Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

halukgta

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

halukgta tarafından postalanan herşey

  1. Günümüzde bizlere peygamberimizin hadisidir diye aktardıkları bazı hadisler vardır ki, biraz düşündüğünüzde ne kuran süzgecinden geçer, nede aklın mantığın süzgecinden. Sizlere bir örnekler vermek istiyorum, bizler ne yazık ki peygamberimizin sözüdür dediklerinde bu sözlerin gerçekten peygamberimizin sözü olup olmadığını, Kuran ile karşılaştırmadan kabul ediyoruz. Buda bizleri Allahın emrettiği İslam’dan uzaklaştırıyor, bazı hurafe hadisler adeta Kur’anın çizdiği yoldan bizleri saptırıyor. Günümüzde öyle bir inanç var ki, Haç konusunda eğer paranız var fakat sağlığınız izin vermiyorsa, parasını vermek şartıyla bir başkasını kendi adınıza hac görevi yaptırabileceğinize inanılır. Bu konuda da yine her zaman olduğu gibi peygamberimiz üzerinden sözler sarf edilip, açıkça Allahın elçisine iftiralar atılmaktadır. Bakın buna inanan insanlar, bu konuda neler söylüyor? Bedel yolu ile hac, üzerine hac farz olmuş bir kişinin bu ibadeti yerine getirmekten aciz olması ve bu acizliğinin de devamlı olması sebebi ile kendisi yerine başka birisini göndermesiyle olur. Veda haccı sırasında bir kadın; Ya Resulullah babam haccın farz oluşuna yetişti, ihtiyar olduğu için deve üzerinde duramıyor, ona vekâleten ben haccetsem olur mu? Deyince resulullah(s.a.v) Evet olur diye buyurdu. (Buhari) Ya Resulullah Annem hac etmeyi adamıştı, fakat bunu yapamadan öldü. Onun yerine ben haccedebilir miyim? Diye sorunca şöyle buyurdular; Evet onun yerine hac yap, ananın üzerinde bir kul borcu olsaydı, onu öderdin değil mi? Allah a olan borçlarınızı veriniz. Zira o ödenmeye daha layıktır. (Buhari) Vekâleten hacca gidilebileceğini savunanların tek delilleri bu rivayetlerdir. İslam rivayetlere göre değil, Rabbin hükümlerine göre yaşanır. Bakalım kur'anın bütünlüğünde Allah buna müsaade ediyor mu? Başkası adına hac görevini yapma konusunda çok daha detaylı bilgiler verilmiş, şimdi bu sözleri ve peygamberimizin söylediğini belirttikleri sözlerin, gerçekten Allahın resulüne ait olup olmadığını gelin önce kurana, daha sonrada akla mantığa uyup uymadığına bakalım. Hac ibadeti tıpkı namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek gibi kuranın bizzat kulun bizzat yapmasını istediği ibadetlerdir. Allah hiç kimsenin bir başkasının yerine ibadet yapamayacağını söyler. Haç konusu da böyle bir ibadettir. Aliimran 97: Açık-seçik deliller, İbrahim’in makamı vardır orada. Oraya giren, güvene ermiş olur. Yoluna gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse hiç kuşkusuz, Allah bütün âlemlere muhtaç olmayacak bir Gani’dir. Allah ayetinde açık bir şekilde gücü yeten hac görevini yerine getirsin diyor. Burada gücü yeten sözüyle hem maddi yönden, hem de sağlık yönünden gücü yeten anlamındadır. Eğer Rahman maddi gücü olup, sağlığı yetmeyen başkasını vekâletle gönderebilir deseydi, bunu kabul edebilirdik, demediğine göre bunu söylemek apaçık Rabbin vermediği bir ruhsatı, hükmü vermek demektir, bunun cezasını düşünmek bile istemiyorum. Bir insan düşünün oruç tutamıyor rahatsız, Allah bu konuda nasıl bir yöntem uygulamış hatırlayalım. Eğer Ramazandan sonra iyi olursanız orucunuzu tutun. Yok, oruç tutmaya sağlığınız uzun süre elvermeyecekse maddi durumunuz iyiyse, bir kişiyi doyurunuz hayır yapınız diyor. Yine hastalığınız yüzünden namaz kılamayacak kadar hastaysanız, birisine para verip kendi adınıza namaz kıldırabilir misiniz? Eğer hayır kıldıramazsınız diyorsanız, hacca gitmekte aynı şeydir. Çünkü ayakta namaz kılamıyorsanız her konumda Rabbe yönelmenin yollarını Allah kuranda açıklamıştır. Hiç kimseye kendi ibadetinizi parayla yaptıramazsınız. Kuranı anlayan onun ipine sarılmış hiçbir Müslüman, bir başkasının yerine parayla hacca gidilebileceğine inanmaz. Birileri işin kolayını bulmuş ve İslam a öyle bir nifak sokmuş ki, çık çıkabilirsen işin içinden. Allah hac ibadetini bizlere farz kılmasının önemli bir nedeni vardır. Orada mahşeri bir kalabalığın verdiği duyguyu tatmak ve rahmana benliğimizi, ruhumuzu teslim ederek, huşu içinde yüz binlerin secde etmesinin verdiği hazı, duyguyu tatmaktır amaç. Bizim yerimize bir başkasının bu duyguyu tatmasının bizlere ne faydası olabilir? Elbette oraya gidecek parası olmayan insanları para verip göndermenin mutluluğunu tatmak ve onun sevabından faydalanmak güzeldir, doğrudur ama kendi yerimize hac yaptırmak, rabbin verdiği bir ruhsat asla değildir. Nasıl kendi yerimize parasını verip namaz kıldıramıyor, oruç tutturamıyorsak, yine parasını verip kendi yerimize kimseyi hacca gönderemeyeceğimizi bilelim. Ne yazık ki Diyanet İşleri Başkanlığı dahi, bu yanlışa onay vermekte, parası olup ta gidemeyen birisinin, kendi yerine vekâlet vererek, bir başkasını hacca gönderebileceğini söyleyebilmektedir. Rabbin vermediği bir yetkiyi, ruhsatı kimse veremez. Dini Rabbin Kitabına göre yaşamak istiyorsak, onun verdiği ruhsatın, iznin dışına asla çıkamayacağımızı unutmayalım. Bunun tersini söyleyenlere kanmakla ancak kendimizi kandırırız bunu bilelim. Biz Müslümanların peygamberimize karşı sevgisini ve ona karşı aşırı duygusal zaafımızı anlayanlar, onun üzerinden sözlerle, bizleri asılsız bilgilerle ne hale sokmuşlar. Tüm bu yanlış inançlardan kurtulabilmemiz için, Kuranı anlayarak birçok kez okumalıyız ve kuranı bir bütün olarak düşünmeliyiz. Rahman bu kitabı bizler için bir rehber olsun diye gönderdim diyorsa, ona danışmadan hiçbir söze inanmamalıyız. Oruç ve namaz konusunda birçok detay veren Rabbim, eğer hastalığı yüzünden gücü yetmeyenin yerine vekâletle başkasını hacca gönderebilir diye bir açıklama yapmadıysa, bunları söyleyenlere asla inanmamalıyız. Her bilgi kuran süzgecinden geçirilmelidir, geçiyorsa başımızın tacıdır. Allah ne diyor? ( Enfal sur.22. Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir.) SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  2. Eklemeyi unuttuğum bir konuyu açıklama gereği duydum. Eğer yazının başında verdiğim bu cümleyi şöyle anlarsak kesinlikle doğrudur diyebiliriz. Peygamberimizi anlamak için Allahın sünneti yani kur'anı anlamaktan geçer dersek doğrudur. Yok eğer peygamberimizin sünnetinden peygamberimizi anlamak anlamı çıkartılırsa, bizi yanlışa götürür. Bu yazımı yazmamın asıl nedenide budur. Saygılarımla halukgta
  3. Okuduğum bir yazının başlığında peygamberimizi anlamanın yolunun bakın nereden geçtiğini söylüyor, başlığı aynen yazıyorum. PEYGAMBERİ ANLAMAK SÜNNETULLAH'IN ÇEMBERİNDEN GEÇER. İlk bakışta masum görünen bu düşünce, acaba günümüze kadar ulaşan ve peygamberimizin sözleri, sünnetidir diye bizlere iletilen, birçok bilginin arkasından gidip, hiç araştırmadan ayrım yapmadan, karşılaştıracak bir bilgiye sahip olmadan, peygamberimizi anlamaya çalışmamız doğru olur mu dersiniz? Doğruluğunu karşılaştıracağımız bir bilgiyi önceden almadıysak, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamamız mümkün olabilir mi sizce? Bunu söylemek yerine, peygamberimizi doğru anlamanın yolunun KUR’ANdan geçtiğini söyleyerek, O yürüyen bir kur’andı, peygamberimizi anlamak, tanımak ve onun sünnetini yani hayat tarzını hayatına geçirmek isteyenin yolu, KUR’ANDAN GEÇMELİDİR demek, daha doğru, daha mantıklı ve garanti bir yok değil midir sizce? Gelin okuduğum yazının başlığından yola çıkalım, gerçekten Peygamberimizi anlamak, onun gibi yaşamak, onun felsefesini kendi hayatımıza geçirmek istemenin yolu, yöntemi bugün bizlere tüm mezheplerin inandığı, ama aynı konuda bile birbirinden çok farkları olan, rivayetler yolu ile ulaşmış bilgilerden yola çıkarak, peygamberimizin sünnetidir dedikleri tüm bilgilerden, sözlerden faydalanıp, acaba peygamberimizi doğru anlamak mümkün olabilir mi, gelin bunun üzerinde birlikte düşünelim. Allah aklı boşuna vermemiş, düşünün ve öyle hareket edin, yaptıklarınızdan hesap vereceksiniz diye bizleri boşuna uyarmıyor. Bakın Rabbim bizleri nasıl uyarıyor ve her söylenene inanmanın yanlış olduğunu, bu konuda dikkatli olmamızı, yoksa yaptıklarımızdan sorumlu tutulacağımızı nasıl bildiriyor bizlere ve uyarıyor. İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Yüce Rabbim çok net bir uyarı yapıyor bizlere ve diyor ki; Emin olmadığın sözlere inanma, yoksa sorumlu tutarım sizleri. Önce şunu netleştirelim, en güvenilir ve doğru bilgi kaynağı bizler için hangisidir? Elbette KUR’AN. Çünkü rabbin korumasında da ondan. Ya bizlere iletilen peygamberimizin sözüdür dedikleri diğer bilgiler, sözler kimin korumasında diye kendimize sorsak, nasıl bir cevap vermeliyiz? Bunun cevabını herkes kendisine vermelidir, sanırım cevabı çok açık. Bu durumda kur’ana uyan, onun süzgecinden, onayından geçen, kur’an dışından her bilgiye de korkmadan doğrudur diyebiliriz, yeter ki kur’anın onayından geçsin. Bizlere peygamberimizin hayatından, yaşamından, sözlerinden örnekler verenlere karşı tavrımız çok net belli demektir bu durumda. Bu bilgiler eğer kur’ana uyuyor onun onayından geçiyorsa, kesinlikle doğru kabul edebiliriz ve bizler bu bilgilerden kesinlikle faydalanmalıyız. Çünkü peygamberimizin yürüyen bir kur’an olduğunu bizler söylemiyor muyuz zaten. Peki, neden söylüyoruz bu sözü, şimdide ona bakalım. Bakalım söylediğimizle inandığımız birbirini tutuyor mu? Allah’a ve Resulüne itaat edin; umulur ki merhamet olunursunuz.”(Ali İmran 132) Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, onu altından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur.”(Nisa 13) De ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.(Ali İmran 31). Yukarıdaki ayetlerde Rabbim görev verdiği elçisine uymamızı emrediyor, peki neden bu kadar kesin bir emir vermiş olabilir? Allah ı seven bana itaat etsin diyecek kadar kesin bir emrin verilmesinin nedeni ne olabilir? Bizler buradan şunu çıkarabilir miyiz? Allah kur’an ile birçok hükümler indirmiş, indirmediği bazı hükümleri de elçisi hüküm versin, onun için ona itaat etmeyi Alla a itaatle aynı kılıyor diyebilir miyiz? Eğer buna inanırsak Allah korusun kur’anda çelişki yaratırız ve birçok ayetine de iman etmemiş oluruz. İşin kötüsü bu bir şirktir, sanki rabbimle elçisini aynı konuma getirmiş, aynı yetkileri vermiş oluruz. Hâlbuki kur’an buna şiddetle karşı çıkar ve HÜKÜM YALNIZ ALLAH INDIR DİYEDE BELİRTİR. Yüce Rabbim görev verdiği elçisinin görevini daha kolay yapması için ona itaati kesin kılar, acaba elçisine bu görevi nasıl yapması için telkinde bulunur ve nasıl kesin emirler verir, hatta onu görevi konusunda uyarır, gelin birde ona bakalım. Maide 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Hakka 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45 Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. İsra 74: Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin.75. Bu durumda, biz sana, hayatında kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın. Yüce Rabbim elçisine uymamızı emrediyor ama işi de sıkı tuttuğunu bizlere iletiyor. Dikkat ederseniz Rabbim elçisine nasıl kesin emirler veriyor ve uyarıyor. Siz olsaydınız Yüce Rabbimin bu kesin ihtarından ve tehdidinden sonra, Allahın gönderdiği ve tebliğ etmesini istediği hükümlere tek bir kelime ekleme cesaretinde bulunabilir miydiniz? Elbette bulunamazdınız, zaten peygamberimizde böyle yapmıştır. Onun içindir ki bizlere peygamberimizin sözüdür dedikleri bilgileri, mutlaka kur’an süzgecinden geçirmeliyiz. Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız, peygamberimizin o günde büyük düşmanları vardı, bugünde var. Onun sözlerini değiştirip, ona mal edenler o günde vardı, bugünde var hep olacak tır da, bunu hiç unutmayalım. Hz. İsa yı ve dini yaymak için çevresinde, ona yardım eden 12 havarisini düşünün lütfen. İsa peygamberimize ihanet edenin bu on iki kişi içinden birisinin olduğunu sakın unutmayınız. Allah bu büyük örneği boşuna vermiyor bizlere, ibret alalım ve iman adına bizlere yaklaşacaklara çok dikkat edelim diye bizleri uyarıyor, elbette anlayana anlamak isteyene. Bu bilgiler ışığında şimdi sizlere soruyorum, peygamberimizi doğru anlamanın ve tanımanın yolu, günümüzde hurafelerle dolu hadisleri, hiç ayıklamadan, onları anlamaya çalışmakla mı peygamberimizi daha iyi anlayabiliriz, yoksa kur’anı hayatına geçiren bir elçi olarak onu tanımanın yolu, KUR’ANIN ÇEMBERİNDENMİ GEÇER? Kur’anı doğru anlamayan bir insanın, peygamberimizi de doğru anlamasının mümkün olamayacağına göre, peygamberimizi doğru anlamak isteyen, onun adını kullanıp yalan ve iftiraları ona isnat edenleri temizlemek isteyeninin takip edeceği yol, önce KUR’ANI ANLADIĞI DİLDEN BİRÇOK KEZ OKUYUP, ANLAMAK OLMASI GEREKMEZMİ SİZCE? Peygamberimiz bizleri uyarmış ve bakın neler söylemiştir bu konu ile ilgili. ( ALLAH RESULU BUYURUYOR:”KİM BENİM AĞZIMDAN BİLEREK HADİS UYDURURSA, CEHENNEMDEKİ YERİNİ HAZIRLASIN.”(Müslim) “BENİM AĞZIMDAN YALAN SÖYLEMEK BAŞKA BİRİNİN AĞZINDAN YALAN SÖYLEMEYE BENZEMEZ.”(Müslim) Kur’anı ve Rabbin emirlerini birinci elden almamış KUR’ANIN ÇEMBERİNDEN GEREKTİĞİ GİBİ GEÇMEMİŞ bir insan, acaba aşağıdaki sözleri peygamberimizin sözüdür dediklerinde, O örnek önder elçiyi, peygamberimizi nasıl tanır, doğru anlar mı, bununda yorumunu sizlere bırakıyorum. —Yanında ben anıldığım halde üzerime salât etmeyen kişinin burnu yere sürtülsün. —Yanında adım anıldığı halde bana salatü selam getirmeyen kimse perişan olsun. _Bir insanın başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadına kocasına secde etmesini emrederdim. _Kadınların dinleri ve akılları eksiktir. -“Kadınları göze çarpan odalarda oturtmayın, yazıyı da öğretmeyin. Dikiş öğretin ve nur suresini de iyi öğretin” -“Uğursuzluk kadında, evde ve attadır. -“Kadınlara danışın fakat söylediklerinin aksini yapın.” -“Kadınların akılları şehvetlerindendir. -“Namazı kat eten şeyler köpek, eşek, domuz ve kadındır.” Sizlere sormak istiyorum, buna benzer yüzlerce yalan yanlış ve iftira olan, peygamberimizin sözleridir diye o kadar iftiralar var ki, hadis diye günümüze kadar gelen, eğer kur’anın özüne inmemiş, onun rehberliğinden faydalanmamış bir insan ise bir kişi, nasıl olurda bu ve buna benzer kur’an süzgecinden geçmemiş sözlerden peygamberimizi doğru anlar? Kur’an dan habersiz milyonlarca Müslüman ne yazık ki bu şekilde peygamberimizi anlamaya çalıştığı için, peygamberimize atılan iftirayı da gerçek sanarak, O örnek insanın, rehberimizin sekiz yaşında bir kızla evlendiğini söyleyenlere, ne yazık ki inanma gafletinde bulunmuşlardır. PEYGAMBERİMİZİ DOĞRU ANLAMANIN YOLU KUR’ANIN ÇEMBERİNDEN GEÇER. Kur’anı anlamak için çaba gösteren bir insan ise, peygamberimizin yaşamını aktaran sünnetinden, yani hadislerinden de doğru faydalanır. Onun adına uydurulan tüm sözleri çıkarır atar, kabul etmez ve inananları da uyarır. Rabbim, elçisi vasıtasıyla öyle bir kitap göndermiştir ki bizlere, ona sarılan dosdoğru yolu bulacaktır. Bakın ne söylüyor Rabbim? Araf 2–3: Bu, kendisiyle uyarasın diye ve müminlere bir ihtar olmak üzere sana indirilen bir kitaptır; sakın bundan dolayı yüreğinde bir sıkıntı olmasın. (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Yaratan gönderdiği kur’anı bizler için uyarıcı, rehber ve ihtar olsun diye gönderildiğini söylüyor. Uymayanlar için elçisine üzülme diyor. Fakat bizlere de hitap ederek kesin emrini bildiriyor ve diyor ki; ), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın.) Peki, bizler Rabbin bu uyarısını dinliyor muyuz? Yorum sizlerin. Çünkü herkes hesabını kendisi verecektir. Kur’an uyarıcılık görevini gerçekten o kadar güzel açık ve net yapıyor ki, sanırım bunları görmeyenler ancak bunları okumayanlardır derim. Eğer tebliğ alıp görmezden gelenler varsa, bunu düşünmek bile istemiyorum. Bakın peygamberimiz bizleri yalnız ve yalnız neyle uyardığını söylüyor, yani yaşamında ilham aldığı kaynağın ne olduğunu söylüyor bizlere. Enam 19: Sor: "Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Bu Kuran bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım. Enbiya 45 De ki: "Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum." Ama sağırlar, uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler ki! Tam burada şu hatırlatmayı yapmak istiyorum, bu ayeti örnek gösterdiğimde, sorumlu olduğumuz peygamberimize gelen vahiy yalnız kur’an ile sınırlı değildir diyenler var. Ona kur’an dışından da vahiyler gelmiştir deniyor. Şimdi soralım kendimize diyelim ki bu kardeşlerimiz haklı, acaba Rabbim öyle olsaydı aşağıdaki sözü söyler miydi? Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Düşünebiliyor musunuz Allah sizlere ilettiğim kur’andan hesaba çekeceğim ondan sorumlusunuz diye açıkca söyleyecek, daha sonra kur’anda hiç bahsedilmeyen hükümlerden de bizleri hesaba çekeceğini sorumlu olduğumuzu, nasıl söyleyebiliriz? Sanırım bunları söyleyenlerin KUR’ANDAN ÇOK UZAK OLDUKLARI BELLİ OLUYOR. Bu durumda böyle yanlış bilgilerle donatılmış bir insan, NASIL OLURDA PEYGAMBERİMİZİ DOĞRU ANLAYABİLİR? Demek ki önce kur’ana bizzat müracaat edeceğiz, onu anlamak için çaba gösterip, daha sonrada peygamberimizi anlamaya çalışacağız ki, onu doğru anlayabilelim. Rabbim sarılmamız gereken kitabı, bizlere çok net işaret ediyor ve bakın ne diyor. Araf 170; Kitap’a sımsıkı sarılıp, namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz. Sormak isterim, acaba hangi kitaba sarılmamızı istiyor Rabbim? Elbette kur’ana. Eğer sarılmamız gerekene doğru sarılırsak, onu iyi anlarsak, peygamberimizin hayatını, örnek yaşamını da doğru anlama imkânını buluruz. Böylece onun gerçek sünnetini de, nifak tohumu ekenlerin tuzaklarından kurtularak yaşamış oluruz. Rabbin kelamını anlayarak okuyana bir rahmet, bir kılavuz olduğu çok açık. Bakın rabbim bizlere gelen kur’an ayetleri için ne diyor? Enam 104: Gerçek şu ki, size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim. Rabbimizden gelen kur’an ayetlerinin bizler için GÖNÜL GÖZLERİ olduğunu söylüyor ayet ve bakın ne diyor? KİM GÖRÜRSE KENDİ YARARINA, KİM KÖRLÜK EDERSE KENDİ ZARARINA. Demek ki ayetler bir kısmımızın gönül gözünü açıyor, bir kısmımızın açmıyor ki, Yaratan bunu söylüyor. Aynı kitabı okumamıza rağmen demek ki bir kısmımız, bazı yanlış bilgilerin etkisinde bakıyoruz ki kur’ana, Rabbin gerçeklerini göremeyebiliyoruz. Buradan şunu çıkartabiliriz; Kur’ana müracaat edip gönül gözleri açık olan, peygamberimizin gerçek hayatını, örnek yaşamını, sünnetini yalan ve yanlışlardan arındırıp öğrenecektir. Bir işi anlamaya çalışırken, yanlış yerden başlarsak sonucu da yanlış olacaktır. Peygamberimizi anlamak, onun örnekliğinden, sünnetinden faydalanmak istiyorsak, önce KURANIN ÇEMBERİNDEN GEÇMELİYİZ ki, Allahın elçisi BAŞÖĞRETMEN Hz. Muhammet S.A.V de doğru anlayabilelim. Yoksa birilerinin bataklığında batmaktan, şeytanın esiri olmaktan asla kurtulamayız, İşin kötüsü bunun farkına bile varamayız, taki huzura gidinceye kadar. Allah bu durumdan bizleri korusun. Rabbimden dileğim cümlemizin, önce KUR’ANIN ÇEMBERİNDEN GEÇEN KULLARINDAN OLMAMIZ. Bu çemberden geçenleri hiç kimse kandıramaz, aldatamaz. Bir binayı yaparken, tüm işçiler, mühendislerin çizdiği plandan, hesaptan nasıl uzakta hiçbir iş yapamıyorsa, bizlerde sapasağlam bir dinin temellerini atmak istiyorsak, biz insanların mühendisi olan Yüce Rabbin rehberinden, kitabından asla uzak dini oluşturmamalıyız. Mühendisin hesabı dışına çıkan bir bina nasıl ayakta kalamayacaksa, Rabbin rehberinden uzak yaşacağımız dinin temelleri de o kadar zayıf, çürük ve hatalı olacaktır, elbette ayakta kalması ve bizlere mutluluk getirmesi, yararlı olması da mümkün olmayacaktır. Lokman hekime sormuşlar. Bilgeliğini kimlerden aldın diye. Bakın ne güzel ve anlamlı cevap vermiş. KÖRLERDEN DİYE CEVAP VERMİŞ. ÇÜNKÜ ONLAR YOKLAMADAN ADIM ATMAZLAR. Dostlar, din kardeşlerim gelin bizlerde şeytanın tuzağına düşmemek için, Lokman hekimin sözlerinden yola çıkalım. Din ve iman adına bizlere söylenen her şeyi Rabbin rehberinden KUR’AN DAN YOKLAYALIM, BAKALIM, ONA DANIŞALIM. GELİN ÖNCE KUR’ANI ANLAYALIM DAHA SONRADA PEYGAMBERİMİZİ ANLAMAYA ÇALIŞALIM. EĞER BU İŞE TERSTEN BAŞLARSAK, NE KUR’ANI ANLAYABİLİRİZ NE BİZLERE ÖRNEK OLAN PEYGAMBERİMİZİ ANLAYABİLİRİZ. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  4. Bizlere dinler arası diyalog diye yutturulan, ama aslında ülkemizde ılımlı İslam adı altında kurmaya çalıştıkları düzenin, İslam a verdiği zararları hiçe sayanlar, elbet bir gün hem insanlık âlemine hem de Rabbime hesap vereceklerdir. Bakın papa dinler arası diyalog planı için ne diyor. ( Dinler arası diyalog, kilise'nin bütün insanları kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. (jean paul ii. redemptoris missio roma: 1991). Şimdide dinler arası diyalogun ülkemizde ki temsilcisi neler söylüyor bir bakalım, hem de Allah ın Kuranda Yahudiler ve hrstiyanlar için söylediği ayetler hakkında sözlerine dikkat edelim, birilerine sırf hoş görünmek için ne büyük cesaret bu sözler. (Yahudi ve Hıristiyanları kınayan ve azarlayan ayetleri çok sert buluyorum, bu ayetler ya Muhammed a.s döneminde yaşayan ya da kendi peygamberleri döneminde yaşayan bazı Yahudi ve Hıristiyanlar hakkındadır. (küresel barışa doğru: 45. sh.) Ne dersiniz nasılda tam onların istediği bir yorum değil mi? Allah affetsin. Bir örnek daha verelim Yahudi ve Hıristiyan kardeşlerimizi (!) memnun etmek için, bakın neler söylemiş. (Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü yani Muhammed Allah’ın resulüdür kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır." (küresel barışa doğru: 131. sh) Doğrusu çok fazla yoruma gerek yok sanırım. Yahudi ve Hıristiyanlar için Rabbin ayetleri unutulmuş görünüyor çok üzücü. Bu sözlerin kimin sözleri olduğunu sanırım anladınız, bilmiyorsanız ve kimin diyorsanız hala, doğrusu ismini de söylesem hiç fark etmeyecek demektir. Üzerimizde oynanan oyunun farkında değilsek, olamıyorsak oyunun sonuna katlanmasını da bilmeliyiz. Birileri ensemizde boza pişirmeye kalktığında, yahu ne yapıyorsun sen deme hakkını çoktan kaybetmişiz demektir. Allah akıl vermiş kulum kullansın diye. Eğer kullanmıyorsa kulu aklını, doğacak belalardan da Rabbim e sığınma hakkını kaybetmişiz demektir, bu durumdan Allah bizleri korusun. Sizlere ben kurana iman eden bir Müslüman olarak şöyle bir söz söylesem ve benim ardıma düşün desem bana ne dersiniz? ("nihai hedefe ulaşana kadar, yani sonuca ulaşıncaya kadar, her yöntem, her yol mubahtır. Bunun içerisine yalan söylemek de, insanları aldatmak da girer" ) Desem, benim ardıma düşer, sözlerime inanır mısınız? Cevabınızı nefsinize verin, çünkü bu sorunun cevabı kurana iman eden birisi için zaten bellidir. Peygamberimizi düşünün lütfen, Allah ın emrettiği düzeni kurmak için, İslam ı yaymak, ona inanmayanlarla acaba böyle bir yol, yöntem mi izlemiştir dersiniz? Ama bunun da cevabı belli olan bu sorunun günümüzde uygulaması nasıl yapılıyor, biraz önce söylediklerimi hatırlayın. Bunu da günümüzde ki olayları hatırlayıp, küçük bir araştırma yaptığınızda göreceksiniz. İşte bizler kimlerin ardı sıra gidiyoruz, işte bizler Rabbin kitabından uzak İslam ı nasıl yaşıyoruz, ondan sonrada Yüceler Yücesi rabbimden yardım bekliyoruz. Allah bizlerin gönül gözünü açık, gözlerine perde inmemiş kullarından eylesin. Yoksa hakkı batıl, batılı hak görmemiz işten bile değildir. Rabbim bizlere yardım et ne olur. Ülkemiz insanının artık Kuran gerçeklerini görmesini sağla, Kuran ile Allah ile aldatanların kapanına düşürme bizleri ne olur. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  5. Bizler kıymetli bir eşya alırken kılı kırk yarar araştırır, soruşturur öyle alırız. Alacağımız eşyanın, malın en güzelini en sağlamını almak için azami çaba gösteririz bu iş içinde zaman harcarız. Peki dostlar, acaba dinimizin inancımızın temellerini oluşturan kuralların doğruluğunu, sağlamlığını aynı şekilde araştırıyor muyuz, onun içinde aynı zamanı harcıyor muyuz dersiniz? Hiç sanmıyorum, bizler ne yazık ki nefsimizin esiri olmuş, bu Dünyanın zevkine gözleri kapalı dalmış, onun zevkiyle sarhoş olmuş insanlar olarak, İslam’ın gerçek değerleriyle uğraşacak vakti, ona ayırma gereği bile duymuyoruz. Zaman ayırdığını iddia edenlerde genelde ne yazık ki Rabbin rehberine zaman ayırmak yerine, beşerin sözlerine genelde zaman ayırdığını görüyoruz. Bugün sizlere, yaptığımız yanlışlara küçük bir örnek vermek istiyorum. İşin kötüsü de kur’anı rehber almayışımız sonucu, onun adaletinden habersiz oluşumuz sonucunda, peygamberimizin adını kullanarak, kasıtlı ya da istem dışı düşünmeden iyi niyetle söylenen yanlış sözleri ayıramadığımızın, çok açık bir örneğini sizlere hatırlatmak istiyorum. Kur’an adaleti emreder bizlere. Hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağını ne yaparsak karşılığının bulunacağı, hardal tanesi kadar yapılanın hesap günü karşımıza çıkacağı örneğini verir kur’an bizlere. Allah büyük günahlardan sakınmamız gerektiğini hatırlatarak, diğerlerini bana dua etmeniz benden yardım dilemeniz şartıyla affedebileceğinin müjdesini verir. Fakat ne yazıktır ki bizler genelde dinimizi Rabbin rehberinden öğrenmeyip, beşeri bilgilerle İslam ı yaşamayı seçtiğimiz için büyük hatalar yapar, gerçeklerden uzak yaşarız. Sizlere vermek istediğim şu örneği lütfen önce hiçbir etki altında kalmadan aklınızın ve mantığınızın, değer yargılarına göre değerlendirmenizi istiyorum. Acaba aşağıdaki sözleri peygamberimiz söylemiş midir, bu sözler kur’anın hükümlerine uyuyor mu? Ya da bu sözü söylemişse aslında nasıl söylemiş olabilir, gelin bunun üzerinde birlikte kur’an ışığında düşünelim. —La ilahe illallah Muhammed en Resulullah diyen kimse ateşe (cehenneme) girmez. Cehennem ona haram kılınmıştır” —La ilahe illallah diyenin günahları silinir, yerine o kadar sevap yazılır. Yukarıdaki sözleri gerçekten peygamberimiz söylemiş olabilir mi? Gelin kur’an ışığında düşünelim, eğer onay alıyorsak rehberden o zaman doğrudur diyelim. Önce akıl ve mantık süzgecinden geçirebiliyor muyuz bu sözleri, buna bakalım. Bir insan Allaha ve peygamberine inandığını söylemekle, yaptığı tüm kötülüklerden günahlardan kurtulabilir mi? Birde üstüne üstlük bunu tekrar ederek kurtulduğu günahların yerine, o kadar sevap alabilir mi? Sanırım bunun adaletle, hukukla yakından uzaktan bir ilgisinin olamayacağını mantıkla izah etmenin bir yolu asla olamaz. Mantığın ve aklın kabul etmediğini, kur’anın da onay vermeyeceğini gelin birlikte görelim. Şimdide gelin Yüce Rabbin kitabına bakalım, acaba bu kadar kolay mı yaptığımız yanlışlardan, sapkınlıklardan, günahlardan kurtulmanın yolu? Karşımızdaki insanın hakkını hukukunu hiçe sayacağız, ona elimizden gelen zulmü yaptıktan sonrada, La ilahe illallah Muhammed en Resulullah diyerek, bu yaptıklarımızın cezasından kurtulacağız? Sanırım bu cümleleri okurken bile siz böyle bir adaletin doğru olamayacağını düşündüğünüzü biliyorum. Peki, bu sözlere nasıl olurda inanan onca Müslüman kardeşimiz vardır dersiniz? Ben bunu şöyle değerlendiriyorum. Ya Rabbin kelamıyla hiç müşerref olmamış ona danışmamış, ya da okuyup tebliğ aldığı halde bunları görmezden gelenler için, hani birçok kez Rabbim şöyle söyler bu insanlar için; Ben onların gözlerine perde, kulaklarına ve gönlüne mühür vurmuşumdur diyor ya, sanırım böyle bir durum olsa gerek. Başka bir açıklamasını göremiyorum. Şimdide Rabbin kitabına bakalım ne diyor ve bizleri nasıl uyarıyor? Nahl 76: Allah, şu iki kişiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şey beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, doğru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse eşit olur mu? Enbiya 47: Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiç bir nefis hiç bir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak biz yeteriz. Hicr 92–93: Rabbin hakkı için, Biz onların hepsine mutlaka ve muhakkak bütün yaptıklarını soracağız. Değerli dostlar, sizce yukarıdaki sözlerden bir cümleyle kurtulacağımızı, hesap sorulmayacağını bağışlanacağımızı ve tüm günahlardan kurtulabileceğimizi mi anladınız? Allah her şeyden nice örnekler verdim dediği kitabında, bu türlü sözlerle kendilerini kandıranlara, oyalayanlara çok güzel sesleniyor ve bakın ne diyor iman eden kullarına ve dikkatlerini çekiyor. Necm 32: Öyle kişilerdir ki onlar, günahın büyüklerinden ve *********liklerden çekinip kaçınırlar. Bazı küçük sürçmeler hariç. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin affı geniş olandır. Sizi en iyi bilen O'dur: Hem sizi topraktan oluşturduğu zaman hem de annelerinizin karınlarında ceninler halinde bulunduğunuz zaman. O halde kendi kendinizi temize çıkmış göstermeyin; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur. Gerçekten Yüce Rabbim İman edenlere büyük günahlardan sakının, benden af dileyenin affını kabul ederim der, ama kendi kendinizi temize çıkarmayın diye de uyarır. Demek ki kimin sakındığını, kimin takvaca üstün olduğunu rabbim yalnız ben bilirim diyorsa, bizler de kendimizce işin kolay yolunu bulmaya çalışmamalıyız. Allah bakın günah ve sevap konusundaki adaletini nasıl bildiriyor bizlere. Enam 160: Kim bir güzellikle gelirse ona, getirdiğinin on katı var. Kötülükle gelene ise yaptığının kadarından fazla ceza verilmez. Onlar, haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şunu asla unutmamalıyız ki hesaba çekilmeyecek hiç kimsenin olmadığını çok açık bir şekilde söylüyor Rabbim ve diyor ki, gönderilen elçileri de hesaba çekeceğiz. Allahın güvenine mazhar olmuş elçilerini bile hesaba çekeceğini söylüyor da, kendi günahları için dua etmesini istiyorsa elçisinden, sanırım bizlerin işinin bu kadar kolay olmayacağını çok iyi bilmemiz gerektiğinin artık farkına varmalıyız. Araf sur.6.ayet: Yemin olsun, kendilerine elçi gönderilenleri muhakkak hesaba çekeceğiz; gönderilen elçileri de mutlaka hesaba çekeceğiz. Yüce rabbim Allah aşkıyla iman yolunda giden, secdelerinde Alla a duada, niyazda bulunan zamanını boş geçirmeyen kulları için bakın nasıl dua ederler diyor bizlere. Furkan 65: Ve şöyle yakarırlar: "Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzak tut! Doğrusu, onun azabı inatçı ve yapışkandır.66. Ne kötü bir durak yeridir o (KARARGÂH), ne kötü bir dinlenme( KONAKLAMA) yeri. Bizler işin kolay yolunu bulmuş kendimizi inandık, iman ettik demekle temize çıkararak, bize cehennem azabının hiç dokunmayacağını söyler dururuz. Fakat bakın Rabbim gerçek iman edenler ne diyormuş ve neye inanıyormuş ve nasıl dua ediyorlarmış, ayeti anlamaya çalışalım şimdi de. Cehennem azabının insanlar üzerine adeta yapıştığını ve kurtulmanın zor olduğunun bilinciyle Rabbine yalvarıyor ve bakın cehennem hakkında ayetin sonunda ne diyor, bence dikkatle bu sözlerin üzerinde düşünelim.