Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

halukgta

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

halukgta tarafından postalanan herşey

  1. Bir kardeşimiz Çok güzel bir ayeti hatırlatmış ve bu konudaki düşüncelerimi sormuş, ona teşekkür ederim. Bende ayrı bir başlık olarak yazmamın daha isabetli olacağını düşündüm. Bu ayeti daha iyi anlayabilmek için üç farklı meali yazdım, önce onları okuyalım daha sonrada Allah ın izniyle anlamaya çalışalım, bakalım burada Rabbim ne söylüyor Diyanet Meali. Bakara 27: Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir. Ali Bulaç meali. Bakara 27: Ki (bunlar) Allah'ın ahdini, onu kesin olarak onayladıktan sonra bozarlar, Allah'ın kendisiyle birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Kayba uğrayanlar, işte bunlardır. Elmalı meali. Bakara 27: Onlar ki, söz verip antlaştıktan sonra Allah'a verdikleri sözü bozarlar. Allah'ın birleştirmesini emrettiği şeyi (iman ve akrabalık bağlarını) keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar. İşte zarara uğrayanlar onlardır. Ayete baktığımızda daha önceden Rabbim e verilen ama daha sonra tutulmayan bir sözden bahsediyor. Bunun neler olabileceğini düşünelim. Demek ki hepimiz bu Dünyada daha yaratılmadan Yaratıcımıza bir söz vermişiz, ona iman edeceğimize dair. Şöyle düşünülebilir, biz bu verdiğimiz sözü hatırlamıyoruz. İşte bu soruya da verilecek cevap vardır. Allah bu sözümüzden dolayı yaratılışımızın özünde yatan, ruhumuzun derinliklerinde bir inanç bir iman duygusu yerleştirmiştir, adeta yüce Rabbin varlığını hatırlayasın ve bilesin diye. Bu yaratılışımızda bizimle birlikte vardır. Fakat bu gizlenmiş duyguyu, daha açıkçası fıtratımızdaki bu iman duygusunu, bizler aklımızla, mantığımızla ve Rabbin gönderdiği peygamberler, kitaplar sayesinde su yüzüne çıkarmak, bizlerin kendisine bırakılmıştır, İmtihanımızın özü de burada yatmaktadır. Bu gizli duyguyu ortaya çıkarmak için uğraşmayan, nefsine yenik düşen, rabbim e verdiği sözü tutmayandır. Ayeti anlamaya devam edelim. Allah acaba neyi insanlarla birleşmesini onlarla bir bütün olmasını istiyor da, bu bozguncular, sözünden dönenler bunu engellemeye çalışıyorlar, şimdide bunu birlikte düşünelim ve anlamaya çalışalım. Ayetin devamında ise bu buluşmayı, birleşmeyi engellerler ve yeryüzünde bozgunculuk, düzensizlik adaletsizlik yaparlar diyor. Ne olabilir insanlarla buluşmasını engelledikleri şey? Sanırım okurken anladınız elbette, Rabbin bizlere bir düzen getirmek, adaletli bir yaşamı sunmak, Dünyada barışı hüküm kılmak ve bizlere bir rehber, gönül gözü olması adına gönderdiği KUR’AN ile insanlığın arasına girip, Rabbin kulları ile buluşmasını engellemekten başka ne olabilir. Parantez içine bu kelimenin anlamını açıklamak bunların iman, akrabalık, beşerî ve ahlâkî bütün ilişkiler olduğunu yazma gereği duymuşlar ayeti meal edenler. Fakat bahsettiklerinin hepsi ve daha binlercesi KUR’ANIN HÜKÜMLERİ DEĞİLMİ ZATEN? Demek ki sözünde durmayan bu zalimler, fıtratına aykırı hareket eden bu bozguncular, amaçlarına ulaşabilmek için insanlığın KUR’AN ile buluşmasını ellerinden geldiğince engelliyorlar. Doğrusu bu insanlar amaçlarına, o pis emellerine ulaşmadılar mı dersiniz? Hatırlayınız bunu yapmanın birçok yolu yok mu, şeytanın yardakçıları inanmış insanlara da vesvese verip onları da amaçlarına alet edip, aynı şeyi yaptırmıyorlar mı? Kur’anı herkes anlayamaz, onu veli insanlar anlar dediklerinde ve buna inandıkları zaman, kim ilk önce kur’ana müracaat eder? Yanlış yapma, yanlış anlama korkusuyla elbette kimse bakmaz. Peki, nerelere bakar? İşte Allah korusun koskoca bir bilinmeyen, dipsiz bir kuyu? Kur’anı Türkçesinden okuma günahtır dediklerinde, ne yapmış oluyoruz bu durumda? Kur’an ile insanları buluşturmaktan uzaklaştırıyoruz. Demek ki bunu kimler yapıyorsa Yüce Rabbime söz verip de, sözünden cayanlardır. İnsanlar yaptıkları yanlışların farkında değillerdir, eğer aklını çalıştırmıyorlarsa. Allah aklını çalıştırmayanlara bakın neler söylüyordu hatırlayalım. Enfal 22; Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir. Rad Sur.19: Rabbinden sana indirilenin hak olduğunu bilen kişi, kör olan biriyle aynı mıdır? Sadece aklı ve gönlü işleyenler düşünüp ibret alır. Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Demek ki Allah katında en kötü insan aklını kullanmayan insan olduğu çok açık söyleniyor. Yine Allahın kitabından aklını ve gönlünü kullananlar ibret alacağını söylüyor. Yine Yüce Rabbim kur’anı inceden inceye düşünüp anlayacaklarını, eğer anlamadıklarını söylüyorlarsa, onların kalpleri üzerinde kilitleri olacağını hatırlatıyor. Şükürler olsun Rabbim e. Elbette tüm bu ayetler kur’anın MUHKEM yani dinin anası olan ayetlerdir, bunu da hatırlatırım. Çünkü müteşabih ayetler, dine hüküm koyan dinin temeli olan ayetler olmayıp, zamanla ilim adamları tarafından bulunacak ayetlerdir. Tüm bunları düşünürken yine Yüce Rabbin bir ayeti geldi aklıma. Bazı insanlar her nedense kendi inançlarını, hiç sorgulamazlar. Kur’an ile karşılaştırma gereği bile duymazlar, doğru yolda olduklarını zannederler, ama karşısındaki insana erdemli olmayı öğütlerler. Kendi yanlışlarına davet ederler farkında bile olmadan. İşin ilginci bu insanların elinde apaçık kur’an olduğu halde, onu anlayarak okumadıklarından olsa gerek, beşerin sözlerine kanarak, ben kur’anı anlayamam dedikleri için, anlamadan okumanın faydasını görmediklerinden, aklımızı kullanma fırsatını da kaçırmış oluyoruz. Bakın Rabbim bu insanları nasıl uyarıyor? Bakara 44. Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz -hem de ilahi kelamı okuyup durduğunuz halde? Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız? Yüce Rabbim sen o kadar güzel bir rehber, güneş, gönül gözü göndermişsin ki, biz beşerin kara gözlüklerini takıp gezdiğimiz için, hiç bir şeyin farkına bile varamıyoruz. Ne olur bizleri affet. Bizlerin taktığımız o kara gözlüğü çıkarmamıza yardım et ki, senin güneşinden istifade edelim. Yoksa beşerin zehriyle için için kahrolacağız, senin huzurunda da kaybedenlerden olacağız, Rabbim sen bizleri koru, yardım et bizlere ki, yaptığımız yanlışların farkında olalım. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  2. İslam âleminde birçok konuda yapılan yanlışların başında, peygamberlerin ve velilerin şefaat edeceği ve böyle bir yetkisinin olduğuna inanılır. Şefaat bağışlanma affedilme isteğidir. Bakın Allah kesin bir dille bu konuda ne söylüyor? Zümer 44: De ki: "Şefaat tamamen Allah'ındır (yardım ve destek yalnız O'ndandır). Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz. Eğer Allah affedilme, bağışlanma, yardım, destek yetkisinin yalnız kendisinde olduğunu söylüyorsa, bundan sonra aynı konuda tersini Rabbim asla söylemez, buna göre diğer ayetleri anlamaya çalışalım. Bakalım Allah bu konuda bizleri nasıl yönlendiriyor. Fatiha suresi 5.ayet: Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. Düşünebiliyor musunuz biz bunu her namazımızda rabbim e söylüyor ve ona söz veriyoruz, yalnız senden yardım dileriz diye.(Elham) Sözümüzde duruyor muyuz peki? Söylediğimiz şu sözü hatırlayınız. ( Şefaat Ya resulallah) Peki bunun anlamı nedir farkında mıyız acaba, hiç sanmıyorum. Bu sözümüzle Ey Allahın resulü bizlere şefaat et diyoruz. Hani her gün namazlarımızda Rahmana karşı, yalnız senden yardım dileriz diyorduk ne oldu. İşte yaptığımız yanlışın büyüklüğünü bir fark etsek, o zaman yaptığımız yanlışlar çorap söküğü gibi gelecek. Bakın arşı yüklenip taşıyanlar ve onun çevresindeki şuurlular Rablerinin hamdi ile tespih ederek iman sahipleri için nasıl af diliyorlar, bu ayeti çok iyi düşünmeliyiz. Mümin 7: Arşı yüklenip taşıyanlar ve onun çevresindeki şuurlular Rablerinin hamdi ile tespih ederler ve ona inanırlar. İman sahipleri için de şöyle af dilerler: "Rabbimiz! Sen her şeyi rahmet ve ilim halinde kuşattın. Tövbe edip senin yoluna uymuş olanları bağışla. Ve onları cehennem azabından koru. Şimdide aşağıdaki ayet üzerinde düşünelim. Enam 51: Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an'la uyar. Öyleki, kendileri için O'nun huzurunda ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır. Gerekir ki Allah'tan korkarlar. Ayet o kadar açık ve net olduğu halde günümüzde kur’ana uymadığı halde o kadar çok yanlış hadise inanıp, ayetlerin çoğunu görmezden geliyoruz. Açıkça Rahman kendileri için O'nun huzurunda ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır, dedikten sonra sözlerinin tam tersini başka bir ayetinde söyleyip peygamberlere ve velilere şefaat etme yetkisi veriyorum der mi? Bunu düşünmek bile, bizlerin aklını başına getirmesine yetmeli bence. Bakın peygamberimiz bizlere kur’anı tebliğ ettiğini ve bu kitabın bizler için gönül gözü olduğunu, bunu hala görmeyenler için ise hiçbir şey yapamayacağını, körlük edenlere de bakın ne söylüyor ayette. Ben sizin üzerinize bekçi değilim, yani bundan sonra sizler için hiç bir şey yapamam diyor. Enam sur. 104. ayet: Gerçek şu ki, size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim. Şimdi hatırlatacağım ayet günümüzde yapılan yanlışlara güzel cevap veriyor, tabi anlayana anlamak isteyene. Zümer 19: Üzerine azap sözü hak olanı, ateşe dalmış olanı sen mi kurtaracaksın. Buradan anlaşılıyor ki Allah ın karar verdiği bir konuyu kimse değiştiremez, bunu da bizlerin anlaması için rahman en sevdiği elçileri üzerinden bizlere örnek veriyor, ama bizler ne yazık ki bunlardan ders almadığımız çok açık. Şimdide buna benzer elçisi kanalıyla verdiği örnekleri hatırlayalım. Tevbe 80. : (Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resulünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez. Muhammet 19.; Allah'tan başka tanrı olmadığını kuşkusuzca bil! Hem kendi günahın için hem de mümin erkeklerle mümin kadınlar için af dile. Allah sizin, dönüp dolaşacağınız yeri de varıp ulaşacağınız yeri de bilir. Yukarıdaki iki ayet üzerinde düşünelim. Peygamberimize hitap ederek bakın ne diyor Allah. Onlar için istediğin kadar af dile bağışlanmalarını dile, onları asla affetmem. Çünkü benim gönderdiklerimi, beni ve elçimi kabul etmediler diyor. Muhammet 19. ayet ise bana göre çok önemli bir ayet, lütfen bunun üzerinde düşünelim. Allah elçisine bakın ne diyor. Hem kendi günahların için, hem de iman edenlerin günahları için af dile diyor Allah. Düşünebiliyor musunuz demek ki peygamberlerin bile günahı var ki bunu söylüyor. Peki, bizler bu konuda neler söylüyoruz? Bunu da nefsimizde değerlendirelim. Peygamberimiz kendi günahı için dahi Alla ha dua ediyor yalvarıyorsa, bugün hiç tanımadığı, iman edip etmediğini dahi bilmediği bizlerin günahını zaten bağışlamasını bir tarafa koyun, bizler için nasıl Allaha dua etsin günahlarımız için. Dikkat edin ayette mümin yani inanmış erkek ve kadınların günahları için dua et diyor elçisine. Bu demektir ki iman ettiğinden emin oldukların için dua et anlamındadır. Hatırlayınız iman etmeyenler için dua ettiğinde Rabbin peygamberimize ne diyordu? Yetmiş kere dua etsen ben onları affetmem. Zaten dua kapısını Yüce Rabbim tüm iman edenler için, açık bırakmıştır şükürler olsun. Size İbrahim peygamberden de bir örnek vermek istiyorum. İman etmeyen babası için bakın Allah ın övgüyle bahsettiği bizlerin atası diye zikredilen bir elçinin sözlerinden sanırım çok ders almalıyız. Mümtehine 4. : Senin için hep af dileyeceğim ama Allah'tan sana gelecek şeyi geri çevirme gücüm yoktur. Ey Rabbimiz! Yalnız sana güveniyoruz, yalnız sana yöneliyoruz! Dönüş yalnız sanadır. Bakar mısınız lütfen, kur’anda övgüyle bahsedilen Allah elçisi, babası için mahşerde hiç bir şey yapamayacağını, ona yalnız dua edip af dileyebileceğini söylüyor. Birçok ayetinde de iman etmeyenleri asla affetmeyeceğini de belirtmişti Allah. Hatta peygamberimize yetmiş kez af dilesen yine faydası yok demişti hatırlarsanız. Aşağıdaki ayeti lütfen çok ama çok iyi değerlendirelim. Çünkü rabbim elçisine DEKİ ONLARA diye başlayarak, bakın bizlere ne söylemesini istiyor. Araf 188: De ki: "Ben kendi nefsime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir yarar sağlayabilirim ne de bir zarar verebilirim. Eğer gaybı biliyor olsaydım iyilik ve güzelliği elbette çoğaltırdım. Bana kötülük dokunmamıştır bile. Ben, inanan bir topluluk için bir uyarıcı ve müjdeciden başkası değilim. Yukarıdaki ayette her şey çok açık değil mi dostlar. Özellikle rabbim üzerine basa basa söylenmesini istiyor bizlere, görev verdiğim elçinin benim dilediğim dışında sizlere ne faydası dokunur, nede zarar verebilir. Hala Rabbin bu sözlerini görmezden gelmeye devam edip, beşerin yanlış rivayetlerine mi iman etmeye devam edeceğiz? Şefaat konusu ile ilgili bazı ayetleri de sizlere hatırlatmak istiyorum. Aklını kullanan anlatılmak isteneni anlayacaktır. Bakara 123: Ve öyle bir günden korkun ki, kimse başka birinin yerine bir şey ödeyemez, kimseden fidye kabul edilmez, ona şefaat fayda vermez ve hiç bir taraftan yardım da görmezler. Bakara 48: Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının. Bakara 254: Ey iman edenler, alış verişin, dostluğun ve şefaatin olmayacağı gün gelmeden önce, size verdiğimiz mallardan nafaka verin. Kâfirler ise hep o zalimlerdir. Yunus 18: Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: 'Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir' derler. De ki: 'Siz, Allah'a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve yücedir. Zümer 43: Yoksa Allah'tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: 'Ya onlar, hiç bir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa? Yukarıdaki ayetlere daha birçok örnekler verebiliriz, sanırım bu kadar açık ayetlerden sonra, bağışlayacak affedecek tek bir makamın yani yüce Rabbimin olduğu çok açık anlaşılmaktadır. Tüm bu ayetlerden sonra Rabbim, ben başka şefaat yetkisini başka kişilere de verdim der mi? Elçisine dahi bu yetkiyi vermeyen ve kendi günahların için dua et diyen rabbimin sözlerini, çekip çekiştirip kendi amaçlarına alet eden, daha doğrusu aklını kullanmayanlara bakın rabbim ne diyor? Yunus 100: Allah'ın izni olmadıkça hiç bir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını güzelce kullanmayanları Allah pislik içinde bırakır. İşte aklını kullanmayan kullarını Rabbim nasıl pislik içinde bıraktığını söylüyor. Peki, bizler aklımızı kullanıp, kur’anı rehber örnek alıp damı iman ediyoruz dersiniz? Yorum sizlerin, eğer aklımızı bir kenara bırakıp biz kur’anı anlayamayız diyorsak, onu anlamaya çalışmıyor da velilerin ardı sıra gidiyorsak, sanırım Rabbin pisliği üzerimizden asla kalkmayacaktır. Allah bizleri korusun. Yüce Rabbim bakın elçilerin görev tanımını nasıl yapıyor yani verdiği görevi nasıl özetliyor. Kehf 56. ; Biz, elçileri sadece müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfre sapanlar ise batıla yapışarak onunla hakkı kaydırmak için uğraşıyorlar. Onlar, ayetlerimi ve uyarıldıkları şeyleri eğlence edindiler. Enam 48: Biz o gönderilen elçileri, müjdeciler ve uyarıcılar olmaktan öte bir şey için göndermiyoruz. İman edip hayrı ve barışı yerleştirenlere korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar. Yukarıdaki ayetleri örnek gösterdiğimde çok ilginç cevaplar alıyorum, sanki bu sözleri ben söylemişim gibi. (Ne yani peygamberimiz postacımıydı.) Bu sözleri söyleyenler bilmelidir ki Rabbin hükmüne karşı söylenmiş sözlerdir bunlar. Onun için ben cevap vermem yorum yapmam, üzerime de alınmam. Bizler tüm bu yetkileri ve sorumlulukları açıkça gördüğümüz halde, peygamberimize Rabbin vermediği birçok yetkileri vererek, ona saygımızı göstermeye çalışmışız, fakat şunu unutmuşuz, zaten Hz. Muhammet Allahın elçisi olmakla şereflerin en yücesine erişmiştir. Onun başka payelere, yetkilere ihtiyacı yoktur. Taha 109; O gün şefaat yarar sağlamaz. Ancak Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimse müstesna. Değerli dostlar sizlere yukarıda birçok ayet örnekleri verip, Rabbin bağışlanma yetkisini yalnız kendi yetkisinde olduğunu görmüştük. Allah elçisine bile kendi günahların ve iman edenlerin günahlarının affı için dua et diyordu. İşte Taha 109. ayete baktığımızda hiçbir ayrım yapmadan, kendisinden hoşnut olduğu tüm kullarına bu kapıyı yani DUA KAPISINI AÇIK BIRAKIYOR. Bakın ne diyor ayette? (sözünden hoşnut olduğu kimse müstesna.) Müstesna olan nedir? Şefaat etme yetkisi mi veriyor, yoksa elçisine iman edenler için DUA ET dediği, dua ettiklerinde onların dualarını kabul edebileceği, onlara şefaat edileceği açıklamasını mı yapıyor? İşte bu kısmı çok önemli. Eğer hayır şefaat yetkisi veriyor dersek, kur’anda geçen onlarca hatta yüzlerce ayete ters düşer ve kur’anda çelişki yaratmış oluruz. Buna bir örnek daha vermek istiyorum aşağıdaki ayeti dikkatle düşünelim. Rahman kendi emrinde olan meleklere dahi böyle bir yetkiyi vermediğini söylüyor ve bakın ne diyor? Necm 26: Göklerde nice melekler var ki, şefaatler hiçbir işe yaramaz. Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna. Demek ki bizleri izleyen melekler bu konuda Allah tan insanlar için şefaat etmesini bağışlamasını istiyorlar ki, bakın bu konuda bile kesin bir tavırla Rabbim ne diyor?( Allah'ın, dilediği ve hoşnut olduğu kimseler için izin vermesinden sonraki durum müstesna.) Demek ki affedilmeye hakkı olmayan hiç kimseyi, bir başkasının isteğiyle asla affetmem diyor Rabbim, bunlar benim sadık günahsız meleklerim bile olsa. Yine Bakara suresi 255. ayette Allah kendi katından, yani meleklerden bahsediyor ve bakın ne diyor?( İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir? ) Peki, bu konuda ne söylüyor Rabbim? Daha önce açıkladığı, kendisinden hoşnut olduğu, iman eden kullarının günahlarının affı için, dua etmeleri halinde bağışlayabileceğini söylüyordu. Dua kapısını şükürler olsun Rabbim, iman eden ve Rabbimin hoşnut olduğu tüm kullarına açık bırakmıştır. Onların dualarını kabul eder, şefaatimi gösteririm diyor. Peki, bu kadar açık ayetlerden sonra bizler neler yapıyoruz dersiniz günümüzde? Günahlarımız la boğazımıza kadar batağın içinde olduğumuzdan olsa gerek, kendimizi aldatmak nefsimize yenilmek adına o kadar çok şefaatçiler edindik ki, bunu hatırlamak bile istemiyorum. Bunların tek Bir sebebi var, ALLAHIN SİZLERE REHBER OLSUN DİYE İNDİRDİM DEDİĞİ KUR’AN İLE ALAKAMIZ KALMAMIŞTA ONDAN. Rabbim bizleri affet. Ne olursun gönül gözümüzü aç Rabbim. Rehberinin, güneşinin gönlümüze dolmasını, aydınlatmasını nasip eyle. Senin kelamın yüksek bir yere asılı duruyor, bizler ona saygımızı ne yazık ki böyle gösteriyoruz bizleri affet. Beşerin ciltlerce dolusu kitapları baş tacı yapıldı. Senin kitabın zor anlaşılır dediler. Bu kitapta her şey yoktur sizler anlayamazsınız, âlim insanlar, veli insanlar anlar dediklerine de kandılar ne yazık ki. Eğer anlayarak okumuş olsalardı, bu sözlerin tam tersini senin kur’anda söylediklerini anlayacaklar ve yanlış yolu seçmek yerine, senin aydınlık yolundan gideceklerdi. Sen bizleri bu kitaptan hesaba çekeceğini söylüyorsan, bu kitabın dışından asla hesaba çekmezsin, ben bunu biliyorum. Ne olur İslam âlemine bir şans daha ver ve bizlerin gönül gözünü aç, gözlerimizdeki ve kulaklarımızdaki mührü kaldır Rabbim. ÂMİN. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  3. Günümüzde ne yazık ki kur’an meallerini çok daha dikkatli kelimelerle topluma nakletmenin önemini, sizlere vereceğim örnek ayetlerle sizlere sunmak ve sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Bu konu hakkında bir kardeşimin sorduğu bir soru doğrultusunda bu yazımı yazdım, sizlerle de paylaşmak istedim. Ayetlerde geçen kelimelerin değişik sözcüklerle verildiğinde anlamlarının nasıl değiştiğini ve kur’anın onlarca ayetine nasıl uymadığını sizlere göstermek istiyorum. Bir kelimeye kur’anın onay vermediği bir anlam yükleyerek, kur’an da çelişkiler yaratıldığının farkına varmak, gerçek Müslüman’ın görevi olmalıdır. Önce ayetlere bakalım. Nahl 43 ve Ankebut 43. ayetler. Nahl 43. ayeti birkaç mealden alıntı yaparak örnek yazalım. Diyanet Meali: Senden önce de ancak, kendilerine vah yettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.(Kitap ehline sorun.) Süleyman Ateş meali: Biz senden önce de, kendilerine vah yettiğimiz erkeklerden başkasını elçi göndermedik. Sorun, Zikir ehline; eğer bilmiyorsanız. Yaşar Nuri Öztürk: Biz senden önce de elçi olarak kendilerine vah yettiğimiz erkeklerden başkasını göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir/Kur'an ehline sorun. Ali Bulaç meali: Biz senden evvel kendilerine vah yettiğimiz erkeklerden başka (peygamberler) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız, zikir ehline sorun. Suat Yıldırım meali: Senden önce de, gönderdiğimiz elçiler, kendilerine vah yettiğimiz bir kısım adamlardan başka bir varlık değildiler. Eğer bu konuları bilmiyorsanız ilim adamlarına sorunuz. Aynı ayeti değişik meallerden naklettik. Rabbin ne söylediğini anlamaya çalışalım şimdide. Allah peygamberimize senden öncede açıkladığımız, bildirdiğimiz izah ettiğimiz insan olan kişilerden başkasını göndermedik diyor peygamber olarak. Peki, bu izahı, açıklamaları bildiriyi nerede yapıyordu rabbim? Elbette sizlere rehber olsun, güneş ve gönül gözünüz olsun diye gönderdim dediği KURANDA bildiriyordu. Daha öncede bildirdikleri yine gönderdiği kitaplarda vardı. Gelelim ayetin sonundaki sözlere. Önce en son yazdığım Suat Yıldırımın mealine bakalım orada bakın ne diyor? Eğer bu konuları bilmiyorsanız ilim adamlarına sorunuz. Peki diğer meallerde ne yazıyordu? Bilmiyorsanız zikir ehline yani kur’an ehline sorun. Bunun apaçık anlamı kur’ana Allahın gönderdiklerine müracaat edin, okuyun, düşünün anlayacaksınız. Zikir ehli kur’an ehli demektir, buda kur’ana müracaat edip onu anlayarak okuyan Müslüman ın ta kendisidir. Eğer ilim adamlarına sorunuz dersek, kur’ana müracaat etmeyi, onu rehber alıp ona danışmayı, onun üzerinde düşünmeyi ortadan kaldırmış oluruz. Böylece kur’anı anlaşılması zor bir kitap yapıp, âlimlere, velilere müracaatı ön plana çıkarmış oluruz. Elbette âlimlerden faydalanacağız ama önce müracaat edeceğimiz kitap kur’an olacaktır. Örneğin âlimlerin yardımıyla müteşabih ayetler anlaşılacak ve açıklığa kavuşturulacak, bunu da söyleyen Rabbim, ama dikkat edin muhkem ayetler değil, müteşabih ayetler. Bu ayetlerde dinin anası olan ayetler değildir, yani hüküm veren ve bizlerin yapacağı konuları kapsamaz. Gelelim Ankebut 43. ayete, onu da yine değişik meallerden önce yazalım. Diyanet vakfı meali. Ankebut43: İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir. Suat Yıldırım meali: Ankebut 43: İşte bazı gerçekleri anlatmak için, Biz bu kabil temsiller getiriyoruz, ama bunları, ancak ibret almasını bilenler anlar. Yaşar Nuri Öztürk: Bunlar bizim, insanlara vermekte olduğumuz örneklerdir ki ilim sahiplerinden başkası onlara akıl erdiremez. Ali Bulaç meali: İşte bu örnekler; biz bunları insanlara vermekteyiz. Ancak âlimlerden başkası bunlara akıl erdirmez. Muhammet Esed meali: İşte Biz insanın önüne bu temsilleri koyuyoruz: ama onların gerçek anlamını ancak [bizi] tanıyanlar kavrayabilir. Muhammet Esed ayetin daha iyi anlaşılması için bakın nasıl bir dip not yazmış. ( Allah'ın varlığından haberdar olmak, burada, Kur’ânî kıssaları (ve dolayısıyla, telmîhleri, temsîlleri de) tam anlamıyla kavramanın bir ön şartı sayıldığından, bu ayet, Kur’an'ın, “insan idrakini aşan bir hakikat[in varlığın]a inanan, Allah'a karşı sorumluluk bilincine sahip bütün insanlar için bir rehber” olduğu ifadesi ile birlikte okunmalıdır (bkz. 2:2).) Örnek gösterdiği bakılmasını istediği ayet Bakara suresi 2. ayet bakın ayet ne diyor? (Bakara2: Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır.) Eğer bizler Rabbin verdiği kur’an da ki örnekleri yalnız âlimler anlar dersek, ya da sözleri çekip çekiştirerek bu anlamları çıkarırsak, kur’anın onlarca ayetine ters düşmüş oluruz. En kötüsü insanları kur’ana müracaat etmekten alıkoyar, onu bizzat okumalarına engel olup, onun nurundan aydınlanmalarını engellemiş oluruz. Aşağıdaki ayet her şeyi sanırım özetliyor. Nahl 44- (Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur'an'ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye. Bakar mısınız yüce Rabbim ne demek istiyor, nasıl anlaşılıyormuş zikir ehli demekle, kur’an ehli olduğu çok açık. Yani buradan şunlar çıkıyor. Allah kur’an ile meşgul olup, onu anlamak için çaba gösteren, onun ruhunu kendi ruhuna enjekte etmek ve onun güneşi ile aydınlanmaya çalışanların kur’an dan istifade edeceği sanırım çok açık anlaşılıyor.İşte buradan da anlaşılıyor ki kur’anı herkes anlayamaz, onu veli insanlar anlar demek kur’anın özüne ve anlatım şekline aykırıdır. Okulları düşünün tüm öğrenciler aynı değerde derecede mi mezun oluyorlar? Elbette hayır, çünkü her insanın aklını kullanma ölçüsü farklıdır da ondan. Okulda bazı öğrenciler vardır arkadaşlarına öğretmenlik bile yapar. Evine giderler anlayamadığı konuyu ondan öğrenirler. Bu o öğrenciyi çok özel konuma getirmez. Elbette o daha akıllı, daha iyi anlıyor daha çabuk kavrıyor diyebiliriz. Bakın Rabbim ne diyor elçisine 44. ayetinde. Sana apaçık delillerle ayetlerimizi gönderdik sana da kur’anı indirdik ki onlara iyice açıklayasın, onlarda iyice düşünsünler diyor. Demek ki anlaşılmayacak bir durum yok, yeter ki aklımızı kullanalım düşünelim yeter. Buradan yola çıkarak Ankebut suresi 43. ayeti şöyle anlamalıyız ki kur’ana ters düşmesin. Biz kur’anda sizler için verdiğimiz bütün örnekleri düşünesiniz, ibret alasınız diye sizlere iletiyoruz, naklediyoruz. Fakat bu sözlerden, örneklerden ancak kur’an dan nasiplenen, onun ilmiyle, nuruyla aydınlanan ona gerektiğinde müracaat eden, verdiğimiz örneklerin ne maksatla verdiğimizi ve onlardan nasıl dersler alınması gerektiğini ancak kur’an ehli anlar. Bakın Rabbim ayetinde ne diyor? Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Rahman yalnız âlimlerin anlayacağı değil, inceden inceye anlayarak okuyup, düşünen elbette kalplerinde mühür olmayan, tüm iman edenlerin anlayacağı bir kitap gönderdiğini sizce daha açık nasıl söylesin. Bir ayetin anlamını düşünürken kur’anın diğer ayetleriyle mutlaka bağlantılı bir anlam çıkarmalıyız. Bakınız Ankebut suresi 35. ayet aslında bahsettiğimiz ayeti çok net açıklıyor, bakın Rabbim ne diyor bu ayette. Ankebut 35: Andolsun ki biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık bir ibret nişanesi bırakmışızdır. Ne yazık ki günümüzde ayetleri kendi çıkarlarımıza alet etmekten, rivayetleri doğrulamak adına feda etmekten kaçınmıyoruz. Allah bizleri affetsin. Rabbin elçisi Başöğretmenimiz Hz. Muhammet ın yolundan gittiğimizi söylüyorsak, onun bizlere tebliğ etmekle yükümlü olduğu KUR’ANA var gücümüzle sarılıp, onu anlamaya çalışalım, çünkü peygamberimizde aynen bunu yapmıştı. Allah cümlemizi zikir ehli olan ve Rabbin verdiği örneklerden dersler çıkaran, aklı ile düşünüp iman eden, Beşeri değil Yüce Rabbim i VELİ edinen kulları arasına, bizleri alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  4. halukgta şurada bir başlık gönderdi: İslam ve Şeriat
