin sözlerine delil aramak için, kur’ana gözlerini yumduğunu bilmelidir. Yine bana (kaç yılınız medrese de geçti ) sözleriyle, kur’anın muhkem ayetlerinin çok zor anlaşılan bir kitap olduğunu, anlayabilmek için büyük eğitimlerden geçmemiz gerektiğini söylemek, Rabbin onlarca hatta yüzlerce ayetine ters düştüğü gibi, bunları söylemekle Rabbin adaletini sorguladığımızın da bilincinde olmalıyız. Allah sizleri kur’an dan hesaba çekeceğim, bu kitaptan sorumlusunuz diyor da, sizlere her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim dedikten sonra, bu kur’anı inceden inceye okuyanların, düşünenlerin anlayacağını, kur’anı okuyanın kalp gözlerini açacağını, onlara rehber ve güneş olacaktır diyorsa, daha da güzeli sakın velilerin ardına düşmeyin diye ikaz ediyor da, kur’anın ipine sarılın diye bizlere öneriyorsa, bu kitabı herkes anlayamaz,onu anlamak için büyük eğitimler almalısın demek, Rabbim e ve ayetlerine yapılacak en büyük saygısızlıktır. Kur’an da Rabbim muhkem ayetleri, yani dinin temeli, anası olan ayetlerin anlaşılır, açıklanmış, detaylı olduğunu söyleyen Rabbimin sözlerine çok dikkatle bakmanızı rica ediyorum. Rabbin sözlerini, beşerin sözlerine feda etmeyelim ve çok iyi düşünelim. Önce kur’anı anlayarak bol bol okuyalım, üzerinde derin derin düşünelim, daha sonrada, beşerin sözleri kur’anın süzgecinden geçiyorsa, kabul edelim yararlanalım. Çünkü her doğru bilgiye ihtiyacımız vardır. Bunu yapmadığınız takdirde şirke batmış oluruz, bunu da unutmayınız. Akıllı bir Müslüman her doğru bilgiden faydalanan insandır. Aklını kullanan Müslüman, doğru bilgiyle yanlış bilgiyi ayırmasını bilen, kur’anı rehber alan Müslüman’dır. Peygamberimizin şu hadisini asla unutmayalım. Benim adıma, benden sonra benim söylemediğim birçok sözleri uyduracaklardır. Benim sözüm olduğunu anlamak istiyorsanız bu bilgileri, KUR’AN İLE KARŞILAŞTIRINIZ. İşte tüm bu düşünce etrafında toplanıp, peygamberimizin gerçek ümmeti olduğunu söylüyorsak, bu yolu ve yöntemi kullanmalıyız. Peygamberimizin adını kullanıp ona iftira eden din düşmanlarını, el birliğiyle ortaya çıkaralım ve Yahudi fitnelerini içimizden çıkarıp atalım. Her insan okuduğu her hangi bir kitabı, aynı kapasitede anlayamaz. Kimisi bir okuyuşta anlar, kimisi de birkaç kere okur öyle anlar. Yine bazı insanlar kur’anı bütün olarak anlamada, ayetleri birleştirmede sorun yaşayabilirler, işte burada çevremizden daha iyi bilenden yardım elbette almalıyız. Bunun tersini kimse düşünemez. Çünkü Allah bizleri birbirimize muhtaç yaratmıştır. Fakat din ve iman adına tek güvenilecek, hükümler verecek yalnız kur’an yani Allah olduğunu unutmayalım. Çünkü bunu Rabbim söylüyor. Yardım alacağımız her kim olursa olsun, onun sözlerinin kur’ana uyması ve onun onayından geçmesi zorunludur. Allah dahi elçisine ne diyordu? Toplumu kur’an ile uyaracaksın. Bunu yapmazsan görevini yapmamış sayarım. Sakın sana ilettiklerimize tek bir kelime dahi ekleme, yoksa senin canını alırız demiyor muydu? Demek ki hüküm veren yalnız benim diyen Rabbim, elçisi kanalıyla bile iletilenlere hiç kimsenin ilave yapamayacağını söylüyor bizlere ve uyarıyor. Değerli arkadaşlarım size âcizane, bir kardeşiniz olarak tavsiyem, Rabbin kelamına anlaşılması zor, onu herkes anlayamaz, onu anlamak için çok büyük bir eğitim almalısınız demeyiniz. Çünkü bu sözler günümüze kadar Yahudilerin içimize soktuğu kur’an dan uzaklaştırma planının en büyük silahıdır. Bu sözlere inanan bir insan, rabbin kitabına müracaat etmekten yanlış yapmaktan korkar, ondan uzaklaşır. Oradan istifade etmeyi keser. Peki, nerelere müracaat eder? İşte günümüzde yapıldığı gibi tarikatların, cemaatlerin, şeyhlerin veli insandır dedikleri kişilerin, kapanına yakalanır. İşin kötüsü neyin doğru neyin yanlış olduğunu da fark edemez. Çünkü karşılaştıracağı, kontrol edeceği bir mihenk taşı elinde olmadığı için, daha önce kur’ana müracaat etmediğinden, her hurafeye yalana farkında olmadan inanmak zorunda kalır, tıpkı günümüzde olduğu gibi. Peki, bu insanın durumu hesap günü, sizce Allah katında nice olur dersiniz? Yorum sizlerin. Her insan kendisinden sorumludur. Benim yaptığım yalnızca Rabbin ayetlerini hatırlatmaktır o kadar. Bunu yapmak her Müslüman’ın görevidir. Şunu düşünün lütfen. Allah sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, acaba Allah gönderdiği rehberini, gönül gözünü, imtihana çekeceği kitabı zor ve anlaşılması kolay olmayacak şekilde gönderir mi? Bunu düşünmek Yüceler yücesi Rabbimizin adaletine sığar mı? Biraz aklı olanın, bu sorunun doğru cevabını bulacaktır. Konunun daha iyi anlaşılması için, size bir örnek vermek istiyorum. Okulda okuyorsunuz, öğretmeniniz size bir kitap getirdi ve dedi ki, bu kitaba on beş gün çalışın sizi bu kitaptan imtihan edeceğim ve aldığınız not sınıf geçme notunuz olacak dese. Kitaba baktınız kitap anladığınız dilden yazılmamış, hemen ne dersiniz hocaya? Hocam şakamı yapıyorsunuz siz bizimle, biz bu dili bilmiyoruz ki nasıl anlayalım dersiniz? Hemen itiraz edersiniz, çünkü anlayabilmeniz için önce anladığınız dilden olmalı kitap. Hatırlayınız biz bunu dahi yapmıyoruz, bunu bizlere reva görenlere, aklımızı zerre kadar kullanıp, böyle bir soru sormuyoruz. Sizce doğrumu yapıyoruz? Anlamasan da Allah size sevap yazar diyenlere inanıyoruz. Acaba sevap kur’anı anlamadan okumakla mı alınır, yoksa okuduğumuzu, anladığımızı hayatımıza geçirip, Rabbin istediği bir insan olduğumuz zaman mı sevap kazanırız? Anladığı dilden olmayan kitabı öğrenciler alsa, anlamadan yüzlerce kez okusa, daha sonrada imtihan günü öğretmenin karşısında sizce ne olur halleri? Sorduğu sorulara anlamadan okudukları için öğretmenleri iyi not verir mi sizce? Bu sözlerim ne kadar mantıksız geliyor değil mi? Peki şuanda din adına yaptıklarımız bundan çok mu farklı? Bakın öğrenciler kadar inancımıza önem vermediğimizin en önemli kanıtı. Daha sonra öğretmen sizin itirazınızı kabul edip, kitabı değiştirip anladığınız dilden bir kitap verdi diye düşünmeye devam edelim. Aranızdan hiç kimse biz burada yazanları yine anlayamayız hocam, bu kitap çok zor der mi? Bunu anlayabilmemiz için büyük eğitimler görmeliyiz türünden sorular sorar mı? Hayır, elbette sormaz. Dikkatle verilen zaman içinde kitabı okur, ne anlatılıyor anlamaya çalışırız. Elbette her insan aynı kapasitede anlamaz. Kimisi takıldığı yeri, diğer arkadaşına ya da başka bir hocaya sorar, burada ne anlatıyor olabilir diye yardım ister çevresinden. Ama hiçbirisi de hocalarına, biz bu kitabı anlayamayız demez. İmtihan sonucunda herkes çalıştığı, anladığı nispette notlar alır. Elbette öğretmen öğrencilerin anlayacağı bir kitabı seçmiştir, hiç kimse bunun tersini düşünmez bile. Yani öğretmenlerinin kendilerinin anlayamayacağı bir kitabı önlerine getirip, daha sonrada onları imtihan edeceğini asla düşünmez. Peki, bizler Yüce Rabbim için bunu nasıl düşünüyoruz? Beşere bile layık görmediğimiz, düşünmediğimiz adaletsizliği, nasıl olurda Rabbim e layık görüyoruz? Gerçekten anlamak çok zor. Şimdi size soruyorum, beşerin yazdığı kitaplara dahi bu kitap anlaşılması zor, herkes anlayamaz demiyorsak, NASIL OLURDA YÜCE RABBİMİN ADALETİNİ SORGULARCASINA, BU KUR’ANI HERKEZ ANLAYAMAZ DİYEBİLİYORUZ? İşin ilginci rabbim, anlamanız için kolaylaştırdım, birçok örnekler verdim dediği halde. Allahın adaletini ne hale soktuğumuzun farkında mıyız? Hem herkesin anlayamayacağı bir kitap gönderecek Rabbim, hem de bizleri bu kitaptan hesaba çekecek öylemi? Lütfen aklımızı başımıza toplayalım ve ne söylediğimizin farkında olalım. Yoksa huzura gittiğimizde, geri dönüşü olmayan yola girdiğimizde, KEŞKE FALANCAYI DOST EDİNMESEYDİM, BENİ KUR’AN YOLUNDAN O UZAKLAŞTIRDI diyerek, cehennemin kalıcısı oluruz Allah korusun, bunu da unutmayalım. Son pişmanlık fayda vermez, pişman olmak istemeyen, Rabbin rehberine sarılır. Şunu asla unutmayalım, birileri sen kur’anı anlayamazsın diyorsa, bilelim ki, onu söyleyenin gizlediği bir şeyler var demektir. Kur’anı anlayarak okuduğumuzda bazı gerçeklerin ortaya çıkmasından endişe ettiğinin bilincine varalım artık. Bizlerden gizlemeye çalıştıklarını ortaya çıkaralım, gelin elbirliğiyle Yahudi yalanlarını, menfaat şebekelerinin uydurmalarını KUR’AN İLE ORTAYA ÇIKARALIM. Rabbim ayetleriyle boşuna bizlere örnekler vermiyor, düşünüp aklımızı çalıştıralım ve öyle iman edelim diye yapıyor tüm bu uyarılarını. Rabbim cümlemizi aklı ile iman eden, gönül gözleri kur’an ile nurlanmış, Kur’ana sarılan onun özünden sapmayan, kullarından eylesin inşallah bizleri. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
MİRAÇ KONUSU VE KUR'ANIN CEVABI...
Bugün sizlerle günümüzde çok konuşulan ve bizlere beş vakit namazın burada emredildiği anlatılan MİRAÇ konusunu kur’andan araştırıp, yine kur’ana göre doğru olup olmadığını birlikte araştırarak, herkesin kendi nefsinde benliğine bu sorunun cevabını vermesini istiyorum. Önce MİRAÇ olayının nasıl olduğunu geleneksel İslam’ın bu konuyu nasıl anlattığını ve inandığını sizlere aktarıyorum. (Miraç, Recep ayının 27. Gecesi Cenab-ı Hakkın daveti üzerine Cebrail Aleyhisselâmın rehberliğinde Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam Mescid-i Haramdan (Mekke'den), Mescid-i Aksâ'ya (Kudüs'e) ata benzer beyaz bir Cennet bineği olan Burak ile geldi. Kudüs'e gelmeden yol üzerinde Hz. Musa'nın makamına uğradı, orada iki rekât namaz kıldı, daha sonra Mescid-i Aksâ'ya geldi. Orada bütün peygamberler kendisini karşıladı. Miracını kutladılar. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam burada peygamberlere iki rekât namaz kıldırdı, bir hutbe okudu. Semanın bütün tabakalarına uğradı. Sırasıyla yedi sema tabakalarında bulunan Hz. Âdem, Hz. Yahya ve Hz. Îsa, Hz. Yusuf, Hz. İdris, Hz. Harun, Hz. Musa ve Hz. İbrahim gibi peygamberlerle görüştü, Onlar kendisine “Hoş geldin” dediler, tebrik ettiler. Bundan Sonra Hz. Cebrail ile birlikte imkân ile vü-cub ortası (kâinatın bittiği yer) Sidretü'l-müntehâ'ya geldiler. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam orada ikisi gizli, ikisi açıktan akan (Nil, Fırat) dört nehir gördü. Sonra her gün yetmiş meleğin ziyaret ettiği Beytü'l-Ma'mur'u ziyaret etti. Hz. Cebrail'in buradan öteye gitmesi mümkün değildi. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam bundan sonra Refref adında bir vasıta ile zaman ve mekândan münezzeh (uzak) olan Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref oldu. Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Rabbinin huzurundan döndükten sonra Hz. Musa ile karşılaştı. “Allah ümmetine neyi farz kıldı?” diye sorunca, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam “50 vakit namaz” buyurdu.) Hz. Musa'nın, “Rabbine dön, azaltması için Rabbinden niyazda bulun, ümmetin buna güç yetiremez” demesi üzerine, Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam, beş sefer Cenab-ı Hakka niyazda bulundu, her seferinde 10 vakit indi, sonunda beş vakitte karar kıldı. Daha sonra Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hz. Cebrail'in rehberliğinde Cenneti, Cehennemi, âhiret menzillerini ve bütün âlemleri gezdi, gördü, Mekke'ye döndü.) MİRAÇ konusunda anlatılanların bir özetidir yazılanlar. Şimdi yukarıdaki yazıyı kuran ile karşılaştıralım acaba yazılanlar, söylenenler kur’ana uyuyor mu? Önce miracın anlatıldığı yazının başından bir alıntı yapalım. (Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselamın Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâ'ya, oradan semaya, yüce âlemlere, İlâhî huzura yükselmesidir.) Bu satırlarda geçen Mescidi haramdan mescidi aksaya peygamberimizin götürülüşü Kur’anda İsra suresi 1. ayetinde çok açıkça anlatılır. Peki, daha sonra oradan semaya yükselmesi acaba neden hiç ama hiç bahsedilmez, bunu düşündünüz mü? Allah bu kadar önemli bir olayı bizden saklamak isteyeceğini sanmıyorum, peki neden kur’an da bundan sonra olanlar, yani miraca yükseltilmesi geçmediği halde, hiç kuşku duymadan bizler buna inanabiliyoruz? İşte bu sorunun cevabını aramaya devam edelim, eğer kur’ana uyan bir cevap bulursak baş tacı elbette yaparız, yok kur’ana uymuyorsa ben şahsım adına kabul edemem, çünkü kur’ana uymayan bir şeyi kabul etmenin hesabının zor verileceğini söylüyor Rabbim. Önce İsra suresi 1. ayeti yazalım okuyalım ki daha iyi anlaşılsın. İsra 1: Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir. Hatırlayınız yukarıdaki ayeti örnek vererek, miraç bu ayetin devamında gerçekleşmiştir deniyor, peki neden Rabbim devamını yazmamış da kur’an dışından bilgilerle öğreniyoruz, namazın miraçta beş vakit emredildiği bu kadar önemli bir olayı, bunu lütfen iyice düşünelim. Önce yukarıda yazdığım ve MİRACIN anlatılma şekli ve bilgileri üzerinde duralım birazda, acaba gerçekten Rabbim kullarına 50 vakit namazı önce emredip, daha sonra Rabbim HÂŞÂ kullarının bu yükü kaldıramayacağını hesap