Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

halukgta

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    685
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    4

halukgta tarafından postalanan herşey

  1. Aşağıdaki yazıyı yazmama neden olan, bir arkadaşımızın Kur’an dinde zorlama yok tur der, ama Tevbe suresinde bir ayetindeyse; (kendilerine kitap verilenlerden Allah a ve ahi ret gününe inanmayan, Allah ve resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçük düşürülüp elleriyle cizye verinceye kadar savaşın'(tevbe suresi 29. ayet) Şeklinde bir ifade var. Bu ifade dinde zorlama yoktur ifadesiyle çelişmiyor mu diye sormuş. Bende bahsedilen bakara suresindeki dinde zorlama yoktur sözü ile tevbe suresindeki savaş halinin hiçbir benzerliği olmadığını, tam tersine Tevbe suresinde peygamberimize açılan bir savaşın olduğunu, ayetleri örnek göstererek anlatmaya çalıştım. Gelelim Tevbe suresine, çok ilginçtir Allahın adıyla başlamayan tek suredir. Bu surenin, bir önceki surenin devamıdır diyende var. Surenin ismine ve içeriğine baktığınızda genelde anlatılan, müşriklerin Allah elçisine karşı birlik olup, savaş verdiği anlatılır. Rabbimde elçisine bu sureyle, ayetlerle yardım etmek ve ona çevresinden kendisini savunacak, savaşacak insanların toplanmasında yardımcı olmuş ve onları ikaz edip, elçisine yardım etmelerini sağlamıştır. Sureden bazı alıntılar yaparak surenin genelde ne anlatmak istediğini anlamaya çalışalım isterseniz. İlk ayetinde bakın nasıl bir uyarı var; Tevbe 1: Allah ve Resulünden kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar. Yukarıdaki sözler, peygamberimizin karşısında savaş halinde olan müşriklere bir ihtar olarak söyleniyor ve bakın ne diyor devamında? Tevbe 2: (Ey müşrikler!) Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki siz Allah'ı aciz bırakacak değilsiniz; Allah ise kâfirleri rezil (ve perişan) edecektir. Anlaşılıyor ki Allah resulü iman etmeyenlerle savaş halinde, fakat haram ayların girişiyle savaşa ara verilmiş. Fakat bu aranın sonunda iyi bilin ki siz bizleri aciz bırakamazsınız. Bizler rabbin yardımıyla, sizleri perişan edeceğiz diyor. Demek ki haram ayların girişiyle yapılan ateş kes bitiminde savaşa devam etmek üzere ara verilmiş. Tevbe 5: O haram aylar çıkınca artık müşrikleri nerede bulursanız öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun! Eğer tevbe edip namaz kılar ve zekâtı verirlerse, onları serbest bırakın; çünkü Allah bağışlayan ve merhamet edendir. Yukarıdaki ayetten de anlaşıldığı gibi, haram ayların bitimiyle savaş başlıyor ve Rabbim iman edenlere savaş açanlara karşı, savaşılmasını ve nerede bulursanız öldürün emrini veriyor. Eğer tövbe ederlerse de affedilmesi şartını da getiriyor. Tevbe 6: Ve eğer müşriklerden biri senden aman dileyerek yakınına gelmek isterse, Allah'ın kelamını dinleyebilmesi için ona aman ver, sonra onu güven duyacağı yere kadar gönder; çünkü onlar gerçeği bilmez bir toplulukturlar. Şimdide yukarıdaki ayete bakalım. Dikkat edin müşriklerden birisi senden izin isterde yanına yakınına gelmek isterse, ona izin ver ki senden istifade etsin kur’andan nasiplensin diyor. Ayetin sonundaki cümle İslam dinine davetin, zorla olmayacağının kanıtıdır bakın ne diyor?( sonra onu güven duyacağı yere kadar gönder.) Demek ki zorlama yok, ama sana savaş açana da aman dilemek, affetmek yok diyor Yaratan. Tevbe 7: Müşriklerin, Allah katında peygamber yanında bir antlaşması nasıl olabilir? Ancak Mescid-i Haram'ın yanında antlaşma yaptıklarınız başka. Onlar size dürüstçe davrandıkça siz de onlara dürüst davranın. Şüphe yok ki, Allah hiyanetten sakınanları elbette sever. Yukarıdaki ayeti dikkatlice düşünelim. Mescidi-haram ın çevresinde yine Müslüman olmayan peygamberimize iman etmeyen guruplar var. Bakın onlara karşı nasıl davranılmasını istiyor? Onlar size dürüstçe davranırsa sizde onlara dürüst davranın. Allah hıyanetten sakınanları sever diyor. Orada olanları zorla Müslüman yap demiyor. Sana dokunmayana sende dokunma diyor. Tevbe 12: Eğer verdikleri ahitten sonra yeminlerini bozar, dininize saldırırlarsa, o zaman küfrün elebaşlarını öldürün. Çünkü onların yeminleri yoktur. Böyle yaparsanız hal ve gidişlerine son verebilirler Yukarıdaki ayet aslında her şeyi çok net açıklıyor bakın ne diyor Rabbim? Eğer sizinle yaptıkları anlaşmadan sonra dininize yani iman eden sizlere saldırırlarsa, o zaman küfrün elebaşlarını öldürün. Çünkü onlar sözlerinde durmazlar güvenilir insan değillerdir diyor. Bu şekilde davranırda onlara hak ettiği şekilde karşılık verirseniz bir daha aynı hatayı yapmazlar diye de açıklama yapıyor. Buradan da anlaşılıyor ki, iman eden bir Müslüman hiçbir neden yokken sırf iman etmedi diye, hiçbir zaman saldırmak onu öldürmek zorla Müslüman yapmak asla dinimizde yoktur. Ancak saldırana, savaş açana karşı cevap vermek hatta öyle bir cevap verilmeli ki diyor Rabbim, bir daha böyle bir hata yapmasınlar ders alsınlar diyor. Şimdi yazacağım ayet ise biraz önce söylediklerimi çok daha net açıklıyor, iman edenlere savaş açanlara karşı nasılda çağrıda bulunup elçisine yardımcı oluyor. Tevbe 13: Yeminlerini bozan, resulü yurdundan çıkarmaya gayret eden bir topluluğa karşı savaşmayacak mısınız? Üstelik size saldırıyı ilkin onlar başlattı. Korkuyor musunuz onlardan? Eğer mümin kişilerseniz, kendisinden korkmanıza en layık olan, Allah'tır. Sözlerinde durmayan resulü, Allah elçisini yurdundan çıkarmak isteyenlere, ona savaş açanlara karşı savaşmayacak mısınız diyor rabbim. Üstelik size saldırıyı ilkin onlar başlattı onlardan korkuyor musunuz yoksa diyerek iman edenleri güç birliğine çağırıyor. Demek ki iman etmedi diye hiç kimseye durup dururken savaş açmak yok, tam tersine müşriklerin açtığı savaşa karşı kendilerini savunmak var. Yine bu ayetlerin devamındaki birçok ayet iman edenleri müşriklerin açtığı savaşa karşı savunmak adına savaşmaya davet ediyor. Hatta 24. ayette malın mülkün tatlı geldiği için savaştan kaçanların sonlarının iyi olmayacakları anlatılıyor. 