halukgta tarafından postalanan herşey
-
AYETLER BİZLERE NE ANLATIYOR?
KAF SURESİ 45. AYET VE..... Yüce Rabbim bizlere öyle bir kitap göndermiş ki, zerre kadar farkında bile değiliz. Nasıl farkında olalım onu anlamadan okumanın sevap olacağına inanan bir toplum, nasıl olurda içindeki bilgilerden haberdar olur? Sizlere daha önce ki yazılarımda verdiğim örneği burada da tekrar vermek istiyorum, çünkü bu örnek hayatımızdan ve yaşamımızdan konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. Öğretmen sınıfa bilmedikleri dilden bir kitap dağıtıyor ve diyor ki, sizi bu kitaptan bir ay sonra imtihan edeceğim bu kitabı iyice okuyun. Bu durumda öğrenciler ne der öğretmenine sizce? Önce hepsi güler ve öğretmenin şaka yaptığını söylerler daha açıkçası bu sözü kimse ciddiye bile almaz. Çünkü dilini bilmedikleri bir kitabı okuduklarında içinde ne söylediğini nelerin açıklandığını bilmeden nasıl olurda sorulara cevap verirler, elbette bu ne akla nede mantığa uymayan öğretmenlerinin sözü, olsa olsa şakadan başka ne olabilir? Evet, dostlar bu ancak 1 Nisan şakasından öteye gidemez. Peki, yüzlerce yıldır bu şakayı bizlere yapanlara karşı neden duyarsız kalıyoruz da, onların ne akla nede mantığa hatta kur’ana asla uymayan bu söylemlerine inanıyoruz. Bizler düşünme yeteneğimizi mi yitirdikte, anlamadan anlamını dahi bilmeden Rabbin ne emrediyor farkında olmadan, kur’anı okuyacağız ve bizler bundan sevap kazanacağımıza inanacağız, öylemi dostlar? Peki, Rabbin sizleri bu kitaptan imtihan edeceğim sözünü de mi duyan yok? Rahmanın ne emrettiğini anlamadan nasıl olurda Rabbin imtihanından geçeceğiz hiç mi düşünmüyoruz bunları? Küçücük öğrenciler için verdiğim örnekten ne farkı var bizim yaptığımızın. Onlar gülüp geçmişken ciddiye bile almamışken bu sözleri, nasıl olurda biz büyükler bunun farkına varamayız nedir bu içine düştüğümüz yanlış, ne zaman bizler tüm bu hatanın farkına varacağız dersiniz? Bir bilgiyi okumakla mı yoksa uygulamakla, yerine getirmekle mi bir değer, sevap kazanırız, bunun farkında bile değiliz. Sözlüye kalkan öğrenci öğretmenine; İnanın hocam kitabı çok okudum ama sizin sorduklarınıza cevap veremedim çünkü okuduğumu anlayamıyorum, bana en azından geçerli bir not verin diyebilir mi? Rabbin huzuruna gittikten sonra pişmanlığın fayda etmeyeceğini söyleyen Rabbim e kulak verelim. Rabbim birazcık aklı olana bile nasıl sesleniyor ve bizleri bakın nereye yönlendiriyor, daha açıkçası görev verdiği elçisine nasıl bir emir verip insanlığı neyle uyar diyor. Hala anlamayana davul zurna az sanırım, onlara da söyleyecek sözümüz yok zaten. Kaf 45: Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur'an'la öğüt ver. İşte Rabbin kelamını anlamadan okursan bu gerçekleri göremezsin. Allah kur’anda bir ayetinde söylediğini bir başka ayetinde tersini asla söylemez. Bunun tersini söyleyenlere değil, lütfen artık Rabbim e kulak verelim. Elleriyle yazıp bunlar Allah katındandır diyenlerin foyasını çıkarmanın zamanı geldi ve geçiyor bile, bunu yapmayıp bana ne dersek bir gün bunun acısını hep birlikte çekeceğimizi de bilelim. Onun içindir ki öğüt alacağımız kitabın Kur’an olduğunu asla unutmayalım. Peygamberimizin aldığı emir gereği bizleri kur’an ile uyardığını söyleyen Rahmana kulak verelim. Bakın Rabbim bizleri yaratırken imtihan vesilesi olarak içimize yerleştirdiği, adeta bizi bizimle karşı karşıya bıraktığı nefsimiz ile ilgili, bakın ne söylüyor ve bizleri uyarıyor. Kaf 16: Yemin olsun ki, insanı biz yarattık. Nefsinin ona neler fısıldadığını da biz biliriz. Biz ona, şah damarından daha yakınız. Yüce Rabbim adeta içimizdeki şeytanın, gerektiğinde insanın bizzat nefsi olduğunu ve onun bizlere süslü gösterdiği yanlışların farkında olmamız için, yine imtihanın özü olan aklı devreye sokmamızı emrediyor kur’anın birçok yerinde. Çünkü nefsimizin bizlere hiçte iyi şeyler fısıldamadığını anlatmaya çalışıyor ve bizleri uyarıyor. Nefsi yola getiren, yanlışı düzelten kur’an ve aklımız olduğunu unutmayalım. Allah ayetlerin sonunda bizlerin düşünmemizi öneriyorsa bundan çıkaracağımız çok şeyler var demektir. Rabbim benim tehdidimden korkanlara KUR’AN ile öğüt ver diye açıkça emrediyorsa, kur’anda her şey yoktur diyenlerin tuzaklarına düşmenin, Rabbin yolundan uzaklaşmak olduğunun farkına varmalıyız. Aklımızı kur’an ile birleştirdiğimizde ise, gerçek doğru yolu bulacağımızı da Rabbim apaçık söylüyor. Bunu yapabilmek ve hayata geçirebilmek için de kur’anı anlayarak, anladığımız dilden ilk elden ona müracaat ederek, bol bol okumalıyız ve Rabbim in ne söylediğini anlamaya çalışmalıyız. Rahman asla bizlerin anlayamayacağı zor bir kitap gönderip, daha sonrada bizleri bundan hesaba çekmez. Allah gönderdiği kitap için, yemin ederek sizler için kolaylaştırdım diyorsa, gelin beşere değil Rabbim e inanalım. Kur’anı herkes anlayamaz diyerek bizleri kur’andan uzaklaştırmak isteyenlerin tuzaklarına düşmeyelim. Bakın o zaman hayatımızın nasıl değiştiğini, her şeyin nasıl kolaylaştığını, ne kadar büyük yanılgı içinde olduğumuzu ve daha önemlisi nasıl daha mutlu olduğumuzu göreceksiniz. Rabbim kur’an gerçeklerinin farkında olan, ona bakan değil onu gören, anlayan ve uygulayan kulları arasına bizleri alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
PEYGAMBER EŞLERİ VE ÇOK ÖZEL KONUMLARI...
Bu yazımda sizlerle kur’anın bütünlüğünü düşünerek, peygamberimizin eşleri hakkında Rabbin gönderdiği çok özel ayetlere bakarak, onların nasıl özel bir konumda olduklarını anlamaya çalışacağız. Peygamber eşlerine hitaben söylenen bazı ayetler örnek gösterilerek yapılan yanlışlardan vazgeçmek, kur’anı ve ayetleri doğru anlamakla mümkün olacaktır. Ahzap 53: Ey iman edenler, Peygamberin evlerine, vaktine dikkat etmeksizin ve yemek için izin verilmedikçe girmeyin; ancak çağrıldığınızda girin, yemeği yediğinizde de hemen dağılın; sohbet etmek için de izinsiz girmeyin! Çünkü o, peygambere eziyet veriyor, üstelik sizden utanıyor; ama Allah, gerçeği söylemekten sıkılmaz. Bir de hanımlarına, gerekli bir şey soracağınızda bir perde arkasından sorun! Öyle yapmanız, hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha çok temizdir. Sizin, Allah'ın peygamberini incitmeye hakkınız yoktur; arkasından hanımlarını nikâhlayamazsınız da. Çünkü bunlar, Allah katında çok büyük bir günahtır Önce kur’anı bütün olarak düşünelim. Rabbim peygamber eşlerini diğer kadınlarla aynımı görüyor burası çok önemli. Kuranı düşündüğümüzde özellikle peygamber eşlerine hitap eden birçok ayet indiğini görürüz. Örneğin peygamberimiz eşlerinden birisine gizli bir söz söylemişti ve o bu sözü diğerlerine iletmiş ve arada üzüntü verici bir durum çıkmıştı. Rabbim bu durumu peygamberimize bildirdikten sonra bakın Allah peygamber eşlerini nasıl ikaz ediyordu? Tahrim 4: Eğer ikiniz, ey hanımlar, Allah'a tövbe ederseniz ne iyi, çünkü kalpleriniz kaydı; yok eğer peygamber'e karşı dayanışmaya girerseniz hiç kuşkusuz bizzat Allah, onun destekçisidir. Cebrail'le iman sahiplerinin barışçıları da. Bütün bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar. Tahrim 5: Eğer o sizi boşarsa Rabbi ona, sizden daha iyi kendini Allah a veren, inanan, sebatla itaat eden, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir. Bu ayetten de anlıyoruz ki Rabbim, elçisini önce en yakından koruma ve kollama ya alıyor. Onun önce iç huzurunu sağlamak için her türlü tedbiri alıyor. Şimdi Rabbim peygamber eşlerini bakın nasıl uyarıyor. Ahzap 32: Ey peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer korunup takvaya sarılıyorsanız sözü kırıtarak söylemeyin ki, kalbinde maruz bulunan biri ümide kapılmasın. Örfe uygun söz söyleyin. Bu ayetten de anlaşılıyor ki peygamber eşleri Rabbin katında çok özel bir konuma sahip. Buradan yola çıkarak kesinlikle bizler kendi eşlerimizle bir tutmayacağımız anlaşılıyor. Hatta sanırım peygamberimizin eşleri bazı sorunlar yaratıyor ve peygamberimizi üzüyor olmalı ki, bakın yaratan nasıl bir ayet gönderiyor. Ahzap 28: Ey peygamber, eşlerine şöyle söyle: "Eğer şu iğreti dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, haydi gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de sizi güzellikle serbest bırakayım. Bunlarda yetmiyor ki daha titiz önlemler alıyor rabbim ve bakın neler söylüyor peygamberimizin eşlerine. Ahzap 30: Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık/kanıtlanmış bir edepsizlik yaparsa, kendisi için azap iki katına çıkarılır. Ve bu, Allah için çok kolaydır. Hâlbuki Rabbim bizlere ne yaparsanız yaptığınızın misli kadar ceza ile karşılık görürsünüz der. Dikkat edin burada ise iki katı diyerek adeta peygamberimizin önce aile içindeki huzurunu sağlıyor ki, işi kolaylaşabilsin. Ayetin devamında ise Allah resulüne gönülden itaat eder de yardımda olursa, ona mükâfatını iki kat veririz diye de belirtiyor. Demek ki peygamber eşleri bizler içinde Rabbin katında da, çok farklı bir konumda. Şimdi gelelim yazımızın en başında verdiğimiz Ahzap 53. ayete. Burada da Allah yine peygamberimizin zor durumda kaldığı fakat söyleyemediği bir durumu açıklığa kavuşturarak elçisine yardımcı oluyor. Gelişigüzel peygamberinizin evine gidip onu rahatsız etmeyin diyor. Şimdide ayetin son kısmında bahsedilen peygamberimizin eşleriyle muhatap olurken perde arkasından sorun diyor sözlerini anlamaya çalışalım. Acaba bu perde arkasından sözüyle neyi kastediyor burası bence önemli. Çünkü bu sözlere bakarak günümüzde yanlış uygulamalara neden olunmaktadır. Ayetin devamına bakarak bunu anlamaya çalışalım. (Öyle yapmanız, hem sizin kalpleriniz hem de onların kalpleri için daha çok temizdir.) Demek ki Rabbim elçisinin eşleriyle, hiç kimsenin yanlış bir harekete, davranışa girişmesini tamamen önlemek için önlemler alıyor. Aranızda perde olsun sözünden, aranızda bir mesafe olsun ve peygamber eşleriyle konuşurken daha dikkatli olunmasını istiyor. Ahzap 32. ayette de hatırlayın peygamber eşlerinin dikkatini çekerek, başkaları ile konuşurken sözleri kırıtarak yanlış anlaşılacak bir şekilde söyleyip, karşınızdaki insanı sakın etkileme yoluna gitmeyin diye nasıl ikaz ediyordu Rabbim hatırlayınız. Peki, neden bu önlemleri Rabbim alıyor dersiniz? Ayetin devamında verdiği emir gereği olduğu anlaşılıyor, bakın ne diyor orada? (arkasından hanımlarını nikâhlayamazsınız da. Çünkü bunlar, Allah katında çok büyük bir günahtır.) İşte yüce Rabbim verdiği hükmün garantisini de alıyor, çünkü bu çok özel bir durum, bir başka insanın yaşamına benzemez. Peygamberimiz ölse dahi eşleriyle evlenilemeyeceği emri var. Açıkça peygamber eşlerini bu konuda iradelerine bile bırakmadan, Rabbim nefislerine hükmediyor. Hâlbuki biz diğer kulları için, bu ve buna benzer konularda ikazları vardır Rabbin, fakat tüm bunlar bizlerin nefis ve özgür iradelerine bırakılmış, imtihanın bir parçası olarak karşımızda durmaktadır. Bunu çok iyi düşünüp değerlendirmeliyiz. Şimdide bana göre çok önemli bir ayet örnek vermek istiyorum. Tüm bu önlemleri alan Rabbim peygamber eşlerini çok ama çok özel bir konuma getirdiğini ve bu nedenle bir başkasıyla yan yana gelerek samimiyet kurmasını, bir yanlışa, hataya sebep olmasını engelleyip, çok özel önlemler almasının nedenini, şu ayette daha açık görüyoruz. Ahzap 6: O peygamber, müminlere öz benliklerinden daha dost, daha yakındır. Onun eşleri de o müminlerin anneleridir……. İşte tüm bu önlemlerin nedenini Rabbim açıklıyor. Peygamber eşleri sizlerin annesidir. İşte bu hükümden sonra, Allah kullarının ve peygamber eşlerinin hata yapma riskini en aza indirmek, hatta yok etmek için bu kadar güzel ve itinayla önlemler almıştır. Şimdide gelelim peygamber eşleri dışarıda nasıl geziyorlardı, yüzlerini göstermemek için peçemi takıyorlardı? Çünkü bu ayet örnek verilerek peçe takan, ya da birçok kıyafeti dinin emri olarak sunan fikirler vardır günümüzde. Ahzap 53. ayeti düşünelim, burada bahsedilen peygamberimizin bizzat evi ve oraya gelen misafirlerle Resulün eşlerinin onlarla yakından ilgilenmeleri söz konusu. Allah burada özellikle bu yakınlık dolayısıyla fazla yakınlaşmaları önlenmeye çalışılıyor dikkat ederseniz. Aranızda perde olsun derken, birbirinize yakın olmayın biraz daha uzaktan görüşün anlamındadır. Peki, şimdide sorumuza gelelim, Allah elçisinin eşleri dışarıda gezerken yüzlerini mi örtüyorlardı? İşte o sorununda cevabı bana göre çok açık bu ayette veriliyor. Ahzap 59: Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) dış örtülerini üstlerine almalarını söyle. Onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. Demek ki dışarıya çıkarken evin içinde serbest ve daha rahat giyindiğimiz kıyafetle değil, daha dikkatli, iffetli bir kadına yakışır bir şekilde giyinilmesini istiyor Rabbim. Dikkat edin burada herhangi bir yüz örtüsü olmadığı gibi, tam tersine kim oldukları anlaşılması isteniyor, çünkü iffetli namuslu bir kadın oldukları anlaşılsın ki rahatsız edilmesin. Ayete baktığımızda asla Rabbim özel bir kıyafet tarifi yapmıyor. Önemli olan yaşadığı toplumun geleneklerine göre giyinilmiş ve namuslu, iffetli bir kadın görüntüsü vermesi özellikle hatırlatılıyor. Çünkü her ülkenin iklim şartları gelenekleri çok farklılık arz ediyor, önemli olan ayetin özünde verilen namuslu ve iffetli bir kadın olduğunun anlaşılacağı bir kıyafet olmasıdır. İşte kur’anın evrenselliği bu sözlerden çok daha iyi anlaşılıyor. Tüm bu ayetleri okurken kelimelerin ardından anlamlar çıkararak bize öğretilen yanlışlara kur’andan kılıf aramayalım. Rabbim ne anlatmak istiyor kur’an bütünlüğünde onu anlamaya çalışalım. Allah sizlere rehber olsun diye gönderdim diyorsa kur’anı, gelin sorunlarımızı ve sorularımızı ona soralım ve ondan cevaplar alalım. Eğer ona danışmaz da beşerin kitaplarına danışır, sorularımızı onlara sorarsak, cevaptan ve gittiğimiz yolun doğruluğundan asla emin olamayız. Şunu unutmayalım, rabbim kur’anda açıkça bildirmediği, vermediği bir hükümden asla sorumlu tutmayacaktır. Bunun tersini söyleyenlere inanırsak, rabbin adaletini sorgulamış olacağımız yanlışına düştüğümüzü de unutmayalım. Rabbim bizleri bu duruma düşmekten korusun. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
BİZLERE ÖĞRETİLEN HELAL VEHARAMLAR BAKIN NEREDEN GELİYOR?
