halukgta tarafından postalanan herşey
-
Peygamberimizin Veda Hutbesinden Alacağımız Dersler
Peygamberimizin veda hutbesini okudunuz mu bilmiyorum, ama okumanızı tavsiye ederim. Çünkü peygamberimizin sözlerinde, çok dikkat çekici uyarılar ve açıklamalar var. Tabi düşünerek, aklını kullanarak iman edenlere. Peygamberimizin veda hutbesini, yüz binden fazla kişinin dinlediği rivayet edilir. İlginçtir bunca kalabalığın dinlediği veda hutbesi, günümüze birçok değişik şekilde ulaşmıştır. Elbette bunun bile bizlere vereceği, çok önemli dersler vardır. Bunca kalabalık bir halka söylenen sözler, günümüze çok farklı şekillerde naklediliyorsa, iki ya da üç kişinin şahit olduğu iddia edilen sözlerin, günümüze nakil yoluyla nasıl farklı geleceği konusu üzerinde, çok dikkatle düşünmeliyiz. Bizlere düşen rivayet edilen her sözü, her bilgiyi Kur’an süzgecinden geçirmek olmalıdır. Bu yazımda peygamberimizin veda hutbesinden bazı alıntılar yaparak, bizlerin peygamberimizin gerçek ümmeti olup olamadığımızı, tavsiyelerinin ardı sıra gidip gitmediğimizi, sorgulamaya açmak istiyorum. Sözlerinin ilk bölümlerinde, peygamberimiz ümmetine bakın ne tavsiyede buluyor. (Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki, burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur. ) Ne dersiniz, peygamberimizin bu vasiyetini dinleyen bir toplum olduğumuzu, sizce açık yüreklilikle söyleyebilir miyiz? Tam tersine, Allah ın dinde sakın bölünmeyin diye hüküm verdiği halde, bizler bölünmekte bereket vardır dedik, daha sonrada birbirimize düşman olduk. Birbirimizi öldürmekten çekinmiyoruz bile. Aynı kitaba, aynı peygambere iman ettiğimiz halde, bizleri bölen, birbirimize düşman olmamızın nedeni, edindiğimiz velilerin, günümüze nakil yoluyla gelen, doğruluğundan emin bile olamadığımız, beşeri rivayetler büyük etken. Peygamberimiz sözlerimi duyanlar, duymayanlara iletsin diyor. Peygamberimiz öldükten sonra, onun en yakınlarını bile siyasi çıkarları için, öldürmekten geri kalmadılar, lütfen bu gerçeği unutmayalım. Eski sapıklıklara dönmeyiniz, sözünden de çıkartacağımız çok dersler var. Çünkü o devrin ehli kitabı, ellerinde apaçık Allah ın kitabı olduğu halde, kitabın dışına çıkmışlar ve atalarının itikatlarını yaşayarak sanı ve rivayetlerin ardı sıra giderek, dinden sapmışlardır. Acaba günümüzde bizlerin, o günkü toplumdan farkı kaldı mı dersiniz? Kur’an anlaşılmazı zor ve her bilginin olmadığı kitap ilan edildi, ELDE VE DİLLERDE DİN ADINA, NE YAZIK Kİ RİVAYETLER DOLAŞIYOR. Yine peygamberimiz öyle sözler söylüyor ki topluma, bu sözleri dikkatle düşünmediğimizde, o günkü toplumun yaptığı yanlışları yapmaya devam ederiz. (Ey insanlar! Muhakkak ki, şeytan şu toprağınızda kendisine tapınmaktan tamamen ümidini kesmiştir. Fakat siz bunun dışında ufak tefek işlerinizde ona uyarsanız, bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız. ) Örnek İnsan, Başöğretmenimiz peygamberimiz, bu sözleriyle çok ama çok şeyler anlatıyor ümmetine. ÇOK ÇALIŞTIK EL BİRLİĞİYLE, BU TOPRAKLARDA ŞEYTANI KAPI DIŞARI ETTİK DİYOR. İşte bu kısmı çok önemli. Allah Kur’an da şeytanı kendimizden uzaklaştırmamız için, ne diyordu? Kur’an ın ipine sarılın. Peygamberimize de, kullarıma Kur’an ile öğüt ver diye hükmediyordu. Yine sizlere çok önemli bir ayet hatırlatmak istiyorum, bu konu ile ilgili. Zühruf 36: Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa, biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur. Demek ki şeytandan uzak kalabilmek ve onun çabalarını boşa çıkarmak için, Kur’an a sarılmamız kesin Allah ın hükmüdür. Peygamberimizde ona işaret ediyor ve diyor ki, şeytanı artık bu topraklardan Kur’an ile uzaklaştırdık, bunun devam etmesi için yine yalnız Kur’an ın ipine sarılmalısınız. Sakın emin olmadığınız bilgilerin, ardına düşmeyiniz ki, şeytan yanınızdan ebedi uzak olsun. Ne güzel bir öğüt. Peki, bizler peygamberimizin bu öğüdünü dinliyor muyuz? Hiç sanmıyorum, ÇÜNKÜ İMANIMIZIN SINIRLARINI ARTIK, KUR’AN BELİRLEMİYOR NE YAZIK Kİ. Emin olmadığımız rivayetler, Kur’an ın önüne geçti. Hatta bu rivayetler olmasa, Kur’an kapalı kalırdı, anlayamazdık diyerek, emin olmadığımız bilgilerle Kur’an ı anlamaya çalışıyoruz. Sizce bizler bunu yaparak, peygamberimizin şeytanı yakınından uzaklaştırdığı gibi, bizlerde uzaklaştırmış olabilir miyiz? Yoksa Kur’an ı anlaşılması zor ilan edip, beşerin kitaplarına sarılarak, içimizde yetiştirdiğimiz şeytanlaşmış insanlar sayesinde, şeytan artık bana ihtiyaç yok diyerek, kendisine yardımcı olan insanlar sayesinde, tatile mi çıktı, ne dersiniz? Peygamberimiz imanınızı korumak için, her işinizde hurafe ve sanı ile değil Kur’an ın açık hükümleri ile yaşayınız ki, şeytan sizden ilelebet uzak dursun diyor. Yine peygamberimizin veda hutbesinden, çok önemli bir konuyu alıntı yapmak istiyorum. (Müminler! Size bir emanet bırakıyorum ki, ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah'ın kitabı Kur'an'dır. ) Bu sözleri okuduğunuzda sanırım bu önerinin, Kur’an ın belki de yüzlerce ayetinin paralelinde olduğunu anladınız. Ama bu bölüm ne yazık ki günümüze kadar gelen veda hutbesinde, üç değişik haliyle gelmiştir. Onları da yazalım ve Kur’an ayetleri ışığında, hangisi doğru olabilir düşünelim. (Ey müminler! Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler, Allah'ın kitabı Kur-ân-i Kerim ve Peygamberin sünnetidir.) (Ben sizin aranızda iki ağır-paha biçilmez emanet bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve benim Ehl-i Beytim.) Ne dersiniz, sizce hangisi doğrudur? Allah sizlere indirdiğim Kur’an a sarılın, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim dedikten sonra, elçisine de dönerek, sana indirdiğim Kur’an la onlara hükmet diye apaçık hükmünü veriyorsa, emin olmadığınız bilgilerin sakın ardına düşmeyin diye de bizlere tembih ediyorsa, sizce hangisinin doğru olup olmadığı, açık değil midir? Zühruf 36. ayetinde Allah ne diyordu, tekrar hatırlatmakta yarar var. (Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa, BİZ ONA BİR ŞEYTANI MUSALLAT ederiz de o ona can yoldaşı olur.) Bugün bizler, inandığımız rivayetleri yaşayabilmek için, o kadar çok Kur’an ın ayetini görmezden geliyoruz ki, bu durumda peygamberimizin söylediği gibi, acaba yaşadığımız topraklarda, ŞEYTAN BİZLERİ SAPTIRMAK ADINA ÜMİDİNİ KESMİŞ OLABİLİR Mİ? Yorum sizlerin. Yine peygamberimizin veda hutbesinde, bizlere vasiyet ettiği bazı sözlerini hatırlatmak istiyorum. (Müminler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman Müslüman'ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman'a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz. ) Doğrusu bizlerin peygamberimizin vasiyetine, ne kadar riayet ettiğimizi, konuşmaktan utanıyorum. Ne dersiniz, siz utanmıyor musunuz? Yanı başımızda Müslüman komşu devletler, yine Müslüman devletlerin kışkırtmaları ile savaşıyor, birbirlerini öldürüyor, kanını döküyor hem de kadın, çoluk çocuk demeden. İşin kötüsü Müslüman kanı dökülmesinde, ülkemizin de payı olması vicdanımı sızlatıyor. Bizler mahşer günü, ne Allah ın nede peygamberimizin yüzüne bakamayacağımız çok açıktır. Peygamberimizin veda hutbesinde ümmetini uyardığı, çok önemli dört konu üzerinde, sizlerin düşünmenizi rica ediyorum. Bakın ne diyor Allah ın elçisi. Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız: — Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız. — Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmeyeceksiniz. — Zina etmeyeceksiniz. Hırsızlık yapmayacaksınız. Çok dikkat çekici ve bir o kadarda önemli dört uyarı. Peygamberimiz Allah a hiçbir şeyi ortak koşmayacaksınız diyor. Peki, bu sözden ne anlamalıyız? Allah Kur’an da bu konuya da açıklık getiriyor ve diyor ki, YALNIZ BANA KULLUK EDECEK, YALNIZ BENDEN YARDIM İSTEYECEKSİNİZ. Eğer bunu yapıyorsanız, Allah a ortak koşmuyorsunuz demektir. Peki, bizler yalnız Allah a kulluk edip, yalnız Allah tan mı yardım istiyoruz? İsterseniz bir düşünün lütfen. İslam ı tarikat ve cemaat eksenli yaşayan din kardeşlerimiz, bilmem kim efendi Allah dostudur, bizlere şefaat edecek diyor ve buna inanıyorsa, lütfen bu yanlışı tekrar gözden geçirelim. Çünkü Rabbimiz açıkça hükmünü vermiş ve şefaat tümden bana aittir, hiçbir şefaatin fayda etmediği o günden sakının diye de hükmünü vermiştir. Demek ki peygamberimizin bu vasiyetine de uymuyoruz. Bunun asıl nedeni, Kur’an dan başka sarılacak, beşeri kitaplara inanmamızdır. İkinci olarak önemle yapmamızı istemediği konu, Allah ın haram ve dokunulmaz kıldığı canı, haksız yere öldürmek konusu. Ne deresiniz bu konu üzerinde, düşünmeye gerek var mı? Her gün peygamberimizin ruhunu sızlattığımız, sizce açık değil mi? Müslüman ın Müslüman ı nasıl hunharca öldürdüğü haberlerini, içimiz sızlayarak izliyoruz. İşin kötüsü buna toplum olarak, bizler seyirci kalıyoruz. Zina etmeyiniz konusu ise, İslam toplumunda maşallah içler acısı. Müslüman bir ülkede, 8 yaşındaki bir çocukla, 40 yaşında evlenen ama evlendiği gece aşırı kanamadan ölen yavrumuzun haberini okudum. Yazıklar olsun bizlere ki, Müslüman toplumu olarak bu haberi seyrettik. Çok fazsa gündemimize bile girmedi. Çünkü ülkemizde de, bunun benzerlerinin örnekleri çok yaşanıyor. Allah zina yapmayın diyor ama bizler nefsimizi Kur’an ile eğitmediğimiz için, parayla kiraladığımız, anlaşma yaptığımız üç ya da beş günlüğüne, kendi uydurduğumuz bir nikâhın, dinde yeri var kandırmacası ile MUTA nikâhı adıyla dine sokmaktan çekinmiyoruz. Biz zina yapmıyor mu oluyoruz bu durumda? Allah ı kandıramayız, ancak bizler kendimizi kandırıyoruz. Dini topluma anlattığını zanneden öyle zavallılar var ki günümüzde, zina videoları görüntüleri internette dolaşıyor. Bu insanlar ise hala, toplumun gözünün içine baka baka, dinden Allah tan bahsediyor. Bizlerde aval aval seyrediyoruz. Gözler perdeli, gönüller mühürlü olunca, demek ki böyle oluyormuş. Dördüncü olarak, hırsızlık yapmayınız diye uyaran peygamberimizi, acaba bugün bizler ne kadar dinliyor olabiliriz? Devleti talan edenleri gördükçe, kendi çıkarları için, haksızlıkları kendilerine hak görenleri izledikçe, haktan bahsedip, her türlü haksızlıklar yapanlar, acaba peygamberimizin vasiyetine uyduğunu, onun sünnetini yaşattığını söyleyebilir mi? Onun ümmeti olmaya layık olduğumuzu, bunları yaparak mı iddia edeceğiz. Peygamberimiz konuşmasının sonunda şöyle diyor. (İnsanlar! Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? ") Oradaki topluluk cevap veriyor ve bakın ne diyorlar. (Allah'ın elçiliğini ifa ettiniz, vazifenizi hakkıyla yerine getirdiniz, bize vasiyet ve nasihatte bulundunuz, diye şahadet ederiz! ) Oradaki toplum peygamberimize, çok güzel cevap vermiş. Ama ya bizler bu cevabın gereğini yapıyor muyuz? Hiç sanmıyorum. Peygamberimiz buradaki konuşmalarımı, burada olmayanlara nakledin demiş. Nefisler kendi çıkarları doğrultusunda, birbirinden çok farklı şekillerde ulaştırmış kendisinden sonraki toplumlara peygamberimizin sözlerini. Bunun vebalini düşünen var mı? Peygamberimiz söylemediği halde, bu peygamber sözüdür demenin, nelere mal olacağını biliyor muyuz? O gün peygamberimizi dinleyen büyük kalabalık, bize vasiyet ettiniz diyenler, acaba peygamberimiz vefat ettikten sonra, o gün veda hutbesinde ki vasiyetini hatırlayıp, hayatlarına geçirmişler midir sizce? ONLARINDA NELER YAPTIKLARINI ÇOK İYİ BİLİYORUZ. Müslüman olduğunu söyledikleri halde, peygamberimizin en yakınlarına bile yapmaktan çekinmediklerini, hatırlamak bile istemiyorum. Hadi onları bırakalım, kendimize bakalım. Bizler peygamberimizin tebliğ ettiği Kur’an üzerinde mi tek yumruk olup, vasiyetlerini hayatımıza geçirdik, yoksa Kur’an bizlere yetmez, her hüküm Kur’an da açıklanmamıştır diyerek, emin olmadığımız bilgilerle mi yaşar olduk İslam ı? Yorum ve karar sizlerin. Elimizde Allah ın rehberi, Yaradan ın korumasında apaçık duruyor. İsteyen ona sarılır, onun nuruyla nurlanır, isteyen onda her bilgi yok der, edindikleri velilerin kitaplarına sarılır. Kimin en doğru yolda olduğunu yalnız Rabbimiz bilir. Bizlere düşen akıl ve Kur’an merkezinde, imtihanımızı yaşamak olmalıdır. Yunus 100: Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse iman edemez. Allah, azabı akıllarını (güzelce) kullanmayanlara verir. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Başörtüsü Konusu ve Kur'an......
Bir arkadaşımızın, yine farklı bir sitede, başörtüsü konulu yazıma verdiği cevapları ve onlara benim verdim cevapları, sizlerle paylaşmak istiyorum ki, konu daha detaylı anlaşılma imkânı bulsun. Bakın arkadaşımız nasıl cevaplar vermiş alıntı yaparak, benim de verdiğim cevaplar üzerinde düşünelim. ( Halukgta gibiler kendi tahayyüllerini Kur'an'a onaylatmak için çaba sarf ediyorlar sadece.) Bu çok doğru bir tespit, önce onu söylemek isterim. Çünkü ben bunlarda dindendir yani bunlardan da din ve iman adına sorumluyuz diye öne sürülen, her konuyu Kur’an dan onaylatmaya çalışırım. Daha doğrusu bu Allah ın emri. Allah, sakın Kur’an ın sınırlarını aşmayın, onun ipine sarılın, çünkü Kur’an dan sorumlusunuz diye, apaçık hükmünü vermiştir. Yine arkadaşımızın, bana göre çok dikkat çekici, aşağıdaki konuyla ilgili düşüncelerine de değinmek istiyorum. (çok derin analiz ve alt yapı isteyen bir meseleyi bir bez parçası olarak değerlendirip olayı paketleyip bir kenara atma alışkanlığı ile ilgilidir Kuran anlatım teknikleri VURGULARI anlattıkları İŞA RET ettikleri ile ilgili bağlantı kurmayıp olayı anlamsallık içeriklilik kavramlarını ötelemekle ilgilidir. ) Bu sözlerden arkadaşımızın, Kur’an a bakışı ve Kur’an ı anlama yöntemini görüyoruz. Lütfen bu konu üzerine yoğunlaşalım. Önce şunu belirtmek isterim ki, Allah Kur’an da sorumlu olduğumuz MUHKEM ayetleri anlayabilmemiz için, çok derin analizlerle anlayacağımız şekilde göndermemiştir. Bu düşünce, fikir zaten ayetlerin MUHKEM yani sağlam, güçlü, açık, anlaşılır, şüphe duymadan anlatım mantığına uymaz. Bunu düşünmek Allah ın yemin ederek, sizler için Kur’an ı kolaylaştırdım, yok mu düşünen hükümlerine de ters düşer. Kur’an ın bizleri eğitme ve anlatım şeklinde elbette verdiği örneklerde, konunun daha iyi anlaşılması için VURGU yapar, hatta konuya İŞARET ederek dikkatte çeker. Ama bunları yapmadan önce Allah, hükmünü APAÇIK VERİR. Yani başın örtülme konusu Allah emri olsaydı, önce Allah bunu açıkça söyler, daha sonra konunun anlaşılması için vurgu yaparak izah ederdi. Allah ne diyordu bir ayetinde? Biz her konudan nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız. Gelelim vurgu yaptı ya da işaret etti dediği örneklere. Allah Nur suresi 31. ayetinde geçen, HIMAR kelimesinin ne anlamda olduğu konusunda dahi bugün bir netlik, bir anlaşma birliği yoktur. Kimisi örtü, kimisi de bu kelime başörtüsüdür diyerek bu kelimeyi tartışıyor. Yine dolaylı işaret ettiği söylenen, Ahzab 59. ayette geçen, CİLBAB sözcüğü dış giysi olup, asla Kur’an da tarif edilmediği halde, bizler itikatlarımızı bu kelimeler üzerinden kanıt gösteriyoruz. Peki, bu yöntem Kur’an ın MUHKEM oluşuna uyuyor mu? Hani Allah her şeyden nice örnekleri, açık, anlaşılır vermişti? Neden Allah kadınlar saçlarını örtmelidir diye, açık bir hüküm aramıyoruz Kur’an da? Vermemiş olduğu, bizleri hiç tedirgin etmiyor mu? Arkadaşımızın cevabında, dikkatimi çeken bir cümle daha var, ona da değinmek isterim. (Zira konu insan ve toplum değer sistemleri ile ilgilidir. Elbette şüphemiz yok. Bazı konular ispatlanabilir değil algılanabilir anlaşılabilirdir. Zira insan bakış açısının çoğu ben merkezlidir. Oysa Kuran anlam verilmeye değil anlamı bulunmakla algılanabilir) Aslında DİN konusu, yani Kur’an söz konusu olucunca, dinin hükümlerine, Allah ın kanunlarına, toplumun değer yargıları ile bakmamız yanlış olur. Toplumun değer yargıları her toplumda değişir ve gelenekleri ile de doğru orantılıdır. Peygamberimize Kur’an indirilmeye başlandığında, o günkü toplumun değer yargılarını düşünün. Kur’an ile birlikte, eski değer yargılarını, inançlarını devam ettirmek siyenlere Allah izin vermemişti. Toplumun yanlış inançları, değer yargılarını çok etkilemiş ve o yönde yaygınlaşmıştı. Eğer yanlış bir inanç varsa, değer yargıları da yanlış yönde gelişir. Atalarımızdan böyle gördük diyemeyiz din konusunda. Bazı konuların ispatlanabilir olmadığını, algıyla yani sezilerimizle anlayabileceğini söylemiş kardeşimiz. Bu mantığı bu düşünce şeklini, asla İslam ı dinimizi yaşamaya çalışırken kullanamayız. Dinin ispatı, kanıtı yalnız Kur’an ın APAÇIK AYETLERİDİR. İslam özellikle bu düşünceyi reddeder ve onun için ayetleri açık ve nice örneklerle verdik ki düşünesiniz, doğruyu bulasınız diye açıkça belirtir. Eğer imanımızı sezgi ya da açık olmayan algılarımıza, hislerimize, duygularımıza göre anlamaya çalışırsak, bu duyguların, hislerin içine, şeytanın vesvesesinin girip girmediğini asla bilemeyiz. Bir başka deyişle İslam duygu, his ve algılarla değil, açıkça Allah ın hükmettiği ayetlerle anlaşılmalı ve bunların doğrultusunda yaşanmalıdır. Bu Kur’an öğretisidir, hükmüdür. Bu sözlerin devamında, aslında benim söylediklerimin kanıtı da zikredilmiş ve zira insanlar bakış açısının çoğu ben merkezlidir demiş. Çok doğrudur, insanlar düşünmeden duyguları ile hareket ederler ve bunun sonucun da nefisleri onları kendi menfaatleri doğrultusunda hareket etmelerini sağlar. İşte buda algılama yanlışlığıdır. Arkadaşımızın son cümlesi de önemli. Oysa Kur an anlam verilmeye değil, anlamı bulunmakla algılanabilir demiş. Bu sözler çok farklı anlamlara çekilebilecek sözler. Kur’an ayetlerine bizler anlam veremeyiz, anlamı, manasını zaten Allah açıkça verdiğini söylüyor. Bir başka deyişle, bizler dinin anası olan MUHKEM ayetlerin manasını şifrelenmiş bir sistemle aramakla değil, açıkça verilen hükümlerin üzerinde düşünmekle anlayabiliriz. Yani Allah ayetlerini dolaylı ya da işaret ederek vermediğini apaçık verdiğini söyler. Açıkça vermediği ayetler üzerinde nasıl düşünüp öğüt alabiliriz? Allah yemin ederek kolaylaştırdım dediği bir rehber kitapta, hükümleri açıkça değil de, herkese göre farklı anlaşılabilecek şekilde verip, daha sonrada tüm kullarını bu kitaptan imtihan eder mi? Başörtüsü konusu daha yıllarca konuşulacak ve tartışılacak bundan eminim. Sanırım buda imtihanımızın, önemli bir bölümünü oluşturuyor olsa gerek. Peygamberimizin mahşer günü söyleyeceği ve Kur’an ın şimdiden bizleri uyardığı ayet geldi aklıma. Furkan 30: Peygamber der ki; Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terk ettiler. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Başörtüsü Konusu ve Kur'an......
Bir arkadaşımız aynı yazıma başka bir sitede, Kur’an da geçen cilbab ve hamr kelimelerini örnek vermiş, başörtüsünün Allah emri olduğunu anlatabilmek için. Sormak isterim bu kelimeyi (cilbab) kullanan Rabbimiz, bu kıyafetin tarifini neden yapmamış? Eğer giyilmesi gereken bir çeşit şekli, biçimi belli olan kıyafet olsaydı, Allah bunun tarifini yapmaz mıydı Kur’an da? Hani biz her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diyordu? Yoksa bu ayeti unuttuk mu, ya da üstünümü örttük. Kur’an ın hiçbir yerinde ne erkeğin, nede kadının kıyafetini tarif edecek tek bir ayet yoktur. Allah bazı konulara dikkat çeker ve ikazda bulunur. Çünkü Kur’an tüm âleme hitap eden bir rehberdir. Her mevsimin, hava şartlarının kıyafeti farklıdır. Allah kıyafete değil TAKVAYA önem verir. Allah dan sakınan insan giyimine de, konuşmasına da,davranışına da zaten dikkat eder. Cilbab sözcüğü DIŞ GİYSİ DEMEKTİR ve asla tarif edilmemiştir. Çünkü her toplumun giyimi farklıdır. Ayette bu kelimenin geçtiği manaya bakarsanız, kadınların evlerinde rahat ve daha serbest kıyafetle dışarı çıkmayıp, üzerlerine bir giysi alarak çıkmalarını söyler ve devamında, umulur ki rahatsız edilmesinler der. Buradan da ne anlatılmak istendiği çok açıktır. Allah ın anlatmak istediğini anlamak istemeyip, BU GİYSİYİ KENDİ NEFSİMİZDE ŞEKİLLENDİRİP, aslında bu kıyafet şöyledir ya da böyledir dersek, büyük yanlış yaparız ve kendimizi aldatırız. HAMR kelimesi de Kur’an da, şarap yani alkollü içki anlamında kullanılmıştır. Bu kelimeden türetilen HIMAR ise örtü anlamındadır ve Kur’an da örtü anlamında kullanılır. Bir kısım kardeşimiz bu kelime belki örtü anlamındadır ama Nur suresi 31. ayetinde başörtüsü anlamındadır diyerek, kendi fikirleri, inançları doğrultusunda ayeti anlamışlardır. Ama bu düşünceyi Kur’an ın diğer ayetlerinden onaylayacak, hiçbir bilgi, örnek yoktur. Tam tersine HIMAR kelimesi ve ondan türemiş kelimeler, Kur’an ın genelinde örtmek, gizlemek anlamında geçer. Örnekler verelim. (Bizim kalplerimiz örtülüdür.)( Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz.)( Ey Kitap Ehli, neden hakkı batıl ile örtüyor….)( Kalplerimiz örtülüdür" demeleri nedeniyle….)( kalpleri üzerine kat kat örtüler..)( Gece, üstünü örtüp bürüyünce.) Bunların hepsi hamr dan türemiş, hımar yani örtü anlamındadır mecazi anlamlarda bile olsa. Bazı kardeşlerimiz itikatlarına kanıt olsun diye, HAMR MADEM İÇKİ AKLI ÖRTEN ANLAMINDA, O ZAMAN AKILDA BAŞTA OLDUĞUNA GÖRE HIMAR BAŞÖRTÜSÜDÜR DEMİŞLERDİR inançlarına kanıt olsun diye. Açıklanmamış örnekleri bile verilmemiş anlamları bizler vermeye kalkarsak, sizce bu yolla Kur’an ı doğrumu anlarız, yoksa kendimizi mi kandırırız? Yorum ve karar elbette sizlerin. Sizce ayetleri, rivayetlerden yararlanarak mı anlarsak daha emin yolu izlemiş oluruz, yoksa Kur’an dan istifade ederek anlamaya çalışırsak mı? Karar sizin. Lütfen şunu düşününüz. ALLAH KADININ BAŞINI ÖRTMESİNİ EMRETSEYDİ AÇIKÇA, KADIN SAÇLARINI ÖRTMELİDİR DİYE, APAÇIK HÜKÜM VERİRDİ. LÜTFEN KUR’AN IN AÇIKLIK, MUHKEM OLMA VE ÖRNEKLERLE İZAH ETME ÖZELLİĞİNİ UNUTMAYALIM. Kur’an ın örtünme konusuyla ilgili çok düşündürücü ikazını hatırlatarak şekle değil TAKVAYA dikkatinizi çekmek isterim, tıpkı Yaradan ın yaptığı gibi. Araf 26: Ey Âdemoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. TAKVÂ elbisesi...( Allah dan korunup sakınma) İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allah'ın ayetlerindendir, belki düşünürler. Bizler ne yazık ki TAKVA yı bir kenara bıraktık, Allah ın hiç tarif etmediği giysileri, bu Allah ın istediği kıyafet diyerek topluma anlattık. O kıyafetleri giydik yalnız dış kısmı kapattık, farkında değiliz içimiz BOMBOŞ kaldı. Topluma TAKVA nın ne olduğunu öğretmek yerine, Allah ın hiçbir tarifini yapmadığı CİLBAB IN VE HIMARIN TARİFLERİNİ YAPTIK, kendi nefislerimizde şekillendirerek, dikkati başka yerlere çektik. Allah ın dikkat çektiği TAKVAYI kendimiz öğrenemediğimiz içinde, başkalarına öğretemedik. Allah cümlemizin yardımcısı olsun. İşimiz çok zor. Öyle bir yanlış yapıyoruz ki bu konuda, temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp aynı konuyu gündeme getirmek zorunluluğunu hissediyorum kendimde. Dilerim Kur’an gerçekleri ile iman eden, Allah ın sınırlarını Kur’an dan öğrenen, takva sahibi, onun halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Başörtüsü Konusu ve Kur'an......