25 ve 26. ayetlerde daha önce savaşlarda sizlere yardım ettim yine yardım ederim diyerek onları teşvik etmektedir. Toplumu, peygamberimize karşı savaş açan ve onu öldürmek ve bulunduğu yerden kaçırmak isteyenlere karşı çok sert önlemler alınmasını isteyen rahman, en son olarak bakın çok sert ve kesin bir tedbir alınmasını istiyor. Tevbe 28: Ey inananlar! Müşrikler bir pisliktir. Artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar! Eğer yoksulluktan korkarsanız bilin ki, Allah dilediği takdirde sizi yakında lütfundan zengin edecektir. Allah her şeyi bilir, tüm hikmetlerin sahibidir. Yaratan elçisine savaş açan müşrikler için onlar bir pisliktir diyor ve onları o devrin en kutsal yeri olan Mescidi-haram a sokmayın diyor. Çünkü o devirde ekonomik olarak ticaretin en canlı ve paranın daha çok kazanıldığı hareketli bir yeriydi bu bölge, onun içindir ki iman etmeyenlerin buradan istifade etmesini ve burasının kutsallığını kirletmesini istemiyor Rabbim. Tevbe 29: Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahi ret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam'ı) din edinmeyenlerle, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar savaşın. Yukarıda ayetle rabbim son noktayı koyuyor ve elçisine savaş açmış müşrikler için kesin emrini verip, madem sizlere savaş açıp bana karşı geliyorlar, o zaman sizde onlarla iman edinceye kadar savaşın diyor. Buraya kadar tüm ayetleri hatırlayalım, hepsinde peygamberimize karşı açılan bir savaş var. Hiçbir zaman peygamberimiz inanmayanlara karşı neden inanmıyorsunuz diye bir savaş asla açmamıştır. Yapılan savaşların hepsi, tamamı kendilerini savunmak adına yapılmıştır. Bakara suresi 256. ayette Rabbim dinde zorlama yoktur, çünkü doğru bilgi yalan ve yanlıştan ayrılmış apaçık önümüze sunulmuştur der bizlere. Doğru bilginin kimseden korkusu olmaz dimdik ayakta gururla durur, ama yalan ve yanlış bilgi doğru bilginin karşısında yok olacağından, yerini koruyabilmek için kargaşa çıkarıp telâşe düşecektir. Yanlış bilgi sahibinin kafası doğru bilgi ile karşılaştığında karışacaktır, eğer aklını devreye sokarsa bu insan gerçeklerin farkına varacaktır. Her insan yaptıklarının karşılığını görecektir dedikten sonra din ve iman adına kimin takvaca üstün olduğunu yalnız ben bilirim der Rabbim. Hiç kimsenin ardı sıra gitmeyin, güvenilecek veliniz yalnız benim diye uyarır bizleri. İslam öyle bir din, kur’an öyle bir kitap ki, yeter ki onu anlamak için uğraş verelim, O bize sorduğumuz her soruya cevap verecektir diyor rabbim. Kur’anın ayetlerini doğru anlayabilmemiz için, mutlaka bir bütün olarak düşünmeliyiz. Kur’anda asla çelişki yoktur, çelişkiyi yaratan bizler sırf beşerin öğretisini doğrulamak adına, kelimelerden ve cümlelerden alıntı yaparak onlara anlamlar vermemizden doğmaktadır. Bununda çok büyük bir günah olduğunu ve bizleri kur’andan uzaklaştırdığını unutmayalım. Rabbim yardımcımız olsun, kur’an nuruyla nurlandırsın inşallah bizleri. Artık ona gereken önemi verelim de, Rabbim içine düştüğümüz yalan, yanlış ve fesat ortamından kurtarsın bizleri, yoksa işimiz o kadar zor ki. Boğazımıza kadar haramın bataklığında boğulduğumuzun farkında bile değiliz. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  2. Güzel tespitleriniz için teşekkür ederim. Bizler birilerinin dürtüsüyle değil, kendi aklımızla yaşamaya başladığımızda herşeyin çok daha farklı olduğunun farkına varacağız. İşte problemde buradan kaynaklamıyor, acaba farkına varacakmıyız? Rabbim yardımcımız olsun, SAYGILARIMLA Halukgta
  3. KIYAMET SURESİ 16-17-18-19. AYETLER BİZLERE NE ANLATIYOR? Kıyamet suresi 16–17–18–19. ayetleri delil göstererek, işte demek ki kur’an okunduğunda anlaşılması zor bir kitap ki, Peygamberimiz bile önce ayetleri okuduğunda anlayamamış, ona kur’an dışından daha sonra ayrıca ayetler öğretilmiştir, detaylıca bilgi daha sonra verilmiştir deniyor. Önce ayetleri yazalım ve Rabbin yardımıyla kur’anı bir bütün olarak düşünerek, tabi aklı ve mantığı da bir kenara koymadan ayetleri anlamaya çalışalım Allahın izniyle. Kıyamet 16: Onu aceleye getiresin diye dilini onunla hareketlendirme. 17: Şüphesiz onu, toplamak (senin kalbine yerleştirmek) ve onu okutmak bize aittir. 18: O halde, biz onu okuduğumuz zaman, sen onun okunuşunu takip et. 19: Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir. Yukarıdaki ayetleri okuduğumuzda, rabbin elçisine önce sakin ol diyor, telâşe gerek yok, çünkü biz onu sana indirdik ama tüm bunları unutacağım telâşe sine düşmene gerek yok. Kitabı sana indiren biziz, onu okuduğumuzda iyice dinle, takip et. Ayetlerin sonunu bekle çünkü biz sana her şeyi açıklayacağız. Kıyamet 19. ayette geçen onu açıklamak bize aittir sözüne bunun dışında anlamlar verdiğinizde kur’anın özüne ve onlarca, yüzlerce ayetine ters düşer. Bu sözden anlaşılması gereken, ilk okuduğunuzda anlayamadığınız konuları biz daha sonra göndereceğimiz ayetlerle açıklayacağız, sizlere izah edeceğiz örneklerini vereceğiz anlamındadır. Aşağıdaki ayetler bunun kanıtıdır. Bakın Rahman kur’an ayetlerini yine kur’an içinde verdiği değişik örneklerle nasıl açıkladığını anlatıyor. İsra 89: Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler. Kehf 54: Andolsun, bu Kur'an'da insanlar için her örnekten çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsan, her şeyden çok tartışmacıdır. Nur 34: Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik. Demek ki Rabbim onu açıklamak bize düşer derken, Kur’an ayetlerini yine kitabın içinde gönderdiği diğer ayetlerle açıkladığını, örneklerle izah ettiğini belirtiyor. İki düşünceyi de düşünmek ve kur’an süzgecinden geçirmek bizlerin doğruyu bulmamıza yardımcı olacaktır. Önce benim açıkladığım düşünceye başka bir kur’andan delil daha arayalım. Bakın Rabbim kur’an indirilirken tedirgin olan hatta şaşıran topluma, Rabbim açıklama ihtiyacı duyuyor, bakın ne diyor ayet? Maide 101; Ey iman sahipleri; size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kuran indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetti. Allah Bağışlayandır, Merhametlidir. Yüceler yücesi Rabbim öyle bir kitap göndermiş ki, aklını kullanan ve onu anlamak için müracaat edenlerin tüm sorularına cevap veriyor. Beşerin rivayetlerini doğrulamak adına kur’ana bakanlara da, tam istedikleri cevabı verip onları oyalıyor, daha açıkçası Rabbim insanların niyetine göre amellerini yönlendiriyor. Allah bu durumdan bizleri korusun. Bakın Rabbim hem elçisine hem de o günkü topluma kur’an indirilirken, ayetlerin bazıları için tedirgin olanlara, bazı konuların hükümleri hoşlarına gitmeyenlere ne kadar güzel açıklama yapıyor ve ne diyor? ( size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın. Kuran indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onları affetti.) Rabbim burada eski inançlarının hükümlerinin kaldırıldığını, onun yerine başka hükümler geldiğini gördüklerinde toplum önce yadırgamış ki, Rabbim böyle bir ayet indirme gereği duymuş elçisine. Ayet indirilirken sormak istediğiniz bir konu varsa elbette o zaman sorun size nedenleri, sebebi açıklanır diyor. Demek ki burada açıklanan kur’an dışından başka bilgilerin, hükümlerin verilmesi değil, ayetlerin değiştirilmesi ya da kaldırılması esnasında sorulan sorulara cevaplar ve o günkü toplumun şüphelerinin giderilmesi konusunda açıklamalardır diyebiliriz. Bu bilgiler bizleri ilgilendiren bağlayan konular olsaydı onlarda kur’anda yer alır açıklanırdı. Çünkü Rabbim uyarıyor ve diyor ki, bu soruları kur’an indirilirken sorarsanız cevap alırsınız, yoksa daha sonra sormayın diyor. Demek ki bu konular konuşulacak ya da sorulacak sorular değil ki, daha sonra sormayın diyor Rabbim. Nedenini de söylüyor ve Allah onları bağışladı, kaldırdı diyor. Demek ki Rabbin elçisine bir açıklama ve izahı var, ama o devrin kur’an indirildiğinde şüpheye düşen toplumu, hoşlarına gitmeyen ayetlerin sebepleri konusunda bir izah, açıklama olduğu buradan çok net anlaşılıyor. Şimdide diğer düşüncenin fikrini ele alalım. Diyelim ki onu açıklamak bize aittir sözünden, rabbim elçisine kur’an dışından da bilgiler, din adına hükümler vermiştir diyelim. Bunu kabul ettiğimizde, bakın onlarca hatta yüzlerce ayet devre dışı bakın nasıl kalıyor. Örnek verelim, eğer gerçekten bizler yalnız kur’andan sorumlu değil isek, Rabbim kur’an dışından kitabın ayetlerini açıklayıcı bilgiler verdiyse, yani kur’an dışından da hükümlerden sorumlu isek, aşağıda yazdığım ayetlere nasıl cevap vereceğiz? Buna inanmakla yüzlerce kur’an ayetlerine ters düştüğümüzü ve onları saf dışı bıraktığımızın farkında mıyız dersiniz? Zühruf 44: Ve muhakkak ki o (Kur'an) hem senin için, hem kavmin için bir şereftir ve ileride bundan sorulacaksınız. Nisa 174: Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. 