edemeyip, peygamberimizin Hz. Musa ile karşılaştığında bu kadar vakit namazı ümmetinin güç yetiremeyeceğini söyleyip, Yaratanla pazarlık suretiyle peygamberimizin namazı beş vakte düşürdüğüne inanmamız, sizce çok normal bir düşüncemi? Hâlbuki bakın rabbim kur’anda bizlere ne diyordu hatırlayalım. Bakara 286.: Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. Müminun 62: Biz hiç kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. Peki, bu ayetleri ve buna benzer birçok ayetleri gördüğümüz halde, nasıl olur da Rabbimin bizlere 50 vakit namaz emredeceğine ve peygamberimizin pazarlık sonucu bunu beşe indirdiğine inanabiliriz? Yine yazıda geçen peygamberimizin semadaki yedi katı ziyaret ettiğini ve birçok peygamberle görüştüğünü, cenneti cehennemi gördüğünü, ikisi açıkta ikisi gizli olan nehirleri gördüğünü, Allahın en yakın görevlisi Cebrailin bile gidemediği yere gittiğini, işin en ilginci ise(Cenab-ı Hakkın cemaliyle müşerref olduğu.) anlatılmaktadır. Hâlbuki Allah ı görmek isteyen Musa peygamber ve buna benzer örneklerde asla rabbim i çıplak gözle görülemeyeceğini örnek ayetlerle açıklamasına rağmen, bakın neler söyleniyor ve bizler bunlara inanabiliyoruz. Kur’anın hiç bahsetmediği onca gaibi bilgileri, peygamberimiz görmüş mü, şimdide kur’andan bu sorunun cevabını arayalım. Enam Suresi 50. Onlara şunu söyle: "Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gaybı da bilmem ben! Size ben bir meleğim de demiyorum. Yalnız bana vah yedilene uyarım ben!" Sor onlara: "Körle gören bir olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?" Maide sur.109. ayet: Allah, resulleri bir araya getireceği gün şöyle der: "Size ne cevap verildi?" Şöyle derler: "Hiçbir bilgimiz yok. Gaybları en iyi biçimde bilen sensin, sen. Araf 188: De ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar sağlayabilirim ne de bir zarar verebilirim. Eğer Gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapardım……. Yukarıdaki sözleri boşuna söylemesini istemiyor Rabbim bizlere. Bakın onlara şunu söyle diyor ve(Gaybı da bilmem ben) ama yukarıda o kadar gaybi bilgileri bildiğini saydık ki, düşünün Cebrailin bile gidemediği yere, peygamberimizi hiç bahsedilmeyen bir araçla, yani Rabbin huzuruna bile gittiğine inandık. Rabbin cemalini gördüğü dahi anlatılmadı mı bizlere. Karar sizlerin, çünkü herkes yaptıklarından ve inandıklarından sorumlu tutulacaktır. Şimdide de Miracı, İsra suresi birinci ayetin devamında olmuştur diyerek savunduğu düşünce, kendilerini çok fazla tatmin etmemiş ve kendileri de inandırıcı bulmamış ki, yine kur’andan delil arayış içine girmişler ve bakın yukarıda saydığım tüm ayetlere uymaması onları çok fazla etkilememiş olmalı, şimdi yazacağım bir sözün ardından, Miracın kanıtını arar olmuşlar. Şimdi ayeti geniş bir şekilde yazalım. NECM SURESİ 1. Battığı zaman yıldıza andolsun ki; 2.Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı. 3.O,arzusuna göre de konuşmaz. 4. O (bildirdikleri) vah yedilenden başkası değildir. 5. Çünkü onu güçlü kuvvetli biri (Cebrail) öğretti. 6. Ve üstün yaratılışlı(melek), doğruldu: 7. Kendisi en yüksek ufukta iken. 8. Sonra (Muhammed'e) yaklaştı,(yere doğru)sarktı9. O kadar ki (birleştirilmiş) iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. 10.Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi. 11.(Gözleriyle) gördüğünü kalbi yalanlamadı. 12. Onun gördükleri hakkında şimdi kendisi ile tartışacak mısınız? 13. Andolsun onu, önceden bir başka inişte daha görmüştü, 14.Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında. 15. Cennetü'l-Me'vâ da onun yanındadır. 16. Sidre'yi kaplayan kaplamıştı. 17. Gözü kaymadı ve sınırı aşmadı. 18. Andolsun o, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü. Yukarıdaki yazdığım ayeti lütfen düşünün bu bahsedilen olaylar Miraç tamı geçmiş, yoksa kur’an ayetlerinin indirilişini mi anlatıyor? Ayeti okuduğunuzda zaten hemen anlaşılıyor. Rabbim kur’an ayetlerinin indirilişini bizlere anlatıyor. Bildirilenlerin vahye dilenlerden başkası olmadığını söylemesi, kur’an ayetleri için söylendiği zaten belli oluyor. Peygamberimiz içinde övgü var ve arkadaşınız ne saptı ne batıla inandı diyor Rabbim. Ayrıca kendi kafasından konuşmadığını bu sözlerin yani kur’an ayetlerinin Yaratanın sözleri olduğunu belirtiyor. Hatta açıkçada söyleyerek indirilmiş bir vahiyden başkası değildir diyor. Peygamberimize de iyice bellettirildiğini açıklayarak Kur’anın geldiği yerden bahsediyor ve onu getiren Cebrail ile peygamberimizin o kadar yakın oldu ki diyor ve örnek veriyor, iki yayın beraberliği gibi, hatta ondan daha yakın olduğunu söylüyor. Peygamberimizin Cebrail i görmesi ile kalbinin de tastiklediğini imanın daha da arttığı açıklamasını yapıyor. Bakın bu ayetlerde Miracdan asla bahsedilme yok, yalnız kuran ın indirilişinden bahsediyor. Fakat ayette geçen ama günümüzde dahi tam olarak anlaşılmayan müteşabih bir konumda olan (Son sınır ağacı, Sidretül Münteha yanında) cümlesini, işte bu Miraçta geçen yer denecek kadar zorlama ve delilsiz bir kanıt olarak gösterilmektedir. Hâlbuki bu sözün hemen öncesinde göğe çıkışı bırakın tam tersine, bir başka inişte görmüştü sözüyle bu yerin yeryüzünde olduğu anlaşılıyor.( onu bir başka inişte de görmüştü.) Kur’ana uymak yerine kur’anı kendimize uydurmak bu olsa gerek. Zorlamayla kur’andan delil aramak, gerçeklerin üstünü örtmektir. Buda bizi Allah a değil, şeytana yaklaştırır dinden uzaklaştırır. Şimdide bu konuyu yine kur’anın diğer ayetleri ile karşılaştırarak olup olamayacağını düşünelim. Bakın Rabbim kuran ayetleri için ne diyor? ( İsra 89; Yemin olsun, biz bu Kuran'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler.) ( Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır.) Bu ayetlere benzer onlarca ayet yazabilirim, sanırım bunlar yetecektir. Rabbim bizlerin anlayacağı şekilde yemin ederek bu kitapta bizler için her benzetmeden nice örnekleri verdiğini, her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduğunu söylüyor. Hatırlayın bizlere beş vakit namazın farz olduğunu anlattıkları MİRAÇ ise kur’anda yok. Söyledikleri delillerin ise konu ile ilgisi dahi yok. Peki, bu durumda Rabbin söylediği gibi, bir kez örneği dahi verilmediyse ona inanmamız normal midir dersiniz? Yine karar sizlerin herkes kendisinden sorumludur. Elbette burada açıklamaya çalıştığım konu, namazın beş vakit olmadığını kanıtlamak değildir, Miraç olayının kur’ana uyup uymadığını anlamaya çalışmaktır. Rahmana beş vakit değil, on vakit namaz kılsak azdır. Önemli olan Rabbin doğrularını öğrenmektir amacımız. Allah bir ayetinde ne diyordu? ( Müddesir 11: Benimle, yarattığım kişiyi baş başa bırak!) Bakın bir başka ayetinde yine bunun devamı olarak düşünebileceğimiz bir ayetinde ne söylüyor? Rad 40: Ya onlara vaat ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz yahut da seni vefat ettiririz. O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer. Yine Miraç olayının kur’anda geçmemesi beni düşündürdü ve kur’anda verilmeyen bir hükümden Rahman bizi sorumlu tutar mı diye, gelin kurandan bu konuda delil arayalım. Bakın rabbim neler söylüyor? Acaba bu sözleri söyleyen rabbim açıkça hiç bahsetmediği bir konudan hesap sorup, bizleri sorumlu tutar mı sizce? Karar yine sizlerin. Zühruf 43: Sen, sana vah yedilene sımsıkı sarıl! Hiç kuşkusuz, sen, dosdoğru bir yol üzerindesin. Araf 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Maide 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Ankebut Suresi 51. Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır Zühruf 44:Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Yukarıdaki ayetleri tebliğ alan bir insan, bizlere vah yedilen Kur’ana sımsıkı sarılmasını istiyorsa, Rabbim özellikle bizlere indirilene uyun diye tembihte bulunuyorsa, elçisine görev verdiğinde yalnız indirdiğini tebliğ etmesi ve iman edilmesi konusunda detaylı bilgi veriyorsa ve bizleri uyarıyorsa, kur’anı yeterli görmeyen o devrin insanlarına bile Rahman kızarak sizlere İNDİRDİĞİM KURAN YETMİYORMU diyorsa, en son olarak Yüceler yücesi Rabbim açıkça (. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız.) diyorsa, sanırım söyleyecek sözün bitim noktasıdır diyorum. Rabbim bu kitaptan hesaba çekeceğini söylüyorsa, kuran dışından asla sorumlu olacağımızı lütfen artık söylemeyelim. Çünkü bunu söylemek bana göre AÇIKCA RAHMANLA İNATLAŞMAKTIR, bunu da unutmayalım. Sizlere son olarak bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Miracın oluşunda Rabbin kur’anda asla bahsetmediği, peygamberimizin gördüğünü söyledikleri çok önemli detayları hatırlayın. Bunların kur’anda asla bahsedilmediğini de düşünün, daha sonra aşağıdaki ayeti anlamaya çalışın, sanırım birazcık düşünen çok kolay anlayacaktır her şeyi. Araf 33.; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır . Düşünebiliyor musunuz Rabbim Kur’anda açıklamadığı, hakkında hiçbir delil indirmediği, Allah katında bilmediğimiz şeyleri söylememizi HARAM kıldığını söylediği halde bizler, her gün neredeyse HARAM suçunu işliyoruz. Hâlbuki Rabbim haram kelimesini yapmamızı istemediği, hatta kesin sınarlar çizdiği adeta büyük günahları işaret edercesine saymıştı kur’an da bizlere. İşte bizlerin yaptığı büyük yanlışlar bu kadar açık ve net. Rabbim bakın emin olmadığınız sözlerin ardına düşmeyin diye bizi nasıl ikaz ediyordu. İsra Suresi 36. Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Allah Tek güvenilir ve kendi koruması altında olan kitabın KUR’AN olduğunu söyler. Emin olabileceğimiz garantili ve sorumlu olduğumuz tek bilginin kur’an olduğunu unutmayalım. Kur’ana uyan onun süzgecinden geçen her sözü de, elbette kabul edelim. Emin olmadığımız ve kur’anın onaylamadığı hiçbir bilgininde ardından gitmeyelim, Rabbin söylediği gibi sorumlu olacağımızı unutmayalım. Ben bana anlatılanları ve bu bilgiler Allah katındandır dediklerinde Kur’ana müracaat ediyor ve onun süzgecinden geçirmek için elimden geleni yapıyorum. Rabbim utandırmasın. Bende bir insanım, elbette hata yaparım, ama en az hata yapmak istiyorsak, yaratanın vermediği bir hükmün peşinden gittiğimizde hataların en büyüğünü yapacağımızı da unutmayalım. Miraç konusunu da aynen öyle yapmaya çalıştım, ama bir türlü Rabbin süzgecinden geçmedi. Yazdıklarım benim kur’andan anladıklarımdır, yalnız beni bağlar. Sizlere düşen bu söylediklerimi bizzat kendiniz kur’anı anlayarak okuyup, doğruluğunu araştırmanızdır. Bizlerin asıl görevi birilerinin söylediklerinin ardından gitmek değil, Rabbin ne söylediğini bizzat ilk kaynaktan anlamaya çalışmak olmalıdır. Şunu asla unutmayalım ki Rabbim anlayamayacağımız bir kitap gönderip, daha sonrada bizi sorumlu tutmaz. Bunu söylemek Rahmanın adaletini sorgulamaktır. Tabi bu söylediklerim MUHKEM ayetler yani bizleri din ve iman adına bağlayan, Rabbin yapmamızı istediği ayetler içindir. Zaten Allah bu ayetlerin açık ve anlaşılır olduğunu ve bunlardan hesaba çekileceğimizi söyler. Bu ayetlerden bahsederken de, Kitabın anasıdır deyimini kullanır. Rahman sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, kur’anın açıklamadığı izah etmediği hiçbir konudan sorumlu tutmayacağını bilmeliyiz. Bunun tersini söyleyeninin, Rabbin adaletini sorguladığını hatırlatırım. Sanırım asla bağışlanmayacak büyük günahta bu olsa gerek. Bu yola düşmekten Rabbim cümlemizi korusun. Allah gönül gözleri açık, bakan değil gören, yalnız duyan değil hisseden, aklını kullanmasını bilen, tüm bu özellikleri kur’anı anlamak için kullanan, gönlüyle tastikleyen kulları arasına bizleri alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
FURKAN SURESİ 30. AYETTEN ALINACAK BÜYÜK DERSLER.
Çok güzel akla ve mantığa uyan bir cevap. Kur'an yolu aklın yolu demektir. Eğer kur'ana bakarsanız anlayacaksınız. Yaratıcının ne istediğini bizlerin nasıl bir insan olmamızı istediğini, sizin sözlerinizde olduğu gibi açıklayarak, detaylandırarak yol ve yöntemini öğretiyor bizlere. Bilim adamlarından bahsetmişsiniz, güzel bir örnek. Peki herkez bilim adamı olabiliyormu? Acaba kaçımız bilim adamları gibi bazı gerçekleri görebiliyor. Tabi okuyup bilim adamı olmuş ama yaşamın gerçeklerinden, yaradılışın özünden habersiz birçok insanda vardır, onlarıda unutmayalım. Okumak bazen herşeyi çözemeyebiliyor. Aslında doğru bir insan olmak, yani adam gibi adam olmak bizlerin fıtratında zaten vardır. Bunu kur'anı tebliğ almamış olsa dahi bazı insanlar farkına varıp, gerçekten istenildiği gibi bir insan olabiliyor, fakat bu ne yazıkki azınlıkta. İşte bu insanların çoğaltılması içinde Allah, zamaz zaman kitaplar ve elçiler göndermiştir. Kimi insan vardır çobansız iş yapar aklı ile gerçeklerin farkına varır, kimi insan vardır illaki başına çoban dikmek gerekir. Sanırım ne söylemek istediğimi anlatabilmişimdir. SAYGILARIMLA halukgta
-
FURKAN SURESİ 30. AYETTEN ALINACAK BÜYÜK DERSLER.