    RESULÜME MEKTUBUM VAR. Ey nurlar saçan ve âlemlere rahmet olarak gönderilen hayatıyla, yaşamıyla verdiğin kararlarla bizlere örnek peygamberim. Sana bir maruzatım var, beni duyar mısın bilemem ama Rabbim duysun, dilerse seninde duymanı sağlar. Mahşer günü senin de şahitliğinde her şey ortaya çıkacaktır. Bıraktığın emanetini devralıp, insanlara elimden geldiğince, anladığım kadar anlatmaya çalışıyorum, yanlışlarımı Rabbim ne olur bağışla, en az hata yapanlar arasına al beni, ama peygamberimizin de mahşerde söyleyeceği ve kur’an da örneği verildiği gibi, (Furkan Suresi 30 ayet; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı tuttular.) Şikâyetin, üzüntün ne yazık ki gerçek oldu resulüm. Çok çalışıyor ve elimizden geldiğince azimle anlatıyorum. Ama o kadar az bir nesil kaldı ki, hep horlanıyor ve dışlanıyoruz. Artık Kuran anlaşılması zor bir kitap olarak anlatılıyor ve tozlu raflara kaldırıldı. Onun yerine kur’anın açıklayıcısıdır dedikleri ve ciltlerce dolusu kitapları önümüze koydular. Okunduğunda kimseler anlamıyor bile. Senin bizlere tebliğ ettiğin ayetler yerine, beşerin sözleri dillerde dolaşır oldu. Birinin Allah katındandır bunlar dedikleri, bir başkasının aynı konuda söylemlerine hiç uymuyor. Kime inanacağına şaşırmış halde insanlar ise, gerçek güneşe, rehbere gözlerini yummuş, gözlük takmış dolaşıyorlar. Rahmanın sakın velilerin ardına düşmeyin ikazlarına kulak tıkarcasına birçok insan veliler, hoca efendiler, şeyhler edindiler. Senin ölmeden önce asla kimseyi kendinden sonra varis bırakmamanın sebebini, hikmetini akıl eden, düşünen bile yok. Rahmanın rehber olarak gönderdiği kur’anı, siz anlayamazsınız diyenlerin sözleri artık rehber olmuş topluma. Resulüm şikâyetim var tüm bu olanlara. Seni yücelttiğini zannedenler uzaklaşmışlar kur’andan, elleriyle yazdıklarına inanır olmuşlar. Ne güzel tebliğ etmiştin hâlbuki bizlere, hakkında bilgin olmayan sözlerin ardına düşme sorumlu olursun diye. Rabbim in kızarak söylediği peki kurandan sonra hangi söze iman ediyorlar, karşılarında okunan kuran onlara yetmiyor mu sözleri beşerin uydurmalarına feda edilmiş görünüyor. Rabbim açıkça; (Bakara Suresi 79. Yazıklar olsun o kişilere ki, Kitap'ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye, "İşte bu, Allah katındandır!" derler. Vay haline onların, ellerinin yazdıkları yüzünden! Vay haline onların, kazanıp durdukları yüzünden!) Bu uyarıları Yaratan yapmasına rağmen, bizler kur’anı anlayamaz kılıp, ellerinin yazdıklarını Allah katındandır diyenlere inanır olmuşuz. Artık kur’anın uyarılarını göremez olmuş adeta gözler kör, gönüller taş kesilmiş. Ne olursun resulüm bizler için dua et Rabbim e, belki bir kısmının gözlerindeki perde kalkarda, kuranın ışığını çoğumuz görürüz. Rabbin dediği gibi sende, bizlerde gaybı bilmiyoruz. Ancak senin kur’anda tebliğ ettiklerin hariç. Bağışlayıcı, affedici Rabbim e ne olur bol bol dualar et bizler için, sen resulüsün, güven elçisisin, âlemlere rahmetsin. Bu devirde işimiz gerçekten çok kötü, Rabbim ayetlerin sonun da düşünün akıl edin, ne söylediğimi ne istediğimi anlayacaksınız diyor, birileri çıkıyor hayırrrrr sizler kur’anı anlayamazsınız deme cesaretini gösteriyorlar. Ey Resulüm sana sormak isterim Rabbim in bizlere tebliğ et dediği, bizler için rehber, güneş, gönül gözü olan kuran gerçekten bizlerin anlayamayacağı kadar zor bir kitap mıdır? Yüceler yücesi rabbim bizlere zor anlaşılan bir kitap gönderip, daha sonra bu zor kitaptan hesaba çeker mi hiç? Bunu düşündüğümde bile hem rabbim e hem de sana saygısızlık yaptığımın farkındayım. Ama Ey güzel huylu resulüm, bunları söylüyorlar, ama ben bunların hiç birisine inanmıyorum. Çünkü bizlere kaldıramayacağımız bir yük yüklemem diyen Rahman, anlayamayacağımız zor bir kitap gönderip, asla bizleri sorumlu tutmaz, buna inanmak Allahın adaletini alaya almaktır biliyorum. Zaten böyle olsa sen bizlere bunu açıkça yazar öyle iletirdin kur’an da. Birçok kur’ana uyan sözlerin bizlere ulaşıyor, zaten sende bizlere, yanlız kuranı bıraktığını, tıpkı kuranda olduğu gibi ve ona sarıldığımızda doğruyu bulacağımızı söylüyorsun. Hatta ayette; Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum demiyor musun zaten bizlere. Elbette senin sözlerin diye birçok sözler geliyor kulağımıza, ama ben doğru olup olmadığını kur’an ile karşılaştırıyor öyle kabul ediyorum. Zaten sende öyle yapın dememiş miydin? Benim sözüm olup olmadığını, kur’an ile karşılaştırın demiştin. Ey Resulüm senin bizlere ilettiğin ayetler o kadar ibretlik ki, kimse düşünmez oldu artık çok üzülüyorum. Birileri siz anlayamazsınız diyor saf temiz imanlı topluma, onlarda inanıyor hiç düşünmeden iyi niyetleriyle. Ne olur rabbim e dua et onlar içinde. Aklını kullan mayanlar, onu kiraya vermişçesine susuyorlar, adeta başkası düşünür olmuş onların yerine. Yeryüzünü dolaşıp akıllarını çalıştırmayanlar la doldu Dünya. Gözleri görüyor sanıyorlar, ama onlar yalnız bakar kör olmuş farkında değiller. Gözler bakar kör olunca, senin tebliğ ettiğin gerçekleri artık göremediklerinden GÖNÜLLER KÖRLEŞMİŞ, TAŞLAŞMIŞ ADETA. Birileri çıkıyor bunlar senin sözlerin diye bizleri kandırmaya çalışıyorlar, şikâyetçiyim onlardan resulüm. Bakıyorum Kur’ana, rabbim çok sıkı tembih etmiş sana, kuranı anlat onlara diye. Sakın başkalarına uyma demiş, adeta direktif verircesine sıkı sıkı. Kur’an ile uyar insanları, yoksa verdiğim görevi yapmamış sayarım sonra diyor. Sakın hiçbir şey ekleme takip ediyorum, bak sonra acımam canını alırım diye uyarmış. Ey güzel huylu Resulüm, rabbinden bu telkini aldıktan sonra, kur’anda olmayanları ben size ayrıca söyleyeceğim der misin hiç? Hayır, hayır ben asla inanmadım onlara zaten, çünkü senin böyle bir şey yapacağını asla kabul etmedim bile. Elimden geldiğince anlatmaya çalışıyorum, ama çok zor gerçekten, çok ama çok zor birçoğuna anlatamıyorum, inandıramıyorum bir türlü, bana çok kötü sözler söylüyorlar, ama ben elimden geldiğince alttan alıp anlatmaya çalışıyorum sabırla, tıpkı senden öğrendiğim gibi. Bana ne diyorlar biliyor musun? Ne yani peygamberimiz postacımıydı. Kur’ana, dine ilave bile yapamaz mı? Olurmu öyle şey, peygamberimizde haramlar koyma yetkisine sahiptir. Böyle diyorlar Resulüm senin için, ama ben onlara inanmıyorum çünkü Rabbim helâlı, haramı ve hükmü yalnız ben veririm diyorsa ve görevlendirdiği resullerin görevini de açıkça, (Enam sur. 48. ayet: Biz o gönderilen elçileri, müjdeciler ve uyarıcılar olmaktan öte bir şey için göndermiyoruz.) diyorsa, ben biliyorum ki sen rabbim haram dediklerinden başka hiçbir şeye haramdır dememişsindir. Çünkü açıkça ayetinde karşınızda açıklananlar haricinde, bizler için bütün temiz nimetler helal kılınmıştır diyor. Ben biliyorum ki Allah kendi hükmüne, hiç kimseyi ortak etmez. Bunu anlamayanlara senin tebliğ ettiğin ayeti de gösteriyorum, ama beşerin sözleri o kadar etkili ki beni dinlemiyorlar, üzülüyorum tüm bunlara ne olur bizler için dua et rabbim e. Hâlbuki sana bu konuda soranlara, Rabbim ne güzel ayet indirmiş bunu da hatırlatıyorum ama inanmıyorlar. (Maide sur.4: Sana soruyorlar, onlar için helal kılınan ne? Şöyle söyle: "Sizin için bütün temiz nimetler helal kılınmıştır.) Ama gene beni dinlemiyorlar inatla. Bazen şaşıyorum bu kadar açık sözler varken beşerin sözleri kim oluyor diye. Ama hatırlıyorum kur’an ayetlerinden, gözlerine perde indirdiğini, gönüllerini mühürlediğini Rabbim in ve korkuyla titriyorum şükrediyorum halime. Koymuşlar bir kere kafalarına senin sözlerin diye uydurulan şeyleri. Hâlbuki okusalar rehberi ve gönül gözünü, çıkartsalar kafalarına atılan çengeli, bak o zaman her şey nasıl açıkça anlaşılacak. Çamur suyu konmuş bardağa, istediğiniz kadar temiz suyu koyun, temiz suda kirlenecektir. Ah bir bardağın kirliliğini fark edebilsek, yeni bir bardak alsalar ellerine, işte o zaman pis su temiziyle değiştirilip, işe yarar hale nasıl gelecek bir bilseler. Ey güzel huylu, öğreticilerin en güzeli Başöğretmenim. Senin açtığın yolda yürüyeceğime elimden geldiğince söz veriyorum. Hesap günü kur’ana ortaya konduğunda, sende şahit olarak geldiğinde senin ümmetin olarak dimdik ayak da durmaktır tüm arzum. Senin sözündür diyerek bana ulaşan her bilgiyi, kuran süzgecinden geçireceğimden hiç şüphen olmasın. Bizlere senin sözün dür diye bildirdikleri, kur’ana uyan her sözün benim başımın tacıdır. Kur’an da hükmü yoksa asla sen hüküm vermeyeceğini biliyorum, çünkü bize bildirdiğin tebliğde; ( Enam 57:Hüküm yalnız ve yalnız Allah'ındır. Hakkı o anlatır. Ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı O'dur.) Böyle diyordun. Bu sözlere ters düşecek asla bir hareket yapmayacağınıza göre, bunun tersini söyleyenlere bu söz peygamberimizin sözü asla olamaz diyor ve inanmıyorum. Ey asil peygamberim, Rahmanın söylediği gibi, mahşer günü bizlerin şahidi olarak çağrıldığında, ben yemin ediyorum ki senin bizlere tebliğ ettiğin ve rabbim in koruması altındaki KURANA ve onun ayetlerine iman ediyorum, onu Rahmanın söylediği gibi düşünerek, aklımı kullanarak anlamaya çalışıyorum. Bunu yaparken mutlaka hatalarım olacaktır. Rabbim istemeden yapacağım yanlışlar için beni bağışla ne olur. Peygamberimizin emanetini elimden geldiğince hiçbir menfaat gözetmeden insanlara anlatmaya çalışacağım, bana katından bir güç ver ne olur. Mahşer günüde peygamberimizin şahitliğinde beni, ailemi, annemi ve babamı dostlarımı, senin huzurunda hesap verebilen kulları arasına al, günahlarımızı bağışla, büyük günahlar işlemekten bizleri koru ve resulümüzün yüzünü ak çıkaran ümmetinden eyle bizleri ne olur RABBİM, ÂMİN. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  5. halukgta şurada bir başlık gönderdi: İslam ve Şeriat
    Sizlerle küçük, ama çok anlamlı bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Bu hikâyeden çıkaracağımız kıssadan hisse bana göre çok önemli. Önce hikâyemizi okuyalım, daha sonrada üzerinde düşünelim. Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi: —Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi. —Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? Diye sorulduğunda, —Neden olmasın, dedi çiftçi. —Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor. İşte hayatımızın, güzel yaşamamızın sırrı nerede gizliymiş görüyor musunuz? Kur’anı anlayarak okuyan bir insan, Rabbin bizlere önerdiği yolun paylaşmaktan geçtiğini hemen anlayacaktır. Hikâyede anlatılan en önemli nokta ise, kendisini düşünen çevresiyle paylaşır. Yaptıklarından verim almak isteyen de yine çevresiyle bütünleşir. Allah yarattığı kullarını tek başına değil birlikte bir güç olacak şekilde yaratmıştır. Biri birlerine her zaman muhtaç kılmıştır. Hâlbuki bizler elimizdeki paranın, malın, mülkün esas sahibinin bizler olduğunu zannederiz, tabi kısa bir süre. Fark ettiğimiz zaman ise iş işten geçmiş olur. Bir de bakarız, benim dediğimiz malları bırakıp gideriz bu Dünyadan. Hani bizimdi paralar, mallar, katlar, yatlar? İşte bu acı gerçekle şimdiden yüzleşmeliyiz. Elimizde ki malımızı, olmayanlarla paylaşmalıyız. Eğer bunu yaparsak adaletli, birbirine saygılı bir toplum yaratmış oluruz. En güzeli de elimizdeki parayı, malı mülkü de gerektiği gibi kendimiz kullanıp, onun zevkine varırız. Bir birine saygılı bir toplum yaratmadığımız sürece, elimizdeki parayı ve malı huzur içinde harcamak asla nasip olmaz. Çünkü birbirine düşman olan, bir birinin malında gözü olan bir toplum yaratmış isek, istediğimiz kadar paramız olsun, istediğimiz kadar malımız ve mülkümüz olsun, onu ağız tadıyla yemek, güven içinde harcamak ve yaşamak asla mümkün olmayacaktır. Hikâyede anlatılan, iyi bir buğday tohumu yetiştirmenin sırlarını veren köylünün, şu sözlerinden gereken kıssadan hisseyi çıkarmalıyız. (Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor.) Bu sözleri düşünelim acaba bu köylü, tarlasının komşularına tohumlarını niçin paylaşıyordu? İşte bu sorunun cevabında, Rabbin kullarını nasıl birbirine muhtaç yarattığını, aşağıdaki sözlerden çok daha iyi anlıyoruz. (Rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor. ) Köylünün verdiği cevabı lütfen dikkatlice düşünelim. Aslında köylünün yaptığı, çevresindekilere iyilik yapmak adına değil yapılan. Kendi buğdayının kaliteli, güzel olarak kalmasını sağlamak adına yapıyor tüm bunları. Bu örnek bizlere çok şeyler anlatıyor. Eğer çevremizde huzur ve mutluluk içinde yaşamak istiyorsak, mutlaka çevremizin de huzurlu olmasına yardımcı olmalıyız. Demek ki yalnız bizim huzurlu ve varlıklı olmamız yetmiyormuş. İşte rahman kur’an da böyle bir düzenin kurulması için bizlere bir güneş, rehber göndermiş, ama biz o güneşi, rehberi yüksek bir yere asıp, onu herkes anlayamaz diyerek, beşeri veliler edinip, Allahın kurmamızı istediği HUZUR VE MUTLULUK DÜZENİNİ beşerin sözlerine, onların adalet düzenine değiştirmişiz. Rabbim bizleri affetsin. Rabbimden dileğim, paylaşmasını bilen, ondan zevk ve mutluluk alan, onun bilinciyle yaşayan kullarından eylesin bizleri. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  6. Bugün kur’an dan anlamaya, üzerinde düşünmeye çalışacağımız ayetler, Enfal 65–66 ve 67. ayetler olacaktır. Üzerinde durup sizleri düşünmeye davet etmek istediğim iki soru olacak birincisi, Allah 65. ayette iman edenlere güç ve kuvvet verip moral verirken, sizler düşmanın on katına bedelsiniz diye moral veriyor. Fakat daha sonra 66. ayette ise, şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi, dedikten sonra verdiği örnek ise sizden biriniz, düşmandan iki kişiye bedelsiziniz şeklinde örnek vermiştir. Burada yükünüzü hafifletti sözüyle acaba ne demek istiyor Rabbim? Ayrıca yükün hafifletilmesi ile bir önceki ayeti karşılaştırdığımızda, daha önce daha fazla güç ve yardım etmesine rağmen, daha sonra onu azaltmasının nasıl bir bağlantısı olabilir? Sanırım burası çok önemli. 67. ayette ise Allah,( Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz, sözüyle acaba neyi kast ediyor olabilir? Birilerinin söylediği gibi, Allah burada esir alma öldür mü diyor, yoksa esirleri bedel karşılığı serbest bırak mı demek istiyor. Gelin rabbimin izniyle, kur’anı bir bütün olarak düşünerek, tüm bu ayetlerle Rahman bizlere ne anlatmak istiyor, onu anlamaya çalışalım. Önce Enfal suresi 61. ayetten itibaren yazalım ki daha iyi anlayalım. Enfal 61: Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et, çünkü O işitendir, bilendir. 62-Eğer sana hile yapmak isterlerse, şunu bil ki, Allah sana kâfidir. O, seni yardımıyla ve müminlerle destekleyendir. 63-Ve (Allah), onların kalplerini birleştirmiştir. Sen yeryüzünde bulunan her şeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O, mutlak galiptir, hikmet sahibidir. 64-Ey Peygamber! Sana ve sana uyan müminlere Allah yeter. 65-Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur. 66-Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) iki yüz kişiye galip gelir. Ve eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle (onlardan) ikibin kişiye galip gelirler. Allah sabredenlerle beraberdir. 67-Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, hâlbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. Konuyu anlayabilmek için 61. Ayetten itibaren baktığımızda, peygamberimize ve iman edenlere saldırılmadığı takdirde, kendisinin de saldırmaması emrini Allah veriyor ve barış yaparlarsa sende yap diyor. Demek ki İslam ı, dini yaymada barışçı bir çözüm amaç edinilmiş. Sana hile yapmak isteyebilirler, ama korkma ben inananların yardımına koşarım diyor ve moral veriyor elçisine. İnananların kalplerini birleştireceğini bir güç oluşturacağını da söylüyor.64. ayette de yine sen merak etme, senin az sayıda olman seni üzmesin, size Allah yeter o yardımcı olur diyor. İşte tam buradan sonra işler farklılaşıyor. Allah iman edenleri savaşa teşvik ediyor, karşı taarruz geçmeleri için değil, iman edenlerin kendilerini savunmak adına savaşa davet ediliyor. Birçok savaşı kazanmalarını sağlıyor, onların sayıca az olmalarına rağmen, Allahın yardımı sayesinde galip gelmelerini sağlıyor. Bu yardım ne yazık ki iman edenlerin içinde bir zafiyet oluşturuyor. Artık nasıl olsa Allah bize yardım ediyor, çok fazla düşünmemize ve çaba göstermemize gerek yok demeye başlıyorlar ve işi gevşek bırakıyorlar. Enfal 65. ayette yine iman edenleri teşvik ve savaşa davet adına moral verirken şöyle söylüyor; Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Yani siz düşmanın onda biri olsanız bile siz galip geleceksiniz diye moral veriyor. Bakın bu iki ayetten, aslında alınacak çok dersler var. Kimisi bu ayeti örnek verip bakın Allah bu ayetten sonra gönderdiği diğer ayetle bunu nesh etmiştir, hükmünü kaldırmıştır deme cehaletini gösterebilmişlerdir. Hâlbuki bu kıssadan çok büyük hisse çıkarmalıyız. Bu moralle savaşa hazırlanan iman edenler daha öncede düşmanın saldırılarından, Allahın yardımıyla, hiç ümit etmedikleri bir durumdan rabbin yardımıyla kurtulmaları, savaşı kazanmaları ve bu ayetinde gelişi neticesinde, iyice gaflete düşen, gevşeyen savaş hazırlıklarında, nasıl olsa Allah yanımızda düşüncesiyle, gerekli önlemleri almayan bir durum oluşuyor. Elbette Rabbim bu yanlış düşünceleriyle, gerekenleri yapmayan, azim ve inancı ile savaşa hazırlanmayanlara bir ders vererek, savaşı kaybetmelerine göz yumuyor, yardım etmiyor. Çünkü Allah çalışanın, çaba gösterenin yanındadır. Ben inandım iman ettim demekle değil, bu yolda azimle çalışmakla ancak Allahın yardımını sağlayabiliriz. Enfal 66. ayetten de anlaşılıyor ki, bu gevşemenin sonunda büyük bir sorunla karşılaşıldığı anlaşılıyor, bize ulaşan bilgilerden şunu da biliyoruz ki, daha sonra savaşı kaybetmeleri sonucunda iniyor bu ayet ve bakın ne diyor Allah? (Şimdi Allah, yükünüzü hafifletti; sizde zayıflık olduğunu bildi. O halde sizden sabırlı yüz kişi bulunursa, (onlardan) iki yüz kişiye galip gelir.) Sizde zayıflık olduğunu bildi diyor Rabbim, yani bana güvenip yapmanız gereken hazırlıklarda gevşeklik yaptınız. Artık size verdiğim desteğin bir kısmını çekiyorum, size verdiğim bu desteğimi, size verdiğim güveni sarstınız. İşte burasına dikkat edelim lütfen, bakın Allah ne diyor? Yükünüzü hafifletti. Peki, bu yük ne olabilir? Gelin bunu bir örnekle anlamaya çalışalım. Siz bir işverensiniz, emrinize bir müdür aldınız ve ona o kadar güvendiniz ve öyle yetkilerle donattınız ki, adeta sizin yetkilerinize sahip oldu. Fakat bu kişi öyle büyük bir hata yaptı ki, araştırmadan, soruşturmadan, dikkatsizce birazda büyüklük taslarcasına, bir çalışanın yaptığını söyledikleri bir yanlış işten dolayı, işine son verdi. İşveren olarak bunu siz duydunuz ve araştırdınız, birde baktınız ki kendisine çok güvendiğiniz müdürünüz, araştırmadan, dikkatsizce haksız yere, işçinin işine son verdiğini gördünüz. İşte bu durumda müdürünüzü yanınıza çağırıp şöyle söylediniz kendisine. Size çok güvenmiştim, tüm yetkilerimi sana vermiştim seni desteklemiştim. Fakat ne yazık ki, bu yetki bu yük sana ağır geldi anlaşılıyor. Onun için senin yükünü hafiflettim ve senin yetkilerini sınırlandırdım dediniz. İşte Rabbimde aynen böyle söylüyor. Size düşmanlarınızla savaşınızda yardımcı olacağım diye söz vermiştim. Birçok kez yardımcıda oldum. Fakat siz zayıflık gösterdiniz ve size verdiğim büyük desteğe layık olmadığınızı bana kanıtladınız. Benim elçime gereken yardımı, özveriyi göstermediniz. Onun için size vereceğim desteği azaltıyorum diyor. Burada yükünüzü hafiflettim derken, anlatılmak istenen sanırım anlaşılmıştır. Verilen örnekte, işveren müdürünün üzerine yüklediği sorumluluğu hafifletmemiş olsaydı, yine buna benzer hatalar yapacak ve bu sefer patronu onun işine son verecekti, bu daha kötü bir sonucun doğmasına neden olacaktı. Buradan da şunu çıkartabiliriz. Allah verdiği güçlü desteğin karşılığını bizlerden bekler ve ister. Bunu başaramadığımız zaman da, büyük sorumluluk altına gireriz. Böyle bir durumla karşılaşmamamız içinde, verdiği desteği hafifletip Rahmana karşı sorumluluğumuzu azaltmıştır. Bu ayetten çok ama çok dersler çıkarmalıyız. Dikkat edin ayetin sonunda rabbim, Allah sabredenlerle beraberdir diyerek sabırla, azimle gevşemeden savaşmalarını söylüyor. Enfal suresi 67. ayet o kadar güzel anlamlı bir ayet ki, sanırım içinde fitne ve fesat olanlar, bu sözlerden nefislerinin istediği anlamı çıkaracaklardır. Ayetin başındaki cümleyi önce tekrar yazalım. (Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz.) Bakın Rabbim elçisine nasıl bir görev yapmasını istediğini, ne şekilde İslam dinini ve kur’anı tebliğ etmesinin en doğru olduğu şeklini söylüyor ve ne diyor? Yeryüzünde sana verdiğim görevi tüm topluma tebliğ edip, onlara anlatıp iman etmelerini sağla, bu çabayı gösterip tebliğ görevini yaparken, görev verdiğim hiçbir peygambere insanlara zorla değil, güzellikle bunu anlatmak yaraşır. Hiçbir peygambere insanları esir tutarak, bu dini anlatmak yaraşmaz, yakışmaz diyor. Bakın ayetin devamında bunu zaten açıklıyor anlamak isteyene. (. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, hâlbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir.) Sizler yaşarken Dünya hayatını daha çok düşünüyor ve öyle yaşıyorsunuz. Hâlbuki bu hayatı yaşarken güzelliklerle, hayırla yaşayarak, Ahi ret içinde yaşayın diyor. Allah yaptığımız her şeyi, güzellik ve akılla yapmamızı ister bizden. Hiçbir zaman zorla, savaşla, kılıçla dinin yayılmasına izin vermez. Peygamberimizin yaptığı tüm savaşlar, bizzat kendisinin iman etmeyenlere açtığı savaşlar değil, tam tersine peygamberimize açılan savaşlar sonucunda olmuştur. Yani peygamberimizin savaşları savunma amaçlıdır, saldırı değil. Bu ayetlerden bizler, eğer kıssadan hisse aldıysak ne mutlu bizlere. Allahın rehberi bizler için bir güneştir. İçinde fitne ve fesat olmayan, bu güneşin aydınlığından istifade edecektir. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  7. Ana dilde ibadet edebilme konusu, ne yazık ki diğer birçok konular da olduğu gibi tartışmalı ve karşılıklı atışmalarla geçmektedir. Bir kısım düşünce ana dilde ibadetin olamayacağını söylerken, bir kısmı ise Allahın anlayarak ve bilerek ibadet etmemizi zaten kur’an istiyor, düşüncesiyle olabileceğini savunmaktadır. Biz iki düşüncenin de fikirlerine, delillerine bakalım ki daha sonrada kur’an ın süzgecinden geçirip, kendimizce düşünüp doğrunun kararını verebilelim. Önce ana dilde ibadet edebileceğimizi savunan düşüncenin delil ve fikirlerine bakalım. (Namazda kuran tercümesinin okunup okunmayacağı tartışmasında " OKUNUR " diyenlerin dayandıkları Sünnet kaynaklı belge, Büyük sahabe Salman FARISI nin yaptığı FATIHA tercümesidir. Daha sonraki fıkhı tespitlere dayanak noktası yapılan bu belgenin, Imam -i Azam Ebu Hanife tarafından fetva mesnedi olarak kullanıldığı Hanefi fıkhının temel kaynaklarından biri olan SERAHSI nin el-Mebsut adli eserinden öğreniyoruz. Belge şudur: İlk Müslümanlardan ve Hz. Peygamber in seçkin arkadaşlarından biri olan İran asilli Selman Farisi Namaz sırasında Fatiha suresinin özgün metnini güzel okuyamadıklarını söyleyen ve bunun yerine Fatiha nin Farsça tercümesini okuyup okuyamayacaklarını soran ırkdaşlarına, bunun olabileceğini bildirmekle kalmamış, Fatiha yi Farsça ya çevirerek kendisine bas vuran kişilere göndermiştir ( Bk. Serahsi; Mebsut,1/36–37 ) Üzerinde olduğumuz konunun Sünnet açısından durumunu daha da önemli kılan başka bir belge vardır: Salman Farisi arkadaşlarının Kendisine başvurması üzerine, Fatiha yi Farsça ya çevirip onlara vermeyi düşündüğünü Peygambere arz etmiş ve ondan onay aldıktan sonra işe girişmiştir. ( Bk. Tacu's-seria; Nihayetu Hasiyeti'l-Hidaye, Kiraat bölümü; Abhülhayy el-leknevi, Hidaye serhi, Dehli,1915 baskisi, sy,86.not:1;MUHAMMED Hamidullah; Kuran-i kerim tarihi ,sy;108 ) Ehlisünnet İnancının temel kabullerine göre,sahabelerin tümü MUKTEDA BIH ( Kendisine uymak dinen caiz olan müctehid ) Durumunda olduklarından, her birinin fetvasıyla ibadet geçerlidir. Buna göre Selman in uygulaması başka hiç bir kanıt aramaksızın, Fatiha nin çevirisi ile ibadet edilmesini sağlamaya yetecektir. Nitekim Hanefi fıkıhçılar Fatiha nin çevirisi ile Namazın geçerliliğine HÜKMEDERKEN sürekli bicimde Selman in uygulamasına atıf yapmışlardır. SAFII FAKIHI MUHAMMED B. Abdurrahman ed-DIMASKI nin eseriden Konuyu ustalıkla özetleyen bir kaç satiri vermek istiyorum: IMAM-I AZAM EBU HANIFE söyle demiştir: Namaz kılan kişi isterse Arapça özgün metni okur, isterse Farsça çevirisini. Ebu Hanife nin Baş öğrencilerinden olan İmam Ebu Yusuf ve İmam MUHAMMED söyle demişlerdir: Eğer fatiha yi Arapça metninden güzel okuyabiliyorsa Başka bir şeyi veya fatiha nin çevirisini okuması yeterli olmaz. Ama eğer Arapça metni güzel okuyamıyorsa, Fatiha nin kendi dilinden çevirisini okur. Bu da onun için yeterli olur. (Dimaski, MUHAMMED b. Abdurrahman; Rahmetu'l-Umme fi Ihtilafi'l-Eimme, Kiraatu's-Salat Bahsi ) Hanefi Fıkhının babası ve birinci derecede söz sahibi olan Imam-i Azam ın Kuran tercümesi ile ibadet meselesindeki Görüşleri ACIK ve KESINDIR : Arap dilini bilen ve Kuran ı güzel bir telaffuz ile okuyabilenler de dâhil, namazda Fatiha yı tercümesinden okuyan herkesin namazı geçerlidir. Büyük imam ın Bu fetvası herhangi bir mazeret veya zaruret kaydına bağlanmamıştır. Mutlak ve genel bir FIKHI görüştür.BIR GENEL FETVADIR. İmamı Azam ın bu fetvasına göre, bir Müslüman örneğin Arap asıllı olsa veya Arapçayı öğrenip güzelce okuyabilse dahi, Kuran ın çevirisi ile namaz kılabilir. Bunu yapabilmesi için kendisinden bir Mazeret istenmez. İmamı Azam Görüsünün Hanefi FUKAHASINCA ayrıntılanan gerekçesi söyle özetlenir. Kuran kâğıtlarda Yazılmış ve bizim Okuduğumuz Lafızlar değildir. Esas kuran o lafızların taşıdığı manadır ki, bir kelam-i nefsi ( ALLAH ın zati ile var olmaya devam eden söz ) olarak kalıptan kalıba dökülür. O kalıplar sonradan yaratılmış ( Muhdes ) Varlıklardır. Oysaki esas Kuran, MAHLÛK olmayan bir manadır. Hiç kuskusuz O,öncekilerin Zübürlerinde de vardı ( Şuara suresi,42 ) Buyrulması da bu gerçeği gösterir. O halde esasi itibari ile mana olan KURAN ı Arapça lafız yerine, başka lafızlardaki çevirisinden Okumak mümkündür. “Kaldı ki çeviri ile namaz kılmaya cevaz veren mutlak müçtehid sadece İmam-ı Âzam değildir. Tâbiûn nesli bilginlerinin tartışmasız hocası ve önderi olan ve tüm alanlarda müçtehid ve otorite kabul edilen Hasan el-Basrî (ölm. 110 / 728) ile Sûfî-bilgin Habîb el-Acemî de (öl. 120 / 737) bu konuda imamı Âzam gibi düşünmektedir. Ensarî (Abdülali Muhammed b. Nizamuddîn), Fevâtihu’r- Rahamût adlı eserinde bize şunları söylüyor: “Mazeret halinde Kur’ân tercümesi ile namaz kılmak konusunda imameyn (İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed) de İmam-ı Âzam’la aynı görüştedir. Velilerin ve âriflerin tacı, tarikat silsilelerinin halkalarından biri ve muhaddislerle (hadis ilmi ile uğraşanlarla), müçtehidlerin baş tacı Hasan el-Basrî’nin yakın dostu Habîb el-Acemî, Arapçaya dili çok yatkın olmadığı için namazlarında Kur’ân’ın Farsça tercümesini okurdu. Şimdide ana dilde ibadete karşı çıkan düşüncenin bu fikre karşı ne söylediklerine bakalım. İmam-ı Azam’ a, İran’ da yaşayan ve kitle halinde Müslümanlığı seçen bir topluluktan şöyle bir talep gelir. Biz Müslüman olduk ancak Arapça bilmiyoruz. Kendi dilimizde ibadet edebilir miyiz? Büyük İmam şu fetvayı verir: Orijinal metinlerini ezberleyene kadar kendi dilinizde ibadet edebilirsiniz. Cevap gayet açık ve nettir. İmam-ı Azam, anadilde ibadet konusuna ancak böyle bir durumda; o da orijinal metnin ezberlenmesine kadar ruhsat vermiştir.Bunun dışında, anadilde ibadet konusunda bir ruhsat yoktur. Bir başka düşüncede fikrini söyle anlatıyor. Öncelikle ibadetten kastın ne olduğunu ifade etmek lâzım. Eğer kişi dua edecekse bunu ana dilinde yapmasında hiçbir beis yoktur. Yalnız Arapça dua makbul olsaydı, pek çok insanın Allah’a sığınma ihtiyacı karşılanamaz, Arapça öğrenemeyenler dua gibi büyük bir hazineden mahrum kalırlardı. Bu durum elbette hikmet ve hakikate muhalif olacağından, her dilde dua edilmesi caizdir. İmanı elde eden insan mânisiz, müdahalesiz, engelsiz; her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde rahmet hazinelerinin maliki ve mutluluk definelerinin sahibi olan ezel ebed padişahının huzuruna girip ihtiyaçlarını arz edebilir; dua vesilesiyle Allah’ın nihayetsiz rahmetini bulup, sonsuz kudretine dayanarak mükemmel bir ferah ve süruru kazanabilir. İşte bu kapı Almanca ile de açılır, Fransızca ile de açılır, Felemenkçe ile de Türkçe ile de açılır. Madem öyledir; o hâlde namazı da anadilimizle kılalım, namaz surelerini Türkçe okuyalım denilirse bu son derece tehlikelidir, İslâm’ın ruhuyla ters düşmektir, daha açık ifadeyle bidâtttır, sapıklıktır. Yukarıda sizlere naklettiğim ana dilde ibadeti kabul eden ve kesinlikle karşı çıkan iki düşünceyi okuduk. Doğrusu bizler ne yazık ki aklı bir kenara koyup, beşerin rivayetleri ne göre iman etmeyi daha uygun görmüş ve kur’an ne söylüyor rahman ne anlatıyor diye çok fazla merak etmemişiz. Ana dilde ibadete karşı çıkan düşüncenin verdiği örnek düşündürücüdür. İmamı Azamın geçici olarak ana dilde ibadetini normal gören, fakat daha sonra Arapçayı öğrenme mecburiyeti getirmesini normal karşılayan düşünceyi, bana göre iyi analiz etmeliyiz. Acaba bir beşer, bu her kim olursa olsun. Rabbin vermediği bir ruhsatı, izni geçici olarak kullanabilir ve bunu geçici meşru kılabilir mi? Gelin bu konuyu yukarıdaki bilgiler ışığında değil, Rabbin rehberinden yola çıkarak anlamaya ve düşünmeye çalışalım. Çünkü yukarıdaki rivayet ve hadis bilgileri dâhil, yani ana dilde ibadete onay veren bilgilerde, karşı çıkan düşüncede beşerin nakil yoluyla ilettikleridir. Her iki düşüncede yanlış olabilir, yada doğru olabilir, çünkü en emin yol KUR’AN dır. Bizler kesin kanıtları, delilleri ne olursa olsun Allah ın rehberinden aklımızla, mantığımızla bulmalıyız. En doğru yolda budur. Kur’anı anladığı dilde okuyan bir insan, Rabbin ayetleri sonunda onlarca ayetinde, bizleri söylediği ayeti düşünmemizi, akıl yoluyla mantığımızı kullanmamızı emreder. Yani ben ayetleri indirdim, koşulsuz inanacaksın demek yerine, sözlerimi okuyun, düşünün aklınızı kullanın der. Bunu söyleyen Rahman tüm yarattığı kullarının kendi ana dilinde, indirdiği kur’anı okumasına karşı çıkar mı? Bundan dolayıdır ki bizler, İslam dini için, AKIL DİNİDİR DERİZ. Gelin bizde böyle yapalım ve bu konuyu bizzat kendimiz rabbin rehberinden yola çıkarak, acaba Allah ana dilde ibadet etmemize izin veriyor mu, bunu anlamaya çalışalım. Bildiğiniz gibi Allah ın ilk emri okumaktır, peki nasıl okumak diye bir soru gelir hemen akla. Bakın Allah nasıl okumaktan bahsediyor. Bakara 121: Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim onu inkâr ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Allah acaba bizlere gönderdiği kitabı gereği gibi okumakla, neyi kastediyor olabilir. Çünkü ona iman edenlerin onu gereği gibi okuyacaklarını söylüyor. Bizler çocuklarımıza ders çalışmaları konusunda uyarırken, ne söyleriz? Oğlum ya da kızım, elindeki kitabı gereği gibi oku, yani anlayarak oku aklın başka yerde olmasın. Öğretmenin soru sorduğunda doğru cevap veresin diye uyarırız çocuklarımızı. Hemen düşünelim, bizler KUR’ANI gereği gibi yani anlayarak, tüm ayetler arsında bağlantıyı kurup, Rabbin ne söylediğini, bizlerin nasıl bir insan olmamız gerektiğinin tebliğini anlayabilmemiz için hangi dilden okumalıyız? Arapça dersek, biz Arapça bilmiyoruz, bu durumda gereği gibi okumamız mümkün değil. Günümüzde hatırlayınız kurslarda kur’anı okumasını öğretiyorlar, acaba gereği gibi mi okuyoruz dersiniz? Demek ki gereği gibi okumak ve anlayabilmek için anladığımız dilden okumamız şart. Şimdide Nisa suresi 82. ayete bakalım. Nisa 82: Kur'an'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başka birinin katından gelseydi, elbette ki onun içinde birçok ihtilaf bulacaklardı. Allah çok açık ve net bizlerin kur’anı anladığımız dilden okumamız istiyor. Yoksa kur’anı iyice okuyup düşünmüyorlar mı der mi? Anlamını bilmeden okuyan ayetler hakkında nasıl düşünsün ve anlasın. Bir örnek daha vermek istiyorum sanırım bu ayet hepsine bedel. Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Yüceler yücesi Allah size rehber olsun diye indirdim dediği kitap tan, huzuruma geldiğinizde hesap soracağım diyor bizlere. Bu durumda Allah kur’anı nasıl okumamızı istiyor olabilir? Tabi dikkatle okuyup, anlayarak okumamızı istiyor. Buda anladığımız dilden okumakla olur. Bunun tersini nasıl düşünür de savunuruz? Şimdide şunu düşünelim, acaba kur’anın vermek istediği bilgiler, sözcüklerinde mi, yoksa manasında mıdır? Allah yemin ederek kolaylaştırdım diyorsa, açık ve anlaşılır gönderdim açıklamasını da yapıyorsa, elbette gizli manaları olacak şekilde, herkesin anlayamayacağı bir tarzda göndermesi de mümkün olmayacaktır. Kur’anın başka dile çevrilmeyeceğini söyleyip, kur’an da ki bir kelimenin anlamı, başka hiçbir dilde karşılığının olmadığını söylemek, Rabbin tüm âleme, kâinata, cihana anlayacağı bir kitap göndermemiş demekle aynıdır. Eğer bunu savunursak tüm insanları kur’anın güneşinden, rehberliğinden mahrum bırakmış oluruz ve kur’anın anlatmak istediği manasından, anlamından uzaklaştırıp, Arapçanın dilini kutsamış oluruz, bunu da unutmayalım. Bunun tersini düşünmek, Rabbin adaletini sorgulamak olur. Zor anlaşılır bir kitap gönderip, daha sonra hesap sormak rabbin adaletine asla sığmaz. Bir beşer yazdığı kitabı, tüm Dünya dillerine çevrilebiliyor ve tüm insanlık faydalanıyorsa, Allah katından gelen kitaba her dile çevrilmez, çevrilirse anlamı bozulur demek, KUR’ANIN evrenselliğine balta vurmak olur. Rabbim bundan korusun bizleri. Aslında çok fazla örnek verilebilir, fakat ana dilimizde namaz kılarken ibadet yapabileceğimize dair, apaçık kanıt aşağıdaki ayette sizce çok açık anlaşılmıyor mu? Yazımızın başında ana dilde ibadeti namaz dışında dua ederken savunan kardeşimiz, acaba aşağıdaki ayetlere Rabbimden namazlarında nasıl yardım isteyecek? Bilmediği bir dilde yardım istemesi mümkün olmadığını savunursak, Arapça bilmeyen Allah tan namazla yardım isteyemeyecek mi? Lütfen ayetler üzerinde düşününüz. Bakara 153: Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin. Çünkü Allah muhakkak sabredenlerle beraberdir. Bakara 45: Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır (bir yük)dır. Sizlere sormak isterim, eğer namazlarımızda kur’an dilinden başka bir dil kullanılmaz diyor ve bunda iddia ediyorsak, acaba Arap olmayanlar namazlarında nasıl Yüce Rabbimden yardım dilesin? Şimdi birisi çıkıp şöyle diyebilir. Nasıl dua edileceğine dair ayetler var, onları okusun. Doğrudur duaların en güzeline birçok örnekler vardır kur’an da. Bende hemen sormak isterim, acaba Allah böyle bir sınırlama yapmış mıdır? Yani size dua edecek örnekleri verdim, onlarla dua edin mi demiştir? Elbette hayır, Yüce Rabbim her konuda namazla kendisinden yardım istenebileceği kapısını ardına kadar açık bırakmıştır, aklınıza ne gelirse her yardımı Yüce Rabbimden namazla dileyebiliriz, hem de anlayarak, bilerek, huşu ile. Yüce Rabbin koymadığı bir yasağı kimse koyamaz. Bizler Yüce Rabbin ruhundan bir parçasıyız, onun lisanı yoktur. Bizlerin içinden geçirdiğimizi, isteklerimizi dili bir kenara bırakın manen zaten bilir. Biz insanlar sözcüklere muhtacız, ama rahman muhtaç değildir. Lütfen artık İslam ı şahlandıralım. Kur’anı duvara asılacak bir kitap olmaktan çıkarıp, anlayarak okuyalım ve anlayarak namazlarımızı kılıp, Yüce Rabbimden niyazda bulunalım, ondan yardım isteyelim. Allah o günkü topluma bakın eğer ben size Arapça bir kur’an indirmeseydim, bana şunları söyleyecektiniz diyor. Fussilet 44; Eğer biz onu başka dilde bir Kuran yapsaydık onlar mutlaka, "Onun ayetleri genişçe açıklanmalı değil miydi? Başka dilde bir kitap ve Arap bir peygamber öyle mi?" derlerdi…. Allah ayetlerini o kadar güzel açıklıyor ki, tabi anlayana anlamak isteyene. Allah size Arapça kur’an indirmeseydim, bana itiraz edip sitem edecektiniz diyor. Ayetleri açıkça anlaşılır göndermeniz gerekmez miydi, biz Arap toplumuyuz ve peygamberimiz Arap, ama siz başka dilde bir kitap mı gönderdiniz diyecektiniz diyor. İşte Allah ın Arapça bir kur’an göndermesinin nedeni bu dostlar, daha açık nasıl söylesin Yüce Rabbim? Ana dilde ibadet yapmanın günah olduğunu söyleyenlere, namazda Allah tan kendi dili ile yardım isteyemeyeceğini söyleyenlere, aynı mantıkla şunu sormak isterim; Arapça bilmeyen bir Türk toplumu ve Arapçadan başka dile çevrilmeyen bir kitap ve Rabbim anlamadığımız bir dilden bir rehber gönderip, daha sonrada bizi bu kitaptan mı hesaba çekecek? Sorduğum soruyu herkes kendi nefisine sormalıdır. Kur’an ile irtibatı olanlar, onun rehberliğinden güneşinden istifade edenler, eminim ki bu sorunun doğru cevabını verecektir. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  8. Günümüz de bizler, İslam ı nasıl anlamaya çalışıyor ve yaşıyoruz hiç düşündünüz mü? Kendimizden bir emek harcıyor da kur’anın rehberliğinden faydalanıyor muyuz dersiniz? Bu soruyu önce kendimize soralım. Alacağımız cevap çok önemli. Eğer kendimiz bir çaba göstermiyor da, Rabbin rehberinde neler yazıyor hiç farkında değilsek, sanırım gittiğimiz yolun Allahın doğru yolu olduğunu bilemeyiz. Bizlere, sen okusan da kur’andan anlayamazsın denmişte bizler onlara inanmışsak, zaten kur’an ile temasımız kesilmiş demektir. Kur’anı anlayarak okumak günahtır diyorlarsa, şunu sakın unutmayınız, birileri bizden bir şeyler saklıyor demektir. Allah sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, Rabbim anlaşılması zor bir kitap asla göndermez. Yemin ederek birçok kez tekrarlayıp, bu kitabı sizler için kolaylaştırdım diyorsa Rabbim, gelin beşerin sözlerine değil, RABBİN SÖZLERİNE İNANALIM. Bizler günümüzde ne yazık ki, İslam dinini kur’an dan değil, geçmiş çağlarda insanların kur’andan ne anladıklarını okuyarak anlamaya çalışıyoruz. Rabbim her çağa hitap eden bir rehber göndermiş ise, bu kitabın anlatmak istediklerini de yine yaşadığımız çağa göre, yaşadığımız şartların getirdiği sorunların paralelinde, onu anlamamız gerekmektedir. Sizlere bu konu ile ilgili çok güzel değerlendirmesi olan, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi olan, Prof. Dr. Yunus Vehbi YAVUZ Hocanın, bir yazısından alıntı yapmak istiyorum. Gerçekten günümüzde bizler, İslam dinini nasıl anlamaya çalışıyoruz ve nasıl bir yol izliyoruz, bu konuda bana göre çok yerinde, isabetli tespitlerini hiç yorum yapmadan sizlere naklederek, faydalanacağınızı umuyorum. (Kanımca, Kur’an’ı anlamak, onun engin mesajlarını algılamak bugün ve her gün yaşayan insanların en önemli meselesidir. Çünkü Kur’an sadece Müslümanlara değil, tüm insanlara gönderilmiş ilahî bir kitaptır. Fakat özellikle ona inanan Müslümanların çağa göre ondan mesaj alması çok büyük bir önem arz ediyor. Biz geleneksel bir anlayış çerçevesinde Kur’an’ı bugün anlamıyoruz, belki bizden öncekilerin ondan ne anladıklarını anlamaya çalışıyoruz; yine biz Kur’an’dan yararlanmıyoruz, belki öncekilerin yararlandıklarından yararlanmaya çalışıyoruz. Bunun anlamı şudur: Biz Kur’an’ı çağımıza göre anlamıyoruz, ondan yararlanmıyoruz. Başka bir ifade ile biz Kur’an’ı anlamıyoruz, onu başkalarının kafası ile anlıyoruz, yani düşünmeksizin anlamaya çalışıyoruz. Başkalarının Kur’an’ı tarihte nasıl anladıklarını anlıyoruz da onun için anlayamıyoruz; başkalarının anlattıklarını anlatıyoruz da onun için anlatamıyoruz; onun için ondan yararlanamıyoruz. Bunları anlamak da anlamaktır, yararlanmak da yararlanmaktır, fakat çağdaş bir anlama, çağdaş bir yararlanma değil, belki tarihteki olguların hikaye edilmesi, bugünün toplumlarının idrakine sunulmasıdır. Bunun pratikte büyük bir yararı olmasa da tarihî bir değeri vardır. Bundan ancak, ilim adamları istifade eder, değerlendirmeler yaparak günümüzde nasıl anlamamız gerektiği noktasında bizlere ışık tutar. Oysa, Kur’an’ı anlamak, onun anlattıklarını anlamaktır; onun verdiği mesajları almaktır, yoksa başkalarının aldığı mesajı almak, anladığını anlamak, ya da anlatmak değil. Kur’an’ı anlamak onun mesajı ile çağ arasında kuvvetli bir bağ kurmaktır. İşte tefsir kitapları bize başkalarının Kur’an’dan ne anladıklarını anlatmakta; tefsir âlimlerinin yaşadıkları çağda Kur’an’dan anladıkları mesajı yansıtmaktadır. Yine Kur’an’dan yararlanmak, öncekilerin yararlandıklarından yararlanmak değil, onun mesajlarını çağımızın ihtiyaçlarına göre aklederek ondan yararlanmaktır. Kurtuluşu yakalayabilmek için, biz Kur’an’ı ölülere değil, dirilere okumalıyız; ölmüş kalpleri Kur’an’ın diriltici nefesleri ile diriltmeliyiz; biraz da bu ilahî mesajı kendimiz yararlanmak için, çağımızın sorunlarına çözüm aramak için okumalıyız. Asırlarca biz, Kur’an’ı anlamadan çok okuduk, biraz da anlayarak okumaya çalışmalıyız. Bugüne kadar kul kitaplarını Allah’ın kitabının önüne alarak hep onlardan yararlanmaya çalıştık, artık biraz da Allah’ın Kitabını öne alarak ondan yararlanmaya çalışmalıyız. Bilmeliyiz ki, bizi ayağa kaldıracak olan kitap Kur’an’dır. Kur’an kendini savunan kitaptır. Onun savunmaya , propagandaya, korunmaya ihtiyacı yoktur. Olsa olsa kullar Kur’an’ın tanınmasına hizmet edebilirler. Kur’an’a hizmet çerçevesinde kul olarak bize düşen görev Kur’an ile toplum arasında oluşan duvarları yıkmak, Kur’an güneşi ile bu dünya hayatı arasındaki kara bulutları dağıtmaktan ibarettir. Tabiri caiz ise, bizim görevimiz, güneşi insanlara göstermektir, onu savunmak değil. Bunu yapabilirsek kendimizi bahtiyar sayabiliriz. ) Yukarıdaki gerçekler, günümüz İslam yaşamının apaçık tespitleridir. Bu güzel açıklamalarından dolayı, bu yazıyı kaleme alandan, Allah binlerce kez razı olsun. Rabbin ayetinde söylediği gibi, gözlerde perde yoksa gönül ve kulaklar mühürlü değilse, kur’anın ışığını, parıltısını kesinlikle görecektir kullarım diyor. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  9. KUR'AN MI TEMEL BELİRLEYİCİDİR, HADİSLER Mİ? Şükrü Hüseyinoğlu Rabbimiz tarih boyunca çoğu defa birbirine karıştırılan hakla bâtılın arasını açmak üzere çeşitli dönemlerde insanlar arasından elçiler seçmiş ve onlara insanların tâbi olmaları gereken ölçüleri vahiy etmiştir. Hz. Muhammed, hidayet önderi olarak seçilen son elçi, ona bildirilen Kur’an vahyi de vahiy halkasının son temsilcisi olmuştur. Hz. Peygamber ve beraberindeki ilk nesil, tüm benlikleriyle, âlemlerin Rabbi yüce Allah’ın insanlığın kurtuluşu için yeryüzüne saldığı son ip (Hablullah) olan Kur’an’a yönelmiş, tasavvur ve şahsiyetlerini onunla inşa etmişlerdir. “Onlara bir ayet getirmediğin zaman: ‘Sen onu derleyip-toplasana' derler. De ki: Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir, iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir.” (A’râf 7 / 203) Kur’ani beyanında ve benzeri birçok ayette de ifadesini bulduğu üzere Hz. Peygamber, kendisine vahyolunan Kur’an’a tâbi olmaktan, onun hükümlerini pratize etmekten başka bir şey yapmıyordu. Hz. Aişe validemizin, kendisinden Hz. Peygamber’i anlatmasını talep edenlere “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? O’nun ahlâkı Kur’an’dı”[1] şeklinde cevap vermesi de bu gerçeğin ifadesinden başka bir şey değildi. Hz. Aişe, Allah Resulü’nün (a. s.), Kur’an’ın ete kemiğe bürünmüş hali olarak yaşadığını çok iyi bildiği için, Allah Resulü’ne herhangi bir söz nispet edildiğini işittiğinde hemen o sözü Kur’an’ın süzgecinden geçirir, Kur’an’ın ölçüleriyle örtüşmeyen rivayetleri kesin olarak reddederdi. Bedruddin ez-Zerkeşi’nin kaleme aldığı ve Hz. Aişe’nin Kur’an’a aykırı bulduğu için reddettiği rivayetlerden örneklere yer verdiği “Hz. Aişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler” adlı kitabı[2], bu konuda önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır. Hz. Aişe’nin, Hz. Peygamber adına Kur’an’a aykırı sözler uydurulmasına geçit vermeyen Kur’an merkezli bu titiz tutumu sonraki dönemlerde Müslümanlar arasında hep yaşatılmakla birlikte, özellikle hicri 2 ve 3. yy’larda hadislerin tedvini sürecinde hadis rivayetlerinin Kur’an’a arzını önceleyen metin tenkidi yöntemi yerine, sened zincirlerinin incelenmesine dayalı sened tenkidi yönteminin öne çıkarılması, bu alanda Kur’an’ın hakemliğini önemli ölçüde devre dışı bırakan bir gelişme olmuştur. Bu yöntem değişikliğiyle birlikte, hadis rivayetlerinin Kur’an’la örtüşüp örtüşmediği değil, hadis ravilerinin güvenilir olup olmadıkları üzerinde yoğunlaşılmaya başlanmış, bu da gerek farklı fırkaların iyi niyetlerle hadis uydurma tutumunun, gerekse muharref kültürlere mensup kötü niyetli kimselerin Müslüman görüntüsü altında hadis uydurmaya yönelmesinin önünü açmıştır. Bu büyük kırılmaya bir de Şafii’nin hadisleri de Kur’an gibi vahy ürünü olarak gören ve böylece Kur’an’ın hakemliğini/belirleyiciliğini buharlaştıran yaklaşımının giderek genel kabul halini alması eklenince, hadis kültürü tamamen Kur’an’ın kontrolü dışına çıkartılmış, “yürüyen Kur’an” olan Allah Resulü adına Kur’an dışı bir kültür ve din anlayışı oluşturulmasına zemin kazandırılmıştır. Böylece Kur’an temel belirleyici olmaktan çıkarılmış, hadis rivayetleri Kur’an’a arz edilecek ve hadis rivayetleri Kur’an’la değerlendirilecek yerde, yer yer apaçık Kur’an ayetleri hadis rivayetlerine tâbi kılınmaya çalışılmış, böylece İslam’ın yapısı tamamen ters yüz edilmiştir. Bu söylediklerimizi somut bir örnekle açmak istiyoruz. Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de Hz. İsa’nın akıbeti ile ilgili şu apaçık beyanlarda bulunmuştur: “Onlar hileye başvurdular, Allah da onların tuzağını boşa çıkardı. Allah hileleri boşa çıkaranların en hayırlısıdır. O zaman Allah şöyle dedi: Ey İsa, şüphesiz ki seni öldüreceğim, seni kendime yükselteceğim ve seni inkârcılardan temizleyeceğim. Hem sana uyanları, kıyamete kadar o küfredenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz banadır, ayrılığa düştüğünüz hususlarda aranızda hükmedeceğim.” (Âl-i İmran 3 / 54 – 55) “Ve Allah demişti ki: Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara: 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki tanrı edinin' dedin?. Hâşâ, dedi, sen yücesin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, sen bunu bilirsin, sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise senin nefsinde olanı bilmem, çünkü gaybları bilen yalnız sensin, sen. Ben onlara sadece, senin bana emrettiklerini söyledim. Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, dedim. Aralarında olduğum müddetçe onlara şahit idim, fakat sen beni vefat ettirince onları gözetleyen yalnız sen oldun. Sen her şeyi görensin.” (Maide 5 / 116-117) Kur’an’da Hz. İsa’nın vefat ettiği bu şekilde apaçık ifadelerle bildirildiği halde, tarihsel süreçte Ehl-i Kitab’ın muharref kültürünün hadis uydurmacılığı yoluyla Müslümanlar arasında yaygınlaştırılmasıyla, Hz. İsa’nın ölmediği ve kıyamet öncesi yeniden yeryüzüne gönderileceği inançları ortaya çıkmış ve yerleşik hale gelmiştir. Müslümanların bu konudaki inançlarını Kur’an’ın apaçık beyanları yerine, önemli ölçüde kaynağı muharref kültürlere dayanan rivayetler oluşturur olmuştur. Tefsir yazarı Elmalılı M. Hamdi Yazır, “Hak Dini Kur’an Dili” adlı ünlü tefsirinde, Âl-i İmran Sûresi 55. ayeti şu şekilde yorumlamaktadır: “Teveffi kelimesi, ‘vefa’ mastarından alınmış olarak esas lügat ta ‘ıstıfa’ gibi tamamen kabzedip almaktır. Fakat ruh sahiplerine ve bilhassa insanla ilgili olduğu zaman vefat ettirmek, yani eceline yetiştirip ruhunu almak manasında açık ve meşhurdur. Buna göre bir delil bulunmadıkça, başka bir mana ile tevili caiz değildir. Fakat burada mekir manasıyla ilgisi bulunmak üzere Nisa Suresi’nde “Onu öldürmediler ve asmadılar, fakat (öldürdükleri) kendilerine (İsa’ya) benzetildi” (Nisa 4/154) ayeti onların Mesih Meryem Oğlu İsa Peygamberi öldüremediklerini ve asamadıklarını ve fakat şüpheye düşürüldüklerini açıkça beyan etmiş, Hz. Peygamber’den de: “İsa ölmedi, kıyamet gününden önce size dönecektir” hadisi şerifi de varid olmuş bulunduğundan buradaki ‘seni öldüreceğim’ kelimesinin, az çok zahir dışı bir mana ile tevil olunması gerekmiştir… İslam inancında İsa vefat etmemiştir ve fakat kıyametten önce vefat edecektir. Demek ki İsa’nın son hali de budur.”[3] Görüldüğü üzere ortada apaçık Kur’ani beyanların bulunduğu bir konuda bile, bu Kur’ani beyanlar yerine konuyla ilgili hadis rivayetleri temel belirleyici kılınmış ve Kur’an’ın apaçık beyanları hadis rivayetleri yönünde tevile tâbi tutulmuştur. Oysa doğrusu, Kur’ani beyanların hadis rivayetlerine göre tevili değil, hadis rivayetlerinin Kur’an’a arzı ve Kur’an’la sağlamasının yapılmasıdır. Başta da belirttiğimiz gibi Hz. Aişe’nin yaptığı tam da buydu. Müslümanlar olarak, yeniden Kur’an’a yönelmek, Kur’an’ı bilgi, akide ve amelimizin merkezine yerleştirmekten başka çıkar yolumuz yoktur. Hz. Peygamber’i ve onun sünnetini doğru anlamak ve muharref kültürlerin sızmalarına karşı sünneti asli haliyle muhafaza etmek de, Kur’an’a yönelmekten ve Kur’an’ı temel belirleyici/hakem kılmaktan geçmektedir. Tarihsel süreçte yaşanan kırılmaları ve alt üst oluşları başka türlü tamir etmek mümkün değildir. [1] Muslim, Salatu’l-Musafirin, 139 [2] Hz. Aişe’nin Sahabeye Yönelttiği Eleştiriler, Bedruddin ez-Zerkeşi, Kitabiyat Yayınları [3] M. Hamdi Yazır, Hak dini Kur’an Dili, C. 2, Sh. 371–372, 375–376, Azim Dağıtım
  10. Değerli arkadaşım aslında sizin söylediklerinize kısmen katılıyorum. Çünkü siz İslam dinini sorgulanamaz söylenenlerin aklın süzgecinden geçirilemez, katı bir din olarak günümüzde yaşadığımız İslamı görüyorsunuz. Eğer bizlere yaşattırılmaya çalışılan İslam, Allah ın emrettiği sorgulanamaz ve düşünmeden iman edilen bir din olsaydı size tamamen katılırdım. Gerçek İslamı beşerin kitaplarından değil, bizzat Rabbin kitabından öğrenmeye çalışırsak, bizlere öğretilmeye çalışılan din ile hiç benzemediğini göreceksiniz. Benim de amacım bu zaten. Toplumu kur'anı anlayarak okumaya davet etmektir okadar. İslam yaşamın, hayatın gerçeklerinden bahseder bizlere. Hayatı gerçekten doğru yaşamak isteyene aklın, mantığın kabul edeceği emirler verir, aklın mantığın kabul edeceği kurallar koyar. Allah ayetini gönderdikten sonra buna düşünmeden uyacaksın demez. Bakın ayetlerin sonunda Allah ın bizleri nasıl düşünmeye, aklımızı çalıştırmaya yönlendirdiğini ve daha sonra iman edilmesini nasıl istediğini görelim. Bakın Rabbim ayetlerin sonunda ne diyor bizlere? ( Hâlâ düşünmüyor musunuz?", Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz, Öğüt alan yok mudur, Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var, Ayetleri size açık-seçik bildiriyoruz ki, aklınızı işletebilesiniz. Allah, ayetleri size işte böyle açıklar ki, derin derin düşünebilesiniz. Saygıyla ürperene bir hatırlatma/düşündürme/öğüt verme olsun diye indirdik.(Kuranı) Hâlâ aklınızı çalıştırmayacak mısınız? Biz benzetmeleri insanlar için yapıyoruz ki, inceden inceye düşünebilsinler. Düşünüp taşınacak da öğüt kendisine yarayacak. Dileyen onu düşünüp öğüt alır.) Sizce bu sözleri söyleyen Rabbim düşünmeden iman edinmi diyor? Siz dinsel değerlerin akılla, mantıkla açıklanamaz olduğunu söylemişsiniz. Allah ın varlığını görme duyumuz haricinde akılla mantıkla açıklayabilirsiniz, çünkü kur'an aklın mantığın ürünüdür. Hiçbirşey yoktan var olamaz. Bir yaratanı vardır. Bu araba olur ev olur Ya da bir makina. Yaşadığımız mekanda Dünyada birgerçektir eserin sahibi mutlaka vardır. Bu şaşmaz düzeninde bir yaratıcısının olmaması aklın onay vereceği bir düşünce değildir. Kur'anın yaratmak istediği düşünceyi bizzat kur'andan öğrenmeye çalıştığımızda, aklın onay vermeyeceği hiç Bir şey bulamazsınız, tabi günümüzde bizlere öğretilen dini sorguladığımızda, aklın kabul edeceği hiç bir şey bulamazsınız ne yazıkki. İşte benim de amacım bu tezatlığı gösterebilmektir. Yani bizlere din diye sundukları inancın hurafelerle, beşeri ilavelerle doldurularak, Allah ın dininden saptırılmış bir halde olduğunu toplumun görmesini sağlamaktır amacım. Sizden bir ricam olacak, hangi dinden olursanız olun, Ya da hiçbir inancınız olmasın isterseniz, bu söylediklerimin doğruluğunu anlayabilmeniz için, başucunuzdan anladığınız dilden KURAN ı eksik etmeyin, arasıra bakın ama dikkatle okuyun, farklı meallerden karşılaştırın ayetleri ki doğru anlayabilesiniz. Bazı mealler gerçekten kasti olarak geleneksel İslamın uydurmalarına delil olması için saptırılıyor. Bunu yaparken birilerinin söylediği gibi abdest almanıza gerek te yok. Birçok kitap okumuşsunuzdur hayatınızda, birde bunu okuyun ne kaybedersiniz. Bakın bir tarafsız olarak Allah ı nasıl doğru anlayacaksınız ozaman. Bu dinin çok kolay ve basit olduğunu fark edeceksiniz. Hiçbir mantıksız bilgiye onay vermediğini fark edeceksiniz. Size şunu söylemek isterim. Kafanıza takılan bir konuyu düşünün size öğretilen din adına. Bu konuyu başkasına sormadan, açın kur'ana danışın yani dikkatle okuyun. Bakın bu mantıksızlığın karşısında olduğunu göreceksiniz kur'anın ve diyeceksiniz ki, peki bu insanlar bu kadar açık yazdığı halde nasıl olurda tersine inanırlar. İşte ozaman sizede bir görev düşecek ve toplumu kur'ana davet etmeye çalışacaksınız inanın. En güzel günlerin sizlerin olmasını dilerim. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  11. Sizlere bugün hatırlatmak ve üzerinde düşünmeye davet etmek istediğim ayet, bakara suresi 42. ayet olacaktır. Allah gönderdiği ayetlerini üzerinde düşünmemizi, akıl yürütmemizi ister bizlerden. Gelin bizde Rabbin emrettiği yoldan bu sözleri anlamaya çalışalım. Bakın Yaratan Bakara suresi 42. ayette ne diyor. Bakara 42: Hakkı batılla karıştırıp da, bile bile hakkı gizlemeyin. Bu sözler üzerinde düşünelim önce, hak olan nedir? Sanırım hepimiz hak olanın KUR’AN olduğunu söyleyeceksiniz. Çok doğru gerçekten hak olan, Rabbin elçisi tarafından bizlere rehber olsun diye gönderdiği KUR’ANDIR. Şimdide bu düşüncemizi destekleyen yani hak olanın ve bizlerin sarılması gereken kitabın yalnız ve yalnız KUR’AN olduğunu söylediği, diğer ayetlerden birkaç örnek hatırlayalım ve bu ayetlerden ne gibi dersler çıkarmalıyız onu anlamaya çalışalım. Bakara 2: Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır. Bakara 121: Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim onu inkâr ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir.3. Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır. Furkan 1: Furkan’ı âlemlere bir uyarıcı olsun diye, kuluna indiren (Allah) ne yücedir. Araf suresi 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Araf 170: Kitap’a sımsıkı sarılanlara ve namazı dosdoğru kılanlara gelince, şüphesiz biz, iyiliğe çalışan (erdemli) kimselerin mükâfatını zayi etmeyiz. Yukarıdaki ayetleri dikkatlice düşünelim şimdide. Allah kur’an için, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır diyor. Demek ki Kur’an gerçek iman edenler için, yol gösterici bir kitap olduğu çok açık. Bakara 121 ayeti tekrar hatırlayalım ki, daha iyi anlamaya çalışalım. Bakın Rabbim gerçek iman edenler kimlerdir diyor. Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Şimdi hemen hatırlayalım ve çok iyi düşünelim. Gereği gibi okumak ne demektir? Anlamını dahi bilmeden okumak, sizce gereği gibi okumak mıdır? Demek ki bizlerin yaptığı en büyük yanlış, gereği gibi okumadığımızdan kaynaklanıyor. Yine hatırlayalım bizlere günümüzde, siz kur’anı okusanız bile anlayamazsınız demiyorlar mı? Ama bakın Rabbim tam tersini söylüyor ve gereği gibi okuyanların anlayacağını belirtiyor. Ayeti daha dikkatli anlamaya çalıştığımızda, Rabbim KUR’ANI gereği gibi okuyan, dikkat edin Rahman burada bizzat şahsa, kişiye yani direk kuluna sesleniyor ve o kitabı gereği gibi okuyan onu anlamaya çalışanlar, GERÇEK İMAN EDENLERDİR DİYOR. Şimdi sormak isterim, biz böylemi yapıyoruz? Yani KUR’ANI GEREĞİ GİBİ ANLAYARAK BİZZAT OKUYORMUYUZ? Allah bizleri affetsin, bırakın anlayarak gereği gibi okumayı, okumaya çalışanları da engelliyoruz. Sen kur’andan anlayamazsın diyerek ondan uzaklaştırıyoruz. Daha sonrada ellerimizi Rabbim e açıp, ondan yardım diliyoruz. Şimdi bu durumda kendimize soralım BİZLER GERÇEK İMAN EDENLERMİYİZ DERSİNİZ? Bu sorunun cevabını herkes kendi nefsine verecektir, çünkü bunu yalnız RABBİM BİLİR. Muhammet suresi 2.ve 3. ayetleri çok ama çokkkkkkk dikkatle anlamaya çalışalım. Bakın Yüceler Yücesi rabbim daha açık nasıl söylesin sizce. Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir. Sizce Rabbim bu sözlerde ne anlatıyor bizlere. Peygamberimize hak olarak indirilen KUR’ANA inananların günahlarını Allah örtmüştür ve hallerini düzeltmiştir diyor. Peki, bizlere dini ve imanımızı yaşamak adına KUR’ANIN yetmeyeceği öğretilmedi mi? Bizlere bunun dışından da birçok dini hükümlerin, peygamberimiz tarafından konduğu söylenerek, ciltlerce dolusu kitaplara da yönlendirilmedik mi? Şimdi yine aynı ayetin devamına bakalım, çünkü burada Rabbim kur’ana uyan insanlar ile batıla uyan insanların ayrımını yapıyor ve bakın ne diyor. Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. Bu sözlerden çok şeyler anlamalıyız. Hakka uymanın KUR’ANA UYMAK olduğu çok açık ve net belirtiliyor. Bu ayette bahsedilen o devirde batıla uyan insanlar atalarından gelen inançlardan vazgeçmek istemeyen toplumlar olduğu açıktır. Peki, günümüzde yapılan yanlışları hatırlayalım, acaba bu ayetten alacağımız dersler yok mudur dersiniz, batıla inanç konusunda? Din ve iman adına Hak olan her şeyin kur’an da olduğunu söyleyen Rabbim e inatla, günümüzde KUR’ANDA HERŞEY YOKTUR, İSLAMI YAŞAMAK İSTİYORSAK FIKIH KİTAPLARINADA İHTİYACIMIZ VARDIR. KUR’ANI HERKES ANLAYAMAZ, demiyor muyuz? Atalarımızdan 1400 yıl öncesinden günümüze gelen onca sözleri, hiç dikkatle incelemeden, araştırmadan, kur’an süzgecinden geçirmeden, sırf peygamberimizin sözüdür dedikleri için kabul eden bizler, acaba Rabbin o gün batıla inananlar için söyledikleri, bugün bizler için geçerli değildir diyebilir misiniz? Lütfen düşünün Rabbim nasıl bir yolu izlememiz gerektiği konusunda anahtarı elimize vermiş, fakat biz inatla o anahtarı elimize almak istemiyoruz. Sizce şu sözleri söyleyen Rabbim bizlerin yöneleceği kitabın anahtarını vermiyor mu? Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Bu sözleri söyleyen Yüce Rabbim, sizleri kur’andan sorumlu tutuyorum, ondan imtihan edeceğim dedikten sonra, acaba bizleri kur’anın dışından da, bugün söyledikleri gibi ciltlerce dolusu kitaplara ve velilerin sözlerinden de sorumlu tutar mı? İşte bizler İslam ı böyle yaşıyoruz. Doğrusu söyleyecek söz bulamıyorum. Yorum ve karar sizlerin, çünkü her insan yaptıklarından bizzat sorumlu tutulacaktır, bunu da hiç ama hiç unutmayalım. Furkan suresi 1. ayetinde, Âlemlere uyarıcı olsun diye indirdim dediği kitaba, sizce bizler her şeyin orada olmadığını söylemekle, ne kadar büyük bir saygısızlık yaptığımızın farkın damıyız? Araf suresi 3. ayetinde Allah açık, seçik Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım velilerin ardına düşmeyin demesini hiç mi dikkate alan yok? Allah hem sizlere yol gösteren bir kitap indirdim, size indirdiğime uyun sizleri doğruya ulaştıracak diyecek, ondan sonrada dikkatimizi çekip sakın din ve iman adına VELİLERİN ARDINA DÜŞMEYİN dedikten sonrada, velilere bizi muhtaç bırakacak, öylemi dostlar? Bizler neler söylüyoruz farkında mısınız? Yaptığımızın apaçık sapkınlık ve Rabbim e karşı inat olduğunun halamı farkına varamıyoruz? Bu kadar mı gözler perdeli, gönüller mühürlü? Rabbim bizleri affet ve yardım et ne olursun. Araf 170. ayette Allah Kitap’a sımsıkı sarılanların ve namazı dosdoğru kılanların mükâfatını zayi etmeyiz diyor. Bizler bu sözlerden habersiz olamayız, çünkü elimizde apaçık kur’an duruyor. Bizler bunları okuduğumuz halde neler söylüyoruz? Bu kitapta namazın nasıl kılınacağı dahi yazmıyor diyerek, apaçık iftirada, isnatta bulunmuş olmuyor muyuz? Allah kitaba sımsıkı sarılıp namazı kılın diyecek, ondan sonrada namazın nasıl kılındığını Kur’an da yazmayacak, öylemi dostlar? Lütfen iyi düşünelim, bizlere mezheplerin öğrettiği namazın detaylarını, ilavelerini kur’anda bulamadığımızda, demek ki kur’anda her şey yokmuş demekle, Rabbim e ne kadar saygısızlık yaptığımızın farkına varmamız gerekmiyor mu sizce? Allah size indirdiğim kur’ana sarılın velilerin ardına düşmeyin diyecek, daha sonrada namaz kılmak için, bizleri velilere muhtaç edeceğini nasıl söyleriz, nasıl bunu düşünürüz? Bu nasıl bir mantık ki bunun farkına varamıyoruz? Değerli dostlar yazımın konusu olan bakara suresi 42. ayette, Rabbim bizleri çok açık bir şekilde uyarıyor ve ne diyordu? Hakkı batılla karıştırıp da, bile bile hakkı gizlemeyin. Ne dersiniz, günümüzde hakkı batılla karıştırdığımızın farkın damıyız dersiniz? Yoksa gözlerde perde, gönüllerde mühür mü var? Allahın apaçık söylediği sözlerin üzerinde düşünmeden, Rabbin kur’an bütünlüğünde ne anlatmak istediğini anlamadan, ataların sözlerine delil aramak için kur’ana bakarda kelimelerin peşine düşersek, ancak kendimizi oyalamış oluruz. HAKKI BATILLA GİZLEMEYELİM, YOKSA RABBİN HIŞMINDAN ASLA KURTULAMAYIZ. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  12. Hüküm veren Rabbim yanlız benim diyor. Din ve iman adına hiç bir beşer, Rabbin vermediği bir hükmü veremez. Peygamberimiz Allah ın verdiği hükümler çerçevesinde, olaylar karşısında kararlar vermiş ve tüm insanlık alemini uyarmıştır. Bunun dışında ki konulara rehberin yani Kur'anın ışığında bakmalıyız, yoksa rabbin yolundan şeytanın yoluna doğru yol alırız. Allah korusun. Tabi birde bu işin farkındaysak, ya farkında değilsek. Şeytanın kucağında olduğumuzu ancak rabbin huzurunda öğreniriz ki, Rabbim cümlemizi bundan korusun. Her insan istediğine inanmakta özgürdür. Çünkü herkez hesabını tek başına verecektir. SAYGILARIMLA Halukgta
  13. Allah kullarını yaratırken, özgür iradesi ile onu baş başa bırakmış, gönderdiği uyarılar, elçiler ile de onları doğru yolda tutmaya çalışmıştır. Yaratan insanı öyle bir özellikle yaratmıştır ki, bir ben var bende, benden içeri dizelerinin anlatmaya çalıştığı, nefsi ile aklı birbirine adeta hasımdır. Nefsin istediğine genelde akıl karşı çıkmış, aklın önerisine de nefis pek yaklaşma eğilimi göstermemiştir. İşte bu Dünyada imtihanımızın özü budur, neticesi de buna bağlıdır. Nefsimiz mi ağır basacak, yoksa akıl mı? Zorlu bir imtihanın içinde oluşumuzun, bizler hiç farkında olmadan yaşamaya devam ediyoruz. Allah bizlere gönderdiği kitabında aklı ön plana çıkardığı halde bizler, sen ondan anlayamazsın diyenlere inanacak kadar nefsimizin esiri olmuşuz, çünkü Rabbin gerçekleri nefis ile değil, akılla anlaşılacaktır. Bizler kendi menfaatlerimizi, çıkarlarımızı, hem aklın hem de inancımızın hep önünde tuttuğumuz sürece, asla doğru ve mutlu yaşayan bir toplum olamayacağımızın bilincinde olmalıyız. Bizler Rabbin yarattığı insanı, sevmesini öğrenemediğimiz sürece, onun rızasına ve şefaatine de nail olamayacağımızın farkında olmalıyız. Birbirimize katlanmasını bilmiyor, birbirimize güvenmeyip toplumda zıt kutuplar yaratıyorsak, bunun kötü sonuçlarına da katlanmasını bilmeliyiz. Dost, arkadaş, kardeş gibidir. Eğer birbirimize saygımızı, güvenimizi yitirmiş isek, o toplumda ne huzur kalır nede mutluluk. Günümüzde ülkeler artık silahla, topla, tüfekle değil, toplumları birbirine düşürmekle yıkılıyor. Bizler önce birbirimize güvenmesini ve saygı duymasını bilmeliyiz ki, en büyük silaha sahip olalım. ÇÜNKÜ GERÇEK DOST, SİLAHLARIN VE GÜCÜN EN KUVVETLİSİDİR. Sizlere bir hikâye aktarmak istiyorum, bu hikâyeden çıkaracağımız çok ama çok büyük dersler olduğuna inanıyorum. Ben bu hikâyeyi okuduğumda gözlerim doldu. Eğer sizlerde okuduğunuzda aynı duyguyu yaşadıysanız, bu ülkeyi kimse yıkamaz, bu ülkeyi kimse birbirine düşüremez demektir. (Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti, —Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma. Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı; —Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın. —Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi… —Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun? —Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim. Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı: —Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum… ) Bizler bu hikâyeden çok dersler çıkarmalıyız. Eğer böyle bir dostumuz hiç olmadıysa hayatta, geçen yıllarımızın muhasebesini çok iyi yapmalı ve nerede hata yaptım diye düşünmeliyiz. Her şeyden önce yaşadığımız toplumda birbirimize güvenmeyi, kenetlenmeyi, hatta birbirimiz için canımızı dahi verecek dostluklar edinmeyi bilmeliyiz. Geçmişte böyle dostluk örneklerini görmek bizleri yadırgatmazdı ya şimdi, ne dersiniz çevremizde çok fazla örnekleri var mıdır dersiniz? Bu örneklerin azalması demek, bizlerin Rabbin rehberinden uzaklaşması demektir. Sanırım Peygamberimizin hesap günü söyleyeceği o acı ve üzüntü verici sözü gittikçe gerçek oluyor. ( Benim ümmetim bu KUR’ANI devre dışı bıraktılar?) Ne yazık ki bizler Rabbin kitabını anlaşılması zor ve herkezin anlayamayacağı bir kitap yapınca, toplum iyice bilinçsizleşti, KUR’ANDAN UZAKLAŞTI. Beşerin, kur’anın onay vermediği sözlerine kanınca da, sonuçtan elbette hiçbirimiz memnun olamıyoruz. Elbette bunun cezasını da bizler çekeceğiz, çekiyoruz da. Gerçek dostlar edinen asla yalnız kalmaz. Gerçek dost edinen kendisini ne durumda olursa olsun güvende hisseder. Gelin hikâyede anlatılmak istenen, gerçek dostlar edinelim. Dostu için riske atılan, kendisi içinde riske atılan dostlar bulacaktır. Güzel günün dostları değil, zor günün dostluklarını çevremizde edinenlim. İbn_i Sina ya ; _Dünyada devası olmayan bir dert var mıdır diye sorduklarında. _Derdin devasızı, iyinin kötüye muhtaç olmasıdır, cevabını vermiş. Bizlerde zor anlarımızda gerçek dostlarımızı yanımızda bulmak ve kötüye muhtaç olmak istemiyorsak, nefsimizin değil, aklımızın yolundan gidip, güvenebileceğimiz gerçek dostlar edinmeliyiz. Aklın yolu kur’anın yoludur. Bizleri Kur’andan uzaklaştıranlar, söyledikleri sözlerin, verdikleri bilgilerin kur’ana uymadığının anlaşılmasını istemeyenlerdir. Lütfen bu insanların oyununu bozalım ve Rabbin rehberini, Kur’anı anlayarak bolca okuyalım, ONU ANLAMAYA ÇABA GÖSTERELİM. Bakın o zaman göreceksiniz güneş nasıl daha parlak doğacak. Bunların bilincinde olmayanlar, kur’ana müracaat etmeyenler, gerçek dost edinemezler. Bunun sonucunda bir gün mutlaka ZOR BİR ANIMIZDA, KÖTÜYE MUHTAÇ OLMAKTAN DA KURTULAMAZLAR. Rabbim hepimizi böyle bir durumdan korusun. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  14. Günümüzde bizlere peygamberimizin hadisidir diye aktardıkları bazı hadisler vardır ki, biraz düşündüğünüzde ne kuran süzgecinden geçer, nede aklın mantığın süzgecinden. Sizlere bir örnekler vermek istiyorum, bizler ne yazık ki peygamberimizin sözüdür dediklerinde bu sözlerin gerçekten peygamberimizin sözü olup olmadığını, Kuran ile karşılaştırmadan kabul ediyoruz. Buda bizleri Allahın emrettiği İslam’dan uzaklaştırıyor, bazı hurafe hadisler adeta Kur’anın çizdiği yoldan bizleri saptırıyor. Günümüzde öyle bir inanç var ki, Haç konusunda eğer paranız var fakat sağlığınız izin vermiyorsa, parasını vermek şartıyla bir başkasını kendi adınıza hac görevi yaptırabileceğinize inanılır. Bu konuda da yine her zaman olduğu gibi peygamberimiz üzerinden sözler sarf edilip, açıkça Allahın elçisine iftiralar atılmaktadır. Bakın buna inanan insanlar, bu konuda neler söylüyor? Bedel yolu ile hac, üzerine hac farz olmuş bir kişinin bu ibadeti yerine getirmekten aciz olması ve bu acizliğinin de devamlı olması sebebi ile kendisi yerine başka birisini göndermesiyle olur. Veda haccı sırasında bir kadın; Ya Resulullah babam haccın farz oluşuna yetişti, ihtiyar olduğu için deve üzerinde duramıyor, ona vekâleten ben haccetsem olur mu? Deyince resulullah(s.a.v) Evet olur diye buyurdu. (Buhari) Ya Resulullah Annem hac etmeyi adamıştı, fakat bunu yapamadan öldü. Onun yerine ben haccedebilir miyim? Diye sorunca şöyle buyurdular; Evet onun yerine hac yap, ananın üzerinde bir kul borcu olsaydı, onu öderdin değil mi? Allah a olan borçlarınızı veriniz. Zira o ödenmeye daha layıktır. (Buhari) Vekâleten hacca gidilebileceğini savunanların tek delilleri bu rivayetlerdir. İslam rivayetlere göre değil, Rabbin hükümlerine göre yaşanır. Bakalım kur'anın bütünlüğünde Allah buna müsaade ediyor mu? Başkası adına hac görevini yapma konusunda çok daha detaylı bilgiler verilmiş, şimdi bu sözleri ve peygamberimizin söylediğini belirttikleri sözlerin, gerçekten Allahın resulüne ait olup olmadığını gelin önce kurana, daha sonrada akla mantığa uyup uymadığına bakalım. Hac ibadeti tıpkı namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek gibi kuranın bizzat kulun bizzat yapmasını istediği ibadetlerdir. Allah hiç kimsenin bir başkasının yerine ibadet yapamayacağını söyler. Haç konusu da böyle bir ibadettir. Aliimran 97: Açık-seçik deliller, İbrahim’in makamı vardır orada. Oraya giren, güvene ermiş olur. Yoluna gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse hiç kuşkusuz, Allah bütün âlemlere muhtaç olmayacak bir Gani’dir. Allah ayetinde açık bir şekilde gücü yeten hac görevini yerine getirsin diyor. Burada gücü yeten sözüyle hem maddi yönden, hem de sağlık yönünden gücü yeten anlamındadır. Eğer Rahman maddi gücü olup, sağlığı yetmeyen başkasını vekâletle gönderebilir deseydi, bunu kabul edebilirdik, demediğine göre bunu söylemek apaçık Rabbin vermediği bir ruhsatı, hükmü vermek demektir, bunun cezasını düşünmek bile istemiyorum. Bir insan düşünün oruç tutamıyor rahatsız, Allah bu konuda nasıl bir yöntem uygulamış hatırlayalım. Eğer Ramazandan sonra iyi olursanız orucunuzu tutun. Yok, oruç tutmaya sağlığınız uzun süre elvermeyecekse maddi durumunuz iyiyse, bir kişiyi doyurunuz hayır yapınız diyor. Yine hastalığınız yüzünden namaz kılamayacak kadar hastaysanız, birisine para verip kendi adınıza namaz kıldırabilir misiniz? Eğer hayır kıldıramazsınız diyorsanız, hacca gitmekte aynı şeydir. Çünkü ayakta namaz kılamıyorsanız her konumda Rabbe yönelmenin yollarını Allah kuranda açıklamıştır. Hiç kimseye kendi ibadetinizi parayla yaptıramazsınız. Kuranı anlayan onun ipine sarılmış hiçbir Müslüman, bir başkasının yerine parayla hacca gidilebileceğine inanmaz. Birileri işin kolayını bulmuş ve İslam a öyle bir nifak sokmuş ki, çık çıkabilirsen işin içinden. Allah hac ibadetini bizlere farz kılmasının önemli bir nedeni vardır. Orada mahşeri bir kalabalığın verdiği duyguyu tatmak ve rahmana benliğimizi, ruhumuzu teslim ederek, huşu içinde yüz binlerin secde etmesinin verdiği hazı, duyguyu tatmaktır amaç. Bizim yerimize bir başkasının bu duyguyu tatmasının bizlere ne faydası olabilir? Elbette oraya gidecek parası olmayan insanları para verip göndermenin mutluluğunu tatmak ve onun sevabından faydalanmak güzeldir, doğrudur ama kendi yerimize hac yaptırmak, rabbin verdiği bir ruhsat asla değildir. Nasıl kendi yerimize parasını verip namaz kıldıramıyor, oruç tutturamıyorsak, yine parasını verip kendi yerimize kimseyi hacca gönderemeyeceğimizi bilelim. Ne yazık ki Diyanet İşleri Başkanlığı dahi, bu yanlışa onay vermekte, parası olup ta gidemeyen birisinin, kendi yerine vekâlet vererek, bir başkasını hacca gönderebileceğini söyleyebilmektedir. Rabbin vermediği bir yetkiyi, ruhsatı kimse veremez. Dini Rabbin Kitabına göre yaşamak istiyorsak, onun verdiği ruhsatın, iznin dışına asla çıkamayacağımızı unutmayalım. Bunun tersini söyleyenlere kanmakla ancak kendimizi kandırırız bunu bilelim. Biz Müslümanların peygamberimize karşı sevgisini ve ona karşı aşırı duygusal zaafımızı anlayanlar, onun üzerinden sözlerle, bizleri asılsız bilgilerle ne hale sokmuşlar. Tüm bu yanlış inançlardan kurtulabilmemiz için, Kuranı anlayarak birçok kez okumalıyız ve kuranı bir bütün olarak düşünmeliyiz. Rahman bu kitabı bizler için bir rehber olsun diye gönderdim diyorsa, ona danışmadan hiçbir söze inanmamalıyız. Oruç ve namaz konusunda birçok detay veren Rabbim, eğer hastalığı yüzünden gücü yetmeyenin yerine vekâletle başkasını hacca gönderebilir diye bir açıklama yapmadıysa, bunları söyleyenlere asla inanmamalıyız. Her bilgi kuran süzgecinden geçirilmelidir, geçiyorsa başımızın tacıdır. Allah ne diyor? ( Enfal sur.22. Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir.) SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  15. Eklemeyi unuttuğum bir konuyu açıklama gereği duydum. Eğer yazının başında verdiğim bu cümleyi şöyle anlarsak kesinlikle doğrudur diyebiliriz. Peygamberimizi anlamak için Allahın sünneti yani kur'anı anlamaktan geçer dersek doğrudur. Yok eğer peygamberimizin sünnetinden peygamberimizi anlamak anlamı çıkartılırsa, bizi yanlışa götürür. Bu yazımı yazmamın asıl nedenide budur. Saygılarımla halukgta
  16. Okuduğum bir yazının başlığında peygamberimizi anlamanın yolunun bakın nereden geçtiğini söylüyor, başlığı aynen yazıyorum. PEYGAMBERİ ANLAMAK SÜNNETULLAH'IN ÇEMBERİNDEN GEÇER. İlk bakışta masum görünen bu düşünce, acaba günümüze kadar ulaşan ve peygamberimizin sözleri, sünnetidir diye bizlere iletilen, birçok bilginin arkasından gidip, hiç araştırmadan ayrım yapmadan, karşılaştıracak bir bilgiye sahip olmadan, peygamberimizi anlamaya çalışmamız doğru olur mu dersiniz? Doğruluğunu karşılaştıracağımız bir bilgiyi önceden almadıysak, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamamız mümkün olabilir mi sizce? Bunu söylemek yerine, peygamberimizi doğru anlamanın yolunun KUR’ANdan geçtiğini söyleyerek, O yürüyen bir kur’andı, peygamberimizi anlamak, tanımak ve onun sünnetini yani hayat tarzını hayatına geçirmek isteyenin yolu, KUR’ANDAN GEÇMELİDİR demek, daha doğru, daha mantıklı ve garanti bir yok değil midir sizce? Gelin okuduğum yazının başlığından yola çıkalım, gerçekten Peygamberimizi anlamak, onun gibi yaşamak, onun felsefesini kendi hayatımıza geçirmek istemenin yolu, yöntemi bugün bizlere tüm mezheplerin inandığı, ama aynı konuda bile birbirinden çok farkları olan, rivayetler yolu ile ulaşmış bilgilerden yola çıkarak, peygamberimizin sünnetidir dedikleri tüm bilgilerden, sözlerden faydalanıp, acaba peygamberimizi doğru anlamak mümkün olabilir mi, gelin bunun üzerinde birlikte düşünelim. Allah aklı boşuna vermemiş, düşünün ve öyle hareket edin, yaptıklarınızdan hesap vereceksiniz diye bizleri boşuna uyarmıyor. Bakın Rabbim bizleri nasıl uyarıyor ve her söylenene inanmanın yanlış olduğunu, bu konuda dikkatli olmamızı, yoksa yaptıklarımızdan sorumlu tutulacağımızı nasıl bildiriyor bizlere ve uyarıyor. İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Yüce Rabbim çok net bir uyarı yapıyor bizlere ve diyor ki; Emin olmadığın sözlere inanma, yoksa sorumlu tutarım sizleri. Önce şunu netleştirelim, en güvenilir ve doğru bilgi kaynağı bizler için hangisidir? Elbette KUR’AN. Çünkü rabbin korumasında da ondan. Ya bizlere iletilen peygamberimizin sözüdür dedikleri diğer bilgiler, sözler kimin korumasında diye kendimize sorsak, nasıl bir cevap vermeliyiz? Bunun cevabını herkes kendisine vermelidir, sanırım cevabı çok açık. Bu durumda kur’ana uyan, onun süzgecinden, onayından geçen, kur’an dışından her bilgiye de korkmadan doğrudur diyebiliriz, yeter ki kur’anın onayından geçsin. Bizlere peygamberimizin hayatından, yaşamından, sözlerinden örnekler verenlere karşı tavrımız çok net belli demektir bu durumda. Bu bilgiler eğer kur’ana uyuyor onun onayından geçiyorsa, kesinlikle doğru kabul edebiliriz ve bizler bu bilgilerden kesinlikle faydalanmalıyız. Çünkü peygamberimizin yürüyen bir kur’an olduğunu bizler söylemiyor muyuz zaten. Peki, neden söylüyoruz bu sözü, şimdide ona bakalım. Bakalım söylediğimizle inandığımız birbirini tutuyor mu? Allah’a ve Resulüne itaat edin; umulur ki merhamet olunursunuz.”(Ali İmran 132) Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse, onu altından ırmaklar akan içinde ebedi kalacakları cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş budur.”(Nisa 13) De ki: Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.(Ali İmran 31). Yukarıdaki ayetlerde Rabbim görev verdiği elçisine uymamızı emrediyor, peki neden bu kadar kesin bir emir vermiş olabilir? Allah ı seven bana itaat etsin diyecek kadar kesin bir emrin verilmesinin nedeni ne olabilir? Bizler buradan şunu çıkarabilir miyiz? Allah kur’an ile birçok hükümler indirmiş, indirmediği bazı hükümleri de elçisi hüküm versin, onun için ona itaat etmeyi Alla a itaatle aynı kılıyor diyebilir miyiz? Eğer buna inanırsak Allah korusun kur’anda çelişki yaratırız ve birçok ayetine de iman etmemiş oluruz. İşin kötüsü bu bir şirktir, sanki rabbimle elçisini aynı konuma getirmiş, aynı yetkileri vermiş oluruz. Hâlbuki kur’an buna şiddetle karşı çıkar ve HÜKÜM YALNIZ ALLAH INDIR DİYEDE BELİRTİR. Yüce Rabbim görev verdiği elçisinin görevini daha kolay yapması için ona itaati kesin kılar, acaba elçisine bu görevi nasıl yapması için telkinde bulunur ve nasıl kesin emirler verir, hatta onu görevi konusunda uyarır, gelin birde ona bakalım. Maide 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez. Hakka 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45 Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik. İsra 74: Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin.75. Bu durumda, biz sana, hayatında kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın. Yüce Rabbim elçisine uymamızı emrediyor ama işi de sıkı tuttuğunu bizlere iletiyor. Dikkat ederseniz Rabbim elçisine nasıl kesin emirler veriyor ve uyarıyor. Siz olsaydınız Yüce Rabbimin bu kesin ihtarından ve tehdidinden sonra, Allahın gönderdiği ve tebliğ etmesini istediği hükümlere tek bir kelime ekleme cesaretinde bulunabilir miydiniz? Elbette bulunamazdınız, zaten peygamberimizde böyle yapmıştır. Onun içindir ki bizlere peygamberimizin sözüdür dedikleri bilgileri, mutlaka kur’an süzgecinden geçirmeliyiz. Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız, peygamberimizin o günde büyük düşmanları vardı, bugünde var. Onun sözlerini değiştirip, ona mal edenler o günde vardı, bugünde var hep olacak tır da, bunu hiç unutmayalım. Hz. İsa yı ve dini yaymak için çevresinde, ona yardım eden 12 havarisini düşünün lütfen. İsa peygamberimize ihanet edenin bu on iki kişi içinden birisinin olduğunu sakın unutmayınız. Allah bu büyük örneği boşuna vermiyor bizlere, ibret alalım ve iman adına bizlere yaklaşacaklara çok dikkat edelim diye bizleri uyarıyor, elbette anlayana anlamak isteyene. Bu bilgiler ışığında şimdi sizlere soruyorum, peygamberimizi doğru anlamanın ve tanımanın yolu, günümüzde hurafelerle dolu hadisleri, hiç ayıklamadan, onları anlamaya çalışmakla mı peygamberimizi daha iyi anlayabiliriz, yoksa kur’anı hayatına geçiren bir elçi olarak onu tanımanın yolu, KUR’ANIN ÇEMBERİNDENMİ GEÇER? Kur’anı doğru anlamayan bir insanın, peygamberimizi de doğru anlamasının mümkün olamayacağına göre, peygamberimizi doğru anlamak isteyen, onun adını kullanıp yalan ve iftiraları ona isnat edenleri temizlemek isteyeninin takip edeceği yol, önce KUR’ANI ANLADIĞI DİLDEN BİRÇOK KEZ OKUYUP, ANLAMAK OLMASI GEREKMEZMİ SİZCE? Peygamberimiz bizleri uyarmış ve bakın neler söylemiştir bu konu ile ilgili. ( ALLAH RESULU BUYURUYOR:”KİM BENİM AĞZIMDAN BİLEREK HADİS UYDURURSA, CEHENNEMDEKİ YERİNİ HAZIRLASIN.”(Müslim) “BENİM AĞZIMDAN YALAN SÖYLEMEK BAŞKA BİRİNİN AĞZINDAN YALAN SÖYLEMEYE BENZEMEZ.”(Müslim) Kur’anı ve Rabbin emirlerini birinci elden almamış KUR’ANIN ÇEMBERİNDEN GEREKTİĞİ GİBİ GEÇMEMİŞ bir insan, acaba aşağıdaki sözleri peygamberimizin sözüdür dediklerinde, O örnek önder elçiyi, peygamberimizi nasıl tanır, doğru anlar mı, bununda yorumunu sizlere bırakıyorum. —Yanında ben anıldığım halde üzerime salât etmeyen kişinin burnu yere sürtülsün. —Yanında adım anıldığı halde bana salatü selam getirmeyen kimse perişan olsun. _Bir insanın başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadına kocasına secde etmesini emrederdim. _Kadınların dinleri ve akılları eksiktir. -“Kadınları göze çarpan odalarda oturtmayın, yazıyı da öğretmeyin. Dikiş öğretin ve nur suresini de iyi öğretin” -“Uğursuzluk kadında, evde ve attadır. -“Kadınlara danışın fakat söylediklerinin aksini yapın.” -“Kadınların akılları şehvetlerindendir. -“Namazı kat eten şeyler köpek, eşek, domuz ve kadındır.” Sizlere sormak istiyorum, buna benzer yüzlerce yalan yanlış ve iftira olan, peygamberimizin sözleridir diye o kadar iftiralar var ki, hadis diye günümüze kadar gelen, eğer kur’anın özüne inmemiş, onun rehberliğinden faydalanmamış bir insan ise bir kişi, nasıl olurda bu ve buna benzer kur’an süzgecinden geçmemiş sözlerden peygamberimizi doğru anlar? Kur’an dan habersiz milyonlarca Müslüman ne yazık ki bu şekilde peygamberimizi anlamaya çalıştığı için, peygamberimize atılan iftirayı da gerçek sanarak, O örnek insanın, rehberimizin sekiz yaşında bir kızla evlendiğini söyleyenlere, ne yazık ki inanma gafletinde bulunmuşlardır. PEYGAMBERİMİZİ DOĞRU ANLAMANIN YOLU KUR’ANIN ÇEMBERİNDEN GEÇER. Kur’anı anlamak için çaba gösteren bir insan ise, peygamberimizin yaşamını aktaran sünnetinden, yani hadislerinden de doğru faydalanır. Onun adına uydurulan tüm sözleri çıkarır atar, kabul etmez ve inananları da uyarır. Rabbim, elçisi vasıtasıyla öyle bir kitap göndermiştir ki bizlere, ona sarılan dosdoğru yolu bulacaktır. Bakın ne söylüyor Rabbim? Araf 2–3: Bu, kendisiyle uyarasın diye ve müminlere bir ihtar olmak üzere sana indirilen bir kitaptır; sakın bundan dolayı yüreğinde bir sıkıntı olmasın. (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Yaratan gönderdiği kur’anı bizler için uyarıcı, rehber ve ihtar olsun diye gönderildiğini söylüyor. Uymayanlar için elçisine üzülme diyor. Fakat bizlere de hitap ederek kesin emrini bildiriyor ve diyor ki; ), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın.) Peki, bizler Rabbin bu uyarısını dinliyor muyuz? Yorum sizlerin. Çünkü herkes hesabını kendisi verecektir. Kur’an uyarıcılık görevini gerçekten o kadar güzel açık ve net yapıyor ki, sanırım bunları görmeyenler ancak bunları okumayanlardır derim. Eğer tebliğ alıp görmezden gelenler varsa, bunu düşünmek bile istemiyorum. Bakın peygamberimiz bizleri yalnız ve yalnız neyle uyardığını söylüyor, yani yaşamında ilham aldığı kaynağın ne olduğunu söylüyor bizlere. Enam 19: Sor: "Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Bu Kuran bana vahyolundu ki, onunla sizi ve ulaştığı herkesi uyarayım. Enbiya 45 De ki: "Ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum." Ama sağırlar, uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler ki! Tam burada şu hatırlatmayı yapmak istiyorum, bu ayeti örnek gösterdiğimde, sorumlu olduğumuz peygamberimize gelen vahiy yalnız kur’an ile sınırlı değildir diyenler var. Ona kur’an dışından da vahiyler gelmiştir deniyor. Şimdi soralım kendimize diyelim ki bu kardeşlerimiz haklı, acaba Rabbim öyle olsaydı aşağıdaki sözü söyler miydi? Zühruf 44: Doğrusu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüttür. İleride ondan sorumlu tutulacaksınız. Düşünebiliyor musunuz Allah sizlere ilettiğim kur’andan hesaba çekeceğim ondan sorumlusunuz diye açıkca söyleyecek, daha sonra kur’anda hiç bahsedilmeyen hükümlerden de bizleri hesaba çekeceğini sorumlu olduğumuzu, nasıl söyleyebiliriz? Sanırım bunları söyleyenlerin KUR’ANDAN ÇOK UZAK OLDUKLARI BELLİ OLUYOR. Bu durumda böyle yanlış bilgilerle donatılmış bir insan, NASIL OLURDA PEYGAMBERİMİZİ DOĞRU ANLAYABİLİR? Demek ki önce kur’ana bizzat müracaat edeceğiz, onu anlamak için çaba gösterip, daha sonrada peygamberimizi anlamaya çalışacağız ki, onu doğru anlayabilelim. Rabbim sarılmamız gereken kitabı, bizlere çok net işaret ediyor ve bakın ne diyor. Araf 170; Kitap’a sımsıkı sarılıp, namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecrini zayi etmeyiz. Sormak isterim, acaba hangi kitaba sarılmamızı istiyor Rabbim? Elbette kur’ana. Eğer sarılmamız gerekene doğru sarılırsak, onu iyi anlarsak, peygamberimizin hayatını, örnek yaşamını da doğru anlama imkânını buluruz. Böylece onun gerçek sünnetini de, nifak tohumu ekenlerin tuzaklarından kurtularak yaşamış oluruz. Rabbin kelamını anlayarak okuyana bir rahmet, bir kılavuz olduğu çok açık. Bakın rabbim bizlere gelen kur’an ayetleri için ne diyor? Enam 104: Gerçek şu ki, size Rabbinizden gönül gözleri gelmiştir. Kim görürse kendisi yararına, kim körlük ederse kendisi zararına... Ben sizin üzerinize bekçi değilim. Rabbimizden gelen kur’an ayetlerinin bizler için GÖNÜL GÖZLERİ olduğunu söylüyor ayet ve bakın ne diyor? KİM GÖRÜRSE KENDİ YARARINA, KİM KÖRLÜK EDERSE KENDİ ZARARINA. Demek ki ayetler bir kısmımızın gönül gözünü açıyor, bir kısmımızın açmıyor ki, Yaratan bunu söylüyor. Aynı kitabı okumamıza rağmen demek ki bir kısmımız, bazı yanlış bilgilerin etkisinde bakıyoruz ki kur’ana, Rabbin gerçeklerini göremeyebiliyoruz. Buradan şunu çıkartabiliriz; Kur’ana müracaat edip gönül gözleri açık olan, peygamberimizin gerçek hayatını, örnek yaşamını, sünnetini yalan ve yanlışlardan arındırıp öğrenecektir. Bir işi anlamaya çalışırken, yanlış yerden başlarsak sonucu da yanlış olacaktır. Peygamberimizi anlamak, onun örnekliğinden, sünnetinden faydalanmak istiyorsak, önce KURANIN ÇEMBERİNDEN GEÇMELİYİZ ki, Allahın elçisi BAŞÖĞRETMEN Hz. Muhammet S.A.V de doğru anlayabilelim. Yoksa birilerinin bataklığında batmaktan, şeytanın esiri olmaktan asla kurtulamayız, İşin kötüsü bunun farkına bile varamayız, taki huzura gidinceye kadar. Allah bu durumdan bizleri korusun. Rabbimden dileğim cümlemizin, önce KUR’ANIN ÇEMBERİNDEN GEÇEN KULLARINDAN OLMAMIZ. Bu çemberden geçenleri hiç kimse kandıramaz, aldatamaz. Bir binayı yaparken, tüm işçiler, mühendislerin çizdiği plandan, hesaptan nasıl uzakta hiçbir iş yapamıyorsa, bizlerde sapasağlam bir dinin temellerini atmak istiyorsak, biz insanların mühendisi olan Yüce Rabbin rehberinden, kitabından asla uzak dini oluşturmamalıyız. Mühendisin hesabı dışına çıkan bir bina nasıl ayakta kalamayacaksa, Rabbin rehberinden uzak yaşacağımız dinin temelleri de o kadar zayıf, çürük ve hatalı olacaktır, elbette ayakta kalması ve bizlere mutluluk getirmesi, yararlı olması da mümkün olmayacaktır. Lokman hekime sormuşlar. Bilgeliğini kimlerden aldın diye. Bakın ne güzel ve anlamlı cevap vermiş. KÖRLERDEN DİYE CEVAP VERMİŞ. ÇÜNKÜ ONLAR YOKLAMADAN ADIM ATMAZLAR. Dostlar, din kardeşlerim gelin bizlerde şeytanın tuzağına düşmemek için, Lokman hekimin sözlerinden yola çıkalım. Din ve iman adına bizlere söylenen her şeyi Rabbin rehberinden KUR’AN DAN YOKLAYALIM, BAKALIM, ONA DANIŞALIM. GELİN ÖNCE KUR’ANI ANLAYALIM DAHA SONRADA PEYGAMBERİMİZİ ANLAMAYA ÇALIŞALIM. EĞER BU İŞE TERSTEN BAŞLARSAK, NE KUR’ANI ANLAYABİLİRİZ NE BİZLERE ÖRNEK OLAN PEYGAMBERİMİZİ ANLAYABİLİRİZ. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