175. Allah'a iman edip O'na sımsıkı sarılanlara gelince, Allah onları kendinden bir rahmet ve lütuf (deryası) içine daldıracak ve onları kendine doğru (giden) bir yola götürecektir Ahzap 2: Rabbinden sana vahye dilene uy. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır Hicr 1. Elif, Lam, Ra. Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'an'ın ayetleridir. İbrahim 52: İşte bu (Kur'an), kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir. Araf 170: Kitaba sımsıkı sarılanlar ve namazı dosdoğru kılanlar, şüphesiz biz salih olanların ecrini kaybetmeyiz. Araf 174: Belki inkârdan dönerler diye ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz. Araf 185: Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar. Nisa 82.; Kuran'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah'tan başka birinin katından gelseydi, elbette ki onun içinde birçok ihtilaf bulacaklardı Enam 98: O, sizi bir tek nefisten (Âdem'den) yaratandır. (Sizin için) bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır. Anlayan bir toplum için ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık Yukarıdaki ayetler üzerine düşünelim, Allah Zühruf suresi 44. ayetinde hesap günü bu kitaptan sorgu suale çekileceksiniz yani bu kitaptan sorumlusunuz diyor. Bu durumda eğer Rabbim kur’an dışından da elçisine bilgiler vahye dip bizleri sorumlu tutsaydı böyle söyler miydi? Nisa 174. ayette Rabbim bizlere (size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik. Allah'a iman edip O'na sımsıkı sarılanlara gelince,…..) Ayette apaçık bizlere Allah kesin ve apaçık bir nur indirdim diyor, ona sarıldığımızda rabbe ulaşacağımızı belirtiyor. Eğer Kur’an dışından da sorumlu olduğumuz vahiy olsaydı Rahman böylemi söylerdi? Ahzap 2. ayette Rabbim (Rabbinden sana vahye dilene uy.) diye özellikle uyulacak kur’an olduğunu belirtiyor, bunun dışında da vahiyler olduğuna inandığımızda, ucu bucağı belli olmayan bir karanlığın içinde kaybolmaktan, asla kurtulamayız. Eğer kur’an bütünlüğünde apaçık ve anlaşılır olmasaydı Hicr suresi 1. ayetinde Rabbim böylemi söylerdi? (Bunlar, kitabın ve apaçık olan Kur'an'ın ayetleridir.) İbrahim suresi 52. ayet aslında çok açık bu sorumuza cevap veriyor bakın Rabbim ne diyor? (İşte bu (Kur'an), kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek Tanrı olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri iyice düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara (gönderilmiş) bir bildiridir.) Demek ki uyarılacağımız kitap KURAN olduğu çok açık. Akıl sahiplerinin iyice düşündüklerinde öğüt alacakları bir tebliğ olduğunu söylüyor Rabbim kur’anın. Peki, Rabbim böyle apaçık söylediği halde, hala bizler nasıl olurda okunduğunda herkes anlayamaz, peygamberimiz bile anlayamamış da Allah kur’an dışından ayrıca gönderdiği vahiylerle anlamış diyebiliriz? Rabbin gönderdiği bildiriye, öğüde zor anlaşılır diyoruz farkında mıyız? Araf 170. ayette bakın rabbim nereye sarılmamızı emrediyor? (Kitaba sımsıkı sarılanlar.) Eğer kitap anlaşılması zor olsa neden Rabbim ona sarılın desin? Neden anlaşılması zor bir kitap gönderip bizleri ondan sonra da sorumlu tutsun? Araf 174. ayet bu kadar açık söylemesine rağmen, hala bizlerin gözlerini kapamasının anlamı nedir hiç düşünüyor muyuz? (Belki inkârdan dönerler diye ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz.) Araf 185. ayet, peygamberimiz devrinde kur’anı yeterli görmeyip eski geleneklerini, inançlarını da yaşamak isteyen bırakmayanlara bakın Rabbim nasıl sesleniyor? (O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar.) Sizce her şey çok açık olduğu halde, neden beşerin sözlerini doğrulamak adına, Rabbin ayetlerini görmezden gelerek, tam tersini yapıyoruz? Bu sözüyle bizlere her şeyin kur’anda açıklandığını söylemiyor mu sizce? İnanılacak sözün kuran olduğu apaçık açıklanmışken nedir bizlerin yaptığı bu açmaz, lütfen kendimizi, nefsimizi yargılayalım hesap günü gelmeden, emaneti teslim etmeden aklımızı başımıza toplayalım, yoksa geri dönüşü yola girdiğimizde halimiz nice olur dostlar? Nisa 82. ayette Rabbin belirttiği gibi, kur’an anlaşılması zor bir kitap olsa, şu sözü söyler mi? (Kuran'ı, iyice okuyup düşünmüyorlar mı?) Demek ki iyice okuyan anlıyor ki, Bizlere Yaratan bunu söylüyor. Enam suresi 98. ayette ise doğrusu ibretlik bir söz ile bakın bizlere ne diyor Rahman. (Anlayan bir toplum için ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık.) Sanırım rabbin söylediği gibi bizler anlayan bir toplum olmaktan çıkmışız ki Rabbin söylediklerinden hiçbir şey anlamadığımız gibi, onun sözlerinin tam tersini söyleyenlerin ardı sıra gidiyoruz. Rabbim bizleri korusun. Yukarıda verdiği ayet örneklerinden yüzlerce verebiliriz. Peki, bizler bu kadar açık ayetler dururken, sırf beşerin sözlerine delil aramak adına nelere inanıyoruz hiç düşünüyor muyuz? Bakın bunca ayeti bir kenara iterek, kıyamet suresi 19. ayette geçen, (Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir.) cümlesini kendimize, beşerin öğretisine delil olarak alıp, Peygamberimize kur’an dışından da din ve iman adına bilgiler, hükümler geldiğinin deli olarak gösteriyoruz. Rabbim sizleri kur’andan hesaba çekeceğim, ondan sorumlusunuz ona sarılan bana ulaşır demesi görmezden gelinip, beşerin sözlerinin baş tacı edilmesi sanırım bizlerin gerçek İslam dan çokkk ama çokkk uzaklaştığımızın üzücü bir kanıtıdır. Ne yazık ki mahşer günü peygamberimizin söyleyeceği o söz gerçek olmuş gibi görünüyor. ( Furkan Suresi 30 ayet; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kuran' ı devre dışı bıraktılar. ) Ey Yüce Rabbim. Ne olur bizleri affet, biz kulların bu Dünyada bizlere bahşettiğin aklımızla değil, nefsimizle hareket eder olduk. Elbette bunu yaptığımız içinde senin rehberinden, güneşinden yararlanamadık. Sen anlamazsın dediler onlara inandık, önümüze koydukları kitapları senin kitabından sandık, ne olur O Yüce bağışlayıcılığınla bağışla bizleri, sen bağışlayıcısın sen affedicisin. Ne olursun artık gözlerimizdeki perdeyi, gönüllerimizdeki mührü kaldır. Biz ettik sen etme Yarabbi. Sana kavuşma günümüz gelmeden önce, KURAN GERÇEKLERİNİN FARKINDA OLMAMIZI SAĞLA BİZLERİN. SENİN HERŞEYE GÜCÜN YETER. ÂMİN. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  4. ARAF SURESİ 33. AYET BİZLERE NELER ANLATIYOR? Bugün sizlerle birlikte üzerinde düşüneceğimiz, Araf suresi 33. ayeti önce sizlere hatırlatmak istiyorum. Ayeti yazalım ve dikkatlice okuyalım. Acaba Yaratan bizlere bu ayetiyle neler anlatmak istiyor, onu anlamaya çalışalım Allahın izniyle. Araf 33; De ki: Rabbim ancak açık ve gizli kötülükleri, günahı ve haksız yere sınırı aşmayı, hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah'a ortak koşmanızı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır. Yaratan HARAM sözcüğünü kur’anda çok önemli yerlerde kullandığını görürüz. Örneğin faizin haram olduğunu söyler kuran. Evlenilmeyecek kimseleri sayarken (Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları,…) diye sayarak bunlarla evlenmek haramdır der. Nikâhlı kadınlarla evlenmenin de haram olduğunu belirtir bizlere. Yenmemesi gerekenleri sayar ve bunların haram olduğunu belirtir. Zina yapmanın haram olduğunu da Rabbim kur’anda açıklar bizlere. Tüm bu ve buna benzer konuların çok açık bir şekilde haram kelimesiyle şiddetle yapılmasını istemediği konuların, haram sözcüğüyle yasaklandığını görüyoruz. Peki, yukarıda sizlere hatırlattığım Araf suresi 33. ayette ne anlatmak istiyor olabilir Rabbim haram kıldım sözünü kullanarak, gelin şimdide onu Rabbin önerdiği gibi, kendi irademizle düşünerek anlamaya çalışalım. Araf suresi 33. ayetinde Allah açık ve gizli kötülüklerin yapılmasını da haram sözleriyle bizlere açıklıyor ve şiddetle dikkatimizi çekiyor. Devamında ise dikkat ederseniz günah işleyerek haksız yere sınırı aşmanın da haram olduğunu belirtiyor. Burada haksız yere sınırı aşmak konusunu elbette çok geniş düşünebiliriz her konuda. Dini yaşarken de, kur’anda diğer ayetlerinde söylediği gibi, Rabbin koyduğu sınırları aşmanın, kur’anda belirttiği gibi, haram olduğunu anlayabiliriz. Allah a ortak koşmakta bir şirk olup buda haram olduğu dikkati çekilmektedir. Şimdide gelelim üzerinde durmak istediğim ayetin bahsettiği, Rabbin işaret ettiği diğer haramlara.( hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.) Rabbin dikkatimizi çektiği bu cümleler üzerine düşünmeye davet ediyorum sizleri. Allah, hakkında hiçbir bilgi vermediğim, ayet indirmediğim ve kendi katımdan açıklamalar yapmadığım konularda uydurulan sözlere inanarak konuşmanızı da HARAM KILIYORUM diyor. Değerli arkadaşlarım hakkında bilgi vermediğim sözleri üzerine düşünelim şimdide. Rahman bizlere bilgiyi nereden veriyordu? Bu çok önemli, en garantili ve sağlam bilgiyi nereden alıyorduk? Bu sorunun cevabı çok açık sanırım, elbette Rabbin koruması altında ki KUR’ANDAN. Şimdide ayette özellikle dikkatimizi çeken, hakkında açıklama yapmadığım konularda konuşulmasını haram kıldığını söyleyen Rabbim e karşı, bizler nasıl davranıyoruz bunu düşündük mü hiç? Rabbim haram sözcüğünü dikkat edin gelişigüzel kullanmamıştır kur’anda. Hatırlayın nerelerde kullandığını, birde ayette söylediği gibi hiç bahsetmediğim, açıklık getirmediğim halde bazı rivayetlere kanarak, peygamberimizin asla söylemesi imkânsız olduğu halde, onun sözleridir dedikleri bilgilere kanıp, bu sözlerin peygamberimizin sözleri sanıp anlatılanlara inanmıyor muyuz? Hatırlayın Yaratan Maide suresi 109. ayet, Enam 59, Enam 50. ayetlerde gaybı bilmem ben diyen peygamberimizin sözlerini çok iyi düşünmeli ve bizlere anlatılanları kur’an ayetleri ile karşılaştırmalıyız ki, şeytanın tuzaklarına düşmeyelim. Şeytan her zaman görünmeyen bir varlık değildir. Bazen insanında şeytanlaşmış olanını her zaman karşımızda olacağını unutmamalıyız. Bu ayeti Rabbim boşuna bizlere tebliğ etmemiştir. Kur’anın indirmediği bir bilgiyi, hükmü Rabbin hükmüymüş gibi gösterip, dinde, kur’anda varmış gibi anlatanlara inanarak, onların sözlerini dinden, imandan, kur’andan sanıp bir başkasına anlatmak ve inanmak ne derece büyük günah olduğunu artık lütfen düşünelim, hissedelim ve aklımızı başımıza toplayalım. Rabbin, Elleriyle yazarlar bunlar kur’andandır derler ikazını, asla unutmayalım. Unutmayalım ki, her gün belki de farkında olmadan, yüzlerce kez haramın içine, boğazımıza kadar battığımızın artık farkına varalım. Yaratan sizleri bu kitaptan hesaba çekeceğim diyorsa, O Yüce Rabbim vaadinde durandır. Rabbim kur’anın ipine sarılın diyorsa, sarılacağımız en güvenli ipin KURAN olduğunu unutmayalım. Onun onayından geçen her söz ve bilgi, zaten günümüze kadar kur’anın geçmişte toplumların İslam ı yaşadıkları örnekleridir, bunda hiç şüphe yok. Bunlarda başımızın tacıdır. Kur’ana uymayanları da çok iyice seçip, kur’anın süzgecinden geçirip, geçmişte yapılan yanlışları bizler tekrarlamamalıyız. Bizlerin İslam ı ne derece doğru yaşadığımızın örnekleri, bizden sonra İslam ı yaşayacaklara örnek olacağını unutmamalıyız. Bizler Rabbin indirdiği kitabı ve İslam ı ne kadar doğru anlar ve doğru yaşarsak gelecek nesle o kadar güzel örnekler bırakırız. İnsanoğlu taklitçi, kolaya kaçan, tartışmaya meyilli bir yapıda yaratılmıştır. Bizler eğer aklın yolunda birleşmeyip, bölünerek yaşadığımız İslam ın duvarlarını Kur’an harcıyla yapmazsak, gelecekte bırakacağımız nesle de bırakacağımız örneklerle, yıkık dökük, güvenilir olmayan bir dini miras bırakmış oluruz. Bizler nasıl geçmişimizi taklit etmeye çalışıyor ve onlardan örnekler almanın yollarını arıyorsak, yüzlerce yıl sonra bizlerin torunları da bunları yapacaklardır. Eğer geleceğe yatırım yapmak istiyorsak, kur’anın etrafında birleşmeliyiz. Rabbin emrettiği dini geleceğe taşımak istiyor ve peygamberimizin ümmeti olmak iddiasındaysak, onun tebliğ ettiği kitabın etrafında buluşalım, çünkü onunda başından ayrılmadığı ve ipine sarıldığı, tebliğ etmekle görevli olduğu kitabın KURAN OLDUĞUNU UNUTMAYALIM. Rabbim cümlemizi kur’anın güneşinden, rehberliğinden istifade etmeye çalışan ve bu uğurda aklı ve fikriyle hareket eden kulları arasına, inşallah bizleri alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  5. Biz insanlar gerçekten aklını en az kullanan ve gözleri ve duyguları ile iman eder olmuşuz. Allah aklını kullananlara hitap ettiğine göre, demek ki takip ettiğimiz yolda büyük sorunlar var demektir. Allah bizlere rehber olsun diye gönderdim dediği kitabı görmezden gelip ona hiç danışmadan, birilerinin etkisi ve sözlerine kanarak iman etmeyi daha çok önemsemişiz ki, onların sözlerini kabul eder olmuşuz. Çamaşır makinesi ya da herhangi bir elektronik eşya aldığımızda kullanma kılavuzunu tek kelime atlamadan okuyup, ev halkına aman dikkat edin bak buna dünya para verdim, bunu şöyle kullanacaksınız sakın yanlış kullanmayın, eğer kullanırsanız hesabını verirsiniz diye ev halkına tembihte bulunuruz. Bedenin ve ruhun sahibi Rabbin gönderdiği kullanma kılavuzunu ne yazık ki çoğumuz okuma gereği bile duymayız. Hâlbuki o kılavuzu okusaydık, bedeni ve ruhu nasıl daha iyi