İslam inancında, kadınlarda başın örtülmesi Kur’an emri midir? Gelin bu soruya, farklı bir yoldan Kur’an a bakarak cevap arayalım. Önce Kur’an ın bizlere verdiği hükümleri, nasıl izah ettiği konusuna-yöntemine bakalım Kur’an dan. Bu konuda sizlere bazı ayet örneklerini vereceğim ki, sizlerin başörtüsünün Allah emri olup olmadığını düşünürken, referans olsun. Bakın Allah ayetlerini nasıl göndermiş bizlere. İsra 89: Muhakkak ki biz, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali çeşitli şekillerde anlattık. Yine de insanların çoğu inkârcılıktan başkasını kabullenmediler. Hud 1: Elif, lâm, râ. Bu, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri önce sağlam kılınmış, sonra da detaylandırılıp açıklanmış bir kitaptır. Hicr 1: Elif, Lam, Ra. Bunlar Kitap'ın ve apaçık olan Kuran'ın ayetleridir. Nur 34: Andolsun ki biz size açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik. Araf 52: Çünkü Biz, gerçekten de onlara, inanacak bir toplum için bir doğru yol, içinde bilgiye dayalı ayrıntılı açıklamalarda bulunduğumuz bir kitap ulaştırmıştık”. Nahl 89: O gün her ümmetin içinden kendilerine birer şahit göndereceğiz. Seni de hepsinin üzerine şahit olarak getireceğiz. Ayrıca bu kitabı da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. Kehf 54: Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür. Yukarıdaki ayetler üzerinde dikkatle düşündüğümüzde, Allah ayetlerini detaylı, apaçık, ihtilafa düştükleri konularda yol gösteren, her şey için bir açıklama, her türlü misalden değişik örneklerle, apaçık delillerle gönderdiğini söylüyor. En son yazdığım ayette ise, aslında hiç unutmamamız gereken bir bilgi veriyor ve bakın ne diyor Kehf suresi 54. ayetinde. (Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için, HER TÜRLÜ MİSALİ DEĞİŞİK ŞEKİLLERDE AÇIKLADIK.) Lütfen yazımızın sonuna kadar bu ayeti hiç unutmayalım, çünkü konu üzerinde düşünmemizde, karar vermemizde yardımcı olacak. Şimdi gelelim konumuza. Müslüman kadınların başlarını örtmeleri farz mıdır? Yani Allah emri midir? Eğer bir kısım din kardeşlerimizin söylediği gibi, başın örtülmesi farz ise, Allah bu emri yukarıda yazdığım ayetler doğrultusunda, Kur’an da apaçık bildirmesi gerekir. Çünkü biz ayetlerimizi hiç şüphe duymadan, açık, anlaşılır ve daha önemlisi her türlü misaller, örnekler vererek açıkladık diyordu. Zaten muhkem ayetlerinde anlamı, şüphe duyulmayacak kadar açık ve anlaşılır sağlam, güçlü sözler demek değil miydi? Başörtü konusunu, bu bilgiler doğrultusunda anlamaya çalışırsak, Allah ın ne emrettiğini de doğru anlamış oluruz. Kadınların başlarını örtmesi farzdır, Allah emridir diye Kur’an dan örnek verilen ayetin o bölümünü, alıntı yaparak önce yazalım ve daha sonra üzerinde düşünelim. "Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler." Nur: 31 Bu ayette geçen kelimenin, başörtüsü mü yoksa yalnız örtü anlamında mı olduğu konusunda, tartışmak istemiyorum. Başörtüsüne delil gösterildiği şekliyle, ayeti yazıp ve bu haliyle anlamaya çalışalım. Çünkü Allah ın kitabında, bir kelimeye farklı bir anlam dahi verseniz, anlatılmak isteneni asla değiştiremezsiniz. Değiştirmeye kalkanlar, ancak kendilerini avuturlar. Çünkü ne diyordu Yaradan, biz her konuda nice misali, değişik şekillerde Kur’an da açıkladık. Buradan da anlıyoruz ki Kur’an, bizzat kendisini anlatan, açıklayan, eşi benzeri olmayan bir rehberdir, nurdur. Ayette verilen emrin, cümlenin yüklemin den, göğüs yani yaka açıklığının, dekoltesinin kapatılması gerektiğini anlıyoruz. Peki, neyle örtün diyor? Başınıza örttüğünüz örtülerin bir kısmıyla, göğüs açıklığınızı örtün diye anladığımızı düşünelim. Allah hükümlerimi, açıkça veririm dediği halde, bizler ayette hükmü verilen, yapılması istenen, yaka açıklığının, göğüs dekoltesinin kapatılması dışında, ASLINDA AYETTE, BAŞINDA DOLAYLI BİR ŞEKİLDE ÖRTÜLMESİNİ EMREDİYOR ALLAH, DİYEBİLİR MİYİZ bu ayete bakarak? Çünkü başın örtülmesine delil, bu ayetten bu şekilde çıkartılıyor. Böyle düşünmek Muhkem ayetin anlamına da ters düşüyor. Çünkü muhkem ayetler sağlamlaştırılmış, hiçbir kuşku duyulmadan apaçık anlamındadır. Şimdi sizlere soruyorum, bahsedildiği kadar önemli olan bir emri Allah, açık bir hükümle vermeyip, dolaylı bir şekilde vermiş olabilir mi? Diyelim ki bu ayette dolaylı bir emirle Allah, kadınların başlarının da örtülmesini emrediyor diye kabul edelim. Bu durumda ne yapmamız gerekir? Yazımın başında unutmamamız gereken bir ayet var demiştim, hatırladınız mı? Madem bu ayette açık değil, dolaylı bir hüküm verdi Rabbimiz, Kur’an ın başka ayetlerinde, bu hükmü açıklaması, açıkça izah etmesi hükmünü vermesi gerekir. Bu bilgiyi bizlere veren, Kur’an ın bizzat kendisidir hatırlayınız. Kur’an a baktığımızda, asla hiçbir ayetinde bu konudan bahsetmez, bu konuya açıklık getirdiği bir ayeti göremezsiniz. Yani kadının başını örtmesine dair, MUHKEM bir ayet yoktur Kur’an da. Başörtüsüne delil getirilmeye çalışılan konuların hepsi, kelimelere farklı anlamlar yükleyerek, aslında bu ayette başında örtülmesi, dolaylı anlatılıyor şeklinde delil gösterilir. Ne yazık ki ayetlerde geçen kelimelere, Allah ın hiç bahsetmediği, açıklamadığı, izah etmediği anlamları vererek, kendimize Kur’an dan delil arıyoruz. Bu yöntem sizce Allah ın bizlere önerdiği, Kur’an ı anlamamız adına, takip etmemiz gereken yönteme uygun mu? Bu konuyu düşünmeye devam edelim. Diyelim ki, Allah göğüs açıklığının örtülmesinde verdiği örnekte, başörtüsü sözcüğünü kullanmışsa, bu emri mutlaka dolaylı da olsa, başörtüsüyle yerine getirmeliyiz. Başka bir yöntemle göğüs dekoltesi örtülürse, ayetin hükmünü yerine getirmek eksik kalır diye düşünelim. Konumuzun daha açık anlaşılabilmesi için, Kur’an dan bir örnek vermek istiyorum. Rabbimiz elçisine, hac konusunda bir ayet indiriyor ve bakın hacca gideceklerin hangi yollarla gidebileceği örneğini veriyor. Hac 27: İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerek uzak yollardan gelen yorgun develer üzerinde sana gelsinler. Allah elçisine, o günün toplumunun imkânları ve halkın yaşamında çok önemli yer tutan ulaşım şekliyle ayetini indiriyor ve diyor ki, ister yaya ister deve sırtlarında hacca gidin. Şimdi sizlere soruyorum. Hacca gitmek yaya ve deveyle farzdır, motorlu araç veya uçakla gidemeyiz diyen var mı aramızda? Eğer yok diyorsanız, bahse konu Nur suresi 31. ayeti de aynı şekilde, aynı mantıkla anlamalıyız. Buradan da anlaşılıyor ki, Allah ın ayetlerde verdiği hükümlerini yerine getirmek için, kullandığımız ARAÇ, zamana ve mekâna göre değişebilir, ama HÜKÜM asla değişmez. Nur 31. ayetinde açık emir göğsün örtülmesidir. Bunu ister o günkü toplumun geleneklerinde olan başörtüsüyle yaparsın, ister farklı bir örtüyle yaparsınız. Konunun daha iyi anlaşılması için, daha önce bir yazımda verdiğim örneği tekrarlamak istiyorum. Diyelim ki Yaradan bir ayetinde, ey iman eden kadınlar, beliniz ve göbeğiniz açıkta kalmasın, onun için giydiğiniz gömleklerinizi aşağıya doğru salınki beliniz açıkta kalmasın, diye bir ayet indirmiş olduğunu farz edelim. Bu durumda Allah, belin ve göbeğin kapatılmasıyla birlikte, gömleğin de giyilmesinin farz olduğunu emrediyor diyebilir miyiz? Elbette mümkün değil. Hüküm belin ve göbeğin kapanmasıdır. Verilen örnekte GÖMLEK bir araçtır. Araç zamana, mekana, geleneğe göre değişir, ama hüküm asla değişmez. Allah onun için düşünerek iman edin diyor. O günde, bugünde Kur’an ın indirildiği toplumda, kadınında erkeğinde başları zaten örtülüydü. Ama neden örtülüydü? Allah emrettiği için mi, yoksa yaşadığı ortamın, iklimin gerekliliğinden mi? Elbette yaşadıkları coğrafyanın gereği, erkekte kadında başlarını örtmek, kendilerini çöl rüzgârından, sıcağından, kumlardan korumak durumundaydılar. Şimdide geleneklerden yola çıkarak, bu konuyu anlamaya çalışalım. Araplarda kadının başının örtülmesi özgür kadın anlamındaydı. Bir başka deyişle, özgürlüğün simgesiydi. Yani cariyeler Müslüman bile olsalar, başlarını örtmeleri yasaktı. Dışarıda gezerken, cariyemi hür kadın mı olduğu belli olsun diye. Cariyelerin Müslüman bile olsa, başlarının örtmesinin yasak olması, Kur’an ın indirilmesinin tamamlanması sonunda da değişmemişti. Bu durumda sizce, Nur suresi 31. ayeti peygamberimiz, Müslüman olan topluma tebliğ ederken, nasıl tebliğ etmiş olabilir? Ey cariyeler, Müslüman bile olsanız, sizin başınızı örtmeniz yasaktır. Yalnız Hür kadınlar başlarını örtecek, bu Allah ın emridir diye topluma tebliğ etmiş olabileceğine inanıyor musunuz? Hayır inanmıyoruz, çünkü Kur’an ın genel hükümleri tüm iman edenler için geçerlidir diyorsanız, Nur suresi 31. ayette, Allah bu ayette kadınların başlarını da örtmesi gerektiği emrini dolaylı verdiğini, lütfen söylemeyelim. İslam dininde helal ve haramlar, Kur’an a iman eden herkes için aynıdır. Dikkat ediniz helal ve haramlar diyorum. Köleler konusunda özel ayetler vardır Kur’an da, ama bu ayetler helal ve haram konularını kapsamayıp, onların yaşantılarında kolaylıklar sağlayacak konulardır. Çok ilginçtir, günümüzde yapıldığı gibi, peygamberimiz devrinde ve dört halife devrinde, başörtüsü konusunda hiçbir tartışma olduğuna rastlamıyoruz. Hele hele saçın bir telini gösteren kadın günaha girer sözleri, peygamberimiz dönemi kadınların saçlarının örtme şekli ile hiç örtüşmez. Çünkü Arap kadınları saçlarını örüp, arkasından aşağıya salarmış. Cariyeler arasından, bizlerde Müslüman’ız başımızı örtmek istiyoruz diyen hiç çıkmamış. Bir başka düşünülmesi gereken ise, ülkemizde bundan yaklaşık 35 sene öncesine kadar, bugün türban diye örtülen başörtüsü şeklinin olmadığını görüyoruz. Bu sizleri düşündürmüyor mu? Başın örtülmesi bir gelenektir. Bizlerinde güzel bir geleneği. Bunda hiç şüphe yok. Geleneklerimizi elbette yaşatalım, ama dinin ana unsuru yapmadan. Bir Müslüman a düşen, din kardeşini Kur’an ile uyarmak olmalıdır. Gerisi herkesin kendisine kalmıştır. Çünkü herkes hesabını kendisi verecektir. İnancında özgürdür, kısıtlanamaz. Bu konuda önemli olan, Allah ın açıkça hüküm vermediği bir konuda, buda Allah ın hükmüdür, haramdır demenin yanlışlığıdır. Allah ben sizlere neyi haram kıldığımı açıkladım der Kur’an da. Bunun dışında haramlar edinmeyin diye de ikaz eder. Allah ben verdiğim hükümleri, koyduğum haram sınırlarını, açık örneklerle, değişik ifadelerle verdim diyorsa, lütfen Rahmanın bu uyarısını dikkate alalım, Kur’an ı bu mantıkla anlamaya çalışalım. Allah HARAM konusunda çok dikkat çekici bazı uyarılarda bulunuyor bizlere ve bakın ne diyor. Nahl 116: Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak, “Bu helâldir, şu da haramdır” demeyin! Çünkü Allah'a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah'a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler Demek ki helal ve haram konusunda, ben Kur’an da her türlü açıklamayı yaptım, izah ettim diyor. Bunun dışında haramlar edinir ve Allah a nispet ederseniz, ALLAH A İFTİRA ATMIŞ OLURSUNUZ. Kur’an emrettiği haramları açıkça bildirmiştir ve tek tek açıkça saymıştır. Peki, kadının başını örtmesi konusunda açık bir hüküm vermiş midir? Elbette vermemiştir. Allah neden diğer konularda, haram olanları çok açıkça Kur’an da bildirilmiş örnekleri verilmiş de, kadının başının örtülmesi konusunda, Rabbimizin tek bir açık hükmü yok. Neden bu soruyu kendimize sormuyoruz? Ne yazık ki Kur’an devre dışı kalmış, rivayet ve sanı Kur’an ın önüne geçerek, onlarla iman eder olmuşuz. Hani Yaradan sizleri, Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyordu? Yoksa bu ayete iman etmiyor muyuz? Allah bizleri affetsin. Sizce bu kadar önemsenen konuda, Allah Nur suresi 31. ayetinde hükmünü açıkça değil de, dolaylı bir şekilde vermiş olabilir mi? Bu hüküm verme şekli, yazımızın başında hatırlattığımız Kur’an öğretisine, ayetlerine uyuyor mu? Yorum ve karar sizlerin. Allah ın açıkça haram demediği bir konuda, bazı beşeri kaynaklardan yola çıkarak, ya da atalarımızın itikatlarına delil olsun diye, kelimelerin ardından anlamlar çıkararak, bazı şeylere HARAM diyenleri, bakın Allah nasıl uyarıyor. Enam 150: Şunu da söyle: "Allah şunu haram etmiştir diye tanıklık edip duran şahitlerinizi getirin." EĞER TANIKLIK EDERLERSE SAKIN ONLARLA BİRLİKTE TANIKLIK ETME! Ayetlerimizi yalanlayanlarla ahrete inanmayanların keyifleri ardınca gitme! Onlar, kendi Rablerine başkalarını denk tutuyorlar. Yüce Rabbimiz, sizlere apaçık ayetler indirdim, düşünün ve nefsinizin ihtirasları ile haramlar edinmeyin diyorsa, sanırım bu konuda çok daha dikkatli olmamız gerekir. Lütfen şu soruyu dikkatle düşünerek, mutlaka Kur’an ın onayladığı bir cevap bulmalıyız. Nur suresi 31. ayetinde Allah, kadının göğüs açıklığının kapatılması emrini açık ve anlaşılır olarak vermişse, yine kadının başının örtülme emrini, Kur’an ın başka hiçbir yerinde bahsetmeyip, yine bu ayette açık değil de, dolaylı olarak kadın başını da örtmelidir, hükmünü vermiş olabilir mi? Bu sizce mümkün mü? Bazı kardeşlerimizin söylediği gibi, kadının başı zaten o devirde kapalıydı, ayrıca kadının başının örtülme emrini Allah ın vermesi gerekmezdi, diyebilir miyiz? Kadın saçının bir tek telini bile gösterdiğinde, cehennemliktir diyenler, acaba büyük bir vebal altında olmuyorlar mı? Bu hükmü Yüce Rabbimiz vermemişse, bizler nasıl olur da veririz. Biliyorum başını örten birçok din kardeşimden, bu yazımdan dolayı tepki alacağım. Benim söylediklerimi, yazdıklarımı lütfen dikkatle Kur’an ın özünde düşünün ve değerlendiriniz. Amacım başını örten kardeşlerimin, başörtülerini açmaları asla değildir. Buna Rabbimiz şahittir. Amacım geleneklerimizin dinleştirilerek, Allah ın açık bir emri olmadığı halde, bunlarda Allah katındandır demenin, büyük HARAM, büyük GÜNAH olduğunun anlaşılması adınadır. Dilerim Yüce Rabbimden, yalnız Kur’an ın haram dediğine haram diyen, kendi nefsimizde haramlar edinmeyip, Allah ın sınırlarını bilen, geleneklerini dinleştirme den gereği gibi yaşayan, TAKVA sahibi Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Nerede Yanlış Yapıyoruz
Cuma hutbesinde vaiz, cemaate seslenerek, nerede gençlik, neden aramızda yok diye sitemde bulundu. Devamında da nerede yanlış yapıyoruz da, bu gençlik bu toplumun arasında yok diye de ekledi. Gerçektende nerede yanlış yapıyoruz da, dinamik, akıllı, özgür düşünebilen gençliği camilerde göremiyoruz? Evet, nerede yanlış yapıldı da, camilerden din konuşulan topluluklardan gençlik uzaklaştı. Aslında bu soruyu kendilerine sormaları gerekenler, topluma dini anlatan, gerek din görevlileri, gerekse kendilerini bu konuda yetkili görenler olmalı. Bu sözleri neden söylediğime gelince. Din konusunda herhangi bir konuda konuşmaya, yazmaya kalkanları, bugüne kadar hep susturdular ve dediler ki, DİNİ DE ANLATMAYI BİZE BIRAKIN, BU BİZİM İŞİMİZDİR. İşte böylece bu sözleri söyleyenler, İslam dininde de ruhban sınıfını yarattılar, ama sorsanız İslam da ruhban sınıfı yoktur derler. Bizler bu çelişkiler içinde, İslam ı hep birilerinden öğrendik. Hem de öyle güvendik ki onlara, elimizdeki Kur’an a bakma gereği bile duymadık. Biraz düşünen Kur’an a hele bir bakalım, Allah ne diyor diyenler içinde önlem elbette alındı. HERKES KUR’AN I ANLAYAMAZ, SENİN İLMİN NE Kİ KUR’AN I ANLAYASIN, sözleri ile toplum korkutuldu, ürkütüldü. Değerli din kardeşlerim, eğer bugün camilerde, mescitlerde gençlik yoksa bunun suçlusu dini korku dini hale getiren ve Kur’an ı anlamayı-anlatmayı kendilerine has bir görev zanneden, Müslüman ruhban sınıfında aramalıyız. İnsanoğlu çocukluk, gençlik ve yetişkinlik evrelerinde, çok farklı duygular içindedir. Çocuk yönlendirilmeye muhtaçtır. Çünkü çevresiyle, olup bitenlerle tam diyalog kuramadığı, araştırmaya, öğrenmeye meraklı olduğu dönemdir. Bir çocuğu doğru bir eğitimden geçirirde, kişilik sahibi olarak büyütürseniz, onu asla yanlışa yönlendiremezsiniz. Çocuk sorgulamasını mutlaka öğrenmelidir. Eğer din eğitimini, doğru kaynaklardan alırsa, büyüdüğünde aldığı dini bilgiler aklıyla, mantığıyla çelişmiyorsa, böyle bir çocuk gençliğinde olgunlaşmış, yetişkin döneminde de yanlış yolda olması mümkün olamaz. Onun için çocukluk dönemi çok önemlidir. Genç ve dinamik insan, düşünür ve sorgular. İnsan olmanın, en önemli özelliği sorgulamasıdır. Eğer ona öğretilenleri, sen sorgulayamazsın, düşünerek aklınla sen Kur’an ı anlayamazsın derseniz, gençliği yanınızda görmenizde mümkün olmayacaktır. Hâlbuki Allah birçok ayetinde düşünerek, sorgulayarak iman etmemizi ister. ÇÜNKÜ DÜŞÜNEN, SORGULAYAN İNSAN ASLA ALDATILAMAZ. Ayrıca düşünerek hareket eden bir insan, yaptıklarından da emin olur. Yüzlerce yıldır İslam ı, rivayet ve sanı bilgilerle yaşadık. İşin kötüsü bunları da, Allah katından zannettik. Öyle bir din yarattık ki kendimize, bölünmüş, parçalanmış ve birbirine düşman olmuş bir İslam toplumu oluşturduk. Kimse Allah ın ayetlerinden bahsetmiyor bile artık. Varsa yoksa toplumun arasında dolaşan, rivayet ve sanı sözler. İşin daha da kötüsü rivayet hadislerin Kur’an gibi VAHİY olduğuna inanılmasıdır. Bir başka deyişle, Kur’a ile eş değer ilan edilmiş sorgulamadan, Kur’an ın onayını almadan yaşanır olmuş. Birçoğumuz düşünmeden iman etmekle, Allah a ve peygamberimize iftira attığımızın farkında bile değiliz. Genç nesli, İslam ın içine çekmek istiyorsak, önce İslam ı batıl ve sanıdan temizlememiz gerekir ve dinimizi Kur’an merkezli yaşamalıyız. Çünkü peygamberimizde böyle yaşamıştı. Kur’an akıl ve mantığın onaylamadığı hiçbir şeyi onaylamaz. Aklın ve mantığın söylediği bir şeye de, Kur’an karşı çıkmaz. Lütfen bunu unutmayalım. Eğer gençliği camilerde, mescitlerde görmek istiyorsak, yapılan yanlışın önce farkına varmalıyız. Onu giyme günah, bunu yeme günah, onu söyleme günah demek yerine, ALLAH IN SINIRLARINI KUR’AN DAN ONLARA ÖĞRETMELİYİZ. Allah ın koyduğu sınırları bizler kendi nefislerimizde genişletip, dini kendi vicdanlarımızda farklılaştırıyorsak, bu din Allah ın dini olmaktan çıkmış, beşerin dini olmuş demektir. Allah KAMER suresinde birçok kez, yemin ederek öğüt ve ibret almamız için KUR’AN ı kolaylaştırdığını söyler. Acaba aynı surede birçok kez, bu sözleri neden tekrar eder sizce? İşte bu tekrarın asıl amacını anlamış olsaydık, bugün İslam toplumu kadını, erkeği, genciyle hep birlikte kenetlenmiş bir şekilde olurduk. Allah yemin ederek birçok kez, sizlere rehber olsun diye, Kur’an ın muhkem ayetlerini kolaylaştırdım dediği halde, bizler herkes Kur’an ı anlayamaz, onu ancak veli insan anlar diyor da, Allah ın söylediğinin tersine inanıyorsak, bizler gerçek iman eden bir Müslüman olduğumuzu, hala söyleyebilir miyiz? Yorum sizlerin. Allah herkesin anlayacağı çok kolay bir din gönderiyor, ama bizler elimizden geldiğince bu dini zorlaştırmanın yollarını arıyoruz. Böyle yaparsak bu toplum bir arada tutulur mu, tek yumruk olur mu? İslam toplumlarının genel çoğunluğu, ne yazık ki geri kalmış ülkeler. Eğitimi düşük seviyelerde olan bir toplumu, istediğiniz gibi yönlendirebilirsiniz. Orta yaş ve yaşlı toplum, İslam ı Kur’an dan öğrenme çabası içinde hiç olmuyor. Çünkü birileri tarafından kurulan tuzağa düştüğümüzden, din adına sorgulayamaz, araştıramaz toplum olduk. Böyle olunca da neyin Allah emri, nelerin olmadığı konusunda, ilk elden yani Kur’an dan bilgi sahibi değiliz. Bu çok riskli bir durum, ama toplum bu yanlışın ne yazık ki farkında değil. Günümüz gençliğinin bir kısmı, gerçeklerin arayışı içinde olduğunu görmek, bana mutluluk veriyor. Çocukluk evresinde, dini inancı baskı altına alınan gençlere de Kur’an ın gerçeklerini anlatmak çok zor. Elbette bir kısım gençlikte var ki, yoldan sapmış, nefretle büyümüş, büyütülmüş. Onları da dışlamadan, ötekileştirmeden yaklaşmalıyız. Günümüzde bu yapılmadığı için, dine düşman bir nesil oluşmasına zemin hazırladık. Bunun suçunu o gençlikte aramak yerine, bizler kendimizde aramalıyız. Ne verdik ki, ne isteyelim. Tüm bu acı gerçeklerin elbette mimarları, bugün İslam ı topluma anlattıklarını zannedenlerin eserleridir. Allah hakka batıl karıştırmayın, Kur’an ın ipine sarılın, Kur’an ın sınırlarını aşmayın dedikçe, bizler yüzlerce yıldır bunun tersini yaptık ve imanımızı yanlış bilgiler ışığında yaşadık. Elbette böyle bir inancın içinde, düşünen, aklıyla sorgulayan genç nesli bulmamız çok zor. Peygamberimizin genç, dinamik en verimli olgun zamanlarını düşünün lütfen. Sizce peygamberimiz, Allah ın elçisi olmadan önce, cahiliye dönemindeki Ehli kitabın inançlarına tabi miydi? Ne dersiniz? Bu soruyu lütfen kendimize soralım ve düşünelim. Elbette tabi değildi. Çünkü aklını kullanan, düşünen ve doğruların arayışında olan hiç kimse, yanlışın, batağın, hurafenin, aklın onaylamadığı hiçbir şeyin içinde olmaz. Bizlerde genci, yaşlısı hep birlikte tek yumruk olmak istiyorsak her konuda, önce batıldan, sanıdan inancımızı temizlemeliyiz. Dinde sakın bölünmeyin diyen Rabbimize kulak verip, ayrıştığımız konuları bir kenara bırakıp, KUR’AN IN ÇEVRESİNDE BİRLEŞMELİYİZ. Çünkü Yaradan, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum demiyor muydu? Dilerim ülkemiz olarak, bu gerçeklerin farkına varırda, toplum olarak huzuru, mutluluğu buluruz. Yoksa işimiz çok zor. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Yasin Suresi 6. Ayeti Nasıl Anlamalıyız
Allah Yasin suresinde, hikmet dolu Kur’an ın Allah tarafından, elçisi yoluyla bizlere tebliğ edildiğinden bahseder. Ayrıca 6. ayetinde de çok dikkat çekici bir söz söyler. Önce ayeti yazalım, daha sonra üzerinde birlikte düşünelim. Yasin 6: Babaları/ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için (seni gönderdik). Önce babaları ya da ataları uyarılmamış cümlesini, Kur’an bütünlüğünde doğru anlamaya çalışalım. Bu ayetin indirildiği zamanı düşünelim önce. Allah o günkü toplumu uyarmak için, Kur’an ı gönderdiğini söylüyor. Peki, o günkü toplum ya da onların babaları, ataları Allah tarafından uyarılmamış mıydı? Elbette bunu düşünmemiz mümkün değil. Çünkü o günkü toplumun genel çoğunluğu ya Yahudi ya da Hıristiyan’dı. Yani ellerinde hem Tevrat, hem de İncil vardı. Bu durumda o günkü toplumun atalarının Allah tarafından uyarılmadığını söylememiz mümkün değil. Peki, ayette anlatılmak istenen ne? Bu düşüncemizi yine Kur’an bütünlüğünde anlamaya çalışalım. Bakın Allah ne söylüyor. Saffat 69. Çünkü onlar, babalarını sapıtmış kişiler halinde bulmalarına rağmen, 70. Kendileri de hâlâ onların eserleri ardınca koşturuyorlar. 71. Yemin olsun, daha önce ilk nesillerin çoğu da sapmıştı. 72. Yemin olsun, onların içlerinde uyarıcılar görevlendirmiştik. Sanırım bahse konu Yasin suresi 6. ayet çok daha açık anlaşıldı. Yaradan Kur’an ı yine kendi içinde o kadar güzel açıklıyor ki, anlayan hemen anlıyor, anlamak istemeyen kendi nefsinde kelimeleri evirip çevirip, Allah ın hiç bahsetmediği anlamları veriyor, tabi o zamanda yanlış anlıyor. Demek ki peygamberimizin, Kur’an ı tebliğ ettiği toplumun ataları, uyarılmış Allah tarafından. Ama uyarı dikkate alınmamış. Uyarıya gereği gibi inanmamış, yaşamına geçirmemiş bir neslin torunları var, Kur’an a ilk muhatap olan. Allah O günkü toplumun atalarını uyardığı halde, onlar bu uyarıdan sapmış ve onların torunları da gerçeklerin arayışında olmayıp, atalarının yanlış inançlarını takip etmişler. Ataları/babaları uyarılmamış sözünden, demek ki anlamamız gereken, ataları uyarıldıkları halde uyarıları dikkate almamış, böylece uyarılmamışlar arasında yer almışlar şeklinde anlamamız gerekir ayeti. Kur’an dan bu düşüncemize, örnekler vermeye devam edelim. Fatır 24: Şu bir gerçek ki, biz seni hak ile bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. HİÇBİR ÜMMET YOKTUR Kİ, İÇİNDEN BİR UYARICI GELİP GEÇMEMİŞ OLSUN. Nahl 36: Andolsun BİZ, HER ÜMMETE, “ALLAH’A KULLUK EDİN, TÂĞÛTTAN KAÇININ” DİYE PEYGAMBER GÖNDERDİK. Allah, onlardan kimini doğru yola iletti; onlardan kimine de (kendi iradeleri sebebiyle) sapıklık hak oldu. Şimdi yeryüzünde dolaşın da peygamberleri yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün İsra 15: Kim doğru yolu bulmuşsa, ancak kendisi için bulmuştur; kim de sapıtmışsa kendi aleyhine sapıtmıştır. Hiçbir günahkâr, başka bir günahkârın günah yükünü yüklenmez. BİZ, BİR PEYGAMBER GÖNDERMEDİKÇE AZAP EDİCİ DEĞİLİZ. Değerli din kardeşlerim, bu ayetleri okuduğumuzda, Yasin suresi 6. ayet ne kadar güzel Anlaşılıyor değil mi? İşte bizlerin her konuda yapmamız ve takip etmemiz gereken yöntem böyle olmalıdır. Ayetleri doğru anlamak istiyorsak, mutlaka yine yardımı Kur’an dan almalıyız. Çünkü Allah, biz her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diyordu. Bugün yapılanlar gibi, ayette geçen bir kelimeye, sırf atalarımızdan gelen hurafe itikatlara delil olsun diye, Kur’an ın hiç bahsetmediği, açıklık getirmediği çok farklı anlamlar vererek, Kur’an ı anlama yolunu lütfen seçmeyelim. Kendimizi aldatırız. Kur’an ı rivayetlerden, emin olmadığımız bilgilerden öğrenmek anlamak yerine, Kur’an dan öğrenmeye çalışmalıyız. Bu yolu izlemezsek, atalarımızın yaptığı yanlışa düşeriz. Çünkü geçmiş kavimlerde, atalarının üzerinde buldukları yanlış inançları takip ettikleri için saptılar, yoldan çıktılar. Televizyonda dini bir sohbette, aynen şu ifadeler kullanıldı. (Kur’an ı doğru anlayabilmek, öğrenebilmek için, ehlisünnet âlimlerin kitaplarına bakmamız gerekir.) Değerli din kardeşlerim, Yüce Rabbimiz Kur’an da bizlerin sorumlu olduğumuz muhkem ayetleri, açıklayıp anlatamıyor mu sizce? Allah katından bizlere rehber olsun diye gönderilen bu NUR, IŞIK, FURKAN acaba beşeri bir açıklamaya muhtaç olabilir mi? Dini öyle böldük ve parçaladık ki, sizin mezhebinizin âlimleri kâfirdir, katli vaciptir diyecek kadar, birbirimize düşman olduk. Allah ıslah etsin cümlemizi. Allah sizlere apaçık bir NUR indirdik, güvenilecek yardım istenecek veliniz yalnız benim, sakın velilerin ardına düşmeyin diye uyarıyor da, sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, hesaba çekeceğim diye hüküm veriyorsa, sizce Allah katından bizlere rehber olsun diye indirilen kitabın MUHKEM AYETLERİNİN, beşeri bir açıklamaya mutlaka ihtiyacı var dememiz, yüce Rabbimize saygısızlık değil midir? Allah sakın dinde bölünmeyin diye özellikle uyarıyorsa, lütfen Allah a kulak verelim. Çünkü peygamberimizde yalnız Kur’an a uymuş ve yalnız Kur’an ile topluma hükmetmiştir. Kur’an ı anlamaya çalışırken, önce kendimiz bizzat elde Kur’an anlayarak, düşünerek okumalı ve çaba harcamalıyız, daha sonra araştırmalıyız, sormalıyız. Çünkü hepimiz birbirimize muhtaç yaratılmışızdır. Rabbimiz bizleri Kur’an dan imtihan ettiğini söylüyor. Kur’an ı doğru anlamak isteyen, önce Kur’an dan yardım alır. Çünkü Allah ayetlerini açıkladığını, nice örneklerle izah ettiğini, daha açıkçası yemin ederek Kur’an ı kolaylaştırdığını söylüyor. Şunu lütfen unutmayalım, Allah açıklamadığı, örnek vermediği, izah etmediği hiçbir konudan hesap sormaz, sorumlu tutmaz. Dilerim Yüce Rabbimden, Kur’an ı anlamak ve yaşamak için, yanlış kaynaklardan değil, bizzat Kur’an ın kendisinden öğrenme çabasını gösteren ve Kur’an ın sınırlarını aşmayan, Aklını kullanarak iman eden, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
İnmemiştir Hele Kur'an, Bunu Hakkıyla Bilin.......