Sizlere bugün İslam dinine sokulan, kur’anın açıkladığından başka haram ve helal lerin nerelerden dinimize sokulduklarına çok güzel örnekleri Tevrat’tan vereceğim. İşte hadisleri kayıtsız şartsız kabul edip Kur’an ile karşılaştırmadığımızda, nelere iman ediyoruz lütfen iyi görelim ve düşünelim. Önce sizlere kur’andan bazı ayet örneklerini vermek istiyorum, Yaradan haram ve helal konusunda acaba neler söylemiş Kur’ana bakalım ki, daha sonra Tevrat ta yazan ile doğru karşılaştırabilelim. İlk önce vereceğim ayete dikkat edelim, Peygamberimiz aile içinde eşlerin hoşnutluğunu sağlamak adına Yaratanın bir helal dediğini, haram demesinden sonraki, Rabbim in peygamberimizi uyarısını görelim, Yaratandan başka kimsenin bir helali haram yapamayacağı daha iyi anlaşılsın. (Tahrim Suresi 1. Ey Peygamber! Allah'ın sana helal kıldığı şeyi, eşlerinin hoşnutluğunu isteyerek neden haramlaştırıyorsun? Allah Gafur’dur, Rahîm'dir.) Şimdide Kuranda geçen bazı helal ve haram konusunu aydınlatacak açık ve net ayetleri görelim. ( Enam Suresi 145. De ki: "Bana vahyolunanlar içinde, bu haram dediklerinizi yiyecek birine yasaklanmış bir şey bulamıyorum. Yalnız şunlardan biri olursa başka: leş, akıtılmış kan, domuz eti -ki o bir pisliktir- Allah'tan başkası adına boğazlanmış bir murdar." Iztırar haline düşen, başkasının hakkına dokunmamak, zorunluluk sınırını da aşmamak şartıyla bunlardan yiyebilir. Çünkü senin Rabbin çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.) (Hac sur. 30: İşte böyle. Kim Allah'ın yasaklarına saygılı olursa bu, Rabbi katında kendisi için çok hayırlı olur. Karşınızda okunarak açıklananlar hariç, tüm hayvanlar size helal kılınmıştır. Artık putların pisliğinden, yalan sözden uzak durun.) (Maide Suresi 87:. Ey iman sahipleri! Allah'ın size helal kıldığı şeylerin temiz ve güzel olanlarını haramlaştırmayın; azıp sınırı aşmayın; Allah azıp sınırı aşanları sevmez.) (Yunus Suresi 59. De ki: "Ne oldu size de Allah'ın size rızık olarak indirdiği şeylerden bir haram yaptınız bir de helal?" De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?") (Sur. 116. ayet; Yalan düzerek Allah'a iftira etmek için, dillerinizin uydurma nitelendirmeleriyle "Şu helaldir, şu da haramdır!" demeyin. Yalan düzerek Allah'a iftira edenler kurtulamazlar.) Değerli arkadaşlarım bu sözler rabbim in kurandaki sözleri, haram ve helal konusunda tek yetkili bizzat kendisi olduğu şu sözünden anlaşılmıyor mu zaten. (De ki: "Allah mı size izin verdi, yoksa Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" ) ve bakın bir ayetinde de bizleri nasıl kurandan sorumlu olacağımızı da açıkça belirtiyor. (Zühruf Suresi 44:Gerçek şu: Bu Kuran sana ve toplumuna elbette ki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız.) Yukarıdaki ayetleri önce düşünelim, birde bize öğretilenleri hatırlayalım. Örneğin tek tırnaklı çift tırnaklı, ahtapot, ıstakoz ve benzerleri yenir mi yenmez mi sözlerini düşünelim, geviş getiren hayvanların yeneceği bilgileri, daha sonrada aşağıda Tevrattan aldığım sözlerle karşılaştıralım. Göreceksiniz ki bize öğretilenlerin bir kısmı nasılda tevrattan alınmış, Kur’an ile hiçbir ilgisi yok. Kur’anın hiç ama hiç bahsetmediği konular, daha doğrusu bu yorumu size bırakıyorum ama lütfen ön yargılı olmadan, bizlere öğretilenleri doğru çıkarmak adına telaşa düşmeden. Eğer Tevrat’ta geçenleri savunursanız bilin ki Kuranı görmezden gelmektesiniz demektir. Rica ediyorum lütfen aşağıdaki yazılanları tekrar okuyup doğruda birleşelim ki, bizlere kurulan Yahudi tuzaklarından artık kurtulalım. Rabbim sizleri kur’andan hesaba çekeceğim diyorsa, bize öğretilenler ile kur’anı karşılaştıralım ki, hesabı doğru verebilelim. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK. TEVRATTAN ALINTILAR; Eti Yenen ve Yenmeyen Hayvanlar (Yas.14:3–21) BÖLÜM 11 Lev.11: 1 RAB Musa'yla Harun'a şöyle dedi: Lev.11: 2 "İsrail halkına deyin ki, 'Karada yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: Lev.11: 3 Çatal ve yarık tırnaklı, geviş getiren hayvanların tümü. Lev.11: 4 Ancak geviş getiren ve çatal tırnaklı olan hayvanlardan etini yememeniz gerekenler şunlardır: Deve geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Lev.11: 5 Kaya tavşanı* geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Lev.11: 6 Tavşan geviş getirir, ama çatal tırnaklı değildir. Sizin için kirli sayılır. Lev.11: 7 Domuz çatal ve yarık tırnaklıdır, ama geviş getirmez. Sizin için kirli sayılır. Lev.11: 8 Bu hayvanların etini yemeyecek, leşine dokunmayacaksınız, sizin için kirlidir. Lev.11: 9 "'Suda yaşayan hayvanlardan şunların etini yiyebilirsiniz: Denizde, akarsularda yaşayan pullu ve yüzgeçli canlıların etini yiyebilirsiniz. Lev.11: 10 Denizdeki ve akarsulardaki bütün pulsuz ve yüzgeçsiz canlılar -suda toplu halde yaşayanlar ve ötekiler- sizin için ********* sayılır. Lev.11: 11 Bunlar sizin için ********* sayılacak. Etlerini yemeyecek, leşlerinden tiksineceksiniz. Lev.11: 12 Suda yaşayan bütün pulsuz ve yüzgeçsiz canlılar sizin için ********* sayılacak. Lev.11: 13 "'Tiksindirici kuşların etini yemeyecek, şunları ********* sayacaksınız: Kartal, kuzu kartalı, kara akbaba, Lev.11: 14 çaylak, doğan türleri, Lev.11: 15 bütün karga türleri, Lev.11: 16 baykuş, puhu, martı, atmaca türleri, Lev.11: 17 kukumav, karabatak, büyük baykuş, Lev.11: 18 peçeli baykuş, ishakkuşu, akbaba, Lev.11: 19 leylek, balıkçıl türleri, ibibik, yarasa. Lev.11: 20 "'Dört ayaklı ve kanatlı böceklerin hepsi sizin için *********tir. Lev.11: 21 Ama dört ayaklı ve kanatlı olup ayaklarını sıçramak için kullanan bazılarının etini yiyebilirsiniz. Lev.11: 22 Şunları yiyeceksiniz: Bütün çekirge türleri, küçük çekirge, cırcırböceği, ağustosböceği. Lev.11: 23 Öbür dört ayaklı, kanatlı böceklerin hepsi sizin için ********* sayılır. Lev.11: 24 "'Sizi kirletecek şeyler şunlardır: Aşağıdaki hayvanların leşine dokunan akşama kadar kirli sayılacaktır. Lev.11: 25 Kim aşağıdaki hayvanların leşini taşırsa giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Lev.11: 26 Çatal tırnaklı ama tırnağı yarık olmayan ve geviş getirmeyen her hayvan sizin için kirlidir. Bunlara dokunan da kirlenmiş sayılır. Lev.11: 27 Dört ayaklı hayvanlardan pençelerini yere basarak yürüyenler sizin için kirlidir. Bunların leşine dokunanlar akşama kadar kirli sayılacaktır. Lev.11: 28 Bunların leşini taşıyanlar giysilerini yıkayacak ve akşama kadar kirli sayılacaktır. Çünkü bu hayvanlar sizin için kirlidir. Lev.11: 29–30 "'Küçük kara hayvanları içinde sizin için kirli sayılanlar şunlardır: Gelincik, fare, bütün kertenkele türleri -geko, varan, duvar kertenkelesi, düz keler- bukalemun. (kutsalkitap. tk)
-
STRESE GİRENİN İMANINDAN ŞÜPHE EDERİM....
Bugün sizlerle paylaşmak istediğim konu, geçen gün aldığım bir yazının beni çok etkilemiş olmasından kaynaklanan, iddialı bir sözün üzerinde konuşmak olacak. Konuşmadan önce bu sözü sizinle paylaşmak istiyorum. ( STRESE GİRENİN İMANINDAN ŞÜPHE EDERİM) Doğrusu sizlerde okuduğunuzda herhalde önce hadi canım sende demişsinizdir, ben ona benzer bir düşünceye kapılmadım desem yalan olur. Bu sözün sahibi konuyu açıklamaya başladığında gerçekten bu düşüncesinde ne kadar haklı olduğunu anladım. İşte bizler bu çok iddialı sözün ne anlatmak istediğini hemen anlayamadığımızın tek nedeni, kur’anın rehberliğinden, ışığından yeteri kadar istifade edemediğimiz olduğunu, biraz sonra yazdıklarımı okuduğunuzda sanırım daha iyi anlayacaksınız. Stresin basit tarifi halk dilinde dertlerin, sıkıntıların, karşılaşılan olayların sonucunda, bunların kafaya takılarak üzüntü ve düşüncenin sonucu doğan rahatsızlık olarak tanımlayabiliriz. Şimdide düşünelim hayatımızda karşılaştığımız olayları ve bu olaylar karşısında takındığımız tavrı. Başımıza bir hastalık geldiğinde, onu iyileştirme çabasından çok, onun psikolojik yıkımıyla etkilenip yıkılmıyor muyuz? Hatta bir kısmımız mücadeleyi bırakıp hastalığımızın iyileşmesini bile engellemiyor muyuz dersiniz? Bir kısmımız aile içinde bunalım yaşıyor, bir kısmımız da maddi sıkıntılarla boğuşuyor. Bazı insanlar sevdiklerinin ölümüyle yıkılıyor stres e girip, doğruyu düşünme melekesini tamamen yitiriyor. Hangimiz hayatında hiçbir sorunla karşılaşmıyor ki? Hepimiz mutlaka birçok kez, hayatında üzüldüğü ve hiç aklına getirmediği sorunlarla bir anda karşılaşıp onlarla mücadele ediyor. Eğer bu mücadele karşısında güçsüz bir ruha sahip olduğumuzda yıkılıyor ve dertlerimizden kurtulmak yerine, derdimize bir dert daha eklemiş oluyoruz. Güçlü bir iradeye sahipsek ve o iradeyi o ruhu daha önce eğitimden geçirmiş isek, bu tür olaylardan en az hasarla çıkıyoruz. Peki, o zaman bu durumda gerçekten STRESLE İMAN ARASINDA BİR BAĞ KURMAK MÜMKÜNMÜ DERSİNİZ? Sizlere okuduğum yazınında etkisiyle, vereceğim örnekler hakkında lütfen düşünüp iyi değerlendirme yapmanızı rica edeceğim. Allah Kur’anda bizlere özellikle peygamberlerin hayatından örnekler verip, onlardan kıssadan hisse almamızı ister ve ayrıca ayetleriyle de bunu belirtir. Gerçekten Rabbim kuranın söylediği gibi, Hz. Eyüp peygamberin kendisini hastalıkla, malının mülkünün elinden alınması ile evlatlarının ölümüyle imtihan etmiştir. Bakın bu durumdaki bir insanın, daha doğrusu ruhunu eğitmiş bir elçinin yapması gerekeni nasıl yapıyor, hiç isyan etmeden imtihan olduğunun bilinciyle nasıl yalvarıyor rabbine? ( Enbiya suresi 83: Ve Eyyûb... Rabbine şöyle yakarmıştı: "Dert/zorluk gelip çattı bana; sen, rahmet edenlerin en merhametlisisin!" diye niyaz etmişti.) Peki, bizler bu durumlarla karşılaştığımızda neler yapıyoruz dersiniz? Şimdi düşünelim Allah elçisini hastalıkla, mallarını elinden alarak yoklukla, evlatlarının acısını tattırarak acıların en büyüğüyle imtihan ediyor, bizler tüm bu ibretlerden habersiz, imtihan oluşumuzun farkında bile olmadan neredeyse birçoğumuz ne diyoruz biliyor musunuz? Allahım bu dertleri neden veriyorsun bizlere diyerek, farkında olmadan isyan etmiyor muyuz? Allah, elçisini peygamberini böyle bir imtihandan geçiriyorsa, elbette bizleri de aynı imtihanlardan geçirecektir. Peki, Allahın resulü bu olaylar karşısında nasıl davranmıştı? Tüm sükûnetini toplayıp, Rabbine yalvararak sen rahmet edenlerin en merhametlisisin beni affet diye dua etmişti. Bizler ise bir yakınımızı kaybettiğimizde, ya da malımızı mülkümüzü kaybedip iflas ettiğimiz de, neler yapıyoruz bir düşünün, ya intihar ediyoruz ya da olaylardan hiç farkında olmadığımız için, strese girip yapılmaması gereken her şeyi yapıyoruz, sonuçta bedenimiz buna dayanamayıp hastalanıyoruz. Düşünebiliyor musunuz Hz İbrahim i, kendisine iman etmeyen babasıyla imtihan eden Allah, bizleri babamızla neden imtihan etmesin? Hz. Lut peygamberi eşiyle imtihan eden rahman, neden bizleri eşlerimizle imtihandan geçirmesin. Hz. Yusuf u kardeşiyle imtihan eden rabbim, tüm insanları kardeşleriyle neden imtihandan geçirmesin. Düşünün peygamberimiz Hz. Muhammet e acıların en büyüğü evlat acısını, beş kez tattıran Rahman, bizleri bu imtihandan geçirme diyebilir misiniz? Bizlerin Allahın en güvendiği resuller den bir üstünlüğümüz mü var ki, Hâşâ onların geçtiği imtihandan mesul olmayalım. Sıkıntıların hayatımızın bir parçası olduğunu asla aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu zorlukların, bizlerin önünde bayır aşağı freni patlamış bir kamyonun lastiğine, durması için atılan engeller olarak görmeliyiz. Akıllı bir şoför yokuş aşağı freni patlayan kamyonunu asla terk etmez, onu nasıl en az hasarla durdurabilirim onu düşünür. Bizlerde böyle yapmalıyız. Hayatımızda karşılaştığımız zorlukların bizler için bir imtihan olduğunu düşünüp, bu zorluklara teslim olmak yerine, ondan kurtulmanın yollarını aramalıyız. Bizler nefsimizi, imanımızı gerektiği zamanda ve yaşta eğitmediysek, terbiye edip onu hazırlamadıysak karşımıza çıkacak zorlukların ne olduğunun da farkına bile varamayız. Ondan kurtulmak için çalışmak yerine ona teslim olmaktan kurtulamayız. Demek ki stresle iman arasında çok bağlantı varmış. Olaylar karşısında eğitimli ruhumuzu devreye sokarsak, başımıza gelen tüm musibetlerden kolay sıyrılırız ve en az zararla çıkarız. Yazımızın başında belirttiğimiz; (STRESE GİRENİN İMANINDAN ŞÜPHE EDERİM) sözü demek ki çok doğruymuş. Başımıza gelen elimizde olmayan, olaylar karşısında sükûnetimizi koruyup, bir imtihandan geçtiğimizi unutmadan, bu imtihanı nasıl kazanacağımız hesabını yaptığımız takdirde, strese girmeden akılla çalışıp, zorlukların üstesinden gelmeliyiz. Bana gelen yazının sonunda bence güzel ve düşündürücü bir slogan vardı. Bu sözün sahibi olsa gerek altında Sait ÇAMLICA ismi vardı onu da belirtmek isterim. Burada anlatmak istenilen bence yukarıda anlatmak istediğimin güzel bir özetidir. Bir gün Dünyaya ait büyük bir derdin olursa, Rabbine dönüp: BENİM BÜYÜK BİR DERDİM VAR DEME. Derdine dönüp: BENİM BÜYÜK BİR RABBİM VAR DE. Sanırım anlatılmak istenen anlaşılmıştır. Derdi veren Allah tır, derdi ya sen istemişsindir yaptıklarından dolayı, ya da Rabbim seni imtihan ediyordur bunu da bilemezsin. Rahman elbette sebebini bilir, sana verilen derdi, kederi düşünerek isyan etme, hatalarını düzelt ve asla unutma ki senin bağışlayıcı, affedici, her şeyi bilen ve takip eden BÜYÜK BİR RABBİN VAR. Onu bil, derdi veren almasını da bilir. Rabbim bizleri zor imtihanlardan geçirme ne olur. Vereceğin derde, zorluğa karşı güçlü ve iman dolu bir yürek ver bizlere. Sen yücesin, ulusun, bağışlayıcısın yapacağın zor imtihanlara karşı nefisimize güç ve sabır ver. Senin her şeye gücün yeter ÂMİN. Bakara 214: Yoksa siz, sizden önce gelip geçmiş olanların karşılaştıklarının benzeri başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara şiddetler, belalar ve zorluklar gelip çattı; sarsıldılar. Öyle ki, resul ve onunla birlikte inananlar, "Allah'ın yardımı ne zaman?" diye yakarıyordu. Haberiniz olsun ki, Allah'ın yardımı çok yakındır. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
HACCA GİTME KONUSU VE BU KONUDA KUR'ANIN EMRİ....