Değerli dostlar, bugün sizlere hatırlatmak ve üzerinde düşünmenizi istediğim ayet, Furkan suresi 30. ayet olacaktır. Bu ayetin önceki ayetleri incelediğimizde, hesap günü geldiğinde peygamberimizin şahitliğinde, kendisinin o gün üzüntüsünü nasıl dile getireceğini, Rabbim şimdiden bizlere açıklıyor, peki neden şimdiden söylüyor? Kulları ders ve ibretler alsın diye. Önce ayeti yazalım, daha sonrada bu sözden nasıl dersler almalıyız, onu birlikte düşünelim. Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Peygamberimizin hesap günü söyleyeceği benim toplumun kur’anı devre dışı bıraktılar sözünden, doğrusu eğer çok iyi dersler çıkarırsak, işte o zaman hem peygamberimizin gerçek ümmeti oluruz, hem de Rabbimin gerçek, halis kulları oluruz. Bu sözden anlaşılıyor ki, peygamberimiz tebliğ ettiği, hayatına geçirdiği, onunla yaşadığı kur’an, onun hayata gözlerini yummasından sonra, terk edilmiş olmalı ki, bu sözü söylüyor. Çünkü kendi yaşadığı dönemlerde kur’anı tanıtmak, tebliğ etmek, insanlara ulaştırmak, hak ettiği makama çıkarmak için, o kadar ciddi çalışmalar yapıyordu ki, bu sözlerinden kendi döneminden bahsetmesi mümkün olamaz. Çünkü yaptığı özverili çalışmalarından ötürü, peygamberimiz rabbimden birçok takdirler, övgüler almıştı. Günümüze kadar ulaşan bilgilerden, peygamberimizin aldığı önlemleri biliyoruz. O dönemde de kur’an dışına çıkıp, kendi sözlerinin yazıldığını gören ve bu sözlerin yazılması ile sözlerin saptırılarak, değiştirilerek nakledildiğini, yanlışlara sapıldığını fark eden peygamberimizin, bunlarla mücadele ettiğini hepimiz biliyoruz. Peygamberimiz yaşarken kur’an saygınlığının, el üstünde tutulduğu en güzel dönemindeydi. Demek ki peygamberimiz vefat ettikten sonra ne olduysa oldu, kur’an dan uzaklaşma batıla sapma, hurafeleri dine sokma bundan sonra oldu ki, peygamberimiz böyle söylüyor. Bu sözlerden bunu anlıyoruz. Şimdide bu ayetten önceki iki ayete bakalım. Yine hesap günü geldiğinde kur’anı devre dışı bırakanlar bakın neler söyleyecek, onları da şimdiden bizlere hatırlatıyor ki Rabbim, belki birazcık aklını kullanan kulum ibret alır diye. Furkan 28: Eyvah! Keşke falancayı dost edinmeseydin. Furkan 29: Bana geldikten sonra Kur'an, vallahi o beni saptırdı." Öyle ya şeytan insanı yapayalnız, yardımsız bırakır. Lütfen örneklere bakar mısınız? Hesap günü kur’ana iman eden bir Müslümanın feryadını duyuyor musunuz? Kur’an ehli olan inanmış bir kısım Müslümanların, inandığı güvendiği bir başka Müslüman ı dost edindikten sonra, bu dostluğunun sonunda din ve iman adına, onun sözlerini kur’ana danışmadan, onun onayını almadan kabul etmeleri sonucunda, nasıl yoldan çıktığını ne kadar güzel anlatıyor ve yanlışını Rabbimin huzurunda fark ediyor. Daha sonrada bakın nasıl pişmanlar oluyorlar. Furkan 29. ayetinde söylenenler konuya daha da açıklık getiriyor. Bakın ne diyor? Vallahi kur’anı ben tebliğ alıp onun yolundan gittiğim halde, kendime dost edindiğim, veli edindiğim çok güvendiğim kişi beni saptırdı diyor. Yüce Rabbim e binlerce şükürler olsun bu kadar güzel bir örnek olur mu sizce dostlar. Tabi güzel örnekleri görebilmek hissedebilmek önemli. Burada güvendiği kişinin saptırdığı konu önemli. Onu kur’an dışına yönlendiriyor. Kur’anı yeterli görmüyor ve atalarından gelen bilgilere iman etmesi için onu yönlendiriyor. Hâlbuki Rabbim kur’an da bizleri uyarıyor, kimin takvaca üstün olduğunu yalnız ben bilirim demiyor muydu? Güvenilecek dayanılacak yardım istenecek tek veliniz benim demiyor muydu Kur’an da? Fakat bizler bazı insanları veliler edinip, O Allah dostu, cennetlik bizlere mahşerde şefaat edecek dahi demiyor muyuz? Allah bizleri affetsin. İşte Kur’an dan uzak yaşamanın sonucu. Şimdide şunu düşünelim. Acaba din ve iman adına kuşku duymadan, elimizdeki rehbere bakmadan bir dostumuza, güvendiğimiz veli kişilere güvenmek ve dayanmak doğru diyebilir miyiz? Bu soruya sanırım yorum yapmak Rabbim e saygısızlık olur. Hesap günü feryat eden kardeşlerimizin feryadını bugün duymak istemeyen, duymazdan gelen, Rabbimin huzuruna gittiğinde aynı feryatları yapacağını, ama hiçbir işe yaramayacağını bilmelidir. Şimdide hemen devamındaki ayet olan, Furkan suresi 31. ayete bakalım. Buradan alacağımız ders nedir? Furkan 31: İşte böyle; biz, her peygambere suçlu-günahkârlardan bir düşman kıldık. Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeter. Yüce rabbim yanlışa düşen, din ve iman adına başkalarını dost edinip, kur’anı devre dışı bırakan kulunun feryadından sonra, bizler için en güvenilir yol gösterici ve yardımcı Yüce Rabbim olduğunu söylüyor. Buda Rabbimin sözleri olan KUR’ANDIR. Herkesi kendi nefsi ile baş başa bırakmak istiyorum, fakat şu sözleri çok iyi düşünerek. Bizlere kur’an da her şey yoktur diyenlere, kur’anın muhkem ayetlerini herkes anlayamaz, onu veli insanlar anlar diyenlere çok dikkatle yaklaşalım. Allah sizlere rehber ve güneş olsun diye gönderdim dediği kur’anın MUHKEM ayetlerine, anlaşılması zor demek, ona yapılacak en büyük saygısızlıktır. Allah kullarını sizi bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, bu kitap anlaşılması zor bir kitap asla olamaz. Elbette her insan kapasitesi ölçüsünde, ona yaklaştığı nispetle anlayacaktır. Her insan bir başka insana muhtaçtır, her şeyi biliyorum demek, Allaha mahsustur. Bizler kur’anın özünü anlayıp kavradıktan sonra, onun temel esaslarını öğrendikten sonra, birbirimizden faydalanmalıyız. Buna zaten muhtacız. Okullarda dahi okurken her öğrenci aynı kapasitede mi dersi anlıyordu hatırlayalım. Az anlayanlar daha çok çaba gösteriyor, anlayanlardan öğrenme yoluna gidiyordu. Bu öğretmen olabilir, hatta daha iyi kavrayan öğrenci arkadaşı olabilir. Okullarda beşerin yazdığı onca karmaşık kitapları anlıyor da, mühendisler, doktorlar, bilim adamları oluyorsak, Rabbin gönderdiği kitap için anlaşılması zor demek, saklamak istediğimiz bir şeyler var demektir. Beşerin kitaplarını bizler anlıyorsak rabbin rehber olsun diye gönderdiği kitabın anlaşılması için, yine bir beşere ihtiyacımızın olduğunu söylemek, Rabbim e yapılacak en büyük saygısızlıktır bunu da unutmayalım. Bunları söyleyenlerin tıpkı rabbin verdiği örnekte olduğu gibi, bizleri kur’an dan uzaklaştırmaya çalıştığını, onun ile ilişiğimizi kesmek istediklerini unutmayalım. Rehber Allah katından geliyorsa, ona anlaşılması zor demek, rabbim e yapılacak en büyük saygısızlıktır. Bakın Allah kur’an konusunda ne diyor? Nisa 82. ; Kuran'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Nahl 89:… Ayrıca bu Kitabı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. Furkan 1: Furkan’ı âlemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir. İsra 89: Andolsun, bu Kur'an'da her örnekten insanlar için çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsanların çoğu ise ancak inkârda ayak direttiler. Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Nisa Suresi 105. Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Sakın hainlere yardakçı olma. Yukarıdaki ayetler Yüce Rabbin sözleridir. Acaba bu sözler, bizlere söylenen; Kur’an da her şey yoktur o özet bilgidir, Onu herkes anlayamaz sözlerini destekliyor mu? Allah kur’anı iyice okuyup düşünmüyorlar mı diyor, demek ki okuyup düşündüğümüzde anlaşılacak ki böyle söylüyor, dikkat edin hiç ayrım yapmadan. Bu kitapta her şey için, her konuda bir açıklama yaptım, sizlere bir müjde ve rehber, uyarıcı olsun diye gönderdim diyor. Bu kitap okuyanın kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur, gereken bilgiyi alana bir kılavuz rehberdir diyor. Rabbinizden size gönderilene uyun, sakın velilerin ardına düşmeyin diyor. Daha sonrada peygamberimize bakın ne diyor? . Kuşku yok ki, biz bu Kitap'ı sana, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği ile hükmedesin diye hak olarak indirdik. Demek ki hüküm yalnız Allahın dır, ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı odur. Yani kur’anın dışında hiçbir hüküm verecek yoktur. Çünkü Rabbim sizleri kur’an dan hesaba çekeceğim demiyor muydu? Peki, bizler tüm bu sözleri ayetleri tebliğ aldığımızı ve iman ettiğimizi söylediğimiz halde, ne diyoruz? Hala bunca delili görmezden gelip, kur’anı herkes anlayamaz, kur’an da her şey yoktur, onu veli insanlar anlar demiyor muyuz? Sizlere tekrar mahşer günü, kur’an ehli yani kur’ana iman ettiğini zanneden, insanların feryadını hatırlatmak istiyorum. (Furkan 28: Eyvah! Keşke falancayı dost edinmeseydin.) Bu duruma düşmek, hesap günü şaşkın ve üzgün kalmak istemeyen, yaptıkları onca çalışmanın, hazırlığının boşa gitmesini istemeyen, rabbin uyarılarını şimdiden dikkate alır ve gereken dersleri çıkartır. Dilerim Rabbimden tüm bu örneklerinden ders alan, din ve iman adına yalnız dayanılacak, güvenilecek, yardım istenecek veli olarak Rabbim i kabul eden kulları arasına, bizleri de alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
BAKARA 27. AYETTEN ALMAMIZ GEREKEN DERSLER.
Bir kardeşimiz Çok güzel bir ayeti hatırlatmış ve bu konudaki düşüncelerimi sormuş, ona teşekkür ederim. Bende ayrı bir başlık olarak yazmamın daha isabetli olacağını düşündüm. Bu ayeti daha iyi anlayabilmek için üç farklı meali yazdım, önce onları okuyalım daha sonrada Allah ın izniyle anlamaya çalışalım, bakalım burada Rabbim ne söylüyor Diyanet Meali. Bakara 27: Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir. Ali Bulaç meali. Bakara 27: Ki (bunlar) Allah'ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır. Elmalı meali. Bakara 27: Onlar ki, söz verip antlaştıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozarlar. Allah'ın birleştirmesini emrettiği şeyi (iman ve akrabalık bağlarını) keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte zarara uğrayanlar onlardır. Ayete baktığımızda daha önceden Rabbim e verilen ama daha sonra tutulmayan bir sözden bahsediyor. Bunun neler olabileceğini düşünelim. Demek ki hepimiz bu Dünyada daha yaratılmadan Yaratıcımıza bir söz vermişiz, ona iman edeceğimize dair. Şöyle düşünülebilir, biz bu verdiğimiz sözü hatırlamıyoruz. İşte bu soruya da verilecek cevap vardır. Allah bu sözümüzden dolayı yaratılışımızın özünde yatan, ruhumuzun derinliklerinde bir inanç bir iman duygusu yerleştirmiştir, adeta yüce Rabbin varlığını hatırlayasın ve bilesin diye. Bu yaratılışımızda bizimle birlikte vardır. Fakat bu gizlenmiş duyguyu, daha açıkçası fıtratımızdaki bu iman duygusunu, bizler aklımızla, mantığımızla ve Rabbin gönderdiği peygamberler, kitaplar sayesinde su yüzüne çıkarmak, bizlerin kendisine bırakılmıştır, İmtihanımızın özü de burada yatmaktadır. Bu gizli duyguyu ortaya çıkarmak için uğraşmayan, nefsine yenik düşen, rabbim e verdiği sözü tutmayandır. Ayeti anlamaya devam edelim. Allah acaba neyi insanlarla birleşmesini onlarla bir bütün olmasını istiyor da, bu bozguncular, sözünden dönenler bunu engellemeye çalışıyorlar, şimdide bunu birlikte düşünelim ve anlamaya çalışalım. Ayetin devamında ise bu buluşmayı, birleşmeyi engellerler ve yeryüzünde bozgunculuk, düzensizlik adaletsizlik yaparlar diyor. Ne olabilir insanlarla buluşmasını engelledikleri şey? Sanırım okurken anladınız elbette, Rabbin bizlere bir düzen getirmek, adaletli bir yaşamı sunmak, Dünyada barışı hüküm kılmak ve bizlere bir rehber, gönül gözü olması adına gönderdiği KUR’AN ile insanlığın arasına girip, Rabbin kulları ile buluşmasını engellemekten başka ne olabilir. Parantez içine bu kelimenin anlamını açıklamak bunların iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkiler olduğunu yazma gereği duymuşlar ayeti meal edenler. Fakat bahsettiklerinin hepsi ve daha binlercesi KUR’ANIN HÜKÜMLERİ DEĞİLMİ ZATEN? Demek ki sözünde durmayan bu zalimler, fıtratına aykırı hareket eden bu bozguncular, amaçlarına ulaşabilmek için insanlığın KUR’AN ile buluşmasını ellerinden geldiğince engelliyorlar. Doğrusu bu insanlar amaçlarına, o pis emellerine ulaşmadılar mı dersiniz? Hatırlayınız bunu yapmanın birçok yolu yok mu, şeytanın yardakçıları inanmış insanlara da vesvese verip onları da amaçlarına alet edip, aynı şeyi yaptırmıyorlar mı? Kur’anı herkes anlayamaz, onu veli insanlar anlar dediklerinde ve buna inandıkları zaman, kim ilk önce kur’ana müracaat eder? Yanlış yapma, yanlış anlama korkusuyla elbette kimse bakmaz. Peki, nerelere bakar? İşte Allah korusun koskoca bir bilinmeyen, dipsiz bir kuyu? Kur’anı Türkçesinden okuma günahtır dediklerinde, ne yapmış oluyoruz bu durumda? Kur’an ile insanları buluşturmaktan uzaklaştırıyoruz. Demek ki bunu kimler yapıyorsa Yüce Rabbime söz verip de, sözünden cayanlardır. İnsanlar yaptıkları yanlışların farkında değillerdir, eğer aklını çalıştırmıyorlarsa. Allah aklını çalıştırmayanlara bakın neler söylüyordu hatırlayalım. Enfal 22; Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir. Rad Sur.19: Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kişi, kör olan biriyle aynı mıdır? Sadece aklı ve gönlü işleyenler düşünüp ibret alır. Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Demek ki Allah katında en kötü insan aklını kullanmayan insan olduğu çok açık söyleniyor. Yine Allahın kitabından aklını ve gönlünü kullananlar ibret alacağını söylüyor. Yine Yüce Rabbim kur’anı inceden inceye düşünüp anlayacaklarını, eğer anlamadıklarını söylüyorlarsa, onların kalpleri üzerinde kilitleri olacağını hatırlatıyor. Şükürler olsun Rabbim e. Elbette tüm bu ayetler kur’anın MUHKEM yani dinin anası olan ayetlerdir, bunu da hatırlatırım. Çünkü müteşabih ayetler, dine hüküm koyan dinin temeli olan ayetler olmayıp, zamanla ilim adamları tarafından bulunacak ayetlerdir. Tüm bunları düşünürken yine Yüce Rabbin bir ayeti geldi aklıma. Bazı insanlar her nedense kendi inançlarını, hiç sorgulamazlar. Kur’an ile karşılaştırma gereği bile duymazlar, doğru yolda olduklarını zannederler, ama karşısındaki insana erdemli olmayı öğütlerler. Kendi yanlışlarına davet ederler farkında bile olmadan. İşin ilginci bu insanların elinde apaçık kur’an olduğu halde, onu anlayarak okumadıklarından olsa gerek, beşerin sözlerine kanarak, ben kur’anı anlayamam dedikleri için, anlamadan okumanın faydasını görmediklerinden, aklımızı kullanma fırsatını da kaçırmış oluyoruz. Bakın Rabbim bu insanları nasıl uyarıyor? Bakara 44. Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz -hem de ilahi kelamı okuyup durduğunuz halde? Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız? Yüce Rabbim sen o kadar güzel bir rehber, güneş, gönül gözü göndermişsin ki, biz beşerin kara gözlüklerini takıp gezdiğimiz için, hiç bir şeyin farkına bile varamıyoruz. Ne olur bizleri affet. Bizlerin taktığımız o kara gözlüğü çıkarmamıza yardım et ki, senin güneşinden istifade edelim. Yoksa beşerin zehriyle için için kahrolacağız, senin huzurunda da kaybedenlerden olacağız, Rabbim sen bizleri koru, yardım et bizlere ki, yaptığımız yanlışların farkında olalım. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ŞEFAAT KONUSU VE KUR'ANIN BU KONUDAKİ AÇIKLAMALARI.