Bizler dinimizi öğrenmek ve onun öğretisinde yaşamak için, bizzat elde Kur’an çaba harcıyor muyuz? Eğer hiçbir çaba harcamıyor da, birilerinin sözleriyle yaşıyorsak imanımızı, doğru bir yol üzerinde olduğumuza, asla emin olamamayız. Bu çok büyük bir risk, değil mi sizce? Allah sizleri doğru yola ulaştıracak, FURKAN ı gönderdim diyorsa, onu anlayarak ve düşünerek mutlaka okumalı ve yalnız Kur’an ın hükümleri doğrultusunda mutlaka yaşamalıyız. Çünkü peygamberimiz ümmetine, yalnız Kur’an ile hükmetmiştir. Nur 54: “Allah’a itaat edin, peygambere itaat edin” de. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki ona yüklenen sorumluluğu ancak ona ait; size yüklenen görevin sorumluluğu da yalnızca size aittir. Eğer ona itaat ederseniz doğru yola erersiniz. PEYGAMBERE DÜŞEN ANCAK APAÇIK BİR TEBLİĞDİR. Bizler bu konuda büyük yanlışlar yapıyoruz. Her yazımda bu konuya dikkat çekmeye çalışıyorum. Bu yazımda fazla yorum yapmadan, yazarımız, şairimiz merhum Mehmet Akif in bir şiiriyle sizleri baş başa bırakıp düşünmeye davet etmek istiyorum. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana ne söylesem az. —Çünkü biz bilmiyoruz dini. Evet, bilseydik, —Çare yok, gösteremezdik bu kadar sersemlik. —Böyle gördük dedemizden!” diye izmihlali —Boylayan bir sürü milletlerin olsun hali, —İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de! —Yoksa bir maksat aranmaz mı bu ayetlerde? —Lafzı muhkem yalnız, anlaşılan, Kuran’ın: —Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mananın —Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına; —Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına. —İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin, —Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için. Mehmet Akif (Safahat, s. 153 ) Ne dersiniz, Mehmet Akif ne güzel anlatmış değil mi, içinde yaşadığımız acıklı halimizi. Allah ın bizlere rehber olsun diye indirdiği kitabı, bizler eğer anlamadan okumaya devam ederde aklı, düşünmeyi devre dışı bırakırsak, mutlaka birileri bizleri Allah ile aldatacak ve kendi şahsi emellerine alet edecektir. Bu kaçınılmaz bir sondur. Onun içindir ki Rabbimiz, bizlerin Kur’an ın ipine sarılarak, ayetler üzerinde düşünmemizi ve Kur’an ın sınırlarını asla aşmadan inancımızı yaşamamızı emreder. Çünkü Allah çok açık bir hüküm vermiş ve sizleri yalnız Kur’an dan hesaba çekeceğim diye bizlere bildirmiştir. Mehmet Akif in söylediği gibi, ne yazık ki bizler dinimizi bilmiyoruz. Eğer bilmiş olsaydık, bu kadar sersemlik yapmazdık diyor. Atalarımızdan intikal eden inançları hiç sorgulamadık, Kur’an a danışmadık, onun içindir ki bugün bu haldeyiz. Her gün Kur’an ı okuyoruz ama ibret alamıyoruz, çünkü anlamadan okumanın faydasını göremiyoruz diyerek, bu konuya dikkat çekiyor. Çünkü okuduklarımızı anlamadığımız için, ayetlerin hikmetini de, maksadını da düşünemiyoruz. Yaptığımız en büyük yanlışta, hayatımıza yön vermek için kendimize okumamız gereken Kur’an ı, bizler ölülerimize okuyoruz. Hâlbuki Allah elçisine, sen Kur’an ı ölmüşlere duyuramazsın, dediği ayetleri gören ve duyan mı var. Kur’an ın iniş amacı, ölülerin ardından okumak için değil, dirilere doğru yolu göstermek için indirilmiştir diyerek, yapılan yanlışlarımızı çok güzel şiirinde dile getirmiştir Mehmet Akif. Mekânı cennet olsun inşallah. İbret alıp, kısadan hisse çıkartana ne mutlu. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Peygamberimizin ÜMMİ Oluşundan Alacağımız Dersler
Kur’an öyle rehber ve yol gösterici bir kitap ki, onu anlayarak, bilerek ve düşünerek okuduğumuzda, gönül gözümüzü açacağını ve o Kur’an ın NURU ile gönlümüzü aydınlatacağını anlatır bizlere. Yazıma başlamadan önce, sizleri peygamberimizin yaşadığı dönemi düşünmeye davet ediyorum. Acaba peygamberimiz, Allah tan elçilik görevini almadan önce ne konumdaydı. Yani peygamberimiz yoldan sapmış, sanı ve rivayetlerle yaşanan Yahudi ya da Hıristiyanlık inancına tabi miydi? Bu sorunun cevabını vermeden önce, Yahudilerin ve Hıristiyanların o devirde itikat ve inançlarının durumu nasıldı? Yine Kur’an dan öğrendiğimize göre, Allah ın kitapları devre dışı bırakılmış, rivayetler, atalarından gelen hurafeler ve sanı dine hükmeder olmuş bir durumda olduğunu anlıyoruz. Allah tan yardım isteneceğine, edindikleri şefaatçilerden/velilerden medet umar olmuşlar. Peygamberimizde yaşanan dinin yanlışlığının farkında olarak, her zaman büyük bir arayış içinde olmuş ve Allah a sürekli yalvararak, doğruyu arama çabasında olduğunu, Kur’an dan bakın nasıl anlıyoruz. Bakara 144: Biz senin, yüzünün habire göğe doğru çevrildiğini elbette görüyoruz. Hoşlanacağın bir kıbleye seni elbette döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir. Nerede olsanız yüzünüzü Mescid-i haram yönüne döndürün. Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir. Yukarıdaki ayeti Kur’an bütünlüğünde, dikkatlice incelediğimizde, peygamberimizin o günkü yoldan çıkmış itikada, inanca, dini fırkalara tabi olmayarak, habire yüzünü gökyüzüne çevirip Allah a dua ettiğini, Allah ın bu duayı gördüğünü söylüyor. Peygamberimizin duası, Allah ın doğru yolunu bulmak adına olduğunu anlıyoruz. Ayetin devamında, seni hoşlanacağın bir kıbleye elbette döndüreceğiz diyor. İşte tam burada hatırlatmak istediğim bir konu olacak. Burada belirtilen kıble ne anlama geliyor? Bugün ne yazık ki bu ayette geçen şu sözlerden yola çıkılarak, bakın nasıl bir anlam veriliyor. (Artık yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir.) Bu cümleden yola çıkarak, namazlarınızı kılarken Mescid-i Harama dönün anlamı çıkartılıyor. Hâlbuki Allah bu konudan tek kelime dahi bahsetmiyor, yani namazlarınızı kılarken bu yöne dönün demiyor. Eğer öyle söylemiş olsaydı, bunu açıkça söylerdi. Çünkü Allah biz her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diyor. Yaradan daha önce Ehli kitaba namazlarını kılarken, Mescidi Aksaya dönerek kılın demiş olsaydı ki böyle bir bilgi Kur’an da asla geçmez, bunun açıklaması da mutlaka yapılırdı. Çünkü namaz yalnız peygamberimize değil, tüm Ehli kitaba farz kılınmıştır. Ne yazık ki bu ve buna benzer yanlış anlaşılmalar, ayetleri Kur’an a göre değil, rivayetlere göre anlamaya çalıştığımız için olmaktadır. Peki, yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir demekle neyi kast ediyor. Önce bu ayette kıble kelimesinden ne anlamalıyız ona bakalım. Kıble: Sıkıntılı bir durumda yardım umarak başvurulan, takip edilecek doğru yön. Bakın ayette kıble kelimesi nasıl yerini buldu. Takip edilecek doğru yön. Zaten ayetin devamında da; (Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir.) Buradan da anlaşılıyor ki, takip edilecek yok Allah ın gönderdiği rehber Kur’an ın yolu. Peygamberimizin devrinde din ve iman o kadar yanlış yollara saptırılmış ki, Allah ın doğru yolundan, yani KIBLESİNDEN sapmıştı. Bakın aşağıdaki ayette bu konu ne kadar güzel açıklanıyor. Bakara 145: Yemin olsun, Ehlikitap'a sen her türlü mucizeyi getirsen de onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uymayacaksın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Eğer sen, ilimden nasibin sana geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan, işte o zaman kesinlikle zalimlerden olursun. Allah peygamberimize, sen ehlikitaba istediğin mucizeyi getir sende, senin kıblene yani senin doğru yoluna uymazlar, çünkü Allah ın yolundan KIBLESİNDEN sapmışlardır diye açıklama yapıyor. Elbette sende onların kıblesine yani takip ettikleri inanca, imana uymayacaksın diyerek uyarıyor. Bir başka örnek daha verip, onlar kendi aralarında da bölünmüşler ve farklı yollar izledikleri için, birbirlerinin kıblelerini yani yöneldikleri yolu kabul etmezler, diyerek dikkatimizi çekiyor. Yukarıdaki ayette geçen KIBLE kelimesini dikkatle inceleyelim. Eğer Allah bu kelimeyle namazlarınızı kılarken bu yöne dönün anlamında söyleseydi, bunu açıkça söylerdi. Fakat dikkat ediniz, namaz yani salât kelimesi asla geçmiyor. Şimdide size, peygamberimizin elçilik görevi tebliğ edildiğindeki bir özelliğinden daha bahsetmek istiyorum. Önce ayeti yazalım. Araf 158: De ki: 'Ey insanlar, ben Allah'ın hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)yim. Göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz. Ayette geçen ÜMMİ peygamber sözü ile Allah ne anlatmak istiyor bizlere? Burası çok önemli. Hatırlarsanız ümmi kelimesini günümüzde, okuma yazma bilmeyen olarak açıklanır. Acaba Allah bu ayetiyle elçisinden bahsederek, okuma yazma bilmeyen bir elçiye uyun demiş olabilir mi? Ya da Allah okuma yazma bilmeyen bir elçi görevlendirir mi? Gelin ÜMMİ kelimesinin ne anlama geldiğini, yine Kur’an dan anlamaya çalışalım ki, peygamberimizin o dönemdeki konumu, çok daha iyi anlaşılabilsin. Ali İmran 20: Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." Ehl-i kitaba ve ümmilere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok, eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir. Yukarıdaki ayette, Allah elçisinin Ehli kitaba ve ümmilere seslenerek, Allah a teslim oldunuz mu demesini istiyor. Dikkat ettiyseniz Ehli kitap ve ümmiler. Yani iki farklı toplum var. Eğer ümmilere okuma yazma bilmeyenler dersek yanlış olur. Çünkü Ehli kitap içinde, zaten okuma yazma bilmeyen çok insan vardı o devirde. Okuma yazma bilmemek, Ehli kitap tan olmadığı anlamına asla gelmez. Demek ki ümmi sözcüğünün anlamı çok farklı. Devam edelim, ümmi kelimesiyle Rabbimiz ne anlatmak istiyor. Ali İmran 75: Ehlikitap'tan öylesi vardır ki, ona yüklerle emanet teslim etsen onu sana iade eder. Onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine çökmedikçe onu sana geri vermez. Bunun sebebi şudur: Onlar: "Ümmîlerin, bizim aleyhimize yol bulmaları mümkün değildir." demişlerdir. Onlar, bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler. Yukarıdaki ayette aslında ümmilerin, Ehli kitap olmayan toplumlar olduğu anlaşılıyor. Çünkü Ehli kitap tan olanlar, ümmilere karşı çok sert davranıp, onların haklarını gasp ettiklerinde, buna kendilerinin haklarının olduğunu düşünmelerinden kaynaklanıyor. Çünkü ümmiler Ehli kitabın inançlarını kabul etmiyorlardı. Tabi yoldan sapmış Allah ın kitabından uzaklaşmış bir Ehli kitaptan bahsediyoruz, bunu da unutmayalım. Ümmilere haksızca davranan ve kendilerinin buna hakları olduğunu düşünenlere, Rahmanın cevabı aslında çok düşündürücüdür. Aslında aşağıdaki ayet, tüm söylediklerimizin bir özeti konumunda. Bakın Allah elçisinin ÜMMİ oluşu konusunda ki açıklamayı nasıl yapıyor. Şura 52: İşte biz böylece sana da emrimizden Kur'ân'ı vahyettik. YOKSA SEN KİTAP NEDİR? İMAN NEDİR BİLMİYORDUN. Fakat biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimizi doğru yola iletiyoruz. Şüphesiz ki sen de insanları doğru bir yola götürüyorsun. Bu ayetten de anlaşılıyor ki, peygamberimiz o gün yaşanan ehli kitabın hiç birisine tabi olmamış. Peki, neden tabi olmamış? Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi, Allah ın emrettiği din yolundan sapmış da ondan. Tüm bu bilgiler ışığında düşündüğümüzde, yoldan sapmış bir inanca tabi olmaktansa, doğrunun arayışında olmak, Allah katında en doğru olan olduğunu çok daha iyi anlıyoruz. Allah ın değişmeyen ve korunan rehberi, bugün elimizde sapasağlam duruyorsa, bizlerin yapacağı da çok açıktır. Bakara suresi 78. ayette, ümmi konusuna açıklama yapıyor ve bakın ne diyor. (Onlardan bir kısmı ümmidir. Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız şeylerden başkası değildir ve yalnızca zannederler.) Demek ki ÜMMİLER kitabı bilmeyenler, yani o günün ehli kitabın inançlarına tabi olmayanlar. Aşağıdaki ayet ise peygamberimizin o dönemdeki konumunu daha da net açıklıyor. Cum’a suresi 2: O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler. Allah ayetlerini o kadar güzel açıklıyor ki, yeter ki onu anlamaya çalışmak için çaba harcayalım. Ayetleri birilerinin nefsine, inancına feda etmeyelim. Ayette Allah, görev verdiğim elçiyi ÜMMİLERİN içinden seçtim diyor. Ayete dikkat ediniz, kendilerinden olan ve onlara ayetleri okuyan, onları arındırmaya çalışan, kitabı öğreten peygamberimizden bahsediyor. Buradan da anlıyoruz ki, ümmiler okuma yazma bilmeyen değil, tam tersine Ehli kitaba tabi olmayanlar olduğu anlaşılıyor. Peygamberimizin de bunların içinden, hakkın/doğrunun arayışında, güvenilir ve saygın bir insan olduğunu Kur’an dan öğreniyoruz. Zaten o devrin Ehli kitap toplumunun, peygamberimize en büyük karşı çıkışı, inanmak istemeyişindeki itirazları, kendi içlerinden bir peygamber çıkmayışınadır. Ehli kitap, Allah elçi göndermiş olsaydı, bizim aramızdan gönderirdi diyerek itiraz ediyorlardı. Günümüzde ÜMMİ nin anlamını, okuma yazma bilmeyen anlamına delil gösterdikleri ayeti önce hatırlayalım, daha sonrada üzerinde birlikte düşünelim. Ankebut 48: Sen bundan önce herhangi bir kitap okumuyordun; onu sağ elinle de yazmıyorsun. Eğer öyle olsaydı, batıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı. Aynı ayeti başka bir mealden de yazalım ki, ayet daha iyi anlaşılsın. Ankebut 48: Çünkü [ey Muhammed,] sen bu [vahyin gelmesi]nden önce herhangi bir ilahî kelâmı okumuş ya da onu kendi ellerinle yazmış değildin; öyle olsaydı, [sana vahyetmiş olduğumuz] hakikati çürütmeye çalışanlar, insanları [onun hakkında] kuşkuya sevk edebilirlerdi. Şura suresi 52. ayetini hatırlayalım ne diyordu elçisine Yaradan? (Yoksa sen kitap nedir? İman nedir bilmiyordun.) Demek ki Allah, sen bundan önce din adına herhangi bir kitap okumuyordun ve yazmıyordun demekle, o günün ehli kitabına ait kitapları okumuyordun ve bu konuda hiç bir şeyde yazmamıştın yani hiçbir bilgin yoktu, dediği çok açık anlaşılıyor. Eğer Allah Ankebut 48. ayetinde, sen okuma yazma bilmiyordun demek isteseydi, bunu çok açıkça söylerdi. Kur’an ın hiçbir ayetinde, peygamberimizin okuma yazma bilmediğine dair tek bir açıklama yoktur. Ümmi kelimesinin anlamı da yukarıda verdiğim ayet örnekleri ile çok açık anlaşılmaktadır. Allah ilk ayetinde, Allah ın adıyla oku diyor da, elçisi okuma yazma bilmiyorsa, bu bilgi mutlaka Kur’an da açıkça verilir, izah edilirdi. Ayetin sonunda Allah ın söylediği cümle, aslında dikkatle düşünüldüğünde her şeyi açıklıyor. (Eğer öyle olsaydı, batıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı.) Peki, kuşku duyulacak ne olabilir? Eğer ümmi kelimesine, okuma yazma bilmeyen anlamını verirsek, asıl o zaman kuşku duyulurdu. Çünkü okuma yazma bilmeyen bir insana uyulmanın, büyük hata olacağı toplumda tedirginlik yaratırdı. Asıl kuşku duyulmamasına neden, peygamberimizin bir ehli kitap olmadığı için, bu kitabı kendisinin yazmasının mümkün olamayacağı, o devrin inançlarından uzak olması nedeniyle, insanların Allah ın elçisine indirdiği kitaptan, şüphe edemeyecekleri anlatılıyor. Ama bizler ÜMMİ kelimesine, ne yazık ki Allah ın tek kelime bile söylemediği bir anlamı vererek, peygamberimizi okuma yazma bilmeyen bir insan ilan etmekten çekinmiyoruz bile. Hâlbuki peygamberimiz çok tanınan, çevresinde saygın, güvenilir büyük bir ticaret adamıydı. Böyle bir insanın, okuma yazma bilmemesi mümkün mü sizce? O devirde, peygamberimizin kendi içlerinden görevlendirilmemesini kabullenemeyenler, ne yazık ki bugünde aynı hatayı yaparak, peygamberimize hakkı olmayan bir yakıştırmayı yapmaktadırlar. Allah ın elçisine yaptığımız bu saygısızlıktan dolayı, Rabbimiz bizleri affetsin. Tüm bunlardan çıkaracağımız ders, bugün içinde yaşadığımız durumun acı gerçeklerinin, o devrin Allah ın kitabından uzaklaşmış toplumlarla, aynı konumda olduğu gerçeğidir. Çünkü bugünde, o günde Allah ın indirdiği kitap devre dışı bırakılmış, atalarından gelen rivayetler, itikatlar ve sanı ile din, iman yaşanır olmuş. Yaradan göndermiş olduğu kitaptan uzaklaşmış, rivayet ve sanıya iman edenler arasından bir elçi seçmeyip, ümmilerden yani Ehli kitaptan olmayanlar ama gerçekleri arayan, doğrunun arayışı içinde olan kulları içinden elçi seçmesi, çok düşündürücü ve dikkat çekicidir. Bunun üzerinde dikkatle düşünmeliyiz. Bu konuda alacağımız çok derslerin olduğunu düşünüyorum. Bizler Kur’an dan gerçekleri aramak yerine, rivayet ve hurafe inançlarımıza delil aramak adına, art niyetlerle Kur’an a bakmaya devam edersek, elbette Allah ın nurundan, güneşinden de, gereği gibi istifade etmemiz mümkün olmayacaktır. Tekrar hatırlatmak isterim, Yüce Allah görev verdiği elçisini, yoldan çıkmış Ehli kitaptan seçmemiştir. Bununla bizlere Allah ın anlatmaya çalıştığı, çok önemli bir mesaj vardır. Lütfen bu mesajı çok iyi anlamaya çalışalım ve kendimizi temize çıkarmadan, hiç kimseyi din ve iman adına ötekileştirmeden, elde Kur’an onun ipine sarılarak imanımızı yaşayalım. Allah cümlemizin yardımcısı olsun. Dilerim Rabbimden, Hurafe ve sanıya değil, Kur’an ın sınırlarını zorlamayan, FURKAN ın ipine sarılan, Allah ın halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Kur'an Müslümanlığı Sa......?
Sizlere şöyle bir söz söylesem ve desem ki, Kur’an Müslümanlığı diye bir sapıklık çıktı, sakın bu düşünceye alet olmayın, sözlerine inanmayın. Bana ne dersiniz? Ne yazık bu sözleri söyleyen, büyük bir çoğunluk ve toplumda söz sahibi önemli kişiler var. Gelin bu sözler üzerinde birlikte, Kur’an ı rehber alarak düşünelim. Acaba bir Müslüman, yalnız Kur’an Müslüman ı olmayıp da, başka kaynak ve bilgilerinde içine aldığı bir Müslümanlığın içinde mi olmalı? Çünkü bu sözleri söyleyenler, sünnet yani rivayet hadisler eşliğinde olmayan, onun sentezi ile birleşmeyen bir İslam olamaz ve O İslam Allah ın istediği İslam değildir, BUNA İNANMAK SAPIKLIKTIR deniyor. Elbette rivayet edilen hadislerden faydalanalım, ama hiç ayrım yapmadan, Kur’an ın onayını almadan bunu yapmak, bizleri Allah ın yolundan saptırır. Her doğru bilgi bizlere güzel örnek teşkil edecektir, bunda hiç şüphe yok. Çünkü peygamberimiz bizler için örnektir. Ama doğrunun içine yanlış karıştırırsak, doğruların hayrını göremeyiz, lütfen bunu unutmayalım. Acaba Kur’an, rivayet edilen hadislerden, farklı bilgiler mi veriyor da bu sözler söyleniyor. Bir başka deyişle peygamberimiz, Kur’an ın dışından da hükümler vermiş midir? Bu konuyu elde Kur’an, doğru araştırmaz isek, kendimizi şeytanın yoldaşı bulmamız, kaçınılmaz olacaktır. Bu sözlerden de anlaşılıyor ki, yalnız Kur’an ile Müslüman olunmaz, düşüncesi anlatılmaya çalışılıyor. Acaba bu sözler Kur’an dan onay alıyor mu dersiniz? Bu konuda Kur’an merkezli birlikte düşünelim. Hatırlayalım isterseniz, Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum demiyor muydu? Allah elçisine görev verirken, Kur’an ın yanında sende hükümler verebilirsin diye mi yetki verdide, bu sözler söyleniyor. Yoksa sana indirdiğimle onlara hükmet mi demişti, ne dersiniz? Gelin sorumlu olduğumuz kitaptan, bu konuyu araştıralım. Allah ın kitabına baktığımızda bu sözlerin, Kur’an ın hükümlerinin tam tersine bir düşünce olduğunu görüyoruz. Çünkü peygamberimiz yalnız ama yalnız, Kur’an ile hükmetme görevi almıştır. Bu konu açıkça, birçok ayette anlatılır ve bizler bu konuda çok dikkatle uyarıldığımızı görüyoruz. Ayrıca asla unutmamamız gereken Rabbin bir hükmü var ki, BEN HÜKMÜME HİÇ KİMSEYİ ORTAK ETMEM diyerek, Kehf 26. ayetinde hükmünü apaçık vermişti. Şimdide Allah elçisine ve bizlere, uymamız gereken kitabın ne olduğunu söylüyor Kur’an da ona bakalım. Maide 49: ARALARINDA ALLAH'IN İNDİRDİĞİYLE HÜKMET ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır. Kur’an Müslümanlığına sapıklık dersek eğer, yukarıdaki ayete iman etmiyoruz demektir. Çünkü peygamberimize Allah, ümmetine yalnız Kur’an ile hükmetme görevi vermiştir. Bu konuya örnekler vermeye devam edelim. Ahkaf 9: De ki: "Ben, resuller içinden bir türedi değilim! Bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. BANA VAHYE DİLENDEN BAŞKASINA DA UYMAM! Ve ben, açıkça uyaran bir elçiden başkası da değilim. Peygamberimiz bana vahyedilenden başkasına uymam derken, acaba ne anlatıyor? Elbette yalnız Kur’an dan. Peygamberimiz bana vahyedilen Kur’an dan başkasına uymam diyorsa, nasıl olurda yalnız Kur’an Müslüman ı olanlara sapık deriz. Bunu söylemekle aslında ne söylemiş oluyoruz biliyor musunuz? Benim dilim varmıyor söylemeye. Bazı düşünce ve inanç sahibi din kardeşlerimiz, peygamberimize yalnız Kur’an değil, onun dışında hüküm koyma yetkisi verildi diyerek, İslam ın sınırlarını kendi nefislerine göre genişletebiliyorlar. Hâlbuki Rabbimiz bakın ayetinde ne diyor. Yasin 69: Biz, o Peygamber’e şiir öğretmedik. Bu, ona yaraşmaz da. O(na verdiğimiz) ancak bir öğüt ve APAÇIK BİR KUR’AN’DIR. Demek ki peygamberimize indirilen, yalnız Kur’an olduğu apaçık ayette belli olduğu halde, nasıl olurda yalnız Kur’an Müslüman ı olanlara sapık yaftası yapıştırırız. Hepimiz yalnız Kur’an Müslüman ı olmalıyız, çünkü peygamberimiz yalnız Kur’an Müslüman’ıydı. Allah bakın apaçık ne diyor bu konuyla ilgili. Zühruf 44: Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür VE SİZ ONDAN SORGUYA ÇEKİLECEKSİNİZ. Bizler eğer yalnız Kur’an dan hesaba çekileceksek, nasıl olurda Kur’an ın dışından da hükümlerden sorumlu olduğumuzu söyleriz. Ayetin hükmünü yerine getirenlere de nasıl olur da Kur’an Müslümanlığına sapıklıktır deriz? İşte böylece ayetler, birer birer devre dışı kalıyor. Allah kurtuluşa erecek kullarının, bakın kimler olduğunu söylüyor. Bakara 5. İşte onlar, RABLERİNDEN GELEN BİR HİDAYET ÜZEREDİRLER ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır. Rabbimizden gelen hidayet sizce nedir? Elbette yalnız Kur’an. Allah kurtuluşa ereceklerin yalnız Kur’an üzerine olanlar olduğunu söylüyorsa, Kur’an ın dışına çıkarak hükümler aramamız mümkün mü? Peygamberimiz sizce bunca açık ayetlerden sonra, Kur’an ın dışına çıkmış olabilir mi? Yine Allah ın aynı konuda verdiği, şu örneğe bakar mısınız lütfen. Muhammet 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir. Allah ın günahlarını affettiği kulları kimlermiş? Peygamberimize hak olarak yani sorumlu olduğumuz kitaba/Kur’an a inananların Allah günahlarını bağışlamış ve hallerini düzeltmiştir diyor. Bu durumda Kur’an ın dışından, onun sınırlarını aşan, Kur’an ın hiç bahsetmediği bilgilerin ardına düşenler, ne durumdadır dersiniz? Aşağıdaki ayetleri lütfen dikkatle düşünelim. Araf 3: (Ey insanlar) RABBİNİZDEN, SİZE İNDİRİLENE UYUN ve O'ndan başka dostlara/velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! Enbiya 10; And olsun, SİZE ÖYLE BİR KİTAP İNDİRDİK Kİ, BÜTÜN ŞAN VE ŞEREFİNİZ ONDADIR. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Enbiya 45: De ki: "Ben sizi ancak VAHİYLE UYARIYORUM." Ama sağırlar, uyarıldıklarında çağrıyı işitmezler ki! Yukarıdaki ayetlerde, Rabbimiz yalnız nereye uymamızı emrediyor? Elbette yalnız Kur’an a. Hatta size öyle bir kitap gönderdim ki diyor, bütün şan ve şerefiniz, kurtuluşunuz ondadır. En son ayette de, ben sizi ancak vahiyle uyarıyorum diyerek, Kur’an ın dışından, peygamberimizin asla ümmetine hiç bir şey söylemediği, çok açık anlaşılıyor. Ne yazık ki tüm bu ayetler apaçık dururken, ne yani peygamberimiz postacımıydı diyerek, peygamberimizin asla söylemediği, daha doğrusu söylemesi Kur’an a göre asla mümkün olmayacak sözleri, peygamberimize atfederek, büyük bir vebalin içine girilmektedir. Bu vebalin büyüklüğünü, tarif etmekte güçlük çekiyorum. Kur’an ın muhkem ayetlerini yoruma ve tevile açık bir rehber ilan ederek, kendi nefislerimizde şekillendirdiğimiz bir Kur’an a uyan mı acaba bahsedilen saygısız söze layıktır, yoksa Allah ın, Kur’an ın ipine sarılın, sizi doğruya ulaştıracaktır ayetlerinin hükmünü yerine getirenler mi? Yorum sizlerin. Bakın bu konuda Rabbimiz bizleri nasıl uyarıyor. İsra 36: Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. Din ve iman konusunda, hakkında kesin emin olabileceğimiz bilgi nerede vardır diye sorsam, ne cevap verirsiniz? Sanırım emin olabileceğimiz kesin bilgi, yalnız Kur’an dır diye cevap verirsiniz. Peki neden? Çünkü Allah Kur’an ı ben koruyorum diyor da ondan. O halde Kur’an Müslüman ı olan bir insana, Kur’an ın onay vermediği hiç bilgiyi kabul etmeyenlere, SAPIK DİYEBİLİR MİYİZ? Bazı din kardeşlerimiz, tıpkı Kur’an gibi peygamberimizin rivayet hadisleri de Allah koruması altındadır diye inandırılmış. Lütfen ayetlere bakınız, Allah böyle bilgiden de sorumlusunuz diyor mu? Eğer böyle bir bilgiden, Kur’an ın dışından, din adına konmuş olan hükümlerden de sorumlu olsaydık, Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, Kur’an dan hesaba çekeceğim der miydi? Kelime oyunlarına ve ayetlerdeki sözcüklere farklı anlamlar vererek, Kur’an da adeta çelişki yaratmaya çalışanlara lütfen kanmayalım. Peygamberimiz sizleri yalnız vahiyle/Kur’an ile uyarıyorum der miydi ayetlerde. Lütfen ayetleri görmezden gelerek, inancımızı yaşamayalım, inanın çok üzülürüz. Rivayet hadisler peygamberimizin zamanında yazılmamıştır. Lütfen hadis tarihini araştırınız. Peygamberimiz önce yasaklamış, daha sonra izin vermiştir diyenler, lütfen dört halife devrinde hadis yazımı ve naklinin nasıl yasağının titizlikle devam ettiğini araştırsınlar. Peygamberimiz Kur’an ın dışından, bunlarda Allah katındandır, bunlardan da sorumluyuz diyerek, Kur’an ın dışından tek bir hüküm vermediğinin örneği aşağıdaki ayettir. Lütfen Allah ın bu ayetini, atalarımızın yanlış itikatlarının hüküm sürmesi adına, görmezden gelmeyelim. Hakka 44–45–46: Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakalardık. Sonra da onun şah damarını mutlaka keserdik. Değerli din kardeşlerim, lütfen Rabbimize kulak verelim, rivayet ve sanıya değil. Şunu asla unutmayalım, her Müslüman yalnız Kur’an Müslüman ı olmalıdır. Çünkü peygamberimizde yalnız Kur’an Müslüman’ıydı, Allah ın dinde ortağı değil. Çünkü Allah, hükmüme hiç kimseyi ortak etmem diyorsa, Rahmanın verdiği bu hükmü göz ardı ederek, inancımıza yanlış yön vermeyelim. Aşağıdaki ayet peygamberimizin aldığı görevi çok açık anlatıyor. Maide 67: Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan, O’nun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir. Ayete dikkat ederseniz, peygamberimizin asli görevi, indirilen Kur’an ı tebliğ etmek ve toplumu bu konuda ikna etmek, bilgilendirmek olduğu anlaşılıyor. Bu konuya birkaç örnek daha verelim ki, peygamberimize Allah ın verdiği yetki ve sorumluluk, doğru anlaşılsın. Allah ın elçisine vermediği bir yetkiyi, bizler nefislerimizde vermeye çalışırsak, sizce sonuç bizleri nereye doğru sürükler? Rad 40: Onlara va’dettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de, (göstermeden) senin ruhunu alsak da SENİN GÖREVİN SADECE TEBLİĞ ETMEKTİR. Hesap görmek ise bize aittir Ankebut 18: “Eğer siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önce geçen birtakım ümmetler de yalanlamışlardı. PEYGAMBERE DÜŞEN APAÇIK TEBLİĞDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.” Neml 92: "Ve Kur'ân'ı okumam emredildi." Artık kim doğru yola gelirse, yalnız kendisi için gelmiş olur; kim de saparsa ona de ki: "BEN SADECE UYARICILARDANIM." Ankebut 50: Dediler ki: “Ona Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!” De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır ve BEN ANCAK APAÇIK BİR UYARICIYIM.” Gaşiye 21: Artık sen öğüt ver! SEN ANCAK BİR ÖĞÜT VERİCİSİN. Kehf 56: Biz peygamberleri, SADECE MÜJDELEYİCİ VE UYARICILAR OLARAK GÖNDERİRİZ. Kâfir olanlar ise hakkı yerinden kaydırıp ortadan kaldırmak için bâtıl uğruna mücâdele verirler. Ayetlerimizi ve kendilerine yapılan tehditleri de alay konusu edinirler. Değerli din kardeşlerim, bunca apaçık ayetler varken, Kur’an Müslümanlığı sapıklıktır demek, günahların en büyüğü değil mi? Yorum ve karar sizlerin. Bir Müslüman a düşen, din kardeşini yalnız Kur’an ile uyarmak olmalıdır. Çünkü peygamberimiz veda hutbesin de, Kur’an ı bizlere emanet etmiştir. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