Değerli arkadaşlarım bugün sizlerle konuşmak istediğim konu, günümüzde çok yanlış anlatılan, kur’ana asla uymayan uygulamaların yapıldığı, Allahın imkânı olanların ziyaret etmesini istediği HAC konusu olacak. Bu konuyu önce günümüzdeki uygulamalara bakıp daha sonrada Rabbin bizlere rehber olarak gönderdiği Kur’an ile karşılaştırıp doğru yapıp yapmadığımızı birlikte araştıralım. Önce bizlere beşerin öğrettiği ve günümüzde uygulanan bilgilere bakalım. Diyanet İşleri başkanlığına sorduğum bir soruya nasıl cevap verdiklerini sizlerle önce paylaşmak istiyorum. (Hac konusu ile ilgili ayetler ve Hz. Peygamberin sünneti birlikte değerlendirildiğinde; Hac yapacak kişinin, hac ayları içerisinde ihrama girerek hacca başlaması gerekir. Haccın rükünlerinden olan Arafat vakfesi, Zilhiccenin 9. günü zevalden itibaren başlayıp 10. günü tan yerinin ağarmasına kadar devam eden süre içerisinde yapılır. Aynı gece güneş doğuncaya kadar Müzdelife vakfesi de yapılmalıdır. Haccın vaciplerinden olan Şeytan taşlamanın (remy-i cimârın) zamanı, Zilhiccenin 10, 11, 12 ve 13. günleridir. Bu itibarla, arefe günü (Zilhiccenin 9. günü) vakfesi yapılmayan hac geçerli değildir. Hac Dolayısıyla hac ayları içinde ve fakat yukarıda belirtilen günler dışında hac ibadeti yerine getirilemez.) Yukarıdaki cevabı veren Diyanet İşleri başkanlığı zaten günümüzde de böyle uygulanıyor. Yukarıdaki sözleri kısaca değerlendirelim isterseniz birlikte. Önce hac konusunu bakın nasıl değerlendirilmesi isteniyor. Kuran ayetleri ve peygamberimizin sünneti ile birlikte değerlendirilmeli. İşte günümüzde insanlarımızı bir güne sıkıştırmanın ve peygamberimizin o günde yaptığı Haccı yanlış değerlendirmenin, nelere mal olduğunu yavaş yavaş göreceksiniz. Önce şunu söylemeliyim ki peygamberimiz hayatı boyunca bir kez Hac görevini yapmış. İşte bize yalnız o gün yaptırmalarının ve başka günde hac görevinin kabul olmayacağını söylemelerinin tek sebebi budur. Yazıya dikkat ettiyseniz Hac görevini yapacak kişinin, hac AYLARI içinde (Dikkat edin ayları diyor) ihrama girip hacca başlaması gerektiğini çok güzel bir şekilde söylemiş. Bu cümleyi neden kullandığını yani aylar diyerek neden çoğul kullandığını yazının devamında göreceğiz. Hac aylarında başlanmasını söyleyen düşünce sözlerin sonunda bakın ne diyordu?( Bu itibarla, arefe günü (Zilhiccenin 9. günü) vakfesi yapılmayan hac geçerli değildir. Hac Dolayısıyla hac ayları içinde ve fakat yukarıda belirtilen günler dışında hac ibadeti yerine getirilemez.) Siz bu cümleden bir şey anladınız mı? Haccın hem hac ayları içinde yapılacağı söyleniyor, fakat arefe günü zilhiccenin 9. günü vakfesi yapılmayan hac geçerli değildir diyor. İşin ilginci haccın hem hac ayları içinde olacağını söyledikten sonra daha ilginci bir cümle önce söylediğinin tersine, yukarıda belirtilen günler dışında hac ibadeti yerine getirilemez diyebiliyorlar. Tekrar hatırlatalım peygamberimiz ömrü boyunca bir kez bahsettikleri bu günde hac görevini yapmış. Arefe bildiğiniz gibi bayramdan bir gün öncesidir. Şimdi düşünün Allah bu günden bahsetmiş midir Kuranda, yani Kurban bayramı ve arefe sözcüğü geçer mi Allah kelamında? Elbette hayır. Örneğin arefe sözünü Ramazan bayramında da kullanırız. Allah oruç tutun der ama sonunda bayram yapın demez. Bu güzel geleneklerin ikisi de peygamberimizin İslam âlemine gelenekleşen güzel bir hediyesidir. Peki, Allahın emri olmadığı halde arefe günü nasıl olurda(Zilhiccenin 9. günü)bu denli kutsallaştırılarak haccın o gün yapılmadığı takdirde geçerli olamayacağını söyleriz? Haccın kabul olabilmesi için bir günü ayıranlara lütfen dikkat edin, Allahın kuranda hiç bahsetmediği şeytan taşlamaya dört gün ayırabiliyorlar, ama hac görevinin kabulü için ise bir gün. Yorum sizlerin. Şimdi yavaş yavaş Yüce rabbin ayetleri sonunda söylediği gibi, bu söylenenleri düşünüp, akıl yürüterek Kuran ile karşılaştıralım, bakalım söylenenler ve uygulananlar kurana uygun mu? Hemen bir ayet geldi aklıma önce onu yazalım bakın yüzlerce yıl önce Rabbim o devrin insanlarının anlayacağı şekilde nasıl hacca gidilmesini anlatıyor. (Hac sur. 27: İnsanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak gerekse derin vadilerden gelerek, yorgunluktan incelmiş binitler üzerinde sana ulaşsınlar.) Şimdi düşünelim çok da geriye gitmeden, yüz yüzeli yıl geriye gidelim acaba bahsettikleri arefe günü zilhiccenin 9. günü ayette bahsedildiği gibi yaya olarak, atla, eşekle, deveyle, at arabalarıyla hacca giden Müslümanlar o gün orada olabilirler mi dersiniz? Eğer gerçekten Rabbim yalnız o gün orada olmayan kimsenin haccını kabul etmiyorsa, sanırım milyonlarca Müslüman hacca gitmek için at arabaları, develeriyle yola çıkmış ama yollarda o güne yetişmek için ne zorluklar çekerek, o günde orada olamamış ve ne yapalım bu yıl hacı olamadık, o güne yetişemedik diyerek geri dönmüşmüdür dersiniz? Rabbim bu dini bu kitabı sizler için yemin olsun ki kolaylaştırdım diyorsa, bunu düşünmeyi bırakın aklımdan bile geçirmek rabbim e saygısızlıktır. Eğer böyle olduysa İslam ı bu hale getirenlerin bunun hesabını Rabbim e verebileceklerini sanmıyorum. Sizce İslam dini bu kadar zor ve pamuk ipliğine bağlı bir din mi? Elbette hayır İslam dini akla ve mantığa hitap eden, her sözü aklın ve mantığın süzgecinden geçirilmesini isteyen bir dindir. Hatırlayın Kur’an ayetlerini, rabbim ayetlerini gönderiyor ama sonunda bunu kayıtsız şartsız kabul edin demiyor ve bizlerin düşünmesini, akıl yürütmesini istiyor. Ama bizler ne yazık ki Allahın sözlerini aklın süzgecinden geçirdiğimiz halde, beşerin Kur’anda asla olmayan sözlerini aklın süzgecinden geçirmeden kabul ediyoruz, ne kadar akılsızca değil mi? Yukarıda Hac konusunda anlatılanlar asla Allah emri olmadığını ve Kuranda hiç bahsedilmediğini belirtmek isterim. Şimdi de Kur’ana bakalım ve Allah imkânı olanın gitmesini istediği bu yer hakkında neler anlatıyor onu görelim. Gerçekten çok kısa bir zaman dilimi içinde mi gitmemizi istiyor, yoksa geniş bir zaman dilimi ayırıp, o günlerde barış ve sükûneti emredip bizlere güzel bir ortam mı hazırlıyor onu görelim ve anlamaya çalışalım. (Tevbe 36: Gökleri ve yeri yarattığı gündeki yazısına göre, Allah katında ayların sayısı onikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. Eskimez din işte budur. Artık o aylar içinde benliklerinize zulmetmeyin. Müşrikler sizinle nasıl topyekûn savaşıyorlarsa siz de onlarla topyekûn savaşın. Şunu bilin ki, Allah, takva sahipleriyle beraberdir.) Ayete baktığımızda Bir yıl içinde on iki ay olduğunu ve bunların dördünün haram ay olduğunu söylüyor. Demek ki bu dört ayda bir özellik var ama ne? Şimdide bunu arayalım. Daha önce geleneksel İslam günümüzde bu dört aydan ne anlamış ona bakalım ki, bizlerin değerlendirmesi daha gerçekçi olsun. (İslam dan önceki dönemde yani cahiliye devrinde de haram aylar vardı. Ve sadece bu aylarda kabile savaşları diner ve bu sayede ticaret canlanır, kafileler yolculuklarını rahatça yaparlardı. Panayırlar da bu aylarda açılırdı. Araplar panayırlarda Kâbe duvarlarına şiirlerini asarlardı. Haram aylar, hicri takvimdeki Muharrem, Zilkâde, Zilhicce ve Recep isimli aylardır. Haram aylarda günah işlemenin cezası, diğer aylara göre daha çoktur.) Yukarıdaki açıklamadan anlaşılacağı gibi, haram aylar sözünden genel anlamda bunlar anlaşılmış tabi günümüzde, elbette peygamberimizin ve ashabının bunu anlaması imkânsız. Bu sözler üzerinde düşünelim şimdi de. Allah haram ayları yalnız Araplara değil, tüm insanlığa seslenerek ayların sayısının oniki olduğunu ve bunlardan dördünün haram aylar olduğu açıklamasını yapıyor. Demek ki cahiliye döneminde insanların çok savaşçı olması ve o aylarda savaşı kesip ticaret yapması, alışverişi yapmasıyla haram aylarla direk bir ilgisi asla olamaz. Eğer bu mantıkla gidersek Allah Araplara bu ayda savaşmayın, diğer aylarda serbestsiniz demek istiyor anlamı çıkar ki, bu Kuran mantığına da uymaz. Şimdide Rabbin bizlere rehber, gönül gözü ve bir güneş olsun diye indirdiğini söyleyen KUR’ANA bakalım. Acaba haram aylardan neyi kastetmiş, neden o aylarda savaşı ve avlanmayı yasaklamış onu anlamaya çalışalım. (Hac 25: Küfre sapanlar, Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Hem sürekli içinde kalan hem dışarıdan gelen tüm insanlar için oluşturduğumuz Mescid-i haram'dan da geri çeviriyorlar. Kim orada zulmederek haktan sapmak isterse, biz ona acıklı bir azabı tattıracağız.) Önce bu ayeti anlayalım, burada anlatılmak istenen çok önemli bir konu var. İnsanların hac görevini yapması için Mescid-i haram a gitmek isterken bir engelleme var demek ki. Allahın emrettiği hac yolundan engellemekten, alıkonmaktan bahsediyor. Çünkü mescidi haram hac ziyareti için yapılmıştır. Devam edelim ayetlere bakmaya. (Maide 2: Ey iman edenler! Allah'ın ibadet, iyilik ve güzellik alâmeti kıldığı şeylere, çarpışmanın yasak olduğu haram aya, kurbanlık hediyelere, gerdanlıklara, Rablerinden bir lütuf ve rıza niyaz ederek Mescid-i haram'a gelmiş olanlara saygısızlık etmeyin! İhramdan çıktığınız vakit avlanın. Bir topluluğun, sizi Mescid-i haram'dan uzak tutmak için sergilediği kötülük, sizi saldırganlık ve düşmanlığa sakın itmesin! Hayırda erginlik/dürüstlük ve takva üzere yardımlaşın! Kötülük/çirkinlik, düşmanlık/saldırganlık üzere yardımlaşmayın. Allah'tan sakının! Kuşkunuz olmasın ki, Allah'ın azabı çok şiddetlidir.) Bu ayeti okuduğumuzda haram ayların hikmeti ve sebebi anlaşılmaya başladı sanırım. Önce çarpışmanın yasak olduğunu söylüyor ve dikkat edin haram aydan bahsederken Mescid-i harama gelenlere saygısızlık edilmemesini söylüyor ve bakın devamındaki cümlede önemli, ihramdan çıktığınızda avlanın diyor. Bizler hac görevinde biliyoruz ki avlanmakta yasak, o görev bittiğinde avlanmakta serbest oluyor. Ayete baktığınızda haram aya girildiği ve hac görevinin rahatça yapılması için önlemlerden bahsediyor. Demek ki savaşın yasak olması, avlanma yasağının tek sebebi Allahın emrettiği Hac görevini rahatça yapılabilmesi nedeniyledir. Devam edelim kurana danışmaya. (Bakara 217: Sana haram ay ve onda savaşma hakkında soru yöneltiyorlar. De ki: "Onda savaş, büyük bir günahtır. Allah yolundan engellemek, O'nu inkâr etmek, Mescid-i Haram'a gidişi engellemek ve halkını oradan çıkarmak ise, Allah katında daha büyük bir günahtır. Fitne ise, adam öldürmekten daha büyük bir kötülüktür. Onlar güçleri yeterse, sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşı sürdürürler, sizden her kim de dininden döner ve kâfir olarak ölürse, bunların yaptığı bütün iyi işler dünya ve ahi rette boşa gitmiştir ve artık onlar cehennemliktirler, hep orada sonsuza kadar kalacaklardır.) Yukarıdaki apaçık ayeti gördünüz ve bakın ne diyor Rabbim bu konuda soru soranlara? Haram aylarda savaşmanın büyük günah olduğunu belirtiyor. Sebebini de açıklıyor Rabbin emrettiği Allah ın yolu olan Hacca gidenleri engellemenin günahından bahsediyor. Ayetin devamı da bu söylediklerimi açıklıyor. , Mescid-i Haram'a gidişi engellemek Allah katında daha büyük günahtır diyor. Mescid-i harama ne için gidiyor Müslümanlar? Elbette Rabbin emrini yerine getirmek HACI olmak için. Demek ki Rabbin haram ayları oluşturmasının sebebi inananların rahatça hacca gidebilmeleri içinmiş. Devam edelim Rehber Kurana danışmaya. (Bakara 197: Hac, bilinen aylardadır. Kim o aylarda haccı kendisine gerekli kılarsa hacda kadına yaklaşmak, kötülüğe sapmak, kavga ve çekişmeye girmek yoktur. İyilik olarak yaptığınızı Allah bilir. Azık edinin. Hiç kuşkusuz azığın en güzeli takvadır. Ey akıl ve gönül sahipleri, benden sakının.) Yukarıda açıkladığımız ayetlerin destekçisi ayet ise, bakara suresi 197. ayet. Yukarıda haram ayların hac görevini yerine getirmek için rabbin tahsis ettiğini söylemiştik. Bu ayetten de çok net, açık anlaşılıyor ki, rabbin ayların on iki olduğunu ve bunların içinden ayrıcalıklı dört ayın olduğunu, bunlarında haram aylar olduğunu söylemişti. İşte bilinen aylar sözünden de daha önce bahsettiği dört ay olan haram aylar olduğunu anlaşılıyor. Kim bu aylarda haccı kendisine gerekli kılarsa diyerek, haram ayların içinde hac görevini yapabileceğimizi açıklıyor bizlere. Değerli Dostlar İşte Yüce Rabbin Kuranda HAC konusundaki emirleri, işte beşerin tüm İslam âlemine sıkıştırılmış, izdiham içinde geçirilen o bir günün olmazsa olmazı. Şimdide size son olarak bir ayet hatırlatmak istiyorum. Lütfen iyice okuyun acaba hac görevi en az kaç gün olabiliyormuş görün. Birde Günümüzde binlerce lira vererek 20–25–30 gün mecbur edilen zamanı düşünün, bazı gerçekleri daha iyi anlayacaksınız sanırım. (Bakara 203: Allah'ı sayılı günlerde anın. Kim hemen iki gün içinde işini bitirirse ona günah yoktur. Kim de bunu geciktirir-ertelerse, sakınıp korunduğu takdirde ona da günah yoktur. Allah'tan sakının ve bilin ki, siz O'nun huzurunda haşredileceksiniz.) Rabbim her şeyden nice örnekler verdim dediği kuranda, hacca gittiğinizde iki günde bu görevi yapıp dönmemizde hiçbir sorun yoktur diye açıklama yapıyor, elbette daha fazlada kalabilirsiniz diyor. Şimdi düşünelim Rabbin emirlerini. Hacca gidebilmemiz için yılın dört ayını tahsis eden Rabbim, burada en az iki günde hac ziyaretini bitirebileceğimizi açıkça belirttiği halde, bizler neler yapıyoruz günümüzde hatırlayalım. Yılın bir günü olan arefe günü (Zilhiccenin 9. günü) vakfesi yapılmayan hac geçerli değildir diyebiliyoruz. Rabbim asla böyle bir kural koymadığı halde buna inanıyoruz. Peki, Kuranı rehber almadığımızda başımıza neler geliyor dersiniz? Hac esnasında büyük bir izdiham ve örneklerini hatırlayın bu izdihamlarda ölen yüzlerce, binlerce Müslüman. Yılın bir ayı içine sıkıştırılan bir programla büyük ücretlerle hacca gidiş. Bu yüzden maddi durumu orta halli olanların gidememesi. Kısa bir zaman içine sıkıştırıldığı için imkânı olan insanların bile istediklerinde gidememesi ile karşı karşıya kalıyor Müslümanlar. İşte Kuranı rehber almadığımızda varılan sonuç. Peki, Kuranı rehber alsak nasıl olurdu? Yılın dört ayına bölünmüş bir hac planı. Bir hafta ya da on günlük hac ziyaretleri ile hem çok ucuz bir fiyata her kez gidebilecek, hem de tüm İslam âlemi, istediği zamanda sınır konmadan rahatça Allahın emrini yapabilecekti. İşte beşerin sözlerine göre iman, İşte Yüceler yücesi Rabbin kitabına göre kolaylaştırılmış iman. Yorum sizlerin. Ben Kurandan anladıklarımı sizlerle paylaştım, Rabbim varsa hatalarım beni affet. Sizlerde bu söylediklerimin doğru olup olmadığını kuranı anlayarak okuyun, araştırın ve öyle kabul edin. Eğer Allahın rehberine bakmak zor geliyor da, beşerin sözlerine inanmak sizin için daha kolayınıza geliyorsa, bu imtihanın sonucunu asla bilemezsiniz. Huzura divan durduğumuzda memnun olmak ve sevinmek istiyorsak, rabbin kelamını anlamaya çalışalım, onun onayından geçmeyen sözlerin ve bilgilerin ardı sırada gitmeyelim. Dilerim Rabbim gönül gözümüzü açık tutar, dilerim Rabbim Kuran gerçeklerinin artık farkına varan bir toplum haline getirir bizleri. Yoksa işimiz o kadar zor ki. Rabbim ne olur gerçekleri görmemizi sağla, bize katından bir güç ver. Kur’anı devre dışı bırakmış biz kullarını affet ve onun ipine sarılan kulları arasına kat bizleri. ÂMİN. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
AYETLER BİZLERE NE ANLATIYOR?