İslam âleminde birçok konuda yapılan yanlışların başında, peygamberlerin ve velilerin şefaat edeceği ve böyle bir yetkisinin olduğuna inanılır. Şefaat bağışlanma affedilme isteğidir. Bakın Allah kesin bir dille bu konuda ne söylüyor? Zümer 44: De ki: "Şefaat tamamen Allah'ındır (yardım ve destek yalnız O'ndandır). Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz. Eğer Allah affedilme, bağışlanma, yardım, destek yetkisinin yalnız kendisinde olduğunu söylüyorsa, bundan sonra aynı konuda tersini Rabbim asla söylemez, buna göre diğer ayetleri anlamaya çalışalım. Bakalım Allah bu konuda bizleri nasıl yönlendiriyor. Fatiha suresi 5.ayet: Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Düşünebiliyor musunuz biz bunu her namazımızda rabbim e söylüyor ve ona söz veriyoruz, yalnız senden yardım dileriz diye.(Elham) Sözümüzde duruyor muyuz peki? Söylediğimiz şu sözü hatırlayınız. ( Şefaat Ya resulallah) Peki bunun anlamı nedir farkında mıyız acaba, hiç sanmıyorum. Bu sözümüzle Ey Allahın resulü bizlere şefaat et diyoruz. Hani her gün namazlarımızda Rahmana karşı, yalnız senden yardım dileriz diyorduk ne oldu. İşte yaptığımız yanlışın büyüklüğünü bir fark etsek, o zaman yaptığımız yanlışlar çorap söküğü gibi gelecek. Bakın arşı yüklenip taşıyanlar ve onun çevresindeki şuurlular Rablerinin hamdi ile tespih ederek iman sahipleri için nasıl af diliyorlar, bu ayeti çok iyi düşünmeliyiz. Mümin 7: Arşı yüklenip taşıyanlar ve onun çevresindeki şuurlular Rablerinin hamdi ile tespih ederler ve ona inanırlar. İman sahipleri için de şöyle af dilerler: "Rabbimiz! Sen her şeyi rahmet ve ilim halinde kuşattın. Tövbe edip senin yoluna uymuş olanları bağışla. Ve onları cehennem azabından koru. Şimdide aşağıdaki ayet üzerinde düşünelim. Enam 51: Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. Öyleki, kendileri için O'nun huzurunda ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır. Gerekir ki Allah'tan korkarlar. Ayet o kadar açık ve net olduğu halde günümüzde kur’ana uymadığı halde o kadar çok yanlış hadise inanıp, ayetlerin çoğunu görmezden geliyoruz. Açıkça Rahman kendileri için O'nun huzurunda ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, dedikten sonra sözlerinin tam tersini başka bir ayetinde söyleyip peygamberlere ve velilere şefaat etme yetkisi veriyorum der mi? Bunu düşünmek bile, bizlerin aklını başına getirmesine yetmeli bence. Bakın peygamberimiz bizlere kur’anı tebliğ ettiğini ve bu kitabın bizler için gönül gözü olduğunu, bunu hala görmeyenler için ise hiçbir şey yapamayacağını, körlük edenlere de bakın ne söylüyor ayette. Ben sizin üzerinize bekçi değilim, yani bundan sonra sizler için hiç bir şey yapamam diyor. Enam sur. 104. ayet: Gerçek şu ki, size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim. Şimdi hatırlatacağım ayet günümüzde yapılan yanlışlara güzel cevap veriyor, tabi anlayana anlamak isteyene. Zümer 19: Üzerine azap sözü hak olanı, ateşe dalmış olanı sen mi kurtaracaksın. Buradan anlaşılıyor ki Allah ın karar verdiği bir konuyu kimse değiştiremez, bunu da bizlerin anlaması için rahman en sevdiği elçileri üzerinden bizlere örnek veriyor, ama bizler ne yazık ki bunlardan ders almadığımız çok açık. Şimdide buna benzer elçisi kanalıyla verdiği örnekleri hatırlayalım. Tevbe 80. : (Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resulünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez. Muhammet 19.; Allah'tan başka tanrı olmadığını kuşkusuzca bil! Hem kendi günahın için hem de mümin erkeklerle mümin kadınlar için af dile. Allah sizin, dönüp dolaşacağınız yeri de varıp ulaşacağınız yeri de bilir. Yukarıdaki iki ayet üzerinde düşünelim. Peygamberimize hitap ederek bakın ne diyor Allah. Onlar için istediğin kadar af dile bağışlanmalarını dile, onları asla affetmem. Çünkü benim gönderdiklerimi, beni ve elçimi kabul etmediler diyor. Muhammet 19. ayet ise bana göre çok önemli bir ayet, lütfen bunun üzerinde düşünelim. Allah elçisine bakın ne diyor. Hem kendi günahların için, hem de iman edenlerin günahları için af dile diyor Allah. Düşünebiliyor musunuz demek ki peygamberlerin bile günahı var ki bunu söylüyor. Peki, bizler bu konuda neler söylüyoruz? Bunu da nefsimizde değerlendirelim. Peygamberimiz kendi günahı için dahi Alla ha dua ediyor yalvarıyorsa, bugün hiç tanımadığı, iman edip etmediğini dahi bilmediği bizlerin günahını zaten bağışlamasını bir tarafa koyun, bizler için nasıl Allaha dua etsin günahlarımız için. Dikkat edin ayette mümin yani inanmış erkek ve kadınların günahları için dua et diyor elçisine. Bu demektir ki iman ettiğinden emin oldukların için dua et anlamındadır. Hatırlayınız iman etmeyenler için dua ettiğinde Rabbin peygamberimize ne diyordu? Yetmiş kere dua etsen ben onları affetmem. Zaten dua kapısını Yüce Rabbim tüm iman edenler için, açık bırakmıştır şükürler olsun. Size İbrahim peygamberden de bir örnek vermek istiyorum. İman etmeyen babası için bakın Allah ın övgüyle bahsettiği bizlerin atası diye zikredilen bir elçinin sözlerinden sanırım çok ders almalıyız. Mümtehine 4. : Senin için hep af dileyeceğim ama Allah'tan sana gelecek şeyi geri çevirme gücüm yoktur. Ey Rabbimiz! Yalnız sana güveniyoruz, yalnız sana yöneliyoruz! Dönüş yalnız sanadır. Bakar mısınız lütfen, kur’anda övgüyle bahsedilen Allah elçisi, babası için mahşerde hiç bir şey yapamayacağını, ona yalnız dua edip af dileyebileceğini söylüyor. Birçok ayetinde de iman etmeyenleri asla affetmeyeceğini de belirtmişti Allah. Hatta peygamberimize yetmiş kez af dilesen yine faydası yok demişti hatırlarsanız. Aşağıdaki ayeti lütfen çok ama çok iyi değerlendirelim. Çünkü rabbim elçisine DEKİ ONLARA diye başlayarak, bakın bizlere ne söylemesini istiyor. Araf 188: De ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar sağlayabilirim ne de bir zarar verebilirim. Eğer gaybı biliyor olsaydım iyilik ve güzelliği elbette çoğaltırdım. Bana kötülük dokunmamıştır bile. Ben, inanan bir topluluk için bir uyarıcı ve müjdeciden başkası değilim. Yukarıdaki ayette her şey çok açık değil mi dostlar. Özellikle rabbim üzerine basa basa söylenmesini istiyor bizlere, görev verdiğim elçinin benim dilediğim dışında sizlere ne faydası dokunur, nede zarar verebilir. Hala Rabbin bu sözlerini görmezden gelmeye devam edip, beşerin yanlış rivayetlerine mi iman etmeye devam edeceğiz? Şefaat konusu ile ilgili bazı ayetleri de sizlere hatırlatmak istiyorum. Aklını kullanan anlatılmak isteneni anlayacaktır. Bakara 123: Ve öyle bir günden korkun ki, kimse başka birinin yerine bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, ona şefaat fayda vermez ve hiç bir taraftan yardım da görmezler. Bakara 48: Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının. Bakara 254: Ey iman edenler, alış verişin, dostluğun ve şefaatin olmayacağı gün gelmeden önce, size verdiğimiz mallardan nafaka verin. Kâfirler ise hep o zalimlerdir. Yunus 18: Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: 'Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir' derler. De ki: 'Siz, Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve yücedir. Zümer 43: Yoksa Allah'tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: 'Ya onlar, hiç bir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa? Yukarıdaki ayetlere daha birçok örnekler verebiliriz, sanırım bu kadar açık ayetlerden sonra, bağışlayacak affedecek tek bir makamın yani yüce Rabbimin olduğu çok açık anlaşılmaktadır. Tüm bu ayetlerden sonra Rabbim, ben başka şefaat yetkisini başka kişilere de verdim der mi? Elçisine dahi bu yetkiyi vermeyen ve kendi günahların için dua et diyen rabbimin sözlerini, çekip çekiştirip kendi amaçlarına alet eden, daha doğrusu aklını kullanmayanlara bakın rabbim ne diyor? Yunus 100: Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah pislik içinde bırakır. İşte aklını kullanmayan kullarını Rabbim nasıl pislik içinde bıraktığını söylüyor. Peki, bizler aklımızı kullanıp, kur’anı rehber örnek alıp damı iman ediyoruz dersiniz? Yorum sizlerin, eğer aklımızı bir kenara bırakıp biz kur’anı anlayamayız diyorsak, onu anlamaya çalışmıyor da velilerin ardı sıra gidiyorsak, sanırım Rabbin pisliği üzerimizden asla kalkmayacaktır. Allah bizleri korusun. Yüce Rabbim bakın elçilerin görev tanımını nasıl yapıyor yani verdiği görevi nasıl özetliyor. Kehf 56. ; Biz, elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfre sapanlar ise batıla yapışarak onunla hakkı kaydırmak için uğraşıyorlar. Onlar, ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri eğlence edindiler. Enam 48: Biz o gönderilen elçileri, müjdeciler ve uyarıcılar olmaktan öte bir şey için göndermiyoruz. İman edip hayrı ve barışı yerleştirenlere korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar. Yukarıdaki ayetleri örnek gösterdiğimde çok ilginç cevaplar alıyorum, sanki bu sözleri ben söylemişim gibi. (Ne yani peygamberimiz postacımıydı.) Bu sözleri söyleyenler bilmelidir ki Rabbin hükmüne karşı söylenmiş sözlerdir bunlar. Onun için ben cevap vermem yorum yapmam, üzerime de alınmam. Bizler tüm bu yetkileri ve sorumlulukları açıkça gördüğümüz halde, peygamberimize Rabbin vermediği birçok yetkileri vererek, ona saygımızı göstermeye çalışmışız, fakat şunu unutmuşuz, zaten Hz. Muhammet Allahın elçisi olmakla şereflerin en yücesine erişmiştir. Onun başka payelere, yetkilere ihtiyacı yoktur. Taha 109; O gün şefaat yarar sağlamaz. Ancak Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimse müstesna. Değerli dostlar sizlere yukarıda birçok ayet örnekleri verip, Rabbin bağışlanma yetkisini yalnız kendi yetkisinde olduğunu görmüştük. Allah elçisine bile kendi günahların ve iman edenlerin günahlarının affı için dua et diyordu. İşte Taha 109. ayete baktığımızda hiçbir ayrım yapmadan, kendisinden hoşnut olduğu tüm kullarına bu kapıyı yani DUA KAPISINI AÇIK BIRAKIYOR. Bakın ne diyor ayette? (sözünden hoşnut olduğu kimse müstesna.) Müstesna olan nedir? Şefaat etme yetkisi mi veriyor, yoksa elçisine iman edenler için DUA ET dediği, dua ettiklerinde onların dualarını kabul edebileceği, onlara şefaat edileceği açıklamasını mı yapıyor? İşte bu kısmı çok önemli. Eğer hayır şefaat yetkisi veriyor dersek, kur’anda geçen onlarca hatta yüzlerce ayete ters düşer ve kur’anda çelişki yaratmış oluruz. Buna bir örnek daha vermek istiyorum aşağıdaki ayeti dikkatle düşünelim. Rahman kendi emrinde olan meleklere dahi böyle bir yetkiyi vermediğini söylüyor ve bakın ne diyor? Necm 26: Göklerde nice melekler var ki, şefaatler hiçbir işe yaramaz. Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna. Demek ki bizleri izleyen melekler bu konuda Allah tan insanlar için şefaat etmesini bağışlamasını istiyorlar ki, bakın bu konuda bile kesin bir tavırla Rabbim ne diyor?( Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.) Demek ki affedilmeye hakkı olmayan hiç kimseyi, bir başkasının isteğiyle asla affetmem diyor Rabbim, bunlar benim sadık günahsız meleklerim bile olsa. Yine Bakara suresi 255. ayette Allah kendi katından, yani meleklerden bahsediyor ve bakın ne diyor?( İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? ) Peki, bu konuda ne söylüyor Rabbim? Daha önce açıkladığı, kendisinden hoşnut olduğu, iman eden kullarının günahlarının affı için, dua etmeleri halinde bağışlayabileceğini söylüyordu. Dua kapısını şükürler olsun Rabbim, iman eden ve Rabbimin hoşnut olduğu tüm kullarına açık bırakmıştır. Onların dualarını kabul eder, şefaatimi gösteririm diyor. Peki, bu kadar açık ayetlerden sonra bizler neler yapıyoruz dersiniz günümüzde? Günahlarımız la boğazımıza kadar batağın içinde olduğumuzdan olsa gerek, kendimizi aldatmak nefsimize yenilmek adına o kadar çok şefaatçiler edindik ki, bunu hatırlamak bile istemiyorum. Bunların tek Bir sebebi var, ALLAHIN SİZLERE REHBER OLSUN DİYE İNDİRDİM DEDİĞİ KUR’AN İLE ALAKAMIZ KALMAMIŞTA ONDAN. Rabbim bizleri affet. Ne olursun gönül gözümüzü aç Rabbim. Rehberinin, güneşinin gönlümüze dolmasını, aydınlatmasını nasip eyle. Senin kelamın yüksek bir yere asılı duruyor, bizler ona saygımızı ne yazık ki böyle gösteriyoruz bizleri affet. Beşerin ciltlerce dolusu kitapları baş tacı yapıldı. Senin kitabın zor anlaşılır dediler. Bu kitapta her şey yoktur sizler anlayamazsınız, âlim insanlar, veli insanlar anlar dediklerine de kandılar ne yazık ki. Eğer anlayarak okumuş olsalardı, bu sözlerin tam tersini senin kur’anda söylediklerini anlayacaklar ve yanlış yolu seçmek yerine, senin aydınlık yolundan gideceklerdi. Sen bizleri bu kitaptan hesaba çekeceğini söylüyorsan, bu kitabın dışından asla hesaba çekmezsin, ben bunu biliyorum. Ne olur İslam âlemine bir şans daha ver ve bizlerin gönül gözünü aç, gözlerimizdeki ve kulaklarımızdaki mührü kaldır Rabbim. ÂMİN. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
NAHL VE ANKEBUT 43. AYETLERİ NASIL ANLAMALIYIZ?