  17. Bizlere dinler arası diyalog diye yutturulan, ama aslında ülkemizde ılımlı İslam adı altında kurmaya çalıştıkları düzenin, İslam a verdiği zararları hiçe sayanlar, elbet bir gün hem insanlık âlemine hem de Rabbime hesap vereceklerdir. Bakın papa dinler arası diyalog planı için ne diyor. ( Dinler arası diyalog, kilise'nin bütün insanları kilise'ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. (jean paul ii. redemptoris missio roma: 1991). Şimdide dinler arası diyalogun ülkemizde ki temsilcisi neler söylüyor bir bakalım, hem de Allah ın Kuranda Yahudiler ve hrstiyanlar için söylediği ayetler hakkında sözlerine dikkat edelim, birilerine sırf hoş görünmek için ne büyük cesaret bu sözler. (Yahudi ve Hıristiyanları kınayan ve azarlayan ayetleri çok sert buluyorum, bu ayetler ya Muhammed a.s döneminde yaşayan ya da kendi peygamberleri döneminde yaşayan bazı Yahudi ve Hıristiyanlar hakkındadır. (küresel barışa doğru: 45. sh.) Ne dersiniz nasılda tam onların istediği bir yorum değil mi? Allah affetsin. Bir örnek daha verelim Yahudi ve Hıristiyan kardeşlerimizi (!) memnun etmek için, bakın neler söylemiş. (Herkes kelime-i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime-i tevhidin ikinci bölümünü yani Muhammed Allah’ın resulüdür kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır." (küresel barışa doğru: 131. sh) Doğrusu çok fazla yoruma gerek yok sanırım. Yahudi ve Hıristiyanlar için Rabbin ayetleri unutulmuş görünüyor çok üzücü. Bu sözlerin kimin sözleri olduğunu sanırım anladınız, bilmiyorsanız ve kimin diyorsanız hala, doğrusu ismini de söylesem hiç fark etmeyecek demektir. Üzerimizde oynanan oyunun farkında değilsek, olamıyorsak oyunun sonuna katlanmasını da bilmeliyiz. Birileri ensemizde boza pişirmeye kalktığında, yahu ne yapıyorsun sen deme hakkını çoktan kaybetmişiz demektir. Allah akıl vermiş kulum kullansın diye. Eğer kullanmıyorsa kulu aklını, doğacak belalardan da Rabbim e sığınma hakkını kaybetmişiz demektir, bu durumdan Allah bizleri korusun. Sizlere ben kurana iman eden bir Müslüman olarak şöyle bir söz söylesem ve benim ardıma düşün desem bana ne dersiniz? ("nihai hedefe ulaşana kadar, yani sonuca ulaşıncaya kadar, her yöntem, her yol mubahtır. Bunun içerisine yalan söylemek de, insanları aldatmak da girer" ) Desem, benim ardıma düşer, sözlerime inanır mısınız? Cevabınızı nefsinize verin, çünkü bu sorunun cevabı kurana iman eden birisi için zaten bellidir. Peygamberimizi düşünün lütfen, Allah ın emrettiği düzeni kurmak için, İslam ı yaymak, ona inanmayanlarla acaba böyle bir yol, yöntem mi izlemiştir dersiniz? Ama bunun da cevabı belli olan bu sorunun günümüzde uygulaması nasıl yapılıyor, biraz önce söylediklerimi hatırlayın. Bunu da günümüzde ki olayları hatırlayıp, küçük bir araştırma yaptığınızda göreceksiniz. İşte bizler kimlerin ardı sıra gidiyoruz, işte bizler Rabbin kitabından uzak İslam ı nasıl yaşıyoruz, ondan sonrada Yüceler Yücesi rabbimden yardım bekliyoruz. Allah bizlerin gönül gözünü açık, gözlerine perde inmemiş kullarından eylesin. Yoksa hakkı batıl, batılı hak görmemiz işten bile değildir. Rabbim bizlere yardım et ne olur. Ülkemiz insanının artık Kuran gerçeklerini görmesini sağla, Kuran ile Allah ile aldatanların kapanına düşürme bizleri ne olur. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  18. Bizler kıymetli bir eşya alırken kılı kırk yarar araştırır, soruşturur öyle alırız. Alacağımız eşyanın, malın en güzelini en sağlamını almak için azami çaba gösteririz bu iş içinde zaman harcarız. Peki dostlar, acaba dinimizin inancımızın temellerini oluşturan kuralların doğruluğunu, sağlamlığını aynı şekilde araştırıyor muyuz, onun içinde aynı zamanı harcıyor muyuz dersiniz? Hiç sanmıyorum, bizler ne yazık ki nefsimizin esiri olmuş, bu Dünyanın zevkine gözleri kapalı dalmış, onun zevkiyle sarhoş olmuş insanlar olarak, İslam’ın gerçek değerleriyle uğraşacak vakti, ona ayırma gereği bile duymuyoruz. Zaman ayırdığını iddia edenlerde genelde ne yazık ki Rabbin rehberine zaman ayırmak yerine, beşerin sözlerine genelde zaman ayırdığını görüyoruz. Bugün sizlere, yaptığımız yanlışlara küçük bir örnek vermek istiyorum. İşin kötüsü de kur’anı rehber almayışımız sonucu, onun adaletinden habersiz oluşumuz sonucunda, peygamberimizin adını kullanarak, kasıtlı ya da istem dışı düşünmeden iyi niyetle söylenen yanlış sözleri ayıramadığımızın, çok açık bir örneğini sizlere hatırlatmak istiyorum. Kur’an adaleti emreder bizlere. Hiçbir şeyin karşılıksız kalmayacağını ne yaparsak karşılığının bulunacağı, hardal tanesi kadar yapılanın hesap günü karşımıza çıkacağı örneğini verir kur’an bizlere. Allah büyük günahlardan sakınmamız gerektiğini hatırlatarak, diğerlerini bana dua etmeniz benden yardım dilemeniz şartıyla affedebileceğinin müjdesini verir. Fakat ne yazıktır ki bizler genelde dinimizi Rabbin rehberinden öğrenmeyip, beşeri bilgilerle İslam ı yaşamayı seçtiğimiz için büyük hatalar yapar, gerçeklerden uzak yaşarız. Sizlere vermek istediğim şu örneği lütfen önce hiçbir etki altında kalmadan aklınızın ve mantığınızın, değer yargılarına göre değerlendirmenizi istiyorum. Acaba aşağıdaki sözleri peygamberimiz söylemiş midir, bu sözler kur’anın hükümlerine uyuyor mu? Ya da bu sözü söylemişse aslında nasıl söylemiş olabilir, gelin bunun üzerinde birlikte kur’an ışığında düşünelim. —La ilahe illallah Muhammed en Resulullah diyen kimse ateşe (cehenneme) girmez. Cehennem ona haram kılınmıştır” —La ilahe illallah diyenin günahları silinir, yerine o kadar sevap yazılır. Yukarıdaki sözleri gerçekten peygamberimiz söylemiş olabilir mi? Gelin kur’an ışığında düşünelim, eğer onay alıyorsak rehberden o zaman doğrudur diyelim. Önce akıl ve mantık süzgecinden geçirebiliyor muyuz bu sözleri, buna bakalım. Bir insan Allaha ve peygamberine inandığını söylemekle, yaptığı tüm kötülüklerden günahlardan kurtulabilir mi? Birde üstüne üstlük bunu tekrar ederek kurtulduğu günahların yerine, o kadar sevap alabilir mi? Sanırım bunun adaletle, hukukla yakından uzaktan bir ilgisinin olamayacağını mantıkla izah etmenin bir yolu asla olamaz. Mantığın ve aklın kabul etmediğini, kur’anın da onay vermeyeceğini gelin birlikte görelim. Şimdide gelin Yüce Rabbin kitabına bakalım, acaba bu kadar kolay mı yaptığımız yanlışlardan, sapkınlıklardan, günahlardan kurtulmanın yolu? Karşımızdaki insanın hakkını hukukunu hiçe sayacağız, ona elimizden gelen zulmü yaptıktan sonrada, La ilahe illallah Muhammed en Resulullah diyerek, bu yaptıklarımızın cezasından kurtulacağız? Sanırım bu cümleleri okurken bile siz böyle bir adaletin doğru olamayacağını düşündüğünüzü biliyorum. Peki, bu sözlere nasıl olurda inanan onca Müslüman kardeşimiz vardır dersiniz? Ben bunu şöyle değerlendiriyorum. Ya Rabbin kelamıyla hiç müşerref olmamış ona danışmamış, ya da okuyup tebliğ aldığı halde bunları görmezden gelenler için, hani birçok kez Rabbim şöyle söyler bu insanlar için; Ben onların gözlerine perde, kulaklarına ve gönlüne mühür vurmuşumdur diyor ya, sanırım böyle bir durum olsa gerek. Başka bir açıklamasını göremiyorum. Şimdide Rabbin kitabına bakalım ne diyor ve bizleri nasıl uyarıyor? Nahl 76: Allah, şu iki kişiyi de misal verir: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şey beceremez ve efendisinin üstüne bir yüktür. Onu nereye gönderse bir hayır getiremez. Şimdi, bu adamla, doğru yolda yürüyerek adaleti emreden kimse eşit olur mu? Enbiya 47: Biz ise, kıyamet gününe ait duyarlı teraziler koyarız da artık, hiç bir nefis hiç bir şeyle haksızlığa uğramaz. Bir hardal tanesi bile olsa ona (teraziye) getiririz. Hesap görücüler olarak biz yeteriz. Hicr 92–93: Rabbin hakkı için, Biz onların hepsine mutlaka ve muhakkak bütün yaptıklarını soracağız. Değerli dostlar, sizce yukarıdaki sözlerden bir cümleyle kurtulacağımızı, hesap sorulmayacağını bağışlanacağımızı ve tüm günahlardan kurtulabileceğimizi mi anladınız? Allah her şeyden nice örnekler verdim dediği kitabında, bu türlü sözlerle kendilerini kandıranlara, oyalayanlara çok güzel sesleniyor ve bakın ne diyor iman eden kullarına ve dikkatlerini çekiyor. Necm 32: Öyle kişilerdir ki onlar, günahın büyüklerinden ve *********liklerden çekinip kaçınırlar. Bazı küçük sürçmeler hariç. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin affı geniş olandır. Sizi en iyi bilen O'dur: Hem sizi topraktan oluşturduğu zaman hem de annelerinizin karınlarında ceninler halinde bulunduğunuz zaman. O halde kendi kendinizi temize çıkmış göstermeyin; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur. Gerçekten Yüce Rabbim İman edenlere büyük günahlardan sakının, benden af dileyenin affını kabul ederim der, ama kendi kendinizi temize çıkarmayın diye de uyarır. Demek ki kimin sakındığını, kimin takvaca üstün olduğunu rabbim yalnız ben bilirim diyorsa, bizler de kendimizce işin kolay yolunu bulmaya çalışmamalıyız. Allah bakın günah ve sevap konusundaki adaletini nasıl bildiriyor bizlere. Enam 160: Kim bir güzellikle gelirse ona, getirdiğinin on katı var. Kötülükle gelene ise yaptığının kadarından fazla ceza verilmez. Onlar, haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şunu asla unutmamalıyız ki hesaba çekilmeyecek hiç kimsenin olmadığını çok açık bir şekilde söylüyor Rabbim ve diyor ki, gönderilen elçileri de hesaba çekeceğiz. Allahın güvenine mazhar olmuş elçilerini bile hesaba çekeceğini söylüyor da, kendi günahları için dua etmesini istiyorsa elçisinden, sanırım bizlerin işinin bu kadar kolay olmayacağını çok iyi bilmemiz gerektiğinin artık farkına varmalıyız. Araf sur.6.ayet: Yemin olsun, kendilerine elçi gönderilenleri muhakkak hesaba çekeceğiz; gönderilen elçileri de mutlaka hesaba çekeceğiz. Yüce rabbim Allah aşkıyla iman yolunda giden, secdelerinde Alla a duada, niyazda bulunan zamanını boş geçirmeyen kulları için bakın nasıl dua ederler diyor bizlere. Furkan 65: Ve şöyle yakarırlar: "Rabbimiz, cehennem azabını bizden uzak tut! Doğrusu, onun azabı inatçı ve yapışkandır.66. Ne kötü bir durak yeridir o (KARARGÂH), ne kötü bir dinlenme( KONAKLAMA) yeri. Bizler işin kolay yolunu bulmuş kendimizi inandık, iman ettik demekle temize çıkararak, bize cehennem azabının hiç dokunmayacağını söyler dururuz. Fakat bakın Rabbim gerçek iman edenler ne diyormuş ve neye inanıyormuş ve nasıl dua ediyorlarmış, ayeti anlamaya çalışalım şimdi de. Cehennem azabının insanlar üzerine adeta yapıştığını ve kurtulmanın zor olduğunun bilinciyle Rabbine yalvarıyor ve bakın cehennem hakkında ayetin sonunda ne diyor, bence dikkatle bu sözlerin üzerinde düşünelim.(Ne kötü bir durak yeridir o(KARARGÂH), ne kötü bir dinlenme ( KONAKLAMA) yeri.) Burada anlatılmak istenen iki önemli nokta var. Birincisi durak, karargâh yeri olması, diğeri ise dinlenme, konaklama yeri. Dikkat ederseniz çok farklı iki anlamı olan sözcüklerle anlatılmak isteniyor. Birincisinde kalınacak, durulacak son nokta, diğerinde ise kötü bir dinlenme, konaklama yeri. Dinlenme yeri derken de, geçici ama bir müddet kalınacak hiç istenmeyen bir yer olduğu anlaşılıyor. Burada sorulacak bir soru var sanırım. Ne kadar kalınacak. İşte Rabbim bu konuda hiçbir açıklama yapmadığı halde bizler, yine kendimizi temize çıkarmak adına kolayını bulmuş ve ne diyoruz biliyor musunuz? İman ettiğini söyleyen Müslümanlar burada hiç kalmayıp, cehennem ateşi bizleri hiç yakmayacak ve buradan geçmek ve görmek maksadıyla geçeceğimizi söyleyebiliyoruz. Allah bizleri affetsin. İşte beşerin adaleti. Yaptıkları onca kötülüklerden nede güzel sıyrılıyoruz, kurtuluyoruz. Hâlbuki bakın yine Furkan suresi 65. ayette verdiğim örnekte olduğu gibi, Rabbim ne diyordu bizlere. Meryem 71: İçinizden oraya uğramayacak hiç kimse yoktur. Bu, Rabbin üzerinde kesinleşmiş bir hükümdür. 72 Sonra biz, korunup sakınanları kurtaracağız. Zalimleri de orada dizleri üzerinde çökmüş bırakacağız. Yukarıdaki ayeti, Rabbin sözlerini lütfen anlamaya çalışalım. Allah içinizden hiç kimse yok ki cehenneme uğramayacak olmasın diyor ve bu bilginin kesin bir hüküm olduğunu da belirtiyor. Fakat bu hükmün devamında ise yine yüce Rabbin adaletini görüyoruz ve bakın nasıl bir müjde veriyor iman edenlere.( Sonra biz, korunup sakınanları kurtaracağız.) Demek ki iman eden, kendisini koruyan, kullarını daha sonra Rabbin kurtaracağını söylüyor. Burada ki sözcükte önemli. Dikkat ederseniz kurtarılmaktan söz ediyor Rabbim. Demek ki iman edenler bir esaret altında, zor bir durumda ki Rabbim onları kurtaracağını söylüyor bulundukları yerden, zalimleri iman etmeyenleri ise dizleri üstünde çökmüş cehennemde ebedi bırakacağını bildiriyor. Dikkat ederseniz kimin ne kadar kalacağı konusunda hiçbir bilgi vermiyor. Dikkatle düşünmemiz gereken konu iman edenlerin kurtarılacak olması. Kurtarılma sözü kimin için söylenir? Zor bir durum içinde olanlar için elbette. Bizlere düşen açıklanmayan bir konuda yorum yapmak yerine, burada en az kalmanın yolunu aramak olmalıdır. Peki, Rabbin kendi katında olan bir bilgi hakkında açıklama yapmadıysa bizler kendimizce bilmediğimiz konularda açıklama yapıp, ondan sonrada bu bilginin Allah katından olduğunu söyleyebilir miyiz? İşte yaptığımız en büyük yanlışta buradan kaynaklanıyor zaten. Rabbimin hiç açıklamadıkları bilgileri, bizler kendimizce ilaveler yaparak açıklamakla ve bunlar Allah katındandır demekle, haramın en büyüğünü işlediğimizin farkında bile değiliz. Bakın bunu yapanları Rabbim nasıl uyarıyor. Araf 33; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. Ayeti dikkatle incelediğimizde, Allah hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi ve Allah katında bilmediğimiz şeyleri söylememizi HARAM kıldığını söylüyor. İşte yaptığımız yanlışın nerelere ulaştığının üzücü kanıtıdır. Haram sözcüğünü kur’anda geçen yine haram kıldım dediği konularla lütfen karşılaştırınız. İşte o zaman yaptığımız yanlışın farkına daha iyi varacağımıza inanıyorum. Allah oraya uğramayacak hiç kimse yoktur diye hüküm verdiyse, yine cehennemim çok kötü durak yeri ve kötü bir dinlenme yeri olduğu açıklamasını da yaptıktan sonra, iman eden korunan kullarını kurtaracağı müjdesini verdiyse rabbim, bizlere düşen açıklanmayan konularda fikir yürütmek olmamalıdır. Bizlerin yapması gereken, Rabbin rehberinden feyiz alarak onun yolundan yürümeye çalışıp, en az hata yapmanın yollarını arayıp, cehennemde O KÖTÜ DİNLENME YERİNDE, EN AZ KALMANIN YOLLARINI ARAMALIYIZ. Bizler Rabbin açıklamadığı konuların peşinde koşmak yerine, açıklanan ve apaçık hükümler verilen, örneklerle açıklama yapılarak, anlatılanlardan dersler çıkarıp, YÜCE RABBİM E YAKIŞIR BİR KUL OLMANIN, YOLUNU ARAMALIYIZ. Yukarıda örnek verdiğim La ilahe illallah Muhammed en Resulullah diyen kimse ateşe (cehenneme) girmez, Cehennem ona haram kılınmıştır sözünü, acaba peygamberimiz bu şekliyle mi söylemiştir? Yoksa La ilahe illallah Muhammed en Resulullah diyen kimse bu sözü özde, benliğinde yaşadığında cehennemde en az konaklayan ümmetim olacaktır demiş olması daha büyük ihtimal değil midir sizce? Yorum sizlerin. Doğruyu gerçek doğruyu Rabbim bilir. Bizlere düşen Rabbin rehberiyle yaşamak tüm söylenenleri onun süzgecinden geçirmek ve imanımızı onun nuruyla güçlendirmek, yön vermek olmalıdır. Dilerim Rabbimden, bizler Yüce Rabbim e yakışır bir kul olup, o kötü dinlenme yerinde en az kalan kulları arasında oluruz. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  19. Değerli dostlar, biz insanoğlu olarak bu Dünyada bir evimiz birde arabamız olmasını çok isteriz. Daha açıkçası iki anahtar peşinde koşarız yaşamımız boyunca. Çünkü o iki anahtarı almak, yaşantımızın kalitesini önemli ölçüde etkiler. Aslında bir anahtarın daha peşindeyizdir, bu Dünya da kalıcı olmadığımızı hatırladığımızda, o anahtarın peşinden gitmenin, ona sahip olmanın hep kolay yollarını ararız. Elbette cennetin anahtarıdır bu. Fakat Dünyada edinmek istediğimiz anahtarlar genelde çok fazla ağır bastığı için, cennetin anahtarını hep birilerinden kolayca edinme yoluna gideriz, diğer anahtarların peşinden koşmaktan, o anahtarı elde etmek için çok zaman ayırmak işimize pek gelmez her nedense. Bir ev ya da araba almak istediğimizde bizler, çalışır çabalar ve alın terimizle kazandığımız paralarla alırız, elbette böyle olunca onun kıymetini de bilir daha dikkatli oluruz. Yani gerçekten çok zordur bu iki anahtarı almak. Bazen insanın yıllarını alır. Bazen de ikisini de elde edemeden gider insan bu Dünyadan. Peki dostlar, cennetin anahtarını niçin bizler uğraşıp almıyoruz da, çaba göstermeden birilerinin yardımıyla alacağımıza inanıyoruz, bunu hiç düşündük mü? Cennetin anahtarını alabilmek bu Dünyada acaba araba ve ev almaktan daha mı kolayda bu işin kaynağını, yetkisini başkalarında arıyoruz? İşte yaptığımız bu yanlışın artık farkına varmalıyız. Nasıl ki ev ve araba almak için, zorlu bir çalışmanın içine bizzat kendimiz girmiş isek, cennetin anahtarını da almak istiyorsak, aynı yolu izlemeli, kimseden kolayca alamayacağımızı bilip aynı çabayı, hatta çok daha fazlasını burada da göstermeliyiz. Allah cennetin anahtarı kur’anda gizlidir diyor ve bizleri o güzelliğin, nurun, ışığın, kalp gözünün içine davet ederek, anahtarı bizzat bizlerin bulmamızı istiyor, araya kimseyi sokmadan. İşte dostlar eğer cennetin gerçek anahtarını almak ve sahip olmak istiyorsak, bu işinde öyle kolay olmadığını, bu anahtara sahip olmak içinde bizzat kendimizin çaba göstermesi gerektiğini artık anlamalıyız. Bir evin anahtarını almak istiyorsak, o evin gerçek sahibini bulmalıyız. Eğer bizler evin gerçek sahibi ile muhatap olmadan evi satın almak ve o evin anahtarını almaya çalışıyorsak, eve girmek istediğimizde çok büyük bir yanılgı ve üzüntü ile karşılaşabiliriz. Evin anahtarı gerçek sahibinden alınır, birileri anahtarı bende var diyorsa, bu riski göze almak yerine, gerçek sahibiyle muhatap olmalıyız. Günümüzde cennetin anahtarını vaat edenler var. Rabbimden başka hiç kimse cennetin anahtarını vaat edemez. Mülkün sahibi yalnız O dur. Cennetin kapısından girmek isteyenler şunu bilmelidir ki, çok açık cennetin anahtarı kur’an da gizlenmiştir. Ona müracaat eden, hiç şüphesiz cennetin orijinal, şaşmaz anahtarını çok rahatlıkla bulacaktır. Beşerin vereceği anahtar gerçeği gibi asla olamaz. Rabbin verdiği anahtar katkısız, saf ve gerçektir. Beşerin anahtarı mutlaka katkılı olacaktır. Her değer saf olduğu miktarı kadar değerlidir. Altın nasıl saf iken değeri daha fazla ise, katkı oranı kadar değer kaybeder. İşte gerçek bilgi ve iman da aynen böyledir. Ne kadar hurafe ve asılsız rivayetler karışmış ise, imanın ve cennetin anahtarının gerçekliği de o kadar zayıf ve geçersiz olacaktır. Hepimizin tek bir amacı vardır bu Dünyada. Cennetin anahtarına sahip olmak. Allah size indirdiğim kitaba sarılın, imtihanınız bu kitaptan olacaktır ve sizi cennetin anahtarına ulaştıracak diyorsa, bunun tersini söyleyenlerin anahtarları, bilelim ki cennetin gerçek anahtarı değildir. Rabbim rehberinde sakladığı cennetin anahtarını, bu kitapta bulacağımızı işaret ediyorsa, bu kitapta her şeyin olmadığını söyleyenlere ve bu kitabın rehberliğini yeterli bulmayanların anahtarlarının sahte olduğunu, cennetin kapısını asla açamayacağını çok iyi idrak etmelidir. Rabbim rehberinde din ve iman adına VELİLERİN ARDINA DÜŞMEYİN DEYİP, güvenilecek ve dayanılacak VELİNİZ YALNIZ BENİM DİYORSA, bu sözleri görmezden gelip, hala veliler edinip cennetin anahtarını onlardan almaya çalışanlar, şunu bilmelidir ki o anahtarın cennetin kapısını açması, hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Bizlere, sizler kur’andan anlayamazsınız diyerek, Rabbin cennetin gerçek anahtarına ulaşmamızı da engellemişlerdir. Hâlbuki aklı başında her insana kur’anın çok şeyler vereceğini söyleyen Rabbim, bakın ne diyor? Muhammet 24: Peki bunlar, Kur'an'ın anlamını inceden inceye düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpler üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Casiye 20: Bu Kur'an, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o. Kamer 22 Yemin olsun ki, biz, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? İbrahim 52: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. Yüce yaratan bizlere indirdiği rehberini okuyan her insanın inceden inceye düşünmesini özellikle istiyor. Elbette kimisi az anlar kimisi çok, fakat hepimizin ilk önce müracaat edilmesini anlayarak okumasını ve üzerinde düşünmesini istiyor yaratan. Bunu yapamayanlar için Rabbin söylediği çok anlamlı. Yoksa kalpleri üzerinde o kalplerin kilitleri mi var? Diğer ayetinde ise Kur’anın anlayarak okunduğunda, kalp gözlerini açacağını müjdeliyor bizlere. Gereği kadar inanan insanlar içinde kılavuz ve rahmettir diyor. Düşünebiliyor musunuz birileri kur’anı herkes anlayamaz diyor ama Rabbim ise tam tersine yemin ederek, birçok kez tekrar edip, Kuran'ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık. Fakat düşünen mi var? Diyor. Sanırım düşünmeyen ve okumayan bu tebliğlerden elbette mahrum olacaktır. Allah aklı ve gönlü işleyenler için ibret alınması için Rabbin bir tebliği olduğunu söylediği halde, bizler hala kur’anı anlaşılması zor bir kitap olduğunu söyleyenlere inanmaya devam ediyoruz. Bunu söyleyenlerin telaşı, söyledikleri yalan ve yanlışların kur’an ile ortaya çıkmasının telaşının göstergesidir. Şimdi düşünelim, bizlere yıllarca sizler kur’andan anlayamazsınız, onu Türkçesinden okumak bile günahtır diyerek Arapçasını oku, anlamasan da Allah size sevap yazacaktır demediler mi? Sizce bu sözleri söyleyenlerin gösterdiği yoldan giden cennetin gerçek anahtarına ulaşabilir mi? Yüce Rabbim şefaat tümden bana aittir dediği halde, kelimelerden medet umarak kur’anda anlam kargaşası yaratmak pahasına, şefaat çiler edinip onların peşinden giderek cennetin anahtarını aramadılar mı? Rabbim bakın bu kadar açık söylemesine inatla, veliler edinip bunlardan şefaat umanlara rahman ne diyor? Secde 4: Allah'tır ki gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra arş üzerinde egemenlik kurmuştur. O'nun dışındakilerden size ne bir dost vardır ne de bir şefaatçi. Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız? Allah daha nasıl açık söyleyebilir bilmiyorum. Din ve iman adına dayanacağınız, dost ve şefaatçi yalnız benim dediği halde, bizler cennetin anahtarını kur’anda değil, beşerin peşinde ararsak sizce gerçek anahtara ulaşabilir miyiz? Bu anahtarın huzura gittiğimizde cennetin kapısını açacağına nasıl inanırız? Bizlerin din ve iman adına sorumlu olduğumuz kitabın kur’an olduğunu Rabbim birçok kez söylediği halde, kur’an dışından da birçok hükümlerden de sorumluyuz diyenlere, bakın Rabbim hesap sorulacağı gün ortaya ne konacak diyor? Zümer 69: Yeryüzü, Rabbinin nuruyla parıldamış, Kitap ortaya konmuş, peygamberler, tanıklar getirilip aralarında hakla hüküm verilmiştir. Onlar asla haksızlığa uğratılmazlar. Yüce Rabbim hesap günü kur’an ortaya konacak ve hesap sorulacak dediği halde, her şeyin her hükmün kur’anda olmadığını söyleyenler, bizleri ciltlerce dolu kitaplara yönlendirenler, acaba gerçekten çok istediğimiz cennetin anahtarını bizlere sağlayabilirler mi? Sizler kur’andan anlayamazsınız diyerek aklımızı devre dışı bırakanlara, düşünme melekemizi kullanmamızı engelleyenlere, bakın Rabbim ne diyor? Enfal sur.22. Çünkü yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır-dilsizlerdir. Yukarıdaki ayette rabbim, diğer canlılardan üstün yaratıp akılla yücelttiği insanın, bu özelliğini kullanmamasını sağır ve dilsiz insanlara benzetiyor. İşte rabbin verdiği aklı kur’anı anlamak için kullanmayanlar, sen anlayamazsın diyenlere inananları, Allah katında çok kötü bir durumda olacaklarını anlatıyor. Bizlere eğer kur’an dışından da hükümler peygamberimize gelmiştir diyenler varsa, onlara şu ayeti hatırlatalım ve onlara inanmayalım. Bilelim ki hesap vereceğimiz tek kitap ve hükümler KUR’ANDIR. Yasin 69: Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır. Rabbin sözlerine kulak verelim. Peygamberin söyledikleri Allah tan gelmiş öğütlerin olduğu apaçık KURAN dır diyor. Gelin Rabbin vaat ettiği o güzel mekânın anahtarını beşerin rivayetlerinde değil, bizzat rehberinde KUR’AN DA arayalım. Daha sonra onun ışığını gönlümüze yerleştirip tüm bilgileri yine onun ışığıyla arayalım, tarayalım, araştıralım bizlere faydalı peygamberimizin hayatına geçirdiği yaşamını, davranışlarını ve insanlığa örnek hayatını sünnetini öğrenelim bizlerde hayatımıza geçirelim. Çünkü Allah peygamberimizin yaşamının bizler için örnek olduğunu bakın nasıl bildiriyor. Ahzap 21: Yemin olsun, Allah resulünde sizin için, Allah'ı ve âhiret gününü arzu edenlerle Allah'ı çok ananlara güzel bir örnek vardır. Demek ki peygamberimizin yaşamı bizler için güzel bir örnekmiş. Elimizden geldiğince her bilgiden istifade edelim. Bizlerin amacı Rabbin cennetinin anahtarına sahip olmak değil mi? Bu yolda hiç kimsenin sözlerine kanmadan, yolumuza Kur’an ışığında devam edelim. Hesap günü rabbim ortaya KUR’ANI konacağını söylüyorsa, hesap vereceğimiz kitap, rehberimiz kur’an demektir. Birbirimizi beşerin sözlerini aklamak adına kırmayalım, birbirimizi suçlamayalım. Suçlamakla elimize bir şey geçmez. Bizlere düşen aklımızı devre dışı bırakmadan, Rabbin rehberini anlamaya çalışmak olmalıdır. Bizler dostlarımızı Kur’an ile uyarmalı ve yine KURANA DAVET ETMELİYİZ Kİ, RABBİN VAAT ETTİĞİ CENNETİN ANAHTARINA SAHİP OLABİLELİM. Rabbim inşallah cümlemizi, cennet mekânın anahtarına sahip olan kulları arasına alsın. Bu uğurda çaba gösteren, bu yolda canını feda eden kullarından eylesin bizleri. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  20. Çok şükür bu yılda Ramazan ayına kavuştuk. Rabbim yalnız bizlere değil, bizden öncekilere de oruç tutmayı farz kıldığını bizlere Kuranda şöyle anlatır. (Bakara 183: Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekiler üzerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazılmıştır. Bu sayede korunmanız umulmaktadır.) Bu ayetten de anlaşılıyor ki oruç bizlerin korunması maksadıyla emredilmiştir. Yine bir ayetinde orucun faydasını anlatmak içinde şöyle söyler ayetinde.( Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır.) Allah bizler için faydası olan oruç konusunda kur’anda çok detaylı bilgide vermektedir. Benim üzerinde durmak istediğim konu ise bizlere günümüz de öğretilen ve orucun başlama vaktinin, kur’anın emrettiği vakit ile aynı olup olmadığı konusunda konuşmak olacaktır. Her yıl dağıtılan imsakiyelerde Diyanet İşleri Başkanlığının verdiği imsak ve namaz vakitleri yazılıdır. Bizlere de öğretilen ve imsak vakti olarak belirtilen, sabah namazının vakti olduğu belirtilir. Yani sabah ezanı okunduğunda artık oruca başlamamız gerektiği öğretilmiştir bizlere. Gerçekten doğrumudur dersiniz bu öğreti, Allah böylemi emrediyor kur’anda acaba? Geçen akşam bu konu konuşuluyordu televizyonda ve bir vatandaş göğsünü gere gere, hatta Rabbin apaçık ayetlerini okumasına rağmen Diyanetin, bilim adamlarının belirlediği imsak vaktinin bence çok doğru zaman olduğu tezini savunuyordu. Günümüz ilmiyle hesaplandığı söylenen dakikalarla hesaplanmış bu zamanları önce düşünelim, sonrada çok fazla geriye gitmeden acaba yüz, yüz elli yıl önce insanlar nasıl hesaplıyorlardı dersiniz onu düşünelim? Ne saat var nede günümüzdeki gelişmiş ilim. Eğer bugün ilim adamlarının saniyelerle değişen bu zamanın gerçek oruca başlama vakti olduğunu söyleyen ve savunanlar acaba geçmişte oruç tutanların yanlış zamanda başladıklarını mı söylüyorlar dersiniz? Elbette bunu söyleme cesaretleri yok, ama savundukları düşünce bunu anlatıyor. Allahın yemin ederek bu dini sizler için kolaylaştırdım demesi, doğrusu hiç hatırlanmıyor bile. Sahura kalktık ve imsakiyeye baktım imsak vakti 04:39 yazıyordu. Tam bu vakitte de gerçekten ezan okundu. Bizlere öğretilene göre artık yeme ve içmeyi kesmemiz gerekiyordu bizde öyle yaptık. Gerçekten oruca ezanın okunması ile mi başlamamız gerekir dersiniz? Allah oruç tutmamızı emrediyorsa bu konuda açıkça her şeyi yazmıştır demiştim, gerçektende her şeyi yazmış. Ne zaman başlayacağımızı ve bitireceğimizi de çok güzel bir örnek vererek izah etmiş bizlere. Bakalım rabbin verdiği örnek bizler için rehber mi olmuş, yoksa lafta mı kalmış, gelin beraber bakalım önce Allah ayetinde ne diyor bu konuda ona bakalım. (Bakara 187: Oruç gecesi kadınlarınıza cinsel yaklaşım size helal kılınmıştır. Onlar sizin için giysidir/eştir, siz de onlar için giysisiniz/eşsiniz. Allah sizin öz benliklerinize yazık etmekte olduğunuzu bilmiş, tövbelerinizi kabul edip sizi affetmiştir. Artık şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdığı şeyi arayın. Tan yerinin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar yiyin için; sonra da orucu gece oluncaya değin tamamlayın. Mescitlerde itikâfta bulunduğunuz sırada zevcelerinizle cinsel temas kurmayın. İşte bunlar Allah'ın yasaklarıdır, bunlara yaklaşmayın. Allah, ayetlerini insanlara işte böyle açıklar ki korunabilsinler.) Yukarıdaki ayette geçen oruç vaktini belirten kısımları alalım önce. (Tan yerinin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar yiyin için; sonra da orucu gece oluncaya değin tamamlayın.) Bu cümleden ne anlıyoruz önce onu açalım. Burada beyaz iplik ve siyah iplik bir mecaz örnekle karanlık ve aydınlığın buluşma noktasından bahsediyor. Burada dikkat edin, güneşin doğmasından bahsetmiyor, eğer öyle olsaydı güneş doğduğu zamana kadar derdi Rabbim. Allahın örnek verdiği bu fecr vakti zamanı nasıl bir zaman olabilir? Verdiği örnekten de anlaşılıyor ki gecenin bitişinin gündüze ilk adım vakti ve karanlığın artık gün aydınlanmasıyla baktığımız şeylerin fark edilme zamanı, anı diyebiliriz. Allah dini sizler için kolaylaştırdım diyorsa, bizleri saniyelerle başlayan ve biten bir oruca asla mahkûm etmez. Şimdi hemen hatırlayın koskoca yetkili ve sorumlu insanlar, yanlışlıkla birkaç dakika önce ezan okuyan ve orucunu buna göre bozan binlerce insana sizin orucunuz kabul olmaz, yeniden tutacaksınız diyebilmektedirler. İşin ilginci sabah namazının vakti de fecr vakti, yani tan yeri ağarmasına yakın, gecenin gündüze yakın vaktidir. Sabah namazını camiye gidenler bilir, ezan belki erken okunur ama namazın farzı beklenir ve daha sonra kılınır. Sanırım yapılan yanlışa bir başka açıdan baktığımızda her şey birbirine karışmış, ama açmaya düzeltmeye çalışan her nedense kimse yok. İşte Allahın kitabından zerre kadar habersiz, beşerin öğretisinin ön plana çıkan dini, ne hallere düştüğümüzün komik örneği. Sabah ezan okunduktan sonra namazımı kılıp özellikle yatmadım ve gökyüzüne baktım izledim. Bunu lütfen sizlerde yapın. Sahura yaklaşık ezandan bir saat önce kalkmıştık. Gökyüzü açıktı karanlık ve yıldızlar çok net izleniyordu. Bu testi özellikle eşim ile birlikte yaptım ki hatam olursa beni düzeltmesini ve uyarmasını istedim. Gökyüzüne baktığım zamandan sonra, yaklaşık bir saat sonra ezan okundu, o anda da gökyüzüne baktım ama hiçbir değişiklik yoktu, yani gecenin zifiri karanlığı devam ediyordu. Bekledim yatmadım yaklaşık ezandan sonra 35 dakika geçmişti hala hava gecenin zifiri karanlığıyla aynıydı. Hemen Rabbim in ayeti geldi aklıma oruca başlama vaktiyle ilgili.( Tan yerinin beyaz ipliği siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar.) Yaradan bu vakit geldiğinde oruca başlayın emrini veriyordu bizlere, ama verdiği emir ile beşerin öğretisi neden tutmuyordu? Neden milyonlarca insanı daha erken oruca başlatıyorlar diye düşündüm ve bunun hesabını nasıl verecekleri korkusu geldi aklıma. Ama buna benzer o kadar yanlışlar vardı ki. Şimdide gelelim orucun bitiş anına bakın ne diyordu Rahman hatırlayalım. (sonra da orucu gece oluncaya değin tamamlayın.) Bizler Allahın gece olunca orucu tamamlayın sözünden gecenin zifiri karanlığını her nedense anlamamışız. Güneşin tamamen batıp havanın karardığı anıda anlamamışız, gündüzün geceye geçişi olduğunu doğru anlamışız da, neden zifiri karanlıkta orucu başlatmışız anlamak çok zor. Günümüzde akşam namazının okunduğu vakti hatırlayın, gecenin zifiri karanlığı değil, ama gecenin başladığı ilk zaman vaktidir. İşte Yaradan oruca başlama vaktinin de verdiği örnekte olduğu gibi, yani baktığımızda bazı şeylerin hala fark edildiği bir zamanı tarif etmesine rağmen, bizler kendi düşüncelerimizi kurandandır diyerek, Rabbi ne yazık ki görmezden gelmişiz. Allah bizleri affetsin. Amacım yanlış olan bir konuyu gündeme getirmek ve yolumuzun gerçekten kuran yolumu olup olmadığını hatırlatmaktır. Ben Rabbin kitabından anladıklarımı aktardım, Allah yanlışlarımı affetsin. Rabbim sizlere akıl verdim düşünün ve aklınızı çalıştırın diyor. Bizler ne yazık ki aklımızı bir kenara bırakmış birilerinin düşünceleriyle iman eder olmuşuz. Geri dönüşü olmayan yola girmeden önce emanet verdiğimiz aklımızı lütfen geri alalım, yoksa çokkkkk ama çokkk pişman oluruz. Rabbim inşallah oruçlarımızı sağlık içinde tutmamızı nasip eder ve katında kabul eder. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  21. Her anne ve baba evlatlarını doğruya ve güzele ulaştırmak için eğitir ve bu yolda çaba gösterir. Amaç iyi bir insan olmak ve huzurlu rahat bir hayat sürmektir. Çocuklarımızı yetiştirirken daha küçük yaşlarda onlara öğrettiğimiz ilk şey, anne babaya saygıdır. Yani dünyaya getirip büyüttüğümüz, hatta her şeyimizi feda edeceğimiz çocuklarımızdan önce saygı bekleriz. Daha sonrada topluma faydalı olması için onu toplumun kuralları doğrultusunda yetiştirme telâşe sine düşeriz. Bu yolda evlatlarımızı eğitirken onlara bazı kurallar koyarız. Örneğin çocuklarımızın iyi bir eğitim almasını ister, onlara öğretmenler tutar, kurslara göndeririz. Bu yolda bazen cezalar verir, bazen de ödüllendiririz, amaç evlatlarımızın iyi bir insan olması içindir. İşte Yüce Rabbimde aynen böyle yapar. Yol gösterir önerilerde bulunur. Şimdide Yaratan ı düşünelim, acaba bizleri doğruya iletmek adına nasıl bir yol izliyor? Yaratan da yarattığı kullarını aynı yöntemle doğruya iletme çabası içindedir. Çünkü düzeni kuran bizzat kendisidir. Kur’anı Allah bizlere rehber olarak gönderdiğini birçok kez söyler. Demek ki bu Dünyada güzel ve doğru bir hayat sürmek istiyorsak, tıpkı anne ve babasının yönlendirmesiyle doğruyu öğrenen çocuk gibi, biz yetişkin tüm insanlarda bizlerin güvenecek ve dayanacak TEK VELİMİZ OLAN ALLAHIN REHBERİNDEN YOLUMUZU BULMALIYIZ. Rehbere baktığımızda en çok üzerinde durulan üç konuyu görüyoruz. 1.Namaz kılmak. 2.Oruç tutmak. 3. Zekât vermek. Demek ki huzur içinde yaşamanın üç ana yolu buradan geçiyor ki Allah, özellikle bunlar üzerinde çokça duruyor. Şimdide isterseniz kısa olarak bu üç başlığın üzerinde düşünelim. Acaba bu üç ana emri, ibadeti bizler yerine getirdiğimiz de, bu Dünyada çok fazla faydası olmayıp, bu yaptığımız ibadetlerin, Allahın huzurun damı karşılığı görülecektir, bu sorunun cevabı gerçekten önemli. Yazımızın başında, bir ailede evladını yetiştiren anne babanın örneğini vermiştim. Anne ve babanın yaptıkları evlatlarına bir rehber oluşları idi. Büyüklerinin sözlerini dinleyen evlatlarımız başarıya ulaşmanın mutluluğu içinde olmuşlardır her zaman. Söylenenleri yapmayan çocukların sonu da, yine karşılığını buluyor. Yüce Rabbin gönderdiği kitaba, rehbere uyduğumuzda, saydığımız ibadetlerin öncelikle bu Dünyada faydası olması gerekmez mi bizler için? Gerçektende Rabbin çokça zikrettiği bu üç konuyu şimdi bu mantıktan yola çıkarak düşünelim. Allah namaz kılma emrini çok önemsemiş, önermiş fakat rekât sayısı konusunda bağlayıcı olmamıştır. Geçmişte kılamadığımız namazlarımızı kılmamız için bizlere bağlayıcı hiçbir ayet indirmediği halde, orucumuzu tutamadığımızda ise, geriye dönük borçlu olacağımızı hatırlatıp, tutamadığımız oruçları tutmamızı istemiştir bizlerden. İşte bu iki konun nedenlerini de bu bağlamda düşünmeye çalışalım. Namaz konusunu bizlere anlatırken adeta yaşadığımız o an, o gün için bizlerin yanlış ile doğru arasında, sanki bir sigorta olduğunu anlatmıştır bizlere. Bakın Rabbim bu konuda ne diyor? Ankebut 45: (Resulüm!) Sana vah yedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir. Sanırım namazın önemini anlatan bundan daha güzel söz olamaz. Demek ki namaz ile Allah ı anıyor onu zikrediyor, ondan yardım istiyoruz ki, her an onu hatırlamak bizleri kötüden, şerden koruyor, uzak kalmamızı sağlıyor. Demek ki namazı kılmakla karşılığını hemen bu Dünyada yaşadığımız o an alıyoruz. Bedenimizin ruhunu şerden koruyor ve onu kontrol etmesini öğreniyoruz. Allah oruç konusunda açıklama yaparken, tutamadığınız orucu daha sonra tutun dediği halde, acaba kılamadığınız namazı daha sonra kılın emrini kur’anda niçin vermemiş olabilir dersiniz? Çünkü namaz her gün bizlere belli vakitlerde farz kılınmıştır. Namazın faydası o gün, o an için bizlere fayda sağlayacaktır. Bizleri şerden uzak tutacak, bizleri şeytanın vesvesesinden koruyacaktır. Eğer bizler namazımızı belli bir zaman içinde kılmamış isek, zaten o günün sigortasını kullanmamışız demektir, bu kayıp bir gündür, kayıp günde yaptıklarımız artık kayda geçmiştir. Namaz insanın şeytana karşı adeta sigortasıdır, namazı kılmamış isek o gün geçmiş ve kaybedilmiştir, o gün yaptıklarımızı artık geri getiremeyiz, değiştiremeyiz. Bundan dolayıdır ki namazda geriye dönüş yoktur. Oruç konusunu da aşağıda yeri geldiğinde bahsedelim, namaz ile arasındaki farkını daha iyi idrak edelim inşallah. İşte burada hatırlamamız gereken en önemli konu, acaba biz namazlarımızı bilinçli, ne söylediğimizi anlayarak kılıp, namazın getireceği faydalardan yararlanabiliyor muyuz, burası çok ama çok önemli. Yoksa amacına uygun olmayan, yüzlerce rekat namaz kılıp fayda sağlanacağını beklememiz, kendimizi kandırmaktan öte gitmeyecektir. Maun 4: İşte (şu) namaz kılanların vay haline,5. Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar.6. Gösteriş yapmaktadırlar,7. Ve hayra da mâni olurlar. Yukarıdaki ayetten de anlıyoruz ki, bir işi şekilsek yapmak la olmuyormuş. Hatta namazı gösteriş olarak kullananlar, ne yazık ki günümüzde çoğunlukta hayırlara da mani olduklarını söylüyor Allah. Lütfen hatırlayınız ve düşününüz, günümüzde bakın bu adamda namaza gidiyor desinler, çevresinde iyi Müslüman izlenimi bırakmak, hatta toplumları aldatmak için namaz kullanılmıyor mu? İşte bu namazın bu Dünyada hiçbir faydasını bu insan göremeyeceği gibi, rabbin katında da cezası olacağını söylüyor. Zaten bu tür insanlar Dünyada gerçek namazın faydasını asla göremeyecektir, toplumda bu gösteriş geçici fayda sağlasa bile, mutlaka gerçekler ortaya çıkınca toplum tarafından cezasını bulacaktır. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz, namaz kılmakla sık sık Rabbi anıp, hatırlamak ve ondan yardım dilemekle, şeytanın vesvesesinden uzak kaldığımız için, zaten namazın faydasını yaşadığımız süre içinde göreceğiz. Kıldığımız hiçbir namaz, Allahın ihtiyacından değil, beşer olarak bizlerin ihtiyacındandır. Onun için kıldığımız namazları anlayarak ve ne söylediğimizi bilerek kılalım ki, azami faydasını görebilelim. Namazın amacı bedenin ve ruhun disiplin ve kontrol altına alınmasıdır. Oruç konusunda Allah hiçbir zaman benim için aç kalın, oruç tutun demez. Çünkü Allahın oruç tutmamıza ihtiyacı yoktur. Oruç ta bizler için gereklidir. Hem bedenimiz, hem de ruhumuz için. Zaten bakın Allah çok açık orucu neden emrettiğini söylüyor? Bakara 183: Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekiler üzerine yazıldığı gibi sizin üzerinize de yazılmıştır. Bu sayede korunmanız umulmaktadır. Demek ki oruç ile bizler korunuyoruz. Bedenin sahibi Allah, bizler için neyin lazım ve gerekli olduğunu iyi bilir. Aldığımız bir cihazın kullanma kılavuzunu nasıl okuyor da kullanıyorsak, bizlerde bize emanet edilen bedenin kullanma kılavuzu olan Kur’anı okuyarak, ona bakmalı ve onu kullanmalıyız. Kullanmadığımızda üzülecek, eziyeti bizzat çekecek yine biz olduğumuzu unutmayalım. Kullanma kılavuzuna uymadan kullandığın bir cihaz nasıl zamanından önce bozuluyorsa, yine emanet bedenin kullanma kılavuzuna uymadan kullanacağımız bedeninde, zamanından önce arıza yapacağını, bizleri üzeceğini bilmeliyiz. Birileri eğer bu kullanma kılavuzunda yazmayan bir öneriyi bizlere getiriyor da bunu da kullan, bak çok faydasını görürsün diyorsa, lütfen aldanmayalım onlara kanmayalım, çünkü malın ve mülkün sahibi en doğrusunu en iyisini bizlere iletmiştir. Buradan da çıkan sonuç oruç tutmakla, emanet bedeni doğru kullanmış oluyor, ruhu terbiye ediyor ve yine faydasını bu Dünyada bizler görüyoruz. Uymayan ise cezasını yine bu Dünyada, sağlıksız yaşayarak görüyor. Hatırlayınız daha önce namaz kılmayan, ya da eksik kılan kulları için daha sonra onları da kılın emrini vermeyen Rabbim, oruç için aynı şeyi yapmıyor ve diyor ki, tutamadığınız oruçlarınızı daha sonra tutun. Namaz her gün vakti belirlenmiş bir ibadetti, ama oruç yılda belli bir ay için emredilmişti. Demek ki Malın mülkün sahibi, yaratıcısı bu bedenin, ruhun yılda belli bir gün sayısı kadar oruç tutmasına ihtiyacı var ki, bu eksiğin ileride tamamlanması emrini veriyor bizlere. Nedeni eksik kalan beden ve ruh bakamının, terbiyesinin tamamlanmasıdır diyebiliriz. Bir fabrika yılda belli bir zaman bakıma alınır ve gerekli bakım yapıldığında o fabrikadan çok daha uzun yıllar istifade edilir. İşte oruçta bizlerin bedenimizin bakıma alınmasıdır. Bu bakımı yapabilen, bedeninden ve ruhundan çok daha sağlıklı faydalanacaklardır. Yine kur’anın en çok söz ettiği emri, zekât konusuna gelince. Dikkat ederseniz yukarıda bahsettiğimiz namaz kılmak ve oruç tutmak aslında bizler tarafından Allah için yapılan ibadet gibi algılamamıza rağmen, hepsi bizzat şahsımızı ilgilendiren, bizlerin bu Dünyada menfaatine olan konulardır. Allah bu iki emriyle sağlıklı bir toplum yaratmanın temelini atmıştır. Ruhen güçlü, şeytandan uzak, sağlıklı bedene sahip bir toplumun bireyleri olmamızı ister, bu emirleri ve önerileriyle. Zekât konusu da çok önemlidir. Sağlıklı temellere oturmuş güçlü iradesi olan bireylerin, daha güçlü ve sağlıklı bir toplum, millet yaratmak adına da, zekât vermemizi, yani olanın olmayana yardımda bulunması emrini vermiştir. Böylece daha adaletli, dengeli, huzurlu bir toplum yaratmanın yolları gösterilmiştir bizlere. Dikkat ederseniz hepsi yaşadığımız hayatın içinde önem arz eden konulardır. Yapıldığında, uyulduğunda faydası olan, uyulmadığında yine bu Dünyada huzursuz, acımasız insanların yaratıldığı bir toplum oluşmasını sağlamıştır. Bizleri zekât vermeye o kadar özendirmiştir ki Allah, fakire verilecek bir yardımı, zekâtı kendisine verilmiş kabul ederek, bana bir borç verin sözleriyle, konunun önemini vurgulamıştır. Zekât vermekle bizler belki içinde yaşadığımız toplumun düzenini adaletini sağlamış olmakla, karşılığını bu dünyada alıyoruz gibi görünse de, gerçek karşılığı Allah huzurunda alacağımızı söyler bizlere. Örneğin zekâtı bana bir borç verin sözüyle anlatmakla, huzuruna gittiğimiz de size karşılığını vereceğim demiştir. Peki, bu karşılığın ödülü konusunda bizlere neler söylemiştir ve hayrın yanında bizlerden başka çok önemli olan neyi istemiştir. Gelin şimdi de ona bakalım. Taha 75: O'nun huzuruna, (iyi davranışlarda bulunmuş) hayra ve barışa yönelik iyilikler üretmiş bir mümin olarak varana gelince, işte böyleleri için çok yüksek dereceler öngörülmüştür. Kehf 107: İman edip (iyi davranışlarda bulunmuş) hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onların konuk evleri Firdevs cennetleri olacaktır. Secde 19: İnanıp (iyi davranışlarda bulunmuş) hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onlar için, yaptıklarına karşılık olarak barınacakları cennet konakları vardır. Rum 15: İman edip (iyi davranışlarda bulunmuş) hayra ve barışa yönelik işler yapanlara gelince, onlar bir bahçe içinde mutlu kılınırlar. Ankebut 58: İman edip (iyi davranışlarda bulunmuş) hayra ve barışa yönelik işler yapanları, altlarından ırmaklar akan cennetin görkemli odalarına yerleştireceğiz. Sürekli kalacaklardır orada. Ne güzeldir iş yapıp değer üretenlerin ödülü. Yukarıdaki ayetlere dikkat ederseniz, Rabbim bu Dünyada iman ettikten sonra iyi amel işleyip, hayırda ve barışta yarışanlara çok özel ödülleri olacağından bahsediyor. Örneğin böyle insanlar için yüksek dereceler öngörüldüğünü, konuk evlerinin Firdevs cenneti olduğunu, onlara barınacakları cennet konakları olduğunu, özel bir bahçede mutlu olacaklarını, altlarında ırmaklar akan cennetin görkemli odalarına yerleştirileceğini müjdeliyor bizlere. Namazı kılarken ve orucu tuttuğumuzda karşılığının büyük bir kısmını bu Dünyada zaten alıyorduk, fakat bunları yaparken de doğru bir insan olarak, Rabbin ödülüne yaklaşıyorduk. Zaten namaz ve oruç bizleri gerçek iman eden bir kul olmamızı da sağladığından, iyi davranış ta bulunmanın, yani barışta ve hayırda yarışacak bir insan olmamızı da sağlıyordu. Demek ki Rabbin emrettiği ibadetlerin hepsi birbirine bağlantılı ve bizleri doğruya ve güzele ulaştırıp, ebedi hayatımızda da güzel bir mekâna sahip olmanın da, yolunu açmaktadır. Rahman bizlere rehber olarak kur’anı göndermiş, daha mutlu ve güzel bir hayatın yolunu çizmiştir bizlere. Tüm bunlara uyan toplumlar, mutlu ve huzurlu yaşacaktır. Uymayanlara hem bu Dünya zehir olacak, üzücü bir yaşam sürecek, hem de Rabbin sözlerini kulak arkası yapanlardan, emanet verdiği bedeni doğru kullanmadıkları için, Allah onlardan hesap sorulacaktır. Birisine bir emanet verdiğinizde, tam olarak geri alırken nasıl ondan hesap soruyorsanız, elbette bizlere Rabbin verdiği bu bedeni ve ruhu, nasıl kullandığımızın hesabını soracaktır. Gelin hep birlikte Rabbin rehberine kulak verelim, gelin hep birlikte onu dinleyelim, gelin hep birlikte onun rehberine sarılalım, gelin hep birlikte Rabbin ne söylediğini bizzat ona müracaat ederek anlamaya çalışalım. Allah sizlere rehber olsun diye gönderdim ve yemin ederek kolaylaştırdım diyorsa, bu kitap anlaşılması zor bir kitap olamaz. Allah bizleri bu kitaptan hesaba çekeceğini söylüyorsa, burada her nimet her güzellik vardır, burada güneşin aydınlığı, burada Rabbin şefkati vardır. Onu anlaşılması zor gösterenlere kanmadan, aklımızı devre dışı bırakmadan ona sarılalım. Gerçek mutluluğu, huzuru bakın o zaman bulduğumuzu nasıl daha iyi anlayacağız. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  22. Geçen gün televizyonda ramazan dolayısıyla oruç konusunda bilgi veriliyordu. Burada dikkatimi çeken bir bilgiyi sizlerle paylaşıp üzerinde yine birlikte sizleri düşünmeye davet etmek istiyorum. Şöyle söylüyordu konuşmacı; Allah oruç konusunda yolcu ve hasta halinde oruç tutulmayıp, hastalık ve yolculuk geçtiğinde, tutamadığımız sayısı kadar tutulmasını emreder ayetinde dedi. Oruç tutamamak diye bir neden yoktur çünkü Allah orucun faydasından dolayı daha sonra tutulmasını emrediyor, geleneksel İslam da ve hadislerde ise, bizlerin devamlı rahatsızlığı ve oruç tutamayacak işlerde çalışan kişiler için ise, bir kolaylık sağlanmış ve bu kişilerin bir insanı doyurması kefaretini vermesi kolaylığını getirmiştir dedi. Bu kolaylık kur’an da belirtilmemiştir deyince, doğrusu çok şaşırdım, acaba ben ayeti yanlış mı hatırlıyorum, ya da yanlış bir bilgimi aldım diye araştırmaya başladım, bahsedilen ayeti. Fakat Yüce Rabbin kur’anda sizler için bu kitabı yemin olsun ki kolaylaştırdım, sizler için her şeyi ayrıntısıyla açıklayıcı, bir kılavuz olsun diye gönderdim dediği sözlerine hiç uymadığını da düşündüm. Gelin bu konuyu birlikte anlamaya çalışalım, elbette kur’anın bütünlüğünde, ondan ayrılmadan ondan sapmadan. Önce Diyanet İşleri Başkanlığının yeni kur’an mealinden alıntı yapalım, Bakara 184. ayeti. Diyanet İşl. Bşk. Yeni: Bakara 184: Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Yukarıdaki ayeti okuduğumda daha önceki bilgimin de bu doğrultuda olduğunu gördüm. Peki, o zaman televizyonda ki konuşmacı, oruç tutamayacak kadar sürekli rahatsız olan bir kişinin, yoksulu doyurma fidyesinin kur’anda olmadığını, bu geleneksel İslam’ın bir öğretisidir diye neden söyledi, bu beni gerçekten tedirgin etti. Çünkü bu konu bir hüküm konusudur, hiç kimse Rabbin vermediği bir hükmü, bir kolaylığı bir ruhsatı asla beşer veremez, sanki HÂŞÂ Rabbin göstermediği bir eksikliği tamamlarcasına. Çünkü Allah her konuda sizler anlayasınız diye örnekler verdim diyor kur’anda. Gelin bu konuda diğer kur’an meallerine bakalım, acaba farklı düşünen, çeviren var mı? Muhammet Esed. Bakara 184: Sayılı günlerde [oruç]. Ancak sizden kim, hasta veya seyahatte olursa diğer zamanlarda [aynı gün sayısı kadar oruç tutmalıdır]; ve [bu gibi hallerde] gücü yetenlere bir muhtacı doyurarak fidye vermek, bir yükümlülüktür. Her kim, yapmaya yükümlü olduğundan daha fazla iyilik yaparsa kendisine iyilik yapmış olur; zira oruç tutmak kendinize iyilik yapmaktır -keşke bunu bilseydiniz. Yukarıdaki Muhammet Esed in mealinde dikkat ederseniz burada oruç tutamayacak durumda olanlar, bir muhtacı doyursun diye tam bir açıklama yok, bu gibi hallerde sözünden tam ne demek istediği anlaşılmıyor, üstü kapalı bir geçişle aktarmış. Şimdide Edip Yükselin mealine bakalım. Edip Yüksel Bakara 184: Sayılı günlerde... Hasta olanlarınız veya yolculukta bulunanlarınız tutamadığı günlerin sayısınca diğer günlerde tutar. Güç yetirenler bir yoksulu doyurarak adakta bulunsunlar. Kim gönül isteğiyle (daha fazla yoksulu doyurmak için) iyilik yaparsa kendisi için daha iyidir; ancak oruç tutmanız sizin için en iyisidir, bir bilseniz. Yukarıdaki mealde açıkça belirtiliyor ve dikkat ederseniz sürekli oruç tutamayacak durumda olanlardan hiç bahsedilmiyor, güç yetirenler yani maddi durumu iyi olanlar, orucun yanında bir yoksulu da doyurması gerektiği belirtiliyor. Ayeti bu durumuyla kabul edersek, sürekli rahatsız oruç tutamayacak durumda olanlar için, bu ayette hiçbir hüküm, açıklama yok demektir. Yine bir başka mealde de bu çeviriye rastladım bu meal kimindir öğrenemedim ama Süleymaniye Vakfının sitesinden alıntı yaptım. Bakara 184:“Sayılı günlerde… Sizden kim hasta veya yolculukta olursa, o günler sayısınca diğer günlerde oruç tutsun. Onu tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye de gerekir. Kim bir hayrı içten gelerek yaparsa onun için daha hayırlı olur. Oruç tutmanız sizin için daha iyidir. Bir bilseydiniz!” Yukarıdaki kur’an mealin dede dikkat ederseniz, sürekli oruç tutamayacak durumda olanlardan bahsedilen hiçbir açıklama yok. Sizlere ilk verdiğim kur’an meali, Diyanet İşleri Başkanlığının yeni kuran çevirisiydi orada da bahsettiğimiz cümlede;( Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir.) diye açıklanmıştı. Şimdide diğer kur’an meallerine bakalım, onlar rabbin bu cümlesinden ne anlamışlar. Diyanet vakfı bakara 184: Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. Ali Bulaç meali. Bakara 184: (Oruç) Sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Zor dayanabilenlerin üzerinde bir yoksulu doyuracak kadar fidye (vardır). Kim gönülden bir hayır yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır. Oruç tutmanız, -eğer bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır. Yaşar Nuru Öztürk Bakara 184: Sayılı günlerdir. Sizden kim hasta olur veya yolculuk halinde bulunursa tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutar. Oruca zorlukla dayananlar üzerine düşen, fidye olarak bir yoksulu doyurmaktır. Kim bir mecburiyeti olmaksızın içinden gelerek iyilik yaparsa bu onun için daha hayırlı olur. Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır. Dikkat ederseniz yukarıda örnek verdiğim kur’an mealleri ve baktığım ama buraya yazmadığım birçok yazarların kitaplarının çevirileri de, yukarıda verdiğim gibi oruca zorlukla dayananlar, yani sürekli tutamayacak durumda olanların, bir yoksulu doyurmaları gerektiği anlamında çevirmişler ayeti. Sanırım sizlerde tedirgin oldunuz benim gibi. Dikkat ederseniz aynı ayet çok farklı manalarda çevrilmiş isterseniz alt alta yazalım daha çok dikkatimizi çeksin. — Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. — Onu tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye de gerekir. Sanırım iki cümle arasında taban tabana zıtlık açıkça görülüyor. İşte bu ve buna benzer bazı ayetlerin kur’an bütünlüğün den uzak çevrilmesi bizleri çok tedirgin etmektedir, hatta bizleri korkutmaktadır da diyebiliriz. Fakat asla korkmadan kendimize güvenerek, kur’anı defalarca okuyup onun ayetlerini bir bütün olarak düşündüğümüzde, inanın Rabbinde yardımıyla doğruyu bulacağımızdan hiç şüphem yok. Şimdi söylediğim şekilde birlikte düşünelim, acaba bu iki hükmün hangisi doğru olabilir? Allah her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyorsa, hiç oruç tutamayacak durumda hasta olan kullarının da durumu hakkında bir açıklama yapmalı değil mi sizce? Allah her hükmü verdim kur’anda diyorsa, bunun tersini asla yapmaz ve bu konuda ki hükmü de beşerin inisiyatifine de bırakmaz. Şimdide diğer düşünceye bakalım, Allah burada oruç tutamayan ile fakiri doyurma örneğini veriyorsa, kur’anın bir başka yerinde de buna benzer bir örneği vermiş olmalı mantığından yola çıkarak, kendimize delil arayalım rabbin yardımıyla. Maide 95: Ey iman edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse öldürdüğü hayvanın dengi (ona) cezadır. (Buna) Kâbe'ye varacak bir kurban olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder (öldürülen avın dengini takdir eder). Yahut (avlanmanın cezası), fakirleri doyurmaktan ibaret bir kefarettir yahut onun dengi oruç tutmaktır. Ta ki (yasak av yapan) işinin cezasını tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah da ondan karşılığını alır. Allah daima galiptir, öç alandır. Yukarıdaki ayeti dikkatle incelediğimizde Allahın yapmamızı istediği bir hükmün yapamadığımızdaki gösterdiği yönteme bakalım lütfen. Bir yasağı çiğniyoruz ve bunun karşısında bizden istenen kolaylıklara bakalım. Burası çok önemli, Rabbin önerdiği yol FAKİRLERİ DOYURMAK YA DA BUNU YAPAMIYORSANIZ ONUN DENGİ ORUÇ TUTMAK DİYOR. Demek ki Oruç ile fakiri doyurmak arsında bağı kuran, onu eşitleyen Yüce Rabbim açıklamasını yapıyor bizlere. İşin ilginci Bakara 184. ayetti çevirirken bir kısım Onu tutabilenlere bir yoksulu doyuracak fidye de gerekir diye çevirmişlerdi. Hâlbuki Allah ikisini bir arada değil, birini diğerinin yerine kullanıyor. Sizlere bu konuda başka örnekte verebilirim kur’andan. Bakara 196. ayette yine bir birinin yerine aynı denklemi kurmuş Rabbim. (İçinizden hasta olan yahut başından rahatsızlığı bulunan ORUÇ tutarak, yahut sadaka vererek….) Bir başka örnekte yine Maide 89. ayette.