(Ne kötü bir durak yeridir o(KARARGÂH), ne kötü bir dinlenme ( KONAKLAMA) yeri.) Burada anlatılmak istenen iki önemli nokta var. Birincisi durak, karargâh yeri olması, diğeri ise dinlenme, konaklama yeri. Dikkat ederseniz çok farklı iki anlamı olan sözcüklerle anlatılmak isteniyor. Birincisinde kalınacak, durulacak son nokta, diğerinde ise kötü bir dinlenme, konaklama yeri. Dinlenme yeri derken de, geçici ama bir müddet kalınacak hiç istenmeyen bir yer olduğu anlaşılıyor. Burada sorulacak bir soru var sanırım. Ne kadar kalınacak. İşte Rabbim bu konuda hiçbir açıklama yapmadığı halde bizler, yine kendimizi temize çıkarmak adına kolayını bulmuş ve ne diyoruz biliyor musunuz? İman ettiğini söyleyen Müslümanlar burada hiç kalmayıp, cehennem ateşi bizleri hiç yakmayacak ve buradan geçmek ve görmek maksadıyla geçeceğimizi söyleyebiliyoruz. Allah bizleri affetsin. İşte beşerin adaleti. Yaptıkları onca kötülüklerden nede güzel sıyrılıyoruz, kurtuluyoruz. Hâlbuki bakın yine Furkan suresi 65. ayette verdiğim örnekte olduğu gibi, Rabbim ne diyordu bizlere. Meryem 71: İçinizden oraya uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, Rabbin üzerinde kesinleşmiş bir hükümdür. 72 Sonra biz, korunup sakınanları kurtaracağız. Zalimleri de orada dizleri üzerinde çökmüş bırakacağız. Yukarıdaki ayeti, Rabbin sözlerini lütfen anlamaya çalışalım. Allah içinizden hiç kimse yok ki cehenneme uğramayacak olmasın diyor ve bu bilginin kesin bir hüküm olduğunu da belirtiyor. Fakat bu hükmün devamında ise yine yüce Rabbin adaletini görüyoruz ve bakın nasıl bir müjde veriyor iman edenlere.( Sonra biz, korunup sakınanları kurtaracağız.) Demek ki iman eden, kendisini koruyan, kullarını daha sonra Rabbin kurtaracağını söylüyor. Burada ki sözcükte önemli. Dikkat ederseniz kurtarılmaktan söz ediyor Rabbim. Demek ki iman edenler bir esaret altında, zor bir durumda ki Rabbim onları kurtaracağını söylüyor bulundukları yerden, zalimleri iman etmeyenleri ise dizleri üstünde çökmüş cehennemde ebedi bırakacağını bildiriyor. Dikkat ederseniz kimin ne kadar kalacağı konusunda hiçbir bilgi vermiyor. Dikkatle düşünmemiz gereken konu iman edenlerin kurtarılacak olması. Kurtarılma sözü kimin için söylenir? Zor bir durum içinde olanlar için elbette. Bizlere düşen açıklanmayan bir konuda yorum yapmak yerine, burada en az kalmanın yolunu aramak olmalıdır. Peki, Rabbin kendi katında olan bir bilgi hakkında açıklama yapmadıysa bizler kendimizce bilmediğimiz konularda açıklama yapıp, ondan sonrada bu bilginin Allah katından olduğunu söyleyebilir miyiz? İşte yaptığımız en büyük yanlışta buradan kaynaklanıyor zaten. Rabbimin hiç açıklamadıkları bilgileri, bizler kendimizce ilaveler yaparak açıklamakla ve bunlar Allah katındandır demekle, haramın en büyüğünü işlediğimizin farkında bile değiliz. Bakın bunu yapanları Rabbim nasıl uyarıyor. Araf 33; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. Ayeti dikkatle incelediğimizde, Allah hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi ve Allah katında bilmediğimiz şeyleri söylememizi HARAM kıldığını söylüyor. İşte yaptığımız yanlışın nerelere ulaştığının üzücü kanıtıdır. Haram sözcüğünü kur’anda geçen yine haram kıldım dediği konularla lütfen karşılaştırınız. İşte o zaman yaptığımız yanlışın farkına daha iyi varacağımıza inanıyorum. Allah oraya uğramayacak hiç kimse yoktur diye hüküm verdiyse, yine cehennemim çok kötü durak yeri ve kötü bir dinlenme yeri olduğu açıklamasını da yaptıktan sonra, iman eden korunan kullarını kurtaracağı müjdesini verdiyse rabbim, bizlere düşen açıklanmayan konularda fikir yürütmek olmamalıdır. Bizlerin yapması gereken, Rabbin rehberinden feyiz alarak onun yolundan yürümeye çalışıp, en az hata yapmanın yollarını arayıp, cehennemde O KÖTÜ DİNLENME YERİNDE, EN AZ KALMANIN YOLLARINI ARAMALIYIZ. Bizler Rabbin açıklamadığı konuların peşinde koşmak yerine, açıklanan ve apaçık hükümler verilen, örneklerle açıklama yapılarak, anlatılanlardan dersler çıkarıp, YÜCE RABBİM E YAKIŞIR BİR KUL OLMANIN, YOLUNU ARAMALIYIZ. Yukarıda örnek verdiğim La ilahe illallah Muhammed en Resulullah diyen kimse ateşe (cehenneme) girmez, Cehennem ona haram kılınmıştır sözünü, acaba peygamberimiz bu şekliyle mi söylemiştir? Yoksa La ilahe illallah Muhammed en Resulullah diyen kimse bu sözü özde, benliğinde yaşadığında cehennemde en az konaklayan ümmetim olacaktır demiş olması daha büyük ihtimal değil midir sizce? Yorum sizlerin. Doğruyu gerçek doğruyu Rabbim bilir. Bizlere düşen Rabbin rehberiyle yaşamak tüm söylenenleri onun süzgecinden geçirmek ve imanımızı onun nuruyla güçlendirmek, yön vermek olmalıdır. Dilerim Rabbimden, bizler Yüce Rabbim e yakışır bir kul olup, o kötü dinlenme yerinde en az kalan kulları arasında oluruz. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  6. Değerli dostlar, biz insanoğlu olarak bu Dünyada bir evimiz birde arabamız olmasını çok isteriz. Daha açıkçası iki anahtar peşinde koşarız yaşamımız boyunca. Çünkü o iki anahtarı almak, yaşantımızın kalitesini önemli ölçüde etkiler. Aslında bir anahtarın daha peşindeyizdir, bu Dünya da kalıcı olmadığımızı hatırladığımızda, o anahtarın peşinden gitmenin, ona sahip olmanın hep kolay yollarını ararız. Elbette cennetin anahtarıdır bu. Fakat Dünyada edinmek istediğimiz anahtarlar genelde çok fazla ağır bastığı için, cennetin anahtarını hep birilerinden kolayca edinme yoluna gideriz, diğer anahtarların peşinden koşmaktan, o anahtarı elde etmek için çok zaman ayırmak işimize pek gelmez her nedense. Bir ev ya da araba almak istediğimizde bizler, çalışır çabalar ve alın terimizle kazandığımız paralarla alırız, elbette böyle olunca onun kıymetini de bilir daha dikkatli oluruz. Yani gerçekten çok zordur bu iki anahtarı almak. Bazen insanın yıllarını alır. Bazen de ikisini de elde edemeden gider insan bu Dünyadan. Peki dostlar, cennetin anahtarını niçin bizler uğraşıp almıyoruz da, çaba göstermeden birilerinin yardımıyla alacağımıza inanıyoruz, bunu hiç düşündük mü? Cennetin anahtarını alabilmek bu Dünyada acaba araba ve ev almaktan daha mı kolayda bu işin kaynağını, yetkisini başkalarında arıyoruz? İşte yaptığımız bu yanlışın artık farkına varmalıyız. Nasıl ki ev ve araba almak için, zorlu bir çalışmanın içine bizzat kendimiz girmiş isek, cennetin anahtarını da almak istiyorsak, aynı yolu izlemeli, kimseden kolayca alamayacağımızı bilip aynı çabayı, hatta çok daha fazlasını burada da göstermeliyiz. Allah cennetin anahtarı kur’anda gizlidir diyor ve bizleri o güzelliğin, nurun, ışığın, kalp gözünün içine davet ederek, anahtarı bizzat bizlerin bulmamızı istiyor, araya kimseyi sokmadan. İşte dostlar eğer cennetin gerçek anahtarını almak ve sahip olmak istiyorsak, bu işinde öyle kolay olmadığını, bu anahtara sahip olmak içinde bizzat kendimizin çaba göstermesi gerektiğini artık anlamalıyız. Bir evin anahtarını almak istiyorsak, o evin gerçek sahibini bulmalıyız. Eğer bizler evin gerçek sahibi ile muhatap olmadan evi satın almak ve o evin anahtarını almaya çalışıyorsak, eve girmek istediğimizde çok büyük bir yanılgı ve üzüntü ile karşılaşabiliriz. Evin anahtarı gerçek sahibinden alınır, birileri anahtarı bende var diyorsa, bu riski göze almak yerine, gerçek sahibiyle muhatap olmalıyız. Günümüzde cennetin anahtarını vaat edenler var. Rabbimden başka hiç kimse cennetin anahtarını vaat edemez. Mülkün sahibi yalnız O dur. Cennetin kapısından girmek isteyenler şunu bilmelidir ki, çok açık cennetin anahtarı kur’an da gizlenmiştir. Ona müracaat eden, hiç şüphesiz cennetin orijinal, şaşmaz anahtarını çok rahatlıkla bulacaktır. Beşerin vereceği anahtar gerçeği gibi asla olamaz. Rabbin verdiği anahtar katkısız, saf ve gerçektir. Beşerin anahtarı mutlaka katkılı olacaktır. Her değer saf olduğu miktarı kadar değerlidir. Altın nasıl saf iken değeri daha fazla ise, katkı oranı kadar değer kaybeder. İşte gerçek bilgi ve iman da aynen böyledir. Ne kadar hurafe ve asılsız rivayetler karışmış ise, imanın ve cennetin anahtarının gerçekliği de o kadar zayıf ve geçersiz olacaktır. Hepimizin tek bir amacı vardır bu Dünyada. Cennetin anahtarına sahip olmak. Allah size indirdiğim kitaba sarılın, imtihanınız bu kitaptan olacaktır ve sizi cennetin anahtarına ulaştıracak diyorsa, bunun tersini söyleyenlerin anahtarları, bilelim ki cennetin gerçek anahtarı değildir. Rabbim rehberinde sakladığı cennetin anahtarını, bu kitapta bulacağımızı işaret ediyorsa, bu kitapta her şeyin olmadığını söyleyenlere ve bu kitabın rehberliğini yeterli bulmayanların anahtarlarının sahte olduğunu, cennetin kapısını asla açamayacağını çok iyi idrak etmelidir. Rabbim rehberinde din ve iman adına VELİLERİN ARDINA DÜŞMEYİN DEYİP, güvenilecek ve dayanılacak VELİNİZ YALNIZ BENİM DİYORSA, bu sözleri görmezden gelip, hala veliler edinip cennetin anahtarını onlardan almaya çalışanlar, şunu bilmelidir ki o anahtarın cennetin kapısını açması, hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Bizlere, sizler kur’andan anlayamazsınız diyerek, Rabbin cennetin gerçek anahtarına ulaşmamızı da engellemişlerdir. Hâlbuki aklı başında her insana kur’anın çok şeyler vereceğini söyleyen Rabbim, bakın ne diyor? Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. Kamer 22 Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? İbrahim 52: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. Yüce yaratan bizlere indirdiği rehberini okuyan her insanın inceden inceye düşünmesini özellikle istiyor. Elbette kimisi az anlar kimisi çok, fakat hepimizin ilk önce müracaat edilmesini anlayarak okumasını ve üzerinde düşünmesini istiyor yaratan. Bunu yapamayanlar için Rabbin söylediği çok anlamlı. Yoksa kalpleri üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Diğer ayetinde ise Kur’anın anlayarak okunduğunda, kalp gözlerini açacağını müjdeliyor bizlere. Gereği kadar inanan insanlar içinde kılavuz ve rahmettir diyor. Düşünebiliyor musunuz birileri kur’anı herkes anlayamaz diyor ama Rabbim ise tam tersine yemin ederek, birçok kez tekrar edip, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Diyor. Sanırım düşünmeyen ve okumayan bu tebliğlerden elbette mahrum olacaktır. Allah aklı ve gönlü işleyenler için ibret alınması için Rabbin bir tebliği olduğunu söylediği halde, bizler hala kur’anı anlaşılması zor bir kitap olduğunu söyleyenlere inanmaya devam ediyoruz. Bunu söyleyenlerin telaşı, söyledikleri yalan ve yanlışların kur’an ile ortaya çıkmasının telaşının göstergesidir. Şimdi düşünelim, bizlere yıllarca sizler kur’andan anlayamazsınız, onu Türkçesinden okumak bile günahtır diyerek Arapçasını oku, anlamasan da Allah size sevap yazacaktır demediler mi? Sizce bu sözleri söyleyenlerin gösterdiği yoldan giden cennetin gerçek anahtarına ulaşabilir mi? Yüce Rabbim şefaat tümden bana aittir dediği halde, kelimelerden medet umarak kur’anda anlam kargaşası yaratmak pahasına, şefaat çiler edinip onların peşinden giderek cennetin anahtarını aramadılar mı? Rabbim bakın bu kadar açık söylemesine inatla, veliler edinip bunlardan şefaat umanlara rahman ne diyor? Secde 4: Allah'tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O'nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız? Allah daha nasıl açık söyleyebilir bilmiyorum. Din ve iman adına dayanacağınız, dost ve şefaatçi yalnız benim dediği halde, bizler cennetin anahtarını kur’anda değil, beşerin peşinde ararsak sizce gerçek anahtara ulaşabilir miyiz? Bu anahtarın huzura gittiğimizde cennetin kapısını açacağına nasıl inanırız? Bizlerin din ve iman adına sorumlu olduğumuz kitabın kur’an olduğunu Rabbim birçok kez söylediği halde, kur’an dışından da birçok hükümlerden de sorumluyuz diyenlere, bakın Rabbim hesap sorulacağı gün ortaya ne konacak diyor? Zümer 69: Yeryüzü, Rabbinin nuruyla parıldamış, Kitap ortaya konmuş, peygamberler, tanıklar getirilip aralarında hakla hüküm verilmiştir. Onlar asla haksızlığa uğratılmazlar. Yüce Rabbim hesap günü kur’an ortaya konacak ve hesap sorulacak dediği halde, her şeyin her hükmün kur’anda olmadığını söyleyenler, bizleri ciltlerce dolu kitaplara yönlendirenler, acaba gerçekten çok istediğimiz cennetin anahtarını bizlere sağlayabilirler mi? Sizler kur’andan anlayamazsınız diyerek aklımızı devre dışı bırakanlara, düşünme melekemizi kullanmamızı engelleyenlere, bakın Rabbim ne diyor? Enfal sur.22. Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir. Yukarıdaki ayette rabbim, diğer canlılardan üstün yaratıp akılla yücelttiği insanın, bu özelliğini kullanmamasını sağır ve dilsiz insanlara benzetiyor. İşte rabbin verdiği aklı kur’anı anlamak için kullanmayanlar, sen anlayamazsın diyenlere inananları, Allah katında çok kötü bir durumda olacaklarını anlatıyor. Bizlere eğer kur’an dışından da hükümler peygamberimize gelmiştir diyenler varsa, onlara şu ayeti hatırlatalım ve onlara inanmayalım. Bilelim ki hesap vereceğimiz tek kitap ve hükümler KUR’ANDIR. Yasin 69: Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır. Rabbin sözlerine kulak verelim. Peygamberin söyledikleri Allah tan gelmiş öğütlerin olduğu apaçık KURAN dır diyor. Gelin Rabbin vaat ettiği o güzel mekânın anahtarını beşerin rivayetlerinde değil, bizzat rehberinde KUR’AN DA arayalım. Daha sonra onun ışığını gönlümüze yerleştirip tüm bilgileri yine onun ışığıyla arayalım, tarayalım, araştıralım bizlere faydalı peygamberimizin hayatına geçirdiği yaşamını, davranışlarını ve insanlığa örnek hayatını sünnetini öğrenelim bizlerde hayatımıza geçirelim. Çünkü Allah peygamberimizin yaşamının bizler için örnek olduğunu bakın nasıl bildiriyor. Ahzap 21: Yemin olsun, Allah resulünde sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenlerle Allah'ı çok ananlara güzel bir örnek vardır. Demek ki peygamberimizin yaşamı bizler için güzel bir örnekmiş. Elimizden geldiğince her bilgiden istifade edelim. Bizlerin amacı Rabbin cennetinin anahtarına sahip olmak değil mi? Bu yolda hiç kimsenin sözlerine kanmadan, yolumuza Kur’an ışığında devam edelim. Hesap günü rabbim ortaya KUR’ANI konacağını söylüyorsa, hesap vereceğimiz kitap, rehberimiz kur’an demektir. Birbirimizi beşerin sözlerini aklamak adına kırmayalım, birbirimizi suçlamayalım. Suçlamakla elimize bir şey geçmez. Bizlere düşen aklımızı devre dışı bırakmadan, Rabbin rehberini anlamaya çalışmak olmalıdır. Bizler dostlarımızı Kur’an ile uyarmalı ve yine KURANA DAVET ETMELİYİZ Kİ, RABBİN VAAT ETTİĞİ CENNETİN ANAHTARINA SAHİP OLABİLELİM. Rabbim inşallah cümlemizi, cennet mekânın anahtarına sahip olan kulları arasına alsın. Bu uğurda çaba gösteren, bu yolda canını feda eden kullarından eylesin bizleri. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  7. Çok şükür bu yılda Ramazan ayına kavuştuk. Rabbim yalnız bizlere değil, bizden öncekilere de oruç tutmayı farz kıldığını bizlere Kuranda şöyle anlatır. (Bakara 183: Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekiler üzerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazılmıştır. Bu sayede korunmanız umulmaktadır.) Bu ayetten de anlaşılıyor ki oruç bizlerin korunması maksadıyla emredilmiştir. Yine bir ayetinde orucun faydasını anlatmak içinde şöyle söyler ayetinde.( Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır.) Allah bizler için faydası olan oruç konusunda kur’anda çok detaylı bilgide vermektedir. Benim üzerinde durmak istediğim konu ise bizlere günümüz de öğretilen ve orucun başlama vaktinin, kur’anın emrettiği vakit ile aynı olup olmadığı konusunda konuşmak olacaktır. Her yıl dağıtılan imsakiyelerde Diyanet İşleri Başkanlığının verdiği imsak ve namaz vakitleri yazılıdır. Bizlere de öğretilen ve imsak vakti olarak belirtilen, sabah namazının vakti olduğu belirtilir. Yani sabah ezanı okunduğunda artık oruca başlamamız gerektiği öğretilmiştir bizlere. Gerçekten doğrumudur dersiniz bu öğreti, Allah böylemi emrediyor kur’anda acaba? Geçen akşam bu konu konuşuluyordu televizyonda ve bir vatandaş göğsünü gere gere, hatta Rabbin apaçık ayetlerini okumasına rağmen Diyanetin, bilim adamlarının belirlediği imsak vaktinin bence çok doğru zaman olduğu tezini savunuyordu. Günümüz ilmiyle hesaplandığı söylenen dakikalarla hesaplanmış bu zamanları önce düşünelim, sonrada çok fazla geriye gitmeden acaba yüz, yüz elli yıl önce insanlar nasıl hesaplıyorlardı dersiniz onu düşünelim? Ne saat var nede günümüzdeki gelişmiş ilim. Eğer bugün ilim adamlarının saniyelerle değişen bu zamanın gerçek oruca başlama vakti olduğunu söyleyen ve savunanlar acaba geçmişte oruç tutanların yanlış zamanda başladıklarını mı söylüyorlar dersiniz? Elbette bunu söyleme cesaretleri yok, ama savundukları düşünce bunu anlatıyor. Allahın yemin ederek bu dini sizler için kolaylaştırdım demesi, doğrusu hiç hatırlanmıyor bile. Sahura kalktık ve imsakiyeye baktım imsak vakti 04:39 yazıyordu. Tam bu vakitte de gerçekten ezan okundu. Bizlere öğretilene göre artık yeme ve içmeyi kesmemiz gerekiyordu bizde öyle yaptık. Gerçekten oruca ezanın okunması ile mi başlamamız gerekir dersiniz? Allah oruç tutmamızı emrediyorsa bu konuda açıkça her şeyi yazmıştır demiştim, gerçektende her şeyi yazmış. Ne zaman başlayacağımızı ve bitireceğimizi de çok güzel bir örnek vererek izah etmiş bizlere. Bakalım rabbin verdiği örnek bizler için rehber mi olmuş, yoksa lafta mı kalmış, gelin beraber bakalım önce Allah ayetinde ne diyor bu konuda ona bakalım. (Bakara 187: Oruç gecesi kadınlarınıza cinsel yaklaşım size helal kılınmıştır. Onlar sizin için giysidir/eştir, siz de onlar için giysisiniz/eşsiniz. Allah sizin öz benliklerinize yazık etmekte olduğunuzu bilmiş, tövbelerinizi kabul edip sizi affetmiştir. Artık şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdığı şeyi arayın. Tan yerinin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar yiyin için; sonra da orucu gece oluncaya değin tamamlayın. Mescitlerde itikâfta bulunduğunuz sırada zevcelerinizle cinsel temas kurmayın. İşte bunlar Allah'ın yasaklarıdır, bunlara yaklaşmayın. Allah, ayetlerini insanlara işte böyle açıklar ki korunabilsinler.) Yukarıdaki ayette geçen oruç vaktini belirten kısımları alalım önce. (Tan yerinin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar yiyin için; sonra da orucu gece oluncaya değin tamamlayın.) Bu cümleden ne anlıyoruz önce onu açalım. Burada beyaz iplik ve siyah iplik bir mecaz örnekle karanlık ve aydınlığın buluşma noktasından bahsediyor. Burada dikkat edin, güneşin doğmasından bahsetmiyor, eğer öyle olsaydı güneş doğduğu zamana kadar derdi Rabbim. Allahın örnek verdiği bu fecr vakti zamanı nasıl bir zaman olabilir? Verdiği örnekten de anlaşılıyor ki gecenin bitişinin gündüze ilk adım vakti ve karanlığın artık gün aydınlanmasıyla baktığımız şeylerin fark edilme zamanı, anı diyebiliriz. Allah dini sizler için kolaylaştırdım diyorsa, bizleri saniyelerle başlayan ve biten bir oruca asla mahkûm etmez. Şimdi hemen hatırlayın koskoca yetkili ve sorumlu insanlar, yanlışlıkla birkaç dakika önce ezan okuyan ve orucunu buna göre bozan binlerce insana sizin orucunuz kabul olmaz, yeniden tutacaksınız diyebilmektedirler. İşin ilginci sabah namazının vakti de fecr vakti, yani tan yeri ağarmasına yakın, gecenin gündüze yakın vaktidir. Sabah namazını camiye gidenler bilir, ezan belki erken okunur ama namazın farzı beklenir ve daha sonra kılınır. Sanırım yapılan yanlışa bir başka açıdan baktığımızda her şey birbirine karışmış, ama açmaya düzeltmeye çalışan her nedense kimse yok. İşte Allahın kitabından zerre kadar habersiz, beşerin öğretisinin ön plana çıkan dini, ne hallere düştüğümüzün komik örneği. Sabah ezan okunduktan sonra namazımı kılıp özellikle yatmadım ve gökyüzüne baktım izledim. Bunu lütfen sizlerde yapın. Sahura yaklaşık ezandan bir saat önce kalkmıştık. Gökyüzü açıktı karanlık ve yıldızlar çok net izleniyordu. Bu testi özellikle eşim ile birlikte yaptım ki hatam olursa beni düzeltmesini ve uyarmasını istedim. Gökyüzüne baktığım zamandan sonra, yaklaşık bir saat sonra ezan okundu, o anda da gökyüzüne baktım ama hiçbir değişiklik yoktu, yani gecenin zifiri karanlığı devam ediyordu. Bekledim yatmadım yaklaşık ezandan sonra 35 dakika geçmişti hala hava gecenin zifiri karanlığıyla aynıydı. Hemen Rabbim in ayeti geldi aklıma oruca başlama vaktiyle ilgili.( Tan yerinin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar.) Yaradan bu vakit geldiğinde oruca başlayın emrini veriyordu bizlere, ama verdiği emir ile beşerin öğretisi neden tutmuyordu? Neden milyonlarca insanı daha erken oruca başlatıyorlar diye düşündüm ve bunun hesabını nasıl verecekleri korkusu geldi aklıma. Ama buna benzer o kadar yanlışlar vardı ki. Şimdide gelelim orucun bitiş anına bakın ne diyordu Rahman hatırlayalım. (sonra da orucu gece oluncaya değin tamamlayın.) Bizler Allahın gece olunca orucu tamamlayın sözünden gecenin zifiri karanlığını her nedense anlamamışız. Güneşin tamamen batıp havanın karardığı anıda anlamamışız, gündüzün geceye geçişi olduğunu doğru anlamışız da, neden zifiri karanlıkta orucu başlatmışız anlamak çok zor. Günümüzde akşam namazının okunduğu vakti hatırlayın, gecenin zifiri karanlığı değil, ama gecenin başladığı ilk zaman vaktidir. İşte Yaradan oruca başlama vaktinin de verdiği örnekte olduğu gibi, yani baktığımızda bazı şeylerin hala fark edildiği bir zamanı tarif etmesine rağmen, bizler kendi düşüncelerimizi kurandandır diyerek, Rabbi ne yazık ki görmezden gelmişiz. Allah bizleri affetsin. Amacım yanlış olan bir konuyu gündeme getirmek ve yolumuzun gerçekten kuran yolumu olup olmadığını hatırlatmaktır. Ben Rabbin kitabından anladıklarımı aktardım, Allah yanlışlarımı affetsin. Rabbim sizlere akıl verdim düşünün ve aklınızı çalıştırın diyor. Bizler ne yazık ki aklımızı bir kenara bırakmış birilerinin düşünceleriyle iman eder olmuşuz. Geri dönüşü olmayan yola girmeden önce emanet verdiğimiz aklımızı lütfen geri alalım, yoksa çokkkkk ama çokkk pişman oluruz. Rabbim inşallah oruçlarımızı sağlık içinde tutmamızı nasip eder ve katında kabul eder. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  8. Her anne ve baba evlatlarını doğruya ve güzele ulaştırmak için eğitir ve bu yolda çaba gösterir. Amaç iyi bir insan olmak ve huzurlu rahat bir hayat sürmektir. Çocuklarımızı yetiştirirken daha küçük yaşlarda onlara öğrettiğimiz ilk şey, anne babaya saygıdır. Yani dünyaya getirip büyüttüğümüz, hatta her şeyimizi feda edeceğimiz çocuklarımızdan önce saygı bekleriz. Daha sonrada topluma faydalı olması için onu toplumun kuralları doğrultusunda yetiştirme telâşe sine düşeriz. Bu yolda evlatlarımızı eğitirken onlara bazı kurallar koyarız. Örneğin çocuklarımızın iyi bir eğitim almasını ister, onlara öğretmenler tutar, kurslara göndeririz. Bu yolda bazen cezalar verir, bazen de ödüllendiririz, amaç evlatlarımızın iyi bir insan olması içindir. İşte Yüce Rabbimde aynen böyle yapar. Yol gösterir önerilerde bulunur. Şimdide Yaratan ı düşünelim, acaba bizleri doğruya iletmek adına nasıl bir yol izliyor? Yaratan da yarattığı kullarını aynı yöntemle doğruya iletme çabası içindedir. Çünkü düzeni kuran bizzat kendisidir. Kur’anı Allah bizlere rehber olarak gönderdiğini birçok kez söyler. Demek ki bu Dünyada güzel ve doğru bir hayat sürmek istiyorsak, tıpkı anne ve babasının yönlendirmesiyle doğruyu öğrenen çocuk gibi, biz yetişkin tüm insanlarda bizlerin güvenecek ve dayanacak TEK VELİMİZ OLAN ALLAHIN REHBERİNDEN YOLUMUZU BULMALIYIZ. Rehbere baktığımızda en çok üzerinde durulan üç konuyu görüyoruz. 1.Namaz kılmak. 2.Oruç tutmak. 3. Zekât vermek. Demek ki huzur içinde yaşamanın üç ana yolu buradan geçiyor ki Allah, özellikle bunlar üzerinde çokça duruyor. Şimdide isterseniz kısa olarak bu üç başlığın üzerinde düşünelim. Acaba bu üç ana emri, ibadeti bizler yerine getirdiğimiz de, bu Dünyada çok fazla faydası olmayıp, bu yaptığımız ibadetlerin, Allahın huzurun damı karşılığı görülecektir, bu sorunun cevabı gerçekten önemli. Yazımızın başında, bir ailede evladını yetiştiren anne babanın örneğini vermiştim. Anne ve babanın yaptıkları evlatlarına bir rehber oluşları idi. Büyüklerinin sözlerini dinleyen evlatlarımız başarıya ulaşmanın mutluluğu içinde olmuşlardır her zaman. Söylenenleri yapmayan çocukların sonu da, yine karşılığını buluyor. Yüce Rabbin gönderdiği kitaba, rehbere uyduğumuzda, saydığımız ibadetlerin öncelikle bu Dünyada faydası olması gerekmez mi bizler için? Gerçektende Rabbin çokça zikrettiği bu üç konuyu şimdi bu mantıktan yola çıkarak düşünelim. Allah namaz kılma emrini çok önemsemiş, önermiş fakat rekât sayısı konusunda bağlayıcı olmamıştır. Geçmişte kılamadığımız namazlarımızı kılmamız için bizlere bağlayıcı hiçbir ayet indirmediği halde, orucumuzu tutamadığımızda ise, geriye dönük borçlu olacağımızı hatırlatıp, tutamadığımız oruçları tutmamızı istemiştir bizlerden. İşte bu iki konun nedenlerini de bu bağlamda düşünmeye çalışalım. Namaz konusunu bizlere anlatırken adeta yaşadığımız o an, o gün için bizlerin yanlış ile doğru arasında, sanki bir sigorta olduğunu anlatmıştır bizlere. Bakın Rabbim bu konuda ne diyor? Ankebut 45: (Resulüm!) Sana vah yedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir. Sanırım namazın önemini anlatan bundan daha güzel söz olamaz. Demek ki namaz ile Allah ı anıyor onu zikrediyor, ondan yardım istiyoruz ki, her an onu hatırlamak bizleri kötüden, şerden koruyor, uzak kalmamızı sağlıyor. Demek ki namazı kılmakla karşılığını hemen bu Dünyada yaşadığımız o an alıyoruz. Bedenimizin ruhunu şerden koruyor ve onu kontrol etmesini öğreniyoruz. Allah oruç konusunda açıklama yaparken, tutamadığınız orucu daha sonra tutun dediği halde, acaba kılamadığınız namazı daha sonra kılın emrini kur’anda niçin vermemiş olabilir dersiniz? Çünkü namaz her gün bizlere belli vakitlerde farz kılınmıştır. Namazın faydası o gün, o an için bizlere fayda sağlayacaktır. Bizleri şerden uzak tutacak, bizleri şeytanın vesvesesinden koruyacaktır. Eğer bizler namazımızı belli bir zaman içinde kılmamış isek, zaten o günün sigortasını kullanmamışız demektir, bu kayıp bir gündür, kayıp günde yaptıklarımız artık kayda geçmiştir. Namaz insanın şeytana karşı adeta sigortasıdır, namazı kılmamış isek o gün geçmiş ve kaybedilmiştir, o gün yaptıklarımızı artık geri getiremeyiz, değiştiremeyiz. Bundan dolayıdır ki namazda geriye dönüş yoktur. Oruç konusunu da aşağıda yeri geldiğinde bahsedelim, namaz ile arasındaki farkını daha iyi idrak edelim inşallah. İşte burada hatırlamamız gereken en önemli konu, acaba biz namazlarımızı bilinçli, ne söylediğimizi anlayarak kılıp, namazın getireceği faydalardan yararlanabiliyor muyuz, burası çok ama çok önemli. Yoksa amacına uygun olmayan, yüzlerce rekat namaz kılıp fayda sağlanacağını beklememiz, kendimizi kandırmaktan öte gitmeyecektir. Maun 4: İşte (şu) namaz kılanların vay haline,5. Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar.6. Gösteriş yapmaktadırlar,7. Ve hayra da mâni olurlar. Yukarıdaki ayetten de anlıyoruz ki, bir işi şekilsek yapmak la olmuyormuş. Hatta namazı gösteriş olarak kullananlar, ne yazık ki günümüzde çoğunlukta hayırlara da mani olduklarını söylüyor Allah. Lütfen hatırlayınız ve düşününüz, günümüzde bakın bu adamda namaza gidiyor desinler, çevresinde iyi Müslüman izlenimi bırakmak, hatta toplumları aldatmak için namaz kullanılmıyor mu? İşte bu namazın bu Dünyada hiçbir faydasını bu insan göremeyeceği gibi, rabbin katında da cezası olacağını söylüyor. Zaten bu tür insanlar Dünyada gerçek namazın faydasını asla göremeyecektir, toplumda bu gösteriş geçici fayda sağlasa bile, mutlaka gerçekler ortaya çıkınca toplum tarafından cezasını bulacaktır. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz, namaz kılmakla sık sık Rabbi anıp, hatırlamak ve ondan yardım dilemekle, şeytanın vesvesesinden uzak kaldığımız için, zaten namazın faydasını yaşadığımız süre içinde göreceğiz. Kıldığımız hiçbir namaz, Allahın ihtiyacından değil, beşer olarak bizlerin ihtiyacındandır. Onun için kıldığımız namazları anlayarak ve ne söylediğimizi bilerek kılalım ki, azami faydasını görebilelim. Namazın amacı bedenin ve ruhun disiplin ve kontrol altına alınmasıdır. Oruç konusunda Allah hiçbir zaman benim için aç kalın, oruç tutun demez. Çünkü Allahın oruç tutmamıza ihtiyacı yoktur. Oruç ta bizler için gereklidir. Hem bedenimiz, hem de ruhumuz için. Zaten bakın Allah çok açık orucu neden emrettiğini söylüyor? Bakara 183: Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekiler üzerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazılmıştır. Bu sayede korunmanız umulmaktadır. Demek ki oruç ile bizler korunuyoruz. Bedenin sahibi Allah, bizler için neyin lazım ve gerekli olduğunu iyi bilir. Aldığımız bir cihazın kullanma kılavuzunu nasıl okuyor da kullanıyorsak, bizlerde bize emanet edilen bedenin kullanma kılavuzu olan Kur’anı okuyarak, ona bakmalı ve onu kullanmalıyız. Kullanmadığımızda üzülecek, eziyeti bizzat çekecek yine biz olduğumuzu unutmayalım. Kullanma kılavuzuna uymadan kullandığın bir cihaz nasıl zamanından önce bozuluyorsa, yine emanet bedenin kullanma kılavuzuna uymadan kullanacağımız bedeninde, zamanından önce arıza yapacağını, bizleri üzeceğini bilmeliyiz. Birileri eğer bu kullanma kılavuzunda yazmayan bir öneriyi bizlere getiriyor da bunu da kullan, bak çok faydasını görürsün diyorsa, lütfen aldanmayalım onlara kanmayalım, çünkü malın ve mülkün sahibi en doğrusunu en iyisini bizlere iletmiştir. Buradan da çıkan sonuç oruç tutmakla, emanet bedeni doğru kullanmış oluyor, ruhu terbiye ediyor ve yine faydasını bu Dünyada bizler görüyoruz. Uymayan ise cezasını yine bu Dünyada, sağlıksız yaşayarak görüyor. Hatırlayınız daha önce namaz kılmayan, ya da eksik kılan kulları için daha sonra onları da kılın emrini vermeyen Rabbim, oruç için aynı şeyi yapmıyor ve diyor ki, tutamadığınız oruçlarınızı daha sonra tutun. Namaz her gün vakti belirlenmiş bir ibadetti, ama oruç yılda belli bir ay için emredilmişti. Demek ki Malın mülkün sahibi, yaratıcısı bu bedenin, ruhun yılda belli bir gün sayısı kadar oruç tutmasına ihtiyacı var ki, bu eksiğin ileride tamamlanması emrini veriyor bizlere. Nedeni eksik kalan beden ve ruh bakamının, terbiyesinin tamamlanmasıdır diyebiliriz. Bir fabrika yılda belli bir zaman bakıma alınır ve gerekli bakım yapıldığında o fabrikadan çok daha uzun yıllar istifade edilir. İşte oruçta bizlerin bedenimizin bakıma alınmasıdır. Bu bakımı yapabilen, bedeninden ve ruhundan çok daha sağlıklı faydalanacaklardır. Yine kur’anın en çok söz ettiği emri, zekât konusuna gelince. Dikkat ederseniz yukarıda bahsettiğimiz namaz kılmak ve oruç tutmak aslında bizler tarafından Allah için yapılan ibadet gibi algılamamıza rağmen, hepsi bizzat şahsımızı ilgilendiren, bizlerin bu Dünyada menfaatine olan konulardır. Allah bu iki emriyle sağlıklı bir toplum yaratmanın temelini atmıştır. Ruhen güçlü, şeytandan uzak, sağlıklı bedene sahip bir toplumun bireyleri olmamızı ister, bu emirleri ve önerileriyle. Zekât konusu da çok önemlidir. Sağlıklı temellere oturmuş güçlü iradesi olan bireylerin, daha güçlü ve sağlıklı bir toplum, millet yaratmak adına da, zekât vermemizi, yani olanın olmayana yardımda bulunması emrini vermiştir. Böylece daha adaletli, dengeli, huzurlu bir toplum yaratmanın yolları gösterilmiştir bizlere. Dikkat ederseniz hepsi yaşadığımız hayatın içinde önem arz eden konulardır. Yapıldığında, uyulduğunda faydası olan, uyulmadığında yine bu Dünyada huzursuz, acımasız insanların yaratıldığı bir toplum oluşmasını sağlamıştır. Bizleri zekât vermeye o kadar özendirmiştir ki Allah, fakire verilecek bir yardımı, zekâtı kendisine verilmiş kabul ederek, bana bir borç verin sözleriyle, konunun önemini vurgulamıştır. Zekât vermekle bizler belki içinde yaşadığımız toplumun düzenini adaletini sağlamış olmakla, karşılığını bu dünyada alıyoruz gibi görünse de, gerçek karşılığı Allah huzurunda alacağımızı söyler bizlere. Örneğin zekâtı bana bir borç verin sözüyle anlatmakla, huzuruna gittiğimiz de size karşılığını vereceğim demiştir. Peki, bu karşılığın ödülü konusunda bizlere neler söylemiştir ve hayrın yanında bizlerden başka çok önemli olan neyi istemiştir. Gelin şimdi de ona bakalım. Taha 75: O'nun huzuruna, (iyi davranışlarda bulunmuş) hayra ve barışa yönelik iyilikler üretmiş bir mümin olarak varana gelince, işte böyleleri için çok yüksek dereceler öngörülmüştür. Kehf 107: İman edip (iyi davranışlarda bulunmuş) hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onların konuk evleri Firdevs cennetleri olacaktır. Secde 19: İnanıp (iyi davranışlarda bulunmuş) hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onlar için, yaptıklarına karşılık olarak barınacakları cennet konakları vardır. Rum 15: İman edip (iyi davranışlarda bulunmuş) hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onlar bir bahçe içinde mutlu kılınırlar. Ankebut 58: İman edip (iyi davranışlarda bulunmuş) hayra ve barışa yönelik işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetin görkemli odalarına yerleştireceğiz. Sürekli kalacaklardır orada. Ne güzeldir iş yapıp değer üretenlerin ödülü. Yukarıdaki ayetlere dikkat ederseniz, Rabbim bu Dünyada iman ettikten sonra iyi amel işleyip, hayırda ve barışta yarışanlara çok özel ödülleri olacağından bahsediyor. Örneğin böyle insanlar için yüksek dereceler öngörüldüğünü, konuk evlerinin Firdevs cenneti olduğunu, onlara barınacakları cennet konakları olduğunu, özel bir bahçede mutlu olacaklarını, altlarında ırmaklar akan cennetin görkemli odalarına yerleştirileceğini müjdeliyor bizlere. Namazı kılarken ve orucu tuttuğumuzda karşılığının büyük bir kısmını bu Dünyada zaten alıyorduk, fakat bunları yaparken de doğru bir insan olarak, Rabbin ödülüne yaklaşıyorduk. Zaten namaz ve oruç bizleri gerçek iman eden bir kul olmamızı da sağladığından, iyi davranış ta bulunmanın, yani barışta ve hayırda yarışacak bir insan olmamızı da sağlıyordu. Demek ki Rabbin emrettiği ibadetlerin hepsi birbirine bağlantılı ve bizleri doğruya ve güzele ulaştırıp, ebedi hayatımızda da güzel bir mekâna sahip olmanın da, yolunu açmaktadır. Rahman bizlere rehber olarak kur’anı göndermiş, daha mutlu ve güzel bir hayatın yolunu çizmiştir bizlere. Tüm bunlara uyan toplumlar, mutlu ve huzurlu yaşacaktır. Uymayanlara hem bu Dünya zehir olacak, üzücü bir yaşam sürecek, hem de Rabbin sözlerini kulak arkası yapanlardan, emanet verdiği bedeni doğru kullanmadıkları için, Allah onlardan hesap sorulacaktır. Birisine bir emanet verdiğinizde, tam olarak geri alırken nasıl ondan hesap soruyorsanız, elbette bizlere Rabbin verdiği bu bedeni ve ruhu, nasıl kullandığımızın hesabını soracaktır. Gelin hep birlikte Rabbin rehberine kulak verelim, gelin hep birlikte onu dinleyelim, gelin hep birlikte onun rehberine sarılalım, gelin hep birlikte Rabbin ne söylediğini bizzat ona müracaat ederek anlamaya çalışalım. Allah sizlere rehber olsun diye gönderdim ve yemin ederek kolaylaştırdım diyorsa, bu kitap anlaşılması zor bir kitap olamaz. Allah bizleri bu kitaptan hesaba çekeceğini söylüyorsa, burada her nimet her güzellik vardır, burada güneşin aydınlığı, burada Rabbin şefkati vardır. Onu anlaşılması zor gösterenlere kanmadan, aklımızı devre dışı bırakmadan ona sarılalım. Gerçek mutluluğu, huzuru bakın o zaman bulduğumuzu nasıl daha iyi anlayacağız. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  9. Geçen gün televizyonda ramazan dolayısıyla oruç konusunda bilgi veriliyordu. Burada dikkatimi çeken bir bilgiyi sizlerle paylaşıp üzerinde yine birlikte sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Şöyle söylüyordu konuşmacı; Allah oruç konusunda yolcu ve hasta halinde oruç tutulmayıp, hastalık ve yolculuk geçtiğinde, tutamadığımız sayısı kadar tutulmasını emreder ayetinde dedi. Oruç tutamamak diye bir neden yoktur çünkü Allah orucun faydasından dolayı daha sonra tutulmasını emrediyor, geleneksel İslam da ve hadislerde ise, bizlerin devamlı rahatsızlığı ve oruç tutamayacak işlerde çalışan kişiler için ise, bir kolaylık sağlanmış ve bu kişilerin bir insanı doyurması kefaretini vermesi kolaylığını getirmiştir dedi. Bu kolaylık kur’an da belirtilmemiştir deyince, doğrusu çok şaşırdım, acaba ben ayeti yanlış mı hatırlıyorum, ya da yanlış bir bilgimi aldım diye araştırmaya başladım, bahsedilen ayeti. Fakat Yüce Rabbin kur’anda sizler için bu kitabı yemin olsun ki kolaylaştırdım, sizler için her şeyi ayrıntısıyla açıklayıcı, bir kılavuz olsun diye gönderdim dediği sözlerine hiç uymadığını da düşündüm. Gelin bu konuyu birlikte anlamaya çalışalım, elbette kur’anın bütünlüğünde, ondan ayrılmadan ondan sapmadan. Önce Diyanet İşleri Başkanlığının yeni kur’an mealinden alıntı yapalım, Bakara 184. ayeti. Diyanet İşl. Bşk. Yeni: Bakara 184: Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Yukarıdaki ayeti okuduğumda daha önceki bilgimin de bu doğrultuda olduğunu gördüm. Peki, o zaman televizyonda ki konuşmacı, oruç tutamayacak kadar sürekli rahatsız olan bir kişinin, yoksulu doyurma fidyesinin kur’anda olmadığını, bu geleneksel İslam’ın bir öğretisidir diye neden söyledi, bu beni gerçekten tedirgin etti. Çünkü bu konu bir hüküm konusudur, hiç kimse Rabbin vermediği bir hükmü, bir kolaylığı bir ruhsatı asla beşer veremez, sanki HÂŞÂ Rabbin göstermediği bir eksikliği tamamlarcasına. Çünkü Allah her konuda sizler anlayasınız diye örnekler verdim diyor kur’anda. Gelin bu konuda diğer kur’an meallerine bakalım, acaba farklı düşünen, çeviren var mı? Muhammet Esed. Bakara 184: Sayılı günlerde [oruç]. Ancak sizden kim, hasta veya seyahatte olursa diğer zamanlarda [aynı gün sayısı kadar oruç tutmalıdır]; ve [bu gibi hallerde] gücü yetenlere bir muhtacı doyurarak fidye vermek, bir yükümlülüktür. Her kim, yapmaya yükümlü olduğundan daha fazla iyilik yaparsa kendisine iyilik yapmış olur; zira oruç tutmak kendinize iyilik yapmaktır -keşke bunu bilseydiniz. Yukarıdaki Muhammet Esed in mealinde dikkat ederseniz burada oruç tutamayacak durumda olanlar, bir muhtacı doyursun diye tam bir açıklama yok, bu gibi hallerde sözünden tam ne demek istediği anlaşılmıyor, üstü kapalı bir geçişle aktarmış. Şimdide Edip Yükselin mealine bakalım. Edip Yüksel Bakara 184: Sayılı günlerde... Hasta olanlarınız veya yolculukta bulunanlarınız tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar. Güç yetirenler bir yoksulu doyurarak adakta bulunsunlar. Kim gönül isteğiyle (daha fazla yoksulu doyurmak için) iyilik yaparsa kendisi için daha iyidir; ancak oruç tutmanız sizin için en iyisidir, bir bilseniz. Yukarıdaki mealde açıkça belirtiliyor ve dikkat ederseniz sürekli oruç tutamayacak durumda olanlardan hiç bahsedilmiyor, güç yetirenler yani maddi durumu iyi olanlar, orucun yanında bir yoksulu da doyurması gerektiği belirtiliyor. Ayeti bu durumuyla kabul edersek, sürekli rahatsız oruç tutamayacak durumda olanlar için, bu ayette hiçbir hüküm, açıklama yok demektir. Yine bir başka mealde de bu çeviriye rastladım bu meal kimindir öğrenemedim ama Süleymaniye Vakfının sitesinden alıntı yaptım. Bakara 184:“Sayılı günlerde… Sizden kim hasta veya yolculukta olursa, o günler sayısınca diğer günlerde oruç tutsun. Onu tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye de gerekir. Kim bir hayrı içten gelerek yaparsa onun için daha hayırlı olur. Oruç tutmanız sizin için daha iyidir. Bir bilseydiniz!” Yukarıdaki kur’an mealin dede dikkat ederseniz, sürekli oruç tutamayacak durumda olanlardan bahsedilen hiçbir açıklama yok. Sizlere ilk verdiğim kur’an meali, Diyanet İşleri Başkanlığının yeni kuran çevirisiydi orada da bahsettiğimiz cümlede;( Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir.) diye açıklanmıştı. Şimdide diğer kur’an meallerine bakalım, onlar rabbin bu cümlesinden ne anlamışlar. Diyanet vakfı bakara 184: Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Ali Bulaç meali. Bakara 184: (Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır. Yaşar Nuru Öztürk Bakara 184: Sayılı günlerdir. Sizden kim hasta olur veya yolculuk halinde bulunursa tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutar. Oruca zorlukla dayananlar üzerine düşen, fidye olarak bir yoksulu doyurmaktır. Kim bir mecburiyeti olmaksızın içinden gelerek iyilik yaparsa bu onun için daha hayırlı olur. Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır. Dikkat ederseniz yukarıda örnek verdiğim kur’an mealleri ve baktığım ama buraya yazmadığım birçok yazarların kitaplarının çevirileri de, yukarıda verdiğim gibi oruca zorlukla dayananlar, yani sürekli tutamayacak durumda olanların, bir yoksulu doyurmaları gerektiği anlamında çevirmişler ayeti. Sanırım sizlerde tedirgin oldunuz benim gibi. Dikkat ederseniz aynı ayet çok farklı manalarda çevrilmiş isterseniz alt alta yazalım daha çok dikkatimizi çeksin. — Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. — Onu tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye de gerekir. Sanırım iki cümle arasında taban tabana zıtlık açıkça görülüyor. İşte bu ve buna benzer bazı ayetlerin kur’an bütünlüğün den uzak çevrilmesi bizleri çok tedirgin etmektedir, hatta bizleri korkutmaktadır da diyebiliriz. Fakat asla korkmadan kendimize güvenerek, kur’anı defalarca okuyup onun ayetlerini bir bütün olarak düşündüğümüzde, inanın Rabbinde yardımıyla doğruyu bulacağımızdan hiç şüphem yok. Şimdi söylediğim şekilde birlikte düşünelim, acaba bu iki hükmün hangisi doğru olabilir? Allah her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyorsa, hiç oruç tutamayacak durumda hasta olan kullarının da durumu hakkında bir açıklama yapmalı değil mi sizce? Allah her hükmü verdim kur’anda diyorsa, bunun tersini asla yapmaz ve bu konuda ki hükmü de beşerin inisiyatifine de bırakmaz. Şimdide diğer düşünceye bakalım, Allah burada oruç tutamayan ile fakiri doyurma örneğini veriyorsa, kur’anın bir başka yerinde de buna benzer bir örneği vermiş olmalı mantığından yola çıkarak, kendimize delil arayalım rabbin yardımıyla. Maide 95: Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kâbe'ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder). Yahut (avlanmanın cezası), fakirleri doyurmaktan ibaret bir kefarettir yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki (yasak av yapan) işinin cezasını tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah da ondan karşılığını alır. Allah daima galiptir, öç alandır. Yukarıdaki ayeti dikkatle incelediğimizde Allahın yapmamızı istediği bir hükmün yapamadığımızdaki gösterdiği yönteme bakalım lütfen. Bir yasağı çiğniyoruz ve bunun karşısında bizden istenen kolaylıklara bakalım. Burası çok önemli, Rabbin önerdiği yol FAKİRLERİ DOYURMAK YA DA BUNU YAPAMIYORSANIZ ONUN DENGİ ORUÇ TUTMAK DİYOR. Demek ki Oruç ile fakiri doyurmak arsında bağı kuran, onu eşitleyen Yüce Rabbim açıklamasını yapıyor bizlere. İşin ilginci Bakara 184. ayetti çevirirken bir kısım Onu tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye de gerekir diye çevirmişlerdi. Hâlbuki Allah ikisini bir arada değil, birini diğerinin yerine kullanıyor. Sizlere bu konuda başka örnekte verebilirim kur’andan. Bakara 196. ayette yine bir birinin yerine aynı denklemi kurmuş Rabbim. (İçinizden hasta olan yahut başından rahatsızlığı bulunan ORUÇ tutarak, yahut sadaka vererek….) Bir başka örnekte yine Maide 89. ayette.( . Böyle bir yeminin kefâreti, ailenize yedirmekte olduğunuzun orta derecesinden on yoksulu doyurmak yahut onları giydirmek yahut da özgürlüğünden yoksun kalmış bir benliği özgürlüğüne kavuşturmaktır. Bunlara imkân bulamayan üç gün ORUÇ tutar. ) Yine bir başka örnek Mücadile 4. ayetinde. (aralıksız iki ay ORUÇ tutacaktır. Buna da gücü yetmeyen, altmış yoksulu doyuracaktır.) Tüm bu örneklerden de anlaşılacağı gibi rabbim, bizler için kolaylaştırdığı dini yaşarken, her kolaylığı göstermiştir. Tüm bu örneklerden anlaşılacağı gibi Allah oruç tutamayacak kadar hasta olan ve bu sürekli ise, onunda çözümünü yapmış ve fakiri doyurma kolaylığını getirmiştir. Bu bilgiler ışığında tekrar düşünelim. Allah bu kadar önemli bir sorunun, yani orucu hiç tutamayacak kadar hasta olanların durumu hakkında hüküm vermemiş olabilir mi? Bana göre asla olamaz, bunu düşünmek kur’anın ilkelerine ters düşer. Bu durumda bakara 184. ayette geçen açıklama mutlaka orucu hiç tutamayanlar için getirilen kolaylıktır demeliyiz diye düşünüyorum. Buna açık delilimde yine sizlere örnek gösterdiğim Maide 95. ayet ve yazdığım diğer örneklerdir. Allah burada fakirleri doyurmak ile orucu, aynı derecede tuttuğunun örneğini de vermiştir. Bakara 184. ayeti bütünüyle düşündüğümüzde de ayetin son kısmındaki öneriden bunu da anlıyoruz. Ayette oruç tutamayacak durumda olanlara getirilen kolaylık tan bahsediyor olmalı ki sonunda bakın ne diyor? (Kim bir mecburiyeti olmaksızın içinden gelerek iyilik yaparsa bu onun için daha hayırlı olur. Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır.) Sözcüklere dikkat edelim lütfen, Allah hiçbir mecburiyeti zorunluluğu olmadan iyilik yaparsa, yani vermek zorunda olmadan mecburiyet karşısında kendisini hissetmeden hayırda bulunursa, bu daha iyidir diyor Allah. Demek ki burada yapılan iyilik hayır bir mecburiyetten oluşuyor, yani oruç tutacak durumda değiliz bunun karşılığında insanlara hayırda bulunuyor, onları doyuruyor anlamı çıkıyor. Devamındaki cümlede düşüncemi doğruluyor. Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır diyorsa Rabbim, demek ki bir önceki verilen hüküm oruç tutamayanlar için olmalı ki, oruç tutulmasının bizler için çok faydalı ve hayırlı olduğu açıklaması yapılıyor. Ben kur’andan ve onun bütünlüğünde düşündüğümde, bakara suresi 184. ayeti ben böyle anladım. Rabbim yanıltmasın, doğruyu gerçek doğruyu yalnız Rabbim bilir. Bizlere düşen onun rehberinden, gönül gözünden faydalanarak doğruları aramak ve bulmak olmalıdır. Bizleri şaşırtmak, korkutmak ve bakın kur’an meallerini okursanız işte böyle oluyor diyenlere aldırmadan, onu mutlaka anlayarak okuma yoluna gitmeliyiz. Önümüze çıkan sivri taşları, engelleri yine Rabbin güneşi, rehberiyle çözümleme, bulma çabasında olursak Onun yardımcı olacağından hiç şüphemiz olsun. Bir bütünün tamamını anlamadan okumak ve hiç bir şey anlamamak yerine, birkaç engelle karşılaştığımızda yine o engelleri kur’anın bütünlüğünde çözmeye çalışmanın da, bizler için büyük bir imtihan olduğunu unutmayalım. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  10. Haram ya da helal konusu Allahın kitabında çok güzel anlatılmıştır. Sizlere bir rivayete göre değil, bizzat Allahın koruması altındaki kitaptan alıntı yaparak anlatmak istiyorum, bakın Rabbim ne diyor. Ama önce bizleri nasıl ikaz edip kesin delili olmayan, yani kur’anın bahsetmediği, ama bir rivayete göre diye başlayan sözleri kur’an gibi kabul edenlere nasıl ikazda bulunuyor rabbim. (Mümin sur.56: Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri hakkında münakaşa edenler var ya, hiç şüphe yok ki, onların kalplerinde, asla yetişemeyecekleri bir büyüklük hevesinden başka bir şey yoktur. Sen Allah'a sığın. Kuşkusuz O, işiten ve görendir.) Değerli dostlar Allah a nasıl sığınılır, indirdiği kitaba sarılmakla elbette. Şimdide haram konularında neler söylüyor onlara bakalım. (Araf sur.32. ayet: De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı süsü, güzel, temiz ve tatlı rızıkları kim haram etmiş?" De ki: "Dünya hayatında onlar, inananlar için de var. Kıyamet gününde ise yalnız inananlar içindir onlar." Bilgiden nasipli bir topluluk için biz, ayetleri böyle ayrıntılı kılıyoruz.) Bu ayete baktığınızda demek ki Allahın haram demediği hiçbir şeye peygamberimiz dâhil kimse haram diyemez, devam edelim. (Maide Suresi 87. Ey iman sahipleri! Allah'ın size helal kıldığı şeylerin temiz ve güzel olanlarını haramlaştırmayın; azıp sınırı aşmayın; Allah azıp sınırı aşanları sevmez.) Şimdide neleri haram kılmış onlara bakalım. ( Enam Suresi 145. De ki: "Bana vahyolunanlar içinde, bu haram dediklerinizi yiyecek birine yasaklanmış bir şey bulamıyorum. Yalnız şunlardan biri olursa başka: leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o bir pisliktir- Allah'tan başkası adına boğazlanmış bir murdar."…..) Demek ki yasaklananlar çok açık belirtilmiş. Bunların haricinde olan temiz her şey helaldir, peki şimdi bizlere geleneksel İslam ın saydıkları haramlar neyin nesi peki diye soranlar olacaktır aramızda, işte bu ayetleri düşünün ve gerçeği göreceksiniz. Devam edelim haram konusuna. (Yunus Suresi 59. De ki: "Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?") Yazdığım ayeti lütfen iyice okuyunuz bakın ne diyor Rabbim? Kur’anın emretmedikleri dışında haramlar icat ettiniz diyor Allah ve soruyor buraya dikkat edelim lütfen, Allah mı size izin verdi diyor, yoksa Allah a iftiramı ediyorsunuz diye kızıyor bizlere. Şimdi sormak isterim, bu ayetlerden sonra, eğer Allah Peygamberimizle kur’an dışından daha başka yiyecekleri helal ve haram yapmış olabilirde, daha sonra kur’an dışından göndermiş olabilir mi dersiniz? Kesinlikle hayır, çünkü kur’an ipine sarılın sizi doğruya yöneltecektir diyor ve daha açıkça sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim bu kitaptan sorumlusunuz demiyor muydu? Bunu kabul etmekle kur’anda çelişki yaratmış oluruz. Peki, daha sonra peygamberimize haram yapma yetkisi vermiş midir dersiniz? Buda asla olmaz, çünkü ne diyordu Allah peygamberimize bakın. (Maide Suresi 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.) (Hakka Suresi 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45 Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik.) Demek ki Allah peygamberimize özellikle tembihte bulunuyor ve sana indirdiğim kuranı insanlara tebliğ et diyor. Sakın hiç bir şey ilave etme diye de ikaz ediyor. Daha önceki ayetinde de haram konusunda Allah mı size izin verdi demiyor muydu? Demek ki helal ve haram konusunda tek yetkili rabbimmiş. İşin ilginci bunu yapmadığın takdirde görevini de yapmamış sayarım diyor peygamberimize. Buradan ikna olmayan kardeşlerimize bir başka örnek daha vermek isterim, acaba peygamberimiz bir helali haram yapabilir mi, işte bunun açık kanıtı şu ayeti dikkatle okuyalım, çünkü Allah bu örnekleri boşuna vermiyor, düşünelim ve ders alalım istiyor. (Tahrim Suresi 1. Ey Peygamber! Allah'ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek neden haramlaştırıyorsun? Allah Gafur’dur, Rahîm'dir.) Peygamberimiz aile içinde eşleri arasında orta yolu bulmak adına, hoşnutluğunu kazanmak için bir helale haramdır diyor. Bakın hemen Yüceler yücesi rabbim nasıl ikaz ediyor ve peygamberimizi uyarıyor. Benim helal dediğim bir şeye eşlerinin hoşnutluğunu kazanmak adına nasıl haram dersin diye ikazda bulunuyor. İşte Kur’an işte apaçık ayetleri, ama anlayana anlamak isteyene tabi ki. Şimdi bizler ne yapıyoruz kur’anda asla geçmeyen konulara haram diyen kişilerin ya da velilerin sözlerine inanıp, Allahın haramlaştırmadığı bir konuyu ya da yiyeceği, bu peygamberin sözüdür dediklerine inanıyoruz. Bakın bu konuda da Allah bizleri uyarıyor. (Araf Suresi 3. (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!) Değerli arkadaşlarım hükmü yalnız ve yalnız ben veririm diyor Allah. Helal ve haram koyma yetkisi de bendedir diyor. Kurana baktığınızda toplumun sorduğu sorular hakkında bakıyorsunuz hemen ayet indirilmiş, örneğin kadınlar hakkında sorulan bir soruya bu konuda hükmü ben veririm diyor ve ayetini indiriyor. Hatta peygamberimize sorulan birçok soruya cevabı bakın yine ayette nasıl cevap verilmesi isteniyor. (Enam suresi 57. ayet: De ki: "Ben Rabbimden gelen bir beyyine üzerindeyim. Ama siz onu yalanladınız. Acele istediğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm yalnız ve yalnız Allah'ındır. Hakkı o anlatır. Ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı O'dur.) Değerli arkadaşlarım bakın ne kadar açık, bana sorduklarınız, acele istedikleriniz benim yanımda değildir. Ben Allahtan geleni sizlere aktarırım, hüküm yalnız ve yalnız Allahındır diyor. Hakkı o anlatır, ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı da Allah tır diyor. Dikkat edersen arada bir bende haram helal koyma yetkisi aldım demiyor, tam tersine ben bana iletileni sizlere iletirim diyor, buda kuran ayetleridir. Düşünebiliyor musunuz yiyecek konusunda Allah yenmemesi gerekenleri tek tek saymış ve gerisi temiz olan her şey sizlere helaldir demiş ve nasıl bir ayette göndermiş. (Hac sur. 30: İşte böyle. Kim Allah'ın yasaklarına saygılı olursa bu, Rabbi katında kendisi için çok hayırlı olur. Karşınızda okunarak açıklananlar hariç, tüm hayvanlar size helal kılınmıştır. Artık putların pisliğinden, yalan sözden uzak durun.) (Nahl Sur. 116. ayet; Yalan düzerek Allah'a iftira etmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "Şu helaldir, şu da haramdır!" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenler kurtulamazlar.) Bu ayetler açık seçik yazmasına rağmen yani açıkladıklarım haricinde tüm hayvanlar sizlere helal kılınmıştır demesine rağmen, hala bizlere peygamberimiz şunları da haram kılmıştır diye yüzlerce hayvan listesi sunmuyorlar mı? Birde sakın böyle bir ayrım yapmayın bu Allah a iftiradır dediği halde, tüm bunlara inanmaya devam ediyoruz. Ama bir araştırdığınızda bizlere sundukları bu liste Tevrat’ta aynısı var. Şimdi hemen zamanı gelmişken düşünelim isterseniz, acaba sonradan Müslüman olan Yahudiler, ya da içimize giren ve İslam ı bozmak isteyen hainler, peygamber sözü diye nasıl soktular dersiniz bu eski inançlarını? Bunu da iyice düşünün derim. Bizlerin yaptığı en büyük yanlış kuranı rehber almayıp bizlere peygamberimiz sözüdür diye aktarılan sözleri, kuran süzgecinden hiç geçirmeden kabul etmemizdir. Bakın Allah böyle yapanlara ne diyor? (Hac sur. 8.ayet: İnsanlar içinde öylesi vardır ki, Allah konusunda ilimsiz, kılavuzsuz ve aydınlık getiren bir kitaba sahip olmaksızın mücadele edip durur.) Düşünün isterseniz Allah kuranı ben koruyorum diyor, ama kuran dışından bizlere gelen bilgileri kimler koruyor dersiniz? Bizlere aktarılan bilgiler bir rivayete göre diye başlar, eğer kuran süzgecinden geçirmeden kabul edersek ne olur sonumuz dersiniz? Bakın bizlere şunu söylüyorlar, Kuranda her şey yoktur ve kuran özet bilgidir. Ama Allah bakın ne diyor? ( Nahl 89:…. Sana bu Kitap'ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun.) (Nisa Suresi 174. ayet; Ey insanlar! Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik. 175. ayet; Allah'a inanıp O'na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır.) Sizce bu ayetler kuranında her şeyin olmadığını mı anlatıyor dersiniz? Bakın kuran her soruya cevap vermez diyenlere yine rabbim nasıl cevap veriyor? (Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.) Allah yetiyor diyor ve tersini söyleyenlere kızıyor, ama bizler tüm bunlardan habersiz hala uyku halindeyiz. Son olarak bir ayeti daha hatırlatmakta yarar var. Eğer kuranda olmayıpta bizlere başka kanallardan helal haram ya da birçok kurallar gelmiş olsa, Allah şu ayeti gönderirmiydi dersiniz? (Zühruf Suresi 44 Gerçek şu: Bu Kuran sana ve toplumuna elbette ki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız.) Düşünebiliyor musunuz Allah sizi bu kitaptan sorumlu tutacağım diyecek, ama daha sonra kuranda olmayan birçok şeyden sorumlu tutacak. Böyle bir adalet anlayışını Rahman a laik görmenin cezasını ben tahayyül bile edemiyorum, yorum sizlerin. Bir Öğretmen imtihan edeceği kitabı açıklıyor ama imtihan günü başka kitaplardan soru soruyor ve bu sizin mantığınıza uyuyor da o öğretmene hiç sesiniz çıkmıyorsa, o zaman söylenenlerde doğru demektir. Yok, eğer sözünde durmayan öğretmene bizi bu kitaptan imtihan edecektiniz hocam, ama siz başka kitaptan soru soruyorsunuz diye hakkınızı arıyorsanız, o zaman kuranda olmayan hiçbir şeyden de sorumlu olmayacağımızı bilmeli ve bunun tersini söyleyenlere de karşı çıkmalısınız. Küçük bir örnek verelim, Kuran süs eşyasını tüm inananlara indirdiğini söyler ve hiçbir ayrım yapmaz ne erkek nede kadın. Altın yüzük takmanın erkeklere günah olduğunu söylemek, yukarıda yazdığım ayetlere ters düşer. Bunu söylemek ve savunmak ayette geçtiği gibi, yalan düzerek Allah a iftira etmekle aynıdır diyor Rahman. Helal ve haram konusunda içimize sokulan hurafelerin asıl kaynağını da sizlerle paylaşmak istiyorum. Aşağıdaki Tevrat’tan alıntıyı okumadan önce bizlere anlatılan haramlardan tek tırnak, çift tırnak ya da söylenen birçok haram denilen hayvanları hatırlayınız, daha sonrada kuranda hiç geçmediği halde, hatta sakın kafanızdan haramlar uydurmayın denildiği halde bizler, neler yapmışız ve bilmeden nerelere iman ediyoruz lütfen düşününüz. Gördüğünüz halde inanmaya devam ediyorsak, bunun hesabını da vereceğimizi unutmayalım. Lütfen artık birazcık düşünelim, başkalarının aklıyla değil, kendi aklımızla düşünelim. İşte içimize sokulan helal ve haramların kaynağı. Tevrat tan bir alıntı. Tevrat tan alıntıdır; Eti Yenen ve Yenmeyen Hayvanlar (Yas.14:3–21) BÖLÜM 11 Lev.11: 1 RAB Musa'yla Harun'a şöyle dedi: Lev.11: 2 "İsrail halkına deyin ki, 'Karada yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: Lev.11: 3 Çatal ve yarık tırnaklı, geviş getiren hayvanların tümü. Lev.11: 4 Ancak geviş getiren ve çatal tırnaklı olan hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Lev.11: 5 Kaya tavşanı* geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Lev.11: 6 Tavşan geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Lev.11: 7 Domuz çatal ve yarık tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirli sayılır. Lev.11: 8 Bu hayvanların etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız, sizin için kirlidir. Lev.11: 9 "'Suda yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: Denizde, akarsularda yaşayan pullu ve yüzgeçli canlıların etini yiyebilirsiniz. Lev.11: 10 Denizdeki ve akarsulardaki bütün pulsuz ve yüzgeçsiz canlılar -suda toplu halde yaşayanlar ve ötekiler- sizin için ********* sayılır. Lev.11: 11 Bunlar sizin için ********* sayılacak. Etlerini yemeyecek, leşlerinden tiksineceksiniz. Lev.11: 12 Suda yaşayan bütün pulsuz ve yüzgeçsiz canlılar sizin için ********* sayılacak. Lev.11: 13 "'Tiksindirici kuşların etini yemeyecek, şunları ********* sayacaksınız: Kartal, kuzu kartalı, kara akbaba, Lev.11: 14 çaylak, doğan türleri, Lev.11: 15 bütün karga türleri, Lev.11: 16 baykuş, puhu, martı, atmaca türleri, Lev.11: 17 kukumav, karabatak, büyük baykuş, Lev.11: 18 peçeli baykuş, ishakkuşu, akbaba, Lev.11: 19 leylek, balıkçıl türleri, ibibik, yarasa. Lev.11: 20 "'Dört ayaklı ve kanatlı böceklerin hepsi sizin için *********tir. Lev.11: 21 Ama dört ayaklı ve kanatlı olup ayaklarını sıçramak için kullanan bazılarının etini yiyebilirsiniz. Lev.11: 22 Şunları yiyeceksiniz: Bütün çekirge türleri, küçük çekirge, cırcırböceği, ağustosböceği. Lev.11: 23 Öbür dört ayaklı, kanatlı böceklerin hepsi sizin için ********* sayılır. Lev.11: 24 "'Sizi kirletecek şeyler şunlardır: Aşağıdaki hayvanların leşine dokunan akşama kadar kirli sayılacaktır. Lev.11: 25 Kim aşağıdaki hayvanların leşini taşırsa giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Lev.11: 26 Çatal tırnaklı ama tırnağı yarık olmayan ve geviş getirmeyen her hayvan sizin için kirlidir. Bunlara dokunan da kirlenmiş sayılır. Lev.11: 27 Dört ayaklı hayvanlardan pençelerini yere basarak yürüyenler sizin için kirlidir. Bunların leşine dokunanlar akşama kadar kirli sayılacaktır. Lev.11: 28 Bunların leşini taşıyanlar giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Çünkü bu hayvanlar sizin için kirlidir. Lev.11: 29–30 "'Küçük kara hayvanları içinde sizin için kirli sayılanlar şunlardır: Gelincik, fare, bütün kertenkele türleri -geko, varan, duvar kertenkelesi, düz keler- bukalemun. (kutsal kitap. tk) Bu konuda söyleyeceklerim bundan ibarettir, inşallah faydalı olabilmişimdir. Dilerim Rabbimden kalbimizden kur’an ışığını eksik etmesin ve kur’an gerçeklerini görmemiz içinde, kalp gözümüzü açık kulları arasına alsın inşallah bizleri. Bizler beşeriz her zaman şaşmamız an meselesi, onun için kimsenin sözlerine değil, kuranın sözlerine kulak vermeliyiz, çünkü ardımızda bizleri aldatmak ve kandırmak için şeytan her an hazır bekliyor. Onun içindir ki sarıldığımız kuran değil de kur’anın bahsetmediği, onay vermediği beşerin kitaplarıysa, işimiz çok ama çokkkk zor demektir. Dilerim Rabbim den, cümlemizi kuranın ipine sarılan kulları arasına alması dileklerimle. Rabbim kur’anda açıkladıklarım haricinde her şey sizin için helaldir diyorsa, lütfen ona inanalım, beşerin kur’anı ve İslam ı bozmalarına izin vermeyelim, bunu da ancak kur’anı anlayarak okuyup, akılla yapabiliriz unutmayalım. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK.