Zümer suresi Bizlere neler anlatıyor? Bizler hayatımızın beşeri yönünü çok düşünen, onu memnun etmek onu hoşnut kılmak için, en güzel yiyecekleri, giyecekleri, malı mülkü almak adına çırpınan, hatta bu yolda kanun kural tanımayan bir yapıya sahibiz. Her ne hikmetse sonu olan bedeni, bu denli hoşnut etmek için çırpınan bizler, acaba ölümsüz ruhumuz için neden çok fazla bir şey yapmayız, işte bunu doğrusu anlamış değilim. Rabbim sizlere asla taşıyamayacağınız yük yüklemem, çünkü sizler çok zayıf yaratıldınız, onun için sizlere yemin olsun ki kolaylaştırdığım bir din, bir kitap gönderdim der bizlere. Bizler bu sözlere gözlerimizi kapamış, kulaklarımızı tıkamış, beşerin zorlaştırdığı dini fark etmeden, asla göremez olmuşuz gerçekleri, çünkü rehberle aramıza girilmiş ve irtibatımız onunla artık kesilmiştir de ondan. Bugün sizlerle Zümer suresinde geçen ayetleri iyice okuyup, hatırlayıp Rabbin özellikle bizleri kur’ana nasıl yönlendirdiğini, davet ettiğini, birlikte anlamaya çalışalım. Zümer 1: Bu kitabın indirilişi, güçlü, hikmet sahibi olan Allah tarafındandır. 2. Emin ol, Biz sana kitabı hakkıyla indirdik. Onun için dini yalnız O'na halis kılarak Allah'a ibadet ve kulluk et. 3-İyi bil ki halis din ancak Allah'ındır. O'ndan başka bir takım dostlara tutunanlar da şöyle demektedirler: "Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz. şüphe yok ki, Allah, onların aralarında ihtilaf edip durdukları şeyle hükmünü verecektir. Herhalde yalancı ve nankör olan kimseyi Allah doğru yola çıkarmaz. Önce yukarıdaki ayeti anlamaya çalışalım. Rabbim kur’anı güçlü ve hikmet sahibi Allah tarafından indirildiğini, bu kitabın hakkıyla yani adaletle doğrulukla indirdiğini, onun içindir ki dini yaşarken, anlatırken yalnız ve yalnız Allahın halis, katıksız, saf kitabına yani kur’ana dayanarak, onu rehber alarak onun emirlerine uygun Allah a ibadet ve kulluk et diyor. Devamındaki cümle ise, gerçekten çok dikkatle düşünmemiz gerekiyor, bakın ne diyor Rabbim? (İyi bil ki halis din ancak Allah'ındır.) Ayette ne diyordu, katıksız halis din indirilen kitaptadır, ona uyarak ibadet edin, hiçbir beşeri katkı yapmadan, saf ve duru bir iman ile ibadet edin diyor Rabbim. Peki, bizler ne yapıyoruz, beşerin sözlerini halis, katıksız, saf olan rabbin dinine, kitabına karıştırıp tertemiz dupduru suyu bulandırmıyor muyuz? Şimdide ayetin devamındaki sözleri çok ama çok iyi düşünelim, bakın Rabbim bizleri nasıl uyarıyor? (O'ndan başka bir takım dostlara tutunanlar da şöyle demektedirler: "Biz onlara sadece bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.) Demek ki din ve iman adına, güvenilecek dayanılacak yardım istenecek yalnız ve yalnız Rabbim benim diyor, sakın bir başkasına tutunarak ardından gidilerek, onun sözlerine hiç kuşku duymadan inanıp ve güvenip, sizi Allaha yaklaştıracağım diyenlerin ardı sıra gitmeyin diyor Rabbim çok açık ve net. Böyle insanları yalancı ve nankör olarak tanımlıyor. Rabbin bu çok önemli ihtarını, uyarısını geri dönüşü olmayan yola girmeden önce, lütfen çok ama çok iyi düşünelim. Zümer 11: De ki: "Ben Allah'a dini kendisine halis kılarak ibadet edeyim diye emrolundum. Zümer 14: De ki: 'Ben dinimi yalnızca O'na halis kılarak Allah'a ibadet ederim. Zümer suresi 11 ve 14. ayette özellikle Rabbim bizlerin dikkatini çekerek, DEKİ ONLARA diyor. Peki, ne söylemesini istiyor Allah elçisinin bizlere burası önemli. Ben İslam dinini, Rabbin kur’anda indirdiği saf, duru, katıksız, kolaylaştırılmış haliyle yaşayarak, emrolunduğu gibi, Rahmana ibadet ederim diyor ve aynı konuyu tekrar ediyor. İlkinde bunu bizzat uygulamak için emrolunduğunu söylüyor, diğerinde ise bende bunu yapar, yani Rabbe halis kılarak, onun kur’anda emrettiği gibi ibadet ederim diyor. Bu sözler üzerinde sanırım çok düşünmemiz gerekecek. Zümer 18: Onlar ki, sözü dinler de onun en güzeline uyarlar. İşte bunlardır, Allah'ın kılavuzladıkları; işte bunlardır, akıl ve gönül sahipleri. Yukarıdaki ayete lütfen dikkatle bakmanızı ve düşünmenizi rica ediyorum sizden. Rabbim öyle bir toplum var ki diyor, onlar sözü dinler de onun en güzeline uyarlar diyor. Peki, bahsettiği sözü dinleyenler ve de onun en güzeline uyanlar derken Rabbim nereden ya da kimden bahsediyor? Elbette KUR’ANDAN. Demek ki Rabbin sözünü dinleyen kur’ana uyan toplumlarmış. Zaten elçisi de bizleri kur’ana davet etmiyor muydu? Ayetin devamına bakalım. Sözü dinleyip kur’ana uyanlar için bakın Rabbim ne diyor? Allahın kılavuzladıkları yani doğruya sevk ettikleri, işte bunlar akıl ve gönül sahipleridir diyor. Şimdi de bizlere öğretilenleri hatırlayınız, kur’an için özet bilgidir diyenler, orada her şeyin olmadığını söyleyenler, kur’anı herkes anlayamaz veli insanlar anlar diyenlerin sözleriyle Rabbin sözleri örtüşüyor mu? Akıl ve gönül sahipleri doğruyu ona uyarak (kur’ana) bulacağını söylüyorsa Rabbim, bizzat müracaat etmemiz gereken kitabın, Kur’an olduğu çok açık değil midir? Zümer 23. Allah sözün en güzelini, birbiriyle uyumlu ve bıkılmadan tekrar tekrar okunan bir kitap olarak indirdi. Rablerinden korkanların, bu Kitab'ın etkisinden tüyleri ürperir, derken hem bedenleri ve hem de gönülleri Allah'ın zikrine ısınıp yumuşar. İşte bu Kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir. Allah kimi de saptırırsa artık ona yol gösteren olmaz. Zümer suresi 23. ayeti dikkatle okuyup düşünene çok şeyler anlatıyor. Allah sözün en güzelini, hiç bıkmadan okunacak bir kitap olarak indirdiğini söylüyor. Dikkat edin Rabbinden korkan, bu kitabın etkisiyle tüyleri ürperir ve bu kitap ile gönüller yumuşar diyor. Şu sözler çok düşündürücüdür. (İşte bu Kitap, Allah'ın, dilediğini kendisiyle doğru yola ilettiği hidayet rehberidir.) Rabbim çok net ve apaçık KURAN Allah ın dilediğini bu kitapla doğru yola iletir bunun için rehberidir diyor. Peki, daha önce hatırlattığım konuyu tekrar söylemek istiyorum, Rabbim kur’an için doğru yola iletecek hidayet rehberidir diyor, birileri ise bizlere yıllarca kur’an ile yalnız olmaz, orada her şey yazmaz diye öğretmediler mi? Rabbim ne diyor, bizler nelere iman ediyoruz? Bu durumda bizlerin hidayete ermesi, rabbin doğru yoluna ulaşması mümkün mü? Yukarıdaki ayeti çok daha iyi düşünerek, sanırım aklımızı başımıza almanın zamanıdır derim. Bakın Rabbim ne diyor? Zümer 27: Yemin olsun, biz bu Kur'an'da insanlara her türden örnekler verdik ki düşünüp öğüt alabilsinler. Nasıl olur, rabbim kur’anda insanlara her türden örnekleri verdik ki düşünüp öğüt alsınlar diyor, birileri bize Rabbin söylediklerinin tamamen tersini söylediklerinde, acaba niçin Rahmana inanmak yerine beşerin sözlerine inanıyoruz, bunu anlayan ve düşünen var mı? Zümer 41 Kuşkusuz, bu Kitap'ı biz sana insanlar için hak olarak indirdik. Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa kendi aleyhine sapmış olur. Sen onlar üzerine vekil değilsin. Zümer suresi 41. ayette Rabbim kur’anı insanlar için hak olarak yani adalet, doğruluk, şaşmaz kanıt olarak indirdik. Kim bu kitaba uyarsa doğruyu seçmiş olur kendi yararınadır. Kim bu kitaptan saparsa aleyhinedir diyor ve elçisine, sen hak ve hakikat kaynağı kur’anı tebliğ et, üzme kendini çünkü onların vekili değilsin. Herkes yaptıklarından hesaba çekilecektir. Dikkat edin Rabbim doğruluk kaynağı şaşmaz hak ve adalet timsali Kur’ana sarılmamızı nasıl güzel anlatıyor, ya bizlere öğretilenleri hatırlayın, hiç bağdaşıyor mu Rabbin sözleriyle? Zümer 46: De ki: Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi de aşikârı da bilen Allah! Kullarının arasında, ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü ancak sen vereceksin. Zümer suresi 46. ayet aslında günümüzde yapılan büyük bir yanlışa cevap veriyor. Bizlerin peygamberimizden sonraki dönemler için, aramızda din ve iman adına ya da adalet adına ayrılığa düştüğümüz, anlaşamadığımız konular hakkında bakın nasıl bir yol öneriyor bizlere.( Allah! Kullarının arasında, ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü ancak sen vereceksin.) Demek ki Rabbim bizlere asla başka bir kaynak gösterip, onunla çözümleyin demiyor. Sizler aranızda kendi adalet anlayışınızla çözemediğiniz konuların hükmünü her şeyi gören ve bilen Allah mutlaka hükmedecek ve hükmünü verecektir diyor. Tam burada Nur suresi 54. ayet geldi aklıma onu da hatırlatmak isterim. Nur 54: “Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin” de. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir. Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. Peygambere düşen ancak apaçık bir tebliğdir. Nur suresinde Rabbim bakın peygamberimiz devrinde kitabın, İslam’ın tebliği konusunda Müslümanları ne kadar çok açık ve net uyarıyor.Allaha ve peygamberine uyun, peygamberin görevi ona verilen görevi yapması, sizin göreviniz de size yükleneni yapmaktır. Peygambere itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz çünkü ona düşen ancak apaçık bir tebliğdir. Demek ki peygamberimizin sağlığında bizzat ona müracaat var, hatta birçok ayetinde onun verdiği kararlara uymak var. Tekrar hatırlatıyorum tüm bunlar peygamberimiz yaşadığı dönemler için. Daha sonra ise aranızdaki anlaşmazlıklarda eğer sonuç alamadıysanız, onun hükmünü Allaha bırakın diyor. Peygamberimizin yaşadığı dönemde ise sorunlarınızı elçime iletin ve onun verdiği kararlara uyun diyordu Rabbim hatırlayınız. Bu farkı çok iyi düşünelim ve doğru anlamaya çalışalım. Zümer 55: Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline (Kur'an'a) tâbi olun. Zümer suresi 55. ayet bizleri çok açık ve net bir şekilde uyarıyor ve bakın ne diyor? Ansızın azap gelmeden önce size indirilenin en güzeline KURANA tabi olun. Doğrusu ne söyleyeceğimi bilemiyorum, çünkü bu kadar açık ayetler dururken, bizler hala biliyorum bu ayetlerin hiç birisini dikkate almadan, beşerin öğretisine inanmaya devam edeceğiz. Rabbim hesap günü gelmeden size indirilen kur’ana tabi olun diyor, ama bizler kur’anda her şeyin olmadığını, onun için gösterilen birçok kitaplara da sarılmamız gerektiğini söyleyenlere inanmaya devam ediyoruz ve devam edecek gibide görünüyoruz. Rabbim ne olur yardım et bizlere. Acaba rahman onlarca yüzlerce ayetinde bizlerin kur’andan sorumlu olduğumuzu söyledikten sonra, başka kitaplardan, kur’anın hüküm vermediği konulardan hesaba çeker mi bizleri? Bu sorunun gerçek cevabını bulan doğru yolu bulacaktır. Zümer 69: Yeryüzü, Rabbinin nuruyla parıldamış, Kitap ortaya konmuş, peygamberler, tanıklar getirilip aralarında hakla hüküm verilmiştir. Onlar asla haksızlığa uğratılmazlar. Bu kadar açık bir ayet varken boş sözlerin, kur’ana uymayan onun onayından geçmeyen sözlerin, bilgilerin peşinden koşuyorsak, söyleyecek söz yok demektir. Bakın Rabbim hesap günü gelip çattığında, KURAN ORTAYA KONMUŞ peygamberler, tanıklar gelmiş ve hakla hüküm verilmiştir diyor. Dikkat edin KURAN ortaya konuyor. Ana yasa, yargılanacağımız, berat edeceğimiz ya da ceza alacağım tek kitap KURAN diyor Rabbim. Çok açık ve net anlaşılmıyor mu sizce? Bizler bu dünyanın güzelliklerine, zevkine, mutluluğuna o kadar alışmış ve hoşnut olmuşuz ki, tüm bunların geçici olduğunu hepsinin bir sonu olduğunu bile düşünmek, aklımıza getirmek istemeyiz. Hâlbuki Rabbin önerdiği güzellikler, zevk ve mutluluğun asla sonu yoktur, geçici değildir bizler için. Gelin bu Dünyanın ve hayatın geçici mutluklarına kanarak, aldanarak onun başımızı döndürmesine izin vermeden, beşerin nutuklarına, sözlerine kanmayalım. Eğer bunlara kulak verirsek ebedi, sonsuz mutluktan uzaklaşacağımızı bilelim. Ebedi sonsuz, mutluluğu kazanmak istiyorsak, Rabbin kur’anda önerdiği yolu aklımızla bulalım ve Rahmana kulak verelim, işte bu yol bizleri sonsuz mutluluğa ulaştıracaktır. Kendimize yeni bir din yaratmayalım, Rabbin apaçık çok parlak halis, katıksız dinine tabi olalım. Rabbin huzurunda dimdik durmak istiyorsak şunu hiç unutmayalım; Rabbin önerisi KUR’ANA SARILMAKTIR, bizler yeni kitaplar yaratmaya çalışmadan, yaratılanı kur’andan görüp, anlayıp yaşamaya çalışmalıyız. Kurtuluşumuz kur’anda ise sarılacağımız kitabın değerini bilerek, onun çizdiği yoldan gidelim. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
DİNDE ZORLAMA YOKTUR.....