İslam Toplumları Olarak Nerede Yanlış Yapıyoruz
İslam toplumları olarak, ne yazık ki yüzlerce yıldır, ne huzuru ne de mutluluğu toplum olarak bulamadık. Peki, nedenini hiç düşündük mü? Hâlbuki Allah ın bizlere rehber olsun diye gönderdiği, kendi korumasına aldığı Kur’an, elimizin altında. Toplum olarak, namazımızı kılıyoruz, orucumuzu tutuyoruz, anlamadan okusak ta Kur’an ı bolca okuyoruz. Hacca gidebilmek içinde sıraya bile giriyoruz. Hatta birkaç kez gitmenin yollarını arıyoruz. Acaba yaptıklarımızın meyvesini neden alamıyoruz, yoksa yaptığımız bu ibadetleri, Allah ın istediği gibi yapmıyor muyuz? İslam toplumlarının genel çoğunluğu, acı ve keder içinde. Müslüman Müslüman ın kardeşidir diyen Rabbimize sanki inat, birbirimize düşman olmuşuz. Birbirimizi öldürmekten de çekinmiyoruz. Sizce yanlışımız nerede? Bir yerlerde yanlış yaptığımız, çok açık değil mi sizce de? Sorduğumuzda elhamdülillah Müslüman ım deriz hepimiz. Allah Kur’an a uyan, onun hükümlerini hayatına geçiren kullarımı darda, zorlukta bırakmam, onları hem bu Dünyada, hem de ahi rette güzellikler veririm diyerek, Kur’an ın ipine sarılmamızı öğütler. Biz Müslümanlar olarak, farkında olmadan, yoksa bir yerlerde yanlış mı yapıyoruz da bu acılar, kederler hep İslam toplumlarında kol geziyor. Evet dostlar, din kardeşlerim, ne yazık ki bu soruyu kendimize sorup, öz eleştiri yapmadığımız, yapanlara da kızdığımız içindir ki, yaptığımız hatalarımızı da göremiyoruz. İşin kötüsü yapmaya da devam ediyoruz. Allah sizleri huzura, mutluluğa götürecek rehber Kur’an dır dediği halde, bizler Allah ın mutluluk reçetesinden gereği gibi faydalanmayı bırakın, onu herkes anlayamaz, Kur’an da her bilgi yoktur, özet bilgiler vardır diyerek, rivayetlerin ve sanı bilgilerin peşine düşer olduk. Elleriyle yazarlar, bunlarda Allah katındandır diyenlere karşı, Allah ın uyarısını duymazlıktan gelen bizler, yoksa Kur’an ın ipine sarılmak yerine, beşerin elleri ile yazıp, bunlarda Allah katındandır diyenlere sarıldığımız için, başımıza tüm bunlar gelmiş olmasın? Elbette emin olmadığımız, Kur’an ın onayından geçmeyen rivayet ve sanı bilgiler, bizleri bugün bu hale getirdi. Allah dinde sakın bölünmeyin dediği halde, bizler bölünmekte bereket vardır dedik, sanki HÂŞÂ Rabbimize inatla. Allah şefaat tümden bana aittir dediği halde, şefaatçiler edinmekten hiç çekinmedik. Allah Kur’an da ne söylediyse, bizler tersini yaptık. Rabbimiz Kur’an ın ipine sarılın, sizleri doğruya yönlendirecektir dediği halde, bizler onu yüksek bir yere asıp, herkesin anlayamayacağı bir kitap ilan ettik. Daha da kötüsü edindiğimiz velilerin, şeyhlerin, efendilerin kitaplarına göre amel eder olduk. Kur’an da hiç bahsedilmediği halde, bunlar da Allah katındandır dediler, bizlerde sorgusuzca inandık. Çünkü Allah ın rehberini yüzlerce yıldır, anlamını bilmeden okuduk. Allah ın bizlerden ne istediğini hiç ama hiç anlayamadık. Anlamını bilmesen de oku, Allah sevap yazar mantığıyla İslam ı yaşadığımız içinde, dualarımız karşılık bulmadı. Elbette İslam ı bu şartlarda yaşayan bizlere, Allah ın cevabı bundan farklı olmayacaktır. Bizler Müslüman’ız dedik, ama Allah ın emrettiği ölçülerde değil, beşerin çizdiği ölçülerde Müslüman olduk. Allah Kur’an ın sınırlarını aşmayın, diye uyardığı halde, bizler sınırları aşmayı bırakın, kendimizce Allah ın ölçülerine, sınırlarına uymayan beşeri bir din yarattık. Bizler Kur’an a uymak, ona adapte olmak yerine, İslam dinini kendi nefsimize uydurduk. Tüm bu yanlışları yapan bizler, acaba bizler Müslümanlarız, peygamberimizin ümmetleriyiz, deme şansımız hala var diyebilir miyiz? Hiç sanmıyorum. İslam toplumları olarak bizler, İslam a ne yazık ki peygamberimizden sonra, uyum sağlayamadık, çünkü Kur’an ı terk ettik. Ama bunun farkında bile değiliz. Aklımızla değil, nefsimizle, duygularımızla İslam ı anlamaya, yaşamaya çalıştık. Böyle olunca da, şeytan hep aramızda cirit attı. Şeytanlaşmış insanlarda çoğalınca, iyice yolumuzu şaşırdık. Bölünen, parçalanan toplumlar kolay lokma olurlar. İşte onun için Rabbimiz Kur’an da, sakın bölünmeyin diyordu. Bizler bu yanlışımızı fark edemediğimiz sürece, aklını kullanan toplumların her zaman oyuncağı olmaya devam edeceğiz. Bu yanlışları yapmaya devam mı, yoksa yeter artık, kendi nefsimiz de yarattığımız şeriata, itikada değil, ALLAH IN ŞERİATINA, Kur’an a uymanın zamanı geldi, diyebilecek mi bu toplum? Umut çok az, ama biz yinede inşallah diyelim, dualarımız ve çabalarımız bu yönde olsun. Elbette her bilgiden faydalanalım, araştıralım ama danışacağımız, süzgecinden geçireceğimiz yalnız Kur’an olmalı. Çünkü Rabbimiz bizleri, yalnız Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyor. Yorum ve karar sizlerin. Aklını kullanabilen, elde Allah ın rehberi onun şeriatına uyan, dilerim aklı başında toplumlar oluruz. Yoksa işimiz o kadar zor ki, Allah yardımcımız olsun. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Hadis Naklederken Lütfen Dikkat
Yazılarımı okuyanlar bilir, yazdığım yazılarımın bir kısmının konusunu, özellikle bana verilen cevaplar oluşturur. Böylece güncel konuları gündeme getirerek, doğru zannedilen yanlışları konuşup tartışarak, üzerinde düşünülmesine vesile olmaktır amacım. Yine bir yazıma cevap verme nezaketini gösteren kardeşimizin, bana verdiği cevabın bir bölümünü önce yazmak ve daha sonra üzerinde konuşmak istiyorum. (Vahyin önem ve önceliğini anlatırken hadis-i şeriflere o kadar rijit yaklaşıyorsunuz ki insanlar sizin ifadelerinizden sizi hadis düşmanı sanmaları gayet doğal. Tek bir cümle ile hadisleri top yekûn inkâr etmediğinizi beyan ediyorsunuz. Ama bu yeterince inandırıcı olmuyor. Çünkü tasvip ettiğiniz tek bir tane bile hadis örneğini hiç bir yazınızda göremiyoruz. Tasvip ettiğiniz hadisleri hangi kaynaklardan aldığınız hakkında da en küçük bir bilgi kırıntısına dahi sahip değiliz. Böyle olunca hangi hadisleri nasıl süzgeçten geçirdiğiniz bilgisine sahip olmadığımızdan sizin tasvip ettiğiniz hadisler hakkındaki kanaatimizde yeterli bilgiye sahip olamamaktayız. Bu durumda meramınızı anlatacağım diye çırpınıp durmaktasınız. Ama bu çırpınışlarınız dalgalarla boğuşup yerinizde saymanıza bir miligram ilerleyememenize neden olmaktadır. Lütfen tasvip ettiğiniz hadisler hakkında daha ayrıntılı bir izahat.) Değerli kardeşimiz, benim rivayet hadislere karşı rijit yani çok sert, katı davrandığımı söylüyor. Ben ona sert ve katı tabiri yerine, çok fazla titiz davrandığımı söylersem, daha doğru bir açıklama yapmış olurum. Peki, neden böyle davranıyorum dersiniz? Elbette Yüce Rabbimiz, benim sorumlu olduğum Kur’an da böyle davranın dediği için. Allah söylemediği halde, bunlarda Allah katındandır diyenleri, nasıl bir son bekliyor bunu biliyorum, titizliğim bu uyarılar adınadır. Bu konuda birçok örnek var ama birkaç tanesini hatırlatmak isterim. Bakara 79: Vay o kimselere ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, “Bu, Allah’ın katındandır” derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline! İsra 36: Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönlün hepsi bundan sorumlu tutulacaktır. Bakara 42: Hakkı batılla karıştırıp da bile bile hakkı gizlemeyin. Bakar mısınız Rabbimiz nasıl uyarıyor bizleri. Kur’an ın dışından, beşerin yazdıklarına, bunlarda Allah katındandır diyenlere inananlara, Rabbimiz ne diyor? Vay onların haline. İşte ben bu acınacak insanların durumuna düşmemek için, elimden geldikçe titiz davranıyorum. Allah yine uyarısında, hakkında emin olmadığın sözlerin, bilgilerin ardına düşme, bunun hesabını sorarım diyor. Lütfen bu sözler üzerinde düşünelim. Allah bir ayetinde ne diyordu? Kur’an ı ben koruyorum, yalnız Kur’an ın ipine sarılın. Daha da emrini netleştiriyor ve Zühruf 44. ayette, sizleri Kur’an dan sorgu suale çekeceğim diyordu. Bu durumda hepimizin çok titiz davranarak, bunlarda Allah katındandır, ya da bunları da Kur’an ın dışından peygamberimiz söylemiştir diye bizlere ilettiklerinde, çok dikkatli olmamız gerekmez mi? Allah çok açık sizlere indirdiğimden başkasına uymayın emrini, bakın ne kadar net ve sert bir şekilde vermiş bizlere. Araf 3; Rabbinizden size indirilene uyun; O'nun berisinden bir takım dostların/velilerin ardına düşmeyin! Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz. Allah bizlerin uyacağımız kitabın, yalnız Kur’an olduğunu söylüyor. Kur’an ile birlikte sakın dostlar veliler edinerek, din ve iman adına farklı sözlerin peşi sıra gitmeyin diyor. Sanırım Yaradan ın bu sözlerini görmezden gelen kullarına da, siz ne kadar az öğüt alıyorsunuz diyerek kızgınlığını belirtiyor. İşte ben Rahmanın bu uyarılarını tebliğ almış bir Müslüman olarak, bana Kur’an dışından iletilen her bilgiyi, titizlikle Kur’an a danışıyor ve öyle kabul ediyorum. Onun onayından geçen her bilgi başımın tacıdır. Bu gerçekleri anlatmak içinde, çırpınıp duruyorum çok doğru. Beni anlamak istemeyene, ben kendimi anlatmak zorunda değilim. Ama hurafe, rivayet ve sanı o kadar güçlü ki, benim çırpınışlarımı örtüyor, saklıyor duyulmaz hale getiriyor. Bu çırpınışlarımı duymak bile istemeyenler, sitelerinden yazılarımı siliyor, beni uzaklaştırıyorlar. Onları Rabbime havale ediyorum. Hak olan asla batıldan korkmaz. Ancak batıl haktan, yani gerçeklerden korkar ve yanından uzaklaştırır. Arkadaşımız benim tasvip ettiğim hadislerden, daha detaylı bilgi istemiş. Cevabım ancak, Kur’an a uyan, onun onayını alan her hadis benim için bilgi ve pratik kaynağıdır diye cevap verebilirim. Rivayet hadisler dine hüküm koyamaz, ancak yaşantımızda çağımıza uygun örneklik teşkil eder. Tüm rivayet hadislere dikkatle yaklaşmalı ve peygamberimizin sözü olup olmadığını mutlaka Kur’an ile kontrol etmeliyiz. Peygamberimizin şu sözlerini lütfen unutmayalım. (Benden Kur'an dışında bir şey yazmayın. Kim, benden Kur'an dışında bir şey yazmışsa, onu imha etsin." Muslim-Zuhd/72(3004) /4137 Ebu Davud-İlm/3(3647) /4136 Musned-c.3/12,21,39 Darimi-Mukaddime/42 ) Beni hadis düşmanı ilan edenlere söyleyecek sözüm olamaz. Çünkü aklı başında hiç kimse doğru bilgiyi göz ardı etmez. Ben söylediklerimden sorumluyum, karşımdakinin anladıklarından değil. Benim top yekûn hadisleri inkâr etmediğimi söylediğimi, ama bunun inandırıcı olmadığını söylemiş din kardeşimiz. Fakat bana yönelttiği tenkidi kabul etmem mümkün değil. Tekrar hatırlatıyorum bakın bu konuda ne demiş. (Çünkü tasvip ettiğiniz tek bir tane bile hadis örneğini hiç bir yazınızda göremiyoruz.) Bu kardeşimiz sanırım benim birkaç yazımı okumuş. Çünkü ben özellikle peygamberimizin söylemiş olması mümkün olabilecek hadislerinden örnekler verdiğim gibi, doğru olması asla Kur’an a göre mümkün olmayan birçok hadislerden de, yazılarımda özellikle örneklerini veririm. Çünkü yanlış bilgi bile, bizlere dersler verir. Hiçbir bilgi toptan reddedilemez. Ama bu bilgiyi elimizde bir ölçme kaynağı varsa, o kaynağın onayı mutlaka alınmalı kontrol edilmelidir. Din ve iman adına ölçümüz Kur’an olduğuna göre, akıllı bir insanın yapacağı çok açıktır. Yine beni hadisler konusunda ikaz eden kardeşimiz, aslında üzerinde çok düşünmemiz gereken bir noktaya parmak basmış ve bakın ne demiş tekrar hatırlayalım. (Tasvip ettiğiniz hadisleri hangi kaynaklardan aldığınız hakkında da, en küçük bir bilgi kırıntısına dahi sahip değiliz.) Değerli din kardeşlerim, işte İslam ı bölen, parçalayan hatta birbirine düşman eden yol ve yöntem. Rivayet hadisleri kimden aldın. Senin kaynağın benim kaynağımdan daha emin, daha garanti. Acaba hangi mezhebin topladıkları hadisler gerçekten peygamberimizin sözleridir? Günümüze kadar nakledilen rivayet hadisler, acaba ismini verdiğimiz din âlimlerine hiçbir değişiklik yapılmadan ait olduğuna, kim ya da kimler garanti verebilir? Bunun garantisini verebilecek var mı aramızda? Eğer bu garantiyi verebilecek bir güç makam yoksa lütfen elde Kur’an, onun onayını mutlaka almalıyız. Tabi yalnız Kur’an ile iman olmaz, Kur’an yeterli değildir diyenlere, sözüm meclisten dışarı. Genelde yazılarımda alıntı yaptığım hadisler, Kütübü sitte dendir onu da belirtmek isterim. Ama her kaynaktan alır, doğruluğunu Kur’an ile kontrol ederim. Kontrolsüz bilgi, asla fayda vermez, tam tersine büyük zararlar verir. Onun için Allah, Kur’an ın sınırlarını aşmayın diye uyarıyor bizleri. Sarraf altın bozdurmaya gelen müşterisinin elindeki altını, nasıl zarar etmemek, aldanmamak için, gerçek altın mı diye elindeki imkânlarla kontrol ediyorsa, lütfen aynı yolu ve yöntemi, titizliği ziyana uğramamak ve kaybedenlerden olmamak istiyorsak, bizlerde bu yolu izlemeli, her bilgiyi Kur’an ın süzgecinden geçirmeliyiz. Çünkü Rabbimiz sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diye, apaçık hüküm veriyor. Bu hükmü veren Yaradan, daha sonra Kur’an ın hükmü olmayan bir bilgiden de, sorumlu tutar mı? Hadislere dikkat ediniz lütfen, hepsi bir rivayete göre diye başlar ve ikinci üçüncü şahısların nakillerdir. Peygamberimiz kendi sözlerini asla yazdırmamıştır. Düşündürücü değil mi? Bu konuda da aynı arkadaşımızın bana, bir ikazı ve uyarısı var. ( Müslümanlar inancını Kuran ile sorgulayacak da, Türkçeye doğru dürüst tercümesini yapamadıkları meallerden hareketle mi Kuran'ı anlayabilecek? Diyanetin bile mealinde bir yığın hatalı tercüme var. ) Arkadaşımızın bu sözlerine, kısmen katılmamak mümkün değil. Gerçekten Diyanet bile başkan değiştirdikçe, yeni Kur’an meali yazıyor, diğerinden farklı yerleri var. Fakat şükürler olsun ki birçok yazar ve ilahiyatçının tercüme ettiği mealler var elimizde. Eğer bu meallerin birisine kapılmadan, hepsinden araştırma yaparak, Kur’an ı bir bütün olarak anlamaya çalışırsak, tüm gerçekleri görebiliriz. Çünkü Allah siz anlayasınız diye, her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle Kur’an da verdik der. Yani Kur’an ı yine Kur’an ayetleri ile açıkladığını söyler bizlere. İsteyen istediğini yazsın, Allah ın kitabı öyle bir nur ki, yaptıkları yanlışlar, yanlış tercümeler hemen ortaya çıkıyor. İşte imtihanın zor yanı da burası olsa gerek. Çaba harcamak, gayret bizden, yardım Allah tan. Allah yemin ederek sizlere kolaylaştırılmış bir kitap indirdim diyorsa, Allah ın rehberini zor anlaşılır ilan etmek, Yaradan a büyük saygısızlıktır diye düşünüyorum. Allah asla anlaşılması zor, her dile çevrilmeyen bir rehber gönderip, daha sonrada kullarını sorumlu tutmaz. Rabbimiz Kur’an ayetlerini okuyup düşünenlerin, gönül gözlerini açarım diyorsa, lütfen bu uyarıyı dikkate alalım. Kur’an ın verdiği örnekler üzerinde lütfen düşününüz. Muhkem ayetler, herkesin anlayacağı şekilde, kolay ve anlaşılır örneklerle açıklanmıştır. İŞTE ONUN İÇİNDİR Kİ KUR’AN IN BİR AYETİNE, DOĞRU OLMAYAN BİR ANLAM BİLE VERSELER, BİR BAŞKA AYET ONUN YANLIŞLIĞINI ORTAYA ÇIKARTIR. Kur’an işte böyle mucize bir kitaptır. Yeter ki ondan istifade etmesini bilelim. Yeter ki düşünerek iman edelim. Ben her türlü kaynaktan hadis alır ve üzerinde düşünürüm. Bu rivayet hadisi acaba peygamberimiz söylemiş midir diye. Neden biliyor musunuz? Çünkü ümmetini bu konuda öyle bir uyarmıştır ki peygamberimiz, emin olmadığın sözleri peygamberimize nispet ette görelim. Bakın neler söylemiş. 5176 - Hz. Ali radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: "Benim hakkımda yalan söylemeyin. Zira benim üzerime yalan uyduran cehenneme girer." Buhâri, İlm 38; Müslim, Mukaddime 1, (1); Tirmizi, İlm 8, (2662). 5177 - İbnu'z-Zübeyr radıyallahu anhüma anlatıyor: "Babama dedim ki: "Ben niye senin Resülullah'tan hadis rivayetini işitmiyorum. Halbuki falan ve falandan çokça işitiyorum?" Bana şu cevabı verdi: "Evet ben, Müslüman olduğum günden beri Aleyhissalâtu vesselâm'ı hiç terketmedim. Hep beraber olduk. Ancak O'nun şöyle söylediğini de işittim: "Kim bile bile bana yalan nisbet ederse ateşteki yerini hazırlasın." Buhâri, İlm 38; Ebü Dâvud, İlm 4, (3651). İşte ben peygamberimizin, bu uyarılarının Kur’an ın bire bir uygulaması olduğunu Kur’an dan apaçık görüyorum ve titizliğim bundandır. Bu hadisleri nasıl olurda kabul etmem, görmezden gelirim. Hadis naklinde, sözlerin anlamlarının değişme ihtimali çok büyüktür, titizliğim bunadır. Ayrıca nakledilen konunun, nakledenin kendi düşünceleri ile şekillendirilmesi, hatta farklı anlamlar vermesi de kaçınılmazdır. Lütfen bu gerçeği de unutmayalım. Hadis yazımını ve naklini peygamberimiz, önce serbest bırakmış ama yapılan yanlışları gördüğünden, kesinlikle yasaklamıştır. Bir kısım kardeşlerimizin, daha sonra serbest bırakmıştır düşüncelerinin yanlış olduğunu, dört halife devrinde hadis yazımı ve nakliyle nasıl mücadele edildiğini araştırmalarını öneririm. Size bu konuda bir örnek vermek isterim. Hz. Ebu Bekir, peygamberin vefatından sonra Müslümanları toplayarak şöyle demişti: “Sizler, Peygamberden hadis rivayet ediyorsunuz ve bu hadislerde ihtilafa düşüyorsunuz. Sizden sonrakiler ise daha fazla ihtilaf edecektir. Peygamberden hiçbir şey tahdis etmeyin. Size bir soru soran olursa, “Bilgimizle sizin aranızda Allah’ın kitabı var” deyin ve onun helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kılın” [Zehebi, “Teskiretu’l Huffaz, I, 2-3] Bizden önceki Ehli kitabın yoldan sapmaları, ne yazık ki Allah ın kitabını rehber almak yerine, atalarından gelen rivayetlerin ardına düşmeleriydi. Peygamberimiz ve en yakın ashabı da bunu bildiği için toplumu uyarmıştır. Bugün aynı yanlış devam ediyor. Hatta öyle güçlü devam ediyor ki, rivayet hadisler olmasaydı, Kur’an anlaşılmaz kapalı kalırdı diyerek, adeta Kur’an ın üzerine çıkartılıyor bu bilgiler. Allah bizleri affetsin. Bu acı gerçeği gören her Müslüman, rivayet hadislere karşı çok dikkatli olmalıdır. Bende bunu yapıyorum, Allah şahittir. Yine Kütüb ü sitte den, çok dikkat çekici ve bir o kadar düşündürücü bir rivayet hadis nakletmek istiyorum. Çünkü bu hadis adeta yazımızın bir özeti. 5179 - Mücâhid merhum anlatıyor: "Büşeyr el-Aşevi, Hz. İbnu Abbâs radıyallahu anhümâ'ya gelip: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki..." diyerek birşeyler anlatmaya kalktı. Ancak İbnu Abbâs onu konuşmaya bırakmadı ve kendisine iltifat etmedi. Büşeyr: "Sözlerimi niye dinlemiyorsunuz? Ben size Resülullah aleyhissalâtu vesselâm'dan anlatıyorum, hiç tınmıyorsunuz, niçin?" diye sordu. İbnu Abbâs ona şu cevabı verdi: "Biz vaktiyle, bir kimsenin "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki" dediğini işitince, gözlerimizi ona çevirip kulaklarımızı da dinlemek üzere uzatıyorduk. Ne zaman ki, insanlar hadis rivayetinde laubalileştiler, biz de onlardan ancak bildiklerimizi almaya başladık." Müslim, Mukaddime 7, (7). Değerli din kardeşlerim, işte bizler bugün hadis naklinde o kadar laubalileştik ki, adeta söylenenler, peygamberimize iftira niteliğini taşıyor. Ben bu yalanın iftiranın içinde olmamak için, elimden geleni yapıyor ve titiz davranmaya çalışıyorum. Bu söylenenler unutmayalım, peygamberimizin ölümünden çok sonra söylenen sözler değil. Birde aradan yüzlerce yıl geçtiğini düşünün, ne anlatmak istediğimi daha iyi anlayacaksınız. Karar ve yorum sizlerin. Ömür geldi ve geçiyor. Emanetimizi teslim ettiğimizde, hesabın görüleceği O çetin gün, pişman olmak istemiyorsak, gelin dersimize Kur’an dan bizzat kendimiz çalışalım. Daha sonrada soralım, soruşturalım. Sen Kur’an ı anlayamazsın diyenlerin sözlerine aldanmadan, İmanımızın sınırlarını Kur’an dan öğrenelim. Kur’an ın sınırlarının dışından bilgi verenlere, itibar etmeyelim. Kur’an ın sınırlarını aşan, şeytanın oyuncağı olur, lütfen bu gerçeği unutmayalım. Yaradan Enbiya suresi 10. ayetinde yemin ederek, sizlere öyle bir kitap gönderdim ki, bütün şan ve şerefiniz, tüm gerçekler ondadır diyorsa, gelin beşerin ipine değil, Kur’an ın ipine sarılalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Sosyal Bir Toplum Olmaktan Uzaklaşınca