  11. İslam toplumunda en önemli ibadetlerden biri olan namazımızı Mescid-i haram yönüne dönüp kılarız. Bunu yaparken de aşağıdaki ayetleri delil gösteririz. Gelin bu konuyu birlikte ayetler üzerinde düşünüp anlamaya çalışalım. Gerçekten Allah namazlarımızı kılarken belli bir yöne dönmemizi mi emrediyor? Önce Bakara suresi 115. ayete bakalım ve üzerinde düşünelim. Bakara 115: Doğu da Batı da Allah'ındır: Nereye dönerseniz dönün Allah'ın yönü (yüzü) orasıdır. Unutmayın ki Allah rahmet ve kudretinde sınırsızdır, her şeyi bilendir. Yukarıdaki ayete baktığımızda nereye dönersek dönelim, orada Allah ı bulacağımızı söylüyor. Ayetin sonunda da Rabbin gücünün sınırsız ve her şeyi bilecek güçte olduğu anlatılıyor. Bu ayetten bir önceki ayette de bakın şu sözlere yer verilir. (Bakara 114: Allah'ın mescitlerini, içlerinde O'nun adı anılıyor diye engelleyen ve onların yıkımı için uğraşan kişiden daha zalim kim olabilir!... ) Bir kısım düşünce, sanırım bu sözlerden yola çıkarak, Allahın mescitlerinde namaza dururken gerekirse her yöne dönülebileceğini söylemişlerdir. Fakat bakara suresi 115. ayette namaz konusundan hiç bahsedilmemiş ona atıfta dahi bulunulmamıştır. Bu yöntem yani kur’anı anlama ve onun açıklık, anlaşılırlık ilkesine de uymaz. Şimdide günümüzde Mescid-i harama dönerek, namazlarımızı kılmamız gerektiğini söyledikleri ayetlere bakalım. Bakara 144: Biz senin, yüzünün habire göğe doğru çevrildiğini elbette görüyoruz. Hoşlanacağın bir kıbleye seni elbette döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir. Nerede olsanız yüzünüzü Mescid-i haram yönüne döndürün. Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir. Bakara 145: Yemin olsun, Ehlikitap'a sen her türlü mucizeyi getirsen de onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uymayacaksın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Eğer sen, ilimden nasibin sana geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan, işte o zaman kesinlikle zalimlerden olursun Bakara 149: Nereden çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i haram'a döndür. Bu, elbette Rabbinden gelen gerçektir. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir. Bakara 150: Nereden çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i haram'a çevir. Nerede olursanız olun, yüzünüzü ona doğru çevirin ki, insanların elinde sizin aleyhinize bir delil bulunmasın. Onların zulme sapanları müstesna. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Yüzünüzü Mescid-i haram'a dönün ki, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Ve bu sayede güzeli ve iyiyi bulmanız da umulmaktadır. Yukarıdaki ayetler üzerinde düşünelim. Önce kıble sözcüğünden Rahman ne kast ediyor sanırım burası önemli. Eğer namazlarınızı kılarken kıble olarak yani yön, taraf, bölge olarak oraya dönüp kılınız açıkça diyorsa sorun yok demektir. Bu ayetten bunu yapın diye anlıyor muyuz? Hiçbir ayetinde namazlarınızı kılarken mescidi Harama dönerek kılın dememiştir. Peki, başka ne anlama geliyor olabilir kıble sözü, isterseniz şimdide onu anlamaya çalışalım. Kıble: Sıkıntılı bir durumda yardım umarak başvurulan yer, doğru yön. İsterseniz bu anlamı üzerinde de düşünelim şimdide. Yukarıda sizlere hatırlattığım ve Rabbin kıble olarak dönülecek yönün mescidi Haram olduğunu söylerken tek bir yerde bile namazlarınızı buraya dönerek kılın açıklamasına rastlayamıyoruz. Peki, neden hiç bahsedilmediği, açıklık getirilmediği halde bizler bu anlamı vermişiz? Sanırım burası önemli. Çünkü her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyen rabbim, eğer namazlarımızı yalnız bu yöne dönerek kılmamızı emretseydi, bunu açıkça söylemez miydi? Kıble sözünden anlaşılması gereken bir başka anlamı da yazmıştım.( Sıkıntılı bir durumda yardım umarak başvurulan yer, doğru olan yön.) Allah bu sözlerle acaba İbrahim peygamberden bu yana sizlere aynı dini gönderdim, hepiniz hanif İbrahim in dinindensiniz mi diyor? Sizin atanız İbrahim peygamber derken, bizleri bir noktada birleştirdiğini yönümüzün kıblemizin aynı olduğunu ve onunda yönünün, yolunun ve yönteminin bizlere gelen kitaplarla aynı olduğunu anlatmak adına, bizlerinde yönü olarak Hz. İbrahim in kurduğu ilk toplantı evi gösterilerek yönümüzü, yolumuzu çevireceğimiz yönün, yani kıblenin Mescidi haram merkezli aynı bir din olduğunu mu anlatmak istiyor Rabbim acaba bizlere? Gelim şimdide yukarıdaki ayetleri bu düşünce penceresinden bakıp anlamaya çalışalım. Bakara 144. ayette Allah elçisine biz senin, yüzünün habire göğe doğru çevrildiğini elbette görüyoruz diyor. Sizce bu namaz kılarken olabilir mi? Namaz kılarken hiç kimse yüzünü gökyüzüne çeviremez. Geleneksel İslam ın bu konuyu anlattığı gibi bir açıklama yok, sen namaz kılarken mescidi aksaya dönüyordun, bundan sonra mescidi harama dön de demiyor. Demek ki Peygamberimiz ortamın kötülüğünden, çevresinde olan yanlışların üzüntüsünden çaresiz Rabbine sığınıp, yüzünü gökyüzüne çevirip dualar ediyor ki, Allah bu isteğini duyduğunu söylüyor. Zaman zaman dara düştüğümüzde, bizlerde Rabbe sığınıp ellerimizi gökyüzüne açıp, yönelip dua etmiyor muyuz? Peygamberimizin özel bir istek için değil, sürekli Allahın doğru yolunu aramak adına ona yalvardığının sonucu böyle bir hareket yaptığı anlaşılıyor. Bunun özel bir istek olmadığı çok açık, eğer özel bir istek olsaydı bunu açıklardı bizlere Rabbim. Demek ki genel anlamda bir dua bir yakarış ki bakın elçisine devamında ne diyor?( Hoşlanacağın bir kıbleye seni elbette döndüreceğiz.) Bu sözlerden Allah a çok özel bir isteği için yakarmış olsaydı, bu konuda elbette açıklanırdı. Demek ki Rabbim peygamberimizin yüzünü kendisi gibi hanif olan İbrahim peygambere inmiş olan dine karşı yüzünü çevireceğini söylüyor. Çünkü Mescidi Haram İbrahim’i dinlerin sembolüdür. Bu sözlerden yola çıkarak şunlar söyleniyor günümüzde rivayetler yoluyla. Eskiden namazlar Yahudilerin kutsal yeri olan Mescidi aksaya dönerek kılınıyormuş. Bu Allahın elçisinin hiç hoşuna gitmediği için Allah a yalvarıp kendisinin de istediği Mescidi Harama yönelip namaz kılmayı istediğinden Allah, elçisinin isteğini duyarak bu ayeti gönderdiği söyleniyor. İsterseniz şimdi düşünelim, kur’anda böyle bir açıklama var mı? Tek kelime bile yok. Acaba her şeyi bilen yüce Rabbim daha önce bu olayı hâşâ göremedi de mi, daha sonra elçisinin isteği, üzüntüsü üzerine kıbleyi mescidi haram yaptı? Bunu doğrusu aklıma bile getirmem. Çünkü Rabbim yüzlerce, binlerce yıl sonra olacak olayları, ihtiyaçları bilerek ayetlerini göndermiş ve açıklamış, her çağa uygun hitap eden bir kitap göndermiştir bizlere. Ne yazık ki bizler kelimelerden, cümlelerden Allahın hiç bahsetmediği anlamlar çıkartarak, kendimize deliller yaratmışız. Peki, Allah elçisini hoşlanacağı bir kıbleye çevireceğim derken ne söylemek istiyor olabilir dersiniz? İşte bunu anlamak için yine kur’anı bir bütün olarak düşünmeliyiz. Kıblenin ne anlama geldiği konusunda bir başka açıklamada ne demiştik? Sıkıntılı bir durumda yardım umarak başvurulan yer doğru olan yol, yön. Peki, Allah bizleri tüm Dünyanın her yerinden, Mescidi Harama gitmemizi orada toplanmamızı ve orada ne yapmamızı istiyordu? Onun birliğini, yüceliğini hep birlikte haykırıp onun önünde kıyamda, rükû da ve secdede bulunmamızı, onu zikretmemizi, onun kanunlarına uyacağımızın topluca kanıtı olduğu için, orada buluşmamızı istiyordu Allah. Demek ki Allah sürekli bir arayışta olan elçisinin dualarına karşılık, onu zaten var olan bir dine yönlendireceğini, İbrahim peygamberden bu yana gönderilen İslam dinine yüzünü çevirmesini, dönmesini istiyor bu sözleriyle. Ayetin devamına bakalım acaba bu sözlerimizi doğruluyor mu? (Nerede olsanız yüzünüzü Mescid-i haram yönüne döndürün. Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler.) Demek ki tüm insanların nerede olması önemli değil, hepsinin bir noktada buluşması önemli. Buda tüm İslam âleminin yani tüm dinlerin, bir noktada buluştuğu mescidi Haram a dönmesi, aynı pencereden bakması istenerek, kendilerine kitap verilenlerin bu gerçeği çok iyi bileceğini ve onların birleşme yeri, noktası olarak Mescidi haramı gösteriyor. Hatırlayınız İbrahim peygamberden bu yana tüm dinlere Rabbin emrettiği ortak nokta Mescidi haramdır. Şimdide gelelim Bakara 145. ayeti anlamaya çalışalım, bakalım burada kıble sözünden ne anlatmak istiyor olabilir Allah. Bu ayette özellikle dikkatimizi çekmeye çalışan sözlere bakalım. (Onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uymayacaksın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Eğer sen, ilimden nasibin sana geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan, işte o zaman kesinlikle zalimlerden olursun.) Onlar senin kıblene uymazlar, sende onların kıblesine uyma diyor. Peki, burada bahsedilen kıble namaz kılarken döndüğümüz yön anlamında mı kullanıyor? Tek kelime bile namaz konusundan bahsedilmiyor. Eğer namaz olsaydı bu açıklanırdı, çünkü tüm dinlere namaz farz kılınmıştı. Bir dine emredilen nazmın kıblesi, yön tespiti var ise, diğerlerinde farklı olması düşünülemezdi. Bu durumda dinler arasında zıtlaşma ve inanç farklılıkları olurdu. Peki, ne olabilir kıble bu durumda? Bakın ayetin son kısmında bu konu aslında anlaşılıyor, bakın ne diyor Rahman elçisine? ( Eğer sen, ilimden nasibin sana geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan…) Demek ki kıble sığınılacak, yardım istenecek, takip edilecek bir yol, güç anlamına geliyormuş ki, Allah elçisine eğer ben sana ilimden nasibini, rehberini, güneşini gönderdikten sonra hala onların iğreti arzularına, inançlarına yani kıblelerine uyarsan, zalimlerden olursun diyor. Dikkat edin ayetin içinde bir cümle var. (Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar.) İşte bu cümle aslında konuyu daha çok açıklığa kavuşturuyor. Kıble sözüyle Rahman sığınılacak, danışılacak, yardım umulacak yöneleceğimiz bir yer olarak anlattığı anlaşılıyor, onların o kadar çok yöneldiği kıbleler var ki, kendi aralarında, zaten onlar birbirlerinin kıblelerine bile uymazlar diyor. Çünkü inandıkları putlar, şefaat diledikleri o kadar yanlış itikatları var ki, kendi aralarında bile anlaşamaz onlar diyor. Şimdide Bakara suresi 149. ayeti bu düşünceden yola çıkarak anlamaya çalışalım. (Nereden çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i haram'a döndür. Bu, elbette Rabbinden gelen gerçektir.) Bu sözleri okuduğunuzda sizler nerede olursa olun namaz kılarken mescidi Harama dönün öyle kılın diye mi anladınız? Eğer Allah onu kast etmiş olsaydı bunu apaçık söylerdi, bundan hiç kuşku yok. Rabbin sözlerine lütfen dikkat edelim. Nereden çıkarsan çık diyor, yani hangi inançtan geliyor olursan ol, nerede olduğun kimden olduğun önemli değil. Önemli olan bundan sonraki birliğimiz beraberliğimiz ve gittiğimiz yoldur. Mescidi haram gerçeği, Rahmandan gelen apaçık bir gerçektir. Orada birleşelim ve ona inanalım, buradan yola çıkalım. Allah kıble ve mescidi haram sözlerinden, takip edilecek yolun, İbrahim peygamberden bu yana birleştiğimiz nokta olan Allahın kitapları, peygamberlerinin bir noktada birleştikleridir, bunun sembolü de Mescidi haramdır diyor. Bu makam bu kıble, yön sizlere gönderdiğim kitapların birleşme noktasıdır, yönünüzü buraya dönün ki beni orada görebilesiniz diyor Allah. Kıble ve Mescidi haram Rabbin gönderdiği kitaplarının kesişme noktası, merkezi ve birleştiği yönüdür diyor. Bakara 150. ayette bu yönde güzel açıklamalar yapıyor bizlere. Ayetten bir alıntı yapalım. (Nerede olursanız olun, yüzünüzü ona doğru çevirin ki, insanların elinde sizin aleyhinize bir delil bulunmasın.) Ayete baktığınızda namaz kılarken yönünüzü mescidi harama a çevirin mi diyor? Elbette hayır eğer bunu söylemek isteseydi açıkça bunu söylerdi rabbim. Demek ki burada da yönelmek, yardım istemek, takip etmek dini yaşamak adına bir noktada birleşmekten bahsediyor ki bakın ne diyor? (insanların elinde sizin aleyhinize bir delil bulunmasın.) Buradan da anlaşılıyor ki yöneleceğimiz, yardım dileyeceğimiz, uyacağımız bir YÖNDEN(KIBLEDEN) bahsediyor ki, buraya yönelin de diğer insanların elinde aleyhinize delil olmasın diyor Allah. Bakın burada namaz kılarken yöneleceğimiz kıbleden bahsediliyor mu sizce? Tam tersine uyulması gerekenlere uyun ki, aleyhinize delil kalmasın diyor. Yüzünü Allah a çevirdiğinde ona uymuş, onun kelamına iman etmişsin demektir. Bunu yapanın şahidi Yüceler yücesi RAHMANDIR, bunu yapanın aleyhine kimse şahitlik yapamaz. Ayetin son kısmına bakalım şimdi de .( Yüzünüzü Mescid-i haram'a dönün ki, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Ve bu sayede güzeli ve iyiyi bulmanız da umulmaktadır.) Bakın Allah Mescidi Harama döndüğümüzde üzerimizdeki nimetimizin tamamlanacağını ve bu sayede güzeli, iyiyi bulacağımızı söylüyor Rabbim. Şimdide bu sözleri kur’an bütünlüğünde düşünelim. Allah iyiye ve güzele ulaşmamız için bizlere rehber olsun diye kur’anı gönderdim diyordu. Bakın bizlerin mescidi harama dönmemiz den kasıt la ne anlam verdiği, ne kadar güzel anlaşılıyor, çünkü kıble aynı zamanda dönülecek yön anlamını taşıdığına göre, buraya dönerek İslam ı gerçek anlamda özümseyip kemale ermek, bu sayede güzele ve iyiye yönelmek olduğu açıklanıyor. Demek ki Allah kıble ve mescidi Haram sözlerini sembolize ederek Atamız olan İbrahim peygamberin dininde ve en son gönderdiği rehberinde KURANDA BİRLEŞMEMİZİ ONUN REHBERLİĞİNİ YÖN EDİNMEMİZİ KASTEDİYOR Kİ, bunu yaparak iyiye ve güzele ulaşacağımızı söylüyor. Şimdide bugün namazlarımızda yöneldiğimiz kıblenin konumuna bakalım. Anlatılan birçok rivayetler var bu konuda. Tüm dinlerce kutsal sayılan Mescidi Aksaya İslam’ın ilk yıllarında namaz kılarken dönüldüğü anlatılır. Bu olayı Yahudilerin kullandığı ve kendilerince kutsal olan bir yere dönülerek kılınmasından payeler çıkarıp, Müslüman toplumun arasında huzursuzluk çıkardıkları söylenir. Peygamberimizin de bu konu hoşuna gitmediğinden belli bir zaman sonra Müslümanların mescidi harama dönerek namaz kıldığı anlatılır. Bu dönüş konusunda da yukarıda yazdığım ayetler örnek gösterilerek delil aranır. Doğrusu şuanda özellikle toplu kıldığımız namazlarımızda bir beraberlik olması adına güzel bir durum, buna kimsenin itirazı da olamaz, bence olmamalıda. Fakat bunun Allah emri olduğunu ve delil olarak gösterilen ayetlerin, belli bir zaman sonra peygamberimizin çok istemesi sonucu, Mescidi haram yönünde değiştirildiğini söyleyerek, bu konuda açıkça bahsedilmeyen ayetleri örnek gösterilmesinin doğru olmadığına inanıyorum. Allah geleceği bilir ve o gelecek gelmeden en doğruyu baştan yaratır, ayetini bizlere bildirir. Rabbim binlerce yıl sonra olacak olayları bizlere müjdelemişse, kur’an indirilmeye başlandığında namaz kılarken dönmemiz gerektiği yön konusunda bir emri olsaydı, onu apaçık daha en başta söylerdi. Örnek verilen ayetlere bakınız lütfen, hiç birisinde namaz kelimesi geçmediği gibi, onun yerine geçecek bir sözde yoktur. Zaten Allah sorumlu tutacağını emrettiği emirlerini açık, anlaşılır ve her şeyden nice örneklerle anlatırım diyor. Rahman bu sözleri söylüyorsa, kur’anın bu kadar önemsediği namazlarımızda döneceğimiz bir yön olsaydı bunu da apaçık söylerdi. Şunu da söylemeliyim ki, bu konuda İslam âleminde hiçbir tepki ve kargaşada yoktur kıble konusunda, bu konuda anlatılan kur’andan delil aranan rivayetler dışında. Allah eğer bu konuda bir kural koymamışsa, bu bizlerin serbest alanıdır diyebiliriz bizlerin kolaylığıdır, onun içindir bunu zorlaştırmak çok büyük yanlış olur. Bazen haberlerini duyarız kıblesi yanlış cami tespit edildi, kılınan bunca namazımız ne olacak diye. Namaz Allah ile kulunun sohbetidir, namaz Allah ile kulunun en mutlu anıdır. Namaz aciz biz kullarının Yüce Rabbimden istek ve dilek anımızdır. Bunun hangi yönde olmasının ne önemi olabilir ki? Allah haram ayların bir yılda dört ay olduğunu söylemiş fakat hangi aylar olduğu konusunda serbest bırakıp geleneğin uygulamalarına ses çıkarmamıştır. Serbest bıraktığı konularda bazı yapılan yanlışlar için ayetler indirip düzeltilmesini sağlamıştır. Allah bu konuda açıkca bir emir vermediyse, bizler geleneğimizden gelen namazlarımızdaki kıblemizi, döndüğümüz yönü elimizden geldiğince korumalıyız, fakat şunu bilmeliyiz ki rabbim e yönelmek, onun huzuruna durmak için Allah bizlere hiçbir zorluk çıkarmamıştır. Eğer böyle bir emir açıkca Rabbim vermiş olsaydı, sanırım yüzlerce yıl önce kılınan namazların yönlerinin tespiti doğruluğu konusunda, tartışma konusu olurdu. Fakat dikkat edin bu konuda ciddi bir tartışmaya hiç rastlanmaz. Şunu düşünmenizi rica edeceğim sizlerden. Allah bu kitabı yemin ederek kolaylaştırdığını birçok kez söylüyorsa kur’an da, bundan yüzlerce yıl öncesinde, yönlerini dahi tespit etmekte zorlanan insanları bağlayıcı bir emir verip, rabbin huzuruna durmamız da çok zor bir tespite bizleri zorlar mıydı? Onu anmak onu zikretmek, ondan yardım dilemek için kullarının belli bir yöne dönmesini ve onun huzuruna durmak için bu yönü bulmak adına evlerimizde, tarlamızda çalışırken namaz kılarken zorluk çıkaracağını ve bunu şart koşacağını aklımdan bile geçirmiyorum. Çünkü bu konuda tek bir açık ayet yoktur. Allah bu dini bu kitabı sizler için kolaylaştırdım diyorsa, her gün onun huzuruna durmak ondan yardım istemek adına huzuruna duracağımız yönünün, kesin tespitini isteseydi sanırım işimiz çok ama çok zor olurdu. Rabbim bir şey istiyorsa bu gerekli ve bizler için önemli olduğundandır. Bizlere namazlarımızda duracağımız yönün, mutlaka mescidi haram yönünün de olması gerekir yoksa kabul etmem deseydi, sanırım geçmişte kılınan ve gelecekte kılınacak onca namazın yönü konusunda sorun yaşardık ve her an korku içinde olurduk. Çok şükür Rabbim bizleri asla zor bir ibadetle sorumlu tutmamış. Daha geçenlerde bir caminin kıblesinin yanlış yöne baktığını tespit etmişler, yıllarca kimse farkında bile olmamış, tabi o toplumun üzüntüsünü orada namaz kılan cemaatin telaşını çok iyi tasavvur ediyorum. Ya Rabbim gerçekten böyle kesin bir emir vermiş olsaydı nice oludu halimiz. İşte güzelim İslam ı ne hale soktuğumuzun acıklı bir örneği. Bizler bu kadar kolay bir dini nasıl zorlaştırırız onun yarışına girmişiz, bakalım daha ne kadar zorlaştırıp Rabbin hışmına uğrayacağız, bunu da zaman gösterecek. Ben bu konuyu kur’an ayetlerini bir bütün olarak düşündüğümde bunları anladım. Yanılıyorsam Yüce Rabbime sığınırım. Benim yaptığım, amacım onun önerdiği, ayetleri düşünerek, aklederek ne söylemek istediğini, Rabbin ne dediğini anlamaya çalışmaktır. Yaptığım ve yapacağım yanlışlarımı ne olur affet Rabbim. Bu açıkladıklarım benim kur’andan anladıklarımdır, yalnız beni bağlar. Sizlere de düşen kur’anı anlayarak bol bol okuyup anlamaya çalışmak olmalıdır. Bizler beşeriz her zaman hata yaparız, bunun unutulmaması gerektiği gerçeğinden yola çıkıp, Rabbin rehberinden, güneşinden, gönül gözünden elimizden geldiğince yararlanma yolunu seçmeliyiz. Allah sizlere rehber olsun, gönül gözü olsun diye indirdim dediği kitap asla anlaşılması zor bir kitap olamaz. Anlayamayan, istifade edemeyen bilmelidir ki, bizlerin gönüllerinin kapısının kapalı, kilitli oluşundandır, bunu unutmayalım. Gelin bu kilitli kapının anahtarını kur’andan alalım ve o kapıyı açalım. Eğer o kapının anahtarını beşerden alma yolunu seçersek asla o kapıyı açamayacağını da bilelim. Onun anahtarı taklit edilmesi imkânsız KUR’ANDIR. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  12. Kur’an da geçen ümmi kelimesinin anlamını ayetleri birlikte düşünerek anlamaya çalışalım. Çünkü bu konuda İslam âlemi açıkça ikiye bölünmüş durumda. Bir kısmı ümmi sözünden peygamberimizin okuma yazma bilmeyen bir insan olduğunu, bir diğeri ise ümmi sözünden ehlikitap olmayan, o günün değişmiş yozlaşmış dinlerin hiç birisine tabi olmayan anlamının anlaşılması gerektiğini savunmaktadırlar. Bizde kur’an ayetlerinden yararlanarak, onu bir bütün olarak düşünüp, ümmi kelimesini Rabbim ne anlamda kullandığını anlamaya çalışalım. Sözlüğe baktığımızda ümmi kelimesinin anlamı olarak şunlar yazıyor. (Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mektep ve medresede okumamış kimse. Ümmi yalnız okuyup yazmak bilmeyendir. Cahil ise, okuyup yazmak bilse de, bir şey bilmeyen kimsedir, her ümmi cahil değildir. ) Acaba kur’an da geçen ümmi kelimesinden bunlarımı anlamalıyız, çünkü Allah peygamberimizi ümmi peygamber olarak niteliyor. Okuma yazma bilmeyen bir insanımı elçi olarak gönderdi dersiniz Allah, yoksa günümüzde sözlük anlamında geçen anasından doğduğu gibi sözcüğünden yola çıkarak doğruluk, dürüstlük adına bozulmamış, aklın ve mantığın gerçeklerini arayan, çevresindeki din adına yanlışları, bozulmuşluğu gördüğünden sözde ehli kitap ehlinden uzak duran bir insan olarak mı anlamalıyız, gelin birlikte ayetlerden anlamaya çalışalım Allahın izniyle. Bakara 78: Onlardan bir kısmı ümmidir. Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız şeylerden başkası değildir ve yalnızca zannederler. Bu ayete baktığımızda ümmi insanlardan bahsederken kitabı bilmezler diyor. Buradan okuma yazma bilmez anlamını çıkarmak yanlış olur. Çünkü ehlikitap toplumunda da okuma yazma bilmeyen zaten çoğunluktaydı. Peki, kitaptan kasıt ne olabilir? Rabbin peygamberler aracılığıyla gönderdiği kitaplar olmalı ki, ümmi olanların bunlardan uzak ve bunlara tabi olmadığını söylüyor. Hem kitaptan habersiz onunla ilgilenmez hem de bilmeden bir sürü asılsız şeylerin ardına giderler diyor, ümmilerden bahsederken. Elbette her ehli kitap içinde bir sürü yalana, yanlışa, hurafeye uyan ve ardı sıra giden olduğu gibi olmayanda vardı, ümmiler içindede Rabbin doğrularını arayan örnek insanların olacağını unutmadan konuya bakmalı ve öyle yaklaşmalıyız. O devri düşünelim, Yahudi ve Hıristiyan inancı vardı ehli kitap olarak. Eğer Rabbim ehli kitap inancı bozulmasaydı, kitabı kendi elleriyle yazıp kendilerince bir din yaratmamış olsaydılar, neden Allah yeni bir peygamber yeni bir kitap gönderme gereği duysun? Bu ayetten de anlaşıldığı gibi kur’an ümmi sözcüğünü okuma yazma bilmeyen anlamında kullanmıyor. Devrin bozulmuş dinlerine tabi olmayan fakat onlarında birçoğunun, kendilerince uydurdukları temel dayanakları olmayan, asılsız inançların peşinde koşan bir toplum olduğunu söylüyor. Şimdide aşağıdaki ayete bakalım. Aliimran 75: Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez. Bu da onların, "Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur" demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar. Yukarıdaki ayeti anlamaya çalışalım. Kendilerine kitap tebliğ edilmiş ve ona iman eden kitap ehli insanların bir kısmının doğru ve dürüst güvenilir olduğundan, bir kısmının da asla güvensiz olduğunu söylüyor ve bu kişiler borçlarında sadık olmamalarının nedeni olarak ta, kendilerince uydurdukları bir sebepten, ümmilere karşı yaptığımız yanlışlardan, haksızlıklardan sorumlu değiliz diyorlar. Peki, bu durumda ümmi kişilerin özelliği nedir ki bunlara karşı yapılacaklar için sorumluluktan kaçmaya çalışıyorlar? Demek ki bu insanlar Ehli kitap halkı değil, yani kendi inançlarına ters düşen bir toplum olmalı ki onlara kötülük yapmayı bile mubah görebilenler var. Onların inandıklarına iman etmiyorlar ki, böyle bir kızgınlık var onlara karşı. Ya onlara bu kitaplar tanıtılmamış, uzak bırakılmış, ya da o günün yalan ve yanlışlarla yaşanan bozulmuş ehlikitap inancına tabi değiller. Çünkü ümmi kelimesine bizler okuma yazma bilmeyen toplum dersek, neden bazı ehli kitap halkı ümmilere karşı yapılacak haksızlıklardan sorumlu değiliz desin? Kendi inancı içinde okuma yazma bilmeyeni kandırmayı aldatmayı neden normal karşılasın. Cahillik aldatılmayı gerektiren bir durum değil ki. Bu sözlerden yola çıkarak ümmilik, ehli kitap halkından olmayan bir toplum olduğu anlaşılıyor. Geçmişten gelen tarihi bilgilerden aldığımız bilgilerde Yahudilerin Arap toplumuna ÜMMİ topluluk olarak hitap ettikleri söylenir. Buda kendilerince Allah katından inen bir kitaba tabi olmayan toplum anlamındadır. Peki, buradan ümmiliği Allah a iman etmeyen kâfir insanlar anlamında mı anlamalıyız. Bana göre asla böyle anlamamız mümkün değil. Çünkü lütfen düşünün kur’anın indirildiği dönemi. Ehli kitaba inananlar Yahudi ve Hıristiyanların geneli zaten Rabbin indirdiği kitap yerine, din ile hiçbir alakası kalmamış hurafelerin hüküm sürdüğü bir inanç içindeler. Allah tan başka şefaatçiler yaratıp dini yolundan çıkarmışlar. Sadece isimleri kalmış Ehli kitap toplumu diye. Aklı başında hiç kimsenin ardı sıra gitmeyeceği bir din oluşmuş adeta. Ayete dikkat edin ehli kitap tan olan bazı düzenbaz insanlar ümmi adıyla anılan topluma karşı hilekâr olabileceklerini savundukları halde, Allah bunların yapılmasının doğru olmadığını hatta Allah adına yalan söylüyorlar diyor, çünkü zaten bozulan bir dinden uzak yaşayan ve Rabbin indirdiği yeni dine, kitaba daha kolay tabi olabilecek bir toplumdan bahsediliyor olabilir. Şimdide aşağıdaki ayeti anlamaya çalışalım. Aliimran 20: Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." Ehl-i kitaba ve ümmîlere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok, eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir. Ayetin başında Allah elçisiyle tartışmaya girmek isteyenlere bakın ne söylemesini istiyor Allah. Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah a teslim ettim. Ehlikitap yani daha önce gelen kitaplara iman ettiğini söyleyenlere ve ümmilere de sizde Allah a teslim olun de diyor. Dikkat ederseniz burada iki insan toplumu var. Birisi daha önceki dinlere tabi olduğunu söyleyenler, diğeri de bunlara tabi olmayanlar toplumu var ki, onları ayrı bir sınıfta zikrediyor. Burada düşünelim acaba ümmi toplum cahil okuryazar olmayan bir toplum olabilir mi? Her ihtimali düşünelim ki en doğruya ulaşalım. Önce şunu araştıralım, neden ehli kitaba tabi olmamış olan bir toplum var. Buna birçok cevap vermek mümkün, ama benim kanımca yüzlerce yıldır ehli kitap toplumunun dinlerini Allah yolundan saptırıp, kendilerince hurafelere dayalı bir din yaratmış olmalılar ki, bunun farkında olan bazı insanlar onlara tabi olmaktansa uzak olmak evladır düşüncesiyle ve kendince yalan yanlış bir inanç yaratmış olmaları mümkün görünüyor. Çünkü ümmilerden bahsederken kitabı bilmezler bir sürü asılsız şeylere inanırlar diyordu Allah. Yaratan dikkat ederseniz hem ehlikitap hem de ümmi topluma bu dini, kitabı tebliğ ediyor ve ona uyulmasını istiyor. Eğer ümmiler okuryazar olmasa onlara tebliğ etmenin başka bir yolu izah edilirdi. Cahil insanla cahil olmayan bir topluma tebliğ aynı olmasa gerek. Şöyle düşünelim ümmi sözcüğüne okuryazar olmayan toplum dersek, Ehli kitap arasında da o günün çoğunluğu okuryazar değildi, onları nasıl bir konuma oturtmalıyız o zaman? Bakın ümmi kelimesine okuryazar olmayan anlamı verdiğimizde diğer ayetlerle bütünlük sağlamıyor, yani kur’an ayetleri ümmi sözünün cahil okuryazar olmayan insanlar anlamını onaylamıyor. Demek ki ümmiliğin okuryazarlıkla bir ilgisi yok demektir bu durumda. Aslında bana göre Müslümanlığı seçmekte hiç zorlanmayan, direnmeyen toplumun ümmi toplum olduğunu düşünüyorum. Diğer ehli kitap toplumu inandıkları dinden ve kendilerince koydukları kurallardan, geleneklerinden, menfaatleri gereği koyduğu ve bunlar Allah katındandır dedikleri inançlardan kolayca vazgeçmeleri mümkün olmayacaktır. Çünkü akılları, kafaları yanlış inançlarla o kadar dolu ki, doğrulara fazla yer kalmamış diyebiliriz. Bunun örneklerini de zaten kur’andan görüyoruz. Bunun benzerini de günümüzde çok açık görmekteyiz. Rabbin apaçık ayetleri dururken, hala kur’ana uymayan atalarından öğrendiklerinden vazgeçemeyen, sözlerin peşinde koşan o kadar büyük bir topluluk var ki. Peygamberimizin devrini hatırlayınız, Rahman elçisine ne diyordu isra suresi 74. ayetinde? (; Eğer biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, yemin olsun, onlara birazcık meylediverecektin.) demek ki ehli kitap, eski inançlarından vazgeçmemek için elinden geleni yapıyor ve peygamberimize direniyormuş. Fakat hiçbir dine tabi olmayan ümmi toplumun aklın, mantığın ön plana çıktığı bir dini, özellikle peygamberinin de kendileri gibi ümmi olmasından dolayıdır ki, ilk önce onların iman ettikleri daha akla yatkın görünüyor. Bozulmuş sapmış, kitaptan uzaklaşmış Ehli kitap toplumun inanmamakta ısrar etmesinin bir nedeni de, sanırım Allah resulünün kendi içlerinden değil de, ümmi bir toplumdan gelmesi etkili olmuştur. Bakın bu düşüncemi şu ayetle açıklamak isterim. Ankebut 48: Sen bundan önce herhangi bir kitap okumuyordun; onu sağ elinle de yazmıyorsun. Eğer öyle olsaydı batıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı. Yukarıda örnek verdiğimiz ayetlerde ümmi kelimesiyle Ehli kitap olmayan onlara tabi olup onları okumayan insanlar olduğunu söylemiştim. Bakın aynı sözleri ve anlamı çıkarabileceğimiz şekilde Rabbim elçisine sesleniyor. Sen peygamber olmadan önce o devrin hiçbir ehli kitabına tabi değildin, ellerindeki kitapları da okumuyordun, o kitaplarla ilgili yazılar yazan birisi olarak ta tanınmıyordun çevrende. Eğer öyle bir insan olsaydın sana indirdiğimiz kitabı sen daha önceki kitaplardan faydalanıp yazdın diye şüphe duyacaklardı senden diyor Rabbim. Çünkü buradaki ümmi sözünden sen okuryazar değildin dersek, insanların kuşkulanacağı inanmayacağı daha büyük bir neden, sebep oluşturmuş olmuyor muyuz dersiniz? Sizce okuması yazması olmayan cahil bir insanı gönderir mi Allah topluma lider olsun diye? Eğer böyle göndermiş olsaydı bunu da söylerdi. Peygamberimizin hayatını düşünün ticaretle uğraşan, çevresinde güvenilen, sevilen onca ticari işler yapıp mal alan ve satan bir insan nasıl okuryazar olmaz, bu size mantıklı geliyor mu? Kendimize bile yakıştıramadığınız okuryazar olmamayı, cahilliği nasıl olurda peygamberimize yakıştırıyoruz anlamakta güçlük çekiyorum doğrusu. Sayın Muhammet Esed Ankebut 48. ayeti mealinde bakın ne kadar açık ve düşüncemi doğrular bir şekilde yazmış. (çünkü [ey Muhammed,] sen bu [vahyin gelmesi]nden önce herhangi bir ilahî kelâmı okumuş ya da onu kendi ellerinle yazmış değildin.) Bu ayeti lütfen çok iyi düşünelim ve kur’an bütünlüğünde Rabbin ne söylemek ne anlatmak istediğini anlamaya çalışalım. Allah eğer bu ayetinde elçisine sen okuma yazma bilmeyen biriydin demek istemiş olsaydı böylemi söylerdi? Günümüzde bu ayet gösterilip Allah ın en son elçisinin okuma yazma bilmeyen biri insan olduğu söylenmesi kur’ana uyuyor mu yorum sizlerin. Ayetten ben bunları anladım Rabbim yanıltmasın. Demek ki Rabbim özellikle ümmi bir elçi seçmiş, Rabbim bunun la bizlere neleri anlatmak istiyor, bunu çok iyi düşünmeli ve anlamaya çalışmalıyız. Şimdide günümüzde bazı düşüncenin kabul ettiği gibi ümmi okuryazar olmayan, fikrinden yola çıkalım ve düşünelim. Peygamberimiz okuryazar değildi diyelim. Bu ayetin sonunda ne söylüyor Rabbim? Eğer böyle olsaydı batıla sapanlar kuşku duyacaktı. Peki, okuması yazması bile olmayan bir insan için daha çok kuşku uyanmaz mı sizce insanlarda? Cahil okuma yazması bile olmayan bir insanın sözüne mi kulak verirsiniz ardı sıra gidersiniz, yoksa bozulmuş dinlere tabi olmayan onların ardı sıra gitmeyen, kendisini anasından doğduğu gibi tertemiz yetiştiren, koruyan, kollayan ama bilgisi ile, çevresinde güvenilir bir insanın mı sözlerine inanırsınız? Peygamberimiz İslam dininin lideriydi. Liderin özelliğini düşünün lütfen. Sizce okuma yazması olmayan bir insanı Rahman lider olarak gönderir miydi bu dini yaymak, tebliğ etmek için kullarına? Kur’an her şeyden nice örnekleri verdim der bizlere. Kur’anın hiçbir yerinde elçisinin okuma, yazma bilmediğini ona okuma yazmayı biz öğrettik demez. Yalnız ona kur’anı ve hikmeti biz indirdik der. Kur’an ile birlikte ilmi verdik ki onu topluma iyice anlatsın, açıklasın ikna etsin der. Kur’anı okuma yazması olmayan birisine neden indirsin Allah? Okuma yazması olmayan bir insana ilim vermeden önce, ona okuma yazma öğretilmesi gerekmez mi? Rabbim her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim diyorsa, gönderdiği elçisi eğer okuma yazma bilmeyen bir insan olsaydı, bunun birçok örneğini de bizlere iletirdi ki toplum bunu açıkça bilsin ve ona göre iman etsin, tüm kuşkular ortadan kalksın. Allahın adıyla oku derken nasıl olurda bu konuda aksi bir bilgi olmadığı halde, bizler peygamberimiz okuma yazma bilmezdi diyebiliriz? Bana mantıklı gelmiyor kur’anın bütünlüğüne de uymuyor doğrusu. Çünkü peygamberimiz okuma bilmiyor idiyse, Rabbim bunun bir mucizeyle ona okumayı biz öğrettik diye bildirmesi gerekmez mi? Kur’an buna benzer birçok mucizevî açıklamalarla doludur. Eğer böyle olsaydı bununda açıklamasını rabbim mutlaka yapardı bizlere. Bakın şimdi hatırlatacağım ayette Allah özellikle elçisi için ümmi bir peygamber olduğunu açıksa nasıl belirtiyor. Araf 158: De ki: 'Ey insanlar, ben Allah'ın hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi) yim. Göklerin ve yerin mülkü yalnız o’nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz. Buradan da anlaşılıyor ki Allah özellikle elçisi için, ümmi kelimesini üstüne basa basa söylüyor. Peki, neden yapıyor olabilir bunu? Daha önce Ehlikitaba iman eden birisinden değil de, ehli kitapla ilgili olmayan bir elçi gönderiyor. İşte burada sanırım çok düşünmemiz gereken bir konu var, bununla bizlere bir mesaj vermek istiyor Rabbim. Peygamberimiz dönemini hatırlayınız toplumun elinde hem, Tevrat hem de İncil var. Peki, toplum ne durumda dersiniz? Hurafelerle ve dinde birçok sapkınlıklara yönelmiş Rabbin emretmediği onca şeyler, din diye önlerine serilmiş ve işin en kötüsü bunlar Allah katındandır denilerek Rabbin istemediği bambaşka bir din yaratılmış. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömen bir inanç yaratılarak, ehli kitap sözcüğünün yalnız adı kalmış. İnsanlar o derece kötü bir inanç içindeki, Allah bu durumdan kullarını kurtarmak için son bir şans veriyor. Kendi inançlarına sahip çıkmayan onu hurafelerle bozan toplumun içinden elçi görevlendirmek yerine, Rabbim bir ümmi peygamber göndererek bizlere çok önemli bir mesaj veriyor. Allah Benim için önemli olan, hurafelere iman ederek, dinden olduğunu söylediği halde din dışından bilgilere iman edip, benim gönderdiğim kitabımdan sapan bir insan olmaktansa, benim kitabımdan habersiz doğru, dürüst, barışsever, Allah ın doğru yolunu arama çabasını gösteren, çevresinde saygın örnek bir insan olmak, daha önemlidir diyor bizlere. Ama bizler bunun farkında bile değiliz. Neden değiliz diyorum biliyor musunuz? Bizler kur’andan habersiz ben Müslüman’ım diyen herkez cennete gidecek diyerek, ne yazık ki kendimizi temize çıkarıyor, diğer dinlere mensup olanlarında hükmünü kendimiz verip, cehennem ehli yapıveriyoruz. Yaptığımız onca kötülükleri bir çırpı da nefsimizce siliveriyoruz. Ama dikkat edin Yüce Rabbim dinden sapmış, hurafelere iman eden bir ehli kitap arasından elçi göndermek yerine, din ile ilgili olmayan hatta ehli kitap olmayan ama çevresinde sevilen, doğruluğuyla tanınmış, sözüne güvenilen bir ümmi insanı seçip elçi olarak görev veriyor. Bunun üzerinde çokkkk ama çok düşünmeliyiz. Artık kendimizi temize çıkarmak yerine, temiz bir insan olmanın yolunu aramalıyız. Oda apaçık kur’anı anlayarak onun rehberliğinden istifade ederek olacaktır. Kur’an apaçık söyler ama düşünmeyen, aklını kullanmayan asla anlayamaz. Aklını kullanmakta yetmez, önemli olan anladığını uygulamak ve topluma örnek bir insan olmaktır amaç. İşte peygamberimiz ümmi bir insan olarak, elçilik görevini alıncaya kadar, Rabbin verdiği zekâ ve akılla hayatını örnek bir insan olarak doğru yaşamayı başaran, nadir insanlardan olduğu anlaşılıyor. Allah elçisi peygamber olduktan sonra diğer iman etmeyen ehli kitap toplumunu dahi, ellerindeki müracaat etmeyi bıraktıkları, kendi elerliyle yazdıklarına iman edenlere, Rabbin gönderdiği kitaplara yönlendirmeye çalışmış ve bu hareketiyle de örnek olmuş bir peygamberdir. Biraz düşündüğümüzde bu hareketinden de çok şeyler çıkarmamız gerekiyor. Peygamberimiz her zaman ellerini gökyüzüne açarak dua eden, rabbin doğru yolunu aradığı özlemini Rahmana ileten çok özel bir insan olduğunu kur’andan anlıyoruz. Bizler elimizde korunmuş apaçık bir rehber olduğu halde bunu yapamıyorsak, demek ki dinimizi, imanımızı yaşarken akla, mantığa zerre kadar yer vermiyoruz demektir. Allah ayetini gönderir ve bizlerin düşünmesini akıl yürütmemizi emreder. Fakat bizler ne yazık ki düşünmeyi, aklı bir kenara bıraktığımız için, içinde bulunduğumuz yanlışların farkında bile değiliz. Buradan çıkaracağımız çok dersler var. Bizler kur’anda geçen ümmi sözünden Rabbin verdiği gerçek anlamı, manayı anlamak sanırım pek işimize gelmemiş. Peygamberimizi ehli kitap dışında görmek de hoşumuza gitmemiş ki, onu okuma yazma bilmeyen cahil bir insan konumuna sokmak daha çok işimize gelmiş. Böyle yaparak o güzel şanı yüce peygamberimize nasıl büyük bir saygısızlık yaptığımızın hala farkında değiliz. Biz bu tür yanlışları hep yapmışız ne yazık ki, günümüzde de farkında olmadan yapıyoruz. Rabbin anlatmak istediklerinin dışında, kelimelere başka anlamlar verip dine, kitaba uymak, Rabbin ne söylediğini anlamak yerine, kitabı kendimize uydurmak hep işimize gelmiş. Hem atalarımızdan gelen inançları yaşatmışız böylelikle, hem de kur’ana uyduğumuzu söyler olmuşuz. Artık İslam âlemi olarak kendimize gelmemizin zamanı geldi ve geçiyor. Rabbim yardımcımız olsun ve gönül gözümüzü kur’an nuruyla nurlandırsın ki, gerçekleri apaçık görebilelim. Ben kur’an bütünlüğünde peygamberimizin ümmi oluşunu ve bu sözden Rabbim ne demek istiyor bunları anladım. Sizlerde bu sözlerimi kur’ana müracaat ederek, aklın ve mantığın süzgecinden geçirip anlamaya çalışınız. Ben kendi söylediklerimden, inandıklarımdan sorumluyum sizlerde kendinizden sorumlusunuz bunu unutmayınız. Aklı devrede tutmayan bir Müslüman ın yanılma payı her zaman yüksektir. Rabbin tebliğini anlayarak bizzat kendisinden alalım ve bize öğretilenleri Rabbin sözleriyle karşılaştıralım, bakın o zaman gerçek doğruyu, güneşi, aydınlığı nasıl göreceğiz. Peygamberimiz okuma yazma bilmeyen cahil birisi değil, toplum içinde tüm liderlik vasıfları ile donatılmış örnek bir insan, örnek bir lider olduğunu da unutmayalım. Rabbim yanıltmasın ben kur’andan bunları anladım. Yanılıyorsam ne olur beni affet RABBİM. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  13. Okuduğum bir yazıda kadınların erkeklere imamlık asla yapamayacağını bunun mümkün olmadığını yazıyordu, kadının erkekli kadınlı namaz kılan bir topluluğa imamlık yapamayacağı hükmünü veren düşünceyi önce yazalım ve daha sonra kur’andan faydalanarak bu düşüncenin doğruluğu konusunda birlikte düşünelim. Okuduğum yazı sonunda şöyle bir cümleyle sona ermiş. (kadının erkeklere imamlık yapabileceğini söylemek mümkün değildir.) Bunu söylemek için Rabbin bu konuda hüküm vermesi gerekir, yani bir konu eğer yasaksa bunun mümkün olmayacağının hükmünün Allah tarafından kur’anda verilmesi gerektiğini, Rabbim birçok ayetlerinde anlatır bizlere. Hatta çok önemli bir ayet vardır gelin onu hatırlayalım ve Rabbin hüküm vermediği, açıklamadığı bir konuda konuşmamızı bile haram kıldığını görelim. Araf 33. ; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. Birde Allah söylemediği halde Allah a iftira atanlar için bakın ne diyor onuda hatırlayalım. Zümer 60: Allah'a yalan isnat edenleri, kıyamet günü yüzleri simsiyah halde görürsün. Kibirliler için cehennemde bir barınak mı yok. Yukarıdaki ayetten yola çıkalım ve bizi ilgilendiren kısmına bakalım önce isterseniz. Rahman (hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi) söylememizi HARAM kıldığını söylüyor. Hatta Enam suresi 150. ayette rabbim (Allah şunu haram etmiştir diye tanıklık edip duran şahitlerinizi getirin) diye bizleri uyardıktan sonra bakın nasıl ikaz eder bizleri. (Eğer tanıklık ederlerse sakın onlarla birlikte tanıklık etme.) Sormak isterim kadının erkelere imamlık yapması mümkün değildir demek, yasaklanmış haram kılınmış demekle aynıdır. Acaba bu konudaki tanıklıkları var mıdır? Tanık gösterilecekse Rabbimden göstermeliyiz, yoksa söylenenlere inanmak, uymak mümkün olamaz. Zümer suresi 60. ayette rabbim söylemediği halde, sanki Allah katından bir emirmiş gibi Allah a yalan isnat edenlerin durumunun ne olacağını Rabbim açıkça belirtiyor bunu yapanların çok iyi düşünmesi gerektiğini hatırlatırım. Enam suresi 57. ayeti hatırlayalım bakın sizce yalnız ve yalnız hükmü Rabbim ben veririm demiyor mu? (Hüküm yalnız ve yalnız Allah'ındır. Hakkı o anlatır. Ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı O'dur.) Şimdi düşünelim, Allah kadının erkeklere namaz kıldırmasını yasakladığına dair tek bir hüküm var mı? Elbette yok, peki nasıl olurda Allahın vermediği böyle bir hükmü verip, kadının erkeğe imamlık yapmasının mümkün olmadığını söyleriz. Bu yetkiyi nereden aldık? Bu düşüncenin savunulduğu sözlere gelelim ve birlikte bu sözleri düşünelim. (Bir kadının erkeklerin önünde imamlık yapması hem onun için, hem de arkasında bulunan cemaat için huşu ya engel teşkil eder. Bu, şeytana arayıp da bulamadığı fırsatlar verir.) Bu sözler söylenerek kadının imamlığı huşuya engel gösterilmiştir. Fakat verilen örnekte çok ilginçtir hem imamlık yapan kadın için de huşu ya engel teşkil ettiğini söylüyor. Fakat her ne hikmetse günümüzde kadınlarımızın, erkek imamın arkasında namaz kılmalarına hiç ses çıkartmıyoruz. Bu nasıl bir çelişki. Bakın kadının imamlığı olursa doğacak yanlışlara başka nasıl örnekler veriliyor. (Namaz kılmakta olan kişi, doğru yolda olacağından şeytan hemen göreve başlar. Namaz kılanlar, onun kendilerine ne vesveseler verdiğini gayet iyi bilirler. Kadının imam olması halinde o, yeni vesvese imkânları elde eder. Kadında da erkekte de artık huşu kalmaz.) Gelin bu düşünceyi birlikte akıl ve kur’an süzgecinden geçirelim. Kadının imamlık yapması durumunda namazda biz erkeklerin aklına türlü türlü şeyler geleceğini ve bizlere şeytanın vesvese vereceği, böylece namazımızı huşuyla kılamayacağımızı söylüyor. Kadın sanki şeytanın işini kolaylaştıran bir olgu gibi gösterip, kendimizde, nefsimizde suçu aramak yerine, yaptıklarımız ne kadar kolaycılığa kaçmak değil mi? Ya namazdan sonra ne olacak? Kadının sesinden Allahın huzurundayken bile bu kadar etkilenen, onları gördüğünde neler yapmaz ki. Onunda kolayı var sokağa çıkarmazsın, çıkması gerekiyorsa üstünü tamamen örtersin onu görünmez yaparsın, kendini bundan da korumuş olursun. İşte biz erkeklerin korunma yöntemi? Nefsini kur’an ile terbiye etmek yerine, onu toplumdan uzaklaştırmayı seçiyoruz. Lütfen düşünelim, kendi başımıza namaz kılarken bile bazen aklımızdan beşeri hayatımız ile ilgili, neler neler geçmiyor ki. Bunu karşınızdakine itiraf etmekten belki sıkılabiliriz, ama kendimize itiraf edelim isterseniz. Demek ki namazımıza gereği gibi sarılmadığımızda kadının imamlığını bırakın, yalnız başına bile neler gelmez aklımıza. Acaba o vesveseyi şeytan mı veriyor yoksa terbiye etmediğimiz nefsimiz mi görev başında, bence bunun bilinmesi daha doğru olacaktır. Nefis, imtihanımızın asıl kaynağıdır. Eğer o kaynak saf, temiz, arındırılmış ve berrak değilse zaten şeytan a pek fazla iş düşmeyecektir. Biz namazlarımızda kendi hatamızı, dikkatimizi toplayamadığımızın kusurunu, ne yazık ki başkalarının üstüne atarak kurtulmanın yollarını arıyoruz. Bu bizim erkek egomuzun, diktamızın ürününden başka bir şey olmadığını düşünüyorum. Kadının imam olduğunda erkeklerin nasıl bir vesvese içinde olacağı, şeytanın nasıl esiri olacağını söyledikleri sözleri birlikte düşünelim. Doğrusu şeytana her zaman gerek kalmıyor, eğer bizler nefsimizi terbiye etmemiş de namazın ne olduğunu, önemini kavrayamamışsak, rabbin huzuruna durduğumuzda bırakın kadın sesini, nefsin verdiği birçok konudaki vesvese, zaten namazın özünden, dikkatinden ayrılmamızı sağlayacaktır. Namaz Rabbin huzuruna durmak ve onun ile adeta konuşmaktır. Ondan yardım istemek, onu tespih edip ona şükranlarımızı sunmaktır. Allah aşkını gönlüne tam olarak yerleştirmemiş kur’an terbiyesini vermemiş bir insan, namazlarında her türlü şeyi düşünecektir. Bundan dolayıdır ki hepimiz önce nefsimizi terbiye etmenin yolunu aramalıyız. Bunları bahane ederek Rabbin vermediği bir hükmü vermekle yaptığımız yanlışın lütfen farkına varalım. Aşk gönlün giysisidir, örtüsüdür onu giyen çevresini ne duyar nede görür. Eğer namaz kılarken kadın sesinden etkileniyor ve aklına yanlış şeyler geliyorsa, zaten o insan namazın ne olduğunu daha kavrayamamış onun hikmetinden tam olarak istifade etmiyor demektir. Âşık bir insanı düşünün, adeta çevresiyle alakası kesilmiş, düşüncelerini tek bir noktada toplamış, yakınında nelerin olup bittiğinin bile farkında olmaz. İşte bizler Allah aşkını, kur’anın nurunu kalbimize tam olarak yerleştirmediğimiz sürece, namazlarımıza bunu aksettirmemizde mümkün olmayacaktır. Söylediklerimiz bizlerin bahanelerinden başka şeyler değildir. Ne yazık ki bunu biz erkekler birçok yerde yapıyor ve kadınlarımıza hak etmediği bir yaşam sunuyoruz. Nefsimizi terbiye etmek ona hükmetmeyi denemek yerine, kadınlarımızı kendimizden uzaklaştırmanın ve bu yolla korunmanın yollarını arıyoruz. Bunu yaptığımız sürece de ne gerçek İslam ı yaşarız, nede Rabbin doğru kulları oluruz. Eğer bizler namaz kılarken Rabbin huzurunda olduğumuzun bilincinde değil de, çevremize yöneliyor dikkatimiz çok fazla dağılıyorsa boşuna çırpınmanın, suçu başka yerde aramanın faydası yok demektir. Demek ki bizler namazın kemaline ermemiş, ondan tam olarak yararlanamayan bir Müslüman olduğumuz bilincine varıp, canla başla nefsimizi terbiye etmek için çok daha fazla çalışmamız gerektiğinin bilincinde olmalıyız. Nefis terbiye edilmeden ona söz geçirmek, ona hükmetmek zaten mümkün olmayacaktır. Namazda kadın sesinden etkilenen, namazın bitiminde neler yapmaz ki? Hiç soruyor muyuz acaba kadınlarımıza, sizler namaz kılarken erkek imamın sesinden, şeytanın vesvesesine yenik düşüyor musunuz diye? Ne kadar ilginç değil mi biz erkekler etkileneceğimizi söylüyoruz. Söylediklerimiz mantıklıysa, gerçek payı varsa acaba kadınların da aynı şekilde erkek imamın sesinden etkileneceğini neden hiç düşünmüyor, aklımıza bile getirmiyoruz da, arkamızda kadınların namaz kılmasına izin veriyoruz? Eğer bunun olacağını düşünsek buna da yasak getirmekten asla geri kalmazdık. Doğrusu İslam ı erkek hükümranlığında bir din yaparak, güzelim dinimize ne kadar büyük bir kötülük yaptığımızı hatırladıkça çok üzülüyorum. Bizler kur’anın rehberliğinden pek fazla istifade etmekte özen göstermeyiz, sorulduğunda rehberimiz kur’an deriz ama her ne hikmetse beşerin rehberliği çok hoşumuza gider. Elbette beşerin güzel örneklerinden de faydalanmalıyız ama bu sözleri kur’an süzgecinden geçirmek şartıyla. Çünkü Rabbim emin olmadığınız sözlerin ardına düşmeyin, sorumlu olursunuz diye bizleri uyarır. Peygamberimizin bir hadisinden bir bölüm hatırlatmak istiyorum. Allah kur’anda özellikle hatırlatmadığı çok şeyler vardır, bunların bizler için Rahmet olduğunu bakın ne güzel söylüyor Allah resulü. (Bazı şeyleri de unutmaksızın size rahmet olması için hatırlatmamıştır, onları da araştırmayın.) Rabbim asla kadının imamlık yapamayacağını söylemediği ve bu konuda hüküm vermediği halde nasıl da bizler, kadın erkeklere imamlık yapamaz diyerek hükmümüzü bizler veriyoruz. Peki, neden yapıyoruz bunu lütfen iyice düşünelim. Kadınların imamlık yapamayacağını söyleyen yazıda, örnek bir ayet gösterip şu ayeti yazmıştı bir kardeşimiz. (“Namazlarında huşu içinde olan mü¬minler kurtuluşa ermişlerdir.” (Mu’minûn, 23/1–2) Gerçekten çok doğru acaba bu ayetin önünde ve ardındaki ayetleri de hatırlayalım ki konu daha iyi anlaşılsın. Sizce bu ayet öne sürülerek kadınlarımızın sesinin namazda huşu ya engel olacağı söylenebilir mi, yorum sizlerin. Müminun 1: Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir.2- Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler. 3- Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Bakar mısınız ayete lütfen. Ne diyor rabbim? İman edenler kurtuluşa ermiştir diyor, çünkü onlar namazlarını huşu içinde kılarlar yani Rabbin huzurundayken onları hiç bir şey etkilemez, çünkü onlar BOŞ VE YARARSIZ ŞEYLERDEN YÜZ ÇEVİRMİŞLERDİR. DİYEREK NEKADAR GÜZEL ANLATIYOR. Demek ki bizler daha gerçek kurtuluşa erememişiz, çünkü namazlarımızda huşu içinde olmanın ne olduğunun farkında olmadığımızdan, Rabbin huzuruna durduğumuzda gerçek huşuyla ona yakarmanın güzelliğini yakalayıp boş ve yararsız şeylerden uzaklaşmasını öğrenmediğimiz için, kadının imamlığını yaptığı bir namazda onun sesinden etkilenebileceğimizi, aklımıza kötü şeylerin gelebileceğini söyleyebiliyoruz. İşte bizler eğer namaza durduğumuzda hala boş şeylerden yüz çeviremiyorsak, kadın sesinden bile etkilenip kötü şeyler düşünüyorsak, Rabbin istediği gibi bir iman eden olmadığımızı ve daha çok çaba sarf etmemiz gerektiğinin bilince olmalıyız. Bizler Rabbin vermediği bir hükmü verdiğimizde, nasıl bir yanılgının ve günahın içinde olduğumuz bilincinde olmalıyız. Bu konuda kesin bir yargıya varıp kadın, erkeklerin olduğu bir cemaate asla namaz kıldıramaz, imamlık yapamaz demek yerine, Dünyada erkek erkil bir geleneğin hüküm sürdüğü, genelde yönetici konumunda olan erkeğin her zaman başı çektiği ve çekme arzusunda olduğu, bu görevi de geleneklere göre günümüze kadar erkeğin yaptığını ve bunu yapmanın arzusu ağır bastığını örnek gösterip, rabbin vermediği bir yasağı bizler koymadan, elbette gerektiğinde bizleri Dünyaya getiren analarımız, kadınlarımız, bacılarımız neden imamlık yapıp bizleri Rabbin huzuruna durmamızı sağlamasın dememiz gerekir. Bunu söylemek hem kadınlarımıza verdiğimiz saygının göstergesi olacak, hem de Rabbin vermediği bir hüküm karşısında bizler büyük bir yanlıştan kurtulmuş olacağız. Öyle âlim insanlardan bahsederler ve örnek verirler ki, namaz kılarken adeta kendilerinden geçip, secdede ne kadar kaldıklarının farkında bile olmazlarmış. Çevresiyle irtibatları kesilir kendilerinden geçtikleri anlatılır. Acaba böyle namaz kılan bir insan kadın sesinden etkilenir mi dersiniz? İşte bizlerinde tek amacı böyle namaz kılabilmek için çaba göstermek ve namazın ne olduğunun bilincine varmak olmalıdır. Rabbin istediği namaz budur dostlar. İnşallah bizlerde böyle namaz kılmanın şuurunu ruhumuzda, nefsimizde bir gün hissederiz de, gerçek kemale erişmiş bir iman eden oluruz. İşte o zaman kimin namaz kıldırdığının bile farkına varmadan, yalnız Rahmanı düşünerek onu zikreden, onun aşkıyla çevresinden ilişiğini kesen bir mümin oluruz. Rabbim cümlemizi böyle bir kul olmanın olgunluğuna eriştirsin inşallah. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  14. Değerli arkadaşlarım Diyanet sitesinde gezinirken okuduğum bir konuyu, Ramazan ayına yaklaşmamız münasebetiyle konuşmak, tartışmak ve Kuran ile karşılaştırıp sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Çünkü Rabbim ayetleri okuduktan sonra bizlerin aklını çalıştırmasını ve düşünmesini emrediyor, birilerinin söylediklerine kayıtsız şartsız inanmayı değil. Allah bu yolda cümlemizi yanıltmasın inşallah. Önce sizlere kurandan bazı ayet örnekleri hatırlatıp, Rabbin Kuranda bizleri ilgilendiren, yani sorumlu olduğumuz her konudan bahsedip bahsetmediğini açıklıyor mu ona bakalım çünkü araştıracağımız konu için lazım olacak. İsra 89: Yemin olsun, biz bu Kuran'da, insanlar için her benzetmeden nice örnekler sıraladık. Ama insanların çoğu inkâr ve nankörlükten başka bir şeyde diretmediler. Nisa 174; Ey insanlar! Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik. 175. Allah'a inanıp O'na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır. Kehf 54; Yemin olsun, biz, bu Kuran'da, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk. İnsan ise varlığın, tartışmaya en çok tutkun olanıdır. Araf 52: Yemin olsun ki, biz onlara, ilme uygun biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap getirdik. İnanan bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir o. Nahl suresi 89. ayet; Gün olur, her ümmet için kendi aleyhlerine kendi içlerinden bir tanık çıkarırız. Seni de şu insanlar hakkında tanık olarak getireceğiz. Sana bu Kitap'ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun. Enam 38. Yeryüzünde debelenen hiçbir canlı, iki kanadıyla uçan hiçbir kuş istisna olmamak üzere hepsi sizin gibi ümmetlerdir. Biz bu Kitap'ta, herhangi bir şeyi ne eksik bıraktık ne fazla yaptık. Onlar, sonunda Rableri önünde hasredilirler. Yukarıdaki ayetlere benzer birçok ayetler var. Şimdi soruyorum sizlere acaba bu ayetlerden sizler, bizlerin iman adına yapmamız gereken sorumlu olduğumuz her şeyin KUR’ANDA olmadığını mı anladınız? Öyle anladım diyene de sözümüz olamaz, çünkü herkes yaptıklarından kendisi sorumludur. Rabbim bu kitabın indiriliş sebebi olarak her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz diyorsa bizler için, demek ki bu kitapta sorumlu olduğumuz her şey var demektir. Rabbim Kur’anda herhangi bir şeyi ne eksik bıraktık ne fazla yaptık diyorsa, bu kitapta bizlerin sorumlu olduğu her şeyin olmadığını söylemek ayetlere ters düşer. Ayrıntılı kıldığımız bir Kitap getirdik, insanlar için her türlü örneği değişik ifadelerle gözler önüne koyduk, apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir, her benzetmeden nice örnekler sıraladık diyorsa rabbim, bunun tersini söylemek kuranda her şey yoktur demek, apaçık Rahmanla inatlaşmaktır bunu unutmayalım. Peki, yukarıdaki ayetleri neden yazdık şimdide konuya gelelim. Konumuz kadınlarımızın regli halinde(ay halinde) oruç tutup tutamayacağı konusu. Yukarıdaki ayetleri okuyan bir insan hemen şöyle düşünür? Eğer bu durumdayken oruç tutulmasını yasaklamışsa Allah, Kuran da Rabbim açıkça yazar. Bizde aynen bunu yapalım acaba Rabbim bu konuda bir yasak koymuş mu? Önce sizlere kadınların bu halinin nasıl bir durum olduğunu açıkladığı ve bu durumda Rabbin neyin yapılmasını istemediğini görelim. Bakara 222: Sana âdet halini de sorarlar. De ki: "O, insana rahatsızlık veren bir haldir. Hayızlı(regli)oldukları sırada kadınlardan uzak durun ve onlar temizleninceye kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temizlendiklerinde, Allah'ın emrettiği yerden onlara gidin." Şu bir gerçek ki Allah, çok tövbe edenleri sever, iyice temizlenenleri de sever. Kuranda kadınların adet halinden bahsettiği ayet bu ayettir. Burada da dikkat ederseniz, bu durumun kadına rahatsızlık veren bir hal olduğu bu durumda kadınla cinsel birleşme yapmayın, bu durum bitip temizlendiğinde birleşebilirsiniz diye kadınları koruyarak biz erkekleri uyarır. Dikkat ederseniz kadının bu halindeyken asla ibadet edemez ya da oruç tutamaz demiyor. Her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyen Rabbim, böyle bir yasağı olsa söylemez miydi sizce? Elbette söylerdi. Bakın Rabbim oruç konusunda bir başka ayetinde ne güzel açıklama yapıyor. Bakara 185: Ramazan o aydır ki; insanlara kılavuz olan, iyi-kötü ayrımıyla hidayetten kanıtlar getiren Kuran, onda indirilmiştir. O halde bu aya ulaşanınız onu oruçlu geçirsin. Hasta olan veya yolculuk halinde bulunan, tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutsun. Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez. Tutulmamış olan günleri tamamlamanızı, sizi doğru yola kılavuzladığı için Allah'ı yüceltmenizi ister. Ve sizin şükretmeniz umulmaktadır. Yukarıdaki ayette bakın Yüce Rabbim ne güzel açıklama yapıyor ve hasta olan, yolcu olanın tutmadığı günleri daha sonra tutabileceğini belirtiyor bizlere. Eğer ay halindeki bir kadının orucu tutmasını yasaklasaydı bunları söyleyen Rabbim bu konuda da açıklama yapmaz mıydı dersiniz bizlere? Elbette yapardı. Dikkat ederseniz kadının ay halini bir hastalık olarak görmüyor. Ona bahşettiği ve yaradılışından gelen biyolojik gereklilik olduğu, doğurganlığının bir göstergesi olan bir hali olduğu çok açık. Bu durum kadınların kendi arzularıyla oluşan bir hali olmayıp Allahın yaratırken verdiği bir durumdur. Yalnız bu haldeyken erkeklerin kadına cinsel yönden yaklaşmamasını emrediyor, sebebi kadını korumak ve onun bu halini daha rahat geçirebilmesi için. Şimdi düşünelim bu haldeyken kadına yaklaşmayın diye çok ince bir ayrıntıyı dahi veren Rabbim, kadının bu haldeyken oruç tutmamasını, ibadet etmemesini isteseydi açıkça yazmaz mıydı? Şimdide adet halini rahatsızlık olarak belirtilen sözlerin üzerinde düşünelim. Allah Bakara 185. ayette ne diyordu, Oruç tutamayacak kadar hasta olan ya da yolculuk yapan daha sonra tutsun diyerek kolaylık getirmiş. İşte bu ayet ile Bakara 222. ayeti birleştirdiğimizde kadın regli halinde kendisini iyi hissetmiyorsa, rahatsızsa orucunu daha sonra tutar diyebiliriz. Fakat asla kadın bu haldeyken oruç tutması yasaktır diyemeyiz, çünkü Rabbim böyle bir hüküm vermemiştir. Ancak kadına bir kolaylık kapısı aralamıştır. Adet dönemi kadınların bir kısmında çok rahat geçtiği gibi bir kısmında rahatsızlık verebiliyor. İşte Yüce Rabbim, işte bizlere gönderdiği kur’an. Her şeyden nice örnekler verdim diyorsa, bizlere düşen biraz düşünmek o kadar. Yorum sizlerin. Şimdide bu konuda Diyanetin sitesinden aldığım bir bölümü sizlerle paylaşıp bu sözlerin üzerinde konuşalım. Kadınlar için ilâve şart ise, onların hayız veya nifas durumunda olmamalarıdır. Peygamberimizin hanımlarından gelen bütün rivayetler, onların aybaşı hallerinde namaz kılmadıkları ve oruç tutmadıkları yönündedir. Daha önce namaz bahsinde ve bu bölümün başında da belirtildiği gibi hayız veya nifas halinde bulunan kadının oruç tutması haram olduğu gibi, tutacağı oruç da geçerli olmaz. Kadınlar bu durumları sebebiyle tutamadıkları oruçları daha sonra istedikleri bir zamanda kaza edebilirler. Cünüplük, hayız ve nifastan farklıdır. Çünkü cünüplüğün gerçekleşmesi ihtiyarî olduğu gibi, gusletmek suretiyle cünüplükten temizlenmek de mümkündür. Bu bakımdan cünüplük oruca başlamaya engel görülmemiştir. Bununla birlikte mümkün olan en kısa zamanda cünüplükten temizlenmek gerekir. http://sorusor.diyanet.gov.tr/ Şimdi yukarıdaki yazıya bakalım ve kur’andan aldığımız bilgilerle karşılaştıralım. Dikkat ederseniz kadınların bu hallerindeyken oruç tutamaması ve ibadet edememesini hangi bilgilerden aldığı kaynaklara dayandırıyor.