Aşağıdaki yazıyı yazmama neden olan, bir arkadaşımızın Kur’an dinde zorlama yok tur der, ama Tevbe suresinde bir ayetindeyse; (kendilerine kitap verilenlerden Allah a ve ahi ret gününe inanmayan, Allah ve resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçük düşürülüp elleriyle cizye verinceye kadar savaşın'(tevbe suresi 29. ayet) Şeklinde bir ifade var. Bu ifade dinde zorlama yoktur ifadesiyle çelişmiyor mu diye sormuş. Bende bahsedilen bakara suresindeki dinde zorlama yoktur sözü ile tevbe suresindeki savaş halinin hiçbir benzerliği olmadığını, tam tersine Tevbe suresinde peygamberimize açılan bir savaşın olduğunu, ayetleri örnek göstererek anlatmaya çalıştım. Gelelim Tevbe suresine, çok ilginçtir Allahın adıyla başlamayan tek suredir. Bu surenin, bir önceki surenin devamıdır diyende var. Surenin ismine ve içeriğine baktığınızda genelde anlatılan, müşriklerin Allah elçisine karşı birlik olup, savaş verdiği anlatılır. Rabbimde elçisine bu sureyle, ayetlerle yardım etmek ve ona çevresinden kendisini savunacak, savaşacak insanların toplanmasında yardımcı olmuş ve onları ikaz edip, elçisine yardım etmelerini sağlamıştır. Sureden bazı alıntılar yaparak surenin genelde ne anlatmak istediğini anlamaya çalışalım isterseniz. İlk ayetinde bakın nasıl bir uyarı var; Tevbe 1: Allah ve Resulünden kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar. Yukarıdaki sözler, peygamberimizin karşısında savaş halinde olan müşriklere bir ihtar olarak söyleniyor ve bakın ne diyor devamında? Tevbe 2: (Ey müşrikler!) Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki siz Allah'ı aciz bırakacak değilsiniz; Allah ise kâfirleri rezil (ve perişan) edecektir. Anlaşılıyor ki Allah resulü iman etmeyenlerle savaş halinde, fakat haram ayların girişiyle savaşa ara verilmiş. Fakat bu aranın sonunda iyi bilin ki siz bizleri aciz bırakamazsınız. Bizler rabbin yardımıyla, sizleri perişan edeceğiz diyor. Demek ki haram ayların girişiyle yapılan ateş kes bitiminde savaşa devam etmek üzere ara verilmiş. Tevbe 5: O haram aylar çıkınca artık müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun! Eğer tevbe edip namaz kılar ve zekâtı verirlerse, onları serbest bırakın; çünkü Allah bağışlayan ve merhamet edendir. Yukarıdaki ayetten de anlaşıldığı gibi, haram ayların bitimiyle savaş başlıyor ve Rabbim iman edenlere savaş açanlara karşı, savaşılmasını ve nerede bulursanız öldürün emrini veriyor. Eğer tövbe ederlerse de affedilmesi şartını da getiriyor. Tevbe 6: Ve eğer müşriklerden biri senden aman dileyerek yakınına gelmek isterse, Allah'ın kelamını dinleyebilmesi için ona aman ver, sonra onu güven duyacağı yere kadar gönder; çünkü onlar gerçeği bilmez bir toplulukturlar. Şimdide yukarıdaki ayete bakalım. Dikkat edin müşriklerden birisi senden izin isterde yanına yakınına gelmek isterse, ona izin ver ki senden istifade etsin kur’andan nasiplensin diyor. Ayetin sonundaki cümle İslam dinine davetin, zorla olmayacağının kanıtıdır bakın ne diyor?( sonra onu güven duyacağı yere kadar gönder.) Demek ki zorlama yok, ama sana savaş açana da aman dilemek, affetmek yok diyor Yaratan. Tevbe 7: Müşriklerin, Allah katında peygamber yanında bir antlaşması nasıl olabilir? Ancak Mescid-i Haram'ın yanında antlaşma yaptıklarınız başka. Onlar size dürüstçe davrandıkça siz de onlara dürüst davranın. Şüphe yok ki, Allah hiyanetten sakınanları elbette sever. Yukarıdaki ayeti dikkatlice düşünelim. Mescidi-haram ın çevresinde yine Müslüman olmayan peygamberimize iman etmeyen guruplar var. Bakın onlara karşı nasıl davranılmasını istiyor? Onlar size dürüstçe davranırsa sizde onlara dürüst davranın. Allah hıyanetten sakınanları sever diyor. Orada olanları zorla Müslüman yap demiyor. Sana dokunmayana sende dokunma diyor. Tevbe 12: Eğer verdikleri ahitten sonra yeminlerini bozar, dininize saldırırlarsa, o zaman küfrün elebaşlarını öldürün. Çünkü onların yeminleri yoktur. Böyle yaparsanız hal ve gidişlerine son verebilirler Yukarıdaki ayet aslında her şeyi çok net açıklıyor bakın ne diyor Rabbim? Eğer sizinle yaptıkları anlaşmadan sonra dininize yani iman eden sizlere saldırırlarsa, o zaman küfrün elebaşlarını öldürün. Çünkü onlar sözlerinde durmazlar güvenilir insan değillerdir diyor. Bu şekilde davranırda onlara hak ettiği şekilde karşılık verirseniz bir daha aynı hatayı yapmazlar diye de açıklama yapıyor. Buradan da anlaşılıyor ki, iman eden bir Müslüman hiçbir neden yokken sırf iman etmedi diye, hiçbir zaman saldırmak onu öldürmek zorla Müslüman yapmak asla dinimizde yoktur. Ancak saldırana, savaş açana karşı cevap vermek hatta öyle bir cevap verilmeli ki diyor Rabbim, bir daha böyle bir hata yapmasınlar ders alsınlar diyor. Şimdi yazacağım ayet ise biraz önce söylediklerimi çok daha net açıklıyor, iman edenlere savaş açanlara karşı nasılda çağrıda bulunup elçisine yardımcı oluyor. Tevbe 13: Yeminlerini bozan, resulü yurdundan çıkarmaya gayret eden bir topluluğa karşı savaşmayacak mısınız? Üstelik size saldırıyı ilkin onlar başlattı. Korkuyor musunuz onlardan? Eğer mümin kişilerseniz, kendisinden korkmanıza en layık olan, Allah'tır. Sözlerinde durmayan resulü, Allah elçisini yurdundan çıkarmak isteyenlere, ona savaş açanlara karşı savaşmayacak mısınız diyor rabbim. Üstelik size saldırıyı ilkin onlar başlattı onlardan korkuyor musunuz yoksa diyerek iman edenleri güç birliğine çağırıyor. Demek ki iman etmedi diye hiç kimseye durup dururken savaş açmak yok, tam tersine müşriklerin açtığı savaşa karşı kendilerini savunmak var. Yine bu ayetlerin devamındaki birçok ayet iman edenleri müşriklerin açtığı savaşa karşı savunmak adına savaşmaya davet ediyor. Hatta 24. ayette malın mülkün tatlı geldiği için savaştan kaçanların sonlarının iyi olmayacakları anlatılıyor. 25 ve 26. ayetlerde daha önce savaşlarda sizlere yardım ettim yine yardım ederim diyerek onları teşvik etmektedir. Toplumu, peygamberimize karşı savaş açan ve onu öldürmek ve bulunduğu yerden kaçırmak isteyenlere karşı çok sert önlemler alınmasını isteyen rahman, en son olarak bakın çok sert ve kesin bir tedbir alınmasını istiyor. Tevbe 28: Ey inananlar! Müşrikler bir pisliktir. Artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar! Eğer yoksulluktan korkarsanız bilin ki, Allah dilediği takdirde sizi yakında lütfundan zengin edecektir. Allah her şeyi bilir, tüm hikmetlerin sahibidir. Yaratan elçisine savaş açan müşrikler için onlar bir pisliktir diyor ve onları o devrin en kutsal yeri olan Mescidi-haram a sokmayın diyor. Çünkü o devirde ekonomik olarak ticaretin en canlı ve paranın daha çok kazanıldığı hareketli bir yeriydi bu bölge, onun içindir ki iman etmeyenlerin buradan istifade etmesini ve burasının kutsallığını kirletmesini istemiyor Rabbim. Tevbe 29: Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahi ret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam'ı) din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın. Yukarıda ayetle rabbim son noktayı koyuyor ve elçisine savaş açmış müşrikler için kesin emrini verip, madem sizlere savaş açıp bana karşı geliyorlar, o zaman sizde onlarla iman edinceye kadar savaşın diyor. Buraya kadar tüm ayetleri hatırlayalım, hepsinde peygamberimize karşı açılan bir savaş var. Hiçbir zaman peygamberimiz inanmayanlara karşı neden inanmıyorsunuz diye bir savaş asla açmamıştır. Yapılan savaşların hepsi, tamamı kendilerini savunmak adına yapılmıştır. Bakara suresi 256. ayette Rabbim dinde zorlama yoktur, çünkü doğru bilgi yalan ve yanlıştan ayrılmış apaçık önümüze sunulmuştur der bizlere. Doğru bilginin kimseden korkusu olmaz dimdik ayakta gururla durur, ama yalan ve yanlış bilgi doğru bilginin karşısında yok olacağından, yerini koruyabilmek için kargaşa çıkarıp telâşe düşecektir. Yanlış bilgi sahibinin kafası doğru bilgi ile karşılaştığında karışacaktır, eğer aklını devreye sokarsa bu insan gerçeklerin farkına varacaktır. Her insan yaptıklarının karşılığını görecektir dedikten sonra din ve iman adına kimin takvaca üstün olduğunu yalnız ben bilirim der Rabbim. Hiç kimsenin ardı sıra gitmeyin, güvenilecek veliniz yalnız benim diye uyarır bizleri. İslam öyle bir din, kur’an öyle bir kitap ki, yeter ki onu anlamak için uğraş verelim, O bize sorduğumuz her soruya cevap verecektir diyor rabbim. Kur’anın ayetlerini doğru anlayabilmemiz için, mutlaka bir bütün olarak düşünmeliyiz. Kur’anda asla çelişki yoktur, çelişkiyi yaratan bizler sırf beşerin öğretisini doğrulamak adına, kelimelerden ve cümlelerden alıntı yaparak onlara anlamlar vermemizden doğmaktadır. Bununda çok büyük bir günah olduğunu ve bizleri kur’andan uzaklaştırdığını unutmayalım. Rabbim yardımcımız olsun, kur’an nuruyla nurlandırsın inşallah bizleri. Artık ona gereken önemi verelim de, Rabbim içine düştüğümüz yalan, yanlış ve fesat ortamından kurtarsın bizleri, yoksa işimiz o kadar zor ki. Boğazımıza kadar haramın bataklığında boğulduğumuzun farkında bile değiliz. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KILAVUZU KARGA OLANIN......
Güzel tespitleriniz için teşekkür ederim. Bizler birilerinin dürtüsüyle değil, kendi aklımızla yaşamaya başladığımızda herşeyin çok daha farklı olduğunun farkına varacağız. İşte problemde buradan kaynaklamıyor, acaba farkına varacakmıyız? Rabbim yardımcımız olsun, SAYGILARIMLA Halukgta
-
AYETLER BİZLERE NE ANLATIYOR?