kullanacağımızı öğrenecektik, başımıza gelen onca üzüntüler, hastalıklar, yokluklar başımıza gelmeyecekti, ama bunun farkında bile değiliz. Beşerin makinesini alırken harcadıkları paranın etkisinden olsa gerek onca dikkati gösterenler, acaba Rabbin eserine neden hiç önem verip saygı göstermezler doğrusu anlamak o kadar zor ki. Her üretici ürettiği mal için kullanma kılavuzu yapar demiştik ve açık bir şekilde bizlere o malı iyi kullanmamız için rehber olur. Yani hangi dilde yazılırsa yazılsın her ülkede kullanan insan içindeki kılavuzdan malın nasıl kullanılacağını anlar. Hiçbir insan bu bilmem hangi ülkenin malı bu kullanma kılavuzu Türkçeye çevrildiğinde eksik çevrilmiştir mutlaka eksiktir demez ve okur. Bakın Allah da bizlere kuranı ne için gönderdiğini söylüyor. Casiye sur.20: Bu Kuran, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur. Gereğince inanan bir toplum için de bir kılavuz ve bir rahmettir o.) Sad sur.29: (Resulüm!) Sana bu mübarek Kitabı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik. Sad sur.87: Bu Kuran, ancak âlemler için bir öğüttür. Zümer sur.27: Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kuran'da insanlara her türlü misali verdik. İbrahim Sur.52.ayet: İşte bu, onunla uyarılsınlar, Allah'ın tek ilah olduğunu bilsinler, aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir. İsra sur.41: Biz, gerçeği, Kuran'da türlü biçimlerde ifade ettik ki, düşünüp anlayabilsinler. Fakat bu onların sadece kaçışlarını artırıyor. Araf Suresi 52 . Yemin olsun ki, biz onlara, ilme uygun biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap getirdik. İnanan bir topluluk için bir kılavuz, bir rahmettir o. Yukarıda yazdıklarımla kuran ayetlerini karşılaştırın, daha sonrada din adına bize öğretilenleri düşünün lütfen. Beşer ürettiği malın kullanma kılavuzunu her dile çevirip yazıyor ve tüm Dünya doğru kullanıyor anlıyor. Allah ta Kuranı indirmesinin nedenlerini açıklarken bakın ne diyor? (Bu Kuran, insanların kalp gözlerini açacak ışıklardan oluşur.) (aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.) (öğüt alsınlar diye, bu Kuran'da insanlara her türlü misali verdik.) (aklı ve gönlü işleyenler de ibret alsınlar diye, insanlara yöneltilmiş bir tebliğdir.) (Biz, gerçeği, Kuran'da türlü biçimlerde ifade ettik ki, düşünüp anlayabilsinler.) (biz onlara, ilme uygun biçimde, ayrıntılı kıldığımız bir Kitap getirdik.) Peki, dostlar Allah bizlere rehber ve kılavuz olsun diye her şeyden bahsettiğini söylediği kitap için bizler nelere inanıyoruz? Bu kitapta her şey yoktur. Kuranı herkes anlayamaz, onu veli kişiler anlar. Hani Allah aklı olan öğüt alsın diye gönderdim diyordu ne oldu Yüce Rabbin sözü? Nasıl olurda beşerin yazdığı kitapları her kez anlıyor da, Rabbim rehber ve güneş olsun diye gönderdiği kitabı her kez anlayamıyor? Arkadaşlarım, dostlarım kurana şirk koştuğumuzun farkında mıyız? Yoksa aklımızı mı yitirdik? Yoksa Allah aklı ve gönlü işleyenler ibret alsın derken bizlerin aklı yok, gönlüde taşlaşmış mı diyor bazı kardeşlerim farkında olmadan. Düşünün Allah açıkça her şeyi yazdım diyor, birileri hayır her şey yok diyor. İşin ilginci bakın Allah bizi nereden sorumlu tutuyormuş onu da açıklıyor. (Zühruf Suresi 44: Gerçek şu: Bu Kuran sana ve toplumuna elbette ki bir hatırlatıcı/bir düşündürücü/bir şeref/bir öğüttür. Bu kitaptan sorumlu tutulacaksınız.) Allah bu kitaptan sorumlusunuz diyor, bizler hala bu kitapta her şey yoktur diyen ve ciltlerce dolusu kitapları öne sürenlere inanmaya devam ediyoruz. Kuranda her şey yoktur diyenlere inandığımızda neye inanıyoruz biliyor musunuz, lütfen dikkatle düşünün. Allah herkesin anlayamayacağı zor bir kitap göndermiş, ama yinede bizi bu kitaptan sorumlu tutacağını açıklamış. Bunu İslama davet ettiğimiz hiçbir aklı başında insana anlatamayız ve peygamberimizden sonra tüm iman edenlere düşen İslamı anlatmak ve yaymak görevini de yerine getiremeyiz. Hadi hayırlısı bu işin sonu nereye varacak doğrusu çok merak ediyorum. Bir atasözü geldi aklıma. Kılavuzu karga olanın burnu pislikten çıkmazmış derler, ben biraz daha kibarlaştırdım tabi bu sözü. Düşünelim lütfen bizim kılavuzumuz Kuran mı dersiniz? Kuranda her şey yazmaz o özet bilgiler içerir diyen bir zihniyetin kılavuzu gerçekten KURAN mıdır? Yoksa o atasözü yaşadığımız İslama güzel bir örnek mi dersiniz? Görünen köy kılavuz istemez derler. Yeter ki gözlerde bir sorun olmasın. Rabbim bizleri kılavuzu Kuran olanlar arasına alması dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  6. Bugün sizlere Hanefi mezhebinin kurucusu olduğu bilinen, İmamı Azam Ebu Hanife’nin nasıl bir düşünceye sahip olduğu ve insanları hangi noktalarda aydınlatmak isteyip, onlara adeta doğrunun şifrelerini hayatı boyunca vermeye nasıl çalıştığını, bazı özel düşüncelerinden yola çıkarak, belki de hiç bakılmayan bir pencereden bakmaya çalışacağım, Allah yanıltmasın. Hayatını okuduğunuzda kendisinin devrimci, demokrat, adalet timsali, insanlara insan olduğunu unutturmadan hitap eden, açık fikirli ve karşısındaki düşüncelere değer veren bir bilim adamı olduğunu göreceksiniz. Yüzlerce yıl önce yaşamış bir bilim adamının hakkındaki bilgiler elbette birçok insanlar tarafından eklemeler ve değişiklikler yapılarak günümüze kadar geldiği aşikârdır, zaten benim de bahsetmek istediğim detaylar değil, tam tersine bu bilim adamının hayat görüşü, davranışları, kuranı anlamaya çalışma ve yaşama yöntemleri olacaktır. Diğer konularda sevenlerin istemeden ekledikleri, ya da düşmanlarının düşmanlıkla ilavelerinin neler olduğunu yalnız Allah bilir. İmamı Azam Ebu Hanife gerçek bilim adamı olduğunu araştırmacı ve özgür iradesini kullanması ile ön plana çıkmış, o devrin en önemli âlimlerinden olduğunu kanıtlamıştır. Ebu Hanife'nin yaşadığı yer ve çağda itikâdı fırkalar çoğalmış onları inceledikten ve bir müddet takip ettikten sonra hiçbirisine tabi olmadan, ilim ve araştırmalarına özgürce devam etmiştir. Ebu Hanife’yi anlatanlar bakın nasıl tarif ediyor. (Tefekkürü çok, konuşması az, Allah'ın hududunu olabildiğince gözeten, dünya ehlinden uzak duran, faydasız ve boş sözlerden hoşlanmayan, sorulara az ve öz cevap veren çok zeki bir müctehid ve ilim adamıydı.) İyi bir eğitim alan, sonunda Hocalık mertebesine eren güvenilir bir insandı. Şunu da söylemeliyim ki bu kadar özgür düşünceleriyle, saygınlığıyla hayatı boyunca zorluklarla karşılaştığı gibi, çok düşmanda edindi. Sağlığında kıymeti bilinmeyen bir ilim adamıydı dersek yanlış olmaz. Şimdide öğrencilerini nasıl bir yöntemle yetiştirdiğini anlatmak istiyorum. Vereceğim örneği lütfen iyice düşünün, acaba günümüzde İmamı Azam Ebu Hanife’nin yolunu takip ediyoruz diyenler bu yolumu takip ediyorlar dersiniz? (Talebelerine verdiği dersleri ise mükemmel bir usul ile yürütürdü. Bir taraftan fıkhın eski hadiselere ait bilinen hükümleri takrir edilir (anlatılır) ve müzakere yapılır, diğer taraftan yeni hadiselere ait hükümler bulunurdu. Geçmiş ve yaşanmakta