(Peygamberimizin hanımlarından gelen bütün rivayetler, onların aybaşı hallerinde namaz kılmadıkları ve oruç tutmadıkları yönündedir.) Evet, dostlar gördüğünüz gibi kur’anda asla böyle bir emir bulunamadığı için, yasaklanan kaynağı ibretle görünüz. Peygamberimizin eşlerinden gelen RİVAYETLERE dayanılarak kadınlarımız bu haldeyken oruç tutamıyor ve ibadet edemiyor. Ne dersiniz yazının başında sizlere hatırlattığım bütün ayetlere uyuyor mu? Yine evet uyuyor diyorsanız şunu unutmayın ki yazdığım ve ona benzer onlarca ayete iman etmiyorsunuz demektir. Dikkatinizi çekerim peygamberimizin hiçbir hadisi dahi yoktur bu konuda, bu haldeyken oruç tutamayacağı konusunda. Hiçbir zaman kadınlar bu haldeyken ibadet edemez dememiştir buda ne kadar ilginç değil mi? Yazıya dikkat ettiyseniz cünüplük ile Hayızlı hali karşılaştırıyor ve bakın ne kadar ilginç bir sonuç çıkarıyor.( Cünüplük, hayız ve nifastan farklıdır. Çünkü cünüplüğün gerçekleşmesi ihtiyarî olduğu gibi, gusletmek suretiyle cünüplükten temizlenmek de mümkündür. Bu bakımdan cünüplük oruca başlamaya engel görülmemiştir. Bununla birlikte mümkün olan en kısa zamanda cünüplükten temizlenmek gerekir.) Lütfen dikkat edin cünüplük hali insanın kendi eliyle ya da düşüncesiyle oluşan bir durumdur, bu durum oruca başlama ya engel görülmediği halde, kadının kendi elinde olmayan bu hali, Rabbin verdiği kadının cinsiyetiyle ilgili bir durumundan oluşan ay hali durumunu, oruca engel görebiliyorlar. Sormak isterim bu yazıyı yazanlara bu sözleri kim söyledi Yüce Rabbim mi? Kimden alınıyor bu yetki ve HÜKÜM, yalnız hüküm veren Rahman olduğu halde. Birde bu haldeyken oruç tutmanın HARAM olduğu söyleniyor. Yüceler Yücesi rabbim haram demediyse kimler bu yetkiyi kullanıp haram yapmıştır, elbette bunun hesabı mahşerde görülecektir. Tam bu esnada size birkaç ayet daha hatırlatmak istiyorum konunun daha iyi anlaşılabilmesi için. Araf Suresi 3. (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Araf 185: Göklerin ve yerin melekûtuna, Allah'ın yarattığı herhangi bir şeye bakmadılar mı; ecellerinin gerçekten yaklaşmış olabileceğini düşünmediler mi? Peki, bu Kuran'dan sonra hangi hadise/söze iman ediyorlar. Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır Enam 57: De ki: "Ben Rabbimden gelen bir beyyine üzerindeyim. Ama siz onu yalanladınız. Acele istediğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm yalnız ve yalnız Allah'ındır. Hakkı o anlatır. Ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı O'dur. Yukarıdaki ayetlere bakalım, Rahman ne diyor (Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın.) Hatırlayın lütfen Kur’anda Allah asla böyle bir yasak koymadığı halde, bizler rivayetlerden intikal eden sözlere iman ederek yasak koymuyor muyuz? Yaradan hala başka deliller arayan insanlara seslenerek (Peki, bu Kuran'dan sonra hangi hadise/söze iman ediyorlar.)( Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu?) kur’andan başka hiçbir söze, yasaklara, ilavelere bakılmasını istemediği halde bizlerin yaptığı bu yanlışlar niye? Bakın hükmü verecek yalnız kim diyor Rabbim. (Hüküm yalnız ve yalnız Allah'ındır. Hakkı o anlatır. Ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı O'dur.) Peki, bizler tek hüküm veren Allah olmasına rağmen nasıl olurda beşerin verdiği hükümleri Allah emri diye uygularız birde yetkimiz olmadan HARAM deriz hiç düşünmeden? Aklımızı emanete mi verdik yoksa birilerine? Yoksa birileri beyinlerimizi uyuşturmuşta farkında mı değiliz? Değerli arkadaşlarım bizlerin en büyük yanlışı kur’anı anladığımız dilden okumadan, kur’an süzgecinden geçirmeden beşerin sözlerine itibar göstermemizdir. Hâlbuki Kur’anı anlayarak okuduğumuzda şu ayeti gören bir insan çok dikkatli olacak ve kur’anda Rabbin bahsetmediği, yasaklamadığı hiç bir şeye itibar göstermeyecektir. Lütfen ayet üzerinde iyice düşününüz. Araf 33; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. Rabbin bu kadar açık ve net bir şekilde (hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.) demesine rağmen bizlerin gözü nereye bakıyor hiç düşünen var mı? Allah ben kur’anda hakkında delil indirmediğim bir konuyu ve Allah hakkında bilmediklerinizi yani kur’anda açıklamadıklarım konularda konuşmanızı HARAM KILIYORUM dediği halde, bakın bizler nelere iman ediyor ve işin ilginci bunlar Allah katındandır deme cesaretini gösteriyoruz, Allah bizleri affetsin. Doğrusu gerçekleri göremeyenlere gözlerinde perde olan, gönülleri mühürlenmişlere yapacak bir şey yok. Bakın bu konuda Rahman, peygamberimize iman edenlere ne söylemesini istiyor ayetinde. Enam 104: Gerçek şu ki, size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim. Sizce gönül gözü ne olabilir? Elbette kur’an. Peki, bahsettiğimiz konu yani kadının Hayızlı haldeyken oruç tutamaz, ibadet edemez sözleri bizlere gelen GÖNÜL GÖZÜNDE, REHBERDE, BİZLERİN GÜNEŞİNDE var mı? Tek kelime bile yok. Bakın biraz aklı olan bizlerin kur’andan sorumlu olacağını şu ayetinden çok net anlar ve bunun dışında hüküm ve yasak koymak isteyenlere asla tabi olmaz. (Zühruf 44 : Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Yaratan bu kadar açık ve net ayetlerini bizlere göndermesine rağmen, kuranın hiçbir yerinde kadın regli halinde oruç tutamaz ibadet edemez demediği halde, günümüzde bu yasağın konuşuna sebep acaba yukarıda Diyanetin sitesinden alıntı yaptığım ve peygamber eşlerinin bu konudaki rivayetlerine mi dayanıyor dersiniz? Hayır, dostlar elbette değil. Şimdi sıkı durun Yahudilerin içimize soktuğu kendi inançlarının güzel İslam ı ne hale getirdiğinin güzel bir örneğini göreceksiniz. Bakın Yahudiler yalnız insan kıyımı yapmıyor, güzelim dinimizin de içine girip neler yapıyor. Bakın Tevrat ta ne yazıyor aynen alıyorum. BÖLÜM 12 Lev.12: 1 RAB Musa'ya şöyle dedi: Lev.12: 2 "İsrail halkına de ki, 'Bir kadın hamile kalıp erkek çocuk doğurursa, âdet gördüğü günlerde olduğu gibi yedi gün kirli sayılacaktır. Lev.12: 4 Kadın kanamasından paklanmak için otuz üç gün bekleyecek. Pak sayılması için geçmesi gereken bu günler doluncaya dek kutsal bir şeye dokunmayacak, tapınağa girmeyecek. Lev.12: 5 Ancak, kız çocuk doğurursa, âdet gördüğü günler gibi iki hafta kirli sayılacaktır. Kanamasından paklanmak için altmış altı gün bekleyecektir………….. Yukarıdaki Tevrat tan alıntı kısımları okudunuz ne kadar açık ve net yazıyor, daha çok vardı ben kısalttım. Peki, hesaba çekileceğimiz, sorumlu olacağımız Kur’anda, neden tek bir kelime bile yok dersiniz? Son olarak bir örnek daha vermek istiyorum. Oruçlu iken bir damla bile su içmemiz orucu bozar bildiğiniz gibi, peki bizler farkında bile olmadan oruçlu iken, birçok damla suyu yutuyoruz ama orucumuzu bozmuyor bu nedir sizce? Tükürük bezlerinin ürettiği tükürüklerimiz tabii ki. Her yutkunuşumuzda en az birkaç damla su yutuyoruz. Bu durum Rabbin yaratırken bedenimize verdiği bir özellik, gereklilik. Hiç birimiz bu durumda tükürüğümüzü yutmayalım diyor muyuz? Verdiğim örneği okuyunca ne kadar mantıksız bir örnek dediniz değil mi? Peki, yine bedenin yaratılışından olan Allah vergisi, kadının elinde olmayan kadının ay hali kanaması, neden orucu ve abdesti bozsun? Yorum sizlerin. İçimize sokulan hurafelerin artık din olmadığının farkına varalım, daha ne kadar ömrümüzün kaldığını bilemiyoruz. Hesap günü keşke Kur’anı anlayarak okusaydım da hurafelere inanmasaydım diyerek dövünmenin hiçbir faydası olmayacak. Onun için gelin Rabbin rehberine ilk elden bizzat kendimiz müracaat edelim. Daha sonra elbette daha iyi bilenden ve birçok kaynaklardan faydalanalım. Ana kaynağı bildiğimizden orada olmayanları bizlere nakletmek isteyenlere karşı en azından bilinçli olalım, körü körüne söylenenlere itaat etmeyelim. Rabbim açık ve net sizleri bu kitaptan sorumlu tutuyorum, hesaba çekeceğim demesi, sanırım bazı insanların dikkatinden kaçmış, ya da duymazdan geliyorlar kulaklar mühürlü ve kalpler taşlaşmış. Benim yapmak istediğim, ben Müslüman’ım diyen kardeşlerimi Kur’anı anlayarak okumaya ve kimsenin etkisinde kalmadan Rabbin doğrularını aramaya, anlamaya ondan sonra iman etmelerine yardımcı olmaktır. Bende bir beşerim elbette hata yaparım, onun içindir ki sizlerde bu yazdıklarımı hemen kabul etmek yerine, kur’anı anlayarak okuyun, size söylenenleri kur’an ile karşılaştırın, aklınızı çalıştırın ve ondan sonra iman edin. Sizlere kur’andan her okuyuşumda beni üzen bir ayeti hatırlatmak istiyorum, çünkü günümüz İslam anlayışını o kadar yansıtıyor ki. Hesabın sorulacağı o gün geldiğinde, Rabbin gönderdiği elçileri de şahit olarak çağırdığında, bakın peygamberimizin ne söyleyeceğini şimdiden bizlere Yüce Rabbim açıkça söylüyor ve uyarıyor. Acaba gelecek o çetin gün gelmeden Yüce Rabbim bu gaibi bilgiyi bizlere neden hatırlatıyor dersiniz? Yorum sizlerin. (Furkan 30: Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kur’ an ı devre dışı tuttular.) Evet, şanı yüce peygamberim ne yazık ki senin bizlere emanet ettiğin Kur’anı büyük çoğunluk devre dışı bıraktılar, bizler senin emanetini gereği gibi topluma benimsetemedik, anlatamadık beşerin yazdığı ciltlerce kitaplar baş tacı oldu. Senin emanetini okuduğumuzda sizler anlayamazsınız o kitabı dediler bizlere, orada her şey yazmaz dedikleri için, yüksek bir yere astık büyük çoğunluğumuz ona saygıyı öyle gösteriyoruz anlamadan, dinlemeden. Biliyorum sen bizleri kur’an ile uyarmış ve ona sarıldığımızda Rabbin doğru yoluna ulaşacağımızı müjdelemiştin bizlere, ama anlayarak okuyan çok az olduğundan büyük çoğunluğu bunun farkında bile değil çok üzgünüm. Yüceler Yücesi Rabbim ne olursun bizleri affet. Çünkü senin gönderdiğin gönül gözüne, rehbere gereği gibi sarılamadık, bizlere bir şans daha ver ve başta Türk toplumu ve İslam âleminin gönül gözlerini aç. Gözlerindeki perdeyi, kalplerindeki mührü kaldır da kur’an gerçeklerini görelim. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  15. İslam toplumunun kendisine sorması ve üzerinde çok ama çok düşünmesi gereken bir soru var. ACABA kur’anı her okuyan aynı şeyi mi anlar. Günümüzde bu kargaşanın sebebi nedir. Neden aynı konularda farklı şeyler anlıyoruz kur’andan? Sanırım bu soruyu kendimize sorup önce aklın sonrada kur’anın süzgecinden geçirerek bir cevap bulmalıyız. Gelin birlikte düşünerek bu soruya bir cevap arayalım. Okulda eğitim görürken sınıf mevcudunun hepsi aynı kitaptan aynı bilgileri okumalarına rağmen, aynı oranda bilgi alamadığını görürüz. Kimisi değer olarak on puanlık anlarken kimisi sekiz, beş ya da üç puanlık bir bilgiyi hafızasına geçirdiğini görürüz. Öğretmende zaten bunu tespit için imtihan yapar, yani kitaptan algıladıkları oranı ölçer. Hâlbuki kitabın yazarı o bilgiyi alabildiğince kolaylaştırılmış bir şekilde yazmıştır. Çünkü hiçbir yazar yazdığı kitabı zor anlaşılacak şekilde değil, tam tersine en kolay nasıl anlaşılır mantığını kullanır. Yazarların en çok dikkat ettiği konuda budur zaten, toplumun geneline hitap edecek üslupta kitap yazmaktır amaç. Peki, öğrencilerin aynı kitabı neden farklı oranlarda algıladığını düşünelim şimdide. Hepimizin yaşadığı bu tecrübeden yola çıkarak izlenimlerimizden cevap arayalım. Bazı öğrenciler vardır, dikkatle öğretmeni dinler konuyu iyi öğrenmek için çevresiyle ilgilenmeden dikkatini dağıtmadan kendisini öğretmene verir, anlatılanı anlamak için. Hatta bu öğrenciler ben evde doğru dürüst ders bile çalışmam, bir sefer okudum mu öğrenirim der. Bazı öğrenciler vardır dersi dinlemeyi bırakın başka şeylerle meşgul olur, hatta diğer arkadaşlarının da dikkatini dağıtarak, öğretmenin dinlemesini engelleyip onlarında kısmi anlamalarını engellerler. Konuyu anlamadıkları için evde ders çalıştıklarında da hiç faydası olmaz. Çünkü konuya nereden başlayacaklarını, hangi bilgiyi önce alıp daha sonra hangi bilgiyle birleştireceklerini öğrenmemişlerdir. İşte aynı kitabı, dersi öğrenmek için gösterilen farklı kişilerin davranışları, çabaları. Elbette sonuçta kitabı da farklı değerde anlamalarını sağlamıştır. Dersini dinlemeyen haylaz öğrenciye de öğretmen ısrarla öğretmek içinde, çok fazla bir çaba göstermeyecektir. Hatta öyle arkadaşları vardır ki, birbirlerini derse yönlendirmek yerine, başka şeylerle meşgul etmeyi seçmişlerdir. Dikkat ederseniz burada bir öğrenci ana kaynağı öğrenmesi gereken yerde dikkatle öğrendiği için başarılı olmuş, diğer öğrenciler ise yapılması gerekeni yapmadığından, ana konudan, kaynaktan saparak kendilerini başka amaçlara yönlendirdiklerinden başarı sağlayamamışlardır. Gelelim Rabbin kitabı KUR’ANA. Beşerin yazdığı kitabın özellikle amacı, anlaşılır bir üslup da olmasıydı. Peki, Yüceler Yücesi rabbim kullarının doğru yola yönelmesi için gönderdiği kitabı, anlaşılması zor, herkesin anlayamayacağı bir şekilde gönderir mi? Bunu düşünmek aklın, mantığın ve kur’anın bir ürünü asla olamaz. Bunu söylemek Rabbin adaletini küçümsemek ve ona saygısızlık yapmakla eş değer olduğunu bilmeliyiz. Hani Rabbim ayetinde bir benzerini getirsinler diyerek meydan okuyordu, bu ayeti düşünen var mı? Allah kur’an için ne diyordu bizlere? Kur’an sizler için bir rehber, bir güneş, bir gönül gözü olsun diye indirdim, ona sarılın doğru yolu bulacaksınız diyordu. Düşünebiliyor musunuz Rahman gönderdiği rehberi, rehberlik adına anlaşılması zor yapar mı? Ama bizler hiç düşünmeden rehberlik adına rabbin gönderdiği güneşin, gönül gözünü anlaşılması zor yapıyor ve herkesin anlayamayacağı bir kitap olduğunu söylüyoruz hiç düşünmeden. Şimdide kur’ana bakalım acaba Rabbin anlaşılır, açık, rehber olsun diye indirdim dediği kur’an ayetleri için ne söylüyor, hepsini anlayabilir misiniz diyor? Allah ayetlerini ikiye ayırmış, birinci kısımda olanlar için DİNİN ANASI tabirini kullanıyor, bunlardan bahsederken de, bunlar muhkem ayetlerdir diyor, sağlamlaştırılmış emin bilgiler olduğunu belirtiyor. Dinin anası tabiri, dinin direği temeli ve bizleri din ve iman adına bağlayan kurallar, hükümler olduğu anlaşılıyor. Bu ayetler içinde açık detaylı ve anlaşılır sözleriyle anlatıyor bizlere. Peki diğer ayetleri anlatırken ne söylüyor? Onların anlamını bir ben bilirim, birde ilimde derinleşmişler bilir, onlar inandık hepsi Allah katındandır derler diyor. Demek ki bu ayetler diğerinden çok farklı. Her insanın okuduğunda anlayamayacağı fakat ilimde derinleşmiş, araştırmacı insanların farkına varacağı, anlayacağı ayetler olduğu belli oluyor. Bu ayette(Alimran 7) birde dikkat çekici açıklama var. Bakın ne diyor? (Kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için Kitap’ın sadece müteşabih kısmının ardına düşerler.) Demek ki fitne ve fesat çıkarmak isteyen, dini kendi amaçlarına alet etmek isteyenler apaçık muhkem ayetler dururken dinin temeli anası olan ayetler dururken, bu ayetlerin peşine düşerek bozgunculuk çıkardıklarını dine nifak, hurafe soktuklarını söylüyor Allah. Dikkat edin bizlerin ilk önce müteşabih ayetlerin peşine düşülmesini istemediği çok net anlaşılıyor. Önce sen dinin anası, temeli olan ayetleri anla daha sonra onları anlamaya çalış diyor. Şimdide buradan nasıl bir ders çıkarmalıyız onu anlamaya çalışalım. Madem muhkem ayetler dinin anası, temeli, direği demek ki bizler bu ayetlerden sorumluyuz, demek ki bizlere rehber olan ve sorumlu olduğumuz Rabbin bizler adına hükümler verdiği ayetler bu ayetlermiş ki, özelikle dinin anası tabirini kullanıyor bizi bu ayetlere yönlendiriyor. Eğer müteşabih ayetler de dine kural koyan, din adına hüküm veren ayetler olduğunu iddia edersek, ne söylemiş oluyoruz biliyor musunuz? Allah herkesin anlayamayacağı ayetler, hükümler gönderip bizleri bunlardan sorumlu tutuyor demiş oluyoruz. Böyle bir adaleti Yüce Rabbim e isnat etmek kadar büyük bir saygısızlık ve günah olmasa gerek. Peki, müteşabih ayetler ne tür ayetler ki, kur’anda yer almış ve herkesin anlayamayacağı, ilim ehlinin anlayabileceği ayetler göndermiş Allah. Bu ayetlere baktığımızda zaten konusu itibariyle ilimle meşgul olan kişileri ilgilendiren ayetler olduğunu görüyoruz. Örneğin Dünyanın yapısı, gökyüzü, insanın özellikleri, bilimsel keşiflere, buluşlara, kanıtlara muhtaç birçok ayetler olduğu anlaşılıyor. Bu ayetlere her ilim adamının bile farklı yaklaştığını görüyoruz. Örneğin Allah Nebe suresinde sizleri çifter çifter yarattım derken, ilk baktığımızda Allah insanları ve hayvanları çift yarattığını sanıyoruz. Fakat ilim adamlarının buluşlarını gördüğümüzde, bakın bu ayete nasıl farklı yaklaşılabileceğimizi gösteriyor. Allah yeryüzünde her şeyi bir diğerine muhtaç, yani bir diğeriyle birlikte olduğunda değer yaratacak şekilde yarattığını fark ediyoruz. Örneğin en küçük yapı taşı Atom bile nötron ve proton olarak bir değer yaratıyor. Elektrik yalnız artı değer olduğunda değil, eksi olmadan görev yapmıyor. Suyu düşünün hidrojen ve oksijenin birleşmesi ile oluşuyor. Elementleri düşünün. Bunlara çok örnek verebiliriz. Belki de yeni ilimlerin çıkmasıyla, bu ayetlere daha başka bir açıdan bakmak mümkün olacaktır. Rahman biz gökyüzünü koruma altına aldık ayeti, sizce yüzlerce yıl önce nasıl anlaşılmıştır, günümüzde nasıl anlaşılıyor? İşte ilim adamları gökyüzünde ozon tabakası olmasa hiç birimizin yaşayamayacağını söylüyor. Bu ve buna benzer yüzlerce ayet vardır ki ilimsel çalışmalara muhtaçtır. Bakın tüm bu ayetlerin dine kural koyan, hüküm veren bir tarafı var mı? Bilmediğimizde anlamadığımızda din ve iman adına bir eksikliğimiz oluyor mu? Ama tüm bu ayetler anlaşıldığında hepimizin göğsü kabarıyor ve diyoruz ki benim iman ettiğim kitap daha 1400 yıl önce bunu bizlere haber vermişti. İşte tüm bunlar bu kitabın Yaratıcıdan geldiğinin açık kanıtlarıdır diyoruz ve göğsümüz kabarıyor Rabbim e şükrediyoruz. Şimdide gelelim muhkem ayetler konusuna, madem Rabbim açık anlaşılır, sağlamlaştırılmış ayetler olduğunu söylüyor neden bir noktada anlaşamıyoruz? Hepimiz farklı yaklaşıyoruz, farklı anlıyoruz ayetleri. İşte en önemli sorun da buradan kaynaklanıyor. Bir insana ya da bir topluma bir bilgiyi, inancı doğru ya da yanlış, onlara kabul ettirip bunun doğru olduğuna inandırdığınızda ondan vazgeçirmeniz çok zordur. Peygamberler dönemini hatırlayınız her toplum ilk önce inandıkları yanlış inançtan vazgeçmek istemezler. Hep isterler ki anlatılanlar, inandıklarına uygun olsun. Hatta Rabbim peygamberimizi nasıl uyarmıştı hatırlayalım. İsra 73.; Az kalsın seni, sana vah yettiğimizden uzaklaştırarak ondan gayrisini uydurup bize isnat edesin diye fitneye düşüreceklerdi. İşte o takdirde seni dost edinirlerdi. Demek ki insanoğlunun en büyük hatası alışkanlıklarından, geleneklerinden yanlışta olsa inancından vazgeçmekte zorlanması olduğunu bu ayetten de anlıyoruz. Demek ki Peygamberimizi o devrin insanları, neredeyse kendi inançlarını da Allahın emrettikleriyle birlikte kabul ettirmeye uğraştıkları belli oluyor. Bu örnekler kur’anda çok misal gösterilmiştir. Bizde bu örnekten yola çıkarak konumuzu anlamaya çalışalım. Biz Müslümanlar kur’andan o kadar uzaklaşmışız ki, onu anlamadan da okusan sevap kazanırsınız düşüncesini yerleştirmişler bizlere. Anlamadan okumakla ne öğreniriz diye sormamışız yüzlerce yıl, çünkü birileri doğru sandığımız bilgiler anlatmış durmuş, bizde itaat etmişiz hiç düşünmeden danışmadan kur’ana. Anlayarak okumak isteyene de engel olmanın yollarını aramışız adeta. Peki, neden engel olmak için bir sürü mantığın ve kur’anın süzgecinden geçmeyen yollara başvurmuşuz hiç düşündük mü? Çünkü öğrettikleri ve bunlar Allah katındandır dedikleri ile Rabbin sözleri birbirini tutmuyor da ondan. Telâşe düşmüş bir İslam toplumu haline gelmişiz. Bir yandan rabbin kelamına müracaat etmeye, onu anlamaya çalışan bir gurup oluşmuş toplumda, sakın ha sen anlamazsın Türkçe kur’an okumak günahtır diyen diğer bir gurup, diğer yandan çekiştirmiş durmuş rabbin güzelim dinini. İşte apaçık muhkem ayetlerin bile, anlaşılmaz haline dönüşün acıklı başlangıç hikâyesi böyle başlamış. Bir yandan Rahman yemin billâh ederek dinin anası olan ayetlerin açık anlaşılır detaylı, her şeyden nice örnekler verdiğini söylüyor, bir yandan beşer bu bilgilerin anlaşılmasının önünü kesmek istiyor ve Rabbin söylediğinin tam tersini söylüyor. Çünkü kurulan bir imparatorluk sona erecek, tüm menfaatler değişecek korkusu sarmış beşeri, ihtirasla tüm benlikleri. Kur’anı herkes anlayamaz, onu veli insanlar anlar mantığıyla uzak tutmak istenmiş sürekli toplum kur’an gerçeklerinden. Bizler kur’andan hüküm çıkaramayız anlayamayız diye iyice işlenmiş beynimize. Peki, bu iki düşüncenin taban tabana bir birine zıt olduğunu gördüğümüz halde, nasıl bir tavır içindeyiz günümüzde bizler dersiniz? Sizce uymamız gerek kimin sözleri? Yorum sizlerin. Devam edelim, Kur’anın açık ve anlaşılır dediği ayetleri farklı anladığımıza sebep başka neler olabilir? Kur’anın önüne bir set çekilmek istediği çok açık anlaşılıyor, zaten Rabbim mahşer günü peygamberimizin apaçık bu tehlikenin olacağını, olmadan bizlere peygamberimizin o gün söyleyeceği sözüyle uyarıyor ve bakın ne diyordu? Furkan 30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Demek ki bu tehlike ve oluşumun her zaman olacağı, hatta çoğunluğumuzun bunu yapacağını rabbim bizlere bildiriyor, bizleri uyarıyor. Şimdide bu yöntemin nasıl işlediğini düşünelim. Madem dinin anası temeli muhkem ayetler açık anlaşılır ve sağlam lamlaştırılmış bir şekilde gönderilmiş, neden Rabbin sözlerini görmezden gelmeye farklı anlamakta ısrar ediyoruz? İşte anlaşılması ve anlatması bana göre çok zor olan bir olayın, biz insanlar tarafından hiç düşünmeden, ya da nefsimize yenilerek kabul gördüğü yöntem. Bizlerin yaratılışımızdan gelen bir özellik olarak tartışmaya çok meyilli olduğumuzu söyler Allah. Her ne hikmetse yanlışımızı kolay kabul etmeyiz, sanırım imtihanımızın en zor kısmı bu olsa gerek, hep haklı olduğumuz taraftan bakarız olaylara, gerçekler ile elimizden geldiğince yüzleşmekten kaçarız. İşte rabbin apaçık bu ayetlerini gördüğümüz halde onca yıl yaptığımız yanlışları, her nedense kabul etmek işimize gelmez. Zannederiz bu bizim için büyük bir kayıp, hâlbuki Rabbin affediciliğinin, bağışlayıcılığının farkında bile değiliz, çünkü korku içinde bir dine alıştırılmışız kur’andan habersiz ve ondan uzakta. Bazı gerçekleri görmemiz, nefsimiz tarafından engellenir durur adeta. Aklı devre dışı bıraktığımızdan, düşünme yeteneğimiz de gelişmemiştir ki kur’an gerçeklerinin farkına varalım. Çünkü alıştırılmışız din adına yönetilmeye, özgür irademizle iman etmek adeta zor gelir olmuş nefsimize. İşte bizlerin yanlışta diretmemiz, gerçekleri aramamakta ki inadımız sonucunda, artık çok şeyler kaybettiğimizin farkında bile olmayız adeta. Yüce Rabbim gerçeklerden korkan ve doğruyu aramayanlara kızgınlığını şu sözlerle aktarıyor bizlere. Bakara 7: Allah onların kalpleri, kulakları üzerine mühür basmıştır. Onların kafa gözleri üstünde de bir perde vardır. Onlar için korkunç bir azap öngörülmüştür. Yukarıdaki ayetin öncesine baktığımızda Allah bu sözleri hiç iman etmeyenler için söylediğini görürüz ya devamında aynı kefeye koyduğu hangi tür insanlarında aynı durumda olduğunu bakın nasıl söylüyor. Bakara 8: İnsanlar içinden bazıları vardır, "Allah'a ve âhi ret gününe inandık!" derler ama onlar inanmış değillerdir.9. Allah'ı ve inanmış olanları aldatma yoluna giderler. Gerçekte ise onlar öz benliklerinden başkasını aldatmıyorlar. Ne var ki, bunun farkında olamıyorlar. Yukarıdaki ayeti çok iyi düşünüp değerlendirmeliyiz yoksa yaptığımız yanlışın asla farkında olmayız. Kur’anı farklı anlayanlarında bir bölümünün demek ki Rabbin ayetlerinden uzaklaşmanın sonucu Allah ın gönülleri mühürlemesi ve gerçekleri artık fark edememesi olduğu çıkıyor ortaya. Bu konuyu birde şu ayetlerden yola çıkarak anlamalıyız sanırım, bakın Allah kur’ana müracaat edip onu anlayarak okuyanlar için ne diyor. Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. İbrahim Sur.52.ayet: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. Bu iki ayette Rahman kur’anı anlayarak okuyanların ondan feyiz alanların, onun ışığından faydalananların kalp gözlerini açacağını söylüyor. Ya ona müracaat etmeyen onu herkes anlayamaz, orada özet bilgiler vardır diyenlerin durumu bu durumda nice olur dersiniz? Her şey ne kadar açık değil mi? Bu durumda nasıl doğruları gerçekleri anlamaları, farkına varmaları mümkün olabilir mi sizce? Nasıl olur da kur’ana müracaat edenle etmeyen aynı şeyi anlar. Allah kur’anın bir tebliğ olduğunu söylüyor, bizlerse onu anlaşılması zor bir tebliğ olduğunu iddia ediyoruz. Bu durumda ona direk müracaat etmediğimizde nasıl olurda uyarıdan nasibimizi alırız. Aklı ve gönlü işleyenlerin ondan faydalanacağını söyleyen Rabbim e inatla, nasıl olurda bunun tersini söyleriz? Elbette aklı ve gönlü birlikte değerlendirme imkânı bulamayan bizlerin rabbin apaçık ayetini de doğru anlamamız asla mümkün olmayacaktır. Sizlere küçük bir örnek vermek istiyorum. Allah peygamberimize iman etmekte nazlanan, eski gelenekleri ve inançlarından vazgeçmeyenler için indirdiği bir ayeti, önce yazalım ve daha sonra bakın aklı ve gönlü işlemeyenler ne diyor onun analizini yapalım. Ankebut 51. Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır. Yüce Rabbim o devrin insanlarına apaçık sizlere kur’an yetmiyor mu diyerek ikazda bulunuyor, yani sizlere kur’an yeter diyor. Bu ayeti örnek verdiğimiz bazı arkadaşlarım nasıl bir cevap verdi bana biliyor musunuz, çok ibret verici. Bu ayetin nüzul sebebini sen biliyor musun? Bu ayet o devrin insanlarına geleneklerinden vazgeçmeyen kur’an ile yetinmeyen insanlara indirilmiştir dediler. Lütfen bakar mısınız cevaba. İşte kalp gözleri mühürlü, eski inançlarından vazgeçmemek için, kendilerine deliller yaratma çabasıyla ayetleri ortadan kaldırıp, hükümsüz kılan artık günümüz için geçerli değildir düşüncesiyle ayetlere bakan insanların durumuna çarpıcı bir örnek. Yanlış inançlarından, bilgilerinden kurtulmak istemeyen, gözleri perdelenmiş bir inanç toplumu yaratılmış ne yazık ki, bu durumda nasıl olurda Rabbin apaçık ayetlerini doğru anlarız? Nüzul sebebini biliyor musunuz kılıfıyla Rabbin apaçık verdiği evrensel ayetlerin, onlarcasının hatta yüzlercesinin hükmünün günümüzde geçerli olmadığını söyler ve kur’andan çıkartırsanız, nasıl olurda bir bütünün parçası olan ayetler yokken, apaçık sözleri doğru anlarsınız? Elbette anlayamazsınız. Çünkü bütünün en önemli bölümünü eğer kur’andan çıkartır, artık günümüzde hükmü yok derseniz asla Rabbin söylediği ayetler arasında ne bağlantı kurabilirsisiniz, nede Rabbin ne söylediğini doğru anlayabilirsiniz. Kur’anı bütün olarak alan, onun tüm ayetlerinden nasiplenen bir insan ile kur’anın yüzlerce ayetinin hükmünün artık olmadığını söyleyen bir insan, nasıl aynı şeyi anlar ayetlerden? Yüce Rabbim insan ile hayvanın arasındaki en önemli farkı, özgür irade, akıl etme ve düşündüğünü uygulaması farkı olduğunu hatırlatarak ayetlerin sonunda bizlere şöyle seslenir.( Hâlâ düşünmüyor musunuz?", Öğüt alan yok mudur, Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var, Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz.) Buradan da anlaşılıyor ki Rehberden yani kur’andan yararlanırken düşünmeyi, aklımızla iman etmeyi öneriyor bizlere Rabbim. Rehberden aydınlanmayan, ona müracaat edip düşünmeyen, onun nuruyla yaşamayan ile beşerin sözlerine hiç düşünmeden kur’an ile yoğrulmadan, onu anlamak için çaba göstermeden inanan bir insan, nasıl olurda ayetlerden aynı şeyi anlar? Sizlere hiç yorum yapmadan bir ayeti hatırlatmak istiyorum, eğer İslam âleminde aşağıdaki yanlışı yapanlara inanırsak, nasıl olurda bizzat kur'ana müracaat edenle aynı şeyi anlarız. Allimran 78: Onlardan bir zümre vardır, aslında Kitap'tan olmayan bir şeyi siz Kitap'tan sanasınız diye, dillerini Kitap'la eğip bükerler. O, Allah katında olmadığı halde, "Bu, Allah katındandır." derler. Bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler. Allah insanın niyetine göre amelini verir. Hangi niyetle bakarsan kur’ana, o niyetle cevabını alırsın. Hurafelere, kur’ana uymayan inançlarına delil aramak için bakarsan kur’ana, rabbim onu da verir insana, ama bu şekilde yaklaşanı oyalar durur Allah korusun. Yok, eğer tertemiz kalbinle, hiçbir beşeri etki altında kalmadan rabbin önerdiği yöntemle aklın ve gönlünle kur’ana bakarda, onun önerdiği yolu anlamak istersen, kesinlikle gerçek doğruları fark etmemiz için, bizlerin Rabbin güneşini, rehberini istifademize açacaktır. Kur’ana iyi niyetiyle bakan iyi niyetinin karşılığını alacaktır. Yüzlerce yıl kur’andan farklı inanç türleri yaratmışlardır, daha yüzlerce yıl belki de aynı şekilde devam edecek. Bizlere düşen görev, Rabbin kelamına bizzat müracaat edip, onu akılla anlamaya çalışmak ve gönül gözümüzle yoğurmak olmalıdır. Allahın sözlerinin, ayetlerinin ardından gizli anlamlar çıkarmakla değil, ne söylediğini açıkça anlamaya çalışmak, ayetleri bir bütün olarak düşünerek yolumuzu çizmek olmalıdır amacımız. Çünkü rabbim açık diyorsa muhkem ayetler için, onlar açık ve anlaşılır olduğunu unutmayalım. Allah sizleri bu açık ve anlaşılır ayetlerden hesaba çekeceğim diyorsa, bunun tersini söyleyenlere gelin kulak asmayalım. Artık kendimize gelelim ve Rabbin yemin ederek kolaylaştırdığı kitaba bizzat müracaat edip, gönül gözlerimizin aydınlanmasını sağlayalım. Eğer gönül gözünde mühür varsa, gönül gözü aydınlık kur’andan nasiplenmemişse, ne yapsak nafile olacaktır. Rabbim böyle durumlardan bizleri korusun ve onun ışığından nasiplenen kulları arasına bizleri alıp, huzuruna gittiğimizde geri çevrilmeyen kulları arasına alsın inşallah bizleri Rabbim. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  16. Sayın arkadaşım karıştırdığımız bir konu var, özellikle bunun üstünde sizleri düşünmeye davet ediyorum. Rabbim muhkem ayetleri açık ve detaylı gönderdim diyor, bunlarda dinin anası yani temel hükümleridir. Ayrıca birde müteşabih ayetler vardırki bunların anlamını da Rabbbim bir ben bilirim birde ilim tahsil etmişler bilir diye bizlere bildirir. Günümüze kadar birçok müteşabih ayetler bilim adamları tarafından bulunmuş ve anlaşılır hale gelmiştir. Daha birçok anlaşılmayan müteşabih ayetler mevcuttur bunlarda zamanla elbette anlaşılacaktır, fakat bunların hiç birisi dine hüküm koyan ve bizlerin yaşamındaki kurallar değildir. Allah muhkem ayetlerden bahsederken herşeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız der. Onlarca hatta yüzlerce ayetinde yemin ederek kur'anı sizler için kolaylaştırdım diye de bizlere bildirir. Tüm Rabbin bu sözleri apaçık dururken nasıl olurda muhkem ayetleri herkez anlayamaz deriz? Allah sakın velilerin ardına düşmeyin dedikten sonra din ve iman adına gönderdiği ve sizlere rehber olsun diye indirdiği kur'anı nasıl olurda anlaşılması zor bir kitap yapar ve daha sonra bizleri bu kitaptan hesabe çeker, lütfen bunu düşünün, eminim doğru kararı vereceksiniz. Çünkü bunun tersini söylemek Rahmanın adaletini sorgulamaktır, bunu yapmakta hiç kimsenin haddine düşmez. SAYGILARIMLA Halukgta