KIYAMET SURESİ 16-17-18-19. AYETLER BİZLERE NE ANLATIYOR? Kıyamet suresi 16–17–18–19. ayetleri delil göstererek, işte demek ki kur’an okunduğunda anlaşılması zor bir kitap ki, Peygamberimiz bile önce ayetleri okuduğunda anlayamamış, ona kur’an dışından daha sonra ayrıca ayetler öğretilmiştir, detaylıca bilgi daha sonra verilmiştir deniyor. Önce ayetleri yazalım ve Rabbin yardımıyla kur’anı bir bütün olarak düşünerek, tabi aklı ve mantığı da bir kenara koymadan ayetleri anlamaya çalışalım Allahın izniyle. Kıyamet 16: Onu aceleye getiresin diye dilini onunla hareketlendirme. 17: Şüphesiz onu, toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. 18: O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. 19: Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir. Yukarıdaki ayetleri okuduğumuzda, rabbin elçisine önce sakin ol diyor, telâşe gerek yok, çünkü biz onu sana indirdik ama tüm bunları unutacağım telâşe sine düşmene gerek yok. Kitabı sana indiren biziz, onu okuduğumuzda iyice dinle, takip et. Ayetlerin sonunu bekle çünkü biz sana her şeyi açıklayacağız. Kıyamet 19. ayette geçen onu açıklamak bize aittir sözüne bunun dışında anlamlar verdiğinizde kur’anın özüne ve onlarca, yüzlerce ayetine ters düşer. Bu sözden anlaşılması gereken, ilk okuduğunuzda anlayamadığınız konuları biz daha sonra göndereceğimiz ayetlerle açıklayacağız, sizlere izah edeceğiz örneklerini vereceğiz anlamındadır. Aşağıdaki ayetler bunun kanıtıdır. Bakın Rahman kur’an ayetlerini yine kur’an içinde verdiği değişik örneklerle nasıl açıkladığını anlatıyor. İsra 89: Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler. Kehf 54: Andolsun, bu Kur'an'da insanlar için her örnekten çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsan, her şeyden çok tartışmacıdır. Nur 34: Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik. Demek ki Rabbim onu açıklamak bize düşer derken, Kur’an ayetlerini yine kitabın içinde gönderdiği diğer ayetlerle açıkladığını, örneklerle izah ettiğini belirtiyor. İki düşünceyi de düşünmek ve kur’an süzgecinden geçirmek bizlerin doğruyu bulmamıza yardımcı olacaktır. Önce benim açıkladığım düşünceye başka bir kur’andan delil daha arayalım. Bakın Rabbim kur’an indirilirken tedirgin olan hatta şaşıran topluma, Rabbim açıklama ihtiyacı duyuyor, bakın ne diyor ayet? Maide 101; Ey iman sahipleri; size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kuran indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetti. Allah Bağışlayandır, Merhametlidir. Yüceler yücesi Rabbim öyle bir kitap göndermiş ki, aklını kullanan ve onu anlamak için müracaat edenlerin tüm sorularına cevap veriyor. Beşerin rivayetlerini doğrulamak adına kur’ana bakanlara da, tam istedikleri cevabı verip onları oyalıyor, daha açıkçası Rabbim insanların niyetine göre amellerini yönlendiriyor. Allah bu durumdan bizleri korusun. Bakın Rabbim hem elçisine hem de o günkü topluma kur’an indirilirken, ayetlerin bazıları için tedirgin olanlara, bazı konuların hükümleri hoşlarına gitmeyenlere ne kadar güzel açıklama yapıyor ve ne diyor? ( size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kuran indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetti.) Rabbim burada eski inançlarının hükümlerinin kaldırıldığını, onun yerine başka hükümler geldiğini gördüklerinde toplum önce yadırgamış ki, Rabbim böyle bir ayet indirme gereği duymuş elçisine. Ayet indirilirken sormak istediğiniz bir konu varsa elbette o zaman sorun size nedenleri, sebebi açıklanır diyor. Demek ki burada açıklanan kur’an dışından başka bilgilerin, hükümlerin verilmesi değil, ayetlerin değiştirilmesi ya da kaldırılması esnasında sorulan sorulara cevaplar ve o günkü toplumun şüphelerinin giderilmesi konusunda açıklamalardır diyebiliriz. Bu bilgiler bizleri ilgilendiren bağlayan konular olsaydı onlarda kur’anda yer alır açıklanırdı. Çünkü Rabbim uyarıyor ve diyor ki, bu soruları kur’an indirilirken sorarsanız cevap alırsınız, yoksa daha sonra sormayın diyor. Demek ki bu konular konuşulacak ya da sorulacak sorular değil ki, daha sonra sormayın diyor Rabbim. Nedenini de söylüyor ve Allah onları bağışladı, kaldırdı diyor. Demek ki Rabbin elçisine bir açıklama ve izahı var, ama o devrin kur’an indirildiğinde şüpheye düşen toplumu, hoşlarına gitmeyen ayetlerin sebepleri konusunda bir izah, açıklama olduğu buradan çok net anlaşılıyor. Şimdide diğer düşüncenin fikrini ele alalım. Diyelim ki onu açıklamak bize aittir sözünden, rabbim elçisine kur’an dışından da bilgiler, din adına hükümler vermiştir diyelim. Bunu kabul ettiğimizde, bakın onlarca hatta yüzlerce ayet devre dışı bakın nasıl kalıyor. Örnek verelim, eğer gerçekten bizler yalnız kur’andan sorumlu değil isek, Rabbim kur’an dışından kitabın ayetlerini açıklayıcı bilgiler verdiyse, yani kur’an dışından da hükümlerden sorumlu isek, aşağıda yazdığım ayetlere nasıl cevap vereceğiz? Buna inanmakla yüzlerce kur’an ayetlerine ters düştüğümüzü ve onları saf dışı bıraktığımızın farkında mıyız dersiniz? Zühruf 44: Ve muhakkak ki o (Kur'an) hem senin için, hem kavmin için bir şereftir ve ileride bundan sorulacaksınız. Nisa 174: Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. 175. Allah'a iman edip O'na sımsıkı sarılanlara gelince, Allah onları kendinden bir rahmet ve lütuf (deryası) içine daldıracak ve onları kendine doğru (giden) bir yola götürecektir Ahzap 2: Rabbinden sana vahye dilene uy. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır Hicr 1. Elif, Lam, Ra. Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'an'ın ayetleridir. İbrahim 52: İşte bu (Kur'an), kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir. Araf 170: Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar, şüphesiz biz salih olanların ecrini kaybetmeyiz. Araf 174: Belki inkârdan dönerler diye ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz. Araf 185: Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar. Nisa 82.; Kuran'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başka birinin katından gelseydi, elbette ki onun içinde birçok ihtilaf bulacaklardı Enam 98: O, sizi bir tek nefisten (Âdem'den) yaratandır. (Sizin için) bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır. Anlayan bir toplum için ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık Yukarıdaki ayetler üzerine düşünelim, Allah Zühruf suresi 44. ayetinde hesap günü bu kitaptan sorgu suale çekileceksiniz yani bu kitaptan sorumlusunuz diyor. Bu durumda eğer Rabbim kur’an dışından da elçisine bilgiler vahye dip bizleri sorumlu tutsaydı böyle söyler miydi? Nisa 174. ayette Rabbim bizlere (size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. Allah'a iman edip O'na sımsıkı sarılanlara gelince,…..) Ayette apaçık bizlere Allah kesin ve apaçık bir nur indirdim diyor, ona sarıldığımızda rabbe ulaşacağımızı belirtiyor. Eğer Kur’an dışından da sorumlu olduğumuz vahiy olsaydı Rahman böylemi söylerdi? Ahzap 2. ayette Rabbim (Rabbinden sana vahye dilene uy.) diye özellikle uyulacak kur’an olduğunu belirtiyor, bunun dışında da vahiyler olduğuna inandığımızda, ucu bucağı belli olmayan bir karanlığın içinde kaybolmaktan, asla kurtulamayız. Eğer kur’an bütünlüğünde apaçık ve anlaşılır olmasaydı Hicr suresi 1. ayetinde Rabbim böylemi söylerdi? (Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'an'ın ayetleridir.) İbrahim suresi 52. ayet aslında çok açık bu sorumuza cevap veriyor bakın Rabbim ne diyor? (İşte bu (Kur'an), kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir.) Demek ki uyarılacağımız kitap KURAN olduğu çok açık. Akıl sahiplerinin iyice düşündüklerinde öğüt alacakları bir tebliğ olduğunu söylüyor Rabbim kur’anın. Peki, Rabbim böyle apaçık söylediği halde, hala bizler nasıl olurda okunduğunda herkes anlayamaz, peygamberimiz bile anlayamamış da Allah kur’an dışından ayrıca gönderdiği vahiylerle anlamış diyebiliriz? Rabbin gönderdiği bildiriye, öğüde zor anlaşılır diyoruz farkında mıyız? Araf 170. ayette bakın rabbim nereye sarılmamızı emrediyor? (Kitaba sımsıkı sarılanlar.) Eğer kitap anlaşılması zor olsa neden Rabbim ona sarılın desin? Neden anlaşılması zor bir kitap gönderip bizleri ondan sonra da sorumlu tutsun? Araf 174. ayet bu kadar açık söylemesine rağmen, hala bizlerin gözlerini kapamasının anlamı nedir hiç düşünüyor muyuz? (Belki inkârdan dönerler diye ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz.) Araf 185. ayet, peygamberimiz devrinde kur’anı yeterli görmeyip eski geleneklerini, inançlarını da yaşamak isteyen bırakmayanlara bakın Rabbim nasıl sesleniyor? (O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar.) Sizce her şey çok açık olduğu halde, neden beşerin sözlerini doğrulamak adına, Rabbin ayetlerini görmezden gelerek, tam tersini yapıyoruz? Bu sözüyle bizlere her şeyin kur’anda açıklandığını söylemiyor mu sizce? İnanılacak sözün kuran olduğu apaçık açıklanmışken nedir bizlerin yaptığı bu açmaz, lütfen kendimizi, nefsimizi yargılayalım hesap günü gelmeden, emaneti teslim etmeden aklımızı başımıza toplayalım, yoksa geri dönüşü yola girdiğimizde halimiz nice olur dostlar? Nisa 82. ayette Rabbin belirttiği gibi, kur’an anlaşılması zor bir kitap olsa, şu sözü söyler mi? (Kuran'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı?) Demek ki iyice okuyan anlıyor ki, Bizlere Yaratan bunu söylüyor. Enam suresi 98. ayette ise doğrusu ibretlik bir söz ile bakın bizlere ne diyor Rahman. (Anlayan bir toplum için ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık.) Sanırım rabbin söylediği gibi bizler anlayan bir toplum olmaktan çıkmışız ki Rabbin söylediklerinden hiçbir şey anlamadığımız gibi, onun sözlerinin tam tersini söyleyenlerin ardı sıra gidiyoruz. Rabbim bizleri korusun. Yukarıda verdiği ayet örneklerinden yüzlerce verebiliriz. Peki, bizler bu kadar açık ayetler dururken, sırf beşerin sözlerine delil aramak adına nelere inanıyoruz hiç düşünüyor muyuz? Bakın bunca ayeti bir kenara iterek, kıyamet suresi 19. ayette geçen, (Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir.) cümlesini kendimize, beşerin öğretisine delil olarak alıp, Peygamberimize kur’an dışından da din ve iman adına bilgiler, hükümler geldiğinin deli olarak gösteriyoruz. Rabbim sizleri kur’andan hesaba çekeceğim, ondan sorumlusunuz ona sarılan bana ulaşır demesi görmezden gelinip, beşerin sözlerinin baş tacı edilmesi sanırım bizlerin gerçek İslam dan çokkk ama çokkk uzaklaştığımızın üzücü bir kanıtıdır. Ne yazık ki mahşer günü peygamberimizin söyleyeceği o söz gerçek olmuş gibi görünüyor. ( Furkan Suresi 30 ayet; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı bıraktılar. ) Ey Yüce Rabbim. Ne olur bizleri affet, biz kulların bu Dünyada bizlere bahşettiğin aklımızla değil, nefsimizle hareket eder olduk. Elbette bunu yaptığımız içinde senin rehberinden, güneşinden yararlanamadık. Sen anlamazsın dediler onlara inandık, önümüze koydukları kitapları senin kitabından sandık, ne olur O Yüce bağışlayıcılığınla bağışla bizleri, sen bağışlayıcısın sen affedicisin. Ne olursun artık gözlerimizdeki perdeyi, gönüllerimizdeki mührü kaldır. Biz ettik sen etme Yarabbi. Sana kavuşma günümüz gelmeden önce, KURAN GERÇEKLERİNİN FARKINDA OLMAMIZI SAĞLA BİZLERİN. SENİN HERŞEYE GÜCÜN YETER. ÂMİN. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
AYETLER BİZLERE NE ANLATIYOR?
ARAF SURESİ 33. AYET BİZLERE NELER ANLATIYOR? Bugün sizlerle birlikte üzerinde düşüneceğimiz, Araf suresi 33. ayeti önce sizlere hatırlatmak istiyorum. Ayeti yazalım ve dikkatlice okuyalım. Acaba Yaratan bizlere bu ayetiyle neler anlatmak istiyor, onu anlamaya çalışalım Allahın izniyle. Araf 33; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. Yaratan HARAM sözcüğünü kur’anda çok önemli yerlerde kullandığını görürüz. Örneğin faizin haram olduğunu söyler kuran. Evlenilmeyecek kimseleri sayarken (Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları,…) diye sayarak bunlarla evlenmek haramdır der. Nikâhlı kadınlarla evlenmenin de haram olduğunu belirtir bizlere. Yenmemesi gerekenleri sayar ve bunların haram olduğunu belirtir. Zina yapmanın haram olduğunu da Rabbim kur’anda açıklar bizlere. Tüm bu ve buna benzer konuların çok açık bir şekilde haram kelimesiyle şiddetle yapılmasını istemediği konuların, haram sözcüğüyle yasaklandığını görüyoruz. Peki, yukarıda sizlere hatırlattığım Araf suresi 33. ayette ne anlatmak istiyor olabilir Rabbim haram kıldım sözünü kullanarak, gelin şimdide onu Rabbin önerdiği gibi, kendi irademizle düşünerek anlamaya çalışalım. Araf suresi 33. ayetinde Allah açık ve gizli kötülüklerin yapılmasını da haram sözleriyle bizlere açıklıyor ve şiddetle dikkatimizi çekiyor. Devamında ise dikkat ederseniz günah işleyerek haksız yere sınırı aşmanın da haram olduğunu belirtiyor. Burada haksız yere sınırı aşmak konusunu elbette çok geniş düşünebiliriz her konuda. Dini yaşarken de, kur’anda diğer ayetlerinde söylediği gibi, Rabbin koyduğu sınırları aşmanın, kur’anda belirttiği gibi, haram olduğunu anlayabiliriz. Allah a ortak koşmakta bir şirk olup buda haram olduğu dikkati çekilmektedir. Şimdide gelelim üzerinde durmak istediğim ayetin bahsettiği, Rabbin işaret ettiği diğer haramlara.( hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.) Rabbin dikkatimizi çektiği bu cümleler üzerine düşünmeye davet ediyorum sizleri. Allah, hakkında hiçbir bilgi vermediğim, ayet indirmediğim ve kendi katımdan açıklamalar yapmadığım konularda uydurulan sözlere inanarak konuşmanızı da HARAM KILIYORUM diyor. Değerli arkadaşlarım hakkında bilgi vermediğim sözleri üzerine düşünelim şimdide. Rahman bizlere bilgiyi nereden veriyordu? Bu çok önemli, en garantili ve sağlam bilgiyi nereden alıyorduk? Bu sorunun cevabı çok açık sanırım, elbette Rabbin koruması altında ki KUR’ANDAN. Şimdide ayette özellikle dikkatimizi çeken, hakkında açıklama yapmadığım konularda konuşulmasını haram kıldığını söyleyen Rabbim e karşı, bizler nasıl davranıyoruz bunu düşündük mü hiç? Rabbim haram sözcüğünü dikkat edin gelişigüzel kullanmamıştır kur’anda. Hatırlayın nerelerde kullandığını, birde ayette söylediği gibi hiç bahsetmediğim, açıklık getirmediğim halde bazı rivayetlere kanarak, peygamberimizin asla söylemesi imkânsız olduğu halde, onun sözleridir dedikleri bilgilere kanıp, bu sözlerin peygamberimizin sözleri sanıp anlatılanlara inanmıyor muyuz? Hatırlayın Yaratan Maide suresi 109. ayet, Enam 59, Enam 50. ayetlerde gaybı bilmem ben diyen peygamberimizin sözlerini çok iyi düşünmeli ve bizlere anlatılanları kur’an ayetleri ile karşılaştırmalıyız ki, şeytanın tuzaklarına düşmeyelim. Şeytan her zaman görünmeyen bir varlık değildir. Bazen insanında şeytanlaşmış olanını her zaman karşımızda olacağını unutmamalıyız. Bu ayeti Rabbim boşuna bizlere tebliğ etmemiştir. Kur’anın indirmediği bir bilgiyi, hükmü Rabbin hükmüymüş gibi gösterip, dinde, kur’anda varmış gibi anlatanlara inanarak, onların sözlerini dinden, imandan, kur’andan sanıp bir başkasına anlatmak ve inanmak ne derece büyük günah olduğunu artık lütfen düşünelim, hissedelim ve aklımızı başımıza toplayalım. Rabbin, Elleriyle yazarlar bunlar kur’andandır derler ikazını, asla unutmayalım. Unutmayalım ki, her gün belki de farkında olmadan, yüzlerce kez haramın içine, boğazımıza kadar battığımızın artık farkına varalım. Yaratan sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, O Yüce Rabbim vaadinde durandır. Rabbim kur’anın ipine sarılın diyorsa, sarılacağımız en güvenli ipin KURAN olduğunu unutmayalım. Onun onayından geçen her söz ve bilgi, zaten günümüze kadar kur’anın geçmişte toplumların İslam ı yaşadıkları örnekleridir, bunda hiç şüphe yok. Bunlarda başımızın tacıdır. Kur’ana uymayanları da çok iyice seçip, kur’anın süzgecinden geçirip, geçmişte yapılan yanlışları bizler tekrarlamamalıyız. Bizlerin İslam ı ne derece doğru yaşadığımızın örnekleri, bizden sonra İslam ı yaşayacaklara örnek olacağını unutmamalıyız. Bizler Rabbin indirdiği kitabı ve İslam ı ne kadar doğru anlar ve doğru yaşarsak gelecek nesle o kadar güzel örnekler bırakırız. İnsanoğlu taklitçi, kolaya kaçan, tartışmaya meyilli bir yapıda yaratılmıştır. Bizler eğer aklın yolunda birleşmeyip, bölünerek yaşadığımız İslam ın duvarlarını Kur’an harcıyla yapmazsak, gelecekte bırakacağımız nesle de bırakacağımız örneklerle, yıkık dökük, güvenilir olmayan bir dini miras bırakmış oluruz. Bizler nasıl geçmişimizi taklit etmeye çalışıyor ve onlardan örnekler almanın yollarını arıyorsak, yüzlerce yıl sonra bizlerin torunları da bunları yapacaklardır. Eğer geleceğe yatırım yapmak istiyorsak, kur’anın etrafında birleşmeliyiz. Rabbin emrettiği dini geleceğe taşımak istiyor ve peygamberimizin ümmeti olmak iddiasındaysak, onun tebliğ ettiği kitabın etrafında buluşalım, çünkü onunda başından ayrılmadığı ve ipine sarıldığı, tebliğ etmekle görevli olduğu kitabın KURAN OLDUĞUNU UNUTMAYALIM. Rabbim cümlemizi kur’anın güneşinden, rehberliğinden istifade etmeye çalışan ve bu uğurda aklı ve fikriyle hareket eden kulları arasına, inşallah bizleri alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KILAVUZU KARGA OLANIN......
Biz insanlar gerçekten aklını en az kullanan ve gözleri ve duyguları ile iman eder olmuşuz. Allah aklını kullananlara hitap ettiğine göre, demek ki takip ettiğimiz yolda büyük sorunlar var demektir. Allah bizlere rehber olsun diye gönderdim dediği kitabı görmezden gelip ona hiç danışmadan, birilerinin etkisi ve sözlerine kanarak iman etmeyi daha çok önemsemişiz ki, onların sözlerini kabul eder olmuşuz. Çamaşır makinesi ya da herhangi bir elektronik eşya aldığımızda kullanma kılavuzunu tek kelime atlamadan okuyup, ev halkına aman dikkat edin bak buna dünya para verdim, bunu şöyle kullanacaksınız sakın yanlış kullanmayın, eğer kullanırsanız hesabını verirsiniz diye ev halkına tembihte bulunuruz. Bedenin ve ruhun sahibi Rabbin gönderdiği kullanma kılavuzunu ne yazık ki çoğumuz okuma gereği bile duymayız. Hâlbuki o kılavuzu okusaydık, bedeni ve ruhu nasıl daha iyi kullanacağımızı öğrenecektik, başımıza gelen onca üzüntüler, hastalıklar, yokluklar başımıza gelmeyecekti, ama bunun farkında bile değiliz. Beşerin makinesini alırken harcadıkları paranın etkisinden olsa gerek onca dikkati gösterenler, acaba Rabbin eserine neden hiç önem verip saygı göstermezler doğrusu anlamak o kadar zor ki. Her üretici ürettiği mal için kullanma kılavuzu yapar demiştik ve açık bir şekilde bizlere o malı iyi kullanmamız için rehber olur. Yani hangi dilde yazılırsa yazılsın her ülkede kullanan insan içindeki kılavuzdan malın nasıl kullanılacağını anlar. Hiçbir insan bu bilmem hangi ülkenin malı bu kullanma kılavuzu Türkçeye çevrildiğinde eksik çevrilmiştir mutlaka eksiktir demez ve okur. Bakın Allah da bizlere kuranı ne için gönderdiğini söylüyor. Casiye sur.20: Bu Kuran, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o.) Sad sur.29: (Resulüm!) Sana bu mübarek Kitabı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik. Sad sur.87: Bu Kuran, ancak âlemler için bir öğüttür. Zümer sur.27: Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kuran'da insanlara her türlü misali verdik. İbrahim Sur.52.ayet: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. İsra sur.41: Biz, gerçeği, Kuran'da türlü biçimlerde ifade ettik ki, düşünüp anlayabilsinler. Fakat bu onların sadece kaçışlarını artırıyor. Araf Suresi 52 . Yemin olsun ki, biz onlara, ilme uygun biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap getirdik. İnanan bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir o. Yukarıda yazdıklarımla kuran ayetlerini karşılaştırın, daha sonrada din adına bize öğretilenleri düşünün lütfen. Beşer ürettiği malın kullanma kılavuzunu her dile çevirip yazıyor ve tüm Dünya doğru kullanıyor anlıyor. Allah ta Kuranı indirmesinin nedenlerini açıklarken bakın ne diyor? (Bu Kuran, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur.) (aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.) (öğüt alsınlar diye, bu Kuran'da insanlara her türlü misali verdik.) (aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir.) (Biz, gerçeği, Kuran'da türlü biçimlerde ifade ettik ki, düşünüp anlayabilsinler.) (biz onlara, ilme uygun biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap getirdik.) Peki, dostlar Allah bizlere rehber ve kılavuz olsun diye her şeyden bahsettiğini söylediği kitap için bizler nelere inanıyoruz? Bu kitapta her şey yoktur. Kuranı herkes anlayamaz, onu veli kişiler anlar. Hani Allah aklı olan öğüt alsın diye gönderdim diyordu ne oldu Yüce Rabbin sözü? Nasıl olurda beşerin yazdığı kitapları her kez anlıyor da, Rabbim rehber ve güneş olsun diye gönderdiği kitabı her kez anlayamıyor? Arkadaşlarım, dostlarım kurana şirk koştuğumuzun farkında mıyız? Yoksa aklımızı mı yitirdik? Yoksa Allah aklı ve gönlü işleyenler ibret alsın derken bizlerin aklı yok, gönlüde taşlaşmış mı diyor bazı kardeşlerim farkında olmadan. Düşünün Allah açıkça her şeyi yazdım diyor, birileri hayır her şey yok diyor. İşin ilginci bakın Allah bizi nereden sorumlu tutuyormuş onu da açıklıyor. (Zühruf Suresi 44: Gerçek şu: Bu Kuran sana ve toplumuna elbette ki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız.) Allah bu kitaptan sorumlusunuz diyor, bizler hala bu kitapta her şey yoktur diyen ve ciltlerce dolusu kitapları öne sürenlere inanmaya devam ediyoruz. Kuranda her şey yoktur diyenlere inandığımızda neye inanıyoruz biliyor musunuz, lütfen dikkatle düşünün. Allah herkesin anlayamayacağı zor bir kitap göndermiş, ama yinede bizi bu kitaptan sorumlu tutacağını açıklamış. Bunu İslama davet ettiğimiz hiçbir aklı başında insana anlatamayız ve peygamberimizden sonra tüm iman edenlere düşen İslamı anlatmak ve yaymak görevini de yerine getiremeyiz. Hadi hayırlısı bu işin sonu nereye varacak doğrusu çok merak ediyorum. Bir atasözü geldi aklıma. Kılavuzu karga olanın burnu pislikten çıkmazmış derler, ben biraz daha kibarlaştırdım tabi bu sözü. Düşünelim lütfen bizim kılavuzumuz Kuran mı dersiniz? Kuranda her şey yazmaz o özet bilgiler içerir diyen bir zihniyetin kılavuzu gerçekten KURAN mıdır? Yoksa o atasözü yaşadığımız İslama güzel bir örnek mi dersiniz? Görünen köy kılavuz istemez derler. Yeter ki gözlerde bir sorun olmasın. Rabbim bizleri kılavuzu Kuran olanlar arasına alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
İMAMI AZAM EBU HANİFE VE İSLAM ANLAYIŞI...
Bugün sizlere Hanefi mezhebinin kurucusu olduğu bilinen, İmamı Azam Ebu Hanife’nin nasıl bir düşünceye sahip olduğu ve insanları hangi noktalarda aydınlatmak isteyip, onlara adeta doğrunun şifrelerini hayatı boyunca vermeye nasıl çalıştığını, bazı özel düşüncelerinden yola çıkarak, belki de hiç bakılmayan bir pencereden bakmaya çalışacağım, Allah yanıltmasın. Hayatını okuduğunuzda kendisinin devrimci, demokrat, adalet timsali, insanlara insan olduğunu unutturmadan hitap eden, açık fikirli ve karşısındaki düşüncelere değer veren bir bilim adamı olduğunu göreceksiniz. Yüzlerce yıl önce yaşamış bir bilim adamının hakkındaki bilgiler elbette birçok insanlar tarafından eklemeler ve değişiklikler yapılarak günümüze kadar geldiği aşikârdır, zaten benim de bahsetmek istediğim detaylar değil, tam tersine bu bilim adamının hayat görüşü, davranışları, kuranı anlamaya çalışma ve yaşama yöntemleri olacaktır. Diğer konularda sevenlerin istemeden ekledikleri, ya da düşmanlarının düşmanlıkla ilavelerinin neler olduğunu yalnız Allah bilir. İmamı Azam Ebu Hanife gerçek bilim adamı olduğunu araştırmacı ve özgür iradesini kullanması ile ön plana çıkmış, o devrin en önemli âlimlerinden olduğunu kanıtlamıştır. Ebu Hanife'nin yaşadığı yer ve çağda itikâdı fırkalar çoğalmış onları inceledikten ve bir müddet takip ettikten sonra hiçbirisine tabi olmadan, ilim ve araştırmalarına özgürce devam etmiştir. Ebu Hanife’yi anlatanlar bakın nasıl tarif ediyor. (Tefekkürü çok, konuşması az, Allah'ın hududunu olabildiğince gözeten, dünya ehlinden uzak duran, faydasız ve boş sözlerden hoşlanmayan, sorulara az ve öz cevap veren çok zeki bir müctehid ve ilim adamıydı.) İyi bir eğitim alan, sonunda Hocalık mertebesine eren güvenilir bir insandı. Şunu da söylemeliyim ki bu kadar özgür düşünceleriyle, saygınlığıyla hayatı boyunca zorluklarla karşılaştığı gibi, çok düşmanda edindi. Sağlığında kıymeti bilinmeyen bir ilim adamıydı dersek yanlış olmaz. Şimdide öğrencilerini nasıl bir yöntemle yetiştirdiğini anlatmak istiyorum. Vereceğim örneği lütfen iyice düşünün, acaba günümüzde İmamı Azam Ebu Hanife’nin yolunu takip ediyoruz diyenler bu yolumu takip ediyorlar dersiniz? (Talebelerine verdiği dersleri ise mükemmel bir usul ile yürütürdü. Bir taraftan fıkhın eski hadiselere ait bilinen hükümleri takrir edilir (anlatılır) ve müzakere yapılır, diğer taraftan yeni hadiselere ait hükümler bulunurdu. Geçmiş ve yaşanmakta olan hadiselerin hükümleri takrir edilirken, bunlara benzeyen veya aynı cinsten olup da gelecekte vuku bulabilecek hadiselere ait hükümler de araştırılırdı. Dolayısıyla imam-ı Azam'ın derslerinde geçmiş ve yaşanmakta olan halin meselelerinden başka, geleceğe ait meselelere de yer verilirdi.) Yukarıdaki yazıyı anlamaya çalışalım önce. Önce fıkıh kelimesine açıklık getirelim. (İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek.) Burada geçen delil hiç kuşkusuz Kuran. Demek ki Büyük Âlim Ebu Hanife bakın öğrencilerini nasıl yetiştiriyormuş. Önce, eski hadiselere ait bilinen hükümleri anlatılır, müzakere edilir yani konuşulur, tartışılır ve o devrin koşullarına göre niçin böyle bir karar verilmiş önce anlaşılması sağlanır, daha sonra yeni hadiselere ait hükümler bulunurmuş. Daha sonrada geçmişte olanlar ile yaşanmakta olan hadiseler karşılaştırılıp tartışılırken, ileride oluşabilecek olayları dahi tartışma konusu edilip doğru bulunmaya çalışıldığını söylüyor. Düşünebiliyor musunuz? Günümüzde İslami konular bu yöntemle mi anlatılıyor dersiniz? Araştırmaya bakar mısınız, önce bir olayın ilk devirlerde ne şekilde anlaşılıp uygulanıldığı araştırılıyor, daha sonra kendi yaşadıkları döneme onu aynen almayıp, günün şartlarına göre uyarlıyorlar, İşte İslamı yaşamak böyle olur. Allah ta bunu istiyor, ya günümüzdeki anlayış ne dersiniz böylemi yapılıyor? İmamı Azam Ebu Hanife’nin İslam a bakışına ve çok özel mantığına bakmaya devam edelim. Şimdi vereceğim örnek bir insanın kuranın ışığından, onun rehberliğinden ne kadar faydalanıp, kalbinin kuran aşkıyla çarptığına güzel bir örnek olduğunu göreceksiniz, lütfen ibretle okuyunuz. (Talebesi Züfer'den nakledilen şu rivayet de onun sabit fikirli olmadığını ortaya koyması ve istişareye verdiği önem bakımından dikkat çekicidir. Züfer şöyle der: "Ebu Hanife'nin derslerine devam ederdik, Ebu Yusuf ve Muhammed ibnu Hasan da bizimle birlikte okurlardı. Biz Ebu Hanife'nin görüşlerini yazardık. Bir gün Ebu Hanife, Ebu Yusuf'a hitaben: "Ey Yakup vay haline! Benden her işittiğini yazma. Ben bugün böyle düşünüyorum. Yarın onu bırakabilirim. Yarınki görüşümü ertesi gün terk edebilirim" dedi." (İbnu Muin, Tarih, II. Cilt, sh. 607; Bağdadi, Tarih, XIII. Cilt, sh. 402) Düşünebiliyor musunuz bu örnek ve âlim insanın sözlerini, söylediğim sözler bugün için doğru olabilir, yarın için doğruları o gün şartlarına göre değiştirebilirim diyor. Onun için söylediklerimi yazmayın, bu sözleri ileride dinin değişmez temeli sananlar olabilir demeye çalışıyor adeta, ondan dolayı yazmanızı istemiyorum diyecek kadar ileri görüşlü bir âlim olduğunu gösteriyor bizlere. Günümüzde anlatılanlarla bu sözleri karşılaştırın bakalım, onun düşüncelerimi anlatılıyor topluma? Bu sözleri duyunca peygamberimizin de aynı şekilde söylediği sözler geldi aklıma. (Ey Yakub vay haline! Benden her işittiğini yazma.) İşte ilim adamı ve kuranın vermek istediği tebliği çok iyi anlayan bir âlim. Peygamberimizin izinde olduğunu, nasılda kuran dışından söylenen sözlerin kesin doğru olamayacağını, ancak o günkü şartlarda yol gösterebileceğini, hatta dinin değişmez kuralları olmadığını anlatıyor bizlere, anlayana anlamak isteyene tabi. Bu gün günün şartlarına ve devrine göre bir konu hakkında böyle düşünebilirim diyor, ama yıllar sonra hatta yakın bir zaman sonra, olayın oluşu ve şartların değişmesinden dolayı bu fikrimi değiştirebilirim diyerek, aslında çok şeyler anlatıyor bizlere. Peki, bizler bu sözleri anlamış ya da günümüz yaşamımızda uyguluyor muyuz dersiniz? XX Bu örnek insanın bizlere anlatmak istediği ve takip edilmesi gereken yolun nasıl olacağını şu güzel örneğinden çıkarmak, aklı başında olan bir insana zor olmasa gerek; (Yine onun: "Bu bizim söyleyebildiğimiz en güzel sözdür. Kim bizim sözümüzden daha doğru bir söz getirirse, o hakikate bizimkinden daha yakındır" dediği; "Senin bu verdiğin fetvalar doğruluğunda hiç şüphe olmayan hakikatler midir?" diye sorulunca da: "Bilmiyorum belki de yanlışlığında hiç şüphe olmayan yanlıştır" şeklinde karşılık verdiği nakledilmektedir. (Bağdadi, Tarih, XIII: Cilt, sh. 352) Yukarıda verdiğim örnek, günümüzde hiç bahsedilmeyen, anlatılmayan ama İslamı yaşamak ve anlamanın en doğru yöntemi olduğunu daha o zamanlar bu örnek Âlim insan anlamıştır. Düşünebiliyor musunuz benim sözüm en doğrusu olmayabilir, eğer daha doğru ve daha güzel bir söz bizim sözümüzün üstüne gelirse o hakikate, doğruya bizim sözümüzden daha yakındır diyerek, hem kendi büyüklüğünü göstermiş, hem de bizlere gerçek doğruyu nasıl bulacağımız hakkında yol göstermiştir. Yazının sonundaki soruya verdiği cevap ise bence büyük bir asalet ve âlicenaplık örneği; Sizin verdiğiniz fetvalar gerçek doğrular mıdır diye kendisine sorulduğunda verdiği cevaba ve alçak gönüllülüğe bakar mısınız? Bilmiyorum belki de yanlışlığında hiç şüphe olmayan yanlıştır" Doğrusu bu cevabın bile ne demek istediğini, ne anlattığını anlayamayan o kadar âlim var ki aramızda. Ebu Hanife’yi daha iyi anlayabilmek için öğrencilerine gösterdiği yolu bilmemizde yarar var, bakın öğrencilerine nasıl bir yöntem öneriyor? (Onun talebelerine verdiği öğütlerde, ilimde hür düşünce ve araştırmanın yollarının tutulması, cahil ve mutaassıplardan uzak durulması gibi önemli kayıtlar vardır: "Halka yaklaş, fâsıklardan uzaklaş. İnsanlığında kusur etme, kimseyi küçük görme. Bir meselede görüşünü sorana bilinen görüşü tekrarla ve sonra o meselede şu veya bu şekilde başka görüşler de bulunduğunu zikret.) Yukarıda önerilen yöntemin günümüzde sözü bile edilmez. İşte örnek ilim adamı ve sözleri. Hür düşünceli ve araştırmacı olunmasını öneriyor. Acaba günümüzde dergâhlarda, cemaatlerde, dinin anlatıldığını söyledikleri toplantılarda, böyle bir yol mu izleniyor, yoksa Büyük âlim İmamı Azam Ebu Hanife’nin, özellikle benim söylediklerimi yazmayın sakın, bu gün söylediğimi günün şartlarına göre yarın değiştiririm dediği sözlerin hiç anlaşılmayıp, o günkü devirde söylenenler mi günümüzde din ve iman adına değişmeyen kurallar diye öğretiliyor dersiniz? Yorum sizlerin. Düşünebiliyor musunuz öğrenciye verilen öğüde bakar mısınız, size bir meselede görüşünüz sorulursa, bilinen görüşü tekrarla, ama o meselede konuşulan diğer görüşleri de onlara anlat diyebilecek kadar akıllı ve her görüşe saygılı bir insan. Peki, günümüzde ne yapılıyor? Kendi görüşüne katılmayanlara, bırakın başka görüşün olduğunu söylemeyi, diğer görüşlere inananları Müslüman kabul etmeyen bir zihniyet hâkim ne yazık ki İslam âlemine. Her kez Kuran dışında kendi sözlerinin gerçek doğru olduğunda