( . Böyle bir yeminin kefâreti, ailenize yedirmekte olduğunuzun orta derecesinden on yoksulu doyurmak yahut onları giydirmek yahut da özgürlüğünden yoksun kalmış bir benliği özgürlüğüne kavuşturmaktır. Bunlara imkân bulamayan üç gün ORUÇ tutar. ) Yine bir başka örnek Mücadile 4. ayetinde. (aralıksız iki ay ORUÇ tutacaktır. Buna da gücü yetmeyen, altmış yoksulu doyuracaktır.) Tüm bu örneklerden de anlaşılacağı gibi rabbim, bizler için kolaylaştırdığı dini yaşarken, her kolaylığı göstermiştir. Tüm bu örneklerden anlaşılacağı gibi Allah oruç tutamayacak kadar hasta olan ve bu sürekli ise, onunda çözümünü yapmış ve fakiri doyurma kolaylığını getirmiştir. Bu bilgiler ışığında tekrar düşünelim. Allah bu kadar önemli bir sorunun, yani orucu hiç tutamayacak kadar hasta olanların durumu hakkında hüküm vermemiş olabilir mi? Bana göre asla olamaz, bunu düşünmek kur’anın ilkelerine ters düşer. Bu durumda bakara 184. ayette geçen açıklama mutlaka orucu hiç tutamayanlar için getirilen kolaylıktır demeliyiz diye düşünüyorum. Buna açık delilimde yine sizlere örnek gösterdiğim Maide 95. ayet ve yazdığım diğer örneklerdir. Allah burada fakirleri doyurmak ile orucu, aynı derecede tuttuğunun örneğini de vermiştir. Bakara 184. ayeti bütünüyle düşündüğümüzde de ayetin son kısmındaki öneriden bunu da anlıyoruz. Ayette oruç tutamayacak durumda olanlara getirilen kolaylık tan bahsediyor olmalı ki sonunda bakın ne diyor? (Kim bir mecburiyeti olmaksızın içinden gelerek iyilik yaparsa bu onun için daha hayırlı olur. Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır.) Sözcüklere dikkat edelim lütfen, Allah hiçbir mecburiyeti zorunluluğu olmadan iyilik yaparsa, yani vermek zorunda olmadan mecburiyet karşısında kendisini hissetmeden hayırda bulunursa, bu daha iyidir diyor Allah. Demek ki burada yapılan iyilik hayır bir mecburiyetten oluşuyor, yani oruç tutacak durumda değiliz bunun karşılığında insanlara hayırda bulunuyor, onları doyuruyor anlamı çıkıyor. Devamındaki cümlede düşüncemi doğruluyor. Ve oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır diyorsa Rabbim, demek ki bir önceki verilen hüküm oruç tutamayanlar için olmalı ki, oruç tutulmasının bizler için çok faydalı ve hayırlı olduğu açıklaması yapılıyor. Ben kur’andan ve onun bütünlüğünde düşündüğümde, bakara suresi 184. ayeti ben böyle anladım. Rabbim yanıltmasın, doğruyu gerçek doğruyu yalnız Rabbim bilir. Bizlere düşen onun rehberinden, gönül gözünden faydalanarak doğruları aramak ve bulmak olmalıdır. Bizleri şaşırtmak, korkutmak ve bakın kur’an meallerini okursanız işte böyle oluyor diyenlere aldırmadan, onu mutlaka anlayarak okuma yoluna gitmeliyiz. Önümüze çıkan sivri taşları, engelleri yine Rabbin güneşi, rehberiyle çözümleme, bulma çabasında olursak Onun yardımcı olacağından hiç şüphemiz olsun. Bir bütünün tamamını anlamadan okumak ve hiç bir şey anlamamak yerine, birkaç engelle karşılaştığımızda yine o engelleri kur’anın bütünlüğünde çözmeye çalışmanın da, bizler için büyük bir imtihan olduğunu unutmayalım. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  23. Haram ya da helal konusu Allahın kitabında çok güzel anlatılmıştır. Sizlere bir rivayete göre değil, bizzat Allahın koruması altındaki kitaptan alıntı yaparak anlatmak istiyorum, bakın Rabbim ne diyor. Ama önce bizleri nasıl ikaz edip kesin delili olmayan, yani kur’anın bahsetmediği, ama bir rivayete göre diye başlayan sözleri kur’an gibi kabul edenlere nasıl ikazda bulunuyor rabbim. (Mümin sur.56: Kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri hakkında münakaşa edenler var ya, hiç şüphe yok ki, onların kalplerinde, asla yetişemeyecekleri bir büyüklük hevesinden başka bir şey yoktur. Sen Allah'a sığın. Kuşkusuz O, işiten ve görendir.) Değerli dostlar Allah a nasıl sığınılır, indirdiği kitaba sarılmakla elbette. Şimdide haram konularında neler söylüyor onlara bakalım. (Araf sur.32. ayet: De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı süsü, güzel, temiz ve tatlı rızıkları kim haram etmiş?" De ki: "Dünya hayatında onlar, inananlar için de var. Kıyamet gününde ise yalnız inananlar içindir onlar." Bilgiden nasipli bir topluluk için biz, ayetleri böyle ayrıntılı kılıyoruz.) Bu ayete baktığınızda demek ki Allahın haram demediği hiçbir şeye peygamberimiz dâhil kimse haram diyemez, devam edelim. (Maide Suresi 87. Ey iman sahipleri! Allah'ın size helal kıldığı şeylerin temiz ve güzel olanlarını haramlaştırmayın; azıp sınırı aşmayın; Allah azıp sınırı aşanları sevmez.) Şimdide neleri haram kılmış onlara bakalım. ( Enam Suresi 145. De ki: "Bana vahyolunanlar içinde, bu haram dediklerinizi yiyecek birine yasaklanmış bir şey bulamıyorum. Yalnız şunlardan biri olursa başka: leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o bir pisliktir- Allah'tan başkası adına boğazlanmış bir murdar."…..) Demek ki yasaklananlar çok açık belirtilmiş. Bunların haricinde olan temiz her şey helaldir, peki şimdi bizlere geleneksel İslam ın saydıkları haramlar neyin nesi peki diye soranlar olacaktır aramızda, işte bu ayetleri düşünün ve gerçeği göreceksiniz. Devam edelim haram konusuna. (Yunus Suresi 59. De ki: "Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?") Yazdığım ayeti lütfen iyice okuyunuz bakın ne diyor Rabbim? Kur’anın emretmedikleri dışında haramlar icat ettiniz diyor Allah ve soruyor buraya dikkat edelim lütfen, Allah mı size izin verdi diyor, yoksa Allah a iftiramı ediyorsunuz diye kızıyor bizlere. Şimdi sormak isterim, bu ayetlerden sonra, eğer Allah Peygamberimizle kur’an dışından daha başka yiyecekleri helal ve haram yapmış olabilirde, daha sonra kur’an dışından göndermiş olabilir mi dersiniz? Kesinlikle hayır, çünkü kur’an ipine sarılın sizi doğruya yöneltecektir diyor ve daha açıkça sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim bu kitaptan sorumlusunuz demiyor muydu? Bunu kabul etmekle kur’anda çelişki yaratmış oluruz. Peki, daha sonra peygamberimize haram yapma yetkisi vermiş midir dersiniz? Buda asla olmaz, çünkü ne diyordu Allah peygamberimize bakın. (Maide Suresi 67. Ey resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Allah, küfre batmış topluluğa kılavuzluk etmez.) (Hakka Suresi 44; Eğer bazı lafları bizim sözlerimiz diye ortaya sürseydi, 45 Yemin olsun, ondan sağ elini koparırdık. 46 Sonra ondan can damarını mutlaka keserdik.) Demek ki Allah peygamberimize özellikle tembihte bulunuyor ve sana indirdiğim kuranı insanlara tebliğ et diyor. Sakın hiç bir şey ilave etme diye de ikaz ediyor. Daha önceki ayetinde de haram konusunda Allah mı size izin verdi demiyor muydu? Demek ki helal ve haram konusunda tek yetkili rabbimmiş. İşin ilginci bunu yapmadığın takdirde görevini de yapmamış sayarım diyor peygamberimize. Buradan ikna olmayan kardeşlerimize bir başka örnek daha vermek isterim, acaba peygamberimiz bir helali haram yapabilir mi, işte bunun açık kanıtı şu ayeti dikkatle okuyalım, çünkü Allah bu örnekleri boşuna vermiyor, düşünelim ve ders alalım istiyor. (Tahrim Suresi 1. Ey Peygamber! Allah'ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek neden haramlaştırıyorsun? Allah Gafur’dur, Rahîm'dir.) Peygamberimiz aile içinde eşleri arasında orta yolu bulmak adına, hoşnutluğunu kazanmak için bir helale haramdır diyor. Bakın hemen Yüceler yücesi rabbim nasıl ikaz ediyor ve peygamberimizi uyarıyor. Benim helal dediğim bir şeye eşlerinin hoşnutluğunu kazanmak adına nasıl haram dersin diye ikazda bulunuyor. İşte Kur’an işte apaçık ayetleri, ama anlayana anlamak isteyene tabi ki. Şimdi bizler ne yapıyoruz kur’anda asla geçmeyen konulara haram diyen kişilerin ya da velilerin sözlerine inanıp, Allahın haramlaştırmadığı bir konuyu ya da yiyeceği, bu peygamberin sözüdür dediklerine inanıyoruz. Bakın bu konuda da Allah bizleri uyarıyor. (Araf Suresi 3. (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O'ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!) Değerli arkadaşlarım hükmü yalnız ve yalnız ben veririm diyor Allah. Helal ve haram koyma yetkisi de bendedir diyor. Kurana baktığınızda toplumun sorduğu sorular hakkında bakıyorsunuz hemen ayet indirilmiş, örneğin kadınlar hakkında sorulan bir soruya bu konuda hükmü ben veririm diyor ve ayetini indiriyor. Hatta peygamberimize sorulan birçok soruya cevabı bakın yine ayette nasıl cevap verilmesi isteniyor. (Enam suresi 57. ayet: De ki: "Ben Rabbimden gelen bir beyyine üzerindeyim. Ama siz onu yalanladınız. Acele istediğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm yalnız ve yalnız Allah'ındır. Hakkı o anlatır. Ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı O'dur.) Değerli arkadaşlarım bakın ne kadar açık, bana sorduklarınız, acele istedikleriniz benim yanımda değildir. Ben Allahtan geleni sizlere aktarırım, hüküm yalnız ve yalnız Allahındır diyor. Hakkı o anlatır, ayırt edip çözüm getirenlerin en hayırlısı da Allah tır diyor. Dikkat edersen arada bir bende haram helal koyma yetkisi aldım demiyor, tam tersine ben bana iletileni sizlere iletirim diyor, buda kuran ayetleridir. Düşünebiliyor musunuz yiyecek konusunda Allah yenmemesi gerekenleri tek tek saymış ve gerisi temiz olan her şey sizlere helaldir demiş ve nasıl bir ayette göndermiş. (Hac sur. 30: İşte böyle. Kim Allah'ın yasaklarına saygılı olursa bu, Rabbi katında kendisi için çok hayırlı olur. Karşınızda okunarak açıklananlar hariç, tüm hayvanlar size helal kılınmıştır. Artık putların pisliğinden, yalan sözden uzak durun.) (Nahl Sur. 116. ayet; Yalan düzerek Allah'a iftira etmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "Şu helaldir, şu da haramdır!" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenler kurtulamazlar.) Bu ayetler açık seçik yazmasına rağmen yani açıkladıklarım haricinde tüm hayvanlar sizlere helal kılınmıştır demesine rağmen, hala bizlere peygamberimiz şunları da haram kılmıştır diye yüzlerce hayvan listesi sunmuyorlar mı? Birde sakın böyle bir ayrım yapmayın bu Allah a iftiradır dediği halde, tüm bunlara inanmaya devam ediyoruz. Ama bir araştırdığınızda bizlere sundukları bu liste Tevrat’ta aynısı var. Şimdi hemen zamanı gelmişken düşünelim isterseniz, acaba sonradan Müslüman olan Yahudiler, ya da içimize giren ve İslam ı bozmak isteyen hainler, peygamber sözü diye nasıl soktular dersiniz bu eski inançlarını? Bunu da iyice düşünün derim. Bizlerin yaptığı en büyük yanlış kuranı rehber almayıp bizlere peygamberimiz sözüdür diye aktarılan sözleri, kuran süzgecinden hiç geçirmeden kabul etmemizdir. Bakın Allah böyle yapanlara ne diyor? (Hac sur. 8.ayet: İnsanlar içinde öylesi vardır ki, Allah konusunda ilimsiz, kılavuzsuz ve aydınlık getiren bir kitaba sahip olmaksızın mücadele edip durur.) Düşünün isterseniz Allah kuranı ben koruyorum diyor, ama kuran dışından bizlere gelen bilgileri kimler koruyor dersiniz? Bizlere aktarılan bilgiler bir rivayete göre diye başlar, eğer kuran süzgecinden geçirmeden kabul edersek ne olur sonumuz dersiniz? Bakın bizlere şunu söylüyorlar, Kuranda her şey yoktur ve kuran özet bilgidir. Ama Allah bakın ne diyor? ( Nahl 89:…. Sana bu Kitap'ı indirdik ki her şey için ayrıntılı bir açıklayıcı, bir kılavuz, bir rahmet, Müslümanlara da bir müjde olsun.) (Nisa Suresi 174. ayet; Ey insanlar! Size Rabbinizden apaçık, çok parlak ve güçlü bir kanıt gelmiştir. Biz size, her şeyi açık seçik gösteren bir ışık gönderdik. 175. ayet; Allah'a inanıp O'na sarılanları O, kendisinden bir rahmetin ve lütfun içine sokacak ve onları kendisine ulaşan dosdoğru bir yola kılavuzlayacaktır.) Sizce bu ayetler kuranında her şeyin olmadığını mı anlatıyor dersiniz? Bakın kuran her soruya cevap vermez diyenlere yine rabbim nasıl cevap veriyor? (Ankebut 51: Karşılarında okunup duran bir kitabı sana indirmiş olmamız onlara yetmiyor mu? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.) Allah yetiyor diyor ve tersini söyleyenlere kızıyor, ama bizler tüm bunlardan habersiz hala uyku halindeyiz. Son olarak bir ayeti daha hatırlatmakta yarar var. Eğer kuranda olmayıpta bizlere başka kanallardan helal haram ya da birçok kurallar gelmiş olsa, Allah şu ayeti gönderirmiydi dersiniz? (Zühruf Suresi 44 Gerçek şu: Bu Kuran sana ve toplumuna elbette ki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız.) Düşünebiliyor musunuz Allah sizi bu kitaptan sorumlu tutacağım diyecek, ama daha sonra kuranda olmayan birçok şeyden sorumlu tutacak. Böyle bir adalet anlayışını Rahman a laik görmenin cezasını ben tahayyül bile edemiyorum, yorum sizlerin. Bir Öğretmen imtihan edeceği kitabı açıklıyor ama imtihan günü başka kitaplardan soru soruyor ve bu sizin mantığınıza uyuyor da o öğretmene hiç sesiniz çıkmıyorsa, o zaman söylenenlerde doğru demektir. Yok, eğer sözünde durmayan öğretmene bizi bu kitaptan imtihan edecektiniz hocam, ama siz başka kitaptan soru soruyorsunuz diye hakkınızı arıyorsanız, o zaman kuranda olmayan hiçbir şeyden de sorumlu olmayacağımızı bilmeli ve bunun tersini söyleyenlere de karşı çıkmalısınız. Küçük bir örnek verelim, Kuran süs eşyasını tüm inananlara indirdiğini söyler ve hiçbir ayrım yapmaz ne erkek nede kadın. Altın yüzük takmanın erkeklere günah olduğunu söylemek, yukarıda yazdığım ayetlere ters düşer. Bunu söylemek ve savunmak ayette geçtiği gibi, yalan düzerek Allah a iftira etmekle aynıdır diyor Rahman. Helal ve haram konusunda içimize sokulan hurafelerin asıl kaynağını da sizlerle paylaşmak istiyorum. Aşağıdaki Tevrat’tan alıntıyı okumadan önce bizlere anlatılan haramlardan tek tırnak, çift tırnak ya da söylenen birçok haram denilen hayvanları hatırlayınız, daha sonrada kuranda hiç geçmediği halde, hatta sakın kafanızdan haramlar uydurmayın denildiği halde bizler, neler yapmışız ve bilmeden nerelere iman ediyoruz lütfen düşününüz. Gördüğünüz halde inanmaya devam ediyorsak, bunun hesabını da vereceğimizi unutmayalım. Lütfen artık birazcık düşünelim, başkalarının aklıyla değil, kendi aklımızla düşünelim. İşte içimize sokulan helal ve haramların kaynağı. Tevrat tan bir alıntı. Tevrat tan alıntıdır; Eti Yenen ve Yenmeyen Hayvanlar (Yas.14:3–21) BÖLÜM 11 Lev.11: 1 RAB Musa'yla Harun'a şöyle dedi: Lev.11: 2 "İsrail halkına deyin ki, 'Karada yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: Lev.11: 3 Çatal ve yarık tırnaklı, geviş getiren hayvanların tümü. Lev.11: 4 Ancak geviş getiren ve çatal tırnaklı olan hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Lev.11: 5 Kaya tavşanı* geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Lev.11: 6 Tavşan geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Lev.11: 7 Domuz çatal ve yarık tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirli sayılır. Lev.11: 8 Bu hayvanların etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız, sizin için kirlidir. Lev.11: 9 "'Suda yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: Denizde, akarsularda yaşayan pullu ve yüzgeçli canlıların etini yiyebilirsiniz. Lev.11: 10 Denizdeki ve akarsulardaki bütün pulsuz ve yüzgeçsiz canlılar -suda toplu halde yaşayanlar ve ötekiler- sizin için ********* sayılır. Lev.11: 11 Bunlar sizin için ********* sayılacak. Etlerini yemeyecek, leşlerinden tiksineceksiniz. Lev.11: 12 Suda yaşayan bütün pulsuz ve yüzgeçsiz canlılar sizin için ********* sayılacak. Lev.11: 13 "'Tiksindirici kuşların etini yemeyecek, şunları ********* sayacaksınız: Kartal, kuzu kartalı, kara akbaba, Lev.11: 14 çaylak, doğan türleri, Lev.11: 15 bütün karga türleri, Lev.11: 16 baykuş, puhu, martı, atmaca türleri, Lev.11: 17 kukumav, karabatak, büyük baykuş, Lev.11: 18 peçeli baykuş, ishakkuşu, akbaba, Lev.11: 19 leylek, balıkçıl türleri, ibibik, yarasa. Lev.11: 20 "'Dört ayaklı ve kanatlı böceklerin hepsi sizin için *********tir. Lev.11: 21 Ama dört ayaklı ve kanatlı olup ayaklarını sıçramak için kullanan bazılarının etini yiyebilirsiniz. Lev.11: 22 Şunları yiyeceksiniz: Bütün çekirge türleri, küçük çekirge, cırcırböceği, ağustosböceği. Lev.11: 23 Öbür dört ayaklı, kanatlı böceklerin hepsi sizin için ********* sayılır. Lev.11: 24 "'Sizi kirletecek şeyler şunlardır: Aşağıdaki hayvanların leşine dokunan akşama kadar kirli sayılacaktır. Lev.11: 25 Kim aşağıdaki hayvanların leşini taşırsa giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Lev.11: 26 Çatal tırnaklı ama tırnağı yarık olmayan ve geviş getirmeyen her hayvan sizin için kirlidir. Bunlara dokunan da kirlenmiş sayılır. Lev.11: 27 Dört ayaklı hayvanlardan pençelerini yere basarak yürüyenler sizin için kirlidir. Bunların leşine dokunanlar akşama kadar kirli sayılacaktır. Lev.11: 28 Bunların leşini taşıyanlar giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Çünkü bu hayvanlar sizin için kirlidir. Lev.11: 29–30 "'Küçük kara hayvanları içinde sizin için kirli sayılanlar şunlardır: Gelincik, fare, bütün kertenkele türleri -geko, varan, duvar kertenkelesi, düz keler- bukalemun. (kutsal kitap. tk) Bu konuda söyleyeceklerim bundan ibarettir, inşallah faydalı olabilmişimdir. Dilerim Rabbimden kalbimizden kur’an ışığını eksik etmesin ve kur’an gerçeklerini görmemiz içinde, kalp gözümüzü açık kulları arasına alsın inşallah bizleri. Bizler beşeriz her zaman şaşmamız an meselesi, onun için kimsenin sözlerine değil, kuranın sözlerine kulak vermeliyiz, çünkü ardımızda bizleri aldatmak ve kandırmak için şeytan her an hazır bekliyor. Onun içindir ki sarıldığımız kuran değil de kur’anın bahsetmediği, onay vermediği beşerin kitaplarıysa, işimiz çok ama çokkkk zor demektir. Dilerim Rabbim den, cümlemizi kuranın ipine sarılan kulları arasına alması dileklerimle. Rabbim kur’anda açıkladıklarım haricinde her şey sizin için helaldir diyorsa, lütfen ona inanalım, beşerin kur’anı ve İslam ı bozmalarına izin vermeyelim, bunu da ancak kur’anı anlayarak okuyup, akılla yapabiliriz unutmayalım. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK.
  24. İslam toplumunda en önemli ibadetlerden biri olan namazımızı Mescid-i haram yönüne dönüp kılarız. Bunu yaparken de aşağıdaki ayetleri delil gösteririz. Gelin bu konuyu birlikte ayetler üzerinde düşünüp anlamaya çalışalım. Gerçekten Allah namazlarımızı kılarken belli bir yöne dönmemizi mi emrediyor? Önce Bakara suresi 115. ayete bakalım ve üzerinde düşünelim. Bakara 115: Doğu da Batı da Allah'ındır: Nereye dönerseniz dönün Allah'ın yönü (yüzü) orasıdır. Unutmayın ki Allah rahmet ve kudretinde sınırsızdır, her şeyi bilendir. Yukarıdaki ayete baktığımızda nereye dönersek dönelim, orada Allah ı bulacağımızı söylüyor. Ayetin sonunda da Rabbin gücünün sınırsız ve her şeyi bilecek güçte olduğu anlatılıyor. Bu ayetten bir önceki ayette de bakın şu sözlere yer verilir. (Bakara 114: Allah'ın mescitlerini, içlerinde O'nun adı anılıyor diye engelleyen ve onların yıkımı için uğraşan kişiden daha zalim kim olabilir!... ) Bir kısım düşünce, sanırım bu sözlerden yola çıkarak, Allahın mescitlerinde namaza dururken gerekirse her yöne dönülebileceğini söylemişlerdir. Fakat bakara suresi 115. ayette namaz konusundan hiç bahsedilmemiş ona atıfta dahi bulunulmamıştır. Bu yöntem yani kur’anı anlama ve onun açıklık, anlaşılırlık ilkesine de uymaz. Şimdide günümüzde Mescid-i harama dönerek, namazlarımızı kılmamız gerektiğini söyledikleri ayetlere bakalım. Bakara 144: Biz senin, yüzünün habire göğe doğru çevrildiğini elbette görüyoruz. Hoşlanacağın bir kıbleye seni elbette döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir. Nerede olsanız yüzünüzü Mescid-i haram yönüne döndürün. Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir. Bakara 145: Yemin olsun, Ehlikitap'a sen her türlü mucizeyi getirsen de onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uymayacaksın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Eğer sen, ilimden nasibin sana geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan, işte o zaman kesinlikle zalimlerden olursun Bakara 149: Nereden çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i haram'a döndür. Bu, elbette Rabbinden gelen gerçektir. Allah, yaptıklarınızdan habersiz değildir. Bakara 150: Nereden çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i haram'a çevir. Nerede olursanız olun, yüzünüzü ona doğru çevirin ki, insanların elinde sizin aleyhinize bir delil bulunmasın. Onların zulme sapanları müstesna. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Yüzünüzü Mescid-i haram'a dönün ki, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Ve bu sayede güzeli ve iyiyi bulmanız da umulmaktadır. Yukarıdaki ayetler üzerinde düşünelim. Önce kıble sözcüğünden Rahman ne kast ediyor sanırım burası önemli. Eğer namazlarınızı kılarken kıble olarak yani yön, taraf, bölge olarak oraya dönüp kılınız açıkça diyorsa sorun yok demektir. Bu ayetten bunu yapın diye anlıyor muyuz? Hiçbir ayetinde namazlarınızı kılarken mescidi Harama dönerek kılın dememiştir. Peki, başka ne anlama geliyor olabilir kıble sözü, isterseniz şimdide onu anlamaya çalışalım. Kıble: Sıkıntılı bir durumda yardım umarak başvurulan yer, doğru yön. İsterseniz bu anlamı üzerinde de düşünelim şimdide. Yukarıda sizlere hatırlattığım ve Rabbin kıble olarak dönülecek yönün mescidi Haram olduğunu söylerken tek bir yerde bile namazlarınızı buraya dönerek kılın açıklamasına rastlayamıyoruz. Peki, neden hiç bahsedilmediği, açıklık getirilmediği halde bizler bu anlamı vermişiz? Sanırım burası önemli. Çünkü her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim ki anlayasınız diyen rabbim, eğer namazlarımızı yalnız bu yöne dönerek kılmamızı emretseydi, bunu açıkça söylemez miydi? Kıble sözünden anlaşılması gereken bir başka anlamı da yazmıştım.( Sıkıntılı bir durumda yardım umarak başvurulan yer, doğru olan yön.) Allah bu sözlerle acaba İbrahim peygamberden bu yana sizlere aynı dini gönderdim, hepiniz hanif İbrahim in dinindensiniz mi diyor? Sizin atanız İbrahim peygamber derken, bizleri bir noktada birleştirdiğini yönümüzün kıblemizin aynı olduğunu ve onunda yönünün, yolunun ve yönteminin bizlere gelen kitaplarla aynı olduğunu anlatmak adına, bizlerinde yönü olarak Hz. İbrahim in kurduğu ilk toplantı evi gösterilerek yönümüzü, yolumuzu çevireceğimiz yönün, yani kıblenin Mescidi haram merkezli aynı bir din olduğunu mu anlatmak istiyor Rabbim acaba bizlere? Gelim şimdide yukarıdaki ayetleri bu düşünce penceresinden bakıp anlamaya çalışalım. Bakara 144. ayette Allah elçisine biz senin, yüzünün habire göğe doğru çevrildiğini elbette görüyoruz diyor. Sizce bu namaz kılarken olabilir mi? Namaz kılarken hiç kimse yüzünü gökyüzüne çeviremez. Geleneksel İslam ın bu konuyu anlattığı gibi bir açıklama yok, sen namaz kılarken mescidi aksaya dönüyordun, bundan sonra mescidi harama dön de demiyor. Demek ki Peygamberimiz ortamın kötülüğünden, çevresinde olan yanlışların üzüntüsünden çaresiz Rabbine sığınıp, yüzünü gökyüzüne çevirip dualar ediyor ki, Allah bu isteğini duyduğunu söylüyor. Zaman zaman dara düştüğümüzde, bizlerde Rabbe sığınıp ellerimizi gökyüzüne açıp, yönelip dua etmiyor muyuz? Peygamberimizin özel bir istek için değil, sürekli Allahın doğru yolunu aramak adına ona yalvardığının sonucu böyle bir hareket yaptığı anlaşılıyor. Bunun özel bir istek olmadığı çok açık, eğer özel bir istek olsaydı bunu açıklardı bizlere Rabbim. Demek ki genel anlamda bir dua bir yakarış ki bakın elçisine devamında ne diyor?( Hoşlanacağın bir kıbleye seni elbette döndüreceğiz.) Bu sözlerden Allah a çok özel bir isteği için yakarmış olsaydı, bu konuda elbette açıklanırdı. Demek ki Rabbim peygamberimizin yüzünü kendisi gibi hanif olan İbrahim peygambere inmiş olan dine karşı yüzünü çevireceğini söylüyor. Çünkü Mescidi Haram İbrahim’i dinlerin sembolüdür. Bu sözlerden yola çıkarak şunlar söyleniyor günümüzde rivayetler yoluyla. Eskiden namazlar Yahudilerin kutsal yeri olan Mescidi aksaya dönerek kılınıyormuş. Bu Allahın elçisinin hiç hoşuna gitmediği için Allah a yalvarıp kendisinin de istediği Mescidi Harama yönelip namaz kılmayı istediğinden Allah, elçisinin isteğini duyarak bu ayeti gönderdiği söyleniyor. İsterseniz şimdi düşünelim, kur’anda böyle bir açıklama var mı? Tek kelime bile yok. Acaba her şeyi bilen yüce Rabbim daha önce bu olayı hâşâ göremedi de mi, daha sonra elçisinin isteği, üzüntüsü üzerine kıbleyi mescidi haram yaptı? Bunu doğrusu aklıma bile getirmem. Çünkü Rabbim yüzlerce, binlerce yıl sonra olacak olayları, ihtiyaçları bilerek ayetlerini göndermiş ve açıklamış, her çağa uygun hitap eden bir kitap göndermiştir bizlere. Ne yazık ki bizler kelimelerden, cümlelerden Allahın hiç bahsetmediği anlamlar çıkartarak, kendimize deliller yaratmışız. Peki, Allah elçisini hoşlanacağı bir kıbleye çevireceğim derken ne söylemek istiyor olabilir dersiniz? İşte bunu anlamak için yine kur’anı bir bütün olarak düşünmeliyiz. Kıblenin ne anlama geldiği konusunda bir başka açıklamada ne demiştik? Sıkıntılı bir durumda yardım umarak başvurulan yer doğru olan yol, yön. Peki, Allah bizleri tüm Dünyanın her yerinden, Mescidi Harama gitmemizi orada toplanmamızı ve orada ne yapmamızı istiyordu? Onun birliğini, yüceliğini hep birlikte haykırıp onun önünde kıyamda, rükû da ve secdede bulunmamızı, onu zikretmemizi, onun kanunlarına uyacağımızın topluca kanıtı olduğu için, orada buluşmamızı istiyordu Allah. Demek ki Allah sürekli bir arayışta olan elçisinin dualarına karşılık, onu zaten var olan bir dine yönlendireceğini, İbrahim peygamberden bu yana gönderilen İslam dinine yüzünü çevirmesini, dönmesini istiyor bu sözleriyle. Ayetin devamına bakalım acaba bu sözlerimizi doğruluyor mu? (Nerede olsanız yüzünüzü Mescid-i haram yönüne döndürün. Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler.) Demek ki tüm insanların nerede olması önemli değil, hepsinin bir noktada buluşması önemli. Buda tüm İslam âleminin yani tüm dinlerin, bir noktada buluştuğu mescidi Haram a dönmesi, aynı pencereden bakması istenerek, kendilerine kitap verilenlerin bu gerçeği çok iyi bileceğini ve onların birleşme yeri, noktası olarak Mescidi haramı gösteriyor. Hatırlayınız İbrahim peygamberden bu yana tüm dinlere Rabbin emrettiği ortak nokta Mescidi haramdır. Şimdide gelelim Bakara 145. ayeti anlamaya çalışalım, bakalım burada kıble sözünden ne anlatmak istiyor olabilir Allah. Bu ayette özellikle dikkatimizi çekmeye çalışan sözlere bakalım. (Onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uymayacaksın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Eğer sen, ilimden nasibin sana geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan, işte o zaman kesinlikle zalimlerden olursun.) Onlar senin kıblene uymazlar, sende onların kıblesine uyma diyor. Peki, burada bahsedilen kıble namaz kılarken döndüğümüz yön anlamında mı kullanıyor? Tek kelime bile namaz konusundan bahsedilmiyor. Eğer namaz olsaydı bu açıklanırdı, çünkü tüm dinlere namaz farz kılınmıştı. Bir dine emredilen nazmın kıblesi, yön tespiti var ise, diğerlerinde farklı olması düşünülemezdi. Bu durumda dinler arasında zıtlaşma ve inanç farklılıkları olurdu. Peki, ne olabilir kıble bu durumda? Bakın ayetin son kısmında bu konu aslında anlaşılıyor, bakın ne diyor Rahman elçisine? ( Eğer sen, ilimden nasibin sana geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan…) Demek ki kıble sığınılacak, yardım istenecek, takip edilecek bir yol, güç anlamına geliyormuş ki, Allah elçisine eğer ben sana ilimden nasibini, rehberini, güneşini gönderdikten sonra hala onların iğreti arzularına, inançlarına yani kıblelerine uyarsan, zalimlerden olursun diyor. Dikkat edin ayetin içinde bir cümle var. (Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar.) İşte bu cümle aslında konuyu daha çok açıklığa kavuşturuyor. Kıble sözüyle Rahman sığınılacak, danışılacak, yardım umulacak yöneleceğimiz bir yer olarak anlattığı anlaşılıyor, onların o kadar çok yöneldiği kıbleler var ki, kendi aralarında, zaten onlar birbirlerinin kıblelerine bile uymazlar diyor. Çünkü inandıkları putlar, şefaat diledikleri o kadar yanlış itikatları var ki, kendi aralarında bile anlaşamaz onlar diyor. Şimdide Bakara suresi 149. ayeti bu düşünceden yola çıkarak anlamaya çalışalım. (Nereden çıkarsan çık, yüzünü Mescid-i haram'a döndür. Bu, elbette Rabbinden gelen gerçektir.) Bu sözleri okuduğunuzda sizler nerede olursa olun namaz kılarken mescidi Harama dönün öyle kılın diye mi anladınız? Eğer Allah onu kast etmiş olsaydı bunu apaçık söylerdi, bundan hiç kuşku yok. Rabbin sözlerine lütfen dikkat edelim. Nereden çıkarsan çık diyor, yani hangi inançtan geliyor olursan ol, nerede olduğun kimden olduğun önemli değil. Önemli olan bundan sonraki birliğimiz beraberliğimiz ve gittiğimiz yoldur. Mescidi haram gerçeği, Rahmandan gelen apaçık bir gerçektir. Orada birleşelim ve ona inanalım, buradan yola çıkalım. Allah kıble ve mescidi haram sözlerinden, takip edilecek yolun, İbrahim peygamberden bu yana birleştiğimiz nokta olan Allahın kitapları, peygamberlerinin bir noktada birleştikleridir, bunun sembolü de Mescidi haramdır diyor. Bu makam bu kıble, yön sizlere gönderdiğim kitapların birleşme noktasıdır, yönünüzü buraya dönün ki beni orada görebilesiniz diyor Allah. Kıble ve Mescidi haram Rabbin gönderdiği kitaplarının kesişme noktası, merkezi ve birleştiği yönüdür diyor. Bakara 150. ayette bu yönde güzel açıklamalar yapıyor bizlere. Ayetten bir alıntı yapalım. (Nerede olursanız olun, yüzünüzü ona doğru çevirin ki, insanların elinde sizin aleyhinize bir delil bulunmasın.) Ayete baktığınızda namaz kılarken yönünüzü mescidi harama a çevirin mi diyor? Elbette hayır eğer bunu söylemek isteseydi açıkça bunu söylerdi rabbim. Demek ki burada da yönelmek, yardım istemek, takip etmek dini yaşamak adına bir noktada birleşmekten bahsediyor ki bakın ne diyor? (insanların elinde sizin aleyhinize bir delil bulunmasın.) Buradan da anlaşılıyor ki yöneleceğimiz, yardım dileyeceğimiz, uyacağımız bir YÖNDEN(KIBLEDEN) bahsediyor ki, buraya yönelin de diğer insanların elinde aleyhinize delil olmasın diyor Allah. Bakın burada namaz kılarken yöneleceğimiz kıbleden bahsediliyor mu sizce? Tam tersine uyulması gerekenlere uyun ki, aleyhinize delil kalmasın diyor. Yüzünü Allah a çevirdiğinde ona uymuş, onun kelamına iman etmişsin demektir. Bunu yapanın şahidi Yüceler yücesi RAHMANDIR, bunu yapanın aleyhine kimse şahitlik yapamaz. Ayetin son kısmına bakalım şimdi de .