Her Cuma günü, toplantı salâtına yani Cuma namazına giderken, içimde buruk bir duygu olur. Burukluğum un nedeni, Cuma namazına Allah ın, hiç bir ayrım yapmadan, kadın erkek tüm iman edenleri bu toplantıya davet etmesine rağmen, edindiğimiz yanlış itikatların, apaçık ayetlerin önüne geçerek, üstünü örterek bizlere yön vermesi, beni ziyadesi ile üzmektedir. Bu yanlış toplumu da, sosyal açıdan kötü yönde etkilemektedir. Tüm Ehli kitaba baktığımızda, hepsinde haftada bir gün, toplantı günü ilan edilmiştir. Bu günde Kadın, çocuk, erkek ayrımı asla yapmadan birlikte ibadet ederler. Allah bizlere de Kur’an da aynı ibadeti, hiç ayrım yapmadan, Ey iman edenler, Cuma salâtına çağrıldığınızda, işi gücü bırakarak çağrıya uyun diye emrettiği halde, bizler bu emrin özünü-amacını doğru anlayamayıp nefislerimizin etkisiyle değiştirip, yalnız erkeklere çağrının yapıldığına inandırılmışız. Elbette bu yanlışı yaptığımız içinde, toplum olarak SOSYAL değil, A SOSYAL toplum olmuşuz. Allah toplantı salâtından bahsederken bizlere, çok önemli bir şeyin dikkatini çekiyor. Cuma 9: EY İMAN EDENLER, cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ı zikretmeye koşun ve alış-verişi bırakın. EĞER BİLİRSENİZ, BU SİZİN İÇİN DAHA HAYIRLIDIR. Yüce Rabbimiz bu toplantı namazının öneminden bahsederek, bilesiniz ki bu sizin için daha hayırlıdır diyor. İşte bizler bu hayrın, güzelliğin, toplumda birlikte yaşamanın öğretisi ve düzenin asli unsurundan, kadınlarımızı soyutladığımız için, gerekli eğitimi, dersi alamıyor ve toplum olarak bizler için hayırlı olandan uzak kalıyoruz. Peygamberimiz devrinde Cuma namazlarını bırakın, vakit namazlarında bile kadınların, mescitlerde namaz kıldıklarını biliyoruz. Peygamberimizin ölümünden sonra, ne yazık ki bu yolla topluma verilmeye çalışılan anlaşılamamış, ya da nefsini eğitmekten aciz insanların sayesinde, kadınlar camilerden/mescitlerden hatta sosyal yaşamdan uzaklaştırılmıştır. Amaçlarını gerçekleştirmek içinde, uydurulan hadisler sayesinde toplum, sosyal bir toplum olmaktan uzaklaştırılmıştır. Sizlere konunun daha iyi anlaşılması için, ders alabileceğimiz, bu konuyla ilgili rivayet bir hadis örneği vermek istiyorum. 5478 - İbnu Ömer radıyallahu anhüma, Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'ın: "Birinizin hanımı mescide gitmek için izin talep ederse ona mani olmasın (izin versin)" dediğini haber vermişti. Bilâl İbnu Abdillah: "Allah'a yemin olsun, biz onlara mani olacağız!" dedi. Bunun üzerine Abdullah radıyallahu anh, ona yaklaşıp öyle hakâretâmiz söz sarfetti ki, böylesini hiç işitmedim. Sonra şunu ekledi: "Ben sana Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm'dan haber veriyorum; sen ise durmuş, "Vallahi mani olacağız" diyorsun!" Buhari, Cum'a 12, Ezân 162, 166, Nikâh 116; Müslim, Salât 134, (442); Muvatta, Kıble 12, (1, 197); Ebu Dâvud, Salat 53, (566, 567, 568); Tirmizi, Salât 400, (570). Peygamberimizin ölümünden sonra, ne yazık ki toplum bakın neler söyler olmuş. Tabi bu zihniyet her geçen gün güç kazanmış ve günümüze kadar güçlenerek gelmiştir. Cuma namazını Allah bizlere, hiç ayrım yapmadan kadın, erkek birlikte ibadet yapmamızı istemesinin, elbette çok önemli bir nedeni vardı. Ama bizler bunu anlayamadık. Toplantı namazının asıl amacı, hep birlikte Allah a dua etmek, ondan yardım istemektir. Hep birlikte Rabbimizin önünde kıyam eder, rükû eder, secde ederek ona bağlılığımızı bildiririz. Toplantı yani Cuma namazında yine, toplumun çok önemli sorunlarına çareler aranır. Toplum her konuda bilgilendirilir ki, yanlış kaynaklardan bilgi alıp aldatılmasın. Zor durumda olan komşularımızı tespit ederek, onlara destek olmanın yollarını ararız. Bugün bu söylediklerimden hangisi yapılıyor? Sizce Cuma salâtının/namazının asıl amacından, eser var mı günümüzde? Bu toplantı ibadetlerinde, erkek ve kadın aynı çatı altında, dostça kardeşçe, bir birine art niyet beslemeden yaşayabilmenin bilincini kazanır. Ne kadın erkeğe, ne erkek kadına asla art niyetle bakmamanın bilincini, eğitimini, alışkanlığını edinir camide/ mescitte. İşte bizler bu eğitimden uzak bir nesil yetiştirmenin, ne yazık ki acısını çekiyoruz. Sizlere bu konuda bir örnek vermek istiyorum. Dini konularda eğitim almış ve yüksek mevkilerde de görev yapmış, dini anlatan bir büyüğümüzün, yakında televizyon programın da, erkek kayın validesinin elini öpmeli midir sorusuna verdiği cevabı, bizlere ibret olması adına nakletmek istiyorum. ( Kayınvalide yaşlıysa sorun yok, genç olursa damadın niyetine bağlı. Gencecik kayınvalideler var. Damat, genç kayınvalidenin elini öperken şehvet hissine kapılmamalı, gönlüne hâkim olmalı. ) Değerli din kardeşlerim, bizler nefislerimizi gerektiği gibi eğitmekten kendimizi uzaklaştırdığımız gibi, Kur’an ın rehberliğinden de habersiz yaşayıp gidiyoruz. Kur’an dan haberi olan bir insan, eşinin annesinin kendi annesi ve kız kardeşi gibi sayılıp, Kur’an ın evlenme yasakları arasında olduğunu bilir. Bunu bilen bir Müslüman ın aklından, böyle şeyler geçer mi? Rabbim sen bizlere akıl, fikir ihsan eyle. Bunu bilen, bundan haberdar olan bir topluma, böyle bir söz söyleniyorsa, bu söz söylenen topluma büyük bir saygısızlıktır, hakarettir. Ama Kur’an a iman ettiğini zanneden bir toplum yetişmişse, bu sözler hakkında fazla konuşanda olmayacaktır. Gelin bu sözler ve düşünce üzerinde, kısaca birlikte düşünelim. Evli bir erkek, eşinin annesinin elini öperken, şehvet hissine kapılır mı? Bu satırları yazarken bile üzüntü duyuyor utanıyorum. Ama bu sözleri de yabana atmamalıyız. Çünkü böyle düşünenler var ki, bu tür düşünceler/sözler çekinmeden söylenebiliyor. Ne yazık ki İslam toplumu olarak, sosyal olmaktan çok uzaklaştık. Kadın ve erkek kamplara ayrıldık. Adeta birbirine hasım cinsler olarak yetiştirildik. Hâlbuki Allah kadını ve erkeği, birlikte bir bütün olarak yaratmıştır. Ayrıca imtihanımızın da çok önemli bir unsurudur birlikte yaşamak. Allah birbirimizle bizleri her an imtihan etmektedir. Bu imtihandan korkarak, ya da kaçarak kadını yakınımızdan uzaklaştırmakla, kendimizi kurtaramayız. Bunu yaparak ancak toplumun düzenini bozarız. Cuma salâtının da özü ve amacı, kadını ve erkeği, sosyal bir ortamda yaşanır, birbirleri ile bütünleşmenin, birlikte yaşamanın sağlandığı toplumlar haline getirmesidir. Böylece her iki cinsin birlikte nasıl yaşaması gerektiğinin bilinci verilir bu toplantı salâtında. Bizler kadını Cuma salâtından uzak tuttuğumuz içinde, bu bilinci toplum olarak ne yazık ki alamadık. Biz Müslümanlar, Allah ın bu çok önemli emrini yerine getirmediğimiz içindir ki, kadını yanımızda görmeye alışık olmadığımız dan, onları hayallerimizde yaşattık. Kadında erkeği yakınında görmeye alışmadığı, onu gerektiği gibi tanımadığı için, aynı yanlışı onlarda yaptı. Sonuç ortada. Söylenenlerden utanmamak elde değil. Değerli din kardeşlerim. Nasıl olur da, bir erkek, eşinin annesinin elini öperken, ona karşı cinsel bir haz hissedebilir? Bunu hisseden, açıkça SAPIKTIR. Nasıl olurda böyle bir düşünceyi sanki normal ve genelde olabilecek bir örnekmiş gibi topluma söyleyebiliriz, benim anlayamadığım kısım aslında burası. Demek toplum olarak, inanılmaz uç noktalarda yaşıyoruz. Konuşulması örnek verilmesi, söylenmesi bile tiksindirici bir olayı, eğer bizler sanki normal bir şeymiş gibi söyleyebiliyorsak, Kur’an ın zerre kadar terbiyesini almadığımızın kanıtı olduğu gibi, bu toplumun ahlak anlayışını da sorgulamaya açmamız gerektiğini düşünüyorum. Kadını ve erkeğiyle birlikte yaşamasını eğer öğrenmeye çalışmak yerine, hala kadını, sosyal toplumdan soyutlamaya devam edersek, buna benzer kişilerin aklın, mantığın ve Kur’an ın kabul etmediği, adeta sapkınlık mertebesindeki bu düşüncelerin gündeme geldiğine, daha çok şahit oluruz. Neye layıksak Allah onu verecektir. Onun içindir ki huzur ve mutluluğu yakalamak istiyorsak, elde Kur’an onun rehberliğinde yaşanacak, sosyal bir toplum yaratmanın çabasında olmalıyız. Bunu beceremeyen toplumlar, sonucuna da katlanmasını bilmelidir. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
İsra Suresi 73 ve 74. Ayetlerden Alacağımız Dersler
Değerli din kardeşlerim, bugünkü yazımın konusu olan İsra 73. ayette, acaba Rabbimiz bizlere ne anlatıyor ve hangi konuda dikkatimizi çekiyor, uyarıyor gelin bu ayetin üzerinde birlikte düşünelim. İsra 73: Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnat etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi. Ayetten de anlıyoruz ki, peygamberimiz Kur’an ı Ehli kitaba tebliğ etmeye çaba gösterirken, bazı şartlar öne sürerek, Kur’an ı kabullenme niyetinde olduklarını görüyoruz. Şartları da, Kur’an ın dışından, atalarından gelen rivayet inançlarından vazgeçmeyip, kendi hurafe inançlarının da Allah katından olduğunun, kabul görmesini istemeleriydi. Ayete dikkat ederseniz, Yaradan bu konuda elçisini uyarıyor. Eğer bu yanlışı kabul etseydin, yani Kur’an ın hükmetmediği bir konuyu, bunlarda Allah katındandır diyerek onlara uysaydın, seni can dostu kabul edeceklerdi diyor. Bizlerde aynı yanlışları bugün yapmıyor muyuz? Ayetin devamındaki uyarı ise bir o kadar düşündürücü. İsra 74: Eğer biz seni sağlamlaştırmamış olsaydık, yemin olsun, onlara birazcık meylediverecektin. Yüce Rabbimiz hepimizin yardımcısı olsun. Bu ayet çok ama çok şeyler anlatıyor. Tabi anlayana, anlamak isteyene. Dikkat ederseniz yapılan yanlışın özünde, Kur’an da hükmü olmadığı halde, bunlarda Allah katındandır diyerek inanmanın, büyük yanlış olduğu dikkat çekiliyor. Hatta Allah Kur’an ı din adına yeterli görmeyip, sanı ve rivayet inançlarının da takipçisi olmaya çalışanlara ne diyordu? Casiye 6: İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir. Bunları sana gerçek olarak okuyoruz. Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar? Araf 185: Göklerin ve yerin hükümranlığı konusunda, Allah'ın yarattığı her şeyi ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğini düşünmediler mi? O halde Kur'ân'dan sonra hangi söze inanacaklar? Günümüzde bizler ne yazık ki, cahiliye döneminde, Ehli kitabın yaptığı yanlışı, öyle bir tekrarlıyoruz ki, adeta Kur’an devre dışı bırakılmış durumda. Kur’an da her şey yazmaz, O özet bilgidir diyerek atalarımızdan intikal eden rivayet ve sanı bilgileri, Kur’an süzgecinden geçirmeden kabulleniyoruz. Allah ın uyarılarını, ikazlarını duyan bile yok. Allah bakara suresi 89. ayetinde, Kur’an da olmadığı halde, bunlarda Allah katındandır diyerek, elleriyle yazdıkları hakkında, bakın Rabbimiz nasıl uyarıyor bizleri. Bakara 79: Yazıklar olsun o kişilere ki, Kitap'ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye, "İŞTE BU, ALLAH KATINDANDIR!" DERLER. Vay haline onların, ellerinin yazdıkları yüzünden! Vay haline onların, kazanıp durdukları yüzünden! Ne yazık ki Allah ın bu uyarısını bugün duyan, çok az bir Müslüman toplumu var. Beşerin elleriyle yazdıklarını, bunlarda Allah katındandır, dinin hükümleridir diyenler, çok güç kazanmış ve dinde otorite sahibi olmuşlar. Bu uyarıları ve hatırlatmaları yapanlar ise peygamber düşmanı ilan ediliyor günümüzde. Peygamberimiz Kur’an ı tebliğ etmeye çalıştığı o günlerde, yoldan sapmış, ellerindeki Allah ın kitabından uzaklaşmış Ehli kitabın, peygamberimize yaptığı ama asla kabul etmediği O teklif, ne yazık ki günümüzde eller üstünde tutulur oldu. Peygamberimizin gerçek ümmeti, bu tuzağı artık fark etmelidir. Allah kendi elleriyle yazarlar ve bunlarda Allah katındadır diyenlere, vay haline onların diye uyarısını, lütfen göz ardı etmeyelim. Hesabın görüleceği O çetin günde, yoksa çok pişman oluruz. Rabbimiz Ali İmran suresi 101. ayetinde, bizlerin sarılacağı kitabın yalnız Kur’an olduğunu, bakın daha peygamberimizin zamanında o günkü topluma nasıl söylüyor. Ali İmran 101: Allah’ın ayetleri size okunuyor, Resulü de aranızda; peki nasıl küfre sapıyorsunuz? Kim Allah’a yapışırsa dosdoğru yola iletilmiştir o. Peygamberimiz daha hayattayken, Kur’an ı tebliğ aldığı halde, hala emin olmadıkları sanı ve rivayetlere iman etmeye de devam edenlere, Rahmanın ikaz ve uyarısı dikkat çeki değil mi dostlar. ( Kim Allah’a yapışırsa, dosdoğru yola iletilmiştir o. ) Allaha yapışmak, onun gönderdiği Kur’an a yapışmaktır. Çünkü Allah ne diyordu başka bir ayetinde, KUR’AN IN İPİNE SARILIN. Demek ki Kur’an ın emretmediği bir bilginin, hükmün ardı sıra giderek, bunlarda Allah katındandır demek, Allah ın tabiriyle, küfre sapmak olduğu çok açık anlaşılıyor. Allah bu konu üzerinde Kur’an da çok durmuş ve elçisini de birçok kez uyararak, Kur’an ın sınırlarını asla aşamayacağımızı ve bakın elçisinin bile yalnız ümmetine, neyle hükmetmesi gerektiğini, apaçık nasıl söylüyor. Maide 49: ARALARINDA ALLAH'IN İNDİRDİĞİYLE HÜKMET ve onların hevalarına uyma. Allah'ın sana indirdiklerinin bir kısmından seni şaşırtmamaları için diye onlardan sakın. Şayet yüz çevirirlerse, bil ki, Allah bir kısım günahları nedeniyle onlara bir musibeti tattırmak istemektedir. Şüphesiz, insanların çoğu fasıklardır. Bizlerin Kur’an ile irtibatını kesenlerin, elleriyle yazdıkları ne yazık ki bu sayede dine girmiş, hatta peygamberimizin adını kullanarak, İslam a nifak sokmuşlardır. Şunu asla unutmasınlar ki, peygamberimiz söylemediği halde, kim bu peygamber sözüdür derse, cehennemlik olacağını sakın unutmasınlar. Allah a ve elçisine iftira atanların sonunu, düşünmek bile istemiyorum. Allah elçisini uyararak, sana indirdiklerimizin bir kısmından, seni alıkoymasınlar, şaşırtmasınlar dediğini, lütfen doğru anlayalım ki, bizlerde birilerinin yanlışlarına uyarak, Allah ın kitabının bir kısmından alıkonmayalım. Allah ayetinde çok açık, sana indirdiğim Kur’an ile kullarıma hükmet diyor. Bu uyarı üzerinde lütfen, çok dikkatle düşünelim. Sizlere son olarak Rabbimizin bir uyarısını daha hatırlatmak istiyorum. Çünkü cahiliye devrinde, Ehli kitabın düştükleri büyük yanılgının, yanlışın aynısı bizler tarafından bugün yapılmaktadır. Enam 159: Dinlerini parça parça edip ayrı ayrı gruplara ayrılanlarla, senin hiçbir alakan yoktur. Onların işi Allah'a kalmıştır. Sonra O, kendilerine ne yaptıklarını haber verir. Bu kadar açık Allah ın uyarıları varken, hala dinde bölünmenin bereket ve güzellik getireceğini söylüyorsak, bizlerin İslam ı ne düzeyde yaşadığımız, sizce çok açık değil mi? Ayrıca birileri bizleri, Allah ın ayetlerinin bir kısmından, açıkça uzaklaştırdığının da kanıtıdır. Allah elçisini uyararak, Ehli kitabın dinde farklı inanç ve itikatlara bölünmelerine dikkat çekerek, bakın ne güzel uyarıyor. Sen asla o bölünmüşlüğün içinde olma diyor Rabbimiz elçisine. Çünkü Allah ın dini birleştirici ve toplumu tek yumruk yapan bir dindir. Ayette dikkat çeken ise, Allah ın O bölünenler hakkında söyledikleridir. Peygamberimizin asla böyle bir oluşum içinde olamayacağını belirttikten sonra, Onların işleri Allah a kalmıştır diyerek, Yaradan ın böyle bir yolu izleyenleri, dinde bölünüp parçalananları cezalandıracağını söylüyor. Anlayana çok şeyler anlatıyor ayet. Bugün bizler, atalarımızdan günümüze rivayet yoluyla gelen inançları/itikatları yaşatmak adına, Allah ın ayetlerini görmezden geliyor ve üstünü örtüyoruz. Verecek örnekler o kadar çok ki. Bizler Allah ın rehberini yeterli görmeyip, ellerimizin yazdıklarıyla iman etmeye devam ettiğimiz sürece, gerçekleri de asla görmemiz mümkün olmayacaktır. Çünkü Allah ayetlerimi görmezden gelip üstünü örtenlere, bir şeytan musallat ederim diyorsa, sanırım içinde bulunduğumuz ortamı tarif etmeye gerek yok. Dilerim Yüce Rabbimden, Allah ın sınırını aşmayan, sanıya ve rivayete değil, Allah ın tebliğine boyun eğen, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Banka Faizi ve Kar Payı Aldatmacası
Yaşantımıza bizler Kur’an ile yön veremediğimiz için, birileri bu eksikliğimizi kullanarak, çok güzel bizleri yönetiyorlar. Bizleri her konuda, kendi çıkarları doğrultusunda aldatanlar, kazandığımız paranın da bir şekilde peşine düşerek, kendi menfaatlerine kullanmanın yolunu bulmuşlardır. Yazımın konusu, bugün bankacılık sektöründe, faiz adıyla isimlendirilen nemalandırmanın/getirinin, Allah ın Kur’an da bahsettiği faizin, aynı anlamda olup olmadığı konusu üzerine olacaktır. Önce Kur’an a bakalım, Allah faiz(Riba) konusunda neler söylüyor. Ali İmran 130: Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz (Riba) yemeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz. Peki, Allah bu ayetinde ne anlatıyor bizlere? İşte bunu doğru anlarsak, bugün bizleri Allah ile aldatanların tuzağına düşmeyiz. Kur’an aklımızı ayetler üzerinde kullanmamızı emreder. Gelin bu konuyu birlikte düşünelim. Bir arkadaşınız sizden borç para istedi ve dedi ki, bu paranı sana ancak, 6 ay sonra geri ödeyebilirim. Eğer enflasyon, yani paranın değeri hiç düşmeyen bir ortamda yaşıyorsanız, paranızı verdiğiniz miktarda geri almamız gerekir. Eğer enflasyonist bir ortamda yaşıyorsak, paranın o günkü değeri ölçüsünde geri almamız gerekmez mi? İşte Allah da ayetinde bunu anlatıyor. Geri alırken bunun hesabını yapın, sakın kat kat fazlasını geri almaya kalkmayın diyor. Bazı kardeşlerimiz bu konuyu düşündükleri için, yakınına/arkadaşına borç verdiğinde, ya altını ölçü alır ya da enflasyonda erimeyen yabancı bir para birimini. Peki neden? Parasının değerini koruması için elbette. Aslında hepsinde amaç aynıdır, verende zarar etmesin, alanda. Ama dikkat ederseniz, borç alınan para bu şartlarda ödendiğinde, zamanın uzunluğuna göre, mutlaka daha farklı miktarlarda geri ödenir, tabi enflasyonist ortamlardan bahsediyorum. Hatırlatmam gereken konu ise, bizlerin dilimize faiz ismiyle Kur’an dan çevirdiğimiz kelime RİBA dır. Riba artmak, çoğalmak anlamındadır ki, buna karşılıksız, haksız artma, çoğalma diyebiliriz. Allah bunu yasaklamıştır. Allah alışverişi helal, ribayı haram kılmıştır. Dikkat etmemiz ve üzerinde dikkatle düşünmemiz gereken, Allah ın Kur’an da bahsettiği RİBA ile günümüzde bankaların aldığı, ya da verdiği faizin aynı anlamda olup olmadığı konusudur. Riba nın gerçek anlamını tarif etmek gerekirse, emek ve gayret karşılığı olmayan, her türlü haksız artış diye tarif etmemiz yanlış olmaz. Bankaya yatırılan para, ticaret yapamayan kişilerin parasının, enflasyonda erimesini önlemek ve ticarette, sermaye, kapital olarak kullanılmasına hizmet etmektedir. Cahiliye döneminde, zor durumlarda olan insanların malları, kat kat faiz alınarak ellerinden alınıyormuş. Allah Nisa 161. ayette de bu konuya dikkat çekiyor ve bakın ne diyor. (Yasaklanmış olmalarına rağmen faizi( riba) almaları ve haksız yollarla insanların mallarını yemeleri yüzünden onların küfre sapmalarına korkunç bir azap hazırladık.) Buradan da anlaşılıyor ki, Allah ın bahsettiği faiz, günümüzde TEFECİLİĞİN tam karşılığıdır. Tefecilerde zor durumdaki insanların varını yoğunu, kat kat artırarak aldıkları RİBA, insanları zor durumda bırakmaktadır. Kur’an toplum içinde insanların, birbirilerine maddi yardımda bulunmalarını özendirmiş, verilen borcun geri alınmasında, verilen paranın değeri üstünde geri alınması engellenmiştir. Böylece toplumlar arasında, yardımlaşmanın yolu açılmıştır. Şimdide günümüzde ki, bankaların durumunu birlikte düşünelim. Dikkat ederseniz bankalar, halktan aldıkları parayı, ihtiyaç sahiplerine satarlar. Bir başka deyişle, bankalar parayı satan, işleten, sermaye piyasasına, işletme sahiplerine sermaye yapan, ya da üretilen malların satışında kolaylıklar sağlayan bir aracı kurumdur. Bu tür işletmeler toplumların genişlemesi, büyümesi ve halkın birbirilerine yardım edemez durumuna düşmesi sonucunda, ortaya çıkmış kuruluşlardır. Bankalar bir işletmedir. Ülkenin içinde bulunduğu riskleri hesaplayarak, para biriktiren kişilerin paralarını, riskleri hesap ederek, para sahibine bir kar payı verir ve o paraya kendiside bir kar payı koyarak, ihtiyaç sahiplerine satar. İşte bankaların çalışma sistemi böyledir. Bunun Kur’an ın bahsettiği faizle hiçbir ilgisi yoktur. Eğer bankalar toplumun içinde bulunduğu zor günlerde, olağan üstü durumlarında, sırf kendi çıkarları için kat kat artırarak verdiği borcu geri alıyorsa, işte buna RİBA diyebiliriz. Bütün dünyada bankacılık yoluyla, insanlar kendi güçleri nispetinde evler, arabalar alıyor, ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Dikkat ederseniz, bu alınan borcun geri ödemesi, borcu alanı zor durumda bırakmadan ihtiyacını görüyor, rahatlıkla geri ödeniyor. Tabi hesabını bilenler için. Teşbihte hata olmaz. Bizleri inancımızla aldatanlar, ne yazık ki bu konuda da ellerinden gelenleri yapmışlar ve elimizdeki parayı istedikleri gibi kullanmanın yolunu bulmuşlardır. Yakın geçmişte, kar payı dağıtıyoruz, karada zarara da ortak çalışıyoruz, biz banka değil finans kuruluşuyuz, bankacılık ve onun verdiği faiz haramdır diyerek, binlerce kişinin parasına el koydular, iflas ettik dediler ve işin içinden sıyrıldılar. Binlerce mağdur insan yarattılar. Çok ilginçtir daha önce faiz haramdır diyen kuruluşlar, şimdi bankacılık ismi adı altında çalışmaya başladılar. Bu bankalara girdiğimizde, biz faizsiz bankacılık yapıyoruz, katılım bankacısıyız diyorlar. Peki, bu katılım bankaları nasıl çalışır, şartları neymiş önce ona bakalım. ( Katılım Bankaları, mali sektörde faaliyet gösteren, reel ekonomiyi finanse eden ve bankacılık hizmetleri sunan kuruluşlardır. Katılım Bankaları tasarruf sahiplerinden topladıkları fonları, faizsiz finansman prensipleri dâhilinde projelerde değerlendirerek (tüketicilere ve işletmelere fon kullandırım), oluşan kar veya zararı yine tasarruf sahipleriyle paylaşırlar. ) Ne dersiniz bu sözler sizlere, geçmişte olan bazı üzücü olayları hatırlattı değil mi? Allah yardımcımız olsun. Dikkat ederseniz tasarruf sahiplerinden aldığı fonları yani paraları, mali sektörde kullandıklarını söylüyorlar ama faizsiz finansman prensipleri dâhilinde diye de özellikle belirtiyorlar. Peki diğer bankalar farklı bir yerde mi çalışıyor? Elbette hayır. Onlarda aynı mali sektörde reel ekonomiye finans sağlıyorlar. Peki, aradaki fark nedir? Bu konuda sizlere vereceğim örnek, bizleri inancımızla aldatanların, kazancımızı, paramızı nasıl acımasızca yönetmek için çalıştıklarına, güzel bir örnek olacağına inanıyorum. Tabelalarında banka yazdığı halde, biz faiz vermiyor ve almıyoruz diyen bir bankaya girdim. Bilgi almak istiyorum dedim ve gerçekten çok kibar ve saygılı iki görevliyle konuşmaya başladım. İlk sorum, benim elli bin liram var ve aylık vadeli hesaba yatırmak istiyorum dedim. Cevabı biz faiz vermiyor, ama kar payı veriyoruz diyerek anlatmaya devam ettiler. Bize yatıracağınız paranızı çalıştırıyoruz ve yüzde 75 ini size veriyoruz, yüzde 25 ini biz alıyoruz diye izah etti. Bunun getirisi/kar payı ay sonunda belli oluyor diyerek, sorumu cevaplandırdı. Yani ben üç aylık ya da beş aylık paramı vadeli yatırmak istediğimde, getiri oranlarını şimdiden veremeyeceğini belirttiler. Konuyu daha açıklığa kavuşturmak içinde, on bin lira kredi almak istesem ve on ayda ödemeyi seçtiğimde, geri nasıl ve ne kadar öderim diye sordum. Lütfen verilen cevap üzerinde dikkatle düşünelim. Biz kredi olarak size nakit para vermiyoruz, siz almak istediğiniz malı peşin alıyorsunuz ve taksit miktarını belirliyorsunuz, biz o mala karşı ödemeyi o firmaya yapıyoruz diye açıklama getirdiler. Bu cevap karşısında, konuyu daha iyi anlayabilmek için, ben 10.000 liralık mal aldım, bunu on ayda ödemeyi seçtim. Size on ay sonunda kaç para olarak ödeyeceğim dediğimde, bana yaklaşık 10.700 TL olarak ödeyeceğimi söylediler. Şimdi gelin bu cevabın üzerinde, birlikte düşünelim. On ayda ödediğim 700 lira ya, bahse konu banka kar payı ya da buna benzer vade farkı dedi. Peki diğer bankaların bundan farkı ne? Bu bankaların kar payına, faiz ismi koyması mı? Çünkü tüm bankalar aynı işi yapıyor. Dikkat ettiyseniz, parayı kimsenin eline vermiyor ve banka bizi devre dışı bırakıp, malı aldığımız firmayla karşı karşıya kalıyor. Bu işi yapmak için günümüzde, bankadan kredi almaya gerek yok zaten, kredi kartlarına on ay taksitle bu kadar fark ödemeden de, herhangi bir malı alabilirsiniz. Ama kredi kartıyla vadeli alacağımız mala vereceğimiz faiz ya da vade farkı haram/günah diye inandırıldığımızda, hazırlanan bu tuzağa düşmek işten bile değil. Şimdi sizlere sormak isterim. Bir malı alacaksınız. Malı satanla anlaştınız ve dediniz ki, peşin fiyatı nedir bu malın? Daha sonrada on ay vadeli fiyatı nedir diye sorduğunuzda zaten bu sorunu hiç banka arada olmadan da çözebiliyoruz günümüzde. Bu durumda, bahsettiğimiz katılım bankacılığının, bize faydası nedir? Konuyu daha iyi anlayabilmeniz için, şunu da düşünmenizi rica ediyorum. Firmadan bir mal aldınız. Bu firma acaba neden peşin aldığınızda farklı, vadeli aldığınızda daha farklı fiyat verir bizlere? Şimdide şu konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Ben paramı bankaya yatırdığımda, bana paramın getirisi konusunda, hiçbir garanti vermeyip, ancak ayın sonunda o ayın getirisi belli olur dediği halde, benim on bin liralık mal aldığımda vereceği kredinin, ileriye dönük on ayın sonunda vereceğim vade farkının, ay ay (bana göre buna faiz diyebilirsiniz) ne kadar olacağını söyleyebiliyor. Dikkatinizi çekti mi? Yani ben paramı yatırdığımda işletmenin insafına kalacağım, ama kredi aldığımda, ileriye dönük on ayın vade farkı hemen hesaplanarak bana bildirilecek. Sizce bu alış veriş adaletlimi? Katılım bankası, kendisini öyle bir garantiye alıyor ki, adeta hiçbir sorumluluğu yok. Parasını yatıran insanlar, adeta bankanın insafına bırakılmış. Zaten getiri konusunda diğer bankalarla karşılaştırdığınızda, büyük bir farkın olduğunu görürsünüz. Bu bankanın diğer bankalara göre getirisi çok az. Ama kredi alırken ödeyeceğimiz anapara farkı,(kar payı) diğer bankalarla aynı. İlginç değil mi sizce? Diğer bankalar ise çok daha farklı, ülkenin içinde bulunduğu riskler hesaplanmış, uzmanlar yakın gelecek hesaplarını yapmış, şartlara göre getiri oranları belirlenmiş ve müşterisinin yatırdığı parasını enflasyona yakın, günün şartlarında getirisini sağlıyorlar. Elbette çok adaletli olduğunu söyleyemem, ama diğer sistemden çok daha adaletli ve halkın yararına olduğunu söyleyebilirim. Şöyle bir soru gelebilir aklınıza. Faiz değil kar payı verdiğini söyleyen kişiler, acaba on ay sonunda benden alacağı fark, yaklaşık 700 TL yi nasıl bir ticaret yaptı da banka kar payı oldu? Şimdi şöyle diyebilirsiniz, aldığınız malın parasını banka ödedi. Sizde bankaya ödüyorsunuz. Tamamda diğer bankalar, çok farklı bir şey yapmıyor ki. Daha da iyisini yaparak, parayı en azından elimize veriyor. Elimize verdiği için, ben üreticiyle malı aldığım firmayla, daha iyi pazarlık yaparım. Neden araya bankayı sokayım? Şöyle bir soru soralım kendimize. Aldığımız aynı değerde malı, diğer bankalardan kredi olarak alsak ve kendimiz ödesek, Acaba katılım bankası adıyla çalışan bankalardan, ödeyeceğimiz meblağ bakımından bir farkı var mıdır sizce? Ne yazık ki hiçbir farkın olmadığını görüyoruz. İsterseniz araştırınız. Aralarındaki fark birisi anaparaya ödenen ilave farka faiz ismi vermiş, diğeri kar payı demiş. İşte bu aldatmaca ne yazık ki kelimelere verdiğimiz yanlış anlamlar neticesinde, bugün bizlerin aldatılmasına, kandırılmasına neden oluyor. Bu konuyu özetlemek gerekirse, katılım bankacılığı adı altında işlem yapan bankalar, müşterisinden aldığı paranın ileriye dönük hiçbir garantisini vermeden, müşterisinin parasını işletiyor, herhangi bir mala ihtiyacı olan kişilere, vadesi oranında anaparaya bir kar payı koyarak, geri alıyor. Ama bankaya para yatıran, anaparasına ne kadar ilave getiri alacağını bilmeden, bankanın insafına kalıyor. Bu getirinin adına KAR PAYI diyor. Unutmayınız banka zarar ettim derse, hiçbir söz söylemeye hakkınız yok. Gerçi onun yolu da bulunmuş bugün, paranız devlet garantisinde diyorlar. Buda devlet için büyük bir risk değil mi? Diğer bankalar da farklı bir iş yapmıyor aslında. Hatta parasını bankaya yatıran çok daha rahat ve kendisinden emin. Çünkü üç ay ya da beş ay sonra, kar payını yani paranın getirisini biliyor. Çünkü banka yakın gelecekte enflasyon hesabı yaparak, halktan borç para alıyor ve o parayı yine halka borç veriyor. Tek fark bunun adına faiz deniyor. Katılım bankacılığı yapmayan diğer bankalara önerim, faiz ismini kaldırıp, adına KATILIM ORTAKLIĞI KARI demeleridir. Belki böylece toplum, bazı gerçeklerin farkına varabilir. Devlet zamanında vergisini yatırmayanlardan, ilave olarak ne alıyor? Elbette gecikme faizi. Çünkü zamanında vergisini ödeyenle, çok geç ödeyen arasında doğacak adaletsizliği, böylece önlemiş oluyorlar. Bu ve buna benzer örnekleri çoğaltabiliriz. Her konuda yaptıkları gibi, bu konuda da toplumu aldatarak, halkın cebine ellerini atanlara, bu kandırmaca çok tatlı geldiği anlaşılıyor. Lütfen artık uyanalım ve bu aldatmacanın kurbanı olmayalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