  17. BAKARA 168...... AYETLERİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ... Değerli arkadaşlarım Kur’an, verdiği bilgilerle, örnekleriyle tüm cihana ve tüm zamana hitap eden bir kitap olduğunu, eşi ve benzerinin hiçbir beşer tarafından yazılamayacağını, ancak onu anlayarak defalarca okuyan çok daha iyi anlayacaktır. Kur’anı her okuyuşumda sanki ilk defa okuyor gibi heyecanlanıyor ve birçok şeyin farkına varıyorum. Beni üzen en büyük yanlış ve inanış ise, her kez tarafından anlaşılamayan bir kitap olduğunu söylemeleridir. Düşünebiliyor musunuz, Rahman apaçık, anlaşılacak bir rehber gönderdim sizlere onun ipine sarılırsanız sizi bana ulaştırır diyor ve kolaylaştırdığını bizlere yemin ederek söylüyor, ama bizler hangi akla hizmetle Allahın kelamına anlaşılması zor bir kitaptır, her kez anlayamaz diyoruz, bunu da anlayamıyorum. Rahman kolaylaştırdım düşünün anlayacaksınız diyor, birileri hayır zordur her kez anlamaz diyor. İşin kötüsü bizler Rabbim e inanacağımıza beşerin sözlerine inanıyoruz. Değerli arkadaşlarım bugün sizlerle yine kur’andan beni çok düşündüren bazı ayetleri konuşmak ve üzerinde düşünmek istiyorum, rabbim istemeden yapacağım hatalarımı affetsin. Kur’anın tüm ayetleri o günkü insanların, toplumun yanlış inançlarına istinaden gelmiştir. Kur’anı çok iyi okuyan görecektir, o günkü olaylar için inan tüm ayetler öyle kelime ve cümlelerle aktarılmıştır ki, tüm zaman ve çağa uygun olabilsin. İşte kur’anın evrenselliği de bana göre burada gizlidir. Elbette bazı ayetler yalnız belirli kişilere, yani yalnız peygamberimize ya da peygamber eşlerine inmiştir, fakat onlarda bile günümüze ders mahiyetinde birçok kıssalar vardır. Bugün sizlerle konuşmak istediğim ayetler bakara suresi 168. ayet ile başlayan bazı ayetler olacak. Onların üzerinde birlikte düşünelim. Ayetlere dikkat edin ilk muhatap peygamberimizin devrindeki insanlar. Onların inançlarına ve karşı gelişlerine lütfen dikkat edin. Daha sonrada günümüzle karşılaştırın, sanırım düşündüğümüzde, aklımızı kullandığımızda birçok gerçeğin farkına da varmış olacağız. BAKARA 168: Ey insanlar! Yeryüzündeki nimetlerden temiz ve helal olmak şartıyla yiyin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o size açık bir düşmandır. 169 Hiç kuşkusuz o, size kötülük, çirkinlik/düzensizlik ve pislik emreder. Ve size, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi buyurur durur. 170 Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun!" dendiğinde: "Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." derler. Peki, ataları bir şeye akıl erdiremiyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler!.... 171 O küfre sapanların durumu, bağırıp çağırma dışında bir şeyi işitmeyen varlıklara haykıranın durumuna benzer. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden akıllarını işletemezler onlar. 174 Allah'ın kitaptan indirdiği şeyi gizleyip onu basit bir ücret karşılığı satanlar, karınlarında ateşten başka bir şey yemiş olmazlar. Kıyamet günü, Allah onlarla konuşmayacaktır, onları arındırmayacaktır. Onlar için korkunç bir azap vardır. 175 İşte bunlar hidayeti satıp şaşkınlığı, affedilmeyi satıp azabı almışlardır. Ne kadar da dayanıklıdırlar ateşe’… 176 Bu böyledir. Çünkü Allah, Kitap'ı hak olarak indirmiştir. Kitap'ta çekişmeye girenler, bütünden uzaklaştırıcı bir kopuşun tam içindedirler. Yukarıdaki ayetleri okumaya başladığımızda dikkatimizi çeken ilk sözler üzerine duralım önce.( Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o size açık bir düşmandır.) Devamındaki sözler ise sanırım görmezden geldiğimiz ve üzerinde hiç ama hiç düşünmediğimiz sözler bana göre. (Ve size, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi buyurur durur.) Acaba burada ne söylemek istiyor Rahman dersiniz? Hatırlayın Kuranda her şeyin yazmadığını söyleyenler ( Allah bizler için iman adına kuranda her şeyin olduğunu söylediği halde) Allahın kuranda açıklamadığı, bahsetmediği halde, o kadar çok konuda anlatılanlara inanmıyor muyuz? Bakın Rabbim şiddetle karşı çıktığı ve yapılmasına çok kızdığı konulara HARAM diyerek bizlere iletmişti kuranda. Acaba bilmeden yaptığımız bu haramın farkında mıyız? Bakın ne diyor Rahman? Araf suresi 33. ayet; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. Değerli arkadaşlarım Rabbim in HARAM sözcüğüyle diğer yasakladıklarını lütfen sizler içinizden düşünün. İşte onlara eşdeğerde günah olan apaçık önümüzde duruyor. (hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.) Değerli arkadaşlarım işte hiç farkında olmadan gittiğimiz yol ve farkında olmadan işlediğimiz HARAMLAR Allah affetsin. Rabbim benim Kur’anda açıklamadığım, yani hiçbir delil indirmediğim bir şeyi ve kendisi hakkında bilmediğimiz şeyleri SÖYLEMEMİZİ, KONUŞMAMIZI HARAM KILDIĞINI SÖYLÜYOR, bizler kalkıp kur’anda her şey yoktur o özet bilgidir, onlar ya da şunlarda vardır diyoruz. Şuradan ya da buradan alınan sahih bilgilerdir diyerek konuşmuyor muyuz? Karar sizlerin Allahın apaçık ayetlerini görmezden gelip, beşerin sözlerini Allahın sözlerine değişecekler binlerce kez bir daha düşünsün derim. Yazdığım ayeti birlikte düşünmeye devam edelim. (Onlara, "Allah'ın indirdiğine uyun!" dendiğinde: "Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." derler. Peki, ataları bir şeye akıl erdiremiyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler.) Önce o devrin insanlarını düşünelim, gerçekten geçmişte atalarından gelenekleri üzerinde baskısı olan yozlaşmış, bozulmuş bir inanca sahiplerdi. Kur’anın tümünde birçok yerde olduğu gibi bakın Rabbim neye uyulmasını istiyor?( Allah'ın indirdiğine uyun) Şimdi düşünelim bize ne öğrettiler, Allahın indirdiği Kur’anda her şey yoktur o özet bilgidir. Onu her kez okuyunca anlayamaz, Peki her şeyin olmadığı ve anlaşılmayan bir kitaba uyulmasını mı istiyor RAHMAN? Elbette bu sözlere inanırsak bakın ne hale düşüyoruz Allah korusun. Devam edelim ayete. Allah kurana uyulmasını istediğinde karşısındakiler ne cevap verdiler burası çok önemli.(Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.) Bu sözü ben başka yerlerden de hatırlıyorum kurandan. Bir düşünün acaba bu söz size bir çağrışım yaptı mı? Bunları hatırlatan sözleri günümüzde de duymuyor muyuz? Hatta geçmişteki birçok kişilerden örnek vererek ne yani bunların hepside mi yanlış söylüyordu? Ya da onların hiç mi önemi yok onları inkâr mı ediyorsunuz denmiyor mu? Elbette geçmişte yaşamış Allahın sevgisini kazanmış birçok âlim ve din adamı var ama günümüze kadar gelen sözlerin hangisinin onların sözü olduğuna dair kim garanti verebilir? Bizlere düşen geçmişten gelen sözlerin, bilgilerin hepsini inkâr etmek yerine, kurana uyan sözleri ve bilgileri almak olmalıdır. Ayetin devamında Rabbin ikazı da çok dikkat çekici ve uyarıcı;( Peki, ataları bir şeye akıl erdiremiyor, doğruya ve güzele ulaşamıyor idiyseler…) Demek ki rabbim bu yolu doğru bulmuyor. Bu sözleri günümüz için düşündüğümüzde, hiç kimsenin garanti veremeyeceği, kur’anın hiç bahsetmediği sözlerin ardına düşmenin ve onları HÂŞÂ kur’anın garantisi gibi görmenin yanlışlığı, peygamberimiz dönemindeki inkârcıların yoluna düşürecektir bizleri Allah korusun. Aklıma bir ayet geldi sizlerle paylaşmak isterim rahman bakın bizleri apaçık deliller olarak nereye yönlendiriyor. (Bakara 209: Size apaçık deliller geldikten sonra yine yan çizerseniz, şunu bilin ki Allah, tüm yüceliklerin, tüm hikmetlerin sahibidir.) Ayetler üzerinde düşünmeye devam edelim. Allah ayetinde aklımızı kullanmamızı emrediyor ve bakın kullanmayanları kimlere benzetiyor? (Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden akıllarını işletemezler onlar.) Rahman akıllarını kullanmayanlara sağırdır, dilsizdir ve kördür onlar diyor. Peki, bizlere kuranı anlayamayız oku sakta, demiyorlar mı? Bakın böyle söyleyenler bu durumda bize siz sağırsınız, dilsizsiniz, körsünüz demiş olmuyorlar mı sizce? Bunun farkında bile değiliz. Körlüğü nasıl kabul ederim, sağır olan kör olan bana göre Kur’ana böyle bir ithamda bulunanların ta kendileridir, ama Rabbin söylediği gibi ah bir farkında olsalar. Ayetin devamı da gerçekten düşündürücü.( Allah'ın kitaptan indirdiği şeyi gizleyip onu basit bir ücret karşılığı satanlar..) Demek ki o devirde de öyle bir gurup insan var ki aslında kuranı inkâr etmiyor, ama atalarının inandığı bazı şeyleri kuran değiştiriyor ki, insanlar onları gizleme yoluna gidiyor. Kuranın bir başka yerinde hatırlarsınız, aynı gurup insanlara hitaben elleriyle yazarlar, bunlar Allah katındandır derler diye ikazda bulunuyordu Rahman. Ayetin son kısmında Rahmanın sözleri hakkında iyice düşünelim.( Kitap'ı hak olarak indirmiştir. Kitap'ta çekişmeye girenler, bütünden uzaklaştırıcı bir kopuşun tam içindedirler.) Bu sözler üzerine lütfen hiçbir etki altında kalmadan düşünelim. Allah kitabı HAK olarak indirdiğini söylüyor bizlere. Peki, hak olarak indirilen bir kitap anlaşılması zor olabilir mi? Rehber, güneş, gönül gözü olsun diye indirdim sizler için dediği kitap, acaba okunduğunda anlaşılmayıp, bir başkasının anlatımına muhtaç mı olur? O kitap ta her şey yoktur o özet bilgidir diyebilir miyiz? Bakın YÜCELER YÜCESİ RABBİM NE DİYOR DİKKAT EDELİM,( Kitap'ta çekişmeye girenler, bütünden uzaklaştırıcı bir kopuşun tam içindedirler.) Bizlerin yaptığı ve söylediği bu sözler, sizce kuran üzerinde çekişmeye girmek değil de nedir? İşte bu sözleri söylediğimizde kurandan uzaklaşarak, kurandan kopuşun içindeyiz demektir, RABBİM BİZLERİ AFFET NE OLUR. Yine bana göre çok dikkat çekici bir ayeti paylaşmak istiyorum, bakın peygamberimizin ancak kimleri uyarabileceğini söylüyor Rabbim? (Yasin 11: Sen ancak o Kur’an'a uyan ve görmediği halde Rahman'dan korkan kimseyi uyarırsın. Böylesini, bir bağışlanma ve seçkin bir ödülle müjdele.) Bu durumda kur’anda her şey yoktur, o özet bilgidir, bizler oku sakta anlayamayız diyenleri ve bu sözlere inananları kuran uyarabilir mi? Yorum sizlerin. Yine Rahman bakın bizlerin nereye uymamızı istiyor? (Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.) Şimdi bu ayeti anlamak gerçekten o kadar zor mu? Allah birçok yerde söylediği gibi KURANA UYUN diyor. Sakın onun berisinden birtakım VELİLERİN ARDINA DÜŞMEYİN diyor. Hatta hatırlayın sizi Allaha yaklaştıracaklarını söyleyenler çıkacaktır, ikazını da bir başka ayetinde vermişti bizlere. Bu durumda hala sorumlu olacağımız başka kitaplardan söz edebilir miyiz? Bilmem kim yalan mı söylüyor, ya da sen ona inanmıyor musun gibi sözlerle hala vakit kaybedecek miyiz? Bakın size üzerinde çok düşüneceğiniz bir ayet daha yazmak istiyorum. Peygamberimizin yaşadığı dönemde aramızdaki ihtilafı ona götürmemizi isteyen rabbim, daha sonraki dönemlerde, aramızda doğacak ihtilafı nereye götürmemizi istiyor ve nasıl bir yol izlememizi emrediyor? (Şura suresi 10. ayet: Herhangi bir şeyde ihtilafa düştüğünüzde onun hükmü Allah'a bırakılır. İşte budur Rabbim olan Allah! Yalnız O'na güvenip dayadım; yalnız O'na yönelirim ben.) Ne dersiniz bizleri başka kitaplara mı yönlendiriyor, yoksa bana mı bırakın diyor? Yorum sizlerin. Değerli arkadaşlarım ben Rahmanın gönderdiği rehberi anlamaya çalışıyorum, çünkü bu kitaptan hesaba çekileceğimi Peygamberimiz yoluyla Rahman bana tebliğ etmiş. Benim çabam beşerin bana öğrettiğini doğrulamak adına değil, Rabbin emrettiğini anlamaya çalışmak adınadır. Bu çabam esnasında yapacağım hatalarımı Rahman affetsin. Burada yazdıklarım benim Kurandan anladıklarımdır, yalnız beni bağlar. Sizlere düşen Rabbin rehberine, ipine sarılıp onu bizzat kendiniz anlamaya çalışmak olmalıdır. Bu yolda Allah yardımcımız olsun. Dilerim Rabbimden kuranı anlama çabası içine girenlerin, gönül gözlerini daim açık tutsun, yine dilerim Rabbimden çabalarımızı boşa çıkarmayıp onun doğru yolunu bulmamıza yardım etsin. ÂMİN. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  18. LOKMAN SURESİ 20....AYETLER BAKIN BİZLERİ NASIL UYARIYOR? Aşağıdaki yazacağım ayetleri önce okuyalım daha sonrada günümüz yaşamımızdaki gerçeklerle karşılaştıralım. Lokman 20: Görmediniz mi, Allah, göklerde ve yerde bulunan şeyleri sizin emrinize verdi ve görünür-görünmez nimetlerini üstünüze saçtı. İnsanlardan öylesi var ki, Allah uğrunda ilimsiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın mücadele eder. 21 Böylelerine, Allah'ın indirdiğine uyun dendiğinde şu cevabı verirler: "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız." Peki, şeytan onları, alevli ateşin azabına çağırmış olsa da mı? 22 Güzel düşünüp güzel davranarak yüzünü Allah'a teslim eden, en sağlam kulpa yapışmıştır. İş ve oluşların sonu Allah'a varır 33 Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Herhangi bir şeyde babanın, evladı; evladın da babası yerine karşılık ödemeyeceği günden ürperin! Allah'ın vaadi haktır; dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. O yaman aldatıcı, sakın sizi Allah ile aldatmasın. Yukarıdaki ayetlerden alacağımız dersler neler olabilir, isterseniz onu düşünelim. Ayetlerde bahsedilen cümleler üzerine odaklanıp, Rabbin dikkatimizi çektiği konuları ve bu sözleri günümüz ile karşılaştırıp dersler almaya çalışalım. Rabbim Lolman suresi 20. ayetinde Allah hakkında ilimsiz, kesin ve doğru garantili olmayan, hiçbir aydınlatıcılığı bulunmayan kitaplara dayanmadan konuşup durduklarını söylüyor Rabbim. Peki, bu sözlerden ne kast ediyor olabilir? Demek ki peygamberimizin devrinde öyle insanlar varmış ki, bunlar ellerinde kur’an gibi apaçık garantili delilleri olmadığı halde, birçok konulara atalarından gelen bilgilere inanıyorlar ve doğru diye kabul ediyorlar ki, Rabbin böyle bir kızgınlığı var. Kur’an ellerinde olmasına rağmen hala atalarından gelen bilgi ve gelenekleri din diye inanmaya devam ediyorlar. 21. ayette ise bu insanlara bakın nasıl seslenmişler, daha o devirlerde nasıl cevap almışlar? (Allah'ın indirdiğine uyun dendiğinde şu cevabı verirler: "Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.) Şimdide bu sözler üzerine düşünelim. Bakın Yüce Rabbim geleneklerinden gelen kanıtsız, ispatsız, delilsiz bilgilere inananlara Allahın indirdiğine uyun, yani KUR’ANA uyun diyor. 22. ayette ise yüzünü Allah a teslim eden, en sağlam kulpa yapışmıştır. Diyerek acaba nereden bahsediyor olabilir? Elbette kur’andan, çünkü ne diyordu, Allahın indirdiğine uyun. 33. ayette ise Rabbim bizleri çok net uyarıyor ve bakın ne diyor? ( dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. O yaman aldatıcı, sakın sizi Allah ile aldatmasın.) Demek ki Dünya hayatında birileri karşımıza dikilip kendi menfaatleri için, bizi din iman ve Allah ile kandırıp aldatabileceği uyarısını yapıyor yaratan. Şimdi gelelim bu ayetlerden nasıl bir ders almalıyız. Kur’anın tüm ayetlerinin ilk muhatapları, elbette peygamberimizin devrindeki insanlardır. Şimdi diyebilir miyiz, bu ayetlerin muhatabı bizler değil, o devrin insanlarıdır? Eğer bunu söylersek kur’anın birçok ayetine iman etmemiş oluruz. Peki, bu ayetler bizlere günümüzde yaptığımız yanlışlar la karşılaştırdığımızda, neler anlatıyor olabilir? Gelin şimdide onları düşünmeye çalışalım. Lokman 20. ayette Rabbim hiçbir kanıtları, delilleri olmadan Allah adına konuşanlara kızıyor ve boşuna konuştuklarını söylüyor. Burada geçen ilimsiz, güvenilir, garantisi olmayan bir kitaba sahip olmadan inanılan sözlere kızıyor. Peki, güvenilir kitap neydi? Devamındaki ayette Allah ın indirdiği KURAN olduğunu söylüyordu. Şimdi de düşünelim günümüzde bizlere neler söyleniyor? Kur’anda her şey yazmaz, O özet bilgidir, kur’anı her kez anlayamaz, İslam ı öğrenmek isteyenler fıkıh kitaplarına bakmalı ve onlardan öğrenmelidir. Doğrusu ben kurandan anlayamayacaksam, bu kitap özet bilgi olup her şey yazmıyorsa neden okuyayım, neden müracaat edeyim ona. Bakın toplum buna inandığı için kur’anı yüksek bir yere asmış ve söyledikleri fıkıh kitaplarıyla iman eder olmuşlar ne yazık ki. Bu nasıl doğru bir yol olur hiç mi Rabbin ayetlerini okumuyoruz? Hani Rabbim Allah ın indirdiğine uyun diyordu? Peki, O devirde bunu söylediklerinde kur’an ile yetinmeyenler itiraz edenler, atalarının üzerinde buldukları şeye inanırız diyenlerle bugün, geçmişten örnek verip atalarımız yüzlerce yıl buna inanmış nasıl olurda bundan vazgeçeriz dediğimizde, aynı duruma düşmüş olmuyor muyuz? Kur’an dışından sorgusuzca iman ettiğimiz kitapların, rabbin katında doğru bilgiler olduğuna kimler garanti verebilir bizlere? Bizi kur’an dışından ciltlerce dolusu kitaplara yönlendirenlerin kanıtı, delili Rabbin katında var mı, bu bilgilerin doğruluğuna dair? Bu garantiyi veren kimler? Aynı konularda birçok ihtilaflı konular olduğu halde, nasıl olurda dayanağı kesin olmayan, kur’anın onaylamadığı bilgilerin ardına düşer ve iman ederiz? En sağlam kulpun Rabbin indirdiği kur’an olduğu ayan beyan açık olduğu halde, nasıl bu gerçekleri görmezden geliriz? Bizi, Rabbin huzurunda yaptığımız onca yanlışlardan kim kurtaracak bunu düşünen var mı? Hatırlayın Rabbim zümer suresi 69. ayetinde hesap günü hangi kitap ortaya konarak yargılanacağımızı söylüyordu hatırlayalım sözleri;( Kitap ortaya konmuş, peygamberler, tanıklar getirilip aralarında hakla hüküm verilmiştir.) Demek ki sorgulanacağımız, sorumlu olduğumuz kitap, anayasa kur’anmış, lütfen Rabbin bu sözlerini unutmayalım ve beşerin sözlerine değişmeyelim. Kur’an bizleri her zaman, indirdiğim kitaba sarılın diye uyarır, bizlerde bunları görmemize, işitmemize rağmen hem kör oluruz hem de sağır. Ben Rabbim şahittir yazdığım tüm yazılarda önce Kur’anı rehber alıp, Rabbin düşünün aklınızı kullanın ayetlerinden yola çıkarak rabbin istediği yolda kur’anı anlamaya çalıştım ve bunu yazılarımda anlattım. Bizlere kur’an dışından anlatılan her sözün ve bilginin Kur’an süzgecinden geçmesi ve Rabbin kelamına uyması kaydıyla da almamızın faydalı ve en doğru yol olduğunu söyledim. Tüm bunları söylemem elbette bazı kardeşlerimin hiç hoşuna gitmemiş ve bir yazımı beğenen bir kardeşim, yazımı kendi sitesinde yayınlamış, fakat ne yazık ki bir diğer arkadaşı onu ikaz ediyor sırf yazıyı yazan kişi bakın kendi düşüncesine uymayan yazılarımı okuduğu için diğerini uyarıyor ve bakın ne söylüyor bence çok ibret almamız gereken bir zihniyet olduğu için yazıma almayı doğru buldum. (Evet, öykü güzel ve getirilen yorumda tam bir ince zekânın ürünü, lakin hedef tehlikeli. Zira yazar din olarak sadece akıl ile Kur'an-ı muhatap alarak, yalnız Kur`an-ı Kerim`in getirdiği İlâhî hükümleri kabul edip, dinin diğer temel kaynakları olan Sünnet, İcma ve Kıyas`ı reddeden bir görüş içerisinde. Mesnetsiz ve delalette kalan bu düşünce ve taraftarlarıyla münazara halindeyiz. Rabbim hidayet versin inşallah! Tavsiyem bu yazarın diğer yazı ve görüşlerinden uzak durmanız .. Selam ve dua ile kardeşim .) Rabbin kelamı anlayarak okunmadığında işte böyle bir inanç doğması da kaçınılmaz olur. Rahman size indirdiğim kitaba uyun ondan sorumlu olacaksınız sözlerini bizzat tebliğ almayan bir zihniyetin, kur’anın yüzlerce ayetine belki de bilmeden iman etmediğinin farkında bile olmayan kardeşlerimiz var ne yazık ki. Bakın bu kardeşimiz ne diyor benim için? ( sadece akıl ile Kur'an-ı muhatap alarak, yalnız Kur`an-ı Kerim`in getirdiği İlâhî hükümleri kabul edip dinin diğer temel kaynakları olan Sünnet, İcma ve Kıyas`ı reddeden..) Düşünebiliyor musunuz bu düşünceye göre Kur’an hükümlerinden başka dine hüküm veren başka kaynaklar olduğuna inanan, bu kardeşimiz bu sözleriyle Hüküm yalnız Allah ındır ayetlerini inkâr ettiğinin farkında bile değil. Kur’anın aklı ön plana çıkardığını bilmediği çok net anlaşılıyor. Rahman muhatap alınacak ve Rabbin koruması altında olan kur’ana karşı koyduğu kitaplarla, şirk koştuğunu anlamış olsaydı bu kardeşimiz asla böyle sözler söylemezdi bundan eminim. Esas önemli olan söz ettiği sünnet, icma ve kıyasın aklın en önemli öğeleri olduğunun farkında olsaydı, peygamberimizin hiçbir sözünün kur’ana aykırı ve zıt olmayacağını da bilirdi. Eğer rabbim aklı ön plana çıkarıp bizleri bu yönde yön veriyorsa, icma ve kıyasında akla, mantığa, kur’ana uymayan bir sonuç çıkarmasının da mümkün olmayacağını bilmesi gerekirdi. Hiçbir akıl ve mantık, Kur’anın onay verdiği, emrettiği bilgiyi dışlamaz reddetmez. Ama aynı akıl, kur’anın yasaklamadığı, bahsetmediği, hüküm vermediği bir konuyu yasaklayanları da kabul etmez onay vermez. İşte akıl devre dışı kalırsa bu gerçeklerde ortadan kalkar. Süzgeci olmayan her bilgi tortuludur, karışıktır, yabancı bilgilerle yanıltılmış demektir. İşte dinin de süzgeci KURANDIR. Eğer bu süzgeci kullanmıyorsak sonuçtan asla emin olamayız. Şu sözleri benim için söyleyen kardeşimin bu sözüne yürekten katılıyorum. (Rabbim hidayet versin inşallah!)Kardeşimizin bu sözüne yürekten ÂMİN diyorum, çünkü rabbin hidayet vermediği bir insan, şeytanın esiri olacaktır Allah bu durumdan bizleri korusun. Bu kardeşimiz benim yazdığım yazılar için ise şunları söylemiş (Tavsiyem bu yazarın diğer yazı ve görüşlerinden uzak durmanız ..)Eğer ben yazılarımda karşımdaki insanları Rabbin kitabına değil de emin ve garanti olmayan sözlere yöneltiyorsam, gerçekten yazılarımın okunması tehlikeli demektir. Eğer ben yazılarımda rabbin ayetlerini okuyup anladıktan sonra aklınızla düşünmenizi tavsiye etmiyor da sizlere, kur’andan anlayamazsınız diyerek beşerin kitaplarına yöneltiyorsam, gerçekten benim yazdıklarım tehlike saçıyor demektir. Eğer sizlere bu yolu tavsiye ediyorsam yazılarımı okumayın. Çünkü bu tavsiyeler sizi Allah a değil şeytana yaklaştıracaktır. Yüceler Yücesi rabbim şahittir ki, ben her yazımda sizleri KURANA davet ettim. Kur’anı anlamaya ve düşünmeye yönlendirdim. Bende bir beşerim hata yaparım diyerek, söylediklerimi kur’an ile karşılaştırmanızın en doğru yol olacağını söyledim sizlere. Hiçbir zaman hiçbir yazımda kur’an dışından gelen bilgilere kulaklarınızı kapatın demedim, dememde. Bizler için faydalı olan, kur’an onayından geçen her bilgi faydalı ve yararlı olacaktır dedim ve özellikle Kuran süzgecinden geçmeyen sözlerin dine nifak soktuğunu, bunların ayrılması için KURAN VE AKIL el birliğiyle rehberimiz olmalıdır dedim. Tüm bu sözlerime YÜCE RABBİM ŞAHİTTİR. Rabbim bizleri şeytanın şerrinden, şeytanlaşmış insanların iftiralarından korusun. Bunlarla mücadelede Rabbim cümlemize yardım etsin inşallah. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  19. NECM SURESİ 19.....23. AYETLERDEN NASIL BİR DERS ÇIKARMALIYIZ? Allah kur’anı, sizlere bir rehber bir güneş olsun diye indirdim diye öğüt verir bizlere. Bizler ise onu yeterli görmeyip, içinde her şeyin olmadığını, onun özet bilgiler olduğunu söyleyenlere inanırız. Kur’anda olmayan onca bilgilerin, hükümlerinde Allah katından olduğunu söyleriz, çünkü bize böyle öğretilmiştir. Rehbere hiç müracaat etmediğimiz içindir ki habersiz yaşar gideriz sanılarla. Tıpkı kur’anın indirildiği dönemde olduğu gibi. O devirlerde elbette hem Allah a iman ediyorlar hem de daha önce gelen dinlerin bazı etkileri yaşanıyordu. Fakat Rabbin dini öyle bir hal almıştı ki, dinin aslı hurafenin içinde kaybolmuştu adeta. Uydurdukları hurafeler ve sanıya iman etmeleri nefislerine daha yakın gelmiş olmalılar ki, kendilerince bir din yaratmışlar adeta. İşte Rahman da bunun için ve en son bir şans daha vererek kullarına, elçisi olarak seçtiği örnek insan Hz. Muhammet aracılığıyla KURANI bizlere göndermiştir. Rabbim onlarca ayetinde bizleri kur’ana davet ederek onun ipine sarılmamız gerektiğini söyleyip, sizleri KURANDAN HESABA ÇEKECEĞİM demiş, bizlerin işini aslında çok kolaylaştırmıştır. Bakın sizlere bugün, Necm suresi 19 ve 23. ayetleri hatırlatarak o günkü toplumun yanlış inançlarına karşılık kendilerine seçtikleri şefaatçiler, yani putların ancak bir hurafe bir sanı ve nefislerinin uydurmaları olduğunu nasıl ikaz ederek söylüyor, tabi bizler bu ayetten nasıl bir ders çıkarmalıyız? Necm 19: Gördünüz mü Uzza'yı, Lât'ı. 20 Ve ötekini, üçüncüsü olan Menât'ı. 21 Erkek size, dişi Allah'a mı? 22 İşte bu, insafsız bir bölüştürme. 