( Yüzünüzü Mescid-i haram'a dönün ki, üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Ve bu sayede güzeli ve iyiyi bulmanız da umulmaktadır.) Bakın Allah Mescidi Harama döndüğümüzde üzerimizdeki nimetimizin tamamlanacağını ve bu sayede güzeli, iyiyi bulacağımızı söylüyor Rabbim. Şimdide bu sözleri kur’an bütünlüğünde düşünelim. Allah iyiye ve güzele ulaşmamız için bizlere rehber olsun diye kur’anı gönderdim diyordu. Bakın bizlerin mescidi harama dönmemiz den kasıt la ne anlam verdiği, ne kadar güzel anlaşılıyor, çünkü kıble aynı zamanda dönülecek yön anlamını taşıdığına göre, buraya dönerek İslam ı gerçek anlamda özümseyip kemale ermek, bu sayede güzele ve iyiye yönelmek olduğu açıklanıyor. Demek ki Allah kıble ve mescidi Haram sözlerini sembolize ederek Atamız olan İbrahim peygamberin dininde ve en son gönderdiği rehberinde KURANDA BİRLEŞMEMİZİ ONUN REHBERLİĞİNİ YÖN EDİNMEMİZİ KASTEDİYOR Kİ, bunu yaparak iyiye ve güzele ulaşacağımızı söylüyor. Şimdide bugün namazlarımızda yöneldiğimiz kıblenin konumuna bakalım. Anlatılan birçok rivayetler var bu konuda. Tüm dinlerce kutsal sayılan Mescidi Aksaya İslam’ın ilk yıllarında namaz kılarken dönüldüğü anlatılır. Bu olayı Yahudilerin kullandığı ve kendilerince kutsal olan bir yere dönülerek kılınmasından payeler çıkarıp, Müslüman toplumun arasında huzursuzluk çıkardıkları söylenir. Peygamberimizin de bu konu hoşuna gitmediğinden belli bir zaman sonra Müslümanların mescidi harama dönerek namaz kıldığı anlatılır. Bu dönüş konusunda da yukarıda yazdığım ayetler örnek gösterilerek delil aranır. Doğrusu şuanda özellikle toplu kıldığımız namazlarımızda bir beraberlik olması adına güzel bir durum, buna kimsenin itirazı da olamaz, bence olmamalıda. Fakat bunun Allah emri olduğunu ve delil olarak gösterilen ayetlerin, belli bir zaman sonra peygamberimizin çok istemesi sonucu, Mescidi haram yönünde değiştirildiğini söyleyerek, bu konuda açıkça bahsedilmeyen ayetleri örnek gösterilmesinin doğru olmadığına inanıyorum. Allah geleceği bilir ve o gelecek gelmeden en doğruyu baştan yaratır, ayetini bizlere bildirir. Rabbim binlerce yıl sonra olacak olayları bizlere müjdelemişse, kur’an indirilmeye başlandığında namaz kılarken dönmemiz gerektiği yön konusunda bir emri olsaydı, onu apaçık daha en başta söylerdi. Örnek verilen ayetlere bakınız lütfen, hiç birisinde namaz kelimesi geçmediği gibi, onun yerine geçecek bir sözde yoktur. Zaten Allah sorumlu tutacağını emrettiği emirlerini açık, anlaşılır ve her şeyden nice örneklerle anlatırım diyor. Rahman bu sözleri söylüyorsa, kur’anın bu kadar önemsediği namazlarımızda döneceğimiz bir yön olsaydı bunu da apaçık söylerdi. Şunu da söylemeliyim ki, bu konuda İslam âleminde hiçbir tepki ve kargaşada yoktur kıble konusunda, bu konuda anlatılan kur’andan delil aranan rivayetler dışında. Allah eğer bu konuda bir kural koymamışsa, bu bizlerin serbest alanıdır diyebiliriz bizlerin kolaylığıdır, onun içindir bunu zorlaştırmak çok büyük yanlış olur. Bazen haberlerini duyarız kıblesi yanlış cami tespit edildi, kılınan bunca namazımız ne olacak diye. Namaz Allah ile kulunun sohbetidir, namaz Allah ile kulunun en mutlu anıdır. Namaz aciz biz kullarının Yüce Rabbimden istek ve dilek anımızdır. Bunun hangi yönde olmasının ne önemi olabilir ki? Allah haram ayların bir yılda dört ay olduğunu söylemiş fakat hangi aylar olduğu konusunda serbest bırakıp geleneğin uygulamalarına ses çıkarmamıştır. Serbest bıraktığı konularda bazı yapılan yanlışlar için ayetler indirip düzeltilmesini sağlamıştır. Allah bu konuda açıkca bir emir vermediyse, bizler geleneğimizden gelen namazlarımızdaki kıblemizi, döndüğümüz yönü elimizden geldiğince korumalıyız, fakat şunu bilmeliyiz ki rabbim e yönelmek, onun huzuruna durmak için Allah bizlere hiçbir zorluk çıkarmamıştır. Eğer böyle bir emir açıkca Rabbim vermiş olsaydı, sanırım yüzlerce yıl önce kılınan namazların yönlerinin tespiti doğruluğu konusunda, tartışma konusu olurdu. Fakat dikkat edin bu konuda ciddi bir tartışmaya hiç rastlanmaz. Şunu düşünmenizi rica edeceğim sizlerden. Allah bu kitabı yemin ederek kolaylaştırdığını birçok kez söylüyorsa kur’an da, bundan yüzlerce yıl öncesinde, yönlerini dahi tespit etmekte zorlanan insanları bağlayıcı bir emir verip, rabbin huzuruna durmamız da çok zor bir tespite bizleri zorlar mıydı? Onu anmak onu zikretmek, ondan yardım dilemek için kullarının belli bir yöne dönmesini ve onun huzuruna durmak için bu yönü bulmak adına evlerimizde, tarlamızda çalışırken namaz kılarken zorluk çıkaracağını ve bunu şart koşacağını aklımdan bile geçirmiyorum. Çünkü bu konuda tek bir açık ayet yoktur. Allah bu dini bu kitabı sizler için kolaylaştırdım diyorsa, her gün onun huzuruna durmak ondan yardım istemek adına huzuruna duracağımız yönünün, kesin tespitini isteseydi sanırım işimiz çok ama çok zor olurdu. Rabbim bir şey istiyorsa bu gerekli ve bizler için önemli olduğundandır. Bizlere namazlarımızda duracağımız yönün, mutlaka mescidi haram yönünün de olması gerekir yoksa kabul etmem deseydi, sanırım geçmişte kılınan ve gelecekte kılınacak onca namazın yönü konusunda sorun yaşardık ve her an korku içinde olurduk. Çok şükür Rabbim bizleri asla zor bir ibadetle sorumlu tutmamış. Daha geçenlerde bir caminin kıblesinin yanlış yöne baktığını tespit etmişler, yıllarca kimse farkında bile olmamış, tabi o toplumun üzüntüsünü orada namaz kılan cemaatin telaşını çok iyi tasavvur ediyorum. Ya Rabbim gerçekten böyle kesin bir emir vermiş olsaydı nice oludu halimiz. İşte güzelim İslam ı ne hale soktuğumuzun acıklı bir örneği. Bizler bu kadar kolay bir dini nasıl zorlaştırırız onun yarışına girmişiz, bakalım daha ne kadar zorlaştırıp Rabbin hışmına uğrayacağız, bunu da zaman gösterecek. Ben bu konuyu kur’an ayetlerini bir bütün olarak düşündüğümde bunları anladım. Yanılıyorsam Yüce Rabbime sığınırım. Benim yaptığım, amacım onun önerdiği, ayetleri düşünerek, aklederek ne söylemek istediğini, Rabbin ne dediğini anlamaya çalışmaktır. Yaptığım ve yapacağım yanlışlarımı ne olur affet Rabbim. Bu açıkladıklarım benim kur’andan anladıklarımdır, yalnız beni bağlar. Sizlere de düşen kur’anı anlayarak bol bol okuyup anlamaya çalışmak olmalıdır. Bizler beşeriz her zaman hata yaparız, bunun unutulmaması gerektiği gerçeğinden yola çıkıp, Rabbin rehberinden, güneşinden, gönül gözünden elimizden geldiğince yararlanma yolunu seçmeliyiz. Allah sizlere rehber olsun, gönül gözü olsun diye indirdim dediği kitap asla anlaşılması zor bir kitap olamaz. Anlayamayan, istifade edemeyen bilmelidir ki, bizlerin gönüllerinin kapısının kapalı, kilitli oluşundandır, bunu unutmayalım. Gelin bu kilitli kapının anahtarını kur’andan alalım ve o kapıyı açalım. Eğer o kapının anahtarını beşerden alma yolunu seçersek asla o kapıyı açamayacağını da bilelim. Onun anahtarı taklit edilmesi imkânsız KUR’ANDIR. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  25. Kur’an da geçen ümmi kelimesinin anlamını ayetleri birlikte düşünerek anlamaya çalışalım. Çünkü bu konuda İslam âlemi açıkça ikiye bölünmüş durumda. Bir kısmı ümmi sözünden peygamberimizin okuma yazma bilmeyen bir insan olduğunu, bir diğeri ise ümmi sözünden ehlikitap olmayan, o günün değişmiş yozlaşmış dinlerin hiç birisine tabi olmayan anlamının anlaşılması gerektiğini savunmaktadırlar. Bizde kur’an ayetlerinden yararlanarak, onu bir bütün olarak düşünüp, ümmi kelimesini Rabbim ne anlamda kullandığını anlamaya çalışalım. Sözlüğe baktığımızda ümmi kelimesinin anlamı olarak şunlar yazıyor. (Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mektep ve medresede okumamış kimse. Ümmi yalnız okuyup yazmak bilmeyendir. Cahil ise, okuyup yazmak bilse de, bir şey bilmeyen kimsedir, her ümmi cahil değildir. ) Acaba kur’an da geçen ümmi kelimesinden bunlarımı anlamalıyız, çünkü Allah peygamberimizi ümmi peygamber olarak niteliyor. Okuma yazma bilmeyen bir insanımı elçi olarak gönderdi dersiniz Allah, yoksa günümüzde sözlük anlamında geçen anasından doğduğu gibi sözcüğünden yola çıkarak doğruluk, dürüstlük adına bozulmamış, aklın ve mantığın gerçeklerini arayan, çevresindeki din adına yanlışları, bozulmuşluğu gördüğünden sözde ehli kitap ehlinden uzak duran bir insan olarak mı anlamalıyız, gelin birlikte ayetlerden anlamaya çalışalım Allahın izniyle. Bakara 78: Onlardan bir kısmı ümmidir. Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız şeylerden başkası değildir ve yalnızca zannederler. Bu ayete baktığımızda ümmi insanlardan bahsederken kitabı bilmezler diyor. Buradan okuma yazma bilmez anlamını çıkarmak yanlış olur. Çünkü ehlikitap toplumunda da okuma yazma bilmeyen zaten çoğunluktaydı. Peki, kitaptan kasıt ne olabilir? Rabbin peygamberler aracılığıyla gönderdiği kitaplar olmalı ki, ümmi olanların bunlardan uzak ve bunlara tabi olmadığını söylüyor. Hem kitaptan habersiz onunla ilgilenmez hem de bilmeden bir sürü asılsız şeylerin ardına giderler diyor, ümmilerden bahsederken. Elbette her ehli kitap içinde bir sürü yalana, yanlışa, hurafeye uyan ve ardı sıra giden olduğu gibi olmayanda vardı, ümmiler içindede Rabbin doğrularını arayan örnek insanların olacağını unutmadan konuya bakmalı ve öyle yaklaşmalıyız. O devri düşünelim, Yahudi ve Hıristiyan inancı vardı ehli kitap olarak. Eğer Rabbim ehli kitap inancı bozulmasaydı, kitabı kendi elleriyle yazıp kendilerince bir din yaratmamış olsaydılar, neden Allah yeni bir peygamber yeni bir kitap gönderme gereği duysun? Bu ayetten de anlaşıldığı gibi kur’an ümmi sözcüğünü okuma yazma bilmeyen anlamında kullanmıyor. Devrin bozulmuş dinlerine tabi olmayan fakat onlarında birçoğunun, kendilerince uydurdukları temel dayanakları olmayan, asılsız inançların peşinde koşan bir toplum olduğunu söylüyor. Şimdide aşağıdaki ayete bakalım. Aliimran 75: Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez. Bu da onların, "Ümmîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur" demelerindendir. Allah adına bile bile yalan söylüyorlar. Yukarıdaki ayeti anlamaya çalışalım. Kendilerine kitap tebliğ edilmiş ve ona iman eden kitap ehli insanların bir kısmının doğru ve dürüst güvenilir olduğundan, bir kısmının da asla güvensiz olduğunu söylüyor ve bu kişiler borçlarında sadık olmamalarının nedeni olarak ta, kendilerince uydurdukları bir sebepten, ümmilere karşı yaptığımız yanlışlardan, haksızlıklardan sorumlu değiliz diyorlar. Peki, bu durumda ümmi kişilerin özelliği nedir ki bunlara karşı yapılacaklar için sorumluluktan kaçmaya çalışıyorlar? Demek ki bu insanlar Ehli kitap halkı değil, yani kendi inançlarına ters düşen bir toplum olmalı ki onlara kötülük yapmayı bile mubah görebilenler var. Onların inandıklarına iman etmiyorlar ki, böyle bir kızgınlık var onlara karşı. Ya onlara bu kitaplar tanıtılmamış, uzak bırakılmış, ya da o günün yalan ve yanlışlarla yaşanan bozulmuş ehlikitap inancına tabi değiller. Çünkü ümmi kelimesine bizler okuma yazma bilmeyen toplum dersek, neden bazı ehli kitap halkı ümmilere karşı yapılacak haksızlıklardan sorumlu değiliz desin? Kendi inancı içinde okuma yazma bilmeyeni kandırmayı aldatmayı neden normal karşılasın. Cahillik aldatılmayı gerektiren bir durum değil ki. Bu sözlerden yola çıkarak ümmilik, ehli kitap halkından olmayan bir toplum olduğu anlaşılıyor. Geçmişten gelen tarihi bilgilerden aldığımız bilgilerde Yahudilerin Arap toplumuna ÜMMİ topluluk olarak hitap ettikleri söylenir. Buda kendilerince Allah katından inen bir kitaba tabi olmayan toplum anlamındadır. Peki, buradan ümmiliği Allah a iman etmeyen kâfir insanlar anlamında mı anlamalıyız. Bana göre asla böyle anlamamız mümkün değil. Çünkü lütfen düşünün kur’anın indirildiği dönemi. Ehli kitaba inananlar Yahudi ve Hıristiyanların geneli zaten Rabbin indirdiği kitap yerine, din ile hiçbir alakası kalmamış hurafelerin hüküm sürdüğü bir inanç içindeler. Allah tan başka şefaatçiler yaratıp dini yolundan çıkarmışlar. Sadece isimleri kalmış Ehli kitap toplumu diye. Aklı başında hiç kimsenin ardı sıra gitmeyeceği bir din oluşmuş adeta. Ayete dikkat edin ehli kitap tan olan bazı düzenbaz insanlar ümmi adıyla anılan topluma karşı hilekâr olabileceklerini savundukları halde, Allah bunların yapılmasının doğru olmadığını hatta Allah adına yalan söylüyorlar diyor, çünkü zaten bozulan bir dinden uzak yaşayan ve Rabbin indirdiği yeni dine, kitaba daha kolay tabi olabilecek bir toplumdan bahsediliyor olabilir. Şimdide aşağıdaki ayeti anlamaya çalışalım. Aliimran 20: Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." Ehl-i kitaba ve ümmîlere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok, eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir. Ayetin başında Allah elçisiyle tartışmaya girmek isteyenlere bakın ne söylemesini istiyor Allah. Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah a teslim ettim. Ehlikitap yani daha önce gelen kitaplara iman ettiğini söyleyenlere ve ümmilere de sizde Allah a teslim olun de diyor. Dikkat ederseniz burada iki insan toplumu var. Birisi daha önceki dinlere tabi olduğunu söyleyenler, diğeri de bunlara tabi olmayanlar toplumu var ki, onları ayrı bir sınıfta zikrediyor. Burada düşünelim acaba ümmi toplum cahil okuryazar olmayan bir toplum olabilir mi? Her ihtimali düşünelim ki en doğruya ulaşalım. Önce şunu araştıralım, neden ehli kitaba tabi olmamış olan bir toplum var. Buna birçok cevap vermek mümkün, ama benim kanımca yüzlerce yıldır ehli kitap toplumunun dinlerini Allah yolundan saptırıp, kendilerince hurafelere dayalı bir din yaratmış olmalılar ki, bunun farkında olan bazı insanlar onlara tabi olmaktansa uzak olmak evladır düşüncesiyle ve kendince yalan yanlış bir inanç yaratmış olmaları mümkün görünüyor. Çünkü ümmilerden bahsederken kitabı bilmezler bir sürü asılsız şeylere inanırlar diyordu Allah. Yaratan dikkat ederseniz hem ehlikitap hem de ümmi topluma bu dini, kitabı tebliğ ediyor ve ona uyulmasını istiyor. Eğer ümmiler okuryazar olmasa onlara tebliğ etmenin başka bir yolu izah edilirdi. Cahil insanla cahil olmayan bir topluma tebliğ aynı olmasa gerek. Şöyle düşünelim ümmi sözcüğüne okuryazar olmayan toplum dersek, Ehli kitap arasında da o günün çoğunluğu okuryazar değildi, onları nasıl bir konuma oturtmalıyız o zaman? Bakın ümmi kelimesine okuryazar olmayan anlamı verdiğimizde diğer ayetlerle bütünlük sağlamıyor, yani kur’an ayetleri ümmi sözünün cahil okuryazar olmayan insanlar anlamını onaylamıyor. Demek ki ümmiliğin okuryazarlıkla bir ilgisi yok demektir bu durumda. Aslında bana göre Müslümanlığı seçmekte hiç zorlanmayan, direnmeyen toplumun ümmi toplum olduğunu düşünüyorum. Diğer ehli kitap toplumu inandıkları dinden ve kendilerince koydukları kurallardan, geleneklerinden, menfaatleri gereği koyduğu ve bunlar Allah katındandır dedikleri inançlardan kolayca vazgeçmeleri mümkün olmayacaktır. Çünkü akılları, kafaları yanlış inançlarla o kadar dolu ki, doğrulara fazla yer kalmamış diyebiliriz. Bunun örneklerini de zaten kur’andan görüyoruz. Bunun benzerini de günümüzde çok açık görmekteyiz. Rabbin apaçık ayetleri dururken, hala kur’ana uymayan atalarından öğrendiklerinden vazgeçemeyen, sözlerin peşinde koşan o kadar büyük bir topluluk var ki. Peygamberimizin devrini hatırlayınız, Rahman elçisine ne diyordu isra suresi 74. ayetinde? (; Eğer biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, yemin olsun, onlara birazcık meylediverecektin.) demek ki ehli kitap, eski inançlarından vazgeçmemek için elinden geleni yapıyor ve peygamberimize direniyormuş. Fakat hiçbir dine tabi olmayan ümmi toplumun aklın, mantığın ön plana çıktığı bir dini, özellikle peygamberinin de kendileri gibi ümmi olmasından dolayıdır ki, ilk önce onların iman ettikleri daha akla yatkın görünüyor. Bozulmuş sapmış, kitaptan uzaklaşmış Ehli kitap toplumun inanmamakta ısrar etmesinin bir nedeni de, sanırım Allah resulünün kendi içlerinden değil de, ümmi bir toplumdan gelmesi etkili olmuştur. Bakın bu düşüncemi şu ayetle açıklamak isterim. Ankebut 48: Sen bundan önce herhangi bir kitap okumuyordun; onu sağ elinle de yazmıyorsun. Eğer öyle olsaydı batıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı. Yukarıda örnek verdiğimiz ayetlerde ümmi kelimesiyle Ehli kitap olmayan onlara tabi olup onları okumayan insanlar olduğunu söylemiştim. Bakın aynı sözleri ve anlamı çıkarabileceğimiz şekilde Rabbim elçisine sesleniyor. Sen peygamber olmadan önce o devrin hiçbir ehli kitabına tabi değildin, ellerindeki kitapları da okumuyordun, o kitaplarla ilgili yazılar yazan birisi olarak ta tanınmıyordun çevrende. Eğer öyle bir insan olsaydın sana indirdiğimiz kitabı sen daha önceki kitaplardan faydalanıp yazdın diye şüphe duyacaklardı senden diyor Rabbim. Çünkü buradaki ümmi sözünden sen okuryazar değildin dersek, insanların kuşkulanacağı inanmayacağı daha büyük bir neden, sebep oluşturmuş olmuyor muyuz dersiniz? Sizce okuması yazması olmayan cahil bir insanı gönderir mi Allah topluma lider olsun diye? Eğer böyle göndermiş olsaydı bunu da söylerdi. Peygamberimizin hayatını düşünün ticaretle uğraşan, çevresinde güvenilen, sevilen onca ticari işler yapıp mal alan ve satan bir insan nasıl okuryazar olmaz, bu size mantıklı geliyor mu? Kendimize bile yakıştıramadığınız okuryazar olmamayı, cahilliği nasıl olurda peygamberimize yakıştırıyoruz anlamakta güçlük çekiyorum doğrusu. Sayın Muhammet Esed Ankebut 48. ayeti mealinde bakın ne kadar açık ve düşüncemi doğrular bir şekilde yazmış. (çünkü [ey Muhammed,] sen bu [vahyin gelmesi]nden önce herhangi bir ilahî kelâmı okumuş ya da onu kendi ellerinle yazmış değildin.) Bu ayeti lütfen çok iyi düşünelim ve kur’an bütünlüğünde Rabbin ne söylemek ne anlatmak istediğini anlamaya çalışalım. Allah eğer bu ayetinde elçisine sen okuma yazma bilmeyen biriydin demek istemiş olsaydı böylemi söylerdi? Günümüzde bu ayet gösterilip Allah ın en son elçisinin okuma yazma bilmeyen biri insan olduğu söylenmesi kur’ana uyuyor mu yorum sizlerin. Ayetten ben bunları anladım Rabbim yanıltmasın. Demek ki Rabbim özellikle ümmi bir elçi seçmiş, Rabbim bunun la bizlere neleri anlatmak istiyor, bunu çok iyi düşünmeli ve anlamaya çalışmalıyız. Şimdide günümüzde bazı düşüncenin kabul ettiği gibi ümmi okuryazar olmayan, fikrinden yola çıkalım ve düşünelim. Peygamberimiz okuryazar değildi diyelim. Bu ayetin sonunda ne söylüyor Rabbim? Eğer böyle olsaydı batıla sapanlar kuşku duyacaktı. Peki, okuması yazması bile olmayan bir insan için daha çok kuşku uyanmaz mı sizce insanlarda? Cahil okuma yazması bile olmayan bir insanın sözüne mi kulak verirsiniz ardı sıra gidersiniz, yoksa bozulmuş dinlere tabi olmayan onların ardı sıra gitmeyen, kendisini anasından doğduğu gibi tertemiz yetiştiren, koruyan, kollayan ama bilgisi ile, çevresinde güvenilir bir insanın mı sözlerine inanırsınız? Peygamberimiz İslam dininin lideriydi. Liderin özelliğini düşünün lütfen. Sizce okuma yazması olmayan bir insanı Rahman lider olarak gönderir miydi bu dini yaymak, tebliğ etmek için kullarına? Kur’an her şeyden nice örnekleri verdim der bizlere. Kur’anın hiçbir yerinde elçisinin okuma, yazma bilmediğini ona okuma yazmayı biz öğrettik demez. Yalnız ona kur’anı ve hikmeti biz indirdik der. Kur’an ile birlikte ilmi verdik ki onu topluma iyice anlatsın, açıklasın ikna etsin der. Kur’anı okuma yazması olmayan birisine neden indirsin Allah? Okuma yazması olmayan bir insana ilim vermeden önce, ona okuma yazma öğretilmesi gerekmez mi? Rabbim her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdim diyorsa, gönderdiği elçisi eğer okuma yazma bilmeyen bir insan olsaydı, bunun birçok örneğini de bizlere iletirdi ki toplum bunu açıkça bilsin ve ona göre iman etsin, tüm kuşkular ortadan kalksın. Allahın adıyla oku derken nasıl olurda bu konuda aksi bir bilgi olmadığı halde, bizler peygamberimiz okuma yazma bilmezdi diyebiliriz? Bana mantıklı gelmiyor kur’anın bütünlüğüne de uymuyor doğrusu. Çünkü peygamberimiz okuma bilmiyor idiyse, Rabbim bunun bir mucizeyle ona okumayı biz öğrettik diye bildirmesi gerekmez mi? Kur’an buna benzer birçok mucizevî açıklamalarla doludur. Eğer böyle olsaydı bununda açıklamasını rabbim mutlaka yapardı bizlere. Bakın şimdi hatırlatacağım ayette Allah özellikle elçisi için ümmi bir peygamber olduğunu açıksa nasıl belirtiyor. Araf 158: De ki: 'Ey insanlar, ben Allah'ın hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi) yim. Göklerin ve yerin mülkü yalnız o’nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz. Buradan da anlaşılıyor ki Allah özellikle elçisi için, ümmi kelimesini üstüne basa basa söylüyor. Peki, neden yapıyor olabilir bunu? Daha önce Ehlikitaba iman eden birisinden değil de, ehli kitapla ilgili olmayan bir elçi gönderiyor. İşte burada sanırım çok düşünmemiz gereken bir konu var, bununla bizlere bir mesaj vermek istiyor Rabbim. Peygamberimiz dönemini hatırlayınız toplumun elinde hem, Tevrat hem de İncil var. Peki, toplum ne durumda dersiniz? Hurafelerle ve dinde birçok sapkınlıklara yönelmiş Rabbin emretmediği onca şeyler, din diye önlerine serilmiş ve işin en kötüsü bunlar Allah katındandır denilerek Rabbin istemediği bambaşka bir din yaratılmış. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömen bir inanç yaratılarak, ehli kitap sözcüğünün yalnız adı kalmış. İnsanlar o derece kötü bir inanç içindeki, Allah bu durumdan kullarını kurtarmak için son bir şans veriyor. Kendi inançlarına sahip çıkmayan onu hurafelerle bozan toplumun içinden elçi görevlendirmek yerine, Rabbim bir ümmi peygamber göndererek bizlere çok önemli bir mesaj veriyor. Allah Benim için önemli olan, hurafelere iman ederek, dinden olduğunu söylediği halde din dışından bilgilere iman edip, benim gönderdiğim kitabımdan sapan bir insan olmaktansa, benim kitabımdan habersiz doğru, dürüst, barışsever, Allah ın doğru yolunu arama çabasını gösteren, çevresinde saygın örnek bir insan olmak, daha önemlidir diyor bizlere. Ama bizler bunun farkında bile değiliz. Neden değiliz diyorum biliyor musunuz? Bizler kur’andan habersiz ben Müslüman’ım diyen herkez cennete gidecek diyerek, ne yazık ki kendimizi temize çıkarıyor, diğer dinlere mensup olanlarında hükmünü kendimiz verip, cehennem ehli yapıveriyoruz. Yaptığımız onca kötülükleri bir çırpı da nefsimizce siliveriyoruz. Ama dikkat edin Yüce Rabbim dinden sapmış, hurafelere iman eden bir ehli kitap arasından elçi göndermek yerine, din ile ilgili olmayan hatta ehli kitap olmayan ama çevresinde sevilen, doğruluğuyla tanınmış, sözüne güvenilen bir ümmi insanı seçip elçi olarak görev veriyor. Bunun üzerinde çokkkk ama çok düşünmeliyiz. Artık kendimizi temize çıkarmak yerine, temiz bir insan olmanın yolunu aramalıyız. Oda apaçık kur’anı anlayarak onun rehberliğinden istifade ederek olacaktır. Kur’an apaçık söyler ama düşünmeyen, aklını kullanmayan asla anlayamaz. Aklını kullanmakta yetmez, önemli olan anladığını uygulamak ve topluma örnek bir insan olmaktır amaç. İşte peygamberimiz ümmi bir insan olarak, elçilik görevini alıncaya kadar, Rabbin verdiği zekâ ve akılla hayatını örnek bir insan olarak doğru yaşamayı başaran, nadir insanlardan olduğu anlaşılıyor. Allah elçisi peygamber olduktan sonra diğer iman etmeyen ehli kitap toplumunu dahi, ellerindeki müracaat etmeyi bıraktıkları, kendi elerliyle yazdıklarına iman edenlere, Rabbin gönderdiği kitaplara yönlendirmeye çalışmış ve bu hareketiyle de örnek olmuş bir peygamberdir. Biraz düşündüğümüzde bu hareketinden de çok şeyler çıkarmamız gerekiyor. Peygamberimiz her zaman ellerini gökyüzüne açarak dua eden, rabbin doğru yolunu aradığı özlemini Rahmana ileten çok özel bir insan olduğunu kur’andan anlıyoruz. Bizler elimizde korunmuş apaçık bir rehber olduğu halde bunu yapamıyorsak, demek ki dinimizi, imanımızı yaşarken akla, mantığa zerre kadar yer vermiyoruz demektir. Allah ayetini gönderir ve bizlerin düşünmesini akıl yürütmemizi emreder. Fakat bizler ne yazık ki düşünmeyi, aklı bir kenara bıraktığımız için, içinde bulunduğumuz yanlışların farkında bile değiliz. Buradan çıkaracağımız çok dersler var. Bizler kur’anda geçen ümmi sözünden Rabbin verdiği gerçek anlamı, manayı anlamak sanırım pek işimize gelmemiş. Peygamberimizi ehli kitap dışında görmek de hoşumuza gitmemiş ki, onu okuma yazma bilmeyen cahil bir insan konumuna sokmak daha çok işimize gelmiş. Böyle yaparak o güzel şanı yüce peygamberimize nasıl büyük bir saygısızlık yaptığımızın hala farkında değiliz. Biz bu tür yanlışları hep yapmışız ne yazık ki, günümüzde de farkında olmadan yapıyoruz. Rabbin anlatmak istediklerinin dışında, kelimelere başka anlamlar verip dine, kitaba uymak, Rabbin ne söylediğini anlamak yerine, kitabı kendimize uydurmak hep işimize gelmiş. Hem atalarımızdan gelen inançları yaşatmışız böylelikle, hem de kur’ana uyduğumuzu söyler olmuşuz. Artık İslam âlemi olarak kendimize gelmemizin zamanı geldi ve geçiyor. Rabbim yardımcımız olsun ve gönül gözümüzü kur’an nuruyla nurlandırsın ki, gerçekleri apaçık görebilelim. Ben kur’an bütünlüğünde peygamberimizin ümmi oluşunu ve bu sözden Rabbim ne demek istiyor bunları anladım. Sizlerde bu sözlerimi kur’ana müracaat ederek, aklın ve mantığın süzgecinden geçirip anlamaya çalışınız. Ben kendi söylediklerimden, inandıklarımdan sorumluyum sizlerde kendinizden sorumlusunuz bunu unutmayınız. Aklı devrede tutmayan bir Müslüman ın yanılma payı her zaman yüksektir. Rabbin tebliğini anlayarak bizzat kendisinden alalım ve bize öğretilenleri Rabbin sözleriyle karşılaştıralım, bakın o zaman gerçek doğruyu, güneşi, aydınlığı nasıl göreceğiz. Peygamberimiz okuma yazma bilmeyen cahil birisi değil, toplum içinde tüm liderlik vasıfları ile donatılmış örnek bir insan, örnek bir lider olduğunu da unutmayalım. Rabbim yanıltmasın ben kur’andan bunları anladım. Yanılıyorsam ne olur beni affet RABBİM. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.