olan hadiselerin hükümleri takrir edilirken, bunlara benzeyen veya aynı cinsten olup da gelecekte vuku bulabilecek hadiselere ait hükümler de araştırılırdı. Dolayısıyla imam-ı Azam'ın derslerinde geçmiş ve yaşanmakta olan halin meselelerinden başka, geleceğe ait meselelere de yer verilirdi.) Yukarıdaki yazıyı anlamaya çalışalım önce. Önce fıkıh kelimesine açıklık getirelim. (İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek.) Burada geçen delil hiç kuşkusuz Kuran. Demek ki Büyük Âlim Ebu Hanife bakın öğrencilerini nasıl yetiştiriyormuş. Önce, eski hadiselere ait bilinen hükümleri anlatılır, müzakere edilir yani konuşulur, tartışılır ve o devrin koşullarına göre niçin böyle bir karar verilmiş önce anlaşılması sağlanır, daha sonra yeni hadiselere ait hükümler bulunurmuş. Daha sonrada geçmişte olanlar ile yaşanmakta olan hadiseler karşılaştırılıp tartışılırken, ileride oluşabilecek olayları dahi tartışma konusu edilip doğru bulunmaya çalışıldığını söylüyor. Düşünebiliyor musunuz? Günümüzde İslami konular bu yöntemle mi anlatılıyor dersiniz? Araştırmaya bakar mısınız, önce bir olayın ilk devirlerde ne şekilde anlaşılıp uygulanıldığı araştırılıyor, daha sonra kendi yaşadıkları döneme onu aynen almayıp, günün şartlarına göre uyarlıyorlar, İşte İslamı yaşamak böyle olur. Allah ta bunu istiyor, ya günümüzdeki anlayış ne dersiniz böylemi yapılıyor? İmamı Azam Ebu Hanife’nin İslam a bakışına ve çok özel mantığına bakmaya devam edelim. Şimdi vereceğim örnek bir insanın kuranın ışığından, onun rehberliğinden ne kadar faydalanıp, kalbinin kuran aşkıyla çarptığına güzel bir örnek olduğunu göreceksiniz, lütfen ibretle okuyunuz. (Talebesi Züfer'den nakledilen şu rivayet de onun sabit fikirli olmadığını ortaya koyması ve istişareye verdiği önem bakımından dikkat çekicidir. Züfer şöyle der: "Ebu Hanife'nin derslerine devam ederdik, Ebu Yusuf ve Muhammed ibnu Hasan da bizimle birlikte okurlardı. Biz Ebu Hanife'nin görüşlerini yazardık. Bir gün Ebu Hanife, Ebu Yusuf'a hitaben: "Ey Yakup vay haline! Benden her işittiğini yazma. Ben bugün böyle düşünüyorum. Yarın onu bırakabilirim. Yarınki görüşümü ertesi gün terk edebilirim" dedi." (İbnu Muin, Tarih, II. Cilt, sh. 607; Bağdadi, Tarih, XIII. Cilt, sh. 402) Düşünebiliyor musunuz bu örnek ve âlim insanın sözlerini, söylediğim sözler bugün için doğru olabilir, yarın için doğruları o gün şartlarına göre değiştirebilirim diyor. Onun için söylediklerimi yazmayın, bu sözleri ileride dinin değişmez temeli sananlar olabilir demeye çalışıyor adeta, ondan dolayı yazmanızı istemiyorum diyecek kadar ileri görüşlü bir âlim olduğunu gösteriyor bizlere. Günümüzde anlatılanlarla bu sözleri karşılaştırın bakalım, onun düşüncelerimi anlatılıyor topluma? Bu sözleri duyunca peygamberimizin de aynı şekilde söylediği sözler geldi aklıma. (Ey Yakub vay haline! Benden her işittiğini yazma.) İşte ilim adamı ve kuranın vermek istediği tebliği çok iyi anlayan bir âlim. Peygamberimizin izinde olduğunu, nasılda kuran dışından söylenen sözlerin kesin doğru olamayacağını, ancak o günkü şartlarda yol gösterebileceğini, hatta dinin değişmez kuralları olmadığını anlatıyor bizlere, anlayana anlamak isteyene tabi. Bu gün günün şartlarına ve devrine göre bir konu hakkında böyle düşünebilirim diyor, ama yıllar sonra hatta yakın bir zaman sonra, olayın oluşu ve şartların değişmesinden dolayı bu fikrimi değiştirebilirim diyerek, aslında çok şeyler anlatıyor bizlere. Peki, bizler bu sözleri anlamış ya da günümüz yaşamımızda uyguluyor muyuz dersiniz? XX Bu örnek insanın bizlere anlatmak istediği ve takip edilmesi gereken yolun nasıl olacağını şu güzel örneğinden çıkarmak, aklı başında olan bir insana zor olmasa gerek; (Yine onun: "Bu bizim söyleyebildiğimiz en güzel sözdür. Kim bizim sözümüzden daha doğru bir söz getirirse, o hakikate bizimkinden daha yakındır" dediği; "Senin bu verdiğin fetvalar doğruluğunda hiç şüphe olmayan hakikatler midir?" diye sorulunca da: "Bilmiyorum belki de yanlışlığında hiç şüphe olmayan yanlıştır" şeklinde karşılık verdiği nakledilmektedir. (Bağdadi, Tarih, XIII: Cilt, sh. 352) Yukarıda verdiğim örnek, günümüzde hiç bahsedilmeyen, anlatılmayan ama İslamı yaşamak ve anlamanın en doğru yöntemi olduğunu daha o zamanlar bu örnek Âlim insan anlamıştır. Düşünebiliyor musunuz benim sözüm en doğrusu olmayabilir, eğer daha doğru ve daha güzel bir söz bizim sözümüzün üstüne gelirse o hakikate, doğruya bizim sözümüzden daha yakındır diyerek, hem kendi büyüklüğünü göstermiş, hem de bizlere gerçek doğruyu nasıl bulacağımız hakkında yol göstermiştir. Yazının sonundaki soruya verdiği cevap ise bence büyük bir asalet ve âlicenaplık örneği; Sizin verdiğiniz fetvalar gerçek doğrular mıdır diye kendisine sorulduğunda verdiği cevaba ve alçak gönüllülüğe bakar mısınız? Bilmiyorum belki de yanlışlığında hiç şüphe olmayan yanlıştır" Doğrusu bu cevabın bile ne demek istediğini, ne anlattığını anlayamayan o kadar âlim var ki aramızda. Ebu Hanife’yi daha iyi anlayabilmek için öğrencilerine gösterdiği yolu bilmemizde yarar var, bakın öğrencilerine nasıl bir yöntem öneriyor? (Onun talebelerine verdiği öğütlerde, ilimde hür düşünce ve araştırmanın yollarının tutulması, cahil ve mutaassıplardan uzak durulması gibi önemli kayıtlar vardır: "Halka yaklaş, fâsıklardan uzaklaş. İnsanlığında kusur etme, kimseyi küçük görme. Bir meselede görüşünü sorana bilinen görüşü tekrarla ve sonra o meselede şu veya bu şekilde başka görüşler de bulunduğunu zikret.) Yukarıda önerilen yöntemin günümüzde sözü bile edilmez. İşte örnek ilim adamı ve sözleri. Hür düşünceli ve araştırmacı olunmasını öneriyor. Acaba günümüzde dergâhlarda, cemaatlerde, dinin anlatıldığını söyledikleri toplantılarda, böyle bir yol mu izleniyor, yoksa Büyük âlim İmamı Azam Ebu Hanife’nin, özellikle benim söylediklerimi yazmayın sakın, bu gün söylediğimi günün şartlarına göre yarın değiştiririm dediği sözlerin hiç anlaşılmayıp, o günkü devirde söylenenler mi günümüzde din ve iman adına değişmeyen kurallar diye öğretiliyor dersiniz? Yorum sizlerin. Düşünebiliyor musunuz öğrenciye verilen öğüde bakar mısınız, size bir meselede görüşünüz sorulursa, bilinen görüşü tekrarla, ama o meselede konuşulan diğer görüşleri de onlara anlat diyebilecek kadar akıllı ve her görüşe saygılı bir insan. Peki, günümüzde ne yapılıyor? Kendi görüşüne katılmayanlara, bırakın başka görüşün olduğunu söylemeyi, diğer görüşlere inananları Müslüman kabul etmeyen bir zihniyet hâkim ne yazık ki İslam âlemine. Her kez Kuran dışında kendi sözlerinin gerçek doğru olduğunda inatla iddia edip, ona inanmayı sürdürmekte o konuda taviz vermeyip birbirinin canını bile almaktan çekinmemektedir. İmamı Azam Kuranı anlamak için aklın ön plana çıkması gerektiğini anlayan ve kuranı anlamaya çalışırken hiçbir tesir altında kalmadan düşüncelerini söyleyen bir âlimdi, onun için sağlığında alışılmamış çıkışlarda ve açıklamalarda bulunduğu için, özellikle