inatla iddia edip, ona inanmayı sürdürmekte o konuda taviz vermeyip birbirinin canını bile almaktan çekinmemektedir. İmamı Azam Kuranı anlamak için aklın ön plana çıkması gerektiğini anlayan ve kuranı anlamaya çalışırken hiçbir tesir altında kalmadan düşüncelerini söyleyen bir âlimdi, onun için sağlığında alışılmamış çıkışlarda ve açıklamalarda bulunduğu için, özellikle yöneticilerle arası pek fazla iyi gitmemiştir. Kendisine Kadılık teklifini kabul etmemiş ve bir âlimin özgürce konuşabilmesi için, siyasilerden uzak kalması gerektiğini o devirde anlayabilen nadir bilim adamlarından olduğunu göstermiştir. Devrin sultanları ve yöneticileri birçok ilim adamını kendi çıkarlarına kullanmış ve fetvalar verdirmiş, günümüze kadar gelen birçok yanlış inancın, belki de farkında olmadan mimarları olmuşlardır. İşte tüm bunlara karşı çıkan İmamı Azam ne yazık ki düşüncelerinden, fikirlerinden dolayı söylendiğine göre zindanlarda can vermiştir. Bu sona ulaşmasının en büyük nedeni bence, İslâm'ın esaslarına uymayan haber ve bilgileri reddetmesidir. İmamı Azam Ebu Hanife ye sağlığında birçok haksızlıklar yapılarak o devirde hiç ayrım yapılmadan değer verilen hadisler konusunda, kendisini küçük düşürmek için, onun hadis bilmez, bildiği hadisler 17 ya da 50 taneyi bile geçmez diyerek akıllarınca toplumun gözünden düşürmek adına birçok sözler söylemişlerdir. Önemli olan çok yanlışı bilmek değil, arasındaki doğruları ayırt edebilmektir. Ama ne yazık ki hem o devirde hem de günümüzde iyi Müslüman’ın ölçütü ne kadar hadise, kuran süzgecinden geçirme gereği duymadan iman etmekle ölçülür hale gelmiş. İşte İmamı Azam her gelen söze değil, kurana uyan sözlere inanmış ve kabul etmiş örnek bir ilim adamıdır. Sonuç olarak şunu söylemek isterim. Hayatı boyunca hiçbir itikati fırkaya tabi olmadan yaşayan araştırmacı, özgür düşünceye sahip, kendisinin bile yanılabileceğini açık yürekle söyleyen bir insanın, kendisi acaba bir fırka, mezhep kurup kurmayacağı konusuna gelmek istiyorum. Ebu Hanife sağlığında asla böyle bir şeye niyetlenmemiş, tek yaptığı kendi ilmini öğrencilerine vermeye çalışmak olmuştur. Kendi söylediklerini, o günkü şartlara göre olaylar sonucunda verdiği kararlarından, daha sonra vazgeçeceğini açık yüreklilikle söyleyen bir insan, sözlerinin yazılmasına bu doğrultuda izin vermeyen bu örnek âlim, isteseydi sağlığında bir mezhep kurabilirdi ama kesinlikle kurmamıştır. Peki, günümüzde kurulan Hanefi mezhebini kim kurmuştur o zaman diye soru geliyor akla. Bakın nasıl kurulmuş bir alıntıyla aktaralım. (Ölümünden sonra ders halkasını Ebû Yusuf sürdürdü. Vefatından sonra fetvaları yazılıp, doktrini sistemleştirildi. Hanefilik kanun ve asıllarıyla İslâm dünyasının dört bucağına yayılmıştır. Mezhebi sistematik hale getiren, İmam Muhammed eş-Şeybânî'dir. el-Asl, el-Câmi'ü's Sağır, el-Câmi'ü'l-Kebîr, ez-Ziyâdât, es-Siyerü'l-Kebû'i yazan odur. Bu kitaplar güvenilir rivayetler olarak zikredilerek "Zâhirü'r Rivâye" veya "Mesâilü'l-Usûl" adıyla mezhebin ana kaynakları sayılmıştır (Bk. Hanefi mezhebi). Talebelerinin toparladığı "el-Fıkhu'l Ekber", kesin olarak İmam Âzam'a aittir ve ehli sünnet akidesinin temel kitabıdır.) Yazımda aktarmaya çalıştıklarım İmamı Azam Ebu Hanife nin hayata bakışı, fikirleri, topluma vermek istediği mesajı içermekteydi. Tüm yazdıklarımı tekrar hatırlayınız lütfen. Kendi sözünün en doğru söz olmayabileceğini söyleyen, daha iyisini getirenin sözlerini kabul edeceği mesajını vererek ilme açık olduğunu anlatan, hatta belki de kendi sözlerinin yanlış olabileceği büyüklüğünü söyleyerek insanların uyanık olmasını sağlayan, bugün söylediğini yarın günün şartlarına göre değiştirebileceği mesajını veren, söylediği sözlerin yazılmasına izin vermeyen bir Âlim, acaba öğrencilerinin yaptığı yani, fetvalarının yazılıp bir doktrin haline getirilmesine müsaade eder miydi? Yazıda söylenen söz çok düşündürücüdür bakın neler yapılmış. (Vefatından sonra fetvaları yazılıp, doktrini sistemleştirildi. Hanefilik kanun ve asıllarıyla İslâm dünyasının dört bucağına yayılmıştır. . Bu kitaplar güvenilir rivayetler olarak zikredilerek "Zâhirü'r Rivâye" veya "Mesâilü'l-Usûl" adıyla mezhebin ana kaynakları sayılmıştır) Bu sözleri çok iyi düşünmeli ve analiz etmeliyiz. Bu kitapların güvenilir rivayetler olduğunun söylenmesi yukarıda yazdığım, yine kendi sözleriyle ne kadar uyumlu olduğunu sizlerin yorumuna bırakıyorum. Tek kanun KURANDIR, beşerin sözleri ise gelip geçici sözlerdir. Bunu İmamı Azamın sözlerinden açık yüreklilikle anlıyoruz. Yorum sizlerin Âlim insan sağlığında eminim şu ayetleri hatırlayarak hiçbir fırkaya tabi olmadan Allahın verdiği aklı kullanarak çalışmış ve yaşamıştır. Bunu anlatmak içinde elinden geleni yapmış sonunda zindanlarda vefat etmiştir. (Enam sur.159. ayet: Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir) (Rum Suresi 32 Ayet; Onlardan ki, dinlerini parçalayıp hizipler/fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür.) Yukarıdaki Rabbin sakın bölünmeyin ayetlerini gören âlim İmamı Azam, yaşamı boyunca asla bir mezhep ya da fırka ya bölünmemiş ya da kendisi tabi olmamıştır. Ölümünden sonra onun adına öğrencilerinin kurduğu mezhep, fetvalarının yazılıp doktrinleştirilmesinden doğmuştur. Yorum sizlerin. Rahmanın kuran ışığını kalbimizden eksik etmemesi dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
-
HADİSLER İTİKADİ KONULARDA DELİL OLABİLİRMİ?
Hadislerin itikadi konularda neden delil olamayacağını hadis dalındaki araştırmaların sonuçlarından yola çıkarak ortaya koyan bir derleme. 1. Hadis nedir: • Hadis peygamberimizin söylediği söylenen sözleridir. Ona aitliği konusunda kesinlik yoktur, yani Zannidir. İçinde peygamberin sözünün bulunma ihtimali vardır. Hadislere ‘içinde Peygambere (a.s.) ait sözlerin bulunması ihtimali olan metinler.’ gözü ile bakılmalıdır. 2. Hadisler Zannidir: Sebepleri: 1. Hadisler Kuran gibi Allah’ın koruması altında değildirler. Bu da hadisleri, şeytanın, nefsin, İslam düşmanlarının, dikkatsizliklerin, yanılmaların, iyi niyetli uydurmaların ve benzeri şeylerin etkisine açık bırakıyor. 2. Hadisleri ve onları rivayet eden kişileri değerlendiren hadis âlimleri masum değildirler, hatadan uzak değildirler. Bu âlimlerin hiçbirine vahiy gelmiyor, yaptıkları yanlışlar vahiyle düzeltilmiyordu. Dolayısıyla gösterdikleri çabalardan tam inanç elde edilemez. İnsanlar, daha Peygamber hayattayken, onun bir sözü söyleyip söylemediği, söylemişse şöylece bir anlama gelip gelmediği hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Alimlerin yanılgılarının değişik şekilleri olabilir: örn.: hadisleri nakleden ravileri yanlış değerlendirmiş olabilirler. Güvenilir olmayan kişiler, -kusurları bilinmediğinden, tespit edilemediğinden, saklı kaldığından- güvenilir kabul edilmiş olabilir, âlimler ravilere aldanmış olabilirler. (Peygamberimiz de ‘siz beni aldatabilirsiniz’ diyordu), çünkü insanların iç hallerini bilmek çok zor, ravi münafık olabilir (her şeyi bilen Allah’tır, peygamberimiz de kendi çevresindeki münafıkları bilmiyordu) Bir hadis âliminin zayıf saymadığı bir raviyi veya hadisi, diğer bir hadis âliminin zayıf sayması daima ihtimal dâhilindedir. Muhaddisler Buharinin 80 ravisini zayıf görmüşlerdir. Gerçekte bu sorun çok çetin bir sorundur. İnsanların iç hallerini bilmek mümkün değildir. Açık hatalar görülür ama gizlide yapılanlar bilinmez. Cerh ve tadil âlimlerinin önde gelenlerinden olan Abdurrahman ibn Mehdiye göre güvenilir olan nice raviler vardır ki, Yahya b. Said el Kattan’a göre güvenilir değildirler. Oysa ravi tenkidinin temel danışma odakları bu iki şahıstır. Örnek: Hakkında çelişkili hüküm verilenlerin en bariz örneklerinden biri de İkrimedir. Sahabe İbn Abbas’ın kölesi olan İkrime bazı hadis âlimleri tarafından yalancılık ve Harici görüşler benimsemekle, yöneticilerin ödüllerini kabul etmekle suçlanmış ve yalanından birçok örnek anlatılmıştır. Mesela Tabiinden(sahabe sonrası nesil) Said b. Müseyyeb kölesi Bürde: ‘İkrime’nin İbn Abbas’ın üstüne yalan atması gibi sen de benim üstüme yalanlar atma’ dediği anlatılır. Bu zat İkrime’nin birçok hadisini yalanlamıştır. Kasım da:’İkrime yalancıdır. Sabahleyin bir hadis söyler, akşamleyin onun tersini söyler.’ demiştir. Bunların yanında İkrime’yi güvenilir, sağlam görenler de vardır. Taberi ona tam güvenmiş, tefsirini ve tarih kitabını onun aktardığı hadislerle doldurmuştur. Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Main gibi hadisçiler de İkrime’yi sağlam görmüşlerdir. Bundan dolayı Buhari onun sağlamlık tarafını yeğliyerek ondan bir çok hadis rivayet etmiştir. Müslim ise onun yalancılık tarafını daha kuvvetli bulmuş ve bir tek hadis dışında ondan hadis almamıştır. Hac konusunda ondan aldığı hadisi de Said b. Cübeyr’den yaptığı rivayetle desteklemiştir. Bu örneklerden olayın sübjektifliği, zanniliği ortaya çıkıyor. 3. Hadisleri rivayet eden kişiler(raviler) güvenilir de olsalar masum değildirler ve dolayısıyla yanılabilirler, hata yapabilirler, hadisi yanlış anlayabilirler, maksadının dışında anlayabilirler, unutabilirler, eksik, yanlış veya fazlalıkla rivayet edebilirler. 4. Raviler iyi niyetle hadis uydurmuş olabilirler, ki tarihte böyle hadislerin de uydurulduğu tespit edilmiştir. İmam Müslim Cerh alimi Yahya b. Said el Kattan’ın şu ifadesini rivayet eder:’Salih kişileri hadiste olduğu kadar hiçbir şeyde yalancı görmedik.’(Müslim, Sahih, (Mukaddime), C. I, S. 13) Bu noktadan bakıldığında da hadisin gerçekten iyi niyetle uydurulmadığının garantisinin verilemeyeceği ortaya çıkıyor, velev ki ravi bunu itiraf etsin. 5. Hadislerin söylendiği ortam, zaman ve zemin, muhatabın kimliği gibi şartlar da (sebebi vürud) önemlidir. Hadis kaynaklarında genelde bu bilgiler bulunmuyor. Hâlbuki bağlamından(Zusammenhang) kopartılan hiçbir söz yanlış anlaşılma riskinden muaf değildir. Resul ‘karnınıza taş bağlayın’ demiştir. İçinde bulunduğu şartları düşünmeden bunu yaparsanız anlamsız bir hareket olur. 6. Hadisler Peygamberimizin vefatından çok sonraları yazıya geçirilmiştir. Bu zaman zarfında (150-200 sene boyunca) kulaktan kulağa ağızdan ağıza dolaşmışlardır. Bu kadar süre geçince bir sözü tam eksiksiz nakletmek, değişikliğe uğramadan nakletmek her zaman mümkün olmayabilir. 7. Yine hadis âlimlerinin ittifakla bildirdiklerine göre, hadislerin kelimeleri /lafızları Peygambere ait olmayıp, sadece Peygambere ait manaları hadis ravileri tarafından lafızlandırılmış şeklidir, yani kendi kelimeleriyle, ifadeleriyle aktarmışlar. Raviler o sözü, kendi anladıkları biçimde ve kendi sözleriyle anlatmışlardır. İkinci duyan da aynı ölçü ile hareket ederse, Peygamberin sözünün 200 yıl sonrasına kadar ne derece tam onun söylediği biçimde gitmiş olur? Bundan dolayı peygamberden nakledilen sözler arasına bilerek veya bilmeyerek pek çok başka sözler ve düşünceler karışmış olabilir. Bu hiç bir hadisin tam olarak ve aslına uygun olarak gelmediği anlamına gelmez. Söylenmek istenen nesilden nesile yapılan manaca sözlü aktarımlar hadislerin anlamlarını değişik şekillere dönüştürebiliyor. Bu da hadislerin zanni oluşuna delalet ediyor. Onun için Süfyan Sevri: ‘ Eğer size anlattıklarımı kalıp olarak anlatsam, bir tek hadis bile anlatamam’ demiştir. Kendi naklettiği hadislerin Mervan’ın emri ile yazıya aktarıldığını duyan sahabeden Zeyd b. Sabit: ‘Ne biliyorsunuz, belki size söylediğim şey, benim anlattığım gibi değildir.’ der ve kızar. 3. Yapılan hadis tanımının doğru olduğunu gösteren sahabeye kadar dayandırılan örnekler vardır: Ebu Amr eş Şeybani anlatıyor:’ İbn. Mesud’un yanında bir yıl kaldım. Hadis rivayet ederken ‘Peygamber buyurdu’ demezdi. Eğer bu ifadeyi kullanırsa O’nu bir titreme alırdı ve ‘Peygamber böyle veya bu mealde buyurdu’ derdi. Bu rivayetten İ. Mesudun hadis rivayeti konusunda ne kadar titiz ve dikkatli olduğu ortaya çıkıyor. İ. Mesud’un sahabe yani peygamberin sözlerini bizzat dinlediği unutulmamalı. O bile ‘peygamber sözü’ demiyorsa ondan sonra gelenler acaba nasıl bir titizlik göstermeleri gerekir. (Tevhid ve Değişim, C. Vatandaş, S. 86) İbn Ebi Leyla’nın ‘Zeyd b. Erkam’ın yanına gidip de bize hadis rivayet etmesini istediğimizde ‘Artık biz yaşlandık ve unuttuk. Resulden hadis rivayet etmek çok güç bir iştir.’ cevabını alırdık’ sözleri de bu anlatılan sahabenin de konuyla ilgili tavrını gösteriyor. (a.g.e., s. 87) Hadis yazmayı hoş karşılamayan İ. Abbas’ın sadece 20 civarında hadis rivayet etmesine karşılık, fetvalarının ciltlerce kitap doldurması ve bu nedenle miras olarak bir hayvan yükü kitap bırakmış olması da anlamlıdır. Tabiinin büyüklerinden olan İbrahim en Nehai (Ebu Hanifenin hocasıdır) sadece bir hadis rivayet eder ve bunun üzerine ‘Hz. Peygamberden bundan başka hadis ezberlemedin mi?’ diyenlere, ‘Evet ezberledim. Ama ‘Abdullah şöyle dedi’ ‘Alkame böyle dedi’ demek bana daha sevimli geliyor’ cevabını verir. Başka bir tabiin büyüğü olan Şabi: ‘Hadisi Hz. Peygamberden başkasına nispet, bana daha sevimlidir. Eğer hadiste noksanlık veya fazlalık olursa Hz. Peygamber’den başkasına ait olmuş olacaktır diyerek, konunun esasını açıklar. 4. Hadisler Toptan Reddedilemez: Resulullahın, Allah’ın ortağı olmadığına inanarak, akıllıca davranıp hadisleri ne toptan reddetmek, ne de toptan doğru kabul etmeliyiz. Zaten bu işle ilgilenen imamlar da böyle yapmışlardır. Biz kolaycılığa kaçmamalıyız. Toptan kabul de toptan reddedicilik de kolaycılıktır. Bunun için bize intikal eden rivayetleri çok iyi bir süzgeçten geçirmemiz gerekir. Kur’an ışığında ne denli sağlam olduğuna bakmalıyız. Bu işte yanılabiliriz de. Bizden öncekiler de yanılmışlardır. Yanılmayan yalnız ALLAH’TIR. Bir çuvalda çürük bir patates var diye bütün çuval atılmaz, ayıklanır. Aynısını biz de yapmak zorundayız, çünkü aklen de bütün hadislerin uydurma olması mümkün değil. Güvenilir de olsa, hiç bir ravinin hataya düşmekten korunmuş (masum) olmadığı hatırdan çıkarılmamalıdır. Kişi rivayeti olan sözler inanç temeli yapılamaz. Çünkü kişinin iç dünyasını bilmek çok zor. Aslında şu ayet her şeyi çok daha iyi anlatıyor. (İsra sur. 84.ayet; De ki: "Herkes, kendi varlık yapısına uygun iş görür. Yolca daha doğru gidenin kim olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir.) SAYGILARIMLA NOT: Bu yazı Kuran İslam ı.com sitesinden alıntıdır.