23 Bunlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka şeyler değildir. Onlar hakkında Allah bir kanıt indirmemiştir. Onlar, sadece sanıya, bir de nefislerin hoşlandığı şeylere uyuyorlar. Yemin olsun, onlara hidayet Rablerinden gelmiştir. Yukarıdaki ayette o devrin inançları gereği şefaat umdukları putlardan bahsederken bakın Rabbim nasıl uyarıyor? (Bunlar, sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka şeyler değildir. Onlar hakkında Allah bir kanıt indirmemiştir. Onlar, sadece sanıya, bir de nefislerin hoşlandığı şeylere uyuyorlar.) Demek ki Rahman kanıt indirmediği hiçbir konunun iman adına benimsenmesini istemiyor, tam tersine bunu yapanlara kızıyor. Kanıtı da indirdiğim kitaplarda arayacaksınız diye de bizleri birçok kez uyarmamış mıydı? Kitaplarında kanıt indirmediği konular hakkında Rabbim ne diyor lütfen dikkat edelim. Onlar sadece sanıya, birde nefislerinin hoşlandığı şeylere uyuyorlar diyor. Hatırlayınız lütfen Rahmanın kur’anda hiç bahsetmediği hüküm vermediği onca konular, sırf nefislerimizi tatmin adına, menfaatlerimize uyacak şekilde, bunlar Allah katındandır diye bizlere sunmuyorlar mı? Allah katından olsaydı Rabbin rehberinde apaçık yazmaz mıydı diye niçin düşünen yok? Ayetin sonunda Rabbin söylediği çok önemli bir cümle var onun üzerinde sanırım çok düşünmeliyiz. (Yemin olsun, onlara hidayet Rablerinden gelmiştir.) Demek ki hidayeti yalnız KUR’ANDA aramalıyız. Peygamberimiz Rabbimden gelen hidayetin uygulayıcısı olduğuna göre, Kur’ana uymayan onun vermediği bir hüküm konusundaki sözleri, bu peygamber sözüdür diye nakledenlere karşı çok dikkatli olmalı ve onların tuzaklarına kanıp adeta putlardan şefaat bekleyenlerin durumuna düşmemeliyiz. Bildiğiniz gibi ayette bahsedilen Lat, Uzza gibi putlara tanrı diye tapılmıyor, tam tersine onlar geçmiş zamanlarda yaşamış, sevilen, değer verilen insanların putlarıydı. Bunlardan şefaat isteniyor ve Allah a aracılık yapması, günahlarının affedilmesi için yalvarılıyordu. Acaba günümüzde bunun daha değişik şekli, daha başka yöntemlerle yapılmıyor mu dersiniz? Biraz düşünün aklınıza o kadar çok örnek gelecek ki. Bununda yorumunu sizlere bırakıyorum. Dilerim Rabbimden bizleri kur’anın ipine sarılan, onu rehber edinen onun güneşi ile aydınlanan kulları arasına, bizleri alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  20. Benim bir yazıma karşılık cevap veren bir kardeşimiz beni uyararak aşağıdaki cevabı yazmış. Her zaman hata yapabileceğim bilinciyle bu cevabı da ciddiye aldım ve kur’anın verdiği bilgiler doğrultusunda tekrar kendimi yargılayarak, izlediğim yolun doğruluğunu test etme, kur’an ile karşılaştırma gereği duydum. Gelin bunu birlikte yapalım. Bir kardeşimiz bakın benim yazdığım yazılara karşılık neler söylemiş. (KURAN´i kendi ideallerinize, kafanıza veyahut ta keyfinize göre yorumlayamazsınız. Üstelik bunu meale bakarak hiç yapamazsınız. MEALDEN HÜKÜM CIKARILMAZ. HÜKÜM orijinalden ancak çıkarılabilir, bunu yapmak içinde ictihad yapacak kadar ilme sahip olmak gerekir. Bir tıp kitabini okuyarak, ameliyata giremezsiniz. Tip Fakültesini bitirmeniz, doktor olmanız gerekir.) Yukarıdaki düşünce de bir mantığın eseri onun için dikkatle düşünüp kur’an süzgecinden geçirmeden reddetmek büyük yanlış olur. Bu sözleri birlikte düşünelim. (KURAN´i kendi ideallerinize, kafanıza veyahut ta keyfinize göre yorumlayamazsınız.) Bu söz bence çok doğru. Eğer herkes kendi düşüncesine göre yorumlar yaparsa din, din olmaktan çıkar beşerin yarattığı kendi dini olur. Bu sözlere itirazım asla olamaz. Hiçbir kitabın yazarı zor anlaşılan ve herkesin okuduğunda kendince başka manalar çıkaracak bir kitap asla yazmaz. Kitabı yazanın amacı, okunduğunda herkes tarafından anlaşılsın ve olabildiğince kitap anlaşılır olsun. İşte Rabbin kelamına söylenen sözleri de bu mantıkla değerlendirelim lütfen. Devamındaki sözler üzerinde düşünelim şimdide. (Üstelik bunu meale bakarak hiç yapamazsınız. MEALDEN HÜKÜM CIKARILMAZ. HÜKÜM orijinalden ancak çıkarılabilir.) Önce meal ne demek onu anlayalım. Bu kelimeyi sözlükten baktığımızda tam karşılığı olarak şöyle yazıyor. (Anlam, kavram, mefhum Ortaya çıkan şey, sonuç, netice.) Demek ki meal edilen kitabın anlamını hiç değiştirilmeden ortaya çıkan sonuç netice olduğunu görüyoruz. Demek ki mealde kendi düşünceni eklemeden bire bir çeviri olduğu çok açık. Tabi elimizdeki meallere baktığımızda onca değişik anlamların verildiğini gördükçe yapılan yanlışların vebalinin büyük olduğunu söylemek isterim. Demek ki burada bile kendi düşüncelerimize, inançlarımıza, ideallerimize uyacak sözlerle meal yapılan kur’anlar olduğu çıkıyor ortaya. Birde kur’an tefsirleri var. Tefsir sözcüğü de kapalı anlaşılmayan bir sözü açıklamak, yorumlamak anlamında kullanılmıştır. Şimdi bu bilgiler ışığında arkadaşımızın söylediği sözleri değerlendirelim. Rabbin söylediklerini meale bakarak anlamamızın mümkün olmadığını söylüyor. Hâlbuki meal hiç değişikliğe uğratılmadan sözlerin bire bir tercümesi idi. Meale bakarak hüküm çıkaramazsınız dediğinde her şeyden önce bizleri, anlayarak kur’anı okumaktan alıkoyar bu düşünce. Madem ben mealden Rabbin ne söylediğini anlayamayacağım neden anlayarak okuyayım? İşte bu düşünce bizleri kur’anı anlamamıza en büyük engel olmuştur. Önümüze birbirinden farklı mealler konunca insanlar korkmuş, ürkmüş ve tedirgin olmuşlardır. Rabbim buna sebep olanları elbette cezalandıracaktır. Şimdide mealden hüküm çıkaramazsınız sözü üzerine düşünelim. Allah sözlerini anlaşılmayacak ya da zor anlaşılacak bir şekilde mi göndermişte bizler anlayamıyoruz. Ya da Rabbim hükmünü açıkca vermemişte bizler mi hüküm çıkaracağız? İşte yapılan en büyük yanlış da buradan kaynaklanıyor zaten. Eğer Rabbin verdiği hüküm açık değil de zor anlaşılır ise, her kez kendince hükümler verecekse, nasıl olurda bu dinde birlik ve beraberlikten söz edebiliriz? Allah bizlerin hüküm çıkarması için değil verilen hükmü uygulamamız ve anlamamız için indirdiğini söylüyor kur’anı. Gelin kur’ana bakalım gerçekten Rabbim muhkem ayetleri açıkca söylememiş mi bizlere? Gerçekten kur’an herkesin anlayamayacağı zor bir kitap mı? Enam 57: De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz (azap) benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Demek ki din ve iman adına hükmü yalnız Rabbim veriyormuş. Bizlere düşende verilen hükmü uygulamak olmalıdır. Rabbin kur’anda anlaşılması zor bir hüküm verip daha sonrada bizlerin sorumlu olacağını söylemek Rabbim e karşı yapılacak en büyük saygısızlık değil midir sizce? Arkadaşımızın sözlerinde geçen; ( HÜKÜM orijinalden ancak çıkarılabilir.) sözleri üzerine düşünelim şimdide. Bu düşüncenin doğru olduğunu kabul edersek milyarlarca insanın Arapça bilmesi gerektiği gibi bir zorunluluk çıkar ortaya. Çünkü bizim dinimizde, inancımızda diğer dinlerin kendilerince uyguladıkları bir dini sınıf yoktur. Bu durumda madem kendi inancımızı bizzat yaşayacağız o zaman herkes Arapça öğrenmelidir diye bir sonuca varmamız gerekir. Elbette bunu söylemenin mantıklı olmadığı açıktır. Eğer bunu kabul edersek dini öğrenebilmek için çok azınlık olan bir sınıfın emrine girip onların sözlerine göre iman etmiş olmuyor muyuz? Daha açıkçası İslam da ruhban sınıfı yoktur dediğimiz halde, açıkca bir ruhban sınıfı yaratmış olmuyor muyuz farkında olmadan? İşte bunun farkında bile değiliz. Bakın Allah Araplara neden Arapça bir kur’an indirdiğini ne kadar güzel anlatıyor aklı zere kadar olan, Rabbin ne demek istediğini ne anlatmak istediğini çok iyi anlayacaktır. Fussilet 44.; Eğer biz onu başka dilde bir Kuran yapsaydık onlar mutlaka, "Onun âyetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?" derlerdi…. Demek ki Yüce Rabbim o günkü topluma indirilen ayetlerin iyice anlaşılması ve itaat edilmesi için, o toplumun dilinden indirmiş kur’anı. Yoksa tüm Dünya âlem Arapça okusun anlamasa da olur dememiştir. Açıkça amacın söyleneni anlamak ve uygulamak olduğu anlaşılıyor. Buradan yola çıkarak her ırk ve millet de kur’anı anladığı dilden okumalı ve yolunu bilerek anlayarak çizmelidir. Rabbin sizler için kolaylaştırdım dediği kitap nasıl olurda başka dillere çevrilmez? Bunu Rabbim söylemiyor da birileri bize empoze ediyorsa, bunun amacını, maksadını çok iyi düşünmeliyiz. Amaç herkesin kur’ana müracaatını kesip, toplumu istediğimiz yöne çevirmek ve onları amacımız doğrultusunda kullanmak olduğu aşikârdır. Şimdi aynı soruyu soralım kendimize Rabbim kur’anı Arapça indirip bizlerinde mecburen Arapça öğrenmesini mi istemiş olabilir, yoksa herkes anladığı dilden okusun ve öğrensin mi demek istiyor bu ayetiyle yorum sizlerin. Günümüzde dikkat edin kur’anı anlamadan okumanın sevap olduğunu söyleyenler, bizleri dini yaşamak için kur’ana değil, kendi yazdıkları tefsirlere yönlendirmiyorlar mı? Bu durumda soralım kendimize, her birisinin bir diğerinden çok çok farklı tefsirleri ve Rabbin hükümleri karşısında hangi velinin ya da âlimin, mezhebin kitaplarına uymamız en doğru seçim olur, önerisinde bulunan ve Rabbin katında en doğrusunun o olduğunu söyleyebilecek, garanti verebilecek var mı aramızda? Bakın kur’anı anlayarak okumaktan uzaklaştırıldığımızda nasıl bir ikilem ve yanlışın içinde bocaladığımız çıkıyor ortaya. Yine verilen cevapta bakın nasıl bir yöntemden bahsediliyor. (bunu yapmak içinde ictihad yapacak kadar ilme sahip olmak gerekir.) Demek ki kur’anın muhkem ayetlerini yani dinin anası, temeli olan Rabbin açıkça ve her konuda örnekler verdim dediği ayetleri anlamak öyle herkesin harcı değil, arkadaşımızın sözlerinden bu anlaşılıyor. Demek ki kur’an öyle kolay anlaşılan bir kitap değil demek ki, bu arkadaşımızın söylediğine göre. İslam ı yaşamak için bir velinin sözleri ardı sıra, imanımızı yaşamamız gerektiği çıkıyor ortaya bu sözlere inanırsak. Bakalım bu düşünce doğrumu Rabbimde onaylıyorsa neden olmasın, bizde öyle yaparız. Gelin birlikte bakalım. Önce gerçekten bir velinin ardına düşmemizi mi istiyor ona cevap arayalım, daha sonrada kur’anın açıklığı ya da detaylı olup olmadığına delil arayalım. Araf 3: Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Bakar mısınız lütfen rabbim ne diyor? Size indirilene uyun sakın velilerin ardına düşmeyin. Ama bize arkadaşımız ne söylemişti hatırlayalım? (ictihad yapacak kadar ilme sahip olmak gerekir.) Demek ki kur’anın muhkem ayetlerini anlayabilmemiz için âlim olmamız gerektiği söyleniyor. Fakat Yaratan sana indirdiğime uy diyerek bizi dikkatle kur’ana özellikle yönlendiriyor, madem anlaşılması zor neden yapıyor rahman acaba bunu. Bakın Rabbin sözleri ile bizlere söylenen uyuyor mu? Madem anlayamayız demek ki kur’anı anlayan bir âlim velinin peşi sıra giderek onun yönlendirmesi ile yaşamamız söyleniyorsa din, neden açıkca Rabbim bizleri uyarıp VELİLERİN ARDINA DÜŞMEYİN diyor. Bu ayetleri hiç mi görmüyoruz da, bize söylenen ayetlerin tam tersi fikirlere inanıyoruz düşünen yok mu? Bakın Allah kur’an için neler söylüyor, acaba anlaşılması zor, açıklanmayan detaylı olmayan, özet bilgilerden oluşan bir kitaptan mı bahsediyor? Nisa 174: Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. Nahl 89: Her ümmet içinde kendi nefislerinden üzerlerine bir şahit getirdiğimiz gün, seni de onlar üzerinde bir şahit olarak getireceğiz. Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. Aliimran 105: Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır Hud 1: Elif, Lam, Ra. (Bu,) Ayetleri muhkem kılınmış, sonra hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından ‘birer birer (bölüm bölüm) açıklanmış’ bir Kitap'tır. Yunus 15: Onlara ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman (öldükten sonra) bize kavuşmayı beklemeyenler: Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir! dediler……. Hicr sur.1.ayet; Elif, Lâm, Râ. İşte sana o Kitap'ın ve açık anlatımlı Kuran'ın ayetleri. Kamer 17. Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Nur 34: Yemin olsun ki, size, gerçeği açık-seçik anlatan ayetler, sizden önce gelip geçmiş olanlardan örnekler, korunanlar için de bir öğüt indirdik. İsra 89: Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler. Kehf 54: Andolsun ki, gerçekten Biz bu Kuran'da insanlara ibret olacak her türlü misali tekrar tekrar açıklamışızdır. İnsan ise her şeyden çok mücadelecidir (tartışmaya tutkundur). Yukarıdaki ayetlere onlarcasını daha ilave edebiliriz. Siz bu ayetleri kur’an mealinden okuyup tebliğ aldığınızda kur’anın anlaşılması zor, herkes tarafından anlaşılamayacak bir kitap olduğunu, onun içindir ki bizler okuduğumuzda anlayamayız bunları bir veli ya da âlim bizlere anlatmalıdır düşüncesini mi çıkardınız Rabbin sözlerinden? Öyle çıkarana elbette sözüm olamaz. Çünkü kimse kimseden sorumlu değildir. Benim bu anlamı çıkarmamı da kimse beklemesin lütfen. Rabbim ayetlerinde kur’an için kesin bir delil apaçık bir nur indirdik diyorsa, kitaba sarılanlara hidayet ve rahmete ulaştıracak diyorsa, apaçık delilleri bırakıp sakın parçalanmayın başka sözlere inanmayın diyorsa, öğüt almak için yemin ederek kolaylaştırdığını söylüyorsa, bizlere gerçekleri anlatan apaçık ayetlerin olduğunu belirtiyorsa, her türlü misali değişik ifadelerle verdiğini, ibret alınacak misalleri tekrar tekrar açıkladığını söylüyorsa, lütfen artık beşerin sözlerine değil, RABBİN SÖZLERİNE İNANALIM. Bu kadar açık Rabbin sözlerine karşı bunların tam tersini söyleyip, kur’anı her kez anlayamaz diyor da, kur’anı bizzat anladığımız dilden okumak yerine, anlamadan okumaya yönlendiriliyor ve velilerin, âlimlerin sözleriyle imanımızı şekillendirmemiz isteniyorsa, bu yolun Rahmana ulaşıp ulaşmayacağını çok iyi düşünmeliyiz. Bakın Rabbim daha o gün, yani mahşer günü gelmeden peygamberimizin şahitliğinde onun nasıl üzücü bir söz söyleyeceğini bizlere hatırlatmasını iyi analiz edelim. Dikkat edin bu ayetin gelişinde peygamberimiz yaşıyor ve bu ayet ona tebliğ ediliyor, bunu da unutmayalım. Sanırım bu ayeti okuyan ve tebliğ alan peygamberimiz çok daha fazla azimle çalışmış ve gelecekte olacakların üzüntüsü kaplamıştır benliğini bundan hiç kuşkum yok. Bakın peygamberimiz o çetin gün geldiğinde ne söyleyecekmiş? Furkan30; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular. Gerçektende günümüzde kur’anı devre dışı bıraktığımız çok açık anlaşılıyor affet Rabbim bizleri. Bizler eğer kur’anı anlaşılması zor herkesin anlayamayacağı bir kitap gibi görüp, onu beşerin kitapları ile karşılaştırma saygısızlığını gösterirsek nasıl olurda ona müracaat ederiz hiç düşünüyor muyuz bunu? Bana cevap yazan kardeşimiz bakın Rabbin eşi benzeri olmayan, hatta hadi bir benzerini getirsinler diyerek bizlere meydan okuduğu ayetini hatırlayın, tüm bunları görmezden gelerek, sırf beşeri inançlarımıza mesnetsiz deliller bulmak adına, beşerin yazdığı kitaplarla nasılda mukayese ettiğimizin örneğine bakın lütfen. (Bir tıp kitabini okuyarak, ameliyata giremezsiniz. Tip Fakültesini bitirmeniz, doktor olmanız gerekir.) Demek ki rabbin kelamı KUR’AN ile beşerin ilmi kitapları aynı kefeye konarak delil aranıyor. Yaratanın, yemin ederek kolaylaştırdım dediği kitap ile herkesin sahip olamayacağı bir ilmi karşılaştırıp, kendi inançlarına delil aranmaktadır. Dini hâlbuki Rabbin apaçık kolaylaştırdım sözlerine inatla zorlaştırmaktan ve bu yönde örnekler vererek toplumu yanlışa, kur’an dışına yönlendirmekten çekinilmemiştir. Günümüzde onca ilim ve okullar vardır ki uzaktan eğitimle yapılır ve diplomalar verilir meslekler edinilir. Bunları görmezden gelip işi yokuşa sürmek ve dini zorlaştırmak adına verilen bu örnekler acaba bana cevaben verilen sözlerin başında bahsedilen, KURAN´i kendi ideallerinize, kafanıza veyahut ta keyfinize göre yorumlamanın yolu değil de nedir sizce? Kur’anı bizler okuduğumuzda anlayamayacak isek, Rabbim aşağıdaki sözleri ne için söylüyor olabilir dersiniz? Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. İbrahim Sur.52.ayet: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. Yukarıdaki ayetlerde Rahman bizlerin ayetler üzerine düşünmemizi emrediyor. Dikkat edin herkes anlayamaz bu ayetleri velilerinize götürün o size anlatır demiyor. Özellikle düşünmeyenlere aklını kullanmayanlara Rabbin söylediği söz çok önemli. Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? İşte Allah korusun olabilecek en kötüsü de bu zaten. Kalplerimizi Rabbin mühürlemesi. Bunu da Rabbin apaçık kelamı dururken beşerin sözlerine iman edenler ve hiç iman etmeyenler için yaptığını birçok ayetinde Rabbim söylüyordu. Rabbim kur’anın kalp gözlerini açacağını, iman edenler için kılavuz ve rahmet olacağını söylüyor bizlere. Düşünün lütfen Rabbin kelamı, güneşi, rehberi nasıl olurda anlaşılması zor olur da bizlere rehberlik eder? Rabbin sözleri ile bizlere söylenenler uyuyor mu? Aklı ve gönlü işleyenlerin ibret alacağı ve bizlere rabbin gönderdiği bir tebliğ olduğunu söylüyor Rahman. Lütfen düşünün Allah bizlere bir tebliğ yapıyor ama o tebliği bizler okuduğumuzda anlayamıyor da çok özel veli ve âlimler anlıyor? Peki, yukarıda verdiğim Rabbin sözlerine uyuyor mu bu sözler? Hani bizim dinimizde ruhbanlık yoktu? Hani bizim rehberimiz kur’andan aldığımız hükümlerle, dini Allah ile kul arasına kimse girmeden yaşayacaktık? Bakın bu düşünceye de uymuyor. Düşünebiliyor musunuz kur’anı anlaşılır olmaktan çıkarıp zorlaştırdığımız da, herkesin anlayamayacağı bir kitap olarak gördüğümüzde Rahmanın nasıl bir adalet anlayışı olduğunu söylüyoruz önce ayeti yazalım daha sonrada yaptığımız yanlışın büyüklüğünü kendi nefsimizde düşünelim. Zühruf 44: Ve muhakkak ki o (Kur'an) hem senin için, hem kavmin için bir şereftir ve ileride bundan sorulacaksınız. Bakar mısınız Allah ileride sizleri kur’andan sorumlu tutuyorum ondan hesaba çekeceğim diyor, ama bizler okuduğumuzda anlayamadığımız zor bir kitap olduğundan bahsediyoruz. Sizce bunu söylemekle Rabbin adaleti konusunda ne demek istediğimizin farkında mıyız? Hiç sanmıyorum, çünkü aklı bir tarafa koymuş, hiç düşünmeden iman etmekle meşgulüz. Allah bizleri ıslah etsin inşallah. Yukarıda yazdıklarımı ve kur’an delillerini bir an unutulalım ve başka bir mantıkla düşünelim bana verilen cevapları. Diyelim kur’anı herkes okuduğunda anlayamaz onu peygamberler ve veliler, âlimler anlar. Hemen soralım kendimize, madem kur’an ayetleri Rabbimden elçisine tebliğ edildiğinde anlaşılır değil (HÂŞÂ), peygamberimiz tebliği aldıktan sonra neden bizlerin anlayacağı şekilde, bizlere kur’anı yazmamışta olduğu gibi, kelimesine bile dokunmadan nakletmiştir? Madem açık ve anlaşılır değil, Allahın resulü neden açık, anlaşılır yazmamıştır? Gördüğünüz gibi bunu düşündüğümüzde ne kadar mantıksız bir yere kadar geldik. Böyle düşündüğümüzde böyle mantıksız bir sonuç elde ederiz. Olur ya birisi şöyle bir mantıkla cevap verebilir. Allahın elçisi Rahmandan gelen ayeti değiştiremez ancak izah eder açıklar. Buda bir mantık, gelin şimdide bunu düşünelim. Hatırlayınız peygamberimiz ilk dönemlerinde sözlerinin yani hadislerinin toplum içinde dolaşmasına ses çıkarmamış, fakat sözlerine söylemediği ilavelerin eklenmeleri ve dilden dile dolaşırken anlamlarının değiştirildiğini görmesi üzerine kesin bir tavırla, hadislerin yayılması, yazılması ve söylenmesini yasaklamıştır. Düşünün birkaç yılda peygamberimizin sözleri dilden dile naklederken değiştiğini hiç ilgisi olmayan şekle büründüğünü gören peygamberimizin tavrını, birde 1400 yıl geçtikten sonra günümüze kadar gelen sözlerin ne durumda olacağının yorumunu sizlere bırakıyorum. Çok ilginçtir günümüz hadisler içinde de geçer peygamberimizin hadisleri yasakladığı bilgisi. Bir kısmı bunu kabul ettiği halde daha sonra izin verdiğine inanarak, yanlışın devamı konusunda kapı aralanır. Fakat peygamberimizin ölümünden sonra dört halifenin de hadis yazımına ve aktarılmalarına izin vermemesi hatta bunu yapanlara karşı mücadele vermesi nedense göz ardı edilir. Yasaklandığını gösteren hadislerin karşısına, inatla serbest bırakıldığını gösteren hadisler gösterilmiştir. Bu konu çok ama çok önemli bir konudur İslam âleminde. Dört halife devri bittikten, İslam dini mezheplere bölündükten sonra ne yazık ki hadisler toplanmaya başlanmış ve her mezhep kendi düşüncesine inancına göre İslam a yön vermeye çalışmıştır. Buda İslam ın nerelere gittiğinin kur’andan ne kadar uzaklarda yaşandığının göstergesidir. Şunu hatırlatmak istiyorum. Peygamberimiz devrinden sonra toplanan ve kayda alınan daha sonra imha edilen hadis sayısının yaklaşıl on bin civarlarında olduğu söylenir. Bugün ise kayıtlı hadis sayısının iki, üç milyondan fazla olduğu söyleniyor. Düşünebiliyor musunuz güzelim dinimiz ne hale gelmiş. Bu durumda içimize sokulan yalan ve uydurma hadis sayısının yüzde hesabını yapmak biraz zor olsa gerek. Bizler din ve iman adına kur’an dışından gelen ve kur’an süzgecinden geçen her türlü bilgiyi almalı ve faydalanmalıyız bunda hiçbir sakınca olamaz. Fakat hadislerin dine hüküm koyacağını söylemek Rabbin kelamına tamamen ters düşer. Peygamberimiz bizleri kur’an ile uyarma görevi almıştır. Onun ile bizlere hükmeden, hayatını kur’ana göre yaşayan bir önderin ümmetiyiz bizler. Eğer peygamberimize sevgimizi, saygımızı göstermek onun izinden gittiğimizi haykırıyorsak, KURANIN EMRETTİĞİ YOLDAN GİTMELİYİZ. Kur’ana uyan ve onu yaşayan, başöğretmenimiz Hz. Muhammet in yolundan gidiyor demektir. Onun adına onun söylemediği sözlere, kur’anın süzgecinden geçmeyen bilgilere inanan, onun ümmeti olduğunu asla söyleyemez. Bizleri uyaran Rabbin elçisi benim sözlerimin olduğunu ancak kur’an ile karşılaştırdığınızda anlarsınız diyorsa, kur’ana uymayan onun hükümlerine ters düşen sözlerin, artık peygamberimizin sözü olmadığının farkına varalım lütfen. Yazdığım yazıdan dolayı, beni uyarıp tekrar düşünmeme sebep olup, araştırmalarımı ve düşüncelerimi tazelediği için ve imanıma daha da güç kattığı için, o arkadaşıma şükranlarımı da sunuyorum. Rabbim cümlemizi kur’anın ışığından istifade eden, onun nuruyla nurlanmış kulları arasına alsın inşallah bizleri. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır.
  21. MUHAMMET SURESİ 2. VE 3. AYETLERDEN NASIL DERSLER ALMALIYIZ? Bizler ne yazık ki inancımızı, imanımızı Rabbin rehberinden direk birebir almak yerine, aracı koyarak bir başkasından almanın, öğrenmenin daha doğru olduğuna inandırılmışız. Çünkü bizlerin Rabbin kelamını okuduğumuzda anlayamayacağımız öğretildi de ondan. Bu yetmedi Rabbin sizlere rehber olsun, bir güneş olsun diye gönderdim dediği kur’an için, orada her şey yazmaz İslam ı tam ve doğru öğrenmek için fıkıh kitaplarına ihtiyacımız vardır diyerek, Rabbin rehberini yeterli görmemişiz, Allah bizleri affetsin. İşin kötüsü her mezhep kendi fıkhını yarattığı içinde, Rabbin rehberliğinden uzaklaşan bizler hangi kapıya sığınacağımızın telâşesin de imanımızı yaşar olmuşuz. Bunu söyleyenlere, hatırlatanlara da, sen onca âlimi devre dışımı bırakıyorsun, sen onlardan daha mı akıllısın türünden sert cevaplar verilmektedir. Hâlbuki unutulan en önemli konu ise Rabbin rehber olsun diye gönderdiği açık ve anlaşılır olduğunu da özellikle belirttiği halde, kur’anı yeterli görmediğimiz gözden kaçmakta beşerin kitaplarının dini, İslam ı açıklayabileceğini söyleyerek Rahmana yaptığımız saygısızlığın farkında bile değiliz. Rabbin hadi bir benzerini getirsinler dediği kitabın açık olmadığını ve herkesin anlayamayacağının söylenmesi, sizce günahların en büyüğü değil de nedir? Rahman sizleri bu kitaptan sorumlu tutacağım dedikten sonra, acaba bizleri yemin ederek kolaylaştırdığını söylediği kitabı, tam tersini yapıp anlaşılması zor yaparak, bizleri zor anlaşılan bir kitaptan mı hesaba çeker? Birazcık düşündüğümüzde yaptığımız saygısızlığın farkına varmak sanırım çok kolay, yeter ki Rabbin rehberinin ışığından, güneşinden istifade edebilelim. Eğer bu çabamızın önünde, beşerin el lambası varsa asla gerçekleri göstermeyeceğini gözlerimize perde indirip, gönüllerimizi mühürleyeceğini söyleyen Rabbim e artık kulak verelim. Sizlere aşağıda Muhammet Suresi 2 ve 3. ayeti hatırlatarak üzerinde düşünmeye davet etmek istiyorum. Aşağıda yazdığım ayetler peygamberimiz devrinde ona inanan ve inanmamakta ısrar eden toplumun dikkatini çekmek adına indirilmiştir. Ayetlere çok dikkat edelim ve sözcüklerin üzerinde iyice düşünelim. Önce ayetleri yazalım. Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.3. Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır. Muhammet suresi 2. ayette Rabbim iman edip yararlı işler yapanların ve çok dikkat edelim, bakın daha sonra ne diyor? (Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların…) Burada özellikle belirtilene dikkat edelim. Rabbin günahlarını affettiği ve hallerini düzelttiği insanların nereye inandığını söylüyor Rabbim? (hak olarak Muhammed'e indirilene..) Peki, bize böylemi öğrettiler? Kur’anda her şey yoktur O özet bilgidir demediler mi? Demek ki bize öğretilen ile Rabbin sözleri arasında çok büyük farklar var. Şimdide ayetin devamında aslında iman etmeyen inkâr edenlere bir sesleniş var. Fakat sanırım buradan bizler günümüzde de çok büyük dersler çıkarmalıyız. Bakın rabbim ne diyor iman etmeyenlere? (Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır.) Rabbim e şükürler olsun bu kadar açık sözleri de anlayamıyorsak, önce elimizi başımızın arasına koyup çok iyi düşünmeliyiz. Bakın Allah hiç iman etmeyenlerin inandıklarına nasıl işaret ediyor ve ne diyor? (inkâr edenlerin batıla uymaları.) İman edenler için ne diyor burası çok önemli. (inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır) Rabbimden gelen hakkın da kur’an olduğunu ayetin başından anlıyoruz. Şimdide inkâr edenler ve iman etmeyenler için Rabbim nereye iman ediyorlar diyordu?( inkâr edenlerin batıla uymaları.) Burada bahsedilen batıl ne olabilir sizce? Elbette emin olmadığımız bilgi ve sözler. Emin olunan bilgi ise elbette KURAN. Ya da kur’anın onayından geçmeyen sözlere de batıl diyebiliriz. Peygamberimiz bizlere kur’an ile hükmetme görevi aldığı birçok ayette açıkça belirtilmiştir. Peygamberimiz kur’an dışına asla çıkmayacağına göre, onun sözüdür diye nakledilen her bilgiyi kur’an süzgecinden geçirip öyle kabul etmeliyiz. Eğer peygamberimizi seviyor onun yolundan gittiğimizi iddia ediyorsak, ona saygı duyuyorsak bunu mutlaka yapmalıyız. Onun adına uydurulan hurafelere inanmayarak peygamberimize karşı sevgimizi saygımızı göstermeliyiz. Bu ayetten çıkarmamız gereken en önemli ders, peygamberimiz devrinde iman etmeyerek batıla iman edenler ile günümüzde kur’anın hiç bahsetmediği, hüküm vermediği bir bilgiyi şüphe etmeden peygamberimizin sözüdür dediklerinde alıp kabul edersek, sanırım iman etmeyip hurafelere iman edenlerle Allah korusun aynı hataya düşmüş olmuyor muyuz? Çünkü bakın bir hadisinde bizleri nasıl uyarıyordu hatırlayalım peygamberimiz. Bu örneği birçok kez verdim, çünkü ders alınacak ve üzerinde dikkatle düşünmemiz gereken bir uyarısıdır peygamberimizin. Benden sonra, benim adıma söylenecek çok söz duyacaksınız, Bu sözleri KURAN İLE KARŞILAŞTIRINIZ ki, benim sözüm olup olmadığı hakkında delalete düşmeyesiniz. Her kim ki, ben söylemediğim halde bu sözü peygamber söyledi dese BUYURSUN KENDİNİ CEHENNEMDEKİ YERİNE HAZIRLASIN. İşte bizler bu kadar güzel ve asil bir peygamberin takipçileriyiz, şükürler olsun Rabbim e. Sizlere son olarak bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. İman etmekte zorlanan insanlara hitaben yazılan bu ayetten, sanırım bizler günümüzde daha çok ders almalıyız. Kur’anı herkez anlayamaz onu veli insanlar anlar diyenlere de, güzel bir cevabı sanırım Rabbim onlara veriyor. Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Rahman iman etmeyen ya da iman etmekte zorlanan topluma bakın ne diyor? Kur’anın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Demek ki düşündüğünüzde anlaşılması zor bir kitap değil, anlaşılabilecek bir kitapmış. Fakat bizler sanırım kur’anı anladığımız dilden hiç okumadığımızdan bunun farkına bile varamıyoruz. Ya ayetin devamındaki sözlere ne dersiniz? Ben buna yorum yapmak istemiyorum. Kalplerinde mühür olmayanlar hemen Rabbin ne söylediğini anlayacaktır. (Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var?) Dilerim Rabbimden kalpleri mühürlenmeyen, gözlerine perde inmemiş kulları arasına bizleri alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  22. Çok güzel bir örnek vermişsiniz, sanırım bunu size Rabbim söyletti. Evet tüm ruhumuz, canımız, malımız Allah ın malıdır, işte onun içindirki malın sahibi her istediğini yapar. Kimini alır baştacı yapar, kimini alır ÇÖPE ATAR. Biz insanlar bile kendi canımızdan kanımızdan olan evlatlarımız arasında gerektiğinde ayrım yapıyorda onların hal ve hareketlerine göre davranıyorsak, Tüm cihanın sahibi neden ayrım yapmasın? İşte adaletde burada zaten yaptığının karşılığını alacaksın. Okulda öğretmenler neden imtihan eder bizleri? Bilgili ile bilgisizi ayırmak için. Bu sözlerimin farkında olmanızı Rabbim den dilerim. Esen kalın arkadaşım. Çevrene mutlu bakkı mutlu olasın. İnsanları sevki zenk alasın.
  23. Anlayacağınıza inansan kırk değil, yüzkırk kere yazardım. Siz yinede Rabbim e yalvarın ve ondan istekte bulunun. Çünkü onun bağışlayıcılığı çok yücedir affeder, ve yaşamın gerçeklerinin farkında olmanızı sağlar. Rabbimin size yardımcı olmasını diliyorum.
  24. Karşındaki insana saygılı olki sende saygı göresin. Düşeni kaldırki sende düştüğünde seni kaldıran olsun. Kalbini yumuşak tut da sana da yumuşak davransınlar. İnsan gibi yaşaki insan sansınlar.
  25. Herkez kendi yolunu özgür iradesi ile seçecektir. Gerçekleri görmek bazen gözle olmaz, gönülle olur. Gerçekler bazen kendisini hemen farkettirmez, gizlenir ki değeri artsın, aransın fark edilsin, ihtiyaç hissedilsin. Tam ümidi kesmişken çıkıverir ortaya. Dilerim gerçeklerin birgün farkına varırsınız. Rabbim cümlemizi farkında olan kulları arasına alması dileklerimle. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.