yöneticilerle arası pek fazla iyi gitmemiştir. Kendisine Kadılık teklifini kabul etmemiş ve bir âlimin özgürce konuşabilmesi için, siyasilerden uzak kalması gerektiğini o devirde anlayabilen nadir bilim adamlarından olduğunu göstermiştir. Devrin sultanları ve yöneticileri birçok ilim adamını kendi çıkarlarına kullanmış ve fetvalar verdirmiş, günümüze kadar gelen birçok yanlış inancın, belki de farkında olmadan mimarları olmuşlardır. İşte tüm bunlara karşı çıkan İmamı Azam ne yazık ki düşüncelerinden, fikirlerinden dolayı söylendiğine göre zindanlarda can vermiştir. Bu sona ulaşmasının en büyük nedeni bence, İslâm'ın esaslarına uymayan haber ve bilgileri reddetmesidir. İmamı Azam Ebu Hanife ye sağlığında birçok haksızlıklar yapılarak o devirde hiç ayrım yapılmadan değer verilen hadisler konusunda, kendisini küçük düşürmek için, onun hadis bilmez, bildiği hadisler 17 ya da 50 taneyi bile geçmez diyerek akıllarınca toplumun gözünden düşürmek adına birçok sözler söylemişlerdir. Önemli olan çok yanlışı bilmek değil, arasındaki doğruları ayırt edebilmektir. Ama ne yazık ki hem o devirde hem de günümüzde iyi Müslüman’ın ölçütü ne kadar hadise, kuran süzgecinden geçirme gereği duymadan iman etmekle ölçülür hale gelmiş. İşte İmamı Azam her gelen söze değil, kurana uyan sözlere inanmış ve kabul etmiş örnek bir ilim adamıdır. Sonuç olarak şunu söylemek isterim. Hayatı boyunca hiçbir itikati fırkaya tabi olmadan yaşayan araştırmacı, özgür düşünceye sahip, kendisinin bile yanılabileceğini açık yürekle söyleyen bir insanın, kendisi acaba bir fırka, mezhep kurup kurmayacağı konusuna gelmek istiyorum. Ebu Hanife sağlığında asla böyle bir şeye niyetlenmemiş, tek yaptığı kendi ilmini öğrencilerine vermeye çalışmak olmuştur. Kendi söylediklerini, o günkü şartlara göre olaylar sonucunda verdiği kararlarından, daha sonra vazgeçeceğini açık yüreklilikle söyleyen bir insan, sözlerinin yazılmasına bu doğrultuda izin vermeyen bu örnek âlim, isteseydi sağlığında bir mezhep kurabilirdi ama kesinlikle kurmamıştır. Peki, günümüzde kurulan Hanefi mezhebini kim kurmuştur o zaman diye soru geliyor akla. Bakın nasıl kurulmuş bir alıntıyla aktaralım. (Ölümünden sonra ders halkasını Ebû Yusuf sürdürdü. Vefatından sonra fetvaları yazılıp, doktrini sistemleştirildi. Hanefilik kanun ve asıllarıyla İslâm dünyasının dört bucağına yayılmıştır. Mezhebi sistematik hale getiren, İmam Muhammed eş-Şeybânî'dir. el-Asl, el-Câmi'ü's Sağır, el-Câmi'ü'l-Kebîr, ez-Ziyâdât, es-Siyerü'l-Kebû'i yazan odur. Bu kitaplar güvenilir rivayetler olarak zikredilerek "Zâhirü'r Rivâye" veya "Mesâilü'l-Usûl" adıyla mezhebin ana kaynakları sayılmıştır (Bk. Hanefi mezhebi). Talebelerinin toparladığı "el-Fıkhu'l Ekber", kesin olarak İmam Âzam'a aittir ve ehli sünnet akidesinin temel kitabıdır.) Yazımda aktarmaya çalıştıklarım İmamı Azam Ebu Hanife nin hayata bakışı, fikirleri, topluma vermek istediği mesajı içermekteydi. Tüm yazdıklarımı tekrar hatırlayınız lütfen. Kendi sözünün en doğru söz olmayabileceğini söyleyen, daha iyisini getirenin sözlerini kabul edeceği mesajını vererek ilme açık olduğunu anlatan, hatta belki de kendi sözlerinin yanlış olabileceği büyüklüğünü söyleyerek insanların uyanık olmasını sağlayan, bugün söylediğini yarın günün şartlarına göre değiştirebileceği mesajını veren, söylediği sözlerin yazılmasına izin vermeyen bir Âlim, acaba öğrencilerinin yaptığı yani, fetvalarının yazılıp bir doktrin haline getirilmesine müsaade eder miydi? Yazıda söylenen söz çok düşündürücüdür bakın neler yapılmış. (Vefatından sonra fetvaları yazılıp, doktrini sistemleştirildi. Hanefilik kanun ve asıllarıyla İslâm dünyasının dört bucağına yayılmıştır. . Bu kitaplar güvenilir rivayetler olarak zikredilerek "Zâhirü'r Rivâye" veya "Mesâilü'l-Usûl" adıyla mezhebin ana kaynakları sayılmıştır) Bu sözleri çok iyi düşünmeli ve analiz etmeliyiz. Bu kitapların güvenilir rivayetler olduğunun söylenmesi yukarıda yazdığım, yine kendi sözleriyle ne kadar uyumlu olduğunu sizlerin yorumuna bırakıyorum. Tek kanun KURANDIR, beşerin sözleri ise gelip geçici sözlerdir. Bunu İmamı Azamın sözlerinden açık yüreklilikle anlıyoruz. Yorum sizlerin Âlim insan sağlığında eminim şu ayetleri hatırlayarak hiçbir fırkaya tabi olmadan Allahın verdiği aklı kullanarak çalışmış ve yaşamıştır. Bunu anlatmak içinde elinden geleni yapmış sonunda zindanlarda vefat etmiştir. (Enam sur.159. ayet: Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Allah onlara, yapıp ettiklerini haber verecektir) (Rum Suresi 32 Ayet; Onlardan ki, dinlerini parçalayıp hizipler/fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür.) Yukarıdaki Rabbin sakın bölünmeyin ayetlerini gören âlim İmamı Azam, yaşamı boyunca asla bir mezhep ya da fırka ya bölünmemiş ya da kendisi tabi olmamıştır. Ölümünden sonra onun adına öğrencilerinin kurduğu mezhep, fetvalarının yazılıp doktrinleştirilmesinden doğmuştur. Yorum sizlerin. Rahmanın kuran ışığını kalbimizden eksik etmemesi dileklerimle. SAYGILARIMLA Haluk GÜMÜŞTABAK
  7. Hadislerin itikadi konularda neden delil olamayacağını hadis dalındaki araştırmaların sonuçlarından yola çıkarak ortaya koyan bir derleme. 1. Hadis nedir: • Hadis peygamberimizin söylediği söylenen sözleridir. Ona aitliği konusunda kesinlik yoktur, yani Zannidir. İçinde peygamberin sözünün bulunma ihtimali vardır. Hadislere ‘içinde Peygambere (a.s.) ait sözlerin bulunması ihtimali olan metinler.’ gözü ile bakılmalıdır. 2. Hadisler Zannidir: Sebepleri: 1. Hadisler Kuran gibi Allah’ın koruması altında değildirler. Bu da hadisleri, şeytanın, nefsin, İslam düşmanlarının, dikkatsizliklerin, yanılmaların, iyi niyetli uydurmaların ve benzeri şeylerin etkisine açık bırakıyor. 2. Hadisleri ve onları rivayet eden kişileri değerlendiren hadis âlimleri masum değildirler, hatadan uzak değildirler. Bu âlimlerin hiçbirine vahiy gelmiyor, yaptıkları yanlışlar vahiyle düzeltilmiyordu. Dolayısıyla gösterdikleri çabalardan tam inanç elde edilemez. İnsanlar, daha Peygamber hayattayken, onun bir sözü söyleyip söylemediği, söylemişse şöylece bir anlama gelip gelmediği hususunda ihtilafa düşmüşlerdir. Alimlerin yanılgılarının değişik şekilleri olabilir: örn.: hadisleri nakleden ravileri yanlış değerlendirmiş olabilirler. Güvenilir olmayan kişiler, -kusurları bilinmediğinden, tespit edilemediğinden, saklı kaldığından- güvenilir kabul edilmiş olabilir, âlimler ravilere aldanmış olabilirler. (Peygamberimiz de ‘siz beni aldatabilirsiniz’ diyordu), çünkü insanların iç hallerini bilmek çok zor, ravi münafık olabilir (her şeyi bilen Allah’tır, peygamberimiz de kendi çevresindeki münafıkları bilmiyordu) Bir hadis âliminin zayıf saymadığı bir raviyi veya hadisi, diğer bir hadis âliminin zayıf sayması daima ihtimal dâhilindedir. Muhaddisler Buharinin 80 ravisini zayıf görmüşlerdir. Gerçekte bu sorun çok çetin bir sorundur. İnsanların iç hallerini bilmek mümkün değildir. Açık hatalar görülür ama gizlide yapılanlar bilinmez. Cerh ve tadil âlimlerinin önde gelenlerinden olan Abdurrahman ibn Mehdiye göre güvenilir olan nice raviler vardır ki, Yahya b. Said el Kattan’a göre güvenilir değildirler. Oysa ravi tenkidinin temel danışma odakları bu iki şahıstır. Örnek: Hakkında çelişkili hüküm verilenlerin en bariz örneklerinden biri de İkrimedir. Sahabe İbn Abbas’ın kölesi olan İkrime bazı hadis âlimleri tarafından yalancılık ve Harici görüşler benimsemekle, yöneticilerin ödüllerini kabul etmekle suçlanmış ve yalanından birçok örnek anlatılmıştır. Mesela Tabiinden(sahabe sonrası nesil) Said b. Müseyyeb kölesi Bürde: ‘İkrime’nin İbn Abbas’ın üstüne yalan atması gibi sen de benim üstüme yalanlar atma’ dediği anlatılır. Bu zat İkrime’nin birçok hadisini yalanlamıştır. Kasım da:’İkrime yalancıdır. Sabahleyin bir hadis söyler, akşamleyin onun tersini söyler.’ demiştir. Bunların yanında İkrime’yi güvenilir, sağlam görenler de vardır. Taberi ona tam güvenmiş, tefsirini ve tarih kitabını onun aktardığı hadislerle doldurmuştur. Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Main gibi hadisçiler de İkrime’yi sağlam görmüşlerdir. Bundan dolayı Buhari onun sağlamlık tarafını yeğliyerek ondan bir çok hadis rivayet etmiştir. Müslim ise onun yalancılık tarafını daha kuvvetli bulmuş ve bir tek hadis dışında ondan hadis almamıştır. Hac konusunda ondan aldığı hadisi de Said b. Cübeyr’den yaptığı rivayetle desteklemiştir. Bu örneklerden olayın sübjektifliği, zanniliği ortaya çıkıyor. 3. Hadisleri rivayet eden kişiler(raviler) güvenilir de olsalar masum değildirler ve dolayısıyla yanılabilirler, hata yapabilirler, hadisi yanlış anlayabilirler, maksadının dışında anlayabilirler, unutabilirler, eksik, yanlış veya fazlalıkla rivayet edebilirler. 4. Raviler iyi niyetle hadis uydurmuş olabilirler, ki tarihte böyle hadislerin de uydurulduğu tespit edilmiştir. İmam Müslim Cerh alimi Yahya b. Said el Kattan’ın şu ifadesini rivayet eder:’Salih kişileri hadiste olduğu kadar hiçbir şeyde yalancı görmedik.’(Müslim, Sahih, (Mukaddime), C. I, S. 13) Bu noktadan bakıldığında da hadisin gerçekten iyi niyetle uydurulmadığının garantisinin verilemeyeceği ortaya çıkıyor, velev ki ravi bunu itiraf etsin. 5. Hadislerin söylendiği ortam, zaman ve zemin, muhatabın kimliği gibi şartlar da (sebebi vürud) önemlidir. Hadis kaynaklarında genelde bu bilgiler bulunmuyor. Hâlbuki bağlamından(Zusammenhang) kopartılan hiçbir söz yanlış anlaşılma riskinden muaf değildir. Resul ‘karnınıza taş bağlayın’ demiştir. İçinde bulunduğu şartları düşünmeden bunu yaparsanız anlamsız bir hareket olur. 6. Hadisler Peygamberimizin vefatından çok sonraları yazıya geçirilmiştir. Bu zaman zarfında (150-200 sene boyunca) kulaktan kulağa ağızdan ağıza dolaşmışlardır. Bu kadar süre geçince bir sözü tam eksiksiz nakletmek, değişikliğe uğramadan nakletmek her zaman mümkün olmayabilir. 7. Yine hadis âlimlerinin ittifakla bildirdiklerine göre, hadislerin kelimeleri /lafızları Peygambere ait olmayıp, sadece Peygambere ait manaları hadis ravileri tarafından lafızlandırılmış şeklidir, yani kendi kelimeleriyle, ifadeleriyle aktarmışlar. Raviler o sözü, kendi anladıkları biçimde ve kendi sözleriyle anlatmışlardır. İkinci duyan da aynı ölçü ile hareket ederse, Peygamberin sözünün 200 yıl sonrasına kadar ne derece tam onun söylediği biçimde gitmiş olur? Bundan dolayı peygamberden nakledilen sözler arasına bilerek veya bilmeyerek pek çok başka sözler ve düşünceler karışmış olabilir. Bu hiç bir hadisin tam olarak ve aslına uygun olarak gelmediği anlamına gelmez. Söylenmek istenen nesilden nesile yapılan manaca sözlü aktarımlar hadislerin anlamlarını değişik şekillere dönüştürebiliyor. Bu da hadislerin zanni oluşuna delalet ediyor. Onun için Süfyan Sevri: ‘ Eğer size anlattıklarımı kalıp olarak anlatsam, bir tek hadis bile anlatamam’ demiştir. Kendi naklettiği hadislerin Mervan’ın emri ile yazıya aktarıldığını duyan sahabeden Zeyd b. Sabit: ‘Ne biliyorsunuz, belki size söylediğim şey, benim anlattığım gibi değildir.’ der ve kızar. 3. Yapılan hadis tanımının doğru olduğunu gösteren sahabeye kadar dayandırılan örnekler vardır: Ebu Amr eş Şeybani anlatıyor:’ İbn. Mesud’un yanında bir yıl kaldım. Hadis rivayet ederken ‘Peygamber buyurdu’ demezdi. Eğer bu ifadeyi kullanırsa O’nu bir titreme alırdı ve ‘Peygamber böyle veya bu mealde buyurdu’ derdi. Bu rivayetten İ. Mesudun hadis rivayeti konusunda ne kadar titiz ve dikkatli olduğu ortaya çıkıyor. İ. Mesud’un sahabe yani peygamberin sözlerini bizzat dinlediği unutulmamalı. O bile ‘peygamber sözü’ demiyorsa ondan sonra gelenler acaba nasıl bir titizlik göstermeleri gerekir. (Tevhid ve Değişim, C. Vatandaş, S. 86) İbn Ebi Leyla’nın ‘Zeyd b. Erkam’ın yanına gidip de bize hadis rivayet etmesini istediğimizde ‘Artık biz yaşlandık ve unuttuk. Resulden hadis rivayet etmek çok güç bir iştir.’ cevabını alırdık’ sözleri de bu anlatılan sahabenin de konuyla ilgili tavrını gösteriyor. (a.g.e., s. 87) Hadis yazmayı hoş karşılamayan İ. Abbas’ın sadece 20 civarında hadis rivayet etmesine karşılık, fetvalarının ciltlerce kitap doldurması ve bu nedenle miras olarak bir hayvan yükü kitap bırakmış olması da anlamlıdır. Tabiinin büyüklerinden olan İbrahim en Nehai (Ebu Hanifenin hocasıdır) sadece bir hadis rivayet eder ve bunun üzerine ‘Hz. Peygamberden bundan başka hadis ezberlemedin mi?’ diyenlere, ‘Evet ezberledim. Ama ‘Abdullah şöyle dedi’ ‘Alkame böyle dedi’ demek bana daha sevimli geliyor’ cevabını verir. Başka bir tabiin büyüğü olan Şabi: ‘Hadisi Hz. Peygamberden başkasına nispet, bana daha sevimlidir. Eğer hadiste noksanlık veya fazlalık olursa Hz. Peygamber’den başkasına ait olmuş olacaktır diyerek, konunun esasını açıklar. 4. Hadisler Toptan Reddedilemez: Resulullahın, Allah’ın ortağı olmadığına inanarak, akıllıca davranıp hadisleri ne toptan reddetmek, ne de toptan doğru kabul etmeliyiz. Zaten bu işle ilgilenen imamlar da böyle yapmışlardır. Biz kolaycılığa kaçmamalıyız. Toptan kabul de toptan reddedicilik de kolaycılıktır. Bunun için bize intikal eden rivayetleri çok iyi bir süzgeçten geçirmemiz gerekir. Kur’an ışığında ne denli sağlam olduğuna bakmalıyız. Bu işte yanılabiliriz de. Bizden öncekiler de yanılmışlardır. Yanılmayan yalnız ALLAH’TIR. Bir çuvalda çürük bir patates var diye bütün çuval atılmaz, ayıklanır. Aynısını biz de yapmak zorundayız, çünkü aklen de bütün hadislerin uydurma olması mümkün değil. Güvenilir de olsa, hiç bir ravinin hataya düşmekten korunmuş (masum) olmadığı hatırdan çıkarılmamalıdır. Kişi rivayeti olan sözler inanç temeli yapılamaz. Çünkü kişinin iç dünyasını bilmek çok zor. Aslında şu ayet her şeyi çok daha iyi anlatıyor. (İsra sur. 84.ayet; De ki: "Herkes, kendi varlık yapısına uygun iş görür. Yolca daha doğru gidenin kim olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir.) SAYGILARIMLA NOT: Bu yazı Kuran İslam ı.com sitesinden alıntıdır.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.