Günümüzde ne yazık ki kur’an meallerini çok daha dikkatli kelimelerle topluma nakletmenin önemini, sizlere vereceğim örnek ayetlerle sizlere sunmak ve sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Bu konu hakkında bir kardeşimin sorduğu bir soru doğrultusunda bu yazımı yazdım, sizlerle de paylaşmak istedim. Ayetlerde geçen kelimelerin değişik sözcüklerle verildiğinde anlamlarının nasıl değiştiğini ve kur’anın onlarca ayetine nasıl uymadığını sizlere göstermek istiyorum. Bir kelimeye kur’anın onay vermediği bir anlam yükleyerek, kur’an da çelişkiler yaratıldığının farkına varmak, gerçek Müslüman’ın görevi olmalıdır. Önce ayetlere bakalım. Nahl 43 ve Ankebut 43. ayetler. Nahl 43. ayeti birkaç mealden alıntı yaparak örnek yazalım. Diyanet Meali: Senden önce de ancak, kendilerine vah yettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.(Kitap ehline sorun.) Süleyman Ateş meali: Biz senden önce de, kendilerine vah yettiğimiz erkeklerden başkasını elçi göndermedik. Sorun, Zikir ehline; eğer bilmiyorsanız. Yaşar Nuri Öztürk: Biz senden önce de elçi olarak kendilerine vah yettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir/Kur'an ehline sorun. Ali Bulaç meali: Biz senden evvel kendilerine vah yettiğimiz erkeklerden başka (peygamberler) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun. Suat Yıldırım meali: Senden önce de, gönderdiğimiz elçiler, kendilerine vah yettiğimiz bir kısım adamlardan başka bir varlık değildiler. Eğer bu konuları bilmiyorsanız ilim adamlarına sorunuz. Aynı ayeti değişik meallerden naklettik. Rabbin ne söylediğini anlamaya çalışalım şimdide. Allah peygamberimize senden öncede açıkladığımız, bildirdiğimiz izah ettiğimiz insan olan kişilerden başkasını göndermedik diyor peygamber olarak. Peki, bu izahı, açıklamaları bildiriyi nerede yapıyordu rabbim? Elbette sizlere rehber olsun, güneş ve gönül gözünüz olsun diye gönderdim dediği KURANDA bildiriyordu. Daha öncede bildirdikleri yine gönderdiği kitaplarda vardı. Gelelim ayetin sonundaki sözlere. Önce en son yazdığım Suat Yıldırımın mealine bakalım orada bakın ne diyor? Eğer bu konuları bilmiyorsanız ilim adamlarına sorunuz. Peki diğer meallerde ne yazıyordu? Bilmiyorsanız zikir ehline yani kur’an ehline sorun. Bunun apaçık anlamı kur’ana Allahın gönderdiklerine müracaat edin, okuyun, düşünün anlayacaksınız. Zikir ehli kur’an ehli demektir, buda kur’ana müracaat edip onu anlayarak okuyan Müslüman ın ta kendisidir. Eğer ilim adamlarına sorunuz dersek, kur’ana müracaat etmeyi, onu rehber alıp ona danışmayı, onun üzerinde düşünmeyi ortadan kaldırmış oluruz. Böylece kur’anı anlaşılması zor bir kitap yapıp, âlimlere, velilere müracaatı ön plana çıkarmış oluruz. Elbette âlimlerden faydalanacağız ama önce müracaat edeceğimiz kitap kur’an olacaktır. Örneğin âlimlerin yardımıyla müteşabih ayetler anlaşılacak ve açıklığa kavuşturulacak, bunu da söyleyen Rabbim, ama dikkat edin muhkem ayetler değil, müteşabih ayetler. Bu ayetlerde dinin anası olan ayetler değildir, yani hüküm veren ve bizlerin yapacağı konuları kapsamaz. Gelelim Ankebut 43. ayete, onu da yine değişik meallerden önce yazalım. Diyanet vakfı meali. Ankebut43: İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir. Suat Yıldırım meali: Ankebut 43: İşte bazı gerçekleri anlatmak için, Biz bu kabil temsiller getiriyoruz, ama bunları, ancak ibret almasını bilenler anlar. Yaşar Nuri Öztürk: Bunlar bizim, insanlara vermekte olduğumuz örneklerdir ki ilim sahiplerinden başkası onlara akıl erdiremez. Ali Bulaç meali: İşte bu örnekler; biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak âlimlerden başkası bunlara akıl erdirmez. Muhammet Esed meali: İşte Biz insanın önüne bu temsilleri koyuyoruz: ama onların gerçek anlamını ancak [bizi] tanıyanlar kavrayabilir. Muhammet Esed ayetin daha iyi anlaşılması için bakın nasıl bir dip not yazmış. ( Allah'ın varlığından haberdar olmak, burada, Kur’ânî kıssaları (ve dolayısıyla, telmîhleri, temsîlleri de) tam anlamıyla kavramanın bir ön şartı sayıldığından, bu ayet, Kur’an'ın, “insan idrakini aşan bir hakikat[in varlığın]a inanan, Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip bütün insanlar için bir rehber” olduğu ifadesi ile birlikte okunmalıdır (bkz. 2:2).) Örnek gösterdiği bakılmasını istediği ayet Bakara suresi 2. ayet bakın ayet ne diyor? (Bakara2: Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır.) Eğer bizler Rabbin verdiği kur’an da ki örnekleri yalnız âlimler anlar dersek, ya da sözleri çekip çekiştirerek bu anlamları çıkarırsak, kur’anın onlarca ayetine ters düşmüş oluruz. En kötüsü insanları kur’ana müracaat etmekten alıkoyar, onu bizzat okumalarına engel olup, onun nurundan aydınlanmalarını engellemiş oluruz. Aşağıdaki ayet her şeyi sanırım özetliyor. Nahl 44- (Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye. Bakar mısınız yüce Rabbim ne demek istiyor, nasıl anlaşılıyormuş zikir ehli demekle, kur’an ehli olduğu çok açık. Yani buradan şunlar çıkıyor. Allah kur’an ile meşgul olup, onu anlamak için çaba gösteren, onun ruhunu kendi ruhuna enjekte etmek ve onun güneşi ile aydınlanmaya çalışanların kur’an dan istifade edeceği sanırım çok açık anlaşılıyor.İşte buradan da anlaşılıyor ki kur’anı herkes anlayamaz, onu veli insanlar anlar demek kur’anın özüne ve anlatım şekline aykırıdır. Okulları düşünün tüm öğrenciler aynı değerde derecede mi mezun oluyorlar? Elbette hayır, çünkü her insanın aklını kullanma ölçüsü farklıdır da ondan. Okulda bazı öğrenciler vardır arkadaşlarına öğretmenlik bile yapar. Evine giderler anlayamadığı konuyu ondan öğrenirler. Bu o öğrenciyi çok özel konuma getirmez. Elbette o daha akıllı, daha iyi anlıyor daha çabuk kavrıyor diyebiliriz. Bakın Rabbim ne diyor elçisine 44. ayetinde. Sana apaçık delillerle ayetlerimizi gönderdik sana da kur’anı indirdik ki onlara iyice açıklayasın, onlarda iyice düşünsünler diyor. Demek ki anlaşılmayacak bir durum yok, yeter ki aklımızı kullanalım düşünelim yeter. Buradan yola çıkarak Ankebut suresi 43. ayeti şöyle anlamalıyız ki kur’ana ters düşmesin. Biz kur’anda sizler için verdiğimiz bütün örnekleri düşünesiniz, ibret alasınız diye sizlere iletiyoruz, naklediyoruz. Fakat bu sözlerden, örneklerden ancak kur’an dan nasiplenen, onun ilmiyle, nuruyla aydınlanan ona gerektiğinde müracaat eden, verdiğimiz örneklerin ne maksatla verdiğimizi ve onlardan nasıl dersler alınması gerektiğini ancak kur’an ehli anlar. Bakın Rabbim ayetinde ne diyor? Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Rahman yalnız âlimlerin anlayacağı değil, inceden inceye anlayarak okuyup, düşünen elbette kalplerinde mühür olmayan, tüm iman edenlerin anlayacağı bir kitap gönderdiğini sizce daha açık nasıl söylesin. Bir ayetin anlamını düşünürken kur’anın diğer ayetleriyle mutlaka bağlantılı bir anlam çıkarmalıyız. Bakınız Ankebut suresi 35. ayet aslında bahsettiğimiz ayeti çok net açıklıyor, bakın Rabbim ne diyor bu ayette. Ankebut 35: Andolsun ki biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ibret nişanesi bırakmışızdır. Ne yazık ki günümüzde ayetleri kendi çıkarlarımıza alet etmekten, rivayetleri doğrulamak adına feda etmekten kaçınmıyoruz. Allah bizleri affetsin. Rabbin elçisi Başöğretmenimiz Hz. Muhammet ın yolundan gittiğimizi söylüyorsak, onun bizlere tebliğ etmekle yükümlü olduğu KUR’ANA var gücümüzle sarılıp, onu anlamaya çalışalım, çünkü peygamberimizde aynen bunu yapmıştı. Allah cümlemizi zikir ehli olan ve Rabbin verdiği örneklerden dersler çıkaran, aklı ile düşünüp iman eden, Beşeri değil Yüce Rabbim i VELİ edinen kulları arasına, bizleri alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
RESULÜME MEKTUBUM VAR.....
RESULÜME MEKTUBUM VAR. Ey nurlar saçan ve âlemlere rahmet olarak gönderilen hayatıyla, yaşamıyla verdiğin kararlarla bizlere örnek peygamberim. Sana bir maruzatım var, beni duyar mısın bilemem ama Rabbim duysun, dilerse seninde duymanı sağlar. Mahşer günü senin de şahitliğinde her şey ortaya çıkacaktır. Bıraktığın emanetini devralıp, insanlara elimden geldiğince, anladığım kadar anlatmaya çalışıyorum, yanlışlarımı Rabbim ne olur bağışla, en az hata yapanlar arasına al beni, ama peygamberimizin de mahşerde söyleyeceği ve kur’an da örneği verildiği gibi, (Furkan Suresi 30 ayet; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular.) Şikâyetin, üzüntün ne yazık ki gerçek oldu resulüm. Çok çalışıyor ve elimizden geldiğince azimle anlatıyorum. Ama o kadar az bir nesil kaldı ki, hep horlanıyor ve dışlanıyoruz. Artık Kuran anlaşılması zor bir kitap olarak anlatılıyor ve tozlu raflara kaldırıldı. Onun yerine kur’anın açıklayıcısıdır dedikleri ve ciltlerce dolusu kitapları önümüze koydular. Okunduğunda kimseler anlamıyor bile. Senin bizlere tebliğ ettiğin ayetler yerine, beşerin sözleri dillerde dolaşır oldu. Birinin Allah katındandır bunlar dedikleri, bir başkasının aynı konuda söylemlerine hiç uymuyor. Kime inanacağına şaşırmış halde insanlar ise, gerçek güneşe, rehbere gözlerini yummuş, gözlük takmış dolaşıyorlar. Rahmanın sakın velilerin ardına düşmeyin ikazlarına kulak tıkarcasına birçok insan veliler, hoca efendiler, şeyhler edindiler. Senin ölmeden önce asla kimseyi kendinden sonra varis bırakmamanın sebebini, hikmetini akıl eden, düşünen bile yok. Rahmanın rehber olarak gönderdiği kur’anı, siz anlayamazsınız diyenlerin sözleri artık rehber olmuş topluma. Resulüm şikâyetim var tüm bu olanlara. Seni yücelttiğini zannedenler uzaklaşmışlar kur’andan, elleriyle yazdıklarına inanır olmuşlar. Ne güzel tebliğ etmiştin hâlbuki bizlere, hakkında bilgin olmayan sözlerin ardına düşme sorumlu olursun diye. Rabbim in kızarak söylediği peki kurandan sonra hangi söze iman ediyorlar, karşılarında okunan kuran onlara yetmiyor mu sözleri beşerin uydurmalarına feda edilmiş görünüyor. Rabbim açıkça; (Bakara Suresi 79. Yazıklar olsun o kişilere ki, Kitap'ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye, "İşte bu, Allah katındandır!" derler. Vay haline onların, ellerinin yazdıkları yüzünden! Vay haline onların, kazanıp durdukları yüzünden!) Bu uyarıları Yaratan yapmasına rağmen, bizler kur’anı anlayamaz kılıp, ellerinin yazdıklarını Allah katındandır diyenlere inanır olmuşuz. Artık kur’anın uyarılarını göremez olmuş adeta gözler kör, gönüller taş kesilmiş. Ne olursun resulüm bizler için dua et Rabbim e, belki bir kısmının gözlerindeki perde kalkarda, kuranın ışığını çoğumuz görürüz. Rabbin dediği gibi sende, bizlerde gaybı bilmiyoruz. Ancak senin kur’anda tebliğ ettiklerin hariç. Bağışlayıcı, affedici Rabbim e ne olur bol bol dualar et bizler için, sen resulüsün, güven elçisisin, âlemlere rahmetsin. Bu devirde işimiz gerçekten çok kötü, Rabbim ayetlerin sonun da düşünün akıl edin, ne söylediğimi ne istediğimi anlayacaksınız diyor, birileri çıkıyor hayırrrrr sizler kur’anı anlayamazsınız deme cesaretini gösteriyorlar. Ey Resulüm sana sormak isterim Rabbim in bizlere tebliğ et dediği, bizler için rehber, güneş, gönül gözü olan kuran gerçekten bizlerin anlayamayacağı kadar zor bir kitap mıdır? Yüceler yücesi rabbim bizlere zor anlaşılan bir kitap gönderip, daha sonra bu zor kitaptan hesaba çeker mi hiç? Bunu düşündüğümde bile hem rabbim e hem de sana saygısızlık yaptığımın farkındayım. Ama Ey güzel huylu resulüm, bunları söylüyorlar, ama ben bunların hiç birisine inanmıyorum. Çünkü bizlere kaldıramayacağımız bir yük yüklemem diyen Rahman, anlayamayacağımız zor bir kitap gönderip, asla bizleri sorumlu tutmaz, buna inanmak Allahın adaletini alaya almaktır biliyorum. Zaten böyle olsa sen bizlere bunu açıkça yazar öyle iletirdin kur’an da. Birçok kur’ana uyan sözlerin bizlere ulaşıyor, zaten sende bizlere, yanlız kuranı bıraktığını, tıpkı kuranda olduğu gibi ve ona sarıldığımızda doğruyu bulacağımızı söylüyorsun. Hatta ayette; Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum demiyor musun zaten bizlere. Elbette senin sözlerin diye birçok sözler geliyor kulağımıza, ama ben doğru olup olmadığını kur’an ile karşılaştırıyor öyle kabul ediyorum. Zaten sende öyle yapın dememiş miydin? Benim sözüm olup olmadığını, kur’an ile karşılaştırın demiştin. Ey Resulüm senin bizlere ilettiğin ayetler o kadar ibretlik ki, kimse düşünmez oldu artık çok üzülüyorum. Birileri siz anlayamazsınız diyor saf temiz imanlı topluma, onlarda inanıyor hiç düşünmeden iyi niyetleriyle. Ne olur rabbim e dua et onlar içinde. Aklını kullan mayanlar, onu kiraya vermişçesine susuyorlar, adeta başkası düşünür olmuş onların yerine. Yeryüzünü dolaşıp akıllarını çalıştırmayanlar la doldu Dünya. Gözleri görüyor sanıyorlar, ama onlar yalnız bakar kör olmuş farkında değiller. Gözler bakar kör olunca, senin tebliğ ettiğin gerçekleri artık göremediklerinden GÖNÜLLER KÖRLEŞMİŞ, TAŞLAŞMIŞ ADETA. Birileri çıkıyor bunlar senin sözlerin diye bizleri kandırmaya çalışıyorlar, şikâyetçiyim onlardan resulüm. Bakıyorum Kur’ana, rabbim çok sıkı tembih etmiş sana, kuranı anlat onlara diye. Sakın başkalarına uyma demiş, adeta direktif verircesine sıkı sıkı. Kur’an ile uyar insanları, yoksa verdiğim görevi yapmamış sayarım sonra diyor. Sakın hiçbir şey ekleme takip ediyorum, bak sonra acımam canını alırım diye uyarmış. Ey güzel huylu Resulüm, rabbinden bu telkini aldıktan sonra, kur’anda olmayanları ben size ayrıca söyleyeceğim der misin hiç? Hayır, hayır ben asla inanmadım onlara zaten, çünkü senin böyle bir şey yapacağını asla kabul etmedim bile. Elimden geldiğince anlatmaya çalışıyorum, ama çok zor gerçekten, çok ama çok zor birçoğuna anlatamıyorum, inandıramıyorum bir türlü, bana çok kötü sözler söylüyorlar, ama ben elimden geldiğince alttan alıp anlatmaya çalışıyorum sabırla, tıpkı senden öğrendiğim gibi. Bana ne diyorlar biliyor musun? Ne yani peygamberimiz postacımıydı. Kur’ana, dine ilave bile yapamaz mı? Olurmu öyle şey, peygamberimizde haramlar koyma yetkisine sahiptir. Böyle diyorlar Resulüm senin için, ama ben onlara inanmıyorum çünkü Rabbim helâlı, haramı ve hükmü yalnız ben veririm diyorsa ve görevlendirdiği resullerin görevini de açıkça, (Enam sur. 48. ayet: Biz o gönderilen elçileri, müjdeciler ve uyarıcılar olmaktan öte bir şey için göndermiyoruz.) diyorsa, ben biliyorum ki sen rabbim haram dediklerinden başka hiçbir şeye haramdır dememişsindir. Çünkü açıkça ayetinde karşınızda açıklananlar haricinde, bizler için bütün temiz nimetler helal kılınmıştır diyor. Ben biliyorum ki Allah kendi hükmüne, hiç kimseyi ortak etmez. Bunu anlamayanlara senin tebliğ ettiğin ayeti de gösteriyorum, ama beşerin sözleri o kadar etkili ki beni dinlemiyorlar, üzülüyorum tüm bunlara ne olur bizler için dua et rabbim e. Hâlbuki sana bu konuda soranlara, Rabbim ne güzel ayet indirmiş bunu da hatırlatıyorum ama inanmıyorlar. (Maide sur.4: Sana soruyorlar, onlar için helal kılınan ne? Şöyle söyle: "Sizin için bütün temiz nimetler helal kılınmıştır.) Ama gene beni dinlemiyorlar inatla. Bazen şaşıyorum bu kadar açık sözler varken beşerin sözleri kim oluyor diye. Ama hatırlıyorum kur’an ayetlerinden, gözlerine perde indirdiğini, gönüllerini mühürlediğini Rabbim in ve korkuyla titriyorum şükrediyorum halime. Koymuşlar bir kere kafalarına senin sözlerin diye uydurulan şeyleri. Hâlbuki okusalar rehberi ve gönül gözünü, çıkartsalar kafalarına atılan çengeli, bak o zaman her şey nasıl açıkça anlaşılacak. Çamur suyu konmuş bardağa, istediğiniz kadar temiz suyu koyun, temiz suda kirlenecektir. Ah bir bardağın kirliliğini fark edebilsek, yeni bir bardak alsalar ellerine, işte o zaman pis su temiziyle değiştirilip, işe yarar hale nasıl gelecek bir bilseler. Ey güzel huylu, öğreticilerin en güzeli Başöğretmenim. Senin açtığın yolda yürüyeceğime elimden geldiğince söz veriyorum. Hesap günü kur’ana ortaya konduğunda, sende şahit olarak geldiğinde senin ümmetin olarak dimdik ayak da durmaktır tüm arzum. Senin sözündür diyerek bana ulaşan her bilgiyi, kuran süzgecinden geçireceğimden hiç şüphen olmasın. Bizlere senin sözün dür diye bildirdikleri, kur’ana uyan her sözün benim başımın tacıdır. Kur’an da hükmü yoksa asla sen hüküm vermeyeceğini biliyorum, çünkü bize bildirdiğin tebliğde; ( Enam 57:Hüküm yalnız ve yalnız Allah'ındır. Hakkı o anlatır. Ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı O'dur.) Böyle diyordun. Bu sözlere ters düşecek asla bir hareket yapmayacağınıza göre, bunun tersini söyleyenlere bu söz peygamberimizin sözü asla olamaz diyor ve inanmıyorum. Ey asil peygamberim, Rahmanın söylediği gibi, mahşer günü bizlerin şahidi olarak çağrıldığında, ben yemin ediyorum ki senin bizlere tebliğ ettiğin ve rabbim in koruması altındaki KURANA ve onun ayetlerine iman ediyorum, onu Rahmanın söylediği gibi düşünerek, aklımı kullanarak anlamaya çalışıyorum. Bunu yaparken mutlaka hatalarım olacaktır. Rabbim istemeden yapacağım yanlışlar için beni bağışla ne olur. Peygamberimizin emanetini elimden geldiğince hiçbir menfaat gözetmeden insanlara anlatmaya çalışacağım, bana katından bir güç ver ne olur. Mahşer günüde peygamberimizin şahitliğinde beni, ailemi, annemi ve babamı dostlarımı, senin huzurunda hesap verebilen kulları arasına al, günahlarımızı bağışla, büyük günahlar işlemekten bizleri koru ve resulümüzün yüzünü ak çıkaran ümmetinden eyle bizleri ne olur RABBİM, ÂMİN. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KISSADAN HİSSE ALALIM....
Sizlerle küçük, ama çok anlamlı bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Bu hikâyeden çıkaracağımız kıssadan hisse bana göre çok önemli. Önce hikâyemizi okuyalım, daha sonrada üzerinde düşünelim. Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi: —Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi. —Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? Diye sorulduğunda, —Neden olmasın, dedi çiftçi. —Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor. İşte hayatımızın, güzel yaşamamızın sırrı nerede gizliymiş görüyor musunuz? Kur’anı anlayarak okuyan bir insan, Rabbin bizlere önerdiği yolun paylaşmaktan geçtiğini hemen anlayacaktır. Hikâyede anlatılan en önemli nokta ise, kendisini düşünen çevresiyle paylaşır. Yaptıklarından verim almak isteyen de yine çevresiyle bütünleşir. Allah yarattığı kullarını tek başına değil birlikte bir güç olacak şekilde yaratmıştır. Biri birlerine her zaman muhtaç kılmıştır. Hâlbuki bizler elimizdeki paranın, malın, mülkün esas sahibinin bizler olduğunu zannederiz, tabi kısa bir süre. Fark ettiğimiz zaman ise iş işten geçmiş olur. Bir de bakarız, benim dediğimiz malları bırakıp gideriz bu Dünyadan. Hani bizimdi paralar, mallar, katlar, yatlar? İşte bu acı gerçekle şimdiden yüzleşmeliyiz. Elimizde ki malımızı, olmayanlarla paylaşmalıyız. Eğer bunu yaparsak adaletli, birbirine saygılı bir toplum yaratmış oluruz. En güzeli de elimizdeki parayı, malı mülkü de gerektiği gibi kendimiz kullanıp, onun zevkine varırız. Bir birine saygılı bir toplum yaratmadığımız sürece, elimizdeki parayı ve malı huzur içinde harcamak asla nasip olmaz. Çünkü birbirine düşman olan, bir birinin malında gözü olan bir toplum yaratmış isek, istediğimiz kadar paramız olsun, istediğimiz kadar malımız ve mülkümüz olsun, onu ağız tadıyla yemek, güven içinde harcamak ve yaşamak asla mümkün olmayacaktır. Hikâyede anlatılan, iyi bir buğday tohumu yetiştirmenin sırlarını veren köylünün, şu sözlerinden gereken kıssadan hisseyi çıkarmalıyız. (Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor.) Bu sözleri düşünelim acaba bu köylü, tarlasının komşularına tohumlarını niçin paylaşıyordu? İşte bu sorunun cevabında, Rabbin kullarını nasıl birbirine muhtaç yarattığını, aşağıdaki sözlerden çok daha iyi anlıyoruz. (Rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor. ) Köylünün verdiği cevabı lütfen dikkatlice düşünelim. Aslında köylünün yaptığı, çevresindekilere iyilik yapmak adına değil yapılan. Kendi buğdayının kaliteli, güzel olarak kalmasını sağlamak adına yapıyor tüm bunları. Bu örnek bizlere çok şeyler anlatıyor. Eğer çevremizde huzur ve mutluluk içinde yaşamak istiyorsak, mutlaka çevremizin de huzurlu olmasına yardımcı olmalıyız. Demek ki yalnız bizim huzurlu ve varlıklı olmamız yetmiyormuş. İşte rahman kur’an da böyle bir düzenin kurulması için bizlere bir güneş, rehber göndermiş, ama biz o güneşi, rehberi yüksek bir yere asıp, onu herkes anlayamaz diyerek, beşeri veliler edinip, Allahın kurmamızı istediği HUZUR VE MUTLULUK DÜZENİNİ beşerin sözlerine, onların adalet düzenine değiştirmişiz. Rabbim bizleri affetsin. Rabbimden dileğim, paylaşmasını bilen, ondan zevk ve mutluluk alan, onun bilinciyle yaşayan kullarından eylesin bizleri. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ENFAL SURESİ 61......67. AYETLERİN ANLATMAK İSTEDİKLERİ.
Bugün kur’an dan anlamaya, üzerinde düşünmeye çalışacağımız ayetler, Enfal 65–66 ve 67. ayetler olacaktır. Üzerinde durup sizleri düşünmeye davet etmek istediğim iki soru olacak birincisi, Allah 65. ayette iman edenlere güç ve kuvvet verip moral verirken, sizler düşmanın on katına bedelsiniz diye moral veriyor. Fakat daha sonra 66. ayette ise, şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi, dedikten sonra verdiği örnek ise sizden biriniz, düşmandan iki kişiye bedelsiziniz şeklinde örnek vermiştir. Burada yükünüzü hafifletti sözüyle acaba ne demek istiyor Rabbim? Ayrıca yükün hafifletilmesi ile bir önceki ayeti karşılaştırdığımızda, daha önce daha fazla güç ve yardım etmesine rağmen, daha sonra onu azaltmasının nasıl bir bağlantısı olabilir? Sanırım burası çok önemli. 67. ayette ise Allah,( Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz, sözüyle acaba neyi kast ediyor olabilir? Birilerinin söylediği gibi, Allah burada esir alma öldür mü diyor, yoksa esirleri bedel karşılığı serbest bırak mı demek istiyor. Gelin rabbimin izniyle, kur’anı bir bütün olarak düşünerek, tüm bu ayetlerle Rahman bizlere ne anlatmak istiyor, onu anlamaya çalışalım. Önce Enfal suresi 61. ayetten itibaren yazalım ki daha iyi anlayalım. Enfal 61: Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et, çünkü O işitendir, bilendir. 62-Eğer sana hile yapmak isterlerse, şunu bil ki, Allah sana kâfidir. O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir. 63-Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir. 64-Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter. 65-Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. 66-Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) iki yüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle (onlardan) ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir. 67-Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, hâlbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. Konuyu anlayabilmek için 61. Ayetten itibaren baktığımızda, peygamberimize ve iman edenlere saldırılmadığı takdirde, kendisinin de saldırmaması emrini Allah veriyor ve barış yaparlarsa sende yap diyor. Demek ki İslam ı, dini yaymada barışçı bir çözüm amaç edinilmiş. Sana hile yapmak isteyebilirler, ama korkma ben inananların yardımına koşarım diyor ve moral veriyor elçisine. İnananların kalplerini birleştireceğini bir güç oluşturacağını da söylüyor.64. ayette de yine sen merak etme, senin az sayıda olman seni üzmesin, size Allah yeter o yardımcı olur diyor. İşte tam buradan sonra işler farklılaşıyor. Allah iman edenleri savaşa teşvik ediyor, karşı taarruz geçmeleri için değil, iman edenlerin kendilerini savunmak adına savaşa davet ediliyor. Birçok savaşı kazanmalarını sağlıyor, onların sayıca az olmalarına rağmen, Allahın yardımı sayesinde galip gelmelerini sağlıyor. Bu yardım ne yazık ki iman edenlerin içinde bir zafiyet oluşturuyor. Artık nasıl olsa Allah bize yardım ediyor, çok fazla düşünmemize ve çaba göstermemize gerek yok demeye başlıyorlar ve işi gevşek bırakıyorlar. Enfal 65. ayette yine iman edenleri teşvik ve savaşa davet adına moral verirken şöyle söylüyor; Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Yani siz düşmanın onda biri olsanız bile siz galip geleceksiniz diye moral veriyor. Bakın bu iki ayetten, aslında alınacak çok dersler var. Kimisi bu ayeti örnek verip bakın Allah bu ayetten sonra gönderdiği diğer ayetle bunu nesh etmiştir, hükmünü kaldırmıştır deme cehaletini gösterebilmişlerdir. Hâlbuki bu kıssadan çok büyük hisse çıkarmalıyız. Bu moralle savaşa hazırlanan iman edenler daha öncede düşmanın saldırılarından, Allahın yardımıyla, hiç ümit etmedikleri bir durumdan rabbin yardımıyla kurtulmaları, savaşı kazanmaları ve bu ayetinde gelişi neticesinde, iyice gaflete düşen, gevşeyen savaş hazırlıklarında, nasıl olsa Allah yanımızda düşüncesiyle, gerekli önlemleri almayan bir durum oluşuyor. Elbette Rabbim bu yanlış düşünceleriyle, gerekenleri yapmayan, azim ve inancı ile savaşa hazırlanmayanlara bir ders vererek, savaşı kaybetmelerine göz yumuyor, yardım etmiyor. Çünkü Allah çalışanın, çaba gösterenin yanındadır. Ben inandım iman ettim demekle değil, bu yolda azimle çalışmakla ancak Allahın yardımını sağlayabiliriz. Enfal 66. ayetten de anlaşılıyor ki, bu gevşemenin sonunda büyük bir sorunla karşılaşıldığı anlaşılıyor, bize ulaşan bilgilerden şunu da biliyoruz ki, daha sonra savaşı kaybetmeleri sonucunda iniyor bu ayet ve bakın ne diyor Allah? (Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) iki yüz kişiye galip gelir.) Sizde zayıflık olduğunu bildi diyor Rabbim, yani bana güvenip yapmanız gereken hazırlıklarda gevşeklik yaptınız. Artık size verdiğim desteğin bir kısmını çekiyorum, size verdiğim bu desteğimi, size verdiğim güveni sarstınız. İşte burasına dikkat edelim lütfen, bakın Allah ne diyor? Yükünüzü hafifletti. Peki, bu yük ne olabilir? Gelin bunu bir örnekle anlamaya çalışalım. Siz bir işverensiniz, emrinize bir müdür aldınız ve ona o kadar güvendiniz ve öyle yetkilerle donattınız ki, adeta sizin yetkilerinize sahip oldu. Fakat bu kişi öyle büyük bir hata yaptı ki, araştırmadan, soruşturmadan, dikkatsizce birazda büyüklük taslarcasına, bir çalışanın yaptığını söyledikleri bir yanlış işten dolayı, işine son verdi. İşveren olarak bunu siz duydunuz ve araştırdınız, birde baktınız ki kendisine çok güvendiğiniz müdürünüz, araştırmadan, dikkatsizce haksız yere, işçinin işine son verdiğini gördünüz. İşte bu durumda müdürünüzü yanınıza çağırıp şöyle söylediniz kendisine. Size çok güvenmiştim, tüm yetkilerimi sana vermiştim seni desteklemiştim. Fakat ne yazık ki, bu yetki bu yük sana ağır geldi anlaşılıyor. Onun için senin yükünü hafiflettim ve senin yetkilerini sınırlandırdım dediniz. İşte Rabbimde aynen böyle söylüyor. Size düşmanlarınızla savaşınızda yardımcı olacağım diye söz vermiştim. Birçok kez yardımcıda oldum. Fakat siz zayıflık gösterdiniz ve size verdiğim büyük desteğe layık olmadığınızı bana kanıtladınız. Benim elçime gereken yardımı, özveriyi göstermediniz. Onun için size vereceğim desteği azaltıyorum diyor. Burada yükünüzü hafiflettim derken, anlatılmak istenen sanırım anlaşılmıştır. Verilen örnekte, işveren müdürünün üzerine yüklediği sorumluluğu hafifletmemiş olsaydı, yine buna benzer hatalar yapacak ve bu sefer patronu onun işine son verecekti, bu daha kötü bir sonucun doğmasına neden olacaktı. Buradan da şunu çıkartabiliriz. Allah verdiği güçlü desteğin karşılığını bizlerden bekler ve ister. Bunu başaramadığımız zaman da, büyük sorumluluk altına gireriz. Böyle bir durumla karşılaşmamamız içinde, verdiği desteği hafifletip Rahmana karşı sorumluluğumuzu azaltmıştır. Bu ayetten çok ama çok dersler çıkarmalıyız. Dikkat edin ayetin sonunda rabbim, Allah sabredenlerle beraberdir diyerek sabırla, azimle gevşemeden savaşmalarını söylüyor. Enfal suresi 67. ayet o kadar güzel anlamlı bir ayet ki, sanırım içinde fitne ve fesat olanlar, bu sözlerden nefislerinin istediği anlamı çıkaracaklardır. Ayetin başındaki cümleyi önce tekrar yazalım. (Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz.) Bakın Rabbim elçisine nasıl bir görev yapmasını istediğini, ne şekilde İslam dinini ve kur’anı tebliğ etmesinin en doğru olduğu şeklini söylüyor ve ne diyor? Yeryüzünde sana verdiğim görevi tüm topluma tebliğ edip, onlara anlatıp iman etmelerini sağla, bu çabayı gösterip tebliğ görevini yaparken, görev verdiğim hiçbir peygambere insanlara zorla değil, güzellikle bunu anlatmak yaraşır. Hiçbir peygambere insanları esir tutarak, bu dini anlatmak yaraşmaz, yakışmaz diyor. Bakın ayetin devamında bunu zaten açıklıyor anlamak isteyene. (. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, hâlbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.) Sizler yaşarken Dünya hayatını daha çok düşünüyor ve öyle yaşıyorsunuz. Hâlbuki bu hayatı yaşarken güzelliklerle, hayırla yaşayarak, Ahi ret içinde yaşayın diyor. Allah yaptığımız her şeyi, güzellik ve akılla yapmamızı ister bizden. Hiçbir zaman zorla, savaşla, kılıçla dinin yayılmasına izin vermez. Peygamberimizin yaptığı tüm savaşlar, bizzat kendisinin iman etmeyenlere açtığı savaşlar değil, tam tersine peygamberimize açılan savaşlar sonucunda olmuştur. Yani peygamberimizin savaşları savunma amaçlıdır, saldırı değil. Bu ayetlerden bizler, eğer kıssadan hisse aldıysak ne mutlu bizlere. Allahın rehberi bizler için bir güneştir. İçinde fitne ve fesat olmayan, bu güneşin aydınlığından istifade edecektir. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ANADİLDE İBADET KONUSU VE KUR'AN.
Ana dilde ibadet edebilme konusu, ne yazık ki diğer birçok konular da olduğu gibi tartışmalı ve karşılıklı atışmalarla geçmektedir. Bir kısım düşünce ana dilde ibadetin olamayacağını söylerken, bir kısmı ise Allahın anlayarak ve bilerek ibadet etmemizi zaten kur’an istiyor, düşüncesiyle olabileceğini savunmaktadır. Biz iki düşüncenin de fikirlerine, delillerine bakalım ki daha sonrada kur’an ın süzgecinden geçirip, kendimizce düşünüp doğrunun kararını verebilelim. Önce ana dilde ibadet edebileceğimizi savunan düşüncenin delil ve fikirlerine bakalım. (Namazda kuran tercümesinin okunup okunmayacağı tartışmasında " OKUNUR " diyenlerin dayandıkları Sünnet kaynaklı belge, Büyük sahabe Salman FARISI nin yaptığı FATIHA tercümesidir. Daha sonraki fıkhı tespitlere dayanak noktası yapılan bu belgenin, Imam -i Azam Ebu Hanife tarafından fetva mesnedi olarak kullanıldığı Hanefi fıkhının temel kaynaklarından biri olan SERAHSI nin el-Mebsut adli eserinden öğreniyoruz. Belge şudur: İlk Müslümanlardan ve Hz. Peygamber in seçkin arkadaşlarından biri olan İran asilli Selman Farisi Namaz sırasında Fatiha suresinin özgün metnini güzel okuyamadıklarını söyleyen ve bunun yerine Fatiha nin Farsça tercümesini okuyup okuyamayacaklarını soran ırkdaşlarına, bunun olabileceğini bildirmekle kalmamış, Fatiha yi Farsça ya çevirerek kendisine bas vuran kişilere göndermiştir ( Bk. Serahsi; Mebsut,1/36–37 ) Üzerinde olduğumuz konunun Sünnet açısından durumunu daha da önemli kılan başka bir belge vardır: Salman Farisi arkadaşlarının Kendisine başvurması üzerine, Fatiha yi Farsça ya çevirip onlara vermeyi düşündüğünü Peygambere arz etmiş ve ondan onay aldıktan sonra işe girişmiştir. ( Bk. Tacu's-seria; Nihayetu Hasiyeti'l-Hidaye, Kiraat bölümü; Abhülhayy el-leknevi, Hidaye serhi, Dehli,1915 baskisi, sy,86.not:1;MUHAMMED Hamidullah; Kuran-i kerim tarihi ,sy;108 ) Ehlisünnet İnancının temel kabullerine göre,sahabelerin tümü MUKTEDA BIH ( Kendisine uymak dinen caiz olan müctehid ) Durumunda olduklarından, her birinin fetvasıyla ibadet geçerlidir. Buna göre Selman in uygulaması başka hiç bir kanıt aramaksızın, Fatiha nin çevirisi ile ibadet edilmesini sağlamaya yetecektir. Nitekim Hanefi fıkıhçılar Fatiha nin çevirisi ile Namazın geçerliliğine HÜKMEDERKEN sürekli bicimde Selman in uygulamasına atıf yapmışlardır. SAFII FAKIHI MUHAMMED B. Abdurrahman ed-DIMASKI nin eseriden Konuyu ustalıkla özetleyen bir kaç satiri vermek istiyorum: IMAM-I AZAM EBU HANIFE söyle demiştir: Namaz kılan kişi isterse Arapça özgün metni okur, isterse Farsça çevirisini. Ebu Hanife nin Baş öğrencilerinden olan İmam Ebu Yusuf ve İmam MUHAMMED söyle demişlerdir: Eğer fatiha yi Arapça metninden güzel okuyabiliyorsa Başka bir şeyi veya fatiha nin çevirisini okuması yeterli olmaz. Ama eğer Arapça metni güzel okuyamıyorsa, Fatiha nin kendi dilinden çevirisini okur. Bu da onun için yeterli olur. (Dimaski, MUHAMMED b. Abdurrahman; Rahmetu'l-Umme fi Ihtilafi'l-Eimme, Kiraatu's-Salat Bahsi ) Hanefi Fıkhının babası ve birinci derecede söz sahibi olan Imam-i Azam ın Kuran tercümesi ile ibadet meselesindeki Görüşleri ACIK ve KESINDIR : Arap dilini bilen ve Kuran ı güzel bir telaffuz ile okuyabilenler de dâhil, namazda Fatiha yı tercümesinden okuyan herkesin namazı geçerlidir. Büyük imam ın Bu fetvası herhangi bir mazeret veya zaruret kaydına bağlanmamıştır. Mutlak ve genel bir FIKHI görüştür.BIR GENEL FETVADIR. İmamı Azam ın bu fetvasına göre, bir Müslüman örneğin Arap asıllı olsa veya Arapçayı öğrenip güzelce okuyabilse dahi, Kuran ın çevirisi ile namaz kılabilir. Bunu yapabilmesi için kendisinden bir Mazeret istenmez. İmamı Azam Görüsünün Hanefi FUKAHASINCA ayrıntılanan gerekçesi söyle özetlenir. Kuran kâğıtlarda Yazılmış ve bizim Okuduğumuz Lafızlar değildir. Esas kuran o lafızların taşıdığı manadır ki, bir kelam-i nefsi ( ALLAH ın zati ile var olmaya devam eden söz ) olarak kalıptan kalıba dökülür. O kalıplar sonradan yaratılmış ( Muhdes ) Varlıklardır. Oysaki esas Kuran, MAHLÛK olmayan bir manadır. Hiç kuskusuz O,öncekilerin Zübürlerinde de vardı ( Şuara suresi,42 ) Buyrulması da bu gerçeği gösterir. O halde esasi itibari ile mana olan KURAN ı Arapça lafız yerine, başka lafızlardaki çevirisinden Okumak mümkündür. “Kaldı ki çeviri ile namaz kılmaya cevaz veren mutlak müçtehid sadece İmam-ı Âzam değildir. Tâbiûn nesli bilginlerinin tartışmasız hocası ve önderi olan ve tüm alanlarda müçtehid ve otorite kabul edilen Hasan el-Basrî (ölm. 110 / 728) ile Sûfî-bilgin Habîb el-Acemî de (öl. 120 / 737) bu konuda imamı Âzam gibi düşünmektedir. Ensarî (Abdülali Muhammed b. Nizamuddîn), Fevâtihu’r- Rahamût adlı eserinde bize şunları söylüyor: “Mazeret halinde Kur’ân tercümesi ile namaz kılmak konusunda imameyn (İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed) de İmam-ı Âzam’la aynı görüştedir. Velilerin ve âriflerin tacı, tarikat silsilelerinin halkalarından biri ve muhaddislerle (hadis ilmi ile uğraşanlarla), müçtehidlerin baş tacı Hasan el-Basrî’nin yakın dostu Habîb el-Acemî, Arapçaya dili çok yatkın olmadığı için namazlarında Kur’ân’ın Farsça tercümesini okurdu. Şimdide ana dilde ibadete karşı çıkan düşüncenin bu fikre karşı ne söylediklerine bakalım. İmam-ı Azam’ a, İran’ da yaşayan ve kitle halinde Müslümanlığı seçen bir topluluktan şöyle bir talep gelir. Biz Müslüman olduk ancak Arapça bilmiyoruz. Kendi dilimizde ibadet edebilir miyiz? Büyük İmam şu fetvayı verir: Orijinal metinlerini ezberleyene kadar kendi dilinizde ibadet edebilirsiniz. Cevap gayet açık ve nettir. İmam-ı Azam, anadilde ibadet konusuna ancak böyle bir durumda; o da orijinal metnin ezberlenmesine kadar ruhsat vermiştir.Bunun dışında, anadilde ibadet konusunda bir ruhsat yoktur. Bir başka düşüncede fikrini söyle anlatıyor. Öncelikle ibadetten kastın ne olduğunu ifade etmek lâzım. Eğer kişi dua edecekse bunu ana dilinde yapmasında hiçbir beis yoktur. Yalnız Arapça dua makbul olsaydı, pek çok insanın Allah’a sığınma ihtiyacı karşılanamaz, Arapça öğrenemeyenler dua gibi büyük bir hazineden mahrum kalırlardı. Bu durum elbette hikmet ve hakikate muhalif olacağından, her dilde dua edilmesi caizdir. İmanı elde eden insan mânisiz, müdahalesiz, engelsiz; her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde rahmet hazinelerinin maliki ve mutluluk definelerinin sahibi olan ezel ebed padişahının huzuruna girip ihtiyaçlarını arz edebilir; dua vesilesiyle Allah’ın nihayetsiz rahmetini bulup, sonsuz kudretine dayanarak mükemmel bir ferah ve süruru kazanabilir. İşte bu kapı Almanca ile de açılır, Fransızca ile de açılır, Felemenkçe ile de Türkçe ile de açılır. Madem öyledir; o hâlde namazı da anadilimizle kılalım, namaz surelerini Türkçe okuyalım denilirse bu son derece tehlikelidir, İslâm’ın ruhuyla ters düşmektir, daha açık ifadeyle bidâtttır, sapıklıktır. Yukarıda sizlere naklettiğim ana dilde ibadeti kabul eden ve kesinlikle karşı çıkan iki düşünceyi okuduk. Doğrusu bizler ne yazık ki aklı bir kenara koyup, beşerin rivayetleri ne göre iman etmeyi daha uygun görmüş ve kur’an ne söylüyor rahman ne anlatıyor diye çok fazla merak etmemişiz. Ana dilde ibadete karşı çıkan düşüncenin verdiği örnek düşündürücüdür. İmamı Azamın geçici olarak ana dilde ibadetini normal gören, fakat daha sonra Arapçayı öğrenme mecburiyeti getirmesini normal karşılayan düşünceyi, bana göre iyi analiz etmeliyiz. Acaba bir beşer, bu her kim olursa olsun. Rabbin vermediği bir ruhsatı, izni geçici olarak kullanabilir ve bunu geçici meşru kılabilir mi? Gelin bu konuyu yukarıdaki bilgiler ışığında değil, Rabbin rehberinden yola çıkarak anlamaya ve düşünmeye çalışalım. Çünkü yukarıdaki rivayet ve hadis bilgileri dâhil, yani ana dilde ibadete onay veren bilgilerde, karşı çıkan düşüncede beşerin nakil yoluyla ilettikleridir. Her iki düşüncede yanlış olabilir, yada doğru olabilir, çünkü en emin yol KUR’AN dır. Bizler kesin kanıtları, delilleri ne olursa olsun Allah ın rehberinden aklımızla, mantığımızla bulmalıyız. En doğru yolda budur. Kur’anı anladığı dilde okuyan bir insan, Rabbin ayetleri sonunda onlarca ayetinde, bizleri söylediği ayeti düşünmemizi, akıl yoluyla mantığımızı kullanmamızı emreder. Yani ben ayetleri indirdim, koşulsuz inanacaksın demek yerine, sözlerimi okuyun, düşünün aklınızı kullanın der. Bunu söyleyen Rahman tüm yarattığı kullarının kendi ana dilinde, indirdiği kur’anı okumasına karşı çıkar mı? Bundan dolayıdır ki bizler, İslam dini için, AKIL DİNİDİR DERİZ. Gelin bizde böyle yapalım ve bu konuyu bizzat kendimiz rabbin rehberinden yola çıkarak, acaba Allah ana dilde ibadet etmemize izin veriyor mu, bunu anlamaya çalışalım. Bildiğiniz gibi Allah ın ilk emri okumaktır, peki nasıl okumak diye bir soru gelir hemen akla. Bakın Allah nasıl okumaktan bahsediyor. Bakara 121: Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim onu inkâr ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Allah acaba bizlere gönderdiği kitabı gereği gibi okumakla, neyi kastediyor olabilir. Çünkü ona iman edenlerin onu gereği gibi okuyacaklarını söylüyor. Bizler çocuklarımıza ders çalışmaları konusunda uyarırken, ne söyleriz? Oğlum ya da kızım, elindeki kitabı gereği gibi oku, yani anlayarak oku aklın başka yerde olmasın. Öğretmenin soru sorduğunda doğru cevap veresin diye uyarırız çocuklarımızı. Hemen düşünelim, bizler KUR’ANI gereği gibi yani anlayarak, tüm ayetler arsında bağlantıyı kurup, Rabbin ne söylediğini, bizlerin nasıl bir insan olmamız gerektiğinin tebliğini anlayabilmemiz için hangi dilden okumalıyız? Arapça dersek, biz Arapça bilmiyoruz, bu durumda gereği gibi okumamız mümkün değil. Günümüzde hatırlayınız kurslarda kur’anı okumasını öğretiyorlar, acaba gereği gibi mi okuyoruz dersiniz? Demek ki gereği gibi okumak ve anlayabilmek için anladığımız dilden okumamız şart. Şimdide Nisa suresi 82. ayete bakalım. Nisa 82: Kur'an'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başka birinin katından gelseydi, elbette ki onun içinde birçok ihtilaf bulacaklardı. Allah çok açık ve net bizlerin kur’anı anladığımız dilden okumamız istiyor. Yoksa kur’anı iyice okuyup düşünmüyorlar mı der mi? Anlamını bilmeden okuyan ayetler hakkında nasıl düşünsün ve anlasın. Bir örnek daha vermek istiyorum sanırım bu ayet hepsine bedel. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Yüceler yücesi Allah size rehber olsun diye indirdim dediği kitap tan, huzuruma geldiğinizde hesap soracağım diyor bizlere. Bu durumda Allah kur’anı nasıl okumamızı istiyor olabilir? Tabi dikkatle okuyup, anlayarak okumamızı istiyor. Buda anladığımız dilden okumakla olur. Bunun tersini nasıl düşünür de savunuruz? Şimdide şunu düşünelim, acaba kur’anın vermek istediği bilgiler, sözcüklerinde mi, yoksa manasında mıdır? Allah yemin ederek kolaylaştırdım diyorsa, açık ve anlaşılır gönderdim açıklamasını da yapıyorsa, elbette gizli manaları olacak şekilde, herkesin anlayamayacağı bir tarzda göndermesi de mümkün olmayacaktır. Kur’anın başka dile çevrilmeyeceğini söyleyip, kur’an da ki bir kelimenin anlamı, başka hiçbir dilde karşılığının olmadığını söylemek, Rabbin tüm âleme, kâinata, cihana anlayacağı bir kitap göndermemiş demekle aynıdır. Eğer bunu savunursak tüm insanları kur’anın güneşinden, rehberliğinden mahrum bırakmış oluruz ve kur’anın anlatmak istediği manasından, anlamından uzaklaştırıp, Arapçanın dilini kutsamış oluruz, bunu da unutmayalım. Bunun tersini düşünmek, Rabbin adaletini sorgulamak olur. Zor anlaşılır bir kitap gönderip, daha sonra hesap sormak rabbin adaletine asla sığmaz. Bir beşer yazdığı kitabı, tüm Dünya dillerine çevrilebiliyor ve tüm insanlık faydalanıyorsa, Allah katından gelen kitaba her dile çevrilmez, çevrilirse anlamı bozulur demek, KUR’ANIN evrenselliğine balta vurmak olur. Rabbim bundan korusun bizleri. Aslında çok fazla örnek verilebilir, fakat ana dilimizde namaz kılarken ibadet yapabileceğimize dair, apaçık kanıt aşağıdaki ayette sizce çok açık anlaşılmıyor mu? Yazımızın başında ana dilde ibadeti namaz dışında dua ederken savunan kardeşimiz, acaba aşağıdaki ayetlere Rabbimden namazlarında nasıl yardım isteyecek? Bilmediği bir dilde yardım istemesi mümkün olmadığını savunursak, Arapça bilmeyen Allah tan namazla yardım isteyemeyecek mi? Lütfen ayetler üzerinde düşününüz. Bakara 153: Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir. Bakara 45: Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır. Sizlere sormak isterim, eğer namazlarımızda kur’an dilinden başka bir dil kullanılmaz diyor ve bunda iddia ediyorsak, acaba Arap olmayanlar namazlarında nasıl Yüce Rabbimden yardım dilesin? Şimdi birisi çıkıp şöyle diyebilir. Nasıl dua edileceğine dair ayetler var, onları okusun. Doğrudur duaların en güzeline birçok örnekler vardır kur’an da. Bende hemen sormak isterim, acaba Allah böyle bir sınırlama yapmış mıdır? Yani size dua edecek örnekleri verdim, onlarla dua edin mi demiştir? Elbette hayır, Yüce Rabbim her konuda namazla kendisinden yardım istenebileceği kapısını ardına kadar açık bırakmıştır, aklınıza ne gelirse her yardımı Yüce Rabbimden namazla dileyebiliriz, hem de anlayarak, bilerek, huşu ile. Yüce Rabbin koymadığı bir yasağı kimse koyamaz. Bizler Yüce Rabbin ruhundan bir parçasıyız, onun lisanı yoktur. Bizlerin içinden geçirdiğimizi, isteklerimizi dili bir kenara bırakın manen zaten bilir. Biz insanlar sözcüklere muhtacız, ama rahman muhtaç değildir. Lütfen artık İslam ı şahlandıralım. Kur’anı duvara asılacak bir kitap olmaktan çıkarıp, anlayarak okuyalım ve anlayarak namazlarımızı kılıp, Yüce Rabbimden niyazda bulunalım, ondan yardım isteyelim. Allah o günkü topluma bakın eğer ben size Arapça bir kur’an indirmeseydim, bana şunları söyleyecektiniz diyor. Fussilet 44; Eğer biz onu başka dilde bir Kuran yapsaydık onlar mutlaka, "Onun ayetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?" derlerdi…. Allah ayetlerini o kadar güzel açıklıyor ki, tabi anlayana anlamak isteyene. Allah size Arapça kur’an indirmeseydim, bana itiraz edip sitem edecektiniz diyor. Ayetleri açıkça anlaşılır göndermeniz gerekmez miydi, biz Arap toplumuyuz ve peygamberimiz Arap, ama siz başka dilde bir kitap mı gönderdiniz diyecektiniz diyor. İşte Allah ın Arapça bir kur’an göndermesinin nedeni bu dostlar, daha açık nasıl söylesin Yüce Rabbim? Ana dilde ibadet yapmanın günah olduğunu söyleyenlere, namazda Allah tan kendi dili ile yardım isteyemeyeceğini söyleyenlere, aynı mantıkla şunu sormak isterim; Arapça bilmeyen bir Türk toplumu ve Arapçadan başka dile çevrilmeyen bir kitap ve Rabbim anlamadığımız bir dilden bir rehber gönderip, daha sonrada bizi bu kitaptan mı hesaba çekecek? Sorduğum soruyu herkes kendi nefisine sormalıdır. Kur’an ile irtibatı olanlar, onun rehberliğinden güneşinden istifade edenler, eminim ki bu sorunun doğru cevabını verecektir. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'AN GERÇEĞİNİN FARKINDA OLMAK....
Günümüz de bizler, İslam ı nasıl anlamaya çalışıyor ve yaşıyoruz hiç düşündünüz mü? Kendimizden bir emek harcıyor da kur’anın rehberliğinden faydalanıyor muyuz dersiniz? Bu soruyu önce kendimize soralım. Alacağımız cevap çok önemli. Eğer kendimiz bir çaba göstermiyor da, Rabbin rehberinde neler yazıyor hiç farkında değilsek, sanırım gittiğimiz yolun Allahın doğru yolu olduğunu bilemeyiz. Bizlere, sen okusan da kur’andan anlayamazsın denmişte bizler onlara inanmışsak, zaten kur’an ile temasımız kesilmiş demektir. Kur’anı anlayarak okumak günahtır diyorlarsa, şunu sakın unutmayınız, birileri bizden bir şeyler saklıyor demektir. Allah sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, Rabbim anlaşılması zor bir kitap asla göndermez. Yemin ederek birçok kez tekrarlayıp, bu kitabı sizler için kolaylaştırdım diyorsa Rabbim, gelin beşerin sözlerine değil, RABBİN SÖZLERİNE İNANALIM. Bizler günümüzde ne yazık ki, İslam dinini kur’an dan değil, geçmiş çağlarda insanların kur’andan ne anladıklarını okuyarak anlamaya çalışıyoruz. Rabbim her çağa hitap eden bir rehber göndermiş ise, bu kitabın anlatmak istediklerini de yine yaşadığımız çağa göre, yaşadığımız şartların getirdiği sorunların paralelinde, onu anlamamız gerekmektedir. Sizlere bu konu ile ilgili çok güzel değerlendirmesi olan, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi olan, Prof. Dr. Yunus Vehbi YAVUZ Hocanın, bir yazısından alıntı yapmak istiyorum. Gerçekten günümüzde bizler, İslam dinini nasıl anlamaya çalışıyoruz ve nasıl bir yol izliyoruz, bu konuda bana göre çok yerinde, isabetli tespitlerini hiç yorum yapmadan sizlere naklederek, faydalanacağınızı umuyorum. (Kanımca, Kur’an’ı anlamak, onun engin mesajlarını algılamak bugün ve her gün yaşayan insanların en önemli meselesidir. Çünkü Kur’an sadece Müslümanlara değil, tüm insanlara gönderilmiş ilahî bir kitaptır. Fakat özellikle ona inanan Müslümanların çağa göre ondan mesaj alması çok büyük bir önem arz ediyor. Biz geleneksel bir anlayış çerçevesinde Kur’an’ı bugün anlamıyoruz, belki bizden öncekilerin ondan ne anladıklarını anlamaya çalışıyoruz; yine biz Kur’an’dan yararlanmıyoruz, belki öncekilerin yararlandıklarından yararlanmaya çalışıyoruz. Bunun anlamı şudur: Biz Kur’an’ı çağımıza göre anlamıyoruz, ondan yararlanmıyoruz. Başka bir ifade ile biz Kur’an’ı anlamıyoruz, onu başkalarının kafası ile anlıyoruz, yani düşünmeksizin anlamaya çalışıyoruz. Başkalarının Kur’an’ı tarihte nasıl anladıklarını anlıyoruz da onun için anlayamıyoruz; başkalarının anlattıklarını anlatıyoruz da onun için anlatamıyoruz; onun için ondan yararlanamıyoruz. Bunları anlamak da anlamaktır, yararlanmak da yararlanmaktır, fakat çağdaş bir anlama, çağdaş bir yararlanma değil, belki tarihteki olguların hikaye edilmesi, bugünün toplumlarının idrakine sunulmasıdır. Bunun pratikte büyük bir yararı olmasa da tarihî bir değeri vardır. Bundan ancak, ilim adamları istifade eder, değerlendirmeler yaparak günümüzde nasıl anlamamız gerektiği noktasında bizlere ışık tutar. Oysa, Kur’an’ı anlamak, onun anlattıklarını anlamaktır; onun verdiği mesajları almaktır, yoksa başkalarının aldığı mesajı almak, anladığını anlamak, ya da anlatmak değil. Kur’an’ı anlamak onun mesajı ile çağ arasında kuvvetli bir bağ kurmaktır. İşte tefsir kitapları bize başkalarının Kur’an’dan ne anladıklarını anlatmakta; tefsir âlimlerinin yaşadıkları çağda Kur’an’dan anladıkları mesajı yansıtmaktadır. Yine Kur’an’dan yararlanmak, öncekilerin yararlandıklarından yararlanmak değil, onun mesajlarını çağımızın ihtiyaçlarına göre aklederek ondan yararlanmaktır. Kurtuluşu yakalayabilmek için, biz Kur’an’ı ölülere değil, dirilere okumalıyız; ölmüş kalpleri Kur’an’ın diriltici nefesleri ile diriltmeliyiz; biraz da bu ilahî mesajı kendimiz yararlanmak için, çağımızın sorunlarına çözüm aramak için okumalıyız. Asırlarca biz, Kur’an’ı anlamadan çok okuduk, biraz da anlayarak okumaya çalışmalıyız. Bugüne kadar kul kitaplarını Allah’ın kitabının önüne alarak hep onlardan yararlanmaya çalıştık, artık biraz da Allah’ın Kitabını öne alarak ondan yararlanmaya çalışmalıyız. Bilmeliyiz ki, bizi ayağa kaldıracak olan kitap Kur’an’dır. Kur’an kendini savunan kitaptır. Onun savunmaya , propagandaya, korunmaya ihtiyacı yoktur. Olsa olsa kullar Kur’an’ın tanınmasına hizmet edebilirler. Kur’an’a hizmet çerçevesinde kul olarak bize düşen görev Kur’an ile toplum arasında oluşan duvarları yıkmak, Kur’an güneşi ile bu dünya hayatı arasındaki kara bulutları dağıtmaktan ibarettir. Tabiri caiz ise, bizim görevimiz, güneşi insanlara göstermektir, onu savunmak değil. Bunu yapabilirsek kendimizi bahtiyar sayabiliriz. ) Yukarıdaki gerçekler, günümüz İslam yaşamının apaçık tespitleridir. Bu güzel açıklamalarından dolayı, bu yazıyı kaleme alandan, Allah binlerce kez razı olsun. Rabbin ayetinde söylediği gibi, gözlerde perde yoksa gönül ve kulaklar mühürlü değilse, kur’anın ışığını, parıltısını kesinlikle görecektir kullarım diyor. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'AN MI TEMEL BELİRLEYİCİDİR, HADİSLERMİ?
KUR'AN MI TEMEL BELİRLEYİCİDİR, HADİSLER Mİ? Şükrü Hüseyinoğlu Rabbimiz tarih boyunca çoğu defa birbirine karıştırılan hakla bâtılın arasını açmak üzere çeşitli dönemlerde insanlar arasından elçiler seçmiş ve onlara insanların tâbi olmaları gereken ölçüleri vahiy etmiştir. Hz. Muhammed, hidayet önderi olarak seçilen son elçi, ona bildirilen Kur’an vahyi de vahiy halkasının son temsilcisi olmuştur. Hz. Peygamber ve beraberindeki ilk nesil, tüm benlikleriyle, âlemlerin Rabbi yüce Allah’ın insanlığın kurtuluşu için yeryüzüne saldığı son ip (Hablullah) olan Kur’an’a yönelmiş, tasavvur ve şahsiyetlerini onunla inşa etmişlerdir. “Onlara bir ayet getirmediğin zaman: ‘Sen onu derleyip-toplasana' derler. De ki: Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir, iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir.” (A’râf 7 / 203) Kur’ani beyanında ve benzeri birçok ayette de ifadesini bulduğu üzere Hz. Peygamber, kendisine vahyolunan Kur’an’a tâbi olmaktan, onun hükümlerini pratize etmekten başka bir şey yapmıyordu. Hz. Aişe validemizin, kendisinden Hz. Peygamber’i anlatmasını talep edenlere “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı Kur’an’dı”[1] şeklinde cevap vermesi de bu gerçeğin ifadesinden başka bir şey değildi. Hz. Aişe, Allah Resulü’nün (a. s.), Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş hali olarak yaşadığını çok iyi bildiği için, Allah Resulü’ne herhangi bir söz nispet edildiğini işittiğinde hemen o sözü Kur’an’ın süzgecinden geçirir, Kur’an’ın ölçüleriyle örtüşmeyen rivayetleri kesin olarak reddederdi. Bedruddin ez-Zerkeşi’nin kaleme aldığı ve Hz. Aişe’nin Kur’an’a aykırı bulduğu için reddettiği rivayetlerden örneklere yer verdiği “Hz. Aişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler” adlı kitabı[2], bu konuda önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır. Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber adına Kur’an’a aykırı sözler uydurulmasına geçit vermeyen Kur’an merkezli bu titiz tutumu sonraki dönemlerde Müslümanlar arasında hep yaşatılmakla birlikte, özellikle hicri 2 ve 3. yy’larda hadislerin tedvini sürecinde hadis rivayetlerinin Kur’an’a arzını önceleyen metin tenkidi yöntemi yerine, sened zincirlerinin incelenmesine dayalı sened tenkidi yönteminin öne çıkarılması, bu alanda Kur’an’ın hakemliğini önemli ölçüde devre dışı bırakan bir gelişme olmuştur. Bu yöntem değişikliğiyle birlikte, hadis rivayetlerinin Kur’an’la örtüşüp örtüşmediği değil, hadis ravilerinin güvenilir olup olmadıkları üzerinde yoğunlaşılmaya başlanmış, bu da gerek farklı fırkaların iyi niyetlerle hadis uydurma tutumunun, gerekse muharref kültürlere mensup kötü niyetli kimselerin Müslüman görüntüsü altında hadis uydurmaya yönelmesinin önünü açmıştır. Bu büyük kırılmaya bir de Şafii’nin hadisleri de Kur’an gibi vahy ürünü olarak gören ve böylece Kur’an’ın hakemliğini/belirleyiciliğini buharlaştıran yaklaşımının giderek genel kabul halini alması eklenince, hadis kültürü tamamen Kur’an’ın kontrolü dışına çıkartılmış, “yürüyen Kur’an” olan Allah Resulü adına Kur’an dışı bir kültür ve din anlayışı oluşturulmasına zemin kazandırılmıştır. Böylece Kur’an temel belirleyici olmaktan çıkarılmış, hadis rivayetleri Kur’an’a arz edilecek ve hadis rivayetleri Kur’an’la değerlendirilecek yerde, yer yer apaçık Kur’an ayetleri hadis rivayetlerine tâbi kılınmaya çalışılmış, böylece İslam’ın yapısı tamamen ters yüz edilmiştir. Bu söylediklerimizi somut bir örnekle açmak istiyoruz. Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsa’nın akıbeti ile ilgili şu apaçık beyanlarda bulunmuştur: “Onlar hileye başvurdular, Allah da onların tuzağını boşa çıkardı. Allah hileleri boşa çıkaranların en hayırlısıdır. O zaman Allah şöyle dedi: Ey İsa, şüphesiz ki seni öldüreceğim, seni kendime yükselteceğim ve seni inkârcılardan temizleyeceğim. Hem sana uyanları, kıyamete kadar o küfredenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz banadır, ayrılığa düştüğünüz hususlarda aranızda hükmedeceğim.” (Âl-i İmran 3 / 54 – 55) “Ve Allah demişti ki: Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara: 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki tanrı edinin' dedin?. Hâşâ, dedi, sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin, sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise senin nefsinde olanı bilmem, çünkü gaybları bilen yalnız sensin, sen. Ben onlara sadece, senin bana emrettiklerini söyledim. Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. Aralarında olduğum müddetçe onlara şahit idim, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen yalnız sen oldun. Sen her şeyi görensin.” (Maide 5 / 116-117) Kur’an’da Hz. İsa’nın vefat ettiği bu şekilde apaçık ifadelerle bildirildiği halde, tarihsel süreçte Ehl-i Kitab’ın muharref kültürünün hadis uydurmacılığı yoluyla Müslümanlar arasında yaygınlaştırılmasıyla, Hz. İsa’nın ölmediği ve kıyamet öncesi yeniden yeryüzüne gönderileceği inançları ortaya çıkmış ve yerleşik hale gelmiştir. Müslümanların bu konudaki inançlarını Kur’an’ın apaçık beyanları yerine, önemli ölçüde kaynağı muharref kültürlere dayanan rivayetler oluşturur olmuştur. Tefsir yazarı Elmalılı M. Hamdi Yazır, “Hak Dini Kur’an Dili” adlı ünlü tefsirinde, Âl-i İmran Sûresi 55. ayeti şu şekilde yorumlamaktadır: “Teveffi kelimesi, ‘vefa’ mastarından alınmış olarak esas lügat ta ‘ıstıfa’ gibi tamamen kabzedip almaktır. Fakat ruh sahiplerine ve bilhassa insanla ilgili olduğu zaman vefat ettirmek, yani eceline yetiştirip ruhunu almak manasında açık ve meşhurdur. Buna göre bir delil bulunmadıkça, başka bir mana ile tevili caiz değildir. Fakat burada mekir manasıyla ilgisi bulunmak üzere Nisa Suresi’nde “Onu öldürmediler ve asmadılar, fakat (öldürdükleri) kendilerine (İsa’ya) benzetildi” (Nisa 4/154) ayeti onların Mesih Meryem Oğlu İsa Peygamberi öldüremediklerini ve asamadıklarını ve fakat şüpheye düşürüldüklerini açıkça beyan etmiş, Hz. Peygamber’den de: “İsa ölmedi, kıyamet gününden önce size dönecektir” hadisi şerifi de varid olmuş bulunduğundan buradaki ‘seni öldüreceğim’ kelimesinin, az çok zahir dışı bir mana ile tevil olunması gerekmiştir… İslam inancında İsa vefat etmemiştir ve fakat kıyametten önce vefat edecektir. Demek ki İsa’nın son hali de budur.”[3] Görüldüğü üzere ortada apaçık Kur’ani beyanların bulunduğu bir konuda bile, bu Kur’ani beyanlar yerine konuyla ilgili hadis rivayetleri temel belirleyici kılınmış ve Kur’an’ın apaçık beyanları hadis rivayetleri yönünde tevile tâbi tutulmuştur. Oysa doğrusu, Kur’ani beyanların hadis rivayetlerine göre tevili değil, hadis rivayetlerinin Kur’an’a arzı ve Kur’an’la sağlamasının yapılmasıdır. Başta da belirttiğimiz gibi Hz. Aişe’nin yaptığı tam da buydu. Müslümanlar olarak, yeniden Kur’an’a yönelmek, Kur’an’ı bilgi, akide ve amelimizin merkezine yerleştirmekten başka çıkar yolumuz yoktur. Hz. Peygamber’i ve onun sünnetini doğru anlamak ve muharref kültürlerin sızmalarına karşı sünneti asli haliyle muhafaza etmek de, Kur’an’a yönelmekten ve Kur’an’ı temel belirleyici/hakem kılmaktan geçmektedir. Tarihsel süreçte yaşanan kırılmaları ve alt üst oluşları başka türlü tamir etmek mümkün değildir. [1] Muslim, Salatu’l-Musafirin, 139 [2] Hz. Aişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler, Bedruddin ez-Zerkeşi, Kitabiyat Yayınları [3] M. Hamdi Yazır, Hak dini Kur’an Dili, C. 2, Sh. 371–372, 375–376, Azim Dağıtım