İnancımızı Lütfen Kur'an ile Sorgulayalım
Bir yazıma cevap veren bir kardeşimiz, yazdığım yazımın ana fikrine katılmadığını anlatmak için, üzerinde çok düşünülmesi gereken bakın ne söylemiş. Bu sözler üzerinde lütfen, Kur’an ı referans alarak dikkatle düşünelim. (Müslümanlar her şeyi kuran-ı kerimden alacak olsalardı, peygambere gerek kalır mıydı? ) Değerli din kardeşlerim. Bu sözün anlamı, Kur’an da din ve iman adına her bilgi yoktur. Onun içindir ki imanımızı yaşamak için, bizlere Kur’an yeterli değildir. İslam ı doğru ve tam yaşamak için, Kur’an yani Allah ın hükümleri ve peygamberimizin dine koyduğu hükümlerle yaşamalıyız deniyor. Bu sözleri ve benzeri sözleri çok duydum, sizlerde duymuşsunuzdur. İslam ı cemaat ve tarikat eksenli yaşayan din kardeşlerimin, dini bir konuda konuşmaya başladıklarında, söyledikleri ve savundukları fikir ve düşüncenin ana temelini, bu inanç oluşturuyor. Bu soruyu kendimize soralım. Gerçekten İslam dininin kuralları, sorumlu olduklarımız ve din adına verilen hükümler, yalnız Allah ın tekelinde değil de, elçisinin de verdiği ama Kur’an da bahsedilmeyen hükümlerle birlikte mi yaşanmalı? Gelim bu soruya Kur’an dan cevap arayalım. Ankebut 18: “Eğer siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önce geçen birtakım ümmetler de yalanlamışlardı. Peygambere düşen apaçık tebliğden başka bir şey değildir.” Gaşiye 21: Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin. Kehf 56: Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. İnkâr edenler ise, hakkı batılla çürütmek için mücadele ederler. Ayetlerimizi ve kendilerine yapılan uyarıları alaya alırlar. Enam 50: De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.” De ki: “Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?” Rad 40: Ya onlara vaat ettiğimiz şeylerin bir kısmını sana gösteririz yahut da seni vefat ettiririz. O halde tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer. Ne dersiniz, Allah elçisinin görev tanımını yaparken söylediği sözler ve Allah ın elçisine, deki onlara diye başladığı tebliğiyle söyledikleri, ben yalnız bana vahyedilene uyarım hitabı, çok açık değil mi? Tebliğ etmek sana, hesap sormak bana düşer sözlerinden demi hiçbir ders alamıyoruz? Çok açık ama O nefis yok mu, işte O nefis, atalarımızın hurafe itikatlarını yaşatmak adına, Allah ın ayetlerini görmezden gelmemizi sağlıyor. Bizlerin din ve iman adına sorumlu olduğumuz her konu, Kur’an da açıklanmamış, örnekleri verilmemiştir diyebilir miyiz? Allah Kehf suresi 26. ayetinde bakın ne diyor. (O, hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.) Bu kadar açık bir hükmü gördüğümüz halde, nasıl olurda, Peygamberimizi Allah ın dinde hüküm ortağı yaparız. Allah bakara 5. ayetinde bakın bizleri nasıl ve ne için uyarıyor. (İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.) Allah kurtuluşa erecek kullarının, bakın kimler olduğunu söylüyor. Rablerinden gelen, yani Kur’an ın üzerinde, onun takipçileri olanlardır kurtuluşa erecek diye üstüne basa basa söylüyor. Ama bizler hala bunca açık ayetleri de görmezden gelerek, emin olmadığımız ve peygamberimizin adını kullanarak bizleri aldatmaya çalışanların, foyasını ortaya çıkarmak için, kılımızı bile kıpırdatmıyoruz. Acaba bunu yaparak kurtuluşa erenler arasında yer alabilir miyiz, ne dersiniz? Peygamberimiz Allah ın dine hüküm koyduklarından başka, hiçbir ilave yapmadığını bakın daha başka nasıl söylesin. Ahkaf 9: De ki: “Ben türedi bir peygamber değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” Değerli din kardeşlerim, Allah ın bu ayetinden sonrada mı, aynı sözleri söylemeye devam edeceğiz? Allah elçisine deki onlara diyerek bakın ne söylemesini istiyor. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım. Bu sözleri, ne yani peygamberimiz postacımıydı diyerek, yanlış inançlarına delil yapanlara hatırlatırım. Din şaka götürmez. Böyle yanlışlar insanı, sonsuz cehennemin kalıcısı yapar. Bizler Kur’an da, bizlerin sorumlu olduğu her bilgi yoktur diyoruz, ama Allah tam tersini söylüyor bakın. İsra 89: Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlara her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Yine de insanların çoğu ancak inkârda direttiler. Nur 34: Andolsun ki biz size (gerekeni) açık açık bildiren ayetler, sizden önce yaşayıp gitmiş olanlardan örnekler ve takvaya ulaşmış kimseler için öğütler indirdik. Kehf 54: Andolsun, bu Kur'an'da insanlar için her örnekten çeşitli açıklamalarda bulunduk. İnsan, her şeyden çok tartışmacıdır. Bizler öyle sözler söylüyor ve inanıyoruz ki, Allah ın Kur’an da söylediklerinin tam tersi. Edindiğimiz ve emin olmadığımız rivayetleri Kur’an da göremediğimizde, bakın Kur’an da her şey yokmuş, deme yanlışlığını yapıyoruz. Daha da ileri giderek, O rivayetler olmasaydı Kur’an ı anlayamazdık, Kur’an kapalı kalırdı, İslam ı gereği gibi yaşayamazdık diyerek, büyük bir yanlışlığın kapısını aralıyoruz. Allah bizleri affetsin. Bunca apaçık ayetleri görmezden gelerek, yanlış itikatlarımıza delil olsun diye, ayetlerde geçen kelimelere öyle anlamlar veriyoruz ki, yüzlerce ayetin üstünü örtüyor ve görmezden geliyoruz. Allah bir hüküm verdiyse, bir başka ayetinde onun tam tersi bir hükmü, asla vermez, lütfen bunu unutmayalım. Sizce Allah aşağıdaki ayetinde verdiği hükmü bizlere tebliğ ettiyse, Kur’an ın vermediği bir hükümden de sorumlu tutar mı bizleri? Zühruf 44: Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz. Ne dersiniz, Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, Kur’an dan hesaba çekileceksiniz diyorsa, Kur’an ın açıkça vermediği bir hükümden, bilgiden, sorumlu tutar mı? Yaradan birçok ayetinde Kur’an ın ipine sarılmamızı emreder, hiçbir velinin ardına düşmememiz gerektiğini söyler. Bu ayetlerden sonra, Kur’ an ın vermediği hükümlerden de sorumluyuz demek, Kur’an ayetlerini görmezden gelmek demektir. Neden bunca açık ayetler dururken, hala her şey Kur’an da yoktur, peygamberimizde dine hüküm koymuştur diyoruz. Allah casiye suresi 6. ayetinde bakın ne diyor ve bizleri yalnız nereye yönlendiriyor. Casiye 6: İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir. Bunları sana gerçek olarak okuyoruz. Allah'tan ve O'nun ayetlerinden sonra hangi söze inanacaklar? Peygamberimizin de yalnız Kur’an ile ümmetine hükmettiğini, lütfen unutmayalım. Çünkü Allah dan aldığı emir öyleydi. Kur’an a harfiyle uyan, peygamberimize de uymuş demektir. Elbette peygamberimizin örnek hayatı, bizler için çok önemlidir. Elbette onun sözleri, bizlerin başımızın tacıdır. Ama onun sözü olup olmadığını anlamak için de, gayret gösterelim ve dine nifak sokanların oyununa gelmeyelim. Onun sözü olup olmadığını, Kur’an ile karşılaştıralım, Kur’an ın süzgecinden geçirelim. Çünkü peygamberimizin, benim adıma yalan uyduranlar, cehennemde ebedi kalıcıdır diye uyarısını da, asla unutmayalım. Allah görev verdiği elçilerinin görev ve sorumluluğunu çok açıkça bizlere bildirdiği halde, bizlerin bu gerçeklerden uzaklaşarak yaptığımız yanlışları, lütfen artık fark edelim ve KUR’AN İLE İTİKATLARIMIZI SORGULAYALIM. Yoksa hesabın görüleceği O çetin günde, çok pişman oluruz. Bakın Allah bizleri, kurtuluşa erdirecek bilgilerin nerede olduğunu söylüyor. Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. HÂLÂ AKILLANMAYACAK MISINIZ? Yüce Rabbim ne yazık ki akıllanmadık, akıllanmaya da sanırım hiç niyetimiz yok gibi görünüyor. Bizlerin bütün şan ve şerefimizin, kurtuluşumuzun Kur’an da olduğunu açıkça söylediğin halde, eğer bizler hala Kur’an da her bilgi açıkça yoktur diyor da, beşeri rivayetlere kurtuluşumuz adına sarılıyorsak yöneliyorsak, bizlerin akıllanmadığımızı ve akıllanmaya da, hiç niyetimizin olmadığını gösterir. Ne olursun bizlerin gözlerindeki perdeyi, gönlümüzde ki mührü kaldır ki, senin nurunun ışığıyla aydınlanalım. Dilerim Yüce Rabbimden, Kur’an nurunu gönlünde hisseden, onun ışığıyla aydınlanan, Kur’an ın sınırlarını aşmayan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Namazların Rekat Sayıları Sabit midir
Geçen gün bir televizyon konuşmasında, Diyanet İşleri Başkanımız, dinde öyle konular vardır ki, asla değiştirilemez dedikten sonra, şöyle bir örnek verdi. Sabah namazı 2 rekât fazdır, bunu birisi çıkıp ta, dört rekât kılalım diyemez dedi. Gerçekten de sabah namazını, iki rekât farz namaz kılmak yerine, dört rekât farz kılamaz mıyız? İki rekât kılınması Allah emrimidir? Gelin bu konuyu birlikte, elimizdeki Kur’an ve diğer bilgiler ışığında birlikte düşünelim. Önce şunu söylemeliyim ki Allah, biz Kur’an da her şeyden nice örnekleri, değişik misallerle açıkladık ki anlayasınız der. Ayrıca yine bir ayetinde, biz Kur’an da hiç bir eksik bırakmadık, Allah unutucu değildir diyerek, bizlerin Kur’an ın ipine sarılmamızı emreder. Çok daha önemlisi Zühruf 44. ayetinde bakın çok açık bir hüküm verir. Zühruf 44: Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz. Bu bilgiler ışığında, namazın rekât sayıları konusunu gelin önce Kur’an a soralım. Bakalım bizlere nasıl bilgiler verecek, çünkü Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyor. Tabi aşağıdaki ayeti de unutmadan. Hud 1: Elif, lâm, râ. Bu, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri önce sağlam kılınmış, sonra da detaylandırılıp açıklanmış bir kitaptır. Allah namazı kılarken, ses tonumuzun bile nasıl olacağının örneğini vermiş ise, namazımızın uzunluk ya da kısalığı hakkında da, bizlere mutlaka bir bilgi vermiştir. Allah Kur’an da yeni doğan bir bebeğin, kaç ay anne sütünü emmesi gerektiği konusunda bile bilgi veriyorsa, Kur’an ın üzerinde çok durduğu namaz konusunda, eğer sabit ve değiştirilemez bir rekât sayısı olsaydı, onu da bizlere bildirmez miydi? Konu üzerinde düşünmeye ve araştırmaya devam edelim. Nisa suresi 102. ayetinde Allah, zor bir anımızda, korku ve savaş halinde kılacağımız namazımızın tarifini yapıyor. Peygamberimizin imamlığında, askerin bir bölümünün namaza durması ve kıyam, rükû, secdeden sonra namazın bittiğini, daha sonra da geri kalan askerle aynı şeklide diğerlerine de namazı peygamberimizin kıldırdığı örneği verilir. Buradan da anlıyoruz ki, kısaltılmış namaz bir rekâttır. Şöyle düşünenler de var. Normal şartlarda ise tüm namazlar Kur’an a göre iki rekâttır. Çünkü peygamberimiz askerlerinin her iki yarısı ile ayrı ayrı kılarak, iki rekâtı tamamlamıştır. Bu örnekten bu sonucu çıkarmak, bana göre çok zorlayıcı olur. Kur’an ın anlatım mantığını da uymaz. Peki, o zaman normal kılacağımız namazlarımız kaç rekât olmalıdır? Sınırlama var mıdır? Allah kısaltılmış rekâtı tarif ettikten sonra, normal namazlarımızı kılma konusunda ise şöyle söyler. Nisa 103: Namazı kıldınız mı, gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yan yatarak hep Allah’ı anın. Güvene kavuştunuz mu namazı tam olarak kılın. Çünkü namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır. Allah bu ayetinde, aslında sorduğumuz sorunun cevabını veriyor ve güvenli bir ortamda, NAMAZINIZI TAM OLARAK KILIN diyor. Sizler tam olarak kılın sözünden ne anladınız? Kur’an da Allah güvensiz bir ortamda kılınacak kısaltılmış namazın tarifini, uzunluk-kısalık örneğini verdiği halde, güvenli sakin bir zamanımızda kılacağımız bir namazın sınırlandırılmış örneğini vermiyor, herhangi bir sınır koymuyor. Peki, bizler bu sözlerden ne anlamalıyız? Allah mümin un suresi 2. ayetinde bakın ne diyor. (Onlar ki, namazlarında huşu içindedirler.) Demek ki huşu içinde, Allah ın huzuruna duracağımız zaman bizlere bırakılmış, Allah tarafından bir sınırlama asla konmamıştır. Eğer bir sınırlama konmuş olsaydı, her şeyden nice örnekler verdim diyen Rabbimiz, bunu da açıklar ve kısaltılmış namazında izah ettiği gibi, bunu da bizlere örneklerle bildirirdi. Allah Enam suresi 57. ayetinde, hüküm yalnız ve yalnız Allah ın der. Bu demektir ki normal şartlarda kılacağımız namazlarımızın rekât sayısını Allah sınırlamamış, bu konuda hiçbir hüküm vermemiştir. Allah ın hüküm vermediği bir konuda bizlerin konuşması, bunlar Allah katındandır demesi, haramların en büyüğüdür. Allah Araf suresi 33. ayetinde çok dikkat çekici bir uyarı yapar ve hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi söylememizi, haram kıldığı uyarısını yapar. Lütfen söylediklerimizi ve inandıklarımızı, Kur’an süzgecinden geçirelim. Şimdide bu konuyu kısaca, rivayet hadislerde araştıralım. Önce peygamberimizin birçok kez tekrar ettiği hadisini/sözünü size hatırlatmak istiyorum. 4107 - Ebu Sa'idi'l-Hudri radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm şöyle emrettiler: "Benden Kur'an dışında bir şey yazmayın. Kim, Kur'an'dan başka bir şey yazmış ise, onu imha etsin." Müslim, zühd 72, (3004). Demek ki peygamberimiz, asla Kur’an ın dışına çıkmamış bu çok açık. Zaten Allah elçisine, sana indirdiğimle kullarıma hükmet, diye ayet indirmişti hatırlayınız. Sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyen Yaradan, daha sonra Kur’an dışından, Kur’an ın hiç bahsetmediği bilgilerden, hükümlerden de sorumlu tutar mı? Rivayet hadislerden bir örnek daha vermek istiyorum. 2308 - Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Allah namazı (ilk defa farz ettiği zaman iki rekat olarak farz etmişti. Sonra onu hazer için (dörde) tamamladı. Yolcu namazı ilk farz edildiği şekilde sabit tutuldu." Buhârî, Salât 1, Taksîru's-Salât 5, Menâkıbu'l-Ensâr 47; Müslim, Salâtu'-Müsâfarî 2, (685); Muvatta, Kasru's-Salât 8, (1,146; Ebü Dâvud, Salât 270, (1198); Nesâî, Salât 3, (1, 225). Yukarıda sizlere verdiğim rivayet hadiste, namazın ilk önce iki rekât farz olduğunu, daha sonrada Allah hazerde dörde tamamlandığını söylüyor. Yolcu ya da korku halindeki namaz ise aynı kaldığı anlatılıyor. Bu bilgiler ışığında hemen kendimize soralım. Böyle detaylı bir bilgi Kur’an da yok. Peki, bu bilgi nereden alınmış da, Allah namazın rekât sayısını, önce iki rekât farz kıldı, daha sonra dörde çıkardı diyebiliyoruz. İşte bizler İslam ı böyle yaşıyoruz. Rabbimiz emin olmadığınız bilgilerin ardına düşmeyin diye uyardığı halde, hiç sorgulamadan iman edip gidiyoruz. Rivayetlerde böylece, değişmez Allah emri oluveriyor. Sizlere verdiğim bu bilgilerden sonra, sizler sabah namazının farzını iki rekât yerine, dört rekât kılamayız diyebilir misiniz? Bu sözü ne Kur’an doğruluyor, nede rivayet hadisler. Elbette önemli olan, sorumlu olduğumuz KUR’AN dır. Bu konu ile ilgili bir rivayet hadis daha vermek istiyorum. Gerçi rivayetleri yazdıkça, kafanız daha çok karışacak, ama bazı gerçekleri görebilmek, fark edebilmek için, yanlış bilgiler bile bizlere ders veriyor. 2307 - İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Allah, namazı peygamberinizin diliyle hazerde dört, seferde iki, korku halinde de dört rekat olarak farz kılmıştır." Müslim, Salât 5, (687); Ebü Dâvud, Salât 287, (1247); Nesâî, Taksir 1, (3,118,119). Sanırım bu rivayet hadis, kafanızı iyice karıştırdı. Bizler Kur’an dan uzaklaşıp, rivayetlerle imanımızı yaşarsak, sanırım kafamız daha çokkkk karışacaktır. Allah fecir vakti kılınan, yani sabah namazından bahsederken, İsra 78. ayetinde, bu zamanın huşu içinde, Allah a kulunun zikir yapacağı, günün en huzur içinde yakardığı, bir zaman olarak bahseder. Bu zamanın, melekler tarafından şahitli olduğu yorumu da yapılmıştır ayette. Allah ın çok özel, namazın en uygun vakti olarak işaret ettiği, sabah namazının vaktinde, sizce Allah bana iki rekâttan fazla, namaz kılmayın demiş olabilir mi? Eğer demediyse bunu söylemekle, Müslümanları namazın en uygun zamanı olan fecir vaktinde, gerektiği kadar namaz kılmak isteyenleri, engellemek değil de nedir? Namaz Allah ile kulu arsında bir kapıdır. Kulunun Rabbinden istekte bulunma anıdır. Allah buna üst bir sınır koymadıysa, başka hiç kimse buna sınır koyamaz. Lütfen bunu unutmayalım. Önemli olan namazlarımızda, huşu ve ciddiyetle Allah ın huzurunda kalabilmektir. Bugün namazlara konmuş olan rekât sınırlaması, toplumun cami kültürünün yaygınlaşması adına konmuştur. Elbette hiçbir sakıncası yoktur. Hatta birliktelik sağlamıştır diyebiliriz. Peygamberimizin ümmetine, yalnız Kur’an ile hükmetmiş olduğu gerçeğini lütfen göz ardı etmeyelim. Çünkü Allah bu konuda birçok ayetiyle elçisine emir vermiştir. Eğer bizleri bağlayıcı bir rekât sınırlaması olsaydı, oda Kur’an da mutlaka açıklanırdı. Peygamberimiz Kur’an dışından asla hiçbir bilgi yazdırmamış, yazımını yasaklamış ve bizleri yalnız Kur’an a sarılmamızı istemiştir. Bu konuda birçok ayet zaten vardır. Bunun tersini düşünmek, Kur’an ın birçok ayetini inkar etmek, üstünü örtmektir hatırlatırım. Peygamberimizin vefatından sonra, dört halife devrinde de, hadis yazımı ve nakli yasağı devam etmiştir. Bu konuda da dört halife devrinden, örnekler vermek istiyorum. Hz. Ebu Bekir, peygamberin vefatından sonra Müslümanları toplayarak şöyle demişti: “Sizler, Peygamberden hadis rivayet ediyorsunuz ve bu hadislerde ihtilafa düşüyorsunuz. Sizden sonrakiler ise daha fazla ihtilaf edecektir. Peygamberden hiçbir şey tahdis etmeyin. Size bir soru soran olursa, “Bilgimizle sizin aranızda Allah’ın kitabı var” deyin ve onun helal kıldığını helal, haram kıldığını haram kılın” [Zehebi, “Teskiretu’l Huffaz, I, 2-3] Hadisler Ömer döneminde çoğalmıştı. Ömer halktan beraberlerinde bulunan hadis sayfalarını getirmelerini istedi. Sonra bunların yakılmasını emrederek şunu söyledi: Kitap Ehli’nin Mişna’sı gibi Müslümanların Mişnası’dır bunlar. [İbn Sad/Tabakat 5/140] Hz. Osman çok hadis nakletmelerinden ötürü Ebu Hureyre’yi Devş dağlarına göndermekle, Kab’ı Kırede dağlarına göndermekle tehdit etmiştir. [Tahzırul Havas 10b. ] Hz. Ali’den rivayet edildiğine göre o yanında yazılı sahifeler bulunan kimseleri, bunlara müracaat etmekten sakındırmış ve “Sizden önceki insanlar, Rabb’lerinin Kitabını terk ederek âlimlerinin sözlerine uydukları için helak olmuşlardır” demiştir. [İbn Abdilberr, 108] Peygamberimiz ve en yakın ashabı, hadis nakli konusunda çok titiz davranmış ve toplumu Kur’an a yönlendirmiştir. Peygamberimiz Kur’an dışından hiçbir bilgi yazdırmadıysa, bizleri bağlayan yalnız Kur’an olduğunu bilmeliyiz. Elbette Kur’an ın özüne ters düşmeyen, geleneklerimizin de yaşanmasında hiçbir sakınca yoktur. Ama geleneklerimizi dinleştirmeden, bunlar olmadan İslam ı yaşayamayız demeden. Mahşer günü peygamberler, kendi ümmetine şahitlik yapacağını Kur’an söylüyor. Bu düşünceden yola çıkarak, şu soruyu kendimize lütfen soralım. Mahşer günü Rabbimiz elçisine dönerek, şöyle bir soru sorduğunu düşünelim. ( Ey Resulüm, sen mi söyledin kullarıma, benim huzuruma fecir vaktinde namaza durduğunuzda, yalnız 2 rekât farz namaz kılın, daha fazla olmasın diye?) Sizce böyle bir soruyu Rabbimiz elçisine sorduğunda, Kur’an ile yatan, Kur’an ile kalkan, bizler için örnek peygamberimiz, nasıl bir cevap verebilir? Bu sorunun cevabını bizler mutlaka bulmalıyız. Tabi mahşer günü pişman olmak istemiyorsak. Sizce bu cevabı Kur’an da mı aramalıyız, yoksa emin olamadığımız rivayet hadislerde mi? Yorum sizlerin. İslam dinine fitne ve fesat öyle bir girmiş ki, neyin doğru neyin yanlış olduğu birbirine karışmış. Çünkü Kur’an devre dışı kalmış. Dilerim Rabbimden elde Kur’an, aklıyla iman eden, O azınlık halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KUR'AN DA NESİH EDİLEN AYET VAR MIDIR
Allah Kur’an ı bizlere rehber, yol gösterici olsun diye indirdiğini söyler. Kur’an ın tamamına iman etmemizi emreder. Bakara 84–85. ayetlerinde, geçmiş toplumların yerine getireceklerine dair, Allah a söz verdiklerini ama sözlerinde durmadığının örneklerini verir ve bakın çok dikkat çekici bir uyarıda bulunur. ( Yoksa siz, Kitabın bir bölümüne inanıp da, bir bölümünü inkâr mı ediyorsunuz? ) Bugün bizlerde Rabbimize, Kur’an a iman ettik demekle, bir söz veriyoruz ve yalnız Kur’an ın ipine sarılacağımızı, Allah tan başka şefaatçiler edinmeyeceğimizi, hak olan Allah katından gelen Kur’an olduğunu, yalnız Allah a kulluk yapacağımız konusunda söz verdik demiş oluyoruz. Peki, bizler Kur’an ın tüm ayetlerine bugün günümüzde iman ediyor muyuz? Araştıracağımız ve üzerinde düşüneceğimiz konu, Kur’an ın içinde NESİH edilmiş yani hükmü kaldırılmış ayet var mıdır? İslam ı cemaat ve tarikat eksenli yaşayan kardeşlerimiz, ne yazık ki bugün birçok ayetlerin hükümlerinin, nesih edildiğine yani hükmünün kaldırıldığına inanıyor. Allah tarafından, hükmü kaldırılan bir ayetin, Kur’an a dâhil edilmesinin, Kur’an dan çıkartılmamasının mantığını, nasıl açıklayabiliriz? Madem ayetin hükmü daha sonra gelen bir ayetle kaldırıldı, artık bizleri ilgilendirmiyor, peygamberimiz neden bu ayeti Kur’an dan çıkarmadı? Hükmü kalkan ve onun yerine gelen bir ayet, birlikte Kur’an da yer alırsa, toplumun kafasını karıştırmaz mı? Devletler bile bir kanunu kaldırıp, yenisini getirdiklerinde, asla eskisi ile birlikte bulundurmazlar. Nesih konusu Kur’an da geçer, bakın Allah bu konuda ne diyor. Bakara 106: Biz bir ayetten her neyi nesheder veya unutturursak, ondan daha hayırlısını yahut mislini getiririz. Bilmez misin ki, Allah her şeye kadirdir. Biz bir ayeti nesih eder, yani hükmünü kaldırırsak, ondan daha iyisini getiririz diyor. Bu ayet üzerinde düşünelim şimdide. Acaba Yaradan peygamberimize gönderdiği Kur’an içinde, daha sonra bir ayetin hükmünü kaldırıp, daha farklı bir hüküm vermiş olabilir mi? Eğer bunu kabul edersek, çok fazla bir zaman geçmediği halde, neden ilk önce daha hayırlısını, bizler için daha güzelini göndermedi, HÂŞÂ Rabbimiz, geleceği göremedi mi diye bir soru gelmez mi akla? Elbette bu mümkün değil. Allah geleceği bilir ve ona göre ayetlerini indirir. Peki, burada geçen hükmü kaldırılmış, nesih edilmiş ayetlerden kasıt, hangi ayetler olabilir. Elbette her şeyden nice örnekler verdiğini söyleyen Rabbimiz, onunda örneğini veriyor ve bakın ne diyor. Maide 101: Ey iman sahipleri! Size açıklandığında canınızı sıkacak şeylerle ilgili soru sormayın. Kur'an indirilmekte iken onları sorarsanız size açıklanır. Allah onlardan vazgeçmiştir. Allah Gafûr'dur, Halîm'dir. Yukarıdaki ayet, Kur’an ın indirilme anındaki, bir kısım toplumun tepkilerinden bahsediyor. Demek ki Kur’an ayetlerinin indirildiği zaman, bazı ayetler için, toplum içinde bir tedirginlik var. Peki, ne olabilir bunlar? Bu tedirginlik Ehli kitap toplumundan olduğu anlaşılıyor. Çünkü daha önceki Allah ın gönderdiği kitaplarda, hükmü geçen konuların, peygamberimize indirilen ayetlerde, daha farklı olduğunu ya da hükmünün kaldırıldığını görüyorlar. Bunu gören Ehli kitap, itiraz ediyor peygamberimize. Allah da bunun açıklamasını yapıyor ve tedirgin olduğunuz konuları, Kur’an indirilmekteyken elçime sorarsanız, sizlere nedeni açıklanır diyor. Daha sonra onlardan bahsetmeyin, aklınızdan silin. Çünkü Allah onların hükmünü nesih etti, yani hükmünü kaldırdı diye açıklama yapıyor. Allah ın kitaplar arasında bazı hükümlerini kaldırmasının farklı nedenleri olabilir. Bir kısmı toplumun geçirdiği teknolojik, bilim evrelerinden dolayı, bir kısmı da o günkü topluma verdiği ceza ya da mükâfatlar nedeniyle olabilir. Bunun doğrusunu Rabbimiz bilir. Lütfen dikkat ediniz. Nesih konusu Kur’an içinde değil, daha önce gönderilmiş kitaplar arasında olduğu, çok açık anlaşılıyor. Konuyla ilgili bir örnek vermek gerekirse, bakara 187. ayetinde, Allah tövbelerinizi kabul etti ve sizleri bağışladı. Artık oruç geceleri, eşinize yaklaşmak sizlere helal kılındı diye bir açıklama yapar. Bu ayetten de anlıyoruz ki, daha önceki ehli kitaba, oruç gecelerinde eşlerine yaklaşmaları haram kılınmış. Kur’an bu yasağın kaldırıldığını, nesih edildiğini açıklamıştır. Kur’an da nesih olduğunu anlatmaya çalışan bir sitenin, verdiği örnek üzerine dikkatle düşünmenizi rica ediyorum. Bakın nesih edildiğini söylediği bir ayetten, nasıl bahsediyor. Konuyu bu örnek üzerinden birlikte inceleyelim ve üzerinde düşünelim. Sitede şunlar yazıyordu; ( Mesela, içki önce haram değildi. Bir ayet inip fayda ve zararından bahsedilmiş, zararı daha fazladır denilerek bırakılması istenmiş; fakat kesin olarak haram edilmemişti. Daha sonra kesin olarak haram edildi. ) Sanırım hurafe itikatlarımıza delil olsun diye, öyle yanlış sözler söylüyoruz ki, akıl ve mantık kabul etmez. Yani içki, Allah ın daha önce gönderdiği kitaplarda, Yahudi ve Hıristiyanlara serbest miydi? Farkında olmadan, bunu söylemiş olduklarının farkında bile değiller. İçki ve kumar daha önceki toplumlara da, peygamberimize indirilen şeriatında da, asla önerilmeyen uzak durulması gereken, şeytan işi bir pislik olduğu bildirilmiştir. Bahsedilen ayetin, konuyla ilgili kısmını yazalım. Bakara 219: Sana şarabı ve kumarı sorarlar. De ki: "Bu ikisinde büyük bir günah vardır; insanlar için çıkarlar da vardır. Ama onların kötülüğü yararlarından çok daha büyüktür…….. Ayete baktığımızda, içkinin ve kumarın bizleri kötülüğe götüreceğini, geçici olarak hoş gürünse bile, zararının fazla olduğundan, uzak durulmasını emrediyor Rabbimiz. Dikkat ediniz, içki ve kumarın bizleri günaha sokacağından bahsediliyor ama özellikle, bugün söyledikleri gibi haram kelimesini Allah özellikle kullanmıyor, günah olarak nitelendiriyor. Şimdi vereceğim ayetin, yukarıda verdiğim ayeti nesih ettiği, yani hükmünü kaldırdığı söyleniyor. Maide 91: Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçiyor musunuz? Bu ayette Rabbimiz ne anlatıyor? Şeytan içki ve kumarla aranıza kin ve nefret sokar, Allah ı anmaktan alıkoyar diyor ve ayetin sonunda bakın üzerinde dikkatle düşünmemiz gereken ikazını, tavsiyesini yapıyor Rabbimiz. (ARTIK VAZGEÇİYOR MUSUNUZ? ) Bu ayetin bir ayet öncesinde de yine, Rabbimiz çok güzel tavsiyelerde bulunuyor ve içkinin, kumarın bizlere neler getireceğini söylüyor. Maide 90: Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Dikkat ederseniz bu ayette de bizleri uyarıyor, içki ve kumarın bizleri şeytana yaklaştıracağını, onun pisliğinde sürüneceğimizi hatırlatıyor. Bunlardan uzak kalanların ise kurtuluşa ereceği örneğini veriyor. İşte Kur’an böyle güzel tavsiyelerle, bizleri en doğruya yönlendiriyor. Değerli din kardeşlerim. Kur’an ı rivayet ve sanı bilgilerle anlamaya kalkarsak, dinden uzaklaşırız hatırlatırım. Güzelim Kur’an ın nurundan da uzak kalırız. Allah bu ayetlerde bizlerin içki ve kumardan uzak kalmamızın önemini anlatıyor. Asla bir ayet diğerinin hükmünü kaldırmıyor, tam aksine birbirini tamamlıyor, konuyu çok daha güzel ve anlaşılır hale getirerek pekiştiriyor. Allah bu ayetlerde, içkiden ve kumardan uzak kalmamız için, çok önemli TAVSİYELERDE BULUNUYOR. Lütfen dikkat ediniz, Kur’an ın birçok yerinde bazı konularda kullandığı HARAM sözcüğünü, özellikle bu ayetlerde bu konularda kullanmıyor, günah olduğunu belirtiyor. Peki, neden olabilir sizce? Elbette bu sözlerimi doğru anlamalıyız. Belki haram sözünü Allah, özellikle kullanmamıştır ama günahta ısrar ederek, HARAMIN kapısını aralamış olabileceğimiz gerçeğini unutmamalıyız. İçki ve kumar her türlü kötülüğün kapısını açan bir unsurdur. Rabbin bu şefkatini kötüye kullanmadan, içki ve kumardan uzak durmalıyız. Allah yarattığı kullarının, zayıf iradeli olduğunu bildiği ve nefsine yenilebileceğini çok iyi biliyor. Hatırlayınız Yaradan Kur’an için ne demişti? Kamer 17: Andolsun biz, Kuran'ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur? Demek ki Kur’an bizlere öğüt veren, doğruyla eğriyi açıkça önümüze seren, bir rehber kitap olduğu için uyarıcı, yol gösterici görevini yapıyor. Özellikle içki ve kumar konusunda, Haram sözünü kullanmayarak da, biz kullarına Rabbimiz şefkatini, Rahmetini gösteriyor. Çünkü Allah ın bizzat HARAM kelimesini kullandığı günahlar, affı çok zor büyük günahlardır. Buradan da anlıyoruz ki içki ve kumar illetinden, Allah adeta bir terapiyle, eğitimle uzaklaşmasını istiyor kullarının. Yine içki konusunda, Allah bizleri uyardığı bir ayetini daha hatırlatmak istiyorum. Ne yazık ki bu ayetinde hükmünün kalktığını, yani nesih edildiği söylenmektedir. Nisa 43: Ey iman edenler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, bir de -yolcu olmanız durumu müstesna- cünüp iken yıkanıncaya kadar namaza yaklaşmayın…… Bu ayeti de okuduğunuzda, konuyla ilgili tüm ayetlerin, çok farklı bilgiler verdiğini, bizleri ayrı ayrı konularda uyardığını, ikaz ettiğini anlıyoruz. Bu ayette de Rabbimiz, nefsine yenik düşerek içki kullanmış kullarını uyarıyor ve bakın ne diyor? Sizlere içkiden uzak durun, sizleri günaha sokacak en büyük etken içkidir diye uyarmıştım. Ama bazı kullarım nefsine ne yazık ki yenik düşüyor. Huzuruma namaza dururken, sakın kendinizi bilmeyecek durumda, içkili bir şekilde durmayınız diyor. Namaz Allah ile kulu arasında bir irtibattır, sohbet kapısıdır. Bu irtibatın kesilmesini Allah asla istemiyor. Kulum nefsine yenik düşüp içki içmiş olabilir, onu tamamen dışlamak, şeytanın kucağına atmak yerine, öneri ve tavsiyelerle İslam dairesi içinde tutmaya çalışıyor. Ne yazık ki bizler bu gerçeği hiç anlayamadık ve nefsine yenik düşen kardeşlerimizi dışladık, kendimizden uzaklaştırırdık, ötekileştirdik. Dikkat ederseniz içki konusunda ki tüm ayetler, çok farklı konuları ele almış ve açıklamalar yapmıştır. Bizlere düşen, hiçbir etki altında kalmadan, nefsimizin etkisiyle dine ilaveler yapmadan Allah ın ikazlarını, uyarılarını, tavsiyelerini doğru anlamak olmalıdır. Ne yazık ki buna benzer onlarca ayetin, hükmünün kalktığını söyleyerek, Kur’an ı bütünlüğünden ayırdık. Bütününden ayırdığımız içinde, onu gereği gibi anlayamadık. Allah Kur’an ın sınırlarını aşmayın diye bizleri ikaz eder. Buradan da anlıyoruz ki, Kur’an ın bir sınırı vardır. Onun sınırlarının da ölçüsünü, yine Kur’an belirlemiştir. Bizlere düşen Kur’an ı bir bütün olarak, eksiksiz anlamaya çalışmak olmalıdır. Dilerim Rabbimden, Kur’an ı bütününden ayırmadan, onu anlamak adına çaba harcayan, Kur’an ın sınırlarını aşmayan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
ALLAH A AÇILAN KAPI KUR'AN
Din ve iman konusu, günümüzde o derece çeşitlilik ve farklılıklar gösteriyor ki, ne yapacağımızı, hangi yoldan gitmemiz gerektiği, kimlerin doğruyu söylediği konusunda, toplum olarak büyük tedirginlik yaşıyoruz. Acaba bu tedirginliğimizin nedeni ne olabilir? Bizler bu konuda nasıl bir tavır takınıyoruz, ya da yapmamız gereken nedir bunun bilicinde miyiz? Sanırım bu soruların doğru cevabını bulursak, bizim de Allah ın istediği doğru yolda olmamızın önünde, hiçbir engel kalmaz. Önce içinde yaşadığımız din karmaşasının, bölünmüşlüğün, inanılmaz farklılıkların nedeni nedir, gelin bu konu üzerinde birlikte düşünelim. Tedirgin olmamızın asıl nedeni, aynı konuda bile çok farklı fikir ve inançların olması. Önce bu konuyu aydınlatmalıyız. Müslüman olarak bizler, Kur’an ın her ayetine iman etmedikçe, gerçek iman etmiş sayılmayacağımızı söyleriz ve buna inanırız. Peki söyleyip, inanmakla iş bitiyor mu? Elbette bitmiyor, sanırım hatalarımız, söylediklerimizi yaşamımıza geçirme safhasında başlıyor. Allah elçisi kanalıyla, biz kullarına Kur’an ı, rehber olarak gönderdiğini bildirmiştir. Allah Kur’an da elçisine, tebliğ etmek sana, hesap sormak bize düşer diyerek, aslında bu sözleriyle bizlere bir şeyler anlatır. Yaradan yine rehberinde, hiçbir ehli kitapta, ruhban bir sınıf görevlendirmediğini, bunu kendilerinin uydurdukları örneğini de verir. Peki, tüm bunlar ne anlatır bizlere? Allah ın doğru yolunu, beşeri oluşumlardan, bilgilerden değil, Rahmanın gönderdiği hak gerçeklerde, Kur’an dan aramamızın açık bir kanıtıdır tüm bunlar. Bir başka deyişle, Allah ile kulu arasında, hiç kimsenin olmadığını, veliler, şeyhler, dervişler edinerek onların sayesinde, Allah ın rızasını kazanacağımızı zannedenlere, büyük bir uyarıdır, ruhban sınıfının, İslam dininde olmadığı gerçeği. Rabbimiz, benimle aranıza hiç kimseyi sokmayın, ben sizlere şah damarınızdan daha yakınım diyorsa, Allah dan başka yardım isteyecek, sığınılacak, şefaat istenecek, hiçbir gücün olmadığının bilincine varmalıyız. İşte yaptığımız yanlış bu noktada başlıyor. Allah bana ulaşacak kapınız, Kur’an dan geçer diyor. O kapının anahtarını da, yalnız Kur’an dan alabileceğimiz örneklerini de veriyor. Bu durumda, bizler ne yapıyoruz, Allah a ulaşacağımız kapıyı ve anahtarını Kur’an da mı arıyoruz? Hiç sanmıyorum, Rahman a ulaşacak kapıyı ve onun anahtarını, beşeri oluşumlarda arıyoruz. İşte yaptığımız büyük hata, böylece dipsiz bir kuyuya atılan taş misali, belirsizliğe doğru yol alıyor. Yapılan bu yanlışlar, bu tür oluşumlar o kadar çok ve çeşitli oluşuyor ki, Allah ın gerçek kapısının, ona ulaşacak en doğru yolun üstünü örtüyor. Hatırlayınız Rabbimiz, yanlış yolda ısrar edenler için bir örnek veriyordu. Câsiye 23: (Ey Muhammed!) Hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah'ın kendi ilmi dâhilinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi görüyor musun? Şimdi onu Allah'tan başka kim hidâyete erdirebilir? Hala düşünmez misiniz? Gerçektende, Allah ın kitabını rehber aldığını söylediği halde, beşerin sözlerini rehber edinenlerin, kendi hevâ ve hevesinin esiri olanların, acıklı sonunu Yaradan, çok güzel izah ediyor bizlere. Ama bu gerçekleri görebiliyor muyuz? Göremiyoruz, çünkü düşünerek iman etmiyoruz da ondan. Elbette göremeyiz, çünkü gözler perdeli, gönüller mühürlü. Batıldan, hurafeden, sanıdan, emin olmadığımız rivayetlerden yana olmaktan ve onlarla amel etmekte ısrar ettiğimiz için, gerçekleri göremiyoruz. Allah ın rehberine, kitabına inatla yaptığımız saygısızlıktan dolayı, Rabbin bir cezası tüm bunlar. Şunu lütfen unutmayalım. Allah sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum diyorsa, herkesin anlayamayacağı bir rehber gönderip, daha sonrada bizleri sorumlu tutmaz. Elbette herkes kapasitesi, çabası ölçüsünde nasibini alır. Bizlere düşen, Allah ın ayetlerini daha güzel anlamak için, çaba göstermek olmalıdır. Zaten imtihanın da gerçeği, çaba harcamak, bir emek sarf etmek değil midir? Bu konuyla ilgili yazı kaleme aldığımda, her zaman okul örneğini veririm. Çünkü hepimiz Allah ın okulunda, eğitiminde Kur’an dan imtihan halindeyiz. Allah imtihanımızın Kur’an dan olduğunu apaçık söylediği halde, nasıl olurda bizler sorumlu olduğumuz rehberin dışına çıkarız, onun sınırlarını aşarız. Hâşâ Rabbimiz Kur’an da, bizleri doğruya ulaştıracak yolu, gereği gibi anlatmıyor mu? Yaradan hâşâ izah edemedi de, bizler beşerin kitaplarından mı doğruyu daha kolay öğreneceğiz. Lütfen bunu unutmayalım ve yaptığımız saygısızlığın farkında olalım. Yoksa mahşer günü, çok pişman oluruz. Okulda eğitim alırken, nasıl öğrenciler birbirleri ile yarışıyor ve kapasiteleri, gösterdikleri çabaları nispetinde değerlendiriliyorsa, bizleri de Rabbimiz aynı şekilde imtihan ediyor. Hatırlayınız bizler okulda, okuduğumuz bir kitap için, bu kitabı bu seviyede bir öğrenci anlayamaz, bu haksızlıktır demiyor da, bir çaba gösteriyorsak öğrenmek anlamak için, nasıl olurda Allah ın bizleri imtihan ettiği kitap için, bu kitabı herkes anlayamaz, bu kitapta her bilgi, detaylı yoktur deriz? Değerli din kardeşlerim, Rabbimize açılan kapının ve onun anahtarının, Kur’an da olduğunun gerçeğini artık görelim. Sonsuzluk kapısını, başka yerde aramayalım. Önce onu anlayarak, düşünerek ve hiçbir etki altında kalmadan okuyup, anlamaya çalışalım. Daha sonra araştıralım, soralım tüm bilgilerden faydalanalım, daha da iyi anlayabilmek için. Çünkü bilginin sonu yoktur. Bizler eğer ilk önce, Kur’an ın harcıyla inanç temellerimizi inşa edersek, onunla imanımızın omurgasını oluşturursak, onun üstüne giydireceğimiz kıyafeti, doğru seçmekte asla zorlanmayız. Böyle yaptığımızda ne giyersek yakışacak, ne yaparsak başarıya ulaşacaktır. İmanımızın temelini ve omurgasını, başkaları değil, kendimiz inşa edersek, sonucundan da emin oluruz. Ne yazık ki bu gün yaşadığımız İslam ın temelinde, yalnız Kur’an değil, Kur’an ın hüküm vermediği, rivayetlerin, sanı bilgilerin ağırlıklı baskısı var. Gelin içimize girmiş yanlış itikatları, elde Kur’an temizleyelim. Böylece zararın neresinden dönersek kardır düşüncesiyle, Rabbimizden af dileyelim. Sizce en garantili yol bu değil midir? Bir başkasından kopya çekerek imtihan verilmez, lütfen bu gerçeği görelim. Tembel öğrenci gibi olmayalım. Dersimizi imtihan olacağımız kitaptan bizzat çalışalım ki, yaptığımız işten emin olalım. Mahşer günü yüzleri gülen, Rabbin halis kullarından olmak istiyorsak, Allah ın ayetinde verdiği örnekte olduğu gibi, eyvah keşke falancayı dost, veli edinmeseydim, beni o kandırdı demek istemiyorsak, gelin Rabbimizin söylediği gibi, Kur’an ın ipine sarılalım. O bizi Rabbimize kavuşturacaktır. Bu yolu izlediğimizde, hayatımızın, yaşantımızın çok daha farklı olduğunu göreceğiz. İşte o zaman, gülün dikenini görmeden gülü seveceğiz, koklayacağız. Dualarımızın bile, nasıl daha farklı karşılık bulduğunun, bilincine varacağız. Dilerim cümlemiz, gönül gözleri ile tüm gerçekleri görebilen, Rabbin halis kulları arasında oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
BAKARA 146-147. AYETLERDEN ALACAĞIMIZ DERSLER
Değerli din kardeşlerim. Kur’an ın her ayeti, bizlere öyle güzel dersler veriyor ki, biraz düşünen, hurafeden uzak kalan, tüm gerçeklerin farkında olacaktır. Yaradan da zaten ne diyordu Kur’an ayetleri için? Casiye 20: [İşte] bu [vahiy,] insanlık için bir kavrayış aracıdır; tereddütsüz bir inanca ve emniyete ulaşanlar için de bir rahmet ve hidayettir. Rabbimiz Kur’an ayetlerinin bizleri, nasıl gerçeklere götüreceğini ve bizleri nurlu ışıkla buluşturacağını, ne kadar güzel anlatıyor. Demek ki Kur’an ı anlayabilmek için, önce onunla bizzat buluşmalıyız ki, tüm gerçeklerin farkında olabilelim. Bir başka deyişle Kur’an ı doğru anlayabilmek için, önce Kur’an ın gözlüğünü takmalıyız, yani anlayarak, düşünerek okumalıyız. Başkasının gözlüğüyle Kur’an a bakan, onların sözleriyle ayetleri anlamaya çalışan, asla gerçekleri göremeyecektir. Yazdığım yazılarımın genel konusu, hurafeden ve sanıdan uzak, Kur’an ile bizzat bizlerin buluşmamız, üzerinde düşünerek iman etmemiz adınadır. Çünkü Yaradan bizleri açıkça Kur’an dan sorumlu tuttuğunu ve en emin bilgininde Kur’an olduğunun, hükmünü vermiştir. Bu yazımın da özünde yine bu konu var. Sizlere bakara suresi 146 ve 147. ayetleri hatırlatmak istiyorum. Bakalım Rabbimiz bu ayetlerinde, bizleri nereye yönlendiriyor ve dikkatimizi nasıl çekiyor onu anlayalım. Bakara 146: Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (peygamberi), çocuklarını tanır gibi tanırlar. Buna rağmen içlerinden bir bölümü, bildikleri halde gerçeği gizlerler. Bakara 147: GERÇEK OLAN, RABBİNDEN GELENDİR. O halde kuşkulananlardan olma. Şükürler olsun ki Yaradan, bizleri o kadar güzel açık bir şekilde uyarıyor ki, anlamadım demek hiç mümkün değil. Bakara 146. ayette çok dikkat çekici bir konuya değiniyor Allah ve diyor ki, gönderdiğim elçinin benim tarafımdan gönderildiğini, kendi evlatlarını bildikleri gibi bildikleri halde, gerçeği gizlerler diyor. Gelin bu sözleri anlamaya çalışalım şimdide. Tevrat ı okuyanlar bilir, Musa peygamberimizden sonra elçi olarak, bir Mesih geleceğinden bahseder. Bildiğiniz gibi Hz. İsa Kur’an da da Mesih ismiyle geçer. Ama Yahudiler, babasız olduğundan kendilerinden kabul edemedikleri Hz. İsa’yı kabullenmediler. Yani Hz. İsa’ nın geleceği, Tevrat ta yazılıdır. Bugünkü İncil de, Hz. İsa dan sonra, Ahmet isminde bir peygamberin geleceği de yazar. Buradan da anlıyoruz ki, Allah göndereceği elçileri, bir önceki gönderdiği kitaplarda haberini vermiştir ki, toplum aldatılmasın kandırılmasın. Tabi işlerini kolaylaştırmak ve bizlerin şüpheye düşmemizi engellemek için. Peygamberimizi kabul etmekte zorlanmalarının nedeni, peygamberimiz ehli kitaptan yani kendileri içinden olmayıp, ümmi toplumdan olmasıdır. Ümmi konusu da topluma yanlış anlatılmıştır, konuyu dağıtmamak için buna girmiyorum. Demek ki Allah bizleri uyarmak ve doğruya ulaştırmak adına, her konuda gönderdiği kitaplarda bahsetmiş, elçileri hakkında bile gelmeden bilgisini vermiştir. Peki, bakara suresi 147. ayetten nasıl bir ders çıkarmalıyız, işte bu kısmı da çok önemli. Bakın Yaradan nasıl dikkatimizi çekiyor ve ne diyor, tekrar hatırlayalım. (GERÇEK OLAN, RABBİNDEN GELENDİR.) Ne dersiniz dostlar, açıklamaya, izah etmeye gerek var mı? Allah gerçek hak olanın, Allah katından bizlere indirilen olduğunu birçok ayetinde söylediği halde, bizler hala neler söylüyoruz hatırlayınız. Yalnız Kur’an ile iman olmaz, her şey Kur’an da yazmaz, peygamberimiz bir o kadar da dinde hüküm koymuştur diyerek, nasıl bir yanılgının içinde olduğumuzun hala farkında değiliz. Kur’an da hiç bahsedilmediği halde, bugün günümüzde kurtarıcı olarak beklediğimiz, mehdileri ve Mesihleri nasıl açıklayabiliriz? Allah ben gönderdiğim elçilerimin bile bilgisini, kitaplarımda sizlere anlattım dediği halde, bizler neler söylüyor ve nelere inanıyoruz. Allah Rabbinden sizlere gelenden, sakın kuşkulananlardan olmayın diyor. Bu sözüyle Rabbimiz, size gönderdiğim elçim haktır ve sarılacağınız, iman edeceğiniz, ardı sıra gideceğiniz tüm bilgiler Rabbimizden bizlere ulaşan Kur’an da vardır diye açıklık getiriyor. Ama bizler ne yazık ki yalnız Kur an ile iman olmaz diyerek, Kur An ın yanında ona eş, dine hüküm koyan bilgiler için, bunlarda haktır diyoruz. Mehdi konusu özellikle günümüzde, çok gündeme getiriliyor. Bu konu İslam toplumunu oyalamak, avutmak ve perde arkasından yönetebilmek için, Yahudiler tarafından uydurulan büyük bir aldatmacadır. Lütfen bu konuyu dikkatle izleyiniz, arkasında Yahudi fitnesini göreceksiniz. Allah ın birçok ayetini görmezden gelenlere, üstünü örtenlere, bakın Rabbimiz ne diyor. Zühruf 36: Kim Rahman'ın Zikri'ni görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa, biz ona bir şeytanı musallat ederiz de o ona can yoldaşı olur. Allah ın apaçık ayetlerini görmezden gelirsek, sonucuna katlanacağımızı da bilmeliyiz. Bunu yaparak şeytanı dost edindiğimiz gerçeği, hiç unutulmamalıdır. Kurtuluşa ermek isteyene Allah, bunun reçetesini de açıkça bizlere aşağıdaki ayetinde bildirmiş ve bizlere hatırlatmıştır. Tabi gözler perdeli, gönüller mühürlü değilse. Bakara 5. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır. Bunca açık uyarılardan da ders alamadıysak ve hala Kur’an imanımız adına yeterli bilgileri, detayları vermez diyorsak, ne söyleyebilirim. Allah kurtuluşa erecek kullarının, yalnız benim gönderdiğim Kur’an üzerinde olanlardır diyor. Ya bizler neler söylüyoruz? Allah bizlerin yalnız Kur’an dan sorumlu olduğumuzu, yüzlerce kez söyleyip, birçok örneklerle izah ettiği halde, inandıkları Kur’an ın onayından geçmeyen rivayetleri korumak, kollamak ve temize çıkarmak adına, birçok ayeti görmezden gelenlere bir ayet daha hatırlatmak istiyorum. Enbiya 10; And olsun, size öyle bir kitap indirdik ki, bütün şan ve şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Ne dersiniz hala Kur’an bizlere yetmez, rivayet hadisler olmasaydı, Kur’an anlaşılamaz ve kapalı kalırdı diyerek, Kur’an a yapılan o büyük saygısızlıktan, hala vazgeçmeyecek miyiz? Gönül gözlerimizin açık olmasını istiyorsak, Kur’an ayetlerini anlamadan değil, anlayarak bolca okuyalım ve üzerinde düşünelim. Bakın o zaman imanımızın, inancımızın bizlere, çok daha huzur verdiğini nasıl fark edeceksiniz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
RİVAYETLER İNANCIMIZI YÖNLENDİRİNCE
Yanlış şeyleri ve kolayı seçmek önceleri doğru gibi gelir insana. Ama doğruyu, gerçekleri arayıp bulmak zordur. Zorluğun sonunda mükafat mutlaka vardır. Seçim sizin. Önünüzdeki iki kapıdan, birisini seçme hakkına sahipsiniz. Tabi girdiğiniz kapının ardında, neler olabileceğini, nelerle karşılaşabileceğinizi, benden tavsiye araştırınız. Tabi pişman olmak istemiyorsanız. Saygılarımla
-
RİVAYETLER İNANCIMIZI YÖNLENDİRİNCE
Kur’an, akla düşünmeye önem verir. Ayetler üzerinde düşünerek iman etmemizi, asla emin olmadığımız bilgilerin ardına düşmeden, imanımızı yaşamamızı özellikle verdiği örneklerle anlatır ki, yanlışın ardından gitmeyelim. Peki, bizler Rabbin bu öğüdünü ne kadar dinliyoruz? Allah ın sizleri Kur’an dan sorumlu tutuyorum, onun ipine sarılın sözleri, bir kulağımızdan girmiş, diğerinden ne yazık ki çıkmıştır. Rivayetler günümüzde adeta Kur’an ın önüne geçmiş, onunla eş tutulan, dini hükümler haline gelmiştir. Bu bilgilerin doğruluğu üzerinde düşünmek, Kur’an dan onay almak şurada dursun, bir tanesini bile inkâr ederseniz, Kur’an ayetini inkâr etmiş gibi olur, dinden çıkarsınız sözleri, bugün ne yazık ki camilerimizde, cahil insanlar tarafından değil, Diyanetin bazı Müftüleri tarafından söylenebilmektedir. Sizlere Kütüb-i Sitte den birkaç örnek vermek istiyorum. Acaba bu rivayet hadisleri kabul etmek mi insanı günaha sokar, dinden çıkartır, yoksa bunları kabul etmemek mi? Yorumunu sizlere bırakıyorum. 7236 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Medine ehlinden bir cariye bile Resülullah aleyhissalatu vesselâm’ın elinden tutardı ve Aleyhissalatu vesselâm elini onun elinden çekmezdi de, cariye ihtiyacı için, O’nu Medine’nin istediği semtine çeker götürürdü. (Resülullah tevazu gösterir, itiraz etmezdi)." Değerli din kardeşlerim, bu rivayet hadisten siz ne anladınız? Çünkü her türlü anlama gelebilecek bu sözleri, nasıl söyleriz. Cariye hangi ihtiyacı için, peygamberimizi Medine nin istediği semtine götürüyor, bu konuda açıklama yapabilecek var mı aramızda. Ne söylediğimizin farkında mıyız? Şimdi vereceğim rivayet hadisi, Kur’an ın ışığında düşündüğümüzde, peygamberimizin önerisi olabilir mi? Bu sözler Kur’an ın onayından geçen bir davranış mı? Yoksa bizleri yoldan saptıracak, peygamberimize iftiralarla dolu, dine nifak sokan fitnelerin bir yalanımı? 5686 - İbnu Abbas radıyallahu anhüma anlatıyor: "Bir adam Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a gelerek: "Ey Allah’ın Resûlü! Hanımım değen eli reddetmiyor!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm: "Onu uzaklaştır!" emretti. Adam: "Nefsimin ona takılmasından korkuyorum" deyince: "Öyleyse ondan faidelen!" buyurdular." Ebu Dâvud, Nikâh 4, (2049); Nesâi, Nikah 12, (6, 67). Değerli din kardeşlerim, ben bu örneği vermeye utanıyorum, ama rivayet hadis nakletme gerçeğinin, ne derece yanlışlıklarla dolu olduğunu, bu konuda çok dikkatli olmamız gerektiğini, her bilgiyi Kur’an onayından geçirmemizin önemini, sizlere göstermek istedim. Ya bu örneği doğru kabul edip örnek alan, hayatına geçiren olursa, bunun sorumlusu kim olacak? Sizce peygamberimiz, böyle bir öneride bulunur mu? Eşinin namusun dan şüphe eden ve peygamberimize şikayette bulunan, bu konuda onun fikrini soran bir Müslüman a, bu şekilde davran der mi peygamberimiz? Nelere inanıyoruz görüyor musunuz? Elbette bu yanlışlıkları yaşayan toplumların ne halde olduklarını, hep birlikte görüyoruz. Geçen gün bir haber okudum. Bir Müslüman ülkede, 8 yaşında bir kız çocukla, 40 yaşında evlenen bir erkeğin, gerdek gecesinde çocuğun aşırı kanamadan öldüğünü yazıyordu. Yazıklar olsun ki, dine hurafeler katarak, bunlarda dinden dir diyenlere. Peygamberimiz söylemediği yapmadığı halde, peygamberimizin üzerinden yalanlar uydurarak kendilerine kılıf arayan, güzelim dinimizi bu hale getirenlere yazıklar olsun. Aklın ve mantığın sınırlarını aşan, bu evliliğe izin veren toplumun, uydurma rivayet hadislerin etkisiyle bu evliliği normal karşılamasının nedenini, herhalde anlamışsınızdır. İşte peygamberimize atılan böyle iftiralara inanmak, toplumları böyle büyük yanlışlara götürüyor. Peygamberimiz boşuna, benim adıma yalan uydurmayın, yoksa cehennemi boylarsınız dememiş. Ama dinleyen mi var. Kur’an dan uzak nefislere hükmetmek mümkün değil. Sizlere bir örnek daha vermek istiyorum. Kur’an dan aldığımız eğitim gereği, ayetleri okumaya başlamadan önce, Bismillahirrahmanirrahim diye başlarız okumaya. Bu Kur’an öğretisidir. Nerede olursak olalım, bir ayet okurken besmele ile başlarız. Şimdi size sorsam ve desem ki, camilerde toplu kıldığımız namazlarda, İmam sesli olarak, Kur’an ayetlerinden okumaya başlarken, besmele ile mi başlıyor ayetleri okumaya? Sanırım bir an durdunuz ve düşündünüz. Hoca ayetleri okumaya başlarken, besmele ile başlamaz. Peki, neden besmele ile başlanmıyor diye kendimize hiç sorduk mu? Ne yazık ki her konuda olduğu gibi, sorgulama yeteneğimizi kullanmıyor, sormuyoruz. Bakın Allah ın Kur’an da ayetleri okumaya başlamadan önce, besmele ile başlamamızın gerektiği öğretisini, neler değiştiriyor. 2503 - Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Ben, Resülullah (aleyhissalatu vesselâm), Hz. Ebü Bekr, Hz. Ömer, Hz. Osman (radıyallahu anhüm) ile birlikte namaz kıldım. Onlardan hiçbirinin bismillâhirrahmanirrahım’i okuduklarını işitmedim." Buhârî, Ezân 89; Müslim, Salât 50, (399); Muvatta, Salât 30, (1, 81); Ebü Dâvud, Salât 124, (782); Tirmizî, Salât 182, (246); Nesâî, İftitah 21, 22, (2, 133-135); İbnu Mâce, İkâmet 4, (813- 815). 2504 - İbnu Abdillah İbnu Muğaffel (rahimehullah) anlatıyor: "Ben (namazda) bismillâhirrahmânirrahîm’i okumuştum. Babam işitti. Bana: "Oğulcuğum, (bu yaptığın) bir bid’attir. Bid’atten sakın!" dedi. Ben Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın ashâbından her kimle karşılaştı isem, hepsinin de bid’atten nefret ettiği kadar bir başka şeyden nefret etmediğini gördüm. Babam sözlerine şöyle devam etmişti: "Ben Resülullah (aleyhissalatu vesselâm)’Ia, Hz. Ebu Bekr’le, Hz. Ömer’le, Hz. Osmanla (radıyallâhu anhüm) namaz kıldım. Onlardan hiç birinin bunu (besmelenin okunacağını) okuduklarını işitmedim. Onu sen de okuma. Sadece "Elhamdülillahi rabbi’l-âlemîn" de." Tirmizî, Salât 180, (244); Nesâî, İftitah 22, (2,135). Rivayetlere dikkat ettiniz mi bilmiyorum, bu konuda peygamberimiz, namazlarınızda ayetleri okurken, besmele çekmeyin diye hiçbir bilgi olmadığı halde, bazı kişilerin ben besmeleyle başladıklarını duymadım, sözlerinden yola çıkılarak, bugün bizlerin bu sözlere uygun imanımızı yaşamamız, çok ama çok düşündürücüdür. Bu soruyu imamlara sorduğumuzda, onlarında bu durumdan nefislerinin tatmin olmadığını anlıyoruz. Sizler içinizden besmele çekin, bir sorun olmaz diye verdikleri cevaplar, aslında manidardır. Rivayet hadiste, ayet okumadan önce, besmele çekmenin bit at olduğunun söylenmesi, dinde rivayetlerin ne derece toplumu yanlış yönlendirdiğine, dikkat çekici bir örnektir. Değerli din kardeşlerim. Lütfen imanımızı, inançlarımızı elde Kur’an sorgulayalım. Eğer pişman olmak istemiyorsak tabi. Birileri hurafe, batıl itikatlarına kılıf hazırlamış, bizlerde sorgusuzca yaşayıp gidiyoruz. Bu yanlışları fark edip, toplumu Kur’an ile uyaranları da, susturabilmek için, hem peygamberimizin sözlerine, hem de Kur’an ın tamamına ters düşen rivayetlerle susturmak istiyorlar, toplumu uyaranları ve bakın ne diyorlar. “Şunu iyi biliniz ki, bana Kur’an-ı Kerim ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. (Bu konuda) dikkatli olun; (çünkü) koltuğuna kurulan tok bir adamın ‘size (Hz. Peygamberin sünneti/hadisleri değil) sadece şu Kur’an lazımdır, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz yeter!’ diyeceği (günler) yakındır...” Ne yazık ki bu rivayet hadis delil gösterilerek, Kur’an ın dışından da helal ve haramların dinde hüküm koyabileceği anlatılmaktadır. Allah ın doğru yolunun yolcusu olan bir Müslüman, şu iki konuyu dikkatle araştırmalıdır. Birincisi yukarıdaki rivayet hadis, peygamberimizin yüzlerce hadisine ters düşen bir fikri savunmaktadır. Peygamberimiz, Allah’a yemin ederim ki aleyhimde tutunacak bir şeyiniz yoktur; Kuran’ın helal kıldıkları dışında bir şeyi helal kılmadım. Kuran’ın haram kıldıkları dışındakileri de haram kılmadım diyorsa, sizce yukarıdaki sözleri söylemiş olabilir mi? Buna benzer o kadar çok hadis vardır ki, peygamberimiz bizleri Kur’an a sarılmamızı emreder. İkinci konuda, yukarıda verilen örnek rivayet hadisin, Kur’an ın tamamına ters düştüğüdür. Allah bizleri Kur’an a yönelmemizi, onun ipine sarılmamızı ve emin olmadığımız sözlerinin ardına düşmememizi ister. Hatta sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim diyerek, sorumlu olacağımız yalnız Kur’an hükümleridir diye, net hükmünü verir. Değerli din kardeşlerim. Çok dikkatli ve uyanık olmanın zamanıdır. Birileri, atalarının inançlarını devam ettirebilmek için, çok güzel kılıfını hazırlamış, süslemiş, özendirmiş toplumun önüne koymuş. Bizler dini yaşamayı başkalarına havale ettiğimiz içindir ki, eğriyi doğrudan ayıran FURKAN dan habersiz, her söylenene kanar olmuşuz. Aldanmamak ve ebedi yaşamda huzura kavuşmak isteyen düşünerek, hurafeden ve sanıdan uzak, elde Kur’an imanını önce doğru kaynaktan öğrenmelidir. Bu gerçekleri görene, fark edene ne mutlu. Şunu bir kez daha hatırlatmak isterim, peygamberimiz bizleri, yalnız Kur’an ile uyarma görevi almıştır. Bu hükmü Allah birçok ayetinde apaçık bizlere bildirmiştir. Kaf 45: Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur’an’la öğüt ver. Araf Suresi 3: (Ey insanlar), Rabbinizden size indirilene uyun ve O’ndan başka velilere uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz! İsra 89: Andolsun biz bu Kur’an’da insanlara her çeşit misali türlü biçimlerde anlattık, ama insanlardan çoğu inkârda direttiler. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KURANDA NAMAZ YOKTUR.NE ZAMAN NASIL KILINACAĞI DA YAZMAZ
Tebliği Allah ın resulü yapmıştır. Yani tebliğ görevi bitmiştir. Bizlere düşen, ben Müslüman ım diyeleri kur'an etrafında toplamaya davet etmektir okadar. Gerisi herkezin kendisine kalmıştır. Var olan bir gerçeğe yok dediğinmizde, o apaçık gerçek yok olacak değildir. Lütfen nefsimizi aldatmayalım. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
Kur an da Buluşabilmek
İslam toplumu olarak, ne yazık ki din ve iman adına bir noktada buluşmayı, anlaşmayı bırakın, birbirimizle kanlı bıçaklı kavga eder olduk. Peki, anlaşamadığımız nedir diye hiç düşündük mü? Aynı dinin mensuplarıyız. Aynı peygambere ve aynı kitaba iman ettiğimizi söylüyoruz. Bu durumda sorun nerede? Sanırım sorun, atalarımızdan rivayetler yoluyla, günümüze kadar gelen itikatların ve inançların, dine koyduğu hükümlerde. Peygamberimizin devrinde yaşayan, Ehli kitabın da yaptığı yanlışların, aynı konuda olduğunu görüyoruz. Kur’an a iman etmek isteyen bazı ehli kitap, atalarından gelen inançlarını da yaşamak istediklerini, ama Allah ın buna asla izin vermediğini, açıkça görüyoruz. Allah bu kişilere ne diyordu hatırlayalım. Ankebut 51: Kendilerine okunan kitabı, sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Şüphesiz bunda inanan bir kavim için bir rahmet ve bir öğüt vardır. Allah işte ayetlerini bu kadar açık anlatıyor ki bizlere, öğüt ve dersler alabilelim. Sizler bu ayeti tebliğ aldıktan, iman ettikten sonra, Kur’an ın dışından da sorumlu olabileceğimiz hükümler vardır, diyebilir misiniz hala? Geleneklerimizi elbette yaşayalım, bunda hiç bir sorun yok. AMA GELENEKLERİMİZİN, YAŞADIĞIMIZ DİNİ YÖNLENDİRMESİNE ASLA İZİN VERMEYELİM. Bunu yapan geçmiş kavimler, Allah ın dininden sapmışlardır. Bizler şu soruyu kendimize sormalı ve Kur’an dan cevabını mutlaka aramalıyız. (Bugün İslam toplumu olarak bizler, Kur’an ın tüm ayetlerine kayıtsız şartsız iman ediyor muyuz? Yoksa bazı ayetlerin, hükmünün kalktığına inanıyor, bazı ayetleri de görmezden mi geliyoruz.) Bu soruma belki genel çoğunluk, evet tüm ayetlerin hepsine iman ediyoruz, diye cevap vereceklerine inanıyorum. İslam ı tarikat ve cemaat eksenli yaşayan din kardeşlerimizin bir kısmı, evet bugün bazı ayetlerin hükmü kalkmıştır, Allah nesih etmiştir, yani hükmünü diğer bir ayetle kaldırmıştır diye inanmaktadır. Hâlbuki Allah, gönderdiği kitaplar arasında nesih yaptığından bahseder. Bir kısmı da bazı rivayet hadisleri öne sürerek, bu hadis şu ayetin hükmünü kaldırmıştır, deme yanılgısına bile düşmektedirler. Bu konular üzerinde, Kur’an ı rehber alarak çok dikkatle düşünmeliyiz. Eğer bizler Allah ın tüm ayetlerine açıkça iman ettiğimizi söylüyorsak, bir ayetin hükmüne bile ters düşen bir düşünce sergiler, ya da inanırsak gerçek iman etmemiş olacağımızı, Kur’an açıkça söylemektedir. Kur’an, hüküm yalnız Allah ın dır, O hüküm verenlerin en hayırlısıdır der. Ben hükmüme kimseyi ortak etmem. Kur’an da hiçbir eksik bırakmadık ve her şeyden nice örnekleri değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diye açıklama yapar. Çok net bir hüküm vererek, sizleri Kur’an dan hesaba çekeceğim diyerek de noktayı koyar. Peki, bizler Kur’an ın apaçık ayetlerini okuduğumuz ve iman ettiğimizi söylediğimiz halde, neler söyleriz ve iman ederiz? Ne yani peygamberimiz postacımıydı diye başlarız ve ucu açık bir inancı, bu sözlerle yaşar gideriz. Neler söylemeyiz ki. Yalnız Kur’an ile olur mu, Kur’an da her bilgi yoktur, O özet bilgileri verir. Peygamberimizi Allah, süs olsun diye mi gönderdi türünden sözlerle, Allah ın dinde hüküm ortağı yapmaktan hiç çekinmeyiz. Tabi böylece yüzlerce ayeti görmezden geliriz, üstünü örteriz. Sırf atalarımızın inançlarını, itikatlarını devam ettirebilmek için. Allah günahlarını affedeceği kullarının, bakın nereye iman ettiğini söylüyor. Muhammed 2: İman edip yararlı işler yapanların, Rableri tarafından hak olarak Muhammed'e indirilene inananların günahlarını Allah örtmüş ve hallerini düzeltmiştir. 3: Bunun sebebi, inkâr edenlerin batıla uymaları, inananların da Rablerinden gelen hakka uymuş olmalarıdır. İşte böylece Allah, insanlara kendilerinden misallerini anlatır. Sanırım her şey çok açık, izaha gerek var mı? Bakın yaradan elçisine ne söylüyor ve neyle kullarına öğüt ver diyor. Kaf 45: Biz onların dediklerini çok iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden korkanlara Kur’an’la öğüt ver. Eğer bu ve buna benzer ayetleri görmezden gelerek, yalnız Kur’an yetmez, onun yanında ciltlerce dolusu peygamberimizin hükümlerinden de sorumluyuz, demeye devam ediyorsak, lütfen Müslümanlığımızı, imanımızı Kur’an ile tekrar sorgulayalım. Tabi iş işten geçmeden. Peygamberimiz bizler için hayatı ve yaşamıyla örnek bir liderdi. Onun örnek hayatını ve Kur’an ı yaşamına nasıl geçirdiğini öğrenelim. Onun Allah ın güven elçisi olduğunu unutmayalım. Allah elçilerini, hükmüne asla ortak etmediğini açıkladığı birçok ayeti de, görmezden gelmeyelim. Hiç kimse peygamberimizi devre dışı bırakamaz İslam ı yaşarken. Ama yine hiç kimse, peygamberimizi Allah ın dinde ortağı da yapamaz. Bunu yapan Kur’an ı terk etmiş, İslam ın yolundan sapmış durumuna düşer. Ben yazılarımda genel çoğunlukla, tek bir konuyu ele alıyor ve sizleri üzerinde düşünmeye davet ediyorum. Oda İslam ı Kur’an merkezli yaşamamız gerçeğidir. Kur’an da onlarca ayetinde Allah, bizlerin Kur’an a sarılmamızı ve Kur’an ın sınırlarını aşmamamızı, çünkü bizleri yalnız Kur’an dan hesaba çekeceğini, dikkatle üstüne basa basa anlatır. Tabi bizlerde ısrarla, bunun tersini söylemeye devam ederiz. Peki neden? Çünkü bizler, Kur’an a iman ettiğimizi söylediğimiz halde, onu yeterli görmeyiz. Mahşer günü peygamberimizin şahitliğinde, ümmetinden peygamberimiz bakın nasıl şikâyetçi olacak. Bu ayetten dersler alamıyorsak, sonucuna da katlanmasını bilmeliyiz. Furkan 30: Peygamber, “Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey hâline getirdi” dedi. Gerçektende bugün İslam toplumu, Kur’an ı din ve iman adına, her bilginin olmadığı, herkesin anlayamadığı, detay verilmeyen özet bir kitap ilan ederek terk ettiler. Atalarından edindikleri bilgileri Kur’an da göremediklerinde, bakın demek ki Kur’an da her bilgi olmuyormuş, deme yanılgısıyla İslam ı yaşamaya devam ediyoruz. Tıpkı cahiliye dönemin de olduğu gibi. Değerli din kardeşlerim. Benim amacım, günümüzde din adına yapılan yanlışlara işaret etmek, hatırlatmak ve sizleri Kur’an a davet etmektir o kadar. İslam toplumunda yapılan yanlışların örneklerini, Kur’an ile karşılaştırıp sizlere hatırlatmam, bu konularda Allah ın istediği gibi düşünmenizi sağlamaya çalışmam, bazı kişilerin hiç hoşuna gitmiyor olsa gerek, benim yazdığım Kur’an a davet yazılarımı siliyor ve beni sitelerinden atıyorlar. Bunu yapanlara elbette şahsım adına hiçbir sözüm olamaz. Ama hatırlatırım, ben hurafeden, sanıdan uzak Allah ın emrettiği şekilde, sizleri Kur’an ın ipine sarılmaya, düşünerek elde Kur’an, iman etmeye davet ediyorum. Buna Rabbim şahittir. Benim de elbette yanlışlarım vardır, hatasız insan olmaz. Ama lütfen beni Kur’an ile uyarınız, emin olmadığımız bilgilerle değil. Bu davetimi engelleyenlere hatırlatırım. Bunu yaparak, Kur’an a daveti engellemiş ve Kur’an ın önüne set çekmiş olduğunuzu, lütfen unutmayınız. Kimin en doğru yolda olduğunu, yalnız Rabbimiz bilir, uyarısını da göz ardı etmeyelim. Kur’an ile buluşmak isteyenlerin arasına girmek, özgürce Müslümanların inançlarını, imtihanlarını yaşamalarına ve bu konuda bilgi almalarına engel olmanın, Allah katında vebalinin çok büyük olacağını unutmayalım. Bir siteye girişimin engellenmesine, bakın nasıl bir neden gösterilmişti, bunu hiç unutamıyorum. (Çocukların ve kadınların kafasını karıştırdığın için, süresiz siteden yasaklandınız.) Düşünebiliyor musunuz, çocuklar ve kadınlar aynı konumdalar. Sanki kadınlarımız, erkekler kadar düşünemiyor da, erkekler onlarımı koruyor? Karşısındaki bir inanca, düşünceye tahammül edemeyen, sabır gösteremeyen, kendi imanından emin olmayandır. Allah katında Hak olan bir inanç, asla kimseden korkmaz, çekinmez. Tam tersine gerçek Müslüman, yanlış düşüneni yakınından uzaklaştırmak yerine, yakınında tutarak doğruyu anlatır. Peygamberimiz kendisine inanmayanlara, böylemi davranmıştır? Peygamberimizin gerçek ümmeti, kendisi gibi düşünmeyenlere, konuşma özgürlüğü vermez miydi? Bizler bugün varsak yarın yokuz. Ömür geldi ve geçiyor. Amacımız Yüce Rabbimizin şefaatine nail olmaktan başka ne olabilir? Eğer bu gök kubbede hoş bir seda bırakırsak, ne mutlu bizlere. Pişman olacağımız şeyler yaparak gidersek Rabbin huzuruna, geri dönme şansımız olmayacağını bilmeliyiz. Allah bakara 44. ayetinde bakın bizleri nasıl uyarıyor. Bakara 44. Siz kendinizi unutarak diğer insanlara erdemli olmayı mı öğütlüyorsunuz -hem de ilahi kelamı okuyup durduğunuz halde?- Siz hiç aklınızı kullanmaz mısınız? Yüce Rabbimiz bakın ne güzel uyarıyor bizleri. Allah ın kelamını okuduğumuz halde, bir birimizle din ve iman adına tartışıp duruyoruz. Ama düşünmeyi bir kenara bıraktığımız çok açık. Allah Necm suresi 32. ayetinde, O halde kendi kendinizi temize çıkmış göstermeyin; kimin sakındığını en iyi bilen O'dur diyerek, Rabbimiz bizleri uyarıyor. Gelin el birliğiyle Kur’an da buluşalım, birleşelim. Onun onay verdiği her bilgi, bizlerin baş tacıdır. Unutmayalım Allah, biz hiçbir şeyi unutmadık diyorsa, Kur’an da her bilgi yok diyerek, Kur’an a karşı saygısızlık yapmayalım. Bilelim ki peygamberimizde ümmetini, yalnız Kur’an ile uyarmış ve yalnız Kur’an ile hükmetmiştir. İslam toplumu olarak, bu gerçeğin farkında olmak adına çaba göstermeliyiz. Dilerim Rabbimizden, dinde bölünen ve birbirine düşman olan değil, karşılıklı özveriyle bir birine saygı gösteren, elde Kur’an onun ipine sarılan, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK
-
KURANDA NAMAZ YOKTUR.NE ZAMAN NASIL KILINACAĞI DA YAZMAZ
Lütfen bu konudaki yazımı okuyunuz. Allah bir emir veriyorsa, onun izahınıda Kur'an da mutlaka yapmıştır. http://www.turkish-media.com/forum/topic/315815-kuran-in-namaz-konusunda-verdigi-detaylar/
-
Kur'an ın Tefsire Ve Tevile İhtiyacı Var mıdır
Günümüz İslam toplumlarında, Kur’an ayetlerini anlamaya çalışırken, bazı kaynaklardan istifade edilmesinin gerekli, zorunlu olduğu söylenir ve Kur’an ın tefsiri ve tevili dedikleri kaynaklara yönlendiriliriz. Kur’an ın muhkem ayetlerinin, tek başına okunduğunda anlaşılamayacağı, bazı kişilerin ayetleri tefsir ve tevil etmesi gerektiği düşüncesi, çok yaygındır İslam toplumunda. Peki, bu düşünce doğru olabilir mi? Gelin birlikte, Kur’an ışığında araştıralım ve üzerinde düşünelim. Önce Kur’an ayetlerini tefsir etme, ne anlama geliyor onu anlamaya çalışalım. Tefsir anlamı kapalı anlaşılmayan bir sözü, yazıyı ya da konuyu YORUMLAYARAK, ANLAŞILIR HALE GETİRME, yani anladığını anlatmaktır. Genel olarak tefsir sözcüğü, Kur’an'ın ayetleri hakkında, GÖRÜŞLER İLERİ SÜRME ve bunları yazma AYETLERİ AÇIKLAMAK, anlamında kullanılıyor. İsterseniz önce şu soruya Kur’an dan cevap arayalım. Allah bizlerin sorumlu olduğu ayetlerini açık ve anlaşılır bir şekilde göndermemiş olabilir mi? Eğer ayetler açıklanmaya, yorumlanmaya muhtaçsa, bu söylenenler doğru demektir. Gelin bu önemli konu üzerinde, birlikte düşünelim ki, imanımızı sağlam temeller üzerine oturtabilelim. Araf 52: Gerçekten, onlara inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, bilgiye dayalı AYRINTILI AÇIKLAMALARDA BULUNDUĞUMUZ bir kitabı ulaştırmıştık. Araf 174: Hakka dönsünler diye işte ayetleri, böylece AYRI AYRI AÇIKLIYORUZ. Hud 1: Elif, lâm, râ. Bu, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri önce sağlam kılınmış, sonra da DETAYLANDIRILIP AÇIKLANMIŞ bir kitaptır. Nur 34: Andolsun, biz size AÇIKLAYICI AYETLER, sizden önce gelip geçenlerden bir misal ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için bir öğüt indirdik. Nahl 89: (Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı; HER ŞEY İÇİN BİR AÇIKLAMA, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik. Kehf 54: Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için HER TÜRLÜ MİSALİ DEĞİŞİK ŞEKİLLERDE AÇIKLADIK. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür. Sizlere bunca açık ayetlerden sonra, sormak isterim. Allah katından bizlere rehber ve müjde olarak gönderilen, nice örneklerle açıklanan ve detaylı olduğunu özellikle söyleyen Rabbimiz, bizlerle direk irtibat kurup, ayetlerini anlayacağımız şekilde göndermedi de, birilerinin ayetleri açıklamasına, tefsirine muhtaç mı bıraktı bizleri? Bu sorunun doğru cevabını, mutlaka bulmalıyız. Tabi hesabın görüleceği o çetin gün, üzülmek ve pişman olmak istemiyorsak. Allah Kur’an ayetlerini iki bölüme ayırdığını, bir kısmının muhkem ayetler, bir kısmının da müteşabih ayetler olduğunu açıklar bizlere. Al i İmran 7: Kitap'ı sana indiren O'dur: Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki; ONLAR KİTAP'IN ANASIDIR. Diğer ayetlerse müteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun teviline öncelik tanımak için Kitap'ın sadece müteşâbih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. Bunlar, "Ona inandık, hepsi Rabbimizin katındandır." derler. Gönül ve akıl sahiplerinden başkası gereğince düşünemez. Ayeti okuduk, muhkem ayetlerin kitabın anası, yani dinin asıl emirlerini bildiren, bizlerin imanımızı yaşarken, sorumlu olduğumuz ayetler olduğunu gördük. Peki, muhkem ne demek, şimdi ona bakalım. (Muhkem ayet, sağlaştırılmış, tartışma götürmez, MANASI AÇIK SEÇİK ANLAŞILAN VE TEREDDÜDE YOL AÇMAYAN AYET demektir.) Demek ki bizlerin sorumlu olduğu ve kitabın, dinin anası olan muhkem ayetlerin, açık seçik ve tereddüde yol açmayacak şekilde, anlatılmış, açıklanmış, izah edilmiş olduğunu anlıyoruz. Zaten birçok ayetinde Allah bunu açıklıyor ve biz ayetlerimizi anlayasınız, dersler alasınız diye, nice örneklerle apaçık anlattık diye de örneklerini veriyor. Allah dinin anası olan ve bizlerin sorumlu olduğu ayetleri, hiç kuşku duymayacağımız bir şekilde anlattıysa, izah ettiyse, bu durumda ayetlerin tefsire yani yoruma, açıklanmaya ihtiyacı var diyebilir miyiz? Yorum yapmak için, o konunun açık olmaması gerekir. Yorum, açık olmayan bir konu üzerinde fikrini söylemek, kendi düşünceleri ile değerlendirme yapmaktır. Tefsir yani yorum yapılan her konunun içinde, kişinin bizzat kendi fikri, düşünceleri de vardır. Bu yolu ve yöntemi eğer Allah ın ayetlerini anlamakta kullanmaya kalkarsak, SİZCE ALLAH IN NE SÖYLEDİĞİNİ Mİ ANLARIZ, YOKSA ALLAH IN SÖYLEDİKLERİNİ, YORUMLAYAN KİŞİNİN NE ANLADIĞINI MI ANLARIZ? İşte bu konu, bu kadar çok önemli. Lütfen bu sözlerimin üzerinde düşününüz. Şunu söyleyebiliriz. Allah açık ve detaylı ayetini anlatmıştır, bunda şüphe yok. Ancak ayet üzerinde daha derinlemesine düşünerek, çok daha geniş anlamda ayetlerden faydalanmalıyız dersek, bu düşünceye katılırım. Bunu da herkes, kendi kapasitesince yapabilir. Bu durumda elbette, birbirimizden yardım almalıyız, daha iyi anlayana sormalıyız, danışmalıyız. Bundan doğal, hiç bir şey olamaz. Çünkü Kur’an bir deryadır, onun kaynağından akan bilgi sonsuzdur. BU KAYNAKTAN BİLGİ ALMAK İÇİN, KİM NE KADAR ÇABA HARCAR VE NASİPLENİRSE, O KADAR NURUNDAN NUR ALIR. Özet olarak şunu söyleyebiliriz. Kur’an ın muhkem ayetleri, asla yoruma açık değildir. Allah apaçık hükmünü vermiş ve bizleri de bu ayetlerden sorumlu tutmuştur. Bunun tersini yapan İslam âlemi, ayetleri anlamaya çalışırken, beşeri düşüncelerin etkisinde ayetleri anlamaya çalıştığı için, farklı şekillerde ayetleri anlaşmış, Allah ın ne söylediğini değil, ayeti tefsir edenin ne anladığını bizler anlamışız. Böyle olunca da Rahmanın ne söylediğini, farklı farklı anlayarak dinde bölünmüşüz. Tevil konusuna gelince. Bu konu hakkında şöyle açıklamalar yapılmakta. (Bir sözü veya davranışı görünür anlamından başka bir anlamda kabul etme çeviri, yorumlama.) (Bir ayet-i kerimenin manasını Peygamber efendimiz açıkça bildirmemiş ise, İslam âlimleri, bu ayet-i kerimenin manalarından dinimize uygun olanı seçerler, buna tevil etmek ve bu seçilen manaya da, meal denir.) Size sorsam ve desem ki, peygamberimize tebliğ edilen ayetleri, topluma gereği gibi açıklamadı ve tebliğ etmedi de, bu görev daha sonraki âlimlere mi kaldı? Bir başka deyişle Rabbimiz sorumlu olduğumuz ayetlerini, kullarına Kur’an da gereken açıklamayı yapmadı da, daha sonra birilerinin aklına, açıklamak izah etmek mi geldi? Ne söylediğimizin farkında mıyız? Tevil bir sözü ya da davranışın, görünür açık anlamından başka bir anlamda kabul etme, çeviri yorumlama olarak kabul ederde, Allah ın açıkça verdiği bir hükme, farklı anlamlar yüklersek, bu yol bizleri böler, parçalar ve dinden saptırır. Eğer mecaz anlamında söylenen bir sözün, asıl anlamını açıklamak dersek, bunda hiçbir sorun olmaz. Zaten mecaz anlamında söylenen kelimeler, biraz düşündüğümüzde, kullanılan cümle içinde ne anlama geldiği anlaşılmaktadır. Bunun da sınırları bellidir. Bu yöntem öyle bir kullanılıyor ki günümüzde, Allah ın ayetinde bahsettiği ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir sonuç çıkartılabiliyor. Bu büyük bir tehlikedir bizler için. Tefsir ve tevil konusunda bir başka farklı düşüncede şöyle anlatılır. Tefsir peygamberin ve ashabının yorumu, tevil ise İslâm âlimlerinin yorumudur derler. KUR’AN IN MUHKEM AYETLERİ, ASLA YORUMA AÇIK DEĞİLDİR bunu tekrar belirtmek isterim. Çünkü Allah açık, anlaşılır ve detaylı indirdim ki doğruyu bulasınız der. Zaten adı üstünde MUHKEM, yani şüphe duyulmadan anlaşılan ayetler demektir. YORUMA AÇIK OLAN BİR REHBER, NASIL OLURDA TÜM İSLAM TOPLUMUNU BİR NOKTADA BULUŞTURUR, lütfen bunu da düşünelim. Bu yöntemle her istenen, İslam dinine sokulmakta ve din Allah ın dininden, gittikçe uzaklaştırılmaktadır. Gelelim MÜTEŞABİH ayetlere. Allah bu ayetler konusunda, çok dikkat çekici ve üzerinde düşünmemiz gereken uyarılar yapıyor. (Diğer ayetlerse müteşâbihlerdir. Şu var ki, kalplerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun teviline öncelik tanımak için Kitap'ın sadece Müteşabih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar. ) Demek ki bizlerin üzerinde durmamız gereken, muhkem ayetler olduğu böylece anlaşılıyor. Bu ayetlerin bizlerin din ve iman adına, sorumlu olmadığımız ayetler olduğu çok açık, önce bunu bilmeliyiz. Çünkü anlamını bir Allah biliyor birde ilim tahsil etmişler diyor. Demek ki bu ayetler, zamanla anlamları ortaya çıkacak ayetler olduğu da anlaşılıyor. Bizler eğer okuduğumuzda anlayamıyorsak, nasıl olurda sorumlu oluruz? Ayette dikkat çeken ise, insanların muhkem ayetlerin ardına düşecek yerde, anlamları tam olarak bilinmeyen ayetlerin ardına düştüklerini söylüyor Allah, tıpkı bugün olduğu gibi. Anlamları tam olarak daha ortaya çıkmamış, ayetlerin ardına düşerek, kendilerince tefsir ve tevil edenlerin yanlışlığına da işaret ediyor. Açık belirtilmeyen, izah edilmemiş bir ayete, kendi nefislerince anlamlar yüklemenin yanlışlığı anlatılıyor. Dikkat ederseniz anlamları tam anlaşılamayan, Müteşabih ayetlerin tevilinden bahsediyor Allah. Ama muhkem ayetlerden bahsederken, ne tevil nede tefsirinden bahsetmiyordu. Demek ki muhkem ayetlerin buna ihtiyacı yok. Müteşabih ayetlerin ise, ilmi kanıtlara ihtiyacı var olduğunu anlıyoruz. Müteşabih ayetlerin bizleri bağlayıcı ve imanımızı yaşamamızda gerekli ayetler olması, asla mümkün değildir. Olsaydı açık ve anlaşılır ayetler olurdu, lütfen bu gerçeği göz ardı etmeyelim. Olsa olsa Allah ın verdiği örneklerde olduğu gibi, zamanla Müteşabih ayetlerin ilimle manalarının ortaya çıkmasıyla, iman edenlerin imanlarının artacağı, güçleneceği gerçeğidir. Eğer Müteşabih ayetler, tüm insanlığı bağlayıcı olsaydı, ilim adamlarının günümüz yüz yılında yaptıkları çalışmaları sonucunda, ayetlerin yeni ortaya çıkan anlamlarından, geçmiş de yaşamış Müslümanlarında bu ayetlerden sorumlu olduklarını söylememiz gerekirdi. Bunu söylemek ve düşünmek, Kur’an ın adaletine ters düşer. Bugüne kadar bizlere öğretilen tüm bilgileri, Kur’an a danışarak tekrar sorgulayalım. Bunu yapmakla hiçbir kaybımız olmaz. Aksine imtihanımızı garantiye alarak, Rabbin huzuruna emin adımlarla ilerleriz. Allah düşünmeye, aklımızı kullanmaya çok önem verdiğini gösterir Kur’an da. Bunun anlamı da düşünen, sorgulayan bir kul olmamızı istediğindendir. Dilerim elde Kur’an, düşünerek iman eden, Rabbin